2003 13 mart

Page 1



merhaba

Ülkemizin nabzı Irak'ta çıkacak olan savaşla atıyor. Savaşa karşı tep­ kiler dünya kamuoyunda yankısını buluyor. ABD emperyalizmi ise tüm pervasızlığıyla sınıra yığınak yapmaya devam ediyor. ABD işbirlikçisi AKP iktidarı ülkeyi savaş karargahı haline getirerek, büyük bir onursuzluğa imza atıyor. Amerika'nın petrol hırsı Irak'taki mazlum halkın kanıyla doyurulacak. ABD, petrolü kandan çıkaracak. Dergimizin çalışanı, Grup Yorum elemanı Cihan'ı Irak'a uğurladık canlı kalkan grubuyla birlikte. Irak halkına, emperyalizme karşı direnişinde omuz vermeye gitti. Yolun açık olsun Cihan. Türkülerimizi götür Irak halkına, Grup Yorumun türkülerini... Newroz ateşini harlamanın tam da sırası... Çağımızın Dehak'ı Amerika'yı, Newroz ateşlerinde yakacak Ortadoğu halkları. Zulme isyan günü Newroz, kutlu olsun Ortadoğu halklarına!.. 8 Mart'ta yine alanlarda olacak emekçi kadınlar. Onuru ve emeği ile mücadele alanlarında olan kadınlarımızın 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü kutlu olsun! Ayların en kırmızısıdır Mart. Mart ayı direnişin, Mart ayı tepeden tırnağa kızıla kesmiş umutların rengi. Mart ayı bizim rengimiz! Kızıldere hiç durulmadı. Hala coşkun hala mert, hala Mahirlerle akıyor. Mahirlerle atıyor Kızıldere'nin kalbi. Ve umudu büyütüyoruz dokuzuncu yılında. Halklarımızın göreceği günler adına, UMUDA SELAM OLSUN!

Dostlukla...




tak yaşamı... Yani gelecekten bugüne bakıldığında, adı "tarih" olacak, Ana­ dolu halklarının yaşamı... Subjektif niyetlerden, isteklerden bağımsız akıyor hem de. Kendi kurallarını iş­ leterek, kendi yasalarını uygulaya­ rak. Kişisel yaşamlar da, halkın yaşa­ mı da bu yasalarda buluşuyor. Mesela "Emperyalizm değişme­ di." diyor bu yasalar. Aksine, vahşeti, sömürüsü, katliamları ve her şeyden öte, mazlum halkların topraklarını işgali artarak devam ediyor. Hitler, Bush'ta; Musollini, Şaron'da yaşıyor. Mesela "Barış çok değerlidir." de­ niyor. Uğruna ölecek kadar ama halklar arasındaysa. Zalimle zulme­ den arasında barış olmaz. "Barış istiyoruz!" sloganları, hatta bu sloganla girişilmiş eylemlilik, onun için yaşamın yasaları karşısın­ da ezilip yitiyor. Hayat kendini dayatıyor. İşte Amerika; Irak'a saldırmak için altı hafta bekleyemeyeceğini ilan etti. Türkiye'ye "Tezkereyi imzalama­ manız ilişkilerimize zarar verir." de­ di. Herkes, b u n u n ne anlama geldiği­ ni bildi. Bir yanda, Irak'a saldırı için gece­ sini g ü n d ü z ü n e katan hükümetin ay­ lar boyu dilinden düşürmediği "ba­ rış" sözü; öte yanda, Irak halkının ba-

numlarda, farklı niyetlerde... Ama dedik ya, yaşam subjektif niyetler­ den bağımsız akıyor. Onun için, fark­ lı niyetler aynı sonuçta birleşiyor. Irak halkına saldırı, Irak toprakları­ nın işgali, b u g ü n ü n gerçeği oluyor. Yaşamın cilvesi, hayat kendini dayatıyor. Saldırıya karşı olan da, saldırıya ortak olan da, objektif olarak aynı tabloyu seyretmiş olacak. Katledilen binlerce Irak'lı. Yakılan, yıkılan yüzlerce şehir ve köy. Ama "barış" talebi? Kimileri için dönemsel bir rahat­ lama, kimileri için dostlar alışverişte görsün hesabı. Koca bir aldatmaca yani. ABD saldırganlığının yarataca­ ğı vahşet tablosu karşısında h ü k m ü yok onun. Emperyalizm varsa savaş olacak­ tır. Ötesi berisi yok bunun. Karamsarlık, felaket tellallığı mı var bu satırlarda? Umutsuzluk mu yoksa ? Yoo, hayır. Henüz ifade etmedik­ lerimiz var. Cihanla, Eylül'ün sevgiyle, heye­ canla gülümseyen yüzleri var. Irak'a gitmeye karar verdikleri günler son­ rası, onlarla birlikte olduğumuz gün­ düz ve gecelerde, yüzlerinde, gözle-

4

saldırdığında, Irak halkının yanında olmak, Anadolu halkının bu haklı di­ renişte sesi olmak için gittiler. İnsan olarak geldikleri dünyaya, hakkını vermek için... Ölümü, uzak bir ihti­ mal görerek değil, yanıbaşlarına ala­ rak gittiler. Mazlum ve komşu bir halkla dayanışma bilinciyle gittiler. Ve evet, onlar ölümü göze aldılar; feda ruhuyla yola çıktılar. Bunun için, onların gözlerinde umutsuzluk yoktu, yüzlerinde karamsarlık yoktu. "İstiyoruz ama verirlerse." değil, "İstiyoruz, uğrunda ölümü göze ala­ cak kadar." dedikleri için. Ölüm ve u m u t yanyana... Onlar için, ölüm doğru bir hede­ fin, haklı bir yolun sonucudur çün­ kü. U m u d a doğru yürüyüşün. Peki barış ve umut? Barış, beklemenin, durağanlığın tarifi. İradenle istediğin sonucu ya­ ratmanın değil, sana verilene yetin­ menin... "Böyle gelmiş böyle gider." anlayışının politika katılmış hali. Umutsuzluk yani. Yaşam akıyor. Biz farkında olsakta olmasakta, hayat kendini, kendi kurallarını dayatıyor. Ne seçimlerde­ ki "Bu belki helal süt emmiştir." ha­ yali, ne de "AB'ye girince demokrasi gelecek." düşü, hayatın yasalarına


elbirliği ile ülkemizin İMF'ye satışını sürdürüyor. Avrupa Birliği'nin isteği ve proje­ si olan F tiplerinde, devrimciler tecrit ediliyor. İşkence görüyor. Tecritin kaldırılması talebiyle, üç yıldır Ölüm Orucu yapılıyor. Şehit sayısı 104... Bunların bedeli, milyonlarca işsiz­ lik; eğitim hakkının, sağlık ihtiyaçla­ rının gaspı; açlık, yoksulluk, adalet­ sizlik olarak ödetiliyor. Biri değilse bir diğeri... Bugün değilse yarın... Sen değilsen, eşin, dostun... Bir yanda hükümetler, "Biraz za­ man, refaha kavuşacağız." diyor. Öte yanda, gecekondulu, köylü, işçi, öğ­ renci, "Bunu da bekleyelim, baka­ lım." diye iç geçiriyor. Ezen ve ezilen... Farklı niyetlerde, farklı saflarda... Hayatın gerçekleri, yaşamın yasa­ ları, kendini dayatıyor. Kaçtıkça ko­ valıyor; yolunu değiştirdikçe, önüne çıkıyor. Dedik ya, yaşam subjektif niyetlerden bağımsız, kendi mecra­ sında akıyor. Yerinde durmak iste­ dikçe katıp sürüklüyor. Yine mi karamsar, yine mi umut­ suz oldu? Bir kez daha, "Hayır, daha söyle­ yeceklerimizi bitirmedik!" diyeceğiz. Direnenler var çünkü. Adaletsizli-

edilmesine karşı isyan edenler... Ma­ hirler, Sabolar, İdiller, Fidanlar... Va­ tanımızın satılmasına, halkımızın aşağılanmasına karşı çıkmaktan vaz­ geçmediği için, 500-600 gün aç kalıp­ ta, yüzlerinde gülümsemeyle kahramanlaşanlar... Kendi kaderini, kendi belirleyenler var. Yaşamın akışına, yasalarına kendi iradeleriyle tabi olup, o akışı kurtu­ luşa doğru hızlandırıyorlar. İstedik­ leri gibi yaşayıp, bu uğurda, gerekir­ se ölüyorlar. Umutları var, umutları büyük onların. Bunun için, u m u t ve ölüm yanyana geliyor. Umut ve ölüm sarmaş do­ laş. Onların sözleri de, hayalleri de, umutları da niyetlerin ötesinde. Çünkü, dediklerini yapıyor; Özgür ve bağımsız vatan hayallerini, bu­ günden inşa etmeye başlıyor; umut­ larına varacak yolda, tereddütsüz yürüyorlar. Umutları olduğu için mutlular. Umutları uğruna feda olmayı gö­ ze alıyorlar. Bir özgünlük, olağanüstülük de­ ğil bu. Bin yıllardır, halklar, mutlu­ lukları uğruna feda ettiler kendileri­ ni. Feda ruhuyla donandılar. Onlar, sadece bu tarihi, bu geleneği, bugü­ n ü n zalimine, sömürücülerine karşı

5

esir olmayı reddedip; istediklerini, kendi elleriyle yaratmaya başlıyorlar. Umutların dili olması bundan. Yaşamın gerçekliği dedik! " U m u d u için yola çıkmış, bu uğurda döğüşenleri olan bir halk, umutsuz olamaz!" diyor bu gerçek­ lerden biri. Gözler kör, kulaklar sa­ ğır, dil sessiz duramaz... Evlatları, acıların içinden u m u t yaratan bir halk, gücünü u m u d a katmaktan geri kalamaz... Bağrına 30 Mart'ları basan bir halk u m u d u n u fedalara, ölümle­ ri, umutlara taşır. Geleceğini kendi yazar, kendi kazanır. U m u t s u z l u k yakışmaz Anado­ lu'ya. Geçmişi, zulme isyan; günü, kahramanlık dolan Anadolu, dört bir yanda u m u d a kesmeli. Hiçbir zalim, hiçbir zulüm, yaşa­ mın yasalarının ö n ü n e geçemedi. U m u d u tüketemedi. Yüreğimizin bir yerlerinde, belki öfke, belki başeğmezlik, belki gelece­ ğe karşı sorumluluk... Yaşamın tadı, her nefesi hakederek, alnının akıyla almanın yolu umut... Umutsuzluğa, çaresizliğe inandı­ rılmak istendiğimiz bugün; kendi ka­ derini, kendi eliyle yazanların birle­ şip bir halkın, Anadolu halkının tari­ hi olacağı gündür.»


merika'nın Irak'a sal­ dırısı an be an yaklaşır­ ken, ülkemiz­ de de savaşa, Amerikan sal­ dırganlığına karşı tepkiler her geçen g ü n büyüyor. Bu sal­ dırıya karşı çıkan bir grup ise gö­ n ü l l ü olarak Irak halkının yanında olmak için ülke­ mizden yola çık­ tı. Onları, 10 Şu­ bat g ü n ü Sulta­ nahmet Meyda­ nı'ndan uğurladık. Bu uğurlamada, b i ­ zi daha da etkileyen bir arkadaşımız var­ dı. Ç ü n k ü Irak'a gide­ cek olan canlı kalkan grubunun içinde dergimizin çalışanı, Grup Yorum ele­ manı Cihan da vardı. Cihan da diğer­ leri gibi Irak halkının yanında olmaya gidiyordu. Hepimiz çok yoğun duy­ gular yaşadık. Böylesi ayrılıklar elbetteki çok zor. Ç ü n k ü o yolculuğa uğur­ ladığımız arkadaşımızı bir daha göre­ meme ihtimalimiz de var. A m a bir yandan da d u y d u ğ u m u z gurur var. Arkadaşımızla gurur duyuyoruz. Ya­ şadığımız yoğun duyguları k i m i za­ man bastırabiliyor, k i m i zaman ise gözyaşlarımızı tutamıyoruz. Ayrılıyo­ ruz. Belki bir daha hiç göremeyeceğiz birbirimizi. Belki hiç haber alamayaca­ ğız aylarca. Amerikan bombardımanı altında Irak halkının yanında yer ala­ cak. Çok m u t l u y d u Cihan giderken.

A

Sanki i k i günlüğüne bir yerlere g i d i y o r d u da sonra geri gelecekti. Hep ayrılırken "görüşürüz" deriz ya bu sefer ne diye­ ceğimizi bilemedik. Olur ya görüşe­ meyiz. Diyecek bir tek şey kalıyordu geriye, "Yolun açık olsun Cihan. Tür­ külerimizi götür Irak halkına. T ü r k ü ­ lerimizin başı diktir bilirsin. Zulme karşı d i m d i k d u r u r Grup Yorum'un türküleri. Yanındayız. Seninle birlik­ te dokunabilecek kadar yakınındayız Irak halkının. Yaralarını sar onların. Türkiyeli devrimcilerin varlığım se­ ninle hissedecekler yanıbaşlarında." Bunların hiçbirini söyleyemedik Cihan'a. Söylemesekte bunları biliyor­ d u . Biliyorduk k i , Cihan hepimizin adına orada olacaktı. Bizi; İ d i l Kültür

6

M e r k e z i ' n i , G r u p Yo­ r u m ' u , Tavır'ı temsil e d i y o r d u . Biz, Irak halkının yaınndaydık... Grup Yo­ r u m , onyıllardır gele­ nekler yara­ tıyordu. Bu geleneklere bir halka da Cihan ekle­ mişti Bağdat yolculuğuy­ la. Bizden se­ lam götürdü Irak halkına. Bağlaması omzunda, y ü r ü d ü g i t t i ; daha önce hiç ayak basmadığı top­ raklara. H i ç b i r i n i n dilini bilmiyordu ama gördükleri zul­ m ü biliyordu. Z u l m ü n y ü z ü her yerde aynıydı. Şimdi, Amerika'nın; petrollerine göz d i k t i ğ i Irak halkı katledilecekti. Bunun için, gerekirse canını vermeye hazır gönül­ lülerin arasındaydı bizim arkadaşımız da. Savaş bitene kadar dönmemek üzere gitti... Anılarımızı, özlemlerimi­ zi, kavgamızı, sevdalarımızı yükledi çıkınına. Güle güle Cihan, yolun açık olsun! Yorum'un bir şarkısıydı yine söylediğimiz, son veda gecesinde; "Tankların önünden bir dal düşse toprağa, Çoğalır toprakta bahara gülen y ü ­ rek. Dağlarda, sokakta, fabrikada, tar­ lada, Halkız biz, yeniden doğarız ölüm­ lerde..."


düşmanlar Barut dolu tüfekleriyle geldiler Ateş buyruğu verdiler acımadan Şarkı söyleyen bir halkla karşılaştılar Sevgiyle ve görev aşkıyla birleşmiş bir halk Ve bayrağıyla birlikte düştü İncecik genç kız Ve köşede vuruldu Yaralı genç adam Ve halkın şaşkınlığı içinde ölülerin Öfke ve acıyla düştüğünü gördü O zaman bu yerde Bayraklar kanı emmek üzere alçaldılar Ve yeniden katiller anlacında yüceldiler Ölüler adına Bizim ölülerimiz adına Bir ceza istiyorum Vatana kan sıçratanlara Bu ateş emri veren celladlar için Bir ceza istiyorum Bu suçla İktidara gelen hayın için Bir ceza istiyorum Kanımızı emmiş ellerini Bana uzatsınlar istemiyorum Bir ceza istiyorum Onları evlerinde rahat ve elçi olsunlar diye değil Onları burada, bu yerde, suçlu ve hüküm giymiş olarak Görmek istiyorum Bir ceza istiyorum

7


Cihan Keşkek Irak'a niye gidiyorsunuz? Öncelikle, canlı kalkan konusunu açmak gerekir sanırım. Biz, canlı kal­ kan -veya ismi çok önemli değil- ola­ rak Irak'a gidiyoruz. Bu ekip içerisin­ de yurtdışından ve Türkiye'den 70 ci­ varında insan var şu anda. Önce gi­ denler ve bizden sonra gidecek olan­ lar bu sayıya dahil değil. Bu ekip içe­ risinde, çok farklı dünya görüşlerine, kültürlere sahip insanlar var. Hepsi­ nin ortak noktası Irak'taki, ABD'nin haksız savaşını engelleyebilmek. Bu çerçevede, biz de savaşı yaşayacak, acılar çekecek olan Irak halkının ya­ nında olmak, onlarla dayanışma içeri­ sinde olmak, onların acılarını paylaş­ mak için gidiyoruz. Tabi en önemlisi, emperyalist Amerika'nın kendi çıkar­ ları için halklara yaptığı saldırılara, Amerika'nın sömürgecilik anlayışına karşılık; bunu teşhir etmek; açığa çık­ mış olan tepkileri örgütlemek nokta­ sında da bunun önemli olduğunu dü­ şünüyoruz. Bu konuya kendi açımız­ dan baktığımızda da, Grup Yorum'un tarihinde sürekli halkın içerisinde bir pratiğinin olduğunu, türkülerinde halkın acılarını, mücadelelerini, yaşa­ dığı olayları anlattığını görürüz. Bun­ ları anlatırken de mücadelesiyle, ya­ şadığı baskılara, engellemelere rağ­ men yoluna devam ediyor Grup Yo­ rum. Bu noktada Grup Yorum, komşu Irak halkının katledilmesine karşı bir duruş sergileme amacıyla böyle bir eylem tarzını destekliyor. Buna para­ lel olarak, ben de gitme kararı ver­ dim. Savaşın durdurulmasında ne gibi bir

etkisi olacak? Bizim, en azından Yorum olarak, o savaşı durdurma ve nihai olarak sona erdirme gibi bir hayalimiz yok. Ben de bunun bilincinde olarak oraya gi­ diyorum. Bir mücadelenin başlatıl­ ması noktasında önemli olacağını dü­ şünüyorum. Amerika'nın saldırganlı­ ğını teşhir etme, kamuoyu oluşturma yanıyla önemlidir. Amerika'nın, em­ peryalizmin hükümdarlığı, sömürü­ sü ancak ezilen halkların bilinçlenip örgütlenip karşı bir cephe oluşturmasıyla sona erer. Bu hareket, büyük bir başlangıçtır. Emperyalizmin saldırır­ ken her yere elini kolunu sallayarak, rahatça saldırmasını, dilediğince ka­ rar vermesi noktasında engelleyici­ dir. Can güvenliğiniz tehlikede olacak. Bunu bile bile gidiyorsunuz, ne düşünü­ yorsunuz?

Bizler yapmış olduğumuz müca­ dele içerisinde her zaman risk altın­

8

daydık. Belki bu boyutta değildi ama yaşanacak risklerini de bilerek müca­ dele ediyorduk. Irak'ta savaş koşulla­ rında, kendi mücadelemizde yaşadı­ ğımız riskin daha fazlasını yaşayaca­ ğız. Bu noktada biz halklara, emper­ yalizme, ABD İmparatorluğu'na ve dünyaya, ezilen insanlara bir mesaj bırakma amacını kendimize hedef koyduk. Sadece Irak meselesi değil. Bugün Irak, yarın Venezüella, diğer gün belki Türkiye... Amerika'nın operasyonları, müdahaleleri hiçbir zaman bitmez, dur demeyene kadar. Filistinli çocukların tankların karşı­ sında sapanla kendini savunmak zo­ runda bırakılmasını istemiyorsak, Af­ rikalıların; Amerika, AB ülkelerinin her tarafa yardım için müdahale eder­ ken kendilerinin niçin açlığa terkedildiğini sormasını istiyorsak; dünyada adaletsizliğin; baskının ve zulmün, insan hakları diye satılmasını istemi­ yorsak; bunların son bulmasını isti­ yorsak, Amerika'ya ve emperyalistle­ re örgütlenerek karşı durmalıyız.


yaşıyoruz. Birlikteyken dayatma, de­ mokrasi anlayışı farklılaşıyor. Gerçek bir demokrasi anlayışı olmadığı için, Grup Yorum, şimdiye kadar 18 yıl­ işte diyorlar ki sen protesto et, savun, lık tarihi boyunca, halktan kopma- insan haklarını savun, şunu savun, mış, yaşanan gerçekleri türkülerine bunu savun ama bağımsız yap bunu yansıtmıştır. Mücadelenin olduğu her tek başına yap. Bireysel karşı çıkışlar­ yerde Grup Yorum adı da geçmiştir. da bulun. Çünkü biliyorlar ki, tek ba­ Çünkü Grup Yorum halktır, direnen­ şına hareket ettiğinde, tek başına bir dir. Bugüne kadar tarihine yeni de­ güce karşı hareket ettiğinde elde ede­ ğerler, ilkler yaratarak ilerlemiştir. bileceğin bir şey yoktur. Çok küçük Bugün de Irak'taki ABD savaşına ha­ şeyler olabilir ancak. O da, böylesi bir yır eyleminde canlı kalkan olarak ka­ savaşı durdurabilecek nitelikte ola­ tılmaktadır. Türkülerimizi bir kez de maz. Şimdi ne oldu, ne değişti düşün­ savaş altındaki Irak topraklarından cemde? Maceracı yaklaşmıyorum. haykıracağız. Herkesin, bulunduğu Gerçekleri, somut olan şeyleri, sayıyı, her yerde, savaş karşıtı etkinliklere, ne amaçla gidildiğini, insanların dü­ gösterilere, kampanyalara katılmasını şüncelerini göze alarak artık değişti. istiyorum. Eğer; halk güçlü bir şekil­ Bu ilk baştaki düşüncem. Şöyle bir de karşı duruş sergilerse, ne toprakla­ durum var; yüzler, binler gelecekti rımızdan ABD uçakları kalkar, ne de diye biliyordum. Toplam yurt dışın­ askerin kanı, para uğruna, çıkar uğru­ dan diğer ülkelerden gelen grupların sayısı 40'a yaklaşık. Bu çok cüzzi bir na peşkeş çekilir. rakam. Ülkemizde nerdeyse onun ya­ rısı, yarısından fazla 30'a yakın bir Eylül İşcan kitle var gidecek ve herşeyini tamam­ lamış. Birazcıkta soru işaretleri var el­ Neden gidiyorsun? bette. Yurdışından gelen insanlar el­ Bu soruya herkesin farklı cevabı bette bazı şeyleri tartıp biçip gelmiş­ var. Ben kendi açımdan olanı söyleye­ lerdir. Ama bir şey demek istemiyo­ yim. Ben de gerçek anlamıyla samimi rum. Organizasyonda problemler bir insan sevgisi var. Bu sevgi insan­ var. Daha kitlesel geleceklerini söyle­ lar için, bir şey yapmayı gerektiren bir mişlerdi, olmadı. Kendi aralarında sevgi. Soyut bir sevgi değil bendeki olan problemler varmış, ya da farklı sevgi. Gerçekten insanları seviyorum. düşüncelere sahip insanlar var. Hani Onlara değer veriyorum, yaşamları gerçek anlamda somutlaştırmamışlar, benim için önemli. Savaş var ortada maceracı yaklaşmışlar sanırım olaya. Gideriz, durdururuz, engel oluruz ve bu haksız bir savaş. tarzında yaklaşımlarla gelmişler. Ger­ çeklerle gün gün karşılaştıkça değiş­ Savaşın durdurulmasında ne gibi et­ miş ve azalmış sayı. kisi olacak? Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı ?

İlk başta şöyle düşünüyordum. Yüzlerce, binlerce insan tüm ülkeler­ den toplanıp, Irak'a toplu göç şeklin­ de gidecekler ve büyük bir kitle ile birliktelik oluşturacaklardı. Bu birlik­ teliğin gücü saldıran, ezen, katleden güce karşı bir güç oluşturabilecekti. Ve bunun doğrultusunda gerçekten savaşı engellemeye dahi varabilecek bir şey düşünüyordum ben. Birlikte­ likten doğacak bir güç olabileceğini düşünüyordum. Neden olmadı peki sence? Bir şekilde engelleme var; dayat­ ma ve baskı var bu konuda da. Birlik­ teliklere karşı baskıları zaten tüm dünyada, ülkemizde olsun bire bir

Nedir peki gerçekler, gerçeklerden kastın nedir? Her türlü zorluk. Mesela açlık. Yol mesela. Yol bile insanlara zor gelebili­ yor. Ne bileyim kaygıları oluyor, işi var, gücü var, ailesi var. Bunları düşü­ nüyor önce. Yani, oradaki halka da yardım etmek istiyor ama öteki tarafı bir kenara bırakıp gidemiyor. Onlar daha ağır basıyor. Bazılarını ayırarak söylüyorum. Ölüm gibi bir şeyi de düşünmüyorlar aslında. Halkın yanı­ na gidiyor ama sanki hani olur ya ilaç yardımına giderler öyle. Yabancı biri­ leri gelir depremlerde falan olur me­ sela gelirler yardımını yapar giderler, o şekilde birazcık da kültür mü diye­ yim artık farklı bir şey var.

9

Giderken can güvenliğinin tehlikede olduğunu bile bile gidiyorsun. Senin git­ meni sağlayan şey ne? Kendi düşüncem, yani duygula­ rım sevk ediyor buna. Ama en önem­ lisi şöyle bir durum var. Benim almış olduğum bir kültür var; Anadolu kültürü. Bu kültürde, direnişler var, feda kültürü var. Uğruna haksızlıkla­ ra karşı, ölümü göze alabilmişliliğin somutluğu var yani. Örnekleri var. Pir Sultanlar var. Bedreddinler var, Baba İshaklar var yani. Biz bunlarla yoğrulmuşuz. Biz bu kültürü almışız ve şöyle bir yanı da var. İlk başta kendi görüşüm, kendi duygularımla insan sevgisi diye adlandırdım on­ dan sonra almış olduğum, bir kültür var tohumlarını ekmişler bize. Elbet­ te insanın canı tatlıdır. İnsan yaşama­ yı sever ve sevdikleriyle bir arada ol­ mayı ister. Her zaman onları göre­ yim, bir şeyler paylaşayım... Hep bir­ likte olmayı ister. Gerçekten böyle düşündüğünde, bu duygularınla bir­ likte olmak, paylaşmak sevgi, özlem bunlar samimi ise insan duramıyor. Böyle bir savaş ya da haksızlık karşı­ sında tepkisiz kalamıyorlar, onun önüne geçiyor yani ve pek çok şey­ den kendilerine tercihler yapıyorlar. Her tercih bir vazgeçiştir yani sonuç­ ta. Canlı kalkan olarak nitelendirilen or­ ganizasyon içerisinde yola çıkacaksın. Yola çıkmaya bir buçuk aydır hazırlanı­ yorsunuz. Türkiye'de, medyada, basın­ da, gazetelerde, köşe yazılarında her ta­ rafta şu tartışılıyordu. Türkiye bu savaş­ tan karlı mı, zararlı mı çıkar? Ekonomik olarak Türkiye ne duruma düşer? Şimdi bir taraftan sen kendi hayatını kaybede­ bileceğin savaş ortamına gidiyorsun, di­ ğer taraftan böyle tartışmalar oluyor. Ne düşünüyorsun bu konuda? Bu tür söylemler, kar-zarar he­ saplarını konuşmak, bunları yazmak çizmek çok çirkin şeyler. İnsanlıkla alakası olmayan şeyler. Bu bilinçli bir şekilde oluşturulmuş kafa yapısı. Bir şekilde söylenmesi istenen şeyler. Emperyalist güçlerin yarattığı bir yozlaştırma sonucunda, insanların beyni bu şekle dönüştürülmüştür. Yani bunu yaratan da, bu söylemleri, çirkin şeyleri, parayı, ne bileyim karzarar hesaplarını ortaya koyan da, bu zihniyeti yaratan da, insanı öldüren de, katleden de aynıdır.


10/ 02/ 2003

IRAK'A GİDİYORUZ!.. Biz de, "canlı kalkan" olarak Irak'a gidiyoruz. Yıllardır, t ü m dünyada hemen hemen saldırmadık bir bölge bırakmayan Amerika, bugün de gözünü İrak'a dikmiş durumda. Bugün, petrol karı, bölgede kendi denetiminde bir oluşum yaratma amacı, Amerika'nın saldırısının asıl yü­ zünü yansıtıyor. "Nükleer silah var", "Saddam diktatör" demogojileri hiçbir gerçeklik payı taşımıyor. Amerika bu ko­ nuda samimi olsaydı, saldırdığında nükleer silah kullanaca­ ğını açıklamazdı. Amerika'nın tarihi; yalanlar, katliamlar, tarihidir. Bu tarih boyunca, milyonlarca insan hayatını kay­ betmiş, milyonlarcası sakat kalmış, yakılmayan, yıkılmayan, bombalanmayan bir bölge bırakmamıştır Amerika. Amerika'nın şu durumda Irak'a yapacağı saldırı, haksız bir saldırıdır ve petrol hırsı içindir. Çünkü, krize giren ekonomisine çıkış yolu bulmak i ç i n , I r a k halkının kanı üzerinden hesaplar yapıyor. Onbinlerce, yüzbinlerce insan Amerika'nın karı için gözden çıkarılamaz. Iraklılar bizim kardeşlerimizdir, komşumuzdur. Yarın, aynı şeyi Türkiye'nin yaşamayacağının garantisini kimse veremez. Yanıbaşımızdaki Irak halkını bombalayacak uçaklar, bizim topraklarımızdan kal­ kacak. Askerlerimiz, ABD imparatorluğu istedi diye kan dökecek, kanı dökülecek. Amerika emperyalizmi için insanın hiç bir değeri yoktur. Kendi kullanacağı nükleer silahlardan dolayı ölecek olan Amerikan askerlerinin cesetlerini bile yakacağını söylüyor. AKP iktidarı da, bir yandan barış t u r u şovları yaparken bir yandan topraklarımızı satılığa çıkarmış, askerlerimizin kanı karşılığı alaca­ ğı parada anlaşmıştır. Abdullah Gül'ün, "Rüyamda, Iraklı çocukları g ö r ü y o r u m , uyku uyuyamıyorum.", Erdoğan'ın "Ahlaki olarak savaşa karşıyız fakat, politik olarak ülke çıkarlarını k o r u m a k zorundayız." açıklamaları yalandan ve kılıftan başka bir şey değildir. Ülke çıkarları böyle korunmaz ama ancak böyle satılır. Erdoğan, politik olarak savaşa "evet" diyor, ahlaki olarak "hayır" diyor. Yani politikası ahlakın­ dan üstün geliyor. Bu noktada politika için, çıkar için ahlaksızlığı meşru kılıyor. Daha açık söyleyelim, para için onurunu, haysiyetini, ahla­ kını satıyor. Bunu kendi ağzıyla söylüyor. Türkiye'de hiç kimse bu savaşı istemiyor. Meclis, halka rağmen, Amerika'nın yanında yer alma kararı alıyor. Grup Yorum, 18 yıldır bedeller ödeyerek bugüne geldi. Her döneminde yeni değerler ekleyerek, yeni ilkler yaratarak halkların müca­ delesi içerisinde olmaya çalıştık. Bu çerçevede, Irak'a gitmek, oradaki halkı sahiplenmek, dayanışma içerisinde olmak, acılarını paylaşmak bizim mücadelemizle bağlantılıdır. Nasıl ki, burada işçi grevleri, okul boykotları, gecekondu direnişleri, m e m u r eylemlerinde, ezilen halk­ ların olduğu her yerde olduysak; yanıbaşımızdaki Irak halkının, ABD tarafından yokedilmesine de göz yumamayız, bir şeyler yapmalıyız. Bugün Grup Y o r u m u ayakta tutan şeylerden birisi, halkına olan sevgisi, bağlılığı, samimiyetidir. Sürekli halkla beraber, halkın içinde ol­ masıdır. Grup Yorum, türkülerini hep kavganın içinde haykırdı. Şimdi de, emperyalizme karşı duruşumuzu Irak'tan haykıracağız. Bütün Grup Yorum dinleyicilerini, duyarlı, insan olan herkesi bu mücadeye, Amerika'nın saldırganlığına karşı mücadeye destek verme­ sini yapılan eylemlere katılmaya çağırıyoruz.

CİHAN KEŞKEK (GRUP YORUM ELEMANI) EYLÜL İŞCAN (İSTANBUL GENÇLİK DERNEĞİ ÜYESİ)

10


"Lav düşüyor dünyanın bütün ır­ maklarına gül yerine Marşlarla büyür bir yanım, bir ya­ nım hep çocuk şimdi Batar kağıttan çocuklar kara ka­ ranfilin körfezinde Savaş oldu, süt bardağı kırıldı ço­ cuğun Maviyi kim öldürdü, ilk kuşu onun içinde Acısı en çok çocuklara düşer sa­ vaşların" Kendini bildi bileli hep ağlıyordu annesi. Babası çok uzaklarda. Silah sesleriyle uyandığı bir gün kız karde­ şini kanlar içinde gördü. Simsiyah gözleri kocamandı, kıvırcık saçları kırmızı olmuştu. Kan gölünün içinde kardeşinin eli, elinde bezden bebeği. O bebek için ne çok ağlamıştı, bir gün elinde bebekle sevinçten nefesi kesil­ miş koşarak eve girişini hatırladı. Ar­ tık bir bebeğim var diye çığlık çığlığaydı. Elinden aldı bebeği her yanı dökülüyordu, bu mu bebek diye gül­ meye başladı ve attı bebeği Hüseyin. Küçük kız hıçkırıklara boğuldu yer­ den alırken bebeğini. O bebeğe hiç dokunmamıştı Hüseyin o gün bu­ gündür. Önce kardeşinin elini tuttu kanların içindeki, sonra bebeği aldı. Kanlar süzülüyordu. Bebeği yüreğine bastırdı, ağlamadı hiç, hiç ağlamadı. Yıkık dökük bir okulun küçük sı­ nıfında, öğretmen kara tahtaya "Ha­ yaliniz nedir?" diye yazdı beyaz te­ beşirle. Uzun süre çıt çıkmadı sınıf­ tan. Sonra herkes birbirinin hayalini öğrenmek için sessizce fısıldaşmaya başladı. Kimi bir oyuncak, kimi duy­ duğu bir meslek, kimi yiyeceklerden söz ediyordu, gülüşmeye başladılar, öğretmen susturdu onları. Sınıfın en sessiz çocuğuydu Hüse-

11


şey de olabilir belki- diye dü­ şünmenizi sağ­ lamak için de­ ğildi. Anlatma­ ya çalıştıkları­ mızın ne kadar gerçek ve yüz binlerce çocu­ ğun abartısız yaşamı olduğu­ nu bilmek, yaz­ maya çalışırken ürküttü bizi bi­ le. Bazen söz tü­ kenir ya, bir us­ taya ihtiyaç du­ yarsın. Kafan­ dan geçenleri çok yalın anla­ tır. Bizim için Neruda öyle bir şair, öyle bir us­ ta. Neden şiir güzellikleri an­ latmıyor sanki, diyenlere; "Ge­ lin görün kanı sokaklarda ki kanı." diyor ve devam ediyor: yin. Ayağa kalktı."Ben büyüklerin ol­ madığı bir dünya hayal ediyorum." dedi. "Sonra dünyanın bütün çocuk­ ları, dünyanın en güzel yerinde top­ lansınlar, en çok istedikleri şeyler ol­ sun önlerinde. Küçük kızların birbi­ rinden güzel bebekleri olsun. Bütün hayallerini o an gerçekleştirsinler. Dünyanın bütün çocuklarını ağız do­ lusu gülerken görmek istiyorum, sonsuza kadar sürmesi için bu anın ben savaşmak ve ölmek istiyorum." Ağlıyordu Hüseyin bunları söyler­ ken. Hiç durmadan ağlıyordu... Koşar adımlarla eve geldi. Babası­ nı arıyordu askerler. Annesi açmıyor­ du kapıyı. Hüseyin eve koştu. Asker­ ler tuttu ve fırlattılar onu. Dövmeye başladılar. Ev yerle bir oldu. Gülü­ yordu askerler. Her yanı kan içinde kalmıştı Hüseyin'in. "Büyüklerin ol­ madığı, gülen çocukların olduğu o güzel yeri düşündü." Ayağa kalktı bulduğu bir taşı alıp eline, koşmaya başladı askerlerin arkasından... Sakın boş hayallere kapılmayın bu öyküyü okurken. Öykünün sonunu "Ve asker çekti silahını çocuğu da öl­ dürdü" diye bitirmediysek -başka bir

Hain Generaller: Ölü evimi görün, Erimiş maden akıyor her evden Çiçek yerine. Her ölü çocuktan bir tüfek fışkırı­ yor, Gören bir tüfek, Kurşunlar doğuyor, Her cinayetten, O kurşunlar günün birinde On ikisinden vuracak yüreğinizi. Soracaksınız: Şiiri neden Düşleri anlatmıyor, yaprakları... Gelin görün Kanı sokaklardaki. Gelin görün kanı sokaklardaki. Silah vardı artık, Barut vardı artık, Artık kan vardı. Haydutlar geldi uçaklarıyla, Yüzükleriyle, düşesleriyle hay­ dutlar, Haydutlar geldi gökyüzünden Çocukları öldürmek için, Çocuk kanı aktı sokaklarda

12

Düpedüz çocukların kanları aktı sokaklarda. Çocukların kanları sokaklarda. "Ne kadar da uzak bize ve çocukları­ mıza." diye düşünmeyin. Yaşadığı­ mız ülkede şimdiye kadar akan kanı görmemiş olabilirsiniz, vatanı için halkı için eriyen yüzlerce bedeni de. Evinizin bulunduğu sokaklarda kat­ ledilen insanları, hapishanelerde ya­ kılan, kurşunlanan gençleri de duy­ mamış, bilmiyor olabilirsiniz. Herkesin bildiğinden emin oldu­ ğumuz bir şey var o da kapımızı ça­ lan savaş. ABD'yle katledilecek in­ sanların kanıyla bir pazarlık sürüyor aylardır. Pek pazarlık da denmez as­ lında. ABD askerleri çoktan ülkemize yerleşti. AKP hükümeti, TBMM, Or­ du da ABD'nin emirlerini kılıfına uy­ durmak için uğraşıyor. Dünya halkları bu savaşı istemi­ yor. Dünya halkları ABD saldırganlı­ ğını protesto ediyor. Belki de tarihte ilk kez dünya halkları aynı dilden ko­ nuşuyor. Milyonlarca insan "Kahrol­ sun Emperyalizm" sloganları atıyor. 15 Şubat'ta -dünya barış gününde -tüm dünyada eş zamanlı eylemler gerçekleştirildi. ABD dahil, İngiltere, Japonya, Almanya, Fransa ve dünya­ nın adını bile ilk kez duyduğumuz şehirlerinde milyonlarca insan ABD Emperyalizmi'nin kanlı yüzünü teş­ hir etti, ABD'yi lanetledi. Bu eylem­ lerden bazıları ve öne çıkan sloganla­ rına bir bakın; "Güney Kore'nin başkenti Seul'un merkezinde toplanan onbinlerce kişi "Bush'u Atın, Bombaları Değil" yazı­ lı kağıtlara da imza attılar." "Yeni Zelanda genelindeki göste­ rilere katılan binlerce kişi de, 'Bir, İki, Üç, Dört: Kanlı Savaşınızı İstemiyo­ ruz.' diye slogan attılar." "Rusya'nın başkentinde on binler Amerikan Büyükelçiliği önünde kızıl bayrak açıp, 'Irak'a Dokunma Bush!', 'Irak'a Saldıran ABD Rusya'ya Sal­ dırmış Sayılır!' ve İngilizce olarak 'Defol Bush, Sen Bugünün Hitler'isin!' yazılı pankartlar taşıdı." Komünist eylemcilerin, Atina'daki Akropolis Tapınağı'na 3 dev savaş karşıtı pankart astıkları bildirildi. Atina'nın merkezinden görülebilen "NATO-US-EU - Savaş Eşittir Barbar­ lık", "Savaş Emperyalistlere Çıkar Sağlar, İnsanlara Zarar Verir" yazıldı. "Binlerce Güney Afrikalı, 'Bomba-


lar Bebekleri Öldürüyor!' ve 'Her Bush'un Arkasında, Bir Terörist Var!' yazan pankartlar taşıdı." "Kıbrıs'ta bulunan, İngiltere dı­ şındaki en büyük İngiliz Hava Kuv­ vetleri Üssü olan Agratur'da, binler­ ce insanın taşıdığı 'Irak'a Saldırma­ yın!', 'Petrol İçin Daha Fazla Kana Hayır!' yazılı pankartlar da göze çarptı." "Suriye'nin başkenti Şam, Mı­ sır'ın başkenti Kahire ve Hindis­ tan'ın doğusundaki Batı Bengal eya­ letinin başkenti Kalküta'da yüz bin­ ler aynı gün sokaklardaydı." Yüz binler "Bugün Irak, Yarın Kim", "Şer Ekseni: Amerika, İngilte­ re, İsrail", yazılı pankartlar taşıdı. Ve ABD'nin savaş karargahına dö­ nen ülkemizde yüzlerce kişinin dö­ vülerek gözaltına alındığı İstanbul Kadıköy'deki eyleme 10 bini aşkın insan katıldı. Ne gözaltılar, ne polisin engellemesi binlerce insanın ABD'yi ve işbirlikçisi AKP hükümetini pro­ testo etmesinin önüne geçemedi. 1 Mart'ta Ankara'da gerçekleştirilecek mitinge çağrı yapıldı ve "Işık söndür­ me" eylemininin tüm dünyada yine eş zamanlı başlatıldığı duyuruldu. Ülkemizde ilk kez Susurluk sürecin­ de gerçekleştirilen "Sürekli Aydınlık İçin 1 dakika Karanlık Eylemi" bu kez Irak halkıyla dayanışmanın gös­ tergesi olarak gerçekleşiyor. Gelece­ ğimize, çocuklarımızın geleceğine sa­ hip çıkmak için bu kez saat tam 20:00'de ışıklarınızı kapatmayı unutmayın.

13


fsaneye göre, bin yıl öncesine uzanır Newroz. Mezopotamya'da, Asur İmparatorluğu denilen devletin kra­ lı birgün amansız bir hastalığa yakala­ nır. Hergün, bir gencin beynini yerse iyi­ leşebileceğine inanır. Halkı, hergün bir gencin beynini getirmekle yükümlü kı­ lar. Halk, bir süre sonra bir çözüm bulur; çocuklarının beyninin yerine hergün bir oğlak veya kuzunun beynini temizleyip götürmeye başlar. Bir gün, götürülen beynin içinden kuzu tüyü çıkınca duru­ mu anlayan Dehak, askerlerine gençleri bizzat öldürüp beyinlerini almalarını emreder. Sıra, Demirci Kawa'nın yedin­ ci oğluna gelir. Altısını Dehak'a kurban vermiştir zaten. Kawa, isyan başlatır; yıllardır yapıp biriktirdiği silahları halka dağıtır. Dağlara çıkıp silahlanan köylüler, Dehak'ın kalesini ele geçirip, Dehak'ı cezalandırır ve, ona ait her şeyi ateşe verir. Dehak'ın kalesinden yükse­ len ateşler, özgürlüğün ateşleridir artık. Sonraki gün, artık yeni bir gündür, Newroz'dur.

E

Aradan yüzyıllar geçti; köprünün al­ tından çok sular aktı. Ancak, Demirci Kawa'nm yaktığı Newroz ateşini hiçbir şey söndüremedi. Halkların, zalime kar­ şı direnişi oldu 21 Mart. Newroz ateşi binlerce yıldır baskılara, katliamlara rağmen Ortadoğu halkları tarafından benimsendi. Her 21 Mart'ta Newroz ate­ şi yakıldı. Dehak hastalığını bahane ede­ rek, gençlerin beynini yiyordu. Gençleri yok ederse düzenini daha fazla sürdüre­ ceğini düşünüyordu. Bugün, Dehak'ın soyundan gelen Amerika, yine aynı zul­ mü yapıyor. Sömürü düzenine karşı ge­ len k i m varsa yok etmek için saldırıyor. Irak'a da bu yüzden saldırıyor. Başkala­ rına da gözdağı veriyor, "Benim yanım­

da olmazsanız sonuç­ larına katlanırsınız." diyor. Tek başına da gelmiyor. Dünyada ne kadar zalim varsa, hepsini yanına alıp öyle saldırmak istiyor Irak halkına. Zulmü­ n ü n sınırı kalmadı. Kendisine karşı bile olması gerekmiyor, yanında olmayan, destek vermeyen ül­ keleri, örgütleri, hatta tek tek kişileri bile he­ def ilan ediyor. Bu­ gün hedefi Irak. Son damlasına kadar kurutmak istiyor. Yüzbinlerce insan hayatını kaybedecek. Bil­ diği, ürettiği ne kadar silah varsa, hepsi­ ni kullanacak; aksırıncaya-tıksırıncaya, patlayıncaya kadar kanını emecek Irak'ın. Çünkü yaşaması için petrole ih­ tiyacı var. Petrole hakim olursa, düzeni­ ni sürdürecek. Asurlar'ın kralı, hastalı­ ğını bahane ederek, gençlerin beynini yiyordu. Amerika, Irak'taki kitle imha silahlarını bahane ederek saldırı zemini hazırlıyor. Z u l ü m için, değişen bir şey yok. Bahaneler buluyorlar, buna inan­ mamızı istiyorlar. Ortadoğu'ya hakim olmak için bütün gücünü kullanıyor. Irak bahanesiyle bütün Ortadoğu'ya ha­ k i m olma planları yapıyor. NEWROZ ATEŞİNİ HARLAYA­ LIM! Dehak'ı, Amerikan emperyalizmi temsil ediyor. Dehak insanların beynini yiyordu, bunlar kanını içiyor. Emperya­ lizme karşı Newroz ateşini harlamaktan başka çıkar yol yoktur. Irak halkının başka çıkar yolu yoktur. Ortadoğu halk-

14

larının, dünyada ki bütün halkların baş­ ka yolu yoktur. Kimse direnmesin, tes­ l i m olsun istiyorlar. Kendi vatanlarını Amerika'ya bırakmaları isteniyor. Bu saldırganlığa karşı, bütün dünyada öfke büyüyor. Amerika'nın başkentinden, İngiltereden, Japonya'dan, Ortadoğu'dan ve dünyanın her yerinden "Kahrolsun Amerika, Katil Amerika!" sloganları yükseliyor. Milyonlarca insan, Ameri­ kan saldırganlığına karşı sokaklarda. Filistinde feda savaşçıları çoğalıyor. Çocuk generallerinin sapanlarından çı­ kan taşlar, tankları yeniyor. Analar oğullarını, kızlarını düğün dernekle hal­ kına feda etmeye gönderiyor. Herbiri çağımızın Kawa'sı, emperya­ lizme karşı savaşıyor vatanları için. Newroz, Ortadoğu halklarının isyan günüdür. Şimdi ise emperyalizme karşı daha bir harlı yanıyor Newroz ateşi.... Dehak'ın torunları, halkların yaktığı Newroz ateşinde kavrulana dek emper­ yalizme direniş ve isyan sürecek!


ürüyoruz Gazi'nin sokakların­ da... Her girdiğimiz sokakta, onlarca anı anlatılıyor. O günler gibi soğuk, ayazın altındayız Gazi'de. Yanımda, o günleri, o katliamı, çatışmaları birebir yaşamış Gazili bir arkadaş var. Kimi zaman biz soruyo­ ruz "Buralar nasıldı?" diye. O sanki, şimdi yaşıyormuşçasına anlatıyor, biz sormadan; "Kahveler tarandıktan sonra, Cemevi'nin önüne toplanmıştık. Bura­ dan karakola doğru yürüyüşe geçtik. İşte bu caddeden yürüdük. O zaman, karakol aşağıdaydı. Binlerce insan toplanmıştı sokakta. "Katilleri ve­ rin!" diye bağırıyordu herkes. Bağır­ tılarla beraber, karakolu taşlamaya

Y

başladılar. Böyle bir tepki beklemi­ yorlardı galiba, engellemeye fırsat bulamadılar. Oradan Cemevi'ne geri döndük. Aynı anda, barikatlar kuru­ luyordu. Aşağı Köşe Durağı'ndan, mezarlığa kadar İsmet Paşa Caddesi boyunca, bütün sokakların başına barikatlar kuruldu. Binlerce insan vardı sokaklarda. O gece, diğer ma­ hallelerden yüzlerce insan gelmişti Gazi'ye. Sabahın erken saatlerinde tekrar Cemevi önünde toplandı halk ve yine karakola yürüyüşe geçtik..." Birden anlatmayı kesti. Caddede yürüyoruz hala. "Eee, sonra" deme­ me zaman bırakmadan "Şuradan gi­ delim." diyor ve bir sokağa giriyo­ ruz. "Eee, sonra?" "Bir dakika, ge­ lin." demesiyle adımlarımızı hızlan­

15

dırıyoruz. "Burası postane. O zaman yeni yapılıyordu. Bu bahçesi yoktu. İşte, tüm bu sokaklar tıka basa insan­ larla doluydu. Biz, bu üst taraftay­ dık. Polisler ise aşağıda caddedeydi­ ler. Tabi önce taramışlardı yine. On­ larca insan vuruldu orada. Ve kaç ta­ nesi burada şehit düştü. Önce halk geriye çekildi. Ama öndeki grup dağılmayınca yine toplanıldı ve bu kez polisler kaçmaya başladılar. O sırada buraya geldik biz ve buradan taşlar atıyorduk, polislerin üzerine..." Karakolun yerine gidiyoruz. Yı­ kılmış. Şimdi mahallenin üst tarafın­ da, mezarlığın oraya büyük bir bina olarak, birkaç sene önce yeni yapıl­ mış. Buranın adı da Eski Karakol olarak kalmış. "O günleri yaşayan,


çatışmalarda olan başka arkadaşları­ nız varsa, onlarla da konuşalım." di­ yorum. "Var tabi, buluruz birkaçını." diyor ve üst sokaklara doğru yürü­ yoruz. Gazi o kadar büyük ki. İsmet Paşa Caddesi'yle buranın arası yürü­ yerek yarım saate yakın sürüyor. "Peki bu sokaklarda barikat var mıy­ dı?" "Buralar boştu. Zaten buraları polis ve asker tutmuştu daha çok. Ama insanlar bu ara sokaklardan ge­ çerek, barikatlara büyük tencerelerle, kazanlarla yemek taşıyordu. Mahal­ leye giriş çıkış yoktu ve dükkanlar hep kapalıydı. Ekmek bile alamıyor­ duk. Kadınlar, sobada ekmek pişiriyorlardı." Tam bu sırada bir arkada­ şıyla karşılaşıyoruz. Selamlaşıyoruz. "İşte bu arkadaşta vardı o zaman." diyor. Şaşırmıyorum. Gazi sokakla­ rında gördüğünüz çoğu insan o za­ man o çatışmaların içindedir kesin. "12 Mart'ı anlatıyordum, sen de anlatsana." dedi ve hiç beklemeden başladı O da anlatmaya: "Ben zaten vurulmuştum sırtımdan. İkinci kez karakola geldiğimizde rastgele tara­ mışlardı ve girdiğim arada vurul­ dum. Taradıklarında, sokaklara da­ ğılmıştık. Dar bir yere girmiştim ben de. O sırada sırtımdan vurul­ dum. Ama çok ilginç, arka tarafım boştu. Vurulunca oradan çıkmaya çalıştım. Arkama baktığımda, bir pencerenin perdesi sallanıyordu. Sa­ nırım oradan ateş ettiler. Oradan karşıya geçmem lazımdı. Ambulans da vardı orada. Sürekli ateş ediyor­ lardı, kala kaldım. Ben, karşıya yöne­ lince bir arkadaşta bana doğru koş­

maya başladı. O sırada, o da vurul­ du. Kurşun, kafa derisini sıyırıp geç­ mişti şans ki. Vurulmadan önce ya­ nımda olan başka bir arkadaş geldi yanıma ve ambulansa götürmeye ça­ lıştı beni. Karşıya geçerken öyle bir tarıyorlardı k i , birbirimizi tutup yere attık ve anında düştüğümüz duvara baktığımızda bel hizamızdan duvar delik deşik olmuştu. Birbirimizi üze­ rine çıkmış olsak, çıkan vurulmuştu yani. Ben kendimden geçiyordum. Arkadaşa "Bayılabilirim." dedim ve orada bayılmışım. Ayıldığımda, sed­ yenin üzerinde, ambulansın kapısın­ daydım. Tepemde, birkaç polis göğ­ süme silah dayamışlardı. Hemşire, koluyla silahları itti ve bağırmaya başladı onlara. Arkadaşta yanımday­ dı. Beni alamayınca, ona saldırdılar. Ben birden kolunu tuttum onun ve kendimle beraber ambulansın içine çektim. Yol bomboş olmasına rağ­ men, şoför o kadar yavaş gidiyordu ki. Arkadaş içerden camı yumrukluyordu sürekli "çabuk çabuk" diye­ rek. Zaten adamın çekirdek yeme­ sinden belliydi nasıl biri olduğu. Orada insanlar vuruluyor, ölüyor o rahatça oturmuş çekirdek yiyor... Bir muhabir vardı biliyor musun? Polis­ ler basının geçmesine izin vermiyor­ du. O muhabir ne yaptı etti de arala­ rından kaçıp geldi yanımıza. Hatta bir süre bizimle barikatlarda durdu, beraber halaylar çektik. Sonra, ben hastaneden çıktığımda, eve beni hat­ ta bütün yaralıları ziyarete gelmiş­ ti..." Bir başından bir sonundan, sanki

16

dün yaşamış gibi anlatıyordu yaşa­ dıklarını. Arada bir lafının arasında "bi acayipti yaa" sözünü de ekliyor­ du. Rüzgar öyle sert esiyor ki, atkıla­ rımızı aşıp yüzümüzü uyuşturuyor neredeyse. Yürüyoruz Gazi'nin onlarca dire­ niş görmüş sokaklarında. Bir yandan anlatıyorlar, bir yandan da karşılaş­ tıklarımızla selamlaşıyorlar. Tanıdık­ larımla bir iki laf ediyoruz. "Karakolun orada ateş açtıkların­ da, bayıldı sandıklarımızı elden ele kenara ulaştırıyorduk. Ama bakıyor­ duk ki, elimiz kan içinde kalmış. Ba­ yılmamış yaralanmış oluyorlardı, hatta ölmüş. Panzerlerden su sıkı­ yorlardı. Ama pis bir su. Suya bastı­ ğımızda kayıyorduk. Bir gaz bomba­ sı atıyorlardı. Panzer ilerleyince, kit­ lenin arasında kaldı. Ve üç dört kişi panzerin üzerine çıkarak, su sıkılan yeri kırdılar. Biri de Hasan'dı, Hasan Gürgen. O sırada vuruldu zaten. He­ le bir polis vardı, iki elinde MP 3'müdür nedir, dayamış dizlerine ol­ duğu yerden tarıyordu. Rastgele ev­ lere, dükkanlara, hele de tıkış tıkış olan kitlenin üzerine. Mesela, öyle nişancılar vardı, insanlar zafer işare­ ti yapıyorlardı, kaç kişi parmakların­ dan vuruldu..." Bir yandan anlatılanlar, bir yan­ dan yürüdüğümüz sokaklar, insan Gazi'nin ağırlığını hissediyordu ger­ çekten. Sokağa çıkma yasağı konul­ muş mesela ama kimse dinlememiş ve neredeyse mahallenin yarısı so­ kaklarda, barikatlardaymış. Dışarı­ dan insanlar geliyormuş sürekli. Ok­ meydanı'ndan binlerce insan kortej halinde, Okmeydanı'ından, Gazi'ye yürüyerek gelmiş. Gazi halkı, talep­ lerini söylemiş; cenazelerinin veril­ mesi, sokağa çıkma yasağının kaldı­ rılması, mahalle insanlarının ve dışa­ rıdan gelenlerin mahalleye alınması vb. Bütün çatışmalardan sonra, halk Cemevi'ne toplanmış ve talepler ka­ bul edilene kadar barikatları kaldır­ mayacaklarını söylemişler. Önce so­ kağa çıkma yasağı kaldırılmış. Sonra Cemevi'ne görüşmeye gelmişler ve üçüncü günü sabahı cenazelerini ve­ receklerini söylemişler. Geceden ce­ naze hazırlıklarına başlamışlar. Yıllar sonra, Gazi sokaklarında yürüyoruz. O günleri yaşayanlar sanki dünmüş gibi anlatıyor bize. Belleklerde taze hala..


Ö

yle sıradan bir mezar taşı deği­ lim ben. Bir mezar taşıyım ama bir yüreğim var benim de. Kimse bilmez mezar taşlarının da bir dili ol­ duğunu. Bir mezar taşıyım ama duy­ gularım var benim de. Kimse bilmez benim de bir dilim olduğunu. Bir mezarın başına dikerler beni. Soğuktur yüzüm ama taş kalpli değilimdir. Analar sarılır bazen bana sımsıkı, evlat gibi. Anaların oğullarım, kızlarını beklerim bu mezarın başında. Oğullarının, kızlarının adını taşırım. Kimi zaman dualar yazılır yüzüme, ki­ mi zaman kavgada düşenlerin sözleri. "Kahramanlar ölmez" yazar en çok yüzümde. İşte o zaman dimdik duru­ rum. Karanfiller bırakırlar dibime. Kı­ zıl bir bant dolarlar başıma. Kalabalık insanlar gelir kimi zaman. Analar gelir en çok, başları kırmızı bantlı analar. Tam yanımda diz çöküp ağıtlar yakar­ lar. İşte o zaman bende ağlarım gizli gizli. Kimse görmez gözyaşlarımın akıp gittiğini. Sonra hep bir ağızdan türküler söyler insanlar. Ben o zaman daha bir dik dururum. Kimin mezarı­ nın başındaysam, bilirim ki, O da be­ nim gibi dimdik durmuştur hayatı bo­ yunca. Ben bir mezar taşıyım. O kadar çokuz ki biz bu mezarlıkta. Burası Cebe­ ci. Nereye baksan mezar taşı dolu. Yir­ mili yaşlarında kızlar, oğullar ve ana­ lar var bu mezarlıkta. Bayramlarda ge­ lirler en çok, ölüm yıldönümlerinde. Gelirler ve mezarlara güller dikerler. Ben bir mezar taşıyım Cebeci'de. Bir şehidin mezar taşı. Her taraf be­ nimle dolu burada. Ölüm oruçlarında, 19 Aralıklar'da ölenler geldi en çok buraya. Karanfillerle, tilililerle göm­ düler sevdiklerini toprağa. Bayraklar­ la geldiler en çok. Bu yamaç boydan

boya kızıla kesti. Biz mezar taşı olmasak alkış tutacak­ tık gelenlere. "Kahraman­ lar Ölmez!" diyordu kala­ balık. "Kahramanlar Öl­ mez, Halk Yenilmez!" Son­ ra o kadar, çoğaldı ki gelen­ ler. Hani, sabır taşı olsan çatlarsın derler ya. Anala­ rın yürekleri sabır taşındandı. Türküler söylediler en çok, yumrukları havada. Taş olsan erirdin derler ya. Taşız ama bizim de gözyaşlarımız vardır. Kimse bil­ mez mezar taşlarının da gözyaşları olduğunu. Çün­ kü belli etmeyiz. İçimize akıtırız gözyaşlarımızı. Tıpkı oğul diye diye bizi kucaklayan analar gibi. Dimdik dururuz yazlar ve kışlar boyu. Göğsümüzde bir fotoğraf asılıdır. Kimin mezarının başındaysak onun resmi. Yani şehidin resmi. O yüzden, hiç ağla­ mayız biz. Göğsümüzde bir madalya gibi durdukça şehidin resmi. Biliriz ki, bu halk uğruna ölmüştür. İnancı uğru­ na yaşamış, inancı uğruna ölmüştür. İşte bu yüzden şehittir. Karanfiller bı­ rakılır hep devrimcilerin mezarına. Ve dimdik durmalıdır devrimcilerin me­ zar taşları da, tıpkı onlar gibi... Soğuktur mezarlıklar. Mezar taşı­ nın yüzü de soğuktur ama sımsıcak bir yüreği vardır. Bir o kadar gururlu­ dur mezar taşları, üzerinde, "Kahra­ manlar ölmez..." yazıyorsa. Ama ne çokuz... ne çok.! Cebeci bi­ zimle dolu. Bir halaya durmuş gibiyiz biz. Dikkatli bakanlar görebilirler. Çünkü hep güler bizim ölülerimiz. Be­

17

reketli başaklar gibi tohum verirler toprağın altında. Bunu bir biz biliriz, bir de toprağa düşenlerle yoldaş olan­ lar. Öyle gururlu, öyle dimdik duruşu­ muz bundandır. Ben bir mezar taşı­ yım Cebeci' de. Benimde bir kalbim var unutma! Gelip geçerken dikkatli bakın yü­ züme. İki çift laf ederiz belki de. Ölen­ lerin niye öldüklerini bir bir anlatırım. Sonra vasiyetlerini. Taş deyip geçme­ yin. Taş olsam erirdim bunca acıya. Böyle dimdik duruyorsak, düşenler­ den öğrendiğimiz kadarıyladır. Gücü­ müzü aldığımız toprak vatandır. Çün­ kü uğruna dövüşen ve düşen vardır..


dım adım işgal edilmiş gökyü­ zü. Güneşin ışıklan kırılmakta bir bir. Zemheriye kesmiş bü­ t ü n mevsimler. Böyle istemekte zulmün efendileri. Can alarak, kan dökerek, korku hükümdarlığıyla ayazda dondu­ racak, güneşi boğacak. Bu sadece doğanın kaçınılmaz devinimi olsaydı, onu en çok sevenler karakışına da, ayazma da katlanırdı. Baharın ve yazın kaçınılmazlığım bilerek sabırla, emekle işlerlerdi doğayı... Doğada zu­ l ü m yoktur. Z u l ü m insanın olduğu yer­ dedir. O insan k i , kendi soyuna ihanet­ le, kendinden başkasını ezerek, sömürü çarkını çevirmektedir. Özgürlüğü yal­ nızca kendine biçenlerin sınırsız zulmü­ dür gayrı yaşanan.

A

Yedi tepeli şehrin her yanında bir kuşatma, bir gayrimeşru işgal yaşan­ maktadır. Renkleri bozdur, zemheri bu­ lutu gibi. Ufuksuz, ışıksızdırlar. Aklını, yüreğini, binlerce yıllık tarihte yaratı­ lanları yok sayıp bir k u r d u n önünde secde ederek ilhama dururlar. Parayla, silahla, koruyucu, kollayıcı kurumlarla donatılmışken, kurtlar sofrasında ken­ dilerini bulmuştur. Ötesini bilmezler, bilseler de yok sayarlar. Ya yüzünü güneşe, yüreğini aydınlı­ ğa açmış; ömrünü halkının özgürlüğü­ ne adamış genç evlatlar? Onların ne yapması beklenebilir ki? Kimileri gibi, güneşten, utangaçca yüz çevirmek mi? Aydınlıktan karanlığa dönmek mi? Hal­ kın özgürlüğü için gecesi gündüzüyle çalışırken "tatil"e çıkmak mı? Yani tes­ l i m olmak mı? Böyle bir cümle yazılı mı onların tarihinde? Aylardan Mart'tı... A d ı m adım, okul okul, mahalle mahalle iğneyle k u y u ka­ zar gibi, azgın dalgalan yarar gibi, diş dişe, göğüs göğüse yürüdüler zulmün üstüne; yöneldiler aydınlığa. Okulda,

fabrikada, kırda, işgalleri kırma­ ya. Bir bir düşer­ ken zulmün ka­ leleri, kahpelikte sınır bilmez hile­ lere başvurdu zulüm. Kitaba karşı silah, bilime kar­ şı ölümle, boyun eğmesi isteni­ yordu yiğitlerin. Okula gitmek için bir elde k i tapsa, diğerinde silah mı gerek? Anladıkları tek d i l buysa bedel­ ler ödenecek ama okullar okul haline gele­ cekti. Yürüdü­ ler... Asla terk et­ mediler, sinmediler... Yedi can, okul çı­ kışındaki kahpe sukûnetin bombalarla, kurşunlarla bozulduğu an... İstanbul Üniversitesi çıkış kapısında kan... Martın on altısında yedi can.... Bin dallı yasemen olmuşlardı çok­ tan. Onbinlerin omuzlarındaydılar erte­ si sabah. Sabaha dek okul bahçesinde öbek öbek yanan ateşlerin orta yerinde onlar vardı. Okunan şiirler, içilen andlar, dillenen sloganlar, söylenen türkü­ lerde onların düşünceleri, düşleri, umutlan yaşıyordu. Yedi tepeli şehrin sokakları, tek y ü ­ rek olmuş bir görkemi, ölümleri zafere dönüştüren coşkuyu kavgada buluştu­ racakta. Cenaze kortejinin ucu, Sirke­ ci'de iken, henüz İstanbul Üniversitesi bahçesinde yeni yeni kortejler oluşma­ ya devam ediyordu. Yedi tepeli şehrin

18

b ü t ü n tepelerinden, güneş ışığım sala­ cakta halkın üstüne. Yedi can, bin dallı yasemen olup yeşerdi o gün. Tarihin binlerce yıllık öz­ gürlük yolunda, her engebede güç, her virajda inanç. Her karartmada ışık ola­ caklardı. Bu büyük yürüyüşte, o gün, onbinlerle zulme cevap verilmişti. Yü­ rüyüş, nice canlar vererek, nice bedeller ödenerek sürüyor, sürecek. Haticeler'in, yedi canların adlarım ve andlarını yüreklerine kazıyanlar; inançlarım büyüterek, umutlarım yü­ celterek ölüme ve zulme karşı, en zorlu etapları aşmaya yürüyor... Kitaplarında, "teslim olmak" yazmayanlar, Yedi Can'ı unutmaya yüz tutanların bilincini taze­ lemekte kararlı. Ve tarihin bu zorlu yo­ l u n u birlikte yürümeye çağırıyorlar. Çünkü, insana yaraşır bir dünya için tek yol bu...


Biz ki İstanbul şehriyiz Seferberliği görmüşüz Kafkas, Galiçya, Çanakkale, Filistin Vagon ticareti, tifüs, İspanyol nezlesi Bir de ittihatçılar Bir de uzun konçlu Alman çizmesi 914'ten 18'e kadar Yedi bitirdi bizi Seferberlikler, halkın belleğine acı­ larla kazınmıştır. İlan edilen seferber­ liklerle silah altına alınıp savaşa gön­ derilenler için de, geride kalan, çocuk­ lar, kadınlar ve yaşlılar için de çok zor aylar, yıllar başlar. Savaşlarda, k i m i oğlunu, k i m i eşini kaybeder. Yıllarca haber alınamaz gidenlerden. Ne, öl­ d ü ğ ü , ne de kaldığı bilinir. Savaş bitti hani yurduna giden Gelmedi yiğitler tutsakta kaldı Yad ellere düştü kurtar yaradan Kimi yaylak kimi kışlakta kaldı Cephelerden, beklenenler değil, öl ü m haberleri gelir çoğu zaman. Fer­ yatlar, ağıtlar yükselir A n a d o l u ' n u n dört bir yanından. Gelinler eşsiz, ana baba oğulsuz, çocuklar yetim kalır. "Belki döner " u m u d u , acıya dönüşür. Akın akın bastı yadlar ayağı Obada yer kalmadı bize bayağı Nasıl erimesin yürekler yağı Askerler gelmedi batakta kaldı Seferberlik yalnız ayrılık, hasret demek değildir. Gidenler, cephelerde ölüme sürülürken, kalanlar için de yoksulluk, açlık ve sefalet yılları baş­ lar; sömürü katmerlenir. Vergiler arttı­ rılır, yeni salmalarla(1) halkın elinde avucunda ne varsa alınır. Köylerdeki b ü t ü n gençler savaşa gönderilmiştir.

Geride sadece yaşlılar, hastalar ve çocuklar kalır. Bu da, zaten yoksul olan hal­ kın yaşantısını daha da zorlaştı­ rır, çekilmez k ı ­ lar. Köyün gür­ büzlerin bir bir al­ dılar Büyük küçük bütün salgı saldı­ lar Bilgiçler şaştı­ lar bakakaldılar Öz söz erleri de ayakta kaldı Dağıldı der­ nekler köyler bu­ lunmaz Kuyuda kol­ tukta bir er bulun­ maz Çiftçubuk bo­ zuldu işler bulun­ maz Var ise çorlular(2) yatakta kaldı Osmanlı Devleti yılları, A n a d o l u halkı için, bitmez tükenmez savaş ve seferberlik yıllarıdır. Osmanlı'da halk, daimi askerdir. Devlet istediği zaman istenilen yere gitmek zorundadır. Toplandık geldik hepimiz Kumaş yığılı yükümüz Çıkmaz olsun seferberlik Kanalda geçti kökümüz

19

Oğlu olanlar ağlasın Gelinler kara bağlasın Alamanya etsin harbi Bir oğlum yok "gen" ağlasın(3) Seferberlikle kuşkusuz, en fazla sa­ vaşa katılanları etkilemiştir. Yıllar sü­ ren askerlik, ardı ardına gelen savaş­ lar, özellikle I. Paylaşım Savaşı'nda peş peşe alınan yenilgiler ve bunların sonucu olarak kendini voğun bir şe­ kilde hissettiren sıla özlemi... T ü m bunlar egemenlerin akarları için sa-


vaşmak zorunda bırakılan A n a d o l u gençlerini perişan eder. Sivastopol önünde yatan gemiler Atar nizam topunu yer gök iniler Askere gidiyor baba yiğitler Aman padişahım izin ver bize İzin de vermez isen dök bizi denize Sivastopol önünde bir dolu testi Testinin üstünde sam yeli esti Analar babalar ümidi kesti Aman padişahım izin ver bize İzin de vermezsen dök bizi denize (sıla da nişanlım ah eder size) Bir başka destan da, Tiflis'e gönde­ rilen bir asker, dokuz yıllık sıla hasre­ t i n i şöyle dile getirir: Hüseyin'im der ki usta ne oldu Sıladan çıkalı dokuz yıl oldu Ufacık tefecik yavrular kaldı Kulun duasını al padişahım Osmanlı'da, egemenlerin çıkarları için girişilen b ü t ü n savaşların faturası halka çıkarılmıştır. Savaşa gidemeyip kalanlar için de vergiler arttırılmış, se­ ferberlik döneminde angarya daha da ağırlaştırılarak devam etmiştir. Yani , Osmanlı egemenleri, savaşın t ü m ihti­ yaçlarını halka yüklemiştir. B u n u n acısını en fazla A n a d o ­ l u ' n u n y o k s u l k ö y l ü l e r i çekmiştir. Her ailedeki b ü t ü n erkekler savaşa gitmiştir. Geride sadece, hastalar ve yaşlılar kalmış olmasına rağmen, hal­ kın üzerine yeni vergiler yüklenmiştir. Devlet tarafından getirilen angar­ yalar arttırılır. Halk, kendi geçiminden önce, savaşların ihtiyaçlarını karşı­ lamak zorunda bırakılır. Çadır bezi, yelken bezi, ok-yay vb. eşyalar halka yaptırılır. Öte yandan, halkın elindeki, tarlasındaki ürüne el konularak açlık içinde bırakılır. İlan edilen seferberlik­ ler, zaten yoksul olan ve topraksız k ö y l ü n ü n d u r u m u n u daha da ağırla­ ştırır. Bu seferberlik uygulamalarına, 'padişahın b ü t ü n kulları' yani, t ü m Osmanlı u y r u ğ u katılmak zorunday­ dı. Buna karşı gelenlerin sonu cezay­ dı. Askere gitmemek, askerden kaç­ mak en ağır cezalar uygulanan suçlar­ dandı. Yaşanılan acıya, hasrete daya­ namayıp askerden kaçanların sayısı da oldukça fazla olmasına rağmen, halk, beylerin, paşaların emirlerine boyun eğmek zorunda kalmıştır.

19. yüzyılın sonunda yaşanan K ı ­ r ı m Savaşı, Yemen Savaşı, '93 Harbi, yüzbinlerce A n a d o l u yoksulunun şe­ hit düştüğü, sakat kaldığı, milyonlarcasının açlıkla, kıtlıkla karşı karşıya kaldığı seferberliklerdir. Gümüş cezvelerim kaynar ocakta Yemen çöllerinde kaldım sıcakta Altı aylık yavrum kaldı kucakta Aldılar yarimi elimden uyan uyansın Buna taştan yürek ister nasıl dayan­ sın Özellikle, 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı'nda Osmanlı Devleti'nin, A l ­ man emperyalistlerinin yanında sava­ şa girmesiyle başlayan seferberliğin acıları çok canlıdır. H a l k ve askerler, emperyalistlerin ve sarayın çıkarları için açlıktan ölecek dereceye gelmiş­ tir. Ekmek ve un yerine, süpürge to­ h u m u , atların dışkılarındaki arpalar ayıklanarak yeniyordu. Yemen Harbi, bu savaşlar içinde A n a d o l u halklarını en çok etkileyen savaş olmuştur. H e m u z u n sürmesi, hem de yenilgiyle sonuçlanması, bir yandan kayıpları, bir yandan da çeki­ len acıları arttırmıştır, Ö l ü m haberle­ ri gelen, ya da hiç haberleri gelmeyen askerlerin sayısı o kadar çoktur k i , ge­ ride kalanlar, savaşa gidenlerin "Yemen'e gideni gelir mi sandın" diyerek ardından ağıtlar yakmıştır. Türküler­ de Yemen, toprakları kanlı Yemen, şeklinde anılır. Yemen H a r b i ve Yemen'e gidenler, gidipte dönmeyenler üzerine onlarca t ü r k ü yakmıştır halk: Havada bulut yok bu ne dumandır Mahlede ölüm yok bu ne figandır Şu Yemen elleri ne de yamandır Ah o Yemendir gülü çemendir Giden gelmiyor acep nedendir Şu dağın ardında redif sesi var Sorun çantasında acep nesi var Bir çift kundurayla bir fesi var Yolu Yemendir, çölü cehennemdir Giden gelmiyor acep nedendir Çanakkale türküsü de, bir yurt sa­ vunması destanıdır aynı zamanda. Seferberlik ilan edilmiş, eli silah tutan b ü t ü n A n a d o l u gençleri silah altına alınmış ve Çanakkale'ye gönderilmiş­ tir. Çanakkale içinde vurdular beni Ölmeden mezara koydular beni

20

Ah gençliğim eyvah Çanakkale içinde aynalı çarşı Ana ben gidiyorum düşmana karşı Ah gençliğim eyvah Çanakkale içinde bir dolu testi Analar babalar umudu kesti Ah gençliğim eyvah *** Kurtuluş savaşında da seferberlik ilan edilmiştir. Yine acılar, ölümler, yokluklar ve yoksulluklar vardır hal­ kın yaşamında. A m a bu sefer, vatan topraklarının emperyalistler tarafın­ dan işgal edilmesi karşısında, halk se­ ferberliğe gönüllü olarak katılmıştır. Vatan topraklarının savunulması söz konusu olduğunda, her t ü r l ü acıya katlanmaktan, her t ü r l ü fedakarlıkta b u l u n m a k t a n kaçınmamıştır. Yaşlı genç, kadın, erkek, herkes vatan sa­ vunması için seferber olmuştur. Sava­ şa gidenlerin ardından ağıtlar yakıl­ mamış; analar çocuklarını kendi elle­ riyle savaşa göndermiştir. Yani A n a d o l u halkları, emperya­ list işgal karşısında, seferberliği ken­ disi ilan etmiştir. K i m i yerde Kuvvayı Milliye'de, Kuvvay-ı M i l l i y e ' n i n ol­ madığı yerde ise kendi kahramanları­ nı çıkararak, örgütlenerek ve silahla­ narak d ü ş m a n karşısına çıkmıştır. Ç ü n k ü bu seferberlik, emperyalistle­ r i n ve işbirlikçilerinin çıkarları için değil, vatanın kurtuluşu için ilan edilmiştir. İşte bu yüzden de, bu seferberlik için yakılan türkülerde, acı ve gözya­ şından çok, Yörük A l i gibi, Karayılan gibi kahramanlar ve kahramanlıklar anlatılmıştır. Karayılan der ki harbe oturak Kilis yollarından kelle getirek Nerde düşman varsa orda bitirek Vurun ha yiğitler namus günüdür Türküler halkın canlı belleğidir ay­ nı zamanda. İşte bu yüzden, seferber­ l i k t ü r k ü l e r i n i n dünden bugüne hala söylenmesi, seferberliklerin halk üze­ rindeki etkisinin b ü y ü k l ü ğ ü n ü gösterir

(1): Salma: Osmanlı döneminde bir tür ver­ gi

(2) : Çorlular: Yaşlılar (3) : Bir oğlum yok "gen" : Bir oğlum yok artık


Ayşe, Nil, İdil... Gülsüman, Şenay... Canan Zehra... Sevgi Erdoğan, Fidan... Halk denizinin birer damlaları, kendi yataklarını açan ırmaklar. "Bizim Kadınlarımız!" Her biri farklı bir hayat ama aynı denize dökülen, gürül gürül akan bir ırmak... Kimi hayatının baharında bir kahraman; kimi bir ömrü devrime adayan bir hayat. Bizim kadınlarımız hepsi, emekçi. Sanatçı elleriyle hayatı yeniden yaratan İdil... Emekçi elleriyle tarih yazan Gül­ süman, Şenay. Bedeni aleve kesmiş heyecan, Fi­ dan. Bir özgürlük meşalesi. Bizim ülkemizin devrimci kadın­ ları, bizim kadınlarımız... Sembolleşen adları, yeni hayatla­ rın başlangıcı, kadınlarımız. Her birinin alnında farklı bir ha­ yat yazar, künyelerinde bir nişan vardır tek kelimeyle yazar "kahra­ man". Onları böylesine kahramanlaştıran şey elbette yaşamdaki tercihleri, devrime adanmış yürekleridir. Ulaşılmaz, erişilmez insanlar de­ ğillerdir. İçimizden biridirler. Bizim­ le soluk alıp veren, bizden olan. Ama herkesin başaramadığını başaranlar­ dır. Başardıkları bir şey vardır... Neyi başarmışlardır İdiller, Gülsümanlar, Fatma Tokaylar, Gülnihaller? Canan neyi başarmıştır, ondokuz yaşında? Peki ya Sevgi Erdoğan kırkında? "Ölümü Yenmek" ilk akla gelen şeydir belki de. Doğrudur da. Ama bu kavramı biraz açacak olursak,

21


ölümü yenebilme gücünü nerede bulduklarını daha iyi anlarız. Ölümü yenebilmek, ölümden korkmamak, yeri geldiğinde koca bir ömrü saniyelere sığdırabilmek, kimi zaman ise bedenini hücre hücre eritebilmektir. Eşim, işim, çocuğum, mesleğim vb. kaygıları taşımadan bütün duy­ gularını devrime yöneltebilmektir. Onların başardığı budur. Bir gün gelipte, hayatla ölüm arasındaki o ince çizgiye vardıklarında, dönüp ar­ kalarına bakmadan son kararlı adımı atarken gülümseyebilenlerdir. Son nefeslerinde gülümseyebilmek, ya­ şadıkları hayatları, ozanın dediği gi­ bi "Yaşadım" diyebilenlerdir. Bizim kadınlarımızdır her biri. Anadolu kadınları. Yani cefakar, ve­ falı, sadakat duygusunu en yoğun haliyle yaşayan, namuslu kadınları­ mız. Hepsinin mayasında Anadolu kültürü vardır. Anadolu kadınıdırlar; ezilen hor­ lanan, örselenen. Dünyaya gelmesi istenmeyen cehennemlere layık gö­ rülen Anadolu kadını. Zalimlerin talan, yağma ve yangı­ nına başkaldıran, adalet ve özgürlük için direnen... Öc alan, kahramanlaşan. Kurtuluş savaşının kahramanları. Cepheye mermi taşıyan "ayın altın­ da kağnılarla". Evladını, eşini, sevdiklerini kay­ beden, ağıtlar yakan kadın. Törelerce bastırılmış kimliklerine isyan eden kadın. Ölüme yatırdığı bedeniyle, zali­ me direnen kadın.

Kaybedilen, katledilen, tutsak edilen Anadolu kadınları. Erkek yoldaşlarıyla birlikte omuz omuza çarpışan kadın. İdeallerini hayata geçirebilmek için karınca gibi didinip çalışarak, inandıkları dava uğruna bedeller ödemeyi göze alabilen kadınlarımız, bu mücadele içinde yaratılan değer­ lerin birer halkasıdırlar. Gülsüman, Şenay, Sevgi Erdoğan bir annedirler. Geride bıraktıkları ço­ cuklarına ve dünyanın bütün çocuk­ larına hayatlarıyla değerli bir miras bırakırlar. "Gerektiğinde ölmesini bilmeye­ nin yaşamaya hakkı yoktur." diye­ cek kadar kocaman bir yüreğin sahi­ bidir Canan. "Feda" dır Fidan'ın adı. Sevdikle­ rinin saçının teline feda eder hayatı­ nı gözünü kırpmadan. "Yaşamak güzeldir" demiş ya ozan. "Yaşamak" ama "Bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine". Mesele böyle yaşayıp, böyle ölmektir. Bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine ölebilmektir bütün mesele. Sadece ölüm de değildir ödedik­ leri bedeller. Hayatın bütün cefasını çekmektir. Hasretin en ırakta olanı­ nı. En yakıcı olanını. Dört duvarın ardında bir sese, bildik bir yüze has­ ret kalabilmektir. Hayata sahip çık­ mak gerektiğinde, o hayattan seve seve vazgeçebilmektir onların başar­ dığı. Çünkü ölüm, yaşama başka tür­ lü tercih edilemezdi. Bilimin yasaları da böyle değil mi zaten? Yaşamın di­ yalektiği bunu gerektirmiyor mu?

22

Ölümle hayatın içiçe geçmişliğini, yani karşıtların birliğini. Bilim böyle söylüyor, onlar ise bilimi doğrulu­ yorlardı yaşam pratikleriyle. "Hoşçakalın" diyorlar hayata. "Hoşçakalın anam, yarim. Hoşçakal kardeşim arkadaşım. Hoşçakalın dostlarımız... Hoşçakalın geride bı­ raktıklarımız. Hoşçakalın dağlar, ovalar sokaklar. Hoşçakal deniz, gökyüzü. Sen de hoşçakal kağıt ka­ lem. Yaşam yolunun yeni ufuklarına yelken açıyoruz. Devrim yolunun yeni bir engebesini aşıyoruz. Gidiyo­ ruz belki bir daha hiç dönmeyeceğiz. Her kilometre taşında birimiz düşe­ cek. Anlatın çocuklara masallarda, yıl­ dızlar arasında yıldızlar gibi kayışı­ mızı. Ama önce hoşçakalın. Belki son vedaya vakit kalmaz, vedalaş­ mak dar vakitlere sığmaz. " Bunca kirlenmişliğin, çirkefliğin içinde yaşanacak olan bir hayat var­ dı namuslu. Onlar bu hayatı seçtiler. Kısa ama onurlu bir hayat. Tüm kadınlara örnek, alternatif bir yaşamı örnek veriyorlardı kendi yaşamlarıyla. Bu yaşam, devrimci bir yaşamdı. Her biri birer manifesto, her biri birer mitralyözdü gelecek kuşakların bilinçlerinde ve ellerinde. "Asıl siz teslim olun!" diyen Si­ bel' diler. "Yaşamış sayılmaz zaten yurdu için ölmesini bilmeyen" diyen İdil'diler. "Varsa cesaretiniz gelin!" diyen Eda'ydılar. Her biri, Sabo'nun kızı, öğrencileriydiler. Tarih, devrimci kadın kişiliğinin nasıl kahramanlaştığına defalarca kez tanık oldu. Bizim ülkemizin devrimci kadınlarının yarattığı dire­ niş ve mücadele ise dünya tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir destan­ dır. Gülsüman Dönmez'i anlamak için hayatı anlamak gerekir. Hayata onun gözleriyle bakmak gerekir. Gülsüman mütevazi bir emekçi, hal­ kı ve hayatı sevmede ise bir ustadır. Ülkesine ve halkına, hayatından vaz­ geçebilecek kadar bağlıdır. Oğluna yazdığı veda mektubunda "Yaşamın da onurlu bir yanı vardır." diyordu. Yaşamın bu onurlu yanı, devrimci yanıydı Gülsüman. Şenay Hanoğlu çocuklarına bı­ raktığı veda mektubunda "Biz, ken­ dimizden başka herkesin acısını acı-


mız olarak düşündük. Sevincini, se­ vincimiz bildik. Yaşamayı çok sevi­ yoruz. Bu vatana da uğruna ölecek kadar değer veriyoruz " diyordu. Canan ve Zehra, iki kardeştir. Ha­ yatlarını paylaştıkları gibi, ölümü de paylaşacaklardı cesurca. Gençtiler ama bir bilgeydiler aynı zamanda. "Hiç bir şey uğruna ölmeye değmez" demogojilerinin yapıldığı dönemde, bir insanın idealleri uğruna nasıl öle­ bileceğim, gösterdiler. Kendine gü­ venmeyi, insan gibi insan olmayı, bu uğurda yaşamayı ve savaşmayı. İçimizdendi Zehra ve Canan. Biz­ dendi. Yaşayan bir tarihti Sevgi Erdoğan. Gürül gürül akan dopdolu bur ha­ yat. Şehitlik kavramına çok değer ve­ riyor, "Şehitliği haketmek"ten bahse­ diyordu. "Şehitliği haketmek için acı çekip, bunun bedelinin ödediğin­ den" bahsediyordu, ölüm orucunun son günlerinde. Ölüm orucunun 260' lı günlerin­ de son nefesini verene kadar halkına ve halkının değerlerine bağlı kaldı Sevgi Erdoğan. Çünkü, kişiliğini devrimcileştirmiş bir kadındı. Maya­ sında vefa, bağlılık ve feda vardı. Hayat denen uzun yolda, bir ömür devrimci kalmayı başarabildi. Ve mitralyöz İdil... Devrimci bir sanatçı. Düzenin ni­ metlerini elinin tersiyle itip yetenek­ lerini devrimci sanatla geliştirip hal­ kına sunan bir yürek. Ölüm Orucu'nda şehit düşen ilk kadın olma onuruna sahip olan öncü, rehber İdil. Bütün sanatçılara örnek direnme sembolü. "Yaşamış sayılmaz zaten yurdu için ölmesini bilmeyen" sözü, bir ti­ yatro oyununda kullandığı repliktir İdil'in. Bu sözü, tutsaklık koşulların­ da hayata geçirmiş; ölüm orucunun 68. gününde yurdu için ölmesini bil­ miştir İdil. Başarmıştır.... Bir sanatçıdır; aynı zamanda bir savaşçıdır da. Ölüm orucunda haya­ tının en güzel eserini sergiler. Son sahnelerini oynar hayatın gerçek sahnesinde. Ve perde, alkışlarla ka­ panan gözkapaklarıdır İdil'in. İsimleri Hülya'dır, Fatma'dır, Ümüş'tür, Özlem'dir, Feride'dir, Gü­ lay'dır. Yüzleri, yürekleri kadar gü­ zeldir. Hepsi, bizim kadınlarımızdır; emekçi elleriyle dünyayı yeniden yaratan...

23


M a r t - D ü n y a Emekçi Kadınlar Günü'nün geçmişi 1800'lere daya­ nır. 8 Mart 1857'de, N e w York'ta yaşa­ yan Dokuma İşçisi Kadınlar, iş koşul­ larını protesto etmek amacıyla greve giderler. Grev, polisin saldırısıyla sona erer. Polisin saldırısı sonucu, 140 ka­ dın işçi katledilir. Bu olaydan çok sonra, 16 Aralık 1977 tarihinde BM Kararıyla, 8 Mart Günü "Dünya Emekçi Kadınlar Gü­ n ü " olarak kabul edilir. O tarihten bugüne, 8 Martlar; anla­ mını ve özünü, ezilen ve sömürülen sınıfın ezen ve sömüren sınıfa karşı y ü r ü t t ü ğ ü mücadelede buluyor. Günümüzde, 8 Mart'ın özü ve an­ lamı her ne kadar boşaltılmaya çalışıl­ sa da 8 M a r t l a r ' ı sadece Kadınlar Gü­ nü ya da sadece "Emekçi Kadınların Birlik Dayanışma ve Mücadele G ü n ü " olarak düşünemeyiz. 8 Mart, onuru, emeği, insana yakışan bir hayatı savu­ nan ve bu uğurda mücadele eden t ü m insanların birlik, dayanışma ve müca­ dele günüdür. 8 Martlar, faşizmden, yaptığı katli­ amların hesabını sormanın, b u n u n için örgütlenme çağrısının yapıldığı gündür, öyle olmalıdır. Bundan 146 yıl önce, N e w Yorklu dokuma işçisi kadınlara yapılan saldı­ rı ve katliam, tarihin akışı boyunca defalarca, değişik yer ve zamanlarda yapılmıştır. Üreten, düşünen, sorgula­ yan kadınlara karşı gerçekleşmiştir. Faşizm, karşısında direnen kadını gördükçe saldırmaktan geri durma­ mıştır. 2001 Yılının 19 Aralık'ında Bay­ rampaşa Kadınlar Koğuşu'nda özel­ likle kadın tutsaklar yakılarak katle­ dilmiştir. Onlar, sistemin kendilerine

8

biçtiği aciz, zavallı, ikinci sınıf, b o y u n eğen kadın misyonunu reddederek devrimcileşen kadınlardır. Onlar, ka­ dınların örgütlü mücadeledeki öncü­ leridir; bu mücadelenin sonucu, tut­ sak düşmüşlerdir. Tutsaklık koşulla­ rında mücadelelerini s ü r d ü r ü r k e n katledilmişlerdir. Kadın, doğası gereği vefalıdır, ce­ fakardır. Örgütlenen ve bilinçlenen kadın, mayasında varolan bu özellik­ lerini de mücadelesine katar. Bugün kadınların varolduğu mücadele alan­ larında kahramanlaşması bedenlerini bir d e v r i m meşalesine dönüştürmesi bu gerçekliği somutlar. Kadın, üzerinde yaşadığı çifte sö­ m ü r ü d e n dolayı, inancına ve davası­ na daha güçle sarılacaktır. Egemen sı­ nıflarda b u n u n farkındadır. Burjuva kadın ideologlarının üzerinde araştır­ malar yapmaya ihtiyaç d u y d u k l a r ı şey, ezilen kadının özünde olan ve b i linçlendikçe büyüyen ve sağlamlaşan halk ve vatan sevgisidir. Yanan bedenlerindeki kıvılcım, kendini ikinci sınıf görenlere d u y d u k ­ ları isyanın kıvılcımlarıdır. Doğru he­ defe, yani oligarşiye yönelttikleri si­ lahlarıdır meşaleye dönen bedenleri. Her yıl olduğu gibi, bu yıl da 8 Mart, burjuva kadın çevrelerinde yine aynı çerçevede kutlanacak. Kadının mücadeleye olan bağlılığı, hatta emekçiliği bile tartışılmayacak. Burju­ va kadın hakları savunucuları yine kadın sorununda dayak, cinsel taciz gibi konuları ön plana çıkaracak. El­ bette k i , bu sorunların da çözümü b u ­ l u n m a l ı , bunlar da tartışılmalıdır. A m a b ü t ü n sorunların çözümünde öncelikle kadının devrimcileşmesi, devrimci bilinci alması yatmaktadır. Kadın, devrimcileşmesi için önce24

likle burjuva ideolojisinin etkilerin­ den k u r t u l u p , d e v r i m c i mücadele içinde özgürleşip, düzenin kendisine u y g u n gördüğü statüleri yıkacaktır. Bu konuda çözüm yine hayatı devrimcileştirmekten geçiyor. Bugün ka­ dınların çifte sömürüden kurtulması­ nın önündeki engeller olarak birçok neden sıralanır. Ekonomik bağımlılık, t o p l u m d a yüzyıllardır süren erkek egemen ideoloji, bu ideolojinin etki­ siyle oluşmuş toplumsal kurallar, ge­ lenekler ve aile baskısı vb... Bunlar doğrudur. Ancak, bunlara karşı asıl olarak mücadele vermesi gereken de yine kadındır. İşte sorun da esas ola­ rak burada başlamaktadır. Kapita­ lizm, burjuva ideolojisi, kadına ikincil rol biçerken onun kişiliğini de ezmiş­ tir. Kadınlar, kendisini kuşatan koşul­ lara karşı mücadele verecek cesaret­ ten, kendine güvenden soyutlanmış, edilgen unsurlar haline dönüştürül­ müştür. Kadın, öncelikle bu k o n u ­ m u n d a n k u r t u l m a k durumundadır. Burjuva ideolojisinin etkilerinden, burjuva kadın kişiliğinden sıyrılmak, devrimi önce kendi kişiliğinde ger­ çekleştirmek zorundadır. Bu kapıyı ona, ancak devrimci mücadele açar. Kadın, bu mücadele içinde kendisine güveni, cesareti kazanır. Sömürüsüne neden olan sınıfsal ve toplumsal bas­ kılara karşı savaşmayı öğrenir. Bu sa­ vaş içinde kazandığı, hakettiği saygın­ lıkla toplumsal çitleri de yıkar, kendi­ sini özgürleştirir. Yarının özgür t o p l u ­ m u y l a birlikte, özgür kadının da te­ mellerini atar. Bu, yapılabildiği ölçüde, 8 Mart'ın kadının mücadelesindeki yeri, anlamı çok daha önemli ve işlevli olacaktır. T ü m kadınlarımızın 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü k u t l u olsun.


992 yılında ilk baskısı yapılan "Bir Kar Makinesi", Grup Yorum'un nasıl kurulduğunu, kurulurken ne­ lerle karşılaştığımızı, kurulma amacı­ mızı, kurulurken neler düşündüğümü­ zü, grup içinde yer alan kişilerin du­ rumlarını anlattığımız bir kitaptı. Bu­ nunla birlikte, yaşadığımız süreci, bu­ na karşın yaklaşım ve tepkilerimizi, sa­ nata ve politikaya bakışımızı da anlatı­ yorduk. Yaşadığımız baskılar da kita­ bın önemli bir parçasıydı. Gelecek için savaşanların, halkın

1

umudu olduğu bilinciyle, bugüne sa­ hip çıkıyoruz. Onca baskıya rağmen, hak gaspına, gözaltına alınmaya, tu­ tuklanmalara rağmen, mahkeme tuta­ naklarına "Gelecek bizimdir; gelecek işçilerin ve ezilen halklarındır!", "Tür­ külerimiz bir gün, zafer türküleri ola­ rak söylenecek, buna inanıyoruz, bu inanç için mücadele etmekten onur du­ yuyoruz!" diye yazdırarak devam edi­ yoruz yolumuza... 1998 yılının sonlarında, ikinci kita­ bın yazılmasına karar vermemizle,

25

uzun ve sanalı bir süreç başlıyor. Kül­ tür sanat alanının tutsak elemanları taslakları oluşturmaya başlıyorlar ve tabi önerileriyle devrimci tutsaklar da katılıyor bu çalışmaya. Hazırlanan taslaklar dışarıya ulaş­ tıktan sonra da, dışardaki Yorumcular, kitaptaki eksik noktaları tespit edip lis­ teliyorduk. Anlatılacak o kadar çok şey var ki. Kitabın mizampajına da başlan­ dığı bu süreçte, İdil Kültür Merkezi'nden taşınıyoruz. Yıllardır, evimiz bellediğimiz İdil'den. Çalışmalarımız


den 11 yıl geçmiş, ve biz bu süreyi de yeni bir ciltle Yo­ r u m dinleyicilerine aktaracağız. Kitap bekler­ ken, aradan geçen yılların kitaba gir­ mesi için, bu süreç­ te kaleme alınmaya başlanıyordu. K i ­ tap tekrar tekrar gözden geçiriliyor; eklemeler, çıkar­ malar, sadeleştir­ meler, gereksiz ay­ rıntıların elenmesi derken "Bir Kar Makinesi I I " nere­ deyse yeniden ya­ zılarak b i t i r i l i y o r d u . Tabii ki bu sa­ dece kitabın metin halinin bitmesi de­ mekti.

bir süre aksıyor. Hatta, olması gereken­ den daha fazla. Çıkıyor diye duyurusu yapılması­ na rağmen bir t ü r l ü gelişme sağlanamıyordu. Çok uzun bir süre kalem bile oynatamayınca çeşitli sebeplerle bası­ mı erteleniyordu. Grup Yorum olarak kültür sanat cephesinden, hayata m ü ­ dahale ederken, Tavır okurlarının, Yo­ r u m dinleyicilerinin merakla bekledik­ leri kitap uzun bir süre daha bekleme­ ye devam edecekti.... Bu konuyla ilgili özeleştirimizi de ekleyeceğimiz kitabı­ mızın tekrar gündeme gelmesi yılları bulacaktı. Yazımına ara verdiğimiz kitabımızı tekrar ele alıyoruz. Tekrar tekrar yeni baştan okuyoruz kitap taslağını. Her ne kadar bekletsekte kitap b i z i m için önemli. Yeni bir coşku, yeni bir heye­ canla kitabımızı tekrar gündeme alıp çalışmalara başlıyoruz. Bu sefer daha bir heyecanlıyız. İlk baskısının üzerin­

Bu ciltte de b i ­ rincisi gibi G r u p Yorum'un t a r i h i n i anlanyorduk. CHP işgali, sanatçı işgal yapar mı? Deprem­ ler, seçim için yapı­ lan özel bestenin sözleri; G r u p Yo­ r u m ' u n , halkın ol­ duğu her yeri, bir konser alanına çe­ virmesi, halka b ü ­ tünleşmesi... kitabın içindeki bir kaç başlık sadece. Ayrıca bu kitabın sonuna seçtiğimiz fotoğraflardan oluşan k ü ­ çük bir albüm ekliyoruz. Bu kitaba yazdıklarımız, Grup Yo­ r u m ' u n yaşadıklarının içinde, çok k ü ­ çük bir kesittir. Yüzlerce anı içinden, yazılacakları seçmek bizim için olduk­ ça güç oldu. Yorum için çok daha belir­ leyici olan araları oldukça yalın ve sade biçimiyle anlatmaya çalıştık. Bu kitaba alamadığımız daha yüzlerce anımız da bizlerin hafızalarında... Kitabın yazılması bitiyor ama işi­ miz burada b i t m i y o r d u elbette. Bir el­ den mizampaj için şablonlar çıkarılma­ ya başlanıyor, kitabm biçimine ilişkin karar veriliyordu.. Boyutları, kullanıla­ cak fontlar, puntoları... Diğer yandan kapak çalışması yapılmaya başlanıyor. "Nasıl bir şey olmalı?"ya cevap b u l u n ­ maya çalışılıyor. Öncelikle, önceki gibi olmaması, yani "Bir Kar Makinesi"nin

26

i l k baskısı gibi olmaması gerektiğine karar veriyoruz. Bu hem boyutları, hem kapağı, hem de biçimi için geçerli. Bunlar için defalarca bakılıp, çalışılıyor. Bunlara karar verilirken bir yandan da kitabın tashihi yapılıyor. Geceler g ü n ­ düzler boyu yapılan tashih! Yazıcımı­ zın bize yaptığı azizlikler! Hepsi birer anı olarak kalıyordu. Tashihin bittiğin­ den emin olduktan sonra nihayet artık mizampaja başlıyoruz. Tekrar tekrar gözden geçiriliyor kitabın formaü. Be­ ğenmiyoruz ve yeni baştan başlıyoruz. Artık, çıkacağından biz bile u m u d u ke­ siyoruz. T ü m bu özene rağmen, sakı­ nan göze çöp batıyor. Aksilikler birbiri­ ni kovalıyor. Kitap ve bekleyen okurlar cendere gibi. Daha hızlı ve dikkatli ol­ malıyız. Montajdan baskı aşamasına geldi­ ğinde bu kadar beklediğimiz-beklettiğimiz kitapta yavaş yavaş şekillenme­ ye başlıyor. A r t ı k inanıyoruz, evet k i ­ tap çıkıyor! A m a aksiliklerle başımız belada. Bu sefer kitap için düşündüğü­ müz kutuda problemler çıkıyor. Bu ak­ silik işimizi biraz daha uzaüyor. Zor­ luklar canımızı sıksada pratik çözüm­ lerle işi çabucak çözmeye çalışıyoruz. Yaklaşık i k i hafta sonra kitap niha­ yet bitiyor. Bir dağıtımcıyla anlaşıp ve­ riyoruz kitapları. "Bir Kar Makinesi I ve I I " artık kitapçılarda. Çalıştığımız İ d i l K ü l t ü r Merkezi'ne kitaplar geldi­ ğinde herkeste bir coşku, herkeste bir merak: "Nasıl olmuş?", "Ben de göre­ bilir miyim?" Neredeyse herkes, eline birer kitap almış ilgiyle bakıyor. Yüz­ lerde bir gülümseme. Kimisi kendiyle ilgili bir b ö l ü m ü okumaya başlamış b i ­ le. Kimisi de "Ben bu olayı hatırlıyor u m , bak şöyle olmuştu sen var mıy­ dın o zaman?..." diye yanındakine anlatıyor. Biliyoruz k i , çok geciktirdik kitabı. Bu yüzden her ne kadar kitabın önsö­ zünde yer alsa da, bir kez de buradan özür dilemek istiyoruz dinleyicileri­ mizden, Tavır okurlarından. Bu kitap bizi anlatıyor. Bizimle bir­ likte yaşanılan süreci, Türkiye'yi anla­ tıyor. İktidarın ve halkın, yaşattığı ve yaşadığıdır. Baskılara ve ona karşı y ü ­ rütülen meşru direniştir. İçinde, alın­ ması gereken dersleri, eleştiri ve özeleştirisiyle, Yorumcular'ın kendine bakmasıdır. Bu yüzden bu kitap, Grup Yorum'u bilen veya bilmeyen herkes için bir kaynaktır. Hatta, Grup Yorumcular için bille.


lkokula giderken bize tarihi yerleri gezdirirlerdi. Öğretmenlerimiz, ta­ rihsel zenginleklerden bahsederlerdi.

I

Artık büyüdük, acaba şimdi de öğrenci­ lere tarihi yerler gezdiriliyor mu? Muh­ temelen bu gezi işi, öğretmenler tarafın­ dan askıya alındı. Çünkü bir çok müze kapalı. 1988'den beri müzelere, yeni ele­ man alınmıyor. Devlet ödenek ayırma­ dığı için kültürel zenginliklerin bakımı, onarımı yapılamıyor. Bir zamanlar, Av­ rupa Konseyi Müze Ödülü'ne layık gö­ rülen İstanbul Arkeoloji Müzesi'nin do­ kuz salonundan yedisi kapalı. Balkan­ lardan Afrika'ya, Anadolu ve Mezopo­ tamya'dan Arap Yanmadası'na ve Afga­ nistan'a kadar değişik uygarlıklara ait yaklaşık bir milyon eserin bulunduğu Arkeoloji Müzesi'nin kapalı salonların­ da paha biçilmez sikke koleksiyonları, heykeller ve kitaplar bulunuyor. Prof. Coşkun Özgünel (Arkeoloji ve Arkeologlar Derneği Başkanı), "Maliye Bakanlığı'nın politikaları, Uluslararası Para Fonu IMF'in politikaları, müzeleri bitiriyor. Küreselleşen dünyada kültür ve sosyal bilimler bu denli etkiliyken, bizdeki zenginlik, devletin ilgisizliği ne­ deniyle bitiyor. Biz dernek olarak soru­ nu çeşitli zamanlarda dile getirdik an­ cak, bu personel politikasıyla 3-4 yıl içinde taşradaki müzelerin çoğu kapaülmak zorunda kalacak. Büyükler de ancak müze derneklerinin sözleşmeli iş­ çileriyle açık kalabilecek."(12.02.2003Radikal Gazetesi) Tam da yazımızı yazarken, televiz­ yonda SON DAKİKA haberleri okun­ maya başladı; Irak'taki Osmanlı-Türk kültür varlıklarının tesbit edilip korun­ masına yönelik ABD ile anlaşma yapıl­ dığına dair Başbakanlıktan ABDUL­ LAH GÜL imzalı bir açıklama yapıldı. (15 Şubat CNN Türk) Şimdi aklına gel-

di tarihi zenginliklerimizi koruma ince­ liği. Ülkemizdeki tarihi eserler için hiç­ bir adım atmazken, savaş ortamında ar­ keolojik kalıntıların korunması nereden aklına geldi? Belki de daha önce 30 Ocak tarihli Radikal gazetesinde oku­ duğumuz haberi Abdullah Gül'de oku­ du. ABD'nin de, Irak'taki arkeolojik ka­ lıntılara zarar vermemek için planlar yaptığı yazılıyordu. Maryland Üniver­ sitesinden İslam araştırmacısı Charles Buttervvorth; ABD hükümetinin, Afga­ nistan'da 2001 yılının baharında Buda heykellerini yıkan Taliban'a benzetil­ memek için, bu kalıntıların haritasını çı­ karmak üzere, arkeolog ve doğubilimcilerden oluşan bir komisyon kurduğu­ nu söylemişti. Chicago Üniversitesi'nde görevli Arkeoloji Profesörü Mac Guire Gibson ile birlikte 40 bilim adamı harita üzerinde çalışıyor. Hiç mi yüreği sızlamadı bu anlaş­ mayı imzalarken? ABD yüzbinin üze­ rinde insanın öleceğini hesaplıyor. Baş­ bakan diyor ki, tamam öldürün, ama benim tarihsel zenginliklerimi koru­ yun. Daha ülkemizdeki müzeye bekçi bulamıyor, bunun için IMF'den izin ala­ mıyor; kalkıp, "Irak­ 'taki tarihimiz yok olmasın, korunsun." diyor. Bu nasıl bir ahlakürşböyle? Yüzbin insanın öldürül­ mesine onay veriyor. "Müslümanım" di­ yor ama katliamdan arta kalacak olan ga­ nimetin hesabım ya­ pıyor. Iraklı'nın ka­ nıyla sulanacak olan bu tarihi kalıntılar Türkiye halklarına ne kazandırır? Tarih

27

kitaplarına, müzeleri korudu iyi yaptı mı yazacak? Tarih, bu katliama ortak ol­ duğunuzu gösterecek. Bu sefer de, bu tarihten katliama desteğinizin kanıtları­ nı yok etmek için uğraşırsınız ama bo­ şuna. Halkların bilincinden bu katliamcılığı silemezsiniz. Tarih, tek basına mü­ zeler, arkeolojik kalıntılar değil. Halkla­ rın tarihi, yüzyılların birikimiyle şekil­ lenmiştir. Gelenek, görenekleri, müzik­ leri, oyunları, halkların bilincinde tarih­ sel bir birikim sonucu oluşmuştur. Bu­ gün yaşadıklarımız da tarihte yerini ala­ cak. Gelecek nesillere miras bırakmak is­ tiyorsanız, önce kendi ülkemizdeki bin­ lerce yılın birikimini korumaya alın. Ül­ kemizde yaşayan halkların dillerini, ge­ lenek ve göreneklerini geliştirmeleri için çalışmalar yapın. ABD'nin kulla­ nacağım açıkladığı tonlarca bomba za­ rar vermeyecek mi? Kimyasal bomba kullanacağım söylüyor, bunlar zarar vermeyecek mi? Antik kentler, tarihi eserler ancak, Amerikan saldırganlığına karşı çıkarak korunabilir. İnsanlığa kat­ kıda bulunmak için, önce bu katliama karşı çıkılmalıV




30


12. Sayımız da Toplatıldı! D e r g i m i z i n 12. sayısı y i n e toplatıldı.

"Biz

A m a A r t ı k Yeter"

de

Ölürüz

isimli

ya­

zımızda örgüt propagandası yapıldığı gerekçesiyle dergi­ mize,

İstanbul

Devlet

Gü­

venlik Mahkemesi'nden top­ latma kararı çıkarıldı. Dergi­ mizin

sahibi

Cengiz

ve

rümüz Ahu

Muharrem

yazıişleri

müdü­

Zeynep

Görgün

h a k k ı n d a dava açıldı. Toplatma kararı tamamen hukukdışı ra

olmasının

üzerimizdeki

bir parçasıdır.

31

yanısı-

baskıların


32




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.