2003 15 mayis

Page 1



merhaba Bağdat’ın işgali bir ayı doldurdu. Emperyalistlerin postalları altında çiğneniyor Bağdat’ın kalbi. Emperyalist işgalciler çöreklenmeye çalıştıkları topraklarda kendilerini çiçeklerle karşılayan insanlar bulamadılar. Irak halkının kahraman evlatları kendilerini feda ettiler bağımsızlık uğruna. Irak topraklarında yaşanan bu hayasızca işgal bir gün son bulacak. Bağdat’ın küllerinden özgür bir Bağdat doğacak... Irak halkı yenilmedi. Fedayı ve direnişi bu kez Irak topraklarında gördü dünyanın ezilen halkları. Vatanları uğruna ölenlerin bıraktıkları direnme kültürü Irak’lı çocukların mirasıdır. Tarih bir gün hükmünü verecek. Bağdat düştü diye sevinenler tarihin hükmünün henüz kesilmediğini bilmek zorundalar. Bugün Irak’ta işgalcilerin yarattığı “kan denizinin ufkunda kızıl bir güneş doğacak!” Irak halkı yaşadığı bunca acının hesabını soracak emperyalistlerden. Bağdat’ı yerle bir etseler de küllerinden yeniden harlayacak özgürlük ateşleri. Cihan ve Eylül artık aramızda. Bombalanan kentlerden geldiler. Yüreklerinde ve dillerinde hatıralarla. Enkaz altından bulup çıkardıkları hatıra olarak aldıkları şimdi yaşamayan bir şarkıcıya ait müzik kaseti çıktı Cihan’ın çantasından. Ve çocukların imzalayıp verdikleri fotoğrafları, vahşeti çizdikleri resimleri. Ayrılırken Irak halkının kendilerini gözyaşlarıyla ve gönüllerenden kopan bir dolu hediyeyle uğurladıklarını anlattılar. Zaman zaman dalıp gidiyor hala gözleri Cihan’ın. Eylül kucak kucağa fotoğraf çektirdiği çocukların hayatta olup olmadıklarını bilmiyor. Savaşın, emperyalizmin vahşetinin yarattığı hüznü ve öfkeyi okuduk ikisininde gözlerinden. Bir de Irak’lıların gelecek güzel günlere olan inançlarını. Bağdat ikisinin de gözlerinde alev alevdi hala. “Bir gün Mutlaka” diyor Bağdat... “Bir gün mutlaka....” Amerikalı olanların asla bilemeyecekleri ve konuşamayacakları ortak ve evrensel olan dili konuştular Irak halkıyla iki ay boyunca. Acılarını paylaştılar. Enkazlardan çıkarılan kadın çocuk genç ve yaşlıların ölülerini gördü gözleri. Yanan bedenleri, pazaryerindeki pıhtılaşmış kan birikintilerini. Fotoğraflarıyla ve yazılarıyla sayfalarımıza konuklar bu kez. Ne yaşadılarsa tavır okurlarıyla paylaşıyorlar şimdi de. 1 Mayıs’ta alanlardayız. 1 Mayıs bizimdir. Ezilen dünya halklarının birlik dayanışma ve mücadele günü 1 Mayıs kızıla keserek dolaşacak alanlarda bayrak bayrak. “Tam Bağımsız Türkiye” için alanları dolduracak ülkemizde binler. Uğruna çok bedelin ödendiği 1 Mayıs; tüm emekçilere ve ezilenlere kutlu olsun! Onaltıncı sayımızda buluşmak üzere...

Dostlukla...

tavır


tavır Aylık Sanat Dergisi ISSN 1303-9113

3 as›l flimdi ba¤datl›y›z 4 ›rakl›lar› öldür! 5 conilere ve tonilere mektup 7 ba¤dat güncesi 12 sonsuza kadar sakla 14 ac›mak yok 15 röportaj 16

ba¤dat’›n gözleri

18 20

ba¤dattaki pazaryeri beyinlere ya¤an

bombalar

22

ba¤datta yanan

kültür

24 geçit yok amerika’ya 26 geçit yok 27 yenilgiden zafere 28 yaflas›n tam ba¤›ms›z türkiye!

30 haber yorum

Sahibi: İdil Kültür Yayın Org. Rek. Film. Tic. Adına: Muharrem Cengiz Genel Yayın Yönetmeni: Gamze Mimaroğlu Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Ahu Zeynep Görgün Yazışma Adresi: İdilKültür Merkezi Kuloğlu Mah. Ağa Külhani Sk. No:13/8 Beyoğlu/İstanbul Tel/Fax:(212) 245 00 70- 244 31 60 e-mail adresi: tavir@grupyorum.net Ankara: İdil Can Kültür Merkezi Fahri Korutürk Mah. 8. cad. No: 85-1 Mamak/Ankara Tel: (312) 370 11 98 Hesap No: (TL):1042- 30000 596147 Gamze Mimaroğlu İş Bankası Parmakkapı/İST. (EURO): 1042- 3010000 129062 Gamze Mimaroğlu İş Bankası Parmakkapı/İST. Ofset Hazırlık: TAVIR YAYINLARI Baskı: ASPAŞ Dağıtım: D-B-R


güncel sema

rak`ın geçit vermez çölleri sömürü vahşetine göz mü yumdu? Kerbela`nın yiğitleri binlerce yıl önce yitirdikleri canlarının ruhuna böyle mi sahip çıktı?... Acımasızca dağlandı bir halkın yüreği... Irak kuşatıldı, Irak sonu görünmeyen bir kuyunun içine, milyonlarca haykırışa rağmen atıldı.. “Savaş” bitti dendi, oysa “savaş “gerçekten bitti mi? Gazetelerde, televizyonlarda ve radyolarda “savaşın bittiğine dair” haberler sür manşet verilirken, aslında oradaki halk asıl savaşını bundan sonra vermeye başladı. Irak bundan sonra baskının ve sömürünün ağırlığını hissederken ya yaşam savaşı verecek, ya ABD saldırısı başlarında gösterdiği kahramanca cesareti, esaret altındayken de bağımsızlık uğruna savaşarak gösterecek, ya da tamamıyla sömürünün dipsiz kuyusunda baskıya boyun eğen diğer toplumlar gibi gömülecek.... Saldırının sonrasında, ekranlara yansıyan, annesiz babasız kalmış ço-

I

cuklar, artık başlarını sokacak bir evi bile bulunmayan, gazetelerde yansıyan, yüzlerindeki, o çaresizliği, kaygıyı ve acıyı gördüğümüz milyonlarca insan kısacası talan edilmiş bir uygarlık... İşin daha da trajik tarafı bazı yayın organları, hala ABD işbirlikçiliği yapıp bu kıyımı geçerli bir sebebe oturtmaya çalışıyorlarken, yayın politikalarına aykırı olmasına rağmen gözden kaçırdıkları saniyelik görüntüler bile yaşanan vahşeti, bütün çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. “Irak teslim oldu.” diyorlar, “Irak dayanamadı.” diyorlar ve savaşa karşı yapılan eylemlerin, alanlara taşınan milyonların coşkusunun bir işe yaramadığı fikrini uyandırmaya çalışıyorlar. Bize hani kazanacaktınız bakın kaybettiniz diyorlar. Bize kaybettiniz deseler de aslında kaybeden biz değiliz. Kaybeden bu saldırıya karşı duran milyonlar değil, kaybeden ABD`nin işgal karşılığı attığı kanlı dolarları

3

topçu

almak için iştahla atlayan gözü dönmüşlerdir. Evet Irak işgal edildi ve biz ABD`nin işgaliyle Iraklı ya yaşattığı özgürlüğün insanların kıyımının devamı olduğunu gördük. Bunlar işgalcidir dedik, işgal ettiler, bunlar talancıdır dedik, talan ettiler Irak`ta milyonlar aç, milyonlar susuz, Irakta yüzlerce çocuk anasız babasız, Irak`ta yüzlerce ana-baba evlatsız.... Haklı olduğumuzu bir kez daha gördük.... ve şimdi halk birbirine karşı kışkırtılmaya başladı Kürdü Çerkezi, Arabı Sünnisi, Şiisi.... Savaş sırasında Irak`a destek için haykıran biz milyonlar, savaşın bitmesiyle orada yaşanan vahşete de göz yummayacak, asıl şimdi Bağdat’lı olacağız. Şimdi kazanan kim diye mi soruyorlar.... Kazanan işgale sömürüye başkaldıran milyonlarca insan. Bu süreçte gördük ki ve göreceğiz kazanan ezilen dünya halkları olacak. ✔


açık mektup michael moore

Michael Moore’dan Başkan Bush’a Açık Mektup

ıraklıları öldür! petrolümüz onlarda! Sayın Vali Bush, Bugün sizin “hakikat anı” dediğiniz gün, “Fransa ve dünyadaki diğerlerinin kartlarını masaya açmaları gereken” gün. Bugün, nihayet geldiği için çok mutluyum. Çünkü şunu söylemeliyim ki, 440 gün boyunca yalanlarınıza ve çevirdiğiniz dolaplara katlanmama rağmen, bunlara daha fazla dayanabileceğimden pek emin değildim. Dolayısıyla, bugünün ‘Gerçekler Günü’ olduğunu duymaktan memnun oldum, çünkü sizinle paylaşmak istediğim bazı gerçekler var: 1. Amerika’da hemen hemen HİÇ KİMSE (radyo programları sunan deliler ve Fox Haber kanalı hariç) savaşa girmeye fazlasıyla istekli değil. Bu konuda bana güvenebilirsiniz. Beyaz Saray’dan çıkarak, Amerika’nın herhangi bir caddesine bir adım atın ve Iraklı’ları GERÇEKTEN öldürmek isteyen beş kişi bulmaya çalışın. ONLARI BULAMAZSINIZ! Neden mi? Çünkü HİÇBİR Iraklı buraya gelip de bizi öldürmedi! Hiçbir Iraklı böyle bir tehditte bulunmadı bile. İşte biz sıradan Amerikalı’lar böyle düşünüyoruz: Eğer herhangi bir şahıs, hayatımız için bir tehdit oluşturmuyorsa, o zaman, ister inanın ister inanmayın, onu öldürmek istemiyoruz! Size komik gelebilir ama bu işler böyle! 2. Amerikalıların çoğu -size hiç bir zaman oy vermemiş olanlar- sizin kitleleri şaşırtma silahlarınıza kanmıyor. Günlük hayatlarımızı etkileyen gerçek konuların neler olduğunu biliyoruz ve bunların hiçbiri ‘I’ ile başlayıp ‘K’ ile bitmiyor. İşte bizi tehdit eden konular: Siz göreve geldiğinizden beri işsiz kalan iki milyon 500 bin kişi, borsanın zalim bir şakaya dönüşmüş olması, hiç kimsenin emekli maaşını görüp göremeyeceğini bilmemesi, benzin fiyatının neredeyse 2 dolara yükselmiş olması... Bu liste böy-

lece sürüyor. Irak’ı bombalamak bu sorunların hiçbirini ortadan kaldırmaz. Herşeyin bir düzene girmesi için, sadece sizin gitmeniz gerekiyor. 3. Geçen hafta Bill Maher’in dediği gibi, Saddam Hüseyin’le popülarite yarışına girip de kaybeden biri olarak, rezalet durumdasınız. Tüm dünya size karşı, Bay Bush. Bunların arasında Amerikalılar da var. 4. Papa, bu savaşın doğru olmadığını, bir GÜNAH olduğunu söyledi. Bunu söyleyen PAPA! Ama daha da kötüsü, artık Dixie Chicks grubu bile size karşı! Bu savaşta tek kişilik bir ordu olduğunuzu fark etmeniz için, durumun daha ne kadar kötüleşmesi gerekiyor? Tabii, bu savaşta siz kendiniz savaşmayacaksınız. Tıpkı siz asker kaçağıyken, yoksulların sizin yerinize Vietnam’a gönderildiği gibi. 5. 535 üyeli Kongre’nin, sadece BİR üyesi (Güney Dakota Senatörü Johnson’un), silahlı kuvvetlere kaydı olan bir oğlu veya kızı var! Eğer gerçekten Amerika’yı desteklemek istiyorsanız, lütfen ikiz kızlarınızı hemen Kuveyt’e gönderin ki, onlar orada kimyasal silahtan korunma giysileri içinde dolaşsınlar. Ve tabii ki, orduya katılacak yaşta çocuğu olan tüm Kongre üyelerinin, çocuklarını bu savaş için feda ettiğini görmek istiyoruz. Ne dediniz? OLMAZ MI? İyi o zaman çünkü bizce de olmaz! 6. Son olarak, Fransa’yı seviyoruz. Evet, geçmişte bazı durumların içine ettiler. Evet, bazı Fransızlar gerçekten sinirimize dokundu. Ama unutmayın ki Fransızlar olmasaydı, Amerika dediğimiz bu ülke de olmazdı. Amerikan Bağımsızlık Savaşı’ndaki yardımları sayesinde bu ülkeyi kazandığımızı unuttunuz mu? Bu ülkenin kurucuları ve en büyük düşünürlerinin -Thomas Jefferson, Ben Franklin vs.- Paris’te uzun yıl-

4

lar geçirip, Bağımsızlık Bildirisi’nin ve Anayasa’nın temel fikirlerinin rötuşlarını orada yaptıklarını unuttunuz mu? Özgürlük Heykelini bize verenin Fransa olduğunu, Chevrolet’i ilk yapanın Fransız olduğunu, sinemayı ilk yaratanın iki Fransız kardeş olduğunu unuttunuz mu? Şimdi ise, sadece iyi bir arkadaşın yaptığı şeyi yapıp, size apaçık kendiniz hakkındaki gerçekleri söylüyorlar. Fransızları kötülemekten vazgeçin ve ilk defa bir şeyi doğru yaptıkları için onlara teşekkür edin. İktidara gelmeden önce, keşke daha çok (bir defa) seyahat etmiş olsaydınız... Dünya hakkındaki cehaletiniz, sizin sadece aptal olduğunuzu değil, sıkıştığınız köşeden çıkamadığınızı da gösteriyor. Ama neşelenin, İYİ haberler de var. Eğer savaş kararı alırsanız, büyük bir ihtimalle çabuk bitecektir, çünkü benim tahminlerime göre Saddam Hüseyin’i korumak için kendi hayatlarını feda edecek Iraklı sayısı azdır. Siz savaşı “kazandıktan” sonra, herkes kazananları sevdiği için, anketler popülaritenizin arttığını gösterecektir ve kim arada sırada birinin hırpalandığını görmekten hoşlanmaz ki (bu özellikle üçüncü dünya salaklarından biriyse!) Seneye yapılacak seçimlere kadar bu zaferin tadını çıkarmaya bakın bence. Tabii seçimlere daha çok zaman var; biz de ekonominin boka battığını seyredip uzun uzun güleriz. Ama kim bilir, belki seçimlerden bir kaç gün önce Usame’nin yerini tespit edersin! Gördün mü, işte BÖYLE düşün! Umudunu yitirme! Iraklıları öldür -bizim petrolümüz onlarda! ! Saygılarımla, Michael Moore (23/03/2003) Çeviren: İrem Soydan Kaynak: www.ntvmsnbc.com


mektup ümit zafer

conilere ve tonilere mektup eyler, bizi katledebilirsiniz Bağdat’ta. Evet, bunu yapmaya muktedirsiniz. Daha önce de yaptınız, daha sonra da yaparsınız. Lakin beyler, bombalarınız sadece öldürebilir bizi, ama yok edemez. Ömrümüz ve öfkemiz sizin bombalarınızın menzilinden uzundur. Ve ardınızdan gelen ayak seslerimizi ve ensenizdeki nefesimizi, bastıramaz bomba sesleriniz. Her yanda ve her an gördüğünüz öfkeli göz, kararlı yüz, kenetlenmiş diş, sıkılı yumruk, atılan taş, edilen küfür bizimdir. Beyler, duyduk ki üzerimize “bütün bombaların anası”nı atacakmışsınız. Ala, pekala. Lakin sizin o bütün bombalarınızın anasını biz, boş bir teneke gibi tekmeleriz şaşar kalırsınız. Çünkü beyler, bütün halkların öfkesi, bütün bombaların gücünden daha da büyüktür... Hey Coniler ve dahi Toniler, bakın demedi demeyin, siz daha bu toprakların geleneklerini bilmiyorsunuz, ama biz belletiriz adama, bu toprakların töresini. Siz bilmezsiniz bu topraklardaki kan davasının hükmünü. Mesela işgal edilen toprağın, dökülen kanın davası kana kan cana candır bu topraklarda. Buralarda analar çocuklarına ninni diye kan davasının kinini fısıldar. Büyüsün de öcümüzü alsın diye. Sen o topraklardan istediğin petrolü alacaksın belki ama senden de döktüğün kanların, söndürdüğün ocakların öcü alınacaktır Coni!..

B

Keser döner, sap döner sıktığın kurşun göğsümüze çarpıp sana döner. Demedi deme Coni, burası Teksas’ın Kovboy Barlarına benzemez. Ve alçak, ve kalleş ve zalimler sevilmez buralarda. Sen istersen bu dediklerimize kulağını tıka. Ama kulağına bir tokat, bir taş ve bir ateş saplandığında eğer vaktin kalırsa hatırlarsın bu dediklerimizi. Ve “Dediydi.” dersin... Buraların insanları biraz kavruktur Coni. Tenimiz esmerdir, gözümüz kara. Yani senin “kara kafalı” dediğin insanlarız biz. Kestiğin Kızılderililer’e

5

ve ezdiğin kölelere baktığın gibi bakıyorsun bize. Öyle ya, biz senin gibi bıngıl bıngıl etli bir domuza benzemiyoruz. Lakin bizim bura insanında bir yürek vardır Coni, çataldır. Senin aklın ermez çatal yürekli olmanın ne demek olduğuna. Çünkü bizim göğsümüzün altında çatal bir yürek, senin o çelik yelekli zırhlarının altında canı tatlı bir domuz var. Adamın canı tatlı olunca, onca silaha rağmen korkar. İt gibi korkar hem de. Bu kez bombaları değil, ödü patlar kovboy dedikleri sığır çobanlarının. Korktuğunuzdan ol-


sa gerektir katledişiniz bebelerimizi dahi. Erkekçe değildir dövüşünüz. Kancık derler bizim memlekette sizin gibi adama. Kıyamet kopacakmış bizim için. Bombalarınız cehennemi yaşatacakmış bize. Öyle diyor gazete ve televizyonlarınız. Herhalde o zaman, topunuz, kanımızla kına yakacaksınız. Lakin, sizin aklınız kıyametten sonrasına basmaz. Beyninizin hard diski kaç megabayt olursa olsun, bizim ufkumuzu alamaz. Unutmasın ki Adem Baba çamurdan imal edilmemişken daha biz bu topraklarda yaşıyorduk. Ve sizin kıyametinizden sonra da bu topraklarda yaşayacağız. Yani demem o ki, bu ilk kıyamet, ilk cehennem, ilk işgal ve istila değil. Binlerce yıllık gözlerimiz, sizin de defterinizin dürüldüğünü görecektir... Geldiğinizi duyunca Ali Rumuz isimli bir pezevenk, Mardin’e bir genelev açmak istemişti Coni, sizin için. Kovboylara hizmette sınır yok diye düşünmüş o’da, başka saygın büyükleri gibi. Ali Rumuz’da, kendince “reel politik” hesaplarla, “Bir kaç dolar da ben kazanayım.” demiş olmalı. Ve fakat tarih kitapları, Rumuz Ali’ den bahsetmeyecek. Çünkü ona gelene kadar, daha büyük ve saygın meslektaşlarının uğursuz isimleri geçecek tarihe. Uğursuz ve lanetli ve kravatlı ve hakili, lacili ve daha büyük Rumuz Ali’ler bu davanın iyi halsiz sanıkları-

dır. Roma’nın Lejyoner ve İskender’in talan ordusu atanızdır sizin. Atalarınız, yağma ve talan orduların ardında birde fahişeler ordusu taşırdı. Belli ki, siz buna gerek duymuyorsunuz. “Nasılsa dostumuz Ali Rumuz’lar, çekilmedik peşkeş bırakmaz.” diye düşünüyorsunuz. Doğrudur. Ali Rumuz’lar öyledir. Ve fakat bu topraklarda “Kürdün Gelini/ İşgalciye Vermez Elini” diye bir türkü de söylenir, duydunuz mu bilmem... Ve o gelinler ve o çocuklar ve o delikanlılar ve o adamlar ve kadınların size sunacakları tek bir şeyleri vardır, adına “nefret” derler. Bu nefreti; kini ve öfkeyi çekecek kadar alçak olanlar, iflah olmaz artık. Adam değilsiniz siz de. Buralarda adam sayılmanın ölçütü, mert olmaktır. Değilsiniz Coni, cümlenizi toplasak, bir adam etmezsiniz. Çünkü, namertsiniz. Duyuyor musun Coni, dünyanın bütün meydanlarında farklı dillerde ama tek bir yürekle ”Kah-

6

rolsun Amerika!..” diyen sesler yükseliyor. Rezil rüsva bir kepazelikle insan içine çıkamaz oldunuz. Tecrit oldunuz Coni tecrit! Bizi sadece duvarlar tecrit ediyor, ama sizi halklar tecrit etti Coni. Duvarların bir sonu vardır, biter bir yerde. Bastille’nin duvarları gibi çöker bir gün. Lakin halkların öfkesi bakidir. İstediğin kadar bombala, yıkamazsın o öfkeyi. Ama senin saltanatın yıkılır ve yıkılacak bir gün Coni. Ne saraylar, ne saltanatlar çöktü, Beyaz Saray’da çöker bir gün. O kadar güvenme. Gün olur devran döner. Bugün, sizi halk içine çıkamayacak kadar tecrit eden “baldırı çıplaklar”, yarın yayıldığınız her yanda ümüğünüze çöker Coni. Siz tarihten ibret almasanızda, tarihin ve hayatın yasaları hükmünü verdi çoktan. Gereği düşünüldü, kalem kırıldı. Geriye kalan, siciminizi çekmektir artık. Değil halklar, karıncalar, kediler, çiçekler, böcekler ve bulutlar bile sandalyenize tekme atmak için ayağını uzatacak. Öyle uğursuz ve lanetlisiniz işte. Ve ancak sizin kadar alçak, kalleş ve zalim olanlar bu denli lanetlenmiştir. Soyunuz Dehak’a dayanır Coni, bizse Demirci Kawa’nın torunlarıyız. Adalıyız! Umudun insanıyız!


günlük

cihan

keflkek-eylül

iflcan

ba¤dat güncesi 26 Mart 2003; - Sabah Dr. Haşimi bizim evde kalan Phil, Jorgen ve Guillermo’yla özel bir toplantı yaptı ve güvenlik, gizli sebeplerden kaynaklı, ülkeyi terketmelerini istedi. Bu gelişme birçok insanı etkiledi. İki gün sonra 5 kişinin gitmesinin bir sebebi de bu oldu, kendilerince. - Gün içerisinde iletişim kurmak için otele gittik, fakat tüm iletişim ağı kapalıydı. - Bugün genel itibariyle notlarımızı toplamakla, bireysel çalışmalarımıza ayırdık. 27 Mart 2003; - Öğleye doğru Phil, Jorgen, Guillermo ve yanlarında Ethem Abi, Michel ve diğer iki arkadaş gitti. İlk dönemden sürekli beraber hareket ettiğimiz son kişi olan Ethem Abi de böylece gitmiş oldu. - Akşama doğru eve döndük. Akşam 6-7 gibi rafineri alanı içerisinde bir ufak kule isabet aldı. Patlayıp yandı. İtfaiye kısa sürede söndürdü. - Bu gece sabaha kadar bombalamalar sürdü. - Türkiye basınından sadece İHA kaldı. Hepsinin terkettiğini öğrendik. İHA’yla görüştük. Bir süredir arkadaşlarla bağlantımızın kesildiğini söyledik. Onlar da, keşke az önce gelseydiniz, canlı yayında arkadaşlarınıza söyleyeceklerinizi söylerdiniz dediler. Arasıra uğrayın diyorlar. Biz de uğrarız dedik. - Türkiye’den iki kişinin gelmesi bekleniyor. Onlarla tekrar para getirme imkanımız olabilir, görüşebilirsek eğer telefonla. 28 Mart 2003; - Rafinerideki konteynırlarda kalan altı G. Afrikalı sabahtan Bağdat’tan ay-

rıldı. Yeni bir ekibin bundan sonra geleceğini söylediler. - Saat 14:30’da Medya Center’a giderek çatısına çıkıp eylem yaptık. Pankartlarla ve sloganlarla Bush’u, Blair’ı, Aznar’ı, yalancı medyayı protesto ettik. Bombalamanın durmasını istedik. - İletişim yolları kapalı. Dün akşamki bombardımanda iletişim kulesini vurmuşlar. İnternet bağlantısı yok. Telefon da sadece İngiltere’ye ve Amerika’ya açılabiliyor, ilginç bir şekilde. Bir de İspanya’ya olsaydı tam olacaktı herhalde. - Akşam rafineriye dönerken biraz alışveriş yaptık. Şu anda burada dört canlı kalkanız. Cihan, Eylül, Faith, Usama... Faith Amerikalı, Usama ise Irak asıllı Avustralya vatandaşı. - Gece eve gelen komşu iki Iraklı ve diğer arkadaşlarla güzel bir sohbet yaptık. Bu arkadaşlar bazen uğruyorlar. Aileleri gitmiş, kendileri silahlarıyla birlikte evde bekliyorlar. Buradaki her aileye silah dağıtılmış hemen hemen. 29 Mart 2003; - Sanırım iletişimimiz bundan sonra sorunlu olacak. Sadece İngiltere ve ABD hatlarına çalıştığı için. Buradaki bir Türkiyeli gazeteci arkadaşın İngiltere’deki arkadaşları aracılığıyla bizim

7

oradaki derneğe bizi, Bağdat’ı aramalarını söylettirmeye çalışıyoruz, bize ulaşabilirlerse. - Diğer arkadaşlara, bir-iki gün içerisinde mini bir konser vermek istediğimizi söyledik. Önerimizi hemen desteklediler. Diğer yabancılardan şarkı söyleyenler ve Iraklı müzisyenlerle beraber (bu koşullarda bulmak biraz zor ama...) yapmayı düşünüyoruz. Moral konseri gibi. Çeviri yaptırarak olabilir. - Bugün saat 13:00’te Amerika’nın katil uçaklarının bombaladığı iki yeri ziyaret ettik. Birinci yer bir Pazar yeriydi. 6-7 tane yanyana dükkan paramparça olmuştu. Bir bombanın isabet ettiği bu yerde gündüz saati kalabalığında toplam 58 insan yaşamını yitirmişti bir


gün önce. Gittiğimizde yerdeki kanlar hala duruyordu. Paramparça kıyafetler, ayakkabılar v.s. İkinci yer ise Al-Yarmuk Hastanesi’nin arka tarafındaydı. 5 bina yıkılmıştı. Toplam 12 kişi ölmüştü. 7’si çocuk. Yıkıntılardan arta kalan, oyuncak bebekler, eşyalar vardı. Buradan sağlam gibi görünen bir Arapça kaseti özenle temizleyerek yanımıza aldık. Daha sonra, bu kaseti temizleyip tamir ettikten sonra, Iraklı arkadaşlarla dinledik. Bu kasetin Irak’ta çok sevilen bir şarkıcıya, Mahmud Anvar’a ait olduğunu öğrendik. Mahmud Anvar, 1985 yılındaki İran-Irak savaşında aynı zamanda cephede askerlik yapıyormuş. Savaşta sağ bacağını kaybetmiş. Şu anda da hayatta değilmiş. Şimdi o kaseti dinlediğimizde yıkıntılar altındaki çocukları, onların oyuncak bebeklerini ve Mahmud Anvar’ı hatırlıyoruz. - Bir Irak TV’si Eylül’le de röportaj yaptı. - Akşam eve geldik ve günlük işlerimize devam ettik. (Yemek, sohbet, notlar, v.s) 30 Mart 2003; - Bu sayfaya geçerken – tam 30 Mart.... yazarken- alarm sesleri abartılı bir şekilde çaldı. Ve ardından hiç beklemediğimiz bir şekilde bir tane füze olduğunu düşündüğümüz nesne uçak sesi vererek üzerimizden, çok yakınımızdan geçti. Bu kısmı camların önünden başka bir yere geçtikten sonra yazıyoruz... Bizim yanımıza düşecek gözüyle bakıyorduk. Ama düştüğü yerde patlamadı galiba, ya da nehire düştü. İşte böyle anlık oluyor. Tıpkı bir gün önceki insanların pazaryerinde alışveriş yaparken, ya da evlerinde çocuklar oyuncaklarıyla oynarken olduğu gibi.... (saat:22.08) - Başka şeyler yazacakken bu sayfaya yine bombayla başladık. - Bugün büyük ailemizin 9. yaş günü... - Büyük ailemizin 9. yılını da kutluyoruz, umudumuzun adını taşımaya devam ediyoruz... - Gün içerisinde otele gittik, bütün TV’ler Filistin Oteli’ne taşınmış. Türkiye’den de sadece İHA var. İHA’yla görüştük. Onların uydu telefonundan arkadaşlarla görüşmek için, yarına anlaştık. - Bugün, dün gittiğimiz pazaryeri bölgesinin yakınının, bu sabah tekrar bombalandığını öğrendik. Bush’un askerleri hedefi bulana kadar bir sürü insan ölecek herhalde burada... - Bugün sabahtan itibaren bütün gün boyunca bombalar hiç susmadı.

Uçaklar hiç eksik olmadı tepemizden. 31 Mart 2003; - Cihan fotoğrafları almak için ve iletişim kurmak için Filistin Oteli’ne gitti. International Comitee Of Geneve binasından (Red Cross) size telefonla bir kereliğe mahsus olarak izin alarak ulaştık. - Burada canlı kalkan olarak bulunan gazeteci Faruk Zapçı’nın uydu telefonuna el konuldu. - Türkiye’den buraya gelme ihtimali bulunan arkadaşlara ulaşmaya çalıştık. - İHA’yla telefon iletişimi için konuştuk. Size telefonlarını vereceğiz ve çok meşgul edilmemekle beraber aranıp not bırakılabilecek. - Bugün 7 Nisan Su Tesisleri’nde sorun yaşayıp bizim eve gelen birisi oldu. Avustralyalı, Rose Marry isimli yaşlı bir kadın. - Eylül’ler Amerikalı Faith’le birlikte

“Düşman her yerde aynıydı, katil, katliamcı, yokediciydi. Cesetlerden inanılmaz bir koku yayılıyordu etrafa.“

evde genel temizlik yaptılar. 1 Nisan 2003; - Bugün 10 bin dolar bulduk. Yolda yürürken bir de baktık ne görelim, ilk başta yukarıdan bir ışık saçıldı, ardından nur yüzlü bir dede bize para attı. Alın çocuklarım siz devrimcisiniz, her ne kadar bizlere inanmasanız da sizi çok sevdim nedendir bilmiyorum. Kaç gündür sizi takip ediyorum, arkadaşlarınıza ulaşmaya çalışıyorsunuz, dedi ve Allah sizi bombalardan korusun evlatlarım deyip, fısss... diye bir ses ve duman bırakarak ortadan kayboldu. - Bugün, Türkiye’den canlı kalkan ve mücahitlerin olduğu kalabalalık bir ekip geleceği duyumunu aldık. (Fakat daha sonraki günlerde beklentilerimizin boş çıktığını gördük.) - Birazdan İHA’nın telefonundan size ulaşmaya çalışacağız. - Arkadaşlar, biliyorsunuz bugün 1 Nisan. Size yazdığımız ilk cümledeki para olayı bir şakadan ibaretti. Sadece bu ilk cümle, diğerleri normal şeyler.

8

Böyle bir günde ulaşabildiğimiz bir tek size şaka yapmak istedik. - İsviçreli bir arkadaş, yarın sabah Bağdat’tan ayrılıyor. Ona, bir disket içerisinde bu günlüğü, bir öykü, şiir v.b şeyleri size yolluyoruz. Aşağıdaki adreslere bunları mail olarak yollayacak. - Bugünden itibaren, canlı kalkanların iletişim yeri ve ofisi Filistin Oteli’nin karşısındaki Shereton Oteli’ne taşınıyor, dünya medyası da Filistin Oteli’nde kalacak. - İsviçreli arkadaş Sigge’yle birlikte bir disket içerisinde öykü, şiir, günlük v.s. gibi şeyleri gönderdik. Suriye’den ya da başka bir yerden mail yoluyla size gönderecek. - Bugün, İHA’yla arkadaşları aramak için yarına telefon görüşmesi ayarladık. - 3 Iraklı komşumuz ziyaretimize geldi, sohbet ettik. - Akşam da; Bağdat’tan Suriye’ye giden, içerisinde canlı kalkanların da olduğu bir otobüsün bombalandığını öğrendik. Olayda 2 Amerikalı’nın öldüğü söylenirken çevredeki evlerden de 9 kişinin öldüğü söylendi. Otobüste olan Amerikalılar’dan birini tanıyoruz galiba. Daha önce tanıştığımız, hapishanelerle, politik tutsaklarla ilgili çalışmalar yapan bir organizasyonla çalışıyormuş. E-mail adresini almıştık ve Türkiye’deki hapishanelerden, arkadaşlardan bahsetmiştik. 2 Nisan 2003; - Sabah üç yeni arkadaş geldi. Biri Kazakistanlı, biri Bulgaristanlı, biri de Kanadalı... Bu arkadaşlar bayağı bir ilginç ve gizemli geldi bize ilk başta. Kanadalı olan Muhammed evli, 4 yıl önce islamiyeti seçmiş, buraya da kılıcıyla cihada gelmiş. Kazakistanlı arkadaş Abdullah, 40 yaşlarında, çatpat Türkçe, biraz Arapça konuşan birisi, Rusça’yı iyi biliyor. O da bıçağıyla ve Kazaklar’a özgü kıyafeti, kızak şeklindeki eşya sandığıyla gelmiş. Bulgaristanlı Jordan ise, komünist düşünceli bir arkadaş. O da gerekirse Amerikalılar’la savaşacağını söylüyor. İlk geldiklerinde evde bulunan Amerikalı Faith onları kabul etmek istemedi. Tartıştılar ve evden karavanlara gittiler. Ardından birkaç gün sonra bizim de istememizle Kazakistanlı ve Bulgaristanlı arkadaşlar bizim eve yerleşti. Kanadalı arkadaş da, savaşması için izin verilmediğinden ülkesine geri döndü. - Bugün İHA’dan arkadaşlara telefon açtık. NTV, yarın sabah bizimle canlı yayın yapmak istediğini söyledi ve randevulaştık. Burada sadece İHA


var, İHA diğer TV’lere de yayınlar yapıyor. Yabancı TV’ler de dahil... - Akşam eve gelirken, değişiklik olsun diye meyve-sebze aldık. 3 Nisan 2003; - Saat 10.00’da NTV’de canlı yayına katıldık. Niye burada olmak gerektiğinden, neler yaptığımızdan, Amerika’nın savaşının niye haksız olduğundan, bunu artık bütün dünyanın bildiğinden, herkesin sokaklarda olduğundan, Irak halkının haklı ve kendi savunmasının meşru olduğundan bahsettik. - ABD askerlerinin yaklaştığı duyumlarını aldık. - Bugün üç Yunan, arkadaşla tanıştık, kısa bir sohbet ederek yarın için saat: 13.00’e randevulaştık. - Gece elektriklerimiz kesildi, mum ışığında, yapmayı düşündüğümüz konsere biraz çalıştık. Konserde bazı Arapça parçalar da söylemeyi düşünüyoruz. 4 Nisan 2003;

“Arkamızda hastanelerin acısını, yollardaki bombalanmış arabaları, ölü bedenleri, yıkık binaları bırakarak geldik” - Yunan arkadaşlarla uzun bir sohbet yaptık bugün. Dimitri, Babis ve Marina... Cihan’ı arkadaşları olan bir gazeteciyle tanıştırdılar. Bir sorun olduğunda yardımcı olabilir dediler. - İHA elemanları bir gazete için Cihan’la röportaj yaptı. - İngiltereli arkadaşlar Robin ve John’la yapacağımız konserde gitar çalmalarını istedik. 5 Nisan 2003; - Sabah çok yoğun sarsıntılarla kalktık. Gece boyunca da sürmüştü zaten. Bu sefer yukarıdan atılan bombalardan dolayı sallanmıyorduk, yukarıdan gelmiyordu sarsıntı, yan taraflardan, duvarlardan geliyordu. Sanki bir basınç yapıyordu duvarlara. Bunun tanklar olduğunu tahmin ettik. Akşam öğrendik ki bizim bölgeye Amerikan askerleri indirme yapmış ve çok yoğun çarpışmalar olmuş. - Amerikalı’ların ele geçirdiği

Saddam Havaalanı bugün tekrar alındı. Saddam Hüseyin oraya gidip namaz kıldı. Halk çok mutluydu. Günlerdir asık suratlı olan yüzler bugün gülüyordu. - FEDA... Hem imha edilen Amerikan tankı bir değil, iki üç feda demekti. Ve fedalar devam ediyordu. - Öğle 12.00’de Sharaton Otel’e gittik. İHA’cılarla görüştük, sonra sizlerle telefonla görüştük. Her görüştüğümüzde sanki görmüş gibi oluyoruz sizleri. Yani çok mutlu oluyoruz. Grup Yorum’un çıkardığı single’ı dinledik ve Ümit Abi’nin yazdığı şiiri. Çok beğendik ve duygulandık. Sanki bizim duygularımız dile gelmiş gibiydi. - Konuşmamız sonucunda kafamızda oluşan pek çok soruya cevap bulmuş olduk. - Sonra otele geri döndük, Dr. Haşimi ile görüştük. Bize teşekkür etti. Beklememiz gerektiğini, bizim şu anda çok önemli bir iş yaptığımızı onlar için bunun gerçekten çok önemli olduğunu şimdilik söylediğimiz şeye gerek olmadığını dile getirdi. Biz ısrar ettiğimizde, ciddi olduğumuzu söylediğimizde, bunu soracağını unutmayacağını söyledi. Tekrar tekrar teşekkür etti, kendimize iyi bakmamızı söyledi. - Biz de açıkçası hayal kırıklığına uğradık. Hemen cepheye gidebileceğimiz umudumuz vardı. Ne yapmamız gerekiyorsa onu yapmaya çalışacağız. Yani Dr. Haşimi ile görüşmelerimiz sürecek. - Sonra bir eylem düzenledik dövizlerin üzerine sloganlar yazıp Filistin Oteli’nin önüne gittik. Orada medyanın karşısında sloganlar attık, hala Irak’ta Bağdat’ta olduğumuzu savaşın durdurulmasını, petrol için kan dökülmemesini istediğimiz sloganları söyledik. Bizim tuttuğumuz dövizlerde sadece barış, çocuk ölümünü istememekle sınırlı kalan diğerlerinden farklı olarak, arapça “Kadın erkek bütün Iraklı’lar vatanı savunmalıdır” İngilizce ve Türkçe olarak “Bush ve Blair uluslararası teröristtir.” “Irak’taki katliamı durdurun.” yazılıydı. - Rus, Türk, Japon ve diğer dünya basınından kameralar vardı. İHA ile canlı yayına bağlandık. - Eve dönmek istediğimizde hiçbir taksici bizim bölgeye gitmek istemiyordu. Çünkü gideceğimiz yol çok tehlikeliydi, pek çok araba bu yol üzerinde bombalanmıştı. Sonunda bir tane bulabildik ve eve döndük. 6 Nisan 2003;

9

- Gece uyumadığımız için sabah geç kalktık. Öğle yemeğinden sonra otele gitmek istedik. Fakat yolun çok tehlikeli olduğunu söyleyerek izin vermek istemediler. Bugün uçaklar bir taksiyi bombalamış ve onun dışında birçok yeri bombalamış. En sonunda bir araba verdiler ve 5 dakikalığına otele giderek işlerimizi halletmeye çalıştık. Yunan arkadaşlarla karşılaştık. Bir iki gün önce ülkeden ayrılmak isteyen arkadaşların sınırdan geri dönmek zorunda kaldıklarını öğrendik. Yollar çok tehlikeliymiş. 5 dakika içerisinde ben sekreteryayla, görevlilerle konser işini görüştüm. Şu anda zor olduğunu, kusura bakmamamızı ve sakin günlerde ayarlamaya çalışacaklarını söylediler. (Iraklı müzisyen, ses düzeni,gitar ayarlama konusunda...) - Eylül de İHA'ya telefon gelip gelmediğini sormaya gitti. Telefon gelmemiş. Sonra geri döndük. - Bu arada, dün ilk defa telefondan arkadaşın sesiyle Yorum'un yeni single'nı dinledik. Şarkıyı ve şiiri, bu çok hoşumuza gitti. - Akşam misafirlerimiz vardı. Komşularımız bizi ziyarete geldi. Sohbet ettik. Birlikte türküler söyledik, halaylar çektik. Güzel bir geceydi. Bombalara rağmen herkes çok mutluydu. 7 Nisan 2003; - Yoğun bombardıman altındayız. Geceler gündüzler karışıyor birbirine. - Cihan otele gitti, sizlerle görüştü. Telefonda yeni çıkacak kasetin parçasını ve şiirini tekrar dinledi, ezberlememiz için.

“Bir tır dolusu yanmış, parçalanmış insan cesetlerini gördük.”

- Evde yeni parçaya çalıştık. Komşularımız geldiler bize meyve getirmişler. Biz de çocuklara çikolata verdik. Biraz sohbet ettik. Akşam bizim sitede bulunan gençler geldi yine. Oturup sohbet ettik, saz çalıp türküler söyledik, halaylar çektik. Bizim türkülerle Irak ‘debki’si ve ‘çobi’ halayını, sonra onların türküleriyle bizim halayları oynadık, tavla oynadık. Artık ev, bir kültür merkezi havasını almış gibiydi. - Amerikalılar bugün ısrarla Bağ-


dat'ı almak istiyorlarmış. Çünkü bugün Saddam'ın doğum günü! 8 Nisan 2003; - Sabah bizim bölgede yoğun çatışmalar oldu. Şu anda da devam ediyor. Faith'le sabah helikopter sesi duyduk ama net bilmiyoruz. - Usama bugün evden ayrıldı. - Öğleye doğru otele gittik. Belçikalı bayan doktor Claiere'le görüştük. Biraz sohbet ettik. Yunan arkadaşlarla görüştük. Onların gazeteci arkadaşından telefon görüşmesi yapacaktık fakat arkadaşları geç geldi, işten. Bizim de dönmemiz gerekiyordu. Yarın görüşme yaparız diye ayrıldık. Otelde hiçbir yetkili, canlı kalkan sekreteryası yoktu. - Daura elektrik, G.Bağdat elektrik ve su tesislerindeki arkadaşları, bulundukları yer güvenli olmadığı söylenerek Shereton Oteli'ne getirimişler. - Otelde bulunduğumuz sırada karşıdaki Filistin Oteli'nin 17.katına, Amerika roket salladı. Yalnış değilse 4 gazeteci hayatını kaybetmiş. (Daha sonraki günlerde ABD bu saldırıyı üstlendi.) - Akşam eve dönerken yolların bomboş olduğunu, hiçbir askerin olmadığını görünce bayağı bir şaşırdık. Ya başka bölgeye gittiler ya da geri çekildiler diye düşündük. Çok garip bir hava vardı Bağdat'ta ve yollarda. Önceki günler gibi değildi. Eve vardığımızda, evde de hiçbir görevli kalmamıştı, buradaki silahlı askerler de askeri kıyafetlerini atmış, silahları saklamıştı. Aynı zamanda askerlik de yapan bazı petrol rafinerisi görevlileri, askeri kıyafetlerini değiştirip, iş kıyafetlerine dönmüştü. Artık kendi başımızaydık. Buradaki insanlar, komşularımız ihtiyaçlarımızla ilgileniyordu. Akşam arkadaşlar yine geldi, türküler söyledik, çok duygulu anlar yaşandı, ağlayanlar oldu. Çünkü, artık asker diye bir şey kalmamıştı. 9 Nisan 2003; Bugün hiçbir yere gidemedik. Bütün yollar kapanmıştı. Amerikalılar'ın artık Bağdat'a girdiklerini öğrendik. Sonrasında televizyondan izledik. Düşman heryeri işgal etmişti. Artık Irak TV’si, radyosu kalmamıştı. Sadece İran Sahar 1 TV’si çekiyordu. Televizyonda birkaç canlı kalkan gördük. Uzma, Robin, John Amerikan askerlerine karşılık slogan atıyorlardı. Televizyonda Saddam heykelinin yıkılışını gösteriyorlardı. Artık başımızda hiçbir görevli yoktu. Buradaki rafineri yetkilileri bizim isimlerimizi ve benzeri bilgilerimizi aldılar, herhangi bir duruma karşılık. Gençler sürekli yanımızdalar, geç saatlere kadar

bizimle birlikte kalıyorlar, çünkü çok fazla hırsızlık, öldürme olayları oluyor. Biz de kendi güvenliğimizi almaya çalışıyoruz. 10 Nisan 2003; - Tüm Bağdat'ta ve bizim bölgede yağmacılar var. Irak halkı birbirine düşürülmeye çalışılıyor. Yağmalamayı gerçekleştirenler, değişik bölgelerden, hatta Irak dışından, Irak içerisindekiler de birbirine muhalif çevreler. Mesela Bağdat’lı, Bağdat’ı yağmalamıyor. Bazı yerlerde de Amerikan askerleri dükkanların camlarını kırıp insanları teşvik ediyor. Hiçbir şey medyaya yansıdığı gibi değil.

“Kolları bacakları kopanlar, kan kaybedenler, inleyenler, başlarındakilerin feryadları, doktorların koşuşturmaları...” - Arkadaşlardan Arapça öğrenmeye çalışıyoruz. 11 Nisan 2003; - Bugün Amerikan askerlerinin geleceğini zannediyorduk, gelmediler. Rafinerinin müdürü Filistin Otel'e gitmiş ve bir takım insanlarla görüşmüş. Bundan sonra bu petrol rafinerisini bir İngiliz şirketi yönetecekmiş. - Rafinerinin müdürüyle görüştüğümüzde yarın belki Bağdat'a gitme imkanımızın olabileceğinden bahsetti. Bir de yarın İngiliz şirketinden insanlar gelebilir. Bu bölgedeki evler Amerikan askerleri tarafından kontrol edilip tüm silahlara el konabilirmiş. Son üç gündür neyin ne zaman ve nasıl olacağı belli değil. Tam bir belirsizlik var. Her an Alibaba (hırsız) dedikleri gruplar gelip, bizim eve de uğrayabilirler. Silahlarıyla insanları soyabiliyorlar. Bizim yan komşu Ziyad üç tane Alibaba öldürmek zorunda kaldığını söyledi bugün. Bu durum burada bayağı ciddi. 12 Nisan 2003; - Bugün Amerikan askerleri petrol rafinerisine geldiler. Tanklardan, zırhlı araçlardan oluşan uzun bir konvoyla... Öğleye doğru Uzma ve Luis geldiler. Günlerdir diğer bölgelerde bulunan

10

canlı kalkanlarla görüşemiyorduk. Arkadaşlar otelden bizi merak ettikleri için gelmişler. Diğer canlı kalkanlar da şu anda Shereton Otel'delermiş. Büyük bir bölümü bugün ülkelerine dönmüş. Otelde ne yiyecek, ne içecek hiçbir şey yokmuş. Bizde olan suları, yiyecekleri hazırlayıp otele gittik. - Eve geri dönecektik, Türkiyeli basının yanına gittik, sizlere telefon açtık. Sonra otelden Faith'i alıp Yunan arkadaşlarla birlikte yiyecek bir şeyler bulmaya gittik. Yemek yiyeceğimiz seyyar kebapçının karşısında bir hristiyan hastanesi vardı. Faith'le Eylül orayı ziyarete gittiler. Hastanenin önünde Amerikan askerleri vardı. Dönüşte askerlerle tartışmışlar. - Sonrasında ise rafineriye geri döndük. Bu gece evimizde son gecemizdi. Temizlik yaptık. Bütün yiyecek, ilaç, su stoklarını topladık. Sonra arkadaşlar geldi. Sohbet ettik. Bir kasete kayıt yaptık, hatıra kalsın diye. Duygusal anlar yaşadık. Arkadaşlar gideceğimiz için çok üzülüyorlardı. Tabii duygularımız karşılıklıydı. Birbirimize çok alışmıştık. En zor anları birlikte yaşamıştık. Güzel bir gece oldu bizler için. Sürekli bizleri unutmayın diyorlardı. Tekrar gelmemizi istiyorlardı. Yani unutulmayacak anlardan birini yaşamıştık. Yarın bizleri geçirmeye geleceklerini söyleyerek ayrılmışlardı. Son kez birbirimize “Irraki Ğaden, Allah Meak” demiştik. Gözlerinde yaşlarla gittiler. Yani duygusal bir tabloydu. Biz de zor hakim olduk. 13 Nisan 2003; - Sabah petrol rafinesindeki evimizden ayrıldık. Ayrılırken, yiyecek ve su stoklarının büyük bir kısmını komşulara verdik, yiyeceklerin bir kısmını da oteldeki arkadaşlara ayırdık. İlaçları da hastaneye vermek üzere yanımıza aldık. - Otele vardığımızda Amerikan askerlerinin oluşturduğu kontrol noktasında problem yaşadık. Bizi öteki tarafa geçirmek istemediler. Tartıştık. Çantamızın bir tanesini askeri noktanın öbür tarafına attık, izin vermediler. Sonra eşyalarımızla birlikte basının olduğu taraftaki kontrol noktasından geçebildik. - Otele eşyalarımızı bıraktık. Sonra bir gazeteci ile birlikte biz yedi canlı kalkan, Saddam Hüseyin Hastanesi'ne gittik. İlk önce hastane yanındaki bir tır dolusu yanmış, parçalanmış insan cesetlerini gördük. Onları o şekilde görünce 19 Aralık geldi aklımıza. Düşman her yerde aynıydı, katil, katliamcı, yokediciydi. Cesetlerden inanılmaz bir koku yayılıyordu etrafa.


- Amerikan askerleri hastaneyi de ablukaya almıştı. Dayanamayıp Amerikan askerleriyle tartışmaya girdik. Onlar da tanklarının üstünde, yanında durmuş bizi izliyorlardı. Bize karşı söyleyebilecekleri, verebilecekleri cevapları yoktu. Onların, sadece son model silahları vardı ve isterlerse onları kullanırlardı. - Hastanenin içi daha iç karartıcıydı. Her yer yaralı insanlarla doluydu. Doktorlarla konuşup, getirdiğimizi, dört çanta ilacı onlara teslim ettik. Sonra hastaları ziyaret ettik. Durumları çok kötüydü. Doktorların da söylediği gibi susuzluktan, ilaç ve tedavi gibi yeterli malzeme olmadığından, insanlar göz göre göre ölüyorlardı. Kolları bacakları kopanlar, kan kaybedenler, inleyenler, başlarındakilerin feryadları, doktorların koşuşturmaları... - Hastane çıkışında tekrar askerlerle tartıştık. Bu sert tartışmanın ardından askerin bir tanesi arkamızdan bize silahını doğrultup tetiği hazırlayarak, öldüreceğini söyledi. Bir diğeri de onu tuttu. - Sonra yarın için araba ayarlamak için otele döndük. - Yunan arkadaşlarla birlikte ortaklaşa bir araba kiraladık, Ürdün’e gitmek için. Gazeteci ve canlı kalkan arkadaşlarla birlikte bir konvoyla gideceğiz. Türkiyeli gazetecileri ziyarete gittik. - Sizleri aradık son bir kere Bağdat’tan. - Gece Belçikalı bir doktorla tanıştık. Daha sonra uzun bir sohbet ettik. ülkemizdeki ölüm oruçları hakkında konuştuk. Sonra Bağdat'taki halkın durumunu, neler yapabileceğimizi konuştuk. - Sohbet sırasında silah sesleri duyduk. Gazeteciler, televizyoncular kameralarını alıp, görüntü almaya gittiler. Döndüklerinde öğrendik ki bizim otelin arkasında çatışma olmuş. 3 Iraklı ölmüş 2 tanesi tutuklanmış. Ayrıca 4 ABD askeri yaralanmış diye söylediler, belki de öldü... 14 Nisan 2003; - Saat 06.00 gibi kalktık, daha sonra 19 araçlık konvoyla Bağdat'tan ayrıldık. Bizim araçta dört kişiydik. Babis, Marina, Eylül, Cihan.. Yol boyunca bir sorunla karşılaşmadık. Yolları, binaları görünce, sanki büyük bir canavarın yolları, yerleri tutup ters çevirip salladığını düşündük. Çünkü her taraf sağlı sollu, alevler içinde, yol boyunca her tarafta parçalanmış araçlar, askeri Irak arçaları, cesetler, yanmaya devam eden bakanlık binaları v.s. - Irak sınırı diye bir şey kalmamıştı.

Hiçbir kontrol yapılmadan Ürdün'e geçtik. Yol boyunca bütün ülkenin harabeye çevrildiğini gördük. Arkadaşlarımızı, Iraklı ailelerimizi ve Bağdat'ı bırakıp geldik. Arkamızda hastanelerin acısını, yollardaki bombalanmış arabaları, ölü bedenleri, yıkık binaları bırakarak geldik, insanın çok zoruna gidiyor. - Akşam saatlerinde Amman'a vardık. Al-Saraya Oteli'ne yerleştik. Burası canlı kalkanların buluşma noktası gibi, bir tane canlı kalkan ofisi var. Otele girdiğimizde gördük ki daha önce gelen canlı kalkanların bir kısmı da burada. Eski arkadaşlarla Bağdat'la ilgili konuştuk. Halen Bağdat'taymışız gibi geliyordu. Şimdiden Bağdat'ı çok özledik. Amerikan emperyalizmiyle kirlenmemiş nadir yerlerden biri de Irak'tı bizce...

“Şimdiden Bağdat'ı çok özledik. Amerikan emperyalizmiyle kirlenmemiş nadir yerlerden biri de Irak'tı bizce...”

15 Nisan 2003; - Sabah Yunan arkadaşlarla Suriye'ye Şam’a gittik, onların arkadaşlarıyla görüşmek için. - Akşam saat 22.00 gibi otele vardık. Eski canlı kalkan arkadaşlarımız Anissa ve Rodrigo'yla görüştük. Yunan arkadaşların çalıştığı gazeteye röpörtaj yaptık. Yunan arkadaşlar Marina ve Babis, sabah 04.00'te ayrılacağı için, onlarla görüştük. Diğer canlı kalkanlarla oturup sohbet ettik. 16 Nisan 2003; - Günlüğümüzün eksik kalan kısmını tamamlamaya çalıştık. - Cihan dışarıya çıktı, Arapça kaset ve CD’ler aldı. - Haber Ajansı'yla mail yoluyla röpörtaj yaptık. - Basın açıklaması organize etmeye çalıştık, fakat aksadı, arkadaşlar yoktu. - Sonra dışarı çıkıp yemek yedik. 17 Nisan 2003; - Basınla görüşmek için İntercontinental Oteli'ne gittik. Oranın basın ofisine burada olduğumuzu, ismimizi ve

11

telefonlarımızı, otelimizi yazdık. Oradakileri onlara da anlatmalıydık. Irak’taki çocukların, hastanedeki yaralıların gözleri bunu bekliyordu bizlerden, onlarla karşılaştığımızda. Ürdün’de NTV muhabiriyle görüştük telefonla, yarın geleceğini söyledi. Gelirken bir taksiciyle tanıştık, eşi Antakyalı'ymış, bizleri çok sıcak karşıladılar, taksi parası almadı. Sonra da arayabilirsiniz dedi. - Yarın büyük ihtimalle basın açıklaması yapacağız. - Bu gece Bağdat'tan 5 canlı kalkan arkadaş daha geldi. Böylece beklediğimiz arkadaşlar da gelince yarın ki basın açıklamasını gündeme getirdik. Ve organizesini biz aldık. 18 Nisan 2003; - Sabah 08.00'de bir Avustralya radyosuyla Cihan 20 dakikalık ropörtaj yaptı. - Sonrasından sizlerle görüştük. Daha sonra NTV muhabiri geldi. Genel durum üzerine konuştuk. Sonra saat 12.00'de NTV'de canlı telefon bağlantısı yaptık. - Akşam 19.30 gibi basın toplantısı yaptık. Basın açıklamasında kolaylaştırıcılığı biz yaptık. Bir saate yakın sürdü. BBC, Suriye Kanalı, Japon, İsviçre medyaları vardı. - Basın açıklamasının hemen ardından arkadaşlarla görüştük ve oraya özgü taksilerden ayarlayıp Şam’a doğru saat 22.00'de yola çıktık. Gece 02.30 gibi Şam'a vardık. 19 Nisan 2003; - Şansımıza oraya gelen Şam-Halep otobüsüne bindik. Sabah 07.30 gibi Halep'e vardık. - Ardından otobüs parasına taksi bulduk, arkadaşın bize yardımcı olmasıyla Kilis'e geçtik. - Saat 10.50’de Kilis’e vardığımızda İstanbul için kalkmak üzere olan 11.00 otobüsüne bindik ve İstanbul yollarına çıktık. Artık yanınıza geliyoruz, bu da apayrı bir duygu. 20 Nisan 2003; - İstanbul'da sabah saat 07.30'da indik. - Ardından servisle İdil Kültür Merkezi'ne geldik. ... - Ve sonrasında uzun bir aradan sonra, bugün varolan konserimize çıktık. Bu da bizim için çok farklı bir şeydi. Oradan gelebileceğimizi hiç düşünmediğimiz bir zamanın ardından ülkeye dönüp, hasretleşip, konsere çıkmak, bizi duygulandırdı. ✔


fliir

“Ama flimdi oturman›n zaman› m›? Bak Irak’ta çocuklar katlediliyor Bütün dünyan›n gözleri önünde Filistin’de analar›n 盤l›¤› arfl-› alaya yükseliyor Ve sen bütün bunlar› bilmene ra¤men oturuyorsun Bilmiyorum belki hesap kitap iflidir Elinde olan› kaybetmek istemiyorsun Baba, bir geriye dön bak Kaybettiklerin, kaybedeceklerinin neresinde Neresinde benim, Canan’›n kaybettikleri? Dün gece düflümde gördüm

Yani ben? Yani Canan neler kaybettik?

Canan’› de¤il ama Zehra’y› gördüm

Kaybettik ama bir ah dedi¤imiz duyuldu mu?

Canan’›n ablas›n›,

Duyan var m› s›zland›¤›m›z›?

Canan’›n öbür yar›s›n›...

Dünya insanlar›na feda oldu¤unda can›m›z

Ne çok isterdim görmeyi

Gurur duyduk bununla

Bir tamam›n iki yar›s›n›

Hep gurur duyduk.

Ayr› ayr› ama ikisi bir arada.

Biliyorum dünya flimdi daha zor

Bütün görebildi¤im bir bütünün yar›s›yd›

Senin hayat›n ondan daha zor

Yine öfkeli

Zor ama onurlu

yine k›zg›nd›

Bu onur senin, benim babam

K›zg›n ama sevimli

Bu onuru tafl›mak daha da zor

Sevimli ama kararl›

Dayanacaks›n ac›ya, zulme ve ac›mas›zl›¤a

Dün gece düflümde gördüm.

Savaflacaks›n zulme karfl›

“yine oturuyorsun” dedi “baba!”

Diflinle t›rna¤›nla.


ahmet

kulaks›z

Yaln›z oldu¤unu düflünmeyeceksin.

Biliriz seninde yüre¤ini

Ben, Canan ve di¤erleri

Bu yüzdendir seninle gurur duyduk

Omuz verece¤iz sana,

‘Benim K›zlar›m’ derken senin yüre¤indeki onuru gördük

gücüne güç kataca¤›z.

Bütün cihan gördü ama en çok biz gördük

Yeryüzü var oldukça

Sevginin emek oldu¤unu

Kimse unutmayacak.

Sevginin direnmek oldu¤unu

Unutamayacak

Sevginin kavga oldu¤unu

Bahar geldi¤inde açarsa çiçekler

Ve feda oldu¤unu sevginin

Orada biz olaca¤›z

Kaz›d›k umudun aln›na...

Beyaza kesilirse kar ya¤d›¤›nda yeryüzü

Al bir y›ld›za yazd›k sonra

Yüre¤imiz s›cakl›¤›yla ›s›taca¤›z insanlar›

Sonsuza kadar sakla baba...

Bir düfl gibidir yaflam be baba Bir vars›n bir yoksun Bir vars›n halk›n› seviyorsan Bir yoksun... olmaz ve olamaz Sen sonsuza kadar vars›n baba. Sana oturuyorsun dedim diye k›zma bana Sen daha küçüksün akl›n ermez deme Biliyorum böyle fleyler düflünmedin Ama ben yani Zehra, yani Canan Birfleyleri bildi¤imizden ötürüdür ödedi¤imiz bedel Elimizden gelse -binlerce kez ödemeye haz›r oldu¤umuzYürektir bu, sevdad›r


fliir cihan

acımak yok Havalandı ölüm makineleri Bir gece ansızın uykunun En kör saatinde geldiler Bombalar, bombalar, yine bombalar Gece ile gündüz içiçe yaşanıyor artık Irak’ın yoksul evlerinde Sirenler çalıyor üç defa ardarda Ve sirenler sürekli... Ertesi gün aynı sesler yine devam ediyor Sokakta oynamak yok çocuklar için Genç kızlar da erkeklere görünmek için gezmiyor Ya da bir işçi paydosunda Ellerde sigarayla sohbetler Durdu zaman Irak`ta, bir savaşlık kadar Kim bilir bu savaş kimleri götürecek kadar Kimi annenin elinde çocuğunun cesedi Kimi çocuğun ağzında anne haykırışları

Sana acımak yok Amerika, acımak yok Bu öfke yine seni bulacak En beklemediğin bir anda Metresinle aşk uykusunda Ya kumar salonunda Ya da bir cadılar günü kutlamasında New York`taki ofisinde Bu öfke yine seni bulacak Hem de bir yerden değil Bütün dünyanın insanlarından Bir Iraklı’nın bakışlarından Bir Afrikalı çocuğun açlık kokan ağzından Filistinli bir gencin sapan taşından Anadolu`da gün gün erittiğin bedenlerden

21 Mart 2003 Saat: 03:00 - Bağdat

14

keflkek


röportaj tav›r

hakan alak: “set ortam› bizim için ayn› zamanda e¤itim ortam› oldu” uşatma’nın çekim aşamasıyla başlayalım isterseniz. Kaç günde çekildi, çekimler istediğiniz gibi gitti mi? Kuşatma toplam 10 iş gününde çekildi fakat bu, iki aylık bir sürece yayıldı. Hem mevsim koşulları hem de çeşitli zorluklar bizi ara vererek çalışmaya zorladı açıkçası. Çekimler bizim için özellikle hava koşulları açısından çok zorlu geçti. Diyebiliriz ki, çekim yaptığımız her gün kar yağışıyla geçti. İstediğimiz gibi gitti mi sorusuna gelince sonuçta bu bir kısa film ve çeşitli insanların özverisi üzerinden yükseliyor. Bu insanların söylediklerini yapma anlamında eksik bıraktıkları şeyler olduğunda, bazı aksamalar da oluyor tabi. Bu yanıyla senaryomuzdan feragat ettiğimiz planlar oldu tabi. Bazı şeyleri çıkarmak, değiştirmek zorunda kaldık ama genel olarak bakarsak, sonuçtan memnunuz.

K

Film şu an hangi aşamada? Şu an montajı tamamladık. Bazı görüntülerin ve sesin miksajı üzerinde çalışıyoruz. Bir yandan da filmin müziği ile ilgili çalışmalar sürüyor. Mayıs ayının başına yetiştireceğiz. Çünkü film, 8 Mayıs’ta, Almanya-Frankfurt’ta, Kürt Filmleri Festivali’nde gösterilmesi için çağrıldı. Yine aynı tarihlerde, filmin İstanbul’daki galasını organize ediyoruz. Gösterimlerle ilgili başka gelişmeler var mı? Tabi. Şu an belli olan, yine 24 Mayıs -1 Haziran tarihindeki Diyarbakır Kültür Sanat Festivali’ne davet edildik. Bunun dışında, Milano Film Festivali’ne bir başvurumuz oldu. Tüm bunlarla birlikte galanın ardından,

toplu gösterimlere başlayacağız. “Bu bir kısa film.” dediniz. Yani emekler üzerinden oluşan bir film ne tip katkılar oldu? Biz tabi başta aksayan şeyleri söyledik ama asıl olan katkılardır tabi. Biz geçen gün saydık ve bunu jeneriğe de yazacağız, tam 155 kişi bu filme emek vermiş. İrili ufaklı, malzeme taşımaktan, maddi katkıya kadar tam 155 kişi. Sonuçta izleyen kişi, 155 kişi emek vermiş bunu mu yapmışlar da diyebilir ama mesele o değil. Bu 155 kişi, sette değildi tabi ki, kimisi dekorların kurulmasına katkı sundu. Kimisi bu dekorları inşa etti. Figüran olmak için sette iki gün sabahlara kadar çalıştı insanlar. Gerçekten o soğuğu hiç unutmayacağız. O soğukta, bir tek şikayet etmeden çalışan tüm arkadaşlarımıza çok teşekkür ediyoruz. Deneyimleriniz neler oldu? En başta çalışma koşullarımız açısından bazı deneyimlerimiz oldu ama bunun bir kısmını aktarmak çok doğru olmaz. Sonuçta abartmamakta lazım. Her filmin çekim aşamasında, bazı zorlukların aşılması için yaratıcı süreç yaşanır. Biz de, bunu uyguladık tabi. Belirli çekim koşullarının yaratılması için yani. Bunun dışında, filmin çekimleri bizi kalabalıkla çalışmanın zorlukları konusunda da eğitti. Yani

15

“Gerçek Hikaye”de de bu filmde de, set ortamı bizim için aynı zaman da bir eğitim ortamı oldu. Filmden beklentileriniz neler? Sonuçta bir kısa film, ama kendi içinde önem taşıyan da bir film. En azından bizim açımızdan böyle. En başta, İdil Yapım açısından da benim açımdan da böyle. “Gerçek Hikaye”den sonra ikinci filmimiz ve gerçekten alacağımız tepkileri merak ediyoruz. Bunun bizim için bir aşama olması önemli. Sadece 19 Aralık ve F Tipi anlatma meselesi de değil bizim için. Nasıl anlattık? Bu da önemli. Temel olan, izleyenlerin vereceği tepkidir. Şu noktadan itibaren biliyoruz ki, “Gerçek Hikaye” bizim doğum sürecimizdi. “Kuşatma”da emekleme aşamasına geldiğimizi gördük. Koşana kadar zamana ihtiyacımız var. Bu alanda yapabileceğimiz şeyler olduğunu biliyoruz. Ve bunu iyi yapabileceğimizi de hissediyoruz. “Kuşatma” hem bizim, hem de izleyicilerimizin motivasyonunu arttıracak bir çalışma olacak.✔


mektup

ombalar altındaki Bağdat’ı dinliyorum. Bilirsin, kentler konuşur. Bağdat da konuşuyor aslında. Elbette Washington da konuşuyor. Ancak, Urfa, Antep, Maraş’ta konuşuyor. Madrit ve Paris’te konuşuyor. Kentler konuşur. Bunu senin de duyduğuna eminim. Hayatımıza giren ne çok kent var değil mi? Unutulmaz izler bırakmış hepsi de. Mesela, İzmir konuşunca herkes işgalcilerin denize dökülmesini duyar. Beyrut’ta suskun değildir. Gazze ya da Cenin’de konuşur. Havana hep mutlulukla konuşuyor zaten. Kentler konuşur yani. Bağdat ‘ta konuşuyor işte. “Duyuyor musunuz ey insanlar?” diyor. Bağdat güzel konuşuyor gerçekten. Zaten en güzel, en kırımızı ve en coşkulu konuşan kentler en acılı olanları değil midir? Öyledir elbet, öyledir... Bilirsin, kentlerin “kurtuluş yıldönümleri” vardır, ama en gür konuşanlar “kurtuluş yıldönümleri” olan kentlerdir. Acaba dünyanın başka yerlerinde Gazi, Şanlı, Kahraman diye başlayan kentler var mı? Bilmiyorum. Belki sen biliyor-

B

sundur. Ama Çanakkale’den Vietnam’a, Madrit’ten Bağdat’a kendilerine has bir onurları vardır kentlerin. Bunu gözlerinden anlarsın. Bir kentin gözleri mezarlıklarıdır değil mi? İstanbul’un gözleri doludur mesela. Yaş değil elbette, öfkeyle bakar İstanbul’un gözleri. Bağdat’ın gözleri de doludur. Ne garip değil mi? Madrit’e hiç gitmedik ama bize yabancı değil. “No Pasaran” deyişinden belki de. Sonra Komün’ün Paris’i ve önleri Moskova’nın. Ve Bağdat deyince, hani doğup büyüdüğümüz yer gibi, ya da teyzemizin oturduğu şehir gibi gelmiyor mu sana da. Ama en çok Bağdat’ı “Bizim Bağdat.” yapan onur kavgası elbette. Dünya gözüyle görmediğimiz bu kentler, sanki bizden bir parça değil mi? Haklısın... “sanki”si fazla oldu. Dünya gözünün menzili sınırlı zaten. Sadece burnunun ucunu görebiliyorsun ama yürek gözü öyle mi ya? Yüreksizlerin kör oluşu bundandır. Ve biliyor musun, kentler kendi aralarında haberleşir. Mesela kuşatılınca bir kent, ahvalini yıldızlara

yazar. Nasılsa aynı yıldızların altındadır kentler. Mesela bu gece, kaldır başını bir yıldıza bak. Ben öyle yapıyorum sık sık. Açıp okuyunca yıldızı, Bağdat’ın ne yazdığını görüyorum. Tarihin nasıl yazıldığını biliyoruz, peki nereye yazılıyor tarih? Yıldızlara yazılıyor işte! Öyle olmasa, bu “büyük insanlık” karanlıklarda yolunu kaybederdi. Öyle ya kil tabletler parçalandı, kitaplar yakıldı ama yıldızlara kanla yazılan tarih geleceğin rotasını göstermeye devam ediyor işte. Bağdat ne mi yazmış? İçinden geçeni yazmış yıldızlara. Zalimin zulmü varsa diyor mesela Bağdat, mazlumun isyanı vardır. Onur diyor sonra ve bağımsızlık ve fedakarlıktan, fedadan, fedailerden bahsediyor Bağdat. Gurur dolu konuşuyor. Elbette acılardan, kanayan yaralarından da bahsediyor Bağdat. Ama binlerce bombaya göğsünü siper eden bu kentin sesinde bir çaresizlik yok. Aksine öfkeli bir mağrurluk var. Dikbaşlı ve boyun eğmez bir edayla acılarını güç yapmış sesine Bağdat, Gümbür gümbür ko-


ümit

nuşuyor. Binlerce yılın bilgeliğiyle neyin ne olduğunu en anlaşılır biçimde anlatıyor. Mesela emperyalistlerin dilindeki “özgürlük” götürmenin işgal, istila ve katliam olduğunu anlatıyor Bağdat. Şahlar, padişahlar, Sultanlar görmüş gözlerinin faka basmazlığıyla “kral çıplak” diyor yine. Ve kral, ve işbirlikçileri, ve müttefikleri, ve uşakları, ve soytarıları bu alçak, bu kepaze, bu rezil çıplaklıklarını bombalarla ve yaygaralarla örtmek istiyorlar. Oysa gerçek çıplak. Çırılçıplak bir istila ve katliam saldırısı duruyor orta yerde. Ve Bağdat konuşuyor işte, duyuyor musun? “Taş üstünde taşım, içimde yaşayan insanım kalmayabilir. İnsanlar ölebilir, çok öldüler ve ölüyorlar hala. Ve fakat kentler ölmez, yok edilemez. Kentlerin teslim alındığı da yalandır. Kentler halkındır, yıkılabilir ama yenilmezler. Her gün yeniden doğarlar. Damarlarında, -ki bir kentin damarları sokaklarıdır-, öfke, umut ve direnç dolaşır. İşte yine yanıyorum, kapılarıma

haramiler dayandı. Her gün, her gece koynumda sakladığım insanlarım gözlerime doluyor. Ama düşmedim, düşmeyeceğim. Paris nasıl 1871’ de düşmediyse ve bunun kanıtı Seine Nehrinin kırmızı akmasıysa Dicle’ de kırmızı akacak. Madrit nasıl düşmediyse bende teslim olmayacağım. Çiğnedikleri caddeler, yollar ve meydanlar olacak ama onurumu asla çiğneyemeyecekler. And olsun ki bugün yanıp yıkılmış kapılarımdan girseler bile, işgal edildiysem yani, iyi bilin ki gücümün yettiğince Dicle’ de boğacağım bu namert katilleri. Hakkınızı helal edin şehirler, köyler ve kasabalar. Yıkılmış görseniz de beni, yenilmiş görmeyeceksiniz. Bugün yıkılmış olsamda bedenimi çiğnesede bu namert postallar and olsun ki bir gün doğrulacağım bir gün yaralarımı sarıp bu zincirleri kıracağım, gün direnme günüdür....” Bağdat böyle konuşurken işte, diğer kentler onlardan bahsederken “Kahraman Ummu Kasr”, ya da “Şanlı Bağdat” diyor artık. Bağ-

zafe

dat’ın diyeceği çok şey var, diyor da zaten. Ama bu gece Bağdat kulağıma en son şunu dedi: “Benim için ağlamayın, böyle içli içli yanıyorum diye karalar bağlamayın. Semalarımdaki ateşten koparıp bir parça bayrak yapın ve yürüyün üstüne bütün zorbaların. Tutuşturun, yanıp gitsin bu alçaklar koalisyonu. Yansın bu zorbalık dünyası, küllerinden özgür bir dünya yaratırız!” Bağdat’ı ben mi konuşturuyorum, Bağdat mı beni konuşturuyor bilmiyorum. Ama biz seninle Bağdat’ı konuşuyoruz. Milyarlarca insan konuşuyor Bağdat’ı zaten. Duyuyorlar çünkü Bağdat’ın çağrısını. Ve “duyup ta durmak olur mu?” misali dillerinde kurtuluş türküleriyle ayağa kalkıyor kentler ve insanlar. Bir kent şarkı söyler mi? Söyler, söylüyor işte. Bağdat’ın gözlerine bakanlar şarkılarını da duyar. Gerçeği, onuru ve istiklali anlatıyor Bağdat. Dinleyene, duyana, anlayana elbette. Bağdat konuşuyor ve da✔ ha da çok konuşacak değil mi?✔


an› cihan

keflkek

ba¤dattaki pazaryeri ugün 29 Mart 2003… Bağdat’ta oluşumuzun 42. günü, bombalamanın ise 10. günü. 10 gün içerisinde yüzlerce Iraklı hayatını kaybetti, yüzlercesi yaralandı. 10 gün; uykusuz, sokaklarda doyasıya dolaşamadan geçti Iraklı için. Şu anda güneyde yoğun çatışmalar devam ediyor. Bugün, öğrendiğimize göre; Coniler ve şakşakçıları can havliyle çöle doğru kaçışmışlar. Dişe diş, göğüs göğüse çarpışamıyor Coniler. Onlar, yüzlerce kilometre uzaklıktan ya da yükseklerden bombalarını, füzelerini gönderebiliyorlar sadece. Bugün öğlen Shuu’a la (Alev) adında, Bağdat merkezine 5 km. Uzaklıkta bir yere gittik. Bağdat’ta sitelerde kaldığımız yerlerden ilk defa çıkarak, bombalanan yerleri geziyoruz. Bir pazaryeri; yan yana dükkanlar, Pazar tezgahları ve çevresinde evler. Büyük bir kalabalık var. Az sonra bombalanan, bombanın düştüğü yeri göreceğiz. Büyük bir kalabalık, haykıran, öfke dile getiren sesler var ama aynı zamanda içten içe patlayacak olan derin bir sessizlik havası var sanki. Arabadan inip kalabalığa karıştığımız zaman, bu duygu bizi de sarmıştı. Bize; bombalanan dükkanları, paramparça duvarları, yıkıntılar arasında kalan insan kıyafetleri ve yerdeki yeni pıhtılaşmış kan birikintilerini gösteriyorlar. “Çek bunu, çek bir yerlere ilet; sesimizi haykır, soluğunu kat bize…” dercesine. Bağıra bağıra yetişemedik kimseye, belki şimdi insanlar görür diye bu haykırışı. Tam 58 insan canı, bir anda, bir kerede, saniyede... Bir pazaryeri Bağdat’ın yanında Shuu’a la semtinde. Beş saniye öncesin-

B

de insanlar, akşam karanlığı çökmeden evine götüreceklerini seçiyorlardı. Yanda, çocukların cıvıl cıvıl sesleri. Beş saniye önce belki yine bombaları konuşuyorlardı. “Dün Bağdat’taki patlamada 20 kişi ölmüş, duydun mu?”, “Bağdat’ın öfkesi bunları alır..” diye belki de... İşte beş saniye sonrası ve ardından susan çocuk seslerinin yerini alan acı çığlıklar, yıkıntılar, ölü bedenler, donuk gözler, kan gölü... Haykırışlar her zamankinden tanıdığımız gibi. Dünyanın neresine giderseniz gidin bu acı haykırışlar, bakışlar değişmez. Her yerde aynı acıyı hissederken, aynı öfke geçer aklından. Bu acıyı, bu öfkeyi, en basitinden bizler kendi ülkemizden biliyoruz. Yıllarca süren kıyımlardan; doğuda, batıda, ülkenin her tarafında sürdürülen kıyımlardan ve hala süren ölüm oruçlarından, onun kararlılığından. Bu direniş, bu haykırış aynı şeye karşı. Ve biz fotoğraf çekmeye çalışıyoruz,

18

bir yandan yüzlerimiz donuk ve gergin bir şekilde. Yerdeki pıhtılaşmış kan birikintilerini defalarca farklı açılardan çekiyoruz o an, belki de net çıksın, garanti olsun diye. Birilerine göstermek için. İnsanlarla konuşmayı, duygularımızla anlaşarak çözüyoruz. Birkaç Arapça kelime yetiyor bize o durumda, gözler her şeyi anlatıyor. O esnada, arkamızdaki kalabalık içerisinde; yaşlı, sakalları aklaşmış, boynunda puşili bir amcanın yaş dolu gözlerle ve ağlamakla karışık derin bir haykırışla kitleye, bizlere seslendiğini görüyoruz. Dünyanın değişik ülkelerinden 25 civarında insan, amcayı dinliyoruz. “ Biz size ne yaptık, bizden ne istiyorsunuz, niye nefret ediyorsunuz. Sizin düşmanınız mıyız? Yeter artık, yetmiyor mu bu ölümler, yetmiyor mu? Gidin onlara söyleyin (Bush’a), bu savaşı durdursunlar artık.” İçimizde bulunan Irak kökenli


Avustralya vatandaşı bir abi olan Usama da; “Biz sizin için burdayız, benim de kardeşlerim burada yaşıyor. Arkadaşlarım ve ben de acılarınızın yanında olmak için buraya geldik. Onların bu savaşını istemediğimiz için, size destek için buraya geldik.” diyor. Bize verilen 20 dakikalık kısa süre dolduğu için oradan ayrılarak otobüse binmek zorunda kalıyoruz. Arkamızda yıkıntıları, acılı bakışları, ama yine eksik olmayan çocuk gülümseyişlerini... Yaşlı amcanın haykırışları hala kulağımızdayken otobüsün içi sessiz, kimse yokmuş gibi geliyor insana. Eminim herkes aynı şeyleri düşünüyor... Yerdeki kan pıhtılarını ve yaşlı amcayı... Bu öfkeyle birlikte bombalanan bir diğer yere, Bağdat’ın merkezinde AlYermuk Hastanesi’nin arka tarafına gidiyoruz. Burada bulunan beş bina yok artık. İlk öğrendiğimize göre 12 kişi ölmüş 7’si çocuk, diğerlerinden henüz bilgi alamadık. Daha otobüsten iner inmez yıkıntılarda yol kenarında oyuncak bir ayıcık buluyor Usama ve hıçkırıklarla beraber “bakın bakın” diyor. Arkadaş da kendini tutamıyor artık. Usama, sonradan gelen basına anlamlı bir konuşma yapıyor, dolu gözlerle. Yedi çocuk, burası aile evi mi, yoksa ağırlıklı olarak çocukların bulunduğu bir ev mi bilmiyoruz. Yıkıntılar arasında sık sık parçalanmış oyuncak bebeklere, diğer oyuncaklara rastlıyoruz. Bir yerde öğrenci kartı, okul kitapları, bir yerde ayakkabılar, salıncak...

Gerçekten zor bir durum. Yaşadığımız duygu bizi daha da sağlam kılıyor. Aynı bomba seslerini hepimiz duyarken, belki o bombalardan biri bizi de bulabilir. Ve şu anda aynı bombalar altında vurulan, yıkılmış bir evdeyiz. Bu duygular zorluyor herkesi... Yıkıntılar arasında parçalanmış kasetlere rastlıyorum. Anlamaya çalışıyorum üzerindeki fotoğraflardan. Bir tane en az hasar görmüş, üzerinde oyuncak etiketlerin bulunduğu kaseti alıyorum ve temizleyip saklıyorum, hatıra niyetine. Ardından hep beraber çember oluşturuyoruz ve onları anmak için bir dakikalık sessizlik sağlıyoruz. Bazı arkadaşlar kendi inanışlarına göre dualar okuyor, içinden gelenleri söylüyorlar.

19

Tekrar yola çıkıp geri dönüyoruz... Akşam, arkadaşlarla sohbet ederken, bir yandan da enkazdan çıkarıp evde özenle hasarını düzeltmeye çalıştığım kaseti dinliyoruz. Iraklı arkadaşlara sorup öğrenmeye çalışıyoruz. Bu kaset hangi şarkıcıya ait diye, onlar da anlatıyorlar... Bu kaset Irak’ta çok tanınan Mahmud Anvar isimli bir şarkıcıya aitmiş. Mahmud Anvar, 1985 İran-Irak Savaşı’nda atılan bomba sonucu sağ bacağını kaybetmiş. O dönem cephede rütbeli asker olarak savaşmış. Ve şu anda da hayatta değilmiş. Çok garip bir rastlantı oluyor, farklı bir duygu oluşturuyor bende ve kaseti çantamda sağlam bir şekilde saklıyorum. Şimdi bu kaset bende, oradaki çocukları, oyuncak ayıcığı, ve bu şarkıcının hikayesini çağrıştırıyor. Irak’ta insanların Amerika’ya öfkesi, bunları yıllarca yaşayarak kemikleşip bilinçaltına yerleşmiş. Yıllarca savaş, ambargo, katliamlar içerisinde yaşadı bu halk. Ve bunların yarattığı yoksullukla mücadele etti bir yandan. Şimdi insanlar bu öfkeyle savaşıyor Amerika’ya karşı. Amerikan askerlerinin kullandığı bir füzenin parasal değeri bilmem kaç milyon dolar. Irak halkı sağ elinde kalaşnikofu, sol elinde inancını tutmuş savaşıyor vatanını korumak için işgalciden. “Ey insanlar, burada büyük bir kıyım gerçekleşiyor, durduralım bu adaletsizliği.” Demek geliyor içimizden. Ve Iraklı’nın deyimiyle onların inancının gücünü görmüş oluyoruz. “BI ruh, bl dam, nafdek ya Irak” (Kanımız, canımız Irak’a feda olsun.) Ve kazanacığımızı biliyoruz elbet...✔


medya nesrin

taflç›

beyinlere ya¤an bombalar rak’a yönelik Amerikan saldırısı, dünyada olduğu gibi Türkiye’de de basın ahlakını tartıştırdı. Çünkü gerçekten tartışılması gerekiyordu. Bu her açıdan tartışılmaya muhtaç bir süreçti. Öncelikli olarak, Türkiye’deki basın ahlakının nereye gittiği yönünde her dönem sürebilecek bir tartışma olduğu gibi, Irak’ın işgalinde aldığı tavır açısından da önemli bir süreçtir. Türkiye basını bu süreçte nasıl bir sınav vermiştir? Bu sınavda nasıl bir sonuç almıştır? Öncelikle, neredeyse tamamı gazetecilikten öte büyük tekellerin patronları olan gazete sahipleri ve onların yayın organlarından bu savaşta ezilenden yana tavır almasını beklemek yanılgı olur tabi ki ama en azından gazetecilik namusu gereği tarafsız bir noktada durmasını beklemek hakkımızdır diye düşünüyoruz. Ancak, durum bunun tam tersi bir seyir izledi. Ele avuca sığan bütün yayın kuruluşları, Irak’ın işgalini bayram yaparcasına duyurdular. Bazı anlar ve zamanlarda, savaşın yarattığı yıkım sözkonusu olduğunda bize haber kırıntıları sundular. Onu da izlenme paylarını etkileyecek şekilde, dramatize ederek verdiler bize. Çünkü, savaş ilk başta öngörüldüğü gibi ilerlemedi. Yani, Irak halkı Amerikan ve İngiliz askerlerini çibehiç ak

I

çeklerle değil, kurşunlarla karşıladı. Bu da ilk başta tüm kesimlerde bir şaşkınlık yarattı. Televizyon kuruluşlarının bir anda savunma danışmanları türedi ve Amerika’nın savaş stratejisinin nasıl yanlış olduğunu söyleyip, neden kaybetmeye mahkum olduğundan dem vurdular. Yani, akılcılarımız, yine rüzgarın estiği yerden yelkenlerini şişiriyorlardı. Bir de Amerika’nın özellikle, Pazaryeri Katliamı olarak anılan aleni katliamlarındaki iyice teşhir olmuşluğu karşısındaki çaresizlilerini eklemek gerekir. Zaten, hiçbir meşruluğu olmayan bu işgal karşısında, böylesi

20

katliamlarda gerçekleşince, aleni Amerikancılık yapamadılar. Yine ekleyelim ki, bu belirttiklerimiz anlık gelişmelerdi ve bu savaşın bariz yanlarından biri de, enformasyon adına bize yoğun bir şekilde sunulan dezenformasyondu. Bombardımanın bir başka biçimi de, uydularla beynimize kilitleniyordu. Sıcak savaşın yaşandığı günlerde, o kadar çok haber sunuldu ki bizlere. Birinin derdine düşerken, diğerinin acısı siliniyordu, kalplerimizden. Tam de istenen şeydi. İnsan beyninin algılarıyla oynanacak kadar yüksek bir frekanstan dezenformasyon fali-


ayrı bir yeri olmuştur. Amerikancılıkta sınır tanımayan bu kuruluş, gazete ve televizyonu aracılığıyla, cesaret ve özgürlük adına –ki bunun Amerikan özgürlüğü olduğundan hiç kuşku yoktur- savaş gönüllüsü olma, Irak halkının katlinden sevinç duyma suçlarını siciline işlemiştir. Alt ve üst bantlarından, yorumlarına dek, bu savaşı Amerika’nın kazanacağından, kazandığından dem vuran Habertürk, savaşın diğer tarafına hep, Amerikan tarzı bir alaycılıkla yaklaşmış ama tüm bunların yanında, en aşağı tabakadan milliyetçiliği de elden bırakmamıştır. Hükümetin bu savaş karşısında, tavrını belirleyememiş olması tespitiyle, ülkenin ve halkın nasıl zarara uğradığını hemen her gün geniş biçimde işleyen Habertürk (yada Haberturk mu demeliydik? Malum logolarında bir “ü” harfi göremiyoruz.), TÜSİAD’ın açıklamalarıyla paralel, işbirlikçi patronların sesi olarak bu savaşta, Irak halkının kanına daha fazla girebilmeliydik kabilinden bir yayın politikası izlemiştir.

Saddam ve yönetimine yönelik Hitler benzetmesinden tutun da, Bağdat’ın düştüğü günlerde yayınlanan “Günün Esprisi” alt bantlarına dek, her şeyleri Amerikan aksanında edilmiş sözlerdir. Türk-Amerikan Dostluk Derneği tarafından finanse edilen bu kuruluş, tarih bilgisini bile çarpıtır. Az çok tarih bilen herkes, Hitler’le kimin benzeşebileceğini de bilir. Bu da ayrı mesele. Türkmenler’e ayrılan özel bölümler, asparagas Türkmen katliamı haberleri... Sanki, Türkmenler dün orada yaşamaya başlamış gibi; sanki, bu yayın politikasıyla Amerika’nın övgüsüne mazhar olacakmış gibi. Eğer bu bir sınavsa, medya için sınıfta kaldı sözü çok hafif kalır. Belki de disiplin kurulu kararıyla tasdikname aldı demek daha uygun olur. Bu arada, eğer medyanın da böyle bir disiplin kurulu varsa ki varolduğu iddia ediliyor. Bunlara neden bir ses vermemiştir? Sürekli etik çağrısı yapan bu cemiyetler bu ara ne işle iştigal ediyorlardı onu da merak ediyoruz gerçekten.✔

behiç ak

yeti. Ki, burada, bir savaşın bir maç yayını gibi heyecanla takip edilmesine yönelik ahlaki tartışmaya girmeyeceğiz. Çeşitli şekillerde tartışılan bu konuya yönelik daha ne söylenebilir ki. Yalnız, evlerimize kadar giren bu savaşı Amerikalılar’ın ne kadar ve nasıl takip ettiğini de esir düşen askerler sayesinde öğrendik. Oğlu esir düşen bir asker annesi, oğlunun haberini Filipinler TV’sinden öğreniyor. Neden, çünkü bu haber, Amerikan TV’lerinde yok. İşte böyle bir savaşı yaşarken, öyle kareler yakaladık ki bunun bir televizyon haberi olduğuna yönelik hiçbir inancımız kalmadı. Örneğin, Saddam Hüseyin’in resminin bulunduğu binayı yıkan bir tankın kamera çekimi önden ve arkadan değişik açılarla çekilmiş. Yalnız, bir kurgu ve devamlılık harikası var karşımızda. Ridley Scott bile imrenir böyle bir sahneye.Türkiye’nin Fox TV’si, Habertürk... Savaş içerisinde nasıl Fox TV’nin ayrı bir yeri varsa, Habertürk’ün yayın politikasının da ülkemiz için öyle

21


güncel zerrin

kayal›

ba¤dat’ta yanan kültür alkı esir edilmiş, toprakları işgal edilmiş bir ülke Irak...Emperyalistlerin işgali yalnız toprak parçasından ibaret değil elbette. Tekelleri ve düzenleri için Pazarlanan ve satışa çıkartılan halkın tarihi aynı zamanda. Sahip olduğu dünden bugüne yaşattığı değerler. Fırat ve Dicle nehirlerinin arasındaki bereketli topraklar... İnsanlık tarihinin temellerinin atıldığı topraklar... Mezopotamya, yani şimdi Bağdat... M.Ö.5000 yıllarından bu yana SÜMERLER, ELAMLAR, HURRILER; (SAMI) AKAD, ASUR, BABIL, MISIR; ve (yine sonradan bazılarınca Hint-Avrupai olarak adlandırılan) HITITLER bu topraklara üzerinde yaşadı. İnsanoğlu, tarımı bu topraklarda öğrendi, ticareti burada başlattı. Ve insanlar, binlerce yıl önce yazıyı bu topraklarda yarattı. Yazının bulunduğu Mezopotamya’da bugün kitaplar yandı, kitaplar yakıldı. İnsanlık tarihinin ilk yazılı kanunlarının yaratıldığı Mezopotamya’da, emperyalizm kanun dinlemedi... Yanan yakılan insan bedeni ve binlerce tarihi belgenin külleri Bağdat semalarında yükselerek gökyüzünü kara dumanlarla kapladı. Kütüphanelerde ve Bağdat Müzesi’nde bulunan medeniyet tarihinin eşsiz

H

bilim, kültür, tarih ve sanat hazinesi sonsuza kadar yok oldu, dünyanın eski çağlarına ait pek çok değerli bilgi bir daha elde edilmeyecek şekilde ortadan kalktı. Bağdat’ta ateşe verilen yerler arasında Ulusal Kütüphane, Ulusal Arşiv, Diyanet İşleri Bakanlığı’na ait Kur’anlar Kütüphanesi, Irak’ın kraliyet dönemi arşivleri ve Osmanlı Devleti’ne ait belgeler vardı. Bağdat’taki Milli Kütüphane’nin yazmalar bölümünde, 6 bine yakın yazma eser bulunuyordu. Fuzuli’nin ünlü eseri ‘Leyla Vü Mecnun’un yanı sıra Abdulkadir Geylani’nin tasavvufa ilişkin altın tezhipli ve minyatürlü el yazması kitapları, Hanefi mezhebinin kurucusu İmam-ı

22

Azam’ın Kuran tefsirleri ile çeşitli dönemlere ait el yazması Kuranlar, tefsir ve fıkıh kitapları ayrıca Asuriler’e ait el yazması İnciller ile Süryani dilinde pek çok elyazması eser de yok edildi...Yani kısaca Irak’ın, tüm bir Arap tarihinin, Osmanlı’nın geçmişi silindi. Bağdat’ta kütüphane değil, insanlık tarihi yandı. Yanan Ulusal Arşivler’de Türkiye tarihini yakından ilgilendiren bilgiler de vardı. Osmanlı Halifeliği’nin resmi arşivinin Bağdat’ta bulunan bölümü artık yok. Yağmacılar Arap gazetelerinin 1900 yıllarına kadar geriye giden arşivlerini de yaktı. El yazması Kuranlar da ateşe verildi. El emeği göz nuru hatlar, altın yazmalar binlerce de-


Leman dergisinden alınmıştır.

recelik alevlere, tıpkı insan bedeni gibi dayanamadı. ABD ve İngiltere ve onların işbirlikçileri üzerinde tüm insanlığın hakkı olan binlerce yıllık eserleri birkaç kısa günde yok etti ve binlerce insanı katlederek Irak topraklarını işgal etti.Topraklar kadını erkeğiyle, milyonlarca insanın kanıyla yıkanırken, halkın emeğinden alın terinden dişiyle tırnağıyla yaptıklarından çalınırken oyun çağındaki çocuklar birer birer katledilirken “Özgürlük götürdü, ABD Irak topraklarına. 20. yüzyılın başlarından itibaren emperyalist ülkeler, uygarlık, özgürlük götürüyorum diyerek işgal ettiler ülkeleri. Halkların yok olması pahasına yapılan katliamlar vahşet, sömürü ve zulüm iktidarları hiç eksik olmadı. Adları Hitler, Mussolini, Franco şimdi Bush ve diğerleri hiç fark etmedi, Önemli olan tekellerin iktidarı ve karıydı çünkü. Örneğin Irak topraklarına binlerce bomba yağdıran ve yerle bir eden ABD yeniden inşayı da kendi tekellerine yaptırıyor. ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı (USAID), “Irak’ın yeniden inşası ve insani yardım” alanında ilk etapta toplam değeri 1.7 milyar dolar olan ihaleler açtı, bu ihaleler Amerikan şirketlerine dağıtılmaya başladı. İhale sürecine katılan bir avuç şirket arasında Bechtel, Halliburton ve Fluor&Parsons bulunuyor. ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney, Halliburton’un eski başkanlarından biri. Bechtel, şirketinin yöneticileri arasında ise eski dışişleri bakanı George Shultz ve eski savunma bakanı Caspar Weinberger bulunuyor. Lenin, emperyalizmi, her yere özgürlük deyip, egemenliğini götüren mali sermayenin ve tekellerin çağı olarak tanımlıyor... Halkları katletmenin, hayatta kalanları ise iliğine kadar sömürüp tekellerini ayakta tutmanın adı özgürlük. ABD’li yetkililer Irak’ta kendi denetimlerindeki yağma olaylarını açıklarken de özgürlük dediler. Nedeni daha sonra anlaşıldı. Mezopotamya ve İslam uygarlıklarının eşsiz eserlerini barındıran müzelerin yağmalanmasının ardından, Irak’a ait ilk kaçak eserin biri Amerikan hava-

limanında bulundu. Emperyalizm özellikle de ABD emperyalizmi bugün bütün dünyada kendi egemenliğini kurmak için topyekun bir saldırı içindedir. Toplumlar tarihi zulmün zorbalığın tarihidir. Ezenle ezilenin, sömürenle sömürülenin, zalimlerle zulme uğrayanların savaşlarına tanıklık etmiştir bu tarih. Başkaldırı vardır bu tarihte, isyan vardır. Direniş vardır boyun eğmeme vardır. Emperyalizme boyun eğmemiştir Irak Halkı, teslim olmamıştır. Bunun kanıtıdır bunca yıkım. Bunun kanıtıdır ağzında memesiyle ölen bebek. Bunun kanıtıdır kolları kopan çocuk. Bunun kanıtıdır katledilen binlerce insan, yağmalan tarih, zenginlikler... Nikolay Ostrovski diyorki : “İnsanın en paha biçilmez varlığı hayatıdır. Hayat bir kez verilir insana ve bu hayatı öyle yaşamalı ki, hiçbir amacı anlamı olmadan yaşanan yıllar için insan utanç duymasın. Miskin, pis pis heveslerle geçen günler için insanın yüzü kızarmasın ve hiç değilse ölürken kendi kendine diyebilsin ki “Ben ölümümü bütün gücümü dünyada en mükemmel olan şeye insanlığın özgürlüğe kavuşması için mücadeleye adayarak yaşadım.” Emperyalizme teslim olmadıkları için katledilen milyonlarca halktır özgürlüğe anlamını veren. Teslim

23

olmayan, direnen, vatanı ve halkı için canını vermeye hazır binlerce çocuk, genç, yaşlı, yürektir özgürlük. Çok zulüm imparatorluğu, çok zulmeden gördü insanlık tarihi ve onların yıkılışını. ABD’nin zulüm imparatorluğunun, yıkılışını da görecektir. Yıl 1420. Yer Serez’in Bakırcılar Çarşısı. Şeyh Bedreddin idam sehpasında zulmedenlere haykırıyor” İnsanlar tanık olunuz ki bugün olmazsa yarın mutlaka sömürünün tüm çarkları kırılacak. Nice direnirse dirensin, sömürgen yer yüzünden kalkacaktır. Tanık olunuz ki bunu kaç kez söylediğimiz gibi yine belirtiyoruz; yaşamı bugünden yarına kendi küçümencik ömrüyle bir tutanlar belki anlayamazlar. Ama tarihin geleceği insanlığı buna hazırlamaktadır. Tüm toprak işleyenin , tüm tezgahlar üretenin, tüm sular kullananın ve dahi tüm egemenlik salt emekçilerin olacaktır. Siz çocuklarınıza iletiniz. Bugün olmazsa bile çocuklarınız çocuklarınıza iletsinler. Hükümdarlıklar taşlar nice görkemli görünseler de üstünde durdukları başlar için giderek taşınamaz olmaktadırlar. Bir gün mutlaka insanlar başlarından egemenleri atacaklardır. Sultanların kralların ruhbanların yerini birbirine kenetlenmiş dayanmış ve her işini dayanışma üzerine kurmayı alışkanlık haline getirmiş emekçilerin egemenliği olacaktır.”✔


müzik grup

yorum

geçit yok amerika’ya! lk single çalışmamız “Eylül”den sonra ikinci single albümümüz geçen ay çıktı. 10-12 şarkılık albümümüzü hazırlarken emperyalizmin saldırganlığına karşı hemen kendi cephemizden bir tavır geliştirmek istedik. Uzun zamandır düşündüğümüz anti-emperyalist bir şarkı yapma fikrimiz bu süreçte daha da canlılık kazandı. Irak’a yönelik emperyalist saldırının başlamasıyla birlikte çalışmalarımıza hız verdik. “Biz Varız”ın çalışmasına böyle başladık. Şiirin yazılması ve ezginin oluşturulması aşamasında; Iraklı’ların duyduğu öfke, çektikleri acılar bizim çalışmamızı direk olarak etkiledi. Arkadaşımız Cihan canlı kalkan olarak Irak’ta bulunuyordu. Düşen her bombada öfkemiz bir kat daha artıyordu. Cephenin en ön safında, Bağdat’taydık, katliamın en yoğun yaşandığı

İ

günlerde Bağdat’taydık. Cihan bedeniyle oradaydı. Biz İstanbul’dayken bile, bütün benliğimizle oradaydık. Stüdyoda çalışırken gözlerimiz televizyonlarda, ellerimiz telefon tuşlarında, Cihan’dan haber almaya çalışıyorduk. İşte bu koşullarda hazırlandı “Biz Varız.” Söz yazarken, ezgi üzerinde çalışırken önümüze birçok başlık çıkartarak üzerinde çalışıyorduk. “Savaşa Hayır!” demek bizim düşüncelerimizi, duygularımızı ifade etmiyordu. Üzerimize bombalar yağarken emperyalizme lanet okuyarak öfkeleniyoruz, hesap sorulacağının inancıyla coşkulanıyoruz. Biz halkların kurtuluş savaşına hayır demiyoruz. Karşımızda tankıyla, topuyla, uçağıyla, nükleer bombasıyla, medyasıyla insana düşman, doğaya düşman emperyalist devletler var. Bunlara karşı yumuşak ezgiler yerine marşı tercih etmemiz kaçınılmazdı. Kemanlar sert ve keskin ezgilerle giriş yaparak, marş ritminde çalınan davullarla altyapı oluşturuldu. Ara ezgilerde trombonlarla bu marşı daha da güçlendirdik. Emperyalizme karşı yapılan marşlar halkların kurtuluş mücadelesini anlatmalı, buna hizmet etmelidir. Biz böyle düşünüyoruz, böyle yaşıyoruz. “Biz Varız”a en son halini, Bağdat’ta bombalar yağarken verdik. “Yıkılacak imparatorlar / Halklar özgür olacak!”

24

BİZ VARIZ Bombaları uçakları var Bankaları IMF’si var Amerika yakar, yıkar Katleder, işgal eder Karşımda kimse duramaz Dünya benim olacak der Biz varız bütün dünyada biz varız Biz varız biz altı milyarız Emekçiler yoksullar siyah beyaz sarılar Bütün dünyada biz varız, biz altı milyarız Kadın, erkek genç yaşlı Her dilden, dinden renkten Bütün dünyada biz varız, biz altı milyarız Yeniden doğar ölümlerden Yeni bir dünya kurarız Dünyayı Amerikaya Uşaklara bırakmayız Yıkılacak imparatorlar Halklar özgür olacak Biz varız, bütün dünyada biz varız Biz varız, biz altı milyarız Emekçiler-yoksullar, siyah-beyaz sarılar Bütün dünyada biz varız, biz altı milyarız Kadın-erkek, genç-yaşlı Her dilden, dinden, renkten Bütün dünyada biz varız, biz altı milyarız Söz-Müzik: Grup Yorum


öfkeliyiz!.... fkeliyiz! Şehr-i Bağdat yanıyor. Öfkeliyiz, üzerinde yaşadığımız var-ı dünyamız yanıyor. Babil’in asma bahçeleri yanıyor. Çocukluğumuzun masalları yanıyor. Çocuklarımız ölüyor. Bağdat’ı kuran eller yanıyor. Bağdat’ın elleri... Bizim ellerimiz. Aynı gökyüzünün evlatlarıyız. Aynı havayı soluyoruz, aynı dumandan zehirleniyoruz. Bizim üstümüze yıkılıyor Bağdat, Basra, Umm Kasr... Öfkeliyiz, kollarını dolamış dünyaya bir ahtapot gibi Amerika. Tepemizde ecel kuşlarıyla yağdırıyor ölümü. Öfkeliyiz, kardeşlerimiz ölüyor! Bizim kamızla yükseliyor borsalar. Tükenen soluklarımızla yükseliyor hisse senetleri. Bizimkanımızdan rafinedir petrolleri. Bizim bedenlerimizden kuruluyor New York, Manhattan, Washington, Teksas. Ne bağlanmış ellerimiz kollarımız, ne de tutulmuş dilimiz. Dipdiri ayaktayız. Ame-

Ö

rika yakıp yıkarsa biz kurarız. Amerika yakıp yıkarsa, biz savunuruz. Kanımız canımız pahasına. Amerika bir imparatorluksa, biz onu bedenimizle yerlebir ederiz. Bizvarız! Biz halkız! İmparatorluklar birbirine benzer. Roma-Amerika. Hangisi daha çok talancı, katliamcı? İmparatorluklar birbirine benzer. Roma-Amerika. Kim yıktı, Roma’yı? Sırası gelince kim fazladan bir gün verdi? Amerika... sırası geldiğinde hangimiz hayat hakkı tanırız ona. Öfkeliyiz! Çünkü, akan her damla kan bizimdir. Bizim de çiçeğimiz soluyor, Basra önünde şehit düşenlerle. Biz o çiçeği sulayanlarız. Biz yeniden güneşe bakarız. Fırat ve Dicle suyunu akıtır, Mezopotamya’ya. Biz selamımızı, göndeririz sularla. Yetmez,

25

kan taşırız vatan savunmasına. Irak, bizim vatanımız. Küba gibi, Vietnam gibi, Filistin gibi, Anadolu gibi... Vatan için ölürüz! Buralarda biz varız! Bu topraklar bizim topraklarımız! Bu ağaçlar katlanamaz artık basık, dumanlı bir gökyüzüne. Bu taşlar katlanamaz yabancı çizmelere. Buralarda biz varız. Devrilmiş bedenlerimizden öreriz kaleleri. Buralarda biz varız! Acılarımız kadar büyük öfkemiz. Buralarda biz varız! Biz altı milyarız....✔


fliir ümit

ilter

geçit yok Bağdatl’ıyız, Bağdat’tayız, Bağdat’lıyız, Bağdat’ta Düşünce bombalar adımız meçhule kalır adımız meçhul Yanar kavrulur bedenimiz, sevdiklerimiz yanar kavrulur Külümüz kalır geriye rüzgarda savrulur sözümüz kalır Bir de öfkemiz, birde öfkemiz, birde öfkemiz öfkeliyiz Kül savrulur, söz kalır, öfke büyür büyüyor Bağdatlı’yız, Bağdat’tayız, dünyanın her yanındayız Bu kan denizinin dalgalarıyla Yankileri boğacağız Bağdatlı’yız, Bağdat’tayız, Bağdat’tayız, her yandayız

Geçit yok, isyan var emperyalizme karşı Katlettiğin yetti artık, yetti artık, yetti Geçit yok, isyan var emperyalizme karşı Söndürdüğün ocaklar yetti artık, yetti, yetti Yetmez artık bombaların, durduramaz bu seli Sorulacak bir hesap var, yetti artık, yetti Atılan bombanın bir hesabı olacak/ olmalı Yetti artık, yetti/ bu hesap vakti geldi Bombalanan topraklarda yakılan hayatların Söyleyecekleri bitmedi daha/ bitmeyecek Bombalanan insanlarımız adınada Haykırıyoruz bir kez daha/ katil Amerika Önce gürleyen sesimiz kovar Yankileri/ sonra biz Bombalanan topraklarda yakılan halkların Soracakları hesap bitmedi daha/ bitmeyecek

Geçit yok Amerika’ ya Buralarda biz varız hey Türküz, Kürdüz, Arabız biz Sömürü, işgal, istila varsa

Ya istiklal ya ölüm diyenlerde vardı, Varlar, varolacaklar hey Biz varken, geçit yok Amerika’ya Buralarda biz varız/ halkız biz Sömürü işgal, istila varsa Kurtuluş kavgası olacaktır, biz halkız.

Bağdat, yanan çocuk çığlık çığlığa Çığlık Dicle’ ye, nehir denize Denizler dalgalı Mahirce meydanlarda Vurun dalgalar Made in USA kıyılara Yükselin denizler meydanları sel alsın Boğulup gitsin bu Yankiler Conisiyle Tonisiyle Bağdatlı çocuğun çığlığı meydanlarda Öfke dolu bir haykırış, bir taş, bir ateş Ki hıncımız yanan çocukların acısı kadar büyük Kim yaktı Bağdatlı bebeleri böyle Hangi alçak çıkarlar için yüksek teknolojiyle Yaktılar, yıktılar, bombaladılar biliyoruz Biliyoruz suç kesin Suçlu malum emperyalizm Gereği düşünüldü “İyi halsiz” katillere adil olmaktır en büyük ceza Bağdat’ta yanan çocukların acısı kadar acımasız olacağız kovboylara Bağdat’ta yananların ahı kadar Adaletli olacağız...

26


kitap ersin karahan

YENİLGİDEN ZAFERE TSOLA DRAGOYÇEVA sola Dragoyçeva, devrimciliğe genç yaşlarda başlıyor. Bulgaristan Komünist Partisinin Merkez Komite üyeliğine kadar yükseliyor. Kitap, Bulgaristan’daki devrimci mücadeleyi anlatıyor. 1923’teki ayaklanmanın başarısızlıkla sonuçlanması üzerine yoğun bir devlet terörü başlatılıyor. Katliamlar, tutuklamalar yaşanıyor. Tsola Dragoyçeva bu dönemde, bir katedralin bombalanması suçlamasıyla tutuklanıyor. Uluslararası düzeyde süren kampanyalar sonucunda mahkeme idam kararı veremiyor. Tahliye olduktan sonra tedavi için Sovyetler Birliği’ne gidiyor. Burada devrimci mücadele için eğitim çalışmalarına katılıyor. Ülkeye döndüğünde Alman faşizmi yükselmiş, (1940’lı yıllar) Bulgaristan Devleti Sovyetler Birliğine saldırıda Hitler’in destekçisi oluyor. Bu günlerde faşizme karşı bir kampanya örgütleniyor. Bu kampanyaya halkın büyük çoğunluğu destek veriyor. Birçok kitle eylemi yapılıyor. Bu kitle eylemlerine, polis saldırıyor. Saldırının ilk günü, bütün Sovyet Halkına faşizmin saldırısına karşı direnmek-savaşmak gerektiğine ilişkin bildiri radyodan okunuyor. Bulgaristan Komünist Partisi, bildiriler yayınlayarak, faşistlerin işine yarayacak olan ürünlerin yakılması, bozulması, iş yavaşlatılması, sabotaj gibi eylemler yapılıyor. Faşizme karşı Vatan Cephesi oluşturmak için, faşist olmayan herkese giderek vatan cephesine katılma çağrısı yapılıyor. Birçok sağ grup lideri ile de görüşülüyor ancak görüşülen kişiler, Hitler faşizmine karşı hiçbirşey yapmıyorlar. Faşizmin Sovyet

T

Halkının direnişi karşısında kaybedeceğini hiç düşünmüyorlar çünkü. Devlet yapısının korunduğunu, bağımsızlığın hala ellerinde olduğu propagandasıyla faşizme destek çağrıları yapıyorlar. Yenilgiden Zafere isimli kitap devrimci mücadele içinde yaşanabilecek gelişmeleri açık ve anlaşılır bir dille anlatıyor. BKP içine sızmış olan ajanlar yüzünden onlarca devrimci, taraftar, katlediliyor, tutuklanıyor. Buna rağmen kaybedilen insanların yerine yeni insanlar katılıyor. Alman işgali ve Sovyetlere sadırısından sonra BKP’nin tavrı çok açık; Bulgaristan’ın Sovyetlere karşı cephe gerisi gibi kullanılmasının engellenmesi için yoğun eylemler yapılıyor. Sovyetler Birliği savaşı kazanmaya başladığında Bulgaristan’da da mücadele hızlanmaya başlıyor. Ülke dışında olan birçok parti üyesi, gizlice ülkeye gelerek faşizme karşı savaşa katılıyor. Deniz yoluyla, havadan paraşütle gelenlerin birçoğu devlet güçlerince ya öldürülüyor ya da tutuklanıyor. Merkez Komite üyelerinden birçoğu operasyonlarda öldürülüyor. MK’ya yönelik yapılan saldırılar çok ağır zararlar veriyor. Ama bunların açığı hızla kapatılıyor. BKP’nin son ayaklanma/saldırı günü için ön çalışmasını hazırlaması sonucu, büyük ordu güçleri ayaklanma sırasında tarafsız kalıyor. Bu önemli bir kazanım oluyor. Ordudan da olsa böyle ilişkilerin kurulması zaferi yakınlaştırıyor. BKP’nin ülke içindeki prestijinden yararlanmak için Bulgar Hükümeti son bir manevra yapıyor. BKP’nin doğru politikaları Hitler faşizminin işbirlikçisi hükümetinin devrimi

27

engelleyecek adımlar atmasını engellemiştir. Kurulacak olan hükümette BKP’ye temsilci ve bakanlık vermeyi önererek, hem yönetimini güçlendirmeyi düşünüyor hem de iktidarı isteyen bir komünist partinin önünü kesmiş olmanın hesabını yapıyor. Hedefi iktidar olan BKP, bu öneriye çok somut bir biçimde karşı çıkıyor ve bu hesabı boşa çıkarıyor. İngiliz ve Amerikan uçaklarının bombaları altında parti toplantısı yapılıyor. Bunca zorluğa rağmen ayaklanma ve iktidarı ele geçirme planları bütün olasılıklar gözden geçirilerek yapılıyor ve yıllarca süren mücadele sonunda başarıya ulaştırılıyor. Evrensel Yayınlarının çıkarmış olduğu bu kitabı, Bulgaristan devrim mücadelesinin tarihi ve gelişimini öğretebilecek iyi bir kaynak olduğu için tüm okuyucularımıza öneriyoruz.✔


6 Mayıs 1972. Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu'nun (THKO) kurucu ve önderlerinden Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan idam edildi. Son söz olarak; Deniz Gezmiş: " Yaşasın tam bağımsız Türkiye.Yaşasın Marksizm- Leninizm. Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği. Yaşasın İşçiler, köylüler. Kahrolsun emperyalizm,"

Yusuf Aslan: "Ben ülkemin bağımsızlığı ve halkımın mutluluğu için şerefimle bir defa ölüyorum. Sizler bizi asanlar şerefsizliğinizle her gün öleceksiniz. Biz halkımızın hizmetindeyiz. Sizler Amerikanın hizmetindesiniz. Yaşasın devrimciler. Kahrolsun faşizm, ".

Hüseyin İnan: "Ben şahsi hiçbir çıkar gözetmeden halkımın mutluluğu ve bağımsızlığı için savaştım. Bu bayrağı bu ana kadar şerefle taşıdım. Bundan sonra bu bayrağı Türk halkına emanet ediyorum. Yaşasın işçiler, köylüler ve yaşasın devrimciler. Kahrolsun faşizm!" dediler.

6 MAYIS 1972

yaşasın tam bağımsız türkiye! 28


18 MAYIS 1973 zulmün karşısında ser verip sır vermeyen devrimci önder ; ibrahim kaypakkaya 29


tavır Uzun Yürüyüfl Dergisi’nin Yaz› ‹flleri Müdürü Mehmet Ali Var›fl Tutukland›! "Uzun Yürüyüş" dergisi Sorumlu Yazıişleri Müdürü Mehmet Ali Varış, bir basın davası nedeniyle verilen para cezasını ödemediği için tutuklandı. İki ayda bir yayınlanan "Uzun Yürüyüş" Dergisi Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Mehmet Ali Varış, bir basın davasından hükmedilen para cezalarını ödemediği için 2 Nisan'da tutuklandı. 2 Nisan sabahı, derginin İstanbul'daki bürosuna gelen Emniyet Müdürlüğü Basın Masası'na bağlı polisler, bir basın davasından aranan Varış'ı gözaltına aldılar. Gazeteci bu basın davasından ödenmeyen 925 milyon lira para cezasının hapse dönüştürülmesi nedeniyle aranıyordu. Gazeteci Varış, aynı gün İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi'ne (DGM) çıkarılarak Bayrampaşa Cezaevi'ne gönderildi. Burada iki gün kalan Mehmet Ali Varış, daha sonra da Tekirdağ F Tipi Cezaevi'ne nakledildi. ✔ Kaynak: Bia Haber Merkezi

Kemal Türkler’in Katili Beraat Etti! Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) kurucularından ve Genel Başkanı Kemal Türkler'i 23 yıl önce öldüren kişilerden, katil zanlısı Ünal Osmanağaoğlu delil yetersizliğinden beraat etti. Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmaya katılan tutuklu sanık Osmanağaoğlu, "Bahçelievler Katliamı"nda Türkiye İşçi Partisi'nden (TİP) 7 gencin öldürülmesi davasındaki mahkûmiyeti nedeniyle cezaevinden çıkamayacak. Faili meçhul olarak kalan cinayet hakkında açıklama yapan Avukat Rasim Öz, "Kendilerinin öne sürdüğü delillerin toplanmadığını, hazırlık soruşturmasında sanığı suçlayan tanıkların dinlenmediğini ve kararı temyiz ettiklerini" açıkladı.✔

haber-yorum Bat›l› Sanatç›lardan Irak’l› Çocuklar ‹çin Albüm! Aralarında Paul McCartney, David Bowie, George Michael ve Yusuf Islam'ın da bulunduğu 17 sanatçı, geliri Irak'ta savaştan etkilenen çocuklara yardım için çalışan "Savaş Çocukları" örgütüne verilmek üzere ortak bir albüm çıkarttı: Umut... Paul McCartney, Travis, David Bowie, New Order ve George Michael gibi sanatçılar, geliri Irak’ta savaşın etkilerinden zarar gören çocuklara yardım için çalışan bir yardım kuruluşuna verilmek üzere ortak bir albüm çıkardı. “Hope” (Umut) adını taşıyan albümden elde edilecek tüm gelir Yugoslaya Savaşı'nın yaşandığı dönemde kurulan uluslararası yardım kuruluşu “War Child” (Savaş Çocukları) kuruluşuna gönderilecek. Pazartesi günü piyasaya çıkan CD, Travis, New Order, Paul McCartney, David Bowie ve George Michael gibi grup ve şarkıcıların özel performanslarını içeriyor. Irak'ta bulunan “War Child” ekibi, yapılması gerekenleri tespit ediyor ve Nasıriye'de yağmalanan yetimhanenin yeniden açılabilmesi için çalışıyor. “War Child”, korku, endişe ve depresyon içinde hayatta kalmaya çalışan yaklaşık iki milyon Iraklı çocuğun açlıkla mücadele ettiğini ifade ediyor. Bu çocukların ihtiyaçlarının giderilmesine katkıda bulunabilmek için albümde buluşan tüm sanatçılar şarkılarını ücretsiz seslendirirken London Records da albümün kayıt ve dağıtım işlerini gönüllü olarak üstlendi. "Politikalar ne olursa olsun, savaşın haklı ya da haksız sebepleri ne olursa olsun çocuklar her zaman masumdur ve ben de onlar için küçük de olsa bir katkıda bulunuyor olmaktan çok hoşnutum" diyen eski Beatles üyesi McCartney “Hope”un muhteşem bir proje olduğunu düşünüyor ve yaşanan acıları biraz olsun hafifletebilmesini umuyor. “Hope”un politik bir albüm olmadığının altını çizen yetkililer çocukların içinde bulunduğu korkunç durumun siyaseti aştığını ve albümün Iraklı çocuklarda olmayan bir şey için; “umut” için bir yakarış olduğunu söylüyor. Paul McCartney (Calico Skies), Avril Lavigne (Knocking on Heaven's Door), David Bowie (Everyone Says Hi), Travis (The Beautiful Occupation), George Michael (The Grave), Ronan Keating (In the Ghetto), Lee Ryan (Stand Up as People), Beverley Knight (Love's In Need of Love Today), Moby (Nearer), New Order (Vietnam), Basement Jaxx / Yellowman (Love is the Answer), Spiritualized (Hold On), The Charlatans (We Got To Have Peace), Beth Orton (O-O-H Child), Tom McRae (Border Song), Billy Bragg (The Wolf Covers Its Tracks), Yusuf Islam (Peace Train).✔

30


Irak’a Yard›m ‹çin Konser! İtalyan tenor Luciano Pavarotti ve İrlandalı rock grubu U2'nun solisti Bono, Irak'a yardım için 27 Mayıs'ta bir konser verecek. Pavarotti'nin, dünyada muhtaç insanlara yardım amacıyla yıllardır yürüttüğü "Pavarotti & Friends" adlı inisiyatif bu kez Iraklılar için yapılacak.Modena'daki konserin geliri BM Mülteciler Yüksek Komiserliği'nin (UNHCR) Irak için başlattığı "SOS Irak" kampanyasına bağışlanacak. Luciano Pavarotti, Iraklılara yardım için vereceği konsere U2'nun solisti Bono'yu çağırırken; ikili daha önceden 1995 yılında Bosna Savaşı sırasında insani yardım amaçlı bir konser vermişti. İtalyan sanatçı Pavarotti, ''Pavarotti & Friends'' çerçevesinde bugüne kadar Bryan Adams, Sting, Eric Clapton, Celine Dion, Lionel Richie, Elton John, Ricky Martin ve James Brown gibi ünlülerle birlikte sahne almıştı. ✔

Naz›m’a Yüzüncü Y›l Arma¤an›! Kültür Bakanlığı, ''100. Doğum Yıldönümünde Nazım Hikmet'e Armağan'' adlı bir andaç yayınladı. Yayımlar Dairesi Başkanlığı'nca okura sunulan andaçta Nazım Hikmet’in sanatçı kişiliği ve yaşamına ilişkin yazılar yer alıyor. Andaçta; Turgay Fisekçi'nin ''Nazım Hikmet'in Şiir Evreleri'', Hidayet Karakuş'un ''Nazım'ın Şiirinde Temalar'', Emin Özdemir'in ''Memleketimden İnsan Manzaraları Üzerine Bir Deneme'', Mustafa Şerif Onaran'ın ''Kuvayi Milliye Destanı'', Sevgi Özel'in ''Türkçe'nin Müziğini Dünyaya Dinleten Şair Nazım Hikmet'in Dili'', Ataol Behramoğlu'nun ''Nazım Hikmet'in Düşünce Dünyası'', Feridun Andaç'ın ''Nazım Hikmet'in Düzyazı ve Düşünce Dünyasından İzler'', Öner Yağcı'nın ''Belirli ve Sonsuz Bir An'ın Romancısı Nazım Hikmet'', Sevda Şener'in ''Nazım Hikmet'in Tiyatrosu'', Oğuz Makal'ın ''Nazım Hikmet'i Senaryoları ve Filmleriyle Keşfetmek'', Kaya Özsezgin'in ''Nazım Hikmet'in Ressamlığı'', Cengiz Bektaş'ın ''Nazım Hikmet'in Mimarlığa Bakışı'' ile Öner Yağcı'nın ''Nazım Hikmet'in Kitapları ve Nazım Hikmet’le ilgili Kitaplar Kaynakçası'' adlı yazıları yer alıyor. ✔

nokta haber Grup Yorum 29 Mart 2003; Ankara Ahmet Taner K›fllal› Spor Salonu’nda düzenlenen konserde yaklafl›k 3000 kifliye seslendi

30 Mart 2003 ‹stanbul Cebeci Mezarl›¤›’nda devrim flehitleri için yap›lan anma törenine kat›ld›.

6 Nisan 2003; ‹stanbul Ça¤layan Meydan›’nda Irakta Savafla Hay›r Koordinasyonu taraf›ndan düzenlenen mitinge kat›ld›. Yaklafl›k 50000 kiflinin kat›ld›¤› mitingte “Biz Var›z” isimli flark› ilk defa ‹stanbul dinleyicisine söylendi.

10 Nisan 2003; Emperyalizmin sald›rganl›¤›na karfl› single çal›flmas› olan “Biz Var›z” albümü ç›kt›.

13 Nisan 2003; ‹stanbul TÜYAP önünde Amerikan iflgaline karfl› Temel Haklar ve Özgürlükler Derne¤i’nin düzenledi¤i bas›n aç›klamas›na kat›ld›.

19 Nisan 2003; ‹stanbul Ba¤c›lar’da, Tunceli Ovac›kl›lar Derne¤i’nin düzenledi¤i geceye kat›ld›. Geceye yaklafl›k 7000 kifli kat›ld›.

20 Nisan 2003; ‹stanbul Parkorman’da 6000 kifliye seslendi.

31


14. Uluslararas› ‹stanbul Tiyatro Festivali Bafll›yor! Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali ve tanztheather Wuppertal - Pina Bausch 2003 yılı için özel bir projeye imza atıyor. "Dans Tiyatrosu" kavramını modern dans literatürüne yerleştiren Pina Bausch'un "İstanbul Projesi" İstanbul'un Fethi'nin 550. yıldönümü kutlamaları kapsamında 29 Mayıs - 1 Haziran 2003 tarihleri arasında Atatürk Kültür Merkezi'nde dünya sahnelerinden önce ilk kez Istanbullu sanatseverlerin karşısına çıkacak. Geçtiğimiz yıl Ağustos ayında 40 kişilik ekibiyle İstanbul'a gelen Pina Bausch, burada geçirdigi üç hafta boyunca bir yandan İstanbul'u tarihi, sanatsal mekanları, insanları ve yaşam biçimleriyle tanımak için adım adım gezerken bir yandan da dansçılarıyla birlikte "İstanbul Projesi" üzerindeki koreografi çalışmalarını sürdürdü. Daha önceki yıllarda Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında "Cam Temizleyicisi" ve "Masurca Fogo" adlı oyunlarıyla sanatseverleri büyüleyen ve Atatürk Kültür Merkezi Büyük Salonu'nda dakikalarca ayakta alkışlanan Pina Bausch'un etkilendiği kentler eserlerinin esin kaynağını oluşturuyor. Anımsanacağı gibi "Cam Temizleyicisi" Hong Kong, "Masurca Fogo" ise Lizbon şehirleri üzerine kurgulanmış çalışmalardı. ✔

Amerikan ve ‹ngiliz ‹flgaline Protesto! Temel Haklar ve Özgürlükler Derneği üyeleri 13 Nisan Pazar günü İstanbul Tepebaşı'ndaki TÜYAP önünde bir basın açıklaması yaparak, Irak'ta yaşanan işgal ve katliamı protesto etti. Saat 13.00'te TÜYAP binası önünde toplanan dernek üyeleri "Irak'ta İşgale Son" yazılı bir pankart açtılar. Temel Haklar ve Özgürlükler Derneği adına basın açıklamasını okuyan genel sekreter Gülsen SALMAN, "Irak'a özgürlük adıyla başlatılan işgal, bugün emperyalizm eliyle yağma ve talana dönüşmüştür. Bu yaşananların sorumlusu, bugüne kadar Irak'a özgürlük getireceğini söyleyenler, yazan ve çizenlerdir. Amerika'dır, İngiltere'dir. Irak'ı bir ganimet gibi gören ve Amerika’nın zaferini dört gözle bekleyen Avrupalı emperyalistlerdir. Ülkemizde de işbirlikçi AKP iktidarıdır." dedi. Sık sık atılan "Katil Amerika Ortadoğu'dan Defol", "Kahrolsun Amerikan Emperyalizmi", "Yaşasın Tam Bağımsız Türkiye" sloganlarından sonra basın açıklamasına devam eden Gülsen SALMAN, "Amerika nezdinde emperyalizm, tonlarca bomba, devasa askeri güçle ülkeleri yerlebir ederek hiçbir zaman zafer elde edemeyecektir… Irak yakılıp, yıkılır, işgal edilebilir ama küllerinden yeni Iraklar doğar. Tarih de göstermiştir ki, dünya halklarının direnişi hiç bitmez. Bitmeyecektir." diyerek açıklamayı bitirdi.Yaklaşık 70 kişinin katıldığı basın açıklamasının ardından Amerikan ve İngiliz bayrakları yakıldı.✔

‹stanbul Parkorman’da Grup Yorum Konseri! İstanbul Parkorman’daki 6000 kişilik konser Aysa Organizasyon tarafından düzenlendi. Konsere ilgi yoğunluğundan çadır kapıları açılarak dışarıdaki dinleyicilerin de konseri dinleyebilmesi sağlandı. Irak’ta canlı kalkan olarak bulunan Grup Yorum elemanı Cihan Keşkek’in Irak’tan döndükten sonra katıldığı ilk konser oldu. Bu konser aynı zamanda Grup Yorum Korosu’nun katıldığı ilk konser oldu.✔

Grup Yorum fiark›lar›na Beraat Grup Yorum'un "Dalga Dalga" ve "Şarkışla" şarkılarını yayımladıkları için "halkı sınıf farkı gözeterek ayrımcılığa teşvik ettikleri" iddiasıyla yargılanan Radyo Özgür Genel Yayın Koordinatörü Alpay ve DJ Alkan beraat etti. Ankara'dan yayın yapan "Radyo Özgür" Genel Yayın Koordinatörü Üstün Alpay ve DJ Ali Alkan, "Şarkışla" ve "Dalga Dalga"(*) adlı ezgilerden yargılandıkları, 9 Nisan’ da görülen davada beraat ettiler. Radyocular Alpay ve Alkan, Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) 312. maddesi uyarınca 3 yıla kadar hapis tehdidiyle yargılanıyorlardı. KAYNAK: BIANET

...(*) Grup Yorum'un "Dalga Dalga" şarkısıyla "Sibel Yalçın Destanı'nın dördüncü bölümü olan "Zafer Yakında" kastediliyor.✔

32




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.