2004 24 subat

Page 1



merhaba

Şubat sayımızla tekrar birlikteyiz. Ocak sayımızda, der­ gimizde yapmayı düşündüğümüz teknik değişiklikleri bu sayımızda gerçekleştirebildik... Tavır, 2 0 0 4 yılında yeni düzenlemesiyle okurlarıyla olan birlikteliğini sürdürecek. Geçen yıl, Şubat sayımızda yeni yıla baskı ve yasaklarla girdiğimizi duyurmuştuk okurlarımıza. Dergimizin Ocak sayısı toplatılmış, pek çok yazıdan hakkımızda dava açıl­ mıştı. Egemenler bir yıl boyunca sürdürdükleri baskı ve yasakları yeni yılın ilk soluğunda başlatıyorlar yine. Kendi­ leri için bir motivasyon olan bu yasaklara bu yılın başında da yenileri eklendi. Grup Yorum elemanı İhsan Cibelik hak­ sız nedenlerle tutuklandı! Ihsan'ın tutuklanması üzerine Grup Yorum'un yaptığı basın açıklamasını, Grup Yorum'a gelen dayanışma mesajlarını sözlerle paylaşıyoruz. Grup Munzur ve Sevinç Eratalay' a dava açıldı, hapis cezaları verildi. Birileri Avrupa Trenini bekleyedursun, baskı ve ya­ sakların devam ettiğini duyuralım buradan. Baskı ve ya­ sakların devrimci sanatı susturamayacağı gerçeğini de bir kez daha yineleyelim. Artık ülkemizde ihanet ödüllendiriliyor. Barış Yıldırım isimli bir hain, BEKSAV tarafından düzenlenen Cigerxwin Sanat ve Edebiyat Yarışması'nın müzik alanında bir Karacaoğlan şiirinin bestesiyle, ödüle layık görülmüş. Vay solun haline! "İhanetin bir bedeli var" diye bilirdik. Bir de ödülü varmış. Onu da öğrendik. Kimse devrimci değerleri yok edemez. Ödüllerle allayıp pullasalar da alındaki leke silinmez. İhanet zaten çürü­ müştür. Bataklıkta debelenmeye devam edecek. Sol doğ­ ru rotayı görmelidir. Halkın değerlerini çiğneyenler, halk ozanlarının eserlerini besteleyemez, kirletemezler. Ödül almak için halka layık olmasını bilmek gerek. Dergimizi hazırladığımız günlerde İstanbul ve ülkenin pek çok yeri kar altında kaldı. Olan yine yoksul halka oldu. Yine biz öldük, biz aç, açıkta evsiz, elektriksiz kaldık... Kü­ çücük bir çocuk donarak öldü İstanbul'un göbeğinde, Üm­ raniye'de. Karnesini almak için yürüyerek gittiği okuldan dönüşte, tipide yolunu kaybederek öldü. Onu okuluna bı­ rakacak özel bir araç ya da okul servisi yoktu. Eşitsizlik­ ten, adaletsizlikten, parasızlıktan öldü O ve onun gibileri Bir doğal afet daha halkımızın kaderi olarak görüldü. Bi­ zim gözlerimiz bir kez daha çekti ülkemizin fotoğrafını. M a r t sayımızda yeni bir gündemle buluşmak dileğiyle.

Dostlukla, ön kapak: Küba'dan arka kapak: Kamel Moghani arka iç kapak: Margareta Citcatti



İ

hanet, br bilmecedir" diyordu, Ahmet Kaya bir şarkısında. Eden için bilmece olabilir ama ya edilen. 0, bu bilmeceyi eli­ nin tersiyle itip tek kelimeyle adını koyar. Öfke­ nin en sıcağı vardır o tanımlamanın içinde. Haklı ve sönmeyecek öfkedir bu. Çünkü, Nazım'ın dediği gibi o adam, arkadaşlarının başı­ nı altın tepside sunmuştur düşmana. Hayat, bu iki tarafı ayrı yerlere koyar. Ay­ nıları ayrı yerlere de sorar. "Buyrun seçin ye­ rinizi* der sonra ve maalesef düşünmeye bile zaman bırakmaz. Yerinizi alacaksınız. Kahretseniz bile düşünme zamanınız yoktur. Hayat bu acımıyor işte. Çünkü hayat o zamanı size önceden vermiş ve düşünmene için yıllarını sunmuştur size. Siz, bu yıllardan edindikleri­ nizle, bir adımda geçersiniz yerinize. İhanet, eğer hiçbir değer yeşermediği çağlarda kabul gören bir şey olsaydı, kuşku­ suz bugün adı farklı olurdu. Fakat, yaşanmış­ lıklar edinilen değerler onu büyük kitlelerin la­ netlediği bir davranış haline getirmiştir. De­ ğerler, toplumsallığı, paylaşmayı hakim kılmış­ tır. Bu değerlerle yetişmiştir insan. Ancak, kendi şeytanını da içinde taşıyarak. En zorlu anların ve zamanların seçeneğidir ihanet. Karşısında duran kapı gibi kahramanlığın kar­ şısına dikilmiştir ve hala yaşıyorsa ona itimat edilmesindendir. İhanet vardır ve hep yaşaya­ caktır. Elden bir şey gelmez. Ancak, onu bir kalemde silip atacak olan kalabalıklar ona ya­ şam alanı bırakmazlar. Hain ettiğiyle kalır. Bir parçacık yanıyla, kendi kendini kemirir ve ölür. İhanet verdiği zararla kalır. Hain, yalnızlaştıkça yaralar sarılır. Sarılan, toplumsal ya­ ralardır. Ham, bir gruba, zümreye verdiği za­ rarla kalmaz çünkü. O halkı yaralar. Ekmek­ ten ve sudan da gerekli bir yerden yaralar çünkü. İhaneti en çok yaşayanlardır bu ülkenin devrimcileri. Kahramanlıkları en çok biriktirdikleri gibi ihaneti de görmüşlerdir. Bu ülkede devrimcilik yaşadıysa, ihaneti bir kalemde silip attığı içindir. Bu ülkenin devrimcileri, sade­ ce iktidar mücadelesi yürütmezler; ya da şöy­ le diyelim kurulacak iktidar, sadece bir ülkeyi yönetmek gibi reel bir anlayışa sığdırılamaz. Bir kültürü iktidara getirecektir devrimciler. Sadece sömürü ve zulmü kaldırmak için değil bu kavga. Halkın birlikteliği, özveriyi, fedakar­ lığı ve kirletilmemiş değerleri başa getirmek içindir de. Bunca yıllık kavganın geldiği yere baktığı-

mızda, tarihimize sığdırdığımız sayısız güzellik vardır. Savaş alanlarında doğan ve bir dev­ rimcinin günlük yaşamında biçimlenen değer­ ler. Devrimciler bu değerler için de ölüyor. Fa­ kat, devrimciliğin saflığı için de savaşmak ge­ rekiyor ve savaşılıyor da. Eğer devrimcilik iddi­ asıyla yola çıkanlar emperyalizmin kirlettiği su­ larda gezinip, çamurlu ayaklarıyla dünyamıza dalıyorsa, onlarla da savaşmalıyız ve savaşıyo­ ruz da. Son dönemde yaşadığımız küçük bir olay, bakın soldaki kirlenmenin nasıl bir dereceye geldiğine. Ve dönüp soruyoruz kendimize; na­ sıl da çürüyoruz sol yanımız? BEKSAV tarafından düzenlenen Cigerxwin Sanat ve Edebiyat Yarışması'nın müzik alanın­ da bu yıl birinci ve ikinciliğe değer ödül buluna­ mamış. Ancak, dikkate değer bir eser var bu yarışmada ve ödüllendiriliyor. Bir Karacaoğlan şiirini besteleyen Barış Yıldırım, bu ödüle layık görülüyor. Kimdir Barış Yıldırım? 1995 yılına kadar, İzmir'de, Ege Kültür Sanat Merkezi'nde çalışır ve yine bu kültür merkezindeki Grup Günışığı'nın da elemanıdır. 1995 yılında tutuklanan Barış Yıldırım, o tarihten 2001 yılına kadar da tutuklu kalmıştır. 19 Aralık Katliamı'ndan sonra, F Tipleri'ne götürülen tutsaklar arasın­ dadır. Barış Yıldınm, bu süreçte, ölüm orucu­ na başlayan dördüncü ekipte yeralmış ve dire­ nişi ilerleyen günlerde ihanetle sonuçlanmış­ tır. Yanıbaşındaki Gürsel Akmaz şehit düşer­ ken, birlikte tutuklandığı yoldaşı Murat Çoban -ki 0 da grup Günışığı'nda yer alan bir devrim­ ci sanatçıydı.- şehit düşerken O, bu insanların şehit bedenlerine basıp dışarıya adımını at­ mıştır. Ortak oluşturulan değerler bir yana, kendi değerlerini, kendi kararını ezip geçerek ihanet etmiştir. Belirtmek gerekir; bugün ha­ la süren ölüm orucu eyleminde 107 şehit varsa ve bu direnişin kazanımla bitmesi için hala yeni ekipler yola çıkıyorsa ve direniş hala sürüyorsa bunda iktidarın olduğu kadar, bu hainlerin de payı vardır. İktidarın ağzını sulan­ dıranlardır onlar ve cesaretlendirenlerdir. İşte, bu hâin ödüllendiriliyor bugün sol ta­ rafından. BEKSAV bünyesinde yer alan Sanat ve Hayat Dergisi, bu konuda hazırladığı sayfa­ larda, Barış Yıldırım'ın şarkısının notalarına ve yazdığı mektuba da yer vermiş. Ona da sıra gelecek ama önce sözümüz, sol adına yola çı­ kanlara olacak. Ne oldu, ne değişti ki artık ha­ inler de ödüllendiriliyor. Eseri için mi, yaptıkla­

rı için midir bu ödül? Bu ayıbı ne kadar taşıya­ caksınız içinizde. Yaşayanların değerleri ezildi ama ölenlerin değerlerinin üzerine bu lekeyi vurmak niye. Haini ödüllendiren sol, sol olabi­ lir mi? Bir tarihte yürüttüğümüz böylesi bir tartış­ mada, şöyle bir söz duymuştuk. "O size göre hain!" Bunu diyen de solun içinde yer alıyordu. Aklımız durmuştu. İhanetin size göresi, bize göresi olur mu? Gerçi, evet; olur. Fakat, şöy­ le olur. Sınıf savaşında karşısında yer aldığın güç için saflarımızdan çıkan hainler, hanı de­ ğildir. Ancak, orada bile kurallar vardır. Onlar hain demese de o kişinin hain olduğunu bilir­ ler: Hainlere de hiçbir yerde güvenilmez. Ya­ ni, burjuvazinin bu konularda ilkeleri katıdır. Düşünün ki biz bunu soldan duyduk Şimdi ne duyacağız peki? Barış Yıldırım da bize göre mi haindir? Hainlik yeniden sınıflandırılacak mıdır? Hainlerden medet mi umulacaktır? Bu ödülü veren bir sol kendine nasıl bu sıfatı la­ yık görecektir? Sakın, kimse bizim haksız ol­ duğumuz, yanlış düşündüğümüz üzerine pole­ mik ve demagoji üretmeye kalkmasın. Kimse hainliğin sınırlarını yeniden çizmeye de kalk­ masın. İhanetin tarifi hayat içinde üretilen de­ ğerlerle yapılır. Eğer, değerler üretilmemişse ya da değerlerin üzerine basılıp geçilecekse, o zaman hainliğin tarifi değişir. Sol, solculuk, devrimcilik çürür ki buna da biz müsaade et­ meyiz. Hain Barış Yıldırım, Sanat ve Hayat Der­ gisine yolladığı ve utanmazca kaleme aldığı mektupta, kültür alanında gidilmesi gerek yol üzerine akıl veriyor. Doğunun, Ortadoğu'nun kültüründeki muhteşem birikimi anlatıyor. Evet Barış Yıldırım, doğunun değerleri ve kül­ türel birikimi muhteşemdir. Oraya sen de iyi bak. Orada, Irak'ı, Filistin'i göreceksin! Daha bıyıkları terlememiş gencecik delikanlıların en önde savaştıklarını, canlarını verdiklerini göre­ ceksin. Evladının üzerine kapanan ve kurşun­ lara hedef olan babayı göreceksin. Utandın mı? Sanmıyoruz. Sola sesleniyoruz! Bırakın tencere yuvarlansın ve kapağını bulsun. İha­ netin, hainlerin kapağı sol değildir, olamaz. Onlar, ait oldukları çöplükte çürümeye devam etsin. Aklayıp, solun içinde, ihaneti meşrulaştırmayın! Bunun acısını ilk ve en çok siz çeker­ siniz. Kendi değerlerini ezip geçenden, kimse­ ye bir hayır gelmez; kendisine bile. Bu hainle­ re çanak tutmak, ancak ve ancak kirletir.O


nıyorum. Ihsan'ın brakılmasını istiyorum. Ihsan'a Özgürlük!.. Birol İpek İhsan Cibelik ve tüm mücadelesi devrim olanların yanındayım. Grup Yorum'u yıldıramazlar! Cengiz

"Sonunda, biz kazanacağız!.."

İhsan Cibelik gibi büyük bir yorumun, bu derece çirkin bir şekilde alıkonulmasına, şid­ detle karşı çıkıyoruz. Bu ülkede; nedense, acı­ larımızı, türkü ile dile getirmek bile suç oldu. Grup Yorum'un türkülerini söylemesine, ne­ den izin verilmiyor? Bu ülke, bu derece mi öd­ lek? Bu derece mi korkak? San kavganız, her zaman gurur duyduğumuz bir kavga oldu. Bu uğurda, sizinle birlikteyiz; sonunda, biz kaza­ nacağız! Ümit

"Siz oldukça, biz olacağız."

ulunduğu Tekirdağ F Tipi Hepishanesi'nden, bir yıl kadar ünce, tedavisini yaptırmak üzere, 399. maddeden tahli­ ye edilen; grubumuzun elemanı, İhsan CİBELİK TUTUKLANDI. Tutukluyken sürdürdüğü ölüm orucunun, 253.gününde, kendisinin hiçbir talebi yokken, tahliye edilen İhsan CİBELİK; dün akşam, An­ kara'da, hakkında tutuklama kararı çıkarılarak gözaltına alındı ve bu sabah tutuklandı! İhsan, dışarıda tedavisi sürerken gözaltına alınmış ve tutuklanmıştır! Kendisi, ölüm oru­ cundan dolayı, Wernicke Korsakoff hastalığı­ na yakalanmış ve tedavisini sürdürmekteydi. Bugün Ihsan'ı tutuklayanlar, tedavi olmasına izin vermedi. Şu anda, aynı hastalıkla, hapis­ hanenin hücrelerine götürüldü. Arkadaşımız, tahliye edildikten sonra, bi­ zimle birlikte konserlere çıkmış; albüm çalış­ mamızın içinde yer almış; Ankara'da, İdil Can Kültür Merkezi'nde çalışmaktaydı. Meşru ve yasal zemindeydi. Kaldığı adres belliydi. Eğer, herhangi bir davadan yargılanacak ise tutuk­ suz olarak da yargılanabilirdi. Fakat, iktidarın amacı, Ihsan'ın ve yüzlerce ölüm orucu gazisi­ nin tedavisini yaptırmak değil, bir şekilde öl­ melerini sağlamaktır. Hapishanenin, insan doğasıyla bağdaşmayan hücreleri, bu amaç

B

için idealdir. F Tipi hücreler, özel olarak tasarlanmıştır. F Tipi'nde, ölüme yatarak direnenler; devletin, F Tipi politikasını boşa çıkarmak için direniyor! Dün, 3 9 9 . maddeyi çıkaranların amacı, Olum Orucu Direnişi'ni kırmaktı. Bugün, farklı bir politikanın ürünü olarak, bu maddeyi kaldırdı­ lar. Şimdi, yüzlerce hasta ve sakat insanı, F Ti­ pi hapishanelerin soğuk hücrelerine atıyorlar. KORKUYORLAR! Direnişten ve direnenlerden korkuyorlar! Şartlı tahliye edilenlerin iyileşmesi, karşılığında, hapishane vaat eden devletin ne amaç taşıdı­ ğı açıktır. Arkadaşımız İHSAN ClBELİK'in tutuklan­ ması, gayri meşrudur. Arkadaşımızın sağlığın­ dan endişe duymaktayız. İHSAN CİBELİK DERHAL SERBEST BIRA­ KILSIN! HAPİSHANELERDE TECRİTE SON VERİL­ SİN! GRUP YORUM Grup Yorum'la Dayanışma Mesajları: " İhsan'a Özgürlük!.." Merhaba Grup Yorum, İhsan'ı selamlıyorum ve tutuklanmasını kı-

Bu faşist düzen sürdükçe, İhsan abimiz gi­ bi insanlara, bu rejimde işkenceler yapılmak­ ta. Artık bıktık! Okulda, bir yemek fişinin paha­ lı olduğunu protesto etseler dahi soruşturma görüyorlar ama yorulmak yok. Bizi coşturan, sizin türküleriniz. Siz oldukça, biz olacağız. Siz­ leri çok seviyorum. Serkan Tutuklanan Grup Yorum elemanı İhsan Cibelik için, gerçekten de tepkimiz çok büyük. Bu kaçıncı gözaltı, yeter artık! Buna dur diye­ lim. .. (•••}

Merhaba, değerli arkadaşlarım, yoldaşla­ rım. Biliyorsunuz ki F tipi cezaevlerine karşı yü­ rüttüğümüz mücadele, gün geçtikçe zorlaşı­ yor ve gün geçtikçe, bu uğurda birlikte yürü­ düğümüz, birlikte slogan attığımız, haykırdığı­ mız arkadaşlarımız teker teker cezaevlerine konulmakta. Şunu eklemek istiyorum. Bugün, umutsuzluk ve kararsızlık, düşmandan daha düşman bize. Umanm İhsan CİBELİK arkadaşımız, yol­ daşımızı serbest bırakırlar (ya da bırakılmasını sağlamalıyız). Taylan "Dört duvar engel değildir, soluklarımızın, kara kışta birbirine karışmasına"


Ebette ki bu da sizleri yıldırmayacaktır. Ihsan'a yapılan bu keyfi ve anti-demokratik hare­ keti kınıyor, en kısa zamanda serbest bırakılmasını, oy verdiğimiz bu iktidardan istiyorum. Bir yandan, şundan da eminim ki dört duvar engel değildir, soluklarımızın, kara kışta birbi­ rine karışmasına. Ben; her zaman, kendime, sizleri örnek aldım. Sizin gibi olmaya çalıştım. Nasıl hayat bizi çamurlu yollarında bıktıramadıysa, sizler de umuda giden bu yolda, yılma­ dan yürüyeceksiniz. "Yürüyüş"ünüz de basan­ lar diler, her zaman yanınızda olduğumuzu bil­ menizi isteriz. Şafak, Ayşe, Fadime, Ayşegül, Zeki, Yıldız, Dilan, Kemal, Mehtap, Valentina

lepçe vurduğunu sanan (halkın sanatçılarıdır kastımız) bu yoz kültür, bu aşağılık sistem

Bulunduğu Tekirdağ F Tipi Hapishane

kında değildir. Yıllar önce, Pir Sultan'ı, Şeyh Bedreddin'i ve nice halk uğruna kendini feda etmekten çe-

Grup Yorum elemanı İhsan Cibelik'in; tutukla­ narak, cezaevine konulmasını protesto edi­ yor; bir an önce, serbest bırakılarak, tedavisi-

kinmeyen insanı öldürdüğünü sanan bu dü­ zen; halbuki, binlerce Pir Sultan'ın, binlerce Bedreddin'in doğduğunu görmezlikten geliyor. Vuruldukça çoğalan halkız biz... Ölümler­ den doğan, öldüğü sanıldıkça çoğalan halkız biz... Bugün de binlercemiz, toprağa verilsek de binlercemiz susturulmaya çalışılsak da yüz binlercemiz, yeniden varoluyoruz... İhsan Cibelik'in tutuklanmasını kınıyoruz... F Tipi ölüm hücreleri yıkılmadıkça, durmak; yok bize! Tecritler durmadıkça, durmak yok bi­ ze! Bizler de birer İhsan Cibelik'iz! Sizlerin se­ si tükenmedikçe, bizlerin de tükenmeyecektir! Siz ve sizin gibi halk sanatçıları, bu konu­ larda, bizlerin önderisiniz. Hepinizi, Munzur'un coşkusu, kızıllığı, asili­ ği ve direnci ile selamlıyoruz. Baskılar bizi yıldıramaz! Tüm İdil Kültür Merkezi çalışanlarına ve siz yürek işçilerine kolay gelsin. Yüreğimiz bir atıyor. Elazığ'dan Grup Umuda Türkü

nin yapılmasına izin verilmesini istiyoruz! Bir ülkenin türkülerini yapanlar, yasalarını yapanlardan daha güçlüdür. Türküler Susmaz, Halaylar Sürer. ARDIÇ Kitap ve Sanat Evi

"Biz de Tutuklandık!" Her zaman, sonuna kadar sizinleyiz. Çün­ kü İhsan, sadece Grup Yorum'un elemanı de­ ğil, halkımız elemanıdır! 0 tutuklandıysa, biz de tutuklandık! Protesto yapılması gerekiyor. Eğer yapa­ caksınız, yer ve zamanı söylersiniz memnun olurum. Herkese haber veririm. Yoldaşlar, tecrit son bulacak, halkımız kazanacak! Tarık Bu haberi duyunca, gerçekten şok oldum ve çok üzüldüm. İktidarı elinde bulunduranla­ rın tüm engellemelerine rağmen, tüm direniş­ çiler, mücadeleye devam edecektir . İhsan Abi'ye geçmiş olsun diyoruz. Üzülmesin, her zaman arkasındayız. Hepinizi devrimciliğimin olanca ateşi ile kucaklıyorum ve "tecrite son!" diyorum. Engin Ne kadar üzüldüm, anlatamam. Yapılacak neyse, beni de haberdar edin. Sevgilerimle. Filiz

"Artarak gelin, şafaklar tutuş­ sun!" Merhaba arkadaşlar... İhsan'a ve tüm devrimci arkadaşlara geç­ miş olsun... Bu tür baskılan, senelerdir yaşıyoruz bu ülkede. Bizi, bu şekilde susturmak ve sindirmek isteyenler bilmiyor... Her defasın­ da, bir kat daha güçleniyoruz... Her defasın­ da, biraz daha bileniyor, biraz daha öfkeleni­ yoruz... Bugün size, yarın bize. Şunu bilsinler ki biz, Grup Yorum'un sonu­ na kadar arkasında değiliz. Biz, sizin kolunuza girdik, beraber yürüyoruz. Arkanızda değil, ya­ nınızdayız; sonuna kadar. Ölümden öte ne var? Sesiniz sesimizdir... Hiç azalmayınistiyo­ ruz... Artarak gelin, şafaklar tutuşsun... İhsan'a ve tüm grup arkadaşlarımıza geç­ miş olsun ... Sağlıcakla kalın... (...)

"Binlerce Pir Sultan'ın, Binlerce Bedreddin'in doğduğunu, görmez­ likten geliyorlar." Merhaba, Yürek işçilerine bin selam olsun, Dersim kokan topraklardan... Günümüzde, hala sanata ve sanatçıya ke­

"Bir gider, bin geliriz!" Bizler; felaketler görmüş, işkencede yalvarmayan analann ve babaların oğulları ve kız­ larıyız. Unutmayın; bir gider, bin geliriz. Hepi­ nizi, devrimciliğin olanca ateşiyle kucaklıyo­ rum. Grup Yorum Elemanı İhsan Cibelik Ser­ best Bırakılasın! Lozan Turan "Bir ülkenin türkülerini yapanlar, yasalannı yapanlardan daha güçlüdür."

Çaresizler! Ellerinden, öldürmekten başka ne gelir! Uysal Himmet Arkadaşınızın tutuklanması, bizi çok üzdü. Gerçekten, bizden, Polatlı'daki hayranlarınızdan istediğiniz bir şey varsa, yapmaya hazırız. Kendinize iyi bakın! Arkadaşınızın serbest kal­ ması dileğiyle... Selamlar Özcan Soner

"Grup Yorum'u kimse sustura­ maz!" Ben yanarım dört duvar arasında fidan gi­ bi ama ben, asla teslim olmam... Bizleri, hüc­ relere atarak susturabileceklerini sananlar, bir kez daha yanılıyor. Bizim sesimiz, şimdi da­ ha çok çıkacak. Marşlarımız, türkülerimiz tek bir ağızdan söylenecek ve söyleniyor. Grup Yorum'u kimse susturamaz! Ne tutsaklıklar ne de sürgünler. Hepimiz, bu grubun üyesi­ yiz... Türküler Susmaz, Halaylar Sürer... Ihsan'a Özgürlük! Sevgi ve inanç dolu selamlar. Çalışmalarınızda başarılar. Boran

"Özgürlük savaşçıları tutsak alı­ namaz!" İhsan Abi'nin tutuklanmasını şiddetle kını-


teri hiç bir zaman yıldıramaz. Bu düzeni yıkıp, gerçek sahipleri bizler olacağız. Hiç bir şey bi­ zi yolumuzdan döndüremez. Bu yola baş koy­ duk. İhsan Abi için gereken her şeyi yapmaya hazırım. Faşizme ölüm, halka hürriyet. Özgür­ lük savaşçıları tutsak alınamaz. Erhan Bu ülkenin sanatçılarını, aydınlarını hücre­ lerde çürütmek isteyen zihniyetleri ve eylemle­ ri kınıyoruz. Her birimiz birer İhsan Cibelik'iz. Özgür insanı susturamazlar! Ali Haydar "Biz ata milyarız." Selam dostlar; Yine baskı, yine yasak, yine tutuklama, yi­ ne egemenler, yine sistem ve karşılarında yi­ ne Yorum. Bugün, İhsan Cibelik"e uygulanan bu saldın aslında, halkın sanatına, türküleri­ ne vurulmuş bir kelepçedir. "Biz Varız"da, bu­ nu çok açık bir şekilde vurguladık. Emperya­ lizm ve oligarşi, "Her şey benim olacak." der a m a karşılarında biz varız; biz ara milyarız! Mutlaka ve mutlaka, halkın sanatına ve sanat­ çısına vurulan bu kelepçeler, egemenlerin gırtlağını sıkacağından kimsenin kuşkusu ol­ masın. Hepimiz İhsan'ız! Gelsin, bizi de tırtık­ lasınlar. İşte buradayız. Türküler Susmaz, Halaylar Sürer Dersim'den Selamlar. Bektaş Merhaba, çok üzüldüm. Ne yapmamız gerekiyor? Arkanızda müthiş bir kitle olduğunu biliyorsunuz. Söyleyin, ne yapabiliriz? Yanınızdayız demekle olmuyor, bir icraatı­ mız olsun. Lütfen, içim içimi kemiriyor! Ömür "Yorum'un şanlı tarihini, kanıtla­ maya devam

ediyorlar."

Merhaba dostlar! İhsan Abi tutuklanmış. Şaşırdığımı söyleye­ m e m . 0 güçlü sesin dışarıda olması daha iyi olurdu. Grup Yorum'u durduracaklarını mı sanıyorlar? Acaba, dünyada bu kadar sınan­ mış bir grup ve ideoloji var mı merak ediyo­ r u m ? Sanmıyorum da. Tutuklamalarla, Yo­ rum'un şanlı tarihîni kanıtlamaya devam edi­ yorlar. Sesinizin daha güçlü çıkacağına emi­ nim. Hoşçakalın. (...) Öncelikle, geçmiş olsun. İhsan Abi, içeri girdiği için. Annem ve babam gardiyan ama bir yardımı dokunmaz... Kendinize iyi bakın. Bunlar bizi etkilemez. Biz, öldükçe çoğalırız. Can Elbette, bir gün hesabı sorulacak. Elbette bir gün, o kapılar açılacak ve bunun hesabını bize, devlet, kendisi verecek. Haykırışımız, bir gün herkes tarafından duyulacak. Haykırışımı­ zı, bütün dünya duyacak. Sizlere, kucak dolu­ su sevgilerimi gönderiyorum. Devrim

Gereken direnci hep birlikte gösterece­ Arkadaşlar, direniş kırılmaz, kırılamaz ama bir bu düzen yıkılır, yıkılacak. Umuda az ğiz..." Yorumculara merhaba, kaldı, savaşacağız. İhsan ağabeyin tutuklandığını öğrendim, İhsan Yoldaş'a Özgürlük! çok üzüldüm. Grup Yorum, tarihi boyunca bu Devrimci selamlar eylerim hepinize! tip baskı ve sindirme politikalarına maruz kal­ Devrim dı ama alıştı demiyorum. Çünkü, alışmış ol­ mak demenin, direnmekten vazgeçmek de­ Yaşasın Ölüm Orucu Mücadelemiz! İhsan mek olduğunu biliyorum. Bu yüzden, İhsan Abi'nin biran önce aramıza dönmesini bekliyo­ ağabeyin tutuklanmasını, olağan kabul etme­ ruz. yecek ve gereken direnci hep birlikte göstere­ Mesut cekler, göstereceğiz... "Yıkılmaya çalışılan d e v r i m c i d e ­

Burcu

ğerlerin öncüsüyüz." Bugünün zorbaları, eminim ki tarihin kirli lekeleri olarak anımsanacaklar günün birinde. Biz ise yükselen devrimci değerlerimizin gu­ rurlu tablosunu, elbette, alnımızda taşıyanlar­ dan olacağız. Tutuklamaları şiddetle kınıyo­ ruz. Her tutuklamaya, her baskıya, aslanlar gibi göğüs geren, sevgili Grup Yorum üyele­ rine sonsuz desteklerimizi sunmaktayız. Yıkılmaya çalışılan devrimci değerlerin ön­ cüsüyüz. T ü m devrimcilere selam olsun! Şahan

Halktan biri olarak, t ü m bu faşist saldırıla­ rı kınıyorum... Direnişinizi, en devrimci duygu­ larımla destekliyorum... Böyle saldırılarla, biz­ leri yıldıracaklarını sanıyorlarsa, yanılmaktadır­ lar. Çünkü, günümüze kadar, her seferinde, devrimci kararlılığımız ve onurumuz altında ezilmektedirler. Ve bunu da çok iyi bilsinler ki ezilmeye de­ vam edeceklerdir. Her ne pahasına olursa olsun, tecrit kaldı­ rılacak, ölüm orucu zafere ulaşacaktır! Umut

Sevgili Grup yorum emekçileri, İhsan Cibelik'in gözaltına alınış haberini maalesef oku­ d u m . Şunu bilmelisiniz ki egemenlerin dayattı­ ğı tecrit, baskı, zulümler, bir gün elbet son bulacak. Ben, buna yürekten inanıyorum. İh­ san yoldaşın ailesine sabırlar ve kendisine de yaşayacağı t ü m olumsuzluklara karşı dirençli, azimli günler diliyorum. Yoldaş "Bizleri bu davadan asla vazgeçiremezler." Öncelikle, İhsan Cibelik abimize yapılan t u ­ tuklamayı, şiddetle kınıyorum. Bizleri, bu da­ vadan asla vazgeçiremezler. Sizlerden, hare­ ket bekliyorum. İstediğinizi, elimden geldikçe yapmaya hazırım; bundan şüpheniz olmasın. Erhan

"Halkların öfkesi dinmeyecek!" Egemenler, vatanımızı kendi çıkarları adı­ na yönetiyor. Hapishanelerde, destanlar ya­ zan yoldaşlarımıza yaptıkları işkencelerle, biz­ leri susturmak istiyorlar ama bunu başara­ mayacaklarını da iyi biliyorlar. Tecrit, kişiliğin öldürülmesidir. T e c r i t e son!" diyorum. Artık, kanunları da kendi çıkarlarına göre yapıyorlar. Haksızlık, yaşamın her yerinde var. Haksızlığa son! "Bir ülkenin türkülerini yapanlar, yasaları­ nı yapanlardan daha güçlüdür." Halkların öfke­ si dinmeyecek! Devrimci Selamlar Gürkan

ihsan'a yazacağınız mektuplar için adres: İdil Kültür Merkezi İstiklal Cad. No:212 Kat 6 Aznavur psj. Beyoğlu / İSTANBUL


u ülkede, insanın insanca yaşaması 'için verilen mücadelenin tarihi bu ülkenin tarihi kadar eskidir. Verilen demokratik mücadele de son 35 yıldır, neredeyse kesintisiz sürüyor. Bu öyle bir mücadele biçimi ki bırakın yeni haklar al­ mak üzerine verilen meşru m ü c a d e l e üzerine şekillenmesini; bir yandan da ya­ salarda verilmiş hakları almak için müca­ dele ediyor insanlar. Yani, bu ülkenin si­ yasi iktidarları, kendi yasalarını bile ezip, geçiyor. Yönetememe krizleri öyle bir noktaya varıyor ki yasaları yeniden düzen­ leyip, halkı, demokratik haklarından mah­ rum bırakmaya çalışıyorlar. Bu hakları için mücadele eden insanlar, hemen her dönem, egemenlerin yasalarında suçlu duruma düşmüştür. Yasal olarak bir suç yüklenemediğinde ise kurumlar bünyesin­ de çeşitli yaptırımlara uğramışlardır. Sür­ gün edilen memurlar; soruşturma açılan, okulundan atılan öğrenciler gibi.

B

Bir hak gaspı karşısında basın açıkla­ ması yapmak, yürümek, yönetime taleple­ rini dile getirmek, bir suç. Tüm bunların suç olarak nitelendiği yerde, örgütlenme düşüncesi zaten ilk elden lanetlenmiş bir fikir olarak yorumlanabilir. Bunların üzeri­ ne bağımsız bir ülke isteme düşüncesini, sanırız belirtmeye bile gerek yoktur. Gençlik de bu suçları işleyen kesim arasında olmuştur her zaman. Dinamikli­ ği, yurtseverliği ile gençlik ülkemiz de­ mokratik mücadelesinde aktif bir kesim olmuştur daima. Peki ne istemiştir ülkemiz gençliği? Parasız, bilimsel, eşit bir eğitim; sömürülmeyen, bağımsız bir ülke, adalet.... Daha bunun gibi birçok örnek sayabiliriz burada. Bütün bunların karşılı­ ğı açılan soruşturmalar, baskılar ve tu­ tuklamalar olmuştur. Bugünlerde gençli­ ğe yönelik baskılara yeni boyutlar eklene­ rek artmıştır. Her şeyin; katliamların, yoksulluğun, adaletsizliğin unutturulmaya çalışıldığı bir ülkede yaşıyoruz; gündem hızla değiştiri­ liyor ve suni gündemler yaratılmaya çalı­ şılıyor. Gençlik ise bu politikaların önünde

engel teşkil eden bir kesim yine, yö­ netenlere göre. Ekim ayında eği­ time başlayan İs­ tanbul Üniversitesi'nde; üç ay içeri­ sinde, 1 0 0 öğren­ ciye, 500'e yakın soruşturma açıldı. Haklarında soruş­ turma açılan 40'tan fazla öğren­ cinin de daha so­ ruşturmanın neti­ cesini almadan, okula girmeleri en­ gellendi. Açılan so­ ruşturmaların gerekçeleri, ABD karşıtı eylem yapmak, kamu malına zarar verme potansiyeli taşımak, Newroz'da halay çek­ mek, Deniz Gezmişi anmak, afiş asmak, bildiri dağıtmak, ideolojik halay çekmek; öğrenci şeref ve haysiyetine aykırı davra­ nışlarda bulunmak, solcu bilinen öğrenci­ lerle gezmek, topluca gülmek ve daha bir­ çok bunun gibi suç. Yani kamu malına zarar vermeyi bir yana bırakın, bu potansiyeli taşıyor olmak bile bir gerekçe olabiliyor. Hoş, öğrenci­ deki bu potansiyeli keşfedenler de kim, bu da üzerinde konuşulması gereken ayrı bir konu. İdeolojik halay ne demektir ya da bu halay nasıl çekilir? Biz, döşündük bulama­ dık. Bulabilen varsa bize de söylesin de bilgilenelim. Bir de öğrencinin şeref ve haysiyetine uygun davranışlar var ki de­ meyin gitsin. Bahsedilen şerefli ve haysi­ yetli davranışlar nelerdir, bunu biraz aça­ lım dilerseniz ki tahmin etmesi zor olma­ sa gerek! Bir şekilde, okulda "sorun" çı­ karmadan mezun ol. Parasız, bilimsel eğitimmiş, yok ülke sorunlarıymış, efendim "YÖK'e Hayır!"mış; uğraşma sen bunlarla. Hele hele, tecritmiş, F Tipi'ymiş, açlıkmış, yoksullukmuş, adaletmiş, 19 Aralık Katliamı'ymış... Bütün bunlardan sana ne? Sen, bir zahmet, okuldan biran evvel me­

zun ol tabi olabilirsen. Sonra, git iş bul. Bulamazsan, orası da beni ilgilendirmez. Hatta, aklın varsa, işyerinde de sesini çı­ karma ki evine ekmek götürebilesin. Nasıl bir şereften, haysiyetten sözediyoruz ki ülkesinin satılmasına, dilinin, kül­ türünün, değerlerinin yok olmasına göz yummayan bu damgayı yiyor. Şeref ve haysiyetin tanımı yeniden mi yazılıyor? Bundan zerrece nasiplenmeyenler mi ya­ zıyor onu? Hangi şerefli insan, halkına ya­ pılan zulme karşı çıkmaz? Üniversiteleri, şirket haline getirmeyi hedefleyen YÖK Yasa Tasarısına karşı direnmek mi şeref­ sizlik? Bu direniş, insanı haysiyetsiz mi yapıyor? Soruşturmalara maruz kalan öğrenci­ lerin ifadelerini alan eğitim görevlerinin, görev aşklarını da es geçmemek gerekir elbette. Bir eğitim görevlisinin şeref ve haysiyetine yakışan davranışları kim sor­ gulayacak? Birileri sorgulanacaksa, bun­ lar öğrenciler değildir. Asıl sorgulanması gerekenler, öğrenciler değil; üniversitele­ ri, çıkarları doğrultusunda yönetenlerdir. Gençlik, şimdi, üzerindeki soruştur­ mayı ve buna bağlı olarak YÖK'ü protesto ediyor. Yani, gençlik hala geleceğine sa­ hip çıkıyor. Ülkenin bütün üniversitelerin­ de olduğu gibi.


atıralarımızdan çık­ mayacak gürüntülerdi. E-5 Otoyolu üzerin­ de, kendilerini demir ka­ feslere zincirleyen kadın­ lar; olay yerine gelen polis tarafından, kafeslerin için­ de döndürüle döndürüle bir kamyonete bindirilip, gözaltına alınıyordu. Bu gö­ türme işlemi sırasında, ka­ fesin içindeki kadın, kafe­ sin duvarlarında tutunmak istiyor; kafesin içinde yu­ varlanıyordu. O anda, E-5 Otoyolu'ndaki bu görüntüleri izle­ yenler, belki, merak etti, belki kızıp, öfkelendiler bel­ ki, acıdı onlara. O gün, kafeslerin içki­ de, kafesleriyle birlikte gö­ zaltına alınan kadınlar ko­ nuşmuyordu. Peki, ne isti­ yorlardı? Hapishanede bu­ lunan çocuklarının yaşa­ masını. Yani, soğuk, ölü bedenlerine değil; dipdiri evlat sıcağına sarılmak isti­ yorlardı. Kadınlar acılıydı. Konuşmuyor gibi görünse­ ler de konuştukları ortak bir dil vardı. Bütün evladını yitiren anneler gibi. Konuş­ tukları dil, acının evrensel diliydi.. Dünyanın hangi kö­ şesine gitseniz aynı dilden konuşur analar; eğer, ev­ latlarını yitirmişlerse. Dün­ yanın her yerinde, acıların en büyüğü olarak tanımla­ nır evlat acısı. Arjantin'in kayıp anne­ leri de bu dilden konuşur; Filistin'de, Irak'ta, işgalci kurşunuyla evladını yitiren bir anne de. Onlar anlar, birbirlerinin dilinden. Kadınlar konuşmuyor ama başlarını dimdik tutu­ yordu. Kafesin demirlerine tutunmuş, kendilerini hap­ setmiş beş kadın yani.

H

Anlatmak istedikleri bir şeyler vardı. Bir dertleri vardı. Belki, delirdiklerini düşünen bile olmuştur o gün. Yüz yedi ölü bedeni omuzlayan analar, sabır sınırlarını çoktan aşmıştı. Evet, hapishaneden 1 0 7 tabut çık­ mıştı dışarıya. İncelmiş bir çocuk kadar kal­ mış, yüz yedi ölü beden. Evlat dedikleri, ev­ lat diye bildiklerini tanıyamaz oldular, mu­ salla taşında. Delirebilirlerdi ama delirme­ diler. Kafes tutsaklıktır. Kafes, hücreyi simgeliyor. Hücre ise hayatın akışkanlığının dur­ duğu yer. Soluk alıp verilemez, güneş yüzü görülemez bir yer. Yani yaşanamaz bir yer. Bu yüzden ölüyor evlatları. Bütün bunları anlatıyorlardı o gün, hiç konuşmasalar da. Ancak vicdan sahibi olanlar anlayabilirdi ne anlatmak istediklerini. Televizyon kanallarında bu haberi veren­ ler, anlayamazdı örneğin. Onlara göre, bu görüntüler sadece "ilginç". Anlamadıkları bir şey daha var, Analar, kendilerine ve ev­ latlarına uygulanan sansürü de parçalıyor­ du o gün. Peki, neden öyle götürülüyorlardı dersi­ niz? Ortaçağ'da, insan pazarlarında satılan kölelerin sergilenişi gibi, bir kamyona yükle­ niyorlardı? Kimsenin aklına bir kaynak makinesi, bir ambulans çağırmak gelmiyor muydu? Yok­ sa, yüzyılların öfkesinin kusulduğu bir anı daha mı yaşıyorduk? İnsan sormadan ede­ miyor. Bir ana mı doğurdu sizi? Hangi ana doğurdu sizi? Dokuz ay nasıl taşıdı karnın­ da tiksinmeden? Ne öğretti o ana size? Doğru, yoktur anaları. Hasan Hüseyin'in şiiri geliyor insanın ak­ lına o görüntüleri izlerken; 'anaları yok onların aşkları özlemleri bekledikleri yoktur değil mi ki kırdılar bu fidanları değil mi ki ağlattılar bu anaları onlar için her şey bitti" Yalnızca kendisi için yaşayanların davra­ nış ve psikolojisidir bu. Biz, adına faşizm deriz. Bu ülkenin faşiz­ mini yansıtan anlardır o görüntüler. Faşiz­ mi hala, İkinci Dünya Savaşı'nın Almanyası'nda arayanlara duyurulur.•


N

e zamandır aklımdasın. Hep yaza­ l ı m diyorum, kısmet bu geceyeymiş. Yeni yıla mektup borcu bırak­ mamak için, ha bire yazıyorum bu aralar. Bana kolay gelsin, sana da elbette; her şey için... Yeni bir yıl daha geldi işte. Neler olur acaba 2004'te? Haklısın; ne sen ne de ben kahin değiliz. Lakin, meçhul olan ayrın­ tılardır yine de. Sonuçta, eski dünya çürümeye ve çü­ rütmeye; yeni dünya ise acılarla, sancılar­ la, kavga, ille de umutla doğmaya yazgılıdır. "Hayat denilen kavga", her cephede bü­ yüyerek sürecek, kuşkusuz. "Çelik adımlar­ la" yürünecek yine ve şaşacak bazıları bu yürüyüşe. Bazıları korkacak bu umutlu adım seslerinden yine. Bunlardan geriye kalanlarsa ki onlara halk deniyor, umutlu seslerin ahengine uyduracaklar adımlarını biraz daha. "Biz bu karardık yolun sonunda* diyenler, hemen ekleyecekler; "Doğacak güneşi görüyoruz". Elbette, görülmesin diye, daha da ka­ rartmaya çalışacaklar o ufku. Lakin, hep söylendiği gibi, güneş balçıkla sıvanamayacak yine. Onca yalan, hiçbir zaman gerçeği örtemez. Tecrübeyle sabittir bu. Ve ger­ çek, o kül yutmaz delikanlı endamıyla; doğ­ runun ve eğrinin, hakkın ve haksızlığın tek ölçütü olarak aydınlatacak, herkesin ve her şeyin yüzünü yine... Yürüyenler kadar, bekleyenler de ola­ cak elbette. Bekleyen ve bekledikçe çürü­ yenler. Fakat, yine gelmeyecek o tren, bu istasyona. Ancak; Tanzimat'tan bu yana bekleyenler, yine, beyhude yere bekleye­ cek. Oysa, Haydarpaşa Garı'na, Avru­ pa'dan gelen, sadece Orient Ekspress'tir. Onun getirdiği de özgürlük değil, türlü bi­ çimlerde sömürüdür hep. Hal böyle olma­ sına rağmen, o beyler, beklemekten örüm­ cek bağlayan beyinleriyle, Avrupa'dan gele­ cek özgürlüğün falını açacak. Halbuki, ha­ yat kavgası beklemiyor ve geçip gidiyor yan­ larından. Onlar, hayata kör. Hayat, onları ezip geçiyor zaten... Biliyorsun ya, daha fazla çetinleşecek

bu kavga. Daha çok amansızlaşacak ve bi­ raz daha çetrefilleşecek. Lakin, biz sade düşüneceğiz. Sadeliğin derinlik olduğunu yaşayarak... Her amansız ve kanlı ve çetin çarpışmanın öngününde, özgüvenle, Lenin'in o sözünü hatırlayacağız; "Yürü ve ne olacağını gör!" Yürüyeceğiz ve ardımızda bı­ raktıklarımızın gözleriyle, her çarpışmadan, alnımızın akıyla çıktığımızı göreceğiz yine... Yine ve yeni karanfiller düşecek 2004'ün en güzel yerlerine. Düştükleri yer­ den, bir yıldız daha doğacak. 0 yıldızların ışı­ ğında yola çıkanlar olacak. Belki, yoldan çı­ kanlar da olur ama yol döşenecek geleceğe doğru. Kabul edersin ki buraya cümle yaz­ mak kafi değil. Oysa şimdi, sen, "Serüvenciler'i mırıldanmalısın. Ben duyarım seni ve eşlik ederim sana. Yani haklısın, "Ve serü­ venciler düşer yollara", 2004'te de umutla, inançla ve daima... Kan akacak yine. Çok kan akacak hem de. Yoksulluğa, sömürüye ve işgale mah­ kum edilenlerin, yani halkların; yani, bizim kanımız dökülecek. Bilcümle emperyalistler ve uşakları, kanımızla yağlamadan, bu sö­ mürü çarkını çeviremez zaten. Nerude'nin o dizesini, 2004'ün en kırmızı yerlerine ya­ zacağız; "Halkız biz, yeniden doğarız ölüm­ lerde". Ve Taylandlı, ve Batmanlı o küçük kız, 13 yaşına basacak bu yıl. "Artık büyüdü." Denilerek, kaderine hükmedilecek. Kurban edilecek, insanın, insanı sömürdüğü bu dü­ zenin kutsanması için. Doların Coni'sine, euronun Hans'ına peşkeş çekilecek daha 13'ünde. Derler ki 13 uğursuz rakamdır. Onlar, en az Yahuda kadar -ki Yahuda yan­ larında melek kalır- uğursuz, nursuz ve aşa­ ğılık birer insanlık hainidir. Her şeyin bir karşılığı vardır. Olur, olma­ lıdır ve olacaktır. Kuşkusuz 2 0 0 4 , bütün acılarımızın hesabının sorulduğu bir yıl ol­ mayacaktır. Ancak, bu insanlık haini ve halk düşmanı katillerden her yerde ve her an hesap sorulacaktır yine. Kara Afrika, Latin Amerika, Asya, Ortadoğu ve Anadolu halklarının da bir isyanı, itirazı, söyleyeceği bir çift sözü olduğu görülecektir yine...

Hatırlamaz olur muyum? Filistinli o ço­ cuk, taş atacaktır koca tanka yine. Bunun bir oyun değil, savaş olduğunu bilerek hem de. Şimdi o taş, o çocuğun elinde büyüyor ama o çocuk, 2004'te büyüyemeyecek. Çünkü, söylemek bile acı ama bir Siyonist katil onu da vuracak, diğer kardeşleri gibi. Fakat, o taşlar var ya, her şeye rağmen, küçük ellerde biraz daha büyüyecek. Daha­ sı; o küçük eller, o taşları, emperyalist- Si­ yonist güçlerin temellerinden çekip almak­ tadır aslında... Irak'ı merak etme sen. Biliyorsun ya, o topraklar, bir çok işgal gördü. Çok yağma ve talan... ama kimse, o topraklarda tesli­ miyeti göremedi. 2004'te de göremeye­ cekler! Coniler, Irakta, sadece petrol bula­ bilir ama huzur, asla! Çünkü, Irak bizimdir. Arap, Kürt, Türkmen, Asuri ve Yezidi halklarınındır. O topraklarda, kardeşliğe yer var ama Coniler'e yer yok. Er ya da geç, defe­ dilecekler, Hak'tan ve her yerden. Özlemlerimiz de büyüyecek elbette 2004'te. Lakin, hep diyoruz ya, halkın öz­ lemleri giderilmeden, bitmeyecek bizim hasretimiz de. Büyüyecek Özlem ve yürüye­ cek özlemler, yine ve daima... Velhasıl, 2004'te; zalimler, zulme; zu­ lüm karşısında susanlar, susmaya; zorba­ lar, onurlu insanları; o insanlar da kavga türküleri yakmaya devam edecek yine. Fa­ kat, bu yeni 3 6 5 günün sonuna gelindiğin­ de, bir kez daha görülecek ki umut, kendi­ ne yaraştığı gibi, umutsuzluk zorbalığını to­ katlamış olacaktır. İşte yeni bir yıla giriyoruz. Rastgele de­ miyorum. Sen onu balıkçılara söyle benim yerime. Yürüyeceğiz diyorum sadece, ka­ ranfillerin emeği, feda ruhu, sabrı ve biliadımlarıyla hem de. Bu arada, Serüvencileri mırıldandın mı biraz? Hadi o zaman, hep birlikte söyleye­ lim. Bir ıslıkla, serüvencileri selamlayalım, 2004'ün bu ilk günlerinde... Şimdi, son cümleyi kuralım ve diyelim ki, "Onur ve umudu yaşatacak; ve yaşanılır bir dünya için elimizden geleni yapacağız! Yine ve daima; 2004'te de...


okakta hızlı hızlı yürüyordu. Yüzü gülüyor .fakat, gözleri tedirgin bakıyordu. Her an, birileri saldıracakmış gibi geliyordu ona. Ya biliyorlarsa? Öğrenmiş olabilirler mi acaba? Adımlarını biraz daha sıklaştırdı. Nerdeyse koşuyordu artık. Bir eli, hep cebi­ ni yokluyordu. Orada durduğundan emin ol­ malıydı . Bir ara, "Kim ne yapabilir kî?" diye geçirdi içinden. "Bu kalabalıkta hem de..." Yine de dikkat etmeliydi. Hem mutlu, hem tedirgin. Kendi halini düşündü. Yine gülümsedi ister istemez. "Ne garip şey..." dedi içinden. Hayallerinin ger­ çekleşmesi için, acele etmeliydi. Az kalmıştı. Bu arada, hiç bir tanıdık görmek istemiyor­ du. "Umarım, kimseyle karşılaşmam." diye geçiriyordu içinden. Konseyle konuşmak is­ temiyordu şu an. Nihayet göründü işte. Kocaman tabelası caddeye bakan, yetişmek için acele ettiği banka. Açılmış mıydı acaba? Saatine baktı, dokuzu gösteriyordu. Açılmış olmalı diye ge­ çirdi içinden. Ya müdür gelmediyse... "Boşu­ na kuruntulanıyorum, gelmiştir elbette." diye düşündü. Kapıyı itti. Güvenlik görevlisiyle göz göze geldi. Tedirgin bir şekilde, "Müdürle gö­ rüşecektim." diye geveledi. Görevli, Müdür'ün odasını gösterdi. Kapıdan hızla girdi. Müdürün, soran gözleriyle karşılaşınca, ka­ pıyı çalmadığını farketti. - Özür dilerim kapıyı çalmadım. - Önemli değil. Size nasıl yardımcı olabili­ rim? inanmayan gözlerle, Müdür'e bakarak, duruyordu. Ne diyeceğini bilemiyordu. Mü­ dür tedirginliğini farketmiş bir şekilde konuş­ tu. - İsterseniz önce oturun? Bir şey içer misiniz? Oturduğu yerden, "Cay." diyebildi. Müdür tekrar sordu. - Size nasıl yardıma olabilirim? - Şey bana çıktı da... -!!?? -Yani piyango... - öyle mi? - Ama adımın öğrenilmesini istemiyo­ rum. - Tamam siz merak etmeyin ama önce bileti görebilir miyim? Sıkıldı, tedirgin oldu. Ya alıp, aldığını inkar ederse!? Çekingen bir tavırla, bileti uzattı, 'bir de piyangonun sonuçlarını gösteren kağı­

S

dı. Müdür, kağıda baktıktan sonra bilgisaya­ rına döndü. Biraz sonra; - Tebrikler! Bilgisayardan da kontrol et­ tim. Beş trilyon size çıkmış. - Evet ama... - Merak etmeyin. Size hemen bir hesap açarız. Size, hesap cüzdanı, bize de bilet ka­ lır. Biz, biletin karşılığı olan parayı alırız. Ta­ bi, sizin kimliğinizi de gizli tutarız. Bu arada çaylar geldi. Çayını yudumlar­ ken, yavaş yavaş rahatladığını hissetti. "Bun­ dan sonra zenginim." diye geçirdi içinden; "Hayallerimi gerçekleştirebileceğim." - Çek defteri ve kredi kartı da ister misi­ niz? - Şey bilmem ki... - Yanınızda bundan sonra, para yerine bunları taşırsınız, diyerek ekledi; - Bir çay daha içer misiniz? - İyi olur. - Biz de bu arada işlemlerimizi yaparız. Kimliğinizi alabilir miyim? Müdür ne iş yaptığını, adresini ve bunun gibi birçok soru sorduktan sonra ekledi; - Geçmiş olsun beyefendi. İşlemleriniz bit­ t i . Buyurun bu hesap defteriniz, çek defteri­ niz ve kredi kartınız... Çok şaşırmıştı;

- Bu kadar çabuk mu? Kredi kartını daha geç alırım diye... - Evet efendim, bankamız bu konuda eli çabuktur. Artık zengindi. İstediğini alabilirdi. Banka­ dan çıkar çıkmaz ilk cep telefonu satan bir dükkana girdi. - Telefon alacaktım. - Hangisi? - Nokia. - Bu en son modeli. Fotoğraf çeker. Film çeker. GPRS özelliği var. Çok geniş hafızası var. - Tamam alıyorum. Kredi kartıyla ödeme yapmak istiyorum. Hattım hemen açılır mı?" - Ne demek efendim hemen... Buradan çıkar çıkmaz, bir otomobil fir­ masına gitti. Firmanın tabelasında büyük puntolarla, MERCEDES-BENZ yazıyordu. - Buyurun efendim hoş geldiniz. Nasıl bir şey bakmıştınız? - Henüz karar vermedim. - Biz yardımcı olalım efendim. Şöyle bir model var elimizde. En iyisidir. Son model. Her türlükonforu var. Televizyon, telefon, navigasyon, CD çalar... Ayrıca, şimdi kam­ panyamız da var; çok daha ucuza almış olur­ sunuz.


Arabanın etrafında dolaştı önce. Çok gü­ zel görünüyordu. Sonra kapısını açıp, koltu­ ğa oturdu. - Çok rahatmış. - Tabi efendim. Koltuklar deri, ısıtmalı ve hafızalı. Arabaya girip, bir kere ayarlayın; on­ dan sonra, her şeyini, size göre kendisi ayarlıyor. Koltuğu, aynaları, direksiyonu her şeyi... Önde ve arkada park için yardımcı sis­ tem var. Yolda kaybolma tehlikesi yok. Navigasyon sistemi, sizi gideceğiniz yere götürü­ yor. Silecekler sensörlü. Yağmur başladığın­ da, otomatik olarak çalışıyor. Yağmurun hı­ zına göre, kendisini ayarlıyor. Yıllarca tık de­ mez. 15 yıl paslanma garantisi veriyoruz za­ ten. Siz de arabaya çok yakıştınız efendim. Bu arabayı aldınız mı pişman olmazsınız. - Tamam alıyorum. Tamamını bir kerede, çekle ödemek istiyorum. Çek defterini çıka­ rıp yazdı. - Buyrun anahtarları... - Hemen mi? - Tabi efendim. Siz, bize kimlik ve adres bilgilerinizi verin. Biz, bu arada işlemlerinizi yaparız. Son model mercedesiyle, lüks bir semte gitti. Cadde cadde, sokak sokak dolaştı. Gü­ zel bir ev almalıydı kendine. Bu arada araba­ sını da test ediyordu. Televizyonunu açıyor, biraz sonra onu kapatıyor navigasyonu açı­ yordu. Bütün düğmeleri, bütün özellikleri de­ niyordu. Ne güzel bir şeydi... Şimdi, bir de ev almalıydı. Nihayet, camında satılık yazan bir daire gördü. Dış görünüşü oldukça güzeldi. Sahibi­ ni buldu, evi gezdi ama beğenmedi. Evi kü­ çük buldu. Oysa, üç oda bir salondu ve çok pahalı da sayılmazdı. Fakat, o daha iyilerine layıktı. Sonunda bir emlakçıda aradığını bul­ du. - İnanın çok güzel efendim. Bir site için­ de, kapıda güvenlik mevcut. Dubleks... Bina­ ya özel, güvenlik kameraları ve harekete du­ yarlı alarm sistemi var. Giriş katında mutfak, büyük bir salon ve tuvalet-banyo var. Üst katta ise yatak odası, çocuk odası, misafir

odası, çalışma odasıyla, tuvalet-banyo bulu­ nuyor. Ayrıca, merkezi ısıtmalı. İnanın, tam size göre. Tam yaşanacak bir yer! Böyle bir fırsata kaçırmayın efendim. Böyle güzel yer­ ler pek boş kalmaz. Alıyor musunuz? - Alıyorum. Çekle ödeme yapacağım. - Tabi, nasıl isterseniz. Yalnız, benim ko­ misyonumu ayrıca yazarsanız sevinirim. Artık, güzel bir dubleks evi de vardı. Bu kadar alış-verişten sonra yorulmuştu. Yol kenarında, lüks bir restorana girdi. Gözü­ ne güzel görünen, adı­ nı bile bilmediği yemek­ lerden sipariş verdi. Bu kadar şeyden son­ ra, yemek molası iyi gelmişti. Parası sorun değildi nasıl olsa. He­ sabı kredi kartıyla öde­ di. Arabasıyla gider­ ken, gözleri en parlak haliyle etrafa bakıyor­ du. "Bir de tatile çık­ malıyım." diye geçirdi içinden. Sonra, bilin­ meyen numaralar ser­ visine, arabasının tele­ fonuyla, Uludağ'dan bir otelin numarasını sordu. Bir yer ayırttı kendine. Bu mevsimde Uludağ'da olmak, herhalde en iyisiydi. "Ka­ yak da öğrenirim." diye düşündü. Yanına bir şey almaya gerek yoktu. Nasıl olsa, orada her şeyi alabilirdi. Yola koyuldu. Uludağ'a geldiğinde Her yer bembeyazdı. Manzara, bütün güzelliğini, onun için sakla­ mıştı sanki. "Bugüne kadar yapamadıkları­ mın, yaşayamadıklarımın acısını çıkarıyo­ rum." diye düşündü. Otele girdi. Kendisi için ayrılan süit odaya yerleşti. Camdan, manza­ raya bir kez daha baktı. Kayak yapanları, te­ leferikteki insanları seyretti bir süre. Sonra, gevşeyen vücudunu kuştüyü yatağa bıraktı. Telefon sesiyle uyandı. -Alo! - İyi günler. Mercedes galeri­ sinden arıyorum. Yazdığınız çek, kar­ şılıksız çıktı. - Anlamadım! - Diyorum ki çe­ kiniz karşılıksız çıktı. - Ama bu müm­ kün değil. Daha bu sabah bankadan verdiler. - Valla bilemiyo­ rum beyefendi. Bi­ ran önce bu soru­ nu çözmezseniz, biz de kendimizce tedbir almak zorun­ da kalabiliriz. - Tamam; ben, hemen bankayı arı­ yorum.

-Alo. - Merhaba. Ben emlakçıyım. Bugün yaz­ dığınız çekler, karşılıksız çıktı. - Ben telefoncuyum. Kredi kartı hesebınızda para olmadığı anlaşıldı. Telefon sesleri birbirine karışıyordu, kan ter içindeydi. Neler olduğunu anlamaya çalı-

şıyor, etrafı tanımaya çalışıyordu. Oysa, her zaman yattığı yataktaydı. Karşısında, her zamanki eski dolap kapağı açık bir şekilde duruyor, açık unuttuğu televizyondan ise yılbaşının dünyada nasıl kutlandığını gösteren bir haberin görüntüleri geçiyordu. Yan taraf­ taki sehpanın üzerinde, boş şişeler ve bar­ daklar... Boşalmış çerez kapları... Kapının yanında, soğumaya yüz tutmuş soba. Üze­ rinde, akşamdan kalma kestane parçalan... Ve çıkarmak üzere olduğu bir mide... Nere­ deyse istifra edecekti. Başı, berbat ağrıyor­ du. Gözleri, kan çanağı... Telefon, bu kez gerçekten çalıyordu. -Alo? - Hala yatıyor musun abicim. Akşam oldu nerdeyse. - Çok içmişiz herhalde. - Akşam biz ayrıldıktan sonra da devam etmedin inşallah? - Bilmiyorum! - Neyse, görüşürüz. Yeni yılın kutlu olsun! - Senin de. Saatine baktı. Saat, üç buçuk olmuştu. Ayın 1'i. Yılın ilk günü. Kendini hiç iyi hisset­ miyordu ama çarçabuk giyindi. Gazete bayi­ ine, uçarcasına gitti. Bir gazete alıp, eve döndü. Cüzdanından, yılbaşı biletlerini çıka­ rıp, numaraları tek tek kontrol etti. Bu kadar mı olurdu? Bir amorti bile yoktu. Lanet oku­ du. Küfür etti, bildiği, inandığı her şeye. "Ne zaman, adam gibi bir maaşı olan, adam gi­ bi bir işimiz olacak? Ne zaman, bu köhne, rutubetli evden kurtulacağız. Ne zaman, gü­ zel, kaloriferli bir evimiz olacak? Ne zaman, kapımızda, ayaklarımızı yerden kesen, şöyle güzel bir arabamız olacak?" Sonra farkında olmadan biraz daha ba­ ğırdı, "Ne zaman insan gibi yaşayabileceğiz? Ne zaman? NE ZAMAAAN?"


om Hurndall; 2003 yılının Nisan ayında, Filistin-Gazze'de, İsrail as­ kerleri tarafından başından vuruldu.

T

İngiliz asıllı bir gazeteci, bir eylemciydi.

Aynı zamanda,

Uluslararası Dayanışma

Hareketi'nin (ISM) gönüllüsü. Tom; yakla­ şık on ay önce, Filistinli bir çocuğu İsrail askerlerinin ateşinden korumak isterken, uzun namlulu bir silahla, başından hedef alınarak vurulmuştu. 13 Ocak 2 0 0 4 tari­ hine kadar, bitkisel hayatta, yaşam mü­ cadelesine devam etti. 13 Ocak akşamı, Londra'da, hastanede hayatını kaybetti. O bir fotoğrafçıydı belki, ama aynı zaman­ da, Filistin halkıyla, aynı duyguları paylaşı­ yordu. Ortada bir işgal vardı ve bu işgale karşı, uzun yıllardır süren Filistin halkının direnişi. Bu direnişin haklılığını benimse­ mişti. Daha önce; Amerika'nın, Irak'a saldır­

İsrailli işgalciler, Tom Hurndall'ı da

tikleri gibi... Tom Hurndall'ın katledilmesinin ardın­ dan, İsrailli yetkililer dünya kamouoyuna bir takım açıklamalar yaptı. İlk önce Tom'u vuranların, uyuşturucu kullanan bazı Arap askerler olduğunu iddia ettiler; ardından, "silahla karşılık verildiği" için ateş açmak zorunda kalındığını söylediler. Bunlar tutmayınca, olayı yalnız bir askerin sorumluluğuymuş gibi göstermeye çalıştı­ lar. İşgal gerçeğini, sömürü gerçeğini yok sayarak; olayı mümkün olduğunca tekil bir örnek haline getirmeye çalıştılar. Beceremediler,.. Her zamanki demagoji- ya­ lan sistemi yine harekete geçti. Tıpkı, Irak işgalinde, Afganistan'da, Saddam Hüseyin'in esir alınışında olduğu gibi... Emperyalizm veya işbirlikçilerinin olduğu yerde; yalan, demagoji, çarpıtma, ahlak­ sızlık da vardı.

katletmişti. Yıllardır Filistin halkını katlet-

Bir gün içinde, onlarca can düşüyor

dığı ilk dönemlerde, Bağdat'ta da bulun­ muştu Tom. Orada da gazeteci olarak ça­ lışıyordu. Fakat, "canlı kalkanlar"ın birçok eyleminde yer almış, işgale karşı yapılan çalışmaların iyi bir yardımcısı, takipçisi ve habercisi olmuştu. Onların eylemlerini, dünyaya yansıtmaya çalıştı. Düzenlenen etkinliklerin, eylemlerin dı­ şında kalmaz; gözlemci olmaz; bu eylem­ lere dahil olurdu. Birçok gazeteciden far­ kı; işgale, Irak halkının penceresinden ba­ kabilmesi, Amerika ve emperyalizm ger­ çeğini görebilmesiydi. Ardından, Filistin'e geçti ve orada gö­ rev yapmaya başladı. Kısa bir süre orada kaldı. Sonra, İsrailli askerler tarafından vurulduğu haberini aldık. Ondan kısa bir süre önce de Rachel Corrie adında bir eylemci, Filistin'de katledilmişti.

Filistin topraklarına. Taşlara karşı tank­ lar, roketler, bombalar konuşuyor Filistin topraklarında. Çocuklar; yürümeyi öğren­ meye başladığı dönemlerinde, sokaklar­ daki direnişe de katılmaya da öğreniyor. Tom Hurndall, daha önce katledilen diğer enternasyonalist dayanışmacılar gi­ bi örnek oluyor dünya halklarına. Klasik Avrupa mantığını; bireyciliği, rahat yaşa­ mak adına dünya gerçeklerinden kaçma ye tüm yaşananlara gözlerini kapama an­ layışına dabe vuruyor. Bedenini kalkan ederek, canını feda etmiştir Tom. Bir di­ renişçinin hayatını korumak için yapmış­ tır. Bu çok yüce bir anlayıştır ve bunun önemi sadece direnenler bilir. Tüm bunlar bir yana, enternasyonalist dayanışmacıların bu çabaları, işgale karşı direnişin haklılığını ve meşruluğunu da tüm dünyaya gösteriyor. Tom Hurndall'ın anısı önünde saygıyla eğiliyoruz.•


asan Sabbah hareketinin tarihsel kö­ kenlerine Tavır'ın geçtiğimiz sayısında' genel olarak değinmiştik. Bir hareket­ ten ve onun yüzlerce yıllık birikiminden sözettiğimizde; üç sayfalık bu değinme, kuş­ kusuz, yetersiz kalacaktır ama bir dergi içe­ risinde, meselenin ana hatlarını ortaya koy­ masıyla, sanırız, yeterli bir giriş olmuştur. Hasan Sabbah hareketini ve Alamut sürecini değerlendirirken, egemen ideolojinin sunduğu çarpıtmaları çürütmesi bakımın­ dan, İsmaililik'in gelişimi, önemli verileri de taşımaktadır. Yazımızın ana başlığı, tarihteki bu kişili­ ğe yönelik bir saptama yapmaktadır. Ha­ san Sabbah, gerçekten de resmi tarih için­ de değerlendirildiğinde, tam bir anti kahra­ man niteliği taşımaktadır.

H

Anti Kahramana Yüklenen Misyon ve Kötünün Çekiciliği Batı düşünce sistemlerinin kahramana yüklediği misyona baktığımızda, onların sa­ vaşçı kişiliklerini görürüz. Bu savaşçı; bir din adamı, bir tüccar veya sıradan bir aile­ nin, darbe yemiş üyesi olabilir. Onu kahramanlaştıran da sınıfsal veya statüsel kimli­ ğidir. Yani, toplumun kendisine yüklediği misyonu, yaşanan şok bir olayla aşan ve onun üzerine savaşçı kimliği yerleştiren ka­ rakterdir sözü edilen. Oysa, aynı batı dü­ şünce sistemi savaşçı bir filozofa aynı kim­ liği yüklemez. Hatta, böyle bir durumun var­ lığı tedirgin edici bir durum yaratır. İşte, anti kahraman burada devreye girer. Bu, batının düşünce sisteminden çıkıp, edebiya­ tına sızan bir karakter tipidir. Anti kahra­ man tiplemesi -edebiyatta anti kahraman, çoğunlukla bir karaktere dönüştürülmez ve bir tip olarak tasarlanır- zaman içinde deği­ şiklik arz etse de özü budur. Batının, anti kahramana yüklediği misyon; kötü olduğu kadar, çekici ve cazip bir yan da taşır. Hat­ ta, hikayenin sonunda gereken uzlaşmanın sağlanması için, bu anti kahraman, kendi­ sinden beklenmeyecek bir kahramanlık gösterir. Ancak, bir karakter olmaktan yok­ sun bırakılan bu tiplerin neden bu kahra­ manlığı yaptığı da haklı olarak çoğunlukla anlaşılamaz. Oysa, onların, düzen içinde saygın bir yerle başlayan serüvenleri, ger­ çek düşmana ve teşkilata saldırmalarıyla anlamlanabilir. Bu yüzden, anti kahraman

çekicidir. Bu yüzden, yazarlarının elinde ol­ madan, gerçek kahramanın önüne geçtiği durumlara rastlarız. Anti kahraman, özün­ de gerçek düşmana saldıran, savaş açan­ dır. İşte, Hasan Sabbah karakteri de böyle olduğunda, bir yere oturtulabilir. Hasan Sabbah; gerçek düşmana, Selçuklular'a, amansız bir savaşı başlatan hareketin ön­ deridir. Bu savaş, tarihsel bir nitelik taşı­ maktadır; çünkü, imparatorluğun yıkılması­ nı sağlayan bu durumun önünü açan darbe­ leri vurmuştur. Rivayetlerin Hasan Sabbah'ı Hasan Sabbah hareketi hakkında öne sürülen rivayetler, onun kimliğine yönelik yaklaşımlara da sirayet etmiştir. Söyle ki bunlardan en ünlüsü, Şair, Gök­ bilimci Ömer Hayyam ve Selçuklu Veziri Nizamülmülk ile medrese yıllarına dayanan dostluğu üzerinedir. İddialardan biri; üçü­ nün, medrese yıllarında verdiği söze ilişkin­ dir. Rivayete göre, içlerinden hangisi üst mevkilere yükselirse diğer ikisini gözetecek­ tir. Bu kişi, Nizamülmülk olmuştur ve Sabbah'a sarayın kapılarını açmıştır. Ismaililik fikrini benimseyen Sabbah da sarayda ka­ ranlık faaliyetlerine girişmiştir. Bunun üzeri­ ne, saraydan uzaklaştırılmıştır. Nizamülmülk'le aralarındaki husumet böylece başla­ mıştır. Bir diğeri; Sabbah'ın saraya girmek için, Ömer Hayyam'ı kullandığı, burada da keskin zekasıyla Sultan Melikşah'ın gözüne girdiği rivayetidir. Saray kütüphanesinde görev alan Hasan Sabbah; burada, bilgisi­ ne bilgi, görgüsüne görgü katarken, bir yandan da saray içinde suikast planları ger­ çekleştirme hazırlıklarını yürütüyordu. Zeka­ sıyla, sultanın ilgisine mazhar olan Sabbah, Nizamülmülk'ün de tepkisini çekmiştir. Çok uzun sürede toparlanabilecek saray hesap­ larını 40 günde yetiştireceğini belirterek, sultandan bu görevi alan Sabbah'ın önü, Ni­ zamülmülk'ün tuzağıyla kesilmiş ve hesaplar yetişmesine rağmen, Sultan'a sunulama­ mıştır. Bunun üzerine Sultan, Sabbah'ın ca­ nını bağışlamış ama onu saraydan uzaklaştırmıştır. Şimdi, bu rivayetlerin hepsi iyi, güzel, hoş da hatta; egzotik ve gizemli de ne ka­ dar gerçek, bir de ona bakalım. Çeşitli ta­ rihçilerin öne sürdüğü ve birçok düşünürün

desteklediği üzere, bu üçünün, aynı dönem eğitim görmesi mümkün olmamaktan öte, imkansızdır. En azından, Nizamülmülk'ün bu dönemde eğitim görmesi, imkan kabilin­ de değildir. Aradaki, neredeyse sekiz yaş fark gözönünde bulundurulursa, bu duru­ mun ironik bir hal aldığı görülecektir. Yani, en azından 40 yıl geç mezun olan bir med­ rese öğrencisinin zeka düzeyi, su götürmez bir gerçektir ki oldukça kıt olsa gerek. Ha­ di, bu durumun olduğunu varsayalım, bu kimsenin kısa zamanda Selçuklu'nun tarihi veziri olması, ne derece mümkündür? Bu vezirin, Sultan Melikşah'ı bile gölgede bıra­ kacak bir devlet yönetme becerisine sahip­ liği de cabası tabi. Bunlara, Nizamülmülk ve Sabbah'ın eğitim gördüğü şehirlerin de farklı olmasını eklersek, bu rivayetin ilk elde elenebilecek, en tutarsız iddiaya dayandığı­ nı görürüz. Diğer rivayete gelince, bunlar da çeşitli tutarsızlıklar sergilemektedir. Çünkü, Sab­ bah'ın, sarayda memurluk yaptığına dair hiçbir kanıt yoktur. Eldeki bilgilerin hiçbiri, bu iddiayı desteklememektedir. Sarayda bulunması ihtimalini kerhen kabul etsek da-


hi, çeşitli suikast planları yapması ihtimali; yine, bu iddialar içinde sırıtmaktadır. Çün­ kü, açıkça bilinmektedir ki tüm bu süreç, Alamut Kalesi sonrası başlamıştır. Doğal olarak, iddia edilen dönemde bu faaliyetler­ den sözedilemez. Yeryüzündeki Cennet Fikri ve Haşhaşilik Hasan Sabbah'a yönelik en büyük ka­ ralama, Alamut Kalesi sonrası, hareke­ tin örgütlenmesi sırasında kullanılan yön­ temler ve sonrasında düzenlenen eylem­ lere ilişkin olanıdır. İddiaya göre -gerçi buna iddia demek fazlaca yumuşak bir ifade olur- Alamut Kalesi'ni ele geçirdikten sonra Sabbah, burada fedailerini kandırmak için, sahte bir cennet oluşturmuştur. Köle pazarla­ rından getirdiği en güzel kadınları burada toplayan Sabbah, kötücül zekasıyla, bura­ yı, Kuran'da geçen cennete benzetmiş­ tir. Musluklarından bal akan çeşmeler, türlü yemiş ağaçlan, hurilerle boy ölçü­ şen güzellikte kadınlar... Eyleme gönde­ receği fedaileri, haşhaşla uyutan Sab­ bah, bu kişileri gizlice buraya taşıtır ve uyandıklarında kendilerini cennette sana­ cakları bir ortam yaratır. Bu cennetten çıkmak istemeyen fedailere de oraya ulaşmak için bir imkan sunar. Ölümüne dü­ zenlenecek bir eylem, feda eylemi. Hepsi­ nin aşık olduğu bir kadın olan bu fedailer; o kadına ulaşmak için, bu eylemlere tered­ dütsüz gider ve ölürler. Bu arada, bu ey­ lemlerin en önemli silahı da haşhaştır. Haş­ haşı alan fedai,- ölümden korkmadan, bu eylemi düzenler. İşte, dünyaya korku salan Hasan Sabbah'ın, perde gerisindeki sapkın yanı budur.

Ne kadar tanıdık senaryolar... Ne kadar bildik şeyler... Egemenlerin hiç bıkmadan usanmadan anlattıkları bu hikayeler, çağa göre değişiyor ama nitelikleri, özü aynı. Haşhaşilik meselesine, aşağıda değine­ ceğiz ama önce Alamut Kalesi üzerine bir­

kaç söz edelim. Kartallara Yaraşır Bir Yuva: Alamut Ka­ lesi Tarihçi Hodgson'un iddiasına göre, Deylem yöresinden sorumlu Hasan Sabbah, on yıl süren propaganda faaliyetinden son­ ra, korunaklı bir mevziye geçme faaliyetine yönelmiştir. Genişleyen hareket, böyle bir merkez üsse ihtiyaç duyuyordu. Bu kalele­ rin fethedilemez nitelikler taşıma­ sı, hareketin zarar görmeden ge­ lişmesi için önemli bir ihtiyaçtı. Hareketin ilerleyen aşamasında yöneleceği vur-kaç ve feda eylem­ leri fikrinin gelişimi, böyle bir yö­ nelimi zorunlu kılıyordu. Şehirle­ rin içindeki İsmaililer tespit edildi­ ğinde, en iyi ihtimalle sürgün edi­ liyordu. Nizamülmülk'ün,İsmaili dailere (propagandacılar] reva gördüğü ceza, derilerini yüzmek ve şehirde, bu cesetleri sergile­ mek gibi yöntemlere dayanıyor­ du. Zaten, birtakım kalelerde ör­ gütlenme faaliyetlerine daha ön­ ceden başlanmıştı. Ancak, bura­ larda henüz kesin bir başarıdan söz edilemiyordu. Sabbah; örgüt­ lenmesi için en uygun kalenin, Deylem'deki, Alamut Kalesi oldu­ ğuna kanaat getirdiğinde, buraya yerleşmenin koşullarını yaratma­ ya başladı. Çünkü, Alamut Kalesi; son derece sarp bir vadiyle ve hakim tepelerle çevrili; dağların üzerinde, dağ gibi inşa edilmiş bir kaleydi. Kayalık zemin üzerine ku­ rulu bu kafe, fethedilemez bir ni­ telik taşıyordu. Bilinen ve akla en uygun görüş, Sabbah'ın fedaileri-

nin, bu kalede propaganda faaliyetleri yü­ rüttüğü ve kalenin, beyini de Ismaili mezhe­ bine kazandırdıkları yönünde olanıdır. Kale­ ye, Dikhuda takma adıyla, bir derviş kılığın­ da en son giren Sabbah, örgütlenmeyi ta­ mamlamıştır. Kale beyinin muhafızlarına kadar örgütlenmiştir. En son aşama ola­ rak da kale beyi olan Mehdi, Sabbah ta­ rafından, bey köşkünden çıkarılmıştır. Amin Maalouf, Semerkant isimli ro­ manında, bu kaleyi t ü m görkemiyle res­ meder. Doğunun mistik yanıyla örülen bu tasvir, Vladimir Bartol'un Alamut Kalesi'nde hayranlık duyulası ama korkutucu bir tasvir halini alır." Alamut, bilinen ilk İsmaili Devleti'dir ve tarih 1090'dır. Söylenenlere bakılırsa, Hasan Sabbah, bey köşküne yerleştikten sonra, sadece iki kez dışarı çıkmıştır. Bu da biraz rivayet bir içerik taşısa da Sab­ bah'ın burada yürüttüğü çalışmalara işa­ ret etmek açısından önemlidir. Sabbah, burada çok büyük bir kitaplık oluşturmuş­ tur ve örgütlenmeyi geliştirmek amacıyla, siyasi, askeri kitaplar okumuş ve hareke_ ti yönetmiştir. Bu muazzam kitaplık, Sab­ bah'ın ölümünden sonra, Moğol istilası sı­ rasında talan edilmiş; binlerce eser, im­ ha edilmiştir. Sabbah örgütlenme faaliyetlerinin için­ de, bir yandan da Alamut'u, kendi kendine yeter bir hale getirmeye çalışmışlar. Örne­ ğin, kayaları delerek suya ulaşmış; sarnıç­ lar ve havuzlarla, suyu kale içinde depolamıştır. Bu, özellikle uzun sürecek kuşatma­ lara dayanmak için, önemli bir hamledir. Tahıl stokları yapılmış, vadideki araziyi ıslah edip, ürün yetiştirme faaliyetleri de bu dü­ şünceyle hayata geçmiştir. Alamut, coğra­ fi özelliğinin yanısıra, önderliğinin geniş ve ileri görüşlülüğüyle de fethedilemezliğini pe­ kiştiriyordu. Kale, işleyişiyle, katı bir disiplin modeli­ ne dayanıyordu. İçki, kesinlikle yasaklanmış­ tı. Hatta, müzik de öyle. Bilinen kaynaklar, Sabbah'ın; kendi oğullarından birini, içki iç­ tiği için öldürdüğünü belirtir. Yiyecek stok­ lan ve su, bu kalenin kuşatmaya dayanma­ sı, için ne kadar gerekliyse; kalenin yaşa­ ması, için tek hedef olmaktan çıkması ge­ rekiyordu. Çünkü, çok yakında gerçekleşe­ cek saldırılan, tek başına göğüslemesi çok zordu ve bu kalenin elden gitmesi, yıllarca süren bir çabanın, tek elde kaybedilmesi anlamına gelecekti. Kalenin çevresindeki köyleri örgütleme ve bir milis kuvveti oluş­ turma faaliyeti, işte böyle başladı. Yine, Kuhistan, Tabas, Kain, Zuzan gibi bölgelerde yapılan örgütlenmelerle, bu bölgelerin mer­ kezleri, Hasan Sabbah'ın denetimindeki Is­ maililer tarafından ele geçirilmiştir. Alamut Kalesi'nin,İsmaili'lerin eline ge­ çişi, Selçuklular için de ciddi bir şok yarat­ mıştır. Hemen, bu kaleye saldırı hazırlıklarına başlanmıştır. İlk Alamut kuşatmasında, çevredeki Ismaili Köyleri neredeyse tamamıyla kılıçtan geçirilmiş ve kale, kuşatma altı­ na alınmıştır. Hasan Sabbah için de bu ku­ şatmayı atlatmak, bir varlık yokluk mesele­ si olmuştur. Kaleyi terketmek, tarihteki ilk İsmaili devletinin yok olması ve bu konuda


umutların bitmesi anlamına gelecektir. An­ cak, bu kuşatma yarılır ve Selçuklular yenil­ i y e uğratılırsa, bu yeni devletin genişleme­ sinin önü açılacaktır. Askeri gücün yanısıra

psikolojik savaş taktiklerini de kullanan Ha­ san Sabbah, bu savaştan galip çıkmıştır. Kahire'deki Fatimi Devleti'nin yardımı ve desteği, bilinçli bir şekilde askerler arasın­ da yayılmıştır. Bu, askerler arasında moral güç yaratmış ve direnme azmini pekiştir­ miştir. Vladimir Bartol'un, Alamut Kalesi isimli romanında; bu kuşatma anlatılırken, Sabbah'ın düşmanın gözünde korku yaratmak için, üç fedaisine kaleden atlamasını emret­ tiği, onların da tereddütsüzce kaleden atla­ dıkları anlatılır. Bu inancın arkasında, tabi yine o cennet bahçelerine ulaşma isteği vardır. Faik Bulut ise kitabında, buna karşı çıkmaktadır. Ancak, onun karşı çıkış sebe­ bi, böyle bir olayın varlığı veya yokluğundan ziyade, arkasında durduğu Sabbah'ı aklama çabasıdır. Karşıdır; çünkü, böyle bir tarzı Faik Bulutun da aklı almamaktadır. Oysa, mesele bu değildir. Böyle bir olay olmuştur veya olmamıştır, bu çok önemli değildir. Ancak, adı üstünde, davalarının fedaisi olan bu insanların inançları, kavranamamaktadır. Buna karşıt çıkan Bulut, özünde eylem­ lerini gerçekleştirdikten sonra, kaçmayan fedaileri de anlayamamaktadır. Bu, roman içinde bile, her ne kadar karalansa da bu hareket, son derece anlaşılır bir yan içer­ mektedir. Savaş içindeki hamlelerden biri­ dir ve düşman saflarındaki asker ve komu­ tanlar arasında büyük bir korku yaratmak­ tadır. Çünkü, karşılarındaki insanlar, ölüm

korkusunu aşmış insanlardır. Bu, tama­ men paralı ve talan ettikleri toprakların ganimetiyle geçinen Selçuklu ordusu için, ina­ nılmaz bir şeydir. Şimdi denebilir ki bu satırları yazan da insana değer vermeyen bir düşünceye sa­ hip. Ancak, mesele böyle değerlendirile­ mez. Çünkü, bahsettiğimiz bir savaş halidir ve savaş, en ileri siyaset biçimidir diye be­ lirtir Mao. Hamleler çok önemlidir. Sab­ bah, bu hamleleri yapmıştır. Faik Bulut'un da ciddi değerlendirme yanlışlarına ilerde, küçük cümlelerle değinmeye devam edeceğiz. Alamut'taki İsmaili iktidarı. Hasan Sab­ bah sonrası da devam etmiştir. Ancak, yu­ karıda da değindiğimiz gibi, 1 2 5 6 yılında, Alamut'u ve ismaililer'i yıkan Moğol saldırı­ ları bu sürece son vermiştir. Ölümü Yenen Fedailer "Ölümden korkmayan bir insan, her şe­ yi yapabilir. Hiçbir şey, ölümden korkmayan bir insan kadar korkutucu olamaz. Doğada, yaşama arzusundan daha güçlü bir dürtü yoktur. Yemekten, üremeye kadar tüm dürtüler, bir tek amaca hizmet eder; yaşa­ mı sürdürmeye, ölümü arayan bir fedai, ya­ radılışının özelliklerinden sıyrılır. ...Her şeye sahip olmayı isteyenler, her şeyden feragat etmeyi bilmelidir." Ernst W. Heine, "Alamuta Dönüş" isim­ li romanında, karakterleri arasında kurdu­ ğu diyalogda, Alamut fedailerini böyle tasvir eder. Ölümden korkmayan ve ölümü ara­ yan fedailerin felsefesi, Alamut'a hükme­ den Hasan Sabbah'ın düşünceleri; kitapta, şu sözlerle ifade ediliyor. "Ölüm arayışımız, bizim güçlü olduğu­ muz noktamızdır. Düşmanlarımızın yüreği­ ne, hiçbir şey korkusuzluğumuz kadar bü­ yük bir korku satamaz. Öldürülmek değil, mutlak ölümden duyulan korkudur, rakiple­ rimizi felç eden.' Selçuklu Sultanı Melikşah'ı, Vezir Nizamülmülk ve daha bir çok emiri öldüren fe­ dailerin, korkutucu bulunan ve nedenlerine, cesaretlerine akıl sır erdirilemeyen eylemle­ ri; haklarında, uyuşturucu kut­ landıkları safsatasını doğur­ muştur. Devlet büyüklerin­ den, islam ulemalarına kadar, egemen kesimler tarafından bu düşünce desteklenmiş ve yayılmıştır. Bugün hala, bu görüş desteklenmekte ve yine egemen, sömürücü sınıf tem­ silcilerinin elinde, propaganda malzemesi olarak kullanılmak­ tadır. Bir davaya bilincini ve yü­ reğini adamak, günümüz ras­ yonel akıl tarzı içinde, zaten kavranması zor olduğu gibi, kavransa da kabul edilmesi çok zor bir durumdur. Bu yüz­ den, bir inanç uğruna kendini feda etmek, batının rasyonel düşünce sistemi içinde ele alınmakta ve mantıklı bulun­

mamaktadır. Sık sık karşımıza çıkan "uz­ manlar", bu anlayışın doğu toplumlarına öz­ gü olduğunu vurgularken, bu bir tespitten öte, aşağılama vurgusu taşımaktadır. Hasan Sabbah, çağının ihtilalci kişiliği­ dir. Bunun için de Alamut Kalesi önem teş­ kil eder. Bunun için de Alamut'un tek başı­ na yaşayamayacağı tespitiyle, yeni merkezleri ayaklanma yoluyla ele geçirme yoluna gidilir. Alamut fedaileri ise kendi kabuğuna sıkışıp kalan bir anlayışın değil, ihtilalci bir anlayışın kurumsallaşmış halidir. Alamut Kalesi'nin başında bulunan Ha­ san Sabbah, 'Seyyid' ünvanıyla anılıyordu. Sabbah'ın hemen altında, çeşitli komutan­ lar ve dailer yer alıyordu. Bunların üçü, baş dai rütbesindeydi. Refikler, bir alt kademe­ yi oluşturuyordu. Bunlar da hareketin yöneticileridir. Bunların aldıktan eğitim, bir eya­ leti yönetecek kapasiteye erişmelerini sağ­ lıyordu. Bunlar, her şeye hazır olan bir ke­ simdi. Verilecek tüm görevleri, hemen yeri­ ne getirebilecek inanç ve bilinci taşıyorlar­ dı. En alt basamaktakilere ise lassiq deni­ yordu. Bunlar, eylem düzeni içinde yer almıyor; kalenin çevresindeki köylerde yaşıyor­ du. Mustecip denen acemiler ise yetenekle­ ri uygunsa, fedailer arasına seçiliyordu. Bunlar; inanmış, gözünü budaktan sakın­ mayan, becerikli ve direnç sahibi kimseler­ di. Aldıkları eğitimle, bıçak kullanımında ustalaşıyor; takip, istihbarat toplama, kılık de­ ğiştirme, gizli haberleşme tekniklerini kul­ lanmayı ustalıkla uyguluyorlardı. Eylemlerin­ de, hançerlerini en öldürücü noktalara sap­ lar, çoğunlukla da eylem alanını terketmezlerdi. Eylemlerini yaptıktan sonra, alanda, eylemin amacını bağırarak, anlatarak, pro­ paganda yaparlardı. Sonrasında ise ya ken­ dilerini öldürür ya da askerler tarafından katledilirlerdi. Yazımızın üçüncü bölümünde, bu feda­ iler ve onlara yönelik karalamaların asılsızlı­ ğını bilimsel kanıtlarla inceleyeceğiz. (Sürecek] •


"ağıt olur artık kölenin asaleti yetinmez düşman soyun der bilincini" I. tarih bulamadı mehmet'in baltasıyla katerina'nın arasını ama siz tiner gibi bali gibi çektiniz ortaokul bebelerine yalanın hasını bari bununla kalsaydınız gök bayrak altındaki emniyet kayıtlarından öğrendik ki alırmışsınız ülkemin sayılan sekiz yüz yirmi bini bulan katerina'lannın asil darasını yaman olur bolu beyleri yaman yazar tarih-i milli mi yaman el mi bizde defter kalem kağıt yok saray konak soytarı hak getire nerde öyle heybeli'de meybelide mehtap yada mermer direkli konak türküsü varsa yoksa çukurovada sıtma yıkıcılık bölücülük sendika mendika birde "yarin yanağından gayrı" türküsü kendisi değil gözü milli bir körün oğlu bir ayvaz şeyh bedreddin dadaloğlu

abdalların piri bir de çakıcı -konak bekçisi değil konaklar yıkan delisidahası olan bu bizi çığırırsa halk çığırır asmalı -mescit değilvallahi bizi asmalı milli tarih milli bulmaz bunları

n. alnımda mermi izi kurtuluş savaşında hilafet ordusundaydınız anımsadım sizi savaş biteli beri küfrettiğiniz nazımın destanına saklanırsınız o zamanlar yani daha mustafa suphi onbeş yoldaşıyla "bizi parçalamak isteyen emperyalizme ve bizi yutmak isteyen kapitalizme" vurmak için geldiği karadenizde karabekir paşanın saklı gülüşüyle arkadan vurulmadan önce çerkes ethem ile kızıl ordu yeşili nam "eşkıya"lar kırardı belinizi anımsar mısınız leninden hep afgan altını alırdınız hani şimdi gösterip cihana şümul asaletinizi ekselanslarının ipiyle kaynağını aradığınız sahi ben hatırlayamadım ne olmuştu da kurulmuştu esir türklerin ilk azeri cumhuriyeti bunu hatırlamasanız da - endişe nifak tohumu sokmuş olmayalım milletin arasınasöyleyin tatlı mı bari esir türkleri


taşeron taşeron öpmesi

Al baraka kadar sağlam

epeydir kesilince sesiniz

müslüman

yerinde diye düşündüm

"tahkim"le alırlar maaşları

kucak keyfiniz

show'u, flash'ı star'ı

doğru mu allahın bildiğini

Hep ergenekondan gelirler

kuldan saklamak

Newrozun o'sunu

utanmasanız söyleseniz

Can simidi yerine ya Şaşırmışımdır hep

III.

bir çuval incirlik 'i

deneyim

Nerelerine yerler

ardımıza baktık ki

dedik ya

önümüzü görelim

post kalın aslan gibi

lafa gelince dış mihrak

kemiksiz kızarmaz

doğal stratejik ortak

el sıkışırlar otuz iki diş

öğretmeninin

"türkiye türklerindir''

dersi vietnamdan

manşetin adı

baldın çıplakların

ekselanslarıyla ufaklıkları

maskesiz yumruğundan

bir türlü anlayamazlar

duyduk korurmuşsunuz

ülküleri gerek nerde mapus

aldığınız dersle

gerek nerde iktidardır

kar maskesiyle

haykırır

kum deresinde

her 12 eylül fırsatında

sahibinden

anaları "imaj meykır"

yani kundaktaki bebekten

-babalan

bir standby'a

ünvanlarında saklıdır-

buş, helmut, şaron nam ekselanslara

ülkemiz

bin kez sattığınız çakıl taşını

elliliğin elli birinci

"merdi-i kipti

yıldızı olmalıdır

şecaat arzederken sirkatin söyler"miş

V.

öldürmüş övünmüşsünüz

ah anadolumun yiğit çocukları

kaç otuz bin ölünün kaçını

ucuz iş pazarında

postunuz aslan postu

yıldızı bol

yalan yok

ucuz tişörtlerin içinde

kızarmaz kalın

üşürler üşüşürler

yolgeçen ham

hep gece

Çanakkale boğazı

hep gece

ve çakıl taşı

hep gece

iyi hile

uyuyan sobadan zehirlenirler hiç kimse inmez manşetten

IV.

ne allah

durun kaçmayın

ne bismillah

daha el falınıza bakmadık

şehit değildirler

elinizi

en milli gazetelerin

katerinaların koynundan

en dipteki

çıkarmadan

en milli satırları

susurluk sapağında muhteşem sülümanın

o milli evlatlara üç cümle ayırır

aile fotoğrafına girerken yakaladık

mezarlarında yalnız

ey milli olamayan millet

kızıl karanfil vardır

bunlar fotoğraflara

çok şükür ki milli şair değiliz

VIP salonundan girerler

en dip satırlardan taaaa manşete çıkan

-Bize bakmayın

yay gibi bir ok çizeriz

Biz her yerden gireriz-

siz çöze durun ekselansların manşetini

hemşerim

namustur

nerden

biz hapis de yatar

biletin

ölür

Ekselansların çocukları

sakal da kaşırız

Demeç verirler Türk pirelli kadar türk

14.01.2003 izmir


irileri ölmemek için direnirken, biz 'ölerek direniyoruz. Bahara rağ­ men, bir çift güzel göze rağmen, kucaklar gibi dostumuzu, kucaklar gibi çocukluğumuzu, ölüme hasretçesine... Ölüyoruz ... Kim miyiz? Halkız biz! Hani yanlış bir iğne yü­ zünden kolundan olan, hani cinnet ge­ çirip kendini yakan, ekmek kuyruğun­ da birbirini ezen, salgınların bağrında, gözlerinde her zaman ölümün soğuk gölgesini taşıyan halk. Kim miyiz? Katliamları sararmış yüzlerle, bü­ külmüş dudaklarla izleyen çocuklarız biz. Sokaklara düşmüş, minik titrek avuçları kanayan... Bu memleketin yeşi-kahverengi, ürkek çocuk gözleriyiz biz... Bağrına evlat yerine, fırtınalar, depremler, acılar basan memleketi­ min... Varoşlardan bir küçük manzarayız biz. Günden güne eriyen genç bedenle­ riz. Çocuklarını yitiren analarız. Sesle­ rini bir türlü duyuramayanlarız. Sesle­ riyle, kurbana bir türlü doymayan, aç gözlü hırıltılar arasında kaybolanla­ rız. .. Bizde, yarın yoktur. Zaman ileriye değil, içlere, derinlere, yüreklere doğ­ ru işler. Bizde açlık yoktur. Sevgiyle besleni­ riz, dostluklar ilaç olur yaralarımıza. Bizler soğuk bilmeyiz çünkü bâr ateş­ tir yüreklerimiz. Hiçbir şey beklemeyiz. Beklemeden çalışırız birlikteliğin ezgisiyle. Çalışırız ve çalışırız... Tek eğlencemiz, sevimli yüzleriyle çocuklardır. Doğarız, çalışırız ve ölü­ rüz. Bizde yarın yoktur... Ve diğerleri, bizim döndürdüğümüz dünyayı kendilerine mekan tutanlar. Birazdan güneş doğacak. Hadi topar­ lanın, birazdan yarın olacak...•

B


Anadolu'nun Sesi Radyosu'nda Gezgin isimli bir müzik programı yapıyorsunuz. Bu program nasıl doğdu? Benim daha önceki yıllarda da radyo­ culuğum vardı. Bir iki yıl kadar, Açık Radyo'da bir program yapmıştım, halk müziği üzerine. Radyonun böyle bir ihtiyacı oldu­ ğu fikriyle iletilmişti bana. Zaten, bu kara­ rı verdikten sonra da az çok bu işin için­ deyseniz de formatın nasıl olması gerekti­ ği konusunda da bir takım fikirler dene­ yimler ediniyorsunuz. Sonrasına ilişkin de bu işin diğer şeylerini hazırlamak kalıyor. Önemli olan,'tabi ki neyin ihtiyaç olduğunu bilmek ve o ihtiyaca dönük bir program hazırlamak. Bu da dediğim gibi ancak, kit­ lelerin içindeyseniz ve bu işi de daha ön­ ceden yaptıysanız, böyle elde edebileceği­ niz bir fikir aslında. Tabi ki yapacağım rad­ yo da önemli. Anadolu'nun Sesi, kendi özel dinleyici kitlesiyle-, önemli bir boşluğu dolduruyor. Buradaki insanların r u h halini nelerden hoşlanacağını yada ihtiyaçlarının ne olabileceği gibi konularda fikir sahibiy­ seniz; zaten, ona dönük bir program ha­ zırlıyorsunuz. 8u anlamda, hem radyonun ihtiyacı hem de benim ihtiyacım bir anlam­ da bir yerde buluşmuş oldu. Programı nasıl hazırlıyorsunuz? Programın formatını kendi üzerime kurdum: Ahmet Yakup'la Gezgin. Genel olarak baktığınız zaman, daha çok konuk ağırlıklı gidecek bir program düşünmüş­ tüm kendi kafamda. Bu arada da kendi konulan da olan ve kendi konularını da iş­ leyen bir program olacaktı. Dolayısıyla, programın bütün sorumluluğunun bende olduğunu gösteren bir yan olacaktır. Bir tarafıyla da benim albümümün ismi aynı zaman da ben de bir müzisyenim; yakın dönemde çıkan bir albüm "Gezgin". Genel olarak da hem Halk Müziğinin kendi iç so­ runlarına hem de konuğun dünyasına ve dış dünyanın kendisine genel olarak soh­ bet içerisinde gidecek olan sözün, genel bir dolaşımı söz konusu olacaktı. Benim albümümün ismiyle, programın bu yanı da örtüşüyordu ve çok fazla çekince duyma­ dan programın adını "Gezgin" olarak koy­ dum. Program hazırlamak, aslında bir müddet sonra, insanın kendi içinde oluş­ turduğu bir reflekse dönüşüyor ama o ref­

leksi kazanmak için de tabii ki bir ön çalışmanın da mutlaka olması la­ zım. Ben genel ola­ rak her hafta ola­ cak bu programın içeriğini belirlen­ miş gelecek olan konuğu ve bunu bir hafta önceden be­ lirleme yoluna gidi­ yorum. Ona dönük bir program hazır­ lıyorum. Bu gelen konuğun tarihini bilmeyi gerektiren bir şey. Genel ola­ rak, sizin de konu­ ğa kendi tarzına ilişkin, kendi bilgi birikiminizle sora­ cağınız sorular hepsi önemli. Geçtiğimiz haf­ talarda bir progra­ ma Yaşar özürküt, gelmişti. Az bilinen ama önemli

bir isim...

Şimdi, ben ona dikkat ediyorum zaten, özellikle, buradaki işleyişin kendi açımdan farklı olması, ger­ çekten önemliydi. Çok rutin, böyle bahsettiğin gibi şablon sorular ye­ rine, hem konuğun kendi fikrini irdeliyecek, hem benim kafamda var olan prob­ lemlere cevap bulacak bir yaklaşımla, bi­ raz da konuğu bu meselenin kendisiyle ha­ şır neşir ederek, onun fikrini almak daha önemli. Yoksa, öteki türlüsü çok daha magazinel bir taraf olarak kalıyor. Magazinel kılmak bugün çok reyting getiren bir şey ama benim kendi adıma reyting gibi bir kaygım olmadığı için önemli olan o konuğa ilişkin, yerinde ve doğru sorular sormak.

Hakikaten de cevap alacak doyurucu so­ rular ve doyurucu cevaplar alabilecek bir yaklaşımla hazırlanıyorum. Mutlaka, prog­ ram öncesinde, konuğa ilişkin bir iki say­ falık çalışma yapmış oluyorum ve oradan daha çok soruyorum ama genel olarak bu birikimle ilgili bir şey. Çünkü soru sormak­ ta aslında bu işin ne kadar içinde olduğun­ la ilgili bir şey. Ne kadar içindeysen, o ka­ dar çok, ona ilişkin sorular soruyorsun.


Ben de yıllardır Halk müziğine ilişkin bir çok çoğunun cevaplarını tartışabilecek düzey­ çok konuda, hem arşiv, hem bu konudaki de buluyorum kendimi, önemli olan, konu­ külliyatlar nedir, bu işin dedikodusuna va­ ğun programa nüfuz etmesini sağlamak kıf biriyim. İçinde bulundum, okudum. Bu­ ve karşı tarafın da bunu hissetmesi çok nu okul insana vermiyor aslında. Bir kon­ önemli. Yoksa, Ahmet Yakup'un kendini servatuara girdiğinizde, bir bağlama çala­ tatminine dönecek bir program olacak ki rak mezun olcaksınız diye bir şey yok. Bu, bunu iyi dengelemek lazım. Bence de işte senin bağlama ile kuracağın mesaiye bağ­ programı böyle koyduğunuz zaman, doğ­ lı. Bu işin bilgisi de böyle, onları derlemek, rudan konuğun kendi vizyonunun tanıtımı­ toplamak, okumak bir araya getirmek. na girdiği zaman, bunun dengelenebilece­ Onlardan sorular çıkartmak da aslında ğini düşünüyorum. Karşı tarafı da sıkmı­ önceki ön çalışmanın birer uzantısı olarak yor. Programın iç tarafında, bazen tele­ buraya kadar geliyor. Önemli olan da bu­ fonlarda alıyoruz. rası. Öteki türlü de, diğer radyolarda, işin eksik olan tarafı burası bence. Bu işin Çağırdığınız konuklan neye göre seçi­ içinde fazla bulunmadıkları için olumlu ha­ yorsunuz? va vermiyor. Yani albüm nasıl gidiyor kaç Bir yöntem belirtiyorum. Genelde, di­ sattı gibi sorularla sınırlı kalır. Asıl mese­ ğer radyolarda bu şöyle işliyor. Yeni bir al­ le bir çerçeve oluşturabilmek. Konuğa gö­ büm çıkmıştır; onun promosyon CD'si re bir çerçeve oluşturabilmek önemli. Me­ radyoya gelir. Hangi CD çıkmışsa, o konu­ sela, konuk kendi alanını özgün müzik ola­ ğu hemen alır; bütün işleyiş, bunun üzeri­ rak ayırmış olabilir, halk müziği sanatçısı ne. Aynı zamanda bu, bir tarafıyla da pi­ olarak ayırmış olabilir, ya da bir derleme- yasa işleyişinin bir parçası çünkü. Radyo, ci kimlik olarak ayırmış olabilir. Derleme- oradan reklam alır; dolayısıyla da konuk ciyse derlemeciliğe dair bütün o bilgiye va­ gelir, katılır. Bir hoş görme üzerine daya­ kıf olduğun zaman bir çerçeve koyabiliyor­ lı, aslında olması gereken de bir şey. Çün­ sun. O çerçeveyi koyduğunda işin sınırını kü radyolar, sonuçta ekonomik altyapının da koymuş oluyorsun aslında. Konuk da üzerine kurulu. Sonuçta şartlar böyle. rahat ediyor bende rahat ediyorum. Bu Ben özellikle, seçerken, şuna dikkat ediyo­ arada da o sorular dışında bir sayfa ba­ rum. Mesela, çok fazla tekrar olmasın di­ ğımlılığının dışında da sohbetin kendi iç ye, hakikaten de belirli tarzlarda hem usakışıyla da belirlenen bir şeye dönüşüyor. talaşmış hem o tarzlarında Türkiye de En azından programın içerisinde dağılma­ kimliği olabilecek; zaten bu tarzı yapan ve mak ona dönük bir dağınıklık ve panik ya­ bu tarzı savunabilecek insanlar olmasına şamamak için bir ön çalışmanın gerekli ol­ dikkat ediyorum. Diğer yanıyla da halk duğunu düşünüyorum. Daha çok progra­ müziğinin diğer yanlarına ilişkin o an denk mın ön hazırlığı... Daha sonrası da işte, düşen konuk varsa, programa bir şekilde teknik masadaki arkadaşlarla programın bağlamaya çalışıyorum. genel akışını belirleyip, ona göre şarkı giriş çıkışlarını belirlemek kalıyor. Kimleri sayabilirsiniz sizin en çok getir­ meye çalıştıklarınız arasında? Her programın sonunda, bir sonuç çı­ Yaşar Özürküt çok denk düşmüştü. kacak. Neyi hedefliyorsunuz programınız­ Isviçrede yaşıyor kendisi. Buraya, bir haf­ da? talık bir tatile gelmişti. Geldiğini duyar Ben gelen konuğun program içerisin-, duymaz, hemen çağırdım. O da kırmadı, de sarf ettiği sözlere muhalif olabilirim geldi ama şimdi mesela arasan bulamaz­ ama baştan sona, "Ben buna katılmıyo­ sın. Yeni bir kitap çalışması, roman çalış­ rum." diyerek, bir muhaliflik işlemek ması için buraya gelmişti ve döndü. Gün­ mümkün. Fakat ben bunu 1,5 saat içeri­ demin bir önemi yok, gündemi konuk be­ sinde pek doğru bulmuyorum. Şundan do­ lirlesin diyorsun. Genel olarak benim ça­ layı, bir konuk ağırlıyorsunuz ve o konu­ ğırdığım konukların çoğu zaten ana başlık ğun, inciğini, cıncığını tanıtabilmenin bir altında, halk müziğinin yan alanlarında ya yönü, aslında onun konuşması üzerine da­ da doğrudan bu işi yürütmekte olan in­ yalı. Ben o anlatırken onun sıçrayacağı sanlar. Belli bir sıralamaya göre çağırmak taşları ya da basamakları sunmaya çalışı­ olabilirdi ama böyle bir şeye gerek yok. yorum. Bir de şöyle bir şey var. Kendini iyi Çünkü, gelecek olan konuğun, bu konuda ifade edebilmek, konuktan konuğa değişi­ nereye oturacağına dair bir fikrim var ve yor. Donanımı iyi ama konuşmasını çok iyi bir başka konuyla bağlama gibi bir prob­ beceremeyen ya da çok iyi konuşan hiç lem yaşamadığım için çok zorlanmıyorum. sana gereksinim tanımayan... Bütün bun­ Mesela, bağlama üzerine konuşmak iste­ ları dengeleyerek yol almak zorunda kalı­ diğimde, Erdal Erzincan gelmişti. Hem yorsunuz ve benim de burada konuğu da­ bağlama standarizasyonu üzerine hemde ha çok konuşturmak üzerine kurulu bir travmatik bir süreci konuştuk. Kendi albü­ stratejim var. Çünkü, öteki türlüsü, yanlı­ münden parçalarını çaldı bu arada Erdal'ı şı doğrusu ile çelişkileri olabilir ve bütün dinledik; bir taraftan, telefon bağlantıları bu çelişkileri anlatması için zaman tanı­ geldi. mak lazım konuğa. Önemli olanda o za­ Dinleyicilerin tepkileri konusunda ne man, "Ahmet Yakup da ne diyor" progra­ mına döner o. Tamam, sen doğru söylü­ düşünüyorsunuz? Dinleyici profili aslında, halk biliyorsu­ yorsun ama o zaman hiç çağırmam konu­ ğu, kendi kendime sorar cevaplarım. Bir nuz. İçinde, 72 milletin olduğu bir derya.

Oradan, her türden, her düzeyde insan, kendi iç dünyasından cesaretle programı arıyor ve sorular soruyor veya fikirlerini gönderiyor. Bu, bazen mektupla oluyor; bazen, doğrudan bir telefon bağlantısıyla, i bazen de benim e-mail'ime gelen tepkiler üzerinden oluyor. Orada da şöyle bir handikaptan kurtulamıyorsunuz; mesela, o dönem çok sevilmiş bir eser veya çokça sevilmiş bir kişiyi ağırlamanızı bekliyorlar sizden. Eğer o da geldiyse, dertleri, bir türkü söyletmek oluyor. Onun istediği b i r a türkü mesela. 0 bir türküyle ünlenmiş, o türküyü duymak istiyorlar. Aslında siz, başka bir şey anlatmaya çalışıyorsunuz... Bu aslında çokta benim belirleyebilece­ ğim bir şey değil aslında ama ben şöyle bir şey yapmak zorunda kalıyorum. Mese­ la, programın içerisinde, genel olarak programı başından sonuna dek dinleyen bir dinleyici, az çok programda neler ko­ nuşulduğunun da farkında. Dolayısıyla, bu zemine ayak basarsa, sorularıyla en güzeli öyle olacak. Öbür türlüsü, istek programına dönüşüyor. Böyle bir tehlikesi var ve bende çok sevmiyorum. Bir veya iki telefon bağlantısı alıyorum, sonrasında almıyorum. O gün, bir konuya ilişkin prog­ ram işliyorsam, o hafta telefon gelmiyor. Bunda yadırganacak bir taraf yok. Çünkü, biz de hayatın içerisinde, çeşitli iş bölüm­ lerine göre, o iş bölümlerinin bir parçası olarak yaşıyoruz. Herkeste de, bu iş bölü­ münde bir tür yabancılaşma var ve konu­ nun bütünlüğüne dair vakıflığa kimse eremiyor doğru dürüst. Bunu beklemek de haksızlık olur. Hele halk müziği gibi, müzi­ ğin içerisinde çok daha derinleşmesi ge­ reken bir şeyler sormak için bir ön bilginin mutlaka olması gerek ve bu anlamda da çokta isabetli sorular beklemiyorum. Ge­ nel olarak, programın beğenildiğini düşü­ nüyorum gelen tepkilerden. Asıl işiniz müzik, bundan bahsedermisiniz ? Evet; yeni bir albüm çıkardım. Bu, be­ nim ilk solo albümüm oldu. İTÜ Konserva­ tuarı öncesi, İstanbul Üniversitesinde hem klasik hemde batı müziği eğitimim var. Uzun bir müzik geçmişim var. Bun­ dan önce de bir çok insana eşlikçiliğim var. Her zaman bir albüm yapmaya ihti­ yacım vardı ama bu da bir olanak sorunu. Bu ay programınıza son vereceksiniz, yurtdışına çıkıyorsunuz... Anadolunun Sesi'nde güzel bir rüzgar esiyor. Genel olarak, radyonun içinde ve ben o rüzgara yelken açtığım için kendimi çok şanslı buluyorum. İki, üç aydır bura­ da olmanın zevkini hayli yaşadım. Şimdi, başka bir planım nedeniyle bir ara verece­ ğim. Bu yazıyı okuyan herkese, buradan sevgilerimi ve sonra buluşabilmenin dile­ ğiyle, iyi niyetli duygularımı şimdiden ifade etmek istiyorum. Teşekkürler. •


irkaç hafta önce, Fatih Altaylı'nın Teke Tek isimli programına konuk olan Yılmaz Erdoğan; Fatih Altay­ lı'nın, Vizontele filmine yönelik, özellikle, Özgür Politika Gazetesi'nin yönelttiği eleştirilerle ilgili olarak Yılmaz Erdoğan'ın görüşlerini sordu. Altaylı; bu gazetenin, filmin, Kürt halkının gerçekliğini yansıt­ madığı yönündeki eleştirilerini de dile ge­ tirdi. Erdoğan da bu soruyu cevaplarken, "enteresan" bir düşüncesini dile getirdi. Erdoğan, Vizontele Tuuba'ya bir yazı ek­ lemek istediğini ve bu yazıda da filmde is­ mi geçen örgüt isimlerinin, tıpkı gerçek­ te olduğu gibi tamamen uydurma olduğu­ nu belirteceğini ama teknik aksaklıklar sebebiyle bunu gerçekleştiremediğini söyledi. Teknik aksaklık mıdır bilinmez ama bu yazı filme konmadı. Türkiye ölçe­ ğinde, devasa bir bütçeyle çekilen Vizon­ tele Tuuba'ya, basit bir yazı ekleme işle­ mini engelleyecek teknik aksaklığı, şu sı­ nırlı sinema bilgimiz almıyor. Ancak, bili­ nen bir şey var ki Yılmaz Erdoğan, bunu canlı yayında açıkça dile getirmiştir. Ger­ çi, Fatih Altaylı gibi provokatif bir üslubu olan bir televizyoncu da bu cevabın üze­ rine gitmemiştir. Anlaşılan şudur ki ta­ mamen paslaşmaya dayalı bir soruya, uygun bir cevap verilmiştir. Ait metnini incelemek içinse, Yılmaz Erdoğan'ın ya­ şam öyküsüne yönelmek ve öğrenmek gerekir ki buna ayıracak zamanımız da sayfamız da yoktur. Görünen o ki Yılmaz Erdoğan bir takım hesaplaşmalarını, Vi­ zontele Tuuba aracılığıyla kapatmıştır. Bizim naçizane merakımız, Yılmaz Er­ doğan'ın örgüt düşmanlığını yaratan fobi­ ye ilişkindir; o da kendi içinde anlaşılabi­ lecek bir durumdur.

B

Sinemasal Açıdan Vizontele Tuuba Karşımızda, iki yıl aradan sonra, ilki­ nin devamı gibi görünen, ancak, farklı bir tema üzerinden çekilen bir film var. Bir film eleştirisi çerçevesinde yaklaşıldığın­ da, olumlu açılımları olan; ilkinin serma­ yesine yaslanmayan bir üretimle karşı­

laştığımızı söyleyebiliriz. Bu filmde, se­ naryo daha dramatik unsurlara yaslansa ve daha film gibi film olma niteliği taşısa da birtakım aksaklıklar yine de gözden kaçmıyor. Öncelikle, ne kadar çabalansa da Yılmaz Erdoğan'ın televizyon ve tiyat­ rodan kalma skeç yapma alışkanlığı, bu filmde de kendini gösteriyor. Bir yanıyla bakıldığında; ilk film, tek bir hikayeye sa­ hipken, aradaki skeçler ve seyirciyi gül­ dürme zorunluluğu, bu aksamayı yaratı­ yordu. Burada ise birçok yan hikaye var ve bazen hangisinin ana tema olduğu şa­ şabiliyor. Genel bir kasaba hikayesi gibi bir çatı yaratılmaya çalışılsa da hikâye anlatmanın temel kuralı; yazarının, yani Yılmaz Erdoğan'ın hiçbirine kıyamaması sonucu ihlal edilmiş. Bu, özellikle de kur­ guda aksaklığı beraberinde getiriyor. Sık sık kullanılan kararma tekniği, görünen o ki üsluba yönelik bir tercihten öte, toparlanamayan planların yarattığı bir problemolarak karşımıza çıkıyor. İlk filmin temel amacı güldürmekken,

burada klasik, güldürürken düşündürme ve duygulandırma anlayışıyla karşılaşıyo­ ruz. İlk filmde, yönetimi Ömer Faruk Sorak'la paylaşan Yılmaz Erdoğan, burada yönetimi tek başına üstlenmiş. İlk Vizontele'de, özellikle reklamda kutlanılan ge­ niş açı planların varlığıyla kendini hisset­ tiren Sorak'ın aksine, bu filmde daha du­ ru bir anlatım tercih edilmiş. Toparlarsak; Vizontele Tuuba, kimi yanlarıyla, ilk filmin önüne geçen, ancak, aynı aksaklıkları da yer yer yaşayan bir film. Bu kez temel amaç, sadece güldür­ mek değil; gülmeyi de yaşam içinde va­ rolduğu kadar kullanmayı amaç edinen bir film. Politik Bir Dönem Filmi Olarak Vizon­ tele Tuuba Yılmaz Erdoğan'ın da sık sık belirttiği gibi, Vizontele Tuuba, politik bir dönemi anlatıyor. 12 Eylül'ün hemen arefesinde, Haziran 1980'de başlayan film, 12 Ey-


lül'le bitiyor. Biz, ilçe halkını bu sürece gi­ den dönemde izliyoruz. İlçeye gelen, sür­ gün kütüphane müdürü Güner Serikli ve ailesi, bölgede yaşayan devrimciler, dö­ nemin fraksiyon ayrışmaları, filmde asıl olarak mizahi bir unsur olarak yeralıyor. Bu arada, Adalet Partililerin tiksindiren politikacılığı, askerler üzerinden anlatılan devletin baskıcı ama daha önemlisi bü­ rokrat kimliği de filmde denge unsuru olarak yer alıyor. Ancak, dedik ya, filmin temel mizah malzemesi devrimciler. Ko­ nuşmalarından, sekter üsluplarına ka­ dar, karikatürize bir tarzda anlatılıyorlar. Cevapları duyar gibiyiz; "Ama bunlar da vardı." Doğru, vardı. Fakat, bunca yıldır anlatılan devrimci tipinden sonra, sor­ mak isteriz; sadece bunlar mı vardı? Yok mu bu insanların başka bir yanı? Anlata anlata bitirilemedi, şu kitabi konuşma üslupları. En azından, başka komik yanla­ rı yok muydu? Eğer, malzeme kıtlığı çeki­ liyorsa, elimizde materyaller mevcuttur. Devrimcilerin çok sigara içmesini, daha kaç filmde mizah malzemesi yapacaksı­ nız, merak ediyoruz. Yine ilginçtir, filmin içinde bir sahne, Erdoğan'ın döneme bakışı açısından ipuçlarını sunuyor bize. Televizyon izle­ nen kahvede ve evlerde, haberler üzerin­ den dönemin panoraması çıkarılıyor. Ni­ hat Erim'in cezalandırılmasının hemen ardına gelen Kemal Türkler'in katledilme-

si haberi, iki tarafın da gemi azıya aldığı­ nın bir vurgusu adeta. Ne garip ki 12 Ey­ lül darbecilerinin, yaptıklarına en temel kılıf da buydu. Halbuki, seçilen iki örnek politik olarak bile çok başka örnekler. Bi­ ri, eski başbakan, 12 Mart darbesinin, "Balyoz" namıyla maruf Nihat Erim'i; di­ ğeri ise sendikacı işçi önderi Kemal Türkler. Hedef olmalarındaki politik an­ lamlar bile çok başka. Yılmaz Erdoğan, bunlara dikkat ederek mi seçmiştir bu örnekleri? Belki hayır ama dikkat edilme­ si gereken noktalardır bunlar. Filmine yükleyeceği anlamlar açısından önemli­ dir. Karikatürize, sekter, birbirini yiyen ama bir o kadar da şen; hatta, filmin so­ nunda, Erdoğan'ın dış sesle anlattığı gi­ bi, yasadışı hayalleri olan ama bunları ya­ pamayan çocuklardır Vizontele Tuuba'nın devrimcileri. Onları, Erim'i öldürenlerden ayırmak mı gerekir o zaman? Yoksa, Er­ doğan'ın yan tutma adına sergilediği, o utangaç solcu, "ellerine silah almamış­ lardı." şeklinde dile gelen, o bilinen tavra mı yormak gerekir? Belki de hiçbiri. Hala, sağlam bir 12 Eylül sorgulaması yapamayan sinemamı­ zın içinde, kendine yer tutmaya çalışan ama bunu da bilinen örneklerinde olduğu gibi, önce kendi geçmişine vurarak so­ nuç almaya çalışan bir anlayış var. Yeni mevkiler, yeni hesaplaşmalar getirir. Yıl­

lar önce, Otogargara oyununda yaptığını, şimdi de sinemaya taşıyor Erdoğan. Üslubunca, mizaha sığınarak. Mesele şu ki devrimciler, kendi yanlışlarına ağız dolu­ su gülmeyi de bilirler ama bunu devrimci kalarak yaparlar. Erdoğan'ın tavrı ahlaki değildir. Filmin sonunda da dediği gibi, o karikatürler ki birçokları dönememiştir, cemselerle gittikleri işkencehanelerden. Olsun, varsın denebilecek bir durum da değildir bu. Keşke, o kadar basit olsaydı. Ancak, Yılmaz Erdoğan kendi geçmişiyle bağlarını koparacak platform yaratmak istiyorsa, bunun yeri sinema olmamalı­ dır. 0 bağlar, sinema aracılığıyla kurul­ mamıştır. Hoş, bir bağdan da söz edilemez ya, neyse. Son bir söz de 12 Eylül gibi bir darbe­ yi, hala tam anlamıyla anlatamamış, si­ nema ve sinemacılarımızın ayıbı üzerine­ dir. Bu ülke, hala, yaşadığı o büyük dar­ benin acılarını beyaz perdede göreme­ miştir. Dedik ya, son bir sözdü. Fazlaca açmaya gerek yok. Dipnot: Yazının girişinde Yılmaz Erdo­ ğan'ın, Fatih Altaylı'ya verdiği demeçte sözü geçen cümle, Vizontele Tuuba'nın internet sitesinde yaratmaktadır. Anlaşı­ lan, siteye teknik aksaklık uğramamıştır. Yılmaz Erdoğan, kendisini eleştirenlere cesurca, üst perdeden meydan okumuş­ tur. Kendisini tebrik ediyoruz. •


Kalan Müzik'ten geçtiğimiz gün­ lerde "Keçe Kurdan" isimli albümü­ nüz yayınlandı. Sizi kutluyoruz. Önce­ likle sizi tanıyabilir miyiz? 1 9 7 7 Tunceli doğumluyum. Ben, ai­ lem köyde iken Elazığ'da okuyordum. Hem köy, hem şehir, bir de dağ hayatı vardı bizim. Yayla hayatı var. Ailem, hayvancılıkla uğraşırdı, yaylaya giderdi. 1 9 9 3 gibi, İstanbul'a göç ettik ailece. "Liseyi bitirdikten sonra müzik hevesi başladı bende. Sesimin güzel olduğunu, artık her taraftan duymaktan bıkmıştım ve artık bir şeyler yapayım dedim. Her zaman söylerdim, benim içimde her za­ man müzik vardı. Onu zaten, doğduğum yerde almışım ama profesyonel olarak müzikle uğraşmak aklımda değildi. İlk İs­ tanbul'a gelişimdi ve böyle bir ortama uyum sağlayamıyordum. Neye uğradığı­ mı şaşırdım, diğer taraftan da çevre edinmeye çalışıyoruz. Müzikle uğraşma­ mı söyleyen arkadaşlarım vardı ama ne­ reden başlayacağımı bilmiyordum. İs­ tanbul'a gelmişsin, yer bilmiyorsun, kişi tanımıyorsun... Nasıl olacak? Hiçbir alt­ yapı yok tabi bende. Eğitim alıp daha sonra başlamak, bir şeyler yapmak düşüncesindeydim. Sonra arkadaşlar şey dediler, "Seni Ortaköy Kültür Merkezi'ne götürelim, Yorumcular'ın yanına". Ben de Yorum dinleyicisiydim. 0 an çok he­ yecanlandım. Hem onları görmek istiyo­ rum hem de utanıyorum. Yorumcu ar­ kadaşlarla tanıştım. Nasıl çalışıyorlar! İşte biraz daha cesaret almaya başladım. Sonra bir bağlama hevesi vardır bi­ zim oralarda. Herkesin evinin baş köşe­ sinde, bağlama kutsal bir şekilde durur. Sadece, bilenler dokunabilir, bilmeyen­ ler, dokunamaz . Ben, böyle, hep heves­ le bakardım sadece. Hatırlıyorum da tellerine basıp kaçardım, dövmesinler diye. Öyle bir bağlama hevesi vardı. Aklıma şey geldi işte, bağlama ustası kimdir? Arif Sağ aklıma geldi. Hemen araştırmaya başladım. Orada kursa başladım. Derken, orada bir müzik ha­ yatı içine adım attım. O süreçlerde ka­ set denemelerinden biri oldu. Biri sana yol gösterir hani, öyle bir şeydi. Ben ne yapacağımı bilmiyordum. Sesim güzel ama sadece ses yetmiyor. Yaptığın şeyi

bilmen gerekiyor. Sonra ben derslere başladım. İstanbul Devlet Bale Opera Baş Solisti Begüm Erdem'den ve İzmir Devlet Bale Opera Baş Sofisti Aşkın Metiner'den şan dersi aldım. Ondan sonra bir albüm daha hazırladım ve o da Türk­ çe'ydi. Çok uzun sürdü ve benim içime sinmedi. Çünkü ben, bu değildim. Ay­ nur'u keşfetmem gerekiyordu. 0 çalış­ ma da başarısız geçti ve Aynur, bundan sonra biraz geriye çekildi. Kendini tanı­ ma sürecine girdi. Kendimle sürekli sa­ vaşır halde oldum. Ben Tunceli'de doğ­ dum. Doğru dürüst Kürtçe de bilmiyordum fakat o ezgilerle, o melodilerle, K ü r t ç e n i n verdiği ruhla büyümüştüm. Sonra, öyle bir karar aldım. Kürtçeyi da­ ha iyi yorumluyordum. Çevremde de bu

yönde tepkiler aldım ve Londra'da Ha­ san Saltık dinledi beni. Dinledikten son­ ra o da böyle bir teklifte bulundu. Fakat, ben o tekliften üç yıl sonra, Kalan'a gi­ dip geldim. Ben Kalan ismini duyunca çok sıcak baktım. Kalan'a gittiğim dö­ nemlerde, benimle ilgilenmediklerini dü­ şündüm ama öyle değilmiş Hasan Saltık kafasında bir proje hazırlamış. Daha sonra çeşitli konserlere çıktım. Metin Kemal Kahraman'ın albümünde, vokal olarak yer aldım. Grup Yorum'la, Lütfü Gültekin'le, Işıklar Sönmesin film müzi­ ğinde falan... Ondan sonra, Anjelika Akbar'dan, Bahar Oryantal projesine teklif geldi. Etnik vokal, olarak yavaş yavaş tekrar dönüş yaptım müziğe. Ondan sonra, Kalan'la, bu süreç içerisinde


başladı.Önce Serdar Ateşer'le başla­ dık. Sonra işte, dinleyen herkes birşey­ ler yapmak istedi. Aykut Gürel, Burhan Bayar, Kemal Sahir Gürel, N a i l Yurtse­ ver, Cem Yıldız. Bu isimlerden sonra başladık albüme. Böyle geçti yani.

maya inançlı başlamıştı herkes. Bu al­ bümde emeği geçen herkes; yani, aranjörlerinden tutun da fotoğraf çekimine kadar. Gelip bir parçada eşlik eden her­ kes, büyük bir inançla yüreğindeki sesle­ re dokundu.

Albümde seslendirdiğiniz türkü­ lerle ne anlatmak istediniz? Bu albümdeki türkülerde, aslında, bütün dillerde anlatılmaya çalışılan şey­ ler var. Gerçekten yaşanılan olaylar var. Acı var, aşk var, hüzün var, sevinç var... Böyle şeyler var. Bu albümde her­ kes kendine göre bir şey bulabilir yani. Çünkü caz var, doğaçlamalar var, tür­ küler var. Bütün sesler var yani bu al­ bümde. Çünkü çok önemli bir kadro bir araya geldi. Özellikle de tabi bu konu da en büyük teşekkürüm Hasan Saltık'a, Kalan Müzik'e. Onlar da çok büyük bir inançla çalıştılar bu albüm üstünde. Herşeyden en önemlisi, yorum olarak , ses olarak Aynur özgürdü. Biraz önce de dediğim gibi, korktuğum sesleri ver­ meye başladım; hatta, veremediğim seslerin üzerine kadar çıktım. Yani, bi­ raz daha içimdeki müziği özgür bıraktı­ rın.

Albümün hazırlığı ne kadar sür­ dü? Dokuz ay önce başladık. Tabi, bu­ nun öncesinde, benim kendi birikimle­ r i m , çalışmalarım var. Bir çok albümde vokalliğimle yer aldım ama bu albüme başladığımız andan itibaren, sadece bu albüme yoğunlaştım. Kendimle yoğunlaştım, kendimi biraz daha bilmeye ve güvenmeye çalıştım. Ben, bu albümden önce, iki albüm denemesi daha yapmış­ tım. Başarısız sonuçlandı. Bu albüm, ta­ bii ki beni yansıtıyor ve benim için çok önemli bir kapı oldu. Biraz önce de söy­ lediğim gibi, bu albümde çok farklı ses­ ler ve müzisyenler var. Benim içimde varolan seslerdi onlar ve bilmediğimiz hiçbir şey yapmadık. Ben, yorumlarken bilmediğim yerlere girmedim. Bu al­ büm, tabii ki benim içime sindi; çünkü, beni yansıttı.

Repertuar seçiminde nelere dik­ k a t ettiniz? Çok iyi yorumlayabileceğim ve hisset­ tiğim parçalara dikkat ettim. Parçaları kendim seçtim. Daha doğrusu, herkes, yüreğini özgür bıraktı. Çünkü, bu çalış­

Biliyorsun ki şu anda yerel tele­ vizyon ve radyolarda Kürtçe yayın yapmak yasaklandı bu konuda karşı­ laşacağın zorluklar olacak. Kürtçe çalışmaların yayınlanamayacak. Bu konuda, bu yasaya ilişkin neler söyle­ mek istersin?

Tabi ki bu üzücü bir şey. Daha iyiye gitmesini beklerken böyle sorunlarla karşılaşmak insanı üzüyor. Çünkü ben, duygunun dili yoktur diye düşünüyorum. Hangi dilde söylersen söyle. Başka dil­ lerde de yaşanılan kişinin kendisinin ya­ şadığı ya da toplumun yaşadığı acılar, sevdalar, sürgünler var. Bu çalışmada bunlar işlendi. Yani bunlar daha çok ön planda ama bir emek veriyorsun, uzun bîr süre çalışıyorsun sonra böyle sorun­ larla karşılaşıyorsun. Yani artık öyle bir önyargı var ki; dil, önüne geçiyor yaptı­ ğınız şeyin ve bu anlamsız geliyor bana. Dediğim gibi duygunun dili yoktur. Bura­ da herkes yüreğinden bir şeyler katmış. Biz istiyoruz ki herkes dinlesin, bu ön­ yargılar kalksın. Bu durumda benim söy­ leyeceğim tek şey; yine de devam ede­ ceğim. Hangi dil olursa olsun. Yeter ki, ben bir şeyler hissedebileyim, bir şeyler alabileyim Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı? Şöyle bir şey söylemek istiyorum. Bu, hangi ulustan, hangi milletten olur­ sa olsun, sadece ben ne isem öyle bir albüm. Dinleyicilerimden sadece, bu al­ bümü çok dikkatlice dinlemelerini istiyo­ r u m . Çünkü, bu albümde inanılmaz bir emek ve inanç var. İnanılmaz bir perfor­ mans var. Samimiyet var, bu albümü bu şekilde dinlesinler, önyargısız. Teşekkür ederiz.•


rfa denilince akla ilk gelenlerdendir, gazel­ ler ve sıra geceleri. Gazeller hüzün ve acı doludur. Ulaşılamayan ama ölesiye sevile­ ne yakılır. Sözlerinde, namelerinde, hep hüznü taşır. Urfa'nın halk kültüründe önemli bir yer tutar gazeller, hoyratlar gibi. Gazellerin okun­ duğu yerlerin başında da sıra geceleri gelir. Sı­ ra geceleri, bugün televizyonlarda ve birçok eğlence mekanında içi boşaltılarak yapıldığı gi­ bi değildir. Buralarda, reyting ve para uğruna, bir halkın yüzlerce yıllık kültürel değerleri yozlaştırılmakta, asimile edilerek bozulmaktadır. Geleneksel sıra geceleri, ismini, arkadaş gru­ bu arasında bir sıraya göre yapılıyor olmasın­ dan alır. Varolan sıraya mutlaka özen gösteri­ lerek, sırayla bir kişinin evinde toplanılarak ya­ pılır. Bu sıra gecelerinde mutlaka uyulması ge­ reken kurallar vardır. Kimse bir önceki evden daha az ya da daha çok ikramda bulunamaz. Asla içki içilmez ve sadece erkeklerin bir arada olduğu toplantılardır. Değişmez yiyeceği, çiğ küfte ve tatlıdır. Ülke gündemi üzerine sohbet­ ler edilir; kimi zaman da ortak kararlar alınır. Daha sonra birlikte, herkesin katılımıyla gazel­ ler okunur. Burası bir okul gibidir. Bir çok ga­ zelhan, sıra gecelerinde yetişmiştir.

U

İşte, sıra geceleri ve gazel dendiğinde, bu­ gün akla ilk gelen isim, Kazancı Bedih'tir. Asıl ismi Bedih Yoluk olan Kazana Bedih'in, bilinen son gazelhan olduğu belirtilir. Kazancı Bedih; Urfa'da, evinde, sobadan sızan gazla zehirle­ nip eşiyle birlikte yaşamını yitirdi. Kazana Bedih, ön ismini yaptığı kazancılık işinden almıştı. Bu mesleğinin dışında, yıllarca bir mevlit grubuyla birlikte, mevlitlere gidip ila­ hi ve gazel okudu. Gazelin dışında, çok güzel maya, hoyrat ve türkü okuyor; iyi derecede ud, tambur ve cümbüş çalıyordu. Urfa yerelinde, namı yıllardır bilinen Kazancı'nın, yüzlerce derlemesi mevcuttur. Yine sıra gecelerinde kaydedilmiş olan, 2000'in üzerin­ de kaseti vardır. Bu kasetler, elden on binler­ ce kopya çoğaltılmıştır. Urfa'nın, bu yerel sa­ natçısı, Türkiye geneliyle ancak, Eşkıya filmin­ den sonra tanışmıştır. 70 yaşından sonra ge­ len bu şöhret, onu geleneklerine, Urfa halkının kültürüne bağlı yaşamaktan alıkoymamıştır. Yaptığı işe gösterdiği samimiyet de işte bura­ dadır. O, şaşalı övgülere rağmen Urfa'nın Kazana'sı olarak kalmıştır. Onun derlemelerin­ den beslenip şöhret olanlar lüks içinde yaşar­ ken o mütevazı yaşamını sürdürdü. Son ayla­ rında, müziği bırakıp, kazancılık işine geri dön­

dü. Bunu da Sıra gecelerine gitarı, klavyeyi soktular, tadı kalmadı. Ben artık yorul­ dum.' diyerek açıkladı. 19 Ocakta öldüğünde, 75 yaşın­ daydı. Sayfaları, bilmem hangi popçunun, bilmem hangi mankenle görüldüğü haber­ lerinden geçilmeyen gazete­ ler; ekranları, popstar aday­ larına, popçulara, arabeskçilere kilitlenmiş televizyonlar; yıllarını halkının müziğine ver­ miş bir halk ozanının ölümü karşısında yine kayıtsızdı. Kü­ çük, durumu kurtarmaya dö­ nük birkaç haberin dışında, doğru dürüst bir yer bulama­ dı kendine Kazancı Bedih'in ölümü. Sadece Kazancı Be­ dih değil, herhangi bir halk ozanında da farklı olmuyordu zaten. Tam anlamıyla Yaşar­ ken ne değer verildi ki ölünce ne değer verilsin]' dedirtecek türden bir durumdu. Ölünce de kıymete binmedi Kazana. Ölen bir halk ozanı değil de gündemdeki bir popstar ya­ rışmacısı olsaydı; gazetelere manşet olacağı, televizyon­ larda flaş haber olarak habe­ ri geçileceği su götürmez bir gerçek. Kazancı'yı kimin ne kadar haber yaptığı o kadar da önemli değil. Cenazesi gös­ terdi ki O, kendisi gibi olanla­ rın sevgisini kaybetmemiş. Önemli olan da budur. Kazancı'nın ölümü bile durumu özetler. Evindeki ka­ talitik sobadan zehirlenmiş­ tir. Ne kadar trajik ve ne ka­ dar sahici. Bunca haketmemişsin, binlerce eserini savu­ rup talan ettiği bir dünyada ne kadar da yalın bir ölüm. Kazancı Bedih, sobadan çı­ kan zehirli gazla öldü! Birçok şeyi anlatmak için, ne kadar da kısa ve özlü bir cevap.•


Dayanırım her şeye ben

Seni her düşündüğümde

Şu yokluğun olmasaydı

Yağmur yağar toprak kokar

Sitem etmezdim geceye

Çocuk gibi umut umut

Sesin bende kalmasaydı

Yanağımda güller açar

Pencerene bak

Kalma sakın gecelerde

Bir yaralı kırlangıç var

Saban şarkıları söyle

Yüreğine al onu

Biter elbet tüm acılar

Alev gözlü yar

İlk gün ışığını bekle


KİTABIN ADI: SUÇTUR UMUTSUZLUĞA KAPILMAK YAZARI: CEZMİ ERSÖZ YAYINEVİ- GENDAŞ KÜLTÜR

"K

irli Bir Çarşafın Altında Ölümü Özleyen Kardeşim" ...tarafsız olmak demek, bu cehennemi ülkeye, evet demektir. Tarafsız olmak; cellatların yaptıkları bütün eziyetleri, o inanılması güç katliamları sonuna dek onaylamaktır. Tarafsız olmak, sonsuza dek lanet­ lenmek; sonsuza dek mağdurların, ezi­ lenlerin, yoksulların üzerine çarpı işare­ ti çekilişlerin kanıyla lekelenmektir . Günlerdir, bu lekelenme korkusuyla yaşıyorum... Günlerdir, yoksulların kanı­ nı temizlemeye uğraşıyorum üzerim­ den. Günlerdir, kimseye anlatamıyorum yaşadığım utancı. Kimseye anlatamıyo­ rum, üzerime sıçrayan kanın, içimi ya­ kan soğukluğunu..." "Suçtur Umutsuzluğa Kapılmak", Gendaş Kültür'den çıktı. Cezmi Ersöz'ün, hapishanelerde ve ölüm orucun­ da şehit düşenlerin anne ve babalarına adadığı bu kitabın bütün geliri, yazar ta­ rafından tutsak ailelerine bırakılmış. Tecrit ve sansür duvarlarını parçala­ mak için, 107 can düştü toprağa. Ses­ siz kalanların üzerine sıçradı kanları. Katliamların, korkak tanıkları oldu ço­ ğu... Cezmi Ersöz de bir yazar ve aydın so­ rumluluğuyla, bu sansür duvarlarını par­ çalamaya çalışanlardan biri. O, bu ülkede yaşayan bir aydın ola­ rak, üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmeye çalışıyor. Umarız, diğer yazar ve aydınlara da örnek olur.

"Suçtur Umutsuzluğa Kapılmak" kita­ "Suçtur Umutsuzluğa Kapılmak...", F bında, Ersöz'ün, Leman'daki köşesinde Tipi hapishanelere çocuklarını ziyarete de yayınladığı yazılar ve Ümraniye Hapis­ giden anne babaları anlatıyor. Yazı şu hanesi'nde gardiyanlık yapan Yıldız Er­ cümleyle bitiyor," Ey zorbalar, ey hayatı can'la yapılan röportaj yer alıyor. kanla yıkayanlar, zulmedin ki tez vakit yıKitapta yer alan ilk yazı "Cezaevlerin­ kılasınız..." deki Son Çığlık ve Beyaz Gemi" Küçükarmutlu'da katledilenlerin anı­ Yazar, Beyoğlu'nun arka sokakların­ sına yazılan bir yazı, "Ömrüm Bu Yüz­ da Hortum Süleyman'a takılan yaşamı­ den Hiç Başlamayacaktı...". "Gardiyan Yıldız Ercan, Artık Kanlı Ek­ nın ve ezilenlerin cephesindeki işkence ve katliamların bir değerlendirmesini mek Yemek İstemiyor", kitapta yer alan yapmış. F tipi hapishanede ölmek üzere tek röportaj. 19 Aralık 2000'de Ümra­ olan bir tutsağın yazara gönderdiği be­ niye Hapishanesi'nde gerçekleştirilen yaz gemi yine O'nun dilince hayatın dire­ katliamın tanığı Ercan, yaşadıklarını tüm gerçekliğiyle anlatıyor. nen yanından hep umut taşıyor. Kitabın arka kapağında "Hayat Ölü­ TAYAD'lı Ailelerin, sanatçı Bilgesu mün Alnından Öpüyor" isimli yazıda ise Erenus'un evinde başlattıkları ölüm oru­ cu eylemini anlatan yazı; "Denizi Özleyen şu bölüm yer eliyor: "Hayat, ölüm ve gerçeklik, her şey kesintisiz bir biçimde, Anneler Ölüyor" başlığını taşıyor. "Küçük Armutlu'daki Ev... Canan... aynı büyülü nehre akıyor; ölenler, yeni­ Zehra... ve Bizim Hikayemiz'de hapisha­ den doğuyor. Hayat, ölümü alnından öpüyor... nedeki yakınları ve dostları için tereddüt­ süz ölüme yürüyenler anlatılıyor. Onların Ölüm hem gururlu hem baş eğmez, hep yanında olan Cezmi Ersöz, "Kendi­ hem de küçük bir çocuk gibi utangaç ve me üzüldüm çünkü bu yaşıma dek benim masum. Her şey birleşip o büyük neh­ onlar gibi gerçek dostum olmamıştı re akıyor usulca... hiç." diyor. Ve o nehir sonsuzluğa akıyor... "Girin Çölümüze Çekin Hayatlarımı­ İşte bu yüzden korkmuyorlar, birer zın Resmini", yoksulları ve ezilenleri an­ birer ölmekten ... latıyor. Otoriteden yana olanlara ne ya­ Çünkü onlar bir kere sonsuzluğa parsanız yapın ve ne kadar güçlü olursa­ inanmışlar binbir çeşit kentli, kuşkunun nız olun o yapay ve korunaklı hayatınızı pençesinde yaşayan ben bile işte o an kuşatıyor bizim gerçek hayatıma, diyor inanıyorum, bu çocuklar bir gün kazana­ yazar. caklar... Cezmi Ersöz'ün kendisini de içine Sonsuzluk tükenmez çünkü." kattığı, orta sınıf küçük burjuva solcuları Okuduğunuz her yazıda kendinizden, "Devrimden En Çok Kim Korkar" yazısın­ yaşadıklarınızdan bir şeyler bulacaksı­ da anlatıyor. Hazin ama gerçek, devrim­ nız. den en çok onlar korkuyor. Kimi zaman, içiniz acıyacak ama öfke "Evimde Ölümü Yenmiş Bedensiz kaplayacak içinizi. Sessizliğinize öfkele­ Simsiyah Gözler", ölüm orucunda şehit neceksiniz en çok da... Onlar, o kazana­ düşenlerin anısına ithaf edilen, yazarın cak olanlar, siz sessiz kaldığınız için, öl­ kendi duygusallığını da sorguladığı bir meye devam ediyor halâ... yazı. Direniş dördüncü yılında sürüyor...Ol



Vladimir Bogomolov Moskova'da Öldü! "İvan'ın Çocukluğu" adlı öyküsüyle dünya çapında tanınan Rus yazar Vla­ dimir Bogomolov, 77 yaşında Mosko­ va'da hayatını kaybetti. Bogomolov'un, " 1 9 4 4 Ağustos'unda" adlı romanı, daha önce birçok dile çevrilmişti. Çağdaşı olan birçok yazar gibi Bogomolov da yazarlık için gereken ilhamı 2. Dünya Savaşı'ndan alıyor­ du. Hitler'in 1 9 4 1 yılında Sovyetler Birliği'ne saldırdığında 15 yaşında olan ya­ zar, okulu bırakarak orduya girmişti. Bogomolov'un 1 9 5 8 yılında yazdığı, "İvan" adlı öykü, Tarkovsky'nin 1962'de çektiği bir filme temel oluşturmuştu. Bogomolov'un birçok çalışması filme çekildi. Yazar, "İlk Aşk" ve "Kalbimin "Ağrısı" isimli öykü ve romanlarıyla da biliniyor.•

Che'nin Yaşamı Çizgi Roman Oldu! Yazar E r h a n B a ş k u r t , Che'nin y a ş a m ı n ı "Viva C h e " adıyla çizgi r o m a n a a k t a r d ı . T o p l a m 4 c i l t halinde hazırlanan çizgi r o m a n , İlkbiz Yayınevi'nden çıktı. D ö r t ciltlik e s e r i n ilk cildi o l a n "İlk A t e ş " i s i m ­ li b ö l ü m ü piyasaya s u n u l d u . Bu yapıt, aynı z a m a n d a Che'nin yaşa­ mını k o n u alan ilk çizgi r o m a n özelliğini t a ş ı y o r . K ü b a Büyükelçiliği K ü l t ü r Ateşeliği'nin d e d e s t e k l e d i ğ i kitabın, K ü b a ' d a i l k ö ğ r e t i m ö ğ ­ r e n c i l e r i n e o k u t u l m a s ı d ü ş ü n ü l ü y o r . E r n e s t o C h e Guevara'nın o ğ l u Camillo G u e v a r a d a , k i t a p b a s ı l m a d a n ö n c e kitabı g ö r m ü ş t ü . •

"Uzak" Filmi Fransa'da Gösterimde! Nuri Bilge Ceylan, bu kez de Cannes Film Festivali'nde ödül alan filmiyle Fransız sinemase­ verlerin karşısına çıkıyor. Nuri Bilge Ceylan'ın, sinema dünyası ve gelecek için beklentileri hak­ kında da kendisiyle Fransız gazeteleri tarafından röportajlar yapıldı. Fransa'daki sinemalarda vizyona giren 'Uzak' filmi, ülke genelinde 40 sinemada gösterilecek.

Grup Yorum, İmza Günleri'nde. Grup Yo­ rum, yeni çı­ kan "Yürüyüş" adlı albümüyle ilgili imza gün­ lerine katıldı. 17 Ocak Cu­ martesi günü Gazi Mahallesi Yaren Kafe'de düzenlenen imza günün­ de, hem al­ bümlerini im­ zaladı hem de dinleyicileriyle bir söyleşi ger­ çekleştirdi. 25 Ocak Pazar günü ise Kadıköy'de Mephisto Kitabevi'nde düzenlenen im­ za gününe katıldı. Yeni albümlerin imzalandığı günde ilgi oldukça fazlaydı. Grup Yorum, ayrıca yeni çıkan albümüyle ilgili olarak bir de anket düzenle­ di. Ankette albümle ilgili olarak: "En beğendiğiniz şarkı hangisi?", "Şarkı sözle­ rini nasıl buldunuz?", "Müziğini nasıl buldunuz?", "Bu kaset beklentilerinize ce­ vap verdi mi?" gibi sorulara yer verdi.•

İspanyol Müzik Grubu Berri Txarrak' a Yasak­ lama!

İspanya'nın kuzeyindeki Bask Bölgesi'nin bağımsızlığını savunan müzik grubu Berri Txarrak'ın Madrid'de vereceği konser iptal edildi. Berri Txarrak'ın Madrid konserinin, 'gü­ venlik gerekçesiyle" iptal edildiği açıklan­ dı. Konserin verileceği Caracol Salonu yetkiIileri tarafından yapılan açıklamada, 'Ne grubun, ne de dinleyicilerin güvenli­ ğini garanti edebiliyoruz" denildi.•


Ararat Filmi Gösterim'den Kaldırıldı! Belge Film, Ermeni asıllı Atom Egoyan'ın yönettiği 'Ararat' filmini, 'devlet erkanı'! ve MHP'lilerin tehdit ve baskıları üzerine gösterimden kaldırmak zo­ runda kaldı. Devlet Bahçeli: "Türkiye, bu filmdeki iddiaları ciddiye almadığı gibi hiçbir çekince göstermeden uygar devletlere yaraşır biçimde filme gösterim izni vermiştir." di­ yor. Bir yandan da MHP'liler dört bir koldan füme ve yapım şirketine saldırıyor. Erkan Mumcu: "Türkiye artık o, 'Geceyarısı Ekpresi' filminde olduğu gibi belli bir ajitasyonla hiç de böyle bir ilgiyi hak etme­ yen ürünlere ilgi göstermek, tep­ ki göstermek suretiyle bile olsa ilgi göstererek 'Ararat' filmini sahneye çıkarmak, dünya kamu­ oyu açısından algılanır hale getir­ mek gibi bir oyunun içerisine düşmeyecektir. Biz o çocukluk evrelerini geçirdik. Bu numara­ lar bize sökmez" dedi. Belge Film ise yaptığı açıkla­ mada; "Ancak polis veya kolluk kuvvetleri gözetiminde filmi sey­ rettirme garipliğini, modern top­ lumun vazgeçilmez bir parçası haline gelmiş Türkiye'ye yakıştıramadığımız için, filmin gösterimini istemeyen vatandaşlarımızın arzusuna uyarak filmi gösterimden kaldırıyoruz." dedi.

Ayışığı Sanat Merkezi Çalışanları Tutuklandı! 11 Ocak 2 0 0 4 tarihinde İkitelli'de, devrimci basın üzerindeki baskıları protesto etmek için düzenlenen basın açıklamasına katılan Ayışığı Sanat Merkezi çalışanları tutuklandı. Açıklamada gözaltına alınan Ayışığı Sanat Merkezi çalışanları; Alev Oral, Rojda Şendur ve Mücadele Birliği Dergisi Ya­ zı İşleri Müdürü Özgen İş çıkarıldıkları savcılıkta tutuklandılar. Konuyla ilgili, Ayışığı Sanat Merkezi'nde tutuklamayı protesto etmek için bir basın toplantı­ sı düzenlendi.•

İstanbul'da İlk Kez Ciwan Haco Konseri! 18 Ocak 2 0 0 4 tarihinde, İstanbul Ab­ di İpekçi Spor Salonu'nda AYSA Organizasyon'un düzenlediği bir Ciwan Haco konseri gerçekleşti. Binlerce kişinin katıl­ dığı konser büyük bir coşkuyla geçti. Bir hasret sona ermişti. Yoğun kalabalıktan kaynaklı bozulan ses düzeni ve gerginlik; Ciwan Haco konserinin erken bitmesine neden oldu.


Ekmek Davası Filmi'nin Göste­ rimi Yapıldı! Bahçelievler PTT işçilerinin açlık grevini konu alan "Ek­ mek Davası" adlı filmin ilk gösterimi, 3 Ocak 2004'te Be­ yoğlu Sineması'nda gerçekleşti. İkinci gösterimi ise 14 Ocak 2004'te Kadıköy Barış Manço Kültür Merkezi'nde ya­ pıldı. 17 Ekim 2 0 0 3 tarihinden beri "insani yaşama koşul­ larına ulaşmak için direnişte olan işçilerin yaşadıklarını bel­ gesel şeklinde anlatan film, 11. Tez Film Atölyesi tarafından hazırlandı. Belgeselin müzikleri Grup Yorum'un "Kucaklaş­ ma" albümünden kullanıldı. Belgeselin yönetmeni F.Serkan Acar, çekimler dönemin­ de işçilerle beraber gözaltına atındı. Birleşik İşçi Sendikası tarafından da desteklenen filme, Fransa'da örgütlü olan posta işçileri sendikası da Paris'te bir gösterim düzenleye­ cek. •

Frida, Yaşasın Hayat! Beliz Güçbilmez'in yazdığı: Oyunculuğunu ve yönetmenliğini Jülide Kural'ın yaptığı Frida "yaşasın hayat "adlı oyun Meksikalı ressam Frida Kahlo'nun yaşamından esinlenerek sahnele­ nen bir oyun. Oyun­ da, Jülide Kural Frida'nın yaşamını can­ landırıyor. Çocukluk sürecinde, henüz ye­ di yaşındayken geçir­ diği çocuk felci, nin ardından 18 yaşın­ dayken geçirdiği tra­ fik kazası sonucu Frida'nın omurilikleri kırılır ve artık korse­ lerle yaşamını sür­ dürmek zorundadır. Onlarca ameliyat geçirir. Kesilen sağ baca­ ğına rağmen "yürüyemiyorsam dans ederim ben" diyebilecek ka­ dar umut doludur Frida. Oyun, sezon boyunca her çarşamba saat:20.OO'da Muammer Karaca Tiyatrosu'nda.

Türkiye'li Devrimciler İçin Amerika'da Kitap Hazırlanıyor! Elias Letelier isimli Şili'li şair, ölüm oruçlarıyla ilgili çok sayıda Amerikalı şairin ölüm oruçları ve Türkiye'li devrimci tutsaklar üzeri­ ne yazdıkları şiirleri bir kitap haline getirmeye hazırlanıyor. Ameri­ ka'da kendi aralarında bir birlik oluşturan sanatçıların, aynı za­ manda bir internet sitesi mevcut. (www.poetas.com) •

Otyam'lardan Sergi! Fikret Otyam'ın "Boyalarla 60 yıl" ve eşi Filiz Otyam'ın "Pence­ remden" isimli sergileri Tünel Sa­ nat Galerisi'nde sergileniyor. Fik­ ret Otyam, 60 yıllık deneyimini, bi­ rikimini aktarıyor resimlerinde. Fi­ liz Otyam'ın ise Beydağları'nda farklı iklimlerde çektiği fotoğraflar­ la sergiye katılıyor. Sergiler, 13 Şubat 2 0 0 4 tarihine kadar sürecek.

Grup Munzur ve Sevinç Eratalaya'a 6 Ay Ceza! Grup Munzur elemanları ve Se­ vinç Eratalay'a; 4.Munzur Kültür ve Doğa Festivali'nde yaptıkları ko­ nuşmalardan ve söyledikleri şarkı­ lardan dolayı 6 ay 'ceza' verildi. İlk önce Malatya DGM tarafından 'si­ lahlı örgütlere yardım ve yataklık' ettikleri dolayısıyla dava açılmış, daha sonra görevsizlik kararı veri­ lerek, dava Tunceli Asliye Ceza Mahkemesi'ne gönderilmişti. Tun­ celi Asliye Ceza Mahkemesi'nde de TCK 3 1 2 / 1 maddesince 6 ay 'mahkumiyetle' sonuçlanmışta. Konuyla ilgili Grup Munzur tarafından, 12 Ocak 2 0 0 4 tarihinde İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi'nde bir ba­ sın açıklaması düzenlendi. Açıklamaya; Ruhan Mavruk, Ce­ lal Başlangıç, Grup Yorum, Orhan Kahyaoğlu, Aydın Öztürk, Tunceli Dernekleri yetkilileri v.b kurum ve kişiler de katıldı.•

İsveç'te İsrail Büyükelçisi, Sa­ nat Eserine Tahammül Edemedi! İsveç'in başkenti Stockholm'deki bir sergide, Filistinli bir kadın feda eylemcisini konu alan 'Pamuk Prenses ve Gerçe­ ğin Deliliği' isimli çalışmaya, İsrail'in İsveç Büyükelçisi Zvi Mazel, saldırarak spot lambalarını sökmüş ve kısa devre yapmasına neden olmuştu. Bu sa­ nat eserinin gösterimden kaldırıl­ masını istemişti. Daha sonra İs­ veç Dışişleri Bakanlığı'na çağrılan İsrailli büyükelçi, "Bu eserin kaldı­ rılmasına hükümet değil, müze yetkilileri karar verir." cevabını al­ dı. Feda eylemcisi, içi kırmızı sıvı dolu bir yapay havuzun içerisinde parçalanmış bir oyuncak bebekle anlatılıyordu.•


İngiliz Parlementer: "Ben de SİYAD Ödülleri Sahiplerini Bul­ İntihar Eylemcisi Olabilirdim" du! İngiltere Parlemantosu'nda, Liberal Demokrat Parti Milletvekili Jenny Tonge, yaptı­ ğı konuşmasında; "Filistinliler gibi yaşamaya zorlansaydim, ben de intihar bombacısı ola­ bilirdim." dedi. Konuşmasının devamında; "Öyle bir hale gelmişler ki, ar­ tık yaşamalarının bir anlamı bi­ le kalmamış. Ama niye bu ha­ le geldiklerini anlıyorum. Bu, çaresizlikten oluyor. Ben de bir anne ve büyükanne olarak kendimi onların yerine koyun­ ca, gelecekte umut yaratacak bir şey göremiyorum. Bu durumda, insanların nasıl bi­ rer intihar eylemcisi olduğunu anlamak hiç de zor de­ ğil." diye konuştu. Parlemanto içindeki İsrail yanlısı milletvekillerinin bü­ yük tepkisini almasına rağmen, ısrarla söylediklerini ge­ ri almadı. İngiltere'de daha önce de Tony Blair'in eşi Cherie Blair, Filistinlilere ilişkin; "Umutları tükeniyor ve kendile­ rini havaya uçurmaktan başka yol kalmıyor." demişti.•

37.SİYAD ödülleri, 13 O c a k 2004'te, Be­ yoğlu Emek Sineması'nda düzenlenen törenle sahip­ lerine verildi. Düzenlenen ödül törenim deki ödüller şu şekilde ve­ rildi. En İyi Film Ödülü - "Karşılaşma" En İyi Yönetmen - Ömer Kavur [Karşılaşma] En İyi Senaryo - Ömer Kavur, Macit Koper En İyi Görüntü Yönetmeni - Ali Utku En İyi Müzik - Timur Selçuk (Abdülhamit Düşerken) En İyi Kadın Oyuncu - Yelda Kaymakçı (Çamur) En İyi Erkek Oyuncu - Şevket Çoruh (İnşaat) En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu - Suna Pekuysal (İnşaat) En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu - Aytaç Arman (GönderHmemiş Mektuplar, Karşılaşma) Ayrıca, Yılmaz Güney'in ölümünün 20.yıldönümü olması ne­ deniyle konuk olarak gelen Melike Demirağ, bir dinleti sundu.•

dvd... vcd... albüm...

Aynur Keçe Kurdan Kalan

Metin Yılmaz Alaz Metropol Müzik

Volkan Konak Maranda DMC

Feyzullah Çınar Fazilet Kalan




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.