2006 47 mart

Page 1

8/29/07

7:48 PM

Page 1

kültür sanat yaflam›nda

›ssn 1303-9113

2006/03

say› 47

2.25 YTL-KDV’li)

mart 2006

kapaklar

Karagöz ve ortaoyununun doğuşu, yapısı

.

umudun sıcak soluğu ülkesi olmayan mezarı olmayan gibidir edip cansever’de şiir ve insan la question (sorgu) ve direniş müziğin gavuru olur mu? burjuva demokrasisine övgü

.

.


kapaklar

8/29/07

7:48 PM

Page 2


tavır a y l › k

s a n a t

d e r g i s i

merhaba Sahibi ‹dil Kültür Yay›n Org. Rek. Film. Tic. Ad›na: Muharrem Cengiz Genel Yay›n Yönetmeni Gamze Mimaro¤lu Sorumlu Yaz›iflleri Müdürü Ahu Zeynep Görgün Yaz›flma Adresi ‹stanbul ‹dil Kültür Merkezi ‹stiklal Cad. Aznavur Psj. No: 212 Kat: 6 Beyo¤lu/‹stanbul Tel: (212) 245 00 70 - 244 31 60 Faks: 244 81 02 e-posta: info@grupyorum.net Ankara ‹dilcan Kültür Merkezi fiirintepe Mah. 8.Cad. No:222 / B Mamak – Ankara Tel: (312) 390 38 05 Hesap no (YTL) 1042- 30000 596147 Gamze Mimaro¤lu ‹fl Bankas› Parmakkap›/‹ST. Hesap no (EURO) 1042- 3010000 129062 Gamze Mimaro¤lu ‹fl Bankas› Parmakkap›/‹ST. Ofset haz›rl›k TAVIR YAYINLARI Bask› ASPAfi Da¤›t›m D-R

Kar, so¤uk, tipi, ayaz… K›fla dair ne varsa geride kalacak zamanlarday›z. Hem en so¤uk, hem de en s›cak bir ayda, marttay›z. So¤u¤un nedeni biliniyor, bizler mart›n s›cakl›¤›nday›z. 30 Mart, bu ay›n en s›cak günüdür. Her 30 Mart’ta yanar yüre¤imiz. K›z›ldere’den do¤an güneflin aleviyle, yanar ha yanar. Otuz dört y›l›n umudu at›yor kalplerimizde. Otuz dört y›ld›r bu ülke umudun rengiyle par›ld›yor. Her dönemin “mecbur insanlar›” vard›r tarihte. Onlar ortaya ç›kacak, do¤ruyu söyleyecektir, bunun bedelini canlar›yla ödeyeceklerini bile bile hem de. Karagöz ve Hacivat’› tan›yoruz bu say›m›zda, ortaoyunu ile birlikte: Mizah tarihimizin iki fenomen unsurunu… Karagöz ve Hacivat’›n hazin sonlar›n› da, “Karagöz Hacivat Neden Öldürüldü?” filminin de¤erlendirmesinde anlatt›k. Beyaz baflörtüleri, kasketleri, k›rm›z› al›n bantlar›, ellerinde pankartlar›, dillerinde sloganlar›, karanfilleriyle… ‹flte onlardan biriyle, ölüm orucunda yitirdi¤i o¤lu Serdar’› henüz topra¤a vermifl, yirmi y›ll›k TAYAD tarihinin yarat›c›lar›ndan Mesude Ana’yla görüfltük. Bu ülke ondan, TAYAD’l›lardan çok fley ö¤rendi. Ö¤renmeye devam ediyor. Meryem Abu Dagga… Bir kad›n, bir savaflç›, bir Filistinli…8 Mart Dünya Emekçi Kad›nlar Günü, Meryemlere, onun gibi vatanseverlere yarafl›yor en çok. Hayat›n›, ac› dolu, hüzün dolu, umut dolu an›lar›n› anlat›yor Meryem. Bir gün, ba¤›ms›z ve özgür Filistin’in mutlaka kurulaca¤›na olan sonsuz inanc›n›… Halk›na ve vatan›na duydu¤u s›n›rs›z sevgisini… Ne zordur vatan›n›, sevdiklerini geride b›rak›p yaban ellere göçmek. Kapitalizmin hiç tükenmeyen kar h›rs›n›n kurban› olan, adlar› insan kaçakç›l›¤›yla birlikte an›lan göçmenleri iflledik bu ay sayfalar›m›zda. Ürünlerinizi göndermeye devam edin. “Okurdan” köflemiz çok yak›nda dergimizde hayata geçecek. Tav›r’›n ayr›lmaz bir parças› olan okurlar›n›n, sizlerin katk›lar›yla… Nisan say›m›zda görüflmek dile¤iyle… Dostlukla…

Yerel süreli yay›n

tavır


‹Ç‹NDEK‹LER

03/2006

3 umudun s›cak solu¤u 3 de¤erlendirme

3

DE⁄ERLEND‹RME umudun s›cak solu¤u

5

GÜNCEL karikatür krizi

8

RÖPORTAJ meryem abu dagga

12

DENEME gavur müzi¤i dinleyenin, tiz urun kellesini

14

ARAfiTIRMA karagöz ve ortaoyununun do¤uflu, yap›s›-l

19

fi‹‹R nihat behram

20

DENEME mevsimlik

22

T‹YATRO aymazo¤lu ile kundakç›lar

26 3 ellerinde k›z›l karanfiller, tayad’l› mesude demirel röportaj

8 meryem abu dagga 3 röportaj

fi‹‹R turgut uyar

26

RÖPORTAJ ellerinde k›z›l karanfiller

30

DE⁄ERLEND‹RME göç yollar›

33

‹NCELEME edip cansever

36

K‹TAP bizim fliir antolojisi

37

RÖPORTAJ henry alleg

41

S‹NEMA karagöz... iyi geceler... kurtlar vadisi

46

HABERLER

14 3

25

karagöz ve ortaoyununun do¤uflu, yap›s›-l araflt›rma

kapak 3 karagöz ve ortaoyunu


de¤erlendirme

umudun s›cak solu¤u tav›r

mak gerekir, böyle bir yolda yürümek istiyorsan. Umudunu yan› bafl›ndan hiç ay›rmadan hem de. Umut… Umut… Düfl kurmak de¤il, düflünü gerçeklefltirmek yani. Yorgunluktan bitap düflmüfl de olabilirsin, dizlerin bedenini tafl›m›yor da olabilir… Ama ellerini b›rakmamal›; s›ms›k› sar›lmal›s›n düfllerinin ve umudunun ellerine… S›ms›k› sar›lmal›s›n ki, sevginin s›cac›k solu¤unu yüzünde hissedebilesin. Soluk solu¤a da kalsan, ac›yla hayk›rsan bile o seste bir ›fl›k olmal›, de¤il mi? Öyle de olur zaten. Ç›¤l›klar›n içinde senin özlemlerin sar›l› olmaz m› hep? Onun için kunda¤›n› çözme hiçbir zaman. Çözme ve hayk›r ac›n›, hayk›r gözlerini k›sarak, sular›n› ak›t yüzüne; ama çözme özlemlerinin ve düfllerinin kunda¤›n›… Sar›l› kals›n düfllerin ve umudunla emzir onlar›… “Ay›n alt›nda ka¤n›lar gidiyordu Ka¤n›lar gidiyordu Akflehir üstünden Afyon’a do¤ru Toprak öyle bitip tükenmez, Da¤lar öyle uzakta, Sanki gidenler hiçbir zaman Hiçbir menzile eriflmeyecekti.”

Umut… Umut… Günlük yaflanan umut ve umutsuzluklardan bahsetmiyoruz. Sonsuzda olmayan ama yar›n›m›z olan bir umuttan bahsediyoruz. U¤runa ölümleri göze ald›¤›m›z, hapisler yatt›¤›m›z umuttan söz ediyoruz. Onu düflündükçe kendimizi yeni bir yaflam›n ortas›nda buluruz ya hani… Hiç daraltmay›z düfl yollar›m›z›. Daraltmay›z da o bizi yeni ayd›nl›klara tafl›s›n isteriz ya. Bir yandan ac›lar›n dalgalar› yüre¤imizin k›y›la-

r›n› döverken di¤er yandan özlemini duydu¤umuz güzel düfllerimiz var ya hani… Bu hep böyle mi süregelmifl? Hangi tarihi gerçe¤e bakarsak bakal›m bir yan› ac› bir yan› hüzün… Gerçek öyle yal›n ki, aldatmaz insan› hiçbir zaman. Teselli vermez insana. Ç›k›p da düfltü¤ünde yollara, bir anlamda kendini ac›n›n kollar›na atm›fl olursun. S›kar k›rarcas›na kemiklerini. Dayan-

Umutlar› vard›... Yoksa ayaklar› ç›plak, elleri nas›r tutmufl kad›nlar nas›l mermi tafl›rlard› cephelere? Çanakkale topra¤› kana doyar m›yd› san›rs›n? Omuzlar› nas›r ba¤layan kad›nlar, ilk çocuklar›n› do¤ururken çektikleri sanc›lar›n ötesinde sanc›lar çekmeye bafllad›lar vatanlar›n›n kurtuluflu için. Da¤lar›n yollar› onlar için art›k bir ovan›n orta yeri gibiydi. ‹lk umutlar›n› tafl›yorlard› çünkü. ‹lk kurtulufllar›n› omuzluyorlard›. Belki bebelerini emzirip öyle ç›kt›lar gecenin karanl›¤›nda, belki bebeleri pefllerinde a¤larken, ard›na bakmadan yürüdüler ay›n alt›nda…

MART 2006 | TAVIR | 3


de¤erlendirme

Y›l 1972, Mart’›n 30’u. Kavgaya devam. Ay›fl›¤› var m›yd› o gün, bizde bilmiyoruz. Olsa da o kerpiç evin ufac›k penceresinden dolar m›yd› içeriye, vurur muydu Mahir’in aln›na? Anadolu’ydu buras› yine. 1921’de cephelere mermi tafl›yanlar›n çocuklar›n›n etraf› sar›lm›flt›. Ayn› dilden sesleniyorlard› onlara “Teslim olun!” diye. Ayn› dilde cevap veriyorlard›. “Biz buraya dönmeye de¤il ölmeye geldik.” Kurflunlar birbirini takip ediyordu. K›z›ldere k›z›l akmaya ilk o gün bafllad›. Türkülerin diline ilk o gün düfltü. “Tarihlere yaz›l dere / Nice yi¤itleri yedin / N’olur biraz üzül dere” dedi bir ana yüre¤i. Sonra metanetle seslenenler oldu: “Oy dere K›z›ldere böyle ak›fl›n nere / Onlar biter mi sand›n sana can vere vere.” O günden bu yana bitmedi can verenler. Top mermileriyle dövdükleri cephelerden geri çekilenler yine vatan›m›z› iflgal ettiler. Bu kez ayaklar›n›n alt›na hal›lar serilerek karfl›land›lar. ’21’de kurflunlananlar›n a¤r›lar› bir kat daha fazlalaflt›. fiehit düflenlerin mezar tafllar›n›n üstüne bayraklar›n› ast›lar. “ Atefli ve ihaneti gördük … ‹nsanlar devrilmiflti, kedersiz ve ümitsizdiler ‹nsanlar, etlerinde kurflun yaralar›yla Köy odalar›nda unutulmufltular Ve orada sarg›, Deri Ve asker postallar› halinde Yan yana, s›rt üstü yat›yorlard› Kopar›lm›fl gibiydi parmaklar› sapland›¤› yerden E¤rilip bükülmüfltü Ve avuçlar›nda toprak ve kan vard›”

O¤ul o¤ul a¤layan nice annenin gözleri… Genç yüzlerinde s›cac›k gülüflleridir, donan delikanl›lar›n kan› toprakla kar›fl›p saçlar›na yap›fl›rken, son bir kez ay›n ayd›nl›¤›nda düfllediklerini izleyen… Bir de onlar› bekleyenler... Yoksul evlerinin y›k›k duvar diplerine oturup günlerce yollar› gözleyenler. Gelmeyeceklerini, dönmeyeceklerini bile bile gözlerini ay›rmad›klar› dönüfl yollar›nda. Sevdikleri gelmedi ama gâvurlar da gelemediler. Onlar bilmezdi kapitalisti, emperyalistti. Ama biliyorlard› ki onlar yoklu¤u ve ölümü tafl›rlar. Telgraflar geldi ve okudular… Y›l 1921… “Kavgaya devam: Ve Mart’›n 31’inci gecesinde (ay›fl›¤› var m›yd› bilmiyorum) ‹nönü karanl›¤› sesler ve k›v›lc›mlarla doluydu. Ve ertesi gün 1 Nisan: Metristepe ayd›nlan›yor. Saat alt› otuz. Bozöyük yan›yor. Düflman muharebe meydan›n› silahlar›m›za terk etmifltir...” diyor Naz›m Usta.

4 | TAVIR | MART 2006

Vatan hiçbir fleye benzemez. Kaybetti¤inde yerine neyi koyacaks›n? Ac›s› çok a¤›rd›r, tarif edilemez. Hele ihanet ac›s›n› da ekledin mi... Ve vatan para karfl›l›¤› sat›l›rsa ne yapars›n? Ondand›r atefli sararlar bedenlerine, hücrelerin kuytuluklar›nda. “ De¤mez” diyenlere sevmenin ve vatan›n kutsall›¤›n› hayk›r›rlar…

Mahir 34 y›l öncesinde K›z›ldere’nin o kerpiç evinde bir kurtulufl kavgas› bafllatt›. Sonra yeniler eklendi. Bugüne kadar öyle çok insan izledi ki Mahir’i. Birbiri ard›na düflenler oldu topra¤a. Umut... Umut… Hiç bitmeyen kurtulufl umudu… O gün uzaklarda belki. Emperyalizmin namlusu üzerlerine çevrilirken tüm insanlar›n, umut vatan›n koynunda sakl› durur, o hiç yitmez. Ama flunu hiç unutma: Her ne olursa olsun vatan, sad›k evlatlar›n› koynunda sakl› tutan ana olmaya devam eder. Ondand›r K›z›ldere’nin suyu hep akar, da¤lar›n doruklar›nda; ovalar›n, flehirlerin caddelerinde; kondular›n sokaklar› aras›nda k›z›l k›z›l akar… “Korkunç ellerinle bast›r›p yaran› Dudaklar›n› kanatarak Dayan›lmakta a¤r›ya. fiimdi ç›plak ve merhametsiz bir 盤l›k oldu ümit.”J


güncel

medeniyet aynas›n›n dökülen y›ld›zlar› ayten öz

Anadolu’da çok sevdi¤imiz birinin zarar görmesini istemedi¤imiz durumlarda kullan›lan bir sözdür “gadan alam”. Fedakârl›¤›n özüdür bir yerde bu deyim. ‹steriz ki sevdiklerimizin bafl›na gelecek olan bizim bafl›m›za gelsin.

adeta. Karikatür tart›flmas›nda da, dalga dalga yay›lan öfkeye, Danimarka, “fikir özgürlü¤ü” savunmas›n›n alt›nda kendini saklayan “Medeniyet esnektir, anlay›fll›d›r; ancak medeni olmayanlar tepki gösterir, elefltiriyi kald›rmaz” görüflü ile karfl›l›k verdi.

Geçen ay engellenemeyen bir belan›n ac›s› içinde, yüzy›llard›r süren yas günlerini ard›m›zda b›rakt›k. Hz. Hüseyin’in suya hasret ölümünün ard›ndan tutulan yas yüzy›llard›r bitmedi. Kerbela’da hayat›n› kaybedenlerin “gada”s›n› alamayan ve bunun ›st›rab›n› içinde hissedenler, kendilerini cezaland›r›yor, ac›ya böyle ortak olman›n tesellisini böyle yafl›yor.

Bu kavramlara yüklenen anlamlarda belirginleflen ikiyüzlü tav›r, bu “modernli¤i” anlamayan halklar›n moderniteye daha büyük bir öfkeyle yaklaflmas›na ya da “Bu medeniyet Hindistan’daki ‹ngilizler’de, Cezayir’deki Frans›zlar’da, Irak’ta ve Guantanamo’daki ABD’lilerde neden yok?” diye sormas›na yol açacak belki de.

Tam da bu günlerde patlad› karikatür krizi. Bir anda Müslümanlar›n ve Do¤u’nun gündemine oturan tart›flma, beraberinde medeniyet kavram›n›n sorgulanmas›n› da getirdi. Ad›n› tarihe kanl› harflerle yazd›ran, yaflad›¤› refah› sömürdü¤ü kültürlere ve halklara borçlu olan ülkelerin medeniyet savunmas›, “Medeniyetin s›n›rlar› nedir ve ne kadar hoflgörülüdür sorusunu düflürdü zihinlere.

ateflle barut iki kavram: medeniyet-modernite Ayd›nlanman›n ard›ndan yayg›nlaflan kavramlardan en çok tart›fl›lan› modernlik. “Modern” kelimesinin en iyi arkadafl› da “medeniyet” gibi görünüyor. Bu iki kavram›n da Bat› merkezli oluflu, bir yerde kavramlar›n ihtiyaçtan do¤du¤unu hat›rlat›rken, tam olarak bir türlü tan›mlanamay›fllar› da genel kabul görmüfl bir “medeniyet” anlay›fl›n›n yerleflmedi¤ini kan›tl›yor

medeniyetin gözüne kaçan çapak: ‹kiz kuleler Haçl› seferlerinin, yüzy›llarca süren sömürgecili¤in, sömürgeci savafllar›n ard›ndan kurdu¤u ‘medeniyet’e, demokrasi söylemleri ile yald›z yapan Bat›’n›n, dünyan›n gözü önünde ezberini bozan olay, ikiz kulelere yönelik sald›r› oldu. ‹kiz kuleler sald›r›s›n›n ard›ndan dilinin alt›ndaki baklay› ç›karmakta zorlanmayan ABD’nin sald›r›lar› önce Afganistan’da tafl üzerinde tafl b›rakmazken, Irak’a yönelmekte gecikmedi. Irak’ta üç y›ld›r süren “demokrasi harekat›n›n” meyveleri çok kanl› oldu. Irakl›lar istemedikleri bir medeniyete karfl› direnmekle kalmad›lar, yaflad›klar› ve gün yüzüne ç›kan ac›lar› ile Bat›’n›n elinin her zaman dost amaçl› uzanmad›¤›n›n da en aç›k kan›tlay›c›s› oldular. ABD’nin sald›r›s›na destek verenlerse, yine ç›karlar›n› Do¤u’nun zenginliklerinde arayan bat›l› ülkeler oldu.

“Petrol” için verdikleri savafl›n ad›n› “demokrasi misyonu” koyanlar, 11 Eylül’ün ard›ndan Do¤u’dan gelen herkesi ve her fleyi yaftalama salg›n›n› meflru hale getirdiler. Bu salg›ndan, Do¤u kültürü de nasibini ald›. Havaalanlar›nda renklerinden ya da pasaportlar›ndaki “ülke” hanesinden dolay› saatlerce bekletilenlere karfl› bafllayan “mikrop” muamelesi, flekil de¤ifltirerek kitaplara, flark›lara, fliirlere uzan›r oldu. Almanya’ya çal›flmaya giden iflçilerin difllerini sayan, “kültür ve moda baflkenti”(!) Paris’in d›fl›ndaki gettolar› görmezden gelen, kendilerine dayat›lan sefaletten kurtulmak

MART 2006 | TAVIR | 5


güncel

için gemilerde ölme riskine ra¤men yollara düflenleri kap› d›flar› eden, yabanc› çocuklara “zeka gerili¤i” testi yapt›ranlar, d›flar›dan gelen herkese “asl›n› inkar edersen kabul edilirsin” düflüncesini dayatt›. Asl›n› inkar etmeyenler, Bat›l› gazetelere; Paris’te, Almanya’da, Belçika’da çat›flan “yoksul mülteciler” olarak geçerken, Do¤u’daki arkadafllar›n›n gözünde Bat›’n›n duvar›na at›lm›fl tafl›n simgesi oldular.

bat›’da do¤ulu olmak Uzun y›llar Bat›’da Do¤u’yu anlatm›fl bir akademisyen olarak yaflayan Edward Said, an›lar›nda s›k s›k do¤ulu kimli¤inin nas›l hat›rlat›ld›¤›na yer veriyor. 1963 y›l›nda Columbia Üniversitesi’nde ifle al›n›rken bile, okula kabul edilebilmesi için referans veren hocalar›n›n gerçekte Arap oldu¤unu saklayarak, bölüme ‹skenderiyeli bir Yahudi olarak tan›t›ld›¤›n› ö¤renen Said, yaflam›n› flu sözlerle özetliyor: “Amerika’da bir Filistinli veya Arap’san›z hep yanl›fl taraftaym›fls›n›z hissine kap›l›rs›n›z.”

6 | TAVIR | MART 2006

Said, üniversiteye kabulünden 4 y›l sonra, 1967’de yaflad›¤› bir olayla, yaklafl›k 20 y›l öncesinde Yahudi katliam›na neden olan Bat›’n›n, günah›n› nas›l taraf tutarak unuttu¤unu görüyor: “Arap-‹srail savafl› s›ras›nda Columbia Üniversitesi’nde asistand›m. Metroda el radyolar›ndan haberleri dinleyen insanlar› görürdüm. Birbirlerine ‘Durumumuz nas›l?’ diye sorup ‘iyi gidiyoruz’ diye cevap verirlerdi. Bu insanlar Amerikal›’yd›, fakat kendilerini ‹srail’le ve onun zaferleriyle o kadar özdefllefltirmifllerdi ki, bir Arap olarak utanc›mdan yerin dibine girerdim.”

her silah›n kurflunu yok Bat›’n›n halklar›n kültürlerini etkisiz hale getirmek ve asimile etmek için kulland›¤› silahlar yaln›zca “ateflli” de¤il. Coca-Cola, Mc Donalds, Marlboro, Levis gibi kültürel ve ticari etkinli¤i olan silahlar› da var. Karikatür krizi ise, bu ateflli ve ateflsiz silahlara “kalem”in de eklenebilece¤ini ispatlad›. Jyllands-Posten Gazetesi’nde yay›mlanan karikatürlerle, Danimarkal› karikatüristler,

Müslüman olmasa da, yaflad›¤› topraklar›n kültürüne, de¤erlerine ba¤l› milyonlarca insan› kalbinden vurdu. Hz. ‹sa’n›n aksine ‹slam tarihi boyunca resmedilmemifl, yüzü bir peçeyle örtülmüfl hatta ünlü “Ça¤r›” filminde de gösterilmeyerek “k›rm›z› çizgileri” korunmufl Hz. Muhammed’in karikatürlerde “bald›r› ç›plak bir bedevi” olarak tasvir edilmesi, 11 Eylül’den bu yana aç›ktan a盤a afla¤›lanan halklar›n yüre¤ine bir kor öfke olarak düfltü.

avrupa’n›n çuvald›z› do¤u’ya bat›yor Danimarka’da yay›nlanan karikatürlerin ard›ndan “küstahl›k m›zra¤›n› çuvala saklayamayan Bat›”, “medeniyet” s›n›rlar› içinde özür dilemek yerine, dünyan›n dört bir yan›nda gösterilen tepkileri “‹slam Fanatizmi” olarak nitelemeyi tercih etti. Destek amac›yla Danimarka’n›n ard›ndan Fransa, Almanya, Belçika, ‹spanya, ‹sviçre ve Macaristan’da ayn› karikatürler yay›mlan›rken, karikatürleri yay›mlamayanlar da, Do-


güncel

¤ulu ülkeleri “bask›c› zihniyete sahip olmakla” suçlad›lar. Bat› bas›n›, “ifade özgürlü¤ü, fikir hürriyeti, sansür karfl›tl›¤›” gibi kavramlara s›¤›n›rken, gazeteler ve hükümetler, karikatürlerin Do¤ulular› ve ‹slam kültürünü rencide etti¤ini görmezden geldi. Frans›z gazetesi Le Monde, karikatüristi Plantu’nun minare fleklinde bir kalemi tutarak, yaz›lardan oluflan bir Muhammed resminin alt›na "Muhammed’i çizmemeliyim, çizmemeliyim" yazan karikatürüne yer verdi. Gazete, karikatürleri, “Dindarlar› elefltirmek imkans›z hale geldi.” sözleriyle savundu. Gene Frans›z Gazetesi Liberation, Hz. Muhammed’in, cennete gelen canl› bombalar› “Durun, durun elimizde hiç huri kalmad›” sözleriyle karfl›larken gösteren karikatürünü birinci sayfadan yay›nlad›. ‹talyan Libero Gazetesi, “Avrupa, ‹slam dünyas›ndaki tepkiler karfl›s›nda boyun e¤ici bir tav›r sergiliyor. Buray› Muhammed yönetiyor. Müslümanlara gülmek yasak. Avrupa’n›n ‹slam’a boyun e¤mesi ve Allah’›n mizah konusu yap›lmas› nedeniyle özür dilemesi büyük utanç” sözleriyle karikatürleri meflru gördü¤ünü ilan etti. Hz. Muhammed karikatürlerinin Müslüman dünyas›nda yaratt›¤› öfke, Bat› bas›n›nda “karikatürler savafl›”, “medeniyetler çat›flmas›” sözleriyle yer al›rken, ancak birkaç gazete c›l›z bir sesle “Müslüman dünyas›nda yaflanan infialin durdurulmas› ad›na” so¤ukkanl› olunmas› ça¤r›s›nda bulundu.

Türkiye’de de karikatüristler “bu mizah de¤il” dedi Kriz Türkiye’de de tepkilere yol açt›. Halklar›n de¤erlerine sayg› gösterilmedi¤ini bilen-

“Sofras›nda ilk yeri misafirine ay›ran, elindekini önce arkadafl› ile paylaflan bir kültüre karfl›, ‘medeniyetini’ sömürüyle kurmufl bir kültürün çat›flmas› kaç›n›lmaz.”

ler, emperyalizmi tan›yanlar, sald›r›y› lanetlerken, karikatüristler de yap›lan›n mizah olmad›¤›n› aç›klad›lar.

turgay karada¤

Çeflitli eylemlerle gösterilen tepki, mizahç›larda flu sözlerle hayat buldu: — Emre Ulafl (Radikal): Rencide oldum. Ama benim rencide olmam›n nedeni bu çizilenlerin provokatif amaçl› çizilmifl olmas›. Bir de çok belli ederek, çok uzun bir süreçte bu provokasyonun ortaya ç›kmas›ndan dolay›. — Musa Kart (Cumhuriyet): Kaba, yanl›fl ve sorumsuz buldum. Karikatürcüler yarat›c› insanlard›r. Mesajlar›n› çok incelikli yollardan vermeyi bilirler. Burada amaç fliddeti yegane mücadele yöntemi olarak seçen gruplar› elefltirmekse bu yap›labilirdi. Ama bu elefltirilerin Muhammed üzerinden yap›lmas›n› çok yarat›c› ve do¤ru bulmuyorum. — Tan Oral (Cumhuriyet): Do¤rusu ben etkilenmedim. Görünce de umursamad›m. Asl›nda al›flk›n oldu¤um bir gazetede günün birinde karfl›m›za ç›ksayd› belki farkl› bir etki olabilirdi. Ama olay› haber ald›ktan sonra bilgisayarda görünce etkilenmedim. Çünkü terbiyesizce yap›lm›fl bir fley. — Latif Demirci (Hürriyet): Rencide olmad›m ama sevimsiz buldum. Üstelik olay ilk ç›kt›¤›nda bakmad›m bile. Provokatif geldi. — Ercan Akyol (Milliyet): Rencide olmad›m. Bu bir inanç meselesi. Ben kiflisel olarak resmin, suretinin çizilmesinden yanay›m. Ama bu benim kiflisel talebim. Oturmufl birtak›m de¤erlere "Bunlar niye böyle?" diye hay›flanm›yorum. Ayr›ca Tan'›n da söyledi¤i gibi çok ciddi bir yerde ç›ksayd› belki önemli olurdu. Orada da ç›kmazd› zaten. fiimdi bakt›¤›n›z zaman o çizimler dökülüyor, tutulacak taraf› yok. Belli ki k›zd›rmak için yap›lm›fl. Ben böyle bir provokasyona gelemem zaten. — Osman Turhan (Zaman): Ben rencide olmad›m çünkü bu tür karikatürlerin Avrupa'da daha önceden de çok çizilmifl oldu¤unu internet üzerinden, gazeteler üzerinden görüyordum. Avrupa'daki çizerlerin ço¤u Ortado¤u'daki konular›, insanlar› oryantalist önyarg›larla çiziyordu. Sar›kl›d›r, feslidir. Hep afla¤›lay›c› bir flekilde... Sonuçta bu karikatürlerde de benzer karakterler vard›. Ben

onu peygamber efendimizin resmi olarak alg›lamad›m. Çünkü çok kaba ve çirkin geldi bana.

halklar›n son sözü söylenmedi... Bat›l›lar›n tüm tan›mlamalar›n›n ötesinde, medeniyetin en önemli göstergelerinden biri, karfl›ndakine de kendinle ayn› de¤eri ve hakk› verebilmek. Sofras›nda ilk yeri misafirine ay›ran, elindekini önce arkadafl› ile paylaflan bir kültüre karfl›, “medeniyetini” sömürüyle kurmufl bir kültürün çat›flmas› kaç›n›lmaz. Karikatürler bu tart›flmalar› su yüzüne ç›kard›. ‹flgal etti¤i yerlerin kültürlerini kendine benzetmek için din adamlar›n› öldüren, halklar›na kanun zoruyla tek tip k›yafetler giydiren, de¤erlerini yok eden Bat›’ya, bu kez de karikatürler yeni iflgal planlar›n›n bahanesi olacak gibi görünüyor. Bat›, medeni(!) kisvesinin alt›ndan “Benim medeniyetim seninkini döver.” demekten vazgeçemiyor. Ama “Sana gelen bana gelsin gadan› ben alam” demeyi bilirken bile, iflgale karfl› silahla, olmazsa taflla, o da olmazsa bedeniyle direnmeyi bir gelenek haline getiren Do¤u’nun ve çocuklar›n›n; ezilen halklar›n son sözü hala söylenmedi. Kendini rengiyle, kültürüyle üstün görmeden, ezilen halklar›n yan›nda savaflan, “güneflin sofras›na” oturanlar›n fliirini ise, y›llar öncesinden usta Naz›m Hikmet söylüyor: “Kardefllerim bakmay›n sar› saçl› oldu¤uma/ Ben Asyal›y›m/ Kardefllerim bakmay›n mavi gözlü oldu¤uma/ Ben Afrikal›y›m.”J

MART 2006 | TAVIR | 7


röportaj

meryem abu dagga tavır

“ülkesi olmayan mezarı olmayan gibidir” ressan kelafi

Meryem Abu Dagga; bilmiyoruz hiç duydunuz mu bu ismi? Belki bir yerlerden kulağınıza çalınmış ve aklınızda kalmıştır. Ama tam olarak çıkartamıyorsunuzdur. Filistinli bir direnişçi Meryem. Yıllarca özgür, bağımsız, demokratik bir Filistin için savaşmış, bedeller ödemiş… Ve hala aynı kararlılıkla bakıyor Filistin’e, oradaki mücadele-

ye. Irak’ta İşgale Hayır Koordinasyonu’nun düzenlediği “Direnen Halklar Kazanacak Emperyalizm Yenilecek” sempozyumuna geldiği zaman tanıdık onu. Işıl ışıl gözleri, sıcacık gülümseyişle bizden biriydi sanki. “Sanki” kelimesi burada fazla oluyor aslında. Çünkü konuştuğumuz dil farklı olsa da, birbirimizi ancak çevirmenler aracılığıyla anlasak da aynı şeylerden bahsediyorduk. Birlikte olduğumuz birkaç gün boyunca da duygularımız öyle örtüştü ki. Kimi zaman ayrı ülkelerin insanları olduğumuzu bile unuttuk. Bize oraları anlattı Meryem. Direnişin coşkusunu taşıdı. Filistin’in sokaklarına gittik birlikte. Elerindeki taşla savaşan intifada çocuklarını öptük alınlarından. Harabe sokaklar içinde büyüyen direnişi yaşadık. Onun ülkesinde hissettik kendimizi. Bizse ona buraları anlattık. Uğurladığımız 121 canı ve sosyalizm düşümüzü, sonra dünya halklarının kardeş olduğuna olan sonsuz inancımızı. Evet, kardeş halklarız biz. Meryem ile el eleyken daha bir inandık buna. Somut olarak gördük, yaşadık. Ve az da olsa bir kısmını sizinle paylaşalım istedik. Gelin birlikte tanıyalım onu. Bizimle yaptığı birkaç günlük sohbetten de alıntılar yaparak anlatalım Meryem’i. 1952 yılında, Filistin/ Gazze/ Abasan’da doğmuş Meryem. 20 çocuklu bir aile içinde büyümüş. Babası tam 4 kez evlenmiş. Tüm aile aynı evin içinde ama ayrı odalarda yaşamış, ayrı bir yaşamları varmış o odalar içinde. İslami kurallar belirlemiş buradaki yaşamlarını. Buradan bile baktığı-

8 | TAVIR | MART 2006

“ Vatansız isanın değeri de yoktur. Vatanın kıymetini bilmeyen insanın da kıymetini bilemez. Esir düşmeyen özgürlüğün anlamını da bilmez.” mızda sanki kendi ülkemizden bir insanı sizlere anlatıyormuş gibi oluyoruz. Diyoruz ya bizden birisi Meryem. Annesi çalışmıyor Meryem’in. Babasının ise tarlası varmış, orda çalışırmış. Ta ki o toprağa İsrail el koyana kadar. Buna rağmen “Rahat bir yaşamım oldu benim” diyor anlatırken. Rahat bir çocukluk geçirmiş. Ama ülkesinin durumu hep kafasını karıştırmış. Düşünce olarak, görüş olarak çağından daha büyük düşünmek zorunda bırakıldıklarını söylüyor. Sorgulamaya başlıyor daha küçük yaşlarda. “Çocuk olmadan önce büyük olmayı öğrendim” diyor. “Niye işgal var toprağımızda, niye bizi katlediyorlar, ne yapmamız gerekiyor, nasıl yalnız kalabiliriz bu topraklarda? Niye topraklarımızı aldılar, kim müsaade etti buna, niye izin verdi?” sorularını sıralıyor art arda. İşte bunlarla boğuşuyor küçük yaşlarda Meryem. Sonra Filistin Direnişi’nin ortasında buluyor kendini. 1967’deki, İsrail’in


röportaj

Gazze ve Batı Şeria işgalinden sonra, daha 15 yaşındayken katılıyor İntifada’ya. “Sokakta oynamam, okulda okuyor olmam gerekirken direnişe katıldım. Gazze’de kadınlar veya kızlar içinde İsrail tarafından arananlar listesine girdim. O dönemde kadın fedailer arasında yer aldım” diye anlatıyor bu süreci. Ve kısa bir süre sonra da tutuklanıyor. 2 yıl kalmış Siyonist İsrail’in hapishanelerinde. Düşünün, kendi topraklarınızdasınız ama başkaları hâkim o ülkeye, hapishanelerinde bile onlar var. Onların dedikleri oluyor. 2 yıl içinde neler, neler yaşamaz ki insan? Yaşıyor da zaten Meryem, taciz ve tecavüzden tutun da elektrik işkencesine kadar her türlü işkence yönteminin zulmüne uğruyor. Bugün Irak için tartışılan “Anne babayı konuşturmak için çocuklara işkence yapılması”nın Filistin’de ne kadar doğallaştığından bahsediyor Meryem. 30 yıl öncesini anlatsa da bize çok tanıdık geliyor anlattıkları. Irak ta yaşanılanlar daha dün gibi. Ama en çok kendimizden tanıyoruz biz Meryem’in anlattıklarını. Ülkemizde yaşanan onca acıdan biliyoruz. “Sigarayı kafalarda söndüren ilk yönetim”i tarihliyor o günler. “Temiz yemek yok, düşünün bize verdikleri elbiseler bile kokuyordu, bize onları yıkamak için bile izin vermiyorlardı. Özellikle ziyaretler yasaktı. Gelip aileler soruyorlardı ‘Kızımız orda mı, oğlumuz or-

da mı diye?’ göstermiyorlardı, halbuki oradalar. Resmen köpek muamelesi görüyorduk. Ama Siyonist hapishanelerinde bütün Filistinliler olarak orda bulunmamız bizim için bir şerefti. O hapishane koşullarında özgürlüğün anlamını öğrendim, bildim ve gerçek düşmanımı öğrendim.” diyor.

Vatansız insanın bir değeri de yoktur. Vatanının kıymetini bilmeyen insanın da kıymetini bilmez. Esir düşmeyen, özgürlüğün anlamını da bilemez.” diyor. Ve şöyle anlatıyor bu kavramları: “ İnsanın kendi vatanından toprağından ayrı yaşaması ağacın köksüz olması gibi bir duygudur.

Aylarca tutuklu kalan nice insanın mahkemeye bile çıkarılmadığından bahsediyor sonra. Ve yıllarca boşuna yatırılan insanların öylesine birden serbest bırakıldığından. Yani sorgusuz, sualsiz.

Sürgün olan vatanından uzakta kalan bir insan, onurdan da uzaklaşmış olur. Ve tüm güçlerinden de, özgüveninden de uzaklaşmış olur. Filistinli şehit yazar Ressan Kelafi’nin dediği gibi ‘Ülkesi olmayan mezarı olmayan gibidir.’ Vatan sevilen her şeydir. Toprak değildir, taşlar değildir. Değerlerdir. Ve çocukluktur, anılardır, ailedir, köklerdir, koruma duygusudur. Aynı şekilde kültürdür, medeniyettir ve ahlaki değerlerdir. Yine güven ve güvenlik duygusudur.”

Ve tüm yaşadıklarından çıkardığı sonucu ise şöyle özetliyor: “Eğer şu karşınızdaki Meryem, hapishanenin o koşullarını yaşamasaydı böyle Meryem olmazdı. “ Evet, elbette dünyanın neresinde olursa olsun ailesinin yanında, çocukluğunu yaşayarak büyümeli çocuklar. İstedikleri gibi koşup oynamalılar. Ama özgürlüğün olmadığı yerde olmuyor işte tüm bunlar. Ve Meryem, yeni Filistin için girilen savaşın ön cephesinde yer almayı seçiyor yaşamı boyunca. Çünkü “ O insanlar, sevgiyi barışı bütün gücüyle bunları gerçekleştirmek için savaştı, bir nesil yarattı” diye özetliyor. Hapishanede yaşanan iki yılın ardından sürgün dönemi başlıyor onun için. Ve vatan özlemi… Vatanı için ölmeyi göze alanların yaşayabileceği daha korkunç ne olabilir ki? Sorsak size vatan nedir diye, ne dersiniz acaba? Nasıl tanımlarsınız? Hiç düşündünüz mü bunu? Herkes için ortalama bir anlamı vardır vatan kavramının. Sonuç olarak bağımsız olabilmesi en büyük düşümüz bizim. Vatandan ayrı kalmak ise insana en zor gelen duygulardan biri olsa gerek. Ama emin olun Filistinliler için çok daha ayrı bir anlamı var bu kavramın. Onlar vatanlarını yıllarca yüreklerinde, beyinlerinde taşımak zorunda kaldılar. Çünkü üzerinde yaşabilecekleri bir toprakları olmadı onların. Birdenbire birileri gelip topraklarını ellerinden aldı. Bir hayalin peşinde koşup durdular. “Vatandan uzakta kaldığım zaman boşlukta kalmışım gibi hissediyordum.

Sürgüne gönderildiği günleri anlatırken dahi hala gözleri doluyor Meryem’in. Ama aynı mağrurluk var hala üzerinde. “Anne başın dik kalsın, Sen korkma Siz beni buradan çıkartırsanız, ben fedai olarak dönerim” diyerek topraklarından ayrılan bir genç kız o. Ama boyun eğmemiş hiç. Onu uğurlamaya gelenlerden güç alarak yürüyor yolunda. Bir anda kapının dışına bırakılmış gibi hissediyor kendini. Ailesinden, sevdiklerinden, ona ait olan her şeyden uzakta bir yaşama mahkûm ediliyor. Ama yiğit hissediyor kendini. Yüreğinde o anda yanan ateşin, bütün İsrail’i yakacağını düşünüyor o an için. Fırtınalar kopuyor içinde. Bir yandan başı dik Meryem’in. Vatanını savunduğu için sürgün edildiğinin farkında. Ama bir yandan da zor geliyor, vatansızlık

“ Resmen köpek muamelesi görüyorduk. Ama Siyonist hapishanelerinde bütün filistinliler olarak orada bulunmamız bizim için bir şerefti.” MART 2006 | TAVIR | 9


röportaj

dar bağlı ona. “FHKC’nin kurucusu George Habaş babamdır, ailemdir.” diye anlatıyor ondan bahsettiği zaman. “Ben Filistin Kurtuluş Örgütü’nün girdiği bütün çatışmalar ve savaşlarda lider olarak yani komutan olarak tüm savaşlara girdim. Ürdün’den Lübnan iç savaşına kadar” diye özetliyor. Orada neler yaptığını, nasıl yaşadığını merak ediyoruz Meryem’in. Bir kadın olarak daha çok ilgimizi çekiyor yaşadıkları. Bu askeri kamplardaki ilişkilerin ölümsüz olduğundan bahsediyor bize Meryem.

ve sürgün. Ağlıyor elinde olmadan. Sonra 11 gün sınırda yaşıyor. İsrail’in “sürgün” damgasını yapıştırdığı, Ürdün’ün bile kabul etmediği bir insan artık o. 11 gün ortada kalakalıyor öylece. Ve sonra yoldaşları gelip kurtarıyor onu. İntikam duygularıyla doluyor Meryem. Ve 30 yıl boyunca onu ayakta tutan temel özeliklerden biri de bu oluyor. Sonra sürgün ve mücadele dolu yıllar başlıyor onun için. Artık bir gerilla Meryem. Kamplarda yaşayan, oralarda savaşan, hatta komutanlık yapan. Ürdün’de, Lübnan’da, Suriye’de kalıyor. Hatta son olarak eğitimini tamamlamak için Bulgaristan’a dahi gidiyor. Karşımızda yıllarca savaşmış kadın bir gerilla olunca, sormadan edemiyoruz, ona yaşadıklarını. Elbette zordur savaşçı olmak. Hele de sürgünde yaşarken. Ama kadın savaşçı olmak çok daha zordur diye düşünüyoruz. Beyinlerdeki tabuları yıkmak gerekiyor her şeyden önce.

Ve “Biz bir aileyiz her zaman birbirimizle görüşüyoruz. Mesela ben hastalandığım zaman genel sekreter beni arar ‘Bir şeye ihtiyacın var mı?’ diye sorardı. Bir genel sekreter olarak değil bir baba olarak arardı.” diyor… Onca acının, onca zorlukların ortasında ve de savaş koşullarında bunu yaşamanın, yaşatmanın ne kadar zor olduğunu varın siz düşünün artık. “Ürdün’de ya da kampta yaşam nasıldı, neler yapıyorsunuzdunuz?” sorumuza ise, şöyle cevap veriyor: “Tek sürgün ben değildim. Benim gibi yüzlerce insan vardı. Kendi aramızda kendi ailemizi oluşturuyoruz. Bir anne, bir baba oluyoruz. O yüzden cephedekiler, benim yoldaşlarım, benim ailemdi, akrabamdı. Mesela benim liderim halk cephesinin kurucusu (George Habaş’ı kastediyor) gerçekte O benim liderimdi ama onlarla birlikteyken ben onların küçük kızıyım. Yaşadığımız koşullarda Filistinliler’in kenetlenmesi, kaçak durumda olması, bir aile bu tür olanakta yaşamasına bizi zorladı. Bizim kişiliğimize

“ Çok zor, bir kadın için “Çok zor, bir kadın için gerilla olmak” diyor Meryem. Bir erkek gibi rahat edememekten, bayanların farklı ihtiyaçlarını karşılayamamaktan şikayetçi. Ama diğer yandan birçok olanaksızlığı aşmış bir savaşçı o. Yıllarca meydan okumuş her türlü koşula. Ve alnının akıyla çıkmış o yıllardan. “Azdı sayımız, parmakla sayılacak kadar; ama güçlüydük, o gücü kendimizde hissediyorduk, meydan okurduk.” diyor. Örgütlü bir kadın Meryem. FHKC’li bir komutan, bir savaşçı o. Örgütünden “ailem” diye söz edecek ka-

10 | TAVIR | MART 2006

gerilla olmak. Azdı sayımız, parmakla sayılacak kadar; ama güçlüydük, o gücü de hissediyorduk, meydan okurduk.”

yansıdı. Türkiye’de ve dünyadaki bütün komünist insanlar da aynı tavrı gösteriyor.” Eğitimini tamamlamak için de yıllarca uğraşmış Meryem. Attığı her adımı bilinçli bir şekilde atmış, örgütünün verdiği kararlar çerçevesinde önce liseyi dışardan, Yemen’de bitirmiş. Ardından ise Felsefe eğitimini almak için Bulgaristan’a gitmiş. Tabi hemen “Niye felsefe? “diye soruyoruz biz. İlginç geliyor, savaş koşullarında bir insanın felsefe öğrenimi için Bulgaristan’a gitmesi. Cevap tam da düşündüğümüz gibi aslında. İktidar hedefli bir hareket FHKC. Ve çalışmalarını böyle sürdürüyor. Doğallığında bu yüzden bir yandan bugün için savaşırken, diğer yandan da yarını kurmak için planlar yapıyor… Devlet kurulduğu zaman sadece silah taşımış insanlara değil, bilen, yönetebilen insanlara da ihtiyaç olacak Bunu hesaplayarak gönderiyor insanlarını okumaya. Meryem bunlardan biri sadece. Tıptan felsefeye kadar birçok alanda insanlar eğitim amaçlı gönderilmişler. Gazze’de felsefe konusunda doktora yapan tek kişi ise Meryem. Gelelim dönüş hikayesine. Eminiz siz de o anı merak ediyorsunuzdur. Bunca acının, bunca zorluğun ve hasretin ardından kavuşma anını. Biz de merak ettik işte. Ama size bir sır verelim mi? O anı anlatırken kalktı gitti oralara Meryem. Gözleri dolu dolu oldu. Yine sınırı ilk geçtiği o anın tedirginliğini yaşadı. Ölmekle, kalmak arasında gitti, geldi sanki. Ve bir müjde, Meryem Abu Dagga tüm anılarını bir kitapta toplayacak. Direnişte yaşadığı son 30 yılı, su katılmamış bir şekilde anlatmak istiyor bizlere. Hatta bu anısını bile zorla anlattırdık diyebilirim. Nasılsa kitap çıkacak diye beklememizi istedi. Ama sanırız Tavır okuyucuları bu konuda şanslı ki, sonunda bizimle paylaşmaya da razı oldu… “Hayatımda yaşadığım en güzel günlerimdi” diye anlatmaya başlıyor Meryem. Önce kendini büyük bir kavganın içerisine hazırlıyor. Çünkü durumu her an fark edilebilir. Yasal yollardan ama yaşa dışı bir şekilde girecek kendi ülkesine. Girdiği günün Filis-


röportaj

tin askerlerinin İsrail’den sınır güvenliğini devralacağı gün olması nedeniyle karışıklıktan yararlanarak oldubittiye getiriyor her şeyi. İsrail tarafından arananlar listesinde adı 3. sırada yer alıyor o zaman. Geçtiği her sınırda yoldaşları karşılama töreni düzenliyor Meryem’e. Yılları birlikte geçirdiği Leyla Halid evde onun sevdiği yemekleri yapmış bekliyor. Çünkü her an durum fark edilebilir ve geri dönebilir Meryem. Tüm umutlar vatana gidebilmesinden yana ama kimse tahmin edemiyor biraz sonra olacakları. Ürdün’den çıkarlarken, Gazze sınırında yapılan küçük kutlamaların ardından, sınırı geçmeye geliyor sıra. Beklediği her an saatler gibi geliyor Meryem’e. Bir asker onu birine benzettiğinden bahsediyor hatta. Bir an için her şey anlaşılacak diye korkuyor. Ama düşündüğü gibi olmuyor ve o gün her şey yolunda gidiyor işte. Ve geçiyor sınırı verilen iznin ardından “Hadi buyur dedikleri zaman ben de inanamadım. O gün benim ateşim çıktı. Yani o gün o kadar ateşlendim ki düşmek üzereydim. Yoldaşlar beni destekleyip tuttular. Slogan atmaya başladılar.” diye anlatıyor o anki heyecanını. Ve Filistin tarafına koşarak gidiyor Meryem, her an geri çağırabilirler korkusuyla.

“ Annemi görmek istiyorum. Annem tabi içeride hasta yatalak. Yıllardır yatalak olan bir kadın ayağa kalktı. Annemin o anından sonra herkes halay tutmaya başladı.”

İlk işi ise Leyla Halid’i arayıp bu müjdeyi vermek oluyor ona Leyla Halid’in oğlu çıkıyor telefona ve ilk sorusu, “Teyze mutlu musun?” oluyor. Tabi mutlu o an Meryem. Dünyalar onun olmuş gibi. Yıllardır düşünde, yüreğinde yaşattığı memleketine adım atmış. Birazdan anıları, sevdikleri, özlemleriyle baş başa kalacak bu topraklarda. Nasıl mutlu olmasın ki? Vatan hasreti sarıp sarmalıyor Meryem’i. İlk anda dahi her karışına hakim olmak istiyor. Denizi özlemiş Meryem ama Filistin’in denizini. Görmek istiyor onu. Deniz yolundan gidiyor araba. Okuduğu ilkokulun bulunduğu yerin önünden geçerken anıları aklına geliyor. “Okul bana, ben ona çok şey borçluyum. Çünkü o okul, Meryem Abu Dagga’yı yaratan okuldu.” diye anlatıyor duygularını. Gece saat 23.00’te varıyorlar evine. Gazze uyuyor o saatte. Otobüs şoförünün çaldığı uzun bir kornanın ardından mahalle halkı sokağa dökülüyor. “5 dakika geçmeden bütün mahalle, abartmıyorum bütün bölge, evimin önünde toplandı. Tabi o gece beni kucaklayan hiç kimseyi tanımıyorum ben. Tek dediğim şey, ‘Annemi görmek istiyorum.’ Annem tabi içeride hasta, yatalak. Yıllardır yatalak olan bir kadın ayağa kalktı. Annemin o anından sonra, herkes halay tutmaya başladı.” diye anlatıyor karşılaşma anını. Gözünden yaşlar süzülüyor Meryem’in. Babasını sürgündeyken kaybetmiş Meryem. Annesiyle ise yıllar sonra karşılaşmış. Ve

ancak bir yıl kalabilmişler birlikte. Anlatırken zorlanıyor. Biz de hüzünleniyoruz onunla birlikte. Dalıp gidiyoruz Filistin’e doğru. Sonra aniden kutlama törenlerine geçiyor Meryem. Başlıyor törenlerin coşkusunu paylaşmaya. Hüzün ve sevinç bir arada. Gözleri ışıl ışıl oluyor yine. “Yani herkes şarkı söylüyor halay tutuyordu. Bir düğün gibiydi. Yalnız benim örgütüm değil, diğer örgütler aynı gecede pankart açmaya başladı ‘Hoş geldin evine Meryem.’ Benim eve girişimden 15 dakika sonra bütün silahlı tugaylardan gelenler oldu. Önce benim örgütüm karşılama töreni düzenledi. Ardından diğer örgütler. Her gün başka bir yerde karşılamalar düzenleniyordu. Karşılama törenleri 3 ay sürdü. Bıktırıncaya kadar. Gelen konukların kim olduğunu ben de bilmiyorum. Yani benim gelişim Gazze’de zafer gibi kutlandı.” diyor. Meryem Abu Dagga. Onu anlattık bu ay sizlere. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün arifesinde olduğumuz şu günlerde, “emek” kavramının hakkını veren bir kadını anlattık. Yaşamıyla, inançlarıyla, ödediği bedellerle bu günü gerçekten hak eden Meryem Abu Dagga’yı tanıdık hep birlikte. Kadının, örgütlü kadının ne kadar güçlü olabileceğini gördük onda. Vatanından kilometrelerce uzaktaydı ama alıp bizleri Filistin’e götürdü Meryem. Adım adım öğrendik onca yılı. 15 yaşındayken tutuklanması, 2 yıl İsrail hapishanelerinde kalmasıyla başlayan, Gazze’den sürgün edilmeyle devam eden ve Ürdün, Lübnan, Suriye ve Bulgaristan’da geçen yıllar. Ama tüm bunlara rağmen aynı gülümseyen gözler, aynı inanç ve aynı zafer tutkusu. Bizden biriydi Meryem. Sanki bu topraklarda yıllarca kalmış gibiydi her hareketi. Öyle yakın geldi bizlere. Sözü onun bizlere sohbetlerimde söylediği bir FHKC marşıyla bitirelim isterseniz. Bir gün Filistin halkı da dahil, tüm halkların kazanacağı umuduyla... “Adı, özgürlük uğruna şehit düştüğümüz Filistin Arap’tır, mücadele toprağı Filistin, vatandır Filistin toprağı, babasından çocuğuna kalır yani kuşaktan kuşağa

MART 2006 | TAVIR | 11


deneme

gavur müzi¤i dinleyenin, tiz urun kellesini selim karaçam

Sak›n ha! Gâvur müzi¤i dinlemeyin. Biz dinledik ah ah dinlemez olayd›k! Bafl›m›za neler gelmedi? ‹flin asl›n› bilmiyorsunuz de¤il mi? Tabii ki bilmiyorsunuzdur, nereden bileceksiniz? Kimse do¤ruyu anlatm›yor ki… Ah ah devir de¤iflti, e¤riler do¤rular› aflt›, do¤ru söz bulana aflk ola; yalandan do¤ruyu, k›sadan uzunu, açtan toku ay›ramaz olduk. Mazlum kim, zalim, fesat kim, göremez olduk. Durun durun anlatay›m da, parmaklar›n›z› ›s›r›p “vay gavur dinlinin ifline” deyin, siz siz olun da gavur müzi¤i dinlemeyin sak›n, benden nasihat, bir kazad›r kula¤›n›za çal›nd›; unutun, arkadafl›n›z söyledi; s›rt›n›z› dönün, müzi¤in cazibesine kap›l›p dünya zevklerine kap›ld›n›z m› vay halinize, yasak meyvay› yiyen Adem babam›z gibi yedi göbek ecdad›n›z›n cezaland›r›laca¤›n› unutmay›n da, a¤z›n›z› kapay›n. Bizim köy çok büyük de¤ildir ama kültürlüdür. Baflka baflka köyler de var yak›n›m›zda ama biz okuduk araflt›rd›k, çald›k söyledik, gezdik dolaflt›k her zaman. Bütün köy halk› do¤ufltan afl›k-ozan. Önceden bir muhtar›m›z vard› o da bizimle gezerdi, pek etlimize sütlümüze kar›flmazd›. Amma yeni muhtar›m›z geldi geleli kap›dan d›flar› burnumuzu ç›karamaz olduk. Daha gelir gelmez bafl›m›za ne çoraplar ördü. Soka¤›n bafl›nda görünür görünmez, çocuklar davul zurna ça-

larak onu karfl›layacak, köy ahalisi de toplan›p hep bir a¤›zdan tekmil verecek. Çoluk, çocuk, genç, yafll›, bir eksik istemem diye tutturuyordu, ille de davul zurna “Yoksa kar›flmam haa!” Yaratan›n bir lütfu mudur, yoksa cezas› m›d›r, anlamad›k. Hepimiz çalar söyleriz köyde. Bir kusurumuz bu bizim. Gezeriz dedim ya, afl›k-ozan gezmese ne yapacak? Gezecek görecek, tafl› topra¤›, kurdu kuflu, kavgay› sevday›, yalan› dolan› görecek, suyun berra¤›n› bataktakine, topra¤›n bereketini kuraktakine, da¤›n heybetini düzdekine söyleyecek ki her fley biline. Ozan gezmese, görmese, çalmasa, söylemese, iflte öldü¤ü and›r. Çölde su, karanl›kta mum, savaflta k›l›ç ne kadar de¤erliyse, Ozan için saz›-sözü o kadar de¤erlidir. Her gezdi¤imiz yerin çalg›s›n› gördük, kimine imrendik, “Helal olsun!” dedik, kiminde gururland›k, “Aha bunu biz de böyle çalar›z!” dedik. Hal böyleyken biz de yeni yeni çalg›lar ö¤rendik gezdikçe; bin türlü çalg› var dünyada, zurnan›n on çeflidi var. Biz zurna deriz, öbürü kesmifl biçmifl, yontmufl, obua m› ne yapm›fl. Ud çalard›k, flimdi gitar da çalar›z, kaval›n yan›nda flüt, g›rnata çalar›z. Keman›n on çeflidini ö¤rendik; çello derler, kontrbas derler kocaman adam boyu bir keman iflte. Yeni muhtar da önceleri ses ç›karmazd› türlü türlü çalg›lara ama söylenip dururdu, “Bu ne biçim müzik, tükürürüm böyle müzi¤in içine!” diye. Ne yalan söyleyelim, biz hiç umursamazd›k, konuflsun dursun, bize ne? Yaln›z çok sürmedi bu rahat›m›z. Günün birinde gene bütün köy, bafl›m›zda muhtar, ald›k sazlar›m›z› çalmaya söylemeye gittik komflu köye. Komflu komflunun külüne muhtaç, demifller ama devlet büyükleri komflular›m›zla hep düflmanl›k gütmüfller. Ne yalan söyleyeyim, biz gittik, bir düflmanl›k görmedik, ahbap olduk. Yani hiç konuflmasak, dillerimiz farkl› olmasa sanki komflu köye dü¤üne gitmifliz, o kadar rahat›z; sa¤ olsunlar gurbetli¤i unutturdular bize. Muhtar›n hali ise pek yamand›, her zamankinden baflka bak›yordu, gözlerini k›sm›fl herkesi süzüyordu sinsi sinsi. Bir haller var, dedik ama anlamad›k, çok da umursamad›k. Vakit epey geçmifl, art›k köye dönmek için haz›rland›k, komflu köyün ahalisiyle helallefltik, kucaklaflt›k, vedalaflt›k. “S›ra sizde” dedik, “Bir dahaki sefere bize konuk geleceksiniz, yolunuzu bekliyoruz.” deyip ayr›ld›k. Arabam›za binip yola ç›kt›k, herkesin yüzünde gülücükler. Bir, muhtar... O muhtar yok muu? En arkada köflede sinmifl yaln›z bafl›na oturuyor f›rsat kolluyordu. Yeni ö¤rendi¤imiz çalg›lar›n nas›l çal›nd›¤›n› birbirimize gösteriyor, araban›n içi ar› kovan› gibi v›z›ld›-

12 | TAVIR | MART 2006


deneme

yordu. Yafll› ustalar›n gö¤sü kabarm›flt›, “Nas›l da dinledi komflular bizim flark›lar› türküleri, aferin size.” diye gençlerin s›rt›n› s›vazl›yordu. Yola ç›kmadan bir de kaset alm›flt›k, komflular›n en meflhur flark›c›s›n›n kasetini. Adamda bir ses var, maflallah, Allah bofl zaman›nda yaratm›fl. Bir kelimesini anlam›yorduk ama insan›n tüylerini diken diken ediyordu. Kasetin kapa¤›nda resmi vard›: Tombifl, sakall›, gülen bir foto¤raf. Bir de de fötr flapkas› olmasa aha da bizim Mehmet Amca, t›pk›s›n›n ayn›s›, h›k demifl burnundan düflmüfl, derdik. Çoluk çocuk bile sesini kesti de dinliyordu, onlar da ay›rt›n› biliyor güzel sesin. Bir bakt›k muhtar arkadan h›fl›mla kalkt›, ba¤›ra ça¤›ra öne do¤ru kofluyor mu yuvarlan›yor mu, belli de¤il. “Bu kadar gâvur müzi¤i yeter, kapat›n lan flu gavur müzi¤ini.” diye ba¤›ra ba¤›ra bir o koltu¤a bir bu koltu¤a çarp›yor, tökezleyip yere yuvarlan›yor, h›zla giden arabada bir o yana bir bu yana sallan›yor. Yay›kta ayrandan ya¤ nas›l ayr›l›r, ne kadar kar›flt›r›rsan›z o kadar birbirinden kopar ya, iflte muhtar da öyle s›yr›l›p gidiyordu öne do¤ru, aram›zda bizi bize ba¤layan bir fley kalmam›fl sanki. O ayr› bir dünyadan biz ayr› dünyadand›k. Yuvarlana yuvarlana giderken öyle bak›yordu ki, çi¤ çi¤ yiyecekti sanki bizi. Hemen bizim kaseti ç›kard› teypten. “Yav muhtar b›rak da bitsin ç›kar›r›z.” demeye varmadan, elinde Nuh Nebi’den kalma, sesi ç›kmayan caz›r cuzur öten bir kaset koydu. “Muhtar senin yapt›¤›n ifl mi?” dedim, demez olayd›m; laf› a¤z›ma t›kay›p, “Sen sus k›skançl›k yap›yorsun, sen muhtar olamad›n diye konuflup duruyorsun, ben muhtar›n›z›m ve bunu dinlemek zorundas›n›z.” dedi. “Muhtar, o baflka bu baflka.” dedim, “Muhtarl›kla sanatç›l›k bir mi? Ben 35 y›ld›r sanatç›y›m, ay›pt›r bu yapt›¤›n.” dedim; köpürdü, kab›na s›¤maz oldu. Trenin bacas› nas›l duman tüterse, burnundan öyle duman ç›k›yordu, sanki araba mazotla çal›flm›yor da, lokomotif gibi önde kendisini sürüklüyordu. Her taraf› oynayamaya bafllad›. “Sen sus, zaten 35 y›ld›r yanl›fl yap›yorsun, vatan hainisin.” diye ba¤›rmaya bafllad›.

bir tas çorba var. Bunu beraber içece¤iz. Ama benden börek, bonfile isterseniz vermem kusura bakmay›n.” derlermifl. Vay bafl›m›za gelen biz uyumufluz da, memleket sat›lm›fl, bafl›m›za da hocan›n soyundan adamlar gelmifl. fiimdi çeker dururuz iflte. Muhtar tel çekince cevab› gecikmedi; tellal dolaflt›rd›, bizim köyde tellal yoktuydu ya, bulmufl bir yerlerden, yazm›fl ne diyece¤ini tek tek; “Duyduk duymad›k demeyiiiiin; çocu¤una ninni okuyaaaaan, tarlada ba¤lama çalaaaan; tar› b›rak›p gitar çalaaaan; zurnay› b›rak›p obua öttüreeeen; anas›n›n karn›nda gavur müzi¤i dinleyeeeen; eksik ete¤ine bakmay›p keman v›z›ldataaan, sakal›ndan utanmay›p piyano t›ng›rdataaan, ey … köyünün çengileri toplan››››n. Duyduk duymad›k demeyiiiin, Hocaefendi soyundan gelmifl, hac› suyundan içmifl, Allah’›n izniyle padiflah ferman› gibi devlet ka¤›d› alm›fl muhtar efendimiiiiz yeni kanunlar›, yeni vazifeleri bildirecektiiiir, Duyduk duymaaad›››k demeyin...” Bütün köylü topland›k, en son kundakl› bebelerimiz de gelince muhtar bafllad› konuflmaya. “Beni iyi dinleyin, hükümetimiz yeni kanunlar ç›kard›, memlekette din elden gidiyor, çok uzatmayaca¤›m, bundan böyle gavur müzi¤i dinlemek, gavur çalg›s› çalmak yasak. Evinde gavur kaseti bulunan her kim olursa derhal tevkif edilerek idam edilecek. Aha da ka¤›tta aynen böyle yaz›yor. Kula¤›n›z› dört aç›n iyi dinleyin, yoksa kelle gider, kimsenin gözünü yafl›na bakmam valla.

O hiddetle, uçarak m› geldik, aradan geçen zaman› m› unuttuk anlamadan köyümüze vard›k. En önce muhtar indi arabadan, “Ben size yapaca¤›m› bilirim.” diyerek parma¤›n› sallaya sallaya evine kofltu. Hemen tel çekmifl Ankara’ya, “De¤erli, pek çok k›ymetli büyü¤ümüz ellerinizden öperim, ben … köyünün muhtar›… Zat›aliniz beni çok yak›ndan tan›rs›n›z, bu dinden imandan ç›km›fl köylüyü hizaya sokmak için buraya yollam›flt›n›z. Aynen dedi¤iniz gibi, bunlar›n hepsi memleketini unutmufl, gavur müzi¤i dinlemekte, bununla da yetinmeyip, çocuklar›n› gavur müzi¤iyle yetifltirmektedir. Elimde gavurun kasetini delil olarak bulundurmaktay›m, gere¤inin yap›lmas›n›, buraya jandarma gönderilmesini, bana gereken yetkilerin verilmesini sayg›lar›mla arz ederim.” Me¤er memleket çoktan elden gitmifl de bizim haberimiz yokmufl, kafam›z bu çalg› ifllerine iyice dald›¤›ndan baflka taraflar› hiç görmemifliz, görmüflüz de anlamam›fl›z, anlam›fl›z da görmezlikten gelmifliz, vard›r bir suçlar› demifliz, bizim bafl›m›za gelince de ifl iflten geçmifl. Memleketin her taraf›na hocan›n soyundan muhtarlar gönderilmifl, açl›ktan k›r›lan köylüler satt›klar› ürünün paras›n› isteyince “Gözünüzü toprak doyursun.” derlermifl. “Ald›n›z alaca¤›n›z›, ortada

Milli duygular› tekrar yükseltmek için bundan böyle sadece davul zurna çal›p mehter müzi¤i yapacaks›n›z, her sabah, her akflam denetleyece¤im, iflte jandarma komutan›, ayn› ka¤›ttan onda da var, çalamayan olursa Allah yaratt› demem falakaya yat›r›r›m. Elimde devlet ka¤›d› var ona göre, karfl› ç›kan vatan haini ilan edilecek, öyle bilin, her biriniz vazifenize, hadi marfl marfl…” O günden beri köyde acayip k›l›kl› adamlar dolaflmaya bafllad›, siyah gözlüklü, uzun paltolu adamlar kahveden, camiden ç›kmaz oldu. Sabah akflam davul zurna tekmili devam etti, art›k jandarmalar da köyün içine iyice yerleflti, komutan muhtar›n evinin yan›nda ev alm›fl, yedikleri içtikleri ayr› gitmiyormufl. Ben görmedim, öyle diyorlar. Yanl›fl çalana elli sopa, çalmayana yüz sopa, yafll› genç, çoluk çocuk demeden s›ra daya¤›na çekilir olduk. “Bafl›m›za ne geldiyse komflu köyün müzi¤inden geldi.” demeye bafllad› millet. Fitne fesat ald› bafl›n› yürüdü, me¤er memleketin her taraf› böyleymifl de bizim haberimiz yokmufl. Ne yapmak laz›m? Bileniniz var m›?J

MART 2006| TAVIR | 13


araflt›rma

karagöz ve ortaoyununun do¤uflu, yap›s› -l ahmet yapar

Anadolu Türklerinin kültürü, dolay›s›yla dramatik sanat› befl önemli etkenin bir araya gelmesiyle oluflmufltur. K›sa adlar alt›nda bu etkenler flunlard›r:

olarak Çin'de ç›kt›¤› söylenir. Söylentiye göre, ‹mparator Wu (M.Ö 140 – 87 ) çok sevdi¤i kar›s›n›n ölümü üzerine derin bir üzüntüye kap›l›r.

3 Yer 3 Soy 3 ‹mparatorluk 3 Bat›l›laflma 3 ‹slam

fiav Wong adl› bir Çinli, imparatorun üzüntüsünü hafifletmek için, ölen kad›n›n hayalini bir perde arkas›ndan gösterebilece¤ini söyler; saray›n bir odas›na gerdi¤i bir perdenin üzerine kar›s›na benzeyen bir kad›n›n gölgesini düflürür ve bu gölgeyi ölen kad›n›n hayali olarak imparatora sunar. Bu olay M.Ö 121 y›l›nda yaflanm›flt›r. Bir baflka söylenti

Önce yer bak›m›ndan ele al›nd›¤›nda, Türkler gelmeden önce Anadolu’da yaflayan eski uygarl›klar›n Türk kültürünün oluflmas›nda büyük etkisi olmufltur. Köylülerin yüzy›llar boyunca kentlerden ba¤›ms›zl›¤› ve kopmufllu¤u sonucu eski uygarl›klardan gelme birçok törenler günümüze de¤in korunabilmifl, Türk köylüsünce devam ettirilmifltir. Bu bolluk törenleri ve seyirlik oyunlar›n›n gerekçeleri, anlamlar›, amaçlar› zamanla de¤iflmiflse de; geleneklerine, göreneklerine s›k› s›k›ya ba¤l› Türk köylüsü bunlar› saklay›p korumakta büyük titizlik göstermifltir. Nitekim Anadolu danslar›, kukla ve çeflitli seyirlik oyunlar bu etkinin kal›nt›lar›d›r. Gölge oyununun ilk nereden ç›km›fl olabilece¤i konusunda iki ana görüfl vard›r: Birinciye göre, gölge oyunu ilk olarak Asya'dan ç›k›p Bat›'ya do¤ru yönelmifl ve yay›lm›flt›r. ‹kinciye göre ise Bat›'dan Do¤u'ya ve Asya'ya geçmifltir. Asya'n›n çok zengin bir gölge oyunu gelene¤i oldu¤una göre ister Hindistan'dan, ister Cava'dan, isterse Çin'den ç›km›fl olsun, gölge oyununun Asya'dan Bat›'ya yay›ld›¤› görüflü daha güçlüdür. Do¤u ülkelerine özgü bir sanat oldu¤u anlafl›lan gölge oyununun ilk

14 | TAVIR | MART 2006

ise gölge oyununun IV. yüzy›lda Hindistan’dan ç›kt›¤›n›, V. yüzy›lda ise Cava'ya geçti¤ini söyler. Cava'da Wayang ad› verilen ve gerek flekilleri, gerek konular› bugüne de¤in korunan bu oyunlarda Hint efsanelerinin etkisi aç›kça görülmektedir. Cava edebiyat›nda, evren, bir Wang sahnesine, insanlar ve do¤a da Wayang tasvirlerine benzetilmifltir. ‹slam dünyas›nda bu oyuna hayal-el-z›ll (gölge hayali), z›llel-hayal (hayal gölgesi), hayal-el-sitare (perde hayali) vb. adlar› verilmifltir. Ayr›ca ‹bni Batuta 1345'te Cava'ya u¤ram›fl ve Cava gölge oyununu birçok bak›mlardan Arap ve Türk gölge oyununa benzetmifltir. Her ikisinde de beyaz bir perde vard›r, oynatanla perde aras›na ya¤ kandili konulur. Gölge oyununun Türkiye'ye nerden, nas›l ve ne zaman girdi¤ine gelince, birçok yazar ve incelemecinin daha sonra çürütülen görüfllerine bak›l›rsa, gölge oyunu Türkiye'ye Orta Asya'dan ‹ran yoluyla gelmifltir. Ve XVI. yüzy›ldan çok öncedir. Kimileri de, Evliya Çelebi'deki hiçbir temeli olmayan söylentiye kanarak, bunu Selçuklu ça¤›na uzatmaktad›r. Bu incelemecileri yan›ltan, her fleyden önce "hayal" sözcü¤ü olmufltur. Orta Asya'daki ipli kukla türü olan "Çad›r Hayal"i gölge oyunu sanm›fllar, XVI. yüzy›ldan önce eski metinlerde s›k s›k rastlanan ve kukla anlam›nda kullan›lan "hayal" sözcü¤ünün gölge oyununa bir an›flt›rma oldu¤unu sanm›fllard›r. Gölge oyununu en genifl ve ayr›nt›l› bir biçimde anlatan belgelerden biri 1582 flenli¤ini anlatan Surname-i Hümayun’dur. Bu


araflt›rma

eserin birçok yerinde "hayalbazan" deyimi geçer.

vir yap›m›nda hem oynat›m›nda meslek gelene¤ine sahip ç›kmaktayd›.

Bu deyim; belki kukla, belki de bir baflka oyunun ad›yd›. Gölge oyununun 1517 y›l›nda Türkiye'ye girdi¤ini kabul edersek, 1582 flenli¤ine de¤in bizde de bu alanda sanatç› yetiflecek elli y›l› aflk›n bir süre geçmifltir.

Karagöz oynat›ld›¤› her devirde sevilmifl bir sanat koludur. Komediyi zekice ve ak›ll›ca anlat›r. Musiki ile iç içedir. Söylemek istedi¤iniz her sözü Karagöz’e söyletebilirsiniz. Onu hoflgörü ile karfl›lamak adet olmufltur. Karagöz oyununda, hemen her ça¤da, bu oyunun sanki bir dokunulmazl›¤› varm›flças›na, tam bir özgürlük içinde siyasal ve toplumsal i¤neleme ve tafllamas›na göz yumulmufltur.

Karagöz’ün, eldeki belgelere göre Türklerde ilk oynat›l›fl› XVII. yüzy›la rastlamaktad›r. Günümüze dek Karagöz konusunda yaz›lm›fl tüm kitaplar, gölge oyununun Sultan Orhan devrinde ilk kez “Karagöz” ad› alt›nda görüldü¤ünü benimsemifllerdir. Karagöz’ü ilk oynatan kiflinin de “fieyh Küflteri” adl› kifli oldu¤u bilinmektedir. Komflu ülke Yunanistan da, Karagöz’ü “Karagizos” ad› alt›nda sergilemekte ama ad›ndan da anlafl›laca¤› gibi bunun bir Türk sanat› oldu¤unu kabullenmifl görülmektedir. Zira aksi olsa en az›ndan kendi dillerinden bir isim bulurlard›. Karagöz salt Türkçe bir sözcüktür. Karagöz’ün arkadafl› Hacivat’›n as›l ad›n›n Hac› Ayyad, Hac› ‹vaz ya da Hac› Evhad oldu¤u söylenmektedir. De¤iflerek Hacivat ad›n› alm›flt›r. Devrimizde an›msanan son Karagöz ustas› “Hayali Küçük Ali” idi. Yak›n tarihte yitirdi¤imiz bu büyük ustan›n yerini günümüzde torunu doldurmakta ve hem tas-

Tüm ‹slam ülkeleri içerisinde Türkiye’nin Karagöz ve di¤er seyirlik oyunlar›n geliflmesi konusunda bir ayr›cal›¤› vard›r. Öyle ki, gerek ortaoyunu gerek “köy seyirlik oyunlar›” ve gerekse Karagöz, Türkiye’de as›rlarca, halk›n tek e¤lence kayna¤› olmufltur. Karagöz’ ün anlat›m biçimi “epik”tir. Bat› tiyatrosunda ünlü tiyatro adam› “Brecht”in yirminci yüzy›lda sundu¤u bu kavram as›rlarca önce do¤u tiyatrosu ve dolay›s›yla Türk Tiyatrosu’nda vard›. Gölge oyunu olan Karagöz, halk görüflü ile entelektüel görüflün çarp›flmas›ndan ç›kan “komik”i anlat›r. XVII. yüzy›lda ise art›k Karagöz'ün kesin biçimini ald›¤›n› biliyoruz. Bu yüzy›lda Evliya Çelebi gölge oyunu üzerine kesin bilgi verdi¤i gibi, Türkiye'ye gelen gezginler de Karagöz oyununu anlatmaktad›rlar.

Bunlardan Pietro della Valle, Ramazan'da kahvelerde, çeflitli soytar› ve oyuncular›n yan› s›ra, geriden ayd›nlat›lm›fl bir perde veya boyanm›fl bir k⤛t üzerinde gölgelerin oynat›ld›¤›n›, bunlar›n kendi ülkesi ‹talya’da, Napoli’deki saray önündekilerden veya Roma'da Navone Meydan›'ndakilerden de¤iflik olarak sözlü olduklar›n›, bunlar› oynatan›n sesini de¤ifltirerek çeflitli dilleri ve a¤›zlar› taklit etti¤ini, kad›n-erkek iliflkilerinin büyük bir aç›k-seçiklikle gösterildi¤ini, bu konular›n böyle bir dinsel bayramda ve genel yerler için afl›r› utanmas›z oldu¤unu belirtiyor. XVII. yüzy›lda kesin biçimini alan Karagöz daha sonraki yüzy›llarda büyük bir geliflme göstermifl, Türklerin en sevilen, tutulan gösterisi olmufltur. Karagöz'ün siyasal bir tafllama oldu¤unu bir yabanc› tan›k flu sat›rlarla do¤rulamaktad›r: "Saltç› ve tümleci bir yöntem alt›ndaki bir ülkede Karagöz s›n›rs›z özgürlü¤ün temsilcisidir; bu, sansür tan›maz bir vodvilci, inancas›z, yasak tan›maz, söz dinlemez bir gazetedir. Kiflili¤i kutsal ve eylemi dokunulmaz. Sultan’dan gayr› imparatorlukta kimse yoktur ki bu tafllamal› davran›fllardan kurtulabilsin. Bafl veziri yarg›lar, onu suçlu k›l›p Yedikule Zindan›’na kapat›r, yabanc› elçileri tedirgin eder, Karadeniz'in amirallerine veya K›r›m'›n

MART 2006| TAVIR | 15


araflt›rma

göz’ün yerini Kavuklu, Hacivat’›n yerini ise Piflekâr al›yor. Hemen hemen Karagöz oyun metinlerine benzeyen ortaoyunu metinleri günümüzdeki yazarlar taraf›ndan dramatik yap› kazand›r›larak sunulmufltur seyirciye. Ortaoyununun orkestras› zurna ve kudümden olufluyordu. Günümüzdeki uyarlama ve yeni yaz›mlarda orkestra kullan›ld›¤› oluyor. Bat›l›lar yapt›klar› incelemelerde ve izlenimlerinde ortaoyununu “Comedia A La Turque” olarak tan›ml›yorlar. Ortaoyunu kumpanyalar›na “kol” ad› verilirdi. Dümbüllü Kolu bunun son örne¤i olarak geçti Geleneksel Türk Tiyatrosu’na.

generallerine dil uzat›r. Halk ise ona alk›fl tutar, hükümet onu hoflgörü ile karfl›lar. Siyasal tafllaman›n yan› s›ra, Karagöz'ün ikinci özgürlü¤ü de aç›k-seçikli¤i idi. Karagöz yaln›z Türkiye'de de¤il, Türkiye d›fl›nda da, birçok ‹slam ülkelerinde oldu¤u gibi, Balkan ülkelerinde de etkisini göstermifltir. Türkiye'ye M›s›r'dan geldi¤ini sand›¤›m›z gölge oyunu, yeni kiflili¤ini kazanarak yeniden M›s›r'a gitmifltir. Türk etkisi M›s›r'da kendini yaln›z gölge oyununda de¤il, kukla oyununda da gösterir. Nitekim M›s›r'daki kuklan›n ad› Karagöz'den bozma Aragoz'dur. Görüntüler Türk Karagöz'üyle ayn› veya ondan biraz büyüktür. Oynat›fl tekni¤i t›pk› Karagöz gibidir. Oyunlar›n konuflmalar› da benzerlik gösterir. Karagöz’ün perdeden inmifl haline ortaoyunu denir. Ortaoyununun oynand›¤› alana “palanga” denir. Palanga ortaoyununun icra edildi¤i yerdir. XlX. yüzy›lda Osmanl›lar’da ç›kan bu geleneksel sanat kolu günümüze de¤in gelme baflar›s›n› göstermifl ancak XXl. yüzy›la girerken son temsilci say›lan “‹smail Dümbüllü” nün ölümüyle neredeyse yok olmufltur. Ortaoyunu perdeden sahneye inerken Kara-

16 | TAVIR | MART 2006

Baz› sanat tarihçileri “Comedia Dellarte” sinden esinlenerek arte oyunu yerine bizimkilerin ortaoyunu dedikleri varsay›m›n› ortaya sürmüflseler de bu pek geçerlilik kazanm›fl bir sav de¤ildir. Çünkü Comedia Dellarte’nin tarihi bizden çok eskilere dayan›yor. Karagöz ile de uzak yak›n bir ilintisi yok. Oysaki ortaoyunu metinleri Karagöz’e hitap etmektedir. Girifl, karfl›l›kl› konuflma, oyun ve bitifl bölümlerinden oluflan ortaoyununun dramatik bir yap›s› yoktur. Yani olaylar bafllay›p, geliflip dü¤ümlenip çözülmez. Girifl bölümü daima Piflekâr’›n sahneye ad›m›n› zurna ve kudüm eflli¤inde atmas›yla bafllar. ‹kinci bölümde Kavuklu – Piflekâr’›n ilk karfl›laflma ve söyleflisi yer al›r, oyun bölümünde çeflitli yöresel tipler girer – ç›kar, bitifl bölümünde de gene Piflekâr “Her ne kadar sürçü lisan ettikse affola” der ve oyunu bitirir. Bir di¤er bölümse, k›sac›k yanl›fl anlamay› belirten ve genellikle Kavuklu ve Piflekâr aras›nda oyun bölümünden önce yer alan k›s›md›r. Palanga üzerinde iki paravan, ortaoyununun bafll›ca dekorunu oluflturur. Büyük paravan Ev (Ad› “Yeni Dünya”d›r), küçük paravan Dükkând›r. Bir iki has›r sandalye ve kostüm, aksesuar sand›¤›, “kol”un tüm gerecini oluflturur. Zurna ve kudümden oluflan orkestra da iki çalg›s›yla buraya kat›l›r. Ortaoyunu göstermeci biçimdedir. Bat›l›lar buna önce “Epik” sonra “Diyalektik” tiyatro dediler. Piflekâr’›n elinde tuttu¤u pastav (flak flak) zaman zaman vur-

gulamalarda kullan›l›r. Ne gariptir ki ‹slam’da sünnet olarak bilinen dü¤ünlerde, hokkabazlar da bu aksesuar› kullanm›fllard›r. Piflekâr’›n seyirci ile konuflarak oyuna bafllamas›ndan tutun, bitiminde dil sürçmeleri veya hatalar oldu ise özür dilemesine dek biçim tamamen göstermecidir. Bilindi¤i gibi gene Müslümanl›k’ta kad›n›n sahneye ç›kmas› yasak oldu¤undan kad›n rollerine zenne ad› verilen erkekler ç›kard›. Ortaoyunun dramatik yap›s›n›n olmamas›ndan söz etmifltik. Günümüzde bu tarzda ilk yap›y› koyan “Sad›k fiendil” olmufltur. Söz oyunlar›, yanl›fl anlamalar, kafiye düflürmeler ortaoyununun metinlerinin en önemli özellikleridir. Ortaoyunu metinleri hiçbir fley önermez izleyiciye. Birkaç saat hoflça vakit geçirtmek amac›n› güder. Ortaoyununda karakter söz konusu de¤ildir. Her oyuncu bir tipi oynar. Bilindi¤i gibi bir rolün karakter olabilmesi için üç boyut gereklidir; 3 Fizyolojik durum 3 Sosyolojik durum 3 Psikolojik durum ‹flte bu üçüncü durum ortaoyununda yoktur. Tiplerin bu konumu hiç ifllenmemifltir. Metinler buna izin vermez. Çünkü dramatik yap›lar›


araflt›rma

yoktur. ‹lk iki durumu ise sahneye girer girmez zaten do¤al olarak görürüz. fiöyle ki; hal› satan bir Acem, s›rt›nda hal›s› ile girdi¤inde, daha ilk repli¤i ile onun Acem oldu¤unu ve hal› satt›¤›n›, yani sosyolojik durumunu görmüfl oluruz. Fizyolojik durumu ise zaten karfl›m›zdad›r, orta boylu esmer ve Do¤ulu… Dram veya trajediye bu oyun biçiminde rastlanmaz. Zaten yap›s› da elvermez buna. Do¤rusu, bu oyunun sonunda al›nacak bir ders yoktur. Ortaoyununda zaman zaman basitli¤e varan afla¤›lama, alay etme gibi usta yazarlar›n baflvurmayaca¤› durumlarla karfl›lafl›r›z. Bu kuflkusuz kültür düzeyinin alt çizgilerde olmas› ve sosyal durumdan kaynaklanmaktad›r. Ortaoyunu özellikle eski Ramazan gecelerinde oynan›rd›. “Naflit Bey (Komik Naflit) ve Kel Hasan Efendi” ortaoyununun ünlü isimleridir. Onlar bile zaman zaman müstehcenli¤e baflvurmufllard›r. Ortaoyununda absürde varan mant›ks›zl›klar, cüceler, sarhofllar, zenneler, o devrin güldürme araçlar› olarak bolca kullan›lm›flt›r.

Orta oyunu ve karagöz oyunlar›n›n bölümleri Mukaddime: Oyunun mukaddime bölümünde de çeflitli kesimler bulunmaktad›r. ‹lk önce müzikle bofl perdede göstermelik veya gösterme denilen ve ço¤u kez oyunun konusuyla ilintisi olmayan bir görüntü konulur: Bir dalyan, bir saks›da limon a¤ac›, vakvak a¤ac›, yaflam a¤ac›, gemi, denizk›z›, çalg›c›lar, kediler, Burak, Zalo¤lu Rüstem'in dev ile savafl› v.b. Kimi kez konuyla ilintili de olabilir; örne¤in "Tahmis" oyununda göstermelik kahve dövücüleri gösterir. Göstermeliklerin görevi henüz oyunu seyretmeye haz›rlanmam›fl seyirciyi oyunun gerçe¤ine haz›rlamak, onu oyunun yan›lsama havas›na sokmak, onda geciktirim ve merak uyand›rmakt›r.

Göstermelik, bir ucuna gerilmifl sigara k⤛d› ba¤lanan “Nareke” ad›nda bir kam›fl düdü¤ünün c›rlak sesiyle canland›r›l›r. Bundan sonra, tefin tart›m›na uygun hareketlerle, seyirciye göre perdenin solundan Hacivat gelir, bir semai okur. Bunu kimi kez bir ara semaisinin izledi¤i olur. Bu semailer Dügâh, Ferahnak, ‹sfahan, Buselik, Yegâh, Rast, Nihavend, Beyti, Segâh...gibi makamlarda olur. Burada Hacivat, müzi¤in ritmine hareketlerini uydurarak bafl›n› hafifçe sallar. Semai bitince Hacivat," Of... Hay Hak!" diyerek perde gazeline bafllar. Mukaddime bölümünün önemli bir ö¤esi Hacivat'›n söyledi¤i perde gazelidir. Perde gazellerinde Karagöz oyununun bir ö¤renek yeri oldu¤u, felsefi ve tasavvufi anlam›, kurucusunun fieyh Küflteri oldu¤u belirtilmektedir. Ayr›ca, teknik bilgi de buluruz; örne¤in, "on iki bene ile ba¤l›", " on iki tir ile ba¤l›" deyimleri birer Bektafli simgesi olabilece¤i bir yana, ayr›ca eski Karagöz perdesinde ayna denilen beyaz kesimin çerçeveye dikilmeyip on iki ilik dü¤me ile tutturuldu¤unu belirtir. Perde gazellerinde padiflaha yakar›fl da yer al›r; ça¤›n padiflah›n› anman›n yan› s›ra, kimi kez yurt yönetiminin biçimi bile belirtilir. Örne¤in Meflrutiyet için flöyle denmifltir: “Çok zamand›r Hükm-i ‹stibdada olmufltuk esir, geçti ol zulm ü cefalar nail-i hürriyetteyiz.” Cumhuriyet y›llar›n›n bir perde gazelinde de flöyle bir beyite rastl›yoruz: “Hüda elbet müzahirdir erken-› Cumhuriyet'e Mülkü ma'mür eyle yarap flan-› kudretle.” Daha sonra bir beyit okur. Bu beyitin çoklukla Haf›z'dan, Ziya Pafla'n›n Terkibibent’inden, Fuzuli, Nedim divanlar›ndan al›nd›¤› bilinir. Bundan sonra, afla¤›daki sat›rlarda görülece¤i gibi kendine kafa dengi bir arkadafl arar, bu arkadaflta istedi¤i özellikleri sayar: “Efendim! Demem o demek de¤il! Bu ben-

denize, bu hakir duac›n›za eli yüzü yunmufl, elfaz› düzgün, sözü sohbeti tatl› bir fasih-üllisan yar-i vefa-fliar olsa, geliverse flu meydan-› pür-safaya, Arabî bilse, Farisi bilse, bir az fenn-i fliir ü musikiye aflina olsa, o söylese bendeniz dinlese, bendeniz söylesem o dinlese, oturan zevkperveran-› kiram da sefayab olsa! Diyelim: Bu gece iflimizi Mevla’m rast getire! Yar, bana bir e¤lence, aman bana bir e¤lence! Yar, bana bir e¤lence!” Kimi kez gene bir beyit okuduktan sonra Karagöz karfl› yandan, yani seyirciye göre sa¤dan gelir, buna "Karagöz'ü indirmek" denir. ‹kisi dövüflürler. Dövüflte Hacivat kaçar, Karagöz yere boylu boyunca uzan›r, secili bir deyiflle Hacivat'a verifltirir, bir tekerleme söyler. Karagöz'de iki çeflit tekerleme vard›r. Birincisi, masal bafl›nda söylenen basmakal›p sözler oldu¤u gibi, masal›n ortas›nda ve sonunda da söylenen, dinleyiciyi masal›n gerçek d›fl› havas›na sokmak için yap›lan söz oyun-

MART 2006| TAVIR | 17


araflt›rma

lar›d›r. ‹kincisi ise Ortaoyunu ve kimi Karagöz muhaverelerinde oldu¤u gibi masalc›n›n kendi bafl›ndan geçmifl gibi anlatt›klar›, ya da üçüncü kifli a¤z› ile anlat›lan ola¤an d›fl› maceralard›r. Bu türden tekerleme ortaoyunu ve Karagöz'de bir düflün gerçekmifl gibi anlat›lmas›na ve sonunda düfl oldu¤unun anlafl›lmas›na dayan›r. Karagöz'de birinci türden tekerleme, mukaddimede Karagöz ile Hacivat aras›ndaki dövüflmeden sonra Hacivat kaç›nca, boylu boyunca yerde uzanm›fl yatan Karagöz'ün Hacivat'a verifltiriflidir. Burada ço¤u kez Karagöz ipe sapa gelmez sözlerle ve Arapça, Farsça sözcüklerle konuflur. Bu tekerlemede Karagöz'den beklemeyece¤imiz Arapça Farsça sözler bulunuflundan, bunun bir ironi oldu¤u da söylenebilir. Fas›l: Fas›l, oyunun kendisidir. Burada Hacivat ve Karagöz'den baflka oyunun çeflitli kiflileri bir konu ve olaylar dizisinde gözükür, oyuna kat›l›rlar. XVI. yüzy›lda belirli bir konudan çok hayvanlarla, gemilerle daha çok kopuk sahneler gösterilirken, XVII. yüzy›ldan bafllayarak fas›l konular› belli olaylar dizisine uymaya bafllam›flt›r. Klasik fas›l listesine dâhil olan oyunlar flun-

18 | TAVIR | MART 2006

lard›r: Yalova Sefas›, Mand›ra, Hamam, Kanl› Nigar, Kay›k, Civan Nigar, Orman, Yaz›c›, Çeflme, T›marhane, Bahçe, Kanl› Kavak, A¤al›k, Büyük Evlenme, Ters Evlenme, Aptal, Bekçi, Terzi, Mahalle Bask›n›, Dilsizler, Berber ve Kale, Hoppa, Devrani-Çelebiler, Üç Eflk›ya Çelebiler, Hac› Ayvad, Dilenci-Arap-Arnavut, Bekri Mustafa ile Kör Arap, Meyhane…

Ayr›ca Selim Nüzhet flu fas›llar› saymaktad›r: Bahçe Sefas›, Bal›kç›lar, Bask›n, Bursal› Leyla, Büyük Evlenme, Cazular, Cambazlar, Eczahane, Sahte Esirci, Ferhad ile fiirin, Hain Kâhya, K⤛thane Safas›, K›rg›nlar, Kütahya, Leyla ile Mecnun, Mal Ç›karma, Ortaklar, Pehlivanlar, Sahte Esirci, Sal›ncak, Sünnet, fiairler, Tahir ile Zühre, Tahmis, T›marhane, Yang›n...

Karagöz sanatkârlar›na nazaran, klasik repertuar bu 28 oyundan meydana gelir. Bu say› ibadetle geçen Kadir Gecesi hariç tam bir Ramazana tekabül eder. Ramazan'›n ilk gecesinde "Mand›ra" son gecesinde " Meyhane" fasl›n› icra etmek adet ve anane olmufltur.

Kimi fas›llar›n konular› benzer olmakla birlikte adlar› de¤iflmektedir. Örne¤in Yorgi'nin Mecmua-i Hayal dizisinde ç›kan Karagöz fas›llar› aras›nda "Kanl› Nigar" oyunu 5 no’lu cüzde ‘Karagöz'ün Soyulup Dayak Yemesi’ iken ayn› oyunun 6. Cüzdeki ikinci yar›s›n›n ad› ‘Karagöz'ün Karaman Koyunu Olmas›'d›r.

Son devirde tertip edilmifl olan modern fas›l isimleri ise flunlard›r: Vas›f - ‹ki K›skanç Kad›n, Karagöz Sal›ncakta, Karagöz'ün Yalova Sefas›, Karagöz Güvey, Karagöz'ün Deli Oluflu, Karagöz Aflç›... ‹smail Hakk› Baltac›o¤lu-Karagöz Ankara'da, Karagöz'ün Muhtarl›¤›, Köy Evlenmesi... Hayali Küçük Ali - Hayal Perdesi, Tayyare Sefas›, ‹yilik Eden ‹yilik Bulur... Selim Nüzhet - Sal›ncak Sefas›... Mekki Sait - Karagöz Gazeteci... Ercüment Ekrem Talu - Karagöz Holivut'ta... Doktor Duda - Fasl› Ferhad...

Ortaoyununa has bir tekerleme vard›r. Bu bölümde karakterlerden biri bir düfl görmüfltür fakat gördü¤ü düflü sanki gerçek hayatta yaflam›fl gibi anlat›r. Daha sonra bu durumun rüya oldu¤u vurgulan›r. Ortaoyununda bu bölüme tekerlemeler eklendi¤i için, bu bölüm tekerleme bölümü diye nitelenir. Tekerleme sona erip bunun bir düfl oldu¤u anlafl›ld›ktan sonra fas›l bölümüne geçilir. Fas›l sona erdikten sonra çok k›sa bitifl bölümü gelir. (sürecek)J


fliir

ölülerimiz nihat behram

Her sabah her sabah o kusursuz ac›n›n kollar›nda o kusursuz ac›n›n kollar›nda öpüfltü¤üm gökyüzü art›k ç›rp›nan yüre¤imi yat›flt›rm›yor. Ve onun kopar›p dizginlerini uçarcas›na boylu boyunca sak›nmas›z çarp›fl› heyecanland›r›yor beni. Bir serçe kümesinin konmas› karfl›ki dala belki hiçbir fleydir, ama sevgilimin mektubunda bir kufl resmi beni coflkuland›rabilir. Milyarla y›ld›z aras›nda tan›r›m onu çünkü seyredince güzelleflir sevginin ›fl›lt›s›; binlerce gözüm var binlerce flafak halindeyim anlamak istedi¤im fleyin karfl›s›nda çünkü anlamak zorunday›m; her sevinç kolayca ele geçmez insan her ac›n›n sahibi de¤ildir; gökyüzü ve nehirler olmasa toprak da anlafl›lmaz ve hayat›n karar› kesin: son ana kadar onuru koruyanlar yaflayacak söylenecek son söz kahramanca olmal›d›r. Vurgunum inceli¤inim senin eyy yapraklarda bir kufl hafifli¤inde sürüp giden titreyifl vurgunum bir nehri besleyen sular›n uyumuna, tafllara h›rsla vurufluna dalgan›n. Ölüm seni yan›ltmas›n... Nas›l ki y›¤›l›r yüzüne gecenin karanl›¤› gözlerinle bir bafl›na kal›rs›n ölüm öylesine gözuçlar›nda savun, kavufltur yüre¤ini minicik bir çiçe¤in bile kökleri yaflamak h›rs›yla uykusuzdur. Ölülerimiz... ‹flte Stevan Flipoviç. Bir kahraman. Faflistler sarm›fl çevresini. Sehpada. Boynunda ip.

Ve o son nefesiyle dalay›p ci¤erini bir b›çak gibi vuruyor kelimeleri diflleri aras›ndan hayk›r›yor: "Kahrolsun faflizm; Yaflas›n mücadelemiz..." Steven Flipoviç onurun bekçisi direnmenin. Ölüm seni yan›ltmas›n... Bir bir düflün yaflayanlar› aln›n› korkusuzca kald›r kimin yan›ndas›n yerin neresi ve senin en çaresiz an›nda tek silah›n nedir? Ölüm seni yan›ltmas›n... Usanma hayata yaraflan sesi aramaktan her kuflun palazland›¤› bir yuva vard›r, her dal güneflin ve rüzgar›n avuçlar›nda kendi hevesince boyan›r; çünkü yaflamas› gerekiyor bir fleylerin bir fleylerin bir fleylerin: senin olan Bak: kollar›n› ba¤l›yorlar; son defa bak›yor dünyaya Nguyen Van Troi Birazdan gö¤sünü parçalayacaklar. Ama kan onu geriletmiyor. Bafll›yor flark›s›na: "Yaflas›n Ho Chi Minh: Yaflas›n Vietnam..." Damarlar›m damarlar›na ba¤l› yaralar›ndan çünkü öldürülmek istenen benim de sevincimdir Nguyen onun siperi... Bir bu¤day tanesi midir ayn› titreyiflle topra¤a düfler düflmez k›p›rdayan o flark›... bir bu¤day tanesi mi? Ölülerimiz... Sesleri dünyam›z kadar bilge. Birazdan kalkacaklarm›fl gibi uzan›p bir sipere koyulaflan... Ölülerimiz... Bak›fllar› uçmaya haz›rlanan bir kartal kadar çevik, vurgunum gizleyemem. Sen ba¤r›m› amans›zca zorlayan siyahl›k unutma öldürmekten daha kuvvetlidir ölebilmek.

MART 2006 | TAVIR | 19


deneme

mevsimlik gülce nilsu

“Onlar ki…” Ne çok yaz›, ne çok fliir ve flark› var, böyle insana sesleniflle bafllayan… Çünkü tüm hikâyeleri dünyan›n, insanlar taraf›ndan yarat›l›r. Tüm söylenenler, yaz›lanlar, okunanlar, eninde sonunda ona aittir: Tüm dünya halklar›na… Kahramanl›k destanlar›, aflk fliirleri, isyanlar, gülmeceler, mutluluklar, hep insanlar›n hikayesini anlat›r. Yine insanlara… Ve yoksulluk da yine onlara aittir. Onlar ki, savafl›n topraklar›ndan ç›k›p, yollara düflerek, toprakla savaflmaya gelenlerdir. O yolculuk bile bafll› bafl›na, ayr› bir savafl say›lmal›d›r üstelik! Ve bilinir ki, bir yerde, insan ve toprak varsa, orada ter vard›r, ürün

20 | TAVIR | MART 2006

vard›r ve mücadele vard›r. Onlar ki hayallerini, bir ovaya; umutlar›n› bir kamyon kasas›na mahkûm etmifllerdir. Do¤umlar, çocukluklar, oyunlar, dü¤ünler ve cenazeler, ne varsa hayata dair, içinde yokluk, içinde öfke, içinde umutsuzluk bar›nd›r›r. Ve ona ra¤men, en do¤al, en anlaml› hayatlar yaflan›r. En güzel çocukluklar, en güzel aflklar, en güzel dostluklar, bu topraklardad›r. Ülkenin dört bir yan›nda, yollar, ormanlar, inflaatlar ama en çok da tarlalar, mesela ‹nce Memed’in do¤du¤u topraklar; çok uzak diyarlardan gelen, yürek ve günefl yan›¤›, kimi zaman da da¤lar›n so¤u¤unun sertlefltirdi¤i, elleri ve yürekleriyle, çatall› dilleriyle, gülümserken kahkaha atan gözleriyle bir

baflka iklim ve dünyaya ait oldu¤unu ba¤›ra ba¤›ra ilan eden bu insanlara ev sahipli¤i yapar: Yaln›zca bir mevsim. Ayr› iklimlerin, ayr› co¤rafyalar›n, ayr› dillerin ama ayn› yazg›lar›n insanlar›, bir mevsimi bir arada geçirirler. Yan yana, terleri birbirine kar›flana dek ve ayn› yoksullu¤u paylaflarak. Yazg› belledikleri hayat›n da, mutluluklar›n›n da, umutlar›n›n ve cenazelerinin de, hep yan yana ve hep bu topraklarda olaca¤›n› bilerek… Ne vakit bafllar bu? Belki bir trenin h›nca h›nç dolu kompart›man›nda. Belki, kapasitesinin iki kat› insan tafl›yan bir otobüste. Ama çok büyük ço¤unlukla, römorklarda ve kamyon kasalar›nda. O cehennem s›ca¤›n›n tam ortas›nda…


deneme

Sabaha karfl› gri-mavi da¤lara do¤ru t›rmanan yollardan kaç kez ç›k›ld›¤› ve kaç kez inildi¤ini bile anlamadan, dümdüz ovalardaki yeflillikleri, kimi zaman da gün ›fl›¤› gibi sar› ile bezenmifl tarlalar› göremeden, saatlerce ve saatlerce, yan yana, dip dibe gitmek, ne kadar yolculuk say›l›rsa iflte… Yolculu¤un sonunda, muhtemelen sabaha karfl› gün do¤umundaki güzelli¤i, tarlalara ve yamaçlara vurmufl gün ›fl›¤›n›n, sar›-turuncu dalgalar›n› göremeden var›lm›fl o sonsuz ovay›, kendine hem cehennem hem geçim kayna¤› k›lan› da bilemeden, y›llarca süren ama her bir y›lda, yaln›z bir mevsimlik bir hayat. Sadece gecelerin özgürlük verdi¤i, uzun uzun mevsimlerden oluflmufl, k›sac›k bir hayat. Çocuklukta bafllayan, gençli¤in sonunda ise sona eren bir hayatt›r, mevsimlik. Koca bir hayat süresince, bir kez olsun, gün do¤umunu görmeden ömrünü tamamlayan insanlar›n oldu¤u bir ülkede, onlar her günü karanl›kta bafllat›r, topra¤a ektikleri tohum gibi, ayd›nl›¤a da umutlar›n› ekerek bafllarlar güne. Sabah günefliyle, ama gecenin so¤u¤undan kalan serinlikler aras›nda, ›fl›l ›fl›l bir türkü ile bafllar tarlalarda çal›flma. S›cac›k gülüfller duyulur. Uzaktan laf atmalar, tak›lmalar, flakalaflmalar… Topra¤›n kokusunun, ter kokusuna galip geldi¤i zamanlar uzun sürmez ama. Yaz günü, hem de Çukurova’da, günefl tepeye yükselmeye bafllad› m›, ne ses kal›r, ne türkü, ne umut… O savafl topraklar›n›n çocuklar›n›n, a¤aç kabu¤u tenleri, an be an siyahlaflmaya, sertleflmeye bafllar. Kendileri de… Ne so¤uk su kar eder, ne örtü… S›cakla ve toprakla süren bu mücadelede, üzerlerine bulaflan kimyasal ilaçlar›n zehirinin, her gün ömürlerinden götürdü¤ü dakikalar›, art›k hiçbir fley kesinlikle yerine koyamayacakt›r… Küçücük çocuklar›n, güneflten kaçarak girdikleri kimyasal at›k dolu kanallar, tuvaletsiz ve banyosuz çad›rlar… Ve en sonunda da, her akflam tart›ya konan yevmiye. 12 saatlik bu didinme, onlara kar›nlar›n› doyuracak paray› bile zor sa¤lamaktad›r. (2004 y›l› verilerine göre, 12 saat çal›flan bir iflçinin saat ücreti, 1,10 YTL’dir) Akflam, günefl batmakta iken, bir araya gelinip, edilen sohbetler, oynanan oyunlar, söylenen türküler, bir sonraki güne de¤in, yenilen ekmek kadar de¤erlidir. O k›sac›k mutluluk anlar›… Çocuklar›n oyunlar oynad›¤›, gençlerin maç yapt›¤›, akflam serinli¤inin dinlendiricili¤inden yararlan›lan zamanlard›r. Böyle

böyle geçen günler, mevsimi bitirir. Mevsimlik çal›flma da, ömrü… Bu savafl gibi yaflam›n orta yerinde, gene büyük olas›l›kla bu hayata bafltan mahkum do¤an çocuklar, en yak›c› tablosudur, mevsimlik yaflamlar›n. Çocuklar›n, e¤itimsiz, sa¤l›k güvencesiz ve geleceksiz büyümesi, tek sorunu de¤ildir belki ama bir yürek ac›s› olmal›d›r, insanlar›n içinde. Gözlerinde ›fl›lt› kalmam›fl çocuk gördünüz mü hiç? Hayat›n bin türlü yüzünü görmüfl, ö¤renmifl, erken büyümüfl çocuklar. Yar›m b›rak›lm›fl oyunlar, defter bilmeyen, eline kalem de¤memifl çocuklar. Bu ülkenin yaras› en çok buralardan kanar iflte. Görülmeden, bilinmeden, adeta gizlenerek s›zan ve kendini tüketen bu kan ak›fl›, Çukurova topraklar›n› kendi insan›na cehennem eden düzenin, açmazlar›, aç›klayamazlar›, anlat›lamazlar›d›r. Pamuk beyaz› tarlalarda, düzen, aklanmak yerine kendi sonunu yaklaflt›rmaktad›r, an be an. Bu ülkenin co¤rafyas›nda, da¤lar›ndan ovalar›na ama zorla, ama ekonomik zorlama ile, sürdürülen/süründürülen insanlar›m›z, hangi iklimde, hangi co¤rafyada yaflarlarsa yaflas›nlar, kendilerine da¤lardan ovalara olarak gösterilen rotay› her zaman tersine döndürmüfllerdir. Ege’den A¤r›’ya, Karadeniz’den Çukurova’ya kadar bu böyledir. Anadolu’nun tarihi bunun örnekleriyle ve destanlar›yla bezelidir. Türküleri kadar güzel yazd›klar› tarihleriyle, bu halk, tarlalardaki ürünlerin yönünü ve haklar›n›n de¤erini de,

do¤ru yöne çevirmeyi bilecektir. Birbirine düflman ettikleri halklar›, birbirine k›rd›rtmaya çal›flt›klar› insanlar›, bin türlü oyunla, gene birbirlerine muhtaç edip sömürenler, o yoksul insanlar›n gözlerinden yok ettikleri ›fl›lt› yerine konan öfkeyi daha göremiyorlar. Çocuklar›n sömürüldü¤ü, geleceksiz b›rak›ld›¤› ülke onlar›n de¤ildir. Mevsimlik hayatlar, mevsimlik iflçiler, bu ülkenin gerçek sahibidir. Her mevsim sonunda geçtikleri yollar, vard›klar› topraklar, umutlar›n› ba¤lad›klar› da¤lar, eninde sonunda onlar›n olacakt›r. ‹flte, tüm bir hayat› anlaml› k›lan, umutlar›n, hayallerin, ekme¤in, çocuk sevgisinin ve aflk›n ad› olur, mevsim. Bir mevsim aç kalaca¤›z diye mevsimlerdir can veren yi¤itler, mevsimlik hayatlar› kurtarmaya çal›flmaktad›r bir yandan. Dökülen bir damla terin hakk›n› alabilmesi, göç yollar›n›n, ucuz insan pazarlar›na aç›lmamas› umudu, mevsimlerdir açl›¤a ve atefle adanarak ölenlerle, bir mevsime hayat›n› verenlerin ortak rüyas›d›r, bilinmese de… Borsan›n, paran›n, bankan›n, kurflunun, üniforman›n, sahte ve ac›l› dünyas›n›n anlams›z ve hükümsüz k›l›nd›¤› bir dünya, o gerçekleflece¤ini ad›m›z kadar bildi¤imiz dünya, tüm mevsimlik hayatlar›n, tüm yokluklar›n, tüm dünya halklar› için sona erdi¤i bir umuttur. Tek umuttur.J

MART 2006 | TAVIR | 21


tiyatro

aymazo¤lu ile kundakç›lar gülnaz b›çakç›

“Aymazo¤lu ‹le Kundakç›lar”, Almanca yazan ‹sviçreli yazar Max Frisch’in “Biedermann ve Kundakç›lar” isimli oyunundan, Genco Erkal taraf›ndan, oyunun soyut yap›s› bozulmadan yap›lan bir uyarlama. Genco Erkal ve tabii Dostlar Tiyatrosu, “Biedermann ve Kundakç›lar” isimli eseri baflar›yla ülkemizin koflullar›na uyarlam›fl. Max Frisch, bu oyunla, Hitler Almanya’s›nda Nazilerin iktidara geliflinden, bencil, ç›karc›, ikiyüzlü, düzenlerini bozmak istemeyen ve yaklaflan tehlikeleri görmezden gelen insanlar› sorumlu tutmufltur. Kundakç›lar›n kundaklama eylemleriyle de, Almanya’da faflistler taraf›ndan yak›lan Reichtag’a göndermede bulunmufltur. Genco Erkal da, oyunu ülkemize uyarlarken gerici-faflistlerin gerçeklefltirdi¤i, 2 Temmuz 1993’te Sivas’ta, 35 insan›n ölümüne yol

açan Mad›mak Katliam›’na göndermede bulunmufl. fieref Aymazo¤lu bir gün gazete okurken ve flehirde çeflitli kundaklama olaylar› yapan kundakç›lara söylenirken, kap› çal›n›r ve Tosun içeri girer. Tosun, aya¤›nda mest, kirli sakal›, flalvar›ms› pantolonu ve çizgili tiflörtüyle tipik bir mürteci/yobaz görünümündedir. Tosun’un Aymazo¤lu’nun evine girmesiyle hangi olaylar geliflir? Aymazo¤lu kimdir? Ve önce Tosun’un, sonra onun arkadafl› Demir’in, en sonunda da ö¤retim üyesinin, kendi evine yerleflmesi karfl›s›nda, Aymazo¤lu’nun tavr› ne olur? Aymazo¤lu, toplumsal olaylarla hiç ilgilenmeyen, edilgen ve yaflanan geliflmeler karfl›s›nda kaderci tutum tak›nan bir küçük-burjuvad›r. Her fleyi kadere ba¤layan ve hiçbir

fleye karfl› direnmeyen birisidir. Koro da sözleriyle bunu do¤rular: “Herkes uza¤› görür de Bilmem kaç gün önceden, Yine bafla gelen sonunda Aptall›k, Hani kader dedikleri, O hiç eksilmeyen.” Aymazo¤lu gibileri, düzenlerinin de¤iflmesinden çok korkarlar. Her türlü de¤iflikli¤e karfl› ç›karlar. Aymazo¤lu, kundakç›lar› evinden d›flar› att›rabilirdi ama o huzurunun bozulmas›n› istemiyor ve kundakç›larla uzlaflmay› ye¤liyor. Onlara iyilik yaparak ve dostluklar›n› kazanarak bafl›na gelecek tehlikeden kurtulmak istiyor. Onun bu durumunu koronun flu uyar›s›ndan da ö¤reniyoruz: “Felaketten daha çok de¤ifliklikten Korkarsa insan, Ne gelir bafl›na, Yine felaketten baflka?” Aymazo¤lu korkakt›r. Korktu¤u için gerçekleri kabul edemez. Gerçeklere gözünü yumar. Kendisine yapay ve dayanaktan yoksun bir dünya yarat›r. Bu dünyada boflluk içindedir ve korkar. Korktu¤u için kundakç›lar›n her istedi¤ini kabul eder. Hep onlarla uzlaflma yoluna gider. Yaflam›nda dayanaca¤› hiçbir destek yoktur. Bu da onu kendine güvensiz ve korku içinde b›rak›r. Koronun sözleri onun bu korkusunu aç›klar: “Göze neler gözükür ortada bir fley yokken Korku duydu mu insan, kendi gölgesi bile korkutur Onu art›k, savafla haz›r bulur onu her dedikodu. Aya¤› tökezlenir, Korku dolu yaflar gider,

22 | TAVIR | MART 2006


tiyatro

Sonunda ayn› fleyler Kendi bafl›na gelir.” Aymazo¤lu gerçekleri görmek istemez. Gördü¤ü halde görmüyor gibi yapar. Burada, Aymazo¤lu yemek sofras›nda, Aziz Nesin’in “Ah Biz Eflekler” masal›n› anlatarak bu duruma güzel bir örnek verir. “Ah Biz Eflekler” de, eflek kurdun geldi¤ini görür, “‹nflallah kurt de¤ildir, yok can›m niye kurt olsun, herhalde kurt de¤ildir” der. Kurt yaklafl›nca koflmaya bafllar ama art›k çok geçtir ve kurt onu arkas›ndan ›s›r›r. Ayr›ca, di¤er kundakç› Demir de, gerçe¤i saklaman›n üç yolu oldu¤unu söyler:

“fiaka en iyi üçüncü saklama yoludur, ikincisi duygululuk. Hani bizim Tosun’un anlatt›klar›. Ormanda kömürcülerin yan›nda geçen çocukluk, yetimler evi, sirk filan. Ama en iyi ve güvenilir saklama yolu (bana kal›rsa) her zaman aç›kça ç›plak gerçektir. Ne gülünç, kimse inanmaz buna.” Aymazo¤lu, evine yerleflen sahte sofunun her söyledi¤ine inanan Moliere’in saf Orgon’u gibi de¤ildir. Kendi ç›kar› söz konusu oldu¤unda insanlar› kand›rmaktan çekinmez. Mazlum Irgat’la birlikte, saç dökülmesine iyi geldi¤ini söyledi¤i sahte bir ilaç yapm›flt›r. Bu ilac› satarak insanlar› kand›rmaktad›r. Aymazo¤lu: “… Gülünç! Dazlak kafalar›na bizim saç suyunu süren o iyi insanlar, kendi sidiklerini de sürseler.”

Kundakç›lara sürekli eflitlikten, iyilikten ve uzlaflmadan söz eden Aymazo¤lu, korktu¤u için kundakç›lara iyilik yapar. Gerçekte, son derece zalimdir. Art›k ifline yaramayan Mazlum Irgat’› iflten ç›karm›flt›r. Onunla görüflmek bile istemez. Yarg› yoluna baflvurmas›n› ya da a¤z›n› hava gaz› muslu¤una dayamas›n› önerir. Aymazo¤lu: “S›ras› de¤il dedim! (Sab›rs›zl›kla aya¤a kalkar) Mazlum Irgat beni rahat b›raksa daha memnun olurum, can›m ya da bir avukat tutsun buyursun! ‹flim var bu gece. Mazlum Irgat. ‹flinden ç›kard›m diye bu

z›rvalara katlanamam. Gülünç! Üstelik günümüzde, insanl›k tarihinde hiç olmayan sigortalar var... Evet! Bir avukat tutsun, buyursun! Ben de bir avukat tutar›m. Bulufluma ortak olacakm›fl! Gitsin havagaz› muslu¤unun alt›na yats›n, ya da bir avukat tutsun, buyursun! Mazlum Irgat bir davay› kaybetmeyi ya da kazanmay› göze ald›ktan sonra. Buyursun, buyursun! Mazlum Irgat’a söyleyin misafirim var.” Aymazo¤lu kendisinden zay›f kiflilere karfl› son derece ac›mas›z ama kendisinden güçlülere karfl› da son derece korkak ve pasif olan tipik otoriter bir kiflidir. Mazlum Irgat’›n ölümüne neden olmas›, buna karfl›l›k kundakç›lar›n her istediklerini yerine getirmesi bunun kan›t›d›r. Aymazo¤lu’nun düflünceleri, kulland›¤› dil ve davran›fllar› aras›nda

tutarl›l›k yoktur. Lokalde konuflurken, “Bu kundakç›lar› asacaks›n” der ama evine gelenlere karfl› hiçbir fley yapmaz. Üstelik onlar›n kendi evini yakmalar›na engel olmaz. Tam tersine, yard›m eder ve hatta onlar›n eline kibriti kendisi verir. Aymazo¤lu, kundakç›lara uymak için kendisine yapay bir dünya yarat›r. Örne¤in yemek masas›ndan her zaman kulland›¤› flamdanlar›, gümüfl çatal-kafl›k ve b›çaklar› kald›rt›r. Kundakç›lara son derece basit bir flekilde yaflad›¤›n› göstermek ister. Oysa kundakç›lar buna inanmaz ve onun kald›rtt›¤› tak›mlar› masaya koymas›n› isterler.

Kötülü¤ü temsil eden kundakç›lar, Aymazo¤lu’na göre son derece tutarl›d›rlar. Söylediklerini yaparlar. Aymazo¤lu’na kim olduklar›n› söyleyip ne yapacaklar›n› gizlemezler ve sonunda söylediklerini yaparlar. Sadece, Tosun içki içmezken, sahte ‹slamc›lar›n özelli¤i olan takiyyecilik yapar ve son akflam yeme¤inde flarap içer. Ama onlar, Aymazo¤lu gibi, kendilerine baflka türlü kiflilikler vermezler. Kendi kifliliklerini gizlemezler. Demir, Mad›mak Oteli’nin garsonudur. Tosun, Aziz Nesin’i nerden tan›d›¤›n› soran Aymazo¤lu’na, “Elimizden kaç›rd›k” diyerek, Sivas’taki Mad›mak Oteli’ni birlikte yakt›klar›n› ima eder. Kundakç›lar›n aras›nda bir de ayd›n, yani ö¤retim üyesi vard›r. Kundakç›lar›n bütün ha-

MART 2006 | TAVIR | 23


tiyatro

betti bu ülke befl y›lda. “Genco Erkal, 2 Temmuz’a karfl› gösterdi¤i duyarl›l›¤›, keflke biraz da tecrite ve tecrite karfl› direniflte ölenlere gösterseydi.” diyorsunuz oyundan ç›karken, “Keflke tecrite karfl› duyars›zl›¤› vurgulasayd›...” Oyunun sahne yorumu çok baflar›l›. Özellikle; Aymazo¤lu rolündeki Genco Erkal; efli rolündeki bofl, duyars›z ve otoriter bir kad›n› canland›ran Meral Çetinkaya; cahil bir ‹slamc› militan olan Tosun’u her yönüyle baflar›yla yorumlayan Erdem Akakçe ve ondan daha kibar olan Demir’i oynayan Metin Coflkun, göz dolduran oyunlar›yla öne ç›k›yorlar.

z›rl›klar›na kat›l›p sonra onlardan ayr›ld›¤›n› aç›klar. Bu ayd›n tipiyle, yazar, düzenle çeliflkisi olan ama düzene karfl› ç›kmak için yanl›fl yollara sapan, sonunda yanl›fl›n› anlay›p piflman olan ayd›nlar› anlat›r. Oyunda koronun büyük bir ifllevi vard›r. Koro, antik Yunan tiyatrosunun temel özelliklerinden birisidir. Antik tiyatroda, oyun kiflilerinin geçmiflini anlat›r ve onlar›n kaderlerini ve kaderlerinin onlara haz›rlad›¤› olaylar› aç›klar. Oysa bu oyunda koro, epik tiyatrodaki anlat›c› görevini üstlenmifltir. Oyunun tablolar› aras›nda izleyicilere aç›klamalar yapar bazen de Aymazo¤lu’na uyar›larda bulunur. Oyunda, ‹tfaiyeciler Korosu’ndakilerle kundakç›lar ayn› kiflilerdir: “Bir dakika yang›n› söndürecek olanlarla, yang›n› ç›karanlar ayn› kifliler mi oluyor yani? B›rak flimdi ortal›¤› kar›flt›rma Birlik ve beraberlik içinde kederde ve k›vançta halkla beraber halk için, halkla el ele...” Burada, Mad›mak Oteli yang›n›ndan Aziz Nesin’i kurtar›yor gibi görünen itfaiyecilerin onu tartaklamas› akla geliyor. Max Frisch’in “Biedermann ve Kundakç›lar” isimli oyunu aç›k biçimli ve yoruma aç›k bir oyundur. Fransa, ABD ve ‹ngiltere’de de, o

24 | TAVIR | MART 2006

ülkelerin koflullar›na uyarlanarak oynanm›flt›r. ‹stanbul’da, ayr›ca, Semaver Kumpanya’da, Yavuz Pekman’›n serbest uyarlamas›yla “Süleyman ve Öbürsüler” ismiyle, Ayfle Nil fiaml›o¤lu taraf›ndan sahneye konmufltur ve halen oynanmaktad›r.

Bu arada, hizmetçi k›z rolündeki Tilbe Salim’in ve ö¤retim görevlisi rolündeki Beyti Engin’in de rollerinin hakk›n› verdiklerini söylemek gerekiyor. Oyunda, sahne ve kostüm tasar›m› Claude Leon’a, müzikler de Tolga Çebi’ye ait.J

Genco Erkal’›n uyarlad›¤› ve yönetti¤i “Aymazo¤lu ile Kundakç›lar”da, oyun kiflilerinin isimleri bu kiflilerin özelliklerini yans›tmaktad›r. Üstelik, toplumsal bir sorun olan aymazl›k, Aymazo¤lu’nun kiflili¤ine yüklenmifl ve onun kiflili¤inde sorgulanm›flt›r. Oyun, faflizm ya da fleriat gibi totaliter rejimlerin, Aymazo¤lu gibi ç›karc›, vurdumduymaz, ikiyüzlü, statükosunun de¤iflmesinden ödü kopan ve “kundakç›lar” gibi, toplumd›fl› insanlar›n zorbal›¤› karfl›s›nda korkan ve hiçbir direnifl göstermeden teslim olan küçük-burjuvalar ile, “ö¤retim üyesi” gibi güçsüz ayd›nlar yüzünden iktidara geldi¤ini göstermektedir. Dostlar Tiyatrosu, “Aymazo¤lu ve Kundakç›lar”la, toplumsal haf›zan›n unutkanl›kla sakatl›¤›n›, insanlar›n toplumsal sorunlara duyars›zl›¤›n› ifllerken, 2 Temmuz katliam›n› ele alm›fl. ‹yi de yapm›fl. Çünkü hiç unutulmamas›, unutturulmamas› gerekiyor Mad›mak’›n, ölen 35 can›n... Fakat aymazl›¤a, hadi o kadar keskin adland›rmayal›m, duyars›zl›¤a örnek olacak ne çok fley yaflan›yor ülkede. En baflta F Tipi hapishaneler, tecrit ve buna karfl› direniflte yitirdi¤imiz tam 121 insan. 121 evlad›n› kay-

OYUNUN KÜNYES‹ Yazan: Max Frisch Uyarlayan - Yöneten: Genco Erkal Tasar›m: Claude Léon Müzik: Tolga Çebi Dramaturgi: Zehra ‹pfliro¤lu Oyuncular Aymazo¤lu: Genco Erkal Han›mefendi: Meral Çetinkaya* Tosun (Güreflçi): Erdem Akakçe Demir (Garson): Metin Coflkun Hizmetçi K›z: Tilbe Salim Polis: Beyti Engin Ö¤retim Görevlisi: Beyti Engin ‹tfaiyeciler: Metin Çoflkun Erdem Akakçe, Beyti Engin


fliir

kurtarmak bütün kayg›lar› turgut uyar

Sularsa akmak birgün birgün birgün

Birgün da¤lara ç›kmak birer birer ç›kmak ç›kmak

Birgün da¤lara ç›kmak birer birer da¤lara ç›kmak birgün

Su yürümek günefl bilmek

Ç›kmak ç›kmak birer birer birgün da¤lara da¤lara birgün

Yeniden orda otlarda orda yeniden orda orda

Birgün birer birer da¤lara

Bitkin birgül bulmak ve geri dönenler birgün

Ah nas›l da¤lara birgün

Ey yorgun atlar, say› bilmeyen çocuklar

Ey birgün

Ey bütün haz›r elbiseciler ey,

Çiçek açmak birgün

Birgün olmak, küskün keflifllerden olmamak birgün

Da¤lara da¤lara birer birer da¤lara

Da¤lara da¤lara ç›kmak sular köprüler sular birgün ç›kmak

Otlar› büyütmek birgün

Eski kaba arabalardan inip birgün ç›kmak

Birgün köyler kentler y›kan›k damlar geri dönmek birgün

Da¤lara da¤lara da¤lara baflka hiç

Birgün yeni dönmek

Birgün da¤lara.

MART 2006 | TAVIR | 25


röportaj

ellerinde k›z›l karanfiller... tav›r

Heyecanl›y›z. Çünkü bu kez mahpus mahpus dolaflan, evini kendi gibi tutsak analar›na açan, TAYAD’›n kurulufluna ve kuruluflundan sonras›na büyük eme¤i geçen, saçlar› aklaflm›fl bir tarihin, o¤lu Serdar’› Ilgaz’›n vefal› topra¤›na veren Mesude Ana’n›n yan›na gidece¤iz. Taze bir ac›n›n yafland›¤› eve yani. Ayr›l›klarla dolu resimler karfl›layacak bizi. Onun a¤z›ndan dinleyece¤iz TAYAD’›n 20 y›ll›k onurlu tarihini...

du ki. Alt› ay geçti, senesine yak›n oldu yani. Baya¤› uzun sürdü. Bir araya gelmek de hayli zordu o zamanlar. Cezaevlerindeki çocuklar›m›z da derne¤in kurulmas› için çaba harc›yorlard›. ‘Bir dernek kurun, bir dernek kurun’ diyorlard› bize. Benim evim geniflti. Hep burada çal›flma yapt›k. Rahmetli kocam da çok destek oldu bize. ‘Ya bu derne¤i kurun art›k. Ad›n› koyal›m.’ diyordu. ‹lk ad›n› veren ve amblemini yapan, rahmetliydi.”

Daha evlad›n› yitireli yirmi gün olmufl. Mezar›ndaki karanfiller ilk günkü gibi taze. Önce telefon ediyoruz Mesude Ana’ya. Yan›na gidece¤imizi haber verdikten sonra yola ç›k›yoruz. Tam iki saat geçmifl yola ç›kal›, trafik oldukça yo¤un. Evine ekmek götürebilmek için yaflam mücadelesi verenlerin kalabal›¤› var caddelerde. Verdi¤i tarif üzerine buluyoruz evi.

TAYAD ismini nas›l buldunuz? “fiimdi hep orada konufluluyordu, kahveye geliyorduk. Kahvede devam ediyorduk. Kim kurucu olacak o zaman? Gönülsüz hiç kimse yoktu. Kimseyi zorla çekmedik. Bir kere söyledik, hemen kabul ettiler. Karar verdikten sonra yer sorunumuz ortaya ç›kt›. ‘Buyurun’ dedim, ‘benim evim genifl.’ Buraya geliyorduk. Ama öyle karar vermek kolay de¤il. Uzun uzun tart›fl›yorduk. ‘Ne yapal›m, ne yapal›m?’ Tutuklu ve Hükümlü Aileleriyle Yard›mlaflma Derne¤i’, olsun dedik.”

Zile basarken de ayn› heyecan kapl›yor içimizi. Anam›z karfl›l›yor bizi. Öyle içten, öyle s›cak bak›yor ki “Merak ettim siz tekrar aramay›nca!” Kim bilir kaç kez söylemifltir bu sözü evlatlar›na. Ana yüre¤i iflte. Evde o¤lu, gelini ve torunu var Mesude Ana’n›n. Onlarla da görüflüp bafll›yoruz sohbete. Gerçi evin ufakl›¤› (Görkem) yat›yor. Sabah erkenden okula gidecek. Baya¤› zaman geçiyor. Sohbetlerin ard› arkas› kesilmiyor. Birbirimize anlataca¤›m›z o kadar çok fley var ki… Kay›t cihaz›m›z›n dü¤mesine bas›p masan›n üzerine b›rak›yoruz. ‹stiyoruz ki içinden gelen her fleyi anlats›n Mesude Ana. Mesude Ana, TAYAD’›n kurucular›ndan biri de sensin. Bize o günleri anlat›r m›s›n? TAYAD’› nas›l kurdunuz? “Vallahi TAYAD’› kurmam›z o kadar olayl› ol-

26 | TAVIR | MART 2006

Bir anda oturdu¤umuz oday› gözden geçiri-

“Ruhumuz ve bilincimiz sars›l›yordu. Yeni bir kimli¤e bürünürken, direnenlerin analar›, babalar›, yak›nlar› olarak, onur, ac›m›z›n önüne geçiyordu… Birbirimize daha iyi sar›l›yorduk…”*

yoruz. Koca bir tarihe tan›k olmufl buras›. Analar›n, babalar›n yüre¤ine su serpmifl kimi zaman, kimi zaman onlar›n hüznüne ortak olmufl. fiimdi de bizi dinliyor. Umutsuzlu¤a kap›lmadan, kahvehanelerde toplant› yaparak evlatlar›n›n sesi olmak isteyen tutuklu aileleri, umut olmaya çal›fl›yorlar. 12 Eylül cuntas› sonras›, “yapra¤›n dahi k›p›rdamad›¤›”, zulmün, bir y›lan gibi vatan› sard›¤› y›llar... ‹nsan ve insana dair ne varsa, yok edilmek istenmifl, bunun için genç bedenler kurflunlanm›fl, hakk›n› arayan herkes iflkence tezgâhlar›ndan geçirilmifl. O günlerde mahpushane önlerinden hiç ayr›lmayan analar babalar vard›. Metris’ten, Mamak’tan, Sa¤malc›lar’dan, Gayrettepe’den, Diyarbak›r’dan... Beyaz baflörtüleri, k›z›l bantlar›, nas›rl› ellerinde k›z›l karanfillerle demir kap›lar›n ard›na seslerini ulaflt›rmaya çal›fl›yorlard›: Yitirdiklerimizi anlat›rken heyecanlan›yor Mesude Ana: “Sevgi (Erdo¤an) de vard›. Evlerimiz birbirine uzak oldu¤u için bir karar› netlefltirmeden


röportaj

asla bitirmezdik tart›flmalar›. ‹sim falan belli olsun dedik. Ondan sonra da ‘Dernekler Masas›’na baflvurduk. O da Gayrettepe’deydi o zaman. Tüzü¤ü okuduk. Üyenin s›n›r› yok. Yaln›z o zaman yedi kifli as›l üyeydi. Üç kifli de denetleyicilik yap›yordu. Karar al›nd›, geldik. Rahmetli kocam, bir karton getirdi, aha flu sehpa gibi. Evvela onu bir yazd›. Serdar’›m›n yaz›s› da ayn› babas›na benzerdi. Babas› da her fleyi flablon gibi yazard›. Çok güzel yaz›s› vard›. Karton’a yaz›y› yazd›ktan sonra dedik ki bunun k›salt›lm›fl› nas›l olur? Tutuklu’nun ‘T’ si, Ailelerinin ‘A’ s›… Neyse iflte, bütün yaz›n›n bafl harflerini ç›kard›k, TAYAD oldu. Bize dediler: ‘Bir yer bulacaks›n›z. Küçük de olsa bir yer bulacaks›n›z.’ Biz de sonra 500 Evler’de bir yer tuttuk. Bizim oturdu¤umuz bu salonun yar›s›n› düflün. Dikdörtgen bir yer. Bir masa, (onu da birisinden bulduk), bir sandalye… Sonra tekrar ‘Dernekler Masas›’na baflvurduk. Onay› verdiler ama flunu da söylediler: ‘Buras› çok küçük. Mutlaka sizin tüzü¤e uygun, bir toplant› odas›n›n, çal›flma odas›n›n ve misafir odas›n›n oldu¤u bir yere ihtiyac›n›z var.’ Biz oray› tuttuk ama s›rf izni almak için. Evvela büyük yaz›y› ast›k, k›salt›lm›fl›n› da ilave ettik. Amaç bu, ama bu da k›salt›lm›fl›… Onu koyduk oraya, bafllad›k üye bulmaya. Ve tabi polislerle mücadeleye… Her gün ayn› fleyler, ‘Günayd›n. ‹yi günler, duyduk ki buraya bir dernek aç›lm›fl v.s v.s …’ Biz de bir taraftan aileleri örgütlemeye bafllad›k. Hapishane önünde ailelerle konuflup, derne¤i kurdu¤umuzu ve bu derne¤i sahiplenmemiz gerekti¤ini söyledik. Kimisi m›r›n k›r›n ediyor, kimisi de hemen üye oluyordu. Makbuzlar›m›z da vard›. Sonra Aksaray’a tafl›nd›k. Oraya da h›rs›z girdi. Daha do¤rusu h›rs›z girdi süsü verildi. Tam Aksaray ‹SK‹’nin oldu¤u sokaktayd›. Velhas›l oraya da tafl›n›nca onay›m›z› da ald›k, bafllad›k faaliyete. Karar al›n›r, Adana’ya gidilecek mesela. Nerelere gitmezdik ki, Adana, Malatya, Ankara, Elaz›¤, Diyarbak›r, Mersin…” Bütün hapishanelere gidiyor muydunuz? “Evet. Ama görüflebildiklerimiz de oluyordu, görüflemediklerimiz de. Önemli olan oradaki aileleri örgütlemek tabii. Elaz›¤’a bir grup ayr› giderdi, Diyarbak›r’a bir grup ayr› giderdi. Yine ortak bir yerde birleflilirdi, ya Ankara’da, ya Adana’da. Hatta o dönemler, farkl›

siyasetlerden tutuklular›n aileleri bize ‹nsan Haklar› Derne¤i’ni kurmay› teklif ettiler. ‘Aman’ dedik, ‘hepsi flimdi karman çorman olmas›n’. Hele bir bu derne¤i ayakta tutal›m da, ondan sonra. Velhas›l ondan sonra yay›ld›k. Telefonumuz yok, daktilomuz yok… Bunlar hep yavafl yavafl bulundu.” Eski günlere, 20 y›l öncesine dönüyor Mesude Ana. Gözleri sabit bir yere tak›l›p kal›yor. Ac›s›yla tatl›s›yla tam 70 y›l› geride b›rakm›fl. O zamanlar bas›n aç›klamalar› yap›yor muydunuz? “Bas›n o zaman baya¤› bize yard›mc›yd›. Biz gazetecileri de geziyorduk. Ca¤alo¤lu bizim bar›na¤›m›zd›. Tabipler Odas› oradayd›, Hukukçular, Gazeteler… Sürekli konuflurduk. Ondan sonra bu ‘Tek Tip’ meselesi ç›k›nca, görevlerimiz ço¤ald›. Bafllad›k a¤›rl›¤› Ankara’ya vermeye. O zamanlar DGM (Devlet Güvenlik Mahkemeleri) yoktu. Her mahkemede Metris’e gidiyorduk. Buz gibi, kocaman, hangar gibi bir spor salonu vard›. Yavrular›m›z›n hepsini birlikte getiriyorlard›. Ç›plak, yal›nayak…” Tutsaklar ne giyiyorlard›? “fiort. Onlar tek tip elbiseyi giymeyince, bir zaman mahkemeye ç›kar›lmad›lar. O cezaevi arabas›ndan bile ç›karm›yorlard›. Onun içinde bekletiyorlard›. Bu arada biz bakanl›klar›, milletvekillerini, kamu kurulufllar›n›, gazetecileri… Hep böyle geziyorduk Ankara’da. O kar, k›fl, tipide, çocuklar› mahkemeden getiriyorlard›. Ayaklar›nda tokyolar, onlar giy-

dirmeye çal›fl›rlar, çocuklar giymez. Tek tip elbise dediklerini flimdilerde çöpçüler bile giymiyor. Kaç kere söylemiflimdir cezaevi müdürlerine, ‘Siz giyin, onlar deli gömle¤i, bizim çocuklar›m›z deli de¤il’ diye. Bir de Gülhane’nin tam karfl›s›nda bir yer vard›. Biz ne yapard›k biliyor musunuz? Çocuklar›n pantolonlar›n› ya üst üste giyerdik, ya da belimize sarard›k. Benim çok foto¤raflar›m vard›r öyle. Bazen gözüme iliflir. Pantolonun paças›n›n biri benim elimde, biri de askerlerin elinde. Genel Kurmay Baflkanlar›na kaç kere ç›kt›k. Burada, Selimiye’de… Gideriz görüflmek için, görüfltürmezler. Küfürlerin bini de bir para zaten.” Hem evi, efli, çocuklar›, hem de mahpushanedeki evlatlar›… “Kad›n dedi¤in evde oturur.” laflar›na bakmadan, durmadan mücadele ediyor. Evi yüzlerce anan›n baban›n, kardeflin, eflin de evi. Tüm kad›nlara örnek o direnen evlatlar› kadar yürekli, cesur, kararl›... Peki, amaçlar›n›z genel olarak neydi? Sadece Tek Tip Elbise’nin kald›r›lmas› m›? “O tek tip elbise davas› zaten vard›. Amac›m›z hem onu k›rmak, hem çocuklar›m›z›n hakk›n› savunmak. Görüfllerde k›s›tlamalar vard›, elbise derdi vard›. Para konular›nda s›k›nt›lar› vard›. Yani anlayaca¤›n›z konu çoktu.” 12 Eylül’den sonra hapishaneye gidifl gelifllerde yaflad›¤›n›z s›k›nt›lar nelerdi?

MART 2006 | TAVIR | 27


röportaj

“fiimdi yavrum, aranma meselesi bir sorun. Ayakkab›lar›n› ç›karacaks›n. Gerçi flimdi de var o. Biz inat edip ç›karm›yorduk. Onlar›n dedi¤inin tam tersini yap›yorduk. Onlar f›rsat buldukça bizi susturmaya, y›ld›rmaya çal›fl›yorlard›. Biz de y›lmad›k. Kimimiz d›flar›da, kimimiz içerde. ‹çerdekiler de ayn› fleyleri yap›yorlard›. Bize dediler ki ‘Çocuklar›n›z ç›km›yor. Giysin elbiseleri ç›ks›nlar.’ ‘O¤lum o onursuz elbiseyi giyerse, o¤luma karfl› ç›kar›m.’ dedim.

m›za ‘hay›r giymeyin’ diyorduk.”

Sa¤malc›lar’a geldiklerinde bir binbafl› vard›. O adamla çok tart›flmalar›m›z oldu. Bana dedi ki bir gün; (yine içerde açl›k grevleri var.) görüflmek istiyoruz. Gitti¤imiz yerde de ›zgaral› demirler vard›, kendilerini korumak amac›yla. Oradan a¤z›na gelen her küfürü ediyordu. ‘Serserilerrrr!, Piçlerrrr!’ Ben de, ‘O ba¤›ran sen misin? O dediklerin askeriyeden ç›k›yor. Sen de onlar›n içinden birisin.’ dedim.”

Yaln›z bir flart›m›z vard›. Herkes o bahsetti¤imiz kahvehaneye gelir, önce tatl›s›n› yer, sonra TAYAD’a gelirdi. TAYAD’da da kutlama olur, çaylar içilir, yemekler yenir. Ondan sonra evine gider. Üç gün mü, befl gün mü durur. Ama sonras›nda yine TAYAD’a u¤ramal›d›r.

TAYAD olarak ilk eyleminizi nerede yapt›n›z hat›rl›yor musun? “‹lk eylemimizi Bayrampafla Cezaevi’nin önünde yapt›k. Bas›n aç›klamas› yapm›flt›k. Aç›klamalar›m›za sanatç›lar, gazeteciler geliyordu. Ben o tür eylemlere fazla kat›lmad›m. Çünkü ‹stanbul d›fl›nda oluyordum. Daktilomuz yoktu. Sonra hoca buldu bir yerlerden. fiu bas›l›p kak›lanlar var ya, ondan iflte.”

Kaç y›l›ndan beri hapishaneye gidiyorsun? “1975’den bu yana gidiyorum. ‹lk Toptafl› sonras› ço¤ald›. Sadece Türkiye de¤il Avrupa hapishanelerini de gördüm. Orada da görüfl saatleri bekledim.”

‹çerdekiler görüfle ç›kmay›nca siz ne yap›yordunuz? “Ç›kmas›nlar. D›flar›da oturuyorduk, oturuyorduk, taa görüfl yerine kadar gidiyorduk ama. Mesaj veriyorduk. ‹ster versinler, ister vermesinler. Onlar çocuklar›m›za diyordu ki: ‘Elbiseyi giyin görüfle ç›k›n.’ Biz de çocuklar›-

Aran›zda ne tür dayan›flmalar oluyordu? “Yol paras› bulamay›p gelemeyenler de vard›. Mecburen o insan›n elinden tutacaks›n. Yok ki, ayakkab›s› yar›m. Giyece¤i, yiyece¤i yok. Mesela çocuk tahliye olmufl, ç›km›fl, ailesinin durumu yok. Ailesi gelebiliyorsa, burada olanlar uzakta olanlara harçl›¤›n› da veriyordu, yol paras›n› verdi¤imiz de oluyordu.

Tutuklulara da hem maddi, hem manevi destekte bulunuyorduk. Üstü bafl› yoksa…”

Sonra Serdar için hapishanelere gitmeye bafllad›n. Bize ondan bahseder misin? Ne zaman tutukland›? “Ben ilkokul dördüncü s›n›fa kadar okudum. Bir evin bir k›z›yd›m. Akflam k›z sanat okulunu bitirdim. Terzili¤im vard›. 1957 y›llar›nda. Ben o zaman Serdar’a hamileydim. Çok dikifl diktim. Konfeksiyonlara ifl yapard›m. Çocuklar ortaokula gidinceye kadar asla d›flar›dan elbise almad›m. Hep kendim yapt›m. Serdar’a hamileyken Gültepe’deydim Sonra Çank›r›’da dünyaya geldi Serdar.”

Sözlerini tamamlayam›yor Mesude Ana. Yaras›na elini bast›rarak konufluyor. Y›llarca süren bir ayr›l›¤›n sonunda Serdar’a kavuflamamas› içini yak›yor. Bir süre sonra yeniden bafll›yor anlatmaya... “1991’de ilk Adana’da tutukland›. Ben tabi haberlerini baflkalar›ndan ald›m. Televizyonda göstermifller. Duyunca ben de, babas› da flok oldu. Ondan sonra zaten Malatya’ya getirmifller. Malatya DGM’de yarg›land›. Cezay› da orada verdiler. Malatya, Bursa, Yozgat, Bart›n, Ordu… Tüm hapishaneleri dolaflt›.” F tipine de gittiniz… “F tipine hiçbir fley alm›yorlar. Buras› en rezil, en flerefsiz yerdi. Ama hiç taviz vermedim. Serdar ölüm orucuna girdi¤i anda bir tepki görmediler benden. Bir defa gardiyan›n birisi görüflmek istedi benle? F›rsat kollad›. Onun f›rsat›n› ben anlad›m. ‘Teyze, seninle bir konuflal›m.’ dedi. ‘Ne konuflacan sen benle.’ dedim. Sandalye veriyor bana akl›nca oturtup konuflturacak. Cevab› al›nca bir daha da gelmedi.” Serdar’›n ölüm orucuna girece¤ini ö¤renince ne hissettin? “O iki senedir bana her gidiflimde söylüyordu. Ne kadar ‘haz›rl›kl›y›m’ desem de, evvela yüre¤imde bir fley koptu¤unu hissettim. Ama yüzümde belli etmedim. ‘Sen bilirsin. Sayg› duyar›m.’ dedim. Hem de aç›k görüflte söyledi. Vedalafl›rken, ‘Yolun aç›k olsun o¤lum. Arkanday›m. Gururumsun.’ dedim. Oradaki gardiyanlar bile flafl›rd›lar. Hiçbir fley demedim. Hiçbir zaman tepki göstermedim.” O gücü nereden al›yorsun? “Bilmiyorum. Baflkas› olsa der ki, ‘Bu kad›n anadan baflka her fleye benziyor. Duygusuz ana.’ derler. Dedi¤im gibi devaml› uyar›yordum. Ve ölüm orucunda ölen çocuklar›n ailelerini gördükçe ben daha da güç al›yordum. Örne¤in, Özlem Türk’ün annesiyle hastanede beraber kald›k. Onlar bir odada biz bir odada. Talat vard›. Serdar Karabulut vard›. O çocu¤um pisipisine gitti. Bir deneme i¤nesi yapt›lar, küt! Gitti an›nda hastanede. Ve Özlem’in annesi devaml› gelip gidiyordu. K›na yakt› annesi eline. Düflünecek olursan. A¤-

28 | TAVIR | MART 2006


röportaj

lars›n, s›zlars›n. Kolay bir mesele de¤il. Yüre¤imdeki s›z›, taa ki ben ölünceye kadar gitmeyecek. Çocu¤umun nefesi her an ensemde. O kad›n› düflünüyordum. Onu da do¤uran bir ana, diye.

rum.’ dedi. ‘O baflar›s›zl›k laf›n› da kabul edemiyorum.’ dedim. Görüfltük. D›flar› ç›kt›k. Oradan beni bir ailenin evine götürdüler. ‹flte bir tek o zaman a¤lam›flt›m. Ondan sonra iki kere daha görüfltüm.”

Ahmet Kulaks›z’› gördüm. O da iki evlat verdi. Dernekte bir tane Niyazi var. Hem o¤lunu hem k›z›n› verdi. O da baba. fiimdi bir tek ben miyim evlat do¤uran? Bir tek benimki mi? Daha nicelerimiz.

Hastanede nas›l görüflebildiniz? “Hastaneye gittik. Tabipler Odas›’ndan doktorlar gelmifller. Serdar’a müdahale edilmesine tepki göstermifller. ‘Yapt›¤›n›z uluslararas› hukuka ayk›r›.’ Onlar da ‘Bu Adalet Bakan›’n›n talimat›.’ diye. Doktorlar bunun keyfi oldu¤unu söylemifller. Odadan en son bir kad›n ç›kt›. ‘Böyle bir hastaya hiçbir fley yap›lamaz!’ diye ba¤›rd›. O kad›n da ç›kt›ktan sonra ben girdim. Bana ‘On dakika görüflebilirsin.’ dediler. Odan›n her yerinde askerler var. Etraf›ma flöyle bir bakt›m.

s›rt›na koydum. Üstüne de bir fley giydirmek için dolab› aç›nca, askerin birisi ‘Yasak!’ dedi. ‘Yeterrrr!!!, Yeterrr art›k!!! Buras› yasaklar ülkesi mi?’ dedim. ‘Allah belas›n› versin herkesin.’ dedim. Açt›m dolab›, çarçaf› al›p üstünü örttüm. ‘Çok üflüyorum anne.’ dedi. Gö¤sünden de h›r›lt› sesleri geliyordu. ‘Giydirecem çocu¤umun üstünü!!! Adam› çileden ç›kartmay›n!!!!’ dedim. ‘O kadar çok biliyorsan gel yard›m et’ dedim. Öküz gibi surat›ma bakt›. Ondan sonra elbiseleri gelmemifl. Üçüncü gidiflimde gelmiflti. ‘Serdar!!!’ dedim. ‘Beni tan›d›n m›?’ Bafl›n› sallad›. ‘Anne bana zorla müdahale etmifller, do¤ru mu?’ dedi. ‘Evet, o¤lum.’ dedim. Daha önce hapishanede birlikte kald›¤› arkadafl› da vard› yan›mda. ‘Gel o¤lum, arkadafl›n›n üstünü giydir, o senin hakk›n.’ dedim.”

Askerlere ‘O¤lum kendinde de¤il. ‹ki elleri de kelepçeli.’ dedim. Askerlerin ellerinde silahlar› vard›. ‘Bu nas›l bir dünya.’ dedim. ‘Bize verilen emir bu.’ dediler. O¤lumun yan›na yanaflt›m. ‘Yavrum sana dokunan eller k›r›l-

Bundan sonra bir anneye ne sorulabilir ki? Karfl›l›kl› susuyoruz ve bir sigara yak›yor Mesude Ana. Sigaras›na s›¤›n›yor. 31 y›l hapishane kap›lar›n›n önünde bekleyen bir anne… 20 y›ll›k TAYAD tarihinin canl› tan›¤›, y›lma-

Kimsenin yan›nda gözyafl› dökmedim. Benim dostum oldu¤u kadar düflman›m da var. O f›rsat› vermedim ellerine. En kötü günlerimde bile. Ben eylem yapaca¤›n› an an bekliyordum. Ama onun sa¤l›¤›n› daha da y›pratt› tabi.”

s›n! Ne hale getirmifller seni! Hangi flerefsiz yapt›!’ dedim. ‘Anne sen mi geldin?’ dedi. ‘Ben geldim o¤lum.’ dedim. ‘Allah belalar›n› versin! Allah belalar›n› versin!’ dedi. Hele o komutan›n sesini duyunca, daha da tepki verdi.

yan umudunu yitirmeyen bir anne…

Serdar’› eylemden sonra görebildin mi? “fiimdi flöyle oldu. Görüfle gittim iki buçuk gibi. ‘Allah Allah!’ dedim. Gardiyanlar› bafl›nda görünce. Ellerinde sarg› bezleri vard›. ‘Ne oldu o¤lum?’ Dedim. ‘Allah kahretsin!’ dedi. ‘Ne oldu o¤lum?’ dedim. ‘Feda eylemi yapt›m. Ama baflar›l› olamad›m.’ dedi.

Onu öyle görünce bir bocalad›m. Hemen kendime geldim. Demirlerden tutundum. O arada ‘On dakika doldu teyze.’ dediler. Ertesi gün gittim. Odas›n› de¤ifltirmifllerdi. Ama ç›r›l ç›plak. Üstünde sadece bir çarflaf var. ‘O¤lum ne yapt›lar sana?’ dedim. Yüzüme flöyle melül melül bakt›. Odada baflka arkadafllar› vard›. ‘Onlar kim?’ dedi. ‘Arkadafllar›n o¤lum.’ dedim. Elini kald›r›p selam vermek istedi. O arada üstünü giydirmek istedim. Askerler ‘Yasak!’ dedi. ‘Ne demek yasak!’ dedim. Sonra dolab› aç›p bir tane çarflaf al›p

Mecburen. Kafan› çal›flt›rmazsan hayatta kalamazs›n. E¤er ben girdi¤i günden beri z›y z›y z›y a¤lasayd›m, benim o¤lum beni kabul etmeyecekti. Bu bir. Telefon dinleniyor Ben, ‘Vazgeç o¤lum, de¤mez o¤lum’ deseydim, de¤il ölüsünü, dirisini bulamayacakt›m. Çünkü yaflad›k bunlar›. Ben görüflten ayr›ld›¤›m anda Serdar yoktu. Bir amaç u¤runa girdi yavrum. Hiçbir ana çocu¤unun ölmesini istemez. Kolay bir mesele de¤il. Ben daha kendimi yeni yeni toparlad›m. Ben bir mezarda a¤lad›m.

O anda yaral› elini duvara vurdu. ‘Dur bakal›m! Geri al o laf›n›.’ dedim. ‘Nas›l baflar›l› olmam›fls›n!’ ‘Sen yoluna devam ediyon mu? Ondan haber ver.’ dedim. ‘Devam ediyo-

Ve TAYAD… Tam 20 y›l. 20 y›lda neleri s›¤d›rmad›lar ki yüreklerine? Kaç ana o¤lunu kara topra¤›n ba¤r›na emanet etti, kaç baba k›z›n›n cans›z bedenini arad› y›llarca, kaç ana isimsiz mezar tafllar›n› ba¤r›na bast› evlat diye, kaç omuz nas›rland› “özgür vatan” için ölüme gidenlerin tabutlar› alt›nda, kaç ana evlad› için açl›¤›n koynuna yatt›? Kaç ana, kaç baba, kaç efl, kaç çocuk, kaç kardefl? Hepsinin toplam› iflte TAYAD. Ve TAYAD Mesude Ana’larla do¤up, bir ülkenin demokrasi mücadelesi tarihine geçen ender örneklerden biri olarak yürüyor hala do¤ru bildi¤i yolda...J

* Tutsak aileleri 12 Eylül ve TAYAD (‹kinci bask›ya önsöz)

MART 2006 | TAVIR | 29


de¤erlendirme

göç yollar› erhan canoba

nomik güçlükler, yasal göçe konulan k›s›tlamalar yasad›fl› göçü ve insan ticaretini tetikliyor. Yaflam standard›n›n düflük olmas›, iflsizlik, fakirlik, kad›nlara yönelik ayr›mc›l›k ve sosyal yap›lar aras›ndaki derin uçurum göçün ana nedenlerini oluflturuyor. Bütün bunlarla birlikte göçü ortaya ç›karan nedenleri düflünürken Yeni Dünya Düzeni’ni düflünmemek olmaz. Bu yüzden medyadan s›kça duydu¤umuz “insan kaçakç›l›¤› ile mücadele” merkezli haberler, emperyalizmin durumu s›radan bir adli olaya dönüfltürmesi, çözümü de polisiye yöntemlere ba¤lamas›na indirgiyor. Asl›nda öz olarak emperyalizmin söyledi¤i flu: “Aç kalacaks›n›z, ülkelerinizi yöneten iflbirlikçilerimi destekleyece¤im, siz sesinizi ç›karmayacak, doymak için de göç yollar›na düflmeyeceksiniz! Ben iflgücüne ihtiyaç duyarsam sizi ça¤›raca¤›m” Soluk ald›¤›m›z her an, dünyan›n dört bir yan›nda yüz binler, çok çeflitli zorluklar alt›nda göç için yollara düflüyor. Akdeniz’de, Uzakdo¤u’da, Meksika Körfezi’nde her gün onlarca “kaçak” ölüyor, öldürülüyor. Daha iyi bir yaflam umuduyla dilini, kültürünü bilmedi¤i ülkelere göçen milyonlarca insan, bu ölüm yolculu¤una varlar›n› yoklar›n› dökerek ç›k›yor. Dünya hareket halinde. Do¤u’dan Bat›’ya, Güney’den Kuzey’e... Dünyan›n nimetlerinden yoksun b›rak›lan ülkelerden, dünyan›n nimetlerine tek bafl›na el koyanlar›n ülkelerine... ‹nsanl›k tarihinden bu yana var olan göç hareketleri son y›llarda gündemi fazlas›yla iflgal etmeye bafllad›. BM, yasad›fl› göçün 21. yüzy›l›n en büyük güvenlik sorunu oldu¤unu düflünüyor. Bu aç›klamay› desteklemek için emperyalizmin a¤z›ndan duydu¤umuz; suç flebekeleri taraf›ndan yönetilen “insan ka-

30 | TAVIR | MART 2006

çakç›l›¤›”, “seks köleli¤i” gibi aç›klamalar da gerçe¤in üstünü örtmekten baflka bir fleye yaram›yor. Asl›nda gören gözler için neden çok net: Dünya halklar› büyük bir yoksulluk ve açl›k içerisinde. ‹nsanlar kendi gelece¤inden kuflku duyuyor. Ülkelerindeki iktidar bask›lar›ndan, milliyetçilikten, ›rkç›l›ktan ve kabile savafllar›ndan kaç›yor. Hiçbir halk kendi ülkesinden, do¤du¤u topraklardan vazgeçmek istemez. Buna ra¤men bugün y›lda ortalama 1 milyon kifli Asya, Ortado¤u, Afrika ve Latin Amerika’dan geliflmifl kapitalist ülkelere do¤ru, özellikle Bat› Avrupa ve ABD’ye do¤ru amans›z bir yolculu¤a ç›k›yor. Yoksulluk, hayata dair umutsuz beklentiler içinde olan kiflileri kolayl›kla kölelefltiriyor. Ucuz iflgücü talebi, göç veren ülkedeki eko-

‹nsan kaçakç›l›¤› ile mücadele kurulufllar›na göre kaçakç›l›k, “Baflkalar›n›n menfaati için kiflilerin seksüel ya da ekonomik olarak istismar› amac›yla, fliddet, tehdit, otoritenin kötüye kullan›lmas› veya di¤er hile ve zorlama metotlar› kullan›larak bu flah›slar›n temin edilmesi veya nakledilmesi eylemi” olarak tan›mlan›yor. “Bu tan›mda yer alan menfaat temin edebilecek üçüncü flah›slar; fuhufl ifliyle u¤raflanlar, kaçakç›lar, arac›lar, genelev sahipleri, di¤er iflçi, iflveren, müflteri veya suçla ilgili kifliler olabiliyor” deniyor… ‹nsan kaçakç›l›¤›n›n amac› büyük ölçüde, zorla fuhufl, yasad›fl› ifl ve iflçilik, hileli evlatl›k ve evlilik, seks turizmi ve e¤lence, pornografi, dilencilik ve di¤er suç faaliyetleri olarak belirginlefliyor. Yukar›da söylenenler do¤ru olmakla beraber bu tür kurulufllar, zengin kapitalist ülkelerin


de¤erlendirme

ucuz iflgücü talebini ve ezilen halklar›n ekmek kavgas›n› her defas›nda görmezden geliyor. Herkes suçu kaçakç›lara ve suç örgütlerine at›yor ama bu iflten as›l kar edenler; ülkelerine kaçak olarak gelen insanlar›n emeklerini ve ifl güçlerini sömüren, onlar› çal›flt›r›p, kazand›klar›yla dünyada haks›z rekabete giriflen kapitalistler nerede? Çünkü kaçak insanlar ucuz, hatta neredeyse maliyetsiz iflçiler demek. Hiçbir güvenceleri yok. Ölseler bile çal›flt›rana yükleri yok. Bat› Avrupa’n›n zengin ülkeleri son y›llarda içine düfltükleri ekonomik krizden kurtulman›n yollar›n› ucuz iflgücüyle çözmek istiyor. Göçmenli¤e karfl› gibi görünse de asl›nda buna ihtiyaç duyuyor. Dünya genelinde yaklafl›k 200 milyon kiflinin köle olarak çal›flt›r›ld›¤› da rakamlardan f›rlayan bir gerçek. Zorla çal›flt›rmalar sonucunda elde edilen küresel kar da 30 milyar dolar civar›nda. Köleli¤in “geleneksel” biçimleri sömürgesel bir miras olarak geçmiflten izler tafl›yor. Yine, pek çok insan seks kölesi oluyor. Asya’n›n yoksul ülkeleri bunun bafl›n› çekiyor. Göçmenler gittikleri ülkelerde ak›l almaz bir yaflamla karfl›lafl›yor. Göçle birlikte sa¤l›k sorunlar› art›yor. Göçmenlerin temel ihtiyaçlar›n›n giderilmesi; ifl, konut, temiz su, sosyal güvence ile huzur ve güven verilmesi gibi temel gereksinimlerin karfl›lanmas› uluslararas› anlaflmalara göre ise zorunlu. Ülkemizi iki yan›yla ilgilendiren bir durum var ortada.

Eritre’den kaçak yollarla Libya’ya geldim. Trablusgarp civarlar›ndaki mülteci kamplar›nda yaklafl›k bir y›l bekledim. Libya, mültecilere yard›m etmiyordu ama yaflad›¤›m›z kampa k›smen BM yard›m› veriliyordu. ‹talya’ya geçme giriflimlerim sonuçsuz kald›. Fas üzerinden ‹spanya’ya geçmeyi baflard›m. Param kalmad›¤› için ço¤u kez vücudumu rüflvet olarak vermek zorunda kal›yordum. AIDS ve hamile kalma korkular›yla yaflad›m. Korktu¤um bafl›ma geldi, hamile oldu¤umu ö¤rendim. Çocu¤umu Fransa’da ald›rmaya çal›flt›m. Yasal hiçbir hakk›m olmad›¤› için hastaneler bu iste¤imi geri çevirdiler, hatta beni polise teslim etmekle tehdit ettiler. Afrikal› bir arkadafl›n yard›m›yla sa¤l›ks›z bir or‹lki, Bat› Avrupa ve Kuzey Amerika’ya çok çeflitli nedenlerle göç etmifl milyonlarca Türkiyeli. Bu flimdilik yaz›m›z›n konusu de¤il. ‹kincisi ise Türkiye’nin co¤rafi durumu itibariyle özellikle Bat› Avrupa’ya yap›lan göçlerde “köprü” ülke durumunda olmas›. Her y›l ortalama 500 bin civar›nda “yasad›fl›” göçmen Bat› Avrupa’ya gidiyor. Bu rakam›n 100 bini ülkemizi köprü olarak kullan›yor. AB’nin bask›s›yla önlemlerini sertlefltiren Türkiye hükümetleri, son yedi y›lda yaklafl›k 500 bin “kaçak” göçmen yakalam›fl. Özellikle limanlarda önleyici tedbirler art›r›l›rken, bu konuda kullan›lacak teçhizat

tamda çocu¤umu düflürdüm fakat kan kayb› yüzünden tekrar hastaneye gitmek zorunda kald›m. Sonra hastaneden kaçt›m ve Almanya’ya geçtim. Almanya’da siyah olmam nedeniyle çok çeflitli afla¤›lamalara maruz kald›m. Yasal oturum baflvurum reddedildi. Paras› olan arkadafllar›m Almanya’da yasal oturumu olan kiflilerle paral› evlilik yap›yorlar. Bir Alman’a para ödeyerek onunla evlenirseniz bir süre sonra yasal oturum hakk› elde ediyorsunuz. Fakat polis bu arkadafllar›m›n evlerini gece yar›lar› bas›p evlendikleri kifliyle ayn› yatakta yat›p yatmad›klar›n› kontrol ediyor. Çamafl›r dolaplar›n› kar›flt›r›yor. Bu yüzden evlili¤in sahte olup olmad›¤›n› anlamaya çal›fl›yor. Benim param yok, ne yapaca¤›m› bilmiyorum. J (Eritre’den Saida) ve personel say›s› da on kat›na ç›kar›lm›fl. Türkiye, BM ve AB ile iflbirli¤i yaparak her geçen gün yeni eylem planlar› üzerinde çal›fl›yor. Geçti¤imiz günlerde yap›lan bir aç›klamada Türkiye’den hareket ederek ‹talya ve Fransa’ya giden kaçak göçmen tafl›yan gemilerin say›s›n›n s›f›ra indi¤i belirtiliyor. Siz buna inan›yor musunuz? Pek inand›r›c› gelmiyor çünkü gizlenen baflka bir gerçek daha var: Türkiye’de bu konuda bir “pazar” var. Bu pazardan sadece simsarlar, “suç örgütleri” kazanm›yor. S›n›rlar› bekleyen güvenlik güçlerinden, bürokratlara, siyasetçilere kadar birçok kesim bu pazardan pay al›yor. Halklar ekme¤e ulaflmak zorunda. Halklar yaflamak zorunda. Halklar, IMF politikalar›yla, gizli ya da aç›k iflgallerle ülkelerinin bütün kaynaklar› ya¤malan›yorsa ekme¤e nas›l ulaflacak? Böyle bir dünyada göç önlenemez. Açl›k ve yoksullu¤un oldu¤u, içecek temiz suyun bile olmad›¤› bir dünya düzeninde hiçbir önlem göçü önleyemez. ‹talya, s›n›rlar›na gelen kaçak göçmen gemilerine atefl açmay› yasalaflt›rmaya çal›fl›yor. ‹ngiltere, Akdeniz’de gördü¤ü kaçak göçmen gemilerini savafl uçaklar›yla bat›r›yor. Bu yöntemler çare olmayacakt›r. Göçü ortaya ç›karan nedenler ortadan kalkmad›kça bu sorun çözülmeyecek. Emperyalizm böyle bir dünyay› yarat›rken kendi kuyusunu kaz›yor.J

MART 2006 | TAVIR | 31


de¤erlendirme

Kuzey Irak’tan yola ç›kt›m. Dört gün boyunca yürüyerek ‹ran’a geçtim. K›flt› ve kar ya¤›yordu. Daha sonra yine 9 gün yürüyerek ad›n›n Van oldu¤unu sonradan ö¤rendi¤im kentin bir köyüne ulaflt›m. Köye ulaflt›¤›mda ayaklar›m donmak üzereydi. Van’da bir flebeke taraf›ndan, askere teslim edilece¤im tehdidiyle bir ay kar›n toklu¤una çal›flt›r›ld›m. Daha sonra ‹stanbul’a götürüldüm. Uzun süre Aksaray’da bir otelde kald›m. Benim gibi yaklafl›k otuz kifliyle birlikte Çanakkale’ye giderken gözalt›na al›nd›m. Üzerimdeki bütün para -yaklafl›k 3 bin dolar- al›nd›ktan sonra serbest b›rak›ld›m. Yan›mdakilerin her birinde gemiye vermek için yaklafl›k bu kadar para vard›. Paran›n hepsi al›nd› ve bize geri verilmedi. Tekrar ‹stanbul’a döndüm, kaçak ifllerde çal›flt›m. Irak’tan para getirttim. Ege’de ismini bilmedi¤im bir yerden yaklafl›k 250 kifli ile

32 | TAVIR | MART 2006

birlikte bir gemiye binerek Türkiye’den ayr›ld›m. Gemi ile ‹talya’ya gitmek için anlaflmam›za ra¤men bütün yolcularla birlikte bir Yunan adas›na b›rak›ld›m. Yunan güvenlik güçleri bizi resmi ifllem alt›na almad›. 8 ay Yunanistan’da kald›m. Atina’da binlerce kaçakla birlikte her türlü iflte çal›flt›m. Herkes durumumuzdan haberdard› ama kimse bize dokunmuyordu. Sokaklarda, parklarda binlerce kifli uyuyorduk. Baflka bir gemi bularak ‹talya’ya geçmek için yola ç›kt›m. Gemide benim gibi yaklafl›k 500 kifli vard›. Gemi çok küçüktü. Güverteye yan yana yat›yorduk. Akdeniz’deki f›rt›nalar s›ras›nda Allah’a defalarca yalvard›¤›m› hat›rl›yorum. Toplu dualar okumufltuk. Bu yolculuk s›ras›nda bir kifli öldü. ‹talya yak›nlar›nda donanma taraf›ndan gözalt›na al›nd›k. ‹talya kimseye yasal ifllem yapmad›. Yasal ifllem yap›lmas›, di¤er Avrupa ülkelerine gitti¤imizde ‹talya’ya geri dönmemize neden oluyordu ve

‹talya bunu istemiyordu. Yaklafl›k bir y›l ‹talya’da çeflitli çiftliklerde çal›flt›m. Daha sonra kaçak yollarla Hollanda’ya geçtim. Hollanda’da yasal mültecilik baflvurusu yapt›m. Baflvuru sonras›nda flehirlerin d›fl›nda bulunan karavanlardan bozma mülteci kamplar›na gönderildim. Bir karavan› bazen üç bazen befl kifli paylaflmak zorunda b›rak›l›yorduk. Kaçak olarak Hollanda çiftliklerinde çal›flt›m. Ürün dönemlerinde kimse bir fley demezken ürün kalkt›ktan sonra -genellikle k›fl aylar›nda- ülkeme geri gönderilme tehdidi ile karfl›lafl›yordum. Dört y›l bu flekilde oturma, okuma ve çal›flma izninden yoksun olarak yaflad›ktan sonra Hollanda’da yaln›zca bir y›ll›k oturma ve yaflama izni ald›m. Bakanl›k, Irak’ta beni tehdit eden bir fley olmad›¤›n› ve ülkeme geri dönebilece¤imi söylüyor.J (Zaho’dan ‹brahim)


araflt›rma

edip cansever’de fliir ve insan cemal kanayazan

Yaflam›n›n otuz y›l›n› fliire adam›fl ve bu adam›fll›¤›n ifadesi olarak yüzlerce fliir yazm›fl bir flairi tan›mlamak, toplumsal-siyasal tablo içinde belirli bir yere oturtmak, flair hakk›nda genel ve kesin yarg›lara ulaflmak neredeyse imkâns›z gibi. On iki kitapla okura sunulan yüzlerce fliirden baz›lar›n› ele alarak yap›lan tan›mlamalar yüzeysel olmaya yazg›l›d›r.

flairdir. Birinde özden gelen bir karamsar, kötümser; birinde yaflam› giysilere, mayolara, flapkalara falan indirgemifl bir flairdir…

‹flte bu yüzeyselliklerden birkaç örnek: “Cansever’de materyalizmi yayma e¤ilimini gördü¤ümüzü söylemek istemiyoruz. O yaln›z uygulan›yor, yaym›yor. O kadar materyalist ve maddeye kapan›k…” (Sezai Karakoç);

Yanl›flt›rlar; çünkü yal›t›lm›fl parçalar asla bütün hakk›nda genel kan›lar›n oluflmas›n› sa¤layamazlar. Bu tarzda bir hataya düflmemek için Edip Cansever’i dönemin en somut koflullar› içerisinde ele almak ve her fleyden önce fliirin Cansever’deki yerini sorgulamak gerekmektedir. Bunu sa¤laman›n yolu soru sormaktan geçmektedir. ‹flte Cansever’in fliirini ve fliirlerinde ele ald›¤› ‘insan’› deflifre edecek birkaç soru: “Cansever’de fliirin yaz›l›fl amac› nedir? Verili bir insan gerçe¤inden mi yoksa kurgulanm›fl/ oluflmas› arzulanm›fl bir insan tasavvurundan m› yola ç›kar flair?”

“Cansever, okuyucusunu aram›yor, haz›rlam›yor onu.” (Erdal Öz) “Cansever, k›s›rl›¤› k›s›rl›kla çiftlefltirip k›s›rl›¤a gebe b›rakt›racak kadar ileri gider.” (Tomris Uyar) “Mutluluk/mutsuzluk, hayat/ölüm sorunsal› bütün çabas›na ra¤men onu diyalektik materyalist yapam›yor, nedeni de flu; fliirinde tarihi maddecili¤i daima d›flar›da b›rak›yor.” (Ahmet Oktay) “fiiir onun için psiko-analitik bir boflal›m arac›d›r.” ( Mustafa Önefl) “Edip, yaflam› bir yaz mevsimi de sayar. Evet, yaflam, giysiler, flapkalar, eldivenler, mayolar, deniz toplar›d›r.” (Salah Birsel) ... Bu örnekler ço¤alt›labilir. Anlafl›laca¤› üzere ayn› flair, bir elefltirmende “sonuna kadar materyalist” bir di¤erinde ise tüm çabalara karfl›n diyalektik materyalist olamayan bir

Tüm bunlar birbirleriyle uzaktan yak›ndan alakas› olmayan tan›mlamalard›r. Yukar›daki ifadeler kendi içlerinde do¤ru dahi olsalar ‘bütünü’ aç›klamaktan uzak olduklar› için yanl›flt›rlar.

Cansever’de fliirin yaz›l›fl amac›, insan gerçekli¤inin çok boyutlulu¤unu bir noktadan dahi olsa yakalamak ve yakalanan noktadan yaflam›n içine girerek onu görünür k›lmay› sa¤lamakt›r. Bu anlamda Cansever’de fliir, biny›llard›r süre gelen ulu bir amaca hizmet eden bir araç durumundad›r: ‹nsan hakikatini anlamak. Cansever, fliir yazmaktaki amac›n› “Bireyi toplum içinde somut olarak görünür duruma getirmek, giderek daha da derinlerine inerek, onun içsel dram›n› kurcalamak çabas›nday›m.” diye ifade eder ki bu ifade edifl yeterince anlafl›l›rd›r fliirin flairdeki yeri için. Tüm amaç insanda dü¤ümlenmifl, tüm yollar insanda sonlanm›flt›r. ‹nsana ulaflma, onu soyutluktan kurtar›p so-

muta indirgeme, insan›n içsel dram›n› kurcalama gibi amaçlar hemen birçok sanatç›n›n amaçlar› aras›ndad›r. Ancak Cansever’de, bu amaca ulaflman›n arac› durumunda bulunan fliir ve onu var edifl tarz›, içinde yaflad›¤› dönemin yerleflik anlat›m tarzlar›ndan uzaklafl›p kendi özgünlü¤üne ulaflmas›yla birlikte radikal bir tutumun ifadesi olur. Cansever’in, Orhan Veli, M. Cevdet Anday ve O. Rifat’›n bafl›n› çektikleri Garip Ak›m›’n›n etkisiyle 1947’de yazd›¤› “‹kindi Üstü” adl› fliir kitab›n› saymazsak ( ki kitap Orhan Veli taraf›ndan “Baz› genç flairler fliir yerine hikaye yaz›yorlar.” diye elefltirilmifltir.) di¤er kitaplar›nda Garip ak›m›n›n etkisinden kurtulur ve kendi özgün yata¤›na ulafl›r. Bu özgün yataktaki anlat›m teknikleri, döneminin anlat›m tekniklerinden farkl›laflt›kça “radikal”leflir. Teknikteki radikallik

MART 2006 | TAVIR | 33


araflt›rma

somutta ele al›nmaya çal›fl›lan insan tan›mlamalar›ndaki radikallikle paraleldir; bu iki paralellik birbirini besler ve geniflletir. K. Marks, “Radikal olmak köklere inmektir; ama insan için kök insandan baflkas› de¤ildir.” diye yazar. ‹flte Edip Cansever’in de köklere radikal bir biçimde inme çabalar› ve bu çabalar›n›n sonucunda karfl›laflt›¤› fley “insan”dan baflka bir fley de¤ildir. Tüm inlemeler, gerilimler, kaç›fllar, direnifller, adres sormalar gelip bir noktada kesiflir ve anlam kazanmaya bafllar: “Bir oyun baflka olamaz oyundan gibi Bir söz baflka olamaz sözden gibi Bir fley baflka olamaz bir fleyden gibi Tam öyle gibi, var›yor gibi bir mutlulu¤a Ne gelir elimizden insan olmaktan baflka Ne gelir elimizden insan olmaktan baflka” ‹nsan›n, insan olmaktan baflka bir seçene¤i yoktur. Bu bir çeflit yabanc›laflma k›r›lmas›, bilincin kendini buluflu, kendine yöneliflidir. Bilincin bu kendine yönelifli imgeler arac›l›¤›yla sa¤lan›r. Bu da ikinci sorunun yan›t›d›r. Yani Cansever, verili bir insan gerçe¤inden hareket etmez; tersine insan› toplumsal›n s›n›rlar› içinden somut olarak çekip ç›kar›r, imgenin hamurunda yo¤urur, bu yo¤urmada kurgulanm›fl bir evren ve insan gerçekli¤i, henüz olmayan bir gerçeklik vard›k ki bu da flairi,

‹Ç‹NDEN DO⁄RU SEVD‹M SEN‹ ‹çinden do¤ru sevdim seni Bak›fllar›ndan do¤ru sevdim de A¤z›ndaki ›slakl›¤›n bu¤usundan Sesini yapan sözcüklerinden sevdim bir de Beni sevdi¤in gibi sevdim seni Kar b›rak›lm›fl karanl›¤›ndan. Yerlefltir bu sevday› her yerine Yüzünde ter olan su damlac›klar›n›n Kayna¤›na yerlefltir Her zaman saklamad›¤›n, ac›s›zl›¤›n son dura¤›na Gül tafl›yan çocu¤una yerlefltir Ve omuzlar›na, darac›k omuzlar›na Üflümüfl gibisin de sanki az›c›k öne tafl›rd›¤›n Tam oraya iflte, uçsuz bucaks›z bir düzlükten

34 | TAVIR | MART 2006

kurgulanm›fl, olmas› arzulanan bir insan profiline kayd›r›r. Bir baflka ifadeyle Cansever, insan ve yaflam gerçekli¤ini, g›das›n› somuttan alm›fl kurgular arac›l›¤›yla parçalar, yeniden kurar ve en sonra da onu ait oldu¤u yere, yaflam›n içine tekrar gönderir. Bunu sa¤lamak için de d›flar›dan bir gözlemci gibi davran›r ama her koflulda içeridedir. Kent içinde kendini yitirmifl insan›n ac›lar›n›, kaç›fllar›n› ve çaresizliklerini kendine özgü bir tarzda inceler, modern toplum cehennemi içinde k›vranan insan›n ruhsal gerilimlerini ayr›nt›l› bir biçimde sunar fliirlerinde. Bu gözlemcilik d›fla dönük oldu¤u zamanlarda (?) Cansever’in fliirlerinin tam ve eksiksiz bir analizini yapmak için bu iki ak›m›n bilinmesi flartt›r; bu ak›mlardan yal›t›lm›fl de¤erlendirmeler yukar›da bahsetti¤imiz hatalara düflmeye yol açar. Kendi içinde ucu sivri bir b›çakla gezerken Cansever, asl›nda toplumsal bünyenin de içinde gezer. Veya “Yüzümü içime k›rbaçl›yorum, korkunç yüzümü.” derken de asl›nda toplumsal- kültürel olan›n da yüzünü içine do¤ru k›rbaçlar ve ac›s›ndan bir dünya kurar. Yine tersinden “gülemiyorsan ya, gülmek/ bir halk gülüyorsa gülmektir.” derken de asl›nda yapt›¤› fley birey ve toplum aras›ndaki ba¤a vurgudur.

Bir papatya tarlas›yla ayr›lm›fl gö¤üslerine yerlefltir Ve esmerli¤ine bir de, eski bir yang›n›n izlerinin renginde Saçlar›n›n yana düflüflüne, onlar› bölen ikili¤e Aln›ndan bafllayan ve ayak bileklerinde duran Yani senin olmayan, seni boflluk gibi saran hüzne yerlefltir Yerlefltir onu bir kentin parça parça akl›nda tuttu¤un Kar taneleri gibi uçuflan Ve her gün biraz daha hafifleyen semtlerine Yerlefltir bu sevday› her yerine. Ekledim ben tatt›¤›m her fleyi denizlere Bildi¤im ne varsa onlar da hep denizlerden

Bu ikili yan onun fliirlerinin omurgas›n› oluflturur. Bu omurgay› kurup onu ete kemi¤e büründürme ifllevi de düfl gücü, imge, e¤retileme, sözcük seçimi ve da¤›l›m›, gözlemcilik gibi unsurlardan yararlan›larak sa¤lan›r. Son derece gerçekçi gözlemlerin ve yans›tmalar›n so¤uklu¤u içinde birden bire “b›rak›n yaral› geyik gitsin a¤las›n” tarz›ndan iç lirizmin yüksek titreflimlerinin hakim oldu¤u dizeler ile gerçe¤in kurulu¤unu giderir ve okuru fliirin içine çeker; ister ki okur sözcüklerin ve onlar›n çoklu¤u anlam ça¤r›fl›mlar›n›n içinde kendi yüzünü k›rbaçlas›n, kendiyle hesaplafls›n, kendi unutulmufl yanlar›n› hat›rlas›n. ‹flte buradan sonra; fliirin içine fluras›ndan buras›ndan dahil olmufl okurun kendi yabanc›laflma öyküsüyle yüzleflmesinin sahnelendi¤i bir tiyatrodur fliirin mekan›. Oyuncular›, nesneleri, diyaloglar›, duygular› ve alg›lay›fllar› ile Cansever taraf›ndan yarat›lm›fl bir tiyatro içinde kendini görmek isteyen bir karakter oluverir okur ki bu aflamadan sonra art›k bir seyirci de¤il oyuncudur. fiiirle okur aras›ndaki köprü kurulmufl dramatik çat› alt›nda yaln›zl›klar›, çaresizlikleri, bunal›mlar›, sahtelikleri ile yüz yüze kalm›fl insan›n ac› ile mayalanm›fl trajik var olufl sanc›lar› ifllenir. Bu trajik var olufl sanc›lar›n›n ifllendi¤i en iyi mekan ise hiç kuflkusuz Cansever’in uzun ve soluksuz fliirleridir. Sözgelimi “Ça¤r›lmayan Yakup”ta, “Ben Ruhi Bey Nas›l›m?”da, “Tragedyalar”da veya

Sen de bir deniz gibi yerlefltir onu istersen Sevday› Ve köpüklendir Ve yaflland›r ki iflte kederi anlamas›n Ama dur, her deniz yafll›d›r zaten Ö¤renmez ama ö¤retir mutlulu¤u Bizim sevdam›z da öyledir, iyi fliirler gibi Biraz da herkes içindir, Ve gelinci¤in ikinci tad›na benzemeli Var eden kendini birincisinden Yani bir sevday› sevgiye dönüfltüren. Ben flimdi bir yabanc› gibi gülümseyen Tan›mad›¤›n bir ülke gibi ‹çinde yaflamad›¤›n bir zaman gibi Tam kendisi gibi mutlulu¤un Beni bekliyorsun Ve onu bekliyorsun beni beklerken. Edip CANSEVER


araflt›rma

“Umutsuzluklar Park›”nda olan fley tam da birbirini izleyen say›s›z dize içinde okurun kendi gerçekli¤ini yakalamas›d›r. Bu fliirler insan› yutan fliirlerdir. Derinli¤ini, anlamlar›n ak›fl›n›, sözcüklerin içsel gerilimlerini do¤rudan yaflam›n ve insan›n gerçekli¤inden alan türdendir. ‹flte bu türden dizelere örnek olmas› aç›s›ndan insan›n kan›n›, yaratt›¤› ironi içinde donduran birkaç dize: “Ya da bir dernekte üyesiniz, az›c›k mutlusunuz Ya da küçük bir memur bir banka servisinde Durmadan suçlusunuz Durmadan suçlusunuz Durmadan suçlusunuz ve art›k kendinizi Gücünüz yok ödemeye.” ‹nsan›n suçlulu¤unu yüzüne yüzüne çarpan bu dizeler; insan›n kendini sorgulamas› için yeter de artar bile. ‹nsan bu dizeler arac›l›¤›yla dünyadaki adaletsizliklerin, sömürülmelerin, katliamlar›n, iflkencelerin, ifllenen bütün insanl›k d›fl› uygulamalar›n içinde kendisinin de bu kirli dünyaya ortak oldu¤unu dehflet içinde fark eder, öyle ki hiçbir fley suçsuz ç›karamaz onu art›k. Bu J. Paul Sartre’nin “Hepimiz Katiliz” demesi gibi bir fleydir, ki Cansever bu tarz ifadeleri s›kl›kla kullan›r. Soru sorarak, diyalog arac›l›¤› ile dizeyi bitirmeyerek vb. bu durumu yarat›r. Tüm bu çabalar insan›n evrensel mahkumiyetini gösterebilmek içindir; insan›n gerçeklikle yüz yüze gelmesi amaçlan›r. Varl›k ve hiçlik ile yüzleflmesi için her fleyi yapar Cansever. Hatta öyle ki; “Baflka de¤il, yoklu¤u görmek için/Kirli A¤ustos! Göz kapaklar›m› da yakt›m sonunda.” diyebilecek kadar ileri gider. “Varl›k”› ve “hiçlik”i, insan›n suçlulu¤unu görmesi için gözkapaklar›n› dahi yakan bir flair… “Cansever’in ele ald›¤› insan ne türden bir insand›r?” Bu sorunun yan›t›, yukar›daki ifadelerden de anlafl›laca¤› üzere, “Modernist, içinde kendi gerçek yerini bulamam›fl, aitlik duygusu paramparça olmufl, durmadan adres soran ama bir türlü kal›c› bir adres bulamayan bir insan türü”dür. Kentsoylu, yaflam›n içinde kimlik sorunlar› yaflayan insan›n öyküsüdür anlat›lanlar… Açmazlar›, ç›k›fls›zl›klar›, anlams›zl›klar›, aray›fllar›, bunal›mlar› ile ç›rp›nmalar içinde k›vranan insan›n hazin öyküsü…

Ama her fleye karfl›n bir fley vard›r insan› yaflama ba¤layan; onu mücadeleye iten bir fley: Umut! Tragedyalar’da olsun, Umutsuzlar Park›’nda, Kirli A¤ustos’da, Sonras› Kal›r’da olsun, umut her zaman insan›n ve yaflam›n içindedir. Bu anlamda Cansever’i “öz”den gelen bir kötümser olarak nitelemek hiç de do¤ru bir tutum de¤ildir. ‹nsan her ne kadar kendine yabanc›laflm›fl, yerini ve kimli¤ini bulamam›fl, ac› çekip sonsuz kederlerle yafl›yor olsa da “umut”tan vazgeçmemelidir; çünkü umut, insan›n kendi kilitli kap›lar›n› açmas›n›n en insani anahtar›d›r. ‹nsan›n daha adil, içinde bask›lar›n, yasaklar›n, k›r›mlar›n ve köleliklerin olmad›¤› bir dünyada özgürce yaflamas› için verilen mücadelede; insani amaçlar›ndan sapt›rabilecek her türden y›lg›nl›¤a karfl› insan›n s›¤›naca¤› tek ve gerçek limand›r umut. Tek ve en anlaml› güç kayna¤›… Cansever’in;

fliirinin dokusuna iyice sindirilmifl bir kurtulufl umudu vard›r. Cansever’in çeflitli elefltirmenlerce tam anlafl›lmamas›, belki de bu umudun daha net ifade edilmemifl olmas›ndand›r, kim bilir? “Anlafl›lmazl›k”, Cansever’in seçti¤i bir yol, bir “flair kaprisi” de¤il kuflkusuz. Cansever öyle bir flair de¤il. Görmek isteyen gözler, ondaki “umudu” görecektir. Cansever, modern kapitalist toplumda yerini bulamam›fl insan›n, içflel dram›n› kendine özgü anlat›m teknikleri ile anlat›rken bunu ço¤u zaman fliirde yaratt›¤› kiflilikler (Yakup, Cemal, Seniha, Eyüp, Ruhi Bey… gibi) arac›l›¤› ile bazen de do¤rudan fliiri kuran öznenin kendisi arac›l›¤› ile sa¤lar. Bunlar› yaparken e¤ilip kendi içine bakmaya cesaret eden insandan baflkas› de¤ildir. Kendiyle hesaplaflmas›n›n, kendini mahkûm etmesinin, zaaflar›n› görmesinin, giderek tüm eksikliklerin kendisi de dahil olmak üzere toplumsal›n tamam›nda oldu¤unu fark der. Buradan sonras›n› birey ve toplum aras›ndaki, birey ve tarih aras›ndaki çat›flk›n›n insana uygun olana dair yeniden kurulmas› için verilen mücadele oluflturur. Bir mektubunda “bizlere dadanan her yak›c› umutsuzluk, her küstah ac›, bir güzelli¤e, bir yaflama sevincine dönmek zorundad›r ister istemez. Anlam da bizde, anlams›zl›k da.” diye yazar. Ve bu ifadeler adeta özetidir Cansever’in. Ac›lar ve umutsuzluklar öyle veya böyle muhakkak yaflama sevincine ve umuda dönüflmek zorundad›r.

“Ve umutlar sonsuzdur. Çünkü en büyük yaslar En büyük ölümlerden sonra tutulur.” derken kastetti¤i umutlar gerçekten de sonsuzdur ve insan› kendi gerçek kurtulufluna tafl›yacak olan mütevaz› sandal, umuttan baflkas› de¤ildir. Umutsuzlar Park›’n› “‹nsan/ Sana Güveniyorum/ Sayg›lar›mla.” diye bitirmesi insana olan sayg›s›n›n ve umudunun en aç›k ve samimice ifadesidir. Hemen hemen tüm fliirleri ilk bak›flta insan› ç›ld›rtacak derecede umutsuzluk, karamsarl›k, yaln›zl›k, ac› ve kederler ile dolu olsa da, asl›nda tüm bu karmafl›k duygular›n alt›nda,

Umudu kanlar›, gözyafllar›, ac›lar› ve sonsuz özlemleri ile yaratanlar daha iyi bilirler bunu; çünkü onlar bunu baflard›lar. Zulmün karanl›k yuvalar›nda inançlar› ve de¤erleri u¤runa savaflan zindan direniflçilerinden; özgürlük u¤runa Mezoptamya’n›n kurak topraklar›n› kanlar›yla sulay›p yeflerten savaflç›lara de¤in uzanan direnifl yelpazesi içinde yer alan herkes bunu çok iyi bilmektedir. Ac›lar›ndan umutlar yaratmas›n› bilenler yaflam› yeniden kurdular ve bir baflka dünyan›n mümkün oldu¤unu gösterdiler. “Onlar, o hiçbir fleyden yap›lmam›fl adamlar/Üflümüfl, yorgun ve bütün gün adres soranlar.” Canlar›yla beslediler umudun kufllar›n› ve sald›lar üstüne; ayd›nl›¤a çevirdiler karanl›¤›…J

MART 2006 | TAVIR | 35


kitap

bizim fliir antolojisi tav›r

Burjuvazinin yoz ve kozmopolit sanat anlay›fl› yolunu seçenlerle aram›zdaki farklar› belirginlefltirerek yüzde yüz ba¤›ms›z ve yüzde yüz iflçi s›n›f› ve emekçi halklardan yana olan sanat anlay›fl›n› öne ç›karmay› uygun buluyoruz. Liberal, tasfiyeci, postmodern ve ‘sivil toplumcu’ yöneliflleriyle burjuvazinin sanat anlay›fl› içinde yer alan ya da do¤rudan burjuvaziye biat eden sanat anlay›fllar›n› teflhir edip elefltirmek ve açmazlar›n› ortaya koymak durumunday›z. ‹lerici, demokrat, devrimci, yurtsever, sosyalist ve komünist kimlikleriyle kendi alanlar›nda mücadele eden insanlar›m›z›n emek ve çabalar›n› uyumlu k›larak bu birikimi mümkün olan bir alana ya da cepheye çekmek zorunday›z. Çünkü hayat ve mücadele her geçen gün daha da yak›c› olarak bu ihtiyac› hepimize hat›rlat›yor.” Sorun yay›nlar› bu düflüncelerle haz›rlam›fl antolojiyi. Kitap, ülkemizde bu konuya böyle sade ve ayn› zamanda seçici yaklaflmas› yan›yla bir ilk olma özelli¤ini tafl›yor. fiiirler, dil, üslup ve konu aç›s›ndan zengin bir içeri¤e sahip. Ve özellikle dikkatimizi çeken di¤er bir yan, (Eminiz ki bütün okurlar›n ve fliir sevenlerin de dikkatini çekecek) fliir sahiplerinin devrimci ve yurtsever insanlardan oluflmas›. Tek tek ele al›nd›¤›nda bugüne kadar flairli¤iyle öne ç›kan insanlar de¤iller. Devrimcilikleri ve sosyalist düflünceleriyle öne ç›km›fl, bugün de hala bunlar›n bedelini ödemeye devam ediyor onlar. ‹flte bu nedenle onlara flair demek istemedik. fiairlikten öte devrimci ve yurtsever demek daha anlaml› olur diye düflünüyoruz. Elbette tan›nan Avni Memedo¤lu, Ozan Telli ve Ruhan Mavruk gibi flairlerin fliirleri de var antolojide.Estetik aç›dan imgenin gücüne de yaslan›p, hiçbir kayg› gütmeden yaflad›klar›n› ve düflüncelerini yans›tmay› baflarm›fllar. Soyut, imgeye bo¤madan yaz›lm›fl hepsi. Mercan da¤lar›nda onyedilerle birlikte yaflam›n› yitiren Ökkefl Karao¤lu adeta kendisini anlatm›fl: “Karlar› kara kara/Da¤lar› afla afla/Vard›k köylerde yanan s›cak ocaklar›na/O ocaklar› ›s›tan s›ms›cak insanlara” Muharrem Karademir, ölüm orucunda Irak’› düflünmüfl: “Umm Kasr düfltü diyor / Ekrandaki spiker / Elimi yüre¤imin üzerine koydum / At›yor / Hay›r dedim / Umm Kasr düflmedi / Ayakta ve dövüflüyor / Kalbim çarp›yor…” Hapishanede tecrit sürüyor ve yaflam›n› yitirenler ço¤al›yorken Eyüp Beyaz, “Günler usul usul / Günler h›zl› h›zl› ak›yor / Ölüm haberleri tafl›yor günler / Günler hasta, aç” diyor. Cüneyt Kahraman yaflam›n› yitirmeden antolojiyi düflünmüfl sanki: “Bu amans›z sevdaya / Ve bu çiyan pazarl›¤›na / fiiir yazmayan birisi / fiairim demesin kendine ey nazl› yurdum / Sana türkü yakmayan ozan

36 | TAVIR | MART 2006

de¤ildir daha” F tipi hücrelerde yaflam› ve özlemini anlatm›fl Muharrem Çetinkaya: “Hiçbir fleyi özlemedi¤im kadar özledim / Gözlerinizin ferini / Dam›t›lan sözlerinizi / Dö¤üflken yüreklerinizi / K›zg›n bir demir gibi k›zard›¤›m / Hatta k›zd›¤›m küfürlerinizi bile” Umut ve mücadele dolu imgeleriyle tan›d›¤›m›z Ümit ‹lter: “Dünden süzülüp gelmifliz, yar›n› hat›rlar›z / Ati zaman köprüsüne can döflemifliz / O hayalin yar›n olufludur ömrümüz / Bitti denilen yerde al flark›lar söylemifliz” diyor. Birçok yan›yla özgün bir eser elimizde tuttu¤umuz. Mücadelelerini bu kadar yak›c› anlatan 62 devrimci ve yurtseverin eserlerini bir araya toplam›fl Sorun Yay›nlar›. Mücadelenin içinde yarat›lan imgeleri antolojide bir araya getirilmifl. Kahve ve bar köflelerinin bohem yaflam›ndan de¤il hayat›n orta yerinden imgeler var antolojide. fiiirleri derleyen Kemal Kök ve ‹smail Hardal yürekli bir çaba göstermifller. ‹çerinin ve d›flar›n›n sesini duyurma çabas›, az›msanacak bir fley de¤il.J ‹çerideki D›flar›daki Hapishaneden B‹Z‹M fi‹‹R ANTOLOJ‹S‹ ‹smail Hardal – Kemal Kök Sorun Yay›nlar›


röportaj

la question (sorgu) ve direnifl... tav›r

Henry Alleg... Ünlü “La Question” kitab›n›n yazar›... Hem kendisini, hem de kitab›n yaz›ld›¤› dönemin Cezayir’ini, Fransa’s›n› daha yak›ndan tan›mak için konufltuk onunla... Tabi sohbetimiz o günlerle s›n›rl› kalmad›. Bu günü de konufltuk. Gelece¤i de... Bize k›saca yaflam öykünüzü anlatabilir misiniz? Cezayir’e 18 yafl›ndayken gittim. Cezayir’in bafllang›ç olaca¤›n› düflünüyordum. Ama bu bafllang›ç 35 y›l sürdü. 1939’da militan bir gazeteciydim ve ayn› zamanda Cezayir Komünist Partisi’nin militan›yd›m 1955’e ka-

dar. Alger Republicain Gazetesi’nin direktörü oldum. 1957’de beni tutuklad›lar. 1958’de içerdeyken, “La Question”› ç›kard›m. Üç y›l kadar hapiste kald›m. Kendimi bu flekilde anlatmak zor geliyor bana (gülüyor). Bize Cezayir’de yaflad›¤›n›z bask›y›, iflkenceyi anlatabilir misiniz? Ben de bütün yoldafllar›m gibi, bask› yaflad›m ve iflkence gördüm. Ama bunlar› anlatmadan önce; çok daha önemli olan, bizim bu iflkencelere nas›l cevap verdi¤imizdir, direniflimizdir. ‹sterseniz önce onlardan bafllayal›m. Benim için Alger Republicain Gazetesi’nde oldu¤um dönem çok önemli. Birçok önemli yazar, gazetemize düflman gözü ile bak›yordu. Mücadelemiz içerisinde bunun etkisi çok önemli bir yer tutuyordu. Albert Camus ilericiydi ama benim ilericilik kavram›m onunkinden farkl›yd›. Eflitsizliklere karfl› mücadele verenlerdendi ama mücadelesi s›n›rl› ölçüde kald›. Örne¤in; Cezayir Kurtulufl Savafl›’nda taraf tutmad›, durum çok basitmifl gibi. Halk›n bir bölümü iflgalcilere karfl› özgürlü¤ü için savafl›yordu, di¤er tarafta iflgalci bir güç vard›. Albert Camus ise romanlar›nda Cezayir’in baflka bir kültür tafl›d›¤›n› yazm›yordu. Oysa özgürlük mücadelemizde bunun yeri son derece önemliydi. Bu bir tav›rd›. Cezayir’in tarihi dünyaya yanl›fl anlat›l›yordu. Sanki Cezayir 1830’larda Frans›zlar’›n sömürdü¤ü zaman do¤mufltu. “Cezayir farkl› bir kültür tafl›yor.” diyenler çok azd› ve bunu söyleyenlerin aras›nda komünistler vard›. Gazetemiz sisteme karfl› savafl›yordu, kardefllik istiyordu. Bizleri bölmek isteyenle-

re karfl› daha iyi mücadele etmek için vard›k. Sömürgeciler, Cezayir halk›n› Müslüman olarak belirtti. Sömürgecilerin anlay›fl› böylece ortaya ç›k›yordu. Yahudi Cezayirliler’e Frans›z vatandafll›¤› verdiler. Bu, Cezayir ulusunu bölmek içindi. Oysa bizim amac›m›z Cezayir’in özgürlü¤ü için bütün ezilenlerin bir olmas›yd›. Gazetemiz çok çabuk yasakland›. Genç gazeteciler da¤a ç›kt›lar, di¤erleri ise gizli olarak yazmaya devam ettiler. Ben de gizli yazanlar grubundayd›m. Beni tutuklad›lar ama daha sonra iki y›l kadar gizli olarak yazmaya devam ettim. Polis taraf›ndan sürekli arananlar listesindeydim. ‹flkence’yi anlatt›¤›n›z bir kitab›n›z var. Bize o kitab›n öyküsünü, hangi flartlarda yaz›ld›¤›n› anlatabilir misiniz? Bu dönemde, birçok kez iflkence gördüm. ‹flkenceyi “La Question” kitab›mda anlatt›m. ‹flkence ile ilgili yazd›klar›m yeni de¤ildi ama bu kitapla daha çok kifli iflkenceyi duydu. Hakimler diyorlard› ki; “Komünistler ve FLN (Ulusal Özgürlük Cephesi) ‘hep iflkence gördük’ diyorlar sadece propaganda yapmak için, ama yalan.” Onlar, bizim yaflad›klar›m›z› yalan olarak de¤erlendirme çabas›ndayd›. Ancak yavafl yavafl iflkence ile ilgili ifadelerin ço¤almas› sayesinde durum az da olsa düzeldi. Guy Mollet, o dönemde Fransa baflbakan›yd›. O diyordu ki : “Bir Frans›z baflka bir Frans›z’a asla iflkence yapmaz, bu imkans›zd›r.” Resmi isimler iflkence konusunda Alman SS subaylar›n› suçluyordu. Onlara göre

MART 2006 | TAVIR | 37


röportaj

“ Bana iflkence yapt›lar. Bunun nedeni; bana kimin yard›m etti¤ini, beni kimin yönetti¤ini ö¤renmekti. Yoldafllar›m›n ço¤u da bu yoldan geçti.”

iflkence yapanlar eski alman SS’lerdi. Savafltan sonra SS’ler Cezayir’e gelmiflti ve orada iflkenceye devam ediyordu. Ayr›ca diyorlard› ki, “Belki bir-iki Frans›z iflkence yapm›flt›r ama onlar devlet politikas›n› temsil etmiyor ve bu devlet politikas› tafl›mayan Frans›zlar’› bulup cezaland›raca¤›z.” Frans›z resmi makamlar› bir süre bu demagojiyi yapmaya devam ettiler. Bana iflkence yapt›lar. Bunun nedeni; bana kimin yard›m etti¤ini, beni kimin yönetti¤ini ö¤renmekti. Yoldafllar›m›n ço¤u da bu yoldan geçti. ‹flkenceciler diyorlard› ki, “Birçok tutsak hapishaneden firar etti.” Halbuki onlar kendi elleriyle tutsaklar› iflkencede öldürüyordu. ‹flkence gördükten sonra avukat›m La Question’›, iflkenceyi kaleme almam› söyledi. Ben de, “Nas›l olabilir ki?” dedim, “Ben hapishanedeyken nas›l olacak?” dedim. Yaklafl›k 15 kez beni ararlard› görüfl yerine gelene kadar. Gazete okumak yasakt›, bir fleyler yazmak ve okumak da yasakt›. Yoksa hücreye gönderiyorlard›. Tüm bu insani ihtiyaçlar›n cezas› üç ay hücrede kalmakt›. ‹nsanlar› ›fl›ks›z, so¤uk bir odada ve bir parça ekmek vererek hücrede tutuyorlard›. Arkadafllar›m›n birço¤u sa¤l›¤›n› kaybetti. Dünyadan tecrit ediliyorduk. Bir tek, ziyaretçi odas›nda d›flar›y› görebiliyorduk. Ama orada da koflullar çok kötüydü. Ziyaretçi odas›nda bile çok büyük iki tel örgü vard› ve çok kalabal›kt›. ‹nsanlar ba¤›rarak birbirlerini duyabiliyordu ve görüfl sadece

38 | TAVIR | MART 2006

birkaç dakika sürüyordu. Dünya ile ilgili gerçek ba¤lant›y› ancak avukatla kurabiliyorduk. ‹ki tür avukat vard›. ‹lki ticaretçiler... Biz, bu avukatlar› istemiyorduk. Çünkü onlara göre “Ben yapmad›m.” dememiz laz›md› ve biz bunu kabul edemezdik. Bizim mahkemede bile tavr›m›z belliydi. Biz Cezayir’in ba¤›ms›zl›¤› için savafl›yorduk. Baflka avukatlar da vard›. Onlar politik anlamda da bizleri destekliyorlard›. Birkaç tane Cezayirli avukat da vard›. Fakat sömürgeciler onlar› toplay›p kampa götürdüler. Sömürgeciler o kamplara “residence” diye hitap ediyordu. ‹flte sömürgecilerin ikiyüzlülü¤ü bu kamplarda daha çok ortaya ç›k›yordu. Gerçek bir toplama kamp›yd›, tel örgülerle çevriliydi. Bir fleyler yazmak yasakt› ve her fley kontrol alt›ndayd›. Önce avukatlar› oraya koydular. Sömürgeciler, düflünen avukatlardan çok korkuyordu. Çünkü o avukatlar onlardan daha iyi Frans›zca konufluyorlard›. Ben de iki ay kald›m o kampta. Bu kitab›n ard›ndan Fransa halk›n›n size bak›fl aç›s› de¤iflti mi? Mücadelenizi bu kitapla anlayanlar›n say›s› artt› m›? ‹nsanlar duyguland›. Çünkü onlar için ben bir Frans›z gazetesinin direktörüydüm. Bu kitapla birlikte birçok gazetenin direktörü ile dayan›flma bafllad›. Onlar›n ço¤u anlatt›klar›ma inanmam›fllard›. Ancak kitap ç›kt›ktan sonra herkes inand›. Hiç kimse “Bu yalan söylüyor.” demeye cesaret edemedi. Kitab›m›n önsözünü Jean Paul Sartre yazd›. ‹flkence üzerine yazd›¤›m 5 sayfal›k bir metin vard›. L’Humanite ve Liberation gazeteleri bu metinleri yay›nlad›. Ard›ndan Fransa hükümeti bu iki gazete için toplatma karar› verdi ve her iki gazeteye de yasak konuldu. Frans›z yazarlar o dönemde dayan›flma amac›yla cumhurbaflkan›na bir aç›k mektup yazd›lar. Onlar›n aras›nda François Mauriac, Sartre, Du Gard, Malraux gibi isimler de vard›. (Malraux, daha sonra adalet bakan› olacak ve mücadeleyi unutacakt›.) Cumhurbaflkan› cevap vermedi ama Fransa’da çok büyük bir yank› olufltu. Mücadelemiz büyüyordu ve art›k Frans›z

halk›, olup bitenin fark›ndayd›. Yazarlar Frans›z halk›na diyordu ki; “Gözlerinizi kapatmay›n, çünkü bütün bu iflkenceler ve infazlar sizin ad›n›za yap›l›yor.” Fransa’da son dönemde yaflanan yoksullar›n ayaklanmas›n› nas›l de¤erlendiriyorsunuz? Fransa öyle bir durumda ki; d›fllanm›fl insanlar›n say›s› çok fazla. O yüzden organize bir direnifl bekleyebilirdik. Ayaklanmalara iki flekilde bakabiliriz: Birinci bak›fl aç›s›; (Sarkozy’nin Fransa ‹çiflleri Bakan›) bak›fl aç›s›: “‹flte gençler toplan›p zenginlerin arabalar›n› yak›yorlar. Onlara bir tek cevab›m›z olabilir, o da onlar› bast›rmak.” Bu cevap aptalca bir cevap olarak nitelendirilebilir, konunun özüne uygun bir cevap de¤il. Uzaktan bak›nca, bir arabay› yakmak aptalca bir eylemdir. Çünkü düzene sisteme ait hiçbir fley de¤iflmiyor, hatta tam aksine bizim mücadelemizi haks›z ç›karmak isteyen politik tarafa zemin oluflturuyor. Ama “Neden bu eylemler oldu?” sorusuna düflünerek cevap vermek laz›m. Bu sorun, “iki üç serseri” bafll›¤›yla aç›klanamaz. Koflullar farkl› flimdi, aç›k bir savafl yok. Cezayir’de veya Vietnam’da kurflunlar patlad›¤›nda denilen ilk fley “Bunlar sadece bir kaç serseri, hemen bitecek.” Frans›z Hükümeti’nden G. Mollet Cezayir’de olaylar bafllad›¤›nda “Bunlar hemen bitecek,


röportaj

sadece çeyrek saat kald›.” dedi. Ama gördük ki çeyrek saat biraz uzun sürdü. Bu sorun, çok derin bir konu. Fransa’da “yabanc›” dedi¤imizde, ‹sveçliler’den falan bahsetmiyoruz, onlar “beyaz” çünkü. “Di¤erlerinden” bahsediyoruz… Bu gençler ayr›mc›l›k, ›rkç›l›k ve kapitalist düzenin kurbanlar›d›r. Bugüne kadar sömürgeci düzenden ç›kamad›k. Bu sorun, bütün kapitalist düzenin sorunlar›n›n kayna¤›. Bugün “kapitalist” kavram›n› kullanmak ay›p olmaya bafllad›. Kapitalist yerine, liberal deniliyor. Ama liberalizmle kapitalizm ayn› fley. Bu sorun sadece banliyölerdeki gençlerin de¤il, bu sistemde yaflayan bütün insanlar›n sorunudur. Frans›z iflçileri de bu durumda yer al›yor. Bu düzen d›fll›yor, sömürüyor. Yöneticiler büyük bir cephe oluflmas›ndan korkuyorlar: Bütün ezilenlerin cephesi... Ayn› fley uluslararas› politikalarda da var. Chavez ve Morales. Onlar, halk›n ümidini tafl›yorlar. Halkla birlikteler. ABD onlar› istemez, çünkü ABD, birlefltirici devletler istemez. Bu sorun, genel bir sorun haline gelmifltir. Büyük bir savafl vermeliyiz. Herkes bilsin ki, onlar serseri de¤il, bu düzenin kurban›d›rlar. Geçen y›l, Fransa’da sömürgecili¤in iyi yönleri ve pozitif etkisi oldu¤unu söyleyen bir yasa ç›kt›. Sömürgecilik nas›l iyi bir fley olabilir? Bunun hakk›nda ne düflünüyorsunuz? Bugün Fransa’da, büyük revizyonist bir dalga var. Bu yasa bunu gösteriyor, inan›lamaz.

“ Bu gençler ayr›mc›l›k, ›rkç›l›k ve kapitalist düzenin kurbanlar›d›r. Bu güne kadar sömürgeci düzenden ç›kmad›k. Bu sorun, bütün kapitalist düzenin sorunlar›n›n kayna¤›.”

Yani sömürgeden bahsedenler, sömürülen halk de¤il de sömürgecilerin kendileridir! Sömürgeciler nas›l oluyor da sömürüden bahsediyor? Sömürgenin vahflet içeren taraf› unutulamaz. Cezayir’deki tam bir vahfletti ama Fas ve Tunus’ta sömürge biraz daha gizliydi. Sömürgecileri burjuvazinin büyük aile iflbirlikçileri kullan›yordu. Onlar da halka sömürgecili¤in ne kadar güzel bir fley oldu¤unu anlatmaya çal›fl›yordu. Fransa devleti, karar› vermiflti: Art›k Cezayir, Fransa’n›n bir bölgesiydi. Cezayir’i üçe böldüler. Frans›z kökenli Cezayir’de do¤anlar (“Pied Noir” deniliyor onlara) “Ben Frans›z›m.” diyordu, “Cezayir Fransa’d›r”. Cezayirli çocuklar›n yüzde doksan› okula gitmiyordu. Seçimlerde de çok büyük ayr›mc›l›k vard›. Sözde seçimler özgür bir flekilde oluyordu. Ama önceden her fley haz›rlan›yordu. Seçilenlerin %75’i Frans›z olmak zorundayd›. Büyük direnifllerden sonra, Frans›z devleti Cezayir’de özel bir meclis kurmak zorunda kald›. Meclisin 120 milletvekili vard› ve “eflitlik” amac›yla (Onlar›n eflitlik kavram› bizden çok farkl› biliyorsunuz) 60 milletvekili Frans›z olmak zorundayd›. Frans›zlar’›n nüfusu bir milyondu, Cezayirliler’in ise dokuz milyon!

Ve bu da yetmedi onlara. Bütün sand›klar›n bafl›na jandarma koydular. ‹nsanlar aran›yordu, buna flahit oldum. Ve insanlar, Frans›zlar için oy vermek zorunda b›rak›ld›lar. Jandarmalar fliddet de kullan›yorlard›. Frans›zlar’a oy vermek istemeyenlere atefl aç›yorlard›. Bir Arap arkadafl›m böyle öldürüldü. Polisin tavr› hiç de¤iflmedi. Bizleri her zaman dövmeye devam etti ve iflkence yapt›. Savafl bafllamadan önce iflkence profesyonelce yap›lm›yordu. Ama savafl s›ras›nda on binlerce insan iflkence gördü. Art›k, endüstriyel iflkenceye geçtik. San›r›m sömürgecili¤in “Pozitif yönlerinden” bahsederken(!) bundan bahsediyorlar... Türkiye hakk›nda neler biliyorsunuz? Orada da hapishaneler var, iflkence ve tecrit var. Ölüm oruçlar› sürüyor, bunlar hakk›nda neler düflünüyorsunuz? Türkiye’deki durumun nas›l düzelebilece¤i konusunda bir fikriniz var m›? Cezayir’de birçok insan çocuklar›na Naz›m ismini koydular. O, çok tan›nm›fl bir flairdi. Türkiye’yi Naz›m Hikmet ile tan›d›m. Benim en yak›n arkadafllar›mdan, Boualem Khalfa, “Alger Republicain”i benimle yönetiyordu. O arkadafl›ma 1957’de hapisteyken kavufltum, Rennes’de hapishanede gördüm onu,

MART 2006 | TAVIR | 39


röportaj

Frans›z arkadafllar›mla hapishaneden kaçt›m. FLN’nin militanlar› sayesinde benden bir ay sonra Boualem de kaçt›. ‹flte bu arkadafl, o¤luna Naz›m ismini koydu. Naz›m, bizimkiler için semboldü. Bugün birçok Cezayirli Naz›m görüyorum. Frans›z iflgali s›ras›nda baz› Cezayirliler Atatürk foto¤raf› koyuyordu.

“ De¤iflime inan›yorum. Ve siz de inanmal›s›n›z, ortak kurtuluflumuz için. Halklar aras›ndaki kardefllik, mücadelenin içinde

Türkiye’yi onun arac›l›¤›yla da tan›d›k. Çünkü o dönem için o da emperyalist güçlere karfl› savaflan bir semboldü. Ama tabi ki, diktatörlük ve asimilasyon politikas›n› hiçbir zaman desteklemedik. Türkiye’de yasad›fl› olarak “La Question” kitab›m yay›nlanm›flt›. 1992’de ‹stanbul’a gittim, kitap fuar› için davet edilmifltim. Türk hükümeti demokrat bir imaj sergilemek istiyordu. Türkiye’de bask›lar, bast›rmalar, yasaklar, iflkenceler, asimilasyon politikalar› devam ediyor. Kürt, Arap, Laz vb. halklar yok edilmek isteniyor, bunlar bana yabanc› de¤il. Uzun bir süre Avrupal›lar, gösterifl olsun diye baz› fleyleri k›nad›lar. Bugün demagojik bir flekilde diyorlar ki, e¤er Türkiye insan haklar›na sayg› göstermezse, AB’ye girmez. AB insan haklar›na sayg› gösteriyormufl gibi. Asl›nda AB’nin ikiyüzlülü¤ü gün geçtikçe ortaya ç›k›yor. Avrupa hükümetleri, Türk hükümetine diyorlar ki “Bazen zorunlu olarak k›namal›y›z sizi, çünkü halk›m›z anlamaz k›namazsak.” Onlara göre rahats›z edici fley iflkence ve özgürlük k›s›tlamalar› de¤il, onu herkesin bilmesi. AB, “‹flkence yaps›nlar ama kimse bilmesin.” diyor. Türkiyeli örgütlerin direniflle-

“Size diliyorum ki, bize diliyorum ki, bütün siyasi tutsaklar›m›z› özgür halde görelim ve sonra resmi olarak iflkencecileri cezaland›rmay› görmek

isterim.”

40 | TAVIR | MART 2006

dayan›flman›n kendisidir.” da mücadele etti. Bugün, ayd›nlar›n ço¤u “modern ayd›nlar” olarak görüyorlar kendilerini. Siyasi düflüncelere sahip olabilirler ama her zaman halktan uzak kal›yorlar.

ri, ölüm orucu çok önemlidir. Halk›n ilgisini çekmek için direnifli devam ettirmeli. Baflka bir düzene ulaflmak için baflka bir yöntem yok. Türk hükümetini daha insanca davranmas› için ikna etmek bir yan›lsamad›r. Nas›l düzeltilebilir bu durum? Bu bir güç meselesi. E¤er milyonlarca insan ç›kar ve derse ki “bu düzeni de¤ifltirmek istiyoruz, bu böyle kalmaz.” ancak o zaman de¤iflir. Ayd›n insan nas›l olmal›? Ayd›nlar hakk›nda neler düflünüyorsunuz? Fransa’da ayd›nlar›n durumu nas›l? Türkiye ayd›nlar› hakk›nda bilginiz var m›? Varsa ne düflünüyorsunuz? Bugün ne yaz›k ki ayd›n kavram›, siyasetle u¤raflmayan insanlar demek. Halktan uzak, dünyadan haberi olmayan insanlar. Maalesef, bugün Fransa’da “ayd›n” olarak bilinen insanlar, bu durumda. Ben bir zamanlar› hat›rl›yorum, o zamanda ayd›n; ‘bilgili, halka yak›n’ demekti. Sovyet ayd›nlar› çok derin bir flekilde halk› destekliyordu ve halk› yönlendiriyordu. Bu ayd›nlar, çok farkl› çevrelerden gelseler de halk›n savunucular› olarak bir noktada da bulufluyordu. Onlar sadece Marksist de¤illerdi. Örne¤in Tolstoy; Tanr›’ya inan›yordu ve gerçek bir ayd›nd›. Sömürgecili¤e karfl› savaflt›. Aristokrasinin egemenli¤ine karfl›

Di¤erleri, sadece para için yaz›yor ve kendileri ne kadar para al›yorlarsa, halka o kadar laz›m olduklar›n› san›yorlar. Kendini ayd›n sanan bu insanlar, insanca bir dünya için verdi¤imiz mücadeleyi bir santimetre bile ilerletmiyor. Türkiye ayd›nlar› hakk›nda flunu belirtmem gerekiyor ki, Grup Yorum d›fl›nda çok bilgim yok. Ama kesin olan fley, Türkiye gibi ülkelerde bu tür “gerçek ayd›nlar”›n rolü çok önemli. ‹fade ettikleri fley, halk›n hissettikleri olmal›. Benim için, en güzel sembol Naz›m Hikmet’tir ve Grup Yorum bu anlay›fl› devam ettiriyor. Dergimiz arac›l›¤›yla Türkiyeli okuyucular›n›za söylemek istedi¤iniz fleyler var m›? Yaflad›m ve bugüne geldim. Art›k benim yafl›m “Gelecekte ne yapaca¤›m?” sorusunu sormaya izin vermiyor. Sadece baflkalar›n›n gelece¤ini düflünüyorum. 85 yafl›nday›m. Size diliyorum ki, bize diliyorum ki, bütün siyasi tutsaklar›m›z› özgür halde görelim. Ve sonra, resmi olarak iflkencecileri cezaland›rmay› görmek isterim. ‹ntikam için de¤il sadece baflka bir döneme geçtik demek için. “Art›k o bozuk düzen bitti.” demek için. Tutsaklar›m›z ç›k›nca, onlar› ben karfl›lamak isterim. (Ellerine bak›yor). Bu eller biraz yorgun ama ayn› mücadeleye inan›yor. De¤iflime inan›yorum ve siz de inanmal›s›n›z, ortak kurtuluflumuz için. Halklar aras›ndaki kardefllik, mücadelenin içinde dayan›flman›n kendisidir. o


sinema

mizah›n yumru¤u sevgi duman

sald›r›lar›ndan y›lm›flt›r. Halk ak›n ak›n Mo¤ollardan kaç›p Bursa’ya yerleflmektedir. Anadolu’da bulunan devletler ve beylikler Mo¤ol ak›nlar› karfl›s›nda darmada¤›n oldu¤undan, Bursa ayn› zamanda çeflitli devlet ve beyliklerden gelen yönetici s›n›f›n da s›¤›nma yeridir. Bu, Osmanl› Devleti’nin temellerinin at›ld›¤› bir dönemdir. Bir yörük olan Karagöz de, yine Mo¤ollar›n bask›lar›ndan ve vergilerinden b›k›p yafll› annesiyle birlikte Bursa’ya yerleflir. Burada Hacivat ile tan›flacak ve bütün hayat› de¤iflecektir. Karagöz’ün anas› bir gün o¤lunun bir ademo¤lu ile tan›flaca¤›n› ve ünü, nam› sultanlar› aflaca¤›n› bilir. Bunu ona cinler söylemifltir. Bir gün Bursa’da tan›fl›rlar ancak onlar› ünlü yapacak olan fleylerden biri de “tafl›n s›rr›”d›r.

Bildik, tan›d›k kifliler bize, Hacivat ve Karagöz... Çocuklu¤umuzun gölge oyunu kahramanlar›... Nükteli anlat›mlar›yla sivri dilleriyle bizi güldüren...

y›l›n Bursa’s›nda geçiyor. Henüz Osmanl› kurulufl aflamas›ndayken hayatlar›na tan›k oluyoruz Hacivat ve Karagöz’ün. Ve tabii ki hazin sonlar›na.

Karagöz’ün çocukça safl›¤›, Hacivat’›n uyan›kl›¤› ve bilgilili¤i akl›m›zda kalan. Bir de y›llar sonra onlar› beyazperdede izleyecek olmak, heyecan vericiydi bizim yafl›m›zdakiler için. Bu filmin çekilece¤ini aylar öncesinden duyup Orhaneli yollar›na düflmüfltük. Film setinde, Ezel Akay’la yapt›¤›m›z röportaj› okurlar›m›z hat›rlayacaklard›r.

Filmin isminden bile anlafl›laca¤› üzere, sonlar› hazindir. Osmanl› onlar hakk›nda “Tiz urun kellesini!” demeden önce, yaflad›klar› ve yaflatt›klar›yla o dönemin gerçe¤ini gözler önüne serer Hacivat ve Karagöz. Halktand›rlar ve ortaoyunu tarz›yla sunduklar› temaflalarla halk›n gönlüne taht kurarlar. Mizah, hem sanatlar›, hem de silahlar›d›r. Silahlar›n› do¤ru hedefe yöneltmeleri, dönemin egemenlerini rahats›z eder.

17 fiubat’ta gösterime giren “Hacivat ve Karagöz Neden Öldürüldü?” adl› film, 14. yüz-

Filmde olaylar 14. yy’da Bursa’da geçer. Anadolu’daki bütün devlet ve beylikler Mo¤ol

Karagöz ile Hacivat uyumlu birer arkadafl olurlar. Olanca z›tlaflmalar› bir gün gelip dostlu¤a dönüflür. Ve yapt›klar› temaflalarla halk› gülmekten k›r›p geçirirler. Güldürülerinde baz› adaletsizliklere, yolsuzluklara de¤inirler. Orhan Gazi ad›na yap›lan camii inflaat›nda çal›flmaya bafllarlar. Tafl›n s›rr› ise Karagöz’ün babas›ndan miras kalan çimento yap›m›d›r. Böylelikle camii inflaat› h›zlanacak, sürekli seferde olan Orhan Gazi’ye yetifltirilecektir. Kendisi sürekli savaflta olan ve zaman zaman flehre gelen Orhan Gazi, Bursa flehrine kendi ismi ile an›lacak bir camii yapt›rmak istemektedir. “Tafl›n s›rr›n›” bildiklerini söyleyince Karagöz ve Hacivat, birlikte bu camii inflaat›nda çal›flmaya bafllarlar. Karagöz ve Hacivat bir araya geldi¤inde konuflmalar›na,

MART 2006 | TAVIR | 41


sinema

at›flmalar›na herkes çok güler. Etraflar›ndaki insanlar onlar sayesinde çok e¤lenmektedir. Bu yetenekleri onlar›n flehirde tan›nmalar›n› ve birden ünlü olmalar›n› sa¤lar. fiehrin ileri gelenlerinin düzenledi¤i davetlere “güldürükçü” olarak ça¤r›lmaya bafllarlar. Bu davetlerde flehrin ileri gelenleri, din adamlar› ve devlet adamlar› da dahil olmak üzere herkes hakk›nda o kadar at›p tutar, herkesi öyle alaya al›rlar, günahlar›n› yüzlerine vururlar ki bu durum baflta egemenleri, türlü türlü dolaplar çevirenleri rahats›z eder. Bunlardan biri de yeni kurulan devlette yer kapmaya çal›flan devrik Selçuklu veziri Pervane’dir. Türlü türlü entrikalarla onlar›n ölüm ferman›n› haz›rlar ve Orhan Gazi’ye sunar. Rahats›zl›k duyanlar onlara bir komplo kurarlar ve bu komplo sayesinde sonlar› da yavafl yavafl belirmeye bafllar... Orhan Gazi onlar›n ölüm ferman›n› imzalar. Bir sabah ikisinin de bafl› vurulur... Devrik Selçuklu veziri Pervane, filmin sonunda Hacivat ve Karagöz’ün hazin sonuna de¤inirken tumturakl› bir laf ediyor: “Mizah bir yumruktur, kime vuraca¤› belli olmaz.” Evet, mizah bir yumruktur, Hacivat ve Karagöz’ün yumru¤u do¤ru hedefi vurmufltur ki, kellelerinin gitmesine sebep olan da do¤ru hedefi

bulmas›d›r. Ödedikleri bedel can olur ama t›pk› Karagöz’ün anas›na cinlerin söyledi¤i gibi, sultanlar›n bile nam› unutulurken bu iki yoksul ademo¤lunun nam› ça¤lar boyu yürüyecektir... Filmi “bildik bir hikaye” tad›nda izlemedik. Sonunu bildi¤imiz bir hikaye olmas›na ra¤men “Acaba bundan sonra ne olacak?” merak› içine sokabildi bizi film. Bittikten sonra ise içinde a¤›r bir politika oldu¤unu daha iyi anlad›k, Hacivat ve Karagöz’ün sepetin içine düflen kanl› kellelerine bakarken. Egemenler, kendinden olmayan herkese düflmand›r. Hacivat ve Karagöz ise gerçekleri dile getirdikleri için bafllar›ndan olmufllard›r. Bu mesaj› rahatl›kla al›yoruz filmden. Haluk Bilginer’in, Beyaz’›n oyunculuklar› ve fiebnem Dönmez’in ve di¤er yan karakterlerin performans› da izlemeye de¤er k›l›yor filmi. Karagöz ve Hacivat hakk›nda rivayetler muhtelif. Yani onlar hakk›nda her fleyi net olarak bilmiyoruz ne yaz›k ki. Senaryoyu birlikte yazan Ezel Akay ve Levent Kazak da bilmiyor. Var olanlar üzerinden yazd›klar› bir “hikaye”, izledi¤imiz film. Hikaye ama dedi¤imiz gibi bafltan sona politik bir içeri¤e sahip. Sonuçta yaflam›n kendisi politikad›r. Bahis konusu yaflam hele de Karagöz’le Hacivat’›nki olunca, bunu politi-

42 | TAVIR | MART 2006

kadan ba¤›ms›z düflünmek hiç mümkün de¤il zaten. Ezen- ezilen var filmde. Egemenin egemen gibi davran›fl›; yoksulun, ezilenin hazin sonu... Arada entrikalar çevrilen dolaplar, fikir ayr›l›klar› vesaire... Film bunlar› anlat›yor. Film, teknik olarak da; oyunculuk, kamera ve kostüm gibi filmin olmazsa olmazlar› noktas›nda da öne ç›k›yor. Baflta Haluk Bilginer, Beyaz›t Öztürk ( Beyaz) ve fiebnem Dönmez olmak üzere, filmdeki tüm oyuncular rollerinin hakk›n› fazlas›yla veriyor. Sarkan hemen hem en hiçbir rol yok filmde. Kostümler de oldukça özenli haz›rlanm›fl. Film için Orhaneli’nde kurulan plato, o dönemin Bursa’s›n›n neredeyse bire-bir ayn›s› olarak inflaa edilmifl. Ve Orhaneli Belediyesi’ne ba¤›fllanarak, turizmde kullan›lmas›n›n yolu aç›lm›fl. Uzun sözün k›sas›, seyri hofl Türk filmlerinden biriydi izledi¤imiz. Eli yüzü düzgün, do¤ru mesajlar içeren...J

Filmin Künyesi Yönetmen: Ezel Akay Senaryo: Levent Kazak, Ezel Akay Oyuncular: Huluk Bilginer, Beyaz›t Öztürk, fiebnem Dönmez, Güven K›raç, Levent Kazak, Ayfle Tolga, Ayflen Guruda, altay özbek, Hasan Ali Mete, Serdar Gökhan, Rag›p Savafl


sinema

burjuva demokrasisi’ne övgü Amerikan televizyon habercili¤inin en parlak y›llar›nda geçiyor filmin konusu. ‹yi Geceler ‹yi fianslar, CBS’in televizyon habercili¤inin öncülerinden Edward R. Murrow (David Strathairn), Senatör Joseph McCarthy ve Amerikan Karfl›t› Eylemler Senato Komitesi (Daimi Soruflturma Alt Komisyonu) aras›ndaki gerçek yaflamdaki çat›flmalar› tarih s›ras›na göre anlat›yor. Gerçekleri yazma ve kamuoyunu ayd›nlatma iste¤iyle, CBS’in haber merkezinde döneme damgas›n› vuran Murrow, kendini ifle adam›fl haber flefi prodüktörü Fred Friendly (George Clooney) ve Joe Wershba (Robert Downey Jr.), McCarthy’nin “komünist av›” y›llar›nda, Wisconsin senatörü Joseph McCarthy taraf›ndan yay›lan felâket tellâll›¤› ve yalanlar› sorgulamak üzere ba¤l› bulunduklar› flirketle de çat›flmaktan geri durmuyorlar. Bir avuç gazeteci, gerçekten de o süreçte herkesin cesaret edemeyece¤i bir ifl yap›yor. Senatör McCarthy’ye o günlerde karfl› ç›kmak ne mümkün… Ama Murrow ve arkadafllar›, b›rakal›m mesleki geleceklerini, hayatlar›n› bile tehlikeye sokacak bir ifle soyunuyor. Bu idealist gazeteciler, bugün hala ABD’nin araflt›rmac› gazetecilik alan›nda isimleri unutulmayan kifliler olarak an›l›yor.

McCarthy, tabi ki yükleniyor bu gazetecilere. Onlar›n da komünist olduklar›n›, komünizm propagandas› yapt›klar›n› anlat›yor tüm kamuoyuna. Hem de Murrow’un kendi program›nda. Çünkü Murrow’un kendisi hakk›nda iddialar›, ona ayn› programda cevap hakk› do¤urmufltur. Fakat bekledi¤i sonucu alam›yor McCarthy. Murrow, bir sonraki programda McCarthy’nin tüm ithamlar›n› çürütüyor. Burjuva demokrasisinin ilkelerini savunarak tabii ki... Filmin bamteli de buras›d›r asl›nda. McCarthy’nin “cad› av›”, ça¤dafl ve demokratik ABD’ye yak›flmamaktad›r Murrow ve arkadafllar›nca. ABD, McCarhy’nin temsil etti¤i ABD de¤ildir. Tüm dünyaya demokrasinin nas›l oldu¤unu anlatan, anlatmakla kalmay›p en geri ülkeler için model oluflturan bir ülkedir onlara göre. Evet, onlar da anti-komünisttir ama herkes kendi düflüncesini savunmakta özgürdür! McCarthy yanl›fl yapmaktad›r. Karfl› ç›kt›klar›, yalan yanl›fl iddialarla herkesin komünist olarak suçlanmas›d›r. Yani “Komünist Parti’ye üye olan cezas›n› çeksin, fakat herkes suçlanmas›n.” ‹flte demokrasiye, elbette burjuvazinin demokrasisine inanm›fl bir insan›n ufku ancak bu kadar çal›flmaktad›r. McCarthy’nin tüm ülkede komünizm para-

noyas› yaflatt›¤› bir süreçte, yine de Murrow ve arkadafllar›n›n yapt›klar›, o dönem içinde de¤erlendirildi¤inde, yürekli bir çaba olarak görülmeli. Daha fazlas›n› beklemek, hem Murrow ve arkadafllar›n›n kimliklerine/düflünce yap›lar›na, hem de dönemin karakterine ayk›r› olacakt›r. George Clooney bu konuyu, babas›n›n da 36 y›ll›k televizyon habercili¤i yapmas›ndan dolay›, çekmeyi uzun süredir düflünüyormufl. Mümkün oldu¤unca objektif davranmaya çal›flm›fl filmde. Peki, ABD’nin flimdi yapt›klar›n› düflününce, George Bush’un yönetiminde dünya halklar›na kan kusturan ABD emperyalizmini göz önüne getirince, “Bu kadar objektifli¤in lüzumu var m›yd›? George Clooney, biraz daha tarafl› tutum sergileyemez miydi?” diyesi geliyor insan›n. Konunun bu kadar objektifçe ele al›nmas›, bir yan›yla yönetmenin çekinceleriyle aç›klanabilir. Ancak, McCarthy döneminde Murrow’un gösterdi¤i cesaretin bir benzerini bugün de beklemek, baflta ABD halk› olmak üzere, herkesin hakk›d›r diye düflünüyoruz. Evet, cesaret gerekiyor, birazc›k cesaret. George Clooney ve di¤er ABD’li sinemac›lar›n, Hollywood cenderesinden s›yr›l›p, tekellerin yönlendirmesi d›fl›nda bir fleyler üret-

MART 2006 | TAVIR | 43


sinema

meleri, elefltirel tutum tak›nmalar› olumlu bir ad›m nihayetinde. Tüm eksiklikleriyle, objektivizmin s›n›rlar›n› zorlayarak konuyu laboratuar ortam›na s›k›flt›rmas›yla, çok çok

burjuva demokrasisine övgü methiyesi olarak adland›r›labilecek bir yap›m görünümündeki ‹yi Geceler ‹yi fianslar, Oscar’a da aday gösterilmifl.

yor tabi. Sonuçta söylenecek fludur: Objektiflik iyi bir fley gibi görünse de “tarafs›z olmak” kifliyi kurtarm›yor. Müdahale edilmedikçe kötüler kötülüklerine devam ediyor.

‹lginç! Böylesi filmler genellikle yok say›l›r Oscar jürilerince. Sonuçta ödül almas› zor görünse de filmin aday gösterilmesi bile hemen herkesi flafl›rtm›fl durumda. Tabi ya, ABD zorlu(!) bir süreçten geçerken, Irak’ta, Afganistan’da halklara demokrasi(!) ihraç ederken, hatta belki yak›n gelecekte ‹ran’a ihraç edecekken, ABD’nin kirli geçmiflini kürdanla da olsa deflmeye çal›flan bir filmin Oscar’a aday gösterilmesidir onlar› flafl›rtan.

Vicdan rahatlatman›n hiç kimseye faydas› yok! McCarthy gibi bir faflistin yapt›klar›n› teflhir ederken burjuva demokrasisi s›n›rlar›na hapsolmak filmin en büyük yan›lg›s›, eksikli¤i... Daha fazlas›n› beklemek hayal belki de. Bu hayalimizi bakal›m ne zaman gerçe¤e dönüfltürecek Amerikal› yönetmenler, senaristler...J

Filme belgesel tat vermek isteyen George Clooney, siyah-beyaz çekmifl ‹yi Geceler ‹yi fianslar’›. ‹yi kotar›lan oyunculuklar›, s›k› diyaloglar›, Murrow’un TV program›ndaki anlat›mlar› gerçekten kayda de¤er fleyler. Özellikle Edward R. Murrow’u canland›ran David Strathairn çok canl› bir Murrow portresi çiziyor. Di¤er oyuncular da ondan afla¤› kalm›-

Filmin Künyesi Yönetmen: George Clooney Senaryo: George Clooney, Fred Friendly, Don Hewitt Kurgu: Stephen Mirrione Oyuncular: David Strathairn, George Clooney, Patricia Clarkson, Jeff Daniels, Robert Downey Jr. Frank Langella

(boz)kurtlar vadisi’nden milliyetçilik rüzgarlar›... Kuzey Irak’ta bir Türk karakolu… ABD askerleri taraf›ndan çevriliyor, arama yap›laca¤› söyleniyor. Gerekçe, “‹çeride teröristler saklan›yor”… Arama sonras›, ABD askerleri taraf›ndan karakolda bulunan Türk subay ve erleri, kafalar›na çuval geçirilerek gözalt›na al›n›yor. Kamuoyuna “Çuval operasyonu” olarak mal oluyor bu gözalt›. Ve sineye çekiliyor bu utanç verici olay, ABD’den hesap sormak filan hak getire… ‹flte bu olay›n “intikam›” al›n›yor “Kurtlar Vadisi-Irak” filminde. fianl› Türk kontrgerillas› Polat Alemdar o karakolda görevli subay arkadafl›n›n kendisine yazd›¤› mektuptan ö¤reniyor olan biteni. (Sahi böyle bir mektup olmasa ABD’den intikam (!) almak akl›na gelmeyecek miydi acaba?) Polat’›n arkadafl› olan subay, mektubu yaz-

44 | TAVIR | MART 2006

d›ktan sonra intihar ediyor. Çuval olay› rencide ediyor onu çünkü. Kendine yediremiyor ve yaflam›na beylik silah›yla son veriyor. Ve film, Polat Alemdar’›n olay üzerine Kuzey Irak’a girifliyle gelifliyor… Kurtlar Vadisi, TV dünyas›nda fenomen olmufl, reyting rekorlar› k›rm›fl, üzerine flehir efsaneleri türetilmifl, yüz binlerce genci mafyoz tipleriyle derinden etkilemifl bir dizi idi. Son bölümü geçenlerde yay›mland› ama eski bölümleri hala TV’lerde yay›mlanmaya devam ediyor, ilginçtir tekrar bölümleri bile reyting rekorlar› k›r›yor. Eh böyle bir dizinin etinden, sütünden, yününden, derisinden, kemi¤inden, ili¤inden faydalanmamak olmazd› elbette, reyting canavarlar›nca… Haz›r elde Polat Alemdar gibi bir post modern kahraman(!) varken ve iyi


sinema

tedikten sonra duyulan fleyhin sözleri: “Sen bunu yapmakla yüre¤ini so¤utaca¤›n› m› san›yorsun? Eylemde bir tek masum insan›n ölümüne sebep oldu¤unda tüm insanl›¤› öldürmüfl say›l›rs›n.”… Feda eylemlerinin büyük bir günah oldu¤unu “yetkili” bir a¤›zdan duyurmak, ‹srail’i de, ABD’yi de, bilcümle emperyalistleri de sevindiren bir mesaj olarak göze çarp›yor. Sonra, Irakl› direniflçilerin rehin ald›¤› bir gazetecinin, tam direniflçiler taraf›ndan öldürülecekken yine ayn› fleyh taraf›ndan kurtar›lmas›… fieyh gazeteciyi kurtar›rken, direniflçilere yine ayn› tarzda vaaz veriyor. Hem yetifltirdi¤i k›za, hem de direniflçilere beklemelerini, kadere raz› olmalar›n›, iflgalcilerin Allah taraf›ndan bir gün gazaba u¤rayacaklar›n› vurguluyor. Eh bundan iyisi fiam’da kay›s› ABD ve ‹srail için. Tabi di¤er emperyalistler için de… Bu sahneler filmin belki de en etkileyici sahnelerinden. de para getiriyorken, neden ondan Rambo, Superman gibi bir fenomen yarat›lmas›n ki? Evet, böyle düflünmüfl olsa gerek senarist, yönetmen vesaire… Kendilerince hakl›lar tabii. Böyle f›rsat bir daha ele geçer mi? Hem Türk halk›n›n milliyetçi damarlar›n› okflayacak, ABD’den intikam(!) alacaks›n, hem de bu iflten deve yükü para kazanacaks›n. Getirece¤i flan-flöhret de cabas›… Filmden Amerikal›lar rahats›z oldular nedense. Hatta öyle ki ABD askerlerine, vatandafllar›na, filmi izlemeye gitmemeleri, filmle ilgili hiç kimseyle konuflmamalar› telkin edildi üst düzey yöneticilerce… Filmi izleyenler, ABD’lilerin Irak’ta yapt›klar› vahflete tan›k oluyor, içten içe öfke duyuyorlar, hatta Polat Efendi’nin ABD’li subay› kalbinden hançerledi¤i sahnede alk›fll›yorlard› belki ama filmdi bu en nihayetinde.

müstemleke psikolojisi daha böylelikle hayata geçmifl oldu. ‹kna olmad› ABD’liler tabii. Filmin ABD aleyhtarl›¤›n› yay›c› bir etkisi oldu¤u noktas›nda birleflti ABD medyas›. Oysa filmde, her ne kadar ABD askerlerinin zevk için insanlar› katletmesi, masum insanlar› gözalt›na al›p iflkence yapmas›, Ebu Garip Hapishanesi’nden vahflet manzaralar› yer alsa da, bunlar›n “münferit” olaylar oldu¤u, yap›lanlara baz› ABD askerlerinin karfl› ç›k›fl›yla anlat›l›yor. Yani filmde, ABD’nin Irak’› haks›z yere iflgal etmesi, Ortado¤u siyasetinde birinci dereceden etkileyici güç olmaya çal›flmas›, halklar aras› düflmanl›¤› körükleyerek kardefli kardefle k›rd›rmas› gibi politik de¤erlendirmeler vesaire yok!

Sinemadan ç›kt›ktan sonra hiç kimse dövecek ABD’li aram›yordu yani. Müstemleke insan› psikolojisi iflte, gerçekte dövemeyece¤i birisini sanal alemde pataklamakla tatmin olmak yetiyor demek ki.

Zaten film politik bir film de de¤il. Üzerine bolca milliyetçilik sosu dökülmüfl, beflinci s›n›f aksiyon sahneleriyle oluflturulmufl, ne dedi¤i belli olmayan, ad› bile bulunmayan ortaya kar›fl›k bir salata… Hollywood’da art›k yiyecek ekmek bulamayan, eprimifl bir-iki jönle tatland›r›lm›fl bu salatadan ak›lda kal›c› bir tat almak da mümkün de¤il.

Üstelik yönetmen de, senarist de, filmin tamamen kurguya dayal› oldu¤unu, ABD düflmanl›¤› yaymak gibi bir hedeflerinin katiyen olmad›¤›n› yemin billâh edip zikrettiler bas›na, kamuoyuna ve gerekli mercilere… Bir

Peki, hiç mi mesaj yok filmde? Var elbet. Mesela, filmin bafl›nda dü¤ün günü kocas› ABD askerlerince katledilen gelinin, kendisini yetifltiren tarikat fleyhinden, canl› bomba olarak ABD’liler den intikam almak için izin is-

Böyle bir filmin genifl bir izleyici kitlesi olaca¤›, sunulan bu “vadinin” bolca müflterisinin ç›kaca¤› bafltan belliydi. Nitekim filmi 15 gün içinde üç milyonu aflk›n kifli izlemifl. Daha da izleyecekler; belki de G.O.R.A.’n›n elinde tuttu¤u en çok izlenen Türk filmi rekorunu k›raca¤› da olas›l›k dahilinde. “En yüksek bütçeli Türk filmi” rekoru hâlihaz›rda bu filme ait zaten. (Filmden anlafl›l›yor bu. Hiçbir masraftan kaç›n›lmad›¤› belli oluyor.) Bu gidiflle, en fazla para getiren Türk filmi olarak da an›laca¤a benziyor Kurtlar Vadisi-Irak filmi. (Boz)Kurtlar Vadisi-Irak’tan geriye ne kal›yor? Burjuva medyan›n bolca cilalay›p reklâm›n› yapmas› üzerine izleyici rekoru k›rmas›, ABD’nin amiyane tabirle yalandan sinirlenmesi, son y›llarda artan milliyetçilik dalgas›na beyazperdeden koltuk ç›kma… Gerisi laf› güzaf!J

Filmin Künyesi Yönetmen: Serdar Akar Senaryo: Raci fiaflmaz, Bahad›r Özdener Kurgu: Kemalettin Osmanl› Oyuncular: Necati fiaflmaz, Billy Zane, Ghassan Massoud, Gürkan Uygun, Berguzar Korel, Kenan Çoban.

MART 2006 | TAVIR | 45


haberler

Dünyanın En İyi Basın Fotoğrafları Seçildi Sinema Yazarları Derneği, her yıl geleneksel olarak düzenlediği Türk Sineması ödül törenini, 38. kez 27 Şubat Pazartesi günü gerçekleştirdi. Bine yakın davetlinin izlediği tö­ rende, geçen yıl sinemalarımız­ da vizyona giren Çağan Irmak imzalı "Babam ve Oğlum" tam altı dalda ödül alarak geceye damgasını vurdu. Gecede "Anlat istanbul" iki, "Gö­ nül Yarası" ve "iki Genç Kız" bi­ rer ödül aldılar. 38. SİYAD Ödüller şu isimlere gitti: En iyi Film: Babam ve Oğlum En iyi Yönetmen: Çağan Irmak (Babam ve Oğlum) Mahmut Tali Öngören - En iyi Senaryo: Çağan Irmak (Babam

ve Oğlum) En iyi Görüntü Yönetmeni: Meh­ met Aksın (Anlat istanbul) En iyi Müzik: Ortaklaşa olarak Gökhan Kırdar (Anlat istanbul) ile Replikas (iki Genç Kız) Cahide Sonku - En iyi Kadın Oyuncu: Hümeyra (Babam ve Oğlum) En İyi Erkek Oyuncu: Çetin Tekindor (Babam ve Oğlum) En iyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Şerif Sezer (Babam ve Oğlum) En iyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Timuçin Esen (Gönül Yarası) Törende, "Eğreti Gelin"le oyuncu­ luk kariyerine başlayan Onur Ün­ sal da Umut Veren Genç Oyuncu Ödülü'nün sahibi olurken, Türk si­ nemasının önemli isimlerinden Gülşen Bubikoğlu, İzzet Günay, Şakir Eczacıbaşı, Türker İnanoğlu ve Yalçın Tura, SİYAD'dan birer Onur ödülü aldılar.

Bu yıl 49'uncusu düzenlenen Dünya Basın Fotoğrafı Yarışma­ sında ödüller Amsterdam'da sa­ hiplerini buldu. 2005 Dünya Basın Ödülü'nü, ge­ çen Ağustos ayında çektiği ve Af­ rika ülkelerinden Nijer'de bir kamptaki çocuğu anlatan fotoğrafıyla Kanadalı foto mu­ habiri Finbarr O'Reilly aldı. Yarışmaya bu yıl 122 ülkeden 4448 foto muhabiri toplam 83

bin 44 fotoğrafla katıldı. Yarış­ mada, Dünya Basın Fotoğrafı'nın yanı sıra 10 ayrı dalda toplam 25 değişik ülkeden 63 fotoğrafa ödül verildi. Fotoğrafçılara ödülleri 23 Nisan'da Hollanda'da düzenlene­ cek bir törenle verilecek. Dereceye giren fotoğraflar, 24 Nisan-18 Haziran tarihleri ara­ sında değişik ülkelerde toplam 85 yerde sergilenecek.

Neruda ödülü U2 "Tayyipler Alemi" solisti Bono'ya verildi davayı kazandı

Şili Devlet Başkanlığı sarayı La Moneda'da düzenlenen törende Bono'ya ödülünü Devlet Başkanı

46 | TAVIR | MART 2006

Ricardo Lagos verdi. U2 grubu­ nun Latin Amerika turu çerçeve­ sinde başkent Santiago'da bir konser vermesi bekleniyor. San­ tiago'nun en büyük futbol stad­ yumunda 80 bin izleyici önünde verilecek konserden önce Bono ve grubun diğer elemanlarına, Uluslararası Af Örgütü'nün 2005 yılı "Vicdan Elçisi" ödülü verilecek. U2 grubunun diğer elemanları Edge, Larry Mullen Jr., Adam Clayton'ın yanı sıra grubun menajeri Paul McGuinness de 'Vicdan Elçisi' ödülünü alacak. •

dolayı Penguen Dergisi'ne açtığı 40 bin YTL'lik dava reddedildi. Ankara 1. Asliye Ceza Mahkemesi'nde görülen davaya Erdo­ ğan'ın ve Penguen Dergisi'nin avukatları katıldı. Erdoğan'ın avukatı Fatih Şahin, karikatürde müvekkilinin kişilik haklarına saldırıldığını savunarak davanın kabul edilmesini talep etti.

Başbakan Recep Tayyip Erdo­ ğan'ın, Tayyipler Alemi adlı kari­ katürün yer aldığı kapağından

Yargıç Beyhan Azman ise dava­ nın reddine karar verdi. (Penguen'in 24 Şubat 2005 tarihli sayı­ sının Tayipler Alemi isimli kapa­ ğı, karikatürist Musa Kart'a des­ tek amacıyla çizilmişti.)


haberler

Hapishanelerde "Kapital" yasak!

Yeni Melek Gösteri Merkezi'nde ilk defa konser veren Grup yorum yaklaşık 1700 kişi­ ye seslendi. Konser'de 20 yıllık birikimlerinden oluşan şarkılar söyleyen Grup Yorum, dinleyi­ cilerini halaylarla coşturdu. Çok kısa bir süre sonra yeni al­ bümlerinin yayınlanacağının müjdesini de veren Grup Yo­ rum, konserde eski şarkıların­ dan oluşan geniş bir repertuvar sundu. Yeni albüme almayı düşün­ dükleri "Sıra Neferi" adlı şarkı­ nın da içinde olduğu konserin ilk bölümünde, "Şahan Kanat­

lılar", "Haydi Kolkola" "Üçle­ me" gibi şarkılar vardı. 15 da­ kikalık bir aradan sonra konse­ rin ikinci bölümü başladı. Bu bölümde de "Ay Doğar Ayan Beyan" ve yedi şarkıdan olu­ şan halay potporisi seslendi­ ren Grup yorum "Haklıyız Ka­ zanacağız" adlı şarkısıyla kon­ seri sona erdirdi. Konsere ayrıca eski Grup Yo­ rum elemanlarından Hilmi Yarayıcı da katılarak "Cemo" yu seslendirdi. Hemen bütün şar­ kıların izleyicilerle birlikte söy­ lendiği konsere şehit aileleri, TAYAD'lı aileler ve sanatçılar da katıldı. •

Gazeteciden protesto! Isparta Belediye Başkanı Hasan Balaban'ın, Zaman Gazetesi Is­ parta Temsilcisi Arif Bayram Taş ve muhabir Mustafa Altın­ taş'ı makam odasında dövme­ si, gazeteciler tarafından tep­ kiyle karşılandı. Antalya, Burdur ve Afyon'dan 13 Şubat'ta Isparta'ya gelen gazeteciler burada bir yürüyüş yaparak belediye başkanı'nı protesto ettiler.

Isparta Gazeteciler Derneği önünde bir araya gelerek bele­ diye binasına kadar yürüyen gazeteciler, burada fotoğraf ve kameralarını bırakarak saldırıyı kınadı. Gazeteci Ferhat Kaya da Balaban'ı protesto etmek amacıyla fotoğraf makinesini kırdı. Çe­ şitli demokratik kitle örgütleri, siyasi partiler eyleme destek verdi.

F tipi hapishanelerde uygula­ nan yasaklara bir yenisi daha eklendi. 6 yıldır sürekli baskı ve tecrit altında tutulan tut­ saklar her güne yeni bir uygu­ lamayla başlıyorlar. Ziyaretçisi tarafından Bolu F Tipi Kapalı Hapishanesi'nde bulunan Baki Yaş'a getirilen, Karl Marks'ın Kapital adlı kitabı, yasak oldu­ ğu gerekçesi ile alınmadı. Ola­ ya tepki gösteren Yaş'ın avu­ katı Eylem Erkaslan bu duru­ mun askerlerin keyfi bir uygu­ laması olduğunu belirterek, böyle bir yasağın bulunmadı­ ğını söyledi. Sol Yayınları ile görüşmeleri­ nin neticesinde kitabın her-

hangi bir toplatma kararının olmadığını öğrendiklerini be­ lirten Erkaslan, haftalık ve ay­ lık dergilerin de tutuklulara verilmediğine dikkat çekti.•

İlhan Arakon yaşamını yitirdi Görüntü Yönetmeni İlhan Ara­ kon 1916'da Edirne'de doğdu. Sinemadan önce fotoğrafçılıkla ilgilenen Arakon, 1944'te Şadan Şamil'in "Gençlik Günahı" filmiyle profesyonel anlamda görüntü yönetmenliği yapmaya başladı. Arakon'un ayrıca ses uzmanı ve sanat yönetmeni olarak da ça­ lıştığı sinema dünyasında, sesli film çekilmesi konusunda uzunca bir süre çalışmaları ol­ du. Yıllarca görüntü yönetmen­ liği yapan Arakon, "Garipler Adası" adlı filmin yönetmenli­ ğini yaptı. Bugünkü pek çok görüntü yö­ netmeninin yetişmesine ön ayak olan Arakon, 1975 yılın­ dan itibaren Devlet Güzel Sa­ natlar Akademisi Sinema TV

Enstitü'sünde eğitim görevlisi olarak çalıştı. Türk sinemasında önemli yönetmenlerin tercihi olan Arakon, 17. Uluslararası İs­ tanbul Film Festivali'nde Onur Ödülü'nü aldı. 3 Şubat'ta yaşa­ mını yitiren Arakon'un cenazesi düzenlenen törenin ardından Zincirlikuyu Mezariığı'na def­ nedildi.•


h a b e r l e r

-26 Şubat Pazar günü saat 18.00'de İdil Kültür Merkezi'nde Erdal Güney sevenleriyle buluştu. Aylık etkinlikler kapsamında yapılan etkinliğesere yaklaşık 100 kişi katıldı.

- Temel Haklar Federasyonu üyeleri, Hz. Muhammed'in karikatürlerinin yayınlanmasını protesto etmek için "İnançlara saygı gösterin, özür dileyin, emperyalist saldırganlığa son" slo­ ganıyla, Fransız Konsolosluğu önünde basın açıklaması yaptı. Karikatürlere ilişkin bir diğer eylem ise yine Fransız Konsolosluğu önünde Irak'ta İşgale Hayır Koordinasyonu tarafından gerçekleştirildi.

inin 300. günlerine yaklaşan Fatma Koyupınar'a Gebze Hastanesi'nde zorla müdahale edildi.

-Sanatçı Ali Ekber Çiçek için gece düzenlendi. Bir süredir sağlık problemleri yaşayan Ali Ekber Çiçek, Cemal Reşit Rey Salonu'nda ken­ disi için düzenlenen gecede dinleyicileriyle bir araya geldi. Arif Sağ, İzzet Altınmeşe, Yavuz Top, Erdal -İstanbul Cumhuriyet Savcılığı, TAYAD'lı Erzincan, Tolga Sağ, Hüseyin Turan, aileler hakkında "Kanunsuz Gösteri" Selahattin Alpay, Emre Saltık gibi sanatçıların 28 Mayıs 1986 tarihinde yaşamını yitiren Edip yaptıkları gerekçesiyle soruşturma başlattı. da katıldığı gecede Ali Ekber Çiçek, dinleyici­ Cansever için 14 Şubat'ta gerçekieştirile gece, Sultanahmet'teki İstanbul Adliyesi önünde 16 leri tarafından ayakta alkışlandı. Gece, Ali Edip Cansever'in görüntüleri ve kendi sesin­ Ocak 2006 tarihinde, Serdar Demirel'in Ekber Çiçek'in söylediği "Haydar Haydar" yaşamını yitirmesinin ardından, sorumlular isimli türkü ile son buldu. den okuduğu şiiriyle sona erdi. hakkında suç duyurusunda bulunup, basın -Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü (RSF), açıklaması yapmak isteyen TAYAD'lı ailelere -Uzun süredir mide kanseri tedavisi gören ABD'den, Irak'ta ve Küba'daki Guantanamo polis tarafından müdahalede bulunulmuştu. istanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları oyuncularından Oktay Sözbir, 4 Şubat günü Üssü'nde tutuklu bulunan 2 gazeteciyi serbest bırakmasını istedi. Gazetecilerin aylardır -Ölüm Orucu direnişçisi Fatma Koyupınar yaşamını yitirdi. Yılmaz Güney'in "Bir Gün mahkemeye çıkarılmadığı; avukatlarıyla ve hastaneye sevk edildi. Gebze M Tipi Mutlaka" adlı filmiyle oyunculuğa başlayan aileleriyle de görüştürülmediği açıklandı. Hapishane'de bulunan ve Ölüm Orucu eylem­ Sözbir, "Bizimkiler" dizisinde de rol almıştı. • - Edip Cansever ölümünün 20.yılında anıldı. Beşiktaş Belediyesi Kültür Platformu tarafından "Ustalara Saygı" etkinlikleri çerçevesinde, Edip Cansever için bir anma gecesi düzenlennma, Anma Akatlar Kültür Merkezinde yapıldı.

türk musikisinden seçmeler Kalan

şevin yurdum gibi sevdim Iber Müzik

gazeller 3 Kalan

»mehmet demir bad'ı barak Güvercin Müzik


8/29/07

7:48 PM

Page 1

kültür sanat yaflam›nda

›ssn 1303-9113

2006/03

say› 47

2.25 YTL-KDV’li)

mart 2006

kapaklar

Karagöz ve ortaoyununun doğuşu, yapısı

.

umudun sıcak soluğu ülkesi olmayan mezarı olmayan gibidir edip cansever’de şiir ve insan la question (sorgu) ve direniş müziğin gavuru olur mu? burjuva demokrasisine övgü

.

.


kapaklar

8/29/07

7:48 PM

Page 2


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.