2006 49 mayis

Page 1



tavır a y l › k

s a n a t

d e r g i s i

merhaba

Sahibi ‹dil Kültür Yay›n Org. Rek. Film. Tic. Ad›na: Muharrem Cengiz Genel Yay›n Yönetmeni Gamze Mimaro¤lu Sorumlu Yaz›iflleri Müdürü Ahu Zeynep Görgün Yaz›flma Adresi ‹stanbul ‹dil Kültür Merkezi ‹stiklal Cad. Aznavur Psj. No: 212 Kat: 6 Beyo¤lu/‹stanbul Tel: (212) 245 00 70 - 244 31 60 Faks: 244 81 02 e-posta: info@grupyorum.net Ankara ‹dilcan Kültür Merkezi fiirintepe Mah. 8.Cad. No:222 / B Mamak – Ankara Tel: (312) 390 38 05 Hesap no (YTL) 1042- 30000 596147 Gamze Mimaro¤lu ‹fl Bankas› Parmakkap›/‹ST. Hesap no (EURO) 1042- 3010000 129062 Gamze Mimaro¤lu ‹fl Bankas› Parmakkap›/‹ST. Ofset haz›rl›k TAVIR YAYINLARI

Art›k bahar›n ad›d›r may›s. ‹lk günü coflkudur, k›z›l çiçekler açar meydanlar›nda. Rengarenk türküler söylenir hep bir a¤›zdan. Alt›nc› günü hüzündür. O gün üç kez do¤ar günefl, üç kez öter güvercinler. Bütün aylar öyledir ya, may›s sanki biraz daha duygu yüklüdür. May›s deyince Deniz akla gelir biraz da… En mavi, en dalgal›, en köpürmüfl haliyle… Ve bu kez bahar yüreklere yang›n oldu. Fatma’n›n gülüflüne yaz›ld› bu kez bahar›n ad›. Umut yolcular›ndan biri… Bir avukat. Bir ayd›n. Yaflaman›n ve ölmenin tan›m›n› yeniden yazmak için de¤il; sadece görmek, duymak, bilmek istemeyenlere, vicdan›n› üç otuz paraya tahvil edenlere, nas›l insan olunaca¤›n› göstermek için uzun soluklu bir yolculu¤a bafllad›. ‹nsanl›¤› tarihten silmeye yeminlilere; tecritle insanl›¤› öldürmeye çal›flanlara inat... Hakimlerin, savc›lar›n iddianamelerinin, mütalaalar›n›n, kararlar›n›n hükmü kalmad›. fiimdi söz savunmada. Adaletin olmad›¤› yerde direniflin; haks›zl›¤a karfl› adaletin; zalime karfl› mazlumun avukatl›¤›n› yapma zaman›. Tek bafl›na de¤ildi. O da konufltu; arkadafllar›, meslektafllar› da… 1 May›s’›n coflkusuna yeni coflkular eklendi. Umuda yolculuk sürüyor… Tav›r bu yolculu¤un da tan›¤› olacak... Hep onlar üzerinde oynan›r oyunlar. ‹lk onlar›n beyinleri teslim al›nmaya çal›fl›l›r. Bizim olmayan bir kültürün birer piyonu haline getirmek için her yolu dener muktedirler. Gençler… Gençlerimiz… Bu anlams›z fliddetin pençesine onlar› kimin att›¤›n›, bunun nedenlerini-niçinlerini, sonuçlar›n› sorgulad›k. Dr. Erdal Atabek sorular›m›z› cevaplad›... Hapishane’nin dikenli tellerine tak›lm›fl Tav›r’dan bir mektup ald›k. Üstü bafl› periflan haylaz çocu¤umuz tecriti de delmeyi baflarm›flt›. Mektubu, hapishaneden köflesinde sizinle paylafl›yoruz. Siz okurlar›m›z›n mektuplar›n›, fliirlerini, öykülerini ve çizgilerini heyecanla beklemeye devam ediyoruz. Haziran say›m›zda görüflmek üzere... Dostlukla…

Bask› ASPAfi Da¤›t›m D-R Yerel süreli yay›n

tavır


‹Ç‹NDEK‹LER

05/2006

3 mavi 3 deneme

6 7 9 11 13 14 16 17 20 23 24 26 30 33 34 38 41 42 46

4 3 veda an›

14 iflte may›s 3 deneme

24 al beni ve çarp dalgalar›na deneme

42 guantanamo yolu 3 sinema

3

4

DENEME mavi ANI veda fi‹‹R paul eluard MAKALE avukat olmak RÖPORTAJ selda kaya MAKALE flimdi söz savunman›n DENEME ö¤üt DENEME iflte may›s ÖYKÜ bu¤day m› hakikat m›? T‹YATRO sayg›l› yosma ‹NCELEME naz›m hikmet tiyatrosu fi‹‹R sandor petöfi MEKTUP al beni ve çarp dalgalar›na ARAfiTIRMA yok olan diller ve dildeki yozlaflma-ll SÖYLEfi‹ dr. erdal atabek OKURDAN fliir- mektup B‹YOGRAF‹ turgut uyar ARAfiTIRMA karagöz ve ortaoyununun do¤uflu, yap›s›-lll HAP‹SHANEDEN mektup S‹NEMA guantanamo yolu- v for vendetta HABERLER

3

3

kapak foto: umut kaçar


deneme

mavi denef dem i ray

Aynı vakit, yani hasat vakti buğday tarlasın­ da bir çiftçi başaksız kalmış.

Yoksa maviye mi boyamış evreni bir boranın kanatları. Boranlar, boranlarımız...

Sulamış göz yaşıyla toprağını. Gübre yerine, akıtmış kanını. Acı ekip, umut biçmiş. Öz­ lemlerini balyalamış.

Yuvalarından teker teker havalanıp, göğün ortasında mavi yıldızlar saçıp, kandan bir yol, parça parça can, direniş direniş gelecek... Gelecek düşü, mavi.

Yine aynı vakit ve şimdiki zaman içinde, bir adam kasketini kaldırıp, bakmış şehrin üze­ rinde uçuşan boranlara. Ve kuytu bir köşede ağlamış usul usul, yok olup giden senelerine ve düşlerine. Sımsıkı kavramış elindeki helva parçasını. Beklentili, özenen gözleri gelmiş aklına ço­ cuklarının. Acıdan yere yığılıveresi gelmiş. Yaslanmış bir duvara, içeriden gelen gülüşle­ ri dinlemiş. Gülmek demiş, gülmüş. Gülmüş, gülmüş, gülmüş...

Su mudur mavi olan? Yoksa gökyüzü mü mavi? Yok mudur havanın, suyun rengi? Yoksa maviye mi boyamış evreni, bir boranın kanatları? Boranlarımız™ Yuvalarından teker teker havalanıp, göğün ortasında mavi yıldızlar saçıp, kandan bir yol, parça parça can, direniş direniş gelecek. Gelecek düşü, mavi. Mavi, boran. Geleceğin rengine kesmiş gökyüzü. Ressam­ lar, gökyüzünün rengini çalmış. Resmi tasvi­ re dalmış yazarlar. Aydınlar(l), mavi içinde mavisiz kalmış.

Gülmüş anne, baba gülmüş, iki yaşındaki ço­ cuk acından ölmüş. Gülmüş kent acıya katıla katıla. Sonra vur­ muş kendini kent, bir boranın kanadından. Düşmüş bir boran. Bir boran vurmuş kendini alnının ortasın­ dan; tam bandının, tam yıldızının ortasın­ dan. Bir boran deşmiş göğsünü ve çıkarmış yüre­ ğini. Gökyüzünden ölü boranlar yağmış. Sus­ muş kent. Ve dinlemiş yağmurun sesini. Yağmur mudur mavi olan? Yoksa gökyüzü mü mavi? Yok mudur havanın, suyun rengi?

Mavi, boran. Boranlar, boranlarımız... Boran boran ağlamış şehir. Ve düştüğü yere her damlanın, bir kızıl sancak dikmiş şehir. Her sancak kanatmış toprağı. Mavi şehir, al al kandamlalarıyla bir yıldız çizmiş bağrına. Susmuş şehir katıla katıla. Kaldırmış başını ve sığmamış göğe. Dikilmiş yavaş yavaş. Yokiamış bağrındaki yıldızı. Ağrımış şehir ağır ağır. Tiz tiz inlemiş, yürü­ müş şehir. Silkelenmiş öfkeyle. Yürümüş, yürümüş... Varmış evrenin kıyısına ve haykırmış tüm gücüyle: Ey ışıksız kalmış yıldızlar, Ey kuytu köşede üşüyen çocuk gözlü dünya, Ey tutsak güneş, görüş gününü sabırla bekleyen ay, geliyoruz! Tutunup boranların kanatlarına, Doldurup tüm mavilikleri, hasretleri, özlem­ leri torbamıza, Dilimizde alnı bantlı bir türkü, Yüce dağlar ayaklarımıza dolana dolana, Toplamak için karanfilli geleceği, Ardımızda mavi boran ölüleri bırakarak, yürüyoruz...

MAYIS 2006 | TAVIR | 3


anı

veda sevinç mavikaya

Sevinci, hüznü, şaşkınlığı, kini... Ve insanlık namına yaşanacak hangi duygular varsa, yaşayacağız birlikte. Yaşatacaksın. Bugün, birkaç saat sonra hatta. Hem de en harbi olanını. Senin deyiminle "Vicdanları sarsa­ cağız" yine. Sarsacaksın. Zaman o kadar çabuk geçiyor ki... Saatler­ den duyulan tik tak sesleri, heyecandan hız­ lı hızlı çarpan yürekleri anımsatıyor. Ve kal­ bimiz hızlı hızlı çarpıyor. Herkesi bir telaş kaplamış. Sağa sola koşuşturanlar, gelen-gidenler... En çok da mutfakta bir telaş var. Her çeşit yemek yapılıyor bugün, hem de en güzelinden. Her şey özenle hazırlanıyor. Se­ ninle son yiyeceğimiz yemek bu. Hep birlik­ te bölüşeceğiz son ekmeğimizi... Oysa sen canını paylaşıyorsun. Açlıktan başka insan­ lar ölmesin, yalın ayak hiçbir çocuk kalma­ sın diye. Var mı daha ötesi? Hepimizin dilindesin. Şaşkınız, evet. Hem de çok. Nedense, seni hep ayrı bir yere koymuşuz. Oysa 121 canımızı bizden koparan o tecrit zulmünü yaşayanlardan biri de sensin. Hiç usanma­ dan, gece gündüz çalışıp aydınlatmak iste­ diğin her katliam gerçeğinin tanığı gözlerin; bir deri bir kemik kalmış bedenler, kömür­ leşmiş cesetler, attı yıldır beyazdan, sadece o kahrolası beyazdan başka renk görmeyen insanlar... Bunları görür de dayanır mı yü­ rek? Taş olsa çatlar, taa orta yerinden. Zaman tükeniyor. Uzunca sofralar hazırla­ nıyor bir taraftan, mumlar yakılıyor. Bütün gözler merakla seni arıyor. Bir ara bütün gözler bir noktaya odaklanıyor. Bir sessizlik çöküyor. Çıkıp geliyorsun. Herkesle tek tek görüşüyor, kucaklıyor, öpüyorsun. Sen de heyecanlısın belli. Her ne kadar belli etme­ meye çalışsan da saklayamıyorsun. Birlikte

4 | TAVIR | MAYIS 2006

aynı mekanı paylaştığın, aynı havayı solu­ duğun, aynı masada, bilgisayar başında sa­ bahlara kadar çalıştığın yoldaşların, belki mesleğine ilk başladığın andan beri seninle olan, herşeyden önce tepeden tırnağa ada­ letsizliklerle dolu olan bu sistemde birlikte adalet aradığınız, mesleğini onurluca yapan arkadaşların yine yanındalar. Kimi şaşkın, kimi üzgün, kimi metanetli... Birazdan herkes susacak. Sen konuşacaksın. Bu onurlu mesleği, avukatlığın nasıl yapıla­ cağını, "adaletin olmadığı bir ülkede, adalet için nasıl direnileceğini" öğreteceksin. Bant takma töreni için hazırlanan yere geçi­ liyor hep birlikte. Kapıda, senin gibi yıllarca mahkeme salonlarında adalet, hak ve hu­ kuk için mücadele veren, işkencelere, katli­ amlara tanıklık eden, mesleğinin onuruyla yaşayan ve son nefesine kadar da bu onuru taşıyarak can veren meslektaşın, yoldaşın Fuat Erdoğan'ın fotoğrafı karşılıyor herkesi. İkiniz bir an gözgöze geliyorsunuz. Sanki birbirinizie konuşuyorsunuz. Ve söz veriyor­ sunuz art arda... Birazdan hepimiz katılacağız size. Söz vere­ ceğiz. Yaşanılası bir dünyayı kurmak için, yarın için, umut için... Altı yıl önce de bu duygularla çıkmıştık yola. Mevsimlerce aç kalacak ama inancımızı, bilincimizi ve yüre­ ğimizi satmayacaktık. İnsandık. İnsanlık onuruna leke sürdürmeyecektik. Törenin yapılacağı yer oldukça kalabalık. Birçok kişi ayakta, ölümsüzlüğe uğurladık­ larımız da burada. Tam karşımızda: Gülsüman, Şenay, Arzu, Hülya, Sevgi, Zehra, Ca­

nan, Bülent, Barış... Hepsi buradalar, senin­ le, bizimle, gülümsüyorlar. Fotoğraflarının etrafım karanfillerle bezedik yine. Ölümsüz­ lüğe uğurlarken de karanfil bezeliydiler. Ka­ ranfil kokuyorlar. Konuşmanı yapacağın kürsü allara boyan­ mış. Hemen yanında duran masanın üzerin­ de karanfillerin ortasında, alın bandın var. Birazdan kavuşacak, sarıp sarmalayacaksı­ nız birbirinizi. İşte o zaman, tüm hasretlik sona erecek biliyoruz. Önce Mehmet Amca alıyor sözü. Kendinden emin adımlarla yürüyor kürsüye doğru. Sö­ ze başlamadan önce bir dakikalık saygı du­ ruşuna davet ediyor herkesi. Yumruklar sımsıkı havada yine. Bir şeyler mırıldanıyor ağızlar: "Ölenler, döğüşerek öldüler! Güne­ şe gömüldüler!" Matem tutmuyoruz, yok! Tutmayacağız. Halaylar kuracağız uçsuz bucaksız. En başın­ da ölümsüzlüğe uğurladıklarımız olacak. "Sevgili avukatımız, yoldaşımız Behiç Aşçı mesleğini bu kez ölüm orucunda sürdüre­ cek..." diyor Mehmet Amca.

Mehmet Amca sanki Behiç Aşcı'dan daha heyecanlı gibi. Arada bir dili sürçüyor. '96 ölüm orucu direnişinin gazisi olduğundan­ dır belki bu heyecanı, kim biliri Çok yürek kavruldu bu destan içinde. Anala­ rın, babaların, kardeşlerin, eşlerin, çocukla­ rın... Ama içlerinde bir baba var ki, iki kez yandı yüreği. Kızlarını kendi elleriyle verdi toprağa. Canan'ın, Zehra'nın babası Ahmet Kulaksız'ı çağırıyor kürsüye Mehmet Amca.


anı

Behiç Aşcı'ya bandını takması için. Zor bir görev olduğunu itiraf ediyor Ahmet Abi. Heyecandan kalbi durmazsa eğer, bu görevi yerine getireceğini, hem de bundan büyük bir onur duyacağını söylüyor ama... Destandan bahsediyor, aydın olmanın ne demek olduğundan... Behiç'i anlatıyor tanı­ dığı, bildiğince... Ve tarihi an! Bir bant daha sahibini buluyor. Bir alın daha kırmızıya boyanıyor. Bir düş daha gerçeğe dönüşüyor. Tarifi zor bir an daha yaşanıyor sahnede. Sahne dedik; evet burası bir tiyatro sahnesi. Böylesi bir törene tanıklık edeceğini bilmeyen ama tanıklık et­ tiği için de çok şanslı bir sahne bu... Şimdi söz savunmada... Bir avukat müvek­ killerini savunacak. Bir avukat, sadece mü­ vekkillerini değil, tecrite karşı umudu savu­ nacak. Üç maymunu oynayan, duyarsızlık sınırını zorlayan, yanıbaşında ölen 122 insa­ nı görmeyecek kadar vicdanını yitirmiş ay­ dınlara karşı, halk aydınını savunacak. Hak­ sızlığa, hukuksuzluğa karşı avukatlığın asli misyonunu yerine getirecek, adaleti savu­ nacak!

şertiyor bir şeyleri. Kuruyanı, kurumaya yüz tutanı. Bir de mezarlıklar, mezar taşları. Gözyaşlarıyla ısıttığımız soğuk, buz gibi be­ yaz mermerler. Bir de eylemden eyleme ta­ şıdığımız, giderek çoğalan fotoğraflar. Söz­ cüklerin gücü ne ki? Kızıyor insan böylesi durumlarda dilin lal olmasına, içindekini ka­ ğıda dökememeye... Başladığın yolculuğunda seni yalnız bırak­ mayanlar, süresiz açlığa yatanlar geliyor kürsüye sonra tek tek. Duygularını kısacık konuşmalarına sığdırmaya çalışıyorlar. Kucaklaşıyorsun onlarla, sımsıcak bakışıyorsu­ nuz. Bir avukat... Artık mahkeme salonlarına git­ meyecek. Cübbeyi taşımasına gerek kalma­ dı. Yaşamı, umudu, inana, insana has tüm güzellikleri savunurken cübbeye ne gerek var? O cübbe önemli ama! O cübbe bugüne

kadar onurla giyildi ve bu onuru taşıyacak birine teslim edilmeli. Halkın Hukuk Bürosu'ndan birine! Taylan'a giydiriyorsun kendi ellerinle. Bu onuru bun­ dan sonra Taylan taşıyacak. Sözcüklerin yi­ ne boynu bükük. Hoş bazı anlar vardır ki, çok fazla lafı kaldırmaz. O anlar sadece his­ sedilir yüreğin en sıcak yerinde. Bu da o an­ lardan biri işte. Sonrası... Kucaklaşmalar... Belki de son kez... Duygular birbirine çarpıyor yumruk kadar yüreklerde. Nasıl sığıyor onca duygu o küçü­ cük kutuya bilinmez. Sığıyor ama.. . "Hoşçakalın!" diyorsun. "Güle güle!" diye­ miyoruz. Düğümleniyor bir şeyler boğazla­ rımıza. Vedalaşmayı bu geceye yakıştıramı­ yoruz belki de...

Savundun. Öyle güzel yaptın ki bunu, kar­ şında bir mahkeme heyeti yoktu ama olsay­ dı bile senin savunman karşısında diyecek bir şey bulamazlardı inan. Bu "savunma" vicdanları her gün sarsacak! "Aydın" sıfatını taşıyanlar -sen her ne kadar aydın olarak ni­ telendirilmene karşı çıksan da- senin "ay­ dın"lığınla bulacaklar kaybettikleri yönleri­ ni. Işıkları sen olacaksın. Henüz vicdanını bütünüyle yitirmemiş olanlar için tabi ki... Diğerlerine ne demeli ki? Belki temiz bir parçaları kalmış olsa içine düştükleri bataklıkta, o parçalarından tutup çıkaracaksın onları. Yok ki... "leceğim!" diyorsun, "Benden öncekiler gi­ bi." Biliyoruz. Senden önce bu onura erişen­ lerin, yani o bandı kuşananların tören ko­ nuşmalarına da şahit olmuştuk. Nasıl güvendiysek onlara, sana da öyle güveniyoruz. Ve fakat gel de söz dinlet yüreklere şimdi. Yüreğin bir yanı onura keserken, bir yanı hüzne boyanıyor. Aynı ölümle yaşam gibi. Verdiğin onur ye­

MAYIS 2006 | TAVIR I 5


Şiir

Birbirimize verecek ellerimiz var, Uzaklara götüreyim sizi, tutun elimden. Bunca yaşadım, yüzüm değişti durdu, Aştığım her eşikte, tuttuğum her elde Baktım kardeş bahar daha canlı, daha taze. Kendine ayırdı o iğreti bozgunu, ölümü, Yumulup açılan beş parmaktaki geleceği bana. Yaşadım, gördüm, anladım her şeyi. Başkalarıydı beni yaşatan, insanlardı. Aktı yüreğime bir başka yüreğin kanı. Azalmadı çocukluğum şu kadarcık Aklığı önünde kör, enez kızların, İncecik sarı aydan güzeldi o kızlar, Yaşamanın yollarına vuran aydan, Yollar köpüktendi, ağaçtandı, çiğden, sisten. Tek başına çıkmaz ki ortaya körpe beden, Çıkmaz tek başına yeryüzüne toprağa, İlk peşin yel, yağmur, soğuk beşikte sallar, Sonra yaz gelir, tam bir erkek yapar onu. Uzanan her elde iyiliğim var. Yalnızlık ölümdür ölüm. Sevinçten öfkeye değin, öfkeden ışığa, Her gün, her saat, yerde, gökte, Canlıda, cansızda yonttum kendimi, Yazlar, kışlar geçti, ben dinç kaldım. Yaşadım, yaşadıkça güç geldi bana, İşte şimdi tam bir delikanlıyım, Yıkıntım üstünde kanım dimdik ayakta. Birbirimize verecek ellerimiz var. Daha güzel değil hiçbir şey Birbirimize bir orman gibi bağlanmaktan, Yerleri göklere kavuşturmaktan, gökleri geceye O bitmez tükenmez günü doğuracak geceye. (Çeviri: A. Kadir-Asım Bezirci)

6 | TAVIR | MAYIS 2006


makale

hukukun olmadığı yerde avukat olmak ebru timtik

meydanlarını ülkenin, meydanlarındaki in­ san kalabalığını; hep bir ağızdan çıkan slo­ ganlarını, kızıl bayrakların dalgalanışını an­ latmak, sevinci nedir bilmiyorsanız, bir dos­ tun selamını kucaklayarak iletmediyseniz, vefayı tanmadıysanız soğuk duvarlardan sı­ cacık süzülen... Hele ona görünebilen tek insan yüzü oldu­ ğunuzu bilip de, henüz hızını almış bir soh­ betin ortasında koyverip gitmek var ya... Bil­ mek mi gerekir? Geniş bir alana açılan kapıdan çıkıp gidecek­ sin. Koyverip gideceksin. Sen dışarıda akıp giden hayatsın. Baharın kokusu, meydanla­ rın sesi, dostun selamı, insan kalabalığısın sen. Koyverip gideceksin.

Daracık bir görüş odasında oturup, rutubet kokusunun sindiği duvarlara bakarak bekle­ mek mi gerekir, sloganlar atarak gelen mü­ vekkili? Onun tek kişilik hücresinden alınıp belki ay­ lardır hasret kaldığı bir insan yüzüne bakışı­ nı görmek ya da... Bekleyip kulaklarının in­

san sesine alışmasını, kesik, aralıklı kelime­ lerin birbirine bağlanma hızının, sohbet iler­ ledikçe artmasını izleyerek sevinmek nasıl bir şeydir? Kurutulmuş bir çiçeğin bile gire­ mediği F tipi hücrelerine, yol boyu içinize çe­ kip sakladığınız bahar havasını salıvermek neşesini tatmadıysanız hiç. Anlamak müm­ kün olmaz mı diyorsunuz onu; içerdekilere,

Her görüş sonrası ardından bakacak gözler, yollara dökülecek. Yazacaklar sana, anlata­ caklar bir kuru çiçeğin bile giremediği duvar­ lar, duvarların üzerinde yükselen dikenli tel­ lerin ardından. Gereksiz türkü söylemenin, gereksiz slogan atmanın, nezaketsiz davra­ nışların, oturmanın, kalkmanın nefes alma* nın, gülmenin, bir satırla olsa bile dosta "Sevgi"ce bir selam göndermenin, ona aylar­ ca mektup yazmanın, insan yüzü görmenin, anayı-babayı-yari-yoldaşı, tellerin ardından bir telefon kablosuna bağlı olsa da sözler, görmenin, kendini göstermenin, ya-sak-lanacağını, yasaklanacağını... F tipi hücreler, daha inşaat halindeyken ala­ caksın ölçüsünü. Daha yapılmadan tecrit hücreleri, söyleyeceksin sözünü. "Yapma­ yın" diyeceksin, "İnsana yakışmaz, dar gelir, işkencedir" diyeceksin, dinletemeyeceksin.


makale

yi yok dedi. Doktor ilgilenmiyor bizimle." "Gardiyanlar kapıyı açmadı, doktora götü­ rülmedi, sesimizi kimseye duyuramadık. Ar­ kadaşımız öldü" "Beni domuz bağı yapılmış bir halde bir oda­ ya kapattılar. On beş gün boyunca tuvalet ihtiyacımı gidermek için bile çözmediler elle­ rimi ayaklarımı"... diyecekler. Bir hukuk adamı olacaksın, avukat olacaksın. Ancak, "Müvekkili savunmak yalnız mahke­ me salonlarında olmaz" diyeceksin. Her yer­ de hakkın, hukukun savunucusu olacaksın. Davalar açacaksın. Tecrit koşulları nedeni ile yaşamını yitirenlerin avukatlığını yapacak, sorumluların cezalandırılmasını isteyecek­ sin. Bakanlıkların kapısını çalacaksın. Mimarlar, mühendisler, doktorlar dilekçeler yazacak, imzalar toplayacak, eylemler yapacak, dayak yiyecek. Gözaltına alınacaksın. Yine de duyu­ lmayacaksın sesini; duyan olmayacak. Hakkında davalar açılacak. Tutuklanacaksın. Ftipi hücrelerine atılacaksın. Müdafilikten yasaklanacak, kısa bir süre sonra hapishanede yapacağın görüşmele­ rinde gardiyan bulunması kararı alınacak. Fitti olarak avukatlık yapamaz duruma geti­ rileceksin

Tutuklu ve hükümlüler girmek istemeyecek­ ler bu hücrelere: "Ölürüz" diyecekler, "ölü­ rüz de girmeyiz." Arabulucu heyetlerin için­ de mesai tüketecek, ilgili tüm makamlara dert anlatacak, çalacak kapı bırakmayacak­ sın.

Ölüm Orucuna yatanlardan bir kısmı da mü­ vekkilin olacak, vasiyetlerini sana yazdıra­ caklar. Kimi bir köy mezarlığında, kimi bir ağaç dibinde, kimi bir dağ başında isteyecek mezarını ama ille de ille "tecrit kalksın" diye­ cekler.

"Üç kapı üç kilit" diyecek karşılık olarak. 19 Aralık'i; "Hayata Dönüş'le 28 ölü yüzlerce yaralı göreceksin.

Mektuplar yazacaklar; "Babamın kalbindeki pil duyarlı kapıyı öttürdü. Pili çıkarmazsa du­ yarlı kapıdan geçip görüş yapamazmış. Ne yapmalı?"

Yanık bir top halinde teslim alacaksın, daha iki gün önce gülen gözlerini gördüğün gen­ cecik bedenleri. Bitmeyecek... Biter mi F tipi zindanlar? Daha onlarcasının açlıktan ölmesine sebep olacak.

"Şimdiye kadar yaptığım bütün itirazlar red­ dedildi? Başvuracak başka kanun yolu var mt? "Hücre arkadaşım rahatsız. Doktor hiçbir şe­

Müvekkillerini savunmaya devam edeceksin yine. Devam edeceksin taş hücrelere mey­ danların sesini taşımaya. Sen yılmayacaksın yine. Artık memleketin dağlarına bahar mı gel­ miştir? Cigara karanfil mi kokar? Akşam er­ ken mi iner? Yedi düvel zindanından beter midir F tipi hücreler? Bir ceviz ağacı olup kimseler görmeden bitiverirsin havalandırmanın orta yerine. Farkı­ na varmayacaktır... Ne hapishane savcısı ne gardiyanlar... Müjdecisidir gelecek güzel günlerin; güneşli güzel günlerin...•


röportaj

selda kaya: tavır

behiç aşçı meslektaşımız, arkadaşımız...

"Herkes gitsin kendi kurumunda değerlen­ dirsin" denildi. Ondan sonra geniş katılımlı bir toplantı yapmaya karar verdik. Herkes yapabileceklerini, ilk etapta aklına gelenleri söyledi ve bunları bir liste haline getirdik. Herkes gidip kendi kurumunda konuştu. Ben Çağdaş Hukukçular Demeği Yönetim Kurulu'ndayım. Biz ÇHD'de toplantı aldık. İki yüzden fazla avukatı aradık. Otuz kişi geldi toplantımıza. Bunlar ÇHD üyeleriydi. Bir şeyler yapılması konusunda hemfikirdik. Bir komite oluştur­ duk. Behiç'le ilgili bir şeyler yapalım, dendi. ÇHD'nin tek başına olmadığı geniş katılımlı bir komite olup olmamasını düşündük ve er­ tesi günlerde çağrı yapmaya başladık. Bir gün sonra toplandık. O toplantıda da yakla­ şık kırk arkadaşımız vardı. Orada bir liste çı­ kardık. Hemen bir şeyler yapmalıyız, dedik. Yirmi beş maddelik bir eylem listesi çıkardık. SELDA KAYA TECRİTE KARŞI BEHİÇ AŞCI'YLA DAYANIŞMA KOMİTESİ ÜYESİ Bu komite nasıl kuruldu? Kimlerden oluşu­ yor? On iki kişiyiz, hepimiz avukatız. Komite şöy­ le kuruldu: Behiç Aşcı'nın 5 Nisan'da ölüm orucuna başlayacağını, basın açıklamasıyla da bunu duyuracağını öğrenir öğrenmez he­ pimiz oraya gittik. Basın açıklamasının ar­ dından yaklaşık yirmi arkadaş toplantı yap­ tık. Hepimiz şoke olmuştuk, şaşırmıştık. "Ne yapabiliriz? Arkadaşımızı kaybetmek istemi­ yoruz. Bunca insan kaybettik. Ciddi bir so­ run. Neler yapmalıyız?'' şeklinde sorgulama­ lar yaptık. Bir şeyler yapalım, dedik. Orada değişik siyasi düşünceye sahip arkadaşlar vardı.

Bu eylemler ne adına yapılacaktı?İlk etapta aklımıza gelen "Tecrite Karşı Avukat Behiç Aşcı'yla Dayanışma" oldu. Bir yürütmesi ol­ malıydı. Buradan bir komite çıktı. Yaptığımız listeyi hayata geçirmek üzere insanları ha­ berdar ettik. Komiteye 12 kişinin ismini yaz­ dık. 12 kişi sorumluluk aldı. Komite böyle ku­ ruldu. İlk etapta Behiç Aşcı'nın da avukat ol­ ması dolayısıyla şu aşamada komite sadece avukatlardan oluşmalı şeklinde düşündük. Daha sonra aydınlar da gelsin, kurumlar da gelsin denildi. Yani komite genişlemesin, ku­ rumlar olmasın diye bir ilke kararı almadık. İlk eylemde Bakan geldiğinde toplantıda biz de söz almak, Behiç Aşcı'nın ölüm orucunda olduğunu duyurmak istedik, komitenin ilk eylemi bu oldu.

Komitenin bundan sonraki çalışmaları ne olacak? Aydın ve sanatçılara da gidecek mi­ siniz? istanbul'da otuz bin avukat var. İlk etapta otuz bin avukata ulaşmak istiyoruz Önü­ müzdeki günlerde geniş katılımlı bir toplan­ tı yapmak istiyoruz. Bunu otuz bin avukatın gündemine sokabilirsek o bile büyük bir adım olacak. Ve o konuda hızlı davranıyoruz. Görüşmelerimizi ona göre yapıyoruz. Baro ve kurumların desteğini almak istiyoruz. Aydın ve sanatçıların da tabii ki burada yer alması gerektiğini düşünüyoruz. Olmalıdır ama böyle bir çalışma yapmadık henüz. İstanbul Barosu'nda bu sene seçimler yapıla­ cak. Çağdaş Avukatlar Grubu çevresinde ar­ kadaşlarımız seçim çalışmaları başladı. Top­ lantılar başladı. Bu toplantılara gittiğimizde söz alıp konuşmalar da yapıldı. Zaten hepsi­ nin haberi de var. Değişik teklifler geliyor. Mesela bizim listemizde vardı. Biz basında çıkacak bir ilan düşünüyoruz. Kendimiz dü­ şünürken başka bir avukat arkadaş "Biz ar­ kadaşlarla görüştük, keşke bir ilan çıkarsak gazetede." dedi. Bu tür öneriler insanlardan geliyor. Şu çok açık görülüyor. Sarsıldı avu­ katlar. Bir şeyler yapalım, artık siyasi kaygıla­ rı veya başka kaygıları bir kenara bırakıp bir şeyler yapalım, deniyor. Değişik öneriler ge­ liyor. Çünkü çoğunluğu Behiç Aşçı'yı tanıyor. Yapmak da istiyoruz. Yetişemiyoruz açıkçası. Cumartesi günü bir toplantı yapalım, diyo­ ruz. Şimdi gazete ilanının çalışmasını yapı­ yoruz. İmza topluyoruz. Yüksek bir imza he­ defliyoruz. Öyle olacağını da düşünüyoruz. İnsanlarla bunu konuşuyoruz. Özünde tecrite karşıyız, özünde meslektaşı-

MAYIS 2006 | TAVIR | 9


Altı yıldır devam ediyordu belki biraz kanıksama vardı. Sürekli bir şeyler yaptı­ ğımızı düşünüyorduk. Sarsıldık. Gerçek­ ten arkamızdan vurulmuş gibi olduk. Biz tam düzene bağlanmış olacaktık. Belki de yeterli görüyorduk yaptıklarımızı. Ama yetersizdi çünkü tecrit vardı.

mızın ölmemesini istiyoruz. Özünde F Tiple­ rinde tecrit uygulamalarından vazgeçmele­ rini istiyoruz. Bunu nasıl ifade edersek ede­ lim, bunlarla ilgili bir metin çıkaralım. Du­ yarlılık artsın istiyoruz. Bakanlıktan, kamu­ oyundan duyarlılık istiyoruz. Talepler bu yönde. Onun çalışmasına başladık. İmza top­ lamaya başladık. İlk olarak bu. Onun dışında yirmi beş maddelik eylem programımız var. Ama dayatmacı olmak, is­ temiyoruz. Görüşlere göre değişebilir. Ama önerilere açığız. Aydın ve sanatçılarla birlikte olsa, çok güzel olur. Baro ve diğer kurumlarla görüşmeleriniz ne aşamada? Baronun yaklaşımı iyi. Arayıp sormuşlardı. Gelmek isteyenler olmuş yönetimden. Tabii, dedik ama önce biz gelelim. Anlatalım. Gel­ mek isteyen meslektaşlarımız var, anlatmak isteyen. Biz gittik görüştük. Gayet olumluy­ du. Bakanın korumaları tarafından bir meslek­ taşımız, hepimiz saldırıya uğradık. Ama Taylan Tanay daha çok şiddete maruz kaldı. Bu­ gün de Baro başkanı, kendisi, "Keşke diyalog kurabilsek acaba nasıl karşılanır?" sözünü birinci ağızdan söyledi. Diğer taraftan ÇHD zaten altı yıldır tecrite karşı, F Tiplerine karşı. Her hak ihlalinde, her hak arama mücadelesinde bizimle birliktey­ di. Yapıyordu. Zaten cezaevi komisyonu var derneğimizin. Olumsuz olma gibi bir ihtimal yok. Bir şey yapalım dedik ÇHD olarak. Basın açıklaması yaptık. Duyarlılık istedik

10 | TAVIR | MAYIS 2006

bakandan, bakanlıktan duyarlılık istedik. Görüşme talebi var neden kabul edilmiyor, diye sorduk. Bunu sürekli gündemde tutaca­ ğımızı söyledik basın açıklamasında. Üyele­ rimizle de görüşüyoruz sürekli. ÇHD'den de diğer kurumlardaki arkadaşlar­ dan da duyarlılık var. ÇHD Genel Merkezi za­ ten bu çalışmanın içerisinde. Şubelerin de bu çalışmada yer almasını tavsiyede bulun­ mak üzere bir karar aldı. Avukat arkadaşımı­ zı da görevlendirdi. Herhangi bir yapılacak çalışma olursa bu avukat arkadaşımız da so­ nuna kadar içinde olacak. Örgütleyici olacak. Genel merkez zaten şubeler açısından bağ­ layıcı nitelik taşıyan bir karar almış durum­ da. Ayrı bir görüş olacağını zannetmiyoruz. İstanbul Şube olarak söylüyorum. Bizim za­ ten F Tiplerine karşı bir mücadelemiz oldu. Bunu da ayrı düşünmüyoruz. Bizden daha örgütlü davrandı genel merkez. Bizden daha hızlı davrandı. Behiç Aşçı ölüm orucuna başladığında siz neler hissettiniz? Sarsıldık... Avukat arkadaşın birisi İzmir ÇHD eski şube başkanı dedi ki, "Biz kaçıyorduk, arkamızdan vurdu Behiç bizi". Belki bir anlamda böyle bir şey oldu. Sarsıl­ dık. Altı yıldır devam ediyordu belki biraz ka­ nıksama vardı. Sürekli bir şeyler yaptığımızı düşünüyorduk. Sarsıldık. Gerçekten arka­ mızdan vurulmuş gibi olduk. Biz tam düzene bağlanmış olacaktık. Belki de yeterli görü­ yorduk yaptıklarımızı. Ama yetersizdi çünkü tecrit vardı. Şimdi düşünüyoruz. Bir şeyler daha fazla bir şeyler yapmamız lazım. Çünkü tanıdığımız sevdiğimiz bir insan ölüm oru­ cunda ve onu da kaybetmememiz gerektiği­ ni düşünüyoruz. Kişisel olarak çok etkilen­ dim. Çok zor kabullendik. Bir avukat yapar mı? Onu bile sorguladık. Ölüm orucunun ne kadar karşısındayız.

Behiç avukatlıktan, müdafilikten yasaklandı, Behiç'in hiçbir talebi kabul edilmedi. Hukuk­ sal olarak yapılabilecek her şeyi yaptım daha ne yapabilirdim?" Biz de bir şey diyemiyoruz. Behiç üstüne düşen her şeyi yapmadın, diye­ miyoruz. O yönüyle de sarsıldık. Herkes kendini sor­ guluyor şu aşamada. Avukatlar, çevremizde­ ki avukatlar diyelim. Büyük oranda kendile­ rini sorguluyorlar. Kendimizi sorguluyoruz. Öyle etkilendik. Ve bir şey yapmamız gerek­ tiği, hızla bir şeyler yapmamız gerektiğini düşünüyoruz. Ve bu bakış açısıyla gidiyoruz evimize, kurumumuza, baromuza. Meslektaşımız ölüm orucunda ama taleple­ rini ön plana çıkarmamız gerekiyor. Sonuçta bunu istiyor. Tecrit var ve uygulanıyor. So­ nuçları şunlar şunlar. 121 insan öldü, 600'den fazla insan sakat kaldı. Bir şeyler yapılması gerekiyor. Bu ta­ lepleri sahipleniyor muyuz? Behiç'in taleple­ rini? Eylem tarzına bakmadan sahiplenilmesi gerekir diye düşünüyoruz. Genel kanı böy­ le. Öyle sarsıldık. Çevremizde büyük çoğun­ luk böyle düşünüyor. Kimse "Behiç yapma­ malıydı, yapabileceği çok şey vardı" diye dü­ şünmüyor. Diyemiyor. Ama hepimizin yapa­ bileceği çok şey var. Teşekkür ediyor, başarılar diliyoruz... Biz de teşekkür ederiz.

Behiç diyor ki "Tecrite ve uygulamaları­ na yönelik başvurularda bulunduk. Eylem­ lere katıldık, mitinglere katıldık. Her bir şe­ yi yaptık ama Behiç avukatlıktan, müdafi­ likten yasaklandı, Behiç'in hiçbir talebi ka­ bul edilmedi. Hukuksal olarak yapılabile­

Bunlar sürekli konuşulur tartışılırdı ama bir avukatın ölüm orucu yapması... Behiç yapıl­ ması gereken her şeyi yaptı. Kendi mektu­ bunda da var. ÇHD'de Çağdaş Hukukçular Grubunun toplantılarında okundu. Behiç di­ yor ki "Tecrite ve uygulamalarına yönelik başvurularda bulunduk. Eylemlere katıldık, mitinglere katıldık. Her bir şeyi yaptık ama

cek her şeyi yaptım daha ne yapabilir­ dim?" Biz de bir şey diyemiyoruz. Behiç üs­ tüne düşen her şeyi yapmadın, diyemiyoruz. .


makale

fi‹MD‹ SÖZ SAVUNMANIN... av. behiç aflc›’dan ayd›nlara: behiç aflc›

Görevimizi yaparken kimseye, ne müvekkile, ne hakime, hele ne iktidara tabiyiz. Bizim afla¤›m›zda kiflilerin varl›¤› iddias›nda de¤iliz. Fakat hiçbir hiyerarflik üst de tan›m›yoruz. En k›demsizin en k›demliden veya isim yapm›fl olandan fark› yoktur. Avukatlar tarih boyu köle kullanmad›lar ama hiçbir zaman efendileri de olmad›! Bu yaz›n›n bulundu¤u levhalar› nerede ise her avukat›n bürosunda görürsünüz. Yüzy›llarca önce Molierac bu sözleri söylemifltir ve tarihe geçmifltir. K›sa ve özlü olarak da avukatl›k mesle¤ini anlat›r. Bir anlamda da avukatlar›n niye siyasi iktidarlar›n h›flm›na u¤rad›¤›n› anlat›r: “ne iktidara tabiyiz”, “hiçbir hiyerarflik üst de tan›m›yoruz”. “avukatlar(›n) hiçbir zaman efendileri de olmad›”. Ben iflte o yaz›da tan›mlanan avukatlardan biriyim. Ad›m Behiç Aflc›. Halk›n Hukuk Bürosu’nda on üç y›ld›r avukatl›k yap›yorum. Avukatl›¤› sadece mesleki bir faaliyet, para kazanma arac› olarak ele alm›yorum. Avukatl›k mesle¤inin, halk›n haklar ve özgürlükler mücadelesinde araç olmas› gerekti¤ini savunuyorum. Çünkü avukat ayd›nd›r. Bu ülkenin insanlar›na borcu olan, bu borcunu ayd›n sorumlulu¤unu yerine getirerek ödemek zorunda olan kiflilerden biridir avukat ve bugüne, yar›na karfl› sorumludur. Halk›na karfl› sorumludur, dünya halklar›na karfl› sorumludur. Borçludur. Peki, bu borç nas›l ödenir? Bu sorumluluk nas›l yerine getirilir? Bir avukat-ayd›n sadece duruflmalara girerek ayd›n sorumlulu¤unu yerine getirebilir mi? Sadece bas›n aç›klama-

MAYIZ 2006 | TAVIR | 11


makale

s› yaparak, risksiz eylemlere giderek borç ödeyebilir mi? Buna birçok cevap verilebilir. Peki, alt› y›ld›r süren tecrite ve bu tecrit politikalar›na karfl› sürdürülen ölüm orucu eylemine tan›kl›k etmifl, yüzden fazla cenaze kald›rm›fl birisi nas›l bir cevap verebilir sizce? Sa¤malc›lar Hapishanesi’nde diri diri yak›lan alt› kad›n›n cenazelerini alan bir avukat ne cevap verebilir? Bu cenazelerden ikisi tan›nmayacak kadar kömürleflti¤inde, ailelerin cenazeleri rastgele almas›na tan›k olan bir avukat buna nas›l cevap verebilir? “Ben bir avukat›m, ayd›n›m, bu topra¤›n insanlar›na laz›m›m” m› der? Peki ölen yüz yirmi iki insan? Onlar bu topra¤›n insanlar›na laz›m de¤il miydi? Onlar ayd›n de¤il miydi? Peki, kimdir ayd›n? Nedir ayd›n? Ayd›n kime diyece¤iz? Halk› için, vatan› için, hiç görmedi¤i bebeler için ölüme yatan m› ayd›nd›r? Yoksa güvenli limanlarda gezinenler mi? Peki gerçekten nedir ayd›n? Ayd›n kimli¤iyle avukatl›k nas›l yap›l›r? Vicdan›n›z› köreltti¤inizde, gözünüzü kapatt›¤›n›zda art›k ayd›n m›s›n›z? Ben bir ayd›n›m. Bu ülkenin insanlar›na borcu olan bir ayd›n›m-avukat›m. Bu borcumu ödüyorum. Bunun için 5 Nisan Dünya Avukatlar Günü’nde Ölüm Orucu eylemine bafllad›m. Alt› y›ld›r F tipi hapishanelerde yaflananlara tan›kl›k ettim. Tecrite karfl› direniflte ölen yüz yirmi iki insan› birer birer u¤urlad›m. Her biri ben de ayr› bir iz b›rakt›. Her biriyle ben de öldüm. Onlar›n insan s›cakl›¤›n› gördüm. F tipi hapishanelerde, tecritte iken bana çay ikram edemedi¤i için üzülen müvekkillerim oldu. Kendisinin bulundu¤u tecrit koflullar›n› düflünmüyor, bana ikram edemedi¤i çay› düflünüyor, bunun için üzülüyor. Bunun a¤›rl›¤›n› nas›l ödeyebilirim? Demifltim ben bir avukat de¤ilim, ben ayd›n bir avukat›m. Bu insanl›¤› nas›l inkâr edebilirim. Bir yanda bana ikram edilmeye çal›fl›lan çay, di¤er yanda yak›lan alt› kad›n? Bunlar› unutmak vicdans›zl›k olmaz m›? Bunlar› unuttu¤umda insanl›¤›mdan uzaklaflm›fl olmaz m›y›m? Ziyaretimize gelen insanlar›m›z›n gözlerinde-

12 | TAVIR | MAYIS 2006

ki gururu, coflkuyu görmemek mümkün de¤il. Elbetteki flunu iddia etmiyorum, ayd›n olarak kendilerini tan›mlayanlar kendilerini feda edebilmeliler. Hay›r, bunu demiyorum. Ama ayd›nlar›m›z en az›ndan flunu yapabilirler; yüzlerini halka dönüp halk›n sorunlar›na, taleplerine sahip ç›k›p, bunun için mücadele edebilirler. Halk›m›z›n ba¤›ms›zl›¤› için, demokrasi için ellerinden geleni yaparak katk›lar›n› sunabilirler. Çok fley mi istiyoruz? Hay›r. Bu halk›n ödedi¤i bedellerle birlikte düflünüldü¤ünde çok fley istenilmedi¤i anlafl›lacakt›r. Bedel bedel diye önümüze konulan seçenekleri de abartmamal›y›z. Nedir ki ödeyece¤imiz bedellerin en büyü¤ü? Ölüm. Hangimiz ölümsüzüz? Peki, bu bedeli ödememek için ne yapmam›z gerekecek? Üç maymunu oynayaca¤›z. Yani görmeyecek, duymayacak ve söylemeyece¤iz. Ve yaflamaya devam edece¤iz. Peki, nas›l yaflayaca¤›z? Nas›l aynada kendimize bakaca¤›z? Nas›l sevdiklerimizi kucaklayaca¤›z, onlara nas›l sevgi sözcükleri söyleyece¤iz? Nas›l ayd›n olarak kendimizi tan›tmaya devam edece¤iz? Kitap, fliir, öykü yazaca¤›z. Sinema, tiyatro oynayaca¤›z, resim yapaca¤›z. O vicdan denen lanet musibet hep peflimizde olmayacak m›? Ondan kurtulabilecek miyiz? Ayd›n olman›n halk›m›z nezdinde ayr›cal›klar› oldu¤u gibi, do¤as› gere¤i sorumluluklar› da var. Ayd›n bu sorumlulukla hareket etmeli, kendini kapatt›¤› kabuklardan ç›kmal›d›r. Aksi takdirde hala ayd›n kimli¤ini korumaya devam edecek midir? Ya da soruyu flöyle soral›m; kitap yazmak, fliir yazmak, resim yapmakla ayd›n olunuyor mu? Yapt›¤›n›z ürünlerin siyasi iktidar taraf›ndan be¤enilmesi, ödüllendirilmesi sizi ayd›n yapar m›? Asl›nda bir yan›yla yine ayd›n olursunuz. Ama halk›n ayd›n› olamazs›n›z. Gelece¤e kalacak olan ayd›n olamazs›n›z. Bunu tarihi hat›rlayarak ölçebilmek mümkündür. Dünya tarihine bak›n; direnen, teslim olmayan, düflüncelerini savunanlar ayd›n olarak tarihe mal olmufl, ölümsüzleflmifllerdir. Belki hayatlar›n› kaybettiler ama gerçekte ölmediler. ‹flte ayd›n bunlard›r. Düflünceleri u¤runa ölümü göze alabilen, düflüncelerinin do¤rulu¤unu her türlü bask› karfl›s›nda savunabilen ayd›nd›r. Aksi sorun olmaz m›yd›? Bask› ve terör

karfl›s›nda düflüncelerinizi de¤ifltirdi¤inizde, ak› kara yapt›¤›n›zda size ne denir? Peki ya bunu gözünüzün önünde olanlara gözlerinizi, kulaklar›n›z› kapatarak yaparsan›z size ne denir? Gözünüzü, kula¤›n›z› Fatma’ya kapatt›¤›n›zda yine ayd›n olur musunuz? Ayd›n vicdans›z olur mu? Bir insan hücre hücre erirken, üç yüz elli dört gün açl›k çekerken bir ayd›n yerinde durabilir mi? Eline kalem al›p bir harf yazabilir mi? Eline f›rça al›p tuale tek bir f›rça atabilir mi? Hep deriz ki ayd›n sorgulayand›r, soru sorand›r. Sorular›na ald›¤› cevaplar onu gerçe¤e götürür, gelece¤e götürür. Ona sonsuz üretimlerin önünü açar. Bir ayd›n soru sormuyorsa üretebilir mi? Ne üretecek? Nas›l üretecek? Soru sormayan ayd›n tarihin ak›fl›nda geriye giden oldu¤una göre gelenin üretimine nas›l kat›lacak? Alt› y›lda yüz yirmi iki insan›n ölümüne, alt› yüzden fazla insan›n zorla müdahale sonucu sakat kalmas›na yol açm›fl tecrit politikas›n› görmeyen, duymayan, kan›ksayan, yorulan, y›lg›nlaflan... art›k ayd›n m›d›r? Alt› y›ld›r tek kiflilik hücrelerde tutulanlar, üç kiflilik hücrelerde tutulanlar y›lmam›flken bizim y›lmaya hakk›m›z var m›? Onlar gözlerini, kulaklar›n›, yüzlerini gelecek her habere dikmiflken; dünyan›n her yan›nda ac› çeken halklar›n ac›s›na derman olmaya çal›fl›rken bizim y›lmaya hakk›m›z var m›? F tiplerinde bulunan tutuklu ve hükümlüler Filistinliler için kan ba¤›fl›nda bulunmaya çal›fl›rken, depremde hayat›n› kaybedenlere eflya ve para göndermeye çal›fl›rken bizim y›lmaya hakk›m›z var m›? Bu ülke topraklar›nda bunlar yaflan›rken, bu dünyan›n tarihinde bunlar yaflanm›fl iken hiçbir ayd›n›m›z kendisini haks›z yere elefltirdi¤imizi düflünmemelidir. Ya da kendisinden alt›ndan kalkamayaca¤› fleyler istedi¤imizi düflünmemelidir. Elbette ayd›nlar›m›zdan ölüm orucu yapmalar›n› beklemiyoruz. Ama onlardan yüzlerini halka dönmelerini bekliyoruz. Halk›n sorunlar›n› çözmeye emek harcamalar›n›, bu sorunlar›n çözümü için mücadele etmelerini bekliyoruz. Çok fley mi bekliyoruz?


deneme

ö¤üt

foto: umut kaçar

ümit zafer

Bu hayat seni üflütür. Öyle böyle de¤il, yaz güneflinin alt›nda için üflür. Terlesen ne fayda, yüre¤ini ›s›tacak kimsen yoktur. Kimsesizli¤in çölünde, çok kimse gelip geçer hayat›ndan. Her geçen biraz daha so¤utur içini. Bu hayat seni küstürür. Ve insan önce kendine küser. Kimse anlamaz bunu da. Herkes kendine… Oysa yoktur kimseyle bir al›p veremedi¤in. Sadece, hayat borcunu ödememifltir sana. Ve sen hayata küsmüflsündür. Ama hayat›n umurunda bile de¤ildir... Bu hayat seni a¤lat›r. Çok a¤lat›r hem de. Yüzüne bakan anlamaz bunu. Yüre¤ine bakan bulunmaz. Tebessümün, kan a¤lay›fl›n›n maskesi olur. Damla içine düfler ve ne f›rt›nalar kopar da halden anlayan ç›kmaz... Bu hayat ezer seni. Ezip geçer üstünden ve hayallerin hayat›n alt›nda kal›r. Hayallerin çi¤nendi¤i yerde, gerçek kirlenmifl demektir. Ve hayallerinin üstünden çekilmeyen bir a¤›rl›¤a dönüflür hayat... Bu hayat seni yaln›z b›rak›r. Halbuki her yan kalabal›kt›r. En kötüsü de budur: Kalabal›k içinde bir bafl›na kalmak! ‹nsan› insana yak›n eden güvendir ama baban söylemifltir “Babana bile güvenmeyeceksin” laf›n›... Bu hayat seni k›zd›r›r. Al›p bafl›n› gitmek istersin. Ama nereye gitsen, geçmez k›zg›nl›¤›n. Çünkü gitti¤in her yer, yine hayat›nd›r. K›zars›n ve hatta “lanet olsun” dersin ama hayat seni duymaz. Bu hayat seni aldat›r. Önce hayat seni aldat›r ve sonra sen hayat› al-

dataca¤›m derken, kendini aldat›rs›n. Ve her gün biraz daha ihane edersin kendine. En berbat›n›n kendini kand›rmak oldu¤unu bilme ne ra¤men, hala hayat› aldatmaya kalkars›n. Bu hayat seni aç b›rak›r. Ve iflsiz ve hatta evsiz b›rak›r. Çünkü bu ha yat›n sana verece¤i baflka bir rol yok. Senaryosunu baflkas›n›n yazd› ¤› ve ad›na hayat denilen bu dizi filmde, senin rolün sadece bu ka dar. Senin d›fl›nda kurgulanm›fl bir hayat›n figüran› m›s›n sen? Ah vah etmek d›fl›nda, bu rolün bir repli¤i bile yok. Çünkü senin hayat› n›n rolünü yaz›p yönetenler böyle buyuruyor. Unutma, bu hayat bi çöplük ve horozu sen de¤ilsin. O çöplü¤ün figüran› oldu¤un sürece gözlerini kapayacak vazifeni yapacaks›n. Hayat›, sana böyle bir rol biçenler yaflayacak. Sen sana emredilenin d›fl›na asla ç›kmayacaks›n. Gerekirse biraz s›zlanabilirsin. Ama esa olan s›zmand›r. Bunun için içki de gerekmez. Hayat›n s›z›lar›n› ka n›ksamak, s›zmakt›r zaten. Böyle buyurdular ki, buyur oyna rolünü S›z›p s›zlan ve sus ki, hayat›n en iyi figüran› ödülünü sana versinler Ödülün, rolünün devam›d›r. Ve sen, bu rolün senaryosunu yaz›p, bu hayat› yönetenlerin çark›na çomak sokmad›kça figüran kalmaya mahkumsun. O halde, hayat›n hakk›n› vermek ve hakk›m›z olan her fleyi almak için bu oyunu boza ca¤›z. ‹flte o zaman bu hayat bizi güldürecek ve a¤layanlarsa hayat bize zindan edenler olacak. ‹flte böyle dostum, ya cellatlar›n bize biçti¤i cellad›na afl›k mazlum rolü, ya da tarihsel rolümüz. Ama aras›, ortas› yok bunun. Ya isyan ya boyun e¤ifl... Ya hayat›m›z›n sahibi olaca¤›z ya da hayat›m›z›n sahi bi olarak kalacak cellâtlar. O halde...o

MAYIS 2006 | TAVIR | 13


deneme

iflte may›s nihat çapar

Mamak’›n bir arka soka¤›nda, tozu havaya asan küçük adamlar›n ba¤r›flmalar› ay›k tutuyordu beni her seferinde. Duvar dibine e¤ilip, u¤runa; tüm enerjilerini hiçe sayacak vuruflu yapmak için, anl›k fikirlerini ayak bileklerinde toparlam›fl; g›rtlaklar›n›n y›rt›lmas› önemsizmifl gibi avazlar›n›n ç›kmas›n› uslamlay›p tatbik eden; yafllar›, alt›, bilemedim sekiz civar›nda seyreden ça¤alar›n, terlerini silmek için beklerdim. Gökyüzüne bak›p, o eflsiz mavili¤i, bir anl›k olsun huzurumuza sunulmufl özgürlü¤ü, ya¤murun tüm yükünü tepemize b›rakmas›n› anlams›zca izlemek yerine. Yine o günlerden birinde yanaflt›rd› duvar di-

bine beni masum ç›k›flmalar... - Üç korner bir penalt› demifltik en baflta! Ve flimdi üçüncü korner... - Hay›r, top Deniz de¤il, Hüseyin’in aya¤›na çarp›p ç›kt› d›flar›ya! Aut. ... “Duvar dibine çökmüflken toplad›m bu papatyalar› sana. Ne kökünden tutup çekmek, ne de belini k›v›r›p koparmak geldi içimden. Sa¤ taraf› duvara, sol taraf› da avlunun horlu¤una bakar. Ne bizim hasret kokan türkülerimizle, ne de baflgardiyan›n yeflile çalan tükürü¤üyle sürdürecek yaflam›n›. Bahar› üç gün solumas› için bekledim. Sonra dayanamay›p el att›m sar›s›na, beyaz›na, yaflam›-

na.” “Getirdin, yan›nda; rengarenk uçuflan, üç günlük ömür için gün sayan, analar›yla birlikte güvende hisseden kelebekleri ve co¤rafyan›n bu dam›na düflmek için can atmayan cemresiyle bahar müjdesini... fiimdi de hasat zaman›. Ver ellerini bana. Bizim de bahar› gördü¤ümüzü göstermeliyim onlara. Ver ellerini bana. Yak›flm›yorsun bu avluya.” ... “El att›m... K›rm›z› gül dal›ym›fl gibi as›lacaklard› dallar›na; niyetinden habersiz durup H›z›r ve ‹lyas’› beklerken bu serin may›s akflam›nda. Sigara k⤛d›n›n astar›na çizip, kara bir yorgan ipli¤iyle salland›racaklard› umutlar›n› bu kara avluda.” ... “Ah be sar› papatya, bükme boynunu ömrümün duvar›na. Belki raz› gelecektin, belki açacakt›n kollar›n› umutlar›n bollu¤una. Belki yine sabah olacakt›, kufllar konacakt›, yarenler çökecekti koynuna; ama H›z›r kime elini uzatm›fl da o el görünmemifl, may›s›n alt›nc› flafa¤›nda?” “Günün birinde” diye bafllanmayacak kadar önemli ve de sessizli¤i göze batan ay›n alt›nc› gününde; k›z›l bayra¤a sar›y›, çekiçle sabitleyen, üç maneviyat bitti ayn› duvar dibinde. Üstelik yanlar›nda destekçi analar› bulunmayan, bir an olsun huzurlar›na özgürlük sunulmayan, üç anlam! K›rm›z› ne, çekiç ne, diye sorulmadan davra-

14 | TAVIR | MAYIS 2006


deneme

n›ld›; y›ld›z nedir, sar› ne... Analar›ndan emdikleri sütü savurmadan, tafl›rmadan bittiler ayn› duvar›n ayn› köflesinde. Bilinçlerine as›lacak nifak niyetlerini yüklenip getirdiler bahar›n müjdesini Mamak soka¤›na. Sonra, tükürdüler dallar›na namussuzca! “Bunlar engerekler ve ç›yanlard›r” desek ne mümkün, umudun aya¤›na pranga vurana; “bunlar ekme¤imize afl›m›za göz koyanlard›r” demesek ne! Ama tan› bunlar› papatya, tan› da uyu... Dedim, “El att›m sar›na, beyaz›na, yaflam›na.” Ve der gibisin; “el at›lm›fl senin müjdecilerinin de ba¤r›na.” Anlar›m seni; ama diyemem derdimi fecrin bu puslu zaman›nda. Sen yine de tan› bunlar› papatya, tan› da uyu... ...

-”Yaz› tura atar›z.” -”Tura.” ... -”Tura geldi. Aut...” ... Dedim ya, tozu havaya asan küçük adamlar›n ba¤r›flmalar› ay›k tutuyor beni. Bugün may›s ay›n›n alt›s›. Y›llar önce sand›¤a kilitledi¤im günlü¤ün sayfalar›n› büyük bir kuflkuyla açt›m bu sabah. Her bahar arifesinde, -papatyalarla dertleflti¤imiz günlerin tan at›fl›nda- , kurumas› için b›rak›yorduk; hüküm giymifl sayfalar›n›, pasl› pencere demirlerinin kenar›na. Baharlar gelip geçiyordu, genç papatyalar birer birer çekilmeye çal›fl›l›rken köklerinden. Baz›lar› sarar›p soldu, baz›lar› sarart›l›p solduruldu. “Bahçesinde papatya biten yok mu?” desem, bir demet papatya sunulacak belki de beyaz sayfama. “‹flte’’ diyecek baz›lar›: “‹flte H›z›r’›n eli...”

Gülüp geçece¤im her daim; fikirden uzak umarlar›na... Ve “iflte” diyece¤im onlara ‘iflte’: “Denizafl›r› biten papatyalar›n, fer fecirlerde sabah›n umusuna bel ba¤lam›fl, duvar diplerinde sabahlam›fl; topra¤›n, cemrenin ve bahar›n müjdecisi; garaz› yüz y›llard›r dindirilememifl, sesi k›r›mlarla uysallaflt›r›lamam›fl neferlerin hareli kanatlar›na kök salm›fl, sar›ya hayran beyaza hasret, iki yakas›n›n bir arada soluk almas›na müsaade edilmemifl; ne çare ki yaflamay›, hürriyeti ve topra¤› yurt edinmifl, feveranl› ça¤anlar›n aman›na el uzatacak sar› papatyalar; süregelen tecritlere karfl›, direnim gösteren; takatli may›s›n içinde...”

‹flte bahar... ‹flte may›s... ‹flte ilmik... Ve ‹flte papatya... VER‹N ELLER‹N‹Z‹ BANA...

MAYIS 2006 | TAVIR | 15


öykü

bu¤day m›, hakikat m›? metin emre

Fakir bir köylüydü Yunus. Açl›k bafl›na belayd›. K›tl›k vaktiydi ve her yan› haramiler zaptetmiflti. Biçareydi Yunus ve Allah kimseyi açl›kla terbiye etmesindi. Aç kalan insan haysiyetini yerdi. Haramzade sofralar›nda neler yenirdi, kim bilir? Yunus, bütün y›l çal›fl›r çabalard› ama elde yok avuçta yoktu. Hele bu y›l, iyice, perperiflan olmufltu. Eyvahlar içindeydi. Ne yapmal›, nerelere gitmeli, derken, buldu gidece¤i adresi. Hac› Bektafli Veli’ye gidecek ve bu¤day isteyecekti. Koskoca Pir, kap›s›na gelen biçareyi dermans›z ve dahi eli bofl gönderecek de¤ildi ya. Ve lakin böyle eli bofl gitmek ay›p olurdu. Hem ne demifller, bofl giden bofl döner. Ama götürecek neyi vard› ki? Yoktu hiçbir fleyi. Hediye götürecek denli vars›l olsa, ne ifli vard› Pir kap›s›nda? Ama belki de flu al›çlardan götürebilirdi. Öyle ya, yoksulun hediyesi de kendi gibi garip olurdu. Ve biçare Yunus önüne katt›¤› zay›f s›¤›r›n›n üstüne bir parça al›ç koyup, düfltü yollara. Yürüdü bir umutla Pir kap›s›na. Ve var›p dergaha sundu hediyesini, dedi diyece¤ini. Dinledi Pir, derman arayan Yunus’un derdini. Ve dedi ki, “... Mademki derman› bizde arars›n, o halde bu¤day m› verelim yoksa hakikat m›?” Hakikat kar›n doyurmaz ki, diye geçirdi akl›ndan Yunus. Hakikat n’aps›nd› guruldayan midesine? Ve yine bu¤day istedi bizim Yunus.

Pir, biçarenin bu¤day ›srar›na karfl›, “‹stersen getirdi¤in al›c›n her tanesine nefs edeyim” deyince, “Sa¤olas›n Pir’im lakin ben bu¤day isterim” dedi biçare Yunus. Pir nefesi bast›r›r m› açl›¤›? O halde neyime gerek, dedi içinden Yunus. Ve Yunus’un guruldayan midesine, Pir’in yüre¤i cevap verdi bir kez daha: “‹stersen her çekirdek tanesine himmet edeyim”

Ol rivayet böyledir, lakin biçare Yunus’un, Yunus Emre olmas› böyle mi olmufltur, görmedik. Biz bize anlat›lan› nakleden suretiz. Asl›m›z›n derinlerden gelen sesinin yank›s›y›z. Ve flunu sorar›z: Anlad›¤› neydi Yunus’un? Dahas›, Yunus’a dair bu rivayeti as›rlardan bu yana bize aktaran ve ad›na halk denilen ozan, bu hikayeyle bize ne söyler?

‹çine bir flüphe düfltü. Yoksa bu¤day vermeyecekler miydi? Tedirginlikle “bu¤day” dedi Yunus ve baflka da bir fley demedi Pir. Yeni bir soru bekleyen Yunus, karfl›s›nda soru de¤il, bu¤day buldu bu kez. Bir çuval bu¤day› al›nca Yunus’un oldu sanki dünya. Yükledi bu¤day›n› ve ayr›ld› dergâhtan. Önde zay›f s›¤›r, onun üstünde bu¤dayla dolu çuval ve ard›nda kendisi, a¤›r a¤›r yürüyorlard›. Çuval bu¤day doluydu ama bu muydu derdinin derman›? ‹çinde bir fleyler k›p›rdan›yordu. Haramilerin kol gezdi¤i topraklarda harmanlar kesat de¤il miydi? Toprak bereketlidir, kendisi çal›flkand› gelgelelim her mevsim aç, her sene yoksuldu. Her ad›m sorular büyüdü, büyüdü ve hatas›n› anlad› Yunus. Çevirdi yafll› ve zay›f s›¤›r› gerisin geri ve hakikat kap›s›na dönmeye karar verdi...

Kara gözlü oldu¤u kadar, gözü de kara olan bir insan, bu soruya bir fliirle cevap verdi: “... O, ‘Yunusu biçaredir Bafltan aya¤a yaredir’ A¤u içer su yerine. Fakat bir kere bir derd anlayan düflmesin önlerine VE bir kere vakteriflip ‘-Gayr›k yeter!..’ Demesinler...” (*)

(*) Naz›m Hikmet

Foto Bab’ Aziz filminden al›nm›flt›r.

MAYIS 2006 | TAVIR | 16


saygılı yosma gülnaz bıçakçı

ırkçılık sözcüğünün karşılığı şöyle belirtil­ miştir: "Kendi ırkının başka ırklardan saf ve üstün olduğunu ileri süren ya da savunan öğreti." Irkçılık, kendi ırkından olmayanların hiçbir hakkı olmadığını savunur. Irkçılık yüzünden, masum insanlar, sırf zalimin ırkından olma­ dıkları için katledilir. Irkçılık 21. yüzyılda da tüm hızıyla sürmekte­ dir. ABD ve AB, Müslümanlara şüpheli ve te­ rörist muamelesi yapmaktadır. Anti-terör yasalarıyla İngiltere örneğinde olduğu gibi insanlar sokakta rahatça katledilebilmektedir. Oyunda da, senatörün oğlu Fred, Lizzie'yi si­ yahın aleyhinde ifade vermeye zorlar. Fred, Lizzie'ye yaptığı baskı sırasında, korkunç ırk­ çı düşüncelerini açıklar.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatro­ larında sergilenen "Saygılı Yosma" 'La P. respectueuse', Jean-Paul Sartre tarafından ya­ zılmış, ırkçılığı ve insanın ırkçılık karşısındaki tavrını işleyen bir oyun. Oyunun konusu kısaca şöyle: Lizzie bir fahi­ şedir. New York'tan, Amerika'nın daha ırkçı olan güneyine gelmektedir. Gelirken trende bir olay olur. Onunla aynı kompartımanda bulunan iki siyahtan birisi bir beyaz tarafın­ dan öldürülür. Diğeri kaçarak canını kurtarır ama o da Lizzie'ye tecavüz etmekle suçlan­ maktadır ve aranmaktadır. Bu arada, siyahı öldüren beyaz tutuklanır. İki taraf da, yani

hem siyah hem de beyaz katilin yakınları Lizzie'den kendileri lehine ifade vermesini is­ terler. Lizzie, polis ve yargıçlardan çekinir ama zorunlu kalırsa, her zaman doğruyu söyleyeceğini ve siyahın kendisine hiçbir şey yapmadığını açıklayacağını söyler. Ama onun kafası, önce büyük milliyetçi propa­ gandayla, sonra annelik, yaşlılara saygı, şef­ kat gibi insani duyguları kullanılarak öyle bir karıştırılır ki, Lizzie yapmak istediğinin tam tersini yapar yani siyahın aleyhine yazılan ifadeyi imzalar. Ve bunun bedelini kendi öz­ gürlüğünü kaybederek öder. Türk Dil Kurumu'nun Türkçe sözlüğünde,

Fred: "Benim beş tane zenci hizmetçim var. Bana telefon gelince ve onlardan birisi açın­ ca, telefonu bana vermeden önce siler" (Tab­ lo 1, Sahne 4). Yalnız Fred'in değil, bir senatör olan babası­ nın sözleri de Amerikan yöneticilerinin ırkçı­ lığını açığa çıkarır. Senatör yine aynı tablo ve aynı sahnede şun­ ları söyler: Senatör: "Lizzie, senin koruduğun zenci neye yarar? Tesadüfen doğmuş, Tanrı bilir nerde? Ben onu besledim. Peki, karşılığında o ne yaptı? Hiçbir şey. Boş boş dolaşıyor, çalıyor, şarkı söylüyor, kendine pembe yeşil takımlar alıyor. Ama sana soruyorum. O bir insan ya­ şamı sürüyor mu? Onun ölümünü fark et-

MAYIS 2006 | TAVIR | 17


tiyatro

şefkat duyguları sömürülmüştür. Senatör hem kendi yaşlı görünümüyle hem de katil yeğeninin annesinin yaşlı görünü­ münü anlatarak Lizzie'yi kandırmıştır. Lizzie sonunda kandırıldığını anlar ve şöyle der: Lizzie: "Şimdiye kadar yaşlıları tercih eder­ dim çünkü onların saygın görünümleri var­ dır ama şimdi kendi kendime onların diğer­ lerinden daha anlaşılmaz olup olmadıklarını soruyorum." (Tablo 1, Sahne 4). Irkçılık insanların kafasını gerek milliyetçi ideolojilerle gerek insanların iyi duygularını sömürerek öyle bir karıştırır ki insanlar yap­ mak istediklerinin ve söylemek istediklerinin t a m tersini yaparlar ve söylerler. Lizzie Senatör'e şöyle der: Lizzie: "Artık kendimi tanıyamıyorum. Kafa­ mı karıştırdınız. Bana göre çok hızlı düşünü­ yorsunuz..." (Tablo 2, Sahne 1). meyeceğim bile." (Tablo 1, Sahne 4). Masum siyahlar için bu sözleri söyleyen Amerikan senatörü için adalet yoktur. Katil­ ler bile eğer beyazlarsa haklıdır. Ama ma­ sum siyahların derilerinin rengi yüzünden hiç işlemedikleri bir suç için her zaman ne­ densiz bir şekilde öldürülebilirler. Senatör devamla şöyle der: "Diğeri t a m ter­ sine, bu Thomas, bir zenciyi öldürdü, çok kö­ t ü . Ama ona ihtiyacım var. O yüzde yüz Ame­ rikalıdır. Bizim en eski ailelerimizin birinden geliyor. Eğitimini Harvard'da yaptı. Subay. (Bana subaylar lazım. Fabrikasında iki bin iş­ çiye, işsizlikten ölmek üzere olan iki bin işsi­ ze iş sağlıyor.) Bir şef; komünizme, sendikalizme ve Musevilere karşı güçlü bir kale. Onun yaşaması gerek ve senin onun yaşamı­ nı koruman gerek. İşte hepsi bu. Şimdi senin seçmen gerek." (Tablo 1, Sahne 4). Irkçılık daima milliyetçi ideolojiyle beslenir. Ulusal kahramanlar ve öyküleri anlatılır. Biz­ de Osmanlı padişahlarının kahramanlıkları gibi. Irkçılık insanların yalnız milliyetçi duy­ gularını değil ama her türlü duygusunu sömürür. Senatör milliyetçi söyleminin Lizzie'yi fazla etkilemediğini görünce, onun kim­ sesizlik duygularını ve anne özlemini sömür­ meye başlar. Katilin yani yeğeninin annesi olan kız kardeşinin, eğer Lizzie, siyaha karşı

18 | TAVIR I MAYIS 2006

yalan ifade vermezse, çok üzüleceğini ve acı çekeceğini söyler. Senatör: "Mary? Kız kardeşim, o bahtsızın, Thomas'ın annesi. Bu yüzden ölecek sevgili, zavallı yaşlı. Hoşça kal, çocuğum." (Tablo 1, Sahne 4). Ama yalancı şahitlik yaparsa onu çok seve­ ceğini hatta bütün şehrin kendisini sevece­ ğini, benimseyeceğini söyler. Bu şehirde yal­ nız olan Lizzie bu sözlerden etkilenir. Senatör: "Zenci? Boş ver! Eğer imzalarsan t ü m şehir seni benimseyecek. Bütün şehir. Şehrin bütün anneleri". (Tablo 1, Sahne 4). Ve Senatör Lizzie'yi kandırmak için bütün şehrin bu konuda aldanamayacağını söyler. Onun bütün şehir karşısında tek başına hak­ lı olamayacağını iddia eder. Senatör: "Tüm şehrin yanılabileceğini düşü­ nüyor musun? Papazlarıyla, doktorlarıyla, avukatlarıyla ve sanatçılarıyla, belediye baş­ kanıyla ve hayır kurumları ve onların üyeleri­ nin yanılabileceğini düşünebiliyor musun? Buna inanabiliyor musun?". (Tablo 1, Sahne 4). Irkçılık insanlann en insani duygularını sömürür. Oyunda da Lİzzie'nin yaşlılara karşı

Siyah: "insanları çoğunlukla, düşündükleri­ nin tersini söylemeye zorlarlar." (Tablo 2, sahne 2) Lizzie: "Evet. Çoğunlukla. Ve insanları zorlayamadıkları zaman, yalanlarıyla kafalarını karıştırırlar..." (Tablo 2, Sahne 2). Oyun ırkçılığı anlattıktan sonra, insanın ırk­ çılık karşısındaki tavrını sorgular. Zaten Sartre'a göre, biz hayatımızı seçeriz ve seçimimizin sonuçlarına katlanırız. Sartre bu konuda şunları söyler: "Hangi ko­ şulda, hangi zamanda, hangi yerde olursa olsun, insan hain mi kahraman mı, korkak mı kazanan mı serbestçe seçer. Kendisi için köleliği ya da özgürlüğü seçerek, bu arada insanın özgür ya da köle olduğu dünyayı da seçecektir - dram bu seçimi doğrulamak için yapılan çabalardan doğacaktır. Tanrıların karşısında, ölümün ya da tiranla­ rın karşısında, aynı zafer kazanan ya da kor­ kutucu gerçek bize kalır: Özgürlüğümüzün gerçeği." (Jean-Paul Sartre, Un theâtre de situations, Folio/Essais-Editions Gallimard, 1973 et 1992 pour cette nouvelle edition) Oyunda da, siyahın suçsuz olduğunu açıkla­ makta hiçbir tereddütü olmayan Lİzzie'nin


tiyatro

kafası onun ezilmişliğinden ve itilmişliğin­ den ve şefkat ihtiyacından yararlanılarak öy­ le bir karıştırılır ki, Senatör Lizzie'ye zorla si­ yahın kendisine tecavüz ettiğini yazan ve si­ yahın katilinin kurtulmasını sağlayan belge­ yi imzalatır. Lizzie'nin uyanık davranamaması yani köleliği seçmesi ona pahalıya mal olur. Lizzie zorla ve kandırmacayla bir seçim yapmıştır. Yalanlara ve sahte sözlere direnememiştir. Ve yapmak istediğinin t a m tersini yapmıştır. Yani köleliği seçmiştir. Sartre'nın dediği gibi seçim bir kere yapıldıktan sonra artık bütün çabalar bu seçimi doğrulamaya yarayacaktır. Lizzie seçiminden pişman olur. Yine de gelip kendisine sığınan siyahı saklar. Ona yardım eder. Ona kendisinin onun aleyhine ifade imzaladığını söyler. Ama onun masum oldu­ ğunu herkese açıklayacağını söyler. Lizzie: "Onlara kapıyı açacağım ve içeriye bu­ yur edeceğim. İşte beyaz saçlı yaşlı annele­ riyle, savaş ve Amerikan ulusları kahraman­ larıyla benden çaldıkları yirmi beş yıl. Ama anladım. Beni sonuna kadar ellerine geçiremeyecekler. Kapıyı açacağım ve onlara şöyle diyeceğim. 'O burada, o burada ama hiçbir şey yapmadı; bana zorla yalancı şahitlik yaptırdılar. Tanrı üzerine yemin ederim ki o hiç­ bir şey yapmadı.'" (Tablo 2, Sahne 2).

yakasında bahçeli güzel bir eve yerleştirece­ ğim. Bahçede gezeceksin ama dışarı çıkmak sana yasak! Ben kıskancım. Haftada üç gün, karanlık olunca sana geleceğim. Salı, Per­ şembe ve hafta sonu. Siyah hizmetçilerin olacak ve rüyanda görmediğin kadar paran olacak. Ama benim bütün kaprislerime da­ yanman gerek. Kaprislerim olacak..." (Tablo 2, sahne 5). Oyunun sahnelemesine gelince, oyunun ilk yarısında sevişme sahnelerinin çok fazla öne çıkarıldığını görüyoruz. Oyunculuk, özellikle başkişileri canlandıran oyuncularda çok iyi. Bennu Yıldırımlar, insa­ ni duygularıyla hareket etmek isteyen ve ırk­ çılığa karşı kararlılıkla olmasa da zayıf, bir bi­ çimde direnmek isteyen ama kafası karma­ karışık edilen, sonunda boyun eğen ve bu boyun eğmeyi yaşamı boyunca köle kalarak ödeyecek olan fahişe Lizzie'yi başarılı bir bi­ çimde canlandırıyor. Burak Davutoğlu ise ırkçı, psikopat, sürekli değişen; bir sevecen bir saldırgan olan Fred rolünün hakkını veriyor. Onun dengesiz psi­ kolojisini sahnede başarılı bir biçimde yansı­ tıyor.

Bunun dışında, siyah rolünü oynayan Cengiz Tangör'ün oyunu biraz abartılı gibi duruyor. Evet, metinde de siyahın çok korktuğu ve t i t ­ rediği yazılı ama bu korku sahnede biraz abartılmış. Senatör rolündeki Taner Barlas da rolünün hakkını veriyor. Dekor ve kostüm oldukça iyi. Lizzie'nin dekolte kıyafetleri güzel. Giysiler amerikan toplumunu ve ırkçı yönetici sınıfı­ nı ve deri pardösüleriyle polisleri başarılı bir biçimde yansıtıyor. Dekor sade. Sahne arkasından, maskeli Mevlüt Demiray tarafından yapılan ekolar ırkçılı­ ğın o heybetli görünüşüne karşın aslında kü­ çük ve yenilebilecek bir şey olduğu gösteri­ yor. Lizzie'nin odası sade. Eğri duran bir kapıyla, onun odasının kolaylıkla girilebilecek bir yer olduğu belirtilmiş. İkide bir çıkarılan elektrik süpürgesi de oyunda önemli bir yer tutuyor. Irkçılığın ve linç saldırılarının ve çocukların bile katledildiği ırkçı katliamların doruğa çık­ tığı şu günlerde, Sartre'ın oyununu görmek gerektiğini düşünüyoruz.

Ama bunlar hiçbir işe yaramaz. Çünkü ırkçı güruh bunu dinlemeyecektir. Onlar siyahı katletmek için ihtiyaçları olan belgeyi elde etmişlerdir bir kere. Siyah ve itilmiş Lizzie, iki öksüz gibi ırkçı güruhun karşısında tek başı­ na kalırlar. Siyah korkudan titremektedir. Siyah Lizzie'nin evindeyken Fred gelir. Başka bir siyahın öldürüldüğünü söyler. Lizzie ev­ deki siyahı banyoya saklamıştır. Fred banyo­ dan gelen sesleri duyar ve siyahı görür. Onu silahıyla kovalar. Ama siyah hızla kaçıp kur­ tulur. Peki Lizzie'ye ne olur? O, bir kere köleliği seç­ miştir. Artık köle olarak yaşamına devam edecektir. Kendisine o kadar baskı yapan Fred ona şehir dışında bir ev tutacağını ve onu kölesi gibi kullanacağını açıklar. Lizzi­ e'nin boynuna bir kayış geçirir ve onu çeke­ rek sahneden şu sözleri söyleyerek çıkarır: Fred: "Seni tepenin üzerinde, ırmağın öte

MAYIS 2006 | TAVIR | 19


inceleme

naz›m hikmet tiyatrosu ahmet yapar

Naz›m Hikmet… Ünlü Türk flairi. Asl›nda flairli¤i ile yetinmeyen, edebiyat›n ve sanat›n her alan›nda kendine yer edinmifl çok yönlü bir sanat adam›… Yazar, ressam, flair… Naz›m Hikmet ilk gençli¤inden ölümüne kadar tiyatroya ilgi duymufl, tiyatro sanat›na de¤er vermifl, tiyatro bilgisi edinmifl, tiyatro oyunlar› yazm›flt›r. Naz›m Hikmet için tiyatro, düflüncelerini aç›k seçik ifade edebilece¤i hareketli bir ortamd›r. Naz›m, tiyatroyu dille, görüntüyle, sesle, müzikle çeflitli bileflimler deneyebildi¤i, toplum düzenine, insana dair söylemek istediklerini etkili bir biçimde iletebildi¤i uygun bir ortam oldu¤u için sevmifl olmal›d›r. Naz›m tiyatroyu ilk kez nerede ve nas›l gördü¤ünü flöyle anlat›yor: “‹lk tiyatroyu nerede, ne zaman gördüm? Karagöz de tiyatrodan say›l›rsa, ‹stanbul’da gördüm, sünnet dü¤ünümde, sekiz yafl›mdayken. Belki daha önce mahalle kahvesinde Ramazan gecelerinden bir gece seyretmiflimdir Karagöz’ü ama akl›mda kalmam›fl. Meddah› da ilk önce sünnet dü¤ünümde dinledim. O ilk Karagöz’ümle, ilk meddah›mdan akl›mda kalan, ak ve avuç içi kadar perdenin öte yan›nda Karagöz ile Hacivat’› oynatan incecik de¤neklerin durup dinlenmeden uzay›p k›salan gölgeleri. Ne tuhaf, Karagöz ile Hacivat’›n perdedeki renkli hayaletleri de¤il de, de¤neklerinin bir silinip bir beliren gölgeleri kalm›fl akl›mda…”

20 | TAVIR | MAYIS 2006

Antonina Sverçevskaya, Naz›m’› bir “tiyatro hastas›” olarak nitelemifl, onun tiyatroyu gerekli buldu¤unu, olabildi¤ince s›kl›kla tiyatroya gitmek gerekti¤ini her defas›nda tekrar etti¤ini, tiyatronun kiflinin dünya görüflünü oluflturdu¤una, seyircileri pek çok önemli sorulara cevap vermeye zorlad›¤›na, meraklar›n› gelifltirdi¤ine, kültür oluflumlar›na katk›da bulundu¤una, insan›n dünyaya daha genifl bir aç›dan bakmas›n› ve yaflam› daha iyi kavramas›n› sa¤lad›¤›na inand›¤›n› söylemifltir.

lifltirdi¤ini, fakat bu projeyi gerçeklefltiremedi¤ini; “Piramit” adl› üçüncü tek perdelik piyesini ise Batum’da gördü¤ü bir levhadan esinlenerek yazd›¤›n› anlat›r.

Naz›m on üç-on dört yafllar›nda Avusturya’dan gelen bir topluluktan “Çardafl” operetini seyretmifl, hem aktris Miloviç’in güzelli¤iyle çarp›lm›fl, hem de halk›n büyük yoksulluk çekti¤i savafl y›llar›nda bu kad›na gösterilen afl›r› ilgiye, zenginlerin bu tombul sar›fl›n için servet harcamalar›na isyan etmifltir. Naz›m, gerçekten vuruldu¤u ilk kad›n›n Darülbedayi’nin bafl kad›n oyuncusu, iri gözlü

Naz›m Hikmet’in toplumcu bak›fl aç›s› tiyatroda “insan”dan yola ç›k›larak biçimlenir. Pek çok oyununda, toplumsal düzeyde yapt›¤› yanl›fl› yo¤un bir yabanc›laflma süreci yaflad›ktan sonra düzelten insan› görürüz. Yaln›zlaflma eylemi yoluyla birçok oyun kiflisi psikolojik derinlik kazan›r.

Eliza Binemeciyan’›n oldu¤unu söyler. “Ocakbafl›” adl› ilk oyununu Eliza Binemeciyan’›n oynayaca¤› bir oyun olmas› iste¤i içinde yazm›fl, kendini o oyundaki koca kifli yerine koymufltur. Naz›m “piyes yazma tekni¤inin birçok cilvelerini” ise, 1921 y›l›nda Batum’da kald›¤› odan›n dolab›nda buldu¤u “Küçük ‹llüstrasyon” dergilerinde okudu¤u vodvil türündeki Frans›z oyunlar›ndan ö¤rendi¤ini belirtmifltir. Bu dergilerin birinde okudu¤u “Beethoven” adl› manzum piyesin, onda Karl Marks’›n hayat›n› oyun olarak yazma düflüncesini ge-

Yirmili yafllar›nda genç bir flair ve bir tiyatro tutkunu olarak Sovyetler Birli¤i’ne giden Naz›m, o y›llarda Moskova’da Stanislavsky’nin, Vahtangov’un, Tairov’un, Meyerhold’un sahneledikleri oyunlar› görmüfl, Mayakovski ile Meyerhold ile tan›flm›fl, onlar›n öncü sanat anlay›fl›ndan etkilenmifltir.

Naz›m, temel ahlak de¤erlerine s›k› s›k›ya ba¤l›d›r. ‹rdeledi¤i her toplumsal sistemde ayn› de¤erleri aram›flt›r. Naz›m özellikle Türk insan›n› irdeledi¤i oyunlar›nda karakterlerini – tüm yanl›fllar›na karfl›n – sevecen bir yaklafl›mla sar›p sarmalar, ço¤u kez de onlar› ba¤›fllar. Bu hoflgörülü yaklafl›m ço¤u oyunlar›na yans›yan yumuflak gülmece yaklafl›m›yla buluflur. Naz›m, salt yergi de¤ildir; insana ve topluma yöneltti¤i elefltiride “tepeden bakan” bir tavr›n izi bile yoktur. Karamsar bir “son” la noktalanan birkaç oyunu d›fl›nda hep umutludur insandan yana. Naz›m, oyunlar›n› sahneden bakarak yazm›fl ender tiyatro adamlar›m›zdan biridir.


inceleme

ruduklar›n› iddia etti¤imiz tiyatrolardan Moskova’y› temizleyece¤i” iddia ediliyordu. Metla, propaganda amac›yla örgütlenmifl hareketli sanat hücreleri olarak adland›r›lm›fl olan o zamanki tiyatro birlikleri örne¤ine göre kurulmufltu ve sahnesinde devrimci içerikli k›sa oyunlar oynan›yordu. Tiyatronun yazar› Naz›m’d›. Oyuncular ise üniversite ö¤rencileri… Oyunlarda pandomimden, kabareden, Türk kukla tiyatrosundan motifler kullan›ld›. Tiyatro, 19 Eylül 1926’da I. Paylafl›m Savafl›’n› ve Ekim devriminin baflar›lar›n› konu alan bir dizi tek perdelik revüyle resmen aç›ld›. Oyunda sözü geçen siyasal olaylar, Piscator tiyatrosunda oldu¤u gibi sinema tekni¤iyle perdeye yans›t›l›yor, bu sahnelerde rol alan oyuncular daha sonra canl› olarak oyuna giriyorlard›. Naz›m’›n “Kirpikçi–Kabahat Kimde–Her fley Mal” adl› tek perdelik oyunlar› bu tiyatroda sahnelenmiflti…

Ancak, ne yönetmendir ne de aktör… Oyunlar›nda tek tek yaflanan anlar ön plana ç›karken, yap›sal bütünlük kayg›lar› zaman zaman geri düzeyde kalm›flt›r. Buna karfl›n, imgeleminde yaflatt›¤› sahne olay›n› çekici k›lmak için ortaya koydu¤u bulufllar onun her yap›t›na taze bir hava vermektedir. Seyir aç›s›ndan birbirine ba¤l› olsa da hiç bir tiyatrosunu genel tan›mlar içinde dondurmak olanakl› de¤ildir. Elimizdeki oyunlar›n ço¤unu “bugün”e tafl›yan, çarp›c› oyunlar›n yan›nda, Naz›m’›n tiyatrodaki ele avuca s›¤mazl›¤›d›r. Naz›m Hikmet 1926’da arkadafl› Nikolay Ekk’le beraber bir tiyatro kurmufltu. Tiyatronun ad›, Rusça, “Moskova’daki Tek Leninist Tiyatro” anlam›na gelen sözcüklerin bafl harflerinden oluflan Metla idi ve bu sözcük ayn› zamanda “Süpürge” anlam›na geliyordu. Bu süpürgenin geleneksel psikolojik ve melodramatik unsurlar› sahneden ç›karaca¤›, propagandac› sanat›n yeni biçimlerini gelifltirece¤i ve “günlük hayatta ve insanlar›n kafas›nda, yüre¤inde, burjuva, küçük burjuva ve derebeylik kal›nt›lar›n› tümüyle” süpürece¤i, “bu kal›nt›lar› bilerek, bilmeyerek ko-

Naz›m Hikmet, Türkiye’ye döndükten sonra Muhsin Ertu¤rul’un da deste¤ini alarak oyunlar›n› “Darüldebayi”de sahnelemifltir. Bu oyunlarda Naz›m, Rusya’da edindi¤i tecrübeden yararlanm›fl, gerçekçi tiyatro anlay›fl›yla Rus modernizminin yeniliklerini ba¤daflt›rm›flt›r. Naz›m bu dönemdeki an›lar›n› flöyle dile getirmifltir: “Y›llardan yirmi dokuzdu san›rsam. ‹stanbul’da evimde hasta yat›yordum. Arkadafllar tevkif edilmiflti. ‹stanbul’da Polis Müdürlü¤ü’nde ç›plak gö¤üsleri c›gara atefliyle yak›ld›ktan, tabanlar›n›n derisi sopayla soyulduktan, koltuk altlar›na kaynar yumurta konduktan sonra yarg›lanmak için ‹zmir’e gönderilmifllerdi. Alabildi¤ine öfkeliydim, kederliydim, alabildi¤ine hastayd›m ve meteliksizdim. Kap›m aç›ld›, büyük Türk rejisörü Muhsin Ertu¤rul girdi içeri. Modern Türk tiyatrosunun belli bafll› kurucular›ndan biri olan, Türk tiyatrosunda modern tiyatro disiplinini, hele Rus – Sovyet tiyatrosundakini gerçeklefltiren Muhsin, Stanislavski’nin Meyerhold’un hayranlar›ndand›. Sovyetler Birli¤i’ne birkaç kere gelip gitmiflti. Dostumdu… ‘Haz›r piyesin var m›?’ dedi. ‘Var’ dedim. Oysa yoktu. ‘Bir haftaya kadar verirsen sahneye koyabilirim’ dedi. ‘Olur’ dedim…”

“Kafatas›” oyunu böylelikle do¤mufl oluyor ve ard›ndan “Bir Ölü Evi”, “Unutulan Adam” adl› oyunlar yaz›l›yor… Naz›m Hikmet’in kalemi didaktik de¤ildir. Uzun zamand›r bu tart›flma süregelmektedir: “Naz›m didaktik midir?”… De¤ildir. Ö¤reticilik, okurun–seyircinin bilincine sorgusuz bir flekilde verilmemifltir. Evet, sosyalisttir Naz›m. Ama sosyalizmi, sloganlaflt›rarak de¤il, seyircinin–okuyucunun tart›flmas›na, kendi düflüncesine b›rakm›flt›r. Ö¤reticilik, kaba tabirle kör göze parmak sokmak, oyunlar›nda yoktur. Estetize edilerek, Naz›m Hikmet’e has bir tiyatro dili ile verilmifltir konu. Naz›m, bir sosyalist olarak Türkiye’de ilk defa iflçi s›n›f›ndan bir insan› oyunda bir kahraman yapm›flt›r. Bu kahraman iflçi, ç›k›p da sahnede devrim yapmam›flt›r. Tersine aptalca bir sürü hata yap›p sonunda da intihar etmifltir, “Sabahat” oyununda oldu¤u gibi… Yani, bu s›n›f›n da bir elefltirisi vard›r ama ö¤retici de¤ildir, didaktik de¤ildir. Naz›m Hikmet’ in oyunlar›nda bireysel olanla toplumsal olan yo¤un bir iç içelikle gelifliyor. Bu ba¤lamda yazar›n k›yas›ya elefltirerek sorgulad›¤›, insan›n içindeki y›k›c› güçler, örne¤in “bencillik–ç›karc›l›k” içsellefltirilmifltir. Otorite vb. e¤ilimler olmaktad›r. Düflledi¤i ise, insan›n içindeki yap›c› güçleri etkin k›larak, daha iyi bir dünyaya yaratmaya katk›da bulunabilmektir. Naz›m Hikmet, 1930 y›l›ndan sonra bas›lan “Kafatas›”, “Unutulan Adam”, “Bir Ölü Evi” gibi oyunlar›nda, ahlak ve ekonomi sorunlar›na yaklafl›m›ndaki evrensellik anlay›fl›yla oyunlar›ndaki sivrilefltirmeyi (özellikle karakterler üzerinde) daha bir keskin hale getirmifltir. Naz›m, ahlak sorunlar›n› da göz ard› etmemek kofluluyla, ekonomik sorunlar›n kiflisel özelliklerin de¤il, bir sistemin ürünü oldu¤unu savunmufltur. Bu sorunlar›n “bilimin ›fl›¤› alt›nda de¤erlendirilmesi”, Naz›m Hikmet’in özellikle seçti¤i ve de¤indi¤i konulard›r. Bu özellikler “Kafatas›” ve “Unutulan Adam” oyunlar›nda belirginlefltirilmifltir. Kapitalist ekonomi düzeninin elefltirildi¤i

MAYIS 2006 | TAVIR | 21


inceleme

“Kafatas›” oyununda, toplumun gerçeklerine yabanc› olan ve ç›karc›larla savaflmay› bilemedi¤i için sömürülen ve bu nedenden ötürü y›k›ma u¤rayan Dr. Dalbenezo’nun hikayesi kullan›l›r. Kapitalist toplumda bilimin insan yarar›na kullan›lmas›n›n, ç›kar çevrelerince engellendi¤i sav› vard›r oyunda. Bas›n, sa¤l›k sektörü, ilaç sanayi gibi kurumlar elefltirilir. As›l vurgulanmak istenen kapitalizmin ›fl›¤›nda bilimin kullan›ld›¤›d›r. Ayn› kurgu “Unutulan Adam” oyununda da vard›r. Doktor kendisini bilime adam›fl, araflt›r›c›, çal›flkand›r fakat yaflamla yeterli düzeyde bir uyum sa¤layamam›flt›r. Paran›n toplumun bütün kurumlar›n›, bütün insanlar›n›, bütün töre ve vicdan kurallar›n› rahatça k›skac› içine alan ve bütün bu kurumlar› ç›kar›na uygun gelecek yolda kullanan tehlikeli gücüne dikkat çekmifltir Naz›m… ‹flte, bu oyunlar› okurken ya da seyrederken, ne söylemek istedi¤ini iyi bilen, inand›klar›n› bir dost gibi sizinle paylaflmak isteyen ilkeli bir yazar›n hep metnin arkas›nda durdu¤unu ve anlatmak istediklerini net bir flekilde, didaktikleflmeden vurgulad›¤›n› görürsünüz, hissedersiniz… Naz›m Hikmet’in kaleminde tüm insanl›k tarihi, sömüren ve sömürülenin savafl›m›yla flekillenen bir görünüm kazan›r. Hak arama eylemini onurlu ve insanl›¤›n en soylu eylemi olarak yücelten yazar, bask› ve sömürüye karfl› durman›n ça¤r›s›n› da yapmaktad›r. Bu yönelifliyle de döneminin tek örne¤i oldu¤unu söylemek abart› olmaz. Naz›m, gerçekçi tiyatronun Türkiye’de kurulmas› mücadelesinde ön saflarda olan bir yazard›r. Gerçekçi, hayata uygun oyunlar yazm›flt›r. ‹flçiyi bir tiyatro kahraman› haline getirmifl, gündelik hayata ait hiç kimsenin de¤inmedi¤i “verem” konusunu, gerek “Sabahat” oyununda gerek “Kafatas›” oyununda ifllemifltir. Veremin sosyal ve ekonomik nedenleri üze-

22 | TAVIR | MAYIS 2006

rinde durmufltur ki, verem bize bugün komik bir hastal›k gibi gelebilir, tedavisi mümkün olabilen bir hastal›k olabilir. Belki de daha sonralar› ifllenen oyunlarda gözümüze klifle olarak görülebilir ama gerçektir ve ac›d›r. Naz›m, “Sabahat” oyununu yazd›¤›nda ülkede %10 oran›nda veremli hasta vard›r ve bu hastalar ölümle karfl› karfl›yad›r. Bu konuyu ifllemifl baflka yazar yoktur… Naz›m kendine has üslubuyla bu hastal›¤›n ve kifliler–çevre üzerindeki sosyal etkisini, ekonomik etkisini ele alm›flt›r ve bu ele al›n›fl biçimi gerçekçi bir yaklafl›mla verilir. Verem nedir, nas›l bulafl›r, bir Verem Savafl Derne¤i nas›ld›r, orada insanlar nas›l davran›r, bir insan›n kan tükürmesi nedir vs… Bu konular üzerinde hiç kimse durmam›flken Naz›m yaln›zca verem konusunu iflleyifliyle Türk dram edebiyat›nda büyük bir yer edinmifltir. Yani insan› insana anlatm›flt›r… Bu anlat›fl flekli didaktik de¤ildir! Komünist bir sanatç›n›n görevi de budur, yaln›zca art› de¤er teorisini sahnelemek de¤il. Sanat›n›n itici gücü toplumsal sorumluluk duygusu olan Naz›m Hikmet’in tiyatrosunun ana özelli¤i gerçekçi ve ileti a¤›rl›kl› olmas›d›r. Naz›m konular›n› genellikle günlük hayattan al›r, kutsal kitaplardan, masallardan, söylencelerden ald›¤› konular› da günlük yaflam›n gerçekleri ba¤lam›nda ve yaflamakta olan toplum sorunlar›n› içerecek biçimde ifller. Naz›m’›n hemen her oyununda ele ald›¤› sorunu oyunun asal kiflilerinin aras›ndaki iliflkiden d›flar› tafl›rarak kalabal›k bir toplum kesimine yayd›¤› sahneler bulunur. Naz›m Hikmet için tiyatro, içinde yaflad›¤› toplum, aras›nda yaflad›¤› insanlar hakk›nda söylemek zorunlulu¤unu duydu¤u fleyleri yaflant›ya çevirerek iletebilece¤i uygun bir alan olmufltur. Bu nedenle, konular›n› ve oyun kiflilerini seçerken, olaylar› kurgularken, mesaj›n do¤ru

anlafl›lmas›na çal›flm›fl, metin yaz›m›na ve sahne olanaklar›na iliflkin bütün teknik olanaklar› bu yolda seferber etmifltir. Mesaj seyirciye nadiren do¤rudan do¤ruya iletilir. ‹letildi¤i zaman da bu, “Ferhad ‹le fiirin”de, “Yusuf ile Menofis”te oldu¤u gibi fliirli, “Tatüf- 56”, “Kad›nlar›n ‹syan›”nda oldu¤u gibi flakal› bir ifadeyle yap›l›r. Naz›m Hikmet’’in oyunlar› için didaktik sözcü¤ünü kullanmak yerine flöyle diyebiliriz: Bu oyunlar› seyrederken ne söylemek istedi¤ini iyi bilen, inand›klar›n› bir dost gibi sizinle paylaflmak isteyen ilkeli bir yazar›n hep metnin arkas›nda durdu¤unu hissedersiniz. Naz›m Hikmet tiyatrosunun seyirciye ana mesaj›, toplumdaki s›n›fsal yap›n›n en temel ahlak de¤erleri yozlaflt›rd›¤›, ayn› zamanda insan›n ruhsal sa¤l›¤› üzerinde olumsuz etki b›rakt›¤›d›r. Hemen bütün oyunlar›nda büyüklük tutkusunun, ün düflkünlü¤ünün, ihanetin, ikiyüzlülü¤ün, dönekli¤in, aç gözlülü¤ün alt›nda kiflinin kendini baflkalar›ndan üstün konumda görmek istemesinin yatt›¤›, s›n›f ayr›m›n›n bu zaaf› besledi¤i ve y›k›mlara neden oldu¤u gösterilmifltir. Özetle, konuyu gerçeklere dayand›rmak, bu gerçeklerin içerdi¤i sorunlar› ele al›p bir dünya görüflü ba¤lam›nda de¤erlendirmek, bir yandan bu sorunu yaflayan oyun kiflisini etik de¤erler aç›s›ndan elefltirirken, bir yandan onun ruhsal durumunu çözümlemek, ayn› zamanda mizahsal düzenlemelerle, dram sanat›na özgü anlat›m hünerleriyle oyuna renk katmak, k›vrakl›k kazand›rmak Naz›m Hikmet tiyatrosunun ay›r›c› özelli¤i olmufltur. KAYNAKÇA: Sevda fiener / Naz›m Hikmet’in Oyun Yazarl›¤› U¤ur Ak›nc›/ 1946’dan Günümüze Türk Oyun Yazarl›¤›nda E¤ilimler (Kalemden Sahneye 1. C‹LT) Naz›m Hikmet Kültür Ve Sanat Vakf› Yay›nlar›– 2 / Naz›m Hikmet’in Tiyatrosu Zehra ‹pfliro¤lu / Gençler ‹çin Naz›m Hikmet Oyunlar›


şiir

çağımızın şairlerine sandor petöfl

alevlerin, fırtınaların içinden geçeceksiniz, hiç durmadan yürüyeceksiniz, ama hiç durmadan; alçaktır halkın bayrağını elinden düşüren de, şurda, geride, bir kenarda gizli gizli, bir parça dinleneyim, diyen de alçak. Halk bakacak, görecek, anlayacak, acı çeken kim, başkaldıran kim, dövüşen kim, kim işi oluruna bırakmış, kim günü gün eden, kim şarlatan, kim korkak! Peygamberler çıkacak, yalancı ve kurnaz, durun, diyecekler size, durun, ey insanlar, işte burası, diyecekler, sizi yaşatacak yer, işte burası bolluk ülkesi, mutlu toprak. Bu korkunç yalanlara kanmayacak ama hiç kimse, ne açlık kanacak, ne susuzluk kanacak, ne de umutsuz yaşamak, haykıracak güneşte kavrulan milyonlarca insan, hepsi yalan, diyecekler, hepsi yalan, hepsi yalan.

Öyle kolay sanma sen bu işi, kardeşim, hemen kalkışma tellerden şarkılar döktürmeye! Sazı bir kere eline almaya göresin, bir görev yüklendin demektir, bilesin, çok ağır bir görev, ve belalı. Geldinse anlatmaya yalnız kendi derdini, kardeşim, yalnız kendi zevkini anlatmaya geldinse, bırak elinden o kutsal sazı, sana burda hiç kimse kulak asmaz. Biz yaşamadayız bugün bir çölde, kardeşim, çok eskilerde bir Musa vardı hani, işte biz o Musa gibi yaşamadayız bugün; tanrı tekparça ateşten bir kılavuz vermişti ona, o da ateşten kılavuzun peşinden gitmişti. Bugün tanrı tekparça ateşten şaire ne der bak: Sizsiniz halkı mutluluğa götüren yolu aydınlatacak. Ey şairler, gireceksiniz halkla kol kola,

Ne zaman eşit pay alırsak bolluk sepetinden, ne zaman hepimiz sırayla oturursak halk sofrasına, ne zaman her eve girerse bereketli aydınlığı bilimin, ne zaman pırıl pırıl yanarsa tekmil evler aydınlıklar içinde, işte o zaman deriz, burada duralım, tamam, işte burası bolluk ülkesi, mutlu toprak. Biz o güne kadar, dur durak bilmeden sürdüreceğiz amansız savaşımızı, dağ taş demeden yürüyeceğiz, gözler çakmak çakmak, yumruklar sımsıkı. Sonunda, bütün bu çabalara karşılık hiçbir şey geçmeyebilir de elimize, yola çıkarken zaten biz bunu göze almıştık. Ölüm kondurup alnımıza yumuşak bir öpücük, kaparsa usulcana göz kapaklarımızı, ve ipekten kefenler ve çiçekler içinde alıp korsa bizi kara toprağa, bu bile yeter de artar bize. (Çeviri: A. KADİR- Şerif HULUSİ)

MAYIS 2006 | TAVİR | 23


mektup

al beni ve çarp dalgalar›na... umut ›rmak

24 | TAVIR | MAYIS 2006


mektup

“Aflk demiflti yaflam›n bütün ustalar› Aflk ile sevmek bir güzelli¤i Ve dövüflebilmek o güzellik u¤runa...”(1) ‹nsan, bunca çirkinli¤i gördükçe, senin güzelli¤ine bir kez daha inan›yor. Ve hemen koflmak istiyor sana. Ellerini avuçlar›n›n içine al›p koflmak istiyor ta uzaklara, ulafl›lmas› zor denilen zirveye. Y›lmadan, yorulmadan. Seninle, senin yan›nda, senin solu¤unu hissederek hem de... Seninle el ele yürümek... Hayal kurmak... Büyük, eriflilmesi zor ama imkans›z olmayan hayalleri kurmak... Çünkü seninle yaflan›lacak bir hayata “hayat” denir ancak. Ve senin u¤runa ölünür. Defalarca kez do¤ulur ve ölünür senin u¤runa. Sana kavuflaca¤›m günlerin hayalini kuruyorum. Her gün hayallerimde, düfllerimdesin. Ki hayalin müthifl ve gerçe¤in, bir mucizenin yere inmesidir... Zaman hemen geçsin de sana bir an önce ulaflay›m, derdim önceleri. Sonra anlad›m ki, sana ulaflmak zamana ba¤l› de¤il. Çünkü zaman her halükarda geçiyor. Ki sana ulaflman›n s›rr›, zaman› tarih yapabilmekmifl. Anlad›m ve bildim ve daha ve daha bir sevdim seni... Elbette, zaman kendili¤inden tarih olmuyor. “Onun da bir ilmi var.” diyor, bu aflk›n ustalar›. Ve mayas›na umut kat›lan zamana, tarih deniyor bu macerada. ‹flte bunu anlad›¤›mdan bu yana, hayat›n içinden geçen zamana umut kat›yorum... Ve her ne yap›yorsam, hep senin için ya-

p›yorum. Hepsi, hep sana ulaflmak için. Ve fakat sana ulaflman›n seni var etmek oldu¤unu da biliyorum. Hem hayat hem hakikat oldu¤un gibi, hem hasret hem vuslats›n. Hayalini kurmadan hakikatine ermek nas›l mümkün de¤ilse, hasretini çekmeden vuslat›n da olmaz. Bundand›r, hayalini kuran›n hakikatin için can vermesi. Ki bunu, bu aflk›n ustalar›ndan ö¤rendik: “... Gülünç olma riskini göze alarak gerçek devrime güçlü aflk duygular›n›n yol gösterdi¤ini belirtece¤im. Gerçek bir devrimciyi bu nitelik olmaks›z›n düflünmek imkâns›zd›r. Bu bir devrimcinin belki de en büyük dramlar›ndan biridir: O, coflku dolu bir ruhu so¤ukkanl› bir mant›kla birlefltirmeli ve ac› verici kararlar almal›d›r. Öncü devrimcilerimiz en kutsal davalar için halk sevgisini ideallefltirmeli, onu tek ve bölünmez hale getirmelidirler. Onlar s›radan insanlar›n kendi aflklar›n› hayata aktard›klar› yerlere, küçük günlük duygularla gelemezler...”(2)

Ondand›r caddelerinde al al dalgalan›nca saçlar›n, benim gözlerim dalar senin yürüyüflüne ve tutamam kendimi. Bakakal›r›m sana. Sen yürüdükçe yüzündeki gülücü¤e ortak olurum, ellerim patlar seni alk›fllamaktan. Dayanamam, tutamam kendimi. Al al saçlar›nla sar, kokla beni... K›nalanan ellerinle dokun yar›n›n tarihine... Dalg›n bak›fllar›m yan›ltmas›n seni. Gözlerimin renginde umutlar›m› saklad›m. Hep uzun uzun bakmak geliyor içimden taa uzaklara. Bakt›kça umuda olan açl›¤›m art›yor. Hani yüzünde ak pak bir gülümsemenin hep as›l› kald›¤› umutlar var ya, onlar gelip oturur içime. Midelerinin ta diplerine kadar her gün birer basamak inen açl›¤a inat, gülümsemeler eksilmez yüzümüzden.

Gelmezler... Sevmek sadece bir duygu seli olamaz.

Gülümserken ben, sevdam›n diliyle hayk›r›r›m her zaman.

Sevgi ak›p giden anlams›z bir fley de¤ildir. Ak›p giden ve sonra tükenen bir duygu hiç de¤ildir. Bizim sevgimiz büyük. Büyük bir aflk›n kuca¤›nday›z biliyorsun...

Yeni bir dünya, yeni bir hayat yarataca¤›n› biliyorum. Bu büyük tutkum için sana geldim...

Sorsalar: “Sizin sevginiz nehir mi, yoksa deniz mi?” Ne cevap verirdin? Ben “deniz” derim. Birikmeli sevgim, birikip, mayalan›p, sonra aflka ve tutkuya dönüflmeli. Aflk›n gözünün kör oldu¤undan bahsederler. Sadece gözlerinde aflk olan›n körleflmesi ola¤and›r. Ama inan ben sana gözlerimle de¤il, bilincim ve yüre¤imle afl›k oldum. Aflk›n ustalar› da böyle demifller. Aflk›n duvar›n› örerken, harc›na bilinç ve duyguyu katt›k ve öyle ördük bu yap›y›, demifller.

Ve flimdi al beni ey Devrim. Al ve yeni bir hayat›n harc›na kat. Bir katreden öte de¤ilim senin deryanda. Al beni dalgalar›na ve çarp flu yalan dünyas›n›n surat›na... Sana geldim ey Devrim. Al beni açl›k ordusunun elinde, muzaffer bir bayrak gibi sal›nay›m. O b›çk›n delikanl›lar›n ve yi¤it k›zlar›n rap rap seslerinde bir yank› olay›m. “Yeryüzü aflk›n yüzü oluncaya dek...”(3)

(1) Adnan Yücel (2) Ernesto Che Guevara (3) Adnan Yücel

MAYIS 2006 | TAVIR | 25


26-29 dil 4

8/23/07

11:55 AM

Page 26

araştırma

yok olan diller ve dildeki yozlaşma - ll ılgaz demir

Dünyada, Konuşulan Dillerin Durumu ve Dil Ölümü (Dilde Yok Olma): Bugüne kadar çeşitli tarihlerde dil konusunda derin araştırmalar yapılmıştır. Bu konudaki ilk araştırmalar Hint, Eski Yunan ve Mısır Uygarlıkları dönemlerine rast geliyor. Bu dönemde elde edilen bulgularla bugüne ışık tutan, önemli bilgilere ulaşılmıştır. Önceki bölümlerde de bahsettiğimiz gibi, dünyamızda binlerce farklı dil konuşulmakta. Prof. George Hewitt’in tespitleri ve fikirleri, aslında dilbilimcilerin aşağı yukarı ortaklaştığı tespitlerdir. Dilbilimcilerin ortaklaştığı nokta şudur: Dünyada gün geçtikçe dillerdeki yok olma hızı da artıyor. Özellikle son 200 yıl içerisinde dünya genelinde konuşulan dillerde büyük yok oluşlar meydana gelmiştir. Bu konuyla ilgili dünyanın farklı bölgelerinden farklı dil örnekleri verilebilir. Bunlardan birisi Ubıhça’dır. Geçmişte Kafkasya’da yaşayan Ubıh halkının dili. Rusya’yla 30 yıl boyunca süren savaşlar yapmışlar ve Kafkasya’dan Osmanlı’ya sürülmüşler. O zamanlar sayıları 25.000 civarındaymış. Bu dilin son temsilcisi olarak bilinen ve hakkında 1987’de belgesel yapılan Tevfik Esenç ise 1992’de hayatını kaybedince Ubıh dilinin de sonu olmuş bu. Dış etkiye kapalı bölgelerde konuşulan bir dili konuşanların sayısı az olabilir. Fakat buralarda yeni doğan bir çocuğa kendi anadilini öğretme ihtimali daha yüksek. Dışa açık olunduğunda başka dillerden, egemen dilden etkilenerek kendi dilini unutabiliyor. Şöyle bir örnek verilebilir: Güney Amerika’nın birçok bölgesinde değişik dilleri konuşan, her birinin nüfusu on binin üzerinde olan birçok topluluk var. Fakat

26 | TAVIR | MAYIS 2006

buralarda resmi dilin Portekizce veya İspanyolca olmasından dolayı, anadiller unutulmak üzere. Böylece dillerin ölümü gerçekleşiyor. Dünya nüfusunun %96’sının, dünya dillerinin %4’ünü kullandığı söyleniyor. Dillerin yok olmasına karşı Foundation For Endangered Languages (Tehlikede Olan Diller Vakfı) isimli uluslararası bir kuruluştan da söz etmek gerekli. Dünyadaki dillerin yok olmasını engellemek, dünya dillerini kayıt altına almak, gelişmelerini sağlamak için kurulan vakıf, her sene dünyanın değişik ülkelerinde diller ve yok oluşları üzerine toplantılar yapmakta.

ileride olmuş. Bu da, onun gelişip büyümesinde önemli bir etkendir. Şu anda dünyadaki en yaygın alfabe, Latin Alfabesi’dir. Fenikelilerden kalan bu alfabenin kökeni geometrik şekillerdir. Harflerin şekillerden ibaret olması, akılda kalıcılığı sağlamıştır. Latin alfabe sistemi, dünyada en kolay öğrenilen, en yaygın kullanılan sistemdir. Bundandır ki; bugün kendi ulusal alfabeleri olan birçok devlet veya halk, Latin alfabesini de bilir ve kullanır. Çinliler, Japonlar, Araplar, dünyanın en eski milletlerinden kabul edilen Kuzey Kafkasya halkları, Gürcüler, Ermeniler gibi.

Dünya üzerinde bazı alfabe sistemleri, anlaşılabilme ve okunabilme rahatlığı bakımından daha

18. yüzyılda yok oluş aşamasına gelen bugünkü Finlandiya Devleti’ni oluşturan Fin halkının


26-29 dil 4

8/23/07

11:55 AM

Page 27

araştırma

dili, Dr. Lönrot’un derlediği “Kalavela Destanı”yla tekrar dirilmiştir adeta. Şu anda Finlandiya halkının ancak %20’si Fince’yi konuşmaktadır. Bunda, 18. yüzyılda görülen baskıyla da bir bağ vardır. O dönem evlerin bodrumlarında gizli gizli Fince dil kursları açılmıştır.

kullanan halk ya da grubun herhangi bir sebepten yok oluşu. Asimilasyon politikaları geçmişte doğrudan baskı ve zor ile gerçekleştirilirken, günümüzde ekonomik bağımlılık yaratılarak, kültürel propaganda yapılarak gerçekleştiriliyor.

Tarihte, edebi ürünlerin dile büyük katkıları olmuştur. Bunu kimse yadsıyamaz. Yine İranlı şair Firdevsi’nin “Şehname” isimli eseri Farsça’ya büyük katkılarda bulunmuş, Farsça’nın yaygınlaşması, tanınması açısından önemli bir yer edinmiştir. Ya da Kürt Edebiyat’ında Ehmede Xani’nin “Mem-u Zin”i, Cigerxwun’un şiirleri, Maleye Ciziri’nin eserleri...

Örneğin, günümüzde Endonezya’nın bulunduğu bölgede 500 dil, buna bağlı olarak bir o kadar da kültür yok olmanın eşiğinde. Bunun nedeni ise, egemen olan İngilizce, İngilizce’nin sağladığı iş ve yaşam olanaklarıdır.

Kafkasya’da, yine Hewitt’in araştırmalarına göre, birçok dil ölümün eşiğinde. Batlar, Udi, Kryts, Khinalug, Budukh, Hinukh, Archi, Hunzib gibi Dağıstan dilleri bunların arasında. Batlar dili şu anda sadece bir Gürcü köyünde konuşuluyor. Çeçence ve İnguşça’ya çok yakın. O konuşulan köyde, bu dile ilişkin bir eğitim de olmayınca, dilin sonu da kaçınılmaz oluyor. Bunların dışında, yazılı edebiyat anlamında kısır kalan; Güney Kafkasyalı Svan, Laz dilleri, Mingrel, Abkhaz, Abhaza, Batı Adıge gibi büyük diller de tehlike sinyalleri vermektedir. Yine Abhazca’nın Aşşıwa ve Aşqarıwa şiveleri, Anadolu’da Osetçe, Avarca gibi diller tehlike altındadır. Dilbilimci David Crystal, “Language Death” (Dil Ölümü) adlı kitabında bir dilin yok olma aşamalarını üç evrede açıklıyor: - Yabancı egemen güç, kendi dilinin konuşulması için ağır baskı uygular. Bu baskı yukarıdan aşağı (teşvikler, devletin yasaları yoluyla) ve aşağıdan yukarı (halkta özenti ve moda duyguları yaratılarak) adım adım ilerler. - İki dilli dönem. Ulusal dilin kullanım alanının azalması. Eğitim her düzeyde, yabancı dilden yapılmaya başlanır. Her kesimden, tüm bir toplum yabancı dil öğrenme furyasına sokulur. - Gençler artık, yabancı gücün dilini kendi ulusal dilinden daha iyi bilir. Kendi eski dilini konuşmaktan utanmaya başlar. Kuşaklar arasında iletişim bozulur. Yavaş yavaş ulusal dilin yerini yabancı dil alır. Yine Crystal, dillerin yok oluş nedenini şöyle açıklıyor: Asimilasyon, nüfus azalması, dili

Dilin Önemi ve Özellikleri: Dil, altyapı ve üstyapı kurumları arasındaki klasik ilişkiden biraz daha farklı olarak ele alınmalıdır. Her altyapı, kendine özgü bir üstyapı oluşturur. Örneğin; kapitalist altyapının, kurumların egemen olduğu toplumlarda kültür, siyaset, sanat gibi üstyapı kurumları da buna göre şekillenir. Sosyalist altyapının egemen olduğu toplumlarda da üstyapı kurumları elbet ona göre şekillenip değişecektir. Bir ülkede, altyapı değişir, siyasi iktidar değişir ve ona bağlı olarak da bir süre sonra üstyapı değişir. Fakat dildeki değişim, bunlardaki değişimlere bire bir uyum halinde ve ölçekte olmayabilir. Sınıfsal özellikler geliştiren jargonlar, sosyal etkilere açık olan şive kullanımı, alt kültür dili sayılabilecek argo, elbet çok daha dinamik tepkiler verecektir. Ama dilin bir bütün olarak farklı bir dil hale gelmesini, bahsettiğimiz ölçekteki altyapı değişimleri, sağlayamaz. Çünkü dili oluşturan temel altyapı, toplumsal çalışmadır. Ve üretim ilişkilerindeki değişimler, toplumsal çalışmayı ortadan kaldırmadığı veya çok köklü değişikliklere uğratmadığı sürece, dilde de bu boyutta bir değişim beklenmemelidir. Bu durum, dilin bir üstyapı kurumu olduğu gerçeğini değiştirmez. Dil, toplumsal çalışmanın olduğu her yerde, bilimin, kültürün ve altyapı kavramlarının; kuşaklar ve sınıflar hatta üretim ilişkileri değişimleri arasında bir aktarım aracıdır. Bir toplumun yazın ve konuşma aracıdır. Belli dönemlerde çeşitli ağızlar, lehçeler, jargon diyebileceğimiz konuşma kültürü oluşabilir. Mesela, burjuva jargonu, sokak dili, sınıfsal temeldeki ağızlar veya yöresel lehçeler, aynı dil içerisindeki dar uzantılardır. Bunları ayrı bir dil olarak düşünemeyiz. Çünkü ayrı bir gramerleri, dil yapısı, cümle yapısı yoktur. Veya toplumun tümü için iletişim aracı olmaya elverişli değildir. Lehçe ve jargonlar ulusal dilin dallarıdır.

Her zaman yok olma, tükenme zemini vardır. Sadece çok istisnai durumlarda bir lehçe zamanla gelişip büyüyerek büyük dil haline gelebilir. Bir dili anlamak için; o dile sahip olan toplumun kültürünü ve tarihini de bilmek gerekir. Çünkü dil, toplumla doğar, toplumla ölür. Aynı zamanda, toplumsal üretimin de temel dayanaklarından biridir. Bir dil, önceden var olanı yok ederek, yeniyi kurup gelişemez. Var olan dilin esas öğelerini geliştirerek, var olanın içinden gelişerek ortaya çıkar. Bir kerede, aniden değişmez. Yeni niteliğin, yeni dil yapısı öğelerinin uzun bir süreç içerisinde zamanla birikmesi ve eski yapının zamanla, sürekli olarak yok oluşuyla oluşur. Şöyle bir yanılgıya da düşmemek gerekir: İki dilin karışımından yeni üçüncü bir dil çıkmaz. Bazı araştırmacılar geçmişte böyle bir fikri savunmuşlardır. Dillerin karışımı yüzyıllar boyunca gelişen bir sürecin sonucudur. Böyle bir karışımda, genellikle dillerden bir tanesi öne çıkmakta, dil yapısını ve sözcük hazinesinin temel öğelerini ve gelişimini sürdürmektedir. Ayrıca egemen olan dil güçlenir, diğer dil zamanla yok olur. Egemen olan dil, yok olan dilden de aldıklarıyla daha da zenginleşir. Mesela Sovyet Sosyalist iktidarı döneminde, diğer halkların dilleri korunmakla birlikte, resmi dil Rusça’dır. Rusça diğer dillerden beslendikleriyle daha güçlü hale gelmiştir. Eksikleri tamamlanmış, zenginleşmiştir. Şimdi tekrar David Crystal’a dönelim. Crystal, dillerin önemi konusunda beş maddeyle bizi bilgilendirir: - Kültürel farklılıkların getirdiği değerlerin korunması - Kimlik değeri sağlaması - İçinde tarihi bilgileri barındırıyor olması - İnsan bilgisinin genel bir toplamı olması - Kendi açılarından ilginç konular içeriyor olması Dil; aynı zamanda, sevgi, aşk, sempati, nefret, öfke gibi insani duyguların tutarlı ve gelişmiş bir biçimde ifade edilebildiği gerçek insan ilişkilerini mümkün kılar. Dil, sosyaldir.

MAYIS 2006 | TAVIR | 27


26-29 dil 4

8/23/07

11:55 AM

Page 28

araştırma

farklı inançların, kültürlerin, ifadelerin, üretimlerin yansımasıdır. Bu nedenledir ki; bir dildeki bu tip sanatsal üretimleri başka dillere aktarırken zorluk çekilir. Veya çevrildiğinde tam olarak anlaşılmaz. Çünkü mesela bir dilde olan deyim, diğer dilde yoktur. Anlayış, bakış açısı, espri anlayışı, refleksler farklıdır. Kültürler genelde, dili yansıtır. Bazı araştırmacılar şunu savunur. “Bazı diller hakkında soğuk, bazıları hakkında kaba, bazıları hakkında kibar, bazıları hakkında sıcak denir. Veya eğlenceli olarak görülen diller vardır. Bunlar hemen hemen o kültürün de buna benzer özellikler taşıdığını gösterir.”

Dil Üzerindeki Baskılar ve Dilde Yozlaşma:

tevfik esenç Dil ve Kültür İlişkisi: Bir dili yok etmek, o dile özgü kültür üretme olanağını yok etmektir. “Evrensel kültür ve uygarlık havuzunu besleyen damarlardan birini kesmek demektir. İnsanlığı, dünya üretim havuzunu; o dille üretilebilecek özgün kültür ürünlerinden, hem de sonsuza dek, yoksun bırakmak demektir.” Dildeki zenginlik, alfabedeki ve sözcük hazinesindeki zenginlik o kültürün zenginliğini sağlar. 80 sesli bir dille üretilenle, çok daha az sayıda bir alfabeye sahip olan bir dille üretilen arasında sanatsal, estetik, zenginlik, armoni, ahenk yönünden farklılıklar vardır. Dil, kültürün kaynağı, hazinesi ve ruhudur. Kültürde ne varsa, dilde de vardır. Kültürel zenginlik dille yaratılmıştır. Dilin yokluğunda, deneyimler, yaşamdan öğrenilenler kuşaklara rahatça aktarılamaz dolayısıyla da bilim ve teknoloji bu şekilde gelişmezdi. Dilin; duygu ve düşüncelerle dolu olmasının nedeni, günlük yaşantımıza çok yakın durması, onunla iç içe olmasıdır. Bir şeyi severken, üzülürken, ağlarken, gezerken, eğlenirken... Gördüklerimizin hepsi düşüncede birikir, dille aktarılır. Düşünce aydınlık ve dil de anlaşılır olduğunda birbirini geliştirir. Her dilin; kendine özgü şiirleri, deyimleri, yazıları, edebiyatı, atasözleri, esprileri vardır. Dil,

28 | TAVIR | MAYIS 2006

Kafkasya’da ve Rusya’ya yakın kuzey Balkan ülkelerinde Rusça’nın büyük bir egemenliği var. Bir yerde egemen olan bir topluluk varsa, onun dili ayakta ve güçlü kalır. Egemenlik etkisi altında veya doğrudan o egemenlik altındaki diller ise zamanla yok olmaya açıktır. Osmanlı, bir dönem Balkan halklarına, zorla Türkçe’yi kabul ettirmeye çalıştı. Bu temelde birçok baskı, asimilasyon politikası izledi. Bu dönemin ardından, bu bölgedeki halkların konuştuğu dillerin sözcük hazinelerinde büyük oranda Türkçe sözcükler yer almışken, Balkan halkları bugüne kadar dillerini koruyabilmiştir. Bu politikaya direnmişlerdir. Bugün Türkiye,

İran ve Irak’ta konuşulan Kürtçe’nin yaşadığı baskılar bunun bir benzeridir. Gramer sistemleri, dil yapısı, sözcük hazinesinin temel yanları, dilin ayakta kalmasında etken olmuştur. Bu da asimilasyonu engellemiştir. Kafkaslar’da kabul edilen resmi dil Kiril alfabesidir. Buna karşın, Adıgece konuşanlar, dilbilimciler, Latin harflerle Adıge alfabesini yazılı hale getirme çabaları içerisinde. Amaçları, dillerinin yok olmaması. Dillerin yok olmasında soykırımların da payı vardır. 16. yüzyılda Amerika kıtasındaki yerli halkın %99’u, İspanyol ve daha sonra gelen İngiliz işgalciler tarafından soykırım sonucu yok edilmiştir. Böylece, Mayalar, Aztekler, İnkalar’in yok edilmesiyle birlikte bu halkların dilleri ve kültürleri de yok olmuştur. Bu ise, edebiyatlarının, deyimlerinin, şiirlerinin, şarkılarının, sanatlarının yok olması anlamına geliyor. Kültürel soykırıma ilginç örnekler vermek olanaklı elbette: Amerikalı esir tacirleri, Afrika’nın çeşitli bölgelerinden, dilleri farklı kabilelerden gruplar halinde bir gemiye koyup Amerika’ya götürmüşler. Aynı dilden olanları iletişim kurmasınlar diye ayırıp farklı yerlere dağıtmışlar. Yine Kuzey Amerika’da Anglo-Saksonlar; farklı dillerdeki yerli halktan insanları aynı kampa toplamışlar ve İngilizce eğitimi vermişler. Tabii ki, birbirleriyle konuşamasınlar ve bu sayede kısa sürede İngilizce’yi öğrensinler diye.


26-29 dil 4

8/23/07

11:55 AM

Page 29

araştırma

tüm öğrenciler yakalanacaktı. İşte böylece anadilin konuşulması engellendiği gibi, çocuklar cadı avına sürülmüş, muhbirliğe, ötesi, kendi toplumuna ihanet etmeye alıştırılmış oluyorlardı.” Son söz ise bir Amerikan yerlisi olan Darryl Babe Wilson’dan olsun: “Bu dünyada hayatta kalabilmek için beyaz adamın dilini öğrenmeliyiz ama sonsuza kadar yaşamak için kendi dilimizi bilmemiz gerek.” (BİTTİ)

Kaynaça: “Yüzyılları Gerçeği ve Mirası” – Server Tanilli “Yaratıcı Aklın Sentezi” - Server Tanilli “İlkel, Köleci, Feodal Toplum” – Zubritski, Mitropolski, Kerov “Doğanın Diyalektiği” – Friedrich Engels “Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni” – Friedrich Engels “Dil Ölümü (Language Death)” – David Crystal “İnsanın En Güzel Tarihi” - Kolektif

Emperyalistler, sömürücüler; okullardaki eğitim sisteminde erken yaşta yabancı dil öğrenimini zorlarlar. Özellikle kendilerine bağımlı hale getirdikleri ülkelerde. Bunun nedeni de, ortaokul çağında çocukların bilgileri daha erken kavraması, kendi dillerine karşı yabancılaşabilmesi. David Crystal: “Bir dilin yaşayabilmesi için halkın dilini sevmesi, her alanda kullanmak istemesi, onunla iftihar etmesi çok önemli. Onun için, sömürgeci, halkta özellikle kendi dilini hor görme, aşağılama tavırlarını oluşturuyor.” Kenyalı bir yazar olan Ngugi va Thiongo, “Ak-

lın Sömürgeleştirilmesi: Afrika’da Dil Siyaseti” adlı kitabında yaşadığı bir anısını şöyle anlatıyor: “En aşağılayıcı durum, okul civarında kendi dilini konuşurken yakalanmaktı. Yakalananın çıplak kıçına sopayla vuruluyor veya boynuna, üstünde ‘Ben aptalım’, ‘Ben eşeğim’ yazan madeni bir levha asılıp, ortalıkta dolaştırılıyordu. Bazen de, ‘suçlu’nun ödemekte zorlanacağı para cezaları kesiliyordu. Peki, öğretmenler ‘suçlu’yu nasıl yakalıyorlardı? Başta, öğrencinin birine bir düğme veriliyordu. O, ulusal dili konuştuğunu gördüğü bir öğrenciye düğmeyi verecek. Günün sonunda düğme kendisinde kalan öğrenci düğmeyi kimden aldığını ifşa edecek ve süreç zincirleme gidip gün boyunca anadilini konuştuğu için düğme üstünden geçen

MAYIS 2006 | TAVIR | 29


söylefli

dr. erdal atabek’le liselerdeki fliddet üzerine... tav›r

* Samsun'da bir lise ö¤rencisi, tart›flt›¤› 2 dershane ö¤rencisini b›çakla yaralad›. * Kayseri’de ayn› lisede ö¤renim gören 2 lise ö¤rencisi aras›nda okul bahçesinde haraç isteme iddias›yla ç›kt›¤› öne sürülen kavgada, 15 yafl›ndaki O.A., ayn› yafltaki arkadafl› R.A.'y› b›çakla baca¤›ndan yaralad›ktan sonra kaçt›. * Gaziantep’te, 10 gün önce s›n›f arkadafl› fi.Y. taraf›ndan kalbinden b›çaklanan 16 yafl›ndaki lise ö¤rencisi Tayfun Bozda¤, dün hayat›n› kaybetti. * Ad›yaman’da 18 yafl›ndaki Mehmet Atay, bilgisayar kursu için gitti¤i ‹nönü ‹lkö¤retim Okulu’nun bahçesinde, 3 tinercinin b›çakl› sald›r›s›na u¤rad›. Son dönemde bas›na yans›yan haberlerden bir kaç› bunlar. Genelde liselerde, liseli gençler aras›nda yayg›nlaflan fliddet olaylar›n› anlat›yorlar. Gençli¤in toplumun en dinamik, at›lgan kesimi oldu¤u bir gerçek. Bu dinamizm, içinde bulunulan sistemin etkisiyle, yukar›da geçen haberlerde oldu¤u gibi, toplumsal yaflam›n olumsuz yönde geliflimini sa¤layacak boyutlara eriflebiliyor.

“ Medya dedi¤iniz fley ba¤›ms›z bir kurulufl de¤il ki, ekonomik sistemin bir parças›. (...) olaylar› yönlendiriyor, olaylar› manipüle ediyor. Olaylar› istedi¤i gibi yans›t›yor.”

30 | TAVIR | MAYIS 2006

Ekonomik, sosyal, kültürel ve tabi tüm bunlar› belirleyen s›n›fsal temelleri var bu fliddet olgusunun. Düzen ne üretiyorsa, o “tüketiliyor” do¤al olarak. Öyle bir ülkede yafl›yoruz ki, kapitalizmin çarp›kl›¤› tüm yaflam›m›za yine çarp›k bir biçimde yans›yor. ‹nsani de¤erlerin yitimi baflta olmak üzere, yar›n›n-gelece¤in belirsizli¤i, bireysel kurtuluflun özendirilmesi; iflsizli¤in, açl›¤›n, yoksullu¤un art›k dayan›lmaz boyutlara eriflmesi... Toplumun her kesimini oldu¤u gibi,


söylefli

“ Çözümün özü, (...) gençli¤in anlafl›lmas›, gençlik gruplar›yla görüflülmesi ve gençli¤in hedeflerini bulma ve hedeflerine ulaflma yolunda do¤ru yöntemlere yönlenmesiyle mümkün olabilir.”

gençli¤i de derinden etkiliyor. Okullar› soruyoruz Erdal Atabek’e... Okulun gençleri nas›l etkiledi¤ini, e¤itim sisteminin ruhsal ve bedensel geliflimlerine nas›l etkide bulundu¤unu...

onun da ad›n› siz koyam›yorsunuz... Yaflam sizi bo¤arak ak›p gidiyor. Okulda o kadar çok üstünüze geliyorlar ki, bazen tüm okulu yakmak istiyorsunuz ya nafile! Bu bile cesaret ifli ve iflin ucunda aile ile papaz olmak var… Ve en kötüsü de belirsizlik. Yar›n›n nas›l olaca¤›n› bilmemek zor geliyor... Okulda bir boflluk filan kalm›yor. E¤itim asl›nda bofl b›rakm›yor... Aksine gere¤inden fazla yüklüyor… Ama as›l vermesi gereken kiflilik ve davran›fl e¤itimini vermiyor.” Bir k›v›lc›m yetiyor ortal›¤› yang›na çevirmeye. Gençlerin dilinden “k›z meselesi” de olabiliyor bu, en basitinden yan bakma, omuz atma da... Birden b›çaklar, mufltalar, hatta tabancalar çekiliveriyor. Kan dökülüyor. Hayat›n›n bahar›nda birileri mezara giriyor, birileri dört duvar aras›na... Atabek, gençlerin birbirlerini öldürebilecek kadar büyüyebilen kavga nedenlerini hiç de sudan sebepler olarak de¤erlendirmiyor. Basitmifl gibi görülen nedenlerin derinliklerinde çok daha boyutlu sorunlar yafland›¤›n› söylüyor. “Neden artt› bu tür olaylar son dönemde?” diyoruz, cevapl›yor:

“Sabah okul var ve iki tane de s›nav›n›z var o gün… Çal›flmam›fls›n›z tabi. Ya da flöyle bir bakm›fls›n›z o kadar. Okul üstünüze üstünüze geliyor bu aralar. Okula ad›m›n›z› att›¤›n›z anda s›k›lmaya bafll›yorsunuz.. ‘Tak›ld›¤›n›z’ arkadafllar›n›z var ama hep ayn› muhabbetler s›k›yor… Bir de¤ifliklik, bir farkl›l›k ar›yorsunuz ço¤unlukla ama olmuyor. Hep ayn› bildik fleyler tekrarlan›p duruyor... ÖSS'ye de az kald› zaten… Bir tiyatro sahnesindesiniz sanki ve size bu oyunda kan-ter içinde koflma rolü verilmifl.

“Bunlar kimlik sorunlar›d›r. Bunlar kiflilik sorunlar›d›r. Bunlar okullardaki gruplaflmalar ve gruplar aras›ndaki güç dengesi sorunlar›d›r. Asl›nda gençler için çok önemli sorunlard›r. ‹ster bir k›z olay›, ister bir k›za bakma olay›, ister bir laf atma olay›, ister bir omuz att›n yan bakt›n, yan bakt›n görmezden geldin olay›... Hep vard› ama flimdi okullar eskisinden daha da kalabal›k, giderek insanlar›n gelece¤e dair umutlar› daha da az.

Bir koflunun içinde birileri birinci gelecek ama siz hep aralarda kal›p yok olacaks›n›z, barajdan içeri boynunuzu uzatamadan bitecek yar›fl. Ve siz nefes almaya bile vakit bulamayacaks›n›z. Önünüzde hep yeni yar›fllar olacak sanki.

S›navlar, elemeler, sorunlar eskisinden çok daha yayg›n… Kentleflme oran› çok yüksek, kentlerdeki gelir da¤›l›m› dengesizli¤i çok daha fazla eskiye göre ve giderek daha da çok art›yor. Bu gelir da¤›l›m› dengesizli¤i art›kça ve insanlar bir arada yaflay›p, birbirlerinin yaflama koflullar›n› gördükçe, bunun fliddete dönük yüzü daha da art›yor.

Evdekilerin bask›s› olmasa girmeyeceksiniz bile s›nava ama olmuyor iflte... Hem girmeseniz ne olacak ki, onun da cevab› yok! Cevaps›z sorular bütünü sanki yaflam›n›z... K›z arkadafl›n›zla da aran›z limoni bu aralar, yok hani geçerli bir neden oldu¤undan de¤il, eksik olan kötü giden bir fleyler var ama

Koflullar de¤iflmezse daha da artacakt›r. Onun için ben bu nedenlerin tabii ki, gençler için önemli oldu¤unu düflünüyorum, Gençlerin bir kimlik aray›fl› döneminde, onlar›n gerçek kimliklerini bulamay›fllar› ile çok ba¤lant›l› oldu¤unu düflünüyorum. Temel olarak buna ba¤l›yorum. Ama

bu temelde ekonomik ve sosyal koflullar çok ciddi rol oynuyor... Bak›n›z, burada bizim yaflama ideolojimizde insanlara güçlü olmay› üstün olmay› öneren bir ideoloji var. Bu küreselleflmenin getirdi¤i bir ideolojidir. Eee flimdi bir gencin elinde güçlü oldu¤unu gösterecek önemli araçlar yok... Bunlar yetkidir, parad›r, silaht›r. Yetki ve paraya sahip de¤il; onun için bir silaha sahip olmaya çal›fl›yor. Ama burada, kavgan›n da eti¤i bozulmufltur, kavga ahlak› da bozulmufltur. Çünkü kavga ahlak›nda; eflit dövüfltür söz konusu olan. Burada eflit dövüflülmüyor. Ya bir grup bir kifliyi ya da k›st›rd›¤› iki kifliyi dövüyor. Ya da bir tarafta b›çak vard›r, öbür tarafta yoktur... Kavgan›n da ahlak› var. Bizim dönemimizde bu çok önemliydi. Ve kavga ahlak›na uygun hareket etmeyenler, d›fllan›rd›. fiimdi böyle bir fley kalmad›, genel ahlak bunal›m›n›n bir parças› olarak.” Psikolojik, sosyolojik, kültürel boyutlar›yla irdeledi¤imiz fliddet olgusunun asl›nda ekonomik ya da daha do¤ru bir saptamayla s›n›fsal temellerini biraz daha açmas›n› istiyoruz Atabek’ten. Öyle ya, yaflanan ne varsa sistemden kaynaklan›yor. Liselerde fliddet olgusu da bundan ba¤›ms›z de¤il. “Ekonomik boyut, çok önemlidir. Tabi sosyal s›n›flaflma da çok önemlidir. Sadece bireylerin psikolojik durumuyla aç›klanamaz elbette ki ve sadece onunla aç›klayan psikolojik bir anlat›, bu noktada yetersiz kal›r. Bunu bilmek gerekir. Hem ekonomik, hem sosyal boyutu vard›r. Ve psikolojiye yans›yan boyut da budur. Zaten, sosyal ve ekonomik boyut dedi¤iniz fley, s›n›fsal boyuttur.

“ Yaflam sizi bo¤arak ak›p gidiyor. okulda o kadar çok üstünüze geliyorlar ki, bazen bütün okulu yakmak istiyorsunuz ya, nafile! ”

MAYIS 2006 | TAVIR | 31


söylefli

“ Bunlar okullardaki gruplaflmalar ve gruplar aras›ndaki güç dengesi sorunlar›d›r. Asl›nda gençler için çok önemli sorunlard›r.”

Bütün ekonomik, sosyal dengesizliklerde s›n›fsal farkl›l›kt›r söz konusu olan. Yani sizin ekonominiz dar ve o ekonomiyi kendi eme¤inizle sa¤layam›yorsan›z, sosyal konumunuz da buna ba¤l› olarak, istatistiklerdeki alt ekonomik gruplar olarak niteleniyorsa, siz do¤al olarak gelece¤e öfke duyacaks›n›z. ‹flte bu öfkedir, orada gençlerin tepkilerine yans›yan. Gençlerin aralar›ndaki kavgalar›na yans›yan. Ama gençler bunu, gene toplumsal ideolojinin bir parças› olarak bilmemektedir. Gençler bunun bilincinde de¤ildir. Gençler sadece ‘omuz att›n’, ‘yan bakt›n’, ‘benim k›z›ma sen laf att›n’ diye nitelemektedir.”

sonra da yaratt›¤› yozlu¤u reytinge dönüfltürme maharetine ulafl›yor... “Medya da ayr›ca bu toplumun yani küresel ideolojinin bir parças›d›r, ondan farkl› bir fley de¤il. Bunlar reytinge ba¤l›ysa, reyting de reklama ba¤l›ysa, reklâm da izlenmeye ba¤l›ysa bu böyle olup gidecek. Medya dedi¤iniz fley ba¤›ms›z bir kurulufl de¤il ki, ekonomik sistemin bir parças›. Bu konuda dünyada pek çok yay›n var. Dünya medyas› da böyle... Olaylar› yönlendiriyor, olaylar› manipüle ediyor. Olaylar› istedi¤i gibi yans›t›yor.” Sistemin de¤iflimi sa¤lanmadan, gençler aras›ndaki bu anlams›z fliddet olgusunun ortadan kalkmayaca¤› tespitini çoktan yapt›k. Sorun sistemdedir. Belki çok klasik bir söylem bu. Ancak do¤ru olan budur. Baflta da söyledik. Sistemde ne üretiliyorsa, bunu “tüketecek” olanlar da bu sistemin içinde yaflayanlard›r. Bütün bu gerçeklerin ›fl›¤›nda Atabek’e bu konuda ne düflündü¤ünü, sorunun çözümünün nerelerden geçti¤ini soruyoruz. Nihayetinde bizler gibi düflünmese de sorunun çözümünün bu sistem içinde dahi mümkün olabilece¤ine dair inanç tafl›sa da, kendince çözüm yollar›n› anlat›yor bizlere. “Çözümün özü gençler aras›ndaki iliflkilerde

Gençlerin psikolojisi bu aflamada bir kat daha önem kazan›yor. Sonras›n› hiç düflünmeden bir arkadafl›n› öldürme kast›yla hareket eden bir genç, o an hangi duygular› yafl›yor acaba? Onu o hareketi yapmaya iten fley nedir? Nas›l böyle gözü kara olabiliyor? Bu, ad›na “fluursuzluk” diyebilece¤imiz halet-i ruhiye nas›l olufluyor?

“ Ekonomik boyut çok önemlidir. Tabi soyal s›n›flaflma da çok önemlidir. Sadece bireylerin

“Kendilerini var etmeye çal›fl›yorlar, kendilerini kan›tlamaya çal›fl›yorlar. Bunu kendini var etmenin, kendini kan›tlaman›n bir yolu olarak görüyorlar. Yanl›fl bir yoldur ama böyle görüyor. Yani insanlara baflka türlü kendini kan›tlaman›n var etmenin yolunu vermezseniz, insanlar bu yoldan da kendilerini var etmeye kan›tlamaya çal›fl›r.” Yaflananlarda medyan›n da bir rolü var elbette. Gençlerin özendi¤i bütün kötülükler, oralardan türüyor. Medya önce özendiriyor,

32 | TAVIR | MAYIS 2006

psikolojik durumuyla aç›knamaz. Elbetteki ve sadece onunla aç›klayan psikolojik bir anlat› yetersiz kal›r”

“ Gençlerin bir kimlik aray›fl› döneminde, onlar›n gerçek kimliklerini bulamay›fllar› ile çok ba¤lant›l› oldu¤unu düflünüyorum. Ekonomik ve sosyal koflullar çok ciddi rol oynuyor..” fliddetin yerine gerçek çözüm yöntemlerinin konulmas›yla olabilir. Bu da gençli¤in anlafl›lmas›, gençlik gruplar›yla görüflülmesi ve gençli¤in hedeflerini bulma ve hedeflerine ulaflma yolunda do¤ru yöntemlere yönlenmesiyle mümkün olabilir. Gençlerin bu konularda konuflmalar›, tart›flmalar›, ö¤renci forumlar› yap›lmas› ve gençlerle birlikte hareket edilmesi gerekir… Toplum ya da yönetim, gençleri karfl›s›na al›p çözüm ararsa bu çözümü bulmas› mümkün de¤ildir. Bu çözüm gençler taraf›ndan gençlerle birlikte bulunmal›d›r. Okullardaki fliddet olaylar›… Onun d›fl›ndaki daha önemli faktörlere daha genel çözümler gerekir. Yani sosyal ve ekonomik gelir da¤›l›m› farkl›l›klar› ve s›n›f farkl›l›klar› art›¤› sürece toplumda fliddet çözülmez... ‹flte uzun vadede mutlak olarak bu giderilmelidir. Bu sosyal s›n›f farkl›l›klar›n›n azalt›lmas› flartt›r.” “Bozuk düzende sa¤lam çark olmaz” diye bofluna söylememifl Pir Sultan Abdal. Sadece dönemin Sivas’›nda geçerli olan bir söz de¤il bu. Günümüze ayn› flekilde uyarlamak mümkün. Liseleri, liseli gençleri genelde de tüm gençli¤i bu yoz-çürümüfl kültürden uzak tutman›n yolu bellidir. Bu yol, pek tabii ki bu sistemin içinden geçmiyor. Düzen içinde bir yol aramak beyhude bir çaba olacakt›r. Çözümü çok bilinmeyenli denkleme çevirmenin bir anlam› yok. Yap›lacaklar bellidir ve bu kesinlikle s›r de¤ildir.J


okurdan

sizden gelenler...

Merhaba. Öncelikle Grup Yorum’a ve Tav›r Dergisi’ne böyle bir dergi için teflekkür ederim. Ben bu yaz›y› aylar önce haz›rlam›flt›m ama bir türlü ulaflamad›m. Yine sabah›n befl buçu¤unda, yorgun bedenlerimizle, uykudan zar zor uyan›yoruz. Terden beyazlam›fl elbisemizi giyer giymez, kahvalt› telafl›na düflüyoruz. Sonra hangi inflaata gidece¤imizi ö¤reniyoruz ve dört kiflilik arabaya yedi kifli biniyoruz. Yola ç›kt›¤›m›zda yoldan geçen arabalardan halimize gülenler gözlerimize tak›l›yor. ‹fle bafllarken kürekleri kavrad›¤›m›zda ellerimizin yaralar›ndan kan akmaya bafll›yor. Bu bizim al›fl›k oldu¤umuz bir durum oldu¤u için umursam›yoruz, umursasak da sarg› yerine gömle¤imizin ön cebini kullan›yoruz. O da bir elimize yetiyor. Ya di¤er elimiz? O da aç›k kald›¤› için, sarm›yoruz. Biz kendi vücudumuzda bile ayr›mc›l›¤a yer vermiyoruz. Biz babalar›m›zdan, a¤abeylerimizden ve bu u¤urda kan›n› ak›tan yoldafllar›m›zdan böyle ö¤rendik ve “Yaflas›n Halklar›n Kardeflli¤i” diyoruz. Evet, biz inflaatç›y›z. Daha on üçünde on dördünde aile sorumlulu¤unu yüklenip gurbete ç›kanlar›z. Kim istemez ö¤retmen olmay› ya da bir doktor olmay›… Zaten düflünsek de imkans›z bir olay bizim için. Çünkü okuma yazmay› ö¤rendin mi tamamd›r bizim için. Daha ilerisini düflünemiyoruz çünkü yoksulluk-açl›k kap›da bekliyordur. Senin çal›fl›p ailene bakman gerekiyor. ‹çimizde ö¤retmen olma umudumuzu yar›m b›rak›p düflüyoruz gurbet yollar›na ve y›llar ilerledikçe kendi gelece¤in dönmeye bafll›yor beyninin içinde. Yirmisinden bafllay›p k›rk›na kadar derme çatma bir ev yapma hayali… O da yapabilirsen. Dedim ya biz inflaatç›y›z; yaflant›s› s›n›rl› ama onuruyla yaflayanlar›z. Biz kanl› parayla de¤il, al›n teriyle kazan›lan parayla geçinenleriz ve biz “Yaflas›n al›n terini ak›tan emekçiler” diyoruz. Ahmet Çolak

YAfiAMI TOPLUYORUM Yaflam› Topluyorum Kavgam› solu¤umla ›s›t›yorum Yoksul zamanlara inat Tutsakl›¤›n, özgürlü¤ün içinde yetiflirken Kar›ncan›n ayak sesinden Anne karn›ndaki bebe¤in gülüflünden Gökyüzüne b›rak›lan mavi umutlardan Topluyorum yaflam› Ac›n›n a¤z›n› dikiyorum Yaflama sararken insanl›¤› Unutmuyorum Susmuyorum Umudu ellerimle do¤uruyorum Her flafakta yeniden Zulmün rahminden Çi¤dem

OLSAM Yok olup sessizce orada var olabilsem Da¤›n güney yamac› baksa denize Çok uzaktaki adalar› görebilsem Ya¤mur sonras› parlayan günefl ile En s›cak günlerinde bile yaz›n Serince rüzgâr dolaflsa bedenimde Ara ara bir kartal konsa yan› bafl›ma Da¤›n sakinleri soluklansa gölgemde Zevkle seyretsem ›fl›¤›n dans›n› uzaktan Dolunay oynafl›rken deniz üstünde K›fl›n sert sa¤anaklar› ile ›slansam Baharda daha bir uzansam gö¤e Bilinmez yafl› koca bir sedir olsam O da¤ bafl›nda, kök salan gelece¤e H. Tu¤rul Atasoy

MAYIS 2006 | TAVIR | 33


biyografi

ac›n›n co¤rafyas›nda bir flair:

turgut uyar cemal kanayazan

Edip Cansever ve Cemal Süreya ile birlikte ‹kinci Yeni’nin öncü flairlerinden olan Turgut Uyar’›n ilk fliiri, 1947’de Yedigün Dergisi’nde yay›nland›. K›sa bir süre sonraysa Kaynak Dergisi’nin açt›¤› yar›flmada “Arz-› Hal” adl› fliiri, ikincilik ödülünü kazand›. Bu yar›flman›n seçici kurul üyelerinden olan Nurullah Ataç, yar›flmada “Ne olursa olsun, onun için at›yorum zar›m›.” der. Turgut Uyar ad›na at›lan bu zar düflefl gelmifltir ve zaman Nurullah Ataç’› do¤rulam›flt›r; çünkü Turgut Uyar, Türkiye fliirinde kendine özgülü¤ü, yarat›c›l›¤› ve kendinden sonrakiler üzerindeki etkisi gibi durumlar göz önüne al›nd›¤›nda fliirimizin evriminde son derece önemli bir noktay› oluflturmufltur.

“dünya bir sunakt›r sonunda kalemlerin bile sunuldu¤u iflte benim kan›m ortada akm›yor art›k.”(T.Uyar)

ikinci kitab› “Türkiyem”de de ayn› flekilde devam eder. Türkiyem’de ifllenilen konular ve bunlar›n ifllenifl biçimi pek farkl›l›k göstermez; Anadolu’nun co¤rafyas›, ayr›nt›lar›na de¤in ele al›narak, fliirin mekan örgüsünü oluflturur ve yine ilk kitab›nda oldu¤u gibi özlemleri, dertleri, turna türküleri, semahlar› ile insan›m›z›n yaflay›fl› ve kültürel özellik-

1949 y›l›na gelindi¤inde ise ilk fliir kitab› “Arz-› Hal” ad› ile bas›l›r. Kitap, etkisini göstermekte gecikmez. O dönemin toplumsalsiyasal koflullar›ndan olsa gerek, fliirinin konusunu Anadolu’nun yaflay›fl›, gelenekleri, ekonomik-kültürel sorunlar› gibi toplumsal damarlar oluflturur. Anadolu’nun görkemli ve ürkütücü da¤lar›, bereketli ve nazl› ovalar›, coflkun akan ›rmaklar›; yoksulluk, cehalet ve çaresizlikler içinde yaflayan küçük ama bir o kadar da s›cak ve samimi köyleri, kasabalar›, tren istasyonlar›, geçitleri, köprüleri, s›n›rlar› gibi birçok unsur, fliirinin mekansal arka plan›n› oluflturur Turgut Uyar’›n. Bu mekansal arka plan›n içine ise Anadolu insan›n yaflay›fl›, ac›lar›, s›k›nt›lar›, sömürüleri, umutlar› ve dirençleri serpifltirilmifltir. fiiirinin konusunu ve mekan›n› oluflturan bu durum, Turgut Uyar’›n 1952’de yay›nlanan

34 | TAVIR | MAYIS 2006

fiöyle dolaflmak, y›llarca, yüzy›llarca Hür, yayan yap›ldak vatan›mda...” Turnalar›n pefli s›ra ülkenin dört bir yan›n› gezip, tüm güzellikleri fliirinin içine içli bir dille serpifltirir Uyar. Ele al›nan insan, “Palandöken’de çoban Ahmet”i, geceleri düfllerde gündüzleri hayalde genç delikanl›lar›n yüre¤ini sevda atefli ile yakan “Bekir Efendi’nin k›z›” veya “Bir Mihrali marangoz” ile has be has Anadolu insan›d›r. fiair kah “ Kantar Köprü”nün bafl›nda, kah “Heybetli Arsiyan Da¤lar›”ndad›r. Turnalar nereye sürüklerse oradad›r flairin yüre¤i. fiiirlerde öyküsü anlat›lan insan, yoksuldur ama tertemizdir; sevdalar› ç›kar iliflkileri ile kirlenmemifltir. Bu insanlar›n sevdalar›ndaki safl›¤› ve sadeli¤i flöyle ifade eder Uyar: “fiark›lar söylemiflim pencereden, Uyan›p uyan›p yine dalm›fl›m. Biletim üçüncü mevki, Fakirlik hali. Lületafl›ndan gerdanl›¤a gücüm yetmemifl, Sana Sapanca’dan bir sepet elma alm›fl›m…” Gerdanl›klara, alt›n bileziklere gücü yetmeyen yoksul insanlar›n sevdalar›ndaki safl›k ve sadelik, içine yüreklerini koyduklar› bir sepet elmadad›r.

leri, iç lirizmin coflkunca patlamalar›ndan f›flk›ran bir dille ifadesini bulur. ‹flte bu iç lirizm patlamalar›na örnek teflkil edebilecek birkaç dize: “Ben neye sevdal›y›m böyle, bilmem Binlerle y›ld›z kay›yor kan›mda.

Yukar›daki fliirlerden de anlafl›laca¤› üzere, Uyar’›n ilk iki kitab›nda dikkati çeken en önemli özellik, dizelerindeki sadeliktir. Anadolu insan›n›n duygu ve düflünceleri oldukça yal›n bir dille ifllenmifltir, fliirde anlam denilen olgu ise mekansal arka plan›n›n içine anlafl›labilir bir biçimde sindirilmifltir. Anlamdaki bu aç›kl›k ve sadelik, dildeki sadelikle paraleldir.


biyografi

Burada bir baflka nokta üzerinde de durmak gerekmektedir. Turgut Uyar ilk iki kitab›nda Anadolu insan›n› Naz›m Hikmet, Ahmed Arif, Enver Gökçe vb. flairlerde oldu¤u gibi baflkald›r›c›, siyasal yanlar›yla ele alarak ifllememifl, tersine daha çok toplumsal-kültürel nitelikleri üzerinde durarak de¤erlendirmifltir.

olan, birbiriyle savaflan, yönsüz ve hissiz, aidiyet duygusu parçalanm›fl genifl kalabal›klar›n insan›d›r. Kentsel yaflam›n karmafl›klaflt›¤›, insan iliflkilerinin otokontrolünü yitirdi¤i bir dönemde, insan gerçekli¤ini art›k eski söyleyifl tarzlar› ile anlatamayaca¤› hissinden hareketle, fliirin ana unsurunu imgeye yasland›r›r Turgut Uyar.

Uyar’›n, insan› siyasal iliflkilerinden yal›tarak ele alma durumu, denilebilir ki bütün fliirlerine hakim olan bir olgudur. Bu tarz bir ele al›fl onu kaç›n›lmaz olarak bir noktadan sonra insan›n tali olan (gündelik yaflam kofluflturmalar›nda kimi zaman gözden kaçan ayr›nt›lar, insan iliflkilerinin y›prat›c› noktalar› gibi…) yanlar› üzerine yo¤unlaflt›rm›flt›r.

fiiirde mekan içinde belli bafll› yerlere oturmufl olan anlam, art›k sözcüklerin ça¤r›fl›msal yelpazesi içinde erimifltir. ‹mgenin yo¤un biçimde kullan›lmas›yla birlikte dil giderek a¤›rlafl›r; aç›kl›k yerini kapal›l›¤a b›rak›r, anlam teklikten çoklu¤a kayar, somut olandan soyuta ve kimi durumlarda da tersten bir yol izleyerek, soyuttan somuta olana geçifl fütursuzca gerçekleflir.

Turgut Uyar fiiirinde Biçim ve ‹çerik Olarak Niteliksel Farkl›laflma Dönemi: Arz-› Hal ve Türkiyem’de, ‹kinci Yeni flairlerinin en belirgin özelliklerinden olan imgeye yaslanma durumu henüz genelleflmemifl ve belli bir sisteme oturmam›flt›r Uyar’da. ‹lk iki kitab›nda asl›nda bu yönüyle bir tür aray›fl ve yönelifl durumu da kendini belli eder. Kendi özgünlü¤ünü ve fliir yaratma tekniklerini, do¤rudan fliir prati¤i içinde bulacakt›r; fakat bu durumun gerçekleflebilmesi için asl›nda öncelikli koflul, fliirin rotas›n› ve damarland›¤› ana izlekleri, Anadolu’nun kendine dönük küçük kasaba ve köy yaflam›ndan iradi olarak sapt›r›p, modern yaflam›n nabz›n›n att›¤› büyük kentlere ve o kentlerin insan iliflkilerine çevirmesidir. fiiirin mekan-tema unsurlar›ndaki bu tarz bir yön çevrimi, beraberinde yeni bir mekan-tema ve bu ikili unsura uygun düflen bir fliir yaz›fl prati¤ini getirecektir. Uyar, fliirinde niteliksel bir dönüflümü sa¤lamak için gereken ad›mlar› atmakta gecikmez; öncelikli olarak fliirinin mekansal arka plan›n› Anadolu zemininden kent zeminine kayd›r›r. Bu zemin kayd›r›fl ile birlikte art›k eski sözcükler - Cemal Süreya’n›n deyifli ile “ kelime bloklar›”- yerini seçilmifl, ça¤r›fl›m gücü kuvvetli sözcüklere b›rak›r. Ele al›nan insan da bu durumdan do¤al olarak nasibini al›r. ‹nsan art›k turnalara sevdal›, saf ve temiz de¤ildir, tersine her an yar›fl halinde

Tüm bu niteliksel dönüflümler, kendisini 1959’da yay›mlanan “Dünyan›n En Güzel Arabistan›” adl› üçüncü kitapta d›fla vurur. Bu kitapla Uyar, ‹kinci Yeni fliirinin en önemli flairleri aras›ndaki yerini al›r. Üçüncü kitaptan sonra yay›mlanan di¤er fliir kitaplar› ( Tütünler Islak, 1962; Her Pazartesi, 1968; Divan 1970; Topland›lar, 1974; Kayay› Delen ‹ncir 1981.) ile de bu yer perçinlenip pekiflir. Özgünlü¤ü yakalam›fl ve bu anlamda kendi fliir yata¤›na oturmufltur. Kendi özgünlü¤ü içinde neyi ifllemifltir Uyar? Modern yaflam›n bo¤ucu ortam›nda kendini yitirmifl insan›n açmazlar›n›, ac›lar›n›, s›k›nt›lar›n›, iç çat›flmalar›n›; bir baflka ifade ile kapitalist üretim ve insan iliflkilerinin tam ortas›nda, kendi gerçekli¤ine yabanc›laflm›fl insan›n, modern zamana indirgenmifl trajedisini kimi zaman ironi ile kar›fl›k, kimi zaman dehflete düflürecek denli kasvetle ele al›p ifller. ‹nsan›n yabanc›laflm›fl iliflkiler a¤› içindeki her türden prati¤ini, yukar›da da bahsetti¤imiz gibi, siyasal olandan yal›t›lm›fl bir tarzda ele al›fl›n›n do¤al bir sonucu olarak, Uyar, korkunç derecede umutsuz ve mutsuzdur. Türkiye fliirinin belki de en umutsuz flairlerinden biridir Uyar. Neden korkunç derece umutsuzdu flairimiz? Bu sorunun yan›t›n› genelde dünyan›n, özelde Türkiye’nin o dönemki toplumsal-siyasal

koflullar›nda aramak gerekmektedir. ‹kinci Paylafl›m Savafl›’yla yerle bir olmufl Avrupa Uygarl›¤›; milyonlarca insan›n savafllarda yaflam›n› yitirmesi; toplama kamplar›nda faflizmin iflkenceleriyle, gaz odalar›nda bo¤ularak öldürülen binlerce insan; Türkiye’de 12 Mart faflizminin genç devrimcileri hiç çekinmeden katletmesi; binlerce insan›n hapishanelere kapat›lmas› gibi birçok toplumsal olay, flairin umutsuzlu¤una zemin haz›rlam›flt›r, diyebiliriz. Ayr›ca tüm bunlar›n yan› s›ra toplumsal dünyan›n kapitalizmin müdahaleleriyle kirlenmesi, insan do¤as›n›n kar h›rs› ile bozunuma u¤rat›lmas›, iktidar iliflkilerinin insan dünyas›n›n hemen birçok alan›n› kuflatmas› gibi durumlar da Uyar’› umutsuzlu¤a sürükleyen di¤er önemli olgular aras›ndad›r. Bu kasvetli ve mutsuz ruh halinin egemen oldu¤u fliirlerinde, birey olarak insandan (‹nsan› yukar›da da bahsetti¤imiz gibi imge ve bilinç ö¤elerinden dam›tarak ele ald›¤› için, asl›nda bu insan “soyutlamaya tabi tutulmufl insan”d›r.) yola ç›kar ve giderek toplumsal olana geçifli sa¤lar. Toplumsal olan bireyin ac›lar›n›, s›k›nt›lar›n› ayr›nt›l› bir biçimde ifller. ‹nsan kuflatma alt›ndad›r Uyar’a göre, ilginç olansa bir flair olarak bu kuflatman›n bilincine varmas›na ra¤men; kuflatmay› yar›p özgürlü¤e varmak için insano¤luna herhangi bir fley öner(e)memektedir flairimiz. Tav›r olarak insanl›¤a bir ç›k›fl yolu önerememek fleklinde gerçekleflen bu durum bir süre sonra yüzleflilen hakikate boyun e¤ifli, bu da en nihayetinde hakikatten kaç›fl› beraberinde getirmifltir. Uyar’›n fliiri, bu yönüyle ele al›nd›¤›nda iktidarlar›n kuflatma giriflimlerine, bir karfl› koyufl, baflkald›r› arac› de¤il; tersine bu kuflatmalar›n etkisiyle hüznün, ac›n›n ve umutsuzlu¤un hükümranl›¤›n› sürdürdü¤ü bir tür “kaç›fl” fliiridir. Buradaki kaç›fl, kuflkusuz ki insan gerçekli¤inden de¤il; onun gerçekli¤e yönelik tav›r al›fllar›ndan kaç›flt›r. Yoksa insan›n gerçekli¤i ile öyle veya böyle yüzleflmektedir fakat bu yüzleflmeden ileri anlamda bir sonuç ç›-

MAYIS 2006 | TAVIR | 35


biyografi

kar(a)mamaktad›r. Y›lmaz Odabafl› konumuzla ilgili olarak, bir yaz›s›nda flair ve fliir için flunlar› söyler: “Ça¤, beraberinde birçok sosyal, kültürel dönüflümle birlikte, insanl›¤›n sanayi cehennemindeki yaln›zl›¤›n› da giderek büyütüyorsa ve flair için fliir, bir duyarl›l›k üleflimi olarak bu mutsuz olma durumuna da bir manifestoysa e¤er, bu manifesto yeniça¤da boyutlanmak zorundad›r.” (1)

Ve bu durumun korkulacak bir fley olmad›¤› yönündeki ifadeler… Buraya kadar olan k›s›m anlafl›labilirdir. Fakat bu durumun tan›¤› olan flair ve asl›nda ondan önce insan, yabanc›laflmay› k›rmaya yönelik hamlelerde bulunmak yerine; her ne kadar “korkmay›n” diye telkinde bulunsa da korkar, geri çekilir, umutsuzlu¤a kap›l›r ve kendine yönelir; kendi yaln›zl›¤›na, ac›s›na, hüznüne…

Odabafl›’n›n bu ifadelerinden yola ç›karak Uyar için flunu söyleyebiliriz: Uyar, sanayi cehennemi içinde k›vranan ve yaln›zl›¤› giderek boyutlanm›fl insan›, mutsuzluktan ve umutsuzluktan kurtarmak için bir “manifesto olma zorunlulu¤una” te¤et geçmifl bir flairdir.

Uyar’›n fliirlerindeki yaln›zl›¤›n, sertelen yaralar›n, kavuran ac›lar›n ve üst boyuttaki umutsuzlu¤un kayna¤› da tam burada yatmaktad›r; bir baflka ifade ile insan› tan›d›kça ona uzak düflmesindedir. Öyle ki insana olan bu mesafe kendisini, Geyikli Gece fliirinin en son dizesinde “Uzan›p kendi yanaklar›mdan öpüyorum.” diyerek d›fla vurur.

Sanayi toplumu içindeki insan›n derin yaln›zl›¤›n› ve yabanc›laflmas›n›, gerçekten de son derece çarp›c› bir biçimde ifllemifl; insan›n ayr›nt›lar›na inebilmeyi baflarm›fl; pazar iliflkileri içindeki insan›n metalaflm›fl hislerini estetik olarak baflar›l› bir tarzda ele alabilmifltir. ‹nsan›n kuflatma alt›ndaki dünyas›n›, dehfletin s›n›rlar›nda gezinmesine ra¤men, so¤ukkanl›l›kla karfl›layabilmifltir. “Geyikli Gece” fliiri bu aç›dan an›lmaya de¤er en önemli fliirlerindendir. fiiirde, endüstriyel toplumun insan gerçekli¤i ironi ile kar›fl›k bir biçimde flöyle ele al›n›r: “Halbuki korkulacak hiçbir fley yoktu ortal›kta Her fley naylondand› o kadar Ve ölünce befl on bin birden ölüyorduk günefle karfl›. Ama geyikli geceyi bulmadan önce Hepimiz çocuklar gibi korkuyorduk.” Toplumsal-bireysel dünyan›n iktidarlarca kuflat›l›p darmada¤›n edildi¤i, yabanc›laflm›fl insan öznesinin yabanc›laflmas›nda uçlaflt›¤›, do¤as›n›n medya ve iktidar›n tekelinde olan bilgi ile çarp›t›ld›¤›, toplumsal reflekslerinin köreltilip etkisizleflti¤i ve tüm bu durumlara tabi k›l›nmas› yetmiyormufl gibi piyasa iliflkileri içinde sömürülüp yutuldu¤u bir cehennemde insana ait olan her fleyin naylonlaflmas›… Her fleyi naylondan olan insan›n befl on bin birden ölümü, hem de her gün her saniye…

36 | TAVIR | MAYIS 2006

Bu durumu salt Geyikli Gece fliiri ile s›n›rlamak da yanl›flt›r; çünkü Uyar’›n tüm fliirlerinde bu kendi yanaklar›n› öpme halinden veya kaç›fl›ndan bir parça da olsa bulunmaktad›r. Bu ruh halinin yayg›n olarak ifllendi¤i fliirleri ise genelde uzun ve soluksuz fliirleridir. Sözgelimi “Her Pazartesi” adl› kitab›nda yer alan “Ölü Y›kay›c›lar” fliiri veya “Tütünler Islakt›” kitab›nda yer alan “Terziler Geldiler” gibi fliirleri bunlara örnek olarak gösterebilece¤imiz fliirlerindedir Uyar’›n. Peki Uyar’›n fliirlerinde hakim olan bu kasvetli havan›n nedeni neydi? Onu insandan koparan ve ac›ya gömen ne gibi sebepler olabilirdi? Bu sorular›n yan›t›n› asl›nda yine Uyar’›n fliirlerinden yola ç›karak yan›tlayabiliriz. Fakat bu kez fliirlerinden hareket etmektense O’nun fliir hakk›ndaki görüfllerinden yola ç›karak yapal›m bunu; çünkü fliir hakk›ndaki görüfllerinde genel anlamda insana ait görüflleri de yer almakta. fiöyle bir çözümlemede bulunur fliir için: “fiiir ç›kmazdad›r. Bütün fliir yazanlara, edebiyat yazanlara hat›rlatmak gerekir: fiiir ç›kmazdad›r. Çünkü insan ç›kmazdad›r. Toplum de¤ifliyor, insan de¤ifliyor, insan›n yeri de¤ifliyor, insan›n iliflkileri ve sorunlar› de¤ifliyor.” (2) Bu ifadeler dile getirildi¤i dönemde birçok elefltiriye maruz kalm›flt›r. fiiirin ç›kmazda oluflunu insan›n ç›kmazda oluflu ile iliflkilendirerek ele almakla, asl›nda

endüstriyel toplumun insan›n› ç›kmazda görmek ayn› anlama gelmekteydi. Bu ise yukar›da de¤indi¤imiz üzere Uyar’›n, fliiri, insan›n kuflatmalar› yar›p kurtulufla yönelik bir manifesto olma zorunlulu¤u ile anlaml› k›larak ele almamas›ndan kaynaklanmaktad›r. fiiiri ve asl›nda ondan önce insan› ç›kmazda görmek gerçekten de son derece radikal bir tutumdur; çünkü kapitalizmin alternatifi konumunda olan sosyalizmin gerçe¤i öyle veya böyle göz ard› edilmektedir. Kullan›lan ç›kmaz sözcü¤ünün anlam›n› “ç›k›fl› olmayan yol, kör nokta” olarak ele ald›¤›m›zda insan›n tarihsel anlamdaki diyalektik gelifliminin reddi olan bir aflamaya geliriz ki bu da büsbütün metafizik idealizmdir. Ama Uyar, yaz›s›n›n sonuna do¤ru flu ifadeleri kullanarak insan› kör noktadan çekip almaya çal›fl›r “… Bu ç›kmaz; bilince, bilgiye uygunlu¤a, ça¤dafl fliire ve insana yeni bir imkand›r.” Ç›kmazda olman›n bilincine varmakla çözüm olanaklar›n›n belirece¤ini ifade eder. Dikkat edilirse insan ve fliirin durumunu nitelemede “ç›kmaz” sözcü¤ü kullan›l›r. Bu sözcü¤ün anlam vurgusu ise insano¤lunun kuflatmalara karfl› tav›r alabilece¤i hemen bütün direnme alanlar›n iflas etti¤ine yöneliktir. Asl›nda burada “ç›kmaz” sözcü¤ü yerine “t›kanma” sözcü¤ünün seçilmesi çok daha anlaml› olacakt›; çünkü t›kanma, kör bir noktada gerçekleflse de beraberinde çözüm yollar›n› ve aray›fllar›n› devre d›fl› b›rakmayan, bunlara olanak sa¤layan bir anlam› kapsamaktad›r. Kald› ki toplumsal-siyasal dünyadaki çalkalanmalar ile edebiyat alan›nda olsun, siyaset alan›nda olsun t›kanmalar yaflanabilir. Fakat bu her fleyin bitti¤i anlam›na gelmez tersine yeniden yap›lanma, eski tutumlar› gözden geçirme, farkl› tarzlarda hareket etme gibi durumlar› do¤urur ki bu çözümün her koflulda mümkün oldu¤una göndermede bulunur. Nitekim tarih bu anlamda bunun örnekleri ile doludur. Yüzy›llarca edebiyat›m›za egemen olan Divan Edebiyat›’n› buna örnek olarak gösterebiliriz. Divan edebiyat›, gelifliminin “belirli bir aflamas›ndan” sonra, toplumsal yap›daki de¤iflimlerle birlikte art›k insan› ifade etmede yetersiz kalm›fl ve hatta karmafl›klaflan


biyografi

toplumsal-siyasal iliflkilerin çözümü noktas›nda hamlelerde bulunmak isteyen insanl›¤›n, bir noktadan sonra önünde engel olmufltur. “T›kanma”n›n anlam› da tam bu noktadaki engel olufl durumunda kendini bulur.

alan dizeleri de¤erlendirebiliriz. Bilindi¤i üzere tarihin geçmifl dönemlerinde, ilkel insan toplumlar›n›n yaflamlar›n› sürdürdü¤ü ilk mekanlar ve bunlar›n düzenlenmesi basit üretimler ve üretim iliflkileri ekseninde cereyan ediyordu.

Nihayet on sekizinci yüzy›l›n sonu ile on dokuzuncu yüzy›l›n bafllar›nda Divan Edebiyat› büsbütün tarih sahnesinden çekilir. Bu tarihten silinme durumu ile edebiyat alan›ndaki geliflim sona m› ermifltir? Kuflkusuz bu sorunun yan›t› “hay›r”d›r; edebiyat, geliflimine devam etmifltir fakat baflka tarzlar ve yöntemlerle.

Toplumsal altyap›n›n bu ilkel do¤as›na ba¤l› olarak yükselen üstyap› örgütlenmesi de kendi gerçekli¤ini üretim ve ondan elde edilen gelirin bölüflümü ve tüketimi üzerine flekillendirdi. Köle eme¤i üzerine kurulan ilkça¤ uygarl›klar›n›n yönetim ayg›tlar›, art›ürünün kontrolünü sa¤lamak için bir dizi uygulama sistemleri gelifltirdiler.

As›m Bezirci, Uyar’›n fliir ve insan hakk›ndaki bu yorumu için “… Uyar’a göre fliirimiz, hatta edebiyat›m›z tümüyle ç›kmazdad›r. Do¤rusu, afl›r› bir yarg›!”(3) diyerek elefltirmifltir, ki bu elefltiriye kat›lmamak neredeyse imkans›zd›r; çünkü gerçekten de Uyar’›n yarg›s› afl›r›ya kaçan bir yarg›yd›! fiimdi bu tart›flmalar› bir tarafa b›rakarak yeniden Uyar’›n fliirlerine dönelim.

Tarihin bilinen en eski devleti olan Sümer devletinde bu uygulamalar›, ad›na Ziggurat denilen genifl tap›naklarda (Bu tap›naklar tap›nma ifllevlerinin yan› s›ra ayn› zamanda toplumsal üretimin organizasyonun sa¤lan›p siyasal yönetimin flekillendi¤i alanlard›r da) yaflayan, göksel iktidarla yersel iktidar aras›ndaki iletiflim halkas›n› sa¤lad›¤›n› düflünen, baflrahip, baflkomutan ve baflyarg›ç konumunda bulunan seçkin kifliler sa¤l›yordu. Bu kifliler ilk mekansal yap›lanmalar›n da mimarlar›d›r. Yarat›lan bu mekanlarda gerçeklefltirilen ibadet biçimleri, tanr›lara sunulan kurbanlarla anlam›n› kazan›yordu.

Ac›n›n Kanl› Denizinde Ç›rp›nan Bir Yaral› fiair… Neye baksa, neye dokunsa hep ac› ile karfl›lafl›r Uyar. Ac› olgusu, fliirinin ana omurgas›d›r ve di¤er bütün unsurlar hep bu ana ö¤e ile anlaml›d›r. Ac›lar›, yaralar›, yaralar›n durmak bilmez kanamalar›n› öylesine yo¤un bir biçimde ifllemifltir ki okuyucu bir noktadan sonra bu ac›lardan “paramparça olur” bir hale gelir. fiair, ac›n›n fliirdeki ifadesini ise, kendine özgü olan bir tarzda, yar› mitsel-yar› dinsel diyebilece¤imiz bir tarzda, son derece yo¤un ve ça¤r›fl›m etkisi yüksek olan sözcüklerle ifller. Kullan›lan bu tarz sözcüklerle fliirde yakalanmaya çal›fl›lan anlam tekdüzelikten s›yr›l›r, ço¤ullafl›r ve öyle ki okur, her defas›nda baflka baflka anlamlar› yakalad›¤› çok katmanl› bir anlam silsilesi içinde bulur kendini. Bu durum da, imgeye yaslanman›n do¤al ve bir o kadar da kaç›n›lmaz sonucudur asl›nda. Uyar’›n fliirindeki bu özellikleri somutta ele almak için yaz›m›z›n girifl bölümünde yer

Bu sunum o dönemlerde kimi uygarl›klarda tap›nak önlerinde, kimi uygarl›klarda tap›nak içlerinde dinsel bir törenle gerçeklefliyordu. Tanr›lara sunulan kurbansa, insandan baflkas› de¤ildi. ‹flte insanlar›n, keskin b›çaklarla bo¤azlan›p kanlar›n›n ak›t›ld›¤›, kurban törenlerinin gerçekleflti¤i bu kutsanm›fl mekanlara “sunak” deniliyor. Uyar, dinsel bir durum olan kurban olma eylemini, tarihten çekip al›r ve bugüne getirir. Fakat orada da durmaz ve dünyay› genel anlam›yla bir “sunak” olarak nitelendirir ve kendisini de kalemini dahi sundu¤u ve art›k yaralar›ndan kan› akmayan bir kurban olarak, o sunak içine yerlefltirir. Bu tarz dinsel-mitsel söylemlerden yararlanarak kurulmufl birçok fliiri bulunmaktad›r Uyar’›n. Yukar›da da de¤indi¤imiz gibi bu durumuna kaynakl›k eden ana unsur, ac›d›r.

“Ac›n›n Co¤rafyas›” adl› fliirinde bu durumu tüm netli¤i ile gözler önüne serer: “Kutsal ac› besleyen ac› sütünü emiyoruz Yat›yoruz seninle terli döfleklerde Saati seninle kuruyoruz bir çalar saati Sen donat›yordun kalbimizi Kalbimiz ço¤u zaman yeterli ve ürkek Kendi ço¤unlu¤unu kendi üreterek…” Ac›n›n sütünü emerek beslenen, onunla yat›p onunla kalkan ve kalbinin tüm ço¤alma hallerini ondan etkilenerek yaratan bir flair için, “dünyan›n bir sunak” olarak ele al›nmas›nda yad›rganacak bir durum bulunmamaktad›r. ‹nsan› siyasi yanlar›ndan yal›t›lm›fl olarak ele almas›na, ç›kmazda olarak görmesine karfl›n son derece ustal›kl› fliirlerin alt›na imzas›n› atm›fl ve biz yaflayanlara yazd›klar› üzerine düflünerek, “insan›” tan›mada ama öyle ama böyle ›fl›k tutabilecek bir flairdir Uyar. Bunu yaparken kendisinin bir kurtulufl olmad›¤›n› belirtir; o sadece insan›n yaralar›n› t›rmalar, onlara dizeleri ile tuz basar ve hep daha fazla ac› ile insan›n kendini bulaca¤›na inan›r: “Ço¤almak için. Hep. Kanatt›¤›m bir yara gibi./ Yatar›m./ Hep kendili¤inden kanayan. Ve herkesin./ Kendini bir evrensel kurtulufl san›fl› gibi./ Ve kendi ölümünü. Bir uzun. Uzunca. Bir ›rma¤›n karfl›s› gibi…” Yaralar›n› ço¤almak için kanatan ve kendini bir evrensel kurtulufl olarak görmeyen bir flairin, insana ve yaflama dair söylediklerinde ac›y› ve hüznü de anlatsa al›nacak onca anlam ve tat oldu¤unu belirtmeliyiz. Hatta insan›n kimi zaman bunlara da ihtiyaç duydu¤unu, modern toplumun cehenneminde yerini bir türlü bulamam›fl insan›n, yapay fleylere hüzünlenip, yapay fleylere karfl› ac› çekti¤ini göz önünde bulundurursak; flairin söylediklerinin daha bir anlaml› olaca¤› aç›kt›r. Kaynakça: 1) Y›lmaz Odabafl›, Yaz›n, Frankfurt-Almanya, s.78, Kas›m 1997 2) Turgut Uyar, Ç›kmaz›n Güzelli¤i, Dönem, Kas›m 1963 3) As›m Bezirci, ‹kinci Yeni Olay›, Evrensel Bas. Yay. S. 103

MAYIS 2006 | TAVIR | 37


araflt›rma

karagöz ve ortaoyununun do¤uflu, yap›s› -lll ahmet yapar

GELENEKSEL TÜRK T‹YATROSU’NDA KEND‹NE YER ED‹NEN KARAKTERLER: KARAGÖZ : Oyunun hiç flüphesiz baflrol oyuncusu Karagöz'dür. Okumam›fl bir halk adam›d›r. Hacivat'›n kulland›¤› yabanc› kelimeleri anlamaz ya da anlamaz görünüp, onlara yanl›fl anlamlar yükleyerek ortaya çeflitli nükteler ç›kar›rken bir taraftan da yabanc› dil kurallar› ile yabanc› kelimeler kullanan Hacivat ile alay eder. Her ifle burnunu sokar, her ifle kar›fl›r, sokakta olmad›¤› zaman da evinin penceresinden uzanarak, ya da içerden seslenerek ifle kar›fl›r. Dobra dobra, zaman zaman patavats›z yap›s›ndan dolay› ikide bir zor durumlarda kal›rsa da bir yolunu bulup iflin içinden s›yr›l›r. Ço¤u zaman iflsizdir, Hacivat'›n buldu¤u ifllere girip çal›fl›r. De¤iflik oyunlarda rol icab› de¤iflik k›yafetler içinde farkl› Karagöz tasvirleri vard›r. Kad›n Karagöz, Gelin Karagöz, Eflek Karagöz, Ç›plak Karagöz, Bekçi Karagöz, Çingene Karagöz, Tulumlu Karagöz, Davullu Karagöz, A¤a Karagöz vs… HAC‹VAT : Tam bir düzen adam›d›r. Nabza göre flerbet verir, eyyamc›d›r. Kiflisel ç›karlar›n› her zaman ön planda tutar. Az buçuk okumufllu¤undan dolay› yabanc› sözcüklerle konuflmay› sever. Perdeye gelen hemen herkesi tan›r, onlar›n ifllerine arac›l›k eder. Al›n teriyle çal›fl›p kazanmaktan çok Karagöz'ü çal›flt›rarak onun s›rt›ndan geçinmeye bakar. De¤iflik oyunlarda rol icab› de¤iflik k›yafetler içinde farkl› Hacivat tasvirleri vard›r. Keçi Hacivat, Ç›plak Hacivat, Kad›n Hacivat, Kahya Hacivat…

38 | TAVIR | MAYIS 2006

ÇELEB‹ : ‹stanbul a¤z› ile kusursuz bir Türkçe konuflur. Baz› oyunlarda zengin bir bey, baz› oyunlarda bir mirasyedi, baz› oyunlarda ise zevk düflkünü bir çapk›nd›r. Nazik ve ç›tk›r›ld›m bir tiptir. Elinde flemsiye, çiçek demeti ya da baston olan de¤iflik Çelebi tasvirleri vard›r. ZENNE : Karagöz oyunundaki bütün kad›nlara genel olarak Zenne denir. Salk›m ‹nci, fiall› Nat›r, Nuridil, Dimyat Pirinci, fiekernaz, Yedi da¤›n çiçe¤i Has›ras›çt›n›n k›z› Rabifl, Cemalifer, Hürmüz Han›m, Dürdane Han›m, fietaret (Arap halay›k), Dilber, Nâzikter… BEBERUH‹ : Alt› kar›fl Beberuhi lakab›yla an›l›r. Yafl› büyük, akl› küçük salak bir tiptir… TUZSUZ DEL‹ BEK‹R : Bir elinde içki fliflesi, bir elinde tabanca ya da kama vard›r. Olaylar›n karmafl›klaflt›¤› anda gelip, kaba kuvvetle olay› çözer. H‹MMET : Kastamonulu Himmet olarak da geçer. S›rt›nda baltas› vard›r. Kaba saba bir tiptir. T‹RYAK‹ : Afyon yutup pineklemekle ömür geçiren, olay›n en can al›c› yerinde uyuklayan bir tiptir. (Nokra Çelebi).Karagöz oyunlar›n›n en iri tasviridir. Yaklafl›k 50 cm boyundad›r. MAT‹Z : Matiz, Çingenece sarhofl demektir. Matiz, zeybek, efe, sarhofl, külhanbeyi tiplerinin hepsi yaklafl›k olarak ayn› tiplerdir.(Bekri Mustafa, Bekri Veli, Sakall› Deli, H›mh›m Ali, Hovarda Çak›r, K›rm›z› Suratl› Bak›r, Burun-

suz Mehmet, Çopur Hasan, Cingöz Mustafa…) LAZ : Ad›na çok zaman Hayrettin A¤a derler. Sustu¤u zaman heykel gibi duran, konufltu¤u zaman makine gibi konuflan, karfl›s›ndakini dinlemeyen bir tiptir. Ço¤u zaman kay›kç› veya esnaf bir tiptir. ACEM : Asl›nda Türk'tür. Mübala¤ac›, nispet verici bir kiflili¤e sahiptir. Karagöz'ün karfl›s›nda yüksekten atar. Karagöz ise bu sözleri kaba nüktelerle karfl›lar. Meslek olarak keten helvac›s›d›r. Hayyam'dan, Haf›z'dan, Firdevsi'den Farsça beyitler okur. ARNAVUT : Ad›na çok zaman Bayram A¤a derler. Bahç›vanl›k, korumac›l›k gibi meslekler yapar. Konuflmalar›nda daima son heceden bir evvelki heceye ve "R" harfine kuvvetli olarak basar. Bunlar›n d›fl›nda Osmanl› imparatorlu¤u döneminde yaflayan her tip Karagöz oyunlar›nda yerini alm›flt›r. Bu tiplerin bafll›calar› flunlard›r: BOLULU AfiÇI- RUM-KÜRT- ‹MAM-KAYSER‹L‹- ÇERKEZ-YAHUD‹- RUMEL‹L‹-ARAP- ZENC‹DOKTOR- KÜLHANCI-AYVAZ- K‹LC‹-FRENKHOKKABAZ-DENYO-ÇENG‹- KÖÇEK-SOYTARI MEDDAH : Geleneksel Türk Tiyatrosu’nun temel tafllar›ndan biridir meddah. Meddahl›k, tek kiflilik anlat› ve dinleti sanat›d›r. Taklitlerinden ötürü dramatik, fakat tavr› yönünden epik sayabiliriz meddah›. Meddah›n kökeni oldukça eskilere dayan›r. Türk Tiyatrosu’nda meddah›n kökeni “Y›ld›r›m Beyaz›t” devrin-


araflt›rma

de ortaya ç›km›flt›r. Meddah’›n kendisine seçti¤i konular genellikle gerçekçi olmufltur. Bu bak›mdan kendimizi zaman zaman bir tiyatro oyununun içinde gibi görebiliriz. Meddah seyirci ile gayet rahat duygudafll›k kurar. Meddahl›k, bir ‹slam anlat› türüdür. Her ne kadar di¤er toplumlarda tek kiflilik gösteriler varsa da, bunlar› meddahtan ayr› irdelemekte yarar var. ‹slam ülkelerinde dramatik tiyatro, dramatik anlat› türleri geliflmemifltir. Bizim de tüm geleneksel oyunlar›m›z epik biçimdedir. Bu bak›mdan meddaha epik anlat› türü de diyebiliriz. ‹yi bir meddah›n, devrinde yüzlerce taklidi inand›r›c› biçimde yapt›¤› ve yapmas› gerekti¤i bilinmektedir. Bu taklitler, anlat›lan hikâyenin içeri¤ine göre Acem’den Yahudi’ye, Anadolu’dan Çerkez’e, Sarhofl’tan Aptal’a dek sürüp gider. Meddah salt bu taklitleri yapmakla da kalmaz, kedi, köpek, sat›c›, gök gürültüsü, ya¤mur… gibi taklitleri de yapmakla yükümlüdür. Meddah, sayd›¤›m›z taklitleri bazen elindeki sopayla da yapar. Elindeki sopa oyunun hem bafllad›¤›n›, espirilerin noktas›n›n ve oyunun bitiflini bildirir. Bu sopay› ço¤u kez bir ney, bir süpürge, bir tüfek, özetle hikâyenin gerektirdi¤i materyaller olarak kullan›r. Meddah›n omzundaki mendilin ise çeflitli görevleri vard›r. Önce, meddah bununla terini siler, bir kocakar› olacaksa baflörtüsü yapar. Yani vurgulamalarda kullan›r. Meddah, hikâyelerinde dürüst olmay› ilke edinir. Anlatacaklar›n› etkili ve aç›klamal› yapmak zorundad›r. ‹yi bir meddah, hikâyede olsun, taklitte olsun kesinlikle fazlal›¤a, afl›r›l›¤a kaçmaz. Meddah, inand›rmak istedi¤i konuda yemin etmek metodunu kullan›r. Meddah, anlataca¤› hikâyenin türüne ve özelli¤ine göre girifl yapar. E¤er hikâyesinde bir ö¤reti bulundu¤unu vurgulamak istiyorsa örne¤in; “Edeyim meclise bir k›ssa beyan K›ssadan hisse al›r arif olan… diye bafllar… Anlatacaklar› salt güldürmek amac›n› güdüyor ise; “Hak dostum hak. Selam ile bafllayal›m hikâyemize…”

der. Çeflitli taklitler ve komikliklerle öyküsünü sürdürür. Meddah hikâyesini genellikle Karagöz ve ortaoyunu gibi geleneksel seyirlik oyunlar›m›zda rastlad›¤›m›z af dileme ile bitirir. “Her ne kadar sürç – i lisan ettikse affola ‹nflallah gelecek defa size Daha güzel bir hikâye anlat›r›m. Hadi eyvallah…” Ve bu sözleriyle anlat›m›n› bitirir. Meddahta, taklit yetene¤inin yan› s›ra güzel sese sahip olanlar ç›km›flt›r. Bunlar hikâyenin içinde yeri geldikçe flark› söylerler ve ellerindeki sopa ile bir enstrüman sesinin taklidini yaparlar. Haftan›n belli gecelerinde semt kahvelerinde temsiller verir, meddahlar. Kahvenin köfle bir yerinde en iyi görülebilecek flekilde bir yükselti yap›l›r. Bu genellikle ocakç›n›n yan› bafl›na denk getirilir. Önceleri bu yükselti iki üç kahve masas›n›n yan yana getirilifliyle uyduruk olarak yap›lm›fl, sonradan meddah›n be¤enilmesiyle kahveler, meddaha özel bir yer yapm›fllar, ço¤u kez oturaca¤› yere post bile serdikleri olmufltur. Etraf›na çepeçevre sandalyeler dizilir. Ön s›ralarda mahallenin hat›r› say›l›r kiflileri oturur. Meddah önce ocakç› taraf›ndan kendisine ikram edilen kahveyi bir yudumlar sonra ya elini flaklat›r ya da sopas›n› yere birkaç kez vurarak hikayesini anlatmaya bafllar. Meddahlar genellikle baflka meslek sahibi olup, meddahl›¤› ikinci bir ifl olarak yaparlar. Fakat salt meddahl›ktan para kazanmak için yapanlar da çoktur. Meddah, halka özdeflleflmifl, halka yak›n görünümünde ise de, gerçekte saray ve yönetimine yak›n olmufltur. Hatta çok kez, saray›n halka duyurmak istedi¤i bir haberi meddahlar arac›l›¤›yla kahvelerde anlatt›rd›¤› ve karfl›lar›nda sultan taraf›ndan saraya kabul edilip yüzüklere, akçelere taltif edildi¤i görülmüfltür. ORTAOYUNUNDA OYUN DÜZEN‹: Ortaoyunu yuvarlak, çepeçevre seyircilerle kuflat›lm›fl bir alanda oynan›r. Bu çeflit oyun yerlerine baflka ülkelerde çeflitli ça¤larda rastlan›r. Özellikle Roma amphitheaterlari,

Ortaça¤’daki oyun yerleri, ‹slâm’da taziye törenlerinin yap›ld›¤› alanlar, günümüzde de gittikçe yayg›nlaflan böyle yuvarlak sahneler örnek verilebilir. Ortaoyununun oyun yeri aç›kl›kta oldu¤u için buna “merg – i temâfla” (temâfla çad›r›) da denilir. Bu ço¤u kez yumurtams› bir aland›r. Seyircilerin oyunu rahatça görebilmesi için ço¤unlukla önde oturan seyirciler yere çömelirler, onlar›n arkas›ndakiler iskemlelere oturur, en arkadakiler de ayakta dururlar. Aç›k yerlerde, gazinolarda, büyük k›r kahvelerinde oyun yerleri kuruldu¤u gibi, hanlarda, kapal› yerlerde de oynan›rd›. Ortaoyununda dekor gibi donat›ma pek az yer verilmifltir. Her ortaoyunu kiflisinin, kural›na uygun belli bir giyimi – kuflam› oldu¤u için, en çok buna önem verilir. Ortaoyununun sahne düzeni, bir yandan metinsiz, do¤maca oynay›fl›n, öte yanda sahne kurallar›n›n gereklerine uygundur. Bu iki özelli¤i bak›m›ndan, oyunlar “Aç›k Biçim” denilen ve seyircilerin tepkisine, oyun yeriyle seyirci aras›nda al›fl – veriflin yönelifline göre biçimlenebilen bir türüdür. Oyun yeri yuvarlak oldu¤u için, oyuncular s›k s›k yer ve yön de¤ifltirerek bütün seyircilerin kendilerini görmelerini sa¤larlar. K‹fi‹LER VE K‹fi‹LEfiT‹RME: Kukla, Karagöz ve Ortaoyunu kiflilerinin en büyük özelli¤i tip olmalar›d›r. Bunlar dura¤an ve de¤iflmez genellemelerdir; kendi istemlerini kullanma güçleri yoktur. Bu yüzden sürekli olarak kendi kendilerini yinelerler. Onlardan belli durumlar karfl›s›nda belli davran›fllar bekleriz. ‹liflkilerinde de bir de¤iflmezlik vard›r. Kiflilikleri silinmifltir, belli bir zamana oturtulmam›flt›r ve belirli bir geçmiflleri ve gelecekleri yoktur. Olaylar onlara bir fleyler katmaz, onlar üzerinde yaflant›lar bir iz b›rakmad›¤› gibi, davran›fllar› da de¤iflmez. Belirme, büyüme, yafllanma gibi davran›fllar› da de¤iflmez. Belirme, büyüme, yafllanma zaman›n birikici etkisi onlar› etkilemez. Belirli kusurlar, özellikler tek bir kiflide büyütülmüfltür. D›fl ve fizik görünüflleri önemlidir, kiflinin özünü tamamlar. Dramda bir kez olup yinelenmeyenin tersine, tipler genellefltirilmifl ve soyutlaflt›r›lm›flt›r. Bu da ya yal›nçlaflt›rma ve fliddetlendirme ile ya da karfl›laflt›rma ve genellefltirme ile olur. Canl› olduklar› yan›lsamas›n› (illusion) yaratmazlar.

MAYIS 2006| TAVIR | 39


araflt›rma

Böyle tipler yoluyla kiflilefltirmeye “mimus” ta, “commedia dell’arte” de, melodramda, tulûat tiyatrosunda, günümüzde de beyaz perdede “Western” denilen cowboy filmlerinde rastl›yoruz. Karagöz ve ortaoyununda kiflilefltirme bafll›ca karfl›tl›k ve yinelemelerle olur. Her kifli belli davran›fllar› sürekli yineledi¤i gibi, birbirleriyle de sürekli karfl›tl›klar yarat›rlar. Bütün tiyatro kiflilerinde oldu¤u gibi burada da bir kiflinin tan›mlanmas› ve belirtilmesi dört yoldan olur; - Görünüflü, d›fl özellikleri, - Konuflmas›, sesi, söyleyifli, - Davran›fllar›, hareketleri, tav›rlar›, - Baflkalar›n›n bu kifli üzerinde söyledikleri, düflünceleri. - Görünüflü, D›fl Özellikleri : Kiflilerin d›fl görünüflleri, fizik özellikleri önemlidir. Bunun bafl›nda giyim, kuflam gelir. Oyunlarda belli kifliler hep belirli biçimlerde giyinirler. Bu k›l›k, giyim – kuflam, kiflinin geldi¤i yerin, toplumsal s›n›f›n, ç›kt›¤› yerin yöresel özelliklerini tafl›r. Ayr›ca o kiflinin al›flkanl›klar›n›, u¤rafl›n›, özelliklerini de belirtir. Örnek vermek gerekirse, Sarhofl’un elinde içki fliflesi, Tussuz’un elinde b›çak… gibi. - Konuflmas›, Sesi, Söyleyifli : Kiflilerin konuflmas› denilebilir ki, kiflileri tan›man›n en önemli yoludur. Gerek Karagöz, gerek ortaoyunu hareket ve dolant› oyunlar› olmaktan çok söz oyunlar› olduklar› için, konuflman›n yeri önemlidir. Nitekim ortaoyununun bir ad› da “meydan-› sühan” (söz oyunu) d›r. A¤›zlar yaln›z ses ve dilbilimine ayk›r›l›klardan de¤il, sesin t›n›, pesli¤i ya da titizli¤i, söyleniflindeki çabukluk ya da a¤›rl›kta da de¤ifliklikler gösterir. Karagöz taklidinde; genellikle kal›n sesle ve kaba saba konuflulur. Sesi yukar› almak ve peslefltirmekle elde edilebilir.

rin belli olaylar karfl›s›nda davran›fllar›, tepkileri, tav›rlar› da kiflilerin özelliklerini belirtir. Bu davran›fllar kiflilerin tip olmas›na göre önceden koflullanm›fl, basmakal›plaflm›flt›r. Yahudi’nin bir olayda hemen ürküp korkaca¤›n› ya da al›flveriflte k›yas›ya pazarl›k edece¤ini, Tiryaki’nin konuflmas›n›n orta yerinde kendinden geçip horlamaya bafllayaca¤›n› biliriz… Bu gibi örnekler basmakal›pl›¤›n bir belirtisidir. - Baflkalar›n›n Bu Kifli Üzerinde Söyledikleri, Düflünceleri : Kiflileri bir de baflkalar›n›n onlar için düflüncelerinden tan›r›z. Piflekâr, Kavuklu üzerine; Hacivat, Karagöz üzerine konuflur. ‹nsanlar› iyi tan›yan Piflekâr ya da Hacivat bize çeflitli kifliler üzerine bilgi verirler. Baflkalar›n›n verdi¤i bu bilgi kimi kez bilerek ya da bilmeyerek yanl›fl olur ama gene yanl›fl bilginin ›fl›¤›nda do¤ru bilgiyi baflka yollardan ediniriz.

mü, Karagöz’ün Hacivat’›n ›srarl› tekerlemesinden s›k›larak afla¤›ya inmesiyle bafllar. Hacivat; “Yar bana bir e¤lence…” diye ›srarla Karagöz’ü afla¤›ya ça¤›rmaktad›r. Karagöz bildik tafllamalar›yla Hacivat’›n yan›na gelir. Ve baflat ö¤e olan komedi oyunun bafl›nda kendisini gösterir. Karagöz afla¤›ya inerken aya¤› çamafl›r ipine tak›l›r ve sallanarak yard›m ister. Yanl›fl anlamalardan do¤an bir baflka komedi bu bölümde kendini belirginlefltirir ve itiflip – kak›flmalardan sonra konuya girilir. “Yaln›z inceledi¤imiz oyunun konusu da¤›n›k oldu¤u içi oyun kopuk temalardan ve farkl› olay dizilerinden oluflmaktad›r.” FASIL: Burada Hacivat ve Karagöz'den baflka oyunun çeflitli kiflileri bir konu ve olaylar dizisinde gözükür, oyuna kat›l›rlar. Belirli bir konudan çok oyunun sadece fas›l bölümü de¤il, geneli kopuk sahnelerden oluflmaktad›r.

B‹R OYUN ‹NCELEMES‹ :“A⁄ALIK” OYUNDAK‹ K‹fi‹LER: HAC‹VAT, KARAGÖZ, KARAGÖZ’ÜN KARISI HÜRMÜZ HANIM, DÜRDANE HANIM, ACEM ÇELEB‹, TÜRK, ZENNE, AK ARAP, BEBERUH‹ CURCUNABAZLAR, KÖÇEKLER DEKOR: Sandalye G‹R‹fi: Hacivat semaîyi söyleyerek perdeye gelir. Burada Hacivat, müzi¤in ritmine hareketlerini uydurarak bafl›n› hafifçe sallar. Semai bitince Hacivat" Of... Hay Hak!" diyerek perde gazeline bafllar. Girifl bölümünün önemli bir ö¤esi Hacivat'›n söyledi¤i perde gazelidir. Perde gazellerinde Karagöz oyununun bir ö¤renek yeri oldu¤u, felsefi ve tasavvufi anlam›, kurucusunun fieyh Küflteri oldu¤u belirtilmektedir.

Hacivat taklidi; sesi g›rtla¤a alarak ve hafif burnundan konuflarak yap›l›r. Karagöz’le tam ayr›labilmesi için tiz ses kullan›l›r. Bu örnekler ço¤alt›labilinir…

MUHAVARE: Genel olarak muhavere, Karagöz oyununun iki baflkiflisi olan Karagöz ile Hacivat aras›nda geçer. Bu bölümün önemi Karagöz ve Hacivat gibi iki baflkiflinin kifliliklerini, özelliklerini, gerek ses, gerek yarad›l›fl› ve yetiflme bak›m›ndan birbirine karfl›t düflen özlüklerini tan›tmakt›r.

- Davran›fllar›, Hareketleri, Tav›rlar› : Kiflile-

‹nceledi¤imiz oyundaki “muhavere” bölü-

Oyunun fas›l bölümü Acem’in semaî söyleyerek gelmesiyle bafllamaktad›r. ‹ran’dan getirdi¤i mallar›n›, mülklerini ‹stanbul’da sat›p onlar›n yerine K›z Kulesi’ndeki fenere benzeyen bir fleyle de¤iflti¤ini anlat›r. Hacivat h›nz›rl›¤›n› gösteriri ve Acem’i kafakola al›r. Fas›l bölümünün bafl›nda Karagöz ile Acem k›sa süreli bir at›flma içerisine girerler ve Acem bu iflten hiç hofllanmaz. Hacivat Acem’in zengin oldu¤unu anlay›nca Karagöz’ün Acem’i nas›l güldürdü¤ünü ve Karagöz’ün as›l iflinin insanlar› güldürmek oldu¤unu söyler. Karagöz’ü kand›ran Hacivat Acem ile anlafl›r ve Karagöz’e para verir. Karagöz’ün as›l ifli güldürmektir ve Hacivat bu iflten kendine komisyon ç›kartmay› unutmaz. B‹T‹fi: Bitifl bölümü genelde çok k›sad›r. Karagöz oyunun bitti¤ini haber verir, kusurlar için özür diler, gelecek oyunu duyurur. ‹ncelemeye ald›¤›m›z oyunda bitifl bölümü genele uygun olarak son bulur.J (B‹TT‹)

40 | TAVIR | MAYIS 2006


hapishaneden

yüzüme değil özüme bakın adil temiz

İdil'in kokusundanım ben. Rüzgar olur, o kokuyu diyardan diyara, yürekten yüreğe taşırım. Kir-pas içindeki kartpostallar bile o kokuyu yok edemedi, edemiyor. Tanımadınız mı beni? Yüreğimden sızan kanlardan da mı tanımadı­ nız? Kanımın renginden de mi yoksa? Düşler taşırım ben. Umutlar, sevgiler taşırım. Yürekten yüreğe, dost­ tan dosta, yoldaştan yoldaşa köprü olurum ben. Aralık başında sizin elinizde doğdum. Sizin elinizden uçtum ben; uç­ tum da kondum Edirne semalarından "dubleks villa"lara . Yeşil, haki, lacivert renkli elbiseleriyle görevlileri atladım. Duvarla­ rından su sızan, kapılarından, pencerelerinden buzlar sarkan, küf pas içindeki soğuk tabutlara girdim. Çatılar atladım, jiletli tellere ta­ kıldım. Derim yüzüldü, etim lime lime oldu. Kanım pahasına ulaştım dost ellere. Bugün, ulaştım dost ellerin birine daha. Kanımı sildi, yaralarımı öp­ tü, kokladı. Taa yüreğime uzandı. Ne yara ne acı kaldı, sevgi ilacının tesiri ile. Buralarda çok seviliyorum. Her türlü acıya, bu sevgi için katlanılır, ölünür bile! İdil gibi... Bu sevgiyi anlatacak birini aradım. Kaynağıma, size, yolda yok olma tehlikesini göze alarak geldim. Somon balığını bilir misiniz? Suyun kaynağına ulaşmak için nehirlerin tersine giden tek balıktır. Tekrar üremek için, denizlerden okyanuslardan gelir. Bu zorlu yolculukta çoğu ölür. Suyun kaynağına ulaşanlar ise orada ölür. Yeniden taze, buz gibi suda doğacağını bilerek. Ben geldim tekrar doğmak için. Ay­ naya bakamadım.

Merhaba... Tanımadınız mı? Siz bensiniz, ben sizim, bir parçanızım. Bir nisan sa­ bahı, ciğerlerimi parçalamak isteyenlere karşı birlikte kenetlenmiş­ tik.

Yüzüm çok mu değişmiş? Yüzüme değil, özüme bakın. Sizden-bizden olan her şey orada duruyor. Daha da güzelleştim. Şimdi tanıdı­ nız değil mi? Ben geldim, ben! 2006' ya merhaba diyen direniş mevzilerinden geliyorum. Sizden onlara gittim. Onlardan size geliyorum. Onların yeni yıl mesajlarını getirdim. Ben, TAVIR!

Sizin elinizde doğup, sizin elinizde büyüdüm. Tanımadınız mı?

MART 2006 I TAVIR | 41


sinema

İŞKENCE-TECRİT-KATLİAM: ABD

GUANTANAMO YOLU sevgi duman

Amerika kendi tanımıyla yeni Haçlı Sefer­ lerini başlatacak, M ü s l ü m a n halklara sa­ vaş açacak, Afganistan'da taş taş üstünde bırakmayacak, ortalığı kan gölüne çevire­ cektir. Öyküyü t a m da buradan başlatmış y ö n e t m e n . Yani 10 Eylül 2001'den... Bütün bunlardan habersiz d ö r t genç belki biraz macera, belki de içlerinde taşıdıkları iyi niyetli duygularla Afganistan'dan Guantanamo'ya uzanan yolda yaşadıklarını kendi dillerinden anlatacaklar ve bizi za­ man zaman Afganistan'a, Pakistan'a ve Guantanamo'ya götürecekler. Asıf, İngiltere'de oturan İngiliz vatandaşı bir g e n ç t i r . Ruhel, Şefik ve M ü n i r de Asıf'ın i n g i l t e r e ' d e o t u r a n Pakistan'lı M ü s l ü m a n arkadaşlarıdır. Dördü de apoli­ tik bir kimliğe sahip olan bu gençlerin ka­ derleri ortak bir noktada buluşuyor: Gu­ a n t a n a m o Üssü...

Michael VVinterbottom'un y ö n e t m e n l i ğ i ­ ni yaptığı, 56. Berlin Film Festivali'nde "Gümüş Ayı" ö d ü l ü n ü alan ve festivale damgasını vuran Guantanamo Yolu, 28 Nisan' da vizyona g i r d i . Adını, ABD'nin A f g a n i s t a n ' ı işgalinden sonra El Kaide ve Taliban t u t u k l u l a r ı n a yapılan işkencelerle duyuran Guantana­ mo Hapishanesi'ne t a m a m e n tesadüfen düşen ve işkencelere maruz kalan d ö r t gencin gerçek öyküsünü, arşiv görüntüler ve canlandırmalarla harmanlayarak sun­ muş bize Winterbottom ve başarılı bir f i l ­ me daha imza atmış.

42

MAYIS Z006

ABD'nin katliamcı, yalancı, iftiracı, işken­ ceci y ü z ü n ü bilmemize rağmen bir kez de beyazperdede görmek t o k a t gibi çarpıyor insanın yüzüne. Sinemadan çıktığınızda zihninizi ve ruhunuzu yorgun hissediyor­ sunuz... Film, başta bahsettiğimiz dört gençten bi­ ri olan Asıf'ın, annesinin seçtiği kızla ev­ lenmek üzere Pakistan'a yolculuğa çıkma­ sıyla başlıyor. Asıf'ın yola çıktığı tarih 10 Eylül 2001'dir. Yani 11 Eylül saldırıların­ dan bir gün önce... Sonrasında herkesin hatırlayacağı gibi

Asıf evlenmek üzere g i t t i ğ i Pakistan'a, ar­ kadaşları Ruhel, Şefik ve M ü n i r ' i de, d ü ğ ü ­ nüne davet eder. Daha sonra bir camiye giden d ö r t arka­ daş, camide i m a m ı n verdiği vaazdan etki­ lenerek oradaki halka yardım etmek için düğünden önceki bir kaç günlerini geçir­ mek üzere Afganistan'a gitmeye karar ve­ rirler. Bu sırada Amerika'ya yönelik 11 Ey­ lül saldırıları olmuş ve Amerika, Afganis­ tan'a saldırmaya başlamıştır. Yerel halkın dillerini konuşamayan genç­ ler Pakistan'a dönmeye çalışırken arka­ daşları M ü n i r ' i kaybederler. Neye uğradıklarını anlamadan kendilerini Kunduz' da


sinema

birTaleban Kampı'nda bulurlar. Kamptan çıkmaya çalışırken konvoyları Amerikan birlikleri tarafından bombalanır ve t u t u k ­ lanan üç genç, Küba'daki Guantanamo Üssü'ne nakledilir. Artık onlar için işkence d o l u yıllar başlayacaktır. Haklarında hiçbir ciddi iddia olmamasına rağmen iki buçuk yıl boyunca hapishane­ de işkence altında ve tecritte t u t u l u r l a r . Sayısız kez sorgulardan ve işkencelerden geçirilirler. İbadet etmelerine izin veril­ mez, sürekli aşağılanıp, t e c r i t altında t u ­ tulurlar. Duymak, görmek ve konuşmak yasaktır Guantanamo'da. Başına geçirilen çuval, kulaklara takılan kulaklık, gözlere bağla­ nan bağ ve ağızlara yapıştırılan bantla, in­ sani olan b ü t ü n duyulardan m a h r u m edi­ lirler. Diz ç ö k t ü r ü l ü p saatlerce bu şekilde bekle­ tilirler. Bu da yetmezmiş gibi bazı d u r u m ­ larda tek başına karanlık tecrit hücresin­ de t u t u l m a k , pek çoğunun delirmesine sebep olan uygulamalardır. ABD'lilerin istediği tek şey vardır: El Kaide üyesi o l d u k l a r ı n ı i t i r a f e t m e l e r i ! Oysa gençler ne El Kaide üyesidir ne de politik bir kimlikleri vardır... Ancak yaşadıkları, onları politikleştirecektir. Bunları f i l m i n canlandırma bölümlerinin dışında kendileriyle yapılan röportajlar­ dan rahatlıkla anlayabiliyorsunuz. İşken­ ce ve tecrit altında geçen yıllar, gençleri olgunlaştıracak, politik bilinç de kazandı­ racaktır. Filmin oyuncuları Rizvan Ahmed ve Ferhad Harun'un, f i l m i n galasının yapıldığı Berlin Film Festivali'nden dönüşlerinde Londra'daki Luton Havaalanı'nda terörle mücadele yasası uyarınca sorgulanmak üzere bir süre gözaltına alındığı ve t e h d i t ­ lere maruz kaldıkları kamuoyuna yansı­ mıştı geçtiğimiz günlerde. Filmin kahramanları ise b u g ü n kendileriy­ le yapılan röportajlarda başlarından geçe­ ni "kader" olarak niteleseler de ABD yöne­ t i m i n d e n ve ordusundan nefret ediyorlar.

Serbest bırakıldıkları halde hiçbir kurum onları resmen aklamadığı için iş bulamı­ yorlar. Kimse onlardan özür bile dileme­ miş. Filme gelince... Evet, insanı etkisi altında bırakıyor. Bir belgesel çalışma bu. Ancak canlandırma bölümleriyle, bir f i l m hava­ sında aynı zamanda. Yaşanan dram, üzün­ tü veriyor ve duygulandırıyor. Yaşananla­ ra öfke duyuyorsunuz. Başta da b e l i r t t i ğ i ­ miz gibi aslında gerçekleri bilmekle, o per­ deden izlemek arasında da fark var. Bir kez daha çarpıyor yüzünüze ABD'nin iğ­ renç yüzü. Aslında çarpan, siz o f i l m i izler­ ken hala Guantanamo'da, Ebu Garip'te in­ sanların o saatlerde bile işkence ve tecrit altında t u t u l u y o r olması. Tıpkı ülkemizde­ ki F Tipi hapishaneler g i b i . Tecrit kaldırılsın diye 122. t a b u t u da taşı­ dı insanlar. Şefik, Ruhel, M ü n i r ve Asıf'ın verdiği mesajı ne kadar alabildik? İnsan soruyor kendine. Verdikleri mesaj çok çarpıcı aslında: "Her an kendinizi Guantanamo'da bulabilirsi­ niz!" Bizim ise sonu Guantanamo'ya düş­ mek olan bir Pakistan yoluna çıkma i h t i ­ malimiz zayıf olsa da, her an F Tipi'ne gi­ rebiliriz.

ABD'de Guantanamo, ülkemizde F Tipleri, Irak'ta Ebu Garip... Yine ABD, yine ABD... Guantanamo Yolu, Küba'da b u l u n a n ABD Deniz Üssü'ne bağlı Guantanamo Hapishanesi'nde yaşananları çarpıcı bir biçimde sunarken, terörle mücadele demagojiieriyle en büyük terörizmi uygula­ yan ABD emperyalizminin işkenceci yüzü­ nü sergiliyor. Film başarılı bir politik f i l m . Konusu itiba­ riyle, taraf olmaması, beklenemez zaten. İnsanlık dışı işkenceler izleyenleri geriyor ve vicdanları sarsıyor. M u t l a k a g i d i l i p izlenmesi gereken bir film.

KÜNYE Yönetmen :Michael Winterbottom Mat VVhitecross Senaryo: Michael Winterbottom Görüntü Yönetmeni :Marcel Zyskind Müzik :Harry Escott Yapım: 2006 İngiliz Yapımı 95 dakika Türü :Belgesel - Dram Oyuncular:Riz Ahmed, Farhad Harun, Arfan Usman, Shahid lqbal, Jason Salkey

MAYIS 2006 | TAVIR | 43


sinema

V FOR VENDETTA "HALKLAR HÜKÜMETLERİNDEN KORKMAMALIDIR HÜKÜMETLER HALKLARINDAN KORKMALIDIR!" Senaryosunu M a t r i x ' i n y ö n e t m e n i Wachovvski Kardeşlerin yazdığı ve yine M a t rix'in birinci yardımcı y ö n e t m e n i James McTeigue'in y ö n e t t i ğ i "V For Vendetta", ilk başta M a t r i x benzeri bir f i l m gibi bek­ lenmişti. Oysa öyle değil. Politik bir filmle karşı karşıyayız. Medyada bolca kullanılan ve proletarya d i k t a t ö r l ü ğ ü n ü n bile bu kavramla tanımlandığı, " t o t a l i t e r " bir sis­ t e m e karşı " V ' n i n tek başına savaşını izli­ yoruz. "V For Vendetta", ağır bir havaya sahip çizgi romanların yaratıcısı Alan Moore'un aynı isimli çizgi romanından uyarlanmış. Moore'un, seksenlerde Thatcher dönemi­ ne eleştiri yapmak amacıyla yarattığı "V for Vendetta", t o p l u m u n daima kontrol altında t u t u l d u ğ u , sansürün ve "Big Brother"in varlığının her köşede hissedildiği faşist bir Londra'yı gözümüzün önüne ge­ tiriyor. Tarihin kesin olarak söylenmediği ama çok uzak bir gelecekteki İngiltere'de

geçiyor f i l m . Tabi bu t a r i h i n öncesine, V'nin ilham perisinin kim olduğuna kısaca değinmek yerinde olacak. Bu, V'nin kişili­ ğ i n i , amacını anlamamıza da yardımcı olacak aynı zamanda. Yıl 1605. Guy Fawkes diye b i r i , arkadaşla­ rıyla b i r l i k t e Katoliklere yönelik kralın baskılarını protesto etmek için parlamen­ to binasını havaya uçurmak istiyor ve par­ lamento yakınlarında bir yere otuz sekiz fıçı barut saklıyor. Ancak eylem planları bir şekilde ortaya çıkıyor ve Guy Fawkes 5 Kasım 1605'te tutuklanıyor. Kral I. James, bu olayın ibret teşkil etmesini istiyor ve böylece her yıl 5 Kasım, devasa şenlik ateşlerinin ve Guy Fawkes kuklalarının yakıldığı, havai fişeklerin patlatıldığı ve kimilerine göre krallığın, kimilerine göre de bir kahraman olan Guy Fawkes'ın onurlandırıldığı bir festivale dönüşüyor. Festival, bugün de devam ediyor İngiltere'de. İngiliz demok­ rasisinin t a r i h s e l d ö n e m e ç l e r i n d e n biri olarak kabul edildiği için. Karşımızda res­ men t a r i h i bir dezenformasyon var. İngiliz emperyalizmi, t a r i h i çarpıtmaya devam ediyor, halkı bugün dahi kandırıyor... Alan M o o r e ' u n işte bu a d a m d a n , Guy Fawkes'tan yola çıkarak, David Lloyd'la birlikte yarattıkları ve 1982 yılında yayın­ lanmaya başlayan "V For Vendetta" adlı çizgi roman, birtakım hassas çevrelerin en ufak fikir ayrılığını "anarşizm" diye nite­ lendirdiği; devlet başkanlarının, birileri­ nin d ü m e n suyuna göre hareket edip "Ya bizlerdensin ya onlardan" gibi gibi basit söylemlerle kitleleri susturup, depolitize e t t i k l e r i ; "vatan sevgisi" ve "ülke çıkarla­ r ı " gibi hamasi söylemlerle her t ü r d e n m u h a l e f e t i n yasaklandığı; gereksiz olay­ ların haber, içi boş kavramların kültür, medyatik soytarılıkların sanat diye y u t t u rulduğu bir dünyayı anlatan bir öykü. Ya­

44

TAVIR

MAYİS 2006

yımlandığı yıllarda okunduğunda karam­ sar bir duygu yayan, ancak bugün okunduğundaysa isabet oranı yüksek bir gele­ cek tablosu çizdiği kesin. Hele de Thatc­ her sonrası İngiliz halkını sol söylemlerle kandırıp iktidara gelen, Irak işgalinin ikin­ ci adamı olmakla, Irak halkının katilliğine soyunan Tony Blair düşünüldüğünde... Hemen buradan f i l m i n konusuna gelmek m ü m k ü n . Devlet tarafından kontrol edi­ len BTN (British Television Network) ka­ nalında asistan olarak çalışan Evey, Lon­ dra'nın faşist güvenlik görevlileri tarafın­ dan t a m saldırıya uğrayacakken maskeli esrarengiz bir adam tarafından kurtarılı­ yor. Kendini basitçe "V" olarak t a n ı t a n bu adam, silah olarak on yedinci yüzyıl tarzı İngiliz h a n ç e r l e r i n i k u l l a n a n , 5 Kasım 1605'de parlamentoyu havaya uçurmaya kalkışan Guy Fawkes'ın maskesini giyen bir "şövalye"dir. Hayattaki tek amacı ise, kendisi ile beraber binlerce insanı ö l ü m ­ cül bir virüs deneyinde kobay olarak kulla­ nan devletin başındaki faşistlerden i n t i ­ kam almak ve ülkenin k o n t r o l ü n ü tekrar halkın eline vermektir. V'nin planı bir yıl içinde, Kasım'ın beşinde parlamentoyu havaya uçurmaktır. Bütün hışmıyla peşine düşen bu baskıcı-faşist devletin karşısında V'nin güvenebileceği tek kişi ise Evey'dir. V'nin, Evey'i iktidara karşı savaşımında m ü t t e f i k olarak belirlemesinin altında, Evey'in korkunç geçmişi yatmaktadır. V, Evey'i, geçmişi, küçücük bir çocukken ya­ şadığı deneyimler nedeniyle kendisine ya­ kın hissetmektedir. V önce, devlete karşı kendisiyle aynı i n t i k a m duygularını taşı­ ması için, Evey'i bir sınavdan geçirir. Evey sınavdan "başarıyla" geçer ama ödediği bedeller onda -Özellikle V'ye karşı hisset­ t i ğ i duygularda- ağır tahribata yol açar.


sinema

emanet ederek yaptırır. Parasını da vergi­ siyle öder. Eğer iktidar yozlaşmışsa ve onu yargılayabilecek bir mahkeme kalma­ mışsa, şiddet meşrudur. Gerekirse parla­ mentoyu da havaya uçururum!" diyerek, şiddetin -bireysel tabi ki- meşruluğundan dem vururken, aynı zamanda demokrasi­ nin unutulmaya yüz tutmuş "Halkın ken­ di kendisini yönetmesi" ilkesini de hatır­ latıyor. (Hoş, bu da burjuva demokrasisi­ nin halkı kandırmak için uydurulmuş en büyük yalanlarından biridir ya, neyse) "Şiddet, iyilik için yapılırsa adalet getirir!" Bu da V'nin tesbiti... Anarşizmin adalet getireceğine dair methiyeler, şehir geril­ lalarını kıskandıracak(!) kadar güzel plan­ lanmış eylemler, gerçekten zeka ürünü felsefi diyaloglar, iyi yönetim, iyi oyuncu­ luk... İşte bu yanlarıyla V For Vendetta, birçok kesimi kendisine çekecektir... • Filmin senaryosuna imza atıp yönetmen koltuğunu McTeigue'ye devreden Wachovvski Kardeşler, her ne kadar filmin Amerika ve Bush yönetimine göndermede bulunmadığını iddia etseler de, filmi izler­ ken tanıdık sahneleri bugün yanı başımız­ da, kendi ülkemizde, komşularımızda -he­ le de Irak'ta- pek ala görebiliyoruz. Amerika'nın içinde bulunduğu korku kül­ türünü, devletin halkın korkularını sömürerek onları kontrol altına almasını ve kar uğruna insan hayatının hiçe sayılmasını ve buna benzer birçok şeyi bu filmle dü­ pedüz eleştiriyor. Eleştiriyor eleştirmesi­ ne ama yüksek bütçeli ve büyük kitle t ü ­ ketimine sunulan böyle sistem içi bir ürünle bu eleştirinin güme gittiğini çok kolay söyleyebiliriz.

larıyla V For Vendetta, Amerikan film en­ düstrisinin tipik bir örneğinden öteye ge­ çemiyor işte. Ancak yine de vurgulamakta yarar var: Baskıcı, faşist bir sisteme karşı şiddetin meşruiyeti! V For Vendetta'da bu veriliyor insanlara. Günümüz emperyalist ülkelerinin ve işbirlikçi-faşist diğer ülke iktidarlarının rahat­ sız olacağı mesaj bu. V filmde, "Yöneten ve yönetilenler yoktur. Halk kendi kendini yönetir ve bunu seçtiği kişilere devleti

KÜNYE Oyuncular: Hugo Weaving, Natalie Portman, Sinead Cusack, Stephen Fry, Rupert Graves, John Hurt, Tim PigottSmith, Stephen Rea Yönetmen: James McTeigue Senarist: Andy Wachowski - Larry. Wachowski

Eleştirmek, ancak alternatifini gösterdi­ ğinde değer kazanır. Ne Wachowski Kardeşler'de, ne de McTeigue'de böyle bir dü­ şünce yok ne yazık ki... Bir Hollywood filmi nihayetinde V For Vendetta... Felsefi bir­ takım değerlendirmelerle yüklü diyalog­ lar, "tadında" bir aksiyon ve başarılı -özel­ likle yüzüyle olmasa da iyi kullandığı be­ deni ve insanı derinden etkileyen ses to­ nuyla V'yi oynayan Hugo Weaving (Matrix'in Ajan Smith'i) ve İngiliz aksanını ba­ şarılı biçimde veren, güçlü yorumuyla fil­ mi taşıyan Natalie Portmann- oyunculuk-

MAYIS 2006 | TAVIR | 45


haberler

İşçi Filmleri Ali Ekber Çiçek Festivali başladı yaşamını yitirdi Tüm dünyadan işçi sınıfının yaşamı­ nı ve mücadelesini anlatmak ve dün­ ya halklarının isyanını gösteren çalış­ maları yaygınlaştırmak ve deneyim­ lerini paylaşmak amacıyla 1.Uluslararası İşçi Filmleri Festivali, 1 Mayıs'ta başladı. İlk kez yapılan festival Ankara ve İstanbul'da gerçekleştirile­ cek. Festivalin açılış gecesi 2 Mayıs'ta İstanbul Yeni Melek Gösteri Merkezi'nde yapıldı. "Neo-libarizme Karşı Direniş Öyküleri" adı altında düzen­ lenen festivalin açılış gecesine, çok sayıda konuk sanatçı katıldı. Sunuculuğunu Derya Alabora'nın yaptığı gecede, ülkemizde çekilen iş­ çi filmleri tarihinden örnekler göste­ rildi. İlk olarak, yönetmenliğini Yavuz Turgul'un yaptığı "Maden" filminin kısa bir tanıtımı yapıldı. Turgul'un konuşması ve kendisine plaket veril­ mesiyle devam eden gecede, ikinci olarak 1977 yılında çekilen ve senar­ yosunu Vedat Türkali'nin yazdığı "Güneşli Bataklık" filmine yer verildi. Plaketi yönetmen Süreyya Duru adı­ na oğlu Murat Duru aldı. Ayrıca festi­ val kapsamında yer alan ve filmin ka­ mera arkası görüntülerinin olduğu ve yönetmenliğini Kaya Tanyeri'nin yaptığı "Güneşe Dönük Kamera" ça­ lışmasından da bir bölüm aktarıldı. Ardından, filmin o dönemki set amiri ve işçileri de plaket almak üzere sah­ neye davet edildi. Son olarak "Karan­

lıkta Uyananlar" filminin görüntüleri perdeye yansıdı. Yönetmenliğini Er­ tem Göreç'in yaptığı film için sahne­ ye bu kez de Vedat Türkali davet edil­ di. Sözlerini "Selam işçi sınıfına, se­ lam yaratana" diye bitiren Türka­ li'nin hemen ardından ise Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu sahne­ deki yerini aldı. İkinci bölümün açılışı, Ruhi Su Dost­ lar Korosu ile yapıldı. İşçi sınıfı müca­ delesine damgasını vuran "Enternas­ yonal, 1 Mayıs, Şişli Meydanı'nda Üç Kız" marşlarını seslendiren Koro'nun ardından gece, festivalin ilk filmi olan Bloodletting (Kan Kaybı) göste­ rimi ile devam etti. Yönetmen Lorna Green ve Sine-Sen Başkanı Yusuf Çetirı'in konuşmala­ rıyla devam eden gecenin sonuna doğru, şimdiye kadar yaşamını yiti­ ren sinema emekçileri için saygı du­ ruşu yapıldı. Festival kapsamında 22 ülkeden 40'tan fazla film gösterilecek. Film­ ler, "Uluslararası Belgesel Film Gös­ terimi", "Türkiye'den Yerel Belgesel Film Gösterimi", 'Türkiye'den ve Dünya'dan Sinema Filmleri Gösteri­ mi" olmak üzere 3 ayrı kategoride gösterilecek. 3 Mayıs'ta ise " Gördük­ lerimizi Gösterelim" başlıklı bir atöl­ ye çalışması gerçekleştirilecek.

İstanbul'da yaşamını yitiren Ali Ek­ ber Çiçek'in cenazesi konvoy eşliğin­ de Edremit Altınoluk'taki evine gö­ türüldü. Burada tabutunun üzerine sazları konulup bir tören yapıldı. Ardından vasiyetine uygun biçimde Tahtakuşlar Köyü mezarlığında toprağa veril­ di. Cenazeye sanatçılar da katıldı. Ali Ekber Çiçek'in sanatçı dostları, sağlı­ ğında onun değerinin bilinmemesini eleştirdi. Musa Eroğlu, bu konudaki düşünce­ lerini aktarırken şunları söyledi: "Ali Ekber Çiçek'in gerek halk gerek sa­ natçılar açısından anlaşıldığı, kav­ randığı kanısında değilim. İnsanlar öldükten sonra neler yaptığı anlatılır ama sağlığında kimse onu anlamaya çalışmaz. Bu nedenle de genç kuşa­ ğın özellikle kültürle uğraşan genç kuşağın Ali Ekber Çiçek'i iyi irdele­

Arif Sağ da Ali Ekber Çiçek gibi sa­ natçılar için bir vakıf kurulması ge­ rektiğini ifade etti. Ali Ekber Çiçek'in ailesine ve seven­ lerine başsağlığı diliyoruz.

idil tiyatro atölyesi ilk oyununu sergiledi yıs'a ve M e h m e t Akif Dalcı'ya vurgu yapılan oyun, kalabalık bir kadro tarafından izleyici kitlesine sunuldu. Oyun, daki­ kalarca ayakta alkışlandı.

İdil Kültür Merkezi bünyesinde kurulmuş olan İdil Tiyatro Atölyesi "Yerin Derinliklerin­ den Geldiler" adlı tek perdelik oyununu 30 Nisan akşamı İdil Kültür Merkezi'nin sinema- t i ­ y a t r o salonunda işçilere sergi­ ledi. Hasan Hüseyin Korkmazgil'in şiirleri t e m e l alınarak hazırla­ nan ve f i n a l bölümünde 1 Ma-

46 TAVIR MAYIS 2006

melerini diliyorum. Çünkü Ali Ekber Çiçek büyük bir ustaydı. Geride ka­ lan kuşaklara önemli bir miras bırak­ tı. Umarım bunun farkına varılır"

Oyunun sonunda Tiyatro Atölyesi'nden bir oyuncu tarafın­ dan 1 Mayıs'ın önemini vurgu­ layan bir konuşma yapıldı. Ko­ nuşmada ertesi gün yapılacak 1 Mayıs kutlamalarına t ü m iz­ leyiciler davet edildi. 1 Mayıs etkinliğinden sonra ik­ inci kez sahnelenen "Yerin De­ rinliklerinden Geldiler", İdil Ti­ y a t r o Atölyesinin ilk oyunu ol­ ması açısından önem taşıyor­ du.


haberler

Hasarı Hüseyin 79 yaşında Gürün Dayanışma Derneği'nin düzenlediği "Ge­ leneksel Hasan Hüseyin'i Anma Etkinliği" 10 Ni­ san günü AKM'de gerçekleşti.

•5 Nisan 2006; Serna-Seral iş­ çilerinin grevlerinin 202. gü­ nünde, Kartal İlhan Kardeşler Düğün Salonu'nda düzenlenen dayanışma gecesine katıldı.

Etkinliğe onur konuğu olarak Azime Korkmazgil katıldı ve ozanın yaşamı, eserleri, fikir ve düşünceleri, yaşadığı baskılar hakkında uzun bir konuşma yaptı. Kültür derneklerinin, çeşitli radyo ve TV'lerin de destek verdiği; Sadık Gürbüz, Grup Yorum, To­ zan Alkan, Leyla-Fatih ikilisi ve Kemal Kaplan gi­ bi sanatçıların katıldığı gecede, Şair Hasan Hüse­ yin'in sevilen şiirleri okundu.

Bu ülkenin ozanlarına her zamankinden daha çok sahip çıkılması gerektiğinin vurgulandığı, emperyalist-yoz kültüre karşı ancak böyle karşı durulabileceğinin altının çizildiği gecede, ozanı yüzlerce seveni yalnız bırakmadı.

•S Nisan 2006; Av. Behiç Aşçı için hazırlanan programda 150 kişiye seslendi. Geceye, Hasan Hüseyin'in şiirlerinden besteledi­ ği şarkılarla katılan Grup Yorum, izleyenlere ge­ cenin en hareketli bölümünü yaşatırken, Hasan Hüseyin'in Grup Yorum için çok önemli bir ozan olduğunu vurguladı ve onun unutulmasına izin vermeyeceklerini belirtti. İzleyenler Yorum'un şarkılarına eşlik ettiler ve halay çektiler.

Dünyanın kuklası İstanbul'da İstanbul Uluslararası Kukla Festivali, 9'uncu yı­ lında dünyanın en seçkin kukla tiyatrolarını sa­ natseverlerle buluşturuyor. Cengiz Özek'in sanat yönetmenliğinde dokuz yıldır aralıksız devam eden festival her sene da­ ha fazla ilgi görüyor. Dünyada bin yılı aşkın süredir var olan kukla sa­ natı, Türkiye'de de, son senelerde düzenlenen çeşitli festival ve etkinliklerle tekrar gündeme geliyor. Festivalde kuklanın bir sanat olarak hak ettiği yere gelmesi ve Türk Tiyatrosu'nda kuklanın önemine yer veriliyor. Dünyanın en iyi kuklacılarının festivale katılmak için başvuruda bulunmalarının yanında, festival yeni grupların oluşumuna da vesile oluyor. Ayrıca kukla sanatını farklı bir perspektifle yeni­ den canlandırmayı amaçlayan "Ahşap Çerçeve" gibi Türk grupların festivale katılıyor olması da ayrı bir önem taşıyor.

GRUP YORUM günce

Fransız Kültür Merkezi, Maya Sanat, Profilo Kül­ tür Merkezi ve Özel Sezin, Bilfen ve Enka gibi çe­ şitli Özel Okul sahnelerinde yer alacak gösteri­ lerde birçok tekniğin yanı sıra siyah tiyatro, ipli kukla, el animasyonları ve gölge oyunu tekniği­ nin en iyi örnekleri sergileniyor. Festivalin geleneksel "Onur Ödülü"nün bu yılki sahipleri ise, "Karagöz Oyunu"nu tekrar günde­ me getiren "Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü" filminin yönetmeni Ezel Akay ve oyuncuları.

•9 Nisan 2006; Sultanbeyli Cemevi temel atma töreninde yaklaşık 2000 kişiye seslendi. •9 Nisan 2006; Ozan Hasan Hüseyin Korkmazgil'i anma ge­ cesinde Atatürk Kültür Merkezi'nde 750 kişiye seslendi. •16 Nisan 2006; 30 Mart- 1617 Nisan etkinliğinde Gazi Mahallesi'nde yaklaşık 500 ki­ şiye seslendi. •23 Nisan 2006; "Bu Davet Bi­ zim" pikniğinde yaklaşık 5000 kişiye seslendi. •24 Nisan 2006; Gedikpaşa'da bir tekstil atölyesini ziyaret etti ve 30 tekstil işçisine seslendi.

•27 Nisan 2006; Kocaeli Genç­ lik Derneği'nin düzenlediği im­ za günü ve sohbet programına katıldı. 130 kişiye seslendi.

•29 Nisan2006; devrim şehit­ lerini anma ve umudun kurulu­ şunu kutlama kampanyası çer­ çevesinde düzenlenen "Yarın Bizimdir" gecesinde sahneye çıktı. Hollanda Hertogenbosch'de düzenlenen gecede 1500 kişiye seslendi.

MAYIS 2006

TAVIR| 47


haberler

1 Mayıs, başta İstanbul olmak üzere yur­ dun birçok kentinde, her sene olduğu gi­ bi coşkuyla kutlandı. İstanbul'daki kutlamanın adresi değiş­ medi. İşçiler, köylüler, emekçiler, işsizler, öğ­ renciler, aydınlar-sanatçılar, yani emek­ ten yana herkes yine Kadıköy Meydanı'ndaydı. Genel kitle sayısı geçen sene­ ye oranla biraz daha düşük olmasına rağmen, coşku yine doruktaydı. Haklar ve Özgürlükler Cephesi, bu yıl Devrimci 1 Mayıs Platformu'nun genel korteji içerisinde yerini aldı. Toplam 12 siyasi grubun oluşturduğu platform, hem kitle sayısı, hem de 1 Ma-

yıs'ın özüne uygun sloganları ve pankartlarıyla alana damgasını vurdu. Devrimci 1 Mayıs Platformu genel kor­ teji içerisinde HÖC, 150 kişilik üniforma­ lı sancak ekibiyle; ölüm orucu şehitleri­ nin resimlerini taşıyan TAYAD'lılarla; Mehmet Akif Dalcı'yla; 13. Ölüm Orucu Ekibi'nin ve ölüm orucundaki Avukat Behiç Aşcı'nın büyük boy fotoğraflarıyla; ayrıca bünyesinde barındırdığı 45 ku­ rum ve derneğin yine büyük boy pankartlarıyla öne çıkan kortej oldu. İdil Kültür Merkezi, HÖC kortejinde ken­ dine ayrılan yerde, dergimiz okurları, Grup Yorum dinleyicileri, İdil Tiyatro Atölyesi oyuncuları kendi imzasını taşı­ yan pankartın arkasında birlikte yürüdü.

İdil kortejinde ayrıca, Che pankartıyla yürüyen Beşiktaş Çarşı grubu da vardı. Çarşı Grubu, hem 1 Mayıs sloganlarını, hem de Çarşı'nın sloganlarını attı. Ellerinde flamaları, dillerinde 1 Mayıs sloganları ve coşkularıyla, İdil Kültür Merkezi korteji, yaklaşık 200 kişilik kit­ lesiyle dikkat çekti. 1 Mayıs, alanda çekilen halaylarla ve bir sonraki yıl daha çok kitleyle katılım söz­ leri verilerek sona erdi. 1 Mayıs kürsüsünü, halka ve devrimcile­ re yasaklayan sendika bürokratları, Dev­ rimci 1 Mayıs Platformu tarafından pro­ testo edildi. Kürsüdekiler, "bürokratlar sussun, İşçiler Konuşsun" sloganlarıyla konuşturulmadı.

DVD... CD... ALBÜM... DVD... CD... ALBÜM... DVD... CD... ALBÜM... DVD... CD. • belkıs özener sahibinin sesinden Kalan

48 | TAVIR |MAYIS 2006

• ali haydar can keder xane Kalan

• efkan şeşen gölgeler şehri Şeşen Müzik

anadolu ninnileri Kalan




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.