2006 53 eylul

Page 1

kültür sanat yaflam›nda

2006/09

say› 53

2.25 YTL-KDV’li)

eylül 2006

›ssn 1303-9113

herkes kendi tecridini yafl›yor

.

karikatürün filistinli küçük generali: handala bir ezgili yürek: ruhi su da¤lar›n sevdal›s› sabahattin ali ecelsiz ölümlerin 盤l›¤›: a¤›tlar

. .



tavır a y l › k

s a n a t

d e r g i s i

merhaba

Sahibi ‹dil Kültür Yay›n Org. Rek. Film. Tic. Ad›na: Muharrem Cengiz Genel Yay›n Yönetmeni Gamze Mimaro¤lu

Bir oyun gibiydi en baflta. Bir saat, iki saat, üç saat derken toplam alt› saat tecritte kal›n›nca, bunun bir oyun olmad›¤›, F tipi hücrelerde insanlar›n oyun için hapiste tutulmad›¤› anlafl›ld› ayd›nlar›m›z, sanatç›lar›m›z taraf›ndan... Tecrit belki de en çok o an hissedildi, belki de en çok o an içeridekilerle ayn›laflt› düflünceler. O an› anlatt›lar “Hepimiz Tecritteyiz” oyununu(!) oynayanlar... O an›, öncesini, sonras›n›, duygular›n›...

Sorumlu Yaz›iflleri Müdürü Ahu Zeynep Görgün Yaz›flma Adresi ‹stanbul ‹dil Kültür Merkezi Mahmut fievket Pafla Mah. Mektep Sk. No:4 Zemin kat Okmeydan› - fiiflli - ‹stanbul Tel: (212) 253 78 88 - 253 78 81 Faks: 235 44 11 e-posta: info@grupyorum.net

Belki de hayat›n insana en a¤›r ac›lar› yaflatt›¤› günlerdeyiz. Asl›nda hayat›n ayr›lmaz bir parças› ac›lar›m›z... ‹flte bu ac›lar›n sonucunda yak›lan a¤›tlar neredeyse insanl›k tarihiyle eflit. Anadolu tarihinin belki de yaz›l›-sözlü olarak bugüne tafl›nan en ac› edebiyat› var sayfalar›m›zda. Gülebilmesi, Filistin’in özgürlü¤üne ba¤l›, on yafl›nda do¤mufl bir çocuk: Handala, hiç büyümüyor… O hep on yafl›nda… Çizeri Naci Ali’nin yarat›¤› bir karikatür kahraman›... Filistin’in, Lübnan’›n ac›l›, öfkeli yüre¤i Handala. O gülen yüzünü bir gün Tav›r’›n sayfalar›nda herkes görecek Handala. Çünkü Filistin bir gün mutlaka kazanacak!

Ankara ‹dilcan Kültür Merkezi fiirintepe Mah. 8.Cad. No:222 / B Mamak – Ankara Tel: (312) 390 38 05

Devlet, özel tiyatrolara yapt›¤› yard›m› kesti. Devletin bu yard›m›n(!) diyetini mutlaka istedi¤ini ve karfl›l›¤›n› fazlas›yla ald›¤›n›; parasal ba¤›ml›l›¤›n, ideolojik, kültürel ba¤›ml›l›¤› beraberinde getirdi¤ini art›k herkes biliyor. Evet, külahlar masaya konulmal›, ne yap›laca¤›na karar verilmeli... Görev tiyatrolar›n...

Hesap no (YTL) 1042- 30000 596147 Gamze Mimaro¤lu ‹fl Bankas› Parmakkap›/‹ST. Hesap no (EURO) 1042- 3010000 129062 Gamze Mimaro¤lu ‹fl Bankas› Parmakkap›/‹ST.

Sar› s›caklar yavafl yavafl sona eriyor... Sonbahar›n serin günlerinde görüflmek dile¤iyle... Hoflça kal›n... Dostlukla...

Ofset haz›rl›k TAVIR YAYINLARI Bask› ASPAfi Da¤›t›m D-R Yerel süreli yay›n

tavır


‹Ç‹NDEK‹LER

09/2006

3 devlet, tiyatrolara para 3 yard›m› keserken güncel

6 9 10 12 16 17 20 23 25 26 28 31 33 39 40 42 46

GÜNCEL devlet, tiyatrolara para yard›m› keserken B‹YOGRAF‹ mehmet akan ve bir özür fi‹‹R bir anadolu vard›r NOTA grup yorum SÖYLEfi‹ ruhi su ile konuflma fi‹‹R 555 K ‹NCELEME ben de öleyimde kara toprak bafl›ma saç›ls›n ‹ZLEN‹M alt›n›n siyah rengi MAKALE tek bayrakta birleflmek AYIN FOTO⁄RAFI fatih p›nar OKURDAN deneme DE⁄ERLEND‹RME ezilenlerin tiyatrosu GEZ‹ z›mex’te bir gün RÖPORTAJ herkes kendi tecridini yaflar fi‹‹R kaydet ben bir arab›m DE⁄ERLEND‹RME direnifl karikatürü: handala B‹YOGRAF‹ sabahattin ali HABERLER

17 3 ben de öleyim de kara toprak bafl›ma saç›ls›n inceleme

33 herkes kendi tecridini 3 yaflar röportaj

40 3

3

direnifl karikatürü: handala biyografi

kapak 3


güncel

devlet, tiyatrolara para yard›m›n› keserken mehmet esato¤lu

Tiyatro çevrelerinde birkaç gün f›s›lt›lar halinde konuflulan bir konu, Resmi Gazete’de yay›nlanan iki sat›rla gerçeklik kazand›; yay›mlanan yaz› flöyleydi: "Özel Tiyatrolara Devlet Deste¤i Yönetmeli¤inin Yürürlükten Kald›r›lmas›na Dair Yönetmelik: Madde 1 - (1) 18/7/1995 tarihli ve 22347 say›l› Resmi Gazete’de yay›mlanan Özel Tiyatrolara Devlet Deste¤i Yönetmeli¤i yürürlükten kald›r›lm›flt›r. Yürürlük Madde 2 - (1) Bu Yönetmelik yay›m› tarihinde yürürlü¤e girer.

Yürütme Madde 3 - (1) Bu yönetmelik hükümlerini Kültür ve Turizm Bakan› yürütür." Bu sat›rlar 12 Eylül günlerinden bu yana sürmekte olan bir oyunun son perdesiydi. Neydi oyun? Ülkede darbe olmufl, yüz binlerce insan cezaevlerine doldurulmufltu. ‹flkenceler, idamlar 盤 gibiydi. Ülkede tüm yasalar darbecilerin a¤z›ndan ç›kan sözlere indirgenmiflti. ‹flte tam bu s›rada asker kökenli bir bakanl›k müsteflar› olan Kemal Gökçe, tiyatro çevrelerine devletin para yard›m› yapaca¤›n› duyurdu. Tiyatro çevreleri bu duyuruyu

önce yar›m bir ilgiyle karfl›lad›lar. ‹lk toplant›lar›n› barlar›n salonlar›n› sabah saatlerinde açt›rarak yapt›lar. Ankara’ya gidip gelmeler, devlet kat›yla görüflmeler bafllad›. ‹lk görüflme Zeki Alasya ile Orgeneral Kenan Evren aras›nda oldu. Bafllang›çta “Olmaz herhalde” diye konuflmalar yapan tiyatro sanatç›lar›n›n gözleri, ilk ödemelerle fal tafl› gibi aç›ld›. O güne kadar Naz›m Hikmet’inden R›fat Ilgaz’›na bir dolu sanat insan›n› hapislere doldurarak hayat›n› söndürmeye çal›flan “devlet baba”, sanata yard›m elini uzat›yordu. Bundan böyle art›k tiyatro sanat› geliflecek, oyun yaz›m›ndan dekoruna, ›fl›¤›ndan, efektinden tiyatro salonuna her fley yenilenecek ve geliflecekti. Aç›klanan yard›m miktarlar›n›n düflük düzeyde olmas› ilk baflta düfl k›r›kl›¤› yaratt›ysa da cebinde “s›cak para” bulan tiyatro patronlar› ilk kez devlete ba¤l›l›klar›n› bildirme gereksinimi duydular. Resmi bayram günlerinde yap›lan kokteyllere koflarak, siyah fraklara bürünerek, bakanlar›n önünde iki büklüm oldular. Yard›m, geçen y›llar içinde geliflti. Tiyatrolar›n yan› s›ra yazar örgütleri, sinema ve kimi organizasyonlarla plastik sanatlara dek yay›ld›. ‹ki sat›r dosya ile devlete baflvuran herkes birkaç kurufl koparmaya bafllad›. ‹fl giderek 盤›r›ndan ç›kt›. Sinema alan›na yard›m için yap›lan bir toplant›da bakanl›k yetkilisinin “Haydi biz Ankara’ya dönmeden baflvuru yap›n.” sözleri üzerine sokaklara f›rlayan anl› flanl› sinemac›lar›n bulduklar› dosya ka¤›tlar›na ayaküstü uyduruk

EYLÜL 2006 | TAVIR | 3


güncel

da aralar›nda bölünmeler oldu. Ali Poyrazo¤lu bir grubun para da¤›t›m iflinin bafl›na geçerken öbür tarafta Hadi Çaman bulunuyordu. Televizyonda düzenlenen kimi aç›k oturumlu toplant›larda bu iki grup birbirine k›yas›ya sald›rd›lar. Tiyatro alan› bu yard›m s›ras›nda alabildi¤ine çürüdü ve yozlaflt›. Yazara para vermemek için uyduruk metinler yaz›ld›. E¤itimi olmayan kifliler oyuncu ilan edildi. Birkaç prova ile ç›rp›flt›r›lan oyunlar sahnelendi. Mankenler canl› et teflhiri amaçl› sahnelere ç›kar›ld›. Tiyatro oyuncular› sayg›n birer sanatç›yken, para u¤runa medyada kendilerini düflürdükçe düflüren oyuncaklar haline geldi. Bugün yard›m›n kald›r›ld›¤› ilan ediliyor. Oysa bir ay önce yard›m için Kültür Bakanl›¤› sitesi baflvuru ça¤r›s› yapm›flt›. fiimdi ise devlet sanat alan›na verdi¤i bir hakk› geri al›yor. Para alanlar a¤l›yor, almayanlar ise suskun.

projeleri yazmalar› ve bakanl›k yetkililerinin peflinden sokaklarda, otel lobilerinde koflmalar› hala belleklerdedir. Bu arada da¤›t›lan yard›m miktar› çok yüksek olmasa da, baflta tiyatro olmak üzere tüm sanat çevrelerini birbirine düflürdü. Herkes daha fazla yard›m alan sanatç› arkadafl›na sövmeye bunun bir haks›zl›k oldu¤una, hatta yard›m› alan›n asl›nda sanatç› bile olmad›¤›n› söylemeye koyuldu. Ama iflin “güzel” bir yan› vard›: Devlet para veriyordu ama hiç kar›flm›yordu. Zaman içinde bunun böyle olmad›¤› da a盤a ç›kt›. Ankara Sanat Tiyatrosu “Bir Halk Düflman›”, Ali Poyrazo¤lu ise “ O¤lum Çiçek Aç›yor” oyunlar›n› (bunlar bas›na yans›yanlar) proje olarak sunduklar› y›l yard›m alamad›lar. Böylece sisteme ya da ahlaka muhalefetin “k›rm›z› çizgileri” bizzat devlet taraf›ndan çizilmifl oldu. Para için birbirlerine demedik söz b›rakmayan tiyatro çevreleri, nedense bu haks›zl›¤a ses ç›karmad›lar. Devlet kat›ndan verilen para ve destek gerçi tiyatroya, yazar›na, dekoruna, salonuna bir katk› sa¤lamad› ama tiyatro patronlar› bu iflten karl› ç›kt›lar. Geçen y›llar içinde dernekler kurarak devletle iliflkilerini “kurum”sallaflt›rd›lar. Para paylafl›m› konusun-

4 | TAVIR | EYLÜL 2006

Tiyatro alan› bu sorunu demokratik bir hak talebi ile ortaya ç›karak çözmek yerine kapal› kap›lar ard›nda pazarl›klarla çözme yolunu seçecek. Çünkü kendisi de bunu bir hak yerine “k›yak” olarak görüyor. ‹fl çözülmezse da¤-fare iliflkisiyle kimi tiyatrolar perdelerini kapatacak. Perspektif de¤iflmedikçe soruna sa¤l›kl› bir çözüm bulunamayacak. Bugün yeniden, “Sanat ve sanat›n maddi kayna¤› ne olmal›?”, “Tiyatro devlete mi yoksa kendi izleyicisi olan halka m› güvenerek yola ç›kmal›?” sorular›n› bir kez daha

‹Y‹MSERL‹K

sorman›n, sa¤l›kl› bir perspektif oluflturmafiiirler yazar›m n›n tam zaman›. J bas›lmaz

bas›lacaklar ama Bir mektup beklerim müjdeli belki de öldü¤üm gün gelir mutlaka gelir ama Ne devlet ne para insan›n emrinde dünya belki yüz y›l sonra olsun mutlaka bu böyle olacak ama

Naz›m H‹KMET


güncel

para yard›m› yapmas›na. Kimi y›l vermiyor, verilmeyenler yak›n›yor, ertesi y›l sorunlar ç›k›yor. Dolay›s›yla ben devlet, tiyatrolara yard›m etse bile -ki bu bir ihtiyaçt›r- bu yard›ma karfl›y›m. Y›llard›r bunu söylemifltim. Bu görüflümde de ›srarl›y›m. ‹yi olmufltur bence. Kendi ya¤›yla kavrulup, kendi yapaca¤› oyunu sergilemesi, hiçbir yerden izin almadan yahut daha önceden B‘en flu oyunlar› oynayaca¤›m.’ gibi herhangi bir sansüre tabi tutulacak iliflkiye girmeden, özel tiyatro kendi iflini yapmal›. Ben parasal ba¤›ml›l›¤a karfl›y›m. Parasal ba¤›ml›l›k sorun getiriyor. Zaten flu da var, devletin tiyatroya yard›m›ndan sonra, tabi baflka birçok nedenler de var, tiyatronun düzeyi de düflmüfltür. Daha estetik, daha sa¤l›kl›, bilinç aç›c› oyunlar oynanmam›flt›r. Devletin özel tiyatrolardan deste¤ini çekme karar› resmi gazetede yay›mland›. Bu konuda neler düflünüyorsunuz? Zeliha Berksoy: Tabi ki tiyatrolara yard›m›n kesilmesi büyük bir talihsizlik eseri. Böyle bir fley olamaz. Geliflmifl ülkelerde devletin ve özellikle özel sektörün çok yüksek oranda bu tür etkinliklere deste¤i var. Bu baflka türlü yürümez. Çünkü bu ticari bir sanat de¤il. Tiyatro sanat›ndan konufluyorsak, ticari bir sanat de¤il. O yüzden devlet taraf›ndan desteklenmesi laz›m. Hatta bugüne kadar yap›lan destekler çok az miktardayd›. Asl›nda buna büyük bir mebla¤ ayr›lmas›, büyük bir yat›r›m yap›lmas› laz›m. Büyük salonlar›n yap›lmas› laz›m. Bütün bunlar gerekirken deste¤i çekmesi bence çok ilkel bir davran›fl. Tiyatrolara iane mi veriliyor ki destek, yard›m kesiliyor. Böyle bir fley söz konusu olamaz. Kültüre-sanata ve birçok sanat›n ana unsuru olan tiyatroya karfl› büyük bir darbe bu, bunu göze al›yorlar herhalde. Böyle bir ça¤d›fl›l›k yok. Dünyada bunun baflka bir örne¤i görülmemifl, duyulmam›fl… Cengiz Gündo¤du: Ben zaten bafltan beri karfl›yd›m devletin

Hasan Erkek Öncelikle bu b›çak s›rt› bir konu asl›nda. Sanat, özellikle tiyatro sanat›, deste¤e muhtaç bir sanat, öyle diyelim. Çünkü bir mal de¤il, ticari bir meta de¤il. Dolay›s›yla desteklenmesi gerekir. Yani kendi seyircisinin paras›yla, gifle geliriyle kendini geçindirmesi, geliflmesi, yayg›nlaflmas›, yetkinleflmesi çok kolay de¤il. Bu nedenle elbette desteklenmesi gerekir. Fakat bu deste¤in tiyatroyu, tiyatrocular›, tiyatro sanatç›lar›n› güdülememesi, güdümlü hale getirmemesi de gerekir. Bunun için özellikle tedbir almal›. Çünkü bir taraftan para verirken, öte yandan tiyatro oyunlar› üzerine sansür uygularsan›z, bu sansür ille do¤rudan yasal bir sansür olmayabilir, dolayl› olarak da bu sansür uygulanabilir. Nitekim mevcut durum da bu yönlü bir biçimde geldi asl›nda. Çünkü bu para, bu destek bir kurul taraf›ndan da¤›t›l›yor. Ama bu kurulda bakanl›¤›n yetkililerinin say›s› hayli yüksek. Hatta birkaç sivil toplum örgütünden kat›lanlar var, onlardan daha çok. Dolay›s›yla bir taraftan para verirken, bir taraftan da güdümlemifl oluyor. Dolayl› olarak da olsa sanat›n özgürlü¤ü zedelenmifl oluyor. Bu nedenle bir dü-

zenleme yap›lmal›. Yani tabi kesilmemeli, mutlaka artarak devam etmeli bu destek ama öte yandan da buna bir düzenleme getirmek gerekir. Bugüne kadar böyle dolayl› bir sansür uyguland›, öte yandan tiyatro sanatç›lar›n›n da tabi bunda pay›, sorumlulu¤u var. Bu deste¤e, bu paraya güvenip s›rt›n› buna dayay›p beklememeleri gerekir. Seyirciye ra¤men kendilerini gelifltirmeleri gerekir. Daha genifl bir seyirci kitlesine ulaflmak, yeni seyircileri yetifltirmek için daha çok çal›flmalar› gerekir. Elbette bu bak›mdan da tiyatro sanatç›lar›n›n, meslektafllar›m›z›n da sorumlulu¤u var. Ve devletin dolayl› sansürünün yan›nda, kendileri de oto sansür uygulamamal› kuflkusuz. Bu çok önem tafl›yor. E¤er bu devlet deste¤i, yard›m da demek istemiyorum çünkü böyle yard›ma muhtaç bir konum da yarat›ls›n istemiyorum. Bu destek bir sadaka gibi düflünülmemeli. Dolay›s›yla devletin bu deste¤i nesnel, adil bir biçimde ve kaliteden yana kullan›lmal›. Bu da ancak özerk bir kurulla mümkün. Yani uzmanlardan oluflan; sivil toplum örgütü temsilcilerinden, üniversite temsilcilerinden oluflan özerk bir kurul taraf›ndan da¤›t›l›r ve takip edilirse bu verilen destek daha yerli yerine oturacak ve daha iyi sonuçlara ulaflmam›z› sa¤layacakt›r. Bu bizimle de bafllayan bir fley de¤il. Geliflmifl Avrupa ülkelerinde de bu tür destekleri veren kurullar var. Yüksek miktarda destekte bulunuyorlar ama bu destek gerçekten özerk kurulufllar taraf›ndan veriliyor. Örne¤in ‹ngiltere’de Art Cancel diye bir kurulufl var, bir özerk sanat konseyi var. Onun eliyle da¤›t›l›yor. Yani hükümetin içinde bulunan kifliler taraf›ndan da¤›t›ld›¤›nda, bunun dolayl› bir sansüre yol açaca¤› kesin. Buna bir de tiyatrocular›n kendili¤inden toplumsal, tarihsel durumumuzdan dolay› uygulayacaklar› oto sansürü de ekleyince bu paran›n bir yarar getirmeyece¤i kesin. Son olarak bu destek mutlaka devam etmeli, ama özerk bir kurul taraf›ndan, adil bir biçimde da¤›t›larak ve tiyatronun hem yetkinleflmesine hem de yayg›nlaflmas›na katk›da bulunacak biçimde da¤›t›lmal›.J

EYLÜ 2006 | TAVIR | 5


biyografi

mehmet akan ve bir özür tav›r

ne. Genç bir k›z›n umuduna, hasretine, hüznüne, yüre¤ini kor kor yakan sevdas›na. Sevdi¤ine ayr›l›k hat›ras› olarak verdi¤i oyas›na iflledi¤i kederini görürsünüz. Bir k›nan›n k›rm›z›s›na vurulursunuz bazen, kokusuna... Sayfalarca yazars›n›z, bitirmek gelmez içinizden. Bazen de böyle durup kal›rs›n›z bembeyaz ka¤›tla siz, bafl bafla. Ben bu ka¤›tla söyleflirken bir yandan da Mehmet Akan’› düflünmekteyim. Birkaç gün önce kat›ld›¤›m›z anma gecesinde bir zamanlar hayat›n› da paylaflt›¤› Alev Akçin konuklara, onu anlat›rken “Bazen bir yemeni bile onu çok heyecanland›r›rd›” diye bahsetmiflti konuflmas›n›n bir yerinde. Akl›mda kalm›fl iflte yemeni. Bir yemeni iflte ama ne çok iz tafl›r üzerinde... Genco Erkal ise bir oyunun haz›rl›k aflamas›nda Mehmet Akan’›n Kars’tan getirdi¤i bir meddah› dört gün dört gece sabahlara kadar kendilerine dinletti¤inden bahsetmiflti tatl› bir an› olarak. fiimdi ben bir yandan bunlar› düflünürken, bir yandan da kendisini biraz geç tan›m›fl olman›n verdi¤i hüznü tafl›y›p onu hak etti¤i gibi anlatabilmenin derdindeyim. S›k›nt› biraz da bundan. Ancak biliyorum ki yazd›kça bu s›k›nt›m geçecek. Ben de bir an›m›zdan bahsetmek istiyorum.

Bembeyaz bir sayfa duruyor önümde. Yaz› yazanlar bilir, bir yaz›y› yazmakta zorlan›yorsan›z bu bembeyaz sayfaya bakmak insana ayr› bir s›k›nt› verir. Bir nokta arars›n›z. Bir yerlerden bafllay›verseniz gerisi hemen geliverir. Bazen bir yemeninin oyas› al›r götürür sizi derin bir kültürün izleri-

6 | TAVIR | EYLÜLÜ 2006

Mehmet Akan çok yak›ndan tan›¤›m›z bir insan de¤ildi ama dost oldu¤unu bildi¤imiz bir insan, bir sanatç›yd› bizim için, Tav›r için. Güzel günlere dair ortak duygu ve düflüncelere sahiptik, bunu biliyorduk. Bir gün tan›flmak istedik. Ona ulaflmam›z› sa¤layan Bilgesu Erenus “En iyi Bedreddin uyarlamas› onundur çocuklar, mutlaka tan›flmal›s›n›z” diye ö¤ütlüyordu. “Bizimkiler dizisinde oynad›¤› karakterdeki gibi asabi biri de¤ildir umar›m, insan biraz çekiniyor” fleklinde ifade etti¤imiz endiflemize ise bir kahkaha atarak cevap vermiflti Erenus. ‹flte böyle bir yaz günü bafllad› tan›fl›kl›¤›m›z. Kap›y› çald›k, açt›; içeri girer girmez bu endiflemiz kayboldu desek abart› olmaz. S›cak ve sevecenlikle karfl›lad› bizi.


biyografi

Sebebi ziyaretimiz, Grup Yorum’un 2004 Harbiye Konser haz›rl›¤› içindeyken kendisinden yap›lacak etkinli¤in kareografisi ile ilgili düflüncelerini almakt›. Projemizi anlatt›k, uzun uzun. Dinledi hiç kesmeden. Bitirdikten sonra 15 günlük süre içinde ne yapabilece¤imizin kayg›s›na düfltü. Koskocaman salonda teatral bir etkinlik yapaca¤›m›z› söylüyorduk ve 15 gün süremiz vard›. Düflündü tafl›nd›, “Büyük balonlar m› kullansak... Bir gösteri haz›rlasak bu sürede yetiflmez… Falanca kiflide bahsetti¤im dev balonlardan vard›... Yani zaman o kadar az ki, haz›r olanlardan yola ç›kmak laz›m...” Sohbetimiz boyunca ne yapabilece¤imizi konufltuk. Ve bir dahaki etkinli¤imize bir Bedreddin sözü alarak ayr›ld›k yan›ndan. Ömrü yetmedi bir Bedreddin’i bizimle birlikte haz›rlamaya ama belleklerimizde o k›sac›k ziyaretteki sohbet, örnek al›nabilecek sanat anlay›fl›n› ve o dost tavr›n› b›rak›p gitti. Geç tan›d›k ve erken kaybettik biz Mehmet Akan’›. Geçen süre boyunca belki bir daha kap›s›n› çalamad›k ama Tav›r, her ay konu¤u oldu onun. Bizi anlatt›, bizden selam ve sevgiler götürdü. Ve bir yaz günü ayr›ld› aram›zdan. Aram›zdan diyorum çünkü bizdendi, “onlar”dan hiç olmad›. Bu nedenle flimdi Tav›r’›n sayfalar› Mehmet Akan’›n ard›ndan, onu yaz›yor okurlar›na. Kimdir Mehmet Akan? Meddahl›k, halk danslar›, saz flairli¤ini araflt›r›p ça¤dafl boyuta tafl›yarak halka tekrar sunmufl bir araflt›rmac›, sanatç›. Tiyatronun usta bir emekçisi. Geleneksel tiyatroyu ça¤dafllaflt›rarak halka sunan, yapt›¤› araflt›rmalarla halkbilime önemli katk›lar› olmufl bir ayd›n... 1950’li y›llar›n tiyatro adam›, koreograf, oyun yazar›, yönetmen, 60’l› y›llar›n devrimci sanat tavr› olan “Dostlar Tiyatrosu”nun kurucular›ndan. 60’l› y›llar›n Dostlar Tiyatrosu, tiyatro alan›nda toplumcu sanat› savunan bir anlay›flt›r. Mehmet Akan, bu tiyatronun kurucular›ndan biridir. Bu toplulukta oyuncu olarak “Abdülcanbaz”dan, “Alpagut Olay›”na, “fiili’de Av”dan “Büyük Dümen”’e kadar çok çeflitli oyunlar›n sahnelenmesinde yer ald›. Ard›nda b›rakt›¤› onlarca esere bakt›¤›m›zda mayas›n› Anadolu’nun derin kültüründen ald›¤›n› görürüz. 1939’un Urfa’s›nda do¤an Mehmet Akan, bir ömür adayacak kadar çok sevmifl tiyatroyu. Halk› da sevmifl, tiyatroyu sevdi¤i kadar. Bunu eserlerine bakarak da görmek mümkün. Eserleri burjuva sanat anlay›fl›na karfl› al›nm›fl bir tav›rd›r ayn› zamanda.

liriz. Hikaye-i Mahmud Bedreddin, Alevi ayinleri kültüründen yola ç›karak, dans ve müzi¤in yo¤un deste¤i ile Anadolu insan›n›n hoflgörülü yap›s›n› ve yaflad›¤› ekonomik-toplumsal-politik çeliflkileri sergilemektedir. Bu eserlerdeki karakterler ve anlat›lanlar, bu ülkenin insanlar›n›n derdini anlat›r ve ça¤lar öncesinden bugüne ulaflan solu¤udur. Akan, çeflitli ödüllere lay›k görülen bu oyunundan sonraki y›llarda Bilgesu Erenus’un “Misafir”ini yönetir.

Tiyatroyu özünden kopar›p elitlefltirme anlay›fl›na karfl› “elbirlikçi çal›flma” modelini savunmufl, bunu yaratmaya çal›flm›fl ve tiyatroyu geleneksel halde sürdürmek isteyenlere örnek bir model b›rakm›flt›r.

Yazd›¤› oyunlardan baz›lar› ise “Kiraz Çiçek Aç›yor Ayk›r› Dal Üstünde”, “Feleknaz Hatunla Gülizar K›z›n Anal›k Davas›”d›r. Bu oyun ünlü Alman yazar Brecht’in “Kafkas Tebeflir Dairesi”nden bir uyarlamad›r. Oyunda, Brecht'in Kafkas Tebeflir Dairesi oyunundaki ana tema arac›l›¤›yla, Anadolu insan›n›n yaflam› ve Osmanl› döneminin üretim iliflkileri irdelenir. Oyunda, meddah-saz flairli¤i gelenekleri ve halk danslar›m›zdan esinlemeler bulunur.

“Eserlerinde Anadolu’nun derin izleri nelerdir?” desek hemen ilk olarak akl›m›za geliveren “Hikaye-i Mahmud Beddreddin’i” sayabi-

Midirfillik Oyunu (Ham Hum fiaralop) ve Hikâye-i Mahmud Bedreddin oyunlar› gelenekselle evrenseli özenle yo¤urmufl çal›flmalard›r.

EYLÜL 2006 | TAVIR | 7


biyografi

Midirfillik Oyunu, geleneksel seyirlik oyunlar›m›zdan olan ortaoyunu biçiminde yaz›lm›fl, ortaoyunu ö¤eleri tafl›yan, ama ça¤›m›z›n toplumsal ve politik olaylar›n› hicveden bir oyundur. Dans alan›nda önceleri tiyatro sahnesinde gerçeklefltirdi¤i denemelerini 70’lerin ortas›nda Dostlar Tiyatrosu bünyesinde oluflturdu¤u “HASAD”›; Ça¤dafl Halk Oyunlar› Toplulu¤u’nda olgunlaflt›r›r. Bu toplulukla “‹fl Halay›”, “Savafl Oyunu”, “Börklüce Semah›” ve “Ruhi Su Semahlar›” adl› dans gösterilerini üretir. Özellikle 1976 y›l› iflçi bayram› için haz›rlad›¤› “1 May›s Halay›”, caddelerden geçen kortejin içinde parlayan ve kitleleri coflturan bir çal›flmad›r.

Yüzümüz bat›ya de¤il halka dönük oldukça ba¤›fllar. Çünkü Anadolu binlerce medeniyeti ba¤r›nda tafl›m›fl bir cennettir, bizimdir. Onca yozlu¤a, bat› hayranl›¤›na, emperyalist ahlaks›zl›¤a ra¤men, haks›zl›klara, adaletsizliklere karfl› duran devrimci sanatç›lar› da yetifltirecektir. Bir yaz gecesinde bunlar› düflündük bir kez daha. Sen rahat uyu Mehmet Akan... …

80’li y›llarda Ah Belinda, Teyzem, Asiye Nas›l Kurtulur, Bez Bebek, Kad›n›n Ad› Yok gibi filmlerde rol al›r. Ne yaz›k ki kitlelerce yo¤un bir biçimde tan›nmas› ise Umur Bugay’›n televizyon dizisi “Bizimkiler”de oynad›¤› apartman yöneticisi Sabri Bey rolüyle olmufltur.

Bir yaz gecesinde Mehmet Akan için yap›lan anma töreninde, tam da bunlar› düflünüyorum. Kad›köy’de Naz›m Hikmet Kültür Merkezi’nde yap›l›yor anma. A¤açlarla kapl› bir bahçedeyiz. Sinema perdesinin önüne büyükçe bir Mehmet Akan foto¤raf› as›lm›fl. Hava yumuflak. Dostlar› ve sevenleri kat›lm›fl anma gecesine, oldukça kalabal›k. Önce, de¤iflik dönemlerde ayn› sahneyi paylaflt›¤› dostlar›, çal›flma arkadafllar› onunla ilgili an›lar›n› anlat›yor. Kiflili¤ine ve sanat anlay›fl›na de¤iniyorlar. Ancak Doç. Dr. Nurhan Tekerek’in okudu¤u OYÇED’in (Oyun Yazarlar› ve Çevirmenleri Derne¤i) bildirisi bütün dikkatleri üzerine topluyor. Her cümlesi kurflun gibi a¤›r. Mehmet Akan’›n sosyalistçe düflünceleri ve hak etmedi¤i flekilde yap›lan cenaze töreninden bahsediliyor bildiride… Ve sahnede as›l› duran Mehmet Akan foto¤raf›na tak›l›yor gözlerim. Bildirinin tam metnini bu yaz›n›n devam› olarak yay›mlayaca¤›z ama o bildirinin son sat›r›, bir düflünceyi büyütüyor kafam›zda: “Mehmet Akan, seni esirgeyemedik. Bizi ba¤›flla” diyordu OYÇED’liler ve bir özür borcundan bahsediyorlard›. Evet, bir özür borçlu herkes Akan’a. Herkes bu özürden üzerine düfleni almal›.

“... Sosyalist düflünce ve ahlak›n temsilcilerinden, devrimci bir tiyatro adam› Mehmet Akan, ciddiyetsiz bas›nda seksen darbesi sonras› bir televizyon dizisinin figürlerinden biri, Sabri Bey'le özdefllefltirilerek gömülmek istendi. ‹tiraz edenler olsa da, yayg›nlaflt›r›lamad›. ‹ki y›l önce, kendi yazd›¤› fieyh Bedreddin oyununun sahnelendi¤i DT Taksim Sahnesi'ndeki törende, onu sahneye tafl›yanlar aras›nda sar›kl› bir hoca da vard›. Sahnede konuflma iste¤i, Mehmet Akan'›n bir yak›n›nca engellense de, hocaefendi, cami ve mezarl›ktaki görevleriyle yetinmeyerek, Devlet Tiyatrosu'nun en ön s›ras›n› kendine uygun gördü ve asli görevlerine tören izlemeyi de ekledi. Dine sayg›l›, ancak dinin iktidarlarca kitlelerin afyonu olarak kullan›ld›¤›n› bilen Mehmet Akan'a, Kültür Bakan› ve ANAP Genel Baflkan› birer mesaj yollam›flt›. Mesaj›n geldi¤inin anonsuyla yetinilece¤i yerde, Mehmet Akan'›n kimli¤ine yönelik izler tafl›mayan, aram›zdan herhangi birine de yönelik olabilecek bu iki mesaj›n dinsellik taflan cümleleri sahneden sonuna dek okundu. Halklar›n kardeflli¤ine özlemi ömrünce duyup, yaflayan Mehmet Akan, cenaze haz›rl›kç›lar›nca Türk bayra¤›na sar›lm›flt›. Kurtulufl Savafl›'ndan bu yana flehitleri kucaklayan bayra¤›m›z, bir süredir popüler ünün örtüsü olarak alg›lanmakta... Törende, camide, mezarl›kta, kimse ‘Neden?’ diye sormad›. Kimileri kendi kendilerine sormufl olabilirler, ancak duyulmad›.

Mehmet Akan ne zaman ba¤›fllar?

OYÇED kurulufl aflamas›ndayken Mehmet Akan'›n u¤urlanmas›, seksen darbesiyle toplumumuza biçilen hayat tarz›n›n bir özetiydi sanki: Her alanda ölçüsüz bir din dayatmas› sonucu edilgenlik, soru sorma ve ak›l yürütmenin tüm toplumsal de¤erlerimizle birlikte yitip gidifli, demokrasi aldatmacas›n›n sonucu, sürüleflme...

Belki de, sanatla u¤raflacak olan genç kufla¤›n “elbirlikçi çal›flma” modeli ve devrimci tiyatro gelene¤ini sürdürmesi en güzel özürdür kendisinden.

Örgütlü mücadelenin önemine her zaman inanm›fl Mehmet Akan'a, ne yaz›k ki, kurulufl müjdemizi veremedik. fiöylesi bir sözü ise verebiliyoruz:

Ve sanat anlay›fl›m›zda hayran oldu¤u bir yemeniyi bile heyecanla inceledi¤i, derin kültürün izlerini hiç kaybetmemek bir özürdür...

Bundan böyle, yaflarken ve ölümünde hiçbir meslektafl›m›z› ‘kimlik h›rs›zlar›’na teslim etmeyece¤iz. Gücümüz birlikteli¤imizden geliyor.

Bu özürden sonra biz de flöylesi bir soruya yönelmedik desek yalan olur.

Bir meddah› sabahlara kadar dinleme sabr›n› ve heyecan›n› yitirmezsek ve genç kuflaklara bunu afl›layabilirsek ba¤›fllar.

8 | TAVIR | EYLÜLÜ 2006

Mehmet Akan, seni esirgeyemedik. Bizi ba¤›flla.” J


fliir

bir anadolu vard›r turgut uyar

Bir Narhan›mc›k vard›r. Cin da¤lar›n›n arkas›nda. Bir çukur köyde. Ya üç ya dört yafl›ndad›r görseniz, Süt sa¤ar, yün e¤irir ufak elleriyle. Babas›yla diz dize oturur akflamlar›, Ne laflar söyler büyük insan gibi, Hayret edersiniz.. Bir Gergisüban köyü vard›r. Cin da¤lar›n›n arkas›nda. Bizim Narhan›mc›¤›n köyüdür. Fena geçmez baharlar› k›tl›k olmazsa. Elma yetiflir, kartopu yetiflir topraklar›nda. Gelgelelim ya¤mursuz yazlar gelince, Bir dert herkesi dilsiz eder. Narhan›mc›k a¤lar. K›fl da kötü bast› m›yd› üstüne, Açl›ktan s›¤›rlar bile ölür gider...

Bir Mihrali marangoz vard›r. Babas› Mihrali koymufl ad›n› ne yaps›n. Narhan›mc›¤›n akrabas›d›r.. Alinin, Memiflin, Sat›lm›fl›n akrabas›d›r. Terini çevre ile siler Mihrali Potur giyer, çar›k giyer Bütün ömründe afla¤› yukar› Sacta piflmifl mayas›z yufka ekme¤i yer. ... Arpa yetifltirir, sel al›r gider. Bir yar sever, ona da el al›r gider... Bir Anadolu vard›r. Yazlar›, k›fllar›, k›tl›klar›yla, Afl›lmaz duvarlar›n arkas›d›r. Cin da¤lar›n›n arkas›d›r. Bir Anadolu vard›r, Anadolu, Bir lüks banyo sabununun markas›d›r..

EYLÜL 2006 | TAVIR | 9


nota

kay›plar›n ard›ndan grup yorum

10 | TAVIR | EYLÜL 2006


nota

EYLÜL 2006 | TAVIR | 11


söylefli

ruhi su ile konuflma hasan hüseyin korkmazgil

Anadolu. Gö¤sünde bir ak güvercin tutuyor gibi. Gö¤sünde tuttu¤ugüvercini kendi elinden, kendi kolundan, kendi gövdesinden koruyor, k›skan›yor gibi. “Ooo, çok severim çay›! Dudak rengi, dudak s›cakl›¤›, dudak duda¤a...” Elindeki çay barda¤›n› gözleri hizas›na kald›r›yor, sevgiyle bak›yor çay›n rengine: “‹flte böyle... S›cak olmal›, keklik kan› olmal› ve silme dolu olmal›. Severim çay›!” Ve çay birdenbire güzellefliyor. “Kimi Adanal› bilir sizi, kimi Vanl›, kimi S›vasl›...” diyorum. “Do¤um yerim Van. Adana’da büyüdüm,” diyor. “Benim de lise y›llar›m Adana’da geçti. Güzel yer, Adana.” Çay›n› hazla yudumluyor. “Güzel ve de¤iflik... Çocuklu¤umun ve gençli¤imin geliflmesini, insan›ndan bitkisine kadar, Çukurova’ya ve çevresine borçluyum.” “Aile çevrenizde müzi¤in yeri nedir? Bugünkü çal›flmalar›n›z› konservatuvar y›llar›na kadar uzatmak mümkün mü?” “Türkülerle olan iliflkim, çocuklu¤uma kadar uzanmaktaysa da, bu konuda bilinçlenmem Devlet Konservatuvar›’nda bafllad›.”

“B‹R YERDE TÜRKÜLER NE KADAR GEL‹fiM‹fiSE, ANLATIM GÜCÜ NE KADAR ARTMIfiSA, ORADAK‹ KOfiULLAR O ORANDA A⁄IR DEMEKT‹R” Ak› karas›ndan çok, dalgal›, gür saçlarla çevrili vakur bir yüz. Ve bu yüzü gizli bir el gibi dolaflan, ac›, öfke, umut, sevgi ve dostluk kar›fl›m›, ince, ipince bir gülümseme. Tok, ifllenmifl, ölçülü bir ses. Uyan›k, bilinçli, tane tane sözcükler. F›rt›na öncesi gibi bir adam. Bu adamla kötü fley konuflulamaz, diyor insan. Bu adamla sanat konuflulur, türkü konuflulur, halk konuflulur, güzel ve güzellik konuflulur, dostluk konuflulur, kötü fley konuflulamaz. O ince ‹stanbullulu¤un alt›nda gürül gürül, inim inim, inifl-yokufl, eflk›ya bir

12 | TAVIR | EYLÜL 2006

Duvarda as›l› saz› al›p oturuyor sedire. Dik ve usta. Tafllar› yontup haz›rlam›fl. Bu tafllarla ne yapaca¤›n› iyi biliyor. Onun sanata sayg›s› karfl›s›nda son derece duygulan›yor insan. Ruhi Su, ifllenmifl sesin ötesinde baflka bir fley. Örne¤in bilinç, örne¤in sesin baflkald›r›fl›, örne¤in halk›n diri yan›, durmadan yenilenen yan›. Ruhi Su’yu dinlerken tarih bilinciyle coflmamak elde de¤il. “Kaç y›l sustunuz Usta? Bu susuflun bugünkü sanat›n›zdaki pay›, etkisi, rengi sizce nedir?” Ba¤lamay› b›rak›p sedire, çay›na dönüyor. “1945 y›l›na kadar radyolarda söyledim. Türkü söyleyenin susmas›, türkülerin susmas› demek de¤ildir. Bu türküleri ortaya koyan, hayat›n kendisidir, halk›n içinde bulundu¤u koflullard›r. Bu hayat, bu koflullar sürüp gidecek, fakat bu türküler söylenmeyecektir,


söylefli

denilemez.” Birden bir f›rt›na yalay›p geçiyor yüzünü, sesi daha tok, daha öfkeli, daha kesin bir ton kazan›yor: “Akflam öten kufltan kork, sabah solunda uyanmaktan kork, fukaradan kork, dostluktan, türkülerden kork. Bir düzen; türkülerinden korkmaya bafllad› m›, art›k o düzeni kimse ayakta tutamaz. Nesimi’nin derisi yüzülmüfl, Pir Sultan Abdal as›lm›fl; fakat bütün asmalara kesmelere ra¤men, ne o düzen kalm›fl, ne de o debdebeli sultanlardan bir kimse...” Konuflmuyor, türkü söylüyor sanki. K›r›k dökük bir tek sözcük ç›km›yor a¤z›ndan, her sözcü¤ü yontmatafl gibi sa¤lam, ölçülü, dengeli.

... “Sabahacak kandilleri yanard› Soytar›lar f›r›l dönerdi Ha diyende befl yüz atl› binerdi Aln› top zülüflü beyler nic’oldu” diyor sanki. Hayat ak›p gidiyor. Beyler, sultanlar göçüyor. Saltanat da, zulüm de, debdebe de kimseye kalm›yor. Yaflay›p giden sadece türküler, türkülerde halk. ‹flte bitmeyen, susmayan sadece bu ses! Ruhi Su, bu damara ba¤lam›fl kendini. “En son yapt›¤›n›zla ilk yapt›¤›n›z türkünün adlar› ve aralar›ndaki ayr›m sizce nedir? ‹kisi aras›nda kaç y›l geçti?” “Yapmak sözcü¤ünü ‘söylemek’ anlam›nda kullan›yorsan›z, ilk

EYLÜL 2006 | TAVIR | 13


söylefli

söyledi¤im türkülerle bugün söylediklerim aras›nda k›rk befl y›la yak›n bir zaman geçti. Yok, ‘bestelemek’ anlam›nda kullan›yorsan›z, benim iflim genellikle icrac›l›kt›r.” “Halk türkülerinin do¤ufl nedenlerine, yani -bir bak›ma- özlerine inmek ve sanat›n›z› oradan bafllatmak gerekti¤i görüflüne ilk nerede, hangi tarihte, ne gibi etkiler ve koflullar alt›nda vard›n›z? O s›rada bat›da bunun örnekleri var m›yd›?” “Söyledi¤im gibi, türküler üzerinde bilincim konservatuvar y›llar›na rastlar. Bu bilinçlenmeye yaln›z müzik e¤itiminin yetti¤ini söylemek, tabii, eksik olur. Bütün eylemlerde oldu¤u gibi, müzik çal›flmalar›n› da etkileyen, insan›n genel kültürü, çevresi, içinde yaflad›¤› koflullar ve dünya görüflü oluyor.” “Hakl›s›n›z... Müzik e¤itimi yetseydi, o güzelim halk melodilerini, motiflerini çorba yap›p armonize müzik diye pazara sürmezlerdi. Peki, Ustam, türkülerin de toplumun geliflmesine paralel bir geliflmeleri oldu¤u düflünülürse, ortaya bir ‘zaman’ faktörü ç›kmaktad›r. Türkülerin köklerine, do¤ufl nedenlerine inerken, acaba bu ‘zaman’ faktörünü nas›l de¤erlendiriyorsunuz? Bunda ölçünüz, sadece türkünün sözleri midir?” Eksik fazla bir fley söylememe kayg›s›yla bir an susuyor, sonra, sesleri birlefltirir gibi s›ral›yor sözcükleri: “Türkülerin melodi örgüleri olsun, tonalite özellikleri olsun, insana bir ‘zaman’ kavram›n› düflündürebilirse de, mimaridekine ya da tarihsel kal›nt›lardakine benzer kesin bir fley söylenemez. Sözgelifli, Yunan heykelleriyle bugünkü heykeller aras›nda bir Hitit heykeli görülse, kesinlikle ay›rt edilir de, bugün dinledi¤imiz türküler aras›nda hangisinin bir Hitit türküsü ya da Hitit üslubunda bir türkü oldu¤u ay›rt edilemez. Oysa, bu heykeller, çanak-çömlekler, kabartmalar nas›l kalm›fl ve bugünkü sanat› etkilemiflse, türkülerinden ve oyunlar›ndan da bir fleyler kald›¤› ve bugünkülerin aras›nda bulundu¤u muhakkakt›r. Yaln›z bunlar de¤il, Hitit insan›n›n da bugünkü Anadolu insan›nda devam etti¤ini söylemek bir kehanet olmasa gerek. Tabii, türkülerde sözün zaman›n› tespit etmek melodiye göre daha kolayd›r. Bir türkünün icras›nda, sözleri de¤erlendirmektir bütün çaba. Çünkü türkünün gerek melodi örgüsünün, gerek ritminin de çabas› bu sözleri de¤erlendirmektir. Dikkat ederseniz, halk, oyun havas›n› a¤›t gibi, a¤›d› kafl›khavas› gibi söyler. Türküler, zamanla, amac›ndan, do¤ufl nedeninden uzaklafl›yor halk›n a¤z›nda. Bunlar› düflünen icrac›da bir yorum sorunu ç›kar ortaya.” “Çay” “Memnun olurum...” Ruhi Su, yöntem bak›m›ndan, kaz›larda ele geçen bir çömlek parças›ndan o ça¤›n ekonomik ve sosyal yap›s›n›, kültür ve sanat›n› ortaya ç›karmaya çal›flan bir bilim adam›na benziyor. “Say›n Ruhi Su, bugüne kadar, çal›flmalar›n›zda izledi¤iniz yöntem, uygulad›¤›n›z ilkeler, kulland›¤›n›z araç ve gereçler neler oldu? Bari flöyle soray›m. Yapt›¤›n›z iflin bat›daki karfl›l›¤›, yeri nedir?

14 | TAVIR | EYLÜL 2006

Armonizasyon yoluyla üzerinde çal›flt›¤›n›z baflar›l› yap›tlar ve varsa e¤er, orijinal yap›tlar›n›z nelerdir?” “Ben türkü söylerken iki araç kullan›yorum: Biri sesim, biri saz›m. Bazen, yanl›fl olarak, benim yapt›¤›m ifle ‘armonize etmek’ diyorlar. Armonize etmek, kolay bir tan›mla, teksesli bir müzi¤i, bir melodiyi, çoksesli hale getirmek demektir. Ben, teksesli olan bu türküleri, görüyorsunuz ki, yaln›z kendi sesimle söylüyorum. Benim yapt›¤›m iflte armonize etmek deyimi ancak türkü söyledi¤im s›rada sazda, türkünün melodisinden ayr› sesleri ve akorlar› duyurabilirsem gerçekleflebilir. Bu anlamda, saz›n olanaklar› içinde bunu bazen yapt›¤›m› söyleyebilirim.” “Örne¤in hangilerinde?” “Örne¤in, bir masal türküsü olan ‘Bebek’te...” Güzel türkü ‘Bebek’! Plak Ankara’ya ilk geldi¤inde, Ruhi Su’yu hiç dinlememifl olanlar› deli etmiflti. Gecenin geç saatlerine dek, ellerinde “Bebek” pla¤›, dolmufl dolmufl dolaflarak dolmufllar›n pikaplar›nda “Bebek”i çalanlar› hat›rl›yorum. “Bugünkü çal›flma olanaklar›n›z nas›l, yeterli mi? Karfl›laflt›¤›n›z belli bafll› güçlükler ve içinde bulundu¤unuz zorluklar, bunlar›n sanat›n›za etkisi sizce nedir? fiu anda, hangi çevrede daha etkili oldu¤unuz kan›s›ndas›n›z?” “Konserler, kulüpler ve plaklardan ibaret çal›flma olanaklar›m. Yapt›¤›m ifl, geri kalm›fll›¤›n al›flkanl›klar›n› zorlayan bir ifl oldu¤undan, güçlükler ve zorluklar bu al›flkanl›klar›n› sürdürmek isteyenlerden geldi. Sanat›mda bunlar›n etkisiyse daima olumlu oldu. Bu bak›mdan, ayd›nlar ve ayd›nlanm›fl insanlar çevresinde daha etkili oldum kan›s›nday›m.” Çay içiyoruz. “Ustam, merak etti¤im bir fley daha var: Y›llarca sustuktan sonra, ilk olarak nerede ve hangi tarihte topluluk karfl›s›na ç›kt›n›z? O günkü dinleyicilerin tepkilerini bugün berrakl›kla de¤erlendirebiliyor musunuz?” Az önceki gülümseyen adam gidiyor, yerine çetin bir adam geliyor: “Hiçbir zaman, hiçbir yerde susmad›m!” Sesi dalga dalga dolafl›yor salonu, “Yama’dan gel Yama’dan” oluyor, “Kalkt› göç eyledi Avflar elleri” oluyor, “Bebek” oluyor, “Kalenin bedenleri” oluyor, “Debreli” oluyor, “Hayali gönlümde yadigâr kalan” oluyor! Devam ediyor: “Tepkileri de¤erlendirme sorunuysa, bu, az önce söyledi¤im gibi oldu her zaman.” “Peki, sanat hayat›n›zda, bugüne kadar en çok neye sevindiniz, neye üzüldünüz, neye k›zd›n›z, neden nefret ettiniz, neyi be¤endiniz?” “Sevindi¤im, üzüldü¤üm, k›zd›¤›m, be¤endi¤im, nefret etti¤im


söylefli

fleylerin hepsini türkülerle söylüyorum.” “Böyle bir araca sahip olmak ne büyük mutluluk!” diyorum. Dostça gülüyor. “Söz yetmiyor bir yerde!” diyorum dostça gülüyor. “Türk halk müzi¤i, özellikle türkülerimiz üzerindeki görüflleriniz?” “Tarih süreci içindeki özel durumundan dolay›, folkloruyla, folklor müzi¤iyle, türküleriyle dünyan›n en güzel birikimine sahip memleketlerden biri de bizim memleketimizdir. Fakat bu zengin birikim ça¤dafl bir kültüre dönüflemedi¤inden, ancak evvel gelenin çilesini sonra geleninkine eklemekle yetinmektedir. Bir yerde türküler ne kadar geliflmiflse, anlat›m gücü ne kadar artm›flsa, oradaki koflullar o oranda a¤›r demektir. Türkülerden korkulmas› bofluna de¤ildir!” “En çok emek verdi¤iniz ve en çok sevdi¤iniz yap›tlar›n›z hangileridir?” Do¤rusu bu soruyu bana sorsalard›, ne karfl›l›k verece¤imi bilemezdim. Ruhi Su: “Türkülerdir. Bu türküleri ben kendim yapm›fl›m gibi seviyorum,” deyiveriyor.

ruhuna ayk›r› m›d›r, de¤il midir?” “Sokaktaki dilenciden ve sat›c›dan tutun da senfonik müzik ustalar›na kadar herkes, kendi ölçüleri içinde halk türkülerinden yararlanmaktad›r. Pop’çularla cazc›lar da bizim dünyam›z›n d›fl›nda insanlar de¤ildir, onlar da elbet bu halk kaynaklar›ndan yararlanacaklard›r. Kim olursa olsun, bu yararlanmadaki baflar›-s›zl›¤› tutulan yolun yanl›fll›¤›nda de¤il, yapt›klar› iflin gerektirdi¤i yetenek ve olanaklardan yoksun olmalar›nda aramal›y›z. Halk›m›z›n diliyle yap›lan baflar›l› bir iflte ayk›r›l›k düflünülemez kan›s›nday›m.” “Son y›llardaki sosyal ve politik geliflmenin Türk halk müzi¤ine etkisi ve katk›s› sizce olumlu mudur, de¤il midir?” “‹ster sosyal ve politik geliflmelerin halk müzi¤ini, ister halk müzi¤inin sosyal ve politik geliflmeleri etkilemesi olsun, bunlar, bir oluflumun bütünü içinde kaç›n›lmaz gerçeklerdir. Bunun olumlu ya da olumsuz say›lmas› kiflilere göre de¤iflen bir fleydir.” “Bugüne kadar Türkiye’nin hangi bölgelerinde, hangi kentlerinde konser verdiniz?” “Daha çok Ankara, ‹zmir, Zonguldak, ‹stanbul’da konserler verdim.”

Birden akl›ma geliyor: “Son birkaç y›l içinde büyük kentlerde görülen saz flairi bollu¤unda sizin sanat›n›z›n ve size benzeme iste¤inin büyük rolü oldu¤u görüflüne ne dersiniz? Son günlerde halkta saz flairlerine karfl› bir isteksizlik, bir kan›ksama oldu¤u gözden kaçm›yor. Bu, ekonomideki,’ arz-talep’le aç›klanabilir mi, yoksa halk›n müzik be¤enisinde bir incelme, bir yükselme mi söz konusudur? Plak furyas›n›n kötü etkisinin önüne geçilip geçilemeyece¤i konusunda ne düflünüyorsunuz?” diyorum.

“Size, sanat çal›flman›zla ilgili bütün olanaklar sa¤lansa, Türkiye’de ilk gidece¤iniz ve inceleme yapaca¤›n›z bölge neresi olur? Bugüne dek en çok hangi bölgelerden ve kaynaklardan yararland›n›z?”

“Türkülerin radyolarda, gazinolarda, plaklarda gittikçe a¤›r basmas›n›n nedenini türkülerdeki yaflama gücünde ve hayata ba¤l› bir anlat›ma sahip olmas›nda aramal›. Kentlerde yaflayan halk›n be¤enisinde kültürünün ve görgüsünün etkisi su götürmez bir gerçek oldu¤u gibi, son günlerde bu be¤eninin geliflti¤i de bir gerçektir. Bütün di¤er sanatç›lar gibi, ben de bu be¤eninin geliflmesine bir emekle kat›ld›¤›mdan dolay› mutluyum. Plak furyas›na gelince:

Bafl›n› kald›r›yor ve: “Zaman yetmiyor Hasan Hüseyin”, diyor, “su gibi ak›p gidiyor zaman. Oturup flöyle hoflbefl etmeye bile vakit bulam›yoruz!” “Ne yaz›k ki... Ömrümüz yaflayarak de¤il, ekmek paras› için didinerek geçiyor. Günlük ekmek derdine biz yaflamak demifliz yanl›fll›kla. Bütün dava bu yanl›fl› düzeltmek! Haa, akl›ma gelmiflken soray›m: Ruhi Su Ekolü diye bir ekolden söz ediliyor. Acaba bu ekol birtak›m kurallardan çok, sizin kiflili¤inize dayanm›yor mu?”

Devlet’in flu s›ra ivedilikle ele ald›¤› konu, be¤enileri bozanlar de¤il, fikirleri bozanlar oldu¤undan, kötünün iyiyi kovmas› bir süre daha devam edece¤e benzer,” diyor. “Acaba sorabilir miyim: Eski ve yeni saz flairlerimizden hangilerini be¤enirsiniz?” “Hepsini ayr› ayr› yönleriyle be¤eniyor ve seviyorum.” “Size bir soru daha, say›n Ruhi Su: ‹lkel halk türkülerini malzeme olarak alan ve onlar› caz tekni¤iyle iflleyen Pop’çular hakk›nda ne düflünüyorsunuz? Caz tekni¤iyle ortaya konan ürünler Türk halk›n›n

Bafl›n›, Ruhi Su’ca, yan öne e¤iyor, bir süre susuyor, sonra gözlerini k›sarak: “Hiçbir ayr›m yapmadan, yurdumun bütün bölgelerine giderdim”, diyor. “En çok yararland›¤›m bölge, flüphesiz, çocuklu¤umu ve gençli¤imi geçirdi¤im Toros ve Çukurova çevresi oldu.”

“Be¤enilen bir sanatç›y› izlemek ve ona benzemeye çal›flmak ola¤an bir fleydir. Halk ozanlar›na özenen ayd›n sanatç›lar oldu¤u gibi, ayd›n sanatç›lara özenen halk sanatç›lar› da vard›r. Fakat, ekol diye tan›mlanabilecek bir fleyin herhalde biçimsel özentileri aflmas› gerekir; yoksa, bir taklit olmaktan ileri gidemez. Ama taklidin de insanlar›, özellikle çocuklar› gelifltiren bir fley oldu¤unu unutmamak gerekir.” * Bu konuflma 1 Nisan 1968 tarihli Forum’un 336. say›s›nda ve Ruhi Su’yu anlatan Ezgili Yürek adl› kitapta yer alm›flt›r.J

EYLÜL 2006 | TAVIR | 15


fliir

555 K cemal süreya

fiimdi saat sekizdir bafllar gecemiz Gündüzü k›saltt›lar geceyi uzatt›lar fiimdi ac›n›n ve hüznün göklerinde Umudun y›ld›z› sar› y›ld›z mavi y›ld›z Uykumuzun bir ucunda bombalar Bir ucunda hürriyet inanc› sabaha kadar ‹ngiliz usulü piyade tüfekleriyle ‹nsanca yaflaman›n onuru aras›nda Milletcek bir gidip bir geliyoruz fiimdi saat sekizdir bafllar gecemiz

fiimdi Bursa’da ipek çeken k›zlar Bir karasevda halinde söylemektedir: Görme¤e al›flt›¤›m›z nice yazlar Kimleri al›p götürdüler ama kimleri Karanfil b›y›kl› genç te¤menleri Ak saçl› profesörleri, ö¤rencileri Adlar› fluram›za ifllemektedir Ah dayanmaz dayanmaz bakmaya gözler Bir karasevda halinde söylemektedir fiimdi Bursa’da ipek çeken k›zlar fiimdi Erzurum’da çift sürenlerin Geçit vermez kafllar›n›n alt›nda Derindir, ›ss›zd›r, korkunçtur gözleri Saban›n demiri girdikçe topra¤a H›nçlar›n› gömmektedir içine yerin. Çünkü millet hay›nlar› Ankara’larda Çünkü ‹zmir’lerde, çünkü ‹stanbullarda Çünkü baflka yerlerinde memleketin Kan›na girdiler masum gençlerin ‹flte onun için karanl›kt›r gözleri fiimdi Erzurum’da çift sürenlerin.

16 | TAVIR | EYLÜL 2006

fiimdi ay do¤ar bulutlar aras›ndan Kavat derebeyleri yüreksiz bolu beyleri H›rs›zlar, yüzde oncular, kumar erleri Cebren ve hile ile haklar›m›z› alan Zulmü ve alçakl›¤› yöneten murdar üçken Biliyor musunuz bir orman gelifliyor flimdi Türküleri duyuyor musunuz nice derin Yak›lm›fl çoban ateflleriyle da¤larda Karanl›¤› tutuflturup bir köflesinden Geceyi gündüze çevirenlerin Biz flimdi alçak sesle konufluyoruz ya Sessizce birleflip sessizce ayr›l›yoruz ya Anam›z çay demliyor ya güzel günlere Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya barda¤a Sabahlar› iflimize gidiyoruz ya sessiz sedas›z Bu, böyle gidecek demek de¤il bu ifller Biz flimdi yan yana geliyoruz ve ço¤al›yoruz Ama bir a¤›zdan tutturdu¤umuz gün hürlü¤ün havas›n› ‹flte o gün sizi tanr›lar bile kurtaramaz.

* 555 K: 5 May›s 1960 günü Ankara’da K›z›lay Meydan›’nda Adnan Menderes iktidar›na karfl› düzenlenen büyük bir gösterinin kodu. “Beflinci ay›n beflinde, saat beflte K›z›lay’da” anlam›na gelir.


inceleme

ben de öleyim de kara toprak bafl›ma saç›ls›n kayhan demir

Afla¤›dan çam söküldü Dal› buda¤› döküldü Gadan alay›m iller Genç iken belim büküldü

Ecelsiz ölenler… Ölmeden mezara konanlar… A¤›t… A¤›tlar›m›z… Bazen ezgili, bazen sadece bir fliir… Hayat›n kendisi gibi inen ve ç›kan ama hep yürek yakan, göz p›narlar›m›z› açan a¤›tlar. Söylenmesini hiç istemedi¤imiz ama insan oldu¤umuzu hat›rlatt›¤› için sevdi¤imiz a¤›tlar…

ru olacakt›r. Buna ra¤men örne¤in evlenme törenlerinde evden ayr›lan genç k›z›n ard›ndan yak›lan a¤›tlar da vard›r. “Gelin a¤›d›” denilen bu örnekler halk›n “a¤›t”› ne kadar genifl anlamlarda kulland›¤›n›n da bir göstergesidir. Yaz›m›zda as›l olarak ölenin ard›ndan söylendi¤i biçimiyle de¤inmeye çal›flaca¤›m›z a¤›d›, belirli bir tören ya da türkü biçimiyle s›n›rlamak oldukça zor görünüyor. Ölüye a¤lama törenini düzenleyen, ölünün soyundan ve baflkaca yak›nlar›ndan, dostlar›ndan, komflular›ndan, kad›nlar, ölünün

evinde, cenaze kalkmadan da, kalkt›ktan sonra da toplafl›p, fliir düzenine uygun olsun olmas›n, "a¤›t" deyimiyle adland›r›lan sözlerle a¤lafl›rlar; bu a¤lamalara çeflitli yak›nma hareketleri de kat›l›r. Deprem, sel gibi büyük do¤al afetler ya da büyük yenilgilerle sonuçlanan savafllar, hastal›klar, ayaklanmalar›n ezilmesi, halk nezdinde ünlü kiflilerin ölümü de bir a¤›da konu olabilir. A¤›tlar ço¤unlukla ilk kimin yakt›¤› bilinmeyecek flekilde “anonim” olarak bugüne ulaflm›flsa da bu alanda, tan›nm›fl flairlerin ve müzis-

Ölenin ard›ndan duyulan ac›y› ifade etmek için insano¤lunun çok fley yapt›¤› aç›k: A¤lad›, hayk›rd›, karalar giyindi, atefller yakt›, ölüsünü türlü çiçeklerle süsledi, törenler yapt›. Bu davran›fl hem ölenin ard›ndan duyulan ac›y› hem de ölüye duyulan sayg›y› ifade etmesi aç›s›ndan önemlidir. ‹lk olarak av ya da savafllar s›ras›nda haberleflme, av›/düflman› korkutma amac›yla ortaya ç›kt›¤› söylenir müzi¤in. Kim bilebilir bunu? Belki ölüsünün bafl›nda u¤unan, ac›dan k›vranan biri yaratt› ilk ezgiyi… Belki bir kuflu ›sl›k çalarak taklit etmeye çal›flan bir delikanl›. Belki de çocu¤unu uyutmak isteyen bir anne… Müzi¤in kökeni baflka bir yaz›n›n konusu olur ama a¤›d›n kökeninin insanl›k kadar eski oldu¤unu da düflünmeden edemiyoruz. Dil bilimine göre a¤›t, “a¤lamak” kökünden türemifl. A¤›t; bir tören dâhilinde ya da törensiz, ac›kl› bir olay› –ço¤unlukla ölümükonu edinen müzikli ya da müziksiz “deme” olarak tan›mlanabilir. Ölü bafl›nda a¤lama, s›zlama, ölenin giysilerini sergileme, gibi geleneklerin bütünü demek belki de daha do¤-

EYLÜL 2006 | TAVIR | 17


inceleme

(Anonim) “… Befl döflekten yer etti¤im Fitilli çarflaf örttü¤üm Küsüp de ayr› yatt›¤›m Periflan›m Sar› Bey’im…” (Anonim) A¤›tç›, genel olarak ölen kiflinin k›z kardefli, anas›, k›z›, amcak›z› gibi bir yak›n›d›r. Bazen bu bir yabanc› da olabilir; hatta a¤›tç›l›¤› ifl edinmifl, emeklerinin karfl›l›¤› para ya da baflkaca hediyelerle ödenen kad›nlar da vard›r. Bu tür a¤›tç› kad›nlar›n, çok uzak mesafelerden a¤›t yakmas› için davet ald›¤› görülmüfltür. A¤›tç› -yabanc› oldu¤u durumlardakendi ad›na da söyler ama sözlerinin büyük ço¤unlu¤u, aile üyelerinin ve yak›n akrabalar›n›n a¤z›ndand›r. Tören s›ras›nda a¤›d› uzun süre bir tek kifli söyleyebilece¤i gibi, törene kat›lanlar›n nöbetleflerek söylefltikleri de olur. A¤›t, ölünün yak›n, uzak geçmiflini, ço¤u kez geçmifli bugüne getirerek, ölüyü de konuflmalara katarak anlat›r. Bu yan›yla a¤›t ayn› zamanda, bir anlat› ve dramlaflt›rmal› bir gösteri niteli¤i kazan›r: “… Çal›n davullar› çaydan afla¤› Mezar›m› kaz›n dostlar belden afla¤› Koyun sular›m› kazan dolunca Aman ölüm, zal›m ölüm üç gün ara ver Al bafl›mdan bu sevday› götür yare ver…” (Anonim) yenlerin üretimlerine de rastlan›r. Yukar›da ad› geçen a¤›t yakma törenlerinin kendi içinde kimi kurallar› var. Divri¤i’de gerçekleflen bir törende flu aflamalar görülmüfltür: -Söylenen türküye orada bulunan hemen herkes kat›l›r. -Odaya her yeni gelen kad›n, ölünün en yak›n› ve yaflça en büyük olan›n›n boynuna sar›l›r ve a¤lar, baflörtüsünün ucuyla gözlerini siler, daha sonra kendine bir yer bulup oturur ve a¤›tç›n›n sesine kendi sesini katarak “figan” eder. -Ac› feryatlar, zaman zaman törene kat›lan bütün kad›nlar taraf›ndan koro halinde tekrarlan›r. Bolu’da gerçekleflen bir törende de flunlar görülmüfltür: -Kad›nlar a¤›d›, oturduklar› yerde bafl bafla

18 | TAVIR | EYLÜL 2006

vererek söylerler. -Aileden olan kad›nlar, ac›lar›n› ifade etmek için a¤›t yakman›n d›fl›nda yumruklarla gö¤üslerine vurmak, saçlar›n› yolmak gibi çeflitli davran›fllarda bulunurlar. ‹skenderun’da ölünün anas› gö¤süne vurur, gelin ise “toprak bafl›ma” diyerek ba¤›r›r ve saçlar›n› yolarken Kayseri’de kad›nlar a¤›t yakma eylemi s›ras›nda t›rnaklar› ile kendi yanaklar›n› y›rtarlar. Anadolu’da ezgi ve türkü eflli¤inde “ölüye a¤lama” törenlerini yaln›zca kad›nlar›n düzenledi¤i ve yürüttü¤ünü görüyoruz. Bu kad›nlar ço¤unlukla ölenin k›z kardefli, annesi, yak›n akrabalar›, dostlar› ve komflular›d›r: “… Evlerinin önü f›nd›k F›nd›¤›n dal›n› k›rd›k Sözde biz de gelin olduk. Uyan Ali’m, uyan da bir tanem sar beni…”

Kimi bölgelerde a¤›tç›, ezgili-ezgisiz sözleri söylerken bir yandan da ölünün giysilerini bir bir eline alarak etrafa gösterir. Hatta bir araflt›rmac› flöyle ilginç bir örnek de tespit etmifltir: Genç yaflta ölen bir k›z›n anas›, a¤›t yap›ld›¤› s›rada k›z›n›n niflanl›s›n›n geldi¤ini görünce -canl› bir insan giydiriyormufl gibiölü k›z›n› giydirir. K›z›n baz› giysilerini de delikanl›n›n kuca¤›na atar ve bu konuyla ilgili a¤›d›na iki dize daha ekler. Siverek’te rastlanan bir töreye göre ölü-ün at› sokakta gezdirilir, ya da cenaze alay›n›n yan›nda, üstü sahibinin elbiseleriyle örtülmüfl olarak, mezara kadar götürülür. Bu davran›fl, ölmüfl kiflinin, toplulu¤un yaflant›s›na son defa olmak üzere bir türlü "kat›l›fl›" olarak yorumlanabilir. Ayr›ca ölenin kim oldu¤u hakk›nda da çevreye bilgi de verilmifl olur:


inceleme

“… Çaml›¤›n bafl›nda tüter bir tütün Ac› çekmeyenin yüre¤i bütün Ziya’m›n at›n› pazara tutun Gelen geçen Ziya’m ölmüfl, desinler…” (Anonim)

huyca övülecek yönlerini say›p döker; güzelli¤ini, yüreklili¤ini, cömertli¤ini, boyunu bosunu över. Ölü yoksulsa çektiklerini, ac›lar›n›, yoksullu¤unu; varl›kl›ysa da mal›n›, mülkünü, davar›n›, tarlas›n› anlat›r.

Ölü, ö¤leden sonra geç saatte can vermifl ise gömme ifli o gün yap›lamayaca¤› için törenler ve a¤›t yakmalar bütün gece sürebilir. A¤›t, gömme iflinden sonra da devam eder. Gömme töreninden sonra a¤›da Siverek’te üç gün, Divri¤i’de üç ya da befl gün devam edildi¤i görülmüfltür.

A¤›tlar bu yönüyle toplumsal kay›tlard›r. A¤›tç› gösteriflsiz, hiçbir özenti kayg›s› göstermeksizin, köy ve kasaba yaflant›s›ndan ve günlük olaylardan haber verir: Aile içindeki geçimsizlikler ve çekiflmeler, tamamlanmam›fl dü¤ün haz›rl›klar›, yüzüstü kalm›fl harman, ödenecek borçlar gibi. Örne¤in genç bir köy ö¤retmeninin ölümüne yak›lan bir a¤›t onun okuluna, ö¤rencilerine ba¤l›l›¤›n›, köylülerin yollar› kapam›fl olan zorlu k›fl günlerinde onu kurtarma umudu ile flehirden doktor getirebilmek için ellerinden geldi¤ince nas›l çabalad›klar›n› say›p döker.

A¤›tlar genel olarak ölünün evinde yak›l›r. Bu genel yarg›ya ra¤men, ‹zmir’in Bademler köyünde yaflayan Tahtac› Alevilerinde kad›nlar›n mezarl›¤a giderek mezar bafl›nda da a¤›t yakt›¤› görülmüfltür. Bazen kifli kendi evinden uzakta, gurbette ölür. Bu durumda, öldü¤ü yerde a¤›t yakacak kad›nlar bulunursa a¤›da orada bafllan›r. Ankara’da hastane önünde ölüsünü almaya gelen kad›nlar›n a¤›t yakt›¤› görülmüfltür. Gurbetten ölüm haberi geldi¤inde kiflinin köyünde ve evinde de a¤›da bafllan›r: “… Mezar›m› kaz›n bay›ra düze Yönünü çevirin s›ladan yüze Benden selam söylen sevdi¤imize Bafl›na koysun karalar ba¤las›n Gurbet elde kald›m diye a¤las›n…” (Anonim) A¤›tç›lar genel olarak siyah renkli elbiseler giyer. Buna ra¤men Konya Cihanbeyli’de a¤›tç›lar›n beyaz elbiseler giydi¤i, bafllar›na beyaz yemeniler ba¤lad›klar› görülmüfltür. Baz› durumlarda a¤›tç›lar elbiselerini -astar› d›fla gelecek flekilde- tersten giyerler. Süs eflyas› takmazlar, yas süresi boyunca da takmaktan kaç›n›rlar. ‹nan›fl›n tam tersine göre kad›nlar›n saç açmas›, örtülerini atmas› da yas kurallar›ndand›r. “… Ötmesin bülbüller solmufltur gülüm Döküldü çiçe¤im kurudu dal›m Dostlar omzunda giderse sal›m (tabut –bn-) At›ver çemberi (baflörtüsü –bn-) sal›m üstüne Karalar m› giydin al›n üstüne…” (Anonim) A¤›tlar do¤al olarak ölü ve ölümden söz eder. A¤›tç› genel olarak ölünün vücutça ve

A¤›t, a¤lanan kiflinin hangi flartlar içinde öldü¤ü üzerinde de çok durur. En çok konu edinilenler bir kaza kurflunu ile ya da düflman eliyle gelmifl hesaps›z ölümlerdir: Cinayete kurban gidenlerin, bir kavga sonunda can verenlerin ölümleri... Yine ayn› flekilde eflk›yalara yak›lm›fl a¤›tlar; onlar›n güçlü oluflu, devlete meydan okumalar› üzerinde durur. Eflk›yalara ya da baflkald›rm›fllara yak›lan a¤›tlarda jandarmalar›n takibi, pusular, çarp›flmalar›n çeflitli yönleri, as›lma sahneleri canland›r›l›r: “… Buhurcular bölük bölük geldiler Akba¤r›m› delik delik deldiler Duvar›n dibinde resmim ald›lar Ak k⤛t üstünde tan›y›n beni Gardafl n’idelim oy Dayan ince Memed dayan n’idelim Gardafl n’idelim oy Tut elimden ince Memed Gidelim da¤lar gidelim oy…” (Anonim) “… Konak avlusunda dizili tafl›m Livaya yollad›m cans›z gövdesiz bafl›m Ne anam var ne babam ne kardafl›m…” (Anonim) “… N’olayd› da Kozano¤lu n’olayd› Sen ölmeden ecel bana geleydi Bir ç›k›ml›k can›m› da alayd› Böyle sensiz kalmasayd›k cihanda…” (Dadalo¤lu)

Halk kültüründe böyle flekillenen a¤›t yakma eylemi, 20. yüzy›lla birlikte özellikle kentlerde baflka biçimlerle ortaya ç›km›flt›r. Bugün k›rsal bölgelerde eski haliyle yaflat›lmaya çal›fl›lan bu gelenek kentlerde neredeyse unutulma durumundad›r. Bu kültür, k›rdan kente göçle birlikte k›smen kentlere tafl›nsa da bugün oldukça geri durumdad›r. Bununla birlikte kent yaflam›nda a¤›t ve a¤›t yakma eylemi yeni bir görüntüye de bürünür. 60’l› y›llarla belirginleflmeye bafllayan toplumsal mücadele ve bu mücadelenin getirdi¤i ölümler yeni bir a¤›t türünü de beraberinde getirmifltir. fiiir ve müzikle geliflen bu a¤›tlar eskiden oldu¤u gibi ölünün bafl›nda ve hatta ço¤unlukla ölünün mezar›n›n bafl›nda söylenmektedir: “… Mormor olmufl gül yaz›s› bedenin Düflmüfl sanki erguvanlar içinde En genç burcu y›ld›zdan bir kalenin…” (Can Yücel) “… Has›na can›m has›na Haber sal›n babas›na ODTÜ’de bir yi¤it ölmüfl Kufllar dönüyor yas›na…” (Gülten Ak›n) “… Hele Ulafl’a Ulafl’a Ulafl benzerdi günefle Ulafl gardafl can veriyor Yüre¤im düfltü atefle...” (Anonim) “… Bu toprakta kal›r ad›n Tohumlar›n aras›nda Yeflilinde tarlalar›n Baflaklar›n sar›s›nda…” (Ülkü Tamer) Yaflam›n vazgeçilmez bir gerçe¤i olan ölüm oldukça insan›n “insan” oldu¤u gerçe¤ini hat›rlatan a¤›t da ölümün bir parças› olmaya devam edecek. Hem ölene sayg› hem de onun için duydu¤umuz ac›y› ifade etmek için.

Kaynakça: Türk Halk Türkülerinde fiiirlik Motifler, Pertev Naili Boratav, Türk Dili Dergisi, 1972. 100 Soruda Türk Halk Edebiyat›, Pertev Naili Boratav, 1973. Anadolu A¤›tlar›, Ahmet fiükrü Esen.J

EYLÜL 2006 | TAVIR | 19


izlenim

alt›n›n siyah rengi tav›r

Tarih, insanlar›n alt›n sahibi olma isteklerinin yol açt›¤› savafllar›n ve serüvenlerin öyküleri ile doludur. Alt›n, zenginli¤in ve bollu¤un bir simgesi... Büyük uygarl›klar›n yükselifl ve düflüflleri, sahip olduklar› alt›n miktar›n›n artma veya azalmas› ile do¤ru orant›l› olmufl. Alt›n o uygarl›¤›n kaderini belirler olmufl… Ortaça¤da kimyac›lar baflka metallerden alt›n elde etmek için yöntemler bulmaya çal›flm›fllar, fakat bu u¤rafl›lar› sonuçsuz kalm›fl; insanlar kendilerini zengin edecek alt›n› bulabilmek umudu ile yeryüzünü dolaflm›fl, bu umutla büyük güçlüklere gö¤üs germifl. Alt›n, topra¤›n alt›nda ve denizlerin diplerindeki yer kabuklar›nda bulunur. Ne var ki bulundu¤u her yerde az miktarda vard›r. Alt›n›n de¤erlili¤ini yaratan nedenlerden biri de, zaman geçince bozulmuyor olmas›d›r. Herkesin dikkatini çekmifltir; binlerce y›l önce yap›lm›fl olan alt›n paralar ve heykeller, daha dün yap›lm›fl gibi par›lt›lar›n› korurlar. Birçok metal hava ile temas edince afl›n›ma u¤rar, paslan›r, bozulur. Alt›n ise özelli¤ini hiçbir zaman yitirmez. Bundan dolay› birçok insan umutla yollara koyulmufl. Zengin olma, açl›ktan kurtulma düflü… Ama bu yolcular›n serüvenleri büyük hayal k›r›klar›yla sonuçlanm›fl... Yaln›zl›k, ev özlemi, fiziksel tehlikeler ve ölüm, iç içe yaflad›klar› bahts›zl›klar ve olaylard›r bu yolcular için… Ç›kmazdan kurtulmak için, kendilerini kumara ya da içkinin kollar›na b›rakan ve sokaklarda boylu boyunca yatan insanlar. Bunlar öyle hayallerle gelmifllerdir ki, alt›n› bulunca zengin olacaklard›r… Ama hayat ac›mas›zd›r… Hiçbir fley hayal edilen gibi olmaz... Yani alt›n› bul-

20 | TAVIR | EYLÜL 2006

mak zengin olmak anlam›na gelmez. “Alt›na Hücum”u duymuflsunuzdur… Filmlere, kitaplara konu olan hücum. “Dünya tarihinde “Alt›na Hücum” olarak an›lan ilk hareket; 1849 y›l›nda California’da Sierra Nevada’n›n da¤lar›nda yafland›. Dünyan›n dört bir yan›ndan gelen alt›n avc›lar›, kaderlerini de¤ifltirecekleri inanc›yla kay›klarla, trenlerle, yürüyerek bölgeye ak›n ettiler. Ço¤u 1849’da yola koyulurlar. Her fleyi göze alarak ç›k›lan ve bir y›l süren çetin yolculuklardan sonra, alt›n tarlalar›n›n zalim gerçe¤iyle karfl›lafl›rlar. Gelecekleri ufuktad›r. Ama o ufka nas›l varacaklar›n› bile-

mezler. Umuda yolculuk ço¤u için hüsranla sonuçlan›r. Kimi de kendi sonunun yaklaflt›¤›n› anlay›nca baflkas›n›n ya da en yak›n arkadafl›n›n sonunu haz›rlamaya bafllar… Alt›n bulma, zengin olma düflünün yerini açl›k ve umutsuzluk al›r. 1848'de 800 nüfuslu küçük bir kasaba olan San Francisco, 5 y›l içinde 50.000 kiflinin bar›nd›¤› bir kente dönüflür. Ayr›ca, her y›l madenlerde çal›flmak için on binler buraya ak›n eder. Yiyece¤e, bar›nmaya ve giysiye ihtiyaçlar› vard›r ve ellerindeki alt›nlar› bunlara harcarlar. Hatta Levi Strauss, iflçilerin daha sa¤lam pantolonlara ihtiyaç duyduklar›n› kavram›fl ve sa¤lam dikiflli "blue-jean"leri alt›n iflçilerine satarak Levi's efsanesini bafllatm›flt›r. Sadece bunlar m›-


izlenim

bul edilebilecek varakç›l›k sanat›, 19. yüzy›l sonlar›nda savafl döneminin ekonomik s›k›nt›lar› ve de¤iflen sosyal ve kültürel koflullarda h›zla geriledi ve unutuldu. Kuyumculu¤un tarihi, do¤al olarak say›s›z tekniklerle dolu. Günümüz kuyumculu¤unda seri ve standart üretim için kullan›lan santrifüj (merkezkaç) veya vakum gibi döküm tekniklerinin temeli olan, kaybolan mum tekni¤i, delikli süslemeler yapmak için kullan›lan ajur, kaz›ma tekni¤i, taneleme anlam›na gelen granülasyon ya da dilimizdeki karfl›l›¤›yla güherse, tombaklama ve mine tekni¤i bunlar›n belli bafll›lar›...”

d›r? De¤il tabi ki… San Francisco'lu tüccar Sam Brennan da bu ticari f›rsat› de¤erlendirir ve bir gün bile alt›n aramaya tenezzül etmeden, California'n›n en zengin adam› ünvan›n› kazan›r. Alt›na hücumun bafllayaca¤›n› duydu¤u zaman, bölgedeki bütün kazma, kürek ve elekleri sat›n al›r. ‹lk alt›n avc›lar› bölgeye geldiklerinde 20 sente sat›lan gereçleri, Brennan, üzerine yüzde 750'lik bir kar oran› koyarak satar. Tüccarlar›n ellerindekiler, sat›n al›nan umutlard›r art›k… Marka haline gelen umutlar… Kendimizi cazibesine kapt›rd›¤›m›z bu maddenin bu kadar ac›mas›z oldu¤unu kim bilebilirdi ki? Alt›n, asaletin simgesi olmas›n›n yan› s›ra süs olarak da kullan›l›r. Kendisine bir sektör oluflturmufltur tarihten bu yana. Kuyumculuk tarihi, ilkel-komünal topluma kadar uzan›r. De¤erli madenler ve tafllar, insanl›k tarihi boyunca kimi zaman güzellik, kimi zaman zenginli¤in ve asaletin simgesi olarak ifllendi, kullan›ld›. O dönemler bunu iflleyen bir sektör kendili¤inden oluflmaya bafllam›fl olmal›. Tak› tarihine dergimizin önceki say›lar›nda yer vermifltik. Ancak uzmanlar, gerçek an-

lam›yla kuyumculu¤un, Mezopotamya'da, M›s›r'da ve Anadolu'da, M.Ö. 4000 y›l›n›n sonlar›na do¤ru bafllad›¤›n› belirtiyorlar. Antik tak›lar oldukça karmafl›k ve onlar› çözmek zor. Ayr›nt›l› ve özenli iflçilikleri incelendi¤inde, el sanatlar›n›n muazzaml›¤› ve eme¤in yüceli¤i insan› hayrete düflürüyor. Çok eskilere dayanan bu ince emek, akla hemen bunlar›n hangi aletlerle, hangi üstün teknik bilgiyle yap›ld›¤› sorusunu getiriyor. ‹nsan›n yarat›c› gücünün bir uzant›s› olan bu teknik geliflimleri, ayn› zamanda insan›n çevresindeki malzeme ile savafl›m›n›n da bir göstergesi olarak kabul etsek yanl›fl olmaz. Kültürün en eski ça¤lar›ndan itibaren teknik ve insan iç içe... Plastik deformasyonu çok yüksek olan alt›n›n bu özelli¤i, ilk olarak Tunç Ça¤›'nda biliniyordu. Eski ça¤lar›n ustalar›, saf alt›n› döverek zar gibi inceltebiliyorlard›. Varak ve varak kaplama denilen bu teknik M›s›rl›lar, Çinliler, Yunanl›lar taraf›ndan kullan›lm›flt›. ‹slam sanat›nda alt›n ve gümüfl varaklar, ahflap ve metal eflyan›n yan› s›ra minyatürlerin renklendirilmesinde, bask› motiflerinde ve elyazmalar›nda genifl ölçüde kullan›lm›fl. “Kuyumculuk tarihinin bafllang›c› gibi ka-

Gedikpafla’ya gidip alt›n›n ifllendi¤i mekânlar› gördük. Asaletin simgesinin nas›l flekil ald›¤›n› görelim istedik. Daha soka¤a girince bile farkl› bir dünyaya geldi¤ini hissediyorsun. Dar sokaklar ve sokaklar›n tüm camlar› demir parmakl›klarla kapat›lm›fl. Gürültülü ve küçücük atölyeler. Parmakl›klar oldukça so¤uk geliyor bize. Burada çal›flan insanlar yoksul ve sanki o zenginli¤in simgesi firar edecekmifl gibi kap›lar› s›k›ca kapatm›fllar. Alt›n’›n nas›l ifllendi¤ine bak›yoruz merakla. Tahta bir masan›n etraf›nda toplanan iflçiler ince ince iflliyorlar alt›n›. Bizi görünce bafllar›n› kald›r›p selaml›yorlar. Elimizi uzat›yoruz ama onlar elleri alt›n›n tozundan siyahlaflt›¤› için, ilkin pek uzatmak istemeseler de biz s›k›ca s›k›yoruz ellerini, merhabalafl›yoruz. ‹flçilerin ellerindeki madde zenginli¤in ve asaletin simgesi olsa da ellerine sinen yoksullu¤un rengi daha çok göze çarp›yor… Siyah toz… Alt›na parlakl›¤›n› veren makinenin gürültüsü, konuflurken anlaflmam›z› zorlaflt›r›yor. Duvarlar dikkatimizi çekiyor Y›lmaz Güney, Ahmet Kaya vb. foto¤raflar as›l›. Bir anda kendimizi hapishanede bir ko¤uflta san›yoruz. Belki de demir parmakl›klar›n olmas› bu düflünceyi uyand›r›yor. Ifl›lt›l› ve insan›n gözlerini kamaflt›ran alt›n›n ilk halinin hiç de bir cazibesinin olmad›¤›n› gördük. “Bu haliyle sokakta görseniz e¤ilip almazs›n›z de¤il mi?” diyor usta. Gerçekten de öyle... Nas›l çal›flt›klar›n› merak ediyoruz ve bir

EYLÜL 2006 | TAVIR | 21


izlenim

yandan izliyor bir yandan da sohbet etmeye devam ediyoruz. “Evet. Biz atölyeciyiz. Biz al›r›z mal› A’dan Z’ye bitiririz, kataloglardan, müflterinin yönlendirmesinden, çizimcilerle, tasar›mc›larla, ya da iflte baflka insanlar›n ak›llar›yla… Kal›pç›lar›m›z var.

¤›m›z Sword diye bir yer var. fiefik Usta var ayriyeten Bayrampafla’da.” Usta, iflinin ayr›nt›s›na girdikçe zevkle anlatmaya bafll›yor. Oldukça zorlu iflçili¤i olan bu sektörün ayr›nt›lar› ifli daha da zor k›l›yor. Boyun ve bel f›t›klar›na s›kça rastlan›yor.

Modeller yapar›z, bunlar› pazarlar›z. Kendi pazarlamam›z› da kendimiz yapar›z. Kendi mal›m›z› götürürüz. Direk mal olabilir, döküm mal olabilir. Çok genifl bir derya yani. Adam küpe yap›yordur ama flarlar küpe yap›yordur. Kendi aras›nda dallara ayr›l›yor.

Temizlemeyi yapanlar›n yan›na yaklafl›yoruz. Makinenin önüne tutulan alt›n simsiyah ellerin içinde, par›ldamaya bafll›yor. Bir yanda siyahlaflan eller, di¤er yandan o siyahlaflan parmaklar›n aras›nda ›fl›ldayan alt›nlar… Biz onlar› merakla izlerken usta konuflmas›n› sürdürüyor.

Burada bile bir atölyede her mal› bulamazs›n›z. Bir atölyede yüzlerce mal içerisinde sadece bir iki mal› bulabilirsiniz. Hepsine kimsenin gücü yetmez. Ancak büyük firmalar. Alt›nbafl gibi, Favori gibi... Fabrikasyon ürünlerde bulabilirsiniz. Mesela biz tak›, sadece tak›… Baflka da bir fley yapm›yoruz yani. Kal›plar›m›z›, projelerimizi, hedeflerimizi bunun üstüne kurmufluz.” Her atölyenin kendine has bir tekni¤i var. Yüzlerce atölyede ç›kan ürünler birbirinin ayn›s› olmuyor; çünkü kal›p yap›s› farkl› hepsinin. Telkarilerden bahsediyoruz. “Yok” diyor usta. Telkari tel ile yap›lan sanatt›r. Bu sanat›n kayna¤›n›n Mezopotamya ve eski M›s›r oldu¤u san›lmaktad›r. Buralardan Uzak Do¤u’ya, baflka bir koldan ise Anadolu üzerinden de Avrupa’ya yay›ld›¤› bilinmektedir. Anadolu’da ise en önemli telkari merkezi Mardin’in Midyat ilçesi olmufl. Midyat ifllerinin son derece zarif ve k›ymetli oldu¤u söylenmektedir. Burada telkari iflini yapan iki usta varm›fl ama onlar da Mardin’e geri gitmifller. fiimdi daha çok kal›plarla çal›fl›l›yor. “Mesela pres kal›b›m›z var. fiarlar kal›plar›m›z var, yani hadde. Bir de döküm kal›plar›m›z var. Üç farkl› kal›pç›yla çal›fl›yoruz. Karfl›m›zda mesela döküm kal›plar›m›z› yapan Pierre Ustam›z var. fiarlar makinesi için kal›plar›m›z› yapt›rd›-

22 | TAVIR | EYLÜL 2006

“Kayna¤a giren mal temizleniyor tabii. Kayna¤› Hidrozon makinesiyle yap›yorlar; hidrozon makinesi vurucu oldu¤u için alt›n› mal›n üstüne da¤›t›yor. Z›mpara yaparken zaten onu ç›kart›yoruz. Z›mparadan ç›kan mal için arkada bizim patlatma yerimiz var. Biz alt›n› patlat›r›z orada. ‹çindeki d›fl›ndaki ne kadar kiri varsa hepsini kusar.” Bununla ifl bitmiyor daha devam ediyor. Alt›n›n kendi gerçek rengini almak için yap›lacak fleyler var: “Evet. Siyanürlü suyun içine mal› koyuyoruz. Ele¤imiz var. Üstüne yar›m çay barda¤› peroksidi koydu¤umuz zaman peroksit onu tetikliyor alttan alttan, bir on saniye kadar çalkal›yoruz kusuyor. Zaten kustu¤u zaman yo¤un bir koyu renkle mal p›r›l p›r›l ç›k›yor ortaya.” Uzun u¤rafltan sonra ne kadar haz›r yap›lm›fl ve ifllenmifl alt›n ortaya ç›kt›¤›n› soruyoruz. “A¤›r iflçilikli mallar da var yani. On kifli 100 gram›n› bir günde atamaz. O kadar ince iflçilik ama tabi onlar›n da fiyatlar› çok farkl›, iflçilikleri çok farkl›, çok daha yüksek.” Evet, o a¤›r iflçilik sonunda, çok fazla bir ürün ç›km›yor ortaya. Kal›p ifli yapt›klar›nda biraz daha rahatl›yorlar. Asl›nda merak etti¤imiz o kadar çok fley var ki... Biraz daldan dala da olsa sohbetimize devam ediyoruz. Buralar atölyeler. Bir de atölyelerin çal›flt›¤› büyük firmalar var...

“Onlarla yaflad›¤›m›z sorunlar›n hangi birini anlatal›m ki? Çok kaliteli mal istiyorlar. Ucuz iflçilik istiyorlar. Uzun vadeyle istiyorlar. Ayriyeten indirim... Bir de dört befl firma birlefltikleri zaman bütün piyasa bütün maddi gücü, gram›yla da nakitiyle de indiriyor adamlar. Biz taleplerimizi çok fazla sunam›yoruz yani. Hani flu anda sistemimiz alt›n üzerinden. Alt›n veriyorum, iflçili¤ini de alt›n olarak al›yorum. Para ile de¤il. Ama iflte bu dört befl kafa birleflti mi bedava iflçilik yap›yoruz.” Sömürü yaflam›n her alan›nda devam ediyor. “Tabi onlar izin vermiyor. Satmazsan satma veya alma o zaman, diyorlar. Çek, senet, fatura kesinlikle yok. O anda a¤›zlar›ndan ç›kan neyse... Hepimiz kafalar›nda köleyiz.” Alt›n›n y›llar önceki hayalleri k›rma serüveni de devam ediyor. Simsiyah ellerin aras›nda flekil alan alt›n, ›fl›lt›l› yüzünü hiçbir zaman yoksullara göstermedi. Hala alt›na hücum edenlerin serüvenleri devam ediyor. Duvar boylar›na s›ralanan insanlar da hiç azalm›yor. Buradan tafl›nmalar› da baflka bir sorun... “Kuyumcu atölyeleri, yani üretim yap›lan bütün atölyeleri kald›racaklar. Eminönü belediyesinin ald›¤› bir kararla buray› turizme açacaklar. Kafeler, kafeteryalar, gazinolar, oteller… Burada en çok ma¤dur olan biz olaca¤›z. Bütün her fleyimiz burada, iflçilerimiz burada, müflterilerimiz, gözümüz, elimiz aya¤›m›z burada. Çarfl›... Bizim çarfl›dan kopmam›z, bana böbre¤imizin birini ç›kart›p baflka bir yere koymak gibi geliyor. Bize alternatif gösterdikleri yer, kuyumcu kent. Ama afl›r› pahal›, kiralar›ndan tutun da, mallar›na kadar. Mütevaz› bir atölyecinin tafl›namayaca¤› flekilde pahal›.” Kendilerini kuyumcu kentine ait hissetmiyorlar, çünkü onlar› nelerin bekledi¤ini biliyorlar. Buray› ellerinden al›rlarsa ne yapacaklar? Sömürüsüz bir dünya düflüyle kuyumcu atölyelerinden sessizce ayr›l›yoruz, o demir parmakl›kl› sokaklar ard›m›zda kal›yor. J


makale

tek bayrakta birleflmek tav›r

Politikada ideolojilerin flulaflt›¤›, hemen tüm burjuva partilerin ayn› ideolojiyi savundu¤u, hatta neredeyse ideolojisizleflti¤i bir süreci yafl›yoruz. Bunun emperyalizmin eseri oldu¤u aflikar.

büyük tak›m›n taraftar gruplar›, kendi internet sitelerinde ayn› bildiriye imza att›lar ve devlet eliyle flahland›r›lan milliyetçili¤e futboldan destek ç›kt›lar.

Milliyetçilik, ›rkç›l›k ve faflizmin, hayata dair tüm alanlarda taraftar buldu¤u, daha do¤ru bir deyimle emperyalizm taraf›ndan yayg›nlaflt›r›ld›¤› günlerdeyiz.

“Afl›¤›y›z renklerimizin; ama bu vatan hepimizin. Vatan için flehit olan kardefllerimizin ac›s›n› hep yüre¤imizde hissettik. Lige kat›lan bütün tak›mlar›n taraftarlar› olarak art›k akan kana ve gözyafl›na YETER diyoruz.” Art›k bu bildiriyle aç›l›yor bugünlerde Befliktafl’›n, Galatasaray’›n, Fenerbahçe’nin internetteki taraftar siteleri... Ne kadar masum görülüyor ilk bak›flta de¤il mi? Söylemler herkesin kabul edebilece¤i fleyler gibi. Yok, öyle de¤il asl›nda. Hiç de masum de¤il...

Bunun en koyu örneklerinden biri de stadyumlarda, tribünlerde yaflan›yor. En son, üç

Futbolun asla sadece futbol olmad›¤›, iflte tribünlerde dalgalanan bayraklardan, as›lan

‹deolojilerin önemli olmad›¤›, kazanan›n her daim kapitalizm olaca¤› vaaz ediliyor medyada her gün. Halihaz›rda sosyalist blok da yok; emperyalizm istedi¤i gibi at koflturuyor yaflam›n her alan›nda.

pankartlardan, tezahüratlardan anlafl›l›yor. Bir spor dal›n›n kitleleri bu kadar etkileyece¤ini belki kimse tahmin etmiyordu ilk bafllarda. Ancak futbol, herkesi flafl›rtacak kadar yayg›nlaflt›; alt› k›tada en sevilen ve kitleleri en fazla etkileyen spor dal› oldu zaman içerisinde. Egemenler durur mu, bu spor dal›n› daha da yayg›nlaflt›rmak için elinden geleni yaparken, bir yandan da halk› gerçeklerden uzaklaflt›rman›n bir arac› olarak kullanmaya bafllad›... Bunlar herkesçe bilinen argümanlar. O yüzden “flimdi”nin panoramas›n› çizmek daha do¤ru olacak. Hofl “flimdi”yi geçmiflten ay›rman›n diyalektik aç›dan mümkün olmad›¤› da ortada... Çünkü politika ayn›, baflroller ayn›, figürasyon ayn›, sadece taktiklerde küçük de¤iflimler var, stadyumlarda ve onun d›flar›ya yans›malar›nda... Normal flartlarda hiç de “tatl› rekabet” içinde olmayan, birbirlerine karfl› baz› zamanlar sanki düflmanm›fl gibi davranabilen tak›mlar›n taraftarlar›n› bir araya getiren asgari müflterekler ne ola ki? Kendilerine sorsak, belki de vatan sevgisinden girip, yurtseverlikten ç›kacaklar. Hay›r, o kadar uzun boylu de¤il! Bu kavramlara inanman›n, bu kavramlar için mücadele etmenin bedelini en a¤›r›ndan ödeyenlerin herkesçe bilindi¤i bir co¤rafyada, “Ben vatanseverim, ben yurtseverim, ben ülkemi çok severim” diye ortaya ç›kanlara, iflte gerçekten bu ülkeye can bedeli sahip ç›kanlar›n bir kaç soru sorma hakk› do¤ar elbette... Ne yapt›n›z bu ülke için? Ne bedel ödediniz? Bu ülkenin insanlar› haks›zl›klara, adaletsizliklere u¤rarken, bu ülke sorunlar› u¤runa bi-

EYLÜL 2006 | TAVIR | 23


makale

rileri can›n› verirken nerelerdeydiniz?.. Vesaire vesaire... Cevaplar›, tribünlerdeki milliyetçili¤in yeni figüranlar› olan muhataplar› taraf›ndan verilecek sorular› artt›rman›n bir anlam› var m›? Verecekleri bir cevab›n olaca¤›n› sanm›yoruz. Evet, kat›l›yoruz, bu kavramlar kimsenin tekelinde de¤ildir, olamaz! Ancak, dedi¤imiz gibi, vatanseverli¤in, yurtseverli¤in, halk sevgisinin karfl›l›¤›n›n en basitinden gözalt›lar, iflkenceler, hücre tipi hapishaneler oldu¤u bir yerde, herkesin bu kavramlar› fütursuzca sahiplenmesine, bu kavramlar u¤runa bedel ödeyenlerin itiraz hakk›na sahip olmas› kadar do¤al bir fley olamaz de¤il mi? Sorular› ve cevaplar› bir kenara b›rak›p, konunun özüne do¤ru yola ç›kal›m. Tribünler de bir bak›ma bu ülkenin vitrini oluyor. Ülke gündeminde ne varsa oralarda da yans›mas›n› buluyor bir flekilde. Haf›zalar›n›z› tazeleyin. TAYAD’l›lara Trabzon’da, Eskiflehir’de “Kahrolsun PKK!” sloganlar›yla birlikte yap›lan linç sald›r›lar›... Bozüyük’te seksenlik Kürt analar›n›n, küçücük bebelerin bindi¤i otobüslere tafllarla sald›ran faflistler... Örneklerin giderek artt›¤› günlerdeyiz. Her türden milliyetçili¤in, emperyalizmin ekme¤ine ya¤ sürdü¤ü, bu gerçe¤i en baflta emperyalizmin bildi¤i ve bunu çok iyi kulland›¤› fark edilmiyor maalesef... PKK ile Kürt halk›n›n özdefllefltirilmesi (Bunun yanl›fll›¤› ayr› bir yaz›, ayr› bir tart›flma konusudur), sokaklara, Kürt halk›na, TAYAD’l›lara yönelik linç giriflimleriyle yans›rken, yaflam›n di¤er alanlar›nda da farkl› flekillerde karfl›m›za ç›k›yor. Dünyan›n bugün yüksel(til)en de¤eri milliyetçilik ve iflte onun tribünlerdeki yans›mas›: Befliktafl-Gaziantep maç›nda tribünlerde sallanan ve 81 ili temsil eden Türk bayrakl› pankartlar... Bilinçalt›na yerlefl(tiril)mifl koyu bir Kürt düflmanl›¤›n›n göstergesi olarak “Kahrolsun PKK!” sloganlar›... Ülkenin en politik taraftar grubu olarak bilinen; ezilenlerin, mazlumlar›n yan›nda yer al›p, ta uzaklarda, ‹spanya’da ›rkç› bir linçe maruz kalan Barcelonal› Samuel Eto’o’ya selam gönderip, tribünlerde “Hepimiz Eto’o’yuz” pankart› aç›p herkesin yüre¤ine umut afl›layan Çarfl›’n›n, bugün koyu bir milliyetçili¤in kuca¤›na düflmesi ne ac›...

24 | TAVIR | EYLÜL 2006

Üç büyük tak›m›n taraftarlar›n›n Diyarbak›rspor’la yapt›klar› maçlarda att›klar› “PKK d›flar›” sloganlar› hala kulaklardad›r. Diyarbak›rspor’u afla¤›lad›¤›n› zanneden bu akl›evvellerin, asl›nda Kürt halk›na yönelik düflmanl›klar›n› kustu¤unu biliyoruz. Tümüyle apolitik; gelecek konusunda hiçbir beklentiideal tafl›mayan; kendi sorunlar›na ve ülke sorunlar›na duyars›z koca koca güruhlar›n çok kolay yönlendirilebilece¤ini de... Cehaletin en fazla tribünlerde a盤a ç›kmas› flafl›rt›c› de¤il. Bu, bütün dünyada böyle olmasa da, özellikle sömürgelefltirilmifl, cahil b›rakt›r›lm›fl ülke halklar› aras›nda, buralarda kolayca yayg›nlaflt›r›ld›¤› için ayakta duruyor o ülkenin iktidarlar›... Elbette ki tribünlerdeki bütün herkesi mahkum etme gibi bir amac›m›z yok. Onlar› tenzih ederek söylüyoruz söyleyeceklerimizi. Futbolu yaflam›n diyalekti¤inden de, politikadan da soyutlamak mümkün de¤il. Art›k, futbolun “f”sinden bile anlamad›¤›n› bildi¤imiz politikac›lar, hükümetlerinin düflüncelerini futbolla iliflkilendirerek aktar›yor, konuflmalar›n› futbol terimleriyle zenginlefltiriyor. En yak›n örne¤ini hükümet sözcüsü Cemil Çiçek verdi geçenlerde. Lübnan’a gidecek “Bar›fl Gücü”ne asker gönderme konusunda, “Denizler ötesinden ülkeler asker gönderirken, biz maç› kalearkas›ndan seyredemeyiz” dedi. Lübnan halk›n›, ABD ve ‹srail’in ali ç›karlar› ad›na katletmenin, bir futbol maç›na benzetilmesinin tüyler ürperten ironisi bir yana; hayat›nda bir kez bile maç izlemedi¤ine neredeyse emin oldu¤umuz ( Çünkü dünya görüflü, futbolu günah olarak kabul ediyor) Cemil Çiçek’in bile futbolu retori¤ine malzeme yapmas›, futbolun ne derece etkili oldu¤unu anlatmaya yetiyor. Prof. Necmi Erdo¤an ve Tan›l Bora, “Dur Tarih Vur Türkiye” adl› yap›tlar›nda, Türkiye’de futbol ve milliyetçilik iliflkisi konusunda flu saptamay› yap›yorlar; “Türkiye’de medyatik futbol söylemi, milli kimli¤in yeniden kuruluflunda; ihmal edilmez bir paya sahiptir. Oyun hakk›nda sadece basitçe haber veriyormufl, sadece sahada olup biteni aktar›yormufl gibi yapan medya, asl›nda bunu yap›laflm›fl bir idelolojik söylemsel kompleksin içine yerlefltirerek sunar. Bunun en güzel örneklerinden biri, uluslararas› maçlar›n milliyetçi bir ba¤-

lamda yeniden kurulmas›d›r. Medyatik futbol söylemi, uluslararas› maçlar› Türk Milleti aç›s›ndan ‘ölümkal›m’ meselesi (beka davas›) havas›nda sunarken, lig maçlar›nda da kulland›¤› askeri söyleme özgü lügatçeye daha s›k baflvurarak milletleraras› ‘savafl’ efektini pekifltirir.” Medya öylesine ateflliyor, öylesine ajite ediyor ki kitleleri, stadyumun bir arena, tribünlerin bir mabed, futbolcular›n da birer tanr› kat›na yükselmesi ola¤an bir sonuç olarak karfl›m›za ç›k›yor. Bir insan›n iki saat boyunca tüm dertlerinden s›yr›lmas›, maçtan ve tuttu¤u tak›mdan baflka fleyi (Belki uç bir örnek olacak ama mesela evde ölüm döfle¤indeki kanser hastas› eflini, annesini, belki de çocu¤unu…) bütünüyle akl›ndan ç›karmas›, bir nevi iki saatlik amneziye u¤ramas› nas›l aç›klanabilir ki baflka türlü? Her fley bir bütün asl›nda. Portekiz’in kanl› diktatörü Salazar’›n Lizbon Stad›’n›n inflas›n›, “Bana onbinlerce insan› uyutabilece¤im bir beflik yap›n” diyerek bafllatmas›, faflizmin futbola bak›fl›n›, onun getirisini-götürüsünü çok önceden hesaplad›¤›n› en aç›k flekilde göstermiyor mu? Veya ‹talyan faflist diktatör Mussollini’nin; futbolun, mizansene uygun bir alan içinde önemli say›da kalabal›¤› toplayarak, bu kalabal›klar üstünde yo¤un bask› kurmaya ve milliyetçi güdüleri harekete geçirmeye yarayan ola¤anüstü potansiyelini keflfetti¤i ve futbolcular hakk›nda ilk kez “Milli davan›n askerleri” deyimini kulland›¤› gerçe¤i bize bir fleyler anlatm›yor mu? Sözün özü, herkes att›¤› ad›ma dikkat etmeli. Neye, kime hizmet etti¤ini bilmeli. Tribünlerde yaflanan ve giderek de azg›nlaflaca¤›na dair emarelerini her hafta gördü¤ümüz milliyetçilik dalgas›, aç›kças› bu ülkenin gelece¤i, en az›ndan tribünlerin gelece¤i hakk›nda hiç de iyi fleyler düflündürmüyor insana. Fakat umut hala Pascal Nouma’ya yönelik ›rkç› sald›r› sonras› aç›lan “Hepimiz Zenciyiz” pankart›nda... Umut, yine Eto’o’ya yap›lan ›rkç› hakaretlerden, afla¤›lamalardan sonra aç›lan “Hepimiz Eto’o’yuz” pankart›nda... Umut, Aurelio’ya yönelik aç›lan ›rkç› “Mehmet Olunmaz Mehmet Do¤ulur” pankart›ndan sonra aç›lan “Irkç› Do¤ulmaz, Irkç› Olunur” pankart›nda… Umut, elbet bir gün tüm tribünlerden yükselecek “Bütün halklar kardefltir” slogan›nda...J


foto: fatih p›nar

ay›n foto¤raf›

Yoksullar›n hayalleri o kadar çok ki... Dünyalar› o kadar genifl ve o kadar dolu ki… Ekme¤ini eme¤iyle kazananlar›n hayalleri. Hiç ama hiç kimsenin daraltamad›¤› o hayaller kendine bir yer bulur... Büyük dünyam›z›n ustalar› var. Hayallerini yoksullukla infla edenler... Yoksulluk teslim alamam›fl onlar›n umutlar›n›... Hayallerini bulduklar› yerde toplay›p getirirler… Yoksullar›n dünyas› o kadar büyük ve genifl ki kimse onun var olmas›n›n önüne engel koymas›na gücü yetmiyor. Bu karenin içindekiler, her fley ama her fley çöplükten toplanm›fl. Çöplükten yarat›lan bir dünya. Yaflama bu kadar güzel bakan bir insan… Çöpten toplanan s›cac›k bir yuvan›n tu¤lalar›... J

EYLÜL 2006 | TAVIR | 25


okurdan

sizden gelenler büyüdükçe güçlenir, bileylenir, büyüdükçe kinlenir, derinleflirsin... Belki bilmezsin k›z›l›n güzelli¤ini o zamanlar, anlayamazs›n paylaflman›n de¤erini… Belki ö¤retmemifllerdir sana direnmeyi… Onlar da çocuktu: Sar›fl›n, kara, ak, mavi gözlü, onlar›n da tenleri vard› dokunulacak, onlar›n da elleri vard› tutulacak, onlar da üflürdü kara ayazlarda, onlar da susard› flüphesiz... Onlar da çocuktu: Adlar› çocuktu yürekleri büyük... Çok büyük...

SEN H‹Ç ÇOCUK GÖZÜ ÖPTÜN MÜ? Dokundun mu hiç tenine bir çocu¤un? Ellerini tuttun mu üflüdü¤ünde? Üstünü örttün mü kara ayazlarda? Avuttun mu ac›l›s›n›? Su verdin mi susam›fl›na? A¤lad›n m› her a¤lad›¤›nda? Peki, öptün mü bir çocu¤un gözünü? Siyah, mavi, yeflil… gözünün taa içini? Gözünün taa içinden akt›n m› ›rmaklara? Solukland›n m› gözünün yafl›nda? Sevmekle bafllar hayat... Hayat(lar) sevgilerle ço¤al›r… Sevgiyle büyür insan ömrü yaflam›n her periyodunda… Bazen t›kan›p kal›r umutlar›n ac›mas›z devinimin içinde, solu¤un kesilir… Dersin ki o zaman: Ne var yaflamaya de¤er? An›msa o zaman bir çocu¤un gözlerindeki p›r›lt›y›... Direncin da¤ çiçeklerini... Çocukken büyütürsün içindeki ilk umutlar›,

26 | TAVIR | EYLÜL 2006

Erken büyüdüler onlar… Erken ald›lar ellerine tafllar›… Topra¤› erken koklad›lar... Mavzere erken sar›ld›lar… Türküleri erken tan›d›lar... Ölümü erken tatt›lar... Kimi beflikte tan›d› ölümü, kimi onüçünde, kimi onyedisinde... Ama çocuktu onlar, sar›fl›n, kara, ak, mavi gözlü... Çat›lar› yoktu ya¤an ya¤murdan kaçs›nlar, sular› yoktu susay›nca içsinler... Bazen Diyarbekir oldu ölümün ad›, bazen Filistin, bazen ‹rlanda, bazen Bolivya, bazen Irak... Amcalar büyük uçaklarda getirdi ölümü, b›rakt› avuçlar›na… “Özgürlük” dediler, “demokrasi” dediler, ölümün ad›n› de¤ifltirdiler... fiimdi binlerce küçük beden ölüme yürür korkmadan, yürekleri “Filistin” der, “Lübnan” der, “Ba¤dat” der, yürekleri “Ba¤›ms›zl›k” der... fiimdi binlerce küçük beden “Özgür vatan” der, hayk›r›r korkusuzca umutlar›n›... Gece yutamaz onlar›, kan bo¤amaz, iflkence susturamaz... Çocuk olmak ne zordur asl›nda…

E¤er ki bir gün büyüyeceksen ve tafllara ve silahlara sar›lacaksan, çocuk olmak ne zordur o zaman... Ama sen görmüyorsun, duymuyorsun. Hala çocuklar ölüyor bir yerlerde, hala s›cak demir parçalar› körpe bedenlere saplan›yor pervas›zca... Hala analar a¤l›yor dünyan›n bir ucunda... Nas›ld›r bilir misin küçücük bedenini vatan›na, topra¤›na siper etmek? Bilir misin nas›l yakar teni kimyasal bombalar? Kim bilir nice analar çocuksuz, nice çocuklar anas›z kalacak? Kim bilir daha kaç çocuk ellerinde k›z›l bayraklarla tafllarla tanklar›n önüne yatacak? Ama sen duymayacaks›n görmeyeceksin... Senin umurunda olmayacak sokaklarda üstüne bast›¤›n kemikler, hiç anlayamayacaks›n ölümün erkenini... Oysa ki sen de çocuktun bir zamanlar; umutlar›n vard›, düfllerin vard›... E¤er insansan nas›l susturabilirsin içindeki kini, göz göre göre; nas›l susars›n haks›zl›¤a ölümlere? Hayat direnmektir oysa biraz da, çocuklar›n gözlerinde... Gözlerinin taa içinde... Gözlerinin en derininden akabilmektir kavgaya... Ben Diyarbekir’im, Filistin’im, Lübnan’›m, Irak’›m; ben Vietnam’›m, Bolivya’y›m… Ba¤dat’›m ben... ben bir çocu¤um... Yak›yorum flimdi bedenimi bir meflale gibi... Ve çekiyorum yüre¤imin pimini... Kofluyorum kavgaya, kavgama, kavgam›za... Ahmet Ali ÖZKAN. J


okurdan

ÖLÜMLERDEN DO⁄UM BE⁄EN fi‹MD‹* Alevler; binan›n her yan›n› sarm›flt›, günlerce aç kal›p henüz yiyecek bulmufl y›rt›c› bir hayvan gibi yalay›p yutmak istiyordu binay›. “Oysa ne kadar heybetliydi o yap›!” diye geçirdi akl›ndan. Sadece onun de¤il, önünden geçenlerin ya da onu uzaktan bile olsa görenlerin içinde, korkuyla ve ürküntüyle kar›fl›k bir sayg› duygusu uyand›r›rd›. ‹flte bu yüzden itfaiye eri tereddütlüydü baflta. Yang›n ç›kar ç›kmaz haberi al›p yetiflmifllerdi ama nafile, yap›y› kurtarmak mümkün de¤ildi. Heybetine ra¤men yap› o kadar çürümüfltü ki, üzerine tonlarca köpük ve su püskürtmelerine ra¤men, “bana m›s›n” bile dememiflti. Tereddüdü, duydu¤u ya da duydu¤unu sand›¤› seslerle ilgiliydi. Eriyip giden binadan sesler duydu¤unu sanm›flt› bir an, görevini yapmakta bir an tereddüt etmiflti. Yine de hemen kendini toplam›fl ve hummal› çal›flman›n içine dalm›flt›. Sonunda sakinleflmiflti yang›n, adeta bir çivisi kalmamacas›na yanan binan›n küllerinden tek tük ç›t›rt›lar duyuluyordu. Herkes çok yorgun ve flaflk›nd›. Alevlerin egemenli¤indeki gecenin ard›ndan, sabaha karfl›, al›nlar›ndaki terleri ellerinin tersiyle s›y›r›rlarken derin birer soluk ald›lar. Sadece kendisi hala enkaz halindeki binan›n karfl›s›nda, kulaklar›n› dikmifl bir fleyler duymak istercesine bekliyordu. “Bana bir fleyler anlatmak istiyor” diye geçirdi içinden, “F›s›lt›lar var, ama anlayam›yorum”. Tüm dikkatini vermeye çal›flt›, ama sonunda kendisi de di¤erleri gibi elinin tersiyle terini sildi ve derin bir soluk alarak evin yolunu tuttu. Farecik karanl›k labirentte soluk solu¤a kalm›fl, yine de peynire ulaflamam›flt›. Sa¤a dönüyor tosluyor, sola dönüyor olmuyor, ileri gidiyor o zaman da gerisin geri ilk bafllad›¤› yere dönüyordu. ‹mkan› olsa bafl›n› bu ç›ld›rt›c› kapandan ç›kar›p yollar›n nereye vard›¤›na bakabilirdi, yaz›k ki boynuna as›l› duran a¤›r prangalar buna elvermiyordu. Karn› iyiden iyiye ac›km›flt› ve giderek halsiz düflüyordu. Peyniri çok k›sa bir zaman içinde bulamazsa, oldu¤u yere y›¤›l›p kalacakt›. Nas›l bir iflkenceydi bu böyle! O buram buram koku beyni-

nin tüm k›vr›mlar›nda defalarca peynir imgesini yarat›yor, açl›¤›n› kamç›l›yordu. Gücünün son damlas›na kadar prangas›n› sürükleyerek olanca yollar› denedi, dayanamad› ve gözleri istemsizce kapand› ve açl›k, beyninde bir damar gibi atarken kendinden geçti. ‹yice gerindi. Yaklafl›k sekiz saattir ayr›lmam›flt› iflinin bafl›ndan, boynu ve s›rt› tutulmufl, ayaklar› uyuflmufltu. “Bu ne biçim ifltir anlamad›m, yapt›kça azalm›yor da art›yor” diye m›r›ldand›. Yüzünü y›kamak için kalkt›, muslu¤u açt›, çamurluydu su. Biraz bekledi, su durulaflmad›, üstelik çok pis bir koku yükseliyordu. “Bu kadar yorgunlu¤un üzerine, yüzümü dahi y›kayamayacak m›y›m?” diyerek sinirlendi, tam s›rt›n› dönüp gidecekti ki… Suyun içinden bir tak›m flekiller kopup lavabodan yere atlamaya bafllad›. Atl›yor ve etrafa yay›l›yorlard›, say›lar› flimdiden yüzleri bulmufltu. Böcek de¤illerdi, sürüngen de¤illerdi, kufl ya da bal›k, insan ya da nesne de¤illerdi. Bunlar duygulard›, kirletilmifl duygular, bir zamanlar temiz olan ama flimdi kanalizasyonlardan içme suyuna kar›flan kirli duygular, vicdanlard›. Bunlarla yüzünü y›kamas› mümkün de¤ildi, ferahlayaca¤›na daha fazla sersemler, verimlili¤i de düflerdi sonra. Çamurlaflm›fl duygular ve vicdanlar oradaki herkesin üzerini kaplamaya bafllad›, hemen muslu¤u kapatt›, garip olan ise onun d›fl›nda kimsenin bu olay›n fark›na varmam›fl olmas›yd›. Aynaya bakt›. Gözleri yoktu, erimiflti. ‹çi yan›yordu, kavruluyordu, daha fazla, daha fazla kavruluyordu. Vücudunun geri kalan yerleri de erimeye bafllad›, sesi bir türlü ç›km›yordu, anlams›z bo¤uk h›r›lt›lar ç›kard›. Ses telleri de eridi, nefes borusu ve ci¤erleri yanmaya bafllad›. A¤z›ndan de¤il ama çok derinlerinden ç›kan bir ses f›s›ld›yordu: “Kurtar›n… beni… kurtar›n… beni… kurtar›n…” ‹tfaiye eri anahtar› çevirip kap›y› açt›. Eve girdi ve yata¤a do¤ru ilerledi, üzerini örtmeden uzand›; “Biri yard›m istedi benden” diye m›r›ldand›, “Ama insan sesi gibi de¤ildi, kapana k›s›lan, ne yapaca¤›n› bilemeyen, nefsine yenik düflmüfl ve köleleflmifl bir insan-farenin 盤l›klar› gibiydi”. Düfl gördü¤ünü sand› ilkten. Hay›r, düfl de¤ildi akl›ndan geçenler...

Güçlükle do¤ruldu yerinden. S›rt› ve boynu tutulmufltu, bafl›n› kald›rmak istedi ama o kadar yüklü idi ki boynuna as›lm›fl pranga, kald›ramad›. fiafl›rd›, “Bu kadar zaman nas›l tafl›m›fl›m bunlar›, kimin kölesi olmuflum ben” diyerek yutkundu. Midesinin buruldu¤unu hissetti. Daha önce hiç olmad›¤› kadar aç ve susuzdu, yerinden kalkam›yordu. ‹çinden yükselen ve onu aç bir hayvan›n tatminsiz a¤z› gibi yalay›p yutmak isteyen kirli duygular ba¤›r›yordu ars›zca: “Ç›kmaza düfltün! Asla kurtulamayacaks›n! Yan›p kül olacaks›n! Eriyeceksin, önce kifayetsiz gözlerinden bafllayarak!” Sordu “Niye?” diye ve piflmanl›klar içinde ac›d› kendine. “Niye anlayamam›flt›m, nas›l oldu da çözememifltim dediklerini/dediklerimi? Bu kadar m› yabanc›laflm›flt›m, bu kadar m› kay›ts›zlaflm›flt›m kendime, her fleye, herkese? Kay›ts›z oldum, küllerimi öylece seyrettim, sonra da çekip gittim. Kendi sonumu kendim haz›rlad›m.” Piflmanl›klar da ona ac›d› ve çekip gittiler. Duyars›zl›¤›yla, katliamlar›yla, bitmemifl hesaplar›yla, açl›¤›yla, kirlenmiflli¤iyle, köleli¤iyle, zaaflar›yla ve iradesizli¤iyle bafl bafla kald›. Yaflamak için yaln›zca bir flans› vard›: Yüzleflmek. Kendisiyle, yapt›klar›yla ve yapmad›klar›yla, fark›nda olup da kay›ts›z kald›klar›yla yüzleflmek, hepsinin hesab›n› dürüstçe vermek. Kay›ts›zl›k yarg›ç oldu, duruflma bafllad›: “Suçlan›yorsunuz cinayetle”. San›k bafl›n› e¤di: “‹tiraf ediyorum seve seve. Ama çürümüfltüm çok, hak etmifltim de. Zaman› gelmiflti evet sona ermemin. Zaman› geçmiflti çoktan zehirli meyvelerimin”. Yarg›ç avukat oldu: “Bitmifl, kirlenmifl insanl›k yan›p enkaz haline gelmeden nas›l s›yr›labilir ki dupduru denizin berrak k›z› y›ld›zlara do¤ru?” ‹nsan nas›l tekrar insan olabilir? San›k yarg›ç oldu: “Yok olmal› var olmak için, yok olmal›. Fare ölmeli, kay›ts›zl›k erimeli, itfaiye eri yitip gitmeli, çünkü y›kay›p ferahlatacak bakir yang›n, açal›m kollar›m›z›!” Gerçe¤i kabullendi ve reddetti. Kay›ts›zl›k, baflkald›r›yd› bundan böyle. * “Bir flekilde do¤ar, fakat bin bir flekilde ölürüz.” (Bir Yugoslav Atasözü) Sema Deniz. J

EYLÜL 2006 | TAVIR | 27


de¤erlendirme

ezilenlerin tiyatrosu gülnaz b›çakç›

“EZ‹LENLER‹N T‹YATROSU” ‹S‹ML‹ K‹TABIN YAZARI AUGUSTO BOAL’IN AR‹STOTELES’‹N TRAGEDYASINI DE⁄ERLEND‹RMES‹: AR‹STOTELES’‹N BASKICI TRAGEDYA S‹STEM‹ “[Atina] halk ad›na, fakat soylulu¤un ruhuyla yönetiliyordu... Meydana gelen tek “ilerleme” soy aristokrasisinin yerini para aristokrasisinin, klan devletinin yerini plütokratik bir rantiye devletinin almas›yd›... Bedeli köleler ve halk›n savafl ganimetlerinden pay almayan kesimleri taraf›ndan ödenen kazan›mlar›, özgür vatandafllara ve kapitalistlere da¤›tan bir politika izleyen emperyalist bir demokrasiydi.

dramatik) fliirin politikadan ba¤›ms›z oldu¤unu ilan etmifltir. Augusto Boal amac›n› flöyle aç›klar: “Benim bu eserde yapmay› hedefledi¤im fley tam tersine, Aristoteles’in, izleyicilerin ‘kötü’ ve yasad›fl› e¤ilimlerini yok etmek için seyircinin korkutulup sindirilmesine yönelik ilk ve afl›r› derecede güçlü poetik-politik sistemi infla etti¤ini göstermektir. Bu sistem bugüne kadar sadece tiyatroda de¤il TV pembe dizilerinde ve western filmlerinde de bütünüyle kullan›lm›flt›r. Halk›n bast›r›lmas› amac›yla, sinema, tiyatro ve televizyon, Aristotelesçi poetika ortak temelde birleflmifltir”.

***** Tragedya, Atina demokrasisinin karakteristik ürünüdür; hiçbir sanatsal biçimde, toplumsal yap›s›n›n iç çeliflkileri tragedyada oldu¤u kadar do¤rudan ve belirgin bir flekilde görülemez. Kitlelere sunulufl biçiminin d›fl görünümü demokratikti, ancak içeri¤i, yani hayata dair trajik-kahramanca bir bak›fla sahip kahramanl›k destanlar›, aristokratikti... Tart›flmas›z bir flekilde yüce gönüllü bireyin, ola¤anüstü farkl› insan›n standartlar›n› yaymaktad›r... Kökenini, flark›lar›n kolektif icras›n› dramatik diyalo¤a dönüfltüren “koro bafl›n›n korodan ayr›lmas›” olgusuna borçludur...

TRAGEDYA NEY‹ TAKL‹T EDER? Tragedya insan edimlerini taklit eder. ‹nsan edimleri sadece insan faaliyetlerinden ibaret de¤ildir. Aristoteles insan ruhunu iki k›sma ay›r›r: bunlar rasyonel ruh ve irrasyonel ruhtur. ‹rrasyonel ruh yemek yemek, su içmek, yürümek gibi fiziksel eylemlerden oluflur. Tragedya bunlar› taklit etmez. Yaln›zca, insan›n rasyonel ruhu taraf›ndan yap›lan eylemleri taklit eder: Bunlar üçe ayr›l›rlar: a) Yetiler b) Tutkular c) Al›flkanl›klar

***** Tragedya oyuncular› gerçekte devletin burslu elemanlar› ve levaz›mc›s›d›rlar. Devlet onlara sahneledikleri oyunlar karfl›l›¤›nda para öder, ancak do¤al olarak devlet politikas›na ve yöneten s›n›flar›n ç›karlar›na karfl›t eserlerin sahnelenmesine izin vermez. Tragedyalar aç›k bir flekilde tarafl›d›r ve zaten tarafl› de¤ilmifl gibi de yapmazlar.”

a) Yeti: ‹nsan›n yapabilece¤i her fleydir. ‹nsan afl›k olmasa dahi afl›k olma yetisine sahiptir. Yani yeti, potansiyel olarak bulunand›r. b) Tutku: Tutku somut eylem haline gelmifl yetidir. Örne¤in aflk olas›l›k olarak kal›rsa yetidir ama gerçekleflirse tutkuya dönüflür. c) Al›flkanl›klar: Tutku tekrar tekrar ortaya konulursa al›flkanl›k haline gelir.

(Arnold Hauser, The Social History of Art)

O halde, tragedya insan›n rasyonel ruhunun al›flkanl›klar›n›n üretti¤i eylemleri taklit eder. Tüm bu eylemler insanlar›n mutlulu¤unu amaçlar.

Augusto Boal, “Ezilenlerin Tiyatrosu” isimli eserinde tiyatronun zorunlu olarak politik oldu¤unu göstermeyi amaçlad›¤›n› yazar. Tiyatroyu politikadan ay›rmaya çal›flanlar›n bizi yan›ltmak istediklerini ama asl›nda onlar›n bu tutumun da politik oldu¤unu söyler. Tiyatronun politik olmad›¤›n› savunanlar›n bu tezlerini çürütmeye ilk önce Aristoteles’in Tragedya sisteminin asl›nda bask›c› politik bir sistem oldu¤unu göstermekle bafllar. Oysa Aristoteles (lirik, epik ve

28 | TAVIR | EYLÜL 2006

MUTLULUK NED‹R? Aristoteles mutlulu¤u üçe ay›r›r: 1) Maddi hazlardan al›nan mutluluk 2) fian ve flereften gelen mutluluk 3) Erdemin do¤urdu¤u mutluluk Aristoteles’e göre maddi hazlardan al›nan mutluluk tragedyada ele


de¤erlendirme

al›nmamal›d›r. Bunlar zenginlik, itibar, gastronomik (iyi ve lezzetli yiyecekler yeme sistemi) ve cinsel hazlar gibi hayvanlar›n da yaflayabilecekleri mutluluklard›r. fian ve flereften al›nan mutluluk ise baflkalar› taraf›ndan tan›n›r ve onaylan›rsa meydana gelir. Erdem ise rasyonel ruhun erdemli davran›fl›ndan meydana gelir.

PEK‹ ERDEM NED‹R? Erdem, verili herhangi bir durumdaki muhtemel afl›r› davran›fllardan en uzak olan davran›flt›r. Erdem afl›r› uçlarda bulunmaz. Örne¤in çok az yemek yemek de, afl›r› yemek yemek de sa¤l›¤a zarar verir. Erdemli davran›fllar de¤ildir. Ölçülü yemek yemek erdemli davran›flt›r. “Antigone”da, Antigone’un afl›r› aile sevgisi de, Kreon’un afl›r› devlet sevgisi de erdemli sevgi de¤ildir. Afl›r› davran›fl kusurlu davran›flt›r. Erdemde ne afl›r› ne de eksik davran›fl vard›r. Ama erdemli davran›fl› kusurlu davran›fltan ay›rmak için dört koflul gereklidir. Bunlar: ‹radilik, özgürlük, bilgi ve istikrard›r. Aristoteles’e göre, tragedya erdemli davran›flta bulunan, mutlulu¤u arayan insan›n rasyonel ruhunun eylemlerini (al›flkanl›k haline gelmifl tutkular›n›) taklit eder. ‹nsan eyleminin erdemli olarak de¤erlendirilebilmesi için dört koflula uymas› gerekir. Bu koflullar flunlard›r: 1) ‹radilik: ‹nsan rastlant›sal olarak de¤il, kendi iste¤iyle eyleme geçmeye karar verdi¤i için eylemde bulunur. 2) Özgürlük: Erdem, herhangi bir d›flsal bask› olmaks›z›n gerçeklefltirilen özgür davran›flt›r. 3) Bilgi: Bilgi, bilgisizli¤in karfl›t›d›r. Eylemde bulunan bir kiflinin önünde koflullar›n› bildi¤i bir seçim bulunmaktad›r. 4) ‹stikrar: Yunan tragedyas›n›n bütün kahramanlar› tutarl› bir flekilde ayn› tarzda davran›rlar. Burada da erdemi ne rastlant› ne de flans belirler. Dolay›s›yla, tragedyan›n taklit etti¤i insanlar, eylemde bulunurken iradi, özgür, bilgili ve istikrarl› davranan kiflilerdir. Bunlar, insan› mutlulu¤a götüren yol olan erdemi uygulaman›n dört kofluludur. Tragedya en yüksek amaca, politik “iyi”ye yönelik eylemleri taklit eder. O halde, politik iyi nedir? Politik iyi, adalettir.

ADALET NED‹R? Aristoteles’e göre adalet, oldu¤u gibi gerçekli¤in kendisinde içerilmektedir. Halihaz›rda varolan eflitsizliklerin dönüfltürülmesi olas›l›¤›n› göz önünde bulundurmaz, sadece onlar› kabul eder. Ve bu nedenle de, özgür erkekler ve köleler gerçeklikte var oldu¤undan, eflitsizli¤in ilk ölçütü bu olacakt›r. Bir erkek olmak fazlal›k, bir kad›n olmak ise eksikliktir. Somut gerçekli¤in gösterdi¤i budur Aristoteles’e göre. O halde özgür erkekler en üst seviyede olacakt›r; sonra özgür kad›nlar gelecek ve onlar› erkek köleler izleyecektir; zavall› kad›n köleler de en alt seviyede yer alacakt›r.

‹flte, Atina demokrasisi buydu. Buradan ç›kan sonuca göre, adalet gerçeklik de¤ildir, adalet orant›l›l›kt›r. Bu orant›l›l›¤›n ölçütleri belirli bir flehir devletinde fiilen hakim olan politik sistem taraf›ndan belirlenir. Adalet daima orant›l›l›k olacakt›r, ancak orant›l›l›¤› belirleyen ölçütler sistemin bir demokrasi, oligarfli, diktatörlük, cumhuriyet veya baflka bir sistem olmas›na ba¤l› olarak de¤iflecektir. Tragedya, insan›n afl›r›l›klardan uzak, erdemli davran›fl›ndan –ki bu erdemli davran›fl›n yüce “iyi”si adalet, en büyük ifadesi anayasad›r – oluflan mutlulu¤unu arama sürecinde, rasyonel ruhunun eylemlerini, al›flkanl›klara dönüflmüfl tutkular›n› taklit eder. Son tahlilde mutluluk kanunlara uymaktan oluflur.

T‹YATRO HANG‹ ANLAMDA B‹R ARINDIRMA VE S‹ND‹RME ARACI OLARAK ‹fiLEV GÖREB‹L‹R? Görüldü¤ü gibi flehir nüfusu eflit derecede mutlu de¤ildir çünkü çeflitli eflit olmayan s›n›flara bölünmüfltür. Eflit olmayan s›n›flar, sis-

EYLÜL 2006 | TAVIR | 29


de¤erlendirme

temden eflit flekilde memnun olamazlar. Ama onlar›n sistem karfl›s›nda eflit flekilde edilgin kalmalar› sa¤lanmal›d›r. Bu da çeflitli bask› biçimleriyle sa¤lan›r: Politika, bürokrasi, al›flkanl›klar, gelenekler ve Yunan Tragedyas›yla. Yunan tragedyas›n›n ve Aristotelesçi tragedya sisteminin temel özelli¤i bask›c› ifllevidir. Bu bask›c› ifllevi de katharsis’le yapar. Katharsis izleyicilerde korku ve ac›ma duygular› uyand›rmakt›r. Korku ve ac›ma duygular› kendilerini trajik karakterlerde de¤il seyircide a盤a ç›kar›r. Seyirciler kahramanlara bu duygular arac›l›¤›yla ba¤lan›rlar. Seyirciler kahramanlara as›l olarak korku ve ac›ma duygular› arac›l›¤›yla ba¤lan›r, çünkü Aristoteles’in dedi¤i gibi, kendimize benzeyen bir karakterin bafl›na, hak edilmemifl bir fley gelir. Örne¤in, Oidipus büyük bir krald›r ve halk onu sever; yönetimi kusursuzdur ve böylesine ola¤anüstü bir kiflinin bir tek kusurundan, kibirinden dolay› y›k›lmas› karfl›s›nda ac›ma hissederiz. Belki de kibir bizim de sahip oldu¤umuz bir fleydir: Korkumuz bu yüzdendir. Sonuç olarak, flunu söyleyebiliriz: ‹nsan eylemlerinde –kanunlara uymak olan en büyük erdem arac›l›¤›yla mutlulu¤u ararken gösterdi¤i erdemli davran›fllar›nda –baflar›s›z oldu¤unda, bu baflar›s›zl›¤› düzeltmek üzere tragedya ve sanat devreye girer. Ar›nd›rma, katharsis arac›l›¤›yla, karakteri amaçlar›na ulaflmaktan al›koyan yabanc›, istenmeyen unsurun ay›klanmas› arac›l›¤›yla olur. Bu yabanc› unsur kanunlara ayk›r›d›r; toplumsal bir hata, politik bir eksikliktir. AR‹STOTELES’‹N BASKICI TRAGEDYA S‹STEM‹ NASIL ‹fiLER? Gösteri bafllar. Trajik kahraman görünür. Seyirci onunla bir tür empati kurar. Eylem bafllar. fiafl›rt›c› bir flekilde kahraman davran›fllar›nda bir hata, bir hamartia (Trajik hata. Toplumun istenilir olarak kabul etti¤i fleylerde uyum içinde olmayan tek özelliktir) gösterir; daha da flafl›rt›c› olan›, kahraman›n mevcut mutluluk halini yine bu hamartia sayesinde kazand›¤›n›n ö¤renilmesidir. Empati arac›l›¤›yla, seyircinin de sahip olabilece¤i ayn› hamartia uyar›l›r, gelifltirilir ve etkinlefltirilir. Bir hamartia sayesinde bu kadar yukar›lara ç›km›fl olan karakter, buradan düflme riskine girer. Bu Poetika’da peripeteia, karakterin kaderindeki köklü bir de¤iflim [baht dönüflü an›] olarak s›n›fland›r›lan fleydir. Bu ana kadar “hamartia”s› uyar›lm›fl olan seyirci giderek büyüyen bir korku hissetmeye bafllar. Karakter flimdi felaketine do¤ru ilerlemektedir. Kreon o¤lunun ve kar›s›n›n öldü¤ünü haber alm›flt›r. Karakterin yaflad›¤› peripeteia ayn› zamanda seyircide yeniden üretilir. Ama seyircinin peripeteia an›na kadar empati kurup bu noktadan sonra kendisini ondan ay›rmas› da muhtemel bir durumdur. Bunun önlenmesi için karakterin Aristoteles’in anagnorisis –yani hatas›n›n fark›na varma ve ak›l yürütme yoluyla onu aç›klama – dedi¤i duruma geçmesi gerekir. Kahraman hatas›n› kabul eder, bunu yapmaktaki beklentisi kendisiyle empati kurmufl olmas› sayesinde seyircinin de kendi “hamartia”s›n›n kötü oldu¤unu kabul etmesidir. Ancak seyirci sadece vekaleten hata yapma gibi büyük bir avantaja sahiptir: Gerçekte bu hatan›n bedelini ödemez.

30 | TAVIR | EYLÜL 2006

Son olarak, seyircinin hatay› sadece vekaleten de¤il, fiili olarak ifllemesinin korkunç sonuçlar›n› zihinde tutmas›n› sa¤lamak amac›yla, Aristoteles, tragedyan›n katastrofi (felaket) olarak adland›rd›¤› korkunç bir sonu olmas› gerekti¤ini belirtir. Karakterlerin fiziksel y›k›m›n›n mutlak olarak gerekmemesiyle birlikte tragedyada mutlu sona izin verilmez. Baz›lar› ölür; di¤erleri sevdiklerinin ölümüne tan›k olur. Her iki durumda da her zaman katastrofi ölmemenin ölmekten beter oldu¤u bir hal al›r. Tragedyan›n birbirine ba¤l› üç ö¤esi (peripeteia, anagnorisis, katastrofi) seyircide (kahramandaki kadar ya da daha fazla) bir katharsis yaratma nihai amac›n› güderler; amaçlar› afla¤›da aç›k bir flekilde tan›mlanm›fl üç aflama arac›l›¤›yla hamartian›n ar›nd›r›lmas›n› sa¤lamakt›r. Birinci Aflama: Hamartian›n uyar›lmas›. Karakter seyircinin de empatik bir biçimde kendisine efllik etti¤i, mutlulu¤a do¤ru yükselen bir yol izler. Sonra birdenbire ifllerin tersine döndü¤ü an gelir: Karakter seyirci ile birlikte mutluluktan felakete do¤ru yol almaya bafllar; kahraman›n düflüflü. ‹kinci Aflama: Karakter hatas›n›n fark›na var›r –anagnorisis. Seyirci empatik iliflki arac›l›¤›yla kendi hatas›n›n, kendi hamartias›n›n, kanunlara ayk›r› davran›fl›n›n fark›na var›r. Üçüncü Aflama: Katastrofi. Karakter hatas›n›n sonuçlar›n› yaflar, bu, kendi ölümü veya sevdiklerinin ölümü gibi fliddetli bir biçim al›r. Katharsis: Katastrofiyi izleyerek dehflete kap›lan seyirci kendi “hamartia”s›ndan ar›n›r. Aristoteles fliirin, tragedyan›n ve tiyatronun, politikayla hiçbir iliflkisi olmad›¤›n› söyler. Oysa, Poetika’n›n kendisi bunun böyle olmad›¤›n› söyler. ‹nsan›n bütün faaliyetleri – bütün sanatlar, özellikle de tiyatro – politiktir. Ve tiyatro, bask› oluflturman›n en kusursuz sanatsal biçimidir. SONUÇ Aristoteles’in bask›c› tragedya sistemi asl›nda güçlü bir korkutma ve sindirme sistemidir. Bu sistemin temel görevi toplum karfl›t› olanlar›n ar›nd›r›lmas›d›r. Bu nedenle bu sistem devrimci gruplar taraf›ndan devrimci dönemler s›ras›nda kullan›lamaz. Bask›c› tragedya sistemi devrimden önce ya da sonra kullan›labilir... Ama asla devrim s›ras›nda de¤il! Bu sistem bütün de¤erlerin oluflturulmakta oldu¤u veya sorguland›¤› bir “kültürel devrim” s›ras›nda uygulanamaz. Çünkü bu s›rada, karakterin karfl› karfl›ya kalabilece¤i toplumun kesin ve benimsenmifl bir de¤erler sistemi olamaz. Aristoteles devrim de dâhil genel kabul görmeyen her fleyi gerçekleflmeden bertaraf etmek için çok güçlü bir ar›nd›r›c› sistem kurmufltur. Onun sistemi bugün k›l›k de¤ifltirmifl bir halde televizyonda, sinemalarda, sirklerde, tiyatrolarda görülmektedir. Birçok farkl› biçimde ortaya ç›kmaktad›r. Ama özü de¤iflmemektedir: Bireyi dizginleyecek ve önceden mevcut olana uyduracak flekilde tasarlanm›flt›r. E¤er istedi¤imiz buysa Aristotelesçi sistem bu amaca di¤erlerinden daha fazla hizmet eder. Tam tersine, e¤er seyirciyi yaflad›¤› toplumu de¤ifltirmesi, devrimci eyleme kat›lmas› için uyarmak istiyorsak, baflka bir poetika aramal›y›z!J


gezi

z›mex’te bir gün grup yorum

Yine bir Dersim yolculu¤una ç›km›flt›k, bu sefer orada olmam›za vesile olan fley, 6. Munzur Festivali’ydi. Toplam dört ilçede konserler verdik. Pertek, Hozat, Ovac›k, Naz›miye… Bu konserlerin hepsindeki coflku gerçekten görülmeye de¤erdi. ‹nsan›n, oradaki ortam› gördükten sonra heyecanlanmamas› mümkün de¤il gerçekten. O s›cakl›k, kabarm›fl duygular, a¤›zlarda ses, gözlerde ›fl›lt› olup gökyüzüne havalan›yor adeta. Binlerce Dersimli; Türkiye’nin dört bir yan›ndan ve yurtd›fl›ndaki çeflitli ülkelerden memleketine koflmufl. Festivalin Dersimli olmayan ama merak etti¤i için gelen konuklar› da vard› elbette. Her ne kadar bu y›l, daha önceki y›llar gibi çok kalabal›k geçmese de özellikle ilçelerdeki etkinliklere yüksek kat›l›m sa¤lanm›flt›. Dersim’de dört günü festivalde olmak üzere, alt› günümüz geçti. ‹ki gün öncesinden Dersim’den

ç›kmam›z gerekirken, bir türlü ayr›lmay› baflaramam›fl ve iki günümüzü daha orada de¤erlendirmifltik. Festival program›n›n bir gün sonras› bizim Dersim’deki son günümüzdü. Son günümüzü Hozat’›n Z›mex Köyü’ne bir ziyaretle doldurmufltuk. Z›mex; Dersim Merkez, Hozat ve Pertek’i buluflturan, s›n›r noktada bir köy. Tahmini olarak 25–30 hanenin bulundu¤u, önünde yüksek ve dik da¤lar›n durdu¤u ve da¤lar›n dibinde derin bir dere yata¤› olan, arkas›n› ise Dersim’e yaslayan bir köy. Z›mexli bir arkadafl›m›z›n davetiyle köyü ziyarete karar vermifltik. Dedi¤imiz gibi küçük bir köy. Burada bir eve misafir olursan›z bütün evlerde de misafirmiflsiniz gibi hem duyulursunuz hem de gitti¤iniz evdeki eksiklikler, ihtiyaçlar di¤er evler taraf›ndan

EYLÜL 2006 | TAVIR | 31


gezi

gezdiriliyor, ard›ndan k›zg›n tereya¤› da ekleniyor. fiimdi zerfet, yenmeye haz›r. Herkesin heyecanla bekledi¤i an geliyor. Evin sahibi olan a¤abey, köyü ve burada yaflanan olaylar› anlatmaya devam ediyor. Sofradan ne zaman kalkt›k, çay› içmek ne kadar sürdü, hiç hat›rlam›yoruz. Bu öyküler eflli¤inde evden ç›k›yoruz ve hemen afla¤›da tarla ve bahçelerin bitimindeki dereye do¤ru ilerliyoruz. Defalarca çat›flma alt›nda kalm›fl bir köy buras›. “Gerilla yuvas›” diye kaç kez uçaklarla, helikopterlerle bombalanm›fl, ormanl›k alanlar› yak›lm›fl. Daha bir hafta önce okudu¤umuz bir haberde yine bu bölgenin bombaland›¤›, yak›ld›¤› yaz›yordu. “fiahanlar”› eksik olmuyor bu da¤lar›n. Bu derenin etraf›ndaki her kayal›¤›n neredeyse bir öyküsü var. Ma¤aralar›n oldu¤u, onlarca metre afla¤›da derenin akt›¤› yerlere geliyoruz. fiimdi o dik da¤›n hemen karfl›s›nday›z. kapat›l›r, tamamlan›r. Köyün giriflinde, köy ahalisi taraf›ndan karfl›lan›yoruz. Konuk oldu¤umuz evin sahibi, büyük bir heyecanla bizi eve do¤ru götürüyor. Hava s›cak, adeta yak›yor. Kendimizi eve at›yoruz. Evdeki so¤uk su yetmiyor çünkü hepsini bitiriyoruz. Evin sahibi, komflular›n›n k›zlar›yla birlikte su almaya gidiyor çeflmeden. Bir hofl geldin ve ev ahalisiyle tan›flma sohbetinin ard›ndan yemek için haz›rl›klar bafll›yor. Bu arada o bölgeyle ilgili merak etti¤imiz her fleyi soruyoruz heyecanla. Gruptan bir arkadafl›m›z da hemen karfl›daki da¤lar›n arkas›ndaki köylerden. O daha bir heyecanla soruyor sorular›n›. Oturdu¤umuz evin bahçesi, o dik ve yüksek da¤lara bak›yor. Da¤lar›n tepesi filmlerde intihar edilen mekanlar› ça¤r›flt›r›yor. O derece, uçurum… Dere, köyle dik da¤lar aras›nda kal›yor. Yani uçurumun en dibinden dere ak›yor. Bu dere Hozat taraflar›ndan gelip Pertek’in köylerine do¤ru giden bir dere. Derenin bu taraf›nda köy evlerine ait tarla ve bahçeler var. Bu tarlalar›n oldu¤u yer de karfl›daki da¤lar kadar yüksek olmasa da en az 70–80 metre yüksekten bafll›yor. Tarla ve bahçelerin devam›nda iflte Z›mex geliyor. Evler bafll›yor. Biz sohbet ederken; daha önceden f›r›na at›lm›fl hamur ç›k›yor, “kömbe” k›vam›na gelmifl. “Zérfet” yiyece¤iz. Buna “sir” de deniyor, “bab›ko” olarak da biliniyor. Yani bir yeme¤in böyle de¤iflik adlarda bilinmesi de ilginç. Mutlaka bir sebebi vard›r. fiimdilik kafa yormayaca¤›z. Tepsi içinde ortaya “kunçe”nin* üzerine getirilen zérfet malzemesinden ç›kan buhar kapl›yor ortal›¤›. Bunun seveni çok…

Daha önceki y›llarda da defalarca Dersim merkeze giderken bu yol üzerinden geçti¤imizde bu dik da¤lar› görür ve hep merak ederdik. Daha önce baflka öykülerini de dinlemifltik buralar›n. Geçti¤imiz yerlerde hep eskiden kalm›fl, asker yiyecek konservelerinin paslanm›fl kutular› var. Bir yandan arkadafl bize buralar›n öyküsünü anlat›rken bir yandan derin düflüncelere dal›yoruz. Bu izlenim ve an›msamalar›n ard›ndan köye geri dönüyoruz. Art›k gitmemiz gerekiyor. Ç›kmadan önce köylülerle birlikte türkü söyleyelim istiyoruz. Onlar›n misafirperverli¤inin karfl›s›nda türküler arma¤an etmek istiyoruz. K›sa sürede o anda orada olan bütün köylü, köyün meydan›na a¤açl›klar›n gölgesine toplan›yor. Biz de tafll›klar›n üzerinde yerimizi al›yoruz. Köyün gençleri yafll›lar›, tarlada olmayanlar küme küme toplanm›fllard›. Sa¤ taraf›m›zda genç k›zlar çökmüfl gülüflerek bir fleyler konufluyorlar. Solumuzda ise yafll› büyüklerimiz yer al›yor. Hep birlikte gerilla türküleri söylüyoruz. Cemo, Dersim’de Do¤an Günefl… Ard›ndan Zazaca ve Kürtçe türküler söylüyoruz. Köyün gençlerinden birine çok ›srar ediyoruz türkü söylemesini ama maalesef utangaçl›¤› bunu engelliyor. Biliyoruz ki orada, Z›mex’te söyledi¤imiz türküler yan› bafl›m›zdaki da¤lar›n yücesine de ulafl›yor.

Birkaç arkadafl yard›m için bafl›na toplan›yor. Bu malzemenin parça parça ufalanmas› gerekiyor bir tepsinin içine. D›fl kabu¤unu s›cak s›cak yemenin verdi¤i keyif, bu ifli yavafllatsa da elbirli¤iyle k›sa sürede bu parçalama ifli bitiyor.

Z›mexliler’le çok samimi bir flekilde ayr›l›yoruz. Sanki uzun zamandan beri arkadaflm›fl›z gibi hissediyoruz. Arabada Dersim’i düflünüyoruz, yaylalar›, karl› da¤lar›, uçurumlar›, kayal›klar›, sular›, dereleri… Ve içinde insan›yla güzeldir bütün bunlar… On y›llardan bugüne bir isyankar gelenektir, sürer Dersim’de…

Sohbet daha koyulaflm›fl durumda art›k. Herkes bir yerde bir fleyler konufluyor. Ufalanm›fl kömbenin üzerine sar›msakl› ayran

*Kunçe: Bir nevi tahta sehpa. Ayn› zamanda üzerinde hamur da aç›l›r. J

32 | TAVIR | EYLÜL 2006


röportaj

herkes kendi tecridini yaflar tav›r

flup duruyor. Bir gözün sürekli seni izledi¤ini hiç unutmamak. Aya¤›n› bile uzatsan “Nizama uygun otur!” uyar›lar›. Bafl›nda dikilip duran, sana ters ters bakan robotlaflm›fl gardiyanlar. Amatör Tiyatrolar Çevresi’nin oyuncular›, dostlar... Dost olduklar› için buradalar ve bunun için sana böyle düflman gibi bakmak zorundalar. Ancak yine de, bütün bunlar›n bir oyun oldu¤unu bilsen bile huzursuzsun. Sen, bir, numaras›n. Kimli¤in, kiflili¤in, yeteneklerin ve be¤enilerin yok art›k. Bu kap›dan içeri girdi¤in andan itibaren bir numaras›n sadece. 21, 29, 12, 33, 19, 31... Ne fark eder? Sadece bir numaras›n. Burada bir fley üretmen yasak. Düflünmeyeceksin bu nedenle. Sadece ve sadece komutlara uyacaks›n.

‹nsanlar bir odaya kapat›l›yor. Hiçbir fley duymadan görmeden konuflmadan, dokunmadan yaflamak zorunda kal›yor y›llarca. Sonra insanlar ölüyor ayakta bir a¤aç gibi her gün bir yaprak dökerek. Sonra bir gün kuruyup devrilir gibi ölüyorlar. ‹nsanlar ölüyor tecrit denen alçakl›¤a karfl›. K›pk›rm›z› bir mum gibi eriyorlar. Bunlar bizim ülkemizde oluyor. ‹nsanlar›n açl›ktan gün gün ölmesine tan›k oluyoruz. Açl›k, bu sefer tercih edilen bir açl›k olsa da, ne flekilde olursa olsun gözümüzün önünde eriyip gidiyorlar. Bu gerçek de¤iflmiyor. “Kimse bu insanlar›n neden öldü¤ünü ve tecridi anlayam›yor mu? Yoksa biz mi anla-

tam›yoruz?”un derdine düflerek bir proje ç›k›veriyor ortaya. Oyun yazar› Bilgesu Erenus’un önerisi olan do¤açlama tiyatro, hepimizi heyecanland›r›yor. Tecritte ne yaflan›l›yorsa, ayn›s›n› yaflamak üzere kaleme al›n›yor senaryo. Tart›fl›l›yor üzerinde. Yer tutuluyor, davetliler aran›yor. 1 haftay› bulan yo¤un çal›flma sonucunda oyun günü ve saatinde oraday›z... Tarih 26 Temmuz saat 12:00. Hepimiz çok heyecanl›y›z. Birazdan “hepimiz tecride” girece¤iz. Guantanamo’yu an›msatan tek tip k›yafetler giyiliyor. Ve ilk komutlarla birlikte tek s›ra halinde tecrit odalar›na al›n›yor ayd›nlar. Düflünen beyinlere düflünmesi yasaklan›yor. Her fley izne ba¤l›. Dilekçe, sayg› duymak ve iste¤ini arz etmek... Kavramlar havada uçu-

‹yilefltirileceklerinden bahsediliyor. Hepsi iyileflecek. Beyinleri etkisiz hale getirilecek. Tehlikeli düflüncelerden ar›nd›r›lacak. Düflünen beyinler düflünmeye bafll›yor orada. Komutlar ard› arkas›na geliyor. Sa¤a sola bakma, önüne dön, göz temas› yasak, konuflmak yasak, gülmek yasak... Yan›ndakini görmek mümkün. Ancak dokunmak ve konuflmak yasak. Bir süre sonra s›k›nt› bafll›yor. ‹ç s›k›nt›s› ve düflünen beyinler hapishanedekilerle empati kurmaya bafll›yor. Susup hiçbir fley istemeyenler de var. Bir bardak su bile istemeyenler. Neden? Çünkü 12 saat sürecektir neticede ve sona erecektir. Buradan istedi¤imiz an ç›kabiliriz; peki ya içerdekiler? Suç, ceza, adalet kavramlar› ayr› bir tart›flma konusu. Peki ya tecrit? Hapishane içinde hapishane...

EYLÜL 2006 | TAVIR | 33


röportaj

Bunu nas›l anlatmal›? Tecritteki beyinler düflündükçe üretiyor. Birbiri ard›na flark›lar, türküler, marfllar söyleniyor ve tecride karfl› tepkinin ilk refleksleri oluflmaya bafll›yor. fiiddet görseler de susup konuflmamaktan kötü olamaz yaflad›klar›. Ç›kmak isteyenler 10 dakika yo¤un tecride tabi tutuluyor. Bu sefer görmek de yasak. 10 dakika sonra gözleri kamafl›yor ç›kanlar›n. Ve d›flar›ya do¤ru ad›mlan›yor yollar. Geride kalanlar›n hüznü yüreklerde. Hapishanede duvarlar›n ard›ndakilere bir selam olsun. Dayan›n çocuklar, bu insanl›k utanc›n› yeryüzünden silece¤iz. “Tecride son” diyor bir avukat açl›¤›n›n 120’li günlerinde fiiflli’deki evinde. Adana’da bir kad›n iki çocu¤unun gözlerinin içine bakarak söylüyor 100’lü günlerinde: “Tecrit Kalkacak!” Sokaklara dal›yorsunuz ve akl›n›za tak›l›yor belki de: “Niye herkes kendi tecridini yaflar içinde?”

AHMET TULGAR “Hepimiz Tecritteyiz” oyununa hangi duygu ve düflüncelerle kat›ld›n›z? Ben oraya üç dört saat en az›ndan bu tecrit oyununu oynamak üzere gittim. Fakat ne zaman ki gardiyanlar› canland›ran arkadafllar›n seslerini duymaya bafllad›m çok uzun y›llar-

d›r hiç akl›m›n ucundan bile geçmeyen yani her zaman cezaevindeki insanlarla aramda bir kardefllik duygusu… Kendimi hiç uzak hissetmedim onlara ama kendi kiflisel hayat›m özelinde cezaevi gerçekli¤i benim çok uza¤›mdayd› art›k. Yani sadece ben bir haberci bir yazar olarak ve daha önce cezaevinde yatm›fl bir insan olarak oradaki kiflilere karfl› bir sorumluluk hissediyordum. Ve elimden geldi¤ince bu meseleyi gündeme getirmeye çal›flt›m. Fakat o noktadan itibaren cezaevinin benim de asl›nda kiflisel olarak ne kadar yak›n›mda oldu¤unu hissetmeye bafllad›m tekrar. Ve cesaret edemedim uzun süre aç›kças› o gardiyanlar›n aras›ndan cezaevi bölümünün sahnelendi¤i k›sma geçmeyi. Daha sonra geçtim ve yaklafl›k iki saat filan bir karars›zl›k içinde kald›m ve o andan itibaren düflünmeye bafllad›m. Zaten o kadar garip bir fleydi ki bu; ikinci salonda alt salonda oturuyorduk ve oraya da sürekli olarak talimatlar yetifltiriyordu gardiyanlar ve samimi olarak söylüyorum çok rahats›z oldum ve bu rahats›zl›k iyi bir rahats›zl›k tabi rahat olmamak laz›m bu kadar önemli bir sorun yaflan›rken. O anlamda çok önemli bir ifllevi yerine getirdi¤imi düflünüyorum. Bu konuda bir fleyler yapmak bir fleyler yazmam gerekti¤i gibi bir düflünce do¤uyor bende. Ama o gün çok yak›n›mda oldu¤unu… Hüseyin’le de bunu konufltuk; ben tekrar oraya gitmek istiyordum ama bu sefer gidip oyunda rol almak de¤il de neredeyse oyunu da¤›tmak istiyordum. Hani sanki oradaki oyuncu olarak

kalm›fl kiflileri kurtar›rsam cezaevindeki, tecritteki arkadafllar›m›z› da kurtaracakm›fl›z gibi gelmeye bafllad›. “Hepimiz tecritteyiz” ne demek? E¤er tek bir insan› bile tecritte tutmay›, onun tecritte kalmas› durumunu hazmedebilecek, görmezden gelebilecek, sadece zaman zaman hat›rlayabilecek durumdaysak hala insanl›k olarak, bütün insanl›k olarak bir kere hepimiz tecritte olabiliriz. ‹nsan›n sosyal bir varl›k olmas› d›fl›nda tecrit edilmesi bir insan›n, insan›n kendi kendisini bir öz y›k›ma yönelmesi demek. Bütün dayan›flma duygular›n›n, birlikte bir fleyler üretme, bütün o ideallerin yok edilmeye, unutturulmaya çal›fl›ld›¤› bir dönemde son celsede zaten her insan yaln›z ve her insan tecrit edilmifl durumda asl›nda. Tecriti kald›rmak mümkün mü, bir çözüm öneriniz var m›? Tecridi kald›rmak elbette ki mümkün. Bir dakika bile geçirilmeden kald›r›lmal› zaten. O kadar insanl›k d›fl› bir durum ki. Bence derhal, di¤er taraftan hiçbir flekilde, bir an bile beklemeden devletin bu uygulamay› durdurmas› gerekiyor. ‹nsanlar› flöyle ya da böyle kendi hukukuna göre kendi koydu¤u yasalar› kendi çi¤neyerek bir sürü insan› zaten cezaevinde tutuyor. ‹nsanlara bakt›¤›nda yani bu insanlarda baflka bir sistem baflka bir dünya özlüyorlar o anlamda da siyasi tutsak olduklar›n› düflünüyorum. Sadece fikir baz›nda bile mücadele etmifl olsa o anlamda da tutsaklara uluslararas› yasalar uygulanmal›. Böyle tart›flman›n bu yan› da olabilir. Ama en önemlisi tabi ki dedi¤im gibi tekrar baflta yani tecrit korkunç bir fley. Bu yüzden insanlar ölüyor. Bunun derhal durdurulmas› gerekiyor ve bunu da yapmas› gereken fley merkezi otoritenin bunu çözmesi gerekiyor. Bir ayd›n komitesi kural›m tekrar iki taraf aras›nda arabuluculuk yaps›n, bir tarafta bütün fliddet mekanizmas›yla devlet var, bir tarafta bütün haklar› ellerinden al›nm›fl mahkumlar, tutuklular, tutsaklar, nelerse diyelim ve siz bunlar›n aras›nda bir arabuluculuk, tabi bir ad›m sen at, bir ad›m da sen at onu da yanl›fl buluyorum. Ayd›n inisiyatifinin direk devletten bu insanl›k suçuna dur demesi gerekti¤ini düflünüyorum.

34 | TAVIR | EYLÜL 2006


röportaj

AVN‹ SA⁄LAM

AT‹LLA MER‹Ç

‘Hepimiz Tecritteyiz’ oyununa hangi duygularla kat›ld›n›z? Uzun süren beri ölüm oruçlar›n› takip ediyorum. Bir avukat›n da ölüm orucuna yatmas› ve ilginçtir art›k bir fley yapamamandan dolay› ölüm orucuna yatmas›ndan sonra ben neler hissedebilirim düflüncesiyle bu oyuna kat›ld›m. Neler hissettim?

Tecrit ne demek? Tecrit bana göre insanlar›n, tepkisiz yaflamaya mahkum edilip kifliliksizlefltirilmesi, kimliksizlefltirilmesi ad›na yap›lm›fl olan bir harekettir.

Kendime ait olan bedeni kullanamama. Orda ilginç olan fluydu beynim bana aitti. Düflündüm, ben düflüncemden dolay› bu hücreye at›lm›flsam, kolumu k›p›rdatam›yorum aya¤›m› k›p›rdatam›yorum, ama beynim düflünüyor. ‹nsanlar›n bunu anlayabilmesi için, bunu yaflamas› gerekmiyor kesinlikle. D›flar›da da do¤rudur hayat›m›z tecritte. Dünyan›n her taraf›nda ‹srail protesto ediliyor, Türkiye’de de bu zaman zaman yap›l›yor. Ama Türkiye’de insanlar polisin vahfli bir flekilde sald›r›s›na u¤ruyor. Bu kamuoyunun önünde yap›l›yor. Cezaevindeki insanlar› düflünün tamam hücredeler tamamen onlar›n elindeler. Düflünün ki nelerle karfl›lafl›rlar. Kamuoyunda yap›lanlar› düflündükçe cezaevinde bununla k›yaslanamayacak derecede daha a¤›r fleylerin yap›ld›¤› bir gerçektir.

Tecrit ne demek? Kendinize ait olan bedeninizi kullanamaman›z. Bu hakk›n›z›n elinizden al›nmas›. Ama ne olursa olsun insanlar›n oyunda olsa bunu yaflamamas› gerekir. Tecridi kald›rmak mümkün mü? Devletten böyle bir fley beklememek gerekir. Çünkü bunu yapan devletin kendisi. Kald›r›labilir flöyle ki toplumun duyarl› olmas› gerekir toplumun bunu görmesi duymas› gerekir. Bu süreçte bu toplumun içinde önde gelen sayg›n kifliler bu konuya el atmal›. Bu aç›dan bunlar›n verece¤i mesaj önemlidir. Bu flekilde bir sonuç al›nabilir. fiuna inanm›yorum yani -hay›r devlet iflte bu yapt›¤›ndan art›k buna bir nokta koyal›m- böyle bir beklentim yok. Bunu sonuçland›racak olan halkt›r. Tecrit halk›n deste¤iyle kald›r›l›r.

Hepimiz Tecritteyiz isimli oyunda hangi duygular içinde hareket ettiniz? Bas›ndan takip etti¤imiz kadar›yla duydu¤um fleyler vard›, oradaki arkadafllar›n ne yaflad›¤›n› bilmiyorum. Böyle bir giriflim oldu¤unda da seve seve kabul ettim. O arkadafllar›m›z›n orada neler yaflad›¤›n› daha iyi anlamak ad›na, iyi bir f›rsatt›. Çok da güzel bir uygulamayd›, o bütünün içerisinde yer almaktan da çok mutluyum. Tabi epey bir olay yaflad›ktan sonra kiflisel görüfllerim de de¤iflti bu konuyla ilgili olarak.

Oyun s›ras›nda neler hissettiniz, sizi çok etkileyen bir an oldu mu? Yani kat›lmadan önceki düflüncelerinizle kat›ld›ktan sonraki düflünceleriniz aras›nda de¤ifliklikler oldu mu tecrit konusunda? Kat›lmadan önce zaten içeride neler yafland›¤› ad›na bir fley bilmiyordum. Tabi kat›ld›ktan sonra illa ki düflüncelerim de¤iflti. Özellikle ç›k›fl aflamas›ndaki yo¤un tecrit uygulamas›yla tamamen olay›n flokunu yaflad›m aç›kças›. Tabi bu bire bir yaflamak de¤ildi ama bu uygulama benim düflünsel yap›m üzerinde çok büyük bir de¤ifliklik yapt› diyebilirim. “Hepimiz Tecritteyiz” çal›flmas›n›n içinde yer al›yorsunuz, hepimiz tecritteyiz ne demek? Neden bu ismi verdiniz kendinize? Tecridi sadece F tipi cezaevi uygulamas› olarak görmemek laz›m. Bugün yaflam›fl oldu¤umuz ülkede hepimizin d›flar›da da olsak tecride dahil oldu¤unu düflünüyorum. Devletin yap›s›na bakt›¤›m›z zaman halka davran›fl biçimi ve halk›n yaflay›fl biçimini garantiye almak ad›na hiçbir hareketi yok. Bu tip çal›flmalar›n muhakkak surette devam›n› diliyorum çünkü çok sevdi¤im bir söz vard›r benim, “Baflar› diye bir fley yoktur, istikrar diye bir fley vard›r.” ‹stikrarl› bir biçimde bu çal›flmalar sürerse muhakkak ses getirir diye düflünüyorum. Tecridi kald›rmak sizce mümkün mü? Ya da tecridi kald›rmak bu kadar zor mu? 122 kifli öldü. Tecridi kald›rmak bir kurumun ya da sadece sanatç› kesiminin ya da sadece ayd›n kesiminin mücadelesiyle olacak bir fley de¤ildir. Bunun çok genifl bir mücadele biçimine dönüfltürülmesi gerekiyor. Bununla ilgili de böyle bir bütünün bir parças› oldu¤unu tecrit tiyatro çal›flmas›ndan sonra gördük. Bunun halka götürülmesi gerekti¤ini düflünüyorum. Halk›n da art›k bu mücadelenin, bu bütünün bir parças› oldu¤unu, her bireyin bu bütünün bir parças› oldu¤unu düflünmesi gerekti¤ini düflünüyorum. Bunu da düflündürtmek herhalde bizim çal›flmalar›m›z dahilinde olacakt›r.

EYLÜL 2006 | TAVIR | 35


röportaj

Av. BARKIN T‹MT‹K Tecrit ne demek? Tecrit kelime olarak soyutlama demek. Alt› y›ld›r F tipi hapishanelerde uygulanan tecrit daha çok politik tutsaklara yönelik olarak, onlar› kifliliksizlefltirme, kimliksizlefltirme, onlar› düflüncelerinden ve inançlar›ndan ar›nd›rma amaçl› olarak uygulan›yor. Sinsice, sistemli bir flekilde uygulanan yok etme politikas›d›r. “Hepimiz Tecritteyiz” oyununa kat›ld›n›z, oyun s›ras›nda ne hissettiniz? Avukat olmam sebebiyle F tipi hapishanelerde tecrit uygulamalar›n›n bir k›sm›yla karfl›laflmaktay›m. Biz de bu oyunun bir parças› olarak, avukat olarak orada yerimizi ald›k. Oyuna bafllayana kadar çok da ciddiye almam›flt›m. Ama oyuna bafllad›ktan sonra flunu fark ettim ki ciddi anlamda oyunun içine girdik ve sanki hapishane önündeyiz ve gardiyanla tart›fl›yoruz. Bir duvarla karfl› karfl›yayd›k yine derdimizi anlatam›yorduk. Tecridi kald›rmak mümkün mü? Tabi ki mümkün. Zaten bütün yapt›¤›m›z bu umut ve inanç üzre. Tecridi kald›rmak her fley kadar mümkün. fiu an ölüm orucunu sürdüren Av. Behiç Aflc›, ‹stanbul Barosu eski baflkan› Yücel Sayman’›n bir sözünü ölüm orucuna bafllarken aktarm›flt› zaten. “Ölüm oruçlar›n› ve F tipleri sorununu on dakikada çözmek mümkün. Bunun bir dakikas› karar› yazmakla di¤er dokuz dakikas› da karar› F tipi hapishanelerin idarelerine fakslamakla geçer” fleklindeydi. Bu kadar basit bir sorun ama yine de 122 insan›n hayat›n› kaybetmesine, 600’den fazla insan›n sakat kalmas›na ve çok çeflitli psikolojik ve fizyolojik rahats›zl›klar›n yaflanmas›na yol açan büyük bir insanl›k sorunu olarak önümüzde duruyor tecrit. Bir avukats›n›z; tecrit neden uygulan›r müvekkillerinize? Tecrit, emperyalizmin uygulad›¤› bir politika. Halklar› birbirinden tecrit etmek, halk›n içindeki s›n›flar› birbirinden tecrit etmek memurlar›, iflçileri, ö¤rencileri birbirlerinden ve birbirlerinin sorunlar›ndan tecrit etmekiçin uygulan›yor. F tipi hapishanelerinde de

36 | TAVIR | EYLÜL 2006

kendi iktidar›na sistemine muhalif olan insanlar› sindirmek, düflüncelerinden ar›nd›rmak, yok etmek, kimliksizlefltirmek, kifliliksizlefltirmek, hiçlefltirmek için yap›yor bunu. Tecride karfl› neler yap›labilir, ayd›nlara bir ça¤r›n›z var m›, siz neler yap›yorsunuz? Alt› y›ld›r devam eden bir süreç bu. ‹nsanlar ölmeye devam ediyorlar. F tipi hapishanelerinde her gün tecritle, beyaz duvarlarla bo¤uflmak durumundalar. Biz flimdiye kadar neler yapt›k? Çok yetersiz kald›k herhalde ki bu süreç bu kadar uzad›. fiuan Av. Behiç Aflc›’n›n da ölüm orucuna bafllamas›ndan sonra hem meslektafllar›nda hem de di¤er ayd›n ve sanatç›larda bir hareketlenme zaten gözleniyor. Biz avukatlar olarak “Tecride Karfl› Dayan›flma Komitesi” ad›nda bir komite kurduk. Buna iliflkin afifl çal›flmalar›m›z, bildiri çal›flmalar›m›z, imza standlar›, ayd›n ve sanatç›lardan imza istedi¤imiz bildiriler, gazete ilanlar›yla bir flekilde tecride karfl› ses vermeye çal›flt›k. Hala da buna iliflkin çal›flmalar›m›z sürüyor. Daha yarat›c›, daha sonuç al›c› neler yapabiliriz diye tart›flmalar›m›z da devam ediyor. Adalet Bakanl›¤›’n› sürekli olarak eylemlerimizle uyarmaya, bu ölümlerden do¤acak bütün sorumlulu¤unun kendi omuzlar›nda oldu¤unu hat›rlatmaya çal›fl›yoruz. Tecridin kald›r›lmas› yolunda çözüm üretmesi için bask›da bulunmaya çal›fl›yoruz. Bu flekilde sürüyor çal›flmalar›m›z.

FEYYAZ YAMAN “Hepimiz Tecritteyiz” isimli tecride karfl› kurulan sanatç› insiyatifi içinde yer alan bir sanatç›s›n›z. Öncelikle bunu sormak istiyoruz. “Hepimiz Tecritteyiz” ne demek? Kendinize neden böyle bir isim verdiniz? Ben bunu sanatç› kimli¤inden öte insan olarak sahipleniyorum. Çünkü bugün için toplumumuz giderek merkezi iktidar bask›s› alt›nda yaflamaya itildi ki burada insan etraf›ndaki hava nas›l kendisini sarmal›yorsa art›k yaflama alanlar›n›n her noktada benzer bir bask› fleklinde etraf›m›z› sard›¤›na inan›yorum. Bunu sanatç› kimli¤iyle özdefllefltirirsem bir varl›k sorunu olarak görüyorum. Meflhur bir kavram vard›r panoktikom diye, bununla iliflkilendirdi¤imiz zaman e¤er herhangi bir teknoloji, herhangi bir üst gözetim organ› böyle bir imkana sahip olup da bizim gündelik davran›fllar›m›z› bir flekilde etkileyip seçim yapma hakk› varm›fl gibi, dayat›lan iki üç alternatiften birini tercih etmeye zorlamak gibi bir durumda örgütleniyorsa ve biz bu örgütlenme karfl›s›nda bir iflgalle karfl› karfl›yaysak ve bir yapt›r›m gücümüz yoksa o zaman içinde bulundu¤umuz durum gerçekten korkutucudur, ürkütücüdür ve vahimdir Ses duyars›n›z, koku duyars›n›z, hissedersiniz, çekilirsiniz, saklan›rs›n›z, kaçars›n›z yahut da birebir karfl›s›na geçersiniz ama bu tür alanda öyle bir yapt›r›mla karfl› karfl›yay›z ki siz bunu birebir gündelik hayat içinde direk hissedemiyorsunuz, dolayl› yoldan


röportaj

hissediyorsunuz ve o dolayl› iliflkiyi de kuramad›¤›n›z zaman onun yapt›r›m gücüne ister istemez esir durumda kal›yorsunuz. Hani bir kurba¤a projesi vard›r. S›cak bir suya atars›n›z kurba¤ay›, mesela 40 derecelik bir suya atarsan›z kurba¤a z›plar ç›kar. Ancak su yavafl yavafl ›s›t›l›rsa kurba¤a ona al›fla al›fla kaynama noktas›na kadar orada kal›r ve ölür. Bence insanl›k böyle bir deneyin içersinde yaflama ve ölüme karfl› b›rak›l›yor. Tecridi nas›l tan›ml›yorsunuz? Bir ressams›n›z, bir ka¤›t versek size ve tecridin resmini çiz desek ne çizersiniz o ka¤›da? Daha önce ‘78 kufla¤›ndan arkadafllardan biri, flu anda ismini hat›rlam›yorum bir resmini görmüfltüm. Yukardan çekilmifl, 50X50 bir dörtgenler prizmas›na bakt›¤›n›z› düflünün ve onun içersine tabuta s›k›flt›r›lm›fl bir insan› düflünün. Öyle bir resmi vard›. Sizi sadece çevreleyen de¤il ayn› zamanda varl›¤›yla da duvar ve s›n›r çekme gücünü de hissettiren bir dikdörtgen idi gördü¤üm fley. Mesela ondan çok etkilenmifltim. Daha önce bizdeki yine açt›¤›m›z tecridi ifade eden bir sergi vard›. Hüseyin Karabey’in Sessiz Ölüm isimli filmini göstermifltik, IRA’l› iki arkadafl gelmiflti. Filmin gösterimi s›ras›nda onlarla röportaj yapm›flt›k. Bunlar tecride at›lm›fl arkadafllard›. fiunlar› anlatm›fllard›. Renksizli¤in içine at›l›yorlar, iletiflimsizli¤in içerisine. Sesten uzaks›n›z. Bir de flunu tan›mlad›lar, befl duyunun fonksiyonsuz hale getirildi¤i. Duyular sonuçta duygu psikolojisi üzerinden düflünürsek, alg›, etki- tepki üzerinden oluflur. Atefle de¤di¤i zaman s›cakl›¤› hisseder bir daha atefle gitmemeyi ö¤renir. Ac›y› öyle tan›mlar›z. Ama ac›y› hissetmek bile bir fleydir. Sizi orada tecrit ortam›nda e¤er tüm bunlardan uzak b›rakm›fllarsa sizin bütün alg›lama sisteminiz, dolay›s›yla beyin sisteminiz çöker. Yine TAYAD sergisinde bu konuyla ilgili daha önce uzman çal›flm›fl psikologlar›n benzer deneyleri yapt›¤›na iliflkin bir köfle vard›. Yani alg›y› s›f›r noktas›na çekmek... Dolay›s›yla düflünen beyni s›f›r noktas›na götürmek. Bu tür bir olayla iliflkilendirmifltim IRA’l› arkadafllar›n anlatt›klar›n›. Çok kötü tecrübelerini anlatt›lar, yaflam pratiklerinden kesit verdiler. fiunu söylediler, biz buna karfl› direnmek için, sessizlik vard›, beyazl›k vard›, her fley beyaz... Bir süre sonra kardaki insan gibi

ufuk çizgisini, mekan› kaybediyorsunuz. Mesela çok yak›n bir duvarla m› karfl› karfl›yas›n›z, yoksa bir sonsuzlukla m› karfl› karfl›yas›n›z. ‹kisinde de limitsiz ve ölümcül. Ve biz buna karfl› bir direnme oluflturduk, d›flk›m›z› yere yapt›k, ald›k ellerimize duvarlar› kirlettik çünkü beyaza bakmaktan ç›ld›rma noktas›na gelmifltik diyordu. Yani bu olay mesela çok ürkütücü ve gerçekçi bir deneyim. Zaten belki konuflmam›z gereken nokta budur, sanat›n gerçekle iliflkisi, onun tan›mlanmas›nda bize kazand›rd›klar› üzerinden düflünecek olursak bence tecrit bu anlam›yla çok önemli bir deney alan› ama belki aç›l›m›n› sonra koymak gerekir, içinde bulundu¤umuz sanat ortam›nda, d›fltalad›¤› bir sanat tavr› gibi. O anlam›yla belki flu anda sanatç›lar›m›z da s›f›r noktas›nda. Üretim sanat›nda bu konuda bir refleks oldu¤unu düflünmüyorum. Yani yine Troya Savafllar› yafl›yoruz, yine hak ve özgürlüklerimizi kaybettik, yitirdik bunlar› fark›nda olmadan bugüne kadar bahsetti¤im çerçevede tafl›ya geldik, ama gerçekler saklanam›yor, çuvala s›¤m›yor. Sanat›n da titreyip kendine dönece¤i nokta yani. ‹nsanl›k kaçamaz art›k yani. Çünkü varl›k sorunu olarak karfl›s›na gelecektir. Ya delirir kendini kand›ra kand›ra ya da gider kafas›n› önündeki o gerçe¤e çarpar ve bunun flimdi konuflulmas› çok do¤ru onun içinde bütün çal›flmalar›n, iliflkilendirmelerin konuflmaya çekilmesinin çok do¤ru oldu¤unu düflünüyorum. Bu proje gibidir. Herkes önündeki perdeyi çekip bakmay› görecektir, yoksa baflka türlü yaflayamaz.

GÜLSEN TUNCER 26 Temmuz’da “Hepimiz Tecritteyiz” isimli sanatç› inisiyatifinin düzenledi¤i oyuna kat›ld›n›z. Siz de orada oyuncu olarak bulunuyordunuz. Bu oyuna ne gibi duygu ve düflüncelerle kat›ld›n›z? E¤er bir hukuk devletine inan›yorsak, demokrasiye inan›yorsak bu hukuk devletinin yasalar›n›n do¤ru olmas›n›n, bu yasalar›n do¤ru ifllemesinin peflinde olmal›y›z. Çünkü demokrasi bunu gerektirir. Çünkü ço¤ulcu kat›l›m, yolunda gitmeyen bir fleyleri belli tespitlerle, sonra hukuksal yollardan müdahalelerle de¤ifltirme hakk›na sahiptir. ‹flte bu hakk›n kullan›lmas›, yani yurttafll›k hakk›n›n kullan›lmas› ad›na bu çal›flmaya kat›ld›m. Oyun s›ras›nda neler hissettiniz? Bu bir deneydi ve ben profesyonel bir oyuncuyum. Tabi kendimi tamam›yla soyutlamam söz konusu olamaz . Sadece bir gözlemci (hem iç gözlem hem d›fl gözlem olarak) bunu yapt›m. Tabii birçok tats›z duyguyu yaflad›m orada. F tipini, veyahut F tipinin yak›n›nda olanlar›n neler olabilece¤ini duyumsamaya çal›flt›m. Tabi ki bu birebir orada yaflananlarla çok yak›n fleyler de¤il, bunun bir profesyonel olarak bilincindeyim. Tecridi hiç birebir yaflad›n›z m›? Hapishane deneyiminiz oldu mu? Böyle bir oyuna kat›lmadan önce ya da kat›ld›ktan sonraki duygu ve düflüncelerinizde ne gibi de¤ifliklikler oldu? fiimdi flöyle diyebilirim. Benim öyle çok uzun bir hapis dönemim veya çok a¤›r bir tecrit

EYLÜL 2006 | TAVIR | 37


röportaj

dönemim olmad› ama flöyle 12 Eylül sonras›nda yo¤un fleyler yaflad›m. ‹kinci bar›fl davas›nda y›llarca süren mahkemeden vareste tutulmad›¤›m›z uzun duruflma günlerimiz oldu.

ye birisinden mektup al›yordum. Keyfo Baflak çok güzel fleyler yazan bir insand›. Hem fikirleri çok güzeldi, fliirler yazard›, düz yaz›lar yazard›, çok güzeldi. “Gülsen Arkadafl” diye hitap ediyordu.

Mesela bir sabah çok erken saatte bafllay›p akflam mesai bitene kadar süren, hatta bazen aralar verildi¤inde mahkeme salonundan ç›kmad›¤›m›z uzun duruflma günleriydi ve mahkemeden vareste olmad›¤›m›z için biz her an tutuklanma haz›rl›¤›ndayd›k bavullar›m›zla gidip geliyorduk.

Ama birbirimizin yüzünü hiç görmemifltik. Ben ona radyodan sözel olarak ulafl›yordum, o da bana yaz›yla ulafl›yordu. Bir dostlu¤umuz oldu. Keyfo’dan sonra Mustafa Çapardafla bana ulaflt›. Ondan sonra yine ayn› hapishaneden Erdal Koç bana ulaflt›. Onlarla bir iletiflim kurdum.

Bu tats›z bir süreçti o aranmalar veya içeriye bir kalemin, bir ka¤›d›n, çantalar›m›z›n al›nmad›¤›, tuvalet hakk›n›n bile çok k›s›tl› kullan›ld›¤› dönemler...

Ama en çok Keyfo Baflak’la bir dostluk kurduk. Onlar›n mektuplar›n› hala sakl›yorum, üzerinde “GÖRÜLMÜfiTÜR” yazan mektuplar›n›. Yani F Tipi Tekirda¤’la benim böyle bir iletiflimim oldu.

Ben flunu söyledim bir sanatç› olarak; ben çok iyi fleyler de yaflad›m bu ülkede ama benim o¤lum, k›z›m, torunum olacak yafltaki insanlar bile çok a¤›r cezalar ald›lar veya idam edildiler. Sonra ben hem o süreçte hem de sonraki dönemlerde de 12 Eylül’le birebir iletiflim kurmaya çal›flt›m. Yani yaz›lanlar o konuda yap›lan tüm çal›flmalar izlemeye çal›flt›m. Ben hem çevreme, hem de kendime söylemek istedi¤im flu var, sessiz tan›kl›klar bazen çok çok önemlidir. Ve bizim görevimiz de tan›kl›kt›r. Bunu sanatç› olarak yapabiliriz ya da sadece bir yurttafl olarak yapabiliriz. Bunu Arjantin’de biliyoruz, Yunanistan cunta döneminden biliyoruz, fiili’den biliyoruz... Bu tan›kl›klar günü gelir çok yüksek de¤erler tafl›r. Veya o kiflinin yurttafll›k ve demokrasi insan olma bilincine katk› da sa¤lar en az›ndan. Bu da önemli deneydir. Hapishanelerde tecrit alt›nda tutulanlar›n sesi size hiç ulaflt› m›? Ben bir radyoda iki y›l boyunca günlük politikadan bahsediyordum. Ülke ve dünya politikas›ndan bahsediyordum hem de düz yaz› olsun, fliir olsun nitelikli eserleri yay›nlamaya çal›fl›yordum. Bir de posta kutusu numaras› veriyordu: Posta Kutusu:174- Beyo¤lu. Hala da aç›k bu posta kutum... Buraya mektuplar geliyordu. Daha çok F Tipi’nden, Tekirda¤’dan çok mektup geliyordu. Yo¤unlukla da Keyfo Baflak di-

38 | TAVIR | EYLÜL 2006

“Hepimiz Tecritteyiz” ne demek? Neden böyle bir isimle adland›rd›n›z kendinizi? Ne ifade edilmek isteniyor? Ben fluna inan›yorum toplumun bir kesimi suçlu da görülse o toplumun kabul gören yasalar› taraf›ndan... Bedenen ve ruhen sa¤l›kl› bir flekilde koruma alt›nda olmal›d›r. Bu hem onlar›n kiflisel olarak haklar›d›r, insan haklar›na giren bir fleydir. Bunun d›fl›nda da onlar hala toplumun bir parças›d›rlar. Yani Türkiye Cumhuriyeti vatandafl›d›rlar, Türkiye Cumhuriyeti vatandafll›¤›n›n korumas› alt›nda olmal›d›rlar. Bir bütünüz. Fikirlerimiz birbirine ayk›r› olabilir. Hatta baz› arkadafllar›n fikirleri bana tamamen ayk›r› olabilir. Yanl›fl da olabilir. Bu insan›n daha çok okumas›n› sa¤lamal›y›z. Her türlü yay›n› okumas›n›, televizyon seyretmesini sa¤lamal›y›z. Radyo dinlemesini, belli kültürel faaliyetlere gitmesini sa¤lamal›y›z. O zaman bu insan farkl› bir dünyan›n da fark›nda olacak. O zaman yapt›¤› iflleri ve içinde bulundu¤u onu bu tünele sokan, kendi d›fl›ndaki fikirlerinde fark›nda olacak. 6 y›lda 122 kifli öldü, 600 kifli sakat kald›. Tecridi kald›rmak mümkün mü? fiimdi tecridi savunmak mümkün de¤il. Tabii ki her uygulaman›n bir mant›¤› vard›r. En basitinden bir tahtaya dokunam›yor, bir bitkiyle, bir renkle buluflam›yor, bu insan›n psikolojisi üzerinde çok çok önemli.

Biriyle konuflup konuflmamas›n›n d›fl›nda. Hepimizin bir enerji tafl›d›¤›n› biliyoruz, elektrik tafl›d›¤›m›za inan›yoruz. Bunu yaflad›¤›m›z ortamlara tafl›mam›z gerekti¤ine de inan›yoruz. Bu bir fiziki olay. Sa¤l›¤›m›z için bu gerekli. Yaflamam›z aç›s›ndan. Kendini imha etmen isteniyor bir anlamda F Tiplerinde. Buna karfl› gelmek laz›m. Yani içeriden ve d›flar›dan. Belki kat›lmam›n yan ö¤elerinden, ana temalar›ndan biriydi. ‹çeride, tecritte olan insanlar görmeyecekler belki bu çal›flmalar›, belki de duymayacaklar ama bir flekilde moral olmas›n› istedim. Bir de flunun karfl›s›nday›m ben mesela flöyle bir cümle telaffuz ediliyor “Bir gün bizim de bafl›m›za gelebilir” bu bana çok basit ve baya¤› geliyor. Hay›r, benim ömrümce bafl›ma gelmeyebilir. Yahut “Yak›n›m›n bafl›na gelebilir.” diye bunun uza¤›nda kalamam. Buna karfl› olmam bir gün benim de, yak›nlar›m›n da bafl›na gelebilir anlam›nda de¤ildir. Buraya “ülkemiz” diyorsak, “topraklar›m›z” diyorsak, “bu ülkenin moral ve etik de¤erleri” diyorsak bunun de¤iflmesi için u¤raflmal›y›z. Yurttafll›k görevi dedi¤imiz bu. J


fliir

kaydet, ben bir arab›m mahmut dervifl

Kaydet, ben bir Arab›m... Kart numaram elli bin... Sekiz çocu¤um var... Dokuzuncusu önümüzdeki yaz geliyor. K›zd›n m›? Kaydet, ben bir Arab›m... ‹flçi yoldafllarla tafl keserim... Kayay› s›kar›m... Bir ekmek... Bir kitap... Kazanmak için Sekiz çocu¤um... Ama ben merhamet dilenmem...

S›¤›nmam kanad›n›n alt›na... K›zd›n m›? Kaydet, ben bir Arab›m... Bir ismim ben... Bu ç›lg›n dünyada sebatl›... Ama lütfen yaz... Her fleyden öte... Kimseden nefret etmem ben... Kimseyi soymam... Ama aç b›rak›ld›¤›mda... Beni ya¤malayan›n etini yerim... Açl›¤›mdan sak›n... Sak›n gazab›mdan.

EYLÜL 2006 | TAVIR | 39


de¤erlendirme

direniflin karikatürü: handala erhan canoba

Karikatür, sözün yetmedi¤i yerde en güçlü silahlardan biridir. Handala, dünyan›n ‹srail zulmünü ve Filistin dram›n›n en kanl› günlerini tan›mas›na yard›mc› olan, ünlü bir karikatür sanatç›s› ve ad› Filistin davas› ile özdeflleflmifl olan devrimci çizer Naci Salim El Ali'nin Filistinli küçük bir çocuk tiplemesidir. Naci El Ali 1936'da Filistin'in Afl fiacara köyünde do¤du. 1948'de "nakba" (k›yamet) olarak bilinen olayda bu köyle birlikte 479 köy ‹srail taraf›ndan yok edildi. Bu, ‹srail devletinin kuruluflu yolundaki ilk ad›md›. Filistinliler topraklar›n›n yar›s›ndan ço¤unu kaybetti ve 750 bin Filistinli göçmen olarak yollara düfltü. Naci El Ali, Filistin'den Lübnan'daki Eyn El Hilve mülteci kamp›na sürgün edildi¤inde 10 yafl›ndayd›. Bir karikatür sanatç›s› olmaktan çok, kendini halk›n›n davas›na adam›fl biri olarak yaflamay› tercih eden Naci El Ali, 22 Temmuz 1987’de Londra'da çal›flt›¤› El Kabas gazetesine do¤ru yürürken cadde ortas›nda vuruldu. 29 A¤ustos’ta yaflam›n› yitirdi. Ölümünden sonra Naci Ali "Kan› ile Filistin'i çizen sanatç›" olarak tan›nd›. Naci Ali, geride 40 bin eser b›rakt›. Naci Ali’nin her çizgisinin alt›nda s›rt› okuyucuya dönmüfl, k›zg›n ve küskün küçük bir çocuk vard›r. Handala, 10 yafl›nda do¤mufltur ve hep 10 yafl›ndad›r. Çünkü Naci El Ali yurdundan kopart›ld›¤›nda o yafltad›r. Handala’n›n büyüyebilmesi ve 10 yafl›n› geçebilmesinin tek koflulu onun kendi topraklar›na, Filistin’e dönebilmesidir. Handala’n›n büyüyebilmesi gibi gülebilmesinin de bir tek koflulu vard›r. Onun gülen yüzünü ancak Ortado¤u halklar› özgürlü¤üne kavufltu¤u vakit görebilece¤iz. Filistinlilerin “Devrimin Vicdan›” olarak nitelendirdi¤i Naci El Ali katledildi¤inde, Gazze fleridi ve Bat› fieria'da intifada bafllam›flt›. ‹ntifada sürüyor, Handala gülünceye dek sürecek…

40 | TAVIR | EYLÜL 2006


de¤erlendirme

El Ali, Arap dünyas›n›n en popüler karikatürcüsü oldu. Ac›mas›zca ABD, ‹srail ve Arap rejimleri ile Filistin iflbirlikçileri aras›ndaki iliflkileri elefltirdi.

Time dergisi El Ali’yi "Bu adam insan kemikleriyle çiziyor" diye anlat›yordu. Yine Japonya'da yay›nlanan Asahi gazetesi ise: “Naci El Ali fosforik asit kullanarak çiziyor.” diye yazm›flt›.

Handala'n›n etkisi o kadar güçlüydü ki, ‹srail, kendisine en az çocuklar›n att›klar› sapan tafllar› kadar büyük zarar veren bu çizgi karakterin çizerini ortadan kald›rmakta gördü çareyi.

Handala kendini flöyle anlat›r: "Sevgili okur, "Kendimi tan›tmama izin verin. Benim ad›m Handala. Babam›n ad› önemli de¤il. Annemin ad› Nakbah ve k›z kardeflime de Naksa ad›n› koydular. Ayakkab› numaram› bilmiyorum çünkü hiç giymedim. 5 Haziran 1967'de do¤dum. (Birinci Arap-‹srail savafl›ndan sonra Filistin topraklar›n›n geri kalan›n›n ‹srail taraf›ndan iflgal ve ilhak›n›n duyuruldu¤u tarih.) Milliyetim: Filistinli de¤ilim, Ürdünlü de¤ilim, Kuveytli de¤ilim, Lübnanl› de¤ilim, M›s›rl› de¤ilim, hiç kimse de¤ilim. K›saca, bir kimlik kart›m yok ve herhangi bir memleketten olmakla de ilgilenmiyorum. Ben yaln›zca bir Arab›m…”

Handala ölümsüzdür, o bir Aflil'dir. Ve Handala'n›n ölümü, ancak Aflil gibi, topra¤›ndan uzaklaflt›r›ld›¤›nda, topu¤undan vurulup halk›ndan kopar›ld›¤›nda mümkün olur.

EYLÜL 2006 | TAVIR | 41


Sabahattin ali hale karadeniz

"Başım dağ, saçlarım kardır Deli rüzgarlarım vardır Ovalar bana çok dardır Benim meskenim dağlardır."

Yukarıdaki bilinen dörtlük; dağları romanla­ rında türküleştiren, Türk Edebiyatı'nın mu­ halif sanatçısı Sabahattin Ali'ye ait. Bir aydı­ nın duruşu, hayata bakış açısı elbette döne­ min sosyal ve siyasal şartlarından bağımsız düşünülemez. Sabahattin Ali'nin kimliği, edebiyat yaşamı, düşüncelerinden ayrılma­ dığı gibi; ne pahasına olursun olsun hayatı­ nın sonuna kadar hep üretmiş, toplumu iler­ letmek ve gerçekleri gösterebilmek için ha­ yatını ortaya koyarak bedel ödemiştir. Sabahattin Ali, 1906'da Gümülcine'de doğ­ du. Babası askerdi ve babasıyla beraber önce Çanakkale, sonra İzmir ve daha sonra Edre­ mit'e gitti. 1928-1930 yılları arasında Maa­ rif Vekaleti'nin düzenlediği sınavı kazanınca Almanya'ya gönderildi, orada bohem bir ha­ yat sürdü. 1943 yılında yazdığı kitabı "Kürk Mantolu Madonna" bu yaşamdan izler taşır. Özellikle Yunan trajedilerinden ve 19. yüzyıl Rus edebiyatından izler taşıyan roman; dü­ zenin silikleştirdiği, kimsenin umursamadığı bir insanın, Raif Efendi'nin hayatını, tutkulu ama imkansız aşk macerasını, yalnızlığını süsten uzak bir dille anlatır. Sabahattin Ali, 1931 yılında Almanca öğret­ meni olarak Aydın'a atandı ama bazı öğren­ cileri tarafından "yıkıcı propaganda" yaptığı gerekçesiyle ihbar edildi. 1932 yılında Cum­ huriyet Halk Partisi yöneticilerini hedef alan bir şiir okumakla suçlandı, Mustafa Kemal'e hakaret ettiği gerekçesiyle tutuklandı. Bu dönemde verdiği savunma ise onun duruşu­ nu apaçık ortaya koymaktadır: "Ben bir kafa taşıyorum. Bu kafa yalnız kar­ nını doyurmak, üstümü giydirmek, imkânla­ rını ihzar edecek bir makine, uşak değildir.

42 | TAVIR | EYLÜL 2006


Münevver adam diye 'ekmek parasından başka şeyleri de düşünen' adam derler. Hü­ kümet gazeteleri 'Avrupa medeniyeti yıkılı­ yor ya, Amerika'nın yarısı medeniyetin ka­ bulüne mecburiyet hâsıl olacaktır.' derken bir muallim bunların ne olduğunu bilmez, mukayese yapmak iktidarına malik olmazsa asıl olan ayıp budur." (1) Sabahattin Ali, yurduna döndükten ve 1930 yılında "Resimli Ay" dergisinde çalışmaya başladıktan sonra Nazım Hikmet'i tanıdı ve Almanya'da tanıştığı sosyalist fikirleri bura­ da geliştirdi. 1930'lu dönemlerde yavaş yavaş Anadolu'ya açılan Türk Edebiyatı, Anadolu'yu gerçekçi bir şekilde tanımlamaya çalışır. Artık Anado­ lu, yazarların sadece dıştan gördüğü gibi çeş­ meleri ve doğal güzellikleriyle değil, halkın yaşayış biçimiyle, üretimiyle ve savaş sonrası sınıf farklarıyla yazılacaktır. Nazım Hikmet'in öncülüğünü yaptığı "Resimli Ay" dergisi, bu gerçekçiliğin başını çekti. Bu gerçekçiliği siya­ sette ise "Tan" gazetesi sürdürdü. 1934 yılında Sabahattin Ali, ilk şiir kitabı "Dağlar ve Rüzgâr"ı yayımladı. "Dağ" ve "Rüzgâr" imgelerini sık sık romanlarında kullanan yazar, 1935 yılında "Değirmen", 1936 yılında "Kağnı" ve "Ses" adlı öykü ki­ taplarını, 1937 yılında ise "Kuyucaklı Y u s u f romanını yayımladı. "Kuyucaklı Y u s u f ro­ manı Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşü­ nün hızlandığı, II. Meşrutiyetin ilan edildiği dönemi anlatır. Romandaki olaylar, 1903 yı­ lında başlar ve 1915 yılının sonuna kadar de­ vam eder. Bu roman aynı zamanda Türk Edebiyatı'nın dönüm noktasını oluşturur. Osmanlı İmparatorluğu'nu dağılmaktan kurtarmak için bir dizi reform öneren Namık Kemal, Şinasi, Ahmet Mithat Efendi, Ziya Pa­ şa gibi Tanzimat aydınları, edebiyatta da Batı'yı örnek almışlar ve Batının tekniğini kul­ lanmışlardır. Zaman zaman sosyal meselele­ re de değinen edebiyatın amacı; dönemleri­ ne göre "sanat sanat içindir" ya da "sanat t o p l u m içindir" beyannameleriyle ortaya çıkmışsa da, özellikle Abdülhamit'in istibda­ dının sonuna kadar yani Milli Edebiyat'a ka­ dar "ulusallık" fikri hem ideolojik olarak si­ yasi hayatta, hem de romanlarda oluşma­ mış, "Osmanlıcılık-lslamcılık-Batıcılık" çer­

çevelerinde kurtuluş çareleri aranmıştır. Batı t o p l u m u 19. yüzyılda sınıf çatışmalarına sahne olurken, Osmanlı İmparatorluğu da buna karşı "Ümmetçilik" bayrağını açmıştır. Türk romanında ise Boğaziçi'ndeki yalılar mekan olarak kullanılmış, Fransız romantiz­ minin de etkisiyle kadınların sosyal hayatta­ ki yerlerine psikolojik açıdan bakılmış, başta devlet yapısı olmak üzere İstanbul ve çevresi de "aydınların" öncülüğünde kendini Batılı yaşama hazırlamaya çalışmıştır. Bundan do­ layı; 1839 Tanzimat döneminden başlayarak 1935 dönemine kadar romanın ana sorunsa­ lını "Batılılaşma" oluşturur. O dönemde Ana­ dolu, romanda yoktur bile.

i ve siyasi müesseselerini insanların ve muhtelif sınıf insanlarının ahlak, adet vesairelerini inceden inceye tasvir ve t e n k i t eder." (2)

1919-1922 Ulusal Kurtuluş Savaşı sürecin­ de ise yazarlar Anadolu'ya farklı bir gözle bakmaya başladı. Reşat Nuri Güntekin "Ça­ lıkuşu" romanıyla öğretmen olarak "Feride"yi gönderdi ve Anadolu'nun yoksulluğu­ nu, geri bırakılmışlığını Feride'nin gözüyle anlattı bize. Savaştan önce Batı yanlısı olan Halide Edip Adıvar 1922 yılında yazdığı"Ateşten Gömlek" romanıyla savaştan ke­ sitler sundu. Yakup Kadri Karaosmanoğlu ise savaş sürecindeki İstanbul'u "Sodom ve Gomore"ye benzeterek aynı adlı romanı ka­ lem aldı, işgalci İngiliz emperyalizmini ve is­ tanbul'daki işbirlikçilerini yansıttı. Savaş sü­ recinde bilinçlendirilmemiş Anadolu köylü­ süyle iletişim kuramayan aydın "yaban" ola­ rak kaldı ve kendisiyle sürekli bir hesaplaş­ maya girdi. 1937 yılından itibaren ikinci dö­ nem romanının ana sorunsalını ise toplum­ sal gerçekçilik, sömürülen Anadolu, ezenezilen çatışması oluşturdu. Roman; toplum­ sal ve tarihsel koşullara bağlı olarak gelişti. İçerik olarak ilk Anadolu romanı olan "Kuyu­ caklı Yusuf, zengin eşraf ağalarla annesi babası eşkıyalar tarafından öldürülen "Yu­ suf'un karşıtlığı üzerinden anlatılır fakat ro­ man 14 Haziran 1937 yılında aile hayatı ve askerlik aleyhinde olduğu gerekçesiyle top­ latılır. Bu durumun karşısında o dönem Mil­ li Eğitim Müfettişi olan Cumhuriyet Dönemi romancılarından Reşat Nuri Güntekin şu eleştiride bulunur:

ğündeki bir grup aydın, faşizme karşı müca­ dele edilmesi konusunda bakış açılarını net bir şekilde koymuş, yükselen işbirlikçi sınıfın halka verdiği zararlara çıkarttığı dergilerde ve kitaplarda dikkat çekmiştir. Komünizmi tehlike olarak gören devlet ise Sabahattin Ali için ardı ardına dava açmış ve kitaplarını sü­ rekli olarak toplattırmıştır.

'Kuyucaklı Yusuf romanı memleketimiz ve edebiyatımızın yüzünü ağartacak kıymetli bir sanat eseridir. Avrupa münekkitlerinin örf ve adet romanı dedikleri nevinden bir ro­ mandır. Bu nevi eserler memleketin içtima-

Yazarın 1940 yılında "İçimizdeki Şeytan" adlı romanı çıktı. Alman ırkçılığının yanında Türk ırkının da yüce olduğunu söyleyen Nihal At­ sız ve ekibi, toplumsal kalkınmaya sınıfsal bakan Sabahattin Ali'ye karşı "Moskova aja­ nı" haberlerini yayarak sürekli tahrikte bulu­ nuyordu. Savaşın başlarında ise Hitler'in egemenliği sürüyor, ısrarla Nazi Almanyası ile işbirliğine gitme teklifleri art arda geliyor­ du. O dönemde sol düşünen yazarların sayısı azdı. Buna rağmen; Sabahattin Ali öncülü­

"İçimizdeki Şeytan" adlı eseri bir sevda ma­ salından yola çıkarak ırkçıların hayat tarzla­ rını ve duruşlarını eleştirdiği için o dönemde Türkçülerin tepkisiyle karşılaştı. Turancı "Or­ hun" dergisi karşı saldırıya geçti ve yazarı "yıkıcı faaliyetler"de bulunmakla suçladı. "Orhun" dergisinin başyazarı ve sahibi Nihal Atsız 1944 yılında Başbakan Şükrü Saraçoğ­ lu'ya yazdığı ikinci açık mektubunda Saba­ hattin Ali'yi "vatan haini" ilan etti. İkinci Dünya Savaşı'na Türkiye girmese de, savaşın ülkeye siyasi ve ekonomik etkileri ağır oldu. İktidarda bulunan parti ise döne­ min tek partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi'dir. Bu dönemde feodalite yavaş yavaş tasfiye edilmeye çalışılmış ama sanayileş­ meyle birlikte palazlanan ve savaş ekonomi­ sinden faydalanan işbirlikçi bir sınıf türe­ miştir. Sınıf farklılaşmalarının belirgin oldu­ ğu bu dönemde hükümet sol muhalefete izin vermemekte ve varolan muhalefette bir avuç aydın tarafından temsil edilmektedir. 1943-1944 yılındaki tutuklamalar, Sansaryan Han'daki işkenceler ve tabutlukların ku­ rulması Almanya etkisindeki Nazi ideolojisi ve İtalya etkisindeki faşist ideolojinin Türki­ ye'deki sonuçlarıdır. Bu dönemde Rıfat Il­ gaz'ın 1944 yılında yayımladığı "Sınıf" adlı

EYLÜL 2006 | TAVIR | 43


biyografi

şiir kitabı ise bir sınıfı başka bir sınıfa kışkırt­ mak amacıyla anayasanın 141-142. madde­ lerine dayanarak toplatıldı ve Rıfat Ilgaz, Cerrahpaşa Hastanesi'nde hasta yatmaktay­ ken, soruşturması olduğu gerekçesiyle has­ taneden atıldı. Sabiha Sertel ve eşi Zekeriya Sertel'in çıkardıkları sosyalist gazete olan Tan gazetesi dışarıda emperyalist ve içeride ise işbirlikçi ve faşist politikaları eleştirerek muhalif tavırlarını sürdürdüler. Tan gazetesi Ulusal Kurtuluş Savaşı'na sahip çıkıyor fakat ülkenin sanayileşme süreciyle beraber, sınıf farklarına dikkat çekiyordu. CHP politikaları­ na muhalif bir tavır sürdüren gazetede bir dönem Demokrat Parti'nin kurucularından 1950-1960 döneminin Cumhurbaşkanı Ce­

açıkça ortaya koyuyorlardı. 4 Aralık 1946 gü­ nü TBMM'de sıkıyönetimin uzatılmasıyla il­ gili görüşmelerde Cemil Sait Barlas bir ko­ nuşma yapmış ve Markopaşa'yı "kökü dışa­ rıda" ve "yabancı ideoloji" nitelemeleriyle suçlamıştır. Sabahattin Ali ise "Ayıp" başlıklı başyazısıyla aynı zamanda yabancı sermaye girişini çok sert bir dille eleştirir:

lal Bayar da yazmış fakat iktidara geldikleri zaman Tan gazetesini çok ileri gittiği gerek­ çesiyle kapattırmıştır.

da? Yoksa şu veya bu yabancı devletin, ken­ di parlamento ve gazetelerinde bile şiddetle tenkit edilen yanlış siyasetini bazı başyazar­ larımız gibi dalkavukça övmediğimiz için mi kökümüz dışarıda? Siyasi ihtiraslar bir insa­ nı, başkalarının kutsal saydıklarına dil uzata­ cak kadar mı ileri götürmeli? Ayıp değil mi?"

Dönemin edebiyat dünyasına bakıldığı za­ man Tanzimat edebiyatından beri süren ilerici-gerici tartışması 1940-1945 sürecinde farklı yorumlanmış, daha çok yazarların du­ ruşları ideolojik çerçevede irdelenmiştir. Mehmet Akif Ersoy ve Tevfik Fikret'in İttihat Terakki Dönemi'nde yani 1908'li yıllarda çar­ pışan fikirleri buna örnektir. Mehmet Akif Ersoy, Osmanlı İmparatorluğu'nun savaşçı, gaza ruhuna inanıyor, İslami düşüncelerin üzerine kurulmuş Türk-İslam devletini savu­ nuyordu. Tevfik Fikret ise bu görüşün t a m tersine; insanların eşit olmasını, insana veri­ len hükümlerden kurtulmanın gerekliliğini bunun için de laiklik esasına dayanan dünya görüşünü esas alıyordu. Cumhuriyetin olu­ şumundan sonra ise Mehmet Akif Ersoy'u düşünsel anlamda Necip Fazıl Kısakürek ve Peyami Safa takip etti. Servet-i Fünun dergi­ sinin kapatılmasına sebep olan Hüseyin Ca­ hit Yalçın da, 1940'ın toplumcu-gerçekçi edebiyatına saldırıyordu. Tevfik Fikret ise toplumcu-gerçekçiler tarafından sahiplenili­ yor, Abdülhamit istibdadı'na karşı yazdığı "Sis" şiiri ile anılıyordu. Tan gazetesi ise top­ lumcu-gerçekçi edebiyattan yana olduğu için sürekli ırkçıların hedefi haline geliyordu. Sabahattin Ali, Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz ile birlikte 1945 yılında "Markopaşa" dergisini çıkarıyordu ve dergi Tan matbaasında basılı­ yordu. O dönemde Türkiye Sosyalist Fırkası'na üye olan bu yazarlar, başta hükümetin politikalarını eleştiriyorlar, ne istediklerini

44 | TAVIR | EYLÜL 2006

"Hâlbuki ben bu milletvekilinin kökü dışarı­ da olduğuna sahiden inanacak olsam, elini sıkmak değil, suratına tükürürdüm. Bin bir hileli yoldan bağrımıza sokulup bizi tekrar yarı müstemlekeliğe sürüklemek isteyen sö­ mürücü yabancı sermayeye karşı uyanık bu­ lunmayı istediğimiz için mi kökümüz dışarı­

"Topunuzun Köküne Kibrit Suyu" başlıklı im­ zasız yazıdan (bu yazıyı Aziz Nesin yazar) Ce­ mil Barlas'a hakaretten dört ay; "Biliyor mu­ sunuz?" başlıklı yazıdan Falih Rıfkı Atay'a hakaretten üç aya mahkûm olur. "...Yabancı sermayeye kapıları ardına kadar açarak kul köle oldunuz. Fikre ve ilme güm­ rük duvarları çektiniz. Bu marifetiniz yetişmiyormuş gibi şimdi de bir kök tutturmuş­ sunuz: kökü dışarıda, kökü içerde, kökü ha­ vada ve sizin gibi kökü suda. Çok muzip adamsın vesselam. Nereden de bulursun bu acayiplikleri? Neden bizim kökümüz dışarı­ da? Biz hürriyetin yüzüne çul mu örttük? Cüzdanlarımızda yabancı bankaların defter­ leri mi var? Neden bizim kökümüz dışarıda? Tapuları karılarımızın üzerine yapılmış apartmanlarımız mı var? Biz misalini dahi gördüğümüz ve her gün ku­ lağımıza bir haberi uçurulan dayak, yağma, talan, ölüm, zindan ve sürgün pahasına da olsa milletin menfaatine olan hakikatleri söyleyeceğiz. Bunun için mi kökümüz dışarı­ da? Ellerim rahattır Cemil Barlas. Bir şeycikler demem vatan, millet, namus gibi mukaddes kelimelerin, manalarıyla de­ ğil, yalnız lafızlarıyla milleti en hassas yerin­

den avlamak arzusu ile keselerine ve menfa­ atlerine köle yapmak isteyen ve bize kökü dı­ şarıda diyenlerin kökleri kurusun, topunu­ zun köküne kibrit suyu! Ellerini bahtiyardır Ellerim ve sen Cemil Barlas!" Bu yazıdan sonra yani daha ikinci sayıdan sonra "Markopaşacılar" hemen hedef haline getirilmiş ve Tan matbaası basılarak yakılıp yıkılmıştır. Markopaşa'nın ise dördüncü sa­ yısı matbaada bastırılamamıştır. Aziz Nesin bu durumu şöyle açıklar: "Gazeteyi Tan matbaasında bastırıyorduk. Dördüncü sayı baskı makinesine verildi, an­ cak makineden çıkarlar, basmadılar. Tan matbaasının bilinen biçimde yıktırılmasın­ dan sonra, Halil Lütfi'nin haklı olarak gözü korkmuştu. Bu korkusunun bir nedeni de ga­ zetelerde Markopaşa'ya yapılan hücumlardı. Hüseyin Cahit, başyazısında ilk hücum işare­ tini vermişti. Arkadan öbürleri saldırmaya başladı. Bütün basımevlerini dolaştım, hemen çoğu işsiz ol­ masına karşın, Markopaşa'yı basmak istemi­ yorlardı. Afişlerimiz yırttırılmıştı. Birçok kentte aleyhimize mitingler yaptırılıyor, re­ simleri gazetelere konuyordu. Sonradan öğ­ rendik ki, polis basımevlerine gazetemizin basılamaması için tembihte bulunmuş." Tan matbaasının basılmasından sonra Mar­ kopaşa da polis tarafından basılır, Aziz Nesin ve Sabahattin Ali gözaltına alınır. Bu yazıları yazan Markopaşacılar 1940 yılla­ rında da "vatan haini"ydiler. Ama maalesef gelinen nokta o ki; hangi hükümet olursa ol­ sun sistem, işbirlikçilerin sistemi olduğu için tarih; Sabahattin Ali'leri haklı çıkardı. Onlar 1940'lı yıllarda bunları söylediklerinde defa­ larca tutuklanmış ve son nefeslerine kadar memleketlerini bırakıp gitmeyi bile düşün­ memişlerdir. Bu tarihten 33 yıl sonra 2 Tem­ muz 1993'te ise yine bu topraklarda Sivas Katliamı yaşanmış, faşizm 35 aydını otele kapatarak yakmıştı. Suçlu ise hazırdı. Yine Markopaşa kadrosu! Aziz Nesin fikirleriyle 35 aydını "tahrik ederek" "olayların başla­ masına sebebiyet vermişti." Ama Rıfat Ilgaz; Sivas katliamından sonra böyle bir vahşeti kaldıramayarak 7 Temmuz 1993'te yaşamı-


nı yitirecekti. 1 Aralık 1945 tarihinde Saba­ hattin Ali, Cami Baykurt ile beraber "Yeni Dünya" gazetesini de çıkardı ve 14 Aralık 1945 tarihinde Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel'e açık mektup yazarak politik görüşle­ rini açıkladı. Milletini çok sevdiğini, yollarda şoförlerle, hanlarda köylü kadınlarla, kasa­ balarda ve şehirlerde işçilerle. Köy Enstitülü çocuklarla haşır neşir oldukça kafasında ümitler belirdiğini, onlara hizmet etmek is­ tediğini söyler fakat insanların kültür ve sos­ yal seviyelerinin bulundukları dünya ile kı­ yaslanamayacak kadar geri olduğunu söyle­ di. Bizim gibi tahsil seviyesi düşük medeni­ yetin ancak sosyalizmle ileri gidebileceğini

Sabahattin Ali'nin yazdığı dergi birçok kere saldırıya uğramış, kapatılmış ama başka isimlerle çıkmıştır. Markopaşa, Merhum Pa­ şa, Alibaba, Yedi-Sekiz Paşa dergileri; taklit­ leri çıksa da, aralarına ajanlar yollansa da duruşundan asla ödün vermez. Dergi ilk çıkı­ şından itibaren yabancı sermayenin ülkeye girişine dikkat çekmiş ve uyarılarda bulun­ muştur. Amerikan emperyalizminin 1946 yı­ lında Marshall Yardımı bahanesiyle Türki­ ye'ye girmesiyle ilgili olarak 19 Mayıs 1947 tarihli yazısında Sabahattin Ali şunları yazar:

edildi ama düşüncelerini sonuna kadar söy­ lemekten vazgeçmedi. 1948 yılında yayım­ ladığı "Sırça Köşk" adlı öykü kitabından son­ ra baskılara daha fazla dayanamadı, Bu ara­ da Rıfat Ilgaz'ın "Yaşadıkça" adlı şiir kitabı. Aziz Nesin'in "Nereye Gidiyoruz" başlıklı ya­ zıları, Bakanlar Kurulu kararı ile toplatıldı. Sabahattin Ali 1947 yılından sonra tahliye edildi; fakat ortalıktan kayboldu. Parasal sı­ kıntısı artmış ve gazeteyi devrederek borçla­ rını ödemişti. Kızı, babasının bu dönemine ilişkin şunları anlatır:

"Amerikan yardımı hakkında şimdiye kadar duyduklarınızdan ve okuduklarınızdan bir

"... Babamın durumu ciddiyetini korumakta. Kapana kısılmıştır artık. Gazeteyi çıkarması

savundu. Ve kendi amaçlarının sosyalist ce­ miyete geçiş için şarttarın hazırlanmasına hizmet edebilmek olduğun vurguladı ve kendi görüşleri hakkında özeleştiride bulun­ duğunu, karşı tarafın mücadelesine bakınca haklı olmadığı sonucuna vardığını anlattı. (3)

şey anlayabildiniz mi? Ben kendi hesabıma işin içinden hala çıkmadım. Bu yardımın yüz milyon mu, yüz elli milyon m u , askeri mi, ik­ tisadi mi, karşılıklı mı, karşılıksız mı, borç m u , hediye mi velhasıl memleket için iyi mi, yoksa fena mı, olduğunu kime sorsam kesin bir cevap veremedi.

mümkün değil, hakkında kesinleşmiş ya da kesinleşecek mahkûmiyet kararları var. Kı­ saca işsiz, özgürlüğü her an elinden alınacak gibi, eli ayağı bağlanmak üzere. Son çare yurtdışına gitmek. Ancak pasaport alması olanaksız. O halde tek bir çıkar yol kalıyor, o da kaçmak..."

Sabahattin Ali'nin sosyalist olmasında toplumcu-gerçekçi eserler yazmasında ve bu­ nun için hayatını ortaya koymasının temel nedenleri neler olabilirdi?

Çünkü yasaktır. Ama öyle resmi yasaklardan değil. Şu nereden geldiğini bile bilemediği­ miz hürriyet ve demokrasi maskesi altında elimizi kolumuzu bağlayan, dilimiz kurutan yasaklardandır. Amerikan yardımının asaleti hakkında şüpheye mi düşüyorsunuz? Vatan hainisiniz."(4)

Sabahattin Ali, Bulgaristan'a gitmek isterken sınırda öldürüldü. Tam olarak, nerede, kim ve kimler tarafından öldürüldüğü ise belli ol­ madı yalnız cesedi bulunduğunda tanınma­ yacak halde idi. Ali Ertekin adlı şahıs çok mil­ liyetçi olduğu için Sabahattin Ali'yi öldürdü­ ğünü itiraf etti fakat gerçek bugüne kadar t a m olarak aydınlatılamadı. Katil Ali Ertekin ise akıl hastası olduğu gerekçesiyle dört yıl cezaya çarptırıldı ve Demokrat Parti'nin çı­ kardığı afla serbest bırakıldı ve bir zamanlar MAH'ta çalışmış olduğu tespit edildi.

1940 kuşağı şairleri ve yazarları özellikle; Rı­ fat Ilgaz, Nazım Hikmet, Vala Nurettin ve Sa­ bahattin Ali; Ulusal Kurtuluş Savaşı'nı gör­ müş, yaşamış ve Anadolu'ya öğretmen ola­ rak giderek halkın yaşamına bizzat tanıklık etmişlerdir. Sosyalist düşüncelerinin teme­ linde bu bakış açısı yatar. Diğer bir neden ise; 1940-1945 tarihleri dünyada ikinci Dün­ ya Savaşı'nın yaşandığı bir dönemdir, faşizm halklara acımasızca saldırmaktadır ve ırk üs­ tünlüğü ön plana çıkmıştır. Özellikle İspanya'da, İtalya'da, Fransa'da ve Sovyetler Birliği'nde faşizme karşı halklar mücadele vererek sınıfsal mücadelelerini güçlendirmektedir. Aynı dönemde emperya­ lizme karşı Ulusal Kurtuluş Savaşları veril­ mektedir. Türkiye'de ise 1940 kuşağı halkı sosyalizme hazırlamak için gerekli şartları oluşturmak ve gerici odak noktalarına karşı halkın seviyesini yükseltmek görevini üst­ lenmişlerdir. 1946 yılında çıkan Markopaşa dergisi bu amacı taşır. Bu dergi politik mizah niteliğinde olsa da o dönem iktidar çevresini ve buna bağlı olarak emperyalistleri ve ırkçı­ ları çok fazla rahatsız etmiştir. Başyazısını

"Milleti Aldatmasınlar" yazısında ise şu dü­ şüncelere değinir: "Hasan Saka hükümeti, güya hayatı ucuzla­ tacak tedbirler alıyormuş. İlk tedbir Ameri­ ka'dan ucuzlatma mütehassısı getirmek ola­ cakmış. O tedbiri alacaklar biliyoruz. En alamot tedbir odur zaten. Bugün Türk piyasası­ na Amerikan malları hâkimdir. Dışardan ge­ len malların yüzde yetmişi bu mallardır. Yu­ nanistan'a, İngiltere'ye, daha başka yerlere gıda maddeleri gönderiyoruz. Bu maddeler istihsal fazlamız değildir. Bizim yiyeceğimiz­ den kesilerek, midemizden çekip çıkarılarak ihraç ediliyor. Hasan Saka hükümetinin Amerika karşısında eli kolu bağlıdır ve bu hü­ kümet hayatı ucuzlatmak gibi müstakil ve milli bir iktisadi politika takip etmek imkânı­ na malik değildir. Anlaşılan Hasan Saka hü­ kümeti, yine Halk Partisi hükümetlerinin o meşhur yalan vaatleriyle işe başlıyor. Milleti aldatmaktan artık vazgeçsinler." Sabahattin Ali birçok kez tutuklandı, tehdit

İkinci Dünya Savaşı'nın sona erdiği günlerde iktidarın baskılarını çok fazla arttırdığı ve buna karşı olarak muhalefetin bu aydınlar tarafından yapıldığını görüyoruz. Mehmet Kemal'in deyişiyle "Acılı Kuşak" o dönem için t a m olarak görevini yapmıştır. Sabahat­ t i n Ali ise Amerikan emperyalizmine karşı "Tam Bağımsız Türkiye" için verilen savaşta bedel ödeyen "ilk faili meçhul yazar" olarak hem tarihimizde hem de edebiyatımızda bugünlere miras bıraktığı onuruyla ve duru­ şuyla yerini almıştır. KAYNAKÇA 1-Nükhet Esen, Nezihe Seyhan "Sabahattin Ali Mahkemelerde", Yapı Kredi Yayınları 2-Mehmet Saydur, "Markopaşa Gerçeği" Çınar Yayınları.

EYLÜL 2006

TAVIR

45


haberler Tayyip Erdo¤an bir karikatür Alt›n Leopar Ödülü’nü Das Fraulein filmi kazand› davas› daha açt›

Baflbakan Recep Tayyip Erdo¤an’›n avukatlar› Fatih fiahin ve Muammer Cemalo¤lu taraf›ndan Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi’ne sunulan dilekçede, dava konusu karikatürün Leman Dergisi’nin 6 Temmuz 2006 tarihli say›s›n›n kapa¤›nda yer ald›¤› hat›rlat›ld›. Baflbakan Recep Tayyip Erdo¤an’›n, "RECO KONGO KENES‹ TÜRK‹YE’N‹N ANASINI A⁄LATIYOR" bafll›kl› karikatürde, keneye benzetilerek, flahsiyet haklar›na tecavüz edildi¤i öne sürüldü. Karikatürün,

"sözlü anlat›mdan daha etkili, dikkat çekici ve güçlü bir anlat›m tarz› oldu¤u" vurgulanan dava dilekçesinde, "Baflbakan’›n habis, kan emici, asalak ve musallat oldu¤u, canl› için ölümcül bir hayvan olan K›r›m Kongo kenesine benzetilerek a¤›r ve haks›z bir sald›r›ya u¤rad›¤›" iddia edildi. Erdo¤an, karikatürist MehmetÇa¤ça¤ ve yay›nc›s› oldu¤u LM Bas›n Yay›n Ltd.’den 25 bin YTL manevi tazminat istedi.J

59. Locarno Uluslararas› Film Festivali’nde Alt›n Leopar Ödülü’nü Andrea Staka’n›n yönetti¤i ‹sviçre-Almanya ortak yap›m› ‘Das Fraulein’ (The Waitress) adl› film kazand›. Da¤›lan Yugoslavya’dan iç savafl s›ras›nda kaçarak ‹sviçre’ye geçen üç mülteci kad›n›n öyküsünü dile getiren film, geçmiflleri ile gelecekleri aras›nda gidip gelen bir sorgulamay› ve karakterlerin kültürler aras› geçifl sanc›lar›n› anlat›yor. Staka, Locarno’da FIPRESCI Uluslararas› Film Elefltirmenleri Birli¤i Ödülü’nü de kazanan ‘Das Fraulein’ filmini çekmeden önce, yine da-

¤›lan Yugoslavya sonras› ülke insanlar›n›n sanc›lar›n› iflleyen ‘Hotel Belgrade’ (1999) adl› bir k›sa filmi ve ‘Yugodivas’ (2000) adl› belgesel filmini üretmiflti. Jüri Özel Ödülü’nü Ryan Fleck’in ABD yap›m› ‘Half Nelson’ filminin kazand›¤› festivalde, bir baflka ABD yap›m› film olan ‘Stephanie Daley’de oynayan Amber Tamblin En ‹yi kad›n Oyuncu; ‘Der Mann von der Botschaft’ (The Man from the Embassy) adl› Almanya yap›m› filmde oynayan Burghart Klaussner ise En ‹yi Erkek Oyuncu dal›nda Leopar kazand›. J

Grup Yorum’un Selçuk konseri engellendi 6 A¤ustos’ta Selçuk’ta yap›lmas› planlanan Grup Yorum konseri, belediye baflkan› taraf›ndan engellendi. Grup Yorum konuyla ilgili yapt›¤› yaz›l› aç›klamada flunlar› söyledi: Selçuk’ta yap›lmas› planlanan konserin tan›t›m›, konser tarihinden yaklafl›k 1 ay önce ilgili yerlere yap›lan yasal baflvurular›n ard›ndan bafllad›. Konserin yap›laca¤› yer olan Amfi Tiyatro, Selçuk Belediyesi’ne ait oldu¤undan ilk olarak belediye’den izin al›nd›, bununla ilgili ilk olarak belediye baflkan›n›n bizzat kendisi ile görüflüldü. Belediye baflkan›n›n onay vermesinin ard›ndan, Emniyet izni baflvurusu yap›ld› ve çok k›sa sürede konserin izin yaz›s› emniyetten de al›nd›. Bu izinlerin ard›ndan konserin tan›t›m çal›flmalar›na baflland›. Konserle ilgili, ilçede çok olumlu bir hava olufltu. Ancak konsere birkaç gün kala, konseri organize eden flirkete belediye baflkan›n›n imzas› ile bir faks geçildi. Gelen faksta “‹lgili tarihte yapmak istedi¤iniz Grup Yorum konseri ile ilgili talebiniz uygun bu-

46 | TAVIR |EYLÜL 2006

lunmam›flt›r.” fleklinde bir cümle yer al›yordu. Faks›n tamam› bu cümleden olufluyordu. (...) Selçuk Belediye Baflkan›’n›n bu konudaki tutumu “Burada kanun benim, benim keyfim neyi isterse onu uygular›m.” fleklinde oldu. Kendisini, halk›n oyu ile yönetime gelmifl bir kifliden çok, o ilçenin a¤as›, sahibi, amfi tiyatroyu da babas›n›n mal› sanan bir zihniyet, belediyenin bafl›nda bulunuyor. Halk›n beklentileri de¤il, kendi düflmanca tutumu ve orman kanunlar› belirleyici oluyor.J


haberler

Grup Yorum Harbiyede konser verdi

GRUP YORUM g ü n c e 3 27-30 Temmuz: 6. Munzur Festivali kapsam›nda 27 Temmuz’da Pertek, 28 Temmuz’da Hozat, 29 Temmuz’da Ovac›k ve 30 Temmuz’da Naz›miye’de verdi¤i konserlerde yaklafl›k 20000 kifliye seslendi. 33 A¤ustos: Ege Turnesi kapsam›ndaki ilk konserinde ‹zmir Alia¤a’da yaklafl›k 750 kifliye seslendi. Konser halaylarla son buldu.

Yaklafl›k bir y›ll›k bir aran›n ard›ndan 26 A¤ustos akflam› Harbiye Aç›k Hava Tiyatrosu'nda konser veren Yorum, dinleyicilerine unutulmayacak bir gece yaflatt›. Program›na "Ferhat" isimli flark› ile bafllayan Yorum, "O¤ul'a A¤›t" ve "Bir Görüfl Kabininde" isimli flark›lar›n›n ard›ndan, konserde çok özel bir konuklar›n›n oldu¤unu, bu kiflinin ölüm orucu eylemi yapmakta olan Behiç Aflc› oldu¤unu ve bu nedenle heyecanlar›n›n çok daha fazla oldu¤unu söyleyerek Aflç›'y› sahneye davet etti.

rin bir k›sm›n›n program› a¤layarak izledi¤i görüldü. Birinci bölümün sonlar›na do¤ru haz›rlad›¤› Kürtçe potpori ile halaylara ça¤r› yapan Yorum'a sahne'de Beflik Halkoyunlar› Ekibi de haz›rlad›¤› oyunla efllik etti. Yorum, birinci bölümü "Vur Ulan Köpek Dölü" isimli flark› ile tamamlad›. ‹kinci bölüme "Haziranda Ölmek Zor" ile bafllayan Yorum, "Soluk Solu¤a" ve "Evindar" gibi klasiklerin ard›ndan yeni albümden "Kay›plar›n Ard›ndan", "Felluce" ve "S›ra Neferi" flark›lar›n› arka arkaya seslendirdi.

Yo¤un alk›fl ya¤muru alt›nda sahneye gelen Behiç Aflc›, uzun süre tüm kitlenin att›¤› "Yaflas›n Ölüm Orucu Direniflimiz" ve "Behiç Aflc› Onurumuzdur" sloganlar›n›n ard›ndan bir konuflma yapt›. Konuflmay› tüm kitle ayakta alk›fllarken, Aflc› dinleyiciler içinde kendisine ayr›lan yere geçti.

"Felluce" isimli flark›ya, ‹smail Y›ld›z okudu¤u fliir ile kat›l›rken, "S›ra Neferi", Beflik Halkoyunlar› Ekibinin haz›rlad›¤› modern dans kareografisi eflli¤inde sunuldu. Yine "Davet" isimli flark›da Beflik Haloyunlar› Ekibi'nin haz›rlad›¤› "Çepki" oyunu büyük be¤eni toplad›.

Program boyunca eski ve yeni flark›lar›n› iç içe söyleyen Yorum, "Kuflatma", "Filistin Günlü¤ü" ve "Zafere Kadar" isimli flark›lar›ndan oluflan Filistin bölümünü, belgesel film eflli¤inde sundu.

Bafl›ndan sonuna dek büyük bir coflku içinde geçen konser, çekilen halaylar›n ve "Cemo" flark›s›n›n ard›ndan söylenen “Avusturya ‹flçi Marfl›" ve "Enternasyonal" isimli flark›larla sona erdi.

Belgesel filmdeki görüntüler büyük be¤eni toplarken, seyircile-

Yorum'a sahnede kimi müzisyenler de efllik etti.J

3 8 A¤ustos: Didim(Ayd›n)’de Apollon tap›na¤›nda verdi¤i konserde yaklafl›k 800 kifliye seslendi. 310 A¤ustos: Datça’da Anfi Tiyatro’da verdi¤i konserde yaklafl›k 300 kifliye seslendi. 312 A¤ustos: Marmaris (Merkez) Anfi Tiyatro’da verdi¤i konserde yaklafl›k 500 kifliye seslendi.

36 A¤ustos; ‹zmir Selçuk’ta verece¤i konser, belediye baflkan›n›n keyfi tutumu sonucu engellendi. Konser salonu önünde durumu protesto ederek dinleti verdi, yaklafl›k 50 kifliye seslendi.

315 A¤ustos: Antalya Manavgat’ta verdi¤i konserde yaklafl›k 400 kifliye seslendi.

3 7 A¤ustos: ‹zmir Gümüldür’de verdi¤i konserde yaklafl›k 200 kifliye seslendi.

3 26 A¤ustos: Harbiye Cemil

320 A¤ustos: Kad›köy’de yap›lan ‹srail karfl›t› mitingde 10 bin kifliye seslendi.

Topuzlu Aç›k Hava Tiyatrosu’nda 4 bin kifliye seslendi.

Ayd›nlar, ‹sraili protesto için imza metni yay›nlad›

Tar›k Ali, Noam Chomsky, Eduardo Galeano, Howard Zinn, Ken Loach, John Berger ve Arundhati Roy, ‹ngiliz Guardian gazetesine ortak bir mektup göndererek, ‹srail’in Lübnan’da savafl suçu iflledi¤ini söyledi. Mektupta flunlara de¤inildi: ABD destekli ‹srail sald›r›s›, Lüb-

nan'› felç etti, atefle ve öfkeye bo¤du. Kana'daki katliam ve can kay›plar›, sadece "orant›s›z güç kullan›m›ndan" ibaret de¤il. Uluslararas› yasalara göre, bu bir savafl suçu. Lübnan'›n sosyal altyap›s›n›n, ‹srail hava kuvvetleri taraf›ndan kas›tl› ve sistematik imhas› da savafl suçu. Bu vahfletin kurbanlar›n› ve ona karfl› direnenleri destekliyoruz. Hükümetlerimizin bu eylemlerdeki suç ortakl›¤›n› teflhir etmek için elimizdeki bütün araçlar› kullanaca¤›z. Filistin ve Irak iflgalleriyle Lübnan'a yönelik geçici olarak "durdurulan" bombard›manlar sürdükçe, Ortado¤u'da bar›fl da olmayacak. J

EYLÜL 2006 | TAVIR | 47


haberler sa... k›sa... k›sa... k›sa.. k›sa... k›sa... k›sa... k›sa... k›sa... k›sa... k›sa... k›sa... k›sa... k›s

3Tiyatro ve sinema sanatç›s› Tuncer Necmio¤lu, bir y›ld›r tedavi gördü¤ü Özel Okmeydan› Hastanesi’nde hayat›n› kaybetti. Geçti¤imiz günlerde 50. sanat y›l›n›, düzenlenen özel bir gece ile kutlayan Necmio¤lu 1936 y›l›nda do¤du. ‹stanbul Üniversitesi T›p Fakültesi’nde ve ‹TÜ Makine Mühendisli¤i Bölümü’nde ö¤renim gördü. Ö¤renim y›llar›nda tiyatro çal›flmalar›na bafllad›. “Jül Sezar” oyununda Jül Sezar rolünde oynad›, Halk Oyuncular›’n›n kuruculu¤unu ve genel sanat yönetmenli¤ini yapt›. Arena, Ankara Sanat, Küçük Sahne ve Devlet Tiyatrolar›’nda profesyonel olarak çal›flan Necmio¤lu, sinemada karakter oyuncusu olarak yüzlerce filmde oyuncu, senarist ve yönetmen olarak görev ald›. Hudutlar›n Kanunu, K›z›l›rmak Karakoyun, Pir Sultan Abdal, Kuma, Estergon Kalesi, Dar Alanda K›sa Paslaflmalar, Hoflçakal Yar›n, Dil Yaras›, Elveda Dostum gibi filmlerde rol alarak; 1990 y›l›nda 27. Antalya Film fienli¤i’nde Kar›lar

Ko¤uflu adl› filmdeki, 1992 y›l›nda 29. Antalya Film fienli¤i’nde de Ya¤mur Beklerken filmindeki rolleriyle En ‹yi Yard›mc› Erkek Oyuncu ödüllerine de¤er görüldü. Necmio¤lu, 42. Antalya Alt›n Portakal Film Festivali’nde de Y›ld›r›m Önal An› Ödülünü alm›flt›. 3Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Alman yazar Günter Grass, II. Dünya Savafl› s›ras›nda, Nazi polis örgütü SS saflar›nda görev yapt›¤›n› söyledi. Yazar, Frankfurter Allgemeine gazetesine verdi¤i demeçte, henüz 17 yafl›ndayken, Dresden kentinde SS tank bölü¤üne al›nd›¤›n› aç›klad›. Art›k bu yükü kald›ramad›¤›n› belirten Grass, o günlerde SS bölü¤ünde görev yapt›¤› için utanç duymad›¤›n›, ancak daha sonralar› bu utanc›n kendisine yük oldu¤unu söyledi. “Yafl›t›m olan çok say›da Alman genci de ayn› yoldan geçti” diyen Grass, SS bölü¤üne kat›ld›¤›n› da ancak Dresden kentine gitti¤inde ö¤rendi¤ini vurgulad›. 38–18 Mart 2007 tarihleri aras›nda Alman-

ya’n›n Nürnberg kentinde gerçekleflecek olan 12. Türkiye/Almanya Film Festivali program›na film baflvurular› al›nmaya bafllad›. Festivalde filmlerle ifllenecek olan konular›n yan›s›ra, ödüllü yar›flma bölümü üç dalda sürdürülecek: Uzun Metraj Film Yar›flmas›, K›sa Film Yar›flmas› ve Belgesel Film Yar›flmas›. 3Geçti¤imiz temmuz ay›nda yitirdi¤imiz yazar, yönetmen, koreograf ve oyuncu Mehmet Akan, 13 A¤ustos akflam› Kad›köy Naz›m Hikmet Kültür Merkezi’nde an›ld›. ‹lk konuflmay› yapan Mehmet Esato¤lu konuflmas›nda flu tespitleri yapt›; “... Mehmet Akan 60’lar›n güzel insanlar›ndan biriydi. Neydi bu ‘güzel’ insanlar›n ortak özelli¤i? Bu insanlar öncelikle yurtsever insanlard›. Ülkelerini gerçekten severlerdi. Bu sevgi öyle kuru kuruya bir sevgi de¤ildi. Kafa patlat›rlard›, ülkelerindeki politika, insan yaflam› ve üretilen sanat üstüne. Bunu yapabilmek için de okurlard›, yazarlard›, düflünürlerdi ve çözümler üretirlerdi. Örgütlenmeler yarat›rlard›.” Etkinlik semah gösterisiyle sona erdi.J

DVD... VCD... ALBÜM... DVD... VCD... ALBÜM... DVD... VCD... ALBÜM... DVD... 3 vedat sakman

konser Sakman Müzik

48 | TAVIR |EYLÜL 2006

3 vedat ülger telkari türküler Güvercin Müzik

3 rahman

3 yaflar kabaosmano¤lu

ayr›l›k Duygu Müzik

rakani Beyo¤lu Metropol




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.