merhaba Sahibi idil Kültür Yayın Org. Rek. Film. Tic. Adına: Muharrem Cengiz Genel Yayın Yönetmeni Gamz e Mimaroğlu
Y ıllar kendini çok çabuk tüketti. Ve bu tükenişler bizlere hep ağır geldi. Bundan dolay ı aylar, y ıllar, günler alıp başını giderken, kollarından tutup engellemek istedik. Olmadı. Başaramadık. "Günler ağır. Günler ölüm haberleriyle geliyor" demiş y a ustamız. Kaç kez çıktı bu söz ağzımızdan?
Sorumlu Yazıişleri Müdürü Ahu Z eynep Görgün Yazışma Adresi istanbul İdil Kültür Merkezi Mahmut Şevket Paş a Mah. Mektep Sk. No: 4 Zemin kat
Bir y anımız buruk, bir yanımız hep acı içinde yaşarken kaç kez dilimizden döküldü bu cümle? Acılarımızın y enileri y eni kalmadı, eskiler de eskimedi. Her biri kendine bir y er edindi yüreğimizde. Kime sorsanız, kime söy leseniz bu y ıllara ait bir y arasını size gösterir... Hem de o kadar büyük bir yaray ı önünüze koy ar ki, siz bu acılar yaşanırken nasıl haberimiz olmadı diye utanırsınız... Kolay
Okmeydanı - Şişli - İstanbul Tel: (212) 253 78 88 - 253 78 81
değil. Y ıllar bile utandı kendinden... Hapishanede, tecrit altında y aşay an
Faks : 235 4411 e-posta: info@grupyorum.net
say amadık. Geriye de dönüp bakamadık y aşadıklarımıza! Sadece ellerimizi
tutsaklar, bir bir saydılar geçen y ılları. Ama biz oturup kaç y ıl geçti diye koy duk y aralarımızın üstüne v e baktık hapishanelerin kapılarına, içeride kalmadı
Ankara İdilcan Kültür Merkezi Şirintepe Mah. 8.C ad. No:222 / B Mamak-Ankara Tel: (312) 390 38 05
y aşananlar, çıkıp yanımıza geldi. Gitmeyenlere, duymay anlara inat! Geldi v e Av ukat Behiç Aşcı'nın v e Gürcan'ın kapısına day andı. Sonra... Sonrasına dilimiz v armıy or. Sonrasına sözümüz y etmiyor. Ölüm denilen sözcüğü.Ne demeli?..
Hesap no (YTL) 1042-30000 596147 Gamz e Mimaroğlu İş Bankası Parmakkapı/İST.
Y edi y ıl geçti... Doğru değil mi? Geçti mi bu y ıllar? Y oksa çöreklendi de ev lere, kentlere, yüreklere... hiç kalkmadı mı? Bir de tarih y azanların y arattıkları... Kızıldere akar y a hep bizim ülkemizin
Hesap no (EURO) 1042- 3010000129062 Gamz e Mimaroğlu İş Bankası Parmakkapı/İST. Ofset hazırlık TAVIR YAYINLARI Baskı ASPAŞ
tarihinin ortasına. Açtık baktık bu y ılların arasına. Bize bir tek sözcük okudu: Feda... Halkına... Vatanına... Y edi y ıl geçti... Hapishanelerde, tecritte kimsenin sesini duymadılar. Sadece y aşamını y itiren 122 arkadaşlarının ismini duy dular y edi y ıl boy unca. Y edi y ıl geçti... Y edi y ıl kaç mevsim eder? Y edi y ıl kaç hay attır? Y eni say ımızda görüşmek üzere....
Dağıtım D-R Yerel süreli yayın
Dostlukla....
3
DEĞERLENDİRME
5
barışa rock tipi savaş karşıtlığı DEĞERLENDİRME iki günlük hayat(l): rock'n coke DENEME çünkü zulmün tarihi yoktur RÖPORTAJ bulutsuzluk özlemi TİY ATRO machiavelli ve erdem poetikası DENEME
6 8 12 15 16 17 20 25 26 28 32 33 37 39 41 43 46
büy üklere masallar ŞİİR korkulu öykü RÖPORTAJ hüsey in varol RÖPORTAJ altın portakalda neler oluyor AY IN FOTOĞRAFI f osem RÖPORTAJ Arjen J. Zvvart BİY OGRAFİ hayatın doruğu:: jack london ŞİİR istanbul RÖPORTAJ herkes kendi tecridini yaşar-II İZLENİM izmir'de... tecritte... beş saat... OKURDAN deneme-şiir DENEME dokunamadığımız fotoğraflar SİNEMA TARİHİNDEN dekalog HABERLER
değerlendirme
barışa rock tipi savaş karşıtlığı tavır
hiçbir ciddi varlık gösteremeyen fes tival, tam tersi bir etki yaparak sönük, cılız bir festival olarak Roc k'n Coke'nin etki gücünü artırıyordu. Geçmiş yıllardaki festi vallerle ilgili değerlendirmelerimizi yi ne bu derginin sayfalarında belirtmişti k. Bu yıl tanıtımlarından sahne organiz as yonuna kadar ol dukç a etkili bir ç alış ma yürüten festi val organizas yonu, konser alanına girişi de ücretsiz tutunca, önemli bir kitle biriki mini yakalayabildi. Bu durum denilebilir ki, dünya çapında sanatçıları festivali kaps amında Türki ye' ye getiren ve bu s anatçıları bir daha görememe ihtimalinin bul unmasından dol ayı onbi nlerce kişinin buraya katılımını sağlayan Rock'n Coke kar şısında, hem de ar kal arında çok ciddi bir medya desteği olmamasına rağmen, ciddi bir zafer oldu. CocaCola'nın düzenlettiği R oc k' n Coke festivaline alternatif ve tepki ol arak eş zamanlı ortaya çıkan Barışaroc k festi vali, bu yıl yine Mehmet Akif Ersoy Pi kni k Alanı'nda yapıldı.
ne özgü olan, kendi kimliğini kazanmış bir festi vale büründürüldü. Festi val e diğer yıllardan farklı olarak yeni isimler, yeni sanatçılar da katıldılar. Bulutsuzluk Özlemi, Moğollar gibi isimlerin
Festival geçmiş yı l l ar a or anl a c i ddi far klılı k-l ar l a gerçekleşti bu yıl. Örneğin önceki yıllarda asıl hedef Coca C ola i ken, bu yıl "sasavaş karşıtlığı" ön plana çıktı.
Barışarock, önceki yıllarda Roc k'n Coke ile aynı tarihlere denk getirilip, oraya iliş kin bir boyk ot olarak örgütlenmeye çalışılırken ve doğrudan or aya alter natif bir festi val ola-rak şekillenmişti. Bu yıl asıl vurgu " karşı festi val"şeklinde yapıldı ve aynı tarihlerden öte; farklı tarihler de yapılan ve kendi-
yanına bu yıl Mor ve Ötesi, Aylin Aslım, Kardeş Türkül er de eklendi.
Bu değişiklikl er, festi vale ol an katılımı, organizas yonu yapanların bile beklemediği ölçüde arttırdı. Geçmiş yıllarda üç beş bi n kişi ile yapılan fes tivale bu yıl on binlerce kişi katıldı. Ve bu katılımdan dolayı, diğer tüm yıllardan farklı bir etki ye sahip oldu Barışaroc k.
Önceki yıllarda içinde taşıdığı ciddi zafiyetler sonuc u Roc k'n C oke karşısında hemen
Tüm bunlarla birlikte, diğer yıllarda da eleş tiri konus u yaptığımız durumun bu yıl da ç ok değişmediğini belirtmek gereki yor. Sorunun " kitles ellik" boyutu ç özüldü, bu yıl. Ancak bir "karşı festi val" ol ması yanıyl a kültür el ve politik, her türlü ayrışmanın da yaş anması gerekirken, bu noktalar daki "aynılıklar ciddi olarak göze çarptı bu yıl da.
Sorun sadec e sahneye çıkan sanatçıların tutumu, seslenişi, değindiği konular ve yapılan konuş mal ar değil... Temel yanın bir "müzik festi vali" olarak tutul ması sebebi ile ortamın bolca müziğe kesmesi, mes ajların "ince ince" müzi kle, tınılar içerisinden sunulmaya çalışılması, Rock'ın kendi dinamiz mi ve asiliği ile ne kadar çeliş kiliys e, an-ti-emperyalizmden çok, soyut " barışçılık"
EKİM 2006 I TAVIR I 3
değerlendirme
ve "savaş a hayırcılık"tan öteye gidememesi de,
yanında mutlaka bira içiliyor ol ması. Müzi k
yine Roc k ile taban tabana zıt bir görüntü oluşturdu.
dinler ken, yemek yer ken, dinlenirken, sohbet eder ken... Tüketi min kendisinden öte, bunun özel olarak -standlar aracılığıyla-teş vik edil mesi dikkatimizi ç ekiyor.
Emper yalizme karşı etkin müc adeleyi öğütlemeyen, bunu hedeflemeyen, bunu s öylemekten ç ekinen, kendi dünya görüşü olan "t atlı su solculugu" nu tüm kitleye yayan organizas yon, bu yanıyl a yine başarısız bir sınav ver di. Bu söylediğimiz, sadece s öylemlerle ilgili değil elbette. "K arşı" festival, emperyalistlerin festi valine her yanı yla karşı ve tüm detayl arıyla muhalif olmalıyken, bunun çok da başarılamadığı açıkça gözleml eni yordu. Alanda her kesin birbirine dönük "saygısı", "hoşgörüsü" ve "tatlı tatlı anlaşabil mesi", "herhangi bir huzursuzluğun yaşanmamış olması"... övünç kaynağı olarak gösteriliyor. Bu yanı gerçekten ol ması gerektiği gibi. Ancak övünülec ek şeylere "al kol tüketiminde yaş ananlar" ve "aş kta yaş anan kaz anımlar" da ekl eninc e or ada şaşırıyoruz. C oca Col a'nın içilmemesi, bunun yerine "alternatif" olar ak bira tüketi mini artırıyor. Yani bir yanlış bir doğruyu götürüyor!
Bunu da geçti k, çünkü R oc k gençliği ile alkol tüm dünyada neredeys e özdeş olmuş durumdadır, ancak uyuşturuc u kullanımı ve ahlaki düz eysizlik Roc k'n Coke'tan neredeyse farksızdı.
nenl er, "sizi gidi muzipler sizi" sevecenliği ile karşılanıyor. Tuhaf bir "Bir Arada Yaşayalım" anlayışı haki m ortamda, buram buram. Kim olursan ol, ne içi yorsan iç, ne savunuyorsan savun, nasıl yaşıyorsan yaşa, yeter ki gel, birlikte, ama " kesi nlikle birbirimize dokunmadan, birbirimizi üzmeden" , "karşılıklı anlayış içerisinde" bir festi val yaşayalım. Yeter ki kitles el olalım. Bunun için her ş ey mubah. Oraya gelenlerin birçoğu, daha s onra da Rock'n
laşmanız mümkünken, uyuş turuc u aldığı her halinden belli onlarc a kişi gezini yor fes tival alanında, son derece mutlu bir şekilde. Gelen yüzl erce genç de, ki çoğu lise ç ağında, bu kişileri izliyor, peşlerinde...
Coke festi valine gidec ek, bu kesin. Orada, çok sevdi kleri gruplar olacak ç ünkü. Anc ak buraya gelişlerinin baş ka bir sebebi var. Buradaki konserlerden öte, bu alanda bul unmayı, bu al anı güçlendirmeyi çok önemli buluyor ve bu nedenle katılıyorlar. Yön veren düş ünc e gerçekten de "savaş karşıtı" olmaları. Bu, fes tivali sahiplenmeyi beraberinde getiriyor.
Rock'n Coke'ta, ellerinde extas y ile bağıra bağıra, seyyar s atıcı gibi gezenler var, burada o yok, tek fark bu. Bu da i ki fes tival katılımcılarının arasındaki gelir farkı yla ilgili bir sorun. Bir taraftaki parası olduğu için kokain kullanırken, diğeri esrarla basit haplarla " yetinmek zorunda"... Yoks a yanlış anlaşılmasın, karşı olunduğundan değil ağır olanların kullanılmaması, tamamen " bulunamaması" ile ilgili bir sorun.
Festival organizas yonu tüm bu yanları görüp ona göre ş ekillendirmeli yken festi vali, ortama uyuyor, "adam kaçırmamak" adına. Savaş karşıtlığı, basit bir söylem ol maktan bir adım öteye geçmi yor, ki mi sanatçıların programları dışında. Festi val sonrasına iliş kin bir biriki me de yol aç mıyor, bu yanıyla bir deşarj işlevi de görüyor aslında.
Gezdiğiniz her yerde esrar kokusu ile karşı-
Barışarock, kültürel ve politik bir alternatif olmaktan yine uzak bir festival. Roc k'n Coke'un, Mehmet Akif Ersoy'a ve yerli bir or ganizasyona tezahür etmiş hali. Gelen gençlerin Amerika'ya ve İsrail'e karşı birikmiş tepkileri, kimi sanatçıların duyarlılıkları ve organizas yonun, belirlediği sınırları aşmayan konuşma ve yakl aşımları dışında... İsminden dolayı bir zorunluluk olarak görülüyor o da. Tüm bunl ara rağmen, küçük bir organizas yon olarak ortaya çıkmış ve z amanla, bu ül ke gençliğinin tepkilerinin bir ifadesi olmaya aday ol muş bir festi val Barışarock. Öyle görünüyor ki, zamanla daha da büyüyecek. O halde bu hata ve zafiyetler den kurtulması, festi valin gelec eği açısından büyük önem taşı yor di yebiliriz. Bu ül ke gençliğinin anti-emperyalist yanını, savaş karşıtı yanını, öfkesi ni ve gücünü dostadüş mana ilan eden bir festival hepi mizin ortak dileği... J (Fotoğraflar: Ali Öz)
4 | T AVİR | EKİM 2006
deÄ&#x;erlendirme
EKÄ°M 2006 |
| 5
deneme
On yıl önce yazdı bu yazıyı İbrahim Karaca... Bu yazının üzerinden on yıl geçti ama konusu güncelliğini hiç yitirmedi. İsrail hala Filistin'i n kalbine kurşunlar, bombalar yağdırmaya; çocuk generalleri katletmeye devam ediyor. Sadece Filistin'e değil, Lübnan'a da saldırıyor; Lübnan üzerine de ölüm yağdırıyor. Hiçbir emperyalistin olmadığı, hiçbir acının yaşanmadığı, zulmün tarihe gömüldüğü, tam bağımsız bir Ortadoğu umuduyla...
ibrahim karaca
Yaser Arafat, yıllar önceki bir konuş masını şu sözlerle bitiriyordu: "Çünkü Filistin, daha henüz doğmamış çocuklarımızın malıdır..." Ne zaman Filistinli bir çocuk fotoğrafı görsem, Filistin sözcüğünü duysam, intifada görüntüleri izlesem, Ar afat'ın bu sözleri gelir aklıma... Bu sözler, "Dünya bize atalarımızdan miras kal madı, biz onu çoc uklarımızdan ödünç aldık." şeklinde ifadesini bulan Kızılderili atasözüyle ne kadar da benzeşi yor. Biri dünyanın bir uc unda, öbürü diğer uc unda, ayrı dili konuşan, ayrı coğrafyaları payl aşan insanl arın, aynı özlemlerini içeri yor... Bu sözlerin mer kezine, ata toprağı bir türlü kendisinin olamayan insanı koyarak, zihnimizi biraz daha yormayı denersek; acı yı, umudu, katliamı ve soykırımları, her ş eye rağmen bilincimize yansı yan bu tablonun biryerinde silaha s arılan onbeşlik deli kanlıları, genç kızları da görürüz. Sarıldıkları silah değil, ellerinden z orla koparılıp alınan ana yurdun bir parçasıdır. Bel ki bu s özlerin yakıcılığı, yangınlar içinde söylenmi ş olmasındandır biraz, ama bir insandan yol a çıkar ak bir ül ke bel ki de bir dünya gerçeğine ç eki yor bizi. İş te bu yüzden hiçbir toplumun tarihi kendi si yl e sınırlı kalamıyor, ins anlığın bin yı l l ar dır doğaya bas kı n gelme müc adelesinde, tek tek topl uml arın tarihini; bu mücadele içerisinde özel biçi mlere bürünen ins anlığın tarihiyle birlik ve onun ayrı coğrafyalardaki bir devamı olarak düşünebiliriz. Ve bu yüz den, insanı n yür üttüğü doğaya bas kın gel me mücadelesini düşünürken binl erce yıl ötedeki kendi mizi görüyoruz. Sadec e or ada mı? ins anın topl umlar halinde yaş amayı öğrendiği ve bu ar ada ilkel-modern biçi mlerde örgütlenere k kendi türüne karşı şiddet iktidarları oluşturmayı keşfettiği çağlarda da... Zulmün tarihi bu keşifle başlıyor. Zulmün tarihi... Çünkü zul mün tarihi yoktur... Hitit, Maya, Mezopotamya, Filistin, Aztek, Roma Uygarlığı (tarihi) derken kas tedilen nedir? Köle, serf, plep, aristokrat, burjuva, işçi, sömürge, savaş, ulus, s os yalizm, devri m, demokrasi derken aslında insandan söz edi yoruz. Bu sözcükl eri duyduğumuz da bel ki farkında olmadan bilinçaltımızda sınıf, sömürü ve direniş ç ağrışımları uyanı yor. Çünkü insanlık tarihi kendini geleceğe bu kavramlarla yoğurarak taşıyor . Herhangi bir ül kenin ulus al-sınıfsal kurtul uş mücadelesiyle yaratılan tarihi , insanlık tarihinin o c oğrafyadaki uz antısıdır. Spartaküs veya Bedrettin'in eylemi, Fransız Devrimi, Paris Komünü veya Büyük Ekim D evrimi nasıl bir bölgenin s orunu ve tarihi olarak
6 | T AVIR | EKİM 2006
deneme
algılanamıy orsa ; bir Vietnam, bir Filistin de aynı biçimde algılanamaz. Algılanmamalıdır. Çünkü y aratılan tarih, genel olarak insanlığın tarihidir. Bu tarihin ikili bir y önü v ardır. Bu y önlerden biri özgürlüğü v e geliş-mey i (yani insani olanı) diğeri ise tutsak almay ı ve boğmay ı içerir. Bu içeriklere birer örnek aradığımızda, içinden geçilen sürecin niteliği-ne göre, işçi, ulus, sömürge, yani mazlum v e haklı olanı; seny ör, bur juv a, sömürgeci, siyonist, y ani barbar, zalim, saldırgan v e haksız ola nı görürüz. Bütün bunlar ay nı tarih süreci içinde farklı yerlerde dururlar. Bu farklı duruş nedeniy le Bedrettin'i düşünürken, Osmanlı'dan da söz ederiz. Guernica tablosunun karşısına geçtiğimizde hem Cumhuriy etçileri, hem Franko'y u ve f aşizmi; intifada v e kolu taşla kırılan Filistinli'yi izlediğimizde siy onizmi, işgalciliği v e tırnakla sökülüp geri alınmak istenen bir ülkey i, y ani Filistin'i ay nı anda v e bir arada geçiririz aklımızdan. Bir arada v e ay nı anda gerçekleşiyor olmaları onları ay nı tarihin defterine yazamıy or. Onlar açısından tarih, zulmün tarihine bir eklenmedir artık. Ve zulüm, şimdi İsrail kimliğiy le "gel barışalım" diy or. Hem de nerede? Ortadoğu'nun tam orta y erinde. Filistin'de. Barış... O kadar çok sözü ediliy or ki, içi boşalı-y or, başka bir barış ortay a çıkıy or. Barış da ikileşiyor. Tıpkı sav aş gibi. Hangi sav aş, nasıl bir savaş, kimin savaşı? Bu s o ru l ar b ar ış için de sorulmaya başlanıy or. Hangi barış, nasıl bir barış, kimin barışı? Söyle ey güzel ülke.Söy le Filistin!Kiminbarışı? Bal tadında portakal veren ağaçlarım v ardı. Cıv ıltıy la dolardı bahçe- ler. Önce kucağındaki portakallar gitti çocuklarımın, v ergi diy e... Sonra portakal ağaçları, sonra da toprak... Kendi ülkemde, kendi bahçemde, kendi meyvelerini toplay arak büy üdü çocuklarım, başkası için... Bunun adı da işgaldi ve eli soframdaki ekmeğe, alnımdaki tere uzanmıştı. Benimle ay nı dili konuşuyor, aynı topraklara vatan diy ordu. Emeğe y önelen savaşa kabul demeden daha, y eni bir işgal oturdu sabahlar ıma. Eli bıç akl ı, y ü zü kanlıy dı gelenin... Zulüm bu kez kutsal kitaptan f ırlamış, kendine kutsal bir kaftan dikmişti. Üstelik istediği alınterim değil, bütünüy le ülkemdi. Bana sınır Y ahudi, siy onizmin zırhına büründüğünde nasıl d a unutuv ermişti y anık insan etinin kokusunu... Filistin... Bir y anı tutsak, y aralı; direnen yani özgür yurdum...
dev riminin kabına sığmaz kızı Ley la Halit? Direnişte yoğrulan onca y ıl nasıl unutulur? Nasıl kabul edilir şimdi elinde tuttuğu taşı f ırlatamadan şehit düşen "benim küçük generallerim"in üstüne kanlı bir gazete gibi örtülmek istenen barış? Şimdi kalkmış, "gel barışalım" diy or Siy onizm... Kurtuluş için sav aşa karşılık ne idüğü belirsiz çalıntı bir barışı day atıy or. Kendi barışını... Beni rahat bırak diy or, ülkeni unut; o artık doğmamış Filistinli çocukların değil, benim malım... Y a-ser Araf at! Y eraltı günlerinin Abu Ammar'ı! Ver elini! Barış güv ercinleri uçuralım üstünde kutsal toprakların... "Filistin dev rimiy le evli olmak" ne demek? Boşay ıv er gitsin. Al sana üç kasaba... Y urtsuz değilsin artık... "Karşılıklı bağımlılık" v arken ne demek bağımsız Filistin? Koca "ihtiy ar"! At başındaki kefiy eyi, üstündeki yeşil giysiyi çıkart, belindeki colt tabancay ı Süv eyş'in sularına f ırlat... Direniy or Filistin... Direnecek... Onursuz bir barışla küllenmesin diy e dev rim tarihi... Çocuklarım sürgünlerde dillenmesin diy e... Sav aşın kay nağını kurutmayan bir barış (sav aşmama hali) kurtuluş savaşı kurban edilerek "okey"lenebilir mi? Bunun yanıtını çoktan vermiş olmalı "Şehidin Vasiy eti" adlı şiirinde Ribhi Hallum (Abu Firas):
Ölümsüzdür dünyada özgür yaşayan kişi Zalime başeğmeden giden insan özgürdür Gömülse de kara yere ölmez devrimci ölümsüzdür kanıyla destan yazan Gelecek kuşaklara Dünyada ancak vicdanları ölmüş olanlar ölür Cömülse de karayere ölümsüzdür devrimci Ölümlüler alınıp satılanlardır Bütün yeşillikleri çiçek açmaz bahçenin Açmış olsa bile çiçek sayılmaz Gerçek çiçek ancak güzel kokandır. Diri sayılmazlar uzun yaşasalar da
Nasıl unutulur Tel Zaatar? Nasıl unutulur aç, susuz, ilaçsız ölen çocuklar v e ateş altında geçen elli dört günlük direniş? Elli dört günün sonunda bey az bayraklarla dışarı çıkan direnişçiler, direnişçilere ölüm kusan siy onist namlular v e sey irci kalan "uy gar" düny a nasıl unutulur? Ve nasıl unutulur Burj el Barajneh, Sabra, Şatila ve Filistin
Açıkgözler Ölmeyenler güzel izler bırakanlardır...
EKİM 2006 | T AVIR | 7
röportaj
bulutsuz bir dünya düşü tavır
Anadolu'daki ilk rock gruplarından olan Bulutsuzluk Özlemi, tüm albümlerinde "Türkiy e'de rock v ardır"ı anlatmanın kay gısını taşıdı y ıllarca. Sınırları zorlay an, ilkleri y aratan v e hep bir adım daha ileri taşımanın kay gısını taşıy an grup; bugünlerde y eni bir albüm hazır lığında. Y oğun temponun ortasında, Anadolu Hisarı'nın asırlık ağaçları altında sıcak v e samimi bir sohbetle biraz soluklandık. Anadolu Hisarı, Nejat Y avaşoğulları'nın doğup büy üdüğü yer, oranın tarihi dokusu içinde açmış gözlerini. İlkokul y ıllarında mandolin çalmasıy la başlayan müzik yaşamının her döneminde, Hisar etkilemiş onu. Balıkçılıkla uğraşan ailesi para veremeyince, kendisi balık tutup satarak para biriktirmey e başlamış. Çok geçmeden, annesinin de katkısıy la almış ilk gitarını. "Ondan sonra ben gitarla haşır neşir olmaya başladım; şarkı y azmak, bestelemek hep aklımdaydı." diy or. Araştırmalar y apıy or önce. Müziğin teorisi hakkında bilgiler ediniy or. Soruyor, okuy or. Uzun y ıllar müzik hep y anında oluy or ama okul söz konusu olunca mimarlık okumay ı tercih ediyor. "Ne olacağı belli olmay an bir macera olarak düşünürsek müziği; çok büy ük bir karar, mimarlığı bırakıp tamamen müziğe y önelmek." diy e açıklıy or bu durumu. Bu y üzden müziği de, mimarlığı da bırakamıy or hiç. "Ben mimarlığı galiba sev iy orum." diy or örneğin. Getirdiği maddi rahatlık y anında, geride somut v e güzel şey ler bırakmak, estetik değerler y aratmak hoşuna gidiyor çünkü. 1985'li y ıllarda Sina Koloğlu ile birlikte ilk konserlerini veriy orlar, kendi şarkılarını okuy arak. Grubun adı da o konserde şekilleniy or. Y ıllarca "Bulutsuzluk Özlemi"nden kim ne almak istiy orsa almış, kim ne anlamak istiyorsa anlamış aslında.
"İsteyince y olunda kaygılandığım. Uğrunda koşup yorulup doğrulup Beni bulduğum. Bulutsuzluk özlemi sardıysa beni, Tele v urup çağırmay ı kesmem mi lazım?" Bu sözlerle başlay an serüv en 20 y ıldır sürüy or. Bulutsuzluk Özlemi, Harbiye Açıkhava Tiy atrosu'nda birçok sanatçının katıldığı konserle, 20. y ılını kutladı.
8 | T AVIR | EKİM 2006
O gece, o sahnede y er alanlardan geriy e kalanlar sadece Nejat Y av aşoğulları v e Sina Koloğlu olmuş. Uzun y ıllar sahnelerde olan birçok müzik grubunun başına geldiği gibi, Bulutsuzluk Özlemi de eleman değiştirmek zorunda kalmış. Bu durumun da kendine özgü açıkla maları v ar elbet. Y av aşoğulları bunu birkaç nedene bağlıy or. "Mesela, ilk başlarken hani tesadüfen, onun tanıdığı v ar gitar çalar, benim arkadaşım var davul çalar, böyle geliniy or gruba. Geliy or ama gelen kişilerin v e grupta y er alan kişilerin müziğe bakış açısı kalıcı olmay abiliyor. Öğrencilikte bir hev es olarak, öğrencilik y ıllarının bir çalışması olarak bakıy orlar, ondan sonra okul bitince çeşitli baskılardan, başka işlere girip çalışıy orlar. Biz bir v asıtay la birbirimize rastlamı-
röportaj
şız. Ama gerçek grubu oluşturacak olan kişiler olarak değil; mesela o bir yerde teknik olarak v eya kaf aca daha öteye gidemiy or. Bunlardan oluy or ay rılık. Bir de egolardan da oluy or. Grup içerisindeki egolardan. O varsa ben y okum gibisinden şeyler oluyor." Verilen ilk konserin ardından dönemin Taksim Sanat Evi'ne taşınıyor grup. Orada haftada iki kez çıkıy or sahneye. Ve yavaş yavaş kaset yapma f ikri doğuyor. Daha tam olarak grup kimliği oturmadan ilk kaset yapılıy or. 1986 y ılında çıkan ilk albümün adı "Nejat Y avaşoğulları / Bulutsuzluk Özlemi" oluy or. Beatles'ı ilk dinlediğinde "Benim kafamdaki müzik bu." demiş Nejat Y avaşoğulları. Ve o günden sonra da tüm y aşamı bu müzik üzerine şekillenmiş. Tabi rock'a yönelmenin de çeşitli nedenleri v ar. Rock'un hissettirdiklerinin ilk başlarda tam tarif edilemediğini anlatıy or bize. "Diy elim ki bunlar saç uzatıy or. Herkesin aksine niy e saç uzattıkları polemik konusu oluy ordu. Onları kara koyunlar gibi görüyorlardı. Tam içeriklerini çözemesek bile. Bir başkaldırı ve özgürlük hissiyatı v ardı müzikte. Pink Floyd, Led-Zeppelin gibi gruplar sürekli albüm çıkartıy orlar, konserler oluyor. Müzik hoşuma gitmesine rağmen içeriğini tam kav ramamıştım ama y avaş yavaş John Lennon'ın şarkı sözlerini v e Beatles grubundan hemen sonra yaptığı çalışmaları öğrendim. Revolution diye bir şarkısı var; ihtilal, devrim y ani. Y av aş yav aş işin içine girmey e başlay ınca, bu sef er de çok hoşuma gitti. Mesela politik ortama bakıy ordum. Benim kalbim sol tarafta f akat sol tarafta yapılan müzik de hep saz üzerine. Y a da 1 May ıs Marşı, Venceremos gibi... Halbuki ben bunun kentte bizim y aşadığımız maceraları da içeren v e kentteki insanın da sev inçlerini, hüzünlerini anlatan bir müziğin olacağını, bunun dev rimci öğeler taşıy acağını düşünüy ordum. Form olarak da biçim olarak da bu müziğin aslında kendi içinde de dev rimci özellik taşıması "rock"ın da bu iş için çok uy gun olacağını düşündürtüy ordu bana. Diy elim ki sen orda karşı olduğun bir şey den bahsediyorsun. Bunu en sert gitar sesleri ve en sert dav ul v uruşlarıy la ve toplumun alışkın olmadığı bir müzik biçimiy le verdiğin zaman daha devrimci olur." O dönem bir konser veriy orlar v e konser salonu boşalıy or onlar sahneye çıkınca. Beş kişiye konser veriyorlar. Tabii bu hep böyle gitmiy or. Y avaş yav aş kitleler kabul etmeye başlıy or onları. Hatta sol çev reler arasında oldukça dikkat çekiyorlar. "ilk kasetten sonra İnsan Hakları Derneği'nin konseri oldu Açık Hava Tiy atrosu'nda; hatta o zaman galiba sıkıy önetim bir şekilde devam ediyordu. Y asal olarak kaldırılmıştı ama mesela f iili olarak vardı. İşte o dönemlerde bir kaç defa izin vermediler İnsan Hakları Derneği'nin konserine. Hapiste olanlara yardım için yapılacak bir konserdi, geniş de bir katılım v ardı. Y eni Türkü, Mozaik grubu, biz, İlhan irem de v ardı diy e hatırlıy orum y anılmıy orsam. Sonra bir kaç ertelenmeden sonra Açık Hava Tiyatrosu'nda bu konseri yaptık. İşte o konserde de sonuçta bizim müziğimiz o f arklılığıy la bir anda çok ilgi çekti. Söy lediklerimiz ise 'Cezaev inde Bayram Görüşmesi', 'Şili'ye Özgürlük', 'Acil Demokrasi', 'Hazerf en Ahmet Çelebi'nin Öyküsü' adlı şarkılardı. Sonra 'Acil Demokrasi' şarkısı o kadar çok be-
ğenildi ki en son sahneye çıkıp tekrar bu şarkıy ı söyleyelim istediler v e konser öyle bitti." Bu konser Bulutsuzluk Özlemi'nin daha geniş bir çevre taraf ından kabul edilmesini, sevilmesini de sağlamış ay nı zamanda. Konserlerin yanında yeni bir albüm çalışmasına da başlıy orlar. "Nasıl olsa kitleler bizi tanıy or" rahatlığıy la y apılan Uçtu Uçtu (1990) albümü iyi satar dedikleri anda düşük seviy elerde kalınca işin hiç de bu kadar kolay olmadığını kav rıy orlar. 1990'lar sonrası ise grup olgunlaşmay a başlıy or. "Grubumuzun kadrosunda Filip Sümbülkaya davul, Demirhan Baylan bas, Akın Eldes gitar, Richard Hammer saksofon çalıyordu. Sina Koloğlu da piyano çalıyordu." Önce İstanbul Festivali'nde, sonra ise Sting'in de katıldığı İnönü Stady umu konseri, daha geniş kitlelerle buluşturuyor onları. Bu konserlerin ardından Güneşimden Kaç (1992) albümü geliy or. Ve sonra bir ilki deniyor grup. ilk kez Harbiye'de akustik gitarlarla v erilen bir konserin kay ıtları alınıy or ve bir konser albümü y apılıy or. "O güne kadar bize hep diyorlardı ki, siz albümünüzdeki gibi değilsiniz sahnede, çok daha iyisiniz. Niçin böyle bir konserden kay ıt yapmıy orsunuz?" diye açıklıy or durumu Y avaşoğulları. "Canlı ve fişsiz" tanımlamasıyla çıkan kaset ülkemizde en çok satan konser kasetlerinden biri oluy or... "Sonra çok konser verdik, 'Y aşamaya Mecbursun' albümünden sonrada 'Yol' albümünü çıkarttık. Belki de y ollarda çok dolaşmanın etkisi albüme yansıdı. Daha sonra "Numara" albümümüz çıktı. Bir de senfoni orkestrasıyla canlı olarak kaydettiğimiz "Bulutsuzluk Senf onisi" çıktı. Geçen sene de Felluce- Bağdat isimli single çalışması oldu." Bulutsuzluk Senf onisi'nde, rock'un 90 kişilik bir orkestra eşliğinde çalınmasıy la ülkemizde bir ilk yaratılıy or. Felluce-Bağdat ise Irak'ın işgal edilmesine y önelik tav ır alınmasıyla ortay a çıkan bir çalışma. Ve çok geçmeden sansür duv arına çarpıy or.
EKİM 2006 | TAVIR | 9
röportaj
Povvertürk isimli müzik kanalında, Bağdat Cafe isimli şarkının klibinin y ay ımlandığı süre içinde, Y avaşoğulları'nın gitarının üzerindeki "sav aşa hay ır" yazısı mozaiklenerek sansürleniyor, okunması engelleniy or. Ardından şarkı v e klibin siy asi içerikli olduğu dile getirilerek y ay ından kaldırılıy or. 20. y ılını "box" olarak tanımlanan "Güneşimden Kaç", "Y ol" ve "Uçtu Uçtu" albümlerinin birleştirilmesinden oluşan y eni albümle kutladı grup. Bu "box" tanımlaması, bize olduğu kadar onlara da pek sıcak gelmemiş aslında. "Box, diy orlar, ama hiç hoşuma gitmiyor. Artık ne desek, koleksiyon desek o da yabancı. Üçü bir arada gibi bir şey deseydik daha iyiy di aslında." diye anlatıy or durumu. 20 y ıllık grupta bütün sözler ve müzikler Nejat Y av aşoğulları'na ait. "Doğal olunması gerektiğini düşünüy orum. İnsan şarkılarını oluşturduğu dönemde nelerden etkileniyorsa onlar oraya geçecektir zaten. Bunun için de kendimi zorlamıy orum Doğrusu budur diy e grupça da düşünüyoruz." diye başlıy or anlatımına ve şöyle devam ediy or: "Bir şey ler oluy or, ondan etkileniyorum. Yolda giderken geliy or bu aklıma. Bunu not halinde alıy orum. Bunu ben şarkı yapabilirim, diy orum. İyi f ikir, diy orum. Felluce de bilmem neler olurken olabilir bu. Vey a güneş batarken o sırada v apurla giderken aklıma gelen bir cümle de olabilir. Mesela ben 'Ne olursa olsun y aşamay a mecbursun.' cümlesini arabada giderken düşünmüştüm. Not ettim sonra gerisi gelerek bir şarkı oldu. Müziğin soundu konusunda da çeşitli tartışmalarımız, görüşlerimiz oluy or. Şimdi diyelim ki biz 20 y ıldır müzik y apıy oruz. 20 y ıl önce müziğimiz topluma çok f arklı v e yeni bir müzik olarak görünüy ordu. Ama aradan geçen zaman sonucunda en azından yedi yıldır Türkiy e'de bir rock grupları patlaması v e yeni bir rock müzik biçimi ve anlay ışı oluştu. Mesela aynı sorunu Metalica grubunun da yaşadığını düşünüy orum ben. Eski metal döneminde hani her şey çok yolunda giderken konserler tıklım tıklım dolarken bir süre sonra seyirciler onlarda da farklı bir şey görememeye başladı. Ve müzik değişti. Y eni gelen jenerasy on f arklı bir müzik yapıy or. Bulutsuzluk Özlemi'nde günümüzün bir rock soundu var. Ve Türkiye'de yeni çıkan gruplara müzikal olarak baktığımızda, onlar da çok başarılı olarak dünya ölçeğine y akın bir şekilde bunu ortaya koy uyorlar; ama bizim soundumuza göre f arklı bir sound. Biz kendimizi yenileyeceğiz mi, ne yapacağız? Biz onu, onların hissettiği gibi tam anlamıy la içimizde hissedebilirsek o soundu y apabiliriz. Ama onlar bizden f arklı bir jenerasyon. Bu sefer daha komik bir şey mi olur, diye düşününce, biz y ine bildiğimizi y apalım, dedik. Bunu da söy lerken, Rolling Stones örneği var. Bu adamlar kırk y ılı geçti galiba. Kırk beş y ıldır müzik y apıyorlar ve konserleri her zaman dolu. Dolay ısıyla biz y apabildiğimiz şeyi yaptık. Bakalım... Y eni albüm çıktığı zaman esas bunun kararını kitleler veriy or." Sohbetimiz, koyulaşırken, ülkemizde rock'ın nasıl anlaşıldığı üzerine kay ıyor; rock müzik grupları üzerine konuşuyoruz. "Bu arada Türkiy e'deki müzik dinleyicisi de veya gençlik diyelim çeşitli bölümlerden oluşsa da, bu basın-yay ın araçlarının tekelci grupların eline
10 | TAVIR | EKİM 2006
geçmesi v e bunların da kapitalizmin şu anda Türkiye'deki önde gelen gruplarından olması, çeşitli başka y an şirketlerin olması dolay ısıy la aynı zamanda y urtdışındaki kapitalizmle bir ortaklık y apma düşüncesinde olmaları, biraz olay ı f arklı yönlere çekiy or. Y ani bize ait olan bu müziği halkın ve sokağın müziği olarak görebileceğimiz bu müziği, kendi tekellerine alıp, o içindeki bu müziğin coşkusunu ve özgürlük duygusunu, özgürlüğü başka türlü tanımlay arak kendilerine de mal etmeleri gibi bir sorunla da karşı karşıy ay ız. Örneğin Rock'n Coke. Müzikal olarak çok iy iler y eni dönem grupları. Bunda teknolojinin gelişmesinin bazı işlerin üretilmesinde y ararlı olduğu ortay a çıkıyor. Her ne kadar para kazanmak için geliştirilmiş olsa da bilgisayar teknolojisi, sonuçta ev in içinde oturup kendisine bir bilgisay ar edinmiş olan genç bir arkadaşımızın müziklerini kaydetmesine yarıyor. Bir stüdy o aramadan o müziklerle saatlerce uğraşıp bir şeyler ortaya çıkartmasına neden oluy or. Daha f azla vakit ay ırdığı ve yanlışı hemen düzeltme imkanı olduğu için, y ükseltiyor müzikal kalitey i. Ama mesela içerik olarak daha bilinçli olmalarını bekliy orum. Yani bir kere, okuma konusunda önceki nesillere göre zay ıflar. Çünkü bilgisay arla v e çizgi f ilmlerle çocukluklarını geçirmiş bunlar. İnternetten tüm bilgilere ulaşacaklarını düşünüyorlar. Eğer arayacaksa, internetten kendisine bir şey arıyor. Bu ülkenin geçmiş dönemden gelen kültürel izlerini de bilmeleri lazım. Bizim müzikteki geleneğimiz ta Y unus Emre'den tasavvuf müziğinden başlayan, Pir Sultan Abdal'lara, Karacaoğlan'lara kadar uzanır. Aşık Mahzuni'ler, Aşık Veysel'ler var. Bunları bilmeleri gerektiği gibi, Y ahya Kemal Bey atlı'dan tutalım. Nazım Hikmet'ten Atilla İlhan'dan, Orhan Veli'ye kadar v e günümüzün şairlerine kadar şiir akımları v ar. Bunlardan habersiz şarkı sözü yazmak biraz havada kalıyor. Hiçbir zaman o şairler gibi olmayacak tabii. Biz şair değiliz sonuçta ama kendi geçmişini bileceksin. Ben bunu bizim y eni rock gruplarından bekliyorum. Ama günümüzde de bir takım gruplar hem müzik hem de içerik olarak daha tutarlı. Bunlardan biri Mor v e Ötesi, bir tanesi Duman. Mesela Duman'ın politik bir y anı yokmuş gibi gözükebilir. Ama değil, derin laf ları var." Rock müziği, özünde alternatif, muhalif bir damar taşır. Ancak birçok rock grubunun bugün ney e karşı olduğu pek belli değil diyerek aray a giriyoruz... "Düzen gençlerin bu müzikten hoşlanma olay ını, yeniden şekillendirerek bunu bozuy or aslında. Kimi zaman başarılı olma sihrine kapılıy or bir grup. Farkında olmadan da olsa, kendisini anlatan halktan yana bir şey ler yazan bir grup düşünelim. Ona öy le şeyler sunuluyor ki... Eğer o taraf a doğru giderse onlara kavuşacak ve öyle dev am etmesi için de onların istediği gibi şeyler yapmay ı sürdürmesi lazım. Böyle bir tehlike v ar. Cesaretle farklı bir müzik yapmaya kalkan bir rock grubu olduğu zaman, aslında onları da destekley en y ığınların olması gerekiy or. Bu her zaman olmuyor. O zaman para sıkıntısı y aşıy orlar. Grup Y orum bunların dışında v e bunu başarabilmiş bir müzik topluluğu. Her zaman onu destekleyen ve albümlerini alan, konserine giden bir kesimi var edebildiği için. Onların devam etme gücünü bu v eriyor."
röportaj
Gençler dinamizmleriyle, heyecanlarıy la, coşkularıy la rock taraftarı oluy orlar. Giy im kuşamlarından konuşmalarına etkiliyor onları bu rock kültürü diyerek, bu konudaki fikrini soruyoruz Yav aşoğulları'na. "Rock müzik, özgürlük duygusu verdiği için gençlerin ilgisini çekiy or. Sahney e bakınca gördüğü kişilerde, kendi y apmak isteyip de y apamadığı bazı şey leri, sanki v armış gibi bir izlenim ediniyor gençler. Ve o müziğin kendi ailelerinden v eya başkalarından, toplumun tutucu kesimlerinden farklı bir müzik olduğunu v e kendisinde de f arklı bir kimlik oluşturduğunu düşünüy orlar, bu da onları o taraf a doğru y önlendiriyor. Halk türküsüne ilgi duy muyorlar da buna niy e ilgi duy uyorlar, diy e sorduğumuzda, bütün dünyada her y erde kulağımıza gelecek olan bir müzik türü bu. Radyoyu açınca karşımıza çıkıy or, televizy onu açınca müzik kanallarında karşımıza çıkıy or. Üstelik şehirlerdeki kesim müzikal olarak da küçüklüğünden beri, reklâm müzikleri olsun, diğer sağda solda çalınan müzikler olsun, bunu duyduğu için kulağı da buna alışıy or. Ve bu da bir taban oluşturuyor y ani. Halk ozanları geleneği olan bir kısmı da v ar toplumumuzun. Oradaki gençler daha çok saz çalıy or. Ben Alev i kesimden de rock grupları bekliyorum, böyle çok güzel olur çünkü. Zaman zaman düşünüyorum Ali Ekber Çiçek, Haydar Hay dar'a bir girizgah yapıy ordu. Onlar rock müziğine çok güzel gidecek şeyler. Semahlar da öyle. iyi müzikal düzenlemelerle o elek-
trogitarın gücüy le, dav ulun gücüy le, hard rock tarzında metal sound y aratılabilir. Aşık Mahzuni öyle y orumlanabilir. Vey a ona benzer şeyler yapılabilir. Çünkü o kesim gençliğinin de, dünya gençliği gibi bu müziklere olan ilgi v e sempatisini y ok farzedemey iz. Tanımadığınız ülkelerdeki, tanımadığınız insanlarla ortak düşünceler, ortak duygular, ortak eğilimler olmasını o f estivallerle sağlayabiliriz. Rock'n Coke f estivalini kastetmiyorum tabi. Her zaman etki tepkiyi doğuruyor çünkü. Rock'n Coke varsa, Barışarock var. Globalleşme varsa, globalleşme karşıtı hareketler de v ar. Bugün bunlar yetersiz olabilir. Ama bu bir dönem sonra gelecek olan gençlik kesimini n toplumu değiştirm e potansiyeli açısından daha kitlesel olabilir mesela." Her sene tartışma konusu olan bir konu Barışarock ve Rock'n Coke. Rock dinleyicisinin, sırf sevdiği grup geliyor diye Rock'n Coke'a gitmesinden bahsediy oruz. "Bu konserin ismi Rock'n Coke olmayabilirdi." diy or Y avaşoğulları, "Hazerfen Müzik şenliği olurdu mesela. Hazerf en denen adamın düny ada ilk uçan kişi olduğu anlaşılmış olurdu böy lece. Ama o kadar v ahşi bir kapitalizm anlay ışı v ar ki. Gözünün içine soka soka Rock'n Coke yazıy orlar. Ve İstanbul Festiv ali de onun destekley icisi gibi. İstanbul Festivali'nin isminin de, bir markanın isminin altında ezilmemesi lazım açıkçası. Barışa rock esasında İngiltere'de yapılmış olsaydı bugün bütün düny a birbirine örnek olarak Barışarock'u gösterirdi. Orada hiç para dönmüy or. Gruplar bile kendi imkanlarıy la gidip katılıy orlar. Oradaki genel havanın ne olduğu belli, insanların oraya müzik için gelip, o ortamdan da etkilenilmesini hesaba katmak lazım, çünkü hiç kimse birdenbire değişemiy or. Müzik için gelmiş. Ama orda başka şey ler yaşamış. Kafasında soru işaretleri oluşmuş. Öyle geri döndüğünü düşünelim iki günün sonunda. Bu kazançtır bence. Bir de öbür türlü olay ı müzikal bir etkinlikten uzaklaştırıp, daha düşünsel v e politik bir y öne doğru kaydırması da, aslında Barışarock bir müzik f estivali olduğu için, doğru değil. Zaten y an etkinlikler var. Bazı resim sergileri, kitap, bazı sanatçıların orada çalışmalar y apmaları gibi şey ler de var." diy e de ekliy or. insanı anlatan, sorun olan her şey ilgilendiriy or Bulutsuzluk Özlemi'ni. Vapurların kaldırılmak istenmesinden, işgale kadar. Ve tüm bunların, solun da gündemi olması gerektiğini düşünüyor. İşçi sınıf ının iktidarını kuracak olan insanların, yarın daha güzel bir düny a olmasını istey en, başka bir dünya olabilir, diy en insanların her konuda duy arlı olması gerektiğine inanıy or. "Bulutsuz bir düny a" düşü için ortay a konuy or tüm bu düşünceler ve bu özleme dair şarkılar yapıy orlar. Anlıyor mu sizce onları dinleyici? "Ben bizim dinley icimizi her zaman f arklı olarak görmüşümdür. Gitaristi yakışıklı bulup gelen de olabilir. Ama ben yine de inanmak istemişimdir yani. Onlar farklı bir dünya istey en insanlar. Bunun bilinçli olarak farkında olsalar v eya olmasalar da onlar f arklı bir düny a istiyor diye kendimi teselli etmişimdir." Zamanın nasıl aktığını anlamadan, sohbetimizin sonuna geliyoruz, Nejat Y av aşoğulları'nı albüm çalışmalarına dev am etmek için uğurlay ıp, kendisine teşekkür ediy oruz.
EKİM 2006 |
TAVIR | 11
tiyatro
machiavelli ve erdem poetikası gülnaz bıçakçı
mi için yazmıştır. Bu bölümde, Boal, Ortaçağ tiy atrosunu, sonra burjuv a tiyatrosuna geçişi v e Machiav elli'nin "Erdem Poetikası"nın burjuv azinin erdem kav ramını ele alışını y ansıttığı v e erdem kav ramını burjuv azinin kendi sınıf çıkarı için nasıl kullandığını göstermiştir. Ayrıca, modern burjuv azinin tiyatro akımlarından lonesco'nun absürd tiyatrosunu da ele almıştır. Feodal Soyutlama Aristoteles'e, Hegel'e ve Marx'a göre sanat, her çeşidi, tarzı v e üslubuy la belirli bilgileri y aymanın duy umsal bir y olunu oluşturur. Marx bu bilgi için şunları söyler: "Sanatçının y a da onun kaynağını oluşturan vey a onu destekleyen, para veren v eya onun eserlerini tüketen toplumsal kesimin -özellikle de toplumun ekonomik gücü elinde bulunduran v e bu güç sayesinde bütün diğer güçleri kontrol altında tutan v e sanatsal, bilimsel, f elsef i veya başka herhangi bir türdeki bütün y aratıcılığı y önlendiren kesimin- perspektifine göre açığa v urulur. Bu toplum kesimi açıktır ki eğer halihazırda iktidara sahipse onu korumasına eğer henüz sahip değilse iktidarı f ethetmesine yardımcı olan bilginin yay ılmasıy la ilgilenir. Ama bu, diğer kesim ya da sınıfları, onlara gerekli bilgiyi sağlayacak kendi sanatlarını geliştirmekten alıkoymaz. Ne v ar ki egemen sanat her zaman egemen sınıf ınki olacaktır, çünkü onu y aymak için gerekli araçlara sahip olan tek sınıf egemen sınıf tır."
Augusto Boal'ın, Ezilenlerin Tiy atrosu isimli kitabı için, bir bakıma tiy atro tarihinin sınıf sal açıdan incelemesi de denebilir. Boal, Aristotelesçi tiyatrodan başlayarak, sırasıy la Ortaçağ, Rönesans tiy atrolarını inceley erek, Hegel'e ve oradan Hegel'in sanat konusundaki düşüncelerini tersine çeviren Bertolt Brecht'e, oradan da kendi tiy atro teorisi olan "Ezilenlerin Tiyatrosu"na gelmektedir. Augusto Boal, kitabın "Machiavelli ve Erdem Poetikası" isimli bölümünü 1962-63'te, Sao Poulo Arena Tiyatrosu'nda yönettiği Machiav elli'nin komedyası "Mandragola" (Adamotu) oyununun gösteri-
12 | TAVIR | EKİM 2006
Sanatlar içinde tiy atronun f arklı bir y eri vardır. Tiy atro halkla doğrudan temas kurar v e yüksek ikna gücüne sahiptir. Bu yüzden de toplum taraf ından belirlenir. Bu belirlenme hem oyunun sunumunda, hem de yazılı metnin düşüncelerinin içeriğinde görülür. Ortaçağda tiyatro kilisenin ve soyluların kontrolündeydi. Ortaçağda, malikânelerin kendine yeterli kapalı ekonomisi vardı. Toplum, mülklere göre katı katmanlara ay rılmıştı. Sanat da, bu toplumsal y apıya uygun olarak her türlü y eniliğe karşıy dı. Ve geleneksel olanı korumay a çalışıyordu. Feodal sanatın amacı, mevcut sistemi sürdürerek toplumu devinimsiz kılmaktı. Bu sanat, kişilik kazanmay ı ve bireyselleşmeyi engelliyordu. Soy uttu. Halka statükoya karşı dinsel bir saygı göstermey i telkin ediy ordu.
tiyatro
Baskıcı ve otoriterdi. Kilise sanatı hoş gördü ama onu kendi düşüncelerini, dogmalarını, emirlerini v e kararlarını y aymak için bir araç olarak kullandı. Bu dönemde, f eodal dönem tiy atrosunda karakterler insan değil ama ahlaki v e dinsel değerlerinin soyutlamalarıy dı: En önemlileri Şehv et, Günah, Erdem, Melek, Şeytan gibi karakterlerdi. Oyuncular bu soyut kavramları sahnede canlandırırlardı. Bu karakterler kilisenin v e f eodal soyluların bakış açılarına göre hareket ederlerdi. Feodal oy unların ahlakçı bir doğası v ardı. İyiler ödüllendirilir, kötüler cezalandırıl ırdı. Ortaçağ oyunları; günah oyunları ve erdem oyunları diy e ikiye ayrılırlar. Erdem oyunlarına örnek olarak Belcari'nin Hz. İbrahim ve Oğlu İshak'ın Tasviri ve Onları Anma Ayini oyununu gösterebiliriz. Bu, Tanrı katından gelen emre uy arak oğlunu kurban etmeye hazırlanan Hz. İbrahim'in öyküsüdür. Hz. İbrahim tam oğlunu kurban edecekken gökten bir melek iner ve onları durdurur. İkisine de bu mantıksız emre körü körüne ve kölece boyun eğdikleri için öv gülerde bulunur v e ödül olarak Hz. İbrahim'e düşmanlarının anahtarını v erir. Burada, her kölenin verilen emre sorgulamadan uyması övülür. Günah Oy unları için de, adı bilinmeyen bir İngiliz yazarın yazdığı Sıradan Biri oy unu örnek v erilebilir. Bu oy unda ölüm anındaki bir kişinin y aşam öyküsü v e işlediği günahlar anlatılır. Bir meleğin görünmesiyle ölüm döşeğindeki kişi pişmanlık duy up tövbe eder. Burjuva Somutlama Von Martin'e göre y eni burjuva toplumu muhasebe ilkelerine göre örgütlenmiştir. Her insanın birey sel yeteneği ve değeri doğduğu toplumsal statüden daha önemli hale geldi. Artık insanın Tanrı ile ilişkileri borç v e alacak cinsinden değerlendiriliy ordu. Bu y eni döneme uygun, "Burjuv a Tanrı" acil dinsel ref ormlar istiy ordu. Bu y üzden Protestanlık formülüyle, Luther, zenginliğin, iş ilişkilerinin iy i yürütülmesine ve malların iy i y önetilmesine karşılık Tanrı'nın v erdiği bir ödül olduğunu söylemişti. Calv in'e göre ise, Tanrı'nın seçilmiş kulları arasında y er almay ı talep etmenin, bu düny ada zengin olmaktan daha kesin bir yolu yoktu. Eğer Tanrı belirli bir kişiye hoş bakmıy orsa onun zengin olmasına izin vermeyecektir. Eğer bu kişi zengin olduysa, bu, Tanrı onun tarafında demekti. Y oksullar, işçiler ve köylüler zengin olamayacak olan seçilmemişler güruhuy du; çünkü Tanrı onlara karşıy dı.
dır. Shakespeare doğmakta olan yeni burjuva değerleri ifade etmiştir. Shakespeare'in dramatik eserlerinin hepsi bireyselleşmiş insanın gelişinin kanıtlarıdır. Shakespeare insanı bütün yönleri ve boyutlarıy la y ansıtan ilk oy un yazarıdır. Örneğin Othello özünde kıskanç değildir ama sadakatsiz olduğuna inandığı için, sev diği kadını öldürebilecek birisidir. Shakespeare, erdemin ilk oyun y azarıdır. Burjuv azi temel muhalefetini f eodal soyluluğa yaparken enerjisini bireysel insanın y üceltilmesine yöneltmişti. Machiavelli ve Mandragola Mandragola oy unu f eodal tiyatrodan burjuva tiyatrosuna geçişin tipik örneğidir; karakt erl er eşit ölçüde soyutlama ve somutlama içerir. Karakterler henüz tam anlamıyla bireyselleşmiş veya çok boyutlu insanlar değildir, ama artık sadece simge de değildir. Bireysel özelliklerle soy ut düşünceleri kusursuz bir denge içinde birleştirirler.
Burjuva, soylular gibi doğuştan özel haklara sahip değildi. Sahip olduklarını para, serbest girişim, çalışma ve akılcı yeteneğiyle elde etmişti. Bu yüzden burjuvazinin iktidarı gerçek dünyanın somut koşullarında y aşayan insanın bireysel değeri üzerine kuruluydu. Burjuva sadece kendi erdemine borçluy du. Erdemi onun birinci yasasıydı.
Machiavelli, gücü ele geçirmenin (y a da aşık olduğu kadını elde etmenin) ancak ahlaki kaygılardan uzak v e tamamıy la kullanılacak ve geliştirilecek olan planın uy gulanabilirliğine v e amaca uy gunluğuna y önelmiş, soğukkanlı v e hesap yapabilen bir akıl aracılığıy la mümkün olduğuna inanır. Bu, oyunun ana f ikridir ve karakterler iki gruba ay rılır: "Erdemli" olanlar, yani yukarıdaki öncüle inananlar v e "erdemsiz" olanlar yani yukarıdaki öncüle inanmayanlar.
Burjuv azi tiyatroyu somutlaştırdı. Ortaçağ'ın soy ut Şeytan f igürünü bireyselleştirdi. Tiyatroda artık, Lady Macbeth, lago, Cassius v e III. Richard gibi kötülük y olunu kendi özgür iradeleriyle seçmiş canlı v e somut şeytanlar vardı. Bunlar Shakespeare'ın kahramanları-
Ligurio, oyunun merkezi karakteridir. En önemli ve en "erdemli" karakteri... O kendi içinde özgür inisiy atif e sahip olmaya başlay an
EKİM 2006 I TAVIR | 13
tiyatro
maz karakterlerden birinin ölümü (tragedya) v eya pişmanlık duyup töv be etme (Hegelci sisteme göre romantik vey a toplumsal tiyatro). Romantizm burjuv a düny asına bir tepkidir. Burjuva değerlerine karşı mücadele etmiştir. Ama karşılığında ne önerdi? Hegel'in yanıtı şudur: Aşk, Şan ve Şeref, Sadakat. Yani şövalyelik yasaları; ortaçağın soyutlamaları başka bir kılıkta geri dönüyordu. Ama daha karmaşık bir tiy atroda gerçekleşeceklerdi. Romantizm şöyle der gibiy di: "Hakiki hayat v e hakiki mutluluk mümkün değildir. Dünya çok iğrenç v e kötüdür. Burada ancak küçük maddi çıkarlarıy la burjuvalar mutlu olabilirler. Kirli burjuvaları, kirli mutlulukları v e sadece kirli hazları satın alabilen kirli paralarıy la bırakıp çekip gidelim. Biz ezeli ve ebedi olarak kutsanacağız. Hadi, intihar edelim!" Bu teklif karşısında hiçbir burjuv a cidden gücenmezdi!
Şeytan'ın bir metamorfozudur. Ligurio keşiş ya da papaz olmay ı seçebilecekken özgür bir şekilde bir asalak olmay ı seçmiş olan, büyük erdem sahibi bir kişidir. Ligurio sadece kendi zekasına, aklı y oluy la doğabilecek bütün sorunları çözebilme y eteneğine inanmaktadır. Tıpkı Machiav elli'nin kendisinin de yapabileceği gibi, acımasızlığa herhangi bir ahlaki değer atfetmeksizin, acımasızlıktan oluşabilen iy i v e kötü alışkanlıklar üzerinde soğukkanlılıkla düşünür. Ligurio, insanların, ahlaki değerlerinin ortak pay dası olan paray a duy dukları bağlılıklarından dolay ı kötü olduklarını bilmektedir. Bu fay dalı bilgiye sahip olan Ligurio, namus, saygınlık, sadakat ve diğer modası geçmiş ortaçağ değerlerine hiç önem vermediği sürece herhangi bir girişiminde başarılı olacağını bilmektedir. Onun planı sadece kurnaz v e pratik bir plandır. Machiav elli insanın bütün ahlaki değerlerle bağlarını koparmasını önermişti. Hegel, karakterin özgürlüğünü elinden almadan ona bazı sınırlamalar getirmek istemişti. Hegel'e göre karakter özgürlüğü bütün insanlığa ya da ulusa ait ortak değerleri -aşk, evlat sev gisi, yurtsev erlik v b.- gibi ahlaki hakikatleri dikkate alarak y aşamalıdır. Hegel karakterin etik bir ilkey i v ücuda getirmesi ister. Dramanın olduğu yerde çatışmanın da olması zorunludur. Dolay ısıy la, bu değerleri barındıran karakterler bunların antitezlerini barındıran karakterlerle çatışmaya girerler. Dramatik ey lem bu çatışmaların ürettiği peripeteianın (baht dönüşü) sonucudur. Hegel'e göre eylem dengenin y eniden kurulabileceği belli bir noktay a yönlendirilmelidir. Oy un huzur v e uyum içinde sona ermelidir. Tez-antitez olarak beliren güç vektörlerinin senteze ulaştırılması gerekmektedir ve tiyatroda bu, sadece iki yolla gerçekleşir: Uzlaş-
14 | TAVIR | EKİM 2006
Romantizm insanların toplumda karşı karşıy a kaldığı sorunları tinsel alanda çözmeye y önelik bir girişimdi. İnsan Jean Valjean gibi aç da olsa tinsel özgürlük denen o muhteşem şeyi korumalıy dı. Bu inancı en güzel if ade eden y azarlar Victor Hugo v e Hegel'di. Bu, tiy atrodaki, insana day atılan ilk ciddi indirgemeydi: İnsan ezeli v e ebedi ve değişmez değerlere göre ölçülür hale geldi. Marx taraf ından (ama başka nedenlerle) övülen gerçekçilik, ikinci büy ük indirgemeyi y aptı. İnsan çev resinin dolaysız bir ürünü haline geldi. Zola, "Tiy atro, 'hayatın bir dilimini' göstermeli" der. Oyun yazarının taraf tutmadan ve seçici olmadan, hayatı olduğu gibi göstermesini ister. Shakespeare'den sonra insan hiçbir zaman sahnede çok boy utlu olarak gösterilmedi. Nesnelci üslup sona erince birçok öznelci üslup bunu izledi, izlenimcilik, dışavurumculuk, gerçeküstücülük gibi... Hepsi de öznel bir özgürlüğü yeniden inşa etme eğilimindeydi. Soy ut duy gular -korku, terör, keder- ortaya çıktı. Tüm bunlar sadece karakterin zihninde v arolan şeylerdi. İnsana getirilen en son v e en ciddi indirgeme ise Eugene lonesco'nun absürd tiyatrosudur. İnsanın iletişim erki elinden alınmıştır. İnsan iletişim kuramaz hale gelir. Tüm kavramlar gevezelikle eşitlenir, lonesco bu absürd durumu nitelikli bir mizah duy gusu içinde sunar. Güleriz. Oysa, y önetimin ücretlerin y ükseltildiğini duyurmasını bekleyen işçiler, için Sandalyeler oyununun sonundaki gibi dilsiz bir haberci taraf ından verilen bir nutukla karşılaşmak, y a da ücret artışının "gev ezelik" olduğunu, y oksulluğun "gev ezelik" olduğunu, açlığın "gev ezelik" olduğunu, her şeyin "gevezelik" olduğunu duymak hiç de komik değildir. Modern burjuv azinin ortay a çıkmasından bu y ana tiyatronun izlediği gelişim yolu buydu. Bu tiyatroya karşı yeni bir sınıf taraf ından belirlenecek ve radikal bir kopuşu gerçekleştirecek yeni bir tiyatroy a ihtiyaç v ardı.
deneme
büyüklere masallar naşide ı rmak
Y orgun bedenim, daracık y atağıma tüm günün y orgunluğunu sığdırmay a çalışırken, elimde gün içinde okumaya f ırsat bulamadığım gazeteler duruy or. Gazeteler, o gün içerisinde yaşanmış yüzlerce olay ve yorumlar... Sığmıy oruz yatağa... Kenarda bir haber... Milli Eğitim Bakanlığı, "100 Temel Eser" önerdi. Bu eserler tüm okulların kütüphanesinde olmak zorunda... Sonra y azının dev amı... Benim y orgun düşen gözlerim...
ideolojik say ılıp y asaklanır, türkülerin önüne ideolojik diy e engeller konurken, Pinokyo'nun "Allah rızası için"(!) bir şeyler istemesi, sadece basit bir çeviri hatası olarak görülebiliy or. Nice isimler ideolojik bulunup nüfus kaydına geçmezken, y ılların Arm Dedesi Alp olurken hiç sorun çıkmaz. Y a da bir çizgi f ilmde çirkin ördek yav rusu, çirkin olduğu için değil, başı türbanlı olduğu için ay rışırken, aslında ideolojik bir ay rım y apılmış olduğu kabul edilmez.
Gözümün önünde düşsel bir ova. Ovanın ort as ınd a iki dağ. Dağların başının bulut, bulutun ortasının otağ olduğu v akitler... Dedem Korkut çıkmış mey dana, iki ay rı köşe y aptırmış, iki ay rı kilim serdirmiş. Kızı olanları kızıl köşey e, oğlu olanları ak köşey e oturtmuş. Açmış bal ağzını... Ey , demiş, ulu bey ler; gene bir zamanlar bir varmış, bir y okmuş. Üç taraf ı denizlerle çev rili cennet bir ülke varmış. Ülkenin bir taraf ı yaz, bir taraf ı kışmış. Bereketli topraklarında her türlü İ yemiş yetişir, her türlü meyveyi veren ağaçlar bereketten eğermiş dallarını aşağı. Derler ki güneş en güzel orada, Nemrut derler bir yerinde doğarmış. Lakin gün gelmiş haksızlar geçmiş başa. Bir haksızlık ki sormay ın gitsin. Kendi ülkelerini talan ettikleri y etmezmiş gibi, bizim ülkemize, masal ülkelerine de girer oldular, İşte benim telaşım, sizleri bir aray a toplamamdaki kastım budur ey masal ülkemin kahramanları. Sizlerle y arattığımız bu düny aya el atıp, kendilerince yarar sağlamak istiyorlar.
Y apılan, edebiyat hırsızlığının ötesinde, çocukların sav unmasız bey inlerinde y aratılan bir ideolojik bombardıman değilse nedir, sormadan edemem! Neden sadece bizden olanın iy i ve doğru say ıldığı bir zihniyet yeşertiliy or beynimizde? Neden renkler kendi mev cutlarıy la korunmuy or? Bunca zor bir şey mi bu? Neden mevcutların popülaritesinden y ararlanmak gibi küçük hesapların ardına saklanıy or küçük oyunlar?
Gene kapanıyor gözlerim. Bu kez önümde, balonlarla süslü bir yatak, fenerler renk renk, ışıklar yanıp sönüyor. Allahım o da ne? Pinokyo bir y atakta sünnet oluy or. Bu kez korku ile, ter ile, bir daha hiç uy anamayacakmışım hissi ile uy anıy orum, gene sorular soruy orum kendime. Neden anlatılır masallar, klasikler neden çevrilir dillerden dillere? Biraz da o kültürle tanışmak, o yerleri tanımak değil midir amaç? Y azana, yaratana, anlatana saygı gerektirmez mi? Mesela biz Keloğlan'ı v aftiz Onlar masalları, çocukları kandırmak için edilmiş görsek bir kitapta, gitmez mi zorusanıy orlar... Korkuyla açılıy or gözlerim, Dedem muza? Y a da Y unus Emre bir kilise korosunda Korkut tam da benim ülkemden bahsediy or işte. söy lese... Camı aralıy orum, eskilere gidiyor aklım. Öyle bir ülke ki burası, bazen halaylar Ev et, ne y azıktır ki kahramanlarla başlay an bu süreç, okudukça görülecektir ki yazarların da y aşamlarında ay nı y akınlık var gibi lanse
edilmekte... Y azarın hay atına, değer yargılarına hoy ratça uzanmakta... Y epyeni bir dünyadır çocuklar, onların gülüşlerinden yepy eni güneşler doğar. Kendilerini size, sizin ellerinize bırakırlar masumca. Okullara giderler. En iy isi okumaktır çünkü bunu hep böyle bilirler. Gider onlara y üz eser önerirsiniz, alır okurlar. Ama bu size onları kendi dünyanıza katma hakkı v ermez. Onların sorgulama haklarını ellerinden alamazsınız. Kendi değerlerinizi korumay a çalışabilirsiniz elbette ama başkalarının değerlerini zedeley erek, y ok say arak olmamalıdır bu. Çev iri y alnızca dilleri değil, kültürleri birleştirmeyi hedef ley en bir alanken, siz her şey i kendi kültürünüze benzetmey e çalışamaz ve mutlak doğru buymuşçasına sunamazsınız. Alıp onlara ahlaksızca maniler, küf ürlü bilmeceler öneremez, annelerin söy lenince dillerine acı biber süreceği sözleri temel eserler diy e okutmaya mecbur edemezsiniz. Kendi muhalif lerinize dönük dörtlükler y azıp, halk dilinde maniler diy e süremezsiniz dillerine... Masallar çocukları kandırmak için değildir. Hep sonunda iyi olanların kazandığı; iy iye, güzele ait ne varsa anlatılıp öğretilmey e çalışıldığı ay rı v e gerçek bir dünyadır. Hoşgörüy ü, dostluğu sav unur masallardaki her ağız. Büy üklerin küçük oyunlarının y eri değildir orası. Bizim de katılıp gittiğimiz bir sonsuz ov adır. Dedem Korkut kaç kere girmiştir ev imize, hiç bitmesin istemişizdir bin bir gece. Kaf Dağı'nın ardı kaçımızın düşlerini süslemiştir kim bilir, kaçımızın gözleri kapanmıştır uy uy an güzelle. İşte şimdi benim olduğu gibi. Kim bilir kaç kere gökten üç elma düşmüştür... Biri bize, biri size... Biri de...
EKİM 2006 | TAVIR | 15
şiir
korkulu öykü boris pasternak
Her şey değişecek her şey Asıl olana doğru, büyük olana, çocukların uykusunu bölenler Bağışlanmayacak asla.
Aklına getir bir o bombaları O astığı astık dönem O cinay etler, o y ıkıntılar, Herode'un Bethleem'de yaptığı gibi.
Unutulmayacak, unutulur mu hiç Şu minik yüzlere işlenmiş gam, tasa. Düşman saldığı bu dehşeti Ödey ecek bir gün mutlaka.
Eli kulağında daha iyi bir çağın, Değişecek her şey, besbelli. Ama şu sakatlanmış küçükleri Unutabilir mi insan unutabilir mi?
Gün gelecek y olu onun da Tüy ler ürpertici bir öyküden geçecek, Alınacak yüzlerce y üzlerce defa Y etimin, sakatın, dulun öcü.
Türkçesi: Cemal Süreya
16 | TAVIR | EKİM 2006
röportaj
sokaklar özgürlüğümüzdür tavı r
düny adan göçtükten sonra nasip oldu. Hüseyin Varol, cümlelerini hep çoğul olarak kuruy or. "Ben şunu y aptım." diy e bir cümle kurduğuna hiç rastlamadık konuşurken. Hep, "kardeşimle ben" ya da "biz" var cümlelerinde. Y anına yaklaştık, kendimizi tanıttık. Bizi sergisine buyur etti, çay ikram etti. İzmir'de bulunma sebebimizi anlattık. Elinden geleni yapacağını söy ledi, böy le bir oy unun İzmir' de oynanmasına çok sevindi. Kendisi de bizzat oyun kişisi olarak katılacağına söz verdi. Sözünü de tuttu.
Sokaklar çocukluğumuzdur. Sokakların bağrında oynadık ilk oyunlarımızı. Sek sek çizdik sokaklara, misket oynadık tozlu y ollarında; saklambaç, körebe... Oradan oraya koşturduk, kan ter içinde kalasıya kadar, top peşinde.
diren, gülümseten...
Sokaklar, özgürlüğümüzdür.
"Hepimiz Tecritteyiz" isimli canlandırma oy unumuzun İzmir'deki gösterimi için hazırlık yaparken, Alsancak Sevgi Y olu'nda karşılaştık Ressam Hüsey in Varol ile. İzmir'de "ressam ikizler" olarak tanınıy orlar. Ne acı ki, ikizini kaybetmiş Ressam Hüseyin Varol iki y ıl önce. Öldüğüne inanmıy or. "Çünkü o bir kadavra." diyor. İkizini kadavra olarak vermiş vasiyeti üzerine. Bilime inanmışlar hep. Bilimsel sosy alizmi benimsemişler, düny a görüşü olarak. "Öldüğüne inanmıy orum çünkü mezarı y ok." diy or. Kadavranın mezarı olmazmış. Ressam Hasan Varol, Ressam Hüseyin Varol'un tıpkısı... Hayat hikayelerini dinlemek bize ancak Hasan Varol artık
Büy üdük ve sokaklar yasaklandı bize. Hakkımızı aramak için ne zaman dökülsek sokaklara, "sokağa çıkmak" yasaklandı. Ama hep bizimdi sokaklar, bizim oldu. Sokağa çıkmak, nefes almak, birilerini görmek... Sokaklar bizimdir ve sokaklar herkesindir. Sokakları, hepimizin olduğu için severiz belki de. Sokaklar da bizi sever. Bizsiz ne yapar boş sokak?.. Sokak kedileri, sokak çocukları, sokaklarda yatıp kalkan evsizler... Ne çok şey vardır sokaklarda. Kimi zaman içimizi acıtan, kimi zaman öfkelendiren, kimi zaman sevin-
Kalabalıkları sever sokak da, tıpkı insan gibi. Kalabalık olmak güzeldir, İnsan insana muhtaçtır. Tecrit edilmek kötüdür.
Onu tanımak istedik. Sanatı sokağa taşımıştı. Uzun y ıllardır böy ley di bu. Neden sokaktay dı v e insanlar nasıl bakıy ordu sokaktaki sanata? Kendisini tanımak v e okurlarımıza tanıtmak için bir iki soru sorduk; bize kendini anlattı: Biraz kendinizi tanıtır mısınız? Aslında düny ay a tek y umurta ikizi olarak geldik. İki sene önce Şubat'ın dördüne kadar tek y umurta ikizi olarak yaşadık. Tunceli'den gelmişiz. Dersim ismini kullandık hep. ikiz kardeşim v e ben küçük y aşta resme başladık. Onun adı Hasan Varol'du. Son derece birbirimize benzerdik. Benzerliğimizle birlikte doğal y eteneğimiz toplumda sürekli birilerinin dikkatini çekti. O dönemin köy enstitüsü öğretmenleri bizimle çok ilgilenirdi. Sürgün olup Niğde'y e gittik. Biz Niğde'de doğduk. Köyümüz Niğde'nin merkezine çok y akındı. "Sazlık"tı ismi. Saz, alevilerin temel if ade silahı olduğu için, köy de ismini buradan almış. Çocukluğumuz böy le geçti. Bize göre Pir Sultan gibi, Şeyh
EKİM 2006 | TAVIR I 17
röportaj
Bu süre içinde benzol içeren maddelerden uzak kalmak zorundaydık, yani o çok sevdiğimiz resimden uzak kaldık. Sadece su bazlı yani kokusu olmayan boyalarla çalışmalar yapıy orduk. Pasteli seçtik, pastelle portre ç- \ zerek y aşamımızı idame ettirmeye çalıştık tatil beldelerinde. Buna rağmen açık havada benzol maddeleriy le çalışabileceğimiz resimleri de çalıştık. Anadolu kültürünü dış ülkelerden gelen turiste anlatmaya çalıştık.
Bedreddin gibi insanlar sosy alizmin temel unsurlarıdır, temelini atmışlardır. Biz de böyle büy üdük. Doğamızda v ardı. Biz de bir resim sanatçısı olduğumuz için o günleri daha iy i yargılay abiliy orduk. Küçük yaşta babamızı kay bettik. Y etiştirme yurduna verildik. Y etiştirme y urdundan y üz kere kaçtık. Oradaki olumsuz koşulları, baskıcı y apısını kınama adına... Bu doğamızda v ar. İkiz olduğumuz için asi bir tavrımız v ardı. Onların söy lediği buy du bize. Biz asi demiyoruz. Asi diyebilmemiz için bütün dengelere karşı durmak gerekir. Biz bazı dengelere karşı duramıy orduk ama y ine de toplumcu düşünmeye başladığımız dönemde, küçük çocuklara uygulanan baskıy ı şiddetle kınay arak kaçıyorduk. Sonra İstanbul’a geldik. İstanbul'da büyüdük. Sanatın göbeği olan, Babıali... Şimdi sanat Tünel'e kaymış durumda İstanbul'da. Orada büyük yazar-çizerlerin arasında yaşadık. Aziz Nesin gibi, Kemal Tahir gibi insanların olduğu Babıali'de büyüdük. Onların y azılarını, kitaplarını okuyarak büyüdük. Dostoy evski okuduk. Okulumuzdaki çoğu öğretmenin, yayını yasak dedikleri o dünya klasiklerini okuduk ve ufkumuzu açtık. Biz de sanatı toplum için y apmay a karar v erdik ve Anadolu'ya açıldık. Özümüzde de bir Anadolu çocuğu olduğumuz için, Anadolu resimleri çiziy orduk. Ekmek pişiren kadınlar, Harran'da bulgur döv en kadınlar gibi resimler y aptık v e turizm beldelerinde Anadolu kültürünü tanıtmay ı amaçladık. Tabii bu arada
18 | TAVIR | EKİM 2006
bir 12 Eylül belası başımıza musallat oldu ve 12 Ey lül sabahı alındık, 15 gün gözaltında kaldık. Bizi bir yerlere götürdüler. İşkenceler gördük. '84 senesinde, demokratik düzene geçiy oruz diy e '83'te y apılan seçimlerden dolay ı, Kenan Evren güv enoyu istiyordu cumhurbaşkanı olarak. Biz güvenoyu vermey eceğimizi söy leyen bir basın açıklaması yapmak istedik v e o dönemde basının makinelerine el kondu ve biz gözaltına alındık. 17 gün açlık grevi y aptık. Sonra tüberküloz olduk. Çeşitli hastanelerde yer aradık, bulamadık. Heybeliada, Süreyyapaşa... Sonra Ankara'da Keçiören sanatoryumunda 120 gün te-
Bu arada İzmir'e geldik. Çeşme'de 8 ay sergi yapmıştık. Tabii İzmir'in ilçesi olduğu için izmir'deki öğretim üy esi arkadaşlar, öğrenci velileri bizim İzmir'deki Sevgi Y olu'na gelmemizi istediler ve 15 senedir buradayız. İki yıl önce kardeşimi kaybettim v e ikimizin de 13 yaşımızdaki bir vasiy etimizdi. Hangimiz önce ölürsek diğerimiz onu kadav ra olarak verecekti. Ege Üniv ersitesi Anabilim Dalı'na Hasan ikizimi, kardeşimi, yoldaşımı kadavra olarak v erdim. Benim de v asiy etimdir, tüm arkadaşlarım, y oldaşlarım meslektaşlarım biliy or benim kadav ra verileceğimi. 2000-2001 y ıllarında F tipi hücreler konusunda bir sanatçı olarak İstanbul'da eylemlere katıldık. O şansı bulduk. Cezaevlerine yapılan operasyonları kınadık. Söylerken insanın tüy leri ürperiyor, insanların lav silahıyla yakıldığını... Böyle günler yaşamış bir ülke-
röportaj
kimlerimden, bir şeyler aktarmaya çalışırım. Günün ağarmasını beklerim, onun için çok erken kalkarım. Küçük yaşımızdan beri 6:40'da kalkarız. Resim çizerek para kazanmak kaygısından çok, birikimlerimizi insanlarla pay laşmay ı amaçlamışızdır. Sadece portre çizerek y aşamımızı idame ettirmeyi amaçlıyoruz. Ben 2,5 saatte bir portrey i çizebiliy orum. İki günde bir portre çizebiliy orum. Y arısı masraf, yarısını da y aşamımı idame ettirmek için kullanıy orum. Şöy le algılamışız ikizimle birlikte, şu anda hala ikizim yaşıyor. Kadav ra verdiğim için, mezarı olmadığı için onun büyük sorumluluğu üzerimde. Çünkü çok birikimli olduğu bir dönemde kaybettik onu. Aktarmak istiy orum topluma. Şöyle diyoruz; insanlar ne istediğini bilsinler, diy alog içine girelim. Yeteneği olan çocuklara hiç ücret almadan birikimlerimizi aktaralım. Resim öğretmenliğine hazırlıy oruz onları. Ressamlar genelde bohem y aşıy or ve sakal bırakıy orlar y a, biz de sakal bırakıyoruz. 20 küsur senedir sakallıy ız ama bohem bir yaşamımız yok. Çok düzeni i y aşamay a gay ret ettik.
nin insanı olmaktan utanç duyuy orum. Yaşam içinde tavrınızı nasıl dile getiriyorsunuz? Buradan geçerken gördük sizi. Sanatı sokağa taşımak nasıl bir fikir? Niye sokakta sanat? Sanatın gerçek değerini bilen ülkeler, genelde sanatçısına sokakta vefa borcunu ödüy or ve yönetimler onlara y er gösteriyor. Sanatın sokakta olmasını ben şuna bağlıy orum: 1945 y ılında Almanya y erle bir oldu. Okul bile y aptıracak imkanları yoktu. Bir faşizmi geri plana atarak, işçi sınıf ına ve emeğe değer v ererek, çadır tiyatroları kurarak, insanları eğitme çabasına girdiler, pay laşımdan yana. Nazizmi gömerek bir şeyleri ortaya koydular. Ve bugün Almanya bu duruma geldi. Bunun için ben diy orum ki, kardeşimle ikimizin ortak tavrıdır bu, def alarca gittiğimiz her platformda söyledik. Baleden tutun da, her sanat dalının sokakta olmasından yanayız. İnsanların kapalı mekana girme gibi bir alışkanlığı olmadığı gibi bir de, gizli y eteneklerin yani bilinçaltı yeteneklerin bilinç üstüne çıkması ancak bu şekilde
olur diye düşünüyoruz. Ve biz de bu amaçla sokakta yaptığımız resimlerde hem Anadolu kültürünü, hem de düny anın önemli düşün adamlarını, ozanlarını v e y önetimlere karşı gelmiş dev rimci liderlerinin resimlerini çiziyoruz. Onları dünyada herkes tanıyor... Simgeleşmiş isimler Nazım, Che Guevara kendileri için y aşamamışlar, toplumcu düşünmüşler ve öyle yaşamışlar. Kari Marks, Engels, Lenin dünyay a damgasını vurmuş. Koyduğu ilkelere bugün bütün düny a toplumlarının ihtiy acı v ar. Burada bir gününüz nasıl geçiyor? İnsanlarla neler konuşuyorsunuz? Bu bir kaygıdır bizde. Y ani toplumcu düşünmek. Ben sokağa bir an önce gitsem diye düşünürüm, belki en azından bana bir adres soracak insan vardır, diy e düşünürüm. Çünkü günün ağarması bütün canlıların uy anması demek. Eğer ben sosyal düşünüyorsam, sosy alistsem ekolojik dengede bütün canlılarla yaşamı paylaşırım. Y ani bugün belki aile içerisinde şiddet görmüş bir insan gelir, onunla konuşurum; bilgilerimden, biri-
Düzey li bir yaşamımız oldu. İnsan emeğine say gılı bir birey olarak y aşamay a gay ret ettik. İzmir'in insanlarının bakış açısı demokrat gibi gözükse de bu askıda kalıy or. Öyle olay lar oluyor ki, linç kampany aları gelişiyor. Toplumda en büyük eksik empati kurma sanatı. Kendini karşısındakinin y erine koymayı kimse y apmıyor. Toplumumuzda en büy ük handikap bu. Bunu giderirsek daha demokratça, daha sağlıklı bir yaşam sürecek insanlar, ben buna inanıy orum. Kışın gelemiyorsunuz galiba? Y oo geliy oruz. Y ani hava çok kötü olmazsa yani en azından haftanın üç günü gelmey e çalışıy oruz. Çünkü öğrencilerin çok yoğun olduğu bir y er burası. Dört tane lise var burada. Çocukların hepsi bıçak sırtında. Üflediğin zaman öbür taraf a düşüyor. Burası bir kurum. Gerçekten demokratik bir kurumdur burası. Çocuklara bir şeyler anlatıy oruz, iki tane kitap ismi söyledik mi, çocukların dünyası değişiyor. Gerçekten öyle... yayın yasak kitap okumaktan yargılanmışız biz... Üç buçuktan beş y ıla kadar y argılanmıştık. Size kolay gelsin diyor, teşekkür ediyoruz...
EKİM 2006 | TAVIR | 19
röportaj
altın portakalda neler oluyor? tavır
ci v e y apıcı gibi görünen bu çalışmanın al tında aslında ne gibi çarpıklıkların yattığını daha önce belirtmiştik dergimizde. Bunlara tekrar değinmey eceğiz. Konuy a geri dönecek olursak, f estivali Antaly a Kültür v e Sanat Vakf ı adına organize eden Türkiye Sinema ve Audiov isuel Kürtür Vakf ı'nın Genel Müdürü Sev inç Baloğlu. y aptığı y azılı açıklamada, f estivalin ulusal uzun metraj bölümünde bu y ıl dokuz f ilmin y arışacağını açıkladı. Diğer y andan Antalya Altın Portakal Film Festiv ali yönetiminden yapılan açıklamada ise şu if adeler y er aldı: "Festivalin bir y önetmeliği v ar."
43.'sü, bu y ıl 16-23 Ey lül tarihleri arasında düzenlenen Antalya Altın Portakal Film Festiv alinde, ödüllerin sahipleri belli oldu. "Ülkemizin Oscar'ı" olarak adlandırılan f estivalin Altın Portakal Ulusal Uzun Metraj Film Y arışması'nda bu y ıl; Araf, Aura, Cenneti Beklerken, Eve Dönüş, İki Süper Film Birden, İklimler, Kader, Kardan Adamlar ve Takva adlı dokuz f ilm y arıştı. En İyi Film Ödülü'nü, Zeki Demirkubuz'un y önettiği Kader adlı f ilm aldı.
Saymış olduğumuz bu nedenlerden ikincisine diyecek bir şeyimiz y ok bu yazıda. Ama birinci ve üçüncü neden festiv alin açmazları olarak karşımıza çıkıy or maalesef. Festivalin başlama tarihi ile ilgili yaşanan sıkıntı, ne bu y ılın ne de ondan önceki yılın sıkıntısı...
Geçtiğimiz y ıl gösterime giren ve bu y ılda gösterime girmesi beklenen toplam 40 kadar f ilm varken, sadece dokuz filmin yarış(tırıl)ması dikkat çekti.
Üçüncü neden ise ülkemizde sinemanın gelişen v e büy üyen iv mesiy le birlikte festiv alin karşısına çıkan bir sorun halini almış durumda.
Bunun 3 nedeni bulunuy or: I - Bazı f ilmler çekim v eya montaj aşamasında olduğu için f estivale yetişemedi. 2 - Bazı f ilmlerin y apımcıları "ticari film çektik" diyerek başvu-
Festivali uluslararası hale getirme çabalarının başladığı v e bu durumun halkımıza v e yurtdışına şaşaalı söy lemlerle ifade edildiği y ıllarda, dışarıdan bakıldığında çok geliştiri-
20 | TAVIR | EKİM 2006
ruda bulunmadı. 3 - Y eni yönetmelik gereği, DVD ve VCD'leri satışa çıkan veya ulusal basında gösterilen f ilmler festiv alin y arışma bölümüne kabul edilmedi.
Şartnamemizdeki 5 no'lu maddenin dördüncü bendinde 'Y arışmay a katılacak f ilmler, herhangi bir ulusal TV kanalında gösterilmemiş v e DVD baskıları y apılmamış olmalıdır.' deniyor. 13 no'lu maddede ise 'Bu y önetmelikteki her türlü değişiklik hakkı f estival yönetimine aittir.' if adesi yer alıy or. Geçen y ıl az say ıda f ilm başv urduğu için f estival y önetimi 13. maddeyi çalıştırıp 5/4'üncü maddeyi dikkate almamış, DVD'si çıkmış filmlere de kucak açmıştı. Bu y ıl ise çok say ıda y eni film olduğunu görünce 5/4'ü devrey e sokmaya karar verdi." Dolay ısıy la "Babam v e Oğlum", "Bey za'nın Kadınları", "Hacivat Karagöz..." gibi yapımlar, şartnameye uymadıkları için yarışma dışında kaldılar. Bu konu ile ilgili kimi y apımcı, y önetmen ve sinema eleştirmenlerinin düşüncelerini y ay ımlıy oruz.
röportaj
Y ani siz söy lüy orsunuz, geçen y ıl film az diye Eğreti Gelin alındı. O zaman bu madde işletilmedi. Y ani Haciv at v e Karagöz, Bey za'nın Kadınları, Babam ve Oğlum ve daha birkaç f ilm daha v ar; bu filmler daha ön elemeye alınmadan DVD'si çıktı diy e alınmadı. Böy le f ilmler bir anlamda festiv ale renk katacak olan filmlerdir. Hem de eğer bir haksızlık var diye düşünülüyorsa bu haksızlık da y apılmamış olurdu, diy e düşünüyorum. Peki, Murat Bey, festival için başvurduğunuzda sizin bu maddeden haberiniz yok muydu? Şöy le ki, biz festiv al komitesi ile görüştük, festiv ale katılmak için ne y apmamız gerektiği üzerine. Uluslararası herhangi bir yarışmada en iy i film ödülü almamanız durumunda olabilir, dendi. Y ani sadece en iy i f ilm için. Murat Çiçek (Avşar Film - Babam ve Oğlum f ilminin yapımcısı) Festivalin almış olduğu bu kararı nasıl değerlendiriyorsunuz? Ben Hacivat ve Karagöz'ün de y apımcısı olsam ay nı şeyi söylerdim. Böy le bir madde var v e bu madde işletildi. Y ani burada çok fazla polemiğe girecek bir durum yok. Geçen sene işletilmeyen madde, bu sene işletildi. Tabi buna saygı duy maktan başka yapılabilecek bir şey y ok. Biz, Babam ve Oğlum'un y apımcısı olarak kırgınız v e üzgünüz. Bu f ilmin böyle prestijli bir festiv alde olmaması üzücü bir olay dır bizim için. Bilindiği gibi, bahsedilen bu madde geçen yıl uygulamaya konulmadı. Bunun sebebi de başvuran filmlerin azlığıydı. Yani buradan şu çıkıyor ki zorunluluktan da olsa bu madde uygulanmasa da olur bir madde imiş... Yani istense bu yıl da işletilmeyebilir miydi? Ya da başka ne yapılabilirdi? Türk sinema tarihinde y erini almış Hacivat ve Karagöz Neden Öldürüldü gibi, Babam ve Oğlum gibi f ilmlere, film çok diye ya da DVD'si çıktı diy e bakmak v e o maddey i işletmek y erine; bu sene dokuz değil de on iki f ilm y arışabilirdi. Y a da bu y ıl onbeşe çıkarsalardı f ilm sayısını daha düzgün olurdu diye düşünüyorum.
En iy i oy uncu v ey a en iy i y önetmen ödülü alabilir ama en iy i film ödülü alınmamış ise katılabilirsiniz, dendi. Biz de sırf bu maddey i bildiğimiz için bu durum gerçekleşti. Aslında bu maddeden haberdar olmamamız biraz da bizim suçumuz. Şartnamey i daha iyi incelemeliydik. Ama inceleme gereğini de şundan duymadık. Babam v e Oğlum iddialı bir f ilm. Herhangi bir y erde en iyi film ödülü almadığınız sürece hiçbir engel kalmıy ordu. Hatta en iyi film ödülünü almayalım diye Adana Altın Koza Film Festiv ali'ne bile katılmadık. Çünkü biz Antalya Film Festiv ali'ni hedef ledik ekip olarak. Oy uncular, biz y apımcıları olarak... Fakat bu sefer de böyle bir şey ortay a çıktı. Bunun y anında bu tür f estivallerde ödül alan f ilmler bir anlamda y erli sinemanın düny ay a açılan penceresi niteliğini de taşıyor. Bu f estivallerde ödül alan f ilmler açıktır ki bizi düny ada çok daha iy i temsil edecek f ilmler olmalı. Bu tartışmalarla birlikte bir y andan festiv ale ilişkin birçok konu tartışılır hale geldi. Bu festiv alin asıl amacının ne olduğu, neyi hedef lediği... gibi sorular sorulmay a başlandı. Ev et, bir de böy le bir durum söz konusu.
Onun için bu tür f estivallerde ödül alacak ve bizi y urtdışında temsil edecekse önem v erilmeli tabi ki. Ama işte Türkiy e'de 4 mily on sey ircinin gördüğü, basın taraf ından, sinema eleştirmenleri, köşe yazarları taraf ından iy i v e olumlu anlamda eleştirilen kaç tane f ilm görebilirsiniz ki? Madem böyle bir film v ar elimizde, o zaman bu filmler bu yarışmalarda ödül almalı v e y urtdışındaki önemli f estivallerin dikkatini çekmeli. Ben bu filmin ülkemizi en iyi temsil edebilecek filmlerden biri olduğunu düşünüyorum. Geçen sene Gönül Y arası ne ise, Eşkıya ne ise, Babam ve Oğlum da Türk Sineması'nda son dönemlerde verilen en iyi örneklerden biridir bence. Tabii son dönemler için söylüy orum. Eski dönemlerde elbette çok çok daha güzel filmler yapılmış. Biz en iy isini yaptık, demiy orum. Böyle bir iddiamız y ok zaten. Ama sinema tarihimiz açısından bu derece önemli bir filmin y ine Türk Sineması'nda önemli bir y ere sahip olan bu f estiv alde y er alamaması üzücü bir durum. Keşke y arışsay dık biz de... Bir de f estival tarihi de çok uygun bir tarih değil sanıy oruz, değil mi, sezonunu başlama tarihine baktığımızda? Bu tarihe kadar beklemek zor olacaktı sanırız DVD çıkarmak için. Hem sizin için hem sezondaki diğer f ilmler için... DVD'sini çıkarmasanız ne olacaktı ki? Filmin korsanı çıkıyor bir yandan. Korsan DVD kıy amet gibi ortada. Bizim bu korsanın önünü kesmek gibi bir niy etimiz v ardı. Biz yasalını çıkaralım ki insanlar korsanı tercih etmek durumunda kalmasın. Elbette yasalı tercih edenler var ama sen bunu sürmedikçe korsana mecbur kalıy or. Bu ayrıca ülkemizin bir gerçeği yani. Ama haberimiz olsay dı bu maddeden, çıkarmay a bilirdik de açıkçası. Ama tabii bundan haberimizin olmay ışı f estiv alin suçu da değil. Öyle bir şey de demiy oruz elbette. Atilla Dorsay (Eleştirmen) Biliyorsunuz festivale giren filmler açıklandı. Ama festivalin şartnamesinde yer alan bazı maddelerden dolayı özellikle bu sezon izleyicilerin dikkatini ve beğenisini toplayan kimi filmler bu listede yer alamadı. Ba-
EKIM 2006 |
TAVIR / 21
röportaj
Fakat bazıları da çok amatör işi şeyler di. Bunun için festi val e dedi m ki: " Yepyeni filmler al mak güzel ama öte yandan da ç ok amatör işi şeylere gerek yok. Bunl ar ileride her türlü başımıza dert açabilir. Bunlar gibi daha birçok filmi sırf yeni diye kabul etmek gibi bir durum ortaya çıkabilir. İsterseniz i kili bir şey yapalım. Es ki filmlerden bazılarını koyalım. Ama yeni filmlerden bazılarını da ayıklayalım." Bu görüş üm önce tutuldu, rağbet görür gibi oldu. Daha s onra bir kaç toplantı yapılmış, bana dendi ki: "B u es ki filmleri tamamen eleyi p bu festi vali tamamıyla yeni filmlere ayırmak istiyoruz .
bam ve Oğlum g ibi, Hacivat ve Kar agöz Neden Öldürüldü gibi... Bu konuda neler sö yleyeceksiniz? Ben Antal ya Film F esti vali Danışma Kurulu'nda olduğum için bu kararlar bana danışıldı. Şu dendi: "B u sene çok fazla yeni fil m var. Dolayısıyla daha önc e gösterilmiş, aday ol muş, seyircisini bulmuş, sayısız ödül almış, hasılatını toplamış filmleri bu yıl yönetmelikteki bir maddeye dayanarak al mamayı düşünüyoruz ." Ben de buna kar ar vermek için önc elikl e yeni katılan filml eri izlememiz gerektiğini s öyledim. Ki o günlerde de izleyec ekti k zaten. Çünkü film sayısı çoğaldığı için elemeye gidildi. Aslında gidilmeyecekti. Katılan tüm filml erin 1012 ci varında olacağı tahmin ediliyor du. Es ki veya yeni ayrımı yapılmadan elemeye alınac aktı ama filmler çoğalınca bir eleme durumu ortaya çıktı. Bana ve diğerlerine dediler ki, "Sizlere bilmediğiniz filmlerin DVD'sini gönderec eğiz, bir bakın fi kir beyan edin." T am bunun eşiğinde bu kar ar konuşulmaya başlandı. Ben, "B öyle bir karar al mayalım, çünkü bunlar önemli filmler, halkın çok s evdiği filmler. Bunları yarış dışı bırakmak tepki de ç ekebilir" dedi m. Sonra yeni katılan filmlerin bir bölümünü izledi m. Hepsini izleyemedim. Bazıları çok hoş uma gitti, başarılı filmlerdi.
22 | TAVIR | EKİM 2006
Bu, biliyor uz ces ur bir karar, cüretkar bir karar. Tepkiler gelecek onu da biliyoruz ama iş te bütün önemli festi vallerde böyle ol uyor. Siz ne dersiniz?" Ben de dedi m ki: "B en şahsen bazı filmlerin korunmasını tercih ederim. Ama kar arınıza da saygım var." Çünkü öte yandan da düş ündüm, Babam ve Oğlum gibi bir film jürinin önüne gelirse o jüri ne yapar? Bu film zaten sayısız ödül almış. Buna ödül ver meyelim, des e o z aman da haklı olarak o filmi n sanatçıları isyan edecek, yapımcıları isyan edec ek, bu filmi çok s evmiş olan hal kımız isyan edecek. " Ya bu film hiç ödü! al maz mıydı?" denec ek. Bir de bu film z aten birçok ödül aldı, sanatçılarının başarıları tescil edildi. Bu festi valde de o filmi nor mal bir filmmiş gibi, eski ödül lerini düşünmeden değerlendirmeye alırsanız o zaman büyük bir ihtimalle baş ka fil mlere, yeni filmlere hiç ödül kalmayacak zaten. Bu düşünceye vardım ve dedi m ki, "Başta desteklemi yordum ama kararınızı destekliyorum. Tamam, bu radi kal bir karar. Bunu madem siz alıyorsunuz, ben de katılıyor um." Bundan sonra da bu bir örnek olur, bundan sonra filmler Antal ya'ya göre hazırlanır. Antalya'ya göre gös terim tarihi s aptanır. Bel ki Antal ya'ya göre baş ka festi vallere katılmaz. Antal ya yepyeni filml erin yarıştığı bir Cannes, bir Berlin düzeyinde bir festi val olur, dedi m ve bu karara katıldım. Hala da katılıyorum. Bu maddenin geçen sen e uygulanmayıp da bu sene u ygulanm ası elb ette ki insan lar
nezdinde hoş karşılanan bir durum değ iL Sizce bu durum ne d erece doğru? O madde orada hep vardı ama uygulanmıyordu. Bunu her hal de bir gün uygulanır diye koydular; bilmiyorum. Bunun herhal de uygul anması imkansızdı. Üretim azdı çünkü. Bu fil m es ki ydi, yeni ydi, D VD'si çıkmıştı çıkmamıştı deseniz elde film kal maz dı. Ama bu yıl görüldü ki elde çok fazl a film var. Her organizas yonda böyledir. Bazı maddeler konur ama gereğinde uygul amak için, yani mutl aka uygul ansın di ye değil. Şi mdi ye kadar filmlerin lehine olarak uygul anmadı. Aleyhine olsaydı uygul amamak di ye bir şey s öz konus u ol maz dı. Bu yas al açıdan yanlış [ değil. Peki, Atilla Bey, bilindiği gibi Antalya Altın Portakal Film F estivali, Türkiye'nin en önemli film festivallerind en bir tanesi. Bö yle bir festivali dün ya katında da ön emli bir h ale getirmek için sizce içeriğinin netleşmesi ve bazı maddelerinin geld iğimiz sür eç itibari ile tekrar gözd en geçirilm esi ger ekmiyor mu? Şimdi herhalde bu festi val den sonra yeni bir yönetmelik yapılacak. Antal ya'nın sadece yeni filmlerle döndürülebil mesi gibi bir olay ortaya çıkıyor. Daha geçen yıl böyle bir şey yoktu. Gösterilmiş olsun veya olmasın, hatta baş vuran her filmin kabul edil mesi vardı. Şimdi ise üretim hızla artıyor. Artmanın ötesi nde patlıyor. Bundan sonra çok fazla fil m yapılacak. O z aman fes tivalin bunu uygul ama imkanı ve l üksü olacak. Dereyi geçilirken at değiştirilmez. Festi valin ortasında yeni yönetmeli k çıkarılmaz. Ama bu festi valden sonra oturup yeni bir yönetmelik yapmak lazım.
Zeynep Özbatur (Festi valde yarışacak olan İkliml er filminin yapımcısı) Alınmış olan bu karar a ilişkin neler sö yleyebilirsiniz? Açıkçası kendi filmim yer aldığı için söylemiyorum ama fes tivalin tavrını hiçbir şekil de eleştirmi yorum. Bunu altını çizerek belirtiyorum. Çünkü bu fes tival, i ki yıldır çok güzel bir kimli kle yol alıyor TURSAK sayesinde. D ünyada bütün büyük fes tivalleri gezen bi ri olarak şunu söyl eyebilirim ki, festi vallerin
röportaj
bir amacı da yeni çıkan filmleri tanıtmak ve ortaya çıkar maktır. Fes tivallerin ki mlik edinme çabasına baktığımızda, bu festi val de kendi kimliğini oluş turmaya ç alışıyor. Aynı şey bizim için de geçerli olabilirdi. Yani İkliml er'in DVD'si çıkmış olabilirdi ve biz de kabul edilmeyebilirdik. 0 z aman da ben bu kar arı saygıyla karşılardım. Tabi-i ki Tür kiye'de çok az film ç ekiliyor ve bu dışarıda kalan arkadaşl arı gayet iyi anlıyorum Benim söylemek istediğim şey şudur: Bütün yıl yapılan filmlerin içinden ödül alınması gibi ulusal bir baş ka platform yaratılabilir. Yani dünyada Donetello gibi, Sezar ödülleri gibi... Ama Altın Portakal kendi ne has bir festi val, ul usal bir festi valdir. Burada dokuz tane yeni Türk fil mini bu se ne yarışmaya seç miş ve yönetmeliğinde de bu var. Tabii ki diğer arkadaşların duygul arını gayet i yi anlıyorum. Ama biraz bu tarz durumlara yani o kar ara saygı duyarak yol al mak en sağlıklısı hepi miz açısından. Çünkü yarın öbür gün bu beni m başıma da gelebilir. Ama bir yandan fes tivali de gayet i yi anlıyorum ve yaptığını da doğru buluyorum. Festivali organize edenl erin fes tivalin geleceğine ilişkin geçtiğimiz senelerde ifade et-
tikleri bazı amaçlar vardı. Festi vali uluslararası bir niteliğe büründürmek gibi... Ama bunun ne derece gerçekleş tirildiği tartışılır. Sonuçta bu tür festi vallerin amaçlarından bir tanesi de ül kemiz açısından baktığımızda vermiş olduğumuz güzel sinema örneklerinin yurtdışına tanıtılması, Türk Sineması'nın dünyaya tanıtılması... Şimdi bir filmin yurt dışına açılması için o yılın taze bir filmi olması gerekir. Ul uslararası kriterler bunu böyle s öylerler. Bunun için, yurtdışına açılabilmesi için de mar ket di ye bir şey koydular. Ve bu market bütün Tür k fil mlerine de açı k. Yani bunu göz ardı etmek ç ok yanlış olur. Beni m bildiğim mar kete katılan epeyce de güzel Türk filmi var. Bakın beni m filmi m C annes'da yarıştı ama es as satışını ve tanı tımını market gösterimlerinde yaptı. Yani market gibi bir şey yaptı, daha ne yapsın fes tival. Ezel Akay (Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü filminin yönetmeni) Festivalin al mış olduğu bu karara ne di yeceksi niz? Önemli olan aslında bir festi valin bir standardının olması. Maales ef aynı bizim sektörümüz de olduğu gibi Antal ya Fil m Festi vali de bir yenilenme dönemi geçirdiği için bu s ene de geçen seneden farklı standartlarda - geçen s ene de ondan önceki standartlar dan far klı standartlarda - çalışmak zor unda kaldı. Ortada bir "Ne yapalım ileride düz elir." durumu var. Fakat daha önemlisi beni m için şudur ki, ben bu tür festi vallerin bu ül keni n sinemasına ne faydası var - yok ona bakarım. Esas olar ak bir sinemacı olduğum için; ben bir festi valci değilim. Bu gidişat, bizim sektörümüz e, sinemamıza yar arlı bir festival olamayacağını gösteriyor bana. Çünkü bir kere bu kadar çok standart değişikliği zaten olayı manasızlaştırmaya başlıyor. İkincisi eğer bu festi val eylül ayının ortasında yapılacaksa aslında sinemaya hiç çıkmamış filmleri oynatac aksa o zaman çok az s ayıda filme razı oluyor demektir.
Bir dönemin Tür ki ye'de yapılan en iyi filmlerini hedeflemi yor demektir. Ve de tekni k kalitesi kötü filml er göstermeye razı oluyor demektir. Çünkü bizim sektörümüzde -bütün dünyada böyle aslında ama- küçük bütçeli filmler yaptığımız için prodüksiyon koşulları açısından en rahat dönemlerde, atmos ferde, coğrafyalarda fil mleri çekmeye çalışıyoruz. Yani bahar gelip havalar düzel dikten sonra prodüksi yon yapmak kolayl aşıyor ve bütün film eki pleri dışarı çıkıyorlar film çekmeye. Es as olarak mart sonu, nisan başından itibaren başlanıyor. Nihayetinde mayıs, haziran, temmuz ayl arında fil mler çekiliyor. Şimdi bu dönemde çekil miş bir filmin eylüle yetiştirilmesi, kısa bir sürede filmin sinemada gösterilecek hale getirilmesi demek bir kere enternas yonal standartların çok al tında bir tekni k kalitede film çıkartmak demektir. Ya yetiştiremediği için kalitesiz bir şey getiriyor festi vale, ya yetiştirebiliyor ama ancak o küçük sürede yetiştirilebilec ek küçük ç aplı, daha amatör koşullarda çekil miş filmler ol uyor. Tabi bunların içinde ç ok değerli, sanats al değeri çok yüksek ol an filml er de ol abilir ama bu bir tesadüftür. Çünkü ne ol ursa olsun para ve emek değeri yoğun bir sanat dalı bizimkisi. Dolayısıyla ne olacağı belli değil bu kadar kısa sürede
EKİM 2006 | TAVIR | 23
röportaj
yetiştirilen filmlerin. Bunların sayısı çok az. Zaten bu s ene 40 tane film yapılmış olması na rağmen festi val bunların İçinden kendi koş ullarına uygun yani sinemalarda oynamamış 11 tane film bul abildi. Bunlar dan da 9 tanesini davet etti. Yani bu kadar film bolluğu var ken yine ç ok dar bir grubun içinden film seçmek zorunda kaldı. Seçilen filmler bizim s ektörün en kaliteli filmleri değil. Elbette ki içlerinde yeni yapılmış ve beni m de ç ok çok umutlu olduğum filmler var. Ama hepsi öyle değil. Dolayısıyla bizim sektörümüzün yapısıyla hiç de alakası olmayan bir yol a girmiş oldu. "DVD'si çıkmamış filmler katılabilir." demek, sinemaya çıkmamış filmler katılabilir demek. Çünkü sinemaya girmiş her filmin i ki - üç ay, maksi mum dört ay içinde, televiz yon gösteriminden biraz daha önce DVD'sinin çı kması gereki yor zaten. E bu sene çekilip de sinemaya giren bütün fil mlerin DVD'si çıktı. Demek ki DVD bir palavra, bir kulp. Aslında elbette ki bir sahtekarlık yok da, farkına varmadıkları, aymazlık içinde oldukları bir durum ortaya çı kıyor. Bu festi val; festi valler liginde yarışmaya çalışan, böylec e popülaritesini arttırmaya çalışan, hem kente hem de ulusl ararası bir ilginin oluş masını sağlayan bir strateji güdüyor. Ama mes ela sadec e bunu hedeflemiş festi valler beni m gözümde film sanatına değer ver en festi valler değil. Bunlar ünlül ere, janjanlı filmlere değer veriyorlar. Gerçekten film sanatı uğruna yapı lan festi val değil. Peki, bu tür festi vallerin asıl amacı ne olmalı sizce? Ben kendi adıma söylüyorum. Beni ilgilendirmiyor, ben festi valci değilim. Her fes tivalin baş ka bir amacı olabilir ama bir sinemacı olarak ben öz ellikle bu ül kede film s ektörümüz e faydası dokunacak bir festi vali ben daha saygıdeğer buluyorum. Ben böyl e ol mayan festi valle ilgilenmem. Tabi bir gün bir yerden davet alırım, gideriz, göndeririz ama beni m gözümde özel bir de-
24 | TAVIR | EKİM 2006
geri yoktur. Bize bir yararı yok bu festi vallerin, yani sinemacılara. Festi val sektörü diye bir şey var dünyada, evet ona yararı var. Tabii hani Antal ya'nın tanıtımı gibi şeylere de faydası olabilir. Bir süre sonra da s aygıdeğer festivaller saygıdeğer ol mayanlardan ayrışıyor.
rek yok; "gösterime girmemiş", denmeli benc e.
Mustafa Soyarslan (Haci vat ve Karagöz Neden Öldürüldü'nün yapımcısı):
O zaman işte Haci vat ve Karagöz de, Babam ve Oğlum da, Hababam Sınıfı da, kim ne varsa kims e o dönem gösterime girmiş olan işte bu kategoride yarışır ve oradan bir ödül alr.
Festival komitesini n almış olduğu bu kararı nasıl yoruml uyorsunuz? Biliyorsunuz dünyadaki tüm festi vallerin bir tavrı var dır. Buna örnek olarak s öyleyeyi m; mes ela Oscar Ödülleri, bir sene içerisinde gösterilmiş olan filmlere verilir. Yani bu yarışma, di yeli m ki, 1 Ocak'tan baş layıp 31 Aralık'a kadar gösterime girmiş filmler arasında olur. Eğer gösterime girme-mişs e, yarışmaya katılamaz . Bu Oscar'ın tarzıdır ama Oscar'ın dışındaki festi vallerde gerek Cannes olsun, gerek Ber lin olsun; katılan filmlerin hiçbir yerde gösteri l memi ş olması g er ekir . Dolayı sıyla bu festi valler yeni filmleri ön pl ana alırlar. O zaman o festi valin fil me de katkısı olur. Şimdi bu i kisini birbirine karıştırmak çok yanlış. Yani es ki den de Antal ya Film Festi vali'nde bu i kisi birbirine karıştırıldı. Ama bu ikisinin birbirine karıştırılması daha önc e gösterime girip üsteli k de başarılı olmuş fil mler için hüsran oluyordu. Ne demek bu? Şu demek oluyor ki, mes ela Ağır Roman baş arılı bir filmdi. Ama onun gösterildiği festi valde hep yeni filml ere ödül verildi. Yahut da ç ok es ki den Toprağın Teni vardı. O da ç ok başarılıydı. Kışın gösterime girdi ve çok başarılı oldu. İlle ısrar ettiler, getirin onu Altın Portakal'a, diye. E getirdik, hiç bir ödül alamadı. Çünkü i ki tane yeni film vardı, onl ar ödül al dı. Şimdi z aten jüri de yeni fil me ödül ver meyi tercih edi yor. Es ki filme ni ye verelim, di yorlar. Eski fil mler arasında ödül alan istisnai bir tek Uğur Yücel'in filmi ol du. O geçen sene aldı. Senelerdir söyleni yor ama artık bu ayrımı yapmanın zamanı gelmişti. Onun için böyl e bir tavır takınması ve yal nız yeni fil mlerden oluşması son derec e doğru. DVD'ye de ge-
Ha bundan s onra şunu yapabilirler tabi; bir tarafta gösterime girmemiş filml e-rin yarışması, öbür tarafta da hal kın yani s e- yircinin yahut da baş ka bir jürinin değerlen-direceği, şu tarihle şu tarih arasında gösteri-me girmiş filml erin yarışması.
Festivalin de geçtiğimiz senelerde büyük iddiaları var dı, bu i ddialarla çıktı takipçileri nin karşısına. Hatta yeni oluşturulan jüri için Oscar gibi jüri tanımlamaları yapılıyor du. Festi val e uluslararası bir nitelik kazandırılacağı söyl eni yordu. Bu durumda bu sene yapılan tartışmalarla birlikte baktığımızda bu festi vali n maddel erinin uygulanmasında net bir tavır ve yönetmeliğinin tekr ar gözden geçirilmesi kaçınılmaz oluyor gibi. Siz ne dersiniz? Elbette el bette, tabii ki gereki yor. Her kes her şeyde net olmalı, bilmeli. Bir kere es ki filmlerle yeni filmler aynı yarışmada yarıştırılmamalı. Bu bir adaletsizli k olur. Çünkü jüri istediği kadar tarafsız olsun yeni filmler e doğru kayac aktır. Bir de vic danen düşünün, bir tarafta oynamış, parasını kazanmış; diğer tarafta işe parasını koyup yepyeni bir film yapmış, yarışmaya sokmuş ve hiçbir şey kazanamamış. Bir de bunun vereceği yıkıntıyı düş ünün, bu adam gösterime çıkac ak daha. Sinemalar göstermek istemeyec ek. Bu durumda yeni filmlerin; seyirciler tarafından izleni p çok çok beğenilmiş, kendisinden bolca söz ettirmiş filmlerle yarışması elbette ç ok zor bir durum. Özellikle jürinin düş müş olduğu durum da ç ok çok zor. Bu filml ere ödül vermemek de bir sorun... Vermek de diğer yeni filmlerin düştüğü durum açısından z or. Söylemiş ol duğunuz yöntemle aslında bu sıkıntı da ortadan kal kmış oluyor bir yandan. Ben, Babam ve Oğlum'un, Karagöz ve Haci vat'ın ve bunun gibi film örneklerinin hiç yepyeni filmlerle yarıştırılmasına taraftar değilim. Onları baş ka bir kategoride yarıştırsın- lar. Yeni filmler de baş ka bir kategoride yarıştırılsın. Demin ifade ettiğim önerim hayata geçirilebilir.
ayın fotoğrafı
Temizlenecek o kadar çok şey var ki. Nerden başlasak? Süpürsek, her gün bu şehri süpürdüğümüz gibi, yoksulluğu.açlığı... Her gün süpürsek üstümüze y ıkılan bunca acıları... Süpürsek her gün... Biter mi? Süpürsek her gün bu şehri süpürdüğümüz gibi, iş dönüşü ellerimizdeki poşetlere doldurduğumuz(l) y oksulluğumuzu. Ve süpürsek yine, poşetlerine sokak aralarındaki yaşanmamış hayatların gece karanlıklarını dolduranları ay dınlıklara... Sonra temizlediklerimizden mutluluk duy arak mola v ersek. Sırtımızı y oksulluğun tarif i imkansız onuruna dayay ıp dinlensek... Y üzümüze yapışanlar bizim renklerimiz... Her birimizin renkleri ayrı. Anadan babadan kalma bu renkler... Ne sokakların kiri, ne de bu doyumsuz düny anın rengi üzerimizdeki... Kendi renklerimiz... Biz memnunuz kendi renklerimizden... Mola bitti, haydi y aşamın bütün kirini silip süpürmey e...
EKİM 2006 | TAVIR | 25
röportaj
dokuz sekizlik roman havası tavır
Karşı Sanat Galerisi'nde, Eylül ayında fotoğ raf larını sergileyen Hollandalı Arjen J. Zwart ile sohbet ettik, ilk olarak Bergama'ya gel miş. Burada Romanların yaşadığını f ark et-tikten sonra onlarla ilişki kurmuş v e Türki-y e'de Romanlara ait bir f otoğraf belgeseline başlamay a karar v ermiş. 1986 y ılında Hindistan gezisi sırasında f otoğraf la uğraşmaya başlayan Arjen Zwart sosyal belgesellere ilgi duymuş v e bu çalışmalara dev am etmiş. 1999 y ılında Hollanda'nın sahil kasabası olan Egmond Aan Zee'y e ait pey zajlarla ilgili bir fotoğraf kitabı yay ınlamış. Hindistan'da da Kalkütalı çekçek sürücülerinin günlük yaşamlarını f otoğraf lamış. "Dokuz Sekizlik Roman Havası - Bir Roman Ailesinin Portresi" isimli projesine de 2001 y ılında başlamış, İstanbul'un Tarlabaşı semtinde oturan bir Roman ailesinin günlük yaşamını beş y ıl boyunca değişik tarihlerde fotoğraf lamış. Polislerden ve halktan temkinli olması konusunda uyarı alsa da Romanlarla iy i bir diy alog kurduğunu söy lüyor ve herhangi bir olumsuzlukla karşılaşmadığını da özellikle belirtiy or. Y ay ımlanmasını istemediği bir fotoğraf ı olduğunu belirtti sohbetimizin başında. Biz de isteğine uyarak bu fotoğraf ı y ay ımlamıy oruz, ancak en güzel fotoğraflardan biri olduğunu da belirtelim. Behiye'y i komşuları şikayet etmişler. "Elinde rakı şişesiyle fotoğraf çektiriy or, sanki biz hepimiz alkolikmişiz gibi." diy erek kocasını aramışlar. Kocası da başka şehirdeymiş, telefon açıp kızmış Behiye'ye. Bundan dolay ı bir aile kavgasına y ol açmayalım, dedi Arjen Zvvart. Her ne kadar biz y ay ımlamasak da fotoğraf yeterince ya-
26 | TAVIR | EKİM 2006
röportaj
sosyal birer belgesel oluyor. Gözlerindeki anlamın değiştiğini de görüyorum. Sanatın ve sanatçının toplumsal bir görevi var mıdır? Tabii ki, 50 yıl önce, Bauhos e ve Cobra... Bunlar her zaman politi ktiler. Günümüz de insanlar bunu daha çok kişiselleştiri yorlar. Sanatçı mutl aka politi kayl a bağlantılı olmalı. Zaten sosyal bir belges elin kendisi bir politi kadır. Ben çalışırken çok ç ok dikkat edi yorum. Çünkü gazetelerde yayımlanan bir hi kayeden dol ayı çalıştığım ailenin başına bir şey gelmesi nden kor kuyorum. Yoksul aileleri fotoğraflıyorsunuz, bundan dolayı m ı? Tabii. Mısır satan, boya yapan Kürt çoc uklar, mendil satanlar... Mesel a iki gün önc e Karaköy'de, yaşlı bir adamın mısır sattığını gördüm. 20 tane genç ve güçlü zabıta geldi, el arabasını aldılar. Ben anlamıyor um, bu adam yoks ul ve yaş amını sürdürmesi için para kazanması lazım. Bu insanların fotoğrafını çeki yor um. yıldı sanırız. Sergi fotoğraflarını www.kar-si.
satmaları falan. Ailelerinin kor kularını gördüm,
com adr esinde bulabilirsiniz.
bu s atışlardan dolayı çoc uklarının polisler tarafından alınıp götürülmelerinden korkuyorlar çok fazla. Politi kayl a ilgili eğitim almadım, pek bilgim yoktur. Ama gözleml ediğim bir şey var, Türki ye'de çok fazla polis var. İns anl arın üzerindeki olumsuz etkisini gördüm.
Dünyan ın birçok yerinde Romanl ar yaşıyor, neden İst anbul'u tercih ettiniz? İlk olarak beş yıl önce geldim Tür kiye'ye. Bergama'da çoc ukların günlük yaş amlarını, okul hayatlarını, hatta okulda gi ydi kleri üni formaları karşılaştırmaya başladım. Oradaki Çingeneleri çok yakın gördüm. Onlarla çok güçlü bir bağ oluşmaya başladı, hayatlarıyl a ilgilendim. Oradan yola çı karak bu çalışmamı İstanbul'da devam ettirdim. Türkiye' yi n asıl buldunuz, nasıl bir ülke sizce? Türki ye kültürel ol arak ç ok zengin bir ül ke. Tür k, Kürt, Arap, Laz ve Bal kanlardan, Kafkaslardan hal klar var. Mesela Karadeniz müziği ile Trakya müziği birbirinden çok far klı, bu çok ilgi çekici. Bunun gibi birçok şey var ve Tür kiye kültürel olarak çok zengin. Vurgun ailesiyle b eş yıldır çalışıyo rsunuz, neler yaşadınız anl atabilir misiniz? Hiç zorlanmadım, ç ok rahat çalıştım onl arla, i yi bir iletişim kurduk. Beş yıl içerisinde çocukların büyümel erine tanı k oldum.
Eve ilk gittiğimde heyecanlılardı, ilk defa yabancı biri geliyordu, ben de heyecanlıydım. Evde küçük bebek de var dı, bebek için süt koymuşlardı ocağa, ama heyecandan olsa gerek unutmuşlar dı. Bir süre sonra süt taştı, her tarafa döküldü. Evde bir bağırtı gürültü koptu, bir yandan da gülüyorlardı. Onlarla birlikte ol mak güzeldi. Sosyal içerikli belg esellerle ilgilen iyorsunuz, ne tür belgeseller bunl ar? Portrelerle ilgili çalışıyorum. Bir ailenin düzenli yaş amını ele alırsanız bu da sosyal içerikli bir belgeseldir. Neden fotoğraflarınızdaki t emel obje insanlar? Çünkü 9 yaşındaki insanı çeki yor um, sonra 14 yaşına kadar aynı kişi yi ç ekiyorum, o çok fazla değişiyor. Bu değişimi görüyorum. Al bümleri elime aldığımda onlar benim için
Türkiye'd e ya da Hollanda'da yeni proj eniz var mı? Türki ye' ye ç ok fazla geldim ve beni m çok fazla zamanımı ve enerjimi aldı. 5 yıldır her yıl üç dört hafta burada kalıyordum. Şimdi yeni bir proje düşünmüyorum. Hollanda'da, ter k edil miş evleri işgal edenler üz erinde bir çalışma yapmak istiyorum; insanlar üz erine ama değişik gruplar üzerinde bir çalışma yapıyorum. Fotoğraf sanatı açısından, dijital fotoğrafın yaygınlaşmasını nasıl d eğerlendir iyorsunuz? Sos yal fotoğrafçılıkta olums uz etkileri var, mes ela ar kadaki bir insanı istemi yorsam, dijitalde oynayabiliyorum. Dijital tekni kte fotoğraf üzerinde oynayabiliyorsunuz, bundan dolayı pek olumlu bakmıyorum. Ama ol uml u yanları da var dır. Sohbet için teşekkür eder iz. Eklemek istediğiniz bi r şey var mı? Şunu s öylemek isti yorum: İki yıl önc e UYD ( U l aşı l abi l ir Yaşam D erneği) ile tanıştım. Onlar sempoz yum yapmıştı Edirne'de, onlarla iletişim kurdum. Sergi aç mama yardımcı olmuşl ardı; onlar a da teşekkür edi yorum.
Çocukların çalışması hass as bir konu, mendil
EKİM 2006 | TAVIR | 27
biyografi
hayatın doruğu: jack london ceren derya
Kitapları kadar, hay atı da ilgi çekici bir y azar olan Jack London, Amerikan edebiyatına y eni bir soluk getirmiş, 18.yy'ın abartılı, süslü sanat anlay ışı yerine akıcı, sade bir sanat anlay ışını benimsemiştir. Y azdığı kitaplarla halk kitlelerinin ve özellikle proleteryanın gelişmesini v e ufkunu genişletmesini amaçlayan London, Amerika'nın ilk v e tek proleter y azarı olmuş ve kitapları geniş kitleler taraf ından okunmuştur. 1876 y ılında, San Francisco'da dünyay a gelen y azar, küçük yaşlardan itibaren maddi sorunlarla boğuştu ve y aşadığı koşullardan dolay ı küçük yaşta çalışmak zorunda kaldı. Okuma aşkını da bu sıralarda tattı v e yaşadığı Oakland'da bulduğu şehir kütüphanesi, deyim yerindeyse tüm hay atını etkiledi. Bundan sonra sürekli kütüphaney e gitti v e geceli gündüzlü kitap okumaya devam etti. Okuduğu serüv en kitapları onu fazlasıy la etkiledi v e o kitaplardaki gibi serüv en dolu bir hay ata başlamak ve y aşadığı sef aletten kurtulmak istedi. Daha 13 y aşındayken ilk teknesini satın aldı. Serüven dolu bir hay atın kapıları açılmıştı böy lece. Her türlü tehlikey i göze alarak denize açılıy ordu artık. Daha sonra istiridy e korsanlarıy la tanıştı. Küçük yaşına rağmen kendini onlara kabul ettirmey i başardı. Serüv en hikâyelerini okumaya bayılan London, gerçek serüv enle tanıştı sonunda v e kimi zaman istiridye av lamak için denize açıldığında ölümle burun buruna bile geldi. Ama tüm bunlar onun için önemli değildi. İstiridye korsanlığı y aptığı y ıllarda içki içmeye de başladı ve ölçüsüz bir şekilde alkol tüketti. Bu sırada geçirdiği bir kaza hayatını etkiledi ve içkiyi bırakmaya karar verdi. İstiridye korsanlığından sonra bir y ıla y akın liman polisliği yaptı; bu süre zarf ında toplumun değişik kesimlerinden birçok insan tanıdı. Ama en çok istediği şey, limana yanaşan gemilerden birine atlay ıp, kitaplarda okuduğu serüven ve maceraları yaşayabileceği doğuya gitmekti. Ve sonunda bu isteğini gerçekleştirip gemilerden biriyle Kore'ye, Sibirya'y a gitti. Bu yolculuk boyunca da okuma aşkından bir şey y itirmeyen London, gündüzleri gemi işleriyle uğraşıp, geceleri de okumaya dev am etti. San Francisco'y a geri döndüğünde düzenli bir iş bulup, bu serseri hay attan kurtulmay a karar v erdi. Fakat ülkenin içinde bulunduğu mali bunalım bütün ülkeyi alt üst etti. Zar zor bir kenev ir f abrikasında iş buldu.
28 | TAVIR I EKİM 2006
Annesinin zorlamasıy la Call Dergisi'nin açtığı makale y arışmasına yazı gönderdi ve bu yazıy la birincilik ödülü olan 25 doları kazandı. Bu y azısında Japon sularında y akalandıkları tayfunu anlattı."Japon Kıy ılarında Tayfun" adlı bu öyküsü, güçlü dili v e özgün anlatımı ile bugün de gücünü ve tazeliğini korumaktadır. Call Dergisi de bunun f arkına varmış v e bunu şu sözlerle if ade etmiştir: "Bu genç sanatçının dikkati çeken yanları, düşünce gücündeki genişlik ve anlatımındaki sağlaml ıktır." Kazandığı bu ödül, London'un içindeki yazı y azma isteğini kamçıladı ve bundan sonra y ılmadan yazmaya dev am etti. Uzun süren çalışma saatleri v e zor koşullar Jack'ı beden işçiliğinden soğuttu ve içinde hiç kay betmediği serüven tutkusu y eniden uy anmaya başladı. O sıralarda Coxey adlı biri, işsizleri örgütleyerek bir ordu kurdu. Bu ordunun Oakland örgütlenmesini General Kelly y apmaktay dı. London, bunu duy ar duymaz ailesini terk edip yeni serüv enler yaşayabileceği bu orduy a katılmak istedi. Fakat yolda sokaklarda tanıştığı çocukların anlattıklarından etkilenerek "demiry olu serserileri"ne katılmaya karar v erdi ve kısa zamanda yeni mesleğinin de inceliklerini öğrendi. Kısa bir süre sonra bu gençlerin yanından da ay rılan Jack ile bir arkadaşı, kendi y ollarına gitmeye karar v erdiler. O trenden bu trene atlay arak y ollarına dev am ettiler. Bu hay atın Jack'ı çeken yanı tekdüze olmamasıydı. Her an beklenmedik bir olayla karşılaşabilirdi v e üstelik bir sonraki günün neler getirebileceği konusunda da hiçbir fikri y oktu. Tehlikelerle dolu bir hay at tarzı onun ilgisini çekiyordu. Geceleri bir trene atlıy or, yemek saatlerinde lokantaların kapısında ya da caddelerde dileniyordu. Bu hayat tarzında birçok berduş, işsiz, serseri insan tanıdı. "Jack London ona buna el açarken masal anlatma sanatını geliştirdi.(Çünkü dilencilerin başarısı anlattıkları şeyin çarpıcılığıyla ilişkindir). Bir dilencinin çaldığı kapı açılınca karşısına çıkan kişinin, ruh ve fikir yapısını bir çırpıda sezinleyerek onun yüreğini yumuşatacak hikayeyi uyduruvermesi gerekliydi. London, işte bu sanatı çok iyi icra ettiğinden birçok kez aç kalmaktan kurtulmuştur." Demiry ollarında serserilik yaptığı zamanlar öy le tehlikelerle y üz yüze geldi ki... Bir yandan son hızla giden trende oradan oraya atlamak, diğer y andan peşine düşen makinistler ve tren memurları... Ama o tüm bunlarla ustalıkla başa çıkmasını becerdi. Çünkü başaramazsa bunun kendisine pahalıya mal olacağını biliyordu.
biyografi
Daha sonra General Kelly'nin ordusuna giren Jac k, burada işsizler ordusunu daha yakından tanıma fırsatını yakaladı. Hiçbir zaman disipline giremeyen Jac k, buradan da kısa bir süre sonra ayrıldı. Serserilik günlerine geri döndü ve başı polisle derde girdi. Bunun sonucunda hapishaneyle de tanıştı doğal olarak. Hapishanede tanıştığı bir arkadaşı sayesinde tutuklulara ekmek ve su taşıyan memur ol du. O da kendisine verilen bu ayrıcalıklı durumu kullanmasını iyi bildi ve bu sayede değişik hayat koş ullarından gelme birçok ins an tanıdı. Onların düş üncelerinden, yaşam öykülerine kadar her şeyi öğrendi. Hapishaneden çıktıktan sonra demir yolu serseriliğine geri döndü. Elde ettiği deneyimleri ve tüm yaşadıklarını Demiryolu Ser serileri isimli kitabında anlattı. Sonunda San Francisco'ya gidecek bir gemiye tayfa olarak yazıldı. iack London'un sos yalist fi kirleri, bu s erserilik günlerinde, yani iş sizler, serseriler arasında geçirdiği günlerde yeşerdi. Önceleri Jac k London, bu insanların sorumluluktan kaçan, macera peşinde koşan ins anlar olduklarına inanırdı ama daha sonra dinlediği hikayeler den çıkardığı sonuç, insanların hayatın sillesini yiyerek bütün kapıların yüzlerine kapatılması sonucu bu hale geldi kleriydi. Ellerini ayaklarını makineye kaptıranlar, çalışma koşullarından ötürü s ağlığını yitirenler ve yaşlanarak çalışma sistemini n dışında kalan kişiler... Bu insanlar çalışma olanaklarını yitirip işi serseriliğe vur muş lardı. Jack London'un bu insanlarla konuştuklarından çıkardığı bir diğer sonuç şuydu-. Beden işçiliği yerine, işi düşünsel çalışmaya dökmek. Çünkü ona göre bu düzen kusurluydu ve bu düz en, toplumun iflas etmiş olduğunu gösteriyordu. Değişik fi kirlerle döndü Oakland'a ve kendini aydınlatac ak kitaplara yöneldi.
masına rağ men, ailesi nin içine düş tüğü maddi sıkıntı yüzünden okulu bırakıp çalışmak zorunda kaldı. Beden işçiliği yapmadan önce, şansını yaz arlıkta denemek istedi. "Yaratıcılık yoluna dökül menin verdiği hey ecanla, yemeden iç meden kesilmişti. Böylesine bir yaratma ateşinin, çoğu insanı yakıp kül edec eğini söyleyen yine kendisidir." Sürekli yazılar yazdı ve bunları çeşitli dergilere gönderdi. Fakat meteliksiz kaldığı bir gün çamaşırhanede çalışmak zorunda kal dı. Kendisini tüketen beden işçiliğinden bunalan J ac k, 1896 yılında Kl ondi ke'ta altın yatağı bulununc a altına hüc um edenl erin başını çekti ve yine serüven duygusuna yenildi. Alas ka'da altın bulma konusunda başarıya ulaşamamış olsa da burada elde ettiği deneyimler, bilgiler ve tanıştığı insanlar ileride kendisine altın değerinde fırsatlar getirecekti. Al as ka'da birçok insan tanıdı ve onlardan bir sürü hi kaye dinledi. Bu z aman zarfında okumaya da devam etti. Burada tuttuğu notlar birçok hi kayeye ve kitaba hayat verecekti. Meteliksiz bir şekilde eve döndü. Bundan sonraki tek dileği yazar olmaktı. Ömrünü artık yapıcı bir yoldan tüketmek istiyordu. "E mek
Kendi ni aydınlatmaya ise daha önce bir yerlerden duyduğu s endi ka, sosyalizm, işçi dayanışması gibi sözlerden başladı. O günlerde Marx'ın Komünist Manifestos u'nu okumasryl a kafasındaki fi kirler aydınlandı ve not defterine şunları düştü: "İnsanlık tarihi baştanbaşa sömürenlerle sömürülenlerin kavgasıyla dolu... Darvin'in incelemeleri nasıl insanoğlunun gelişimini gösteriyorsa, sınıflar arasındaki bu kavganın tarihi de, bizlere iktisadi uygarlığın gelişi mini gös ter mektedir." Yüksek öğreni mini tamamlamaya karar verdi ve bunun için Oak-land lisesine yazıldı. Liseye yazıldığında 19 yaşındaydı ve arkadaşlarına uyum göstermekte zorluk ç eki yordu. Yine bu yıllarda çeşitli der neklerle ve sosyalist partiyl e ilişkisi ol du. "Jack london'a göre sosy alizm ekonomik, tarihi ve insani açıl arın hangisinden ele alınırsa alınsın, kaçınıl maz bir sonuç, akla en yakın olan düzendi. O çağlarda fikir alanı sınırlı olduğu halde, sosyaliz min bili msel bir yol olduğunu ortaya koy an uns urları Jack London birer birer açıklayarak mantık silsilesini yürütmeyi başar mış ve bütün bunl ardan bir sonuç çıkar mak y ürekliliğini göster miştir." Bu yıllarda yaptığı konuş mal ardan birinde toplums al düzenden el eştirel bir biçimde bahsetmesi, tutuklanmasına neden oldu. Lise sınavlarını verip Kaliforniya Üniversitesi'ne ayak bastığında dev tasarılar ve büyük istekler yeşeri yordu içinde. Fakat derslerinin iyi ol-
EKİM 2006 | TAVIR | 29
biyografi
piyasasında kelepir bir işçi olmaktan vazgeçmişti." Çeşitli dergilere y azılar gönderdi. Birkaçı dışında y azılardan büy ük bir çoğunluğu geri döndü ve Jack London bu süreçte büyük bir sef aletle boğuştu. Bir süre sonra Posta Idaresi'nde kendisine düzenli bir maaş sağlayıp hay atını düzene koyabileceği bir iş buldu fakat içindeki y azarlık isteği her zaman ağır bastı.
ele alıp, gerçeklerden kaçan yazılar yazması gerekliydi. Bu tarz y azan insanların başarıy a ulaşması v e y ay ınevleri taraf ından kabul görmesi her zaman daha kolaydı. Fakat Jack London bütün bunla-ra boy un eğmeyerek ve bildiği yoldan şaşmayarak, çağdaşları olan Tolstoy, Maupassant, Flaubert ve Zola gibi yalnızca gerçeği anlamak ve kendisini kabul ettirmek için de çok çaba sarf etti.
"Jack London dünyaya yiyip içmek, keyif çatmak için gelme mişti. Yaratıcı olmak, edebiyat dünyasına katkıda bulunmaktı isteği. Sanat uğruna çektiği yoksulluk dokunmuyordu ona; bir sürü şeye sahip olmayı yersiz ve boş buluyor, hayatın çeşitli zevkleri, ortaya koyduğu eserlerden duyduğu kıvancın yanında anlamsız kalıyordu."
"Günde üç dört bin kelime yazayım derse m, gerektiği gibi çalışmış olmayacağımı biliyorum. İyi bir yazı, kalemi hokkaya daldırıp daldırıp yazıl maz. Bir duvar örermiş gibi, taş üstüne taş yerleştirircesine neyi nereye koyacağını bilmelidir insan." diyordu bir keresinde. Nitekim ilk kitabı Kurdun Oğlu'nun y ay ımlanması ile Amerikan hikayesinde y eni bir çağ açılmaktaydı. O zamana kadar soylular için üretilmiş bir sanat anlay ışı yerine, bütün sınıf lara hitap eden bir anlay ış getirdi v e okuduğu kitaplarla oluşturduğu bilimsel düşünceyi edebiyata uyarlayan ilk Amerikan y azarı oldu. Jack London, aynı zamanda Amerika'daki proleter edebiyatın y aratıcısı da oldu. 1929 yılında New Masses adlı dergi, onun için şu sade ve gerçek kelimeleri kullandı: "Gerçek bir proleter yazarı, işçi sınıfı için yazmakla yetinemez, eserlerinin bu sınıf tarafından okunması gerekir. Yazdıkları bir başkaldırma fikrinden doğmalıdır. Jack gerçek bir proleter yazandır. Amerikan dehasının bugüne dek doğurduğu tek ve ilk proleter yazar. Okuyan işçi Jack London okuyor. İşçilerin okuduğu tek yazar Jack London'dur, bugüne dek edindikleri tek edebi deneme... Fabrika işçisi olsun, tarım işçisi olsun, tayfasından, gazete dağıtıcısına kadar bütün işçiler, Jack London'u tekrar tekrar okurlar. London, A merikan işçi sınıfının en gözde yazarıdır."
Y azar olmak için sahip olması gereken iki şey vardı: Bilgi ve üslup... Bunları elde etmesi için sürekli okuması, kendisini geliştirmesi gerektiğini biliy ordu. Y epyeni bir anlay ış getirmek ve kendi deneysel f elsef esini kurmaktı derdi. Y ıllardır tekrarlanan şey lerle işi y oktu. Jack London'un fikir düny asını etkileyen düşünürler Darwin, Spencer, Marx v e Nietzsche olmuştur. "İşin hoş yanı Jack London'un üstün insan görüşüyle sosyalizmi bir arada benimsemesidir. Birbiriyle asla bağdaşmayacak olan bu iki inanç Jack London'u hayat boyu etkiledi, Jack London yaşadığı sürece hem toplumcu hem de bireyci olarak kaldı. Üstün insan olduğuna inanarak kendisi için bireyci düşünceyi benimsiyor, korunmaya ihtiyacı olan zayıflar yığınına sıra geldiğinde toplumcu kesiliyordu. Bereket versin Jack London her biri ayrı yana gitmek isteyen bu iki azılı atı yıllar yılı bir arada koşturmayı başardı." Kullandığımız alıntıdaki y azara tam anlamıy la katılmamakla birlikte, Jack London'u doğrudan sosy alist y azarlar kategorisine sokmanın da pek mümkün olmadığı açık bir şekilde önümüzde duruy or. Jack London, sosyalizmden etkilenmiş, gerçekçi bir yazar olarak tanınıy or tüm düny a taraf ından... Y ukarıda zikredilen, kendisinin etkilendiği y azarların, düşünürlerin, kuramcıların listesini tekrardan gözden geçirdiğimizde, matery alist v e idealist yazarları hep birlikte görürüz. Bu da y azarın f ikirlerinin daha tam anlamıy la netleşmediğini de gösteriy or zaten. Vaktinin büyük bölümünü okumay a ay ırıy ordu artık v e elinden kitaplar hiç düşmüy ordu.
Y azıları dergilerde yay ımlandı v e artık edebiyat çev resi taraf ından tanınan bir y azar oldu. 1902 y ılının Temmuz ay ında Amerikan Press'ten Güney Afrika'y a giderek oradaki sav aşla ilgili röportaj y apma teklifi aldı ve hemen trene atladığı gibi y ola çıktı. İngiltere'y e vardığında ise kendisine geri dönmesini isteyen bir telgraf ulaştı. Fakat Londra'da beş parasız kalan Jack, dönmek yerine kentin en kötü şartlarında yaşay an insanlarının bulunduğu doğu yakasına yöneldi v e bir süre o insanlar gibi yaşadı, onlar gibi giyindi, onlar gibi y edi içti. Buradaki koşulların iktisadi tahlillerini de y aptığı v e o insanların çarpıcı hikây elerini, y aşamlarını anlattığı kitabı "Uçurum insanları", büy ük bir ilgi uyandırdı. Bu kitabı y azarken hem kendi gözlemlerine, hem de Londra'nın y oksulluk sorunu üzerine yazılmış y üzlerce broşür rapor ve esere dayanarak, adeta bir sosyolog gibi çalış-
"Jack London'u kahreden şey, okumaktan kan çanağına dönmüş gözlerini yumup uyumak ve biraz olsun dinlenmek zorunda kalmasıydı. Uykudan bütün bütün vazgeçemeyen London, çoğu kere beş saatlik uykuyla yetiniyordu. Kısa bir süre için de olsa yaşamasına ara vermek istemiyordu, istemiyordu ya kendisini uykunun derinliklerinden çekip çıkaran çalar saatin zilini duyduğunda, önünde pırıl pırıl, on dokuz saatlik bir çalışma za manı olduğunu hatırlayarak, ok gibi fırlıyordu yatağından. Okumanın büyüsüne kaptırmıştı bir kere kendini, büyülenmişti sanki."
Bundan sonra yine kitap y azmay a dev am etti. Vahşetin Çağrısı ve Deniz Kurdu kitapları da büyük beğeniy le karşılandı. Vahşetin Çağrısı adlı kitabı ona dünya çapında bir ün kazandırdı. Deniz Kurdu birçok eleştirmen taraf ından Jack London'un en güçlü eseri olarak kabul edilir. Çünkü bu romanda gelişim, biyoloji v e toplumbilimi güzel bir biçimde harmanladı ve heyecanlı bir şekilde halk kitlelerine sundu.
Jack London'un yaşadığı dönemde, edebiyat alanında bir kişinin kendisini kabul ettirmesi için zenginleri öven, her şeyi iyi yanından
Sav aşı izley ip, röportaj y apmak için Japony a'y a gitti daha sonra v e burada da hapishanelerle tanıştı. Japony a'y a v armadan Kore'de
30 | TAVIR | EKİM 2006
biyografi
Koreliler onu Rus casusu olmakla suçlayıp tutukladılar. Daha sonra ise Japonya'da orduyu izinsiz izlemek suçuyla hapishaneye gönderdiler. Japony a'da gözüpekliğini, cesaretini göstererek ve diğer gazetecileri atlatarak gazetesine haber üstüne haber yağdırdı. Üniv ersitelerde, çeşitli derneklerde konferanslar, seminerler verdi ay nı zamanda v e buralarda sosyalist f ikirleri insanlara sundu v e onu sonuna kadar savundu. Bazı toplantıların sonunda ise gazeteler Jack London hakkında kötü şeyler yazdılar ve onu tutuklatmaya bile çalıştılar. Bu ortamda toplumcu, sosyalist f ikirlerle y azılmış eserler v ermeye dev am etti v e Amerikan gençliğini ay dınlatarak onları, ellerini kollarını bağlay an zincirlerden kurtarmay a çalıştı. Serüv en duygusunun içine işlemesiyle y erinde duramay an Jack London dünya turuna çıkmaya karar verdi. Bunu da kendi elinden çıkan bir tekneyle yapacaktı f akat bu teknenin y apımı hem y ıllarını aldı hem de birçok sorunla karşılaştı. Geminin yapım aşamasında da kitaplarını yazmaya devam etti. İlk çağlarda insanoğlunun ilkel bir v arlıktan insan haline dönüşmesini anlatan kitabı Adem'den Önce bu döneme rastlar. Bu kitabında Darvvin'in ev rim konusundaki tezlerini de kullanır London. Kendisinin dünya çapında tanınmasını sağlay an ve sosy alist romanların en önemlilerinden kabul edilen Demir Ökçe de bu zamanda yazıldı. Bu kitabında ise Marx'ın f ikirlerinden y ararlandı ve onu okuyucuyla paylaştı. Demir Ökçe kurmaca bir romandır ve aynı zamanda Jack London'un ileri görüşlülüğünü yansıtmaktadır. "Jack London işte bu belgeler ve delillere dayanarak, güzel olduğu kadar dehşet uyandıran bir eser yazdı. Demir Ökçe, London'un edebiyat açısından en başarılı eseri değildir ama Jack London bu çalışmasıyla iktisadi devrime büyük katkıda bulunmuştur. London bu eserinde faşizme değinmekle kalmayarak, faşistlerin her türlü kültür ve başkaldırmayı yok etmek için ne gibi yollara başvuracaklarını da belirtmişti. Demir Ökçe'yi günümüzde okuyanlar bile bu eserin daha dünya da bir kaç yıl önce kaleme alındığı izlenimine kapılabilirler." Sonunda teknesini bitirip y olculuğa çıktı v e bu y olculuk boyunca bin bir türlü macera v e hey ecan eksik olmadı. Yolculuk süresince, kendisinin yazar olma macerasını kaleme aldığı büyük ölçüde otobiy ografik nitelik taşıy an kitabı Martin Eden'i yazdı. Dönemin eleştirmenleri taraf ından kıy asıy a eleştirilse, hakkı teslim edilmese ve kıymeti Jack London'un ölümünden sonra anlaşılsa da Martin Eden, Jack London'un en iyi romanlarındandır. Bu kitabı için şunları söylemiştir: "Martin Eden benim. Martin Eden bireyci olduğu için öldü, bense sosyalist olduğum, toplumcu bir düşünceye sahip olduğum için hayattayım." Bu dünya turu yedi y ıl olarak planlanmasına rağmen London, iki y ıl gibi bir süre sonra ülkesine geri dönmek zorunda kaldı. Fakat London'un gazetelere verdiği demeçlerde söy lediği şey, bu gezide hay atının en mutlu günlerini y aşadığıy dı. Y ine bu gezi hikây elerine konu olabilecek bir serüven hazinesi sağladı ona. Geri döndüğün-
de, Alaska'da altın aradığı günlere dair yeni bir roman yazdı. Y anan Gün isimli kitabının birinci kısmında altın bulunmasından önceki Alaska, ikinci kısımda ise Glen Ellen kırlarının güzelliği anlatılır. Bu kitabın başarısı ise sosy alizmi okuyucuy a herkesin anlay abileceği bir şekilde anlatabilmesindedir. Geziden döndükten sonra kendisine büy ük bir çiftlik alan Jack London ölümüne kadar burada yaşadı. Bunun yanı sıra Amerika'nın en şahane ev ini y aptırmak istedi v e bunun için de birçok masrafa girişti. Fakat bu ev, bitim aşamasında yandı v e London'un bütün çabaları boşa gitti. Şatosu yapılana kadar çiftliğinde yaşayan v e kitaplarını y azmay a dev am eden London'un misaf irleri de eksik olmuy ordu. Evi sürekli dolup taşıy ordu. Gelen misaf irlerle ilgilenmek, onlarla sohbet etmek ve onlardan bir şey ler öğrenmek, London için çok önemliydi. Girdiği ortamları ışığıy la, enerjisiyle aydınlatmasını da bilirdi. Çiftlikteki günlerinde tarıma da merak salan London, yeni ve daha önce uy gulanmamış metodları uygulay ıp tarımı geliştirmeye çalıştı. Ve bu süre içerisinde kitaplarını da y azmay a devam etti. Fakat yaptırmakta olduğu şatonun yanması onu derinden etkiledi ve bunalıma sürükledi. Onu asıl üzen ise ev in yanması değil, insanlara olan inancı ve güvenini yitirmiş olmasıy dı. Ay rıca bu evi yaptırmak uğruna girdiği borçlardan dolay ı da bir hayli sıkıntıdaydı. Bununla birlikte sağlığı da gittikçe kötüleşti. "Jack London kısa ama dopdolu bir hayatı özlerdi. Bu kısa süre içinde çarpıcı kişiliğiyle yüzyılının insanını etkilemek, düşüncelerine yön vermek istemişti. Tükeneceği güne kadar büyük bir ihtirasla yaşamak, bütün söyleyeceklerini tama mlayıp son kuruşuna kadar harcadıktan sonra ölmekti dileği." 1916 y ılının Kasım ay ında hayata gözlerini yuman London'un ölümü de birçok soru işareti bıraktı. Ölüm nedeninin intihar mı y oksa yanlışlıkla aşırı dozda aldığı ilaçtan mı, kaynaklandığı hala tartışılır. Fakat aldığı uyku ilaçları; odasında çıkan, birinde atropin sülfat, diğerinde morf in sülf at bulunan iki boş kutu v e çalışma masasının üzerindeki bloknotta zehirin öldürücü dozunu hesaplaması intihar olasılığın ı arttırıy or. Jack London'ın yaşamı her zaman dolu dolu geçti. Hayatında çelişkiler, çoğu zaman belirleyici oldu. Fakat her şeye rağmen tavrını hep ezilenlerden, işsizlerden, insandan yana koy du. Çünkü Jack London da onların yaşadıklarını yaşadı, acılarını hissetti ve bunu kitaplarında anlattı. Kitaplarında her zaman gerçeği anlatmaya çalıştı. Y aşamı bu kadar dolu yaşamak ancak Jack London'lara yaraşırdı herhalde. Y aşamını böylesine dolu dolu yaşamasa o kitaplar nasıl yazılırdı ki? Kay nakça: - "Denizler Serüveni Jack London" (İrving Stone)/ (İtalikler bu kitaptan alınmıştır.) - www.london.sonoma.edu
EKİM 2006 | T AVIR | 31
röportaj
herkes kendi tecridini yaşar-II tavı r
sokakta gezmek özgürlük ol arak tanımlanamaz. Özgür olmak önceli kle herkesin haklarına sahip olmasıdır. Bunlar yoksa tecrittesi niz. Dolayısıyla bir hücrede olmak değildir sadec e tecritte olmak. Biz de tecritteyiz. Devlet yetkilileri açıs ından tecridi kal dır mak zor bir şey mi ? Devletin böyle bir gayreti yok. Onlar kendi lerini kendi sisteml erini muhafaza etmek için bu tür gayri insani bütün yöntemleri kullanmaktadırlar. Çünkü kendileriyl e ilgili kor kuları kaygıları var dır. Dolayısıyla tecridi kaldırmak onl arın işine gelmez. Ama bu onların istediği olmamalı tabii; onlar böyle istiyor di ye biz de pasif kal mamalıyız. Mücadele her şekilde devam etmelidir.
İNAN KARAKIŞ HASAN SAĞLAM "Hepi miz Tecritteyiz" oyununa hangi duy gu ve düşüncelerle katıl dınız? Önceli kle bir insan ol arak tecritte olduğumun farkındalığıyla katıldım, bununla ber aber sanatçı olmanın sorumluluğuyla katıldım, bununla beraber devrimci olmanın sos yalist ol manın sorumlul uğuyla katıldım, içerde hal a tecritte ve hatta dışarıda tecritte olan tüm ins anlığın sorumlul uğuyla katıldım. Oyuna katıl madan önc eki ve katıldıktan sonr aki duygu ve düşünc eleriniz nelerdir? Oyuna katılmadan önc e sonuçta bir kaç s aatte biteceği için bunun bir oyun ol duğunu düşündüm; bunu bildiğimden katıldım. Nasıl olsa bunun s onu var, bir saat i ki saat beş
saat kalıp çıkacağım. Ama tabii oyuna katıldıktan s onra bu duygular böyle olmadı yani oradaki gerçekliğin farklı olduğunu hissettim. Orada birçok şey düşünüyorsun. Yani insan olmanın müc adelesini verir ken ısrarla buna karşı gelen sistemi, insanları onursuzl aştırmaya yöneli k çalışmal arın gerçekten ne kadar kötü olduğunu hissedi yorsun. Kısmen de olsa bunu hissetti k. Ve verilen mücadel enin haklılığı konus unda biraz daha duygularım pekişti. "Hepi miz Tecritteyiz" ne demek , oy una neden böyle bir isi m verdi niz? Hepimiz tecritteyiz. Çünkü dünyayı şu an emper yalistler yöneti yor. Özgürlüğümüz yok; kendi dilimizle, kendi rengimizle, kendi kimliğimizle davranamıyor uz, şar kımızı kendi sesimizle s öyleyemi yoruz. Dışarıda
"Hepi miz Tecritteyiz" oyununa hangi duy gu ve düşüncelerle katıl dınız? Önceli kle F tiplerini biraz daha yakından görmek, anlamak onun dışında Behiç Aşcı'ya biraz olsun destek ol mak için katıldım. Oyun sır asında ç ok etkilendi ğiniz yerler oldu mu, nel er hissettiniz? Beni ç ok etkileyen, kendinin ve oradaki diğer insanların oraya bir oyun olar ak girdiğini düşünüyorsun ama bir süre sonra olayın öyle olmadığını görüyorsun. Gardi yanların bir süre sonra kendisini rolüne kaptırması var. Her kes birbirini tanıyor diyelim oyundan önce ama bir süre sonra s anki gerçekten F ti pindeymişsin gibi geliyor. Gardi yanlar açısından da izlediğimde, sanki gerçekten bir gardi yan gibi hissetmesi, yani bunun oyun olmasına rağmen kendisini o derece rolüne
EKİM 2006 | TAVIR | 33
röportaj
fimizdir, bağımsızlık hedef imizdir. Şu anda bağımlı v e anti-demokratik, patronların egemen olduğu bir Türkiy e'de sosy alleşme olmaz. Kimse, bu anti-demokratik baskıy ı yapan, ona engel olunur. Bu böyle biline. Tecrit politikasının ortadan kaldırılacağına inanıyor musunuz? Nasıl kaldırılabilir? Halk hareketi ile baş edemeyecekleri anda kalkar.
NURETTİN GÜLEÇ
kaptırması da gerçek bir F tipinde yaşananların ne kadar facia olduğunu gösteriyor. "Hepimiz Tecritteyiz" oluşumunun içerisinde yer alıyorsunuz. Bu ismi neden kullandınız? Hepimiz tecritteyiz, ne demek? İnsanlar tecrit denildiğinde genelde cezaevleriy le kısıtlıyor olay ı. Oysa bu böy le değil. Gerçek anlamda baktığımızda dışarıda da hepimiz tecrittey iz. Y ani kimsenin birbirinden haberi y ok, herkes kendi dar çev resiyle sınırlı, ülkede olan bitenden haberi olsa bile etkisiz eleman. Herkes kendi sorunları içinde boğulmuş durumda. Y ani bu sebepten dolay ı hepimiz tecrittey iz. İçeride v e dışarıda... Tecrit ölümü if ade ediy or benim için.
MEHMET GÜMÜŞ I
"Hepimiz Tecritteyiz" isimli oyuna hangi duygu ve düşüncelerle katıldınız? Altı y ıldır yaşanan bu dramı gündeme getirmek, kamuoy unun dikkatlerini konuya y oğunlaştırmak, tıkanıklığın çözümüne katkı sunmak. F tipleri ve tecrit konusunda oyuna katılmadan önce ve katıldıktan sonraki duygu ve düşüncelerinizi alabilir miyiz? Pratiği fiilen yaşamak başka bir duy gu. Bir hay li uzun yıllar cezaevi koşullarını v e hayatını bilen biri olsam da, kendimi bu pratikle sınay arak konuya daha y akın durmamı sağladım.
34 | TAVIR | EKİM 2006
Hepimiz tecritteyiz, diyorsunuz... Bu ne demek? Biraz açabilir misiniz? Bir şey i y anlış buluyorsanız v e bu yanlış, birilerine yapılıy orsa duy arsız kalamazsınız. Çünkü yarın size de yapılabilir. Ayrıca yanlışlara, anti demokratik uy gulamalara karşı çıkmak bir yurtsev erlik görev idir.
MİHRİ BELLİ Tecrit neden uygulanıyor, iktidarların tecridi uygulamaktaki amaçları nedir? Tecrit, halklara zulmetmek için, dayanışmay ı v e örgütlülük bilincini yok etmek için, devrimciler üzerindeki bilinci yok etmek için uygulanıy or. Bu bir y ıkımdır. Dışarı çıkıp sıradan, bilinçsiz insanlara dönüştürmek için uy gulanıy or. Amaç bu direnişi kırmak mı? Ev et, bu direnişi kırmak. Hapishaneler daha önce bir okul gibiydi. Bunun önüne geçmek için hücreleri yaptılar. Maksat, her şey i sineye çeken sıradan birey haline getirmek. Tecriti tek kelime ile anlatalım dersek, ne dersiniz? Sav aşçılıktan çıkarmak. "HepimizTecritteyiz" diyorsunuz, bu ne anlama geliyor? "Hepimiz tecritteyiz" demek, bir başka yaşamın inşaatını sürdürüyorlar demek. Demokrasi yok demek. Onun için demokrasi hede-
"Hepimiz Tecritteyiz" isimli oyuna hangi duygu ve düşüncelerle katıldınız? Şu an dışarıda ölüm orucuna başlay an Av. Behiç Aşcı'y ı ziy aretimizle birlikte böyle bir oluşum gerçekleştirdik. İçerdeki koşulları az da olsa algılay abilmek adına böyle bir oy un hazırladık. Tecrite karşı olduğum için böy le bir oy una katıldım
Oyun sizde ne gibi bir etki yarattı? Neler hissettirdi? İçerinin koşulları f arklı. Sanki birebir o hücrelerde, o tecrite tabi tutulanların direncini, yere düşürmey eceği duy guları ben de hissettim. Tecrit ne demek? Neden tecrit uygulanıyor içerdekilere? Çok klasik olacak ama insanı y alnızlaştırma diy ebiliriz. O insanların ideolojilerinden korktukları için bunu y apıy orlar.
ŞANAR YURDATAPAN Tecrit nedir? Tecritle, özellikle politik ceza v erilen insanlara iki defa ceza vermiş oluyorlar, ki bugünkü hukukumuzda bile aslında bunun y eri yok. Tecrit aslında insanları y alnızlaştırmaya, onların insan olarak direncini kırmaya, bunu kırabilmek için de kişiliklerini y ok etmey e y önelik ikinci bir cinay ettir. Bir insan sürekli olarak tek başına, başka bir insanı görmeden bir beyazlık içinde uzun süre kaldığı v akit, bunu düny adaki deneyler de göstermiştir ki, yavaş yavaş zaman-mekan duy gularını kay bediyor v e kişiliği zedeleniy or, parçalanıy or. Bu bir çeşit işkencedir. Tecriti hiç yaşadınız mı? Tecriti y aşadım. Aslında benim y aşadığıma
röportaj
tam tecrit denemez çünkü topu topu 24 günlük bir mahkeme cezasıydı. Nitekim gittiğim y erde -Kartal Özel Tip Cezaev i'nde daha o zaman F tipleri açılmamıştı, saldırılar daha olmamıştı. Hav alandırma özel bir havalandırmaydı v e oraya çıktığın v akit canın istediği anda içerden kapıy ı açıp dışarı çıkıyordun. Gerçek tecrite alınan insanlar bunların hepsinden mahrum durumdalar. Çözüm önerileriniz nelerdir? Sizce tecriti kaldırmak mümkün mü devlet yetkilileri açısından? Çok mu zor bir şey bu? Tecriti yok etmek tabi ki mümkün ve de zorunlu. Başta söy lediğim gibi, bizim hukukumuzda bile bunun yeri yok. Bu ikinci bir ceza normal olarak; özellikle politik nedenlerden dolay ı içerde duran insanlara uygulanıyor ve bunu kaldırmak mümkün. Yani içendeki hay at çok rahat kontrol edilebilir bir hay attır. Hep birlikte sosyal bir hayat olmalıdır.
ŞEBNEM KORUR FİNCANCI "Hepimiz Tecritteyiz" oyununa hangi duygu ve düşüncelerle katıldınız? Meslek örgütü içinde zaman zaman gelen başv uruları değerlendirme durumum olduğundan tecritle ilgili bir tanıklığım olmuştu. Ancak bunu gerçekten hissedip hissedeme-
diğimi, empati y apıp y apamadığımı da bilmek istiyordum. O nedenle bu etkinliğe katıldım. Önemli olan orada bunu gerçekten önemseyen ve bu konuda bir çaba göstermeye çalışan insanların bir araya gelmesiydi. O nedenle çok da değerli olduğunu düşünüyorum. Fakat şöyle bir durumla karşılaştım: Örneğin tecrit duy gusunu çok fazla yaşamadığımı söy lemeliy im ben. Çünkü insanları görebiliy orum, yüzlerini görebiliy orum, gözlerini görebiliy orum, gözlerindeki ışığı, if adey i görebiliyorum v e bu çok önemli diy e düşünüyorum. Konuşmamız mümkün değildi, sessiz kalmak zorundaydık. Bu tabii zorlay ıcı, kısıtlay ıcı v e dolay ısıyla da bir şiddet. Onun y anı sıra kısıtlanan insanların gösterdikleri tepkiler, oy uncu olmalarına rağmen benim zaman zaman bu oyunları gerçek gibi algılamama neden oldu. Şunu f ark ettim ki şiddet mağdurlarıy la çalışıy or olmak riskli bir iş, siz de sonuçta o şiddeti yaşıy orsunuz v e ondan etkileniyorsunuz. Tecritin etkilerini anlatabilir misiniz gördüklerinizden, bir adli tıp uzmanı olarak? Ruhsal durumları ciddi anlamda sarsılmış oluy or. Uyaranlarla ilişkili bir uy um geliştirmek, o uy aranlara uygun ve yaşamı sürdürmey e yetecek birtakım reaksiy onlar geliştirmek, aslında canlılık durumu. Bir uy arı olmadığında bir gereksinim de kalmıy or. Y ani
insanın y aşaması için, y aşama yönelik bir mücadele y ürütebilmesi için bir gereksinim de kalmıy or. Örneğin artık herhangi bir ses yok yaşamınızda, dolayısıyla ses olmadığında sesi algılay an hücrelerinizin işlevi de giderek azalıy or. İşlevsizleşme sonunda, artık bu dokuları, hücreleri kullanamama sonucu doğabilir. Örneğin işitmey le ilgili kay ıplar ortaya çıkıyor. Hani daha önce bu insanların işitmey le ilgili hiç sorunları olmamış ama herhangi bir sesin olmaması zaman içinde işitmey le ilgili sorunların ortay a çıkmasına neden olabilir. Kadınlarda ve erkeklerde çok ciddi cinsel işlevsizliklere, bozukluklara yol açıy or. Kadınlar adet göremez olmaya başlıy or. Y ürüme bozuklukları ortay a çıkıy or, denge bozuklukları ortaya çıkıy or bu insanlarda. Bazı insanlarda çok daha farklı reaksiyonlarla karşılaşabiliy or. Örneğin hani teşhircilik dediğimiz bir durum, hani kendisini dışa v urmak, teşhir etmek. Var olduğunu kanıtlamak için... Orada "var" değil çünkü. Dışarı çıktığı anda kendini v ar kılabilmek için sürekli kendini teşhir etmek gibi dav ranış modelleri gelişebiliyor. Birbirinden o kadar farklı ki, hani hiçbir zaman "böyle olacaktır" diy emey eceğimiz tepkilerle karşılaşmak o kadar mümkün ki; yani insan doğasının çeşitliliğini aslında tecritle karşılaşan insanlarda da görmek mümkün. Her birinde ay rı yakınmalarla karşılaşabiliyoruz. "Hepimiz Tecritteyiz" ne demek? Y alnız olmak, bir aray a gelmemek, dolay ısıy la da bir araya gelip düşünmemek size day atılıy or. Çünkü bir araya gelip düşündüğümüzde zaten bize y önelen tüm baskıları, şiddeti, sömürüy ü hep birlikte f ark edebilme olanağımız olacak ama y alnız kaldığınızda bunları doğrudan f ark edemeyebilirsiniz, asıl tehlike burada. Sokakta tecritte olduğumuzu f ark etmeden y aşay ıp gittiğimiz için hiçbir tepki de göstermiy oruz toplum olarak, bütün dünyada. En azından cezaev indekilerin bir şansı var diye düşünüyorum ben, çünkü onlar tecritte olduklarını çok iy i biliyorlar, f ark ediy orlar, dolay ısıy la da mücadele ediyorlar. Onlar tecritte olduğu sürece biz de hep tecritte olacağız, çünkü diğer insanların böy le bir yaşama mecbur kılınması bizi de ay nı şekilde tecrite sokmuş demektir.
EKİM 2006 | T AVIR | 35
röportaj
Tecrit ne demek, tecridi birkaç kelimeyle tanımlayabilir misiniz? İlk aklıma gelen şey insan olmamak. Canlı olmamak. Ölüm.
SEVİM BELLİ "Hepimiz Tecritteyiz" diyorsunuz. Ne anlamak gerekiyor bundan? Tecritteyiz demek, bilgileşmeye, bilgi alışverişine, birbirimizden haberdar olmaya, düzenden haberdar olmay a v e düny adan haberdar olmaya engel olunması demek. Ve day anışmayı engellemek demek. Hepimiz dey ince hapishane dışındakiler de tecritte, demek oluyor. Y ani Türkiye'nin bütün insanları hatta kendini çok özgür sananlar da tecritte. Çünkü onların dışında bu uy gulamayı, day anışmay ı engelleme, haberleşmeyi engelleme durumu var. O zaman, hepimiz tecrittey iz demek. Peki, egemenler tecrit politikasını neden uy guluyorlar? Tek kelime ile yönetmeyi kolay laştırmak, itirazları, hak aramaları, başkaldırmaları önlemek için tecrit politikasını uy guluy or iktidar. Ve tek kelimeyle ifade edecek olursak, tecrit eşittir insanı kişiliksizleştirmek demek, insan olmaktan çıkarmak için, duygularınızı düşüncelerinizi inkara y önelmeniz için uy gulanan çok büyük bir ceza. Cezadan çok bir işkence y öntemi. Zulüm.
VEDAT SAKMAN "Hepimiz Tecritteyiz" oyununa hangi duygu ve düşüncelerle katıldınız? Hepimiz Tecrittey iz oy ununa katılmamız gerektiğini düşündüğüm için katıldım. Çünkü düşünce suçuy la ilgili bu tip uygulamalar bütün düny ada artık olmamalı, insanlığın geldiği bu medeniyet seviyesinde bu işler artık bitmeli, diy e katıldım v e her zaman katılırım da. Oyun sırasında neler hissettiniz? Oy un sırasında hissettiklerimiz, hapishanelerde y aşay an insanların hissettiklerinin binde biridir diy e düşünüyorum ama süre biraz uzadığı zaman gerçekten o atmosfere v e hav aya giriyorsunuz ve gerçekten sinir
36 | TAVIR I EKİM 2006
sisteminizde önemli değişiklikler oluy or. F tipleri ve tecrit konusunda oyuna katılmadan önce ve katıldıktan sonraki düşünceleriniz nelerdir? Katılmadan önce de şiddetle karşıy dım meseleye. Katıldıktan sonra zaten daha da devamının, bunun bu olayla ilgili bir kamuoy u oluşturulması adına bu tür gösterilerin y apılması taraftarıy ım. Daha da büy üyerek, kitlelere ulaştırarak bu düşünceyi yaymalıy ız diy e düşünüyorum. Tecridin kaldırılması mümkün mü, tecridi kaldırmak için neler yapılabilir? Bunun bir medeniy et göstergesi olduğunu düşünüy orum, insanların ulaşacakları uy garlık düzey iyle de ilintili bu. Bu ay ıp bir şey, bunun kalkması gerekiy or, insan haklarına çok aykırı bir şey. Umut ediy orum ki bizim başlattığımız işler büy ür ve büy ük kamuoyları oluşur, bu utanç ortadan kalkar.
YALÇIN ERGÜNDOĞAN "Hepimiz Tecritteyiz" oyununa hangi duygu ve düşüncelerle katıldınız? Toplumsal duyarlılığı olan bir insan olarak Türkiy e'de gelişmekte olan tecrit uygulamasına karşı tepkilerin içinde kendimi ifade etmek istedim. Oyun sırasında neler hissettiniz? Empati y oluyla birebir olanları y aşamak üzere bu senaryo çerçevesinde gerçekleştirilen oy una katıldım. Kapıdan girerken hepimiz birer kişiydik. Kapıdan girerken kişiy dik, tecrite alındıktan sonra üzerinde bizleri çağırmay a y arayan numaralardan ibaret bir nesne olduk adeta. Kişiliklerimiz sıf ırlandı, içeri girerken ilk izlenimim buy du. Artık ben bir 11 numaraydım. Bu oy unda üzerime tesadüf en giy diğim tek tip gömlek 11 numaray dı. Artık bundan böyle 11 numara diye çağrılıy ordum. Oyundan önce ve oyuna girdikten sonraki düşünceleriniz neler? Senary o gereği tecritteki uy gulamaların bire bir benzerlerinin, aynılarının F tipi cezaev lerinde f iili olarak uy gulanıy or olması orada bulunduğumuz zaman dilimi içinde bunu yaşay an insanların yaşadıklarını, neler çektiklerini, nasıl duy gulara kapıldıklarını bire bir anlamamıza y ardımcı oldu. işte bunların
benzeri de bize uygulandı. Çok rahatsız edici, insanı insan olmaktan utandırıcı y üz kızartıcı gelişmeler olarak nitelendiriy orum Onları duy umsadım onları hissettim. "Hepimiz tecritteyiz" ne demek? F tipi cezaev inde bulunanların f iili olarak] dört duvar y a da işte hücrede olmalarını anlıy oruz ama bunun dışında dışarıda kendini özgür olarak if ade eden insanların da f elsefi olarak baktığımızda çeşitli yaşam day atmaları, uy gulanan siyasi ekonomik düzenin day atmalarıy la canlıların doğasına, insana doğasına aykırı bir y aşam sürmey e zorlandıklarını görüy oruz. Ben "hepimiz tecritteyiz" kav ramını böy le anlıy orum. Tecridi bir kelimeyle tanımlayabilir misiniz? Hiçliktir.
MEHMET ESATOĞLU "Hepimiz Tecritteyiz" oyununa neden katıldınız? İnsan olduğum için, tecrite karşı olduğum için, böy le bir çalışmanın olacağını duyduğumda tecride karşı ben de bu çalışmanın içine katıldım. Ne y azık ki ben bu çalışmada mikrof ondan komutları v eren işin başındaki adamdım. Tecriti iki kelimeyle özetleyebilir misiniz? İnsan, insanın cezalandırılması, insan var olduğundan bu yana tartışılıyor. İnsan değişik biçimlerde cezalandırılmış. Ulrike Meinhoff un hikayesini okurken onun atıldığı y eri, onun bulunduğu tecridi okuduğumda birden bire insanın en ağır cezalandırma biçiminin insansız bırakılmak olduğunu anladım. Tecritin kalkması için ne yapılabilir? F tipi, insanı insan olmaktan çıkartan bir cezalandırma biçimidir. Önce bunu insanlara sabırla anlatmak gerekiyor. Bir gün mutlaka, bu cezalandırma biçimi son bulacaktır. Her şey in, biliyorsunuz, isimsiz kahramanları vardır; o mücadelenin de isimsiz kahramanları v ar ama biz insanlık adına hangi kazanımımız v arsa, o güzelim isimsiz kahramanlara borçluyuz. Bugün de bütün isimsiz kahramanlara çağrı yapıyorum, gelin bu ay ıbı Türkiy e'den kaldırmak için her gün y eni y ollar bulalım...
izlenim
izmirde... tecritte... beş saat... tavı r
Ne demek bu "Hepimiz tecrittey iz?" Bunun üzerine o kadar düşündük ve o kadar tartıştık ki... Ne demekti bu "Hepimiz tecritteyiz?" Herkes bir şeyler söyledi. Ancak en anlamlısı "Hapishanelerde tecritte tutulanların seslerini duymadığımız sürece hepimiz tecrittey iz." cümlesiy di herhalde. Bu isimle oynadığımız oy unu turneye çıkaracağımız hiç aklımızdan geçmemişti aslında. Ne zaman ki oyun kamuoyunda ilgi yarattı ve oy undan öte bir eylem biçimine büründü, o zaman bize teklifler de gelmeye başladı dostlarımızdan. Bizi de bir heyecan sardı. Evet çok iy i fikirdi... Ve diğer iller için çalışmalara başladığımızda daha iyi anladık hepimizin gerçekten tecritte olduğunu. Bazen burnumuzun dibindekini görmekten uzak olan bir toplum haline getirilmişken, hapishanelerde kırk kapı ardında tutulanların seslerini nasıl duyabilirdik? Tecrit... Bir kelime miydi sadece? 122 kişinin kanıyla yazılan bir kelime. Söylemesi bile ne kadar korkunç-. "Bir kelimeyi kanla yazmak..." "Tecrit" Bir kelime olarak algılanırsa ne kadar korkunç olduğunun f arkında olmuyorsunuz. Peki, bir de yaşarsanız... İşte oyunumuz bunu amaçlıy or. Oyun bir canlandırma, "varmış gibi" yapma değil. Y ani bir gerçeği teatral dilde canlandırma. Tecrit edilen insanların neler hissettiğini anlayabilmek için izleyicileri izleyici olmaktan çıkararak birer oy uncu haline getirmek. Bir deney değil bu. Sadece bir oyun. Y aratılan sanal tecrit dünyasına bir kaç saatliğine konuk olmak ve ne yaşandığını hissettirebilmeyi amaçlıy oruz. Hedef izmir... Tecrit denen bir işkence vardı 6 y ıldır. Bir insanlık ay ıbıydı. Ne kadar anlayabildik,
ne kadar karşı çıkabildik buna? Elbette birçok insan F tiplerine, F tiplerinde uygulanan tecride karşı çıkmış tepkisini bir şekilde dile getirmişti. Ancak ya yaşamak? Bunu yaşayan kaç kişi vardı? Evet, bir oyun bile olsa, şimdi İzmir' de bunu gerçekleştirecektik. Proje herkesi heyecanlandırıyor ve meraklandırıy ordu. Gittiğimiz hemen herkes bunu basından duymuştu. İzmir'de canlandırılacak ol-
dın ve sanatçılarla olan randevularımıza yetişmey e çalışıy oruz. Salonumuz çok güzel. Konak Belediyesi'ne ait Alsancak Kültür Merkezi. Belediye çalışanı dostlarımız bize ellerinden gelen maddi ve manevi desteği sunuyorlar. Sıcak bakışlarından okuyabiliyoruz samimiyetlerini. 9 Eylül geldi çattı. Sabah salona vardık: Tatlı bir heyecan ve koşuşturmaca. Bizler, İstanbul ekibi olarak tecrübeliyiz. Ancak ne kadar tecrübeli olursak olalım bu oyunun neler getireceği ve götüreceğini birlikte göreceğiz, istanbul'daki ile aynı olmayacağı kesin, çünkü bu oyun bir doğaçlama. Yazılı bir senaryosu yok... Oy unda gardiyan olarak rol alacak Hamit Demir yönetimindeki Tiy atroevi oyuncuları ise çoktan rollerine adapte olmuşlar...
ması ilgi ile karşılanıy ordu. Kendimize uygun olarak seçtiğimiz tarih 9 Ey lül. O gün İzmir'in kurtuluş günü ve basın metnini kaleme alan gazeteci Dinçer Sezgin bu duruma şöyle hoş bir y aklaşım getiriyordu: "9 Eylül emperyalizmden kurtulduğumuz gün. Neden tecritten de kurtulduğumuz gün olmasın?" Tecrit... Altı harften oluşan bir kelime. Emperyalizmin ahtapota benzey en kolları gibi sıkıy or boğazımızı... Günler gittikçe y aklaşıyordu. Bir y andan salon ile ilgili hazırlıklarımız sürerken bir yandan ay-
Evet, onlar da yaşayacaklar tecridi. Belki de en zor olan onlarınki. Kendi dostlarına dahi kötü dav ranmak zorunda kalacaklar, incitmek, kırmak zorunda kalacaklar. Onlar birer sanatçı ve muhalifler. Tecride de karşılar. Belki de hayatlarının en zor rolü olacak bu. Kendi sabırlarını sınay acaklar. Zaman yaklaşıyor. Yavaş yavaş oyuncular ve izleyiciler geliyorlar. Salonumuz dolmaya başlıy or, İzmirlilerde de aynı merakı ve heyecanı görmek mümkün. Dinçer Sezgin günler önceden kaleme aldığı basın metnini okumadan önce salonda bulunan izley ici ve oyunculara kısa bir konuşma yaptı. Tecritin hayatımızı nasıl kapsadığını anlattı o sıcak, dost sesiyle. Bilgesu Erenus içeride ve dışarıda etraf ımıza kurulmuş olan hücrelerden bahsetti. Tecriti anlattı. Anlattı ama o da bilmiy ordu birazdan
EKİM 2006 | TAVIR | 37
izlenim
yaş anacak olanl arı. Çünkü bu oyunda yaş anacak olanları hiçbirimiz bilmi yorduk ki... Oyunun kur alı buydu. Oyunda yönetmenli k ve oyunculuk yapac ak ol an Mehmet Esatoğlu ise oyun hakkında bilgiler vererek her kesi tecrit hücrelerine davet etti ve oyunu başlattı. Tecrite girecek olan aydınlar seyircinin önünde sıraya girdiler. Hepsine tecrit önl ükleri giydirildi. Tecrit kuyruğunda olanların yaptı kları es prilere kul ak misafiri olduk: "Bu ül kede tecridin bile kuyr uğu var kar deşim..." Tecrit önlükl eri giydirilen tutuklulardan bazılannın zapturapt altına alınması o kadar kolay olmuyor ve oyun hemen oracıkta başlıyor. "Bir anda yaratılan gerginlik bütün salonu sarıyor. Hemen oracıkta seyirciler arasında bir polemik başlıyor:" Bu oyun ç ocukl arın gözü önünde oynanabilir mi? Çocukları oyuna al mamalısınız!" Çocuklarımız öyl e bir dünyada yaşı yorlar ki, evet biz onlar a tecrit duvarlarının olmadığı bir dünya bırakmak isti yor uz. Her ş ey onlar için. Ç ektiğimiz bütün dert onlar için. 7.kattaki seyircilerimiz koltuklarında oyunu izlemeye koyulur ken biz 4. kata doğru geçiyoruz.Oyun hareketli bir kamera aracılığıyla sinema perdesinden izlettiriliyor 7. kattakilere. Dördünc ü kata ini yoruz. Görevli olduğumuz halde bizi bile içeri almı yor gardiyanlar. Kameralarımıza el koymaya kalkı yorlar. İç eri girmeyi başarıyoruz dilekç e yazarak. Yani tecrit hücrelerine. Ki mimiz fotoğraf ya da kamera ç ekimi yapıyor, kimimiz is e çay getiri yor "mahkuml ara". Oys a oyunda görevli yiz biz. Mehmet Es atoğlu yeteneğini ve yaratıcılığını konuşturuyor. Oyunc u mahkumları tahri k edec ek kelimeleri özenle seçiyor. Zaman zaman gülmemek için kendimizi dışarı zor atıyoruz . "C Bloktaki şerefsizl er! Niye azdınız yine? İnsan olun biraz!" "Devlet size akşam döner partisi verecek! Döner yemek istemez misiniz? Kur allara uyun o z aman" '22 numara erkeklerle kırıştırma!" "06 numara! Ne oldu neden karınızla görüşmek istemi yorsunuz ? Cins el tercihleriniz mi değişti?" Taciz, aşağılama, hakaret... Hiçbir değer taşımayan bir otorite s ürekli emir veriyor. Direnenlerin direnişini kırmak için her yol mubah...
38 | TAVIR I EKİM 2006
Bir direniş gelişiyor daha oyunun en başında. Böyle bir şey İstanbul’da olmamıştı. Aslında bu oyunun en başl arı ve tecrit henüz hissedilmiş değil. İlerleyen z amanl arda tecridi hissettikl erine tanık olac ağız.
rükleni yor. Beş s aat s üren bir gerilim bu. Arabes k müzi k ve kims enin kişiliğinin ve kimliği-nin bir hükmünün kal madığı, herkesin bir "numara" olduğu bir ortam bu. Bütün bunları yaşar ken onların gerçek tecritte tutul anları düş ündüklerine eminiz.
Sloganlar atılıyor topl uca. " İçeride Dışarda Hücreleri Parçal a!" "Tecrite Hayır!"
Tecrit oyunu oynadığımız binayı çevreleyen
Sürekli
emirler
yağdıran
bir
başgardi yanın
mikr ofonik s es tonu bir süre sonra sı kıntı vermeye başlıyor. Hep aynı tonda konuş mayı nasıl başarabiliyor? Bir robot gibi. Gardi yanlar ise sürekli sert bakışlarla dolaşıyorlar ortalıkta. Konuşmuyorlar. Sadec e emirlere uyup sal dırıyorlar. T utukl uların yüz ifadel eri gergin. Değişik direniş biçiml eri geliştiriyorlar. Sessizce oturanlar da var, artık o arabes k müziğe dayanamayıp kulakl arını tıkayanlar da var. Kurallara uymayanl ar da var... uyanlar da... Ancak başgardi yan sınırları fazla zorluyor. En uys al "mahkum"u bile çileden çıkar abilecek, tahrik edebilecek yeteneğe sahip. Ara ara marşlar söyleniyor. Hatta idareyi protesto edip iç çamaşırına kadar soyunan bir "mahkûm" bile var. "Müzik dinl eyin, s akinlesin... Vatan haini Ahmet Kaya' ya ç akmak fırlatan değerli sanatçımız Serdar Ortaç söyl üyor!" Sinirler oldukça geriliyor. Evet... Tecritte düş ünen beyinler var. Yazar, şair, mühendis, öğretmen, doktor... Düş ünen ve üreten beyinler. Düşünmeleri bile yas aklanı yor. Birkaç saatliğine bile olsa artık onlar birer numara. Bir şey yaz maları ve okumal arı yas ak. Sadece o res mi otoritenin izin verdiği şeyleri okuyabilirler. Sanki beyinlerinin içini sıkıyor bir el. Ben nasıl istersem öyle düş ünec eksin ve yaş ayac aksın diyor. Ziyaretçiler geli yor oyun gereği. Tecritte tutulan dostlarına bir "merhaba" demek oyun bile olsa moral verebilmek için oradalar. Bin bir türlü eziyetten geçiriliyorlar. Kapıda ayakkabılarına kadar soyul up aranmayı kabul ederlerse girebilirler ancak zi yarete. Bilgesu Erenus tecrit kitabından alıntılar okuyor. Herkes zaman zaman dalıp gidiyor. Kimi si direniyor slogan atarak, ki misi yerlerde sü-
binalarda kafeler, pastanel er mevc ut. Bir hafta sonu işte ve İz mir’in saki nleri zamanlarını geçiriyorlar bu mekanlar da ve bir iki güzel söz edi yorlar sevdi kleri yle. Az ötede hemen az ötede bir zulüm var. Hatta bazen slogan s esleri sokağa taşınca meraklı kalabalığa açıklama yapma gereği bile duyuyoruz. İnip kendilerine yukarda bir tiyatro oyunu oynandığını ve izleyici olarak katılabilec eklerini söylüyoruz. Sokaktan geçenlerden teklifimizi geri çevirme- yenler var. Oyundan ayrılmak isteyenlerin kendilerine uzatılan mikr ofona s öyledi kleri ise bir noktada ortaklaşıyor: "Tecrit bir işkenc edir, yer yüzünden silinmelidir!" Hapishanedekilere bir selam gönderenl er, bu insanlık ayıbına karşı müc adeleye devam sözü veri yorlar hep. Tecrit... her yerde... Tecrit duvarları etrafımızı sarmış... Bu düşünceler beyni mde iyic e yoğunl aşıyor. Bu oyunun etkisinden s anı yorum uz un bir süre daha kurtulamayacağım. Gec e yolc uluğu yaparak dönüyorum İstanbul'a. Otobüs te bütün ısrarlarıma rağmen o arabes k müziğin hiç kesil mediği radyoyu bir türlü kapatmı yorlar. Gözlerim kapanmak üzere. Biraz uyusam bel ki kendi me gelirim. Tam dal mak üz ereyken bilet kontrolü yapan adam bana s esleni yor: "44 numara nerede i nec eksin?" Gözlerim açılıyor birden. Ters bir laf etmemek için kendimi frenliyorum. Kötü bir şaka mı bu? Kabus mu yoksa? Ne iğrenç bir şey bu. Tı pkı oyundaki gibi arabes k müzi k ve birisi sana numara olarak hitap edi yor, İyi ki otobüsteyi m. Hatta i yi ki o oyunda bile değilim. Peki ya tecritte tutulanlar? Gözlerim dalıp gidiyor. Kapkaranlık c amdan dışarıya... Tepemde arabes k müzik. Ve "Hepimiz tecritteyiz..."
okurdan
sizden gelenler
MERAK ETME!.. Asy a'nın batısına, Doğu'nun ortasına denk düşen toprak parçasının birinde, yeşil mi yeşil, sulak mı sulak, derelerin coştuğu, atların kırlarda koştuğu bir köy vardı. Bu köyde Zeki adında bir çocuk yaşardı. Zeki, y aşıtlarına göre daha uzun, esmer, yürekli, adı gibi kurnaz v e zeki bir çocuktu. Zeki'nin yaşadığı bu köy ün adı Masalköy'dü. Bu köyde anlatılan hikayeler, masallar yedi düvele nam salmıştı. Köy, adını buradan almıştı. Masalköy'de köylüler işlerini y aptıktan sonra, akşamları üçerli-beşerli ev lerde toplanıp birbirlerine hikay eler masallar anlatırlardı. Daha ziy ade büyükler anlatır, küçükler dinlerdi. Y ıllardır böy le sürdürmüşler geleneği. Böy lece çocuklar büy üdükçe, dağarcıkları genişliyor, bir masal kültürüne sahip oluyorlardı. Bir bayrak yarışı gibiydi. Büyüdükçe çocuklar, bayrağı dev ralacaklardı. Anlatıcılar, "Evvel zaman içinde kalbur saman içinde..." diy erek başlarlardı anlatmay a. Sonra yav aş yav aş konuya girilirdi. Y aşamın her alanından kesitler sunulurdu. Türlü konular, türlü kahramanlar olurdu hikayelerin içinde. Çocuklar bu anlatılanları çok severlerdi. Bütün bu öyküler içinde bir öykü vardı ki, y asaktı çocuklara. Çocuklar giremezdi içine; hele bir girmeye kalksınlar, öykü, başlamadan biterdi. Bu öykünün dinleyeni sağır, söyley eni lal oluverirdi. Geceleri renklere bürünen bu öykü, gündüzleri griy e dönerdi. Günlerden bir gün bizim Zeki, meraktan day anamay ıp gizlice bu öykünün içine girdi. Kimselere görünmeden, sezdirmeden. Zeki bu yasaklı öyküye girdi girmesine ama girdi-
ğine gireceğine pişman oldu. Her taraf ı gri, yaldızlı boy alı bir diy arda insanlar, ağaçlar, kuşlar, böcekler her şey ama her şey griydi. Güneş gri, rüzgar gri... Bir de cehennem bekçilerini andıran, ellerinde gri boy a kutuları taşıy an, kılıksız adamlar koşturuy ordu; bir o y ana bir bu yana. Hiçbir şey in renginin atmasına izin vermiyorlar. Gördüğü manzara karşısında korktu Zeki. Gözleri y uvalarından f ırlayacaktı neredeyse. Kalbinin baly oz darbelerini dindiremiyordu. Zeki, öyküy e girmişti artık. Çıksa nasıl çıkacağını bilmiy or, ilerlese bir f ırça da kendisi yiyecek diye korkuyordu. Y avaş yavaş heyecanını dindirmeye çalıştı. Sonra ağır ağır ilerlemeye başladı. Her adımda biraz daha şaşırdı, biraz daha korktu, korktukça merakı arttı, arttıkça ilerledi. Derken karşıdan gelen kamburu çıkmış, makinenin dişlisini andıran, gri, yaşlıca bir adamı konuşturacak gibi oldu. Sonra "Y a beni terslerse, y a benim buray a ait olmadığımı anlarsa" diy e düşündü, vazgeçti. Bu düşüncelerle v e korkularla ilerlerken gün kararıy ordu. Geceyi geçirerek, kendisini kimsenin görmey eceği bir y er aramay a başladı.
du. Çeşme başında duran Sabahat teyzesiydi, dükkanın önünde duran bakkal amcasıydı. Sırtında y ük taşıyan, oyun arkadaşının babası Rıf at day ısıydı, annesiyle babasıydı karşıda y ürüy enler. Bir sevinçle bağırarak, seslendiyse de, sesini duy uramadı. Arkalarından koştu yetişemedi. O koştukça uzaklaşıy orlardı, kendisinden. Tekrar bir korku sardı çocuğun içini. Cellat kılıklı gri boy acılar tekrar sokaklarda görünüverdi. Bu kez cellatlar onu fark etmişti. Hemen işe koyuldular, biri Zeki'yi y akalıyor, biri boy amaya çalışıyor, biri ağzını tıkıyor gri boyayla. Zeki oldukça zorluydu ve diledikleri gibi boyayamıy orlardı onu. Zorla da olsa, aykırı duran bu çocuğu uyumlu renge sokmak gerek diyerek, apar topar alıp kuytuya götürdüler. Burada kendisi gibi y arı boy alı, üstü başı hırpalanmış başka çocuklar vardı.
Geç saatlerde, sabahı edecek iyi kötü bir yer buldu kendine. Gecenin bile gece olmadığı bu y erde yorgunluğun etkisiyle uy uya kaldı. Bir tek rüy a bile görmediği uykusundan, gri renkle doğan güneşle uy andı. Öyküy e girdiğinden beri y aşadıklarının gerçek mi, hayal mi olduğuna karar veremezken, bir anda bir şey dikkatini çekti. Öyküye girdiğinden beri karşılaştığı insanları tanıdığını f ark etti.
Bu çocuklar da Zeki gibi öyküye gizlice giren, sonra da yakalanıp buraya tıkılan çocuklardı. Kimisi üç zaman, kimisi beş zamandır, buraday dı. Çocukların hepsinin gözlerinde "Sen de mi merak edip girdin yasaklı öyküye?" sitemleri vardı. Ellerinden gelse dışarı çıkıp bir daha hiçbir çocuğun yanlış yapmasına izin vermeyeceklerdi. Oysa şimdi y apabildikleri tek şey bütün saflıklarıy la v e çocuksuluklarıy la ağlamaktı. Gözlerinden süzülen gözy aşları değdiği her y erde, grisini atıy ordu üzerinden. Bu yüzden çocukları kuytuy a atıyorlardı. Bu y üzden Masalköy'de yasaklı öykü hala geceleri çeşit çeşit renklere bürünür.
ilk andaki korkusuyla bunu ay ırt edememişti. Evet, boy acılar dışındaki herkesi tanıy or-
Naci Aracı
EKİM 2006 I TAVIR | 39
okurdan
RENGİN YÜREĞİMİZDE Her sabah siyah-bey az f otoğraflar gibi düşlüy oruz seni. insan sadece y üreğiyle görebilir seni ve ancak y üreğiyle dokunabilir gizine senin. Rengin yüreğimizde... Sen bizim y ıldızımızsın. Umut y azar künyende, hüznün v e gecenin karanlığına inat... Her sabah y eniden ay dınlatır y üreklerimizi y üzün... Biliriz; hüznün rengini, ay ışığına v erdiği bir akşamın sabahında y arattın bunca umudu... Bahçendeki en güzel kardelenlerini, kızıl karanfillerini, hoş kokulu akasya çiçeklerini verdin o büy ük fırtınalara... Kaç kez acını y üreğine gömüp de, kırlangıç kanatlarında uğurladın güneşe canlarını... Masal değil, biliriz... Y ıldızlar düşürdüğünü gecey e...
cuklara, saçları rüzgar gülüşlü genç kızlara, delikanlılara... Seni anlatırız siy ah-bey az bir y aşamın kuşattığı v atanımıza... Sen bizim y ıldızımızsın... Rengin yüreğimizde... İçimizde ağır y ağmurlar yağarken, ellerimizde y ıldızdan umutlar, kanayan kentlere dokunur ellerimiz... Y okluk kara bir y ılan gibi sarsa da geceyi, senin aydınlığın olur zenginliğimiz... Ağıtları umut türkülerine çıkaran sokaklar çoğalır senin olduğun her y erde... Sokakları umuda açılan kentler kuşatır karanlığı...
Sen bizim y ıldızımızsın... Rengin yüreğimizde... Karanfiller açtırır y aşamın bahçesinden rengin, her sabah... Her sabah günebakanlar güneşten önce y üzlerini sana çevirirler, düş Seni bizim yıldızımızsın. Rengin yüreğimizde. dalgını kırlangıçların şaşkın bakışlarında. ZaY üreklerin karanlığını çatlatırcasına aşkın v e manı hiç durdurmadan gecenin ve sonsuzluumudun hav arileri dolanır sarı ışığında. ğun bir vaktinde düşeriz yollara her sabah... Kızıllığında o büy ük sevdamız kuşatır zalimi. Her sabah kentin üstüne çökmüş siy ah-beSeni düşleriz kentlerin koynunda... Seni düş- yaz bir y aşamı, senin rengine boyarız y enileriz laciv ert dağların çığ düşüren dorukların- den hiç durmadan... da... Y üreğimizdeki saklı depremlerin sarsıcı çığlığında... Her sabah ama her sabah söyle- İşte bak sen bizim y ıldızımızsın. Kent y ine diğimizi umut türkülerinin çoğul sevdaların- sana uyanıyor. Biz y ine sana... Siyah-beyaz dasın. bir fotoğraf karesinde düşlüyoruz seni... Rengin y üreğimizde... Sevdan gibi... İşte bak biz Sen bizim y ıldızımızsın... Her sabah seni an- yine her sabah senin renginde boyuyoruz latırız düşlerin coğrafyası hırçın rüzgarlara... özgür y arınlarımızı... Vatanımızı... Seni anlatırız, y oksul mahallelerin kenarlaÖmür Cerrahoğlu rında, alınlarında bir göz gecekondularının kırık pencerelerini taşıyan, gözleri badem ço-
40 | TAVIR | EKİM 2006
deneme
dokunamadığımız fotoğraflar gülşen işeri
yansıtan neler hissetmişti? Deklanşöre basarken elleri titremiş miy di? Neden sadece beş kareydi? Dayanamamış mıydı? Y ollar ve y ıllar çok şey öğretti ama bu fotoğraflarda acının kanatlarının olmadığını y eni öğrenDokunamadığınız f otoğraf lar oldu mu hiç? dim. Acı uçmuyor, biliyor musunuz? Düştüğü Benim oldu. Önümde duran beş kare f otoğ- yerde, kabuk bağlamadan duruy or. raf a dokunamıy orum. Ne zaman v e kim taraf ından karelenmişti kim bilir. Objektif e Ve gün geliyor baktığınız bir karede içinizde uy anıveriyor. Şu an benim baktığım beş kare
eylül geçmiş kapımızdan süpürmüş kalıntılarını ışıkların o güneş parlıyor hala ay yine bizim
f otoğrafta olduğu gibi... Bir anne, toprak bir mezara oturmuş ağıt yakıyor; mezarın üzerinde rengârenk çiçekler acıy ı kapatmaya yetmiyor. Fotoğraflarla konuşabilseydim ağlardım, konuşmadım kanadım... Saatlerce baktıktan sonra fotoğraflara, acılara kanat y apmak için uğraştım, uçuramadım. Uzun söze gerek yok, acının kanatları yok usta. Sadece ertelediklerimiz var, hay attan ala-
EKIM 2006 | TAVIR | 41
deneme
kilometreler ötesinde. Dağlardan denize gelmiştim. İlk kez gördüğüm denizin görkemliliğine hay ran kalmış, şehri ikiye bölen uçsuz bucaksız mavinin sarhoşluğuy la ağlamıştım, bir gün hiç ay rılamayacağımı düşünmeden. Mav ide gördüğüm özgürlük mü korkuttu beni bilmiy orum... Sonra ne denizler gördüm, Dağların çocuklarıydık ya unutmamız gere- denizlerde ne f ırtınalar... ken çok şey vardı. Aşk, sevgi, çocukluk... Ondandır çocukluğumu kilometreler ötesinde Hiç ayrılmadım denizden... Denizde de tanıunutuşum. Aşka, demir bir kilit, vuruşum. dım dağların çocuklarını ama bir daha hiç çoOndandır sevip de söyleyemeyişim. Sahi ka- cukluğuma dönmedim. İnsan y ara aldığı bir çımızın oy uncağı oldu? -Benim hiç olmadı- yerde yaşar mı? Y aşay amadım. Ama bilmiKaçımız saçlarımız okşanarak büyüdü? Kaçı- yordum ki daha ne y aralar alacaktım, ne hamız "sev iyorum" sözcüğünü kullandı? Çok yatlar kay bedecektim. Daha neler neler... Y olsev dik biliyorum, peki ne zaman söy ledik? ları geride bıraktım; geçen y ıllarda ise çok çiSev ildiğimizi bildik ama hiç duyduk mu? Oy- çek topladım mezarlar için, çok kişi uğurladım bir daha dönmemek üzere. Dağların çosa hayat ertelenmeye gelmez. Gelmedi de! cukları bir bir ölüy ordu. Odamdaki tabloya Uzun laf ın kısası y ok biliy orum, zaten uzun astığım fotoğraf lar her geçen gün çoğalıyoruzun değil upuzun anlatmak istiyorum, geç- du... Gazetelerde manşetti, mezarda dağların tim acının kanatlarını y apmaktan. Uçmasın- çocuklarına ağıt yakan annem. Onu tabloma lar. Anlatmak istediklerim var, uçsalardı an- asmadım hep yanımda taşıdım...
caklıy ız biz. O yüzden olmay an bir ülkenin düş y olcularıy ız y a. Biz denizin v e dağların çocuklarıy ız. İçimizdeki acılar hep uyanacaktır, uçmayacaklardır ki... Uçurduklarımız v e unuttuklarımız bize ait olan. Biz o aitliği hiç y aşay amadık.
latamazdım. Denizin v e dağların çocuklarını bilir misiniz? Ben dağların çocuklarını tanıdığımda erken büyümek zorunda olduğumu bilmiy ordum. Öğrendim. Henüz ilkokul sıralarında söylemeye başlamıştım devrim şarkılarını. Zazaca'dan anlamazdım ama ilk Zazaca şarkıy ı y edi yaşında dinlemeye başladım, kırık bir teybin en kısık sesiy le... O "kaçak duygu"y u anlatmaya kelimelerim y etmez, cümlelerim eksik kalır. "Dı beri" diyordu şarkı. Anlamını y ıllar sonra öğrendim "hadi gel"miş. Bu dili sev dim, dilini bilmediğim insanları. Türkçe'y e çevrilsin istemedim hiç, ama Mehmet Uzun'un Kürtçesini, başka birilerinin Türkçesiy le okudum hep. Acının dili yoktu, o yüzden şarkılar söy ledim Kürtçe, Zazaca. (Di beri havai mi di beri vvaye mi/ Na ceng ceng mau peri piv a sı mi (Haydi gel arkadaşım haydi gel kardeşim /Bu savaş bizim sav aşımız hep beraber gidelim ) Hiç unutmam, babam ben dinley ene kadar camdan bakar, "olağanüstü" bir durum gördüğünde kapatmam için işaret ederdi.
Önümdeki beş kare fotoğraf, beş karede aynı acı, aynı direnç, hep aynı aynı... Aynı sen, aynı ben, ay nı biz. O, beş kare f otoğrafta hep annem, ağıt yaktığı ağabey im, ağıt y aktığı dağların çocukları. O mezarın başında çığlık atmak isteyen bir kadın vardı. Toprağın karasını, allı morlu çiçekler kapatmıştı. O, acının her karesini yüzünde taşıy an kadına baktım, anneme; anlamaya çalıştım, acısını öğrenmeye, y ıkıntılarını onarmaya... Kederine isim bulmam zordu. En uzun orada sustum, en uzun orada ağladım, en uzun orada düşündüm, anneme en uzun orada baktım, en iy i orada tanıdım annemi, en çok orada yandım, en çok orada güçlendim...
Kaç saat olmuştu bilmiyorum, gün kızıla çalmıştı, o toprağın altındakini çıkarıp bağrına basmak istey en annem güçlükle kalktı mezarın başından, uzun u zun baktı v e gitti... On y ıllık hasretin sonucu çiçeklerle bezenmiş bir mezardı. Ve geride ağıtlar kalmıştı. Çocukluğumun Kürtçesini, Türkçe ağıtlarda dinledim. Y asaklanmış şarkıları haykırdım, inadıDağların çocukları böy le girdi hay atıma ve na söy ledim. hiç çıkmay acaklardı, derin yaralarla... insan acıy a ne kadar day anabilir ki? Ama dayanı- "Prangalı hasret'lerden çoktan geçtim. Y üzüyor işte. Y ıllar geçmişti ve biz acının surların- nü dökme küçük kız, diyordu ağabey im, y ıkda çok ateş yakmıştık, peki büyümüş muy- ma kendini anne, diyordum ben; annem gididük? işte oralarda bırakmıştım çocukluğumu y ordu, yaralarına basa basa gidiy ordu içini
42 | TAVIR | EKİM 2006
bırakıp o mezara... Eylül Fırtınası üçüncü y ılında şimdi. Üçüncü y ılında ilk kez y azdım ağabeyim, çocukluğumun ayrılmaz parçasını, anılarımın kahramanını. Eylül, kapımıza süpüremeyeceğimiz bir acıy ı bırakmıştı. Annem eteklerinde taşıyordu, çünkü acının kanatları y oktu. Çocukluğum y oktu, o yasağın Kürtçe tadı kalmamıştı. Kürtçe, Türkçe'ye çev rildi, oysa acının dili y oktu. Bir gün şair ceketli bir çocuk tanıdım, Karadenizliy di Kazım Koyuncu; Karadeniz'in rüzgârını estirirken İstanbul'da bir cümle kurdu: "Denizin çocuklarından dağların çocuklarına selam getirdik." Susmanın erdem say ıldığı bir öğreti v ardı. Ben de o cümleyle, o öğretiyi unuttum. Ağladım, hem de çok. Yaralarım kanamay a başladı. Selamını aldım, şair ceketli... Alırken ağladım, dünü, bugünü, y olları düşündüm. Kilometreler ötesindeki çocukluğumu, en çok y itirdiklerimi, y itirirken ay akta kalmay ı, hepsini, seni, beni, bizi, herkesi düşündüm. Y azdıklarımı, y azıp y aktıklarımı, yakılanları, yaktıklarını... Her şeyi... Bu ölümün adını düşündüm. "İki olur gerillanın düğünü, bir düşünce toprağa, bir çıkınca dağlara" diy en dizeler aklımdan geçti... Annem hala gidiyordu, bir ses duymak istiyordu ondan, bir nefes, bir soluk, bir bakış... Giderken içini bırakıyordu. Sanki 'O', toprağın altından çıkacak ve seslenecekti: "Anne ben geldim, oğlun. Üstüm başım kir, pas... Uzak ve tozlu y ollardan geldim. Karlı dağ başlarından. Anne ben geldim, oğlun. Parçalanmış kanlı gömleğime aldırma, postallarımın y ırtıklığına, ellerimin nasırına... Sana memleket kokusu getirdim. Senden iyi kokmaz ama olsun... Ben geldim bak, oğlun... Alnımda kurşun yarası varmış boş ver anne, 'Düşmanın bıçağı, yaralarıma basarak y ürümey i öğretti' Anne beni özledin biliyorum, bak sana saatimi getirdim. Bir de radyomu... Kırık ama olsun, iyi kötü ses işitiy ordum. Anne ağlama ne olursun, bak ben geldim oğlun... Sarılmayacak mısın?" Uzun mu oldu upuzun mu bilmiyorum. Annem içini bırakıp mezara gidiyordu, allı morlu çiçekler vardı toprağın üzerinde. Beklediği ses gelmedi annemin. Annem gitti...
sinema tarihinden
dekalog Kayhan demir
Dekalog", Kieslowski'nin, Polonya televizy onu için, Tanrı'nın Musa'y a gönderdiğine inanılan "on emir"inden yola çıkarak çektiği on kısa filmden oluşan bir telev izy on dizisidir. Kelime anlamıy la "kaideler, kurallar" demektir. 1988 y ılında çekimine başlanan ve her birinde ay rı öy külerin anlatıldığı bu on kısa f ilm, bilinen "dizi f ilm" formatında değildir. Her bölümün öyküsü v e oy uncuları f arklıdır. Buna rağmen, dev amlılığı olmay an "dekalog"da oy uncular, y er yer kendi oy nadıkları bölüm dışında da görünürler. Zaten bütün olaylar aynı bölgede geçmektedir. Ay nı blokta oturan bu oy uncular zaman zaman asansörde, apartman girişinde, taksi beklerken, postanede vb. y aşamın içinde karşılaşırlar. Bunun yanı sıra bütün bölümlerde y er alan "gizemli" bir karakter de vardır; yönetmen, kanımca bu karakterin on ayrı öy küye tanıklık etmesini sağlay arak bütünlüğü korumay a çalışmıştır. "Dekalog"lar, büy ük bloklarda y aşayan insanların küçük dairelerindeki öy külerdir. Dekalog, bir bütün olarak üç bin y ıldır en büy ük öğreti olarak insanın önüne konan din, ahlak, erdem gibi kuramlara y ine ay nı insan - bu kez 20. y üzy ılda yaşayan "modern"
insan- taraf ından y apılan bir eleştiridir. Bu eleştiri, bölümler boy unca doğrudan göndermeler yerine sembol v e imgelerle yapılır. Her bölüm, insana açılan bir pencere gibidir. Öy küler kısaca şu şekildedir: Dekalog Jeden Bölüm 1 "Senin tanrın benim, başka tanrın yoktur." Birinci bölüm, üniv ersitede öğretim görev lisi olan bir baba ve onun düny a tatlısı oğlu arasında, hay atın v e ölümün ne olduğu y önünde y apılan tartışmaların anlatıldığı bölümdür. Tanrının olup olmadığını öğrenmek istey en oğul ve bilimin yardımıy la bütün sorunların çözülebileceğine inanan bir baba v ardır önümüzde. Bir gün oğul, buz tutan gölde patenleriy le kaymak ister, baba da bilgisay arına başv urarak buzun kırılmasının mümkün olmadığını hesaplar v e oğlunun göle gitmesine izin v erir. Bölüm, deka-loglar içerisinde en çarpıcı bölümlerden biridir. Dekalog Dwa
EKİM2006/T AVIR/43
sinema tarihinden
Bölüm 2 "Tanrı'nın İsmini boş yere ağzına almayacaksın." İkinci bölüm, keman çalan bir sanatçı kadın, onun ölmek üzere olan kocası v e kocasının doktoru arasında geçen öyküyü anlatır. Kadın, bir başka erkekten hamile kalmıştır, eğer kocası y aşayacaksa çocuğu doğuramay acağını düşündüğü için doktordan doktor ay nı zamanda komşusudur- kocasının y aşay ıp yaşamayacağı hakkında kesin bilgi istemektedir. Doktorun vereceği cevaba göre ya çocuğunu düşürecek, ya da doğuracaktır. Bir yaşama karşılık başka bir y aşamın çelişkisinin resmedildiği bölüm, dekaloglar içinde sevgi v e duy arlılığın en y üksek olduğu bölümlerden biridir. Dekalog Trzy Bölüm 3 "Altı gün çalışacaksın, bir gün dinleneceksin" Üçüncü bölüm, y alnızlık v e çaresizlikten bunalmış bir kadın v e onun (ev li) eski sev gilisinin arasında geçen öy küyü anlatır. Herkesin aileleriy le bir arada olduğu bir y ılbaşı gecesinde y apay alnız olan kadın, bu gecey i eski sev gilisiy le birlikte geçirmek için bin bir türlü y alan söyler. Y ılbaşı gecesinde sokaklar, tren garları v e hastanelerin acımasız y alnızlığı, kadının v e modern insanın- y alnızl ığın ın ölçüsünü if ade etmektedir. Bir tarafta düzenli bir y aşam, aile; diğer tarafta sınırsız bir y alnızlık. Bölüm, dekaloglar içinde en iç acıtan bölümlerden biridir. Dekalog Cztery Bölüm 4 "Anne v e babana saygılı dav ranacaksın." Dördüncü bölüm, genç bir kız v e y ıllarca babası olduğuna inandığı ama gerçekte babası olmayan bir adam arasındaki öyküyü an-
44 | TAVIR | EKİM 2006
latır. Tiy atro öğrencisi bu kız, y ıllarca babası bildiği adama karşı gerçeği öğrendikten sonra- duy gularını sorgular. Hissettiği şeyler baba sevgisinin ötesinde bir sevgi midir? Baba da gerçeğin ortaya çıkmasının ardından benzer bir hesaplaşmay a girmiştir; y ıllarca birbirlerine duy dukları sev gi aslında bir aşk mıdır? Bölüm, sevginin sınırları üzerine çok ciddi sorgulamalar getiren, dekaloglar içinde en güçlü bölümlerden biridir. Dekalog Piec Bölüm 5 "Öldürmey eceksin." Beşinci bölüm; ahlaki değerlerden y oksun bir taksi şöf örü ve onu aslında bir hiç uğruna öldüren işsiz, amaçsız bir genç arasındaki öyküy ü anlatır. Genç, bu cinayet nedeniyle ikinci bir "cinay et'le idam edilecektir. Y önetmen, her iki cinayetin v ahşiliğini ifade etmek için seyirciyi dehşete düşürmekten kaçınmamıştır. Bu bölüm daha sonra eklemelerle genişletilmiş v e "Öldürme Üzerine Küçük Bir Film" ismiy le düny a çapında tanınan bir f ilme dönüşmüştür. Bölüm, modern düny adaki insanın derin bunalımlarını anlatırken "adalet'i de masay a y atırır, dekalogların en sarsıcı bölümüdür. Dekalog Szesc Bölüm 6 "Zina Etmey eceksin." Altıncı bölüm; bir delikanlının, komşusu olan bir kadına duy duğu aşkın öy küsüdür. Kadına y aklaşabilmek için türlü tuhaflıklar da dahil pek çok şey deneyen delikanlı, bu "aşk y arası" y üzünden y ıkıma uğrar. Kadın da ay nı süre içerisinde gencin duygularını anlamay a çalışırken aşkı ve bağlılığı sorgulatan sarsıcı bir dönem geçirir. Bu bölüm de altıncı bölüm gibi genişletilerek "aşk üzerine küçük bir f ilm" adıy la sinema f ilmi haline getirilmiştir. Bölüm, dekaloglar içinde duy guyu en iy i anlatan bölümlerden biridir.
sinema tarihinden
Dekalog Siedem Bölüm 7 "Çalmay acaksın." Y edinci bölüm; kendi kızını annesinden çalmak zorunda kalan bir genç kadını anlatır. Genç kadının "y asak aşk" sonucu doğan çocuğu, toplumsal v e kişisel çıkarlar nedeniy le aile taraf ından y aşlı annenin çocuğu olarak gösterilmiştir. "Gerçek" anne bunu kabullenmez v e kendi çocuğunu kaçırmak zorunda kalır, "insan kendine ait bir şey i aldığında onu çalmış mı olur?" ana düşüncesi etraf ında örülen öykü, dekaloglar içinde insanın içini en çok acıtan v e alışılmış kuralları en çok sorgulayan bölümlerden biridir. Dekalog Osiem Bölüm 8 "Y alan yere şahitlik yapmayacaksın." Sekizinci bölüm; üniv ersitede öğretim görev lisi olan y aşlı bir kadınla onu görmek için Amerika'dan Varşov a'y a gelen Y ahudi bir kadın arasında geçen öyküyü anlatır. Öğretim görev lisi olan kadına, sav aş y ıllarında Nazi'lerden kaçan küçük bir Y ahudi kız getirilmiş, kendisinden kızın hay atını kurtarmak için, kızın Hıristiy an olduğu y önünde şahitlik yapması istenmiştir. Bu isteği reddeden kadın y ıllarca bu dav ranışıy la hesaplaşmıştır. Aradan y aklaşık kırk y ıl geçer v e kadın bu "küçük Y ahudi kız"la y üz yüze gelir. Bölüm, dekaloglar içerisinde dini kuramların günümüzün değerleriy le yeniden sorgulanmasını en iy i anlatan bölümlerden biridir. Dekalog Dziewiec Bölüm 9 "Komşunun evine tamah etmey eceksin."
Dokuzuncu bölüm; çocuk yapma yetisinin olmadığını öğrenen bir koca ile kendisini aldatan karısı arasındaki öyküyü anlatır. Test sonuçlarını karısına açıklayan koca, karısından "aşkın bedende değil, kalpte olduğu" cev abını alır, kadın kocasını sevmektedir. Fakat kadının ay nı zamanda bir sevgilisi vardır. Y önetmenin "Cinsellik olmadan aşk, nerey e kadar aşktır?" sorusuna cevap aradığı bu bölüm, dekaloglar içinde bağlılığın v e sev ginin sorgulandığı en çarpıcı bölümlerden biridir. Dekalog Dziesiec Bölüm 10 "Komşunun karısına, kölesine, hiçbir şey ine tamah etmeyeceksin." Onuncu bölüm; ölen babalarının, kendilerine değerli bir pul koleksiy onu bıraktığı, hali v akti y erinde olmay an iki kardeşi anlatır. Diğer bölümlere göre "komedi" olarak değerlendirilebilecek bu bölüm; günümüz y aşamı için yeni anlamlar bulmak, insanların dav ranışlarını anlamak için buyrukların ötesinde başka şeyler bulunması gerektiğini önümüze koyar. Kara mizahtır.
Dekalogların tümü, izley en üzerinde ciddi bir etki bırakır. Toplumsal ilişkiler v e insan çelişkilerini kav rama konusunda birer ders kitabı niteliğinde olan dizi "Erdem nedir?", "İy ilik v e kötülük nedir?" sorularına cevap arıy or, izleyene de aratıy or. Üç bin y ıllık kurallar, bugünün dünyasını anlamamıza y etiyor mu? Bu kuralların y ardımıy la bu dünya ile baş edebilecek miy iz? Bütün bölümlerde yer alan oy uncuların perf ormansla rı, kamera ve ışık kullanımı, müzik, senaryo v e en önemlisi Kieslowski'nin niy eti v e yaptıkları, "Dekalog"u sinema tarihin başucu eserlerinden biri y apmaya yetiyor.
EKİM2006/T AVIR/45
haberler
Brecht'in asistanı Manfred Wekwerth ve oyuncu Renate Richter ülkemize geldiler Alman y azar, kuramcı v e yönetmen Bertolt Brecht'in 50. ölüm y ıldönümü düny anın çeşitli ülkelerinde gerçekleştirilen etkinliklerle anılıy or. İstanbul Goethe Enstitüsü de bu nedenle Mimar Sinan Üniv ersitesi v e Beşiktaş Belediy esi'nin katkılarıy la üç gün süren bir dizi etkinlik düzenledi. Wekwerth, 1949'da Brecht öncülüğünde kurulan Berliner Ensemble Tiy atrosu pratiğini y aşamış, düny ada tiyatro alanında önde gelen isimlerden biri. Renate Richter ise Brecht'in "Üç Kuruşluk Opera"dan "Mutlu Son"a, bir dolu oy ununda önde gelen f igürleri başarıy la sahnelemiş bir sanatçı. İlk gece, Brecht'in "Mutlu Son" oy unundan uy arlanan bir f ilm gösterildi.İkinci gün ise "Brecht Şarkıları Akşamı" v ardı. Wekwerth ve
Richter, oy uncu Zeliha Berksoy 'un katılımıy la Brecht'in değişik oyunlarından, şarkılar seslendirdiler v e onun çeşitli metinlerini okudular. "Brecht'e Göre Tiy atro" başlıklı seminer ise üçüncü günün etkinliği oldu. Almanya'da küçük bir kasabada 50'li y ıllarda amatör tiy atro y apan v e bir topluluk kuran Wek-vverth, sahneledikleri Brecht'in "Carrar Ana'nın Silahları" adlı oy ununu yazara seyrettirme çabasına girişirler. Brecht gösterime gelmez ama bir süre sonra onlara iki otobüs yollay arak tüm ekibi ve dekorlarını aldırarak Berlin'e getirtir. Üç gün süren etkinlik sonunda Wekwerth Harbiy e'deki Getronagan Okulu cep tiy atrosunda imza gününde onlarca izley iciyle buluştu.
Bu sene 4.'sü gerçekleşen geleneksel Halk Sofrası Pikniği, Sarıyer Mehmet Akif Ersoy Orma-nı'nda yapıldı. Sabah saatlerinde İstanbul'un birçok ilçesinde başlayan sağanak yağmura rağmen, y aklaşık üç bin kişinin katıldığı piknikte, birçok sanatçı sahne alarak konser verdi. Dav ul-zurna eşliğinde çekilen halay larla sabah saatlerinde başlayan piknikte, sırasıy la Erdal Bayrakoğlu, Sarıgazi Temel Haklar Müzik Grubu, Şahe Bedo v e Arzu sahne alırken, söylenen
şarkılar eşliğinde horonlar tepildi, halaylar çekildi. Konserler oldukça coşkulu geçerken, sahneye son olarak Grup Y orum çıktı. Y orum'u sahneye Ahmet Kulaksız dav et etti. Y orum'la birlikte, piknik alanında binlerce kişi sıktiı yumruklar eşliğinde şarkılar ve marşlar söyledi. Programına "Adiloş Bebe" isimli şarkıy la başlayan Y orum, şarkılarını tecride karşı direnenler ile Lübnan v e Filistin halklarına armağan etti. Coşkulu halaylar eşliğinde dev am eden piknik, marşlarla 19.00'da sona erdi.
Ovacık'ta Grup Yorum'a polis yasağı 5 Eylül günü, Dersim'in Ovacık ilçesinde Grup Yorum çalan ve dinleyen es naflar ve çay bahç eleri polis tarafından uyarılarak Grup Yorum'un dinlenmesi engellenmeye çalışıldı. Bölgede bulunan es nafl ar, polis tarafından "Grup Yorum çalmayacaksın" diye uyarıldıklarını belirttiler. Yine aynı dönemde "Yüksek sesle Grup Yorum çalmayın" diyen polis, bununla da yetinmeyip bu kez de Yorum'un s on albümü "Yıldızlar Kuşandık" kasetinin yasak olduğunu söyledi. Yasakların ve bas kıların 21 yıldır türkülerini susturamadığı Grup Yorum'un 9 Eylül'de yaptığı yazılı açıklama şöyle:
bümlerimiz satılıyor, iki ay önc e yapılan 7. Munzur Kültür Festivali'ne de katıldık ve Ovacık dahil, dört ilçede binlerce kişiye konser verdik,
"Türkülerimiz Yasaklanamaz!
Polisin yaptığı baskılar yasadışıdır. Yasaları uygulamakla görevli po lisler, adeta ' yas a biziz, kanun biziz' diyerek, yasaları çiğneyerek, Grup Yorum'u engellemeye çalışıyorlar. Polis istediği kadar yas aklamaya çalışsın, istediği kadar tehdit etsin. Grup Yorum'u engelleyemez.
Dersim'in Ovacık ilçesinde, Grup Yorum türküleri çalan, dinleyen esnaflar ve çay bahçel eri polis tarafından tehdit ediliyor. Es naflar a 'Grup Yorum çalmayacaksın' şeklinde baskı uygulayan polis, birkaç ay önce çıkardığımız Yıldızlar Kuşandık albümünün de yasak olduğunu söyleyerek tehditlerini sürdürüyor. Bu yasaklama, tamamen polisin keyfi uygulamasıdır. Türkiye'nin her yerinde konserler veriyoruz ve al-
46 | TAVIR | EKİM 2006
Yıldızlar Kuşandık isimli albümümüz, ül kenin her tarafında satılıyor ve hiçbir yasaklama kararı yoktur. Türkülerimizin toplu mekânlarda çalınması ve dinlenmesini de kısıtlayan hiçbir mahkeme kararı yoktur. Ve tarihte onlarca örneği vardır ki, türküleri yasaklayanlar tarihin karanlık sayfalarına gömülmüşlerdir ama halkın direniş türküleri büyüyerek bu güne ulaş mıştır.
Dersim'de türkülerimizi söyl emeye devam edeceğiz, Dersim hal kı Grup Yorum türkülerini söylemeye devam edec ek."
haberler
12. Gezici
Film Festivali başlıyor
12. Avrupa Filmleri Festivali - Gezici Festival Kasım ayında başlıyor. Ankara'da 3-9 Kasım tarihleri arasında gösterime girecek olan filmler, 11-16 Kasım'da Kars'ta, 1721 Kasım'da Tiflis'te, 22-26 Kasım'da ise Bakü'de si nemas everlerle buluş acak. Bu yıl Festival'in yerli ve yabancı konukl arını Kars beledi yesi ağırlanacak. Gezici Festi val programında bu yıl, "Sürgün, Sığınmacılar, Sınırlar", "Gerçeküstücü Fil mler", "En iyi Avrupa Komedileri", "Tür k Sineması 2006", " Avrupa Avrupa", "Çocuklara Canlandırmalar", " Kı sa İyidir -Avrupa Panoraması" adlı bölümler ve İtal yan yönet men Luchi no Visconti ile Rus yönetmen Yuri Norstein'ın filmleri nin izletileceği toplu gös terimler yer alıyor. Finlandi yalı yönetmen Aki Kaurismaki'nin Kaybedenler Üçlemesi'nin son filmi olan ve yalnız lığı konu al an 2006 yapımı Lights in the Dus k, "A vrupa Avr upa" bölümünde yer al acak ve "Uluslararası Yarışma" ya katılacak. Norveçli yönetmen J ens Li en'in bu yıl Cannes Film Festi vali'nde gösterilen 2006 yapımı filmi The Bothersome Man, nasıl geldiğini bilmediği tuhaf bir kentte s orunsuz bir yaşam sür meye başlayan
fakat zamanla duygudan uzak insanlarla ber aber olduğunu anlayan Andreas'ın öyküsünü anl atıyor. Polonya filmi "I Am" ise, ıslahevinden kaçan, birlikte yaşamayı umduğu annesi tarafından reddedilen ve tamamen yalnız bırakılan 11 yaşındaki Mongrel'in öyküsü. Mongrel'in yapmaya çalıştığı şey, hayatla tek başına yüz yüz e gelmektir. Dışarıda daha iyi bir dünya olduğunu fark etmesi, r üyalarının gerçekleş mesi için ona güç ve umut verir. Yönetmen Dorota Kedzierz aws ka'ın 2005 yapımı filmi, Berlin Çoc uk Filmleri Festivali'nde Uluslararası Jüri Özel Ödülü ve Berlin Film Fes tivali'nde Özel Mansi yon ödül ünü al dı. Her yıl festi valle eş zamanlı olarak Türk Sineması'nın önemli isimlerini inceleyen ve Dost Yayınevi'nin katkılarıyla hazırlanan Sinema Kitapları'na bu festi val de üç kitap daha ekl enecek. Bu yıl kaybettiğimiz usta yönetmen Atıf Yılmaz, Tür k Sineması'nın en önemli oyuncul arından Sadri Alışık ve son filmi Kader ile Altın Portakal ödül ü alan yönetmenZeki Demirkubuz ile ilgili kitapl ar okuyuc ularla buluş acak.
Filistinli sinemacılardan kültürel boykot çağrısı "Filistinli sinemacılar ve s anatçıların İsrail devleti des tekli kültürel kur umları boykot ç ağrısını destekliyor ve her kesi bu kampanyaya katılmaya ç ağırıyorum." diyerek filml erini Hayfa Film Festivaline gönder meyi re-deden yönetmen Ken Loac h'ın ardından, birçok al anda israili boykot çağrıları yapılıyor. İrlanda Parlamentos u yazılı açıklamada bulunarak ins an haklarını ihlal gerekçesi ile AB Bakanl ar Kons eyi'nde İsrail'e karşı ticari müeyyide uygulanmasını gündeme getirdi. Glasgow'da Avrupa Kriket Şampi yonası'nda İsrail ile oynanac ak kri ket maçı iptal edildi. Güney Afrika israil'e ekonomik boykot uygulama yolun-
da. Yunanistan Film Merkezi İsrail'de yapılacak film festi valine katılmama kararı aldı. Edinburgh Festivali ile Locarno Film Festi vali İsrail sponsorluğunu reddetti. İrlanda Film Enstitüsü, israil ile spons orluk ilişkilerini kes tiğini açıkladı... i sr ail finansının "Filis ti n ve Lübnanlı si villerin katliamı ile lekelenmiş para" olması sebebi yle bu kar arların alındığı belirtiliyor. Belgesel Sinemacılar Birliği de, Greenhos e isimli israil ortaklı projeden ç ekildiğini açıklayarak, bu pr oj eni n boykot edilmesini istedi.
EKİM 2006 | TAVIR | 47
haberler
►Bu yıl 7-16 Eylül tarihleri arasında 31'incisi düzenlenen Toronto Uluslararası Film Festivali'nde, Meksi kalı yönetmen Al ejandıo Comez Montever de'nin romanti k drama filmi "B ella" büyük ödül ü alırken, Türk-Al man yapımı "Takva-Bir Adamın Allah Kor kusu" filmi de "K ültürel Yenili k" ödül ünü aldı.. Yönetmenliğini Özer Kızıltan'ın yaptığı, 97 dakikalık T ürkçe filmde Er kan Can, Güven Kıraç, Meray Ülgen, Duygu Sen, Selahattin Bilal rol aldı. Tanrı korkus u üzerine kurulu filmde, "Eğer yaş amımızı tanrı inancı üzerine kurmuşsak ve inançlarımızı sorgulamaya başl amışsak, bu nedenle tanrıyı kaybeder miyiz ya da tanrı bizi terk eder mi?" teması vurgulanıyor. ► Musa Anter ve Basın Şehitleri Gazetecilik Ödülleri yarışmasının sonuçları açıklandı. Haberde Mürsel Acay, fotoğrafta İlyas Akengin, kari katürde Mehmet Arslan birincilik ödülü aldı. Kürtçe habercilikte Az adi ya Welat özel ödül, ka-
48 | TAVIR | EKİM 2006
dın haberciliği dalında da Hürriyet Gaz etesi muhabiri Emel Armutçu ödül aldı. Mehmed Uzun'a da "O nur Ödülü" verilmesi kararlaştırıldı Tan Oral, Ender Öz kahraman, Sefer Selvi, Rew-hat ve Halil Inces u'dan oluşan karikatür jürisi, birinciliğe Mehmet Arslan'ı oy birliği ile seçti. Ancak jüri, Arslan'ın gönderdiği iki karikatürden hangisinin birinci olac ağına karar veremedi. Bu yüz den karikatürlerin i kisi birinci seçildi. M ehmet Arslan yaptığı açıklamada, ödülünü öl üm orucunda olan Avukat Behiç Aşcı'ya ar mağan edec eğini belirtti. ► Yeditepe Üni versitesi'nde İngilizce eğitimi veren kolaj sanatçısı Michael Dickinson tutuklandı. Irak savaşını hicveden kolaj çalışmasından dolayı BAK üyesi Erkan Kaya'ya dava açıldığını öğrenince, kendisinin de yargılanması gerektiğini savundu, ama savcı; "Hayır, senin amacın T.C. devletini karalamak. Bu nedenle seni sanık ol arak davaya dahil etmeyeceğim." di yerek reddetti. Daha sonra Michael Dic kinson yeni bir kolaj çalışması yaparak bunu Kadıköy Adliyesi'nde sergi-
ledi. Ardından tutuklandı. CMUK avukatının itiraz etmesi üzerine tahli ye edildi anc ak, Z eytinburnu polis karakol unda yabancılar şubesinde tutul maya devam edi yor... ►Yazar Elif Şafak yargılandığı davadan beraat etti. D uruşma önc esinde Beyoğlu Adliyesi bahçesinde saldırgan davr anan ül kücü avukatlar, tehditler savur dular. Elif Şafak'a sahip çıkıp duruma tepki gösterenlerden i ki kişi de gözaltına alındı. Saldırganlara hiçbir müdahale olmadı. Öte yandan TCK 301. maddeden yargılamalar devam edi yor. Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink'e bu maddeden bir dava daha açıldı. ►2007 Oscar yarışmasında Tür ki ye'yi "Dondurmam Gaymak" filmi temsil edecek. Muğla'da çekilen ve Muğlalıların rol aldığı "Dondurmam Gaymak"ta, babadan kalma mesleği dondur macılıkla geçinen Ali Usta'nın büyük dondurma şirketleriyl e rekabet edebilmek için verdiği mücadele anlatılıyor.