2/17/07
1:53 PM
Page 1
kültür sanat yaflam›nda
›ssn 1303-9113
flubat 2007
kapaklar
•
2007/02
•
say› 58
•
2.25 YTL(KDV’li)
kapaklar
2/17/07
1:53 PM
Page 2
tavır a y l › k
s a n a t
d e r g i s i
Merhaba
Sahibi Tav›r Yay›nlar› Org. Reklamc›l›k ad›na Öznur Turan Genel Yay›n Yönetmeni Gamze Mimaro¤lu Sorumlu Yaz›iflleri Müdürü Ahu Zeynep Görgün Yaz›flma Adresi ‹stanbul Mahmut fievket Pafla Mah. Mektep Sk. Çoban Apt. No:4/5 Okmeydan› - fiiflli - ‹stanbul Tel: (212) 253 78 88 - 253 78 81 Faks: 235 44 11 e-posta: info@grupyorum.net
Tam yedi y›ld›r hep bir dizesi eksik destand› yaz›lan. ‹flte o dize yedinci y›l›nda yaz›ld›. Bir avukat, bir ana, bir tutsak, kendilerinden önce yaz›lan kocaman bir destan›n son dizesini yazman›n onurunu yafl›yorlar flimdi. Ve yafl›yorlar, aram›zdalar. Yaflam›m›z›n yar›m kalan yanlar›n› bundan sonra birlikte tamamlayaca¤›z. 122’nin hüznüne, hep bafl› dik olman›n coflkusunu katarak. ‹flgalcinin hukuku, adaleti yoktur. Zaten iflgal bafll› bafl›na hukuksuzluktur. ABD, Irak’›n eski devlet baflkan› Saddam Hüseyin’i, göstermelik bir flekilde yarg›lad›ktan sonra, “iflledi¤i suçlar” nedeniyle idam ettirdi, iflbirlikçilerine. ‹syan›m›z idamad›r ama bir o kadar da adaletsizli¤in simgesi, ucu ilmikli ipedir. ‹syan›m›z, hiç hakk› olmad›¤› halde Irak’› iflgal eden, yakan-y›kan-katleden-idam eden, baflta ABD olmak üzere, ya¤mac› sürüsü emperyalist çeteyedir. ‹syan›m›z bir el uzatmal›k yerde olan Ba¤dat’ta olamay›fl›m›za, Ba¤datl›lar›n isyan›na sadece yüreklerimizle ortak olabilmemizedir… Ve isyan daimdir Ortado¤u’da… Ba¤dat daha düflmedi… Düflmeyecek! Demir kap›, kör pencere, yast›k, ranza, zincir… Ahmed Arif’in kelimeleri, deyimleridir…
Ankara ‹dilcan Kültür Merkezi fiirintepe Mah. 8.Cad. No:222 / B Mamak – Ankara Tel: (312) 390 38 05
Hapishaneyi bunlarla anlat›r usta. Kolay de¤ildir dört duvar aras›nda bir ömür geçirmek. ‹nce ince çal›flan bir törpüden, sapasa¤lam ç›kmak sadece ve sadece “iman” sahibine mahsustur. Kerim Korcan gibi birine yani. Hapislikte k›demlidir birçok ayd›ndan, yazardan, çizerden… Mütevaz›l›kta oldu¤u gibi… “Bülbülün çekti¤i dili belas›” der eskiler. Korcan da hem dilinden, hem yazd›klar›ndan çekmifltir. Aln›n›n
Hesap no (YTL) 1042- 30000 596147 Gamze Mimaro¤lu ‹fl Bankas› Parmakkap›/‹ST.
ak cefas›d›r bunlar ama… Ve hiç unutulmamas›n› sa¤layan yine onun yazd›klar›, söyledikleridir… Dergimizi gazete bayilerinde bulamayan okurlar›m›za ça¤r›m›zd›r. Da¤›t›m tekel-
Hesap no (EURO) 1042- 3010000 129062 Gamze Mimaro¤lu ‹fl Bankas› Parmakkap›/‹ST. Ofset haz›rl›k TAVIR YAYINLARI
lerinin bask›lar› ve ekonomik zoru nedeniyle dergimizi da¤›t›ma veremiyoruz. Bize ulafl›n, abone olun… Sayfalar›n›z› da bofl b›rakmay›n. Yaz›n hiç usanmadan. Yeni say›m›zda görüflmek dile¤iyle… Dostlukla…
Bask› ASPAfi Yerel süreli yay›n tavır
‹Ç‹NDEK‹LER
02/2007 33 düfllerimiz yar›m kalmayacak deneme
5 7 8 12 14 17 22 25 26 30 31 34 35 40 41 44 46
DENEME düfllerimiz yar›m kalmayacak DENEME ›rak gözleri nemli toprak fi‹‹R vedat türkali fi‹‹R ismail toksoy ‹ZLEN‹M gözlerinden hapishane geçen kad›nlar B‹YOGRAF‹ kerim korcan SÖYLEfi‹ macide tan›r ARAfiTIRMA rock müzik tarihi-2 AYIN FOTO⁄RAFI
12 3 gözlerinden hapishane geçen kad›nlar izlenim
14 kerim korcan 3 biyografi
ARAfiTIRMA afgan müzi¤i fi‹‹R ernst toller T‹YATRO sao paolo arena tiyatrosu fi‹‹R edip cansever B‹YOGRAF‹ attila ilhan fi‹‹R a. kadir RÖPORTAJ dervifl zaim S‹NEMA cenneti beklerken HABERLER
17 3
3
söylefli maide tan›r
kapak 3
deneme
düfllerimiz yar›m kalmayacak ayfle denizci
Yar›m kalan o kadar çok fley var ki... Sevincin öfkeyi, hüznün isyan› içinde tafl›r. Bazen de anlam veremedi¤in bir duygu sarar tüm benli¤ini. Anlamazs›n, anlam veremezsin hani… ‹flte o, karanfillerin yeniden renklendi¤i gün bunlar› yaflad›k.
Zafer, hüznü de içinde tafl›maz m› diyorsun? Bu, o bildi¤imiz hüzünlerden de¤il ki... Koca ‹stanbul caddeleri o gün nas›l da küçüldü… Bütün her fley tan›d›k, bütün her fley bildik ve bütün her fley bir olay› anlat›yordu sanki.
Pay Apartman›’n›n önünde ilk sar›lmalar... Yüzlerdeki o duyguyu kim tarif edebilir? Ya da tan›mad›¤›n›z ve ilk orada gördü¤ünüz insanlar›n birbirilerine sar›lmalar›n›... Yüzünü bir annenin gözyafllar›yla y›kamak, hangi kelimelerle anlat›l›r?
Yar›m kalan o kadar çok fley var ki... Bir yan›m›z karalar›n aras›nda beyaz› ararken, bir yan›m›z karalara bürünmüfl... ‹çimizde bir fleyler kal›yor her seferinde... Sevincin en derinini yaflamak isterken yar›m kal›yor gülüflümüz. Yüzümüzde yar›m ve utangaç kal›yor... Sevinmekten utan›r gibi bak›yoruz birbirimizin yüzüne... Oysa çok sevinmemiz gerekirdi. “Niye tam de¤il?” diye soruyor insan kendine... Ama sonra isimleri bir bir diziliyor pefl pefle...
Her sokak seni davet eder gibi bak›yor gözlerinin içine... O anki duygular›n› anl›yor gibi. Al›p götürmek istiyor... Ya gözlerin? Gözlerin, yafllar›n› davet ederek ›slat›yor yüzünü... Kim bu kadar ac›y› yaflad›ktan sonra gözlerine ac›mas›z davran›r? Gözlerine, bu kadar yafl› nerede biriktirdi¤ini sorsana bir... Sana o kadar çok fley anlat›r ki, sen kendine flaflar ve belki de bu soruyu sordu¤un için utan›rs›n... Bazen bilincin alg›layamaz ama gözlerin onu görür.
Bunlara bir isim bulmak gerekir. Ama nas›l bir isim. Sevinç mi, coflku mu, hüzün mü, öfke mi… Belki hepsi… Belki de tek tek hiçbiri... Bundand›r yaflad›klar›m›z›n yar›m kalmas›. A¤›tlar ve sloganlar kardefl olmufltu yedi y›l boyunca. Öfkemizi sloganlar›n omzuna; ac›m›z›, y›llard›r Anadolu’ya anal›k yapan a¤›tlar›m›za yüklüyorduk. Onun o dingin gö¤süne koyuyorduk bafl›m›z›... Bak›fllar›m›z hiç bu kadar aramad›, yollar› bu kadar gözlemedik, bir gün gelir demedik. Ama o gün sorduk. O gün Ahmet A¤abey, caddenin orta yerinde durup, bakt› sokaklara... Canan m›, Zehra m› gelecekti? Belki de ikisi birden. Bekledi... Hapishanede y›llarca birlikte kalanlar flaflk›n flaflk›n bakt›lar etraflar›na. Tan›d›k bir yüz arad› her biri... Ço¤umuz o an hapishaneye gidip geldik düfllerimizde. Bekledik, belki koridor kap›s› aç›l›r ve gelirler diye. Sonra da birbirimizin gözlerinin içine bak›p sar›lacakt›k... Yoldaflça... S›k› s›k› o kutsal duyguyu yaflayacakt›k... Evet, bunun hayalini yafl›yorduk... Gelecekler miydi buraya? Atefli elleriyle tafl›yanlar, gelecekler miydi? Arad›k onlar›… Sokakta yürüyen yüzlerin aras›nda... Türkülerin ve halaylar›n içinde... Arad›k onlar›...
fiUBAT 2007 | TAVIR | 3
deneme
ken yine de beklemek… Baz› bedeller vard›r; a¤›r gelir insana. Onca u¤rafl›n, onca çaban›n ard›ndan a¤z›n› aç›p da tam olarak sevinemezsin bile. Oysa çoktan hak etmiflsindir a¤›z dolusu gülmeyi, alabildi¤ince sevinmeyi. Ama böyle olmaz her zaman, böyle yaflanmaz… Zorlu bir tarih yaz›ld› yedi senede bu topraklarda. Yedi y›l›n tüm günlerini toplasak, çarpsak bilmem kaç kat›na pay›m›za düflen ac›lar› bölsek da¤›tsak onlara. Yeter mi, azalt›r m› ac›m›z›, öfkemizi... “Ben son olay›m”… Elleri k›nal› bir kad›n›n son arzusu, son hayali... Kendi hayat›n› bir kenara koyarak, hatta kendi bedeninin üstünden söylenen son sözler... 122 diye geçti ad› tarihin apak sayfalar›na. Rakamlardan nefret edildi¤i zamanlarda… S›rt›n› bize dönüp gidenlerin ard›ndan bakt›k... Bütün yüzlerde bir bekleyifl vard›. Neyi beklediklerini bilmiyorlard› ama. Öylece bekliyorlard›. Sanki herkes ayn› sözcü¤ü arar gibi bak›yordu birbirinin yüzüne. Yüzlerce insan›n yüz ifadeleri ayn› olabilir mi? Ama ayn›yd›. Kimse ne yaflad›¤›n› bilmiyordu... Tarifsiz düfller. Tarifsiz duygular. Tarifsiz ac›lar. Tarifsiz mutluluklar. Birbirine o kadar ters ama bir o kadar da kardefl duygular...
uzaklafl›r ya senden, sen ne yaparsan yap o da¤›l›r ya... Dumanla yoldafl›m diye vedalaflan tutsaklar... Daha son sözlerini bitiremeden gökyüzüne da¤›lan ve yar›m kalan. Yar›m kalan o kadar çok öykümüz var ki...
Yedi y›l geçti... Yaln›zl›¤›m›z› ço¤altt›k bir kez daha. Yaln›zl›¤›m›za bir yaln›zl›k daha ekleyerek, o beyaz çirkin duvarlara her terk ediliflin öyküsünü ayr› ayr› yazd›k. O beyaz duvarlar baflka bir öyküyü de kabul etmiyorlard› zaten. Yar›m kalan ne çok öykümüz var...
Uzas›n, geçmesin istenilen günlerin biriktirdi¤i y›llar... Zaman kala kals›n yerinde hiç ama hiç yürümesin... Her akflam bir günün yok olmas› de¤ildi sadece, bir ölümün yak›nlaflmas› demekti...
Atefl ve ölüm... Duvarlarda kalan is. Yanan bedenlerin isi... Duydu¤un sesleri b›rakmak istememen o hücre duvarlar›n›n aras›nda... Y›llarca birlikte kald›¤›n ama son an›nda yan›na gidemediklerin. Son kez seslendi¤ini bilmeden iyi akflamlar, günayd›n demen... Son kez o yoldafll›k kokusunu küçük bir hücrede yükselen o simsiyah dumandan alman... Yükselen duman tan›d›k gelir mi insana? Tan›yorduk o duman›... Ard›ndan bakt›kça o
4 | TAVIR | fiUBAT 2007
Yedi y›l... Kaç gün, kaç saat, kaç gece, kaç gündüz, kaç hafta, kaç ay, kaç mevsim eder? Yedi y›l kaç cenaze, kaç mezar eder? Kaç damla gözyafl›, kaç karanfil, kaç metre kefen bezi… Kaç, kaç, kaç…
Her sabah yeni bir günün bafllang›c›yd› herkes için ama bizim için, ama bir tutsak annesi-babas› için, bir kara haberin bir gün daha yaklaflmas› demekti. Bunun için günler geçmesin, yerinde kals›n istenirdi. Bekleyerek geçen yedi y›l... Beklemek… Hep de¤iflece¤ini umarak, her an yeninin yarat›laca¤› inanc›yla beklemek… Umudu hiç kaybetmeden beklemek… Ad›m ad›m örmek o günü… A¤›rl›¤›yla yürümek… Bir tespihin tanelerine s›¤d›r›lan sab›rla birlikte beklemek. Elinden gelenin hepsini ortaya koyarken; sevgini, inanc›n›, ba¤l›l›¤›n›, hatta bedenini ortaya koymufl-
Hiç kimsenin 123 demek istemedi¤i günler kovalan›yordu… Sessizlik… Duyulmaman›n, anlatamaman›n, yok say›lman›n ac›s›. Ç›¤l›klar, derinden gelen, yürek yakan 盤l›klar. Sonra adaletin olmad›¤› yerde direnmenin görev haline gelmesi. Gülsüman’dan, fienay’dan sonra bir anan›n daha yatmas› ölümlere… Sonra vicdanlar›n yeniden duymaya bafllamas›… Sonra ayd›nlar, sonra k›p›rdan›fl ve yaflat›lan direnifl. Ve gelinen son nokta… Derin bir ohh çekmenin rahatl›¤›... Anlatabildik mi flimdi yedi y›l›? Yetti mi kelimeler, yetti mi cümleler? Hangi sözlü¤ün gücü yetebilir ki? Çünkü çok parçaland› yüre¤imiz bizim, çok yand›k? Çünkü çok öldük biz. Ama çok umutland›k. Ama hep dik olduk. Hep inand›k. Dedik ki, “Karanl›¤›n en zifir oldu¤u an flafa¤›n en yak›n oldu¤u and›r”... Ve yürüdük… Bir yar›m›z, yüreklerimizin en s›cak yan›n› al›p gidenlerimizde… Kalan yar›m›zla “oh!” çektik. Dünyan›n biriktirdi¤imiz tüm ac›lar›n› bedenimizden ç›k›p gitti¤ini hissedercesine… Yar›m kalan tüm öyküleri tamamlaman›n vaktidir flimdi. Zaman k›sa… Yürüyelim…J
deneme
›rak... gözleri nemli toprak sevim demircan
Yaflamak ama nas›l ve ne için yaflad›¤›n›n bilinciyle yaflamak gerekir... Korkarak de¤il, korkular›n aras›nda bir ömür çürüterek hele, hiç de¤il; umutlar›na tutunarak ve yaflam›n en doruk noktas›nda naralar atarak yaflamak... Yani neyi, nas›l yaparsan yap ama onurlu olmak, ya da onurlu kalabilmek u¤runa yapmak ve yaflamak... Her insan bir hesaplaflma yaflar ya kendi içinde, do¤rusu, yanl›fl›, geçmifli, gelece¤iyle... Sonra bakar, karfl›s›nda duran künyesine... Neler yaz›lm›flsa, onun yaflad›klar› ve yapt›klar›n›n tutana¤›d›r... Sallanan bir ilmik ve birazdan o ilmi¤in orta yerinde son kez dünyaya bakacak bir insan. Bu sonun bafllang›c› m› olacak, ya da ondan ba¤›ms›z bir yaflam›n devam› m› olacak, belli de¤il. Ya da, her fley buraya kadar m› diyecek? Belki de bugüne kadar yaflad›klar›n›n tam tersi, kendisinin ipin ucunda sallan›rkenki halini düflünüp susacak. Susmak, konuflaca¤›n yerde konuflmamak... Susmak… Belki de Irak’›n yaral› vücuduna bakacak... Her ne olursa olsun, o andaki tavr› belirleyici olacak. Bu, yaflarken ölümü görenlerin, ölürken yaflam›n içinde olanlar›n ayr›flt›¤› en kal›n çizginin bafllang›c›... Hakl› olanlar boynunda sallanan ipiyle dikilecek haks›zlar›n ve zalimlerin karfl›s›na... Suçlular suçlar›yla öle-
cek. Hakl›lar boynunda ipiyle hakl›l›¤›n› savunacak. Dünya, ne kadar yaralar›m›z, a¤r›lar›m›z, s›z›lar›m›z varsa, içine alsa da dolmuyor... Bazen de darald›kça daral›yor sanki... Kim bilir belki de küçülüyor, küçülüyor ki, hakl›yla haks›z sürekli karfl› karfl›ya gelebiliyor. ‹dam… Sehpa… Sehpa kuruldu, bir nokta gibi en öne. Yani art›k gördü¤ü ve de göreceklerine dair son bir nokta... Sallanan ip soru iflareti misali duruyor... Soru iflareti b›rakmadan bu sehpan›n üstüne ç›kabilmek en do¤ru olan›... Ama bu sorular›n sahibi, bu sehpay› kuranlar de¤il... O sorular›n sahipleri bugün gelip iflgal edilen ülkenin yaras›na dokunmaz ve bir fley de sormazlar... Bugünkü sorunun sahipleri hakl› onlar de¤il, suçlu ve iflgalci olanlard›r. Son nokta... Herkes yaflam›n›n son noktas›n› bu kadar yal›n ve bu kadar aç›k görmeyebiliyor. Her insan bu kadar flansl› olamaz. Tercihini kendisi yapacak ve ona göre bir nokta koyacak. Ya el pençe divan duracak, ya da yüzüne tükürecek cellâd›n›n. O ip ve cellâd›n seni bo¤azlamadan, sen tükürmelisin yüzüne... Kim, kimin ve ne için yaflam›na son noktay› koyar? Cevaplanmas› gerek… Kabullenmedi¤in bir mahkeme kuruldu... Hükmü çoktan verilmifl bir mahkeme... Ellerini yak›n bir tarihin kan›na bulayarak senin hükmünü yazacak ve kalemini k›racak. Kanlar içinde kalan bir kalem ne yazabilir ki kandan baflka? ‹flte karfl›nda kanl› bir kalem k›r›lmay› bekliyor. Söz sizin diyor, cevap verin... Cevap vermemek kadar kutsal bir cevap olamaz art›k. Savafl› ve o savafl›n ac›mas›zl›¤›n› hepimiz ö¤rendik. ‹p karfl›nda duruyor ve seninle sallanmak için sab›rs›zl›kla bekliyor... Sehpa sana ayr›lm›fl... Belli yeni yap›lmam›fl, çivileri de yeni çak›lmam›fl; çok eski, iflgalin ilk günlerindeki bomba art›¤› tozlar duruyor üstünde... Tahtas› da y›pranm›fl... Senden önce dara çekilen olmad›, bir kurflunla sürdüler yal›n ayak ölümlerin aras›na. Seni zevkle asmal›lar… ‹flin zevkini ç›kara ç›kara hem de... “Onurlu bir asker gibi kurfluna dizin” sözlerin onlar için hiçbir fley ifade etmez. Bu kadar da savafl ahlak›ndan uzakt›rlar. Belki bir umut diyerek idam sehpas›n› öne çekecek ve bekleyecekler... Bekleye-
OCAK 2007 | TAVIR | 5
deneme
cekler... Bekleyecekler... Sen onlar›n hem düflman›, hem de prestijisin. Böyle çirkef bir sistem: Bir yandan düflman› bir yandan can simidi... Ya karalar ba¤latacaks›n onlara ve yas›n› tutturacaks›n, ya da...
Irak Memleket
Saddam’› yazmad› tarih... Halepçe’yi yazd›... Saddam’› unuttu... Helepçe’yi unutmad›... Ve bir de tarih yazanlar o tarihi unutmazlar. O gün geldi¤inde de hat›rlat›rlar. Hesab›nda da bir yanl›fll›k olmaz, yaz›yla de¤il yaralar›yla çetelesini tutarlar yaflad›klar›n›n.
Bu sabah ya¤mura uyand›m A¤lamakl›yd› gök H›çk›ra h›çk›ra Kasvetli bir görüntü vard› etrafta Keskin bir kan kokusu burnumun ucunda Irak bir memleketten gelen 盤l›klar kula¤›mda Feryat feryat A¤lamaktayd› gök Bardaktan boflan›rcas›na O bile dayanamam›flt› Irak memleketten gelen feryatlara
Bak, Ba¤dat nazl› bir dal. Hep k›r›lgand› Ba¤dat, hep sar›ya çalard› gözleri, sanki her ülkenin günefli onun gözlerinde bat›yor gibi... Belki soranlar olmufltur: “Ba¤dat gözlerin neden sar› ve gözlerin neden hep nemli?” Çok a¤lad›¤› için midir, yoksa çok zulüm gördü¤ü için mi? Ya sar›s›... “O da benim s›rr›m olsun.” der biliyorum...
Bu sabah ya¤mura uyand›m A¤lamakl›yd› gök Ürkek gözler vard› gazete sayfalar›nda Ve cans›z bedenler vard› ekranlarda A¤lamaktayd› gök H›çk›ra h›çk›ra
Ba¤dat... Tarihin kutsal kenti... O hiçbir zaman yaras›n› kopar›p atmad› gö¤sünde. Kendisine ait olan ne varsa kabul ederim dedi... Kabul etti. Öyle çok koku indi ki genzinden afla¤›, insan›n son an›ndaki kokusu, duvar diplerinde yaz günefli alt›nda kalan kokular... Bu da onun tarihine geçecek. Irak denilince ilk o akla gelecek ve hiç yüzünü buruflturmadan bakacak sanc›s›n› ellerinin aras›na alarak.
Bu sabah ya¤mura uyand›m A¤lamakl›yd› gök A¤l›yordu Irak memleketteki masum insanlara Hani di¤er insanlar›n a¤lamad›¤› insanlara A¤lamaktayd› gök Bardaktan boflan›rcas›na
Zalimin ve zulmün tarihi yoktur. Hiç kimse ç›k›p da zulmün tarihini yazmad›. Belki kalemler direndi yazmamak için... Ya da tarih kabul etmedi kendi sayfalar›na... Yok, yok tarih öyle önüne gelen her çirkefli¤i ve namertli¤i yazm›fl olsayd› sayfalar›n› doldurmufl, çetele tutan bir zavall› olarak kal›rd› kalaca¤› yerde...
Buras› Irak... Bak›nca topra¤›na k›l›ç de¤medi¤i, kurflunun, bomban›n düflmedi¤i, kan›n, gözyafl›n›n damlamad›¤› yer kalmam›fl. Sorun bir Ba¤dat’a, unutmufl mu yaflad›klar›n›? Unutmad› ama emperyalizme de teslim olmad›. Sorun bir Irak’a unuttu mu Helepçe’yi? Her Helepçe dendi¤inde bir anne gibi silmiyor mu gözlerini? Hakl› olanlar› ve haks›z olanlar› ay›rmay› bilen bir toprak... Mert ve bereketli bir toprak... Onun için hep iflgalcilerin gözleri ona k›s›k k›s›k bakar... Bu nedenle buraya sefer yapanlar hiç zaferle dönmediler geri. Ya yenildiler, ya da tövbe edip kala kald›lar olduklar› yerde. Çok ip salland› bu kentlerin orta yerlerinde... Baz›lar› k›rd› boyunlar›, baz›lar› bo¤azlad› soluklar›n›, baz›lar› daha ilmek boynuna geçmeden can verdi korku belas›na...
Bu sabah ya¤mura uyand›m A¤lamakl›yd› gök Emperyalist bir savafla Petrol u¤runa ölen insanlara Vurdumduymazlara Umars›z insanlara Yaflanan vahfletten kâr ç›karmaya çal›flanlara Çaresiz yaflamlara A¤lamaktayd› gök Her bomba sesinde biraz daha korkan Her bomba sesinde biraz daha ölen Irak memleketin insani gibi Her bomba sesinde H›çk›ra h›çk›ra...
Kadir Taflk›ran Bunun için, düflman›n merdini de namerdini de bilir sokaklar›. Direneni ve teslim olan› da iyi bilir. Kahraman›n› omuzunda tafl›yan bir toprak buradaki... Bunun için, kurulan her sehpada as›lan ölmez. O ipin geçti¤i boyunlar›n hepsi k›r›lmaz. Bazen asanlar›n boynunu s›kar, bazen tarihin içinde dikili kal›r… ‹dam ipi Irak’›n orta yerinde duruyor. Irak nemli gözleriyle bak›yor…J
6 | TAVIR | OCAK 2007
fliir
950’ den notlar vedat türkali
Senin bu memlekette iflin ne Biliyorum bir gün karanl›kta Kesecekler yolumuzu Ya siz çocuklar Nas›l anlatmal› sizlere olup bitecekleri Çocuklar bizim dedi¤imiz Yüzümüze utanç duymadan bakmakt›r Mal de¤il mülk de¤il istedi¤imiz Size namuslu bir dünya b›rakmakt›r.
özcan yaman
Yüce da¤ bafllar› dumanl› dumanl› Irmaklar yorgun a¤›r ‹nsanlar yapayaln›z Nedir üstümüzdeki bu karanl›k bulut Irgat›n akflamlara kadar düflündü¤ü nedir Yabanc› band›ralar bayraklar emirler Ne maviliklerde ferahl›k ne toprakta güven yurda ölüm tüccarlar› kurulmufl Bu vatan bu millet bu bayrak Sat›lmaz diyenden hesap sorulmufl Yollar fabrikalar tarlalar Bir hançer alt›nda amans›z Da¤ tafl haber bekler hürriyetten Nedir bu topraklar›n bitmeyen çilesi Nedir nedir nedir Bu gün karanl›kta apans›z Bir 盤l›k yükseldi memleketten Ben bayraks›z hürriyettsiz neylerim dedi K›nal› keklikler uçtu düz ovalardan tabur tabur Yabanc› bu memlekette iflin ne Yerin alt›nda damar damar madenlerimiz var Bizi bekler Götürüp top dökemezsin Da¤lar›m›z ›rmaklar›m›z bize göredir Tarlalar›m›z bize kadar Ekemezsin Bizim bu toprak için Bu topraklarda dökülecek kanlar›m›z var Elini kolunu sallayarak bu memlekette Giremezsin ç›kamazs›n Biliriz ya¤maya geldin yabanc›
fiUBAT 2007 | TAVIR | 7
8 platin
2/17/07
10:25 AM
Page 8
fliir
platin bacakl› kedi ismail toksoy
onur orucu’ndaki behiç aflc›’ya Platin bacakl› Aslan bir kedi Çocuk mu çocuk Deli mi deli Bilmezdi ya Cin çarpmay›, k›rk taklay› Düflüverdi tek aya¤›n›n üstüne... Onur orucundaki Çocuk bak›fll› Aflc›’n›n kedisi Kap›da karfl›l›yor geleni. Ne gururlu Ne h›rç›n Ne sitemkâr. Yaln›z çocuk Yaln›z deli... P›r demifl mavi kanatl› Bir kuflun ard›ndan atlam›fl, ‹nat! demifl yaflam›fl Çak›ld›ktan sonra Dördüncü kattan zemine Hayat çok k›sa çocuk
Çok k›sa Diyor Aflc›, Düflmeyesin bofllu¤una... Uzun tut kendince K›sa tut... Ama yafla onurunca. Kedi deli Kedi çocuk Ne yenilgi bilir Ne yengi. Yafl›yor mu yafl›yor fiaflm›yor bir gün olsun Hayat›n o büyük yolundan Ne sahipli Ne sahipsiz Aflc› gibi Çok geleni Çok gideni Hiç oral› de¤il sanki Ama çok ilgili Çok bilgili
Hiçbir fley bilmiyor gibi Yine de bak›fllar› Duruyor da Bir ›rma¤›n bafl›nda, Ö¤renmifl olacak Aflc›’dan, Su oluyor kar›fl›yor ›rma¤a Ba¤›rmadan ça¤›rmadan... Bu nas›l oluyor Bilmez ya kedi Platin bacakl› Aslan Çocuk mu çocuk Deli mi deli... Bu nas›l oluyor Bilmez Su gibi akarken böyle Bir 盤l›k gibi düflmek hayata! Ö¤retmemifl Gözleriyle Aflc› Ö¤renmesin diye kedi... Uzun olsun K›sa olsun A¤›t de¤il ki yaflamak... Sopan›n ucunda bayrak De¤il ki onur! Kedide tek bir k›r›k tüy Tek bir hüzün k›r›nt›s› gözlerinde Yok bu yüzden... Ve bir 盤l›k gibi s›çrayabiliyor Mavi bir düflün ard›ndan hayata Düflmeden bofllu¤una. Su gibi akabiliyor hayattan Yaflatabilmek için.
8 | TAVIR | fiUBAT 2007
okurdan
hapishanede bir serçe selda bulut
zamanda yap›lm›fl güzel bir tan›flmayd› bu. Sen yoksul bir co¤rafyan›n esmer hapishane çocu¤u, ben açl›¤a, yoksullu¤a isyan etmifl siyasi tutsak ve ikimizi buluflturan bu müflahede hücresinin dondurucu so¤uklu¤u…
Serçeler a¤lad›klar›nda ölürlermifl; bilirdim bunu ve hiç istemezdim a¤laman›. Ah uçmas›n› ö¤renmeden yuvadan at›lm›fl serçe yavrusu bu duvarlar› yapanlar biliriler mi ki uçsuz bucaks›z gökyüzünün güzelli¤ini.
Bilirdim ne zaman bir serçe görsen uçmak isterdin, gökyüzünü kesen tel örgülere anlam veremeden. Serçelerin korumas›zl›¤›nda c›v›ldayarak türküler söylerdin hücremin duvar›ndan. Demir kap›n›n ahenksiz so¤uk sesi kesiverirdi rüzgâra söyledi¤imiz hapishane türkülerini. Kap›lar aç›l›rd› g›c›rt›yla ve kap›lar kapan›rd›. Biz hücremize, sen hücrene geri dönerdin. Uzaklardan sesini duyard›m o zaman “ göjlüklü abaaaaaaaaaa, göjlüklü abaaaaaaaaaa”...
Söyle esmer çocuk sen hiç sö¤üt dal›na konmufl serçe gördün mü? Görmedin de¤il mi? Hapishanenin 11 ad›m havaland›rmas›ndan baflka ne gördün ki? Ama c›v›lday›fl›n bir serçeye benziyor inan. Bunu bilir miydin, bilmem? Uçurtma uçurmak isterdim sana, k›rlarda koflturmak, komflunun zillerine birlikte bas›p kaçmak…
Senin seslendi¤ini duydukça, mahsustan duymazl›ktan gelirdim. ‹sterdim ki sesin dallara konan bir serçenin ça¤›lday›fl›na eriflsin. Gözlüklerimi daha çok severdim sen “ göjlüklü abaaaaaaa, göjlüklü abaaaaaaaaaa” diye ba¤›rd›kça. O iki cam parças› aram›zda gizli bir flifre olurdu.
Bir serçenin yürüyüflünde tan›d›m seni. Onun gibi c›v›l c›v›l ve korumas›zd›n. Yerinde duram›yordun, sesinle, kahkahanla ortal›¤› inletiyordun. Belki kimsesizli¤ini örtüyordu sesin. Bazen suskunlafl›rd›n, gözkapaklar›n›n alt›nda sakl› dururdu gözyafllar›n. Serçeler a¤lad›klar›nda ölürlermifl, bilirdim bunu ve hiç istemezdim a¤laman›. Yanl›fl bir yerde yanl›fl
Sen benim gözlerimdeki gözlüklere merak sarard›n, ben senin gözlerinin arkas›nda saklad›¤›n derin dünyalara. Uzat›rd›m sana gözlüklerimi, sen de çakmak çakmak gözlerinle anlat›rd›n bana yoksullu¤unu, hapishanede büyümenin sanc›lar›n›. Dört yafl›nda bir çocuk hangi oyunlar› bilir? Kaç kez dondurma yemifltir? Serçenin kanat ç›rp›n›fllar› gibi umutsuzca koflard›n havaland›rmada. Duvarlara çarp›nca h›rç›nlafl›rd›n, öfkeden delirirdin, demir kap› çare olmazd› sana, aç›lmazd›. Son bir umutla a¤lamakl› olurdun, uçmak isterdin.
Ve en ulafl›lmaz düflüm, bir dere kenar›nda sö¤üt dallar›na konan serçeleri izletmekti. En gizli maceram›zd› havaland›rmada seni döndürürken ikimizin tepetaklak yere yuvarlan›fl›. Kimseye anlatmad›k diz kapaklar›m›zdaki morlu¤un nedenini. Kimse bilmedi düflünce a¤lay›p sana s›ms›k› sar›ld›¤›m›. Oysaki seni döndürdü¤ümde ne güzel ba¤›r›yordun “ Uçuyoruz göjlüklü aba, uçuyoruz.” Evet, bir serçenin rüzgara kap›lm›fl kanad›yd›n seni uçurup ç›karmak istiyordum oradan. Ve bir gün uçup gittin. Nas›l ki bir serçe ölüsü kap›l›p gider rüzgâra, sen de öyle uçup gittin. Sesin bir serçeninki gibi c›v›l c›v›ld› ama yoklu¤un ac›mas›z, can yak›c›. fiimdi baflka serçeler dolduruyor havaland›rmay›, hepsi korumas›z hepsi c›v›l c›v›l. Seslerini beynime dolduruyorum. Bir serçenin yürüyüflünde buldu¤um sen flimdi hangi a¤ac›n dal›ndas›n? J
fiUBAT 2007 | TAVIR | 9
10-11bir avuc hemsin
2/17/07
10:39 AM
Page 10
kitap
bir avuç hemflin tav›r
“Hemflin, kökeni konusunda çeflitli görüfl ayr›l›klar›na sebep olan yerlerden biridir Türkiye’de. Bir kesim, Ermeni kökenli olduklar›n› söyleyip, köklerini 7.-8.yy.larda Ani Bölgesi’nde (o zamanlar Yüksek Ermenistan denilen bölgede) Araplardan kaçan Hamameflen soyundan gelen Ermenilere dayand›r›rken; di¤er kesim ise Hemflinlilerin öz be öz Türk oldu¤unu iddia eder. Fakat kökleri her nereden gelirse gelsin, Kaçkarlar’da birçok özgün yan›yla yaflayan, Anadolu’nun renkli kültürlerinden birisine sahip olduklar› kesindir. Yönetmen Özcan Alper’in deyimiyle, Hemflinlilere iliflkin, özellikle Cumhuriyet dönemine dair pek kaynak yok. Asl›na bakt›¤›n›zda genel olarak da Hemflinlilere, Hemflin kültürüne iliflkin yaz›l› kayna¤a veya herhangi bir ürüne iliflkin de pek bilgi yok. Bu konuda özellikle son dönemlerde güzel çabalar söz konusu. Mesela Özcan Alper’in “Momi” adl› k›sa filmi bu konuda yap›lan ilk filmdir. Tamamen Hemflince’den ibarettir. Yine “Vova” isimli bir müzik albümü yay›mlanm›flt›r, tamamen Hemflince’den ibaret. Bu albümü ise Hikmet Akçiçek, Ersin Çelik ve Mustafa Biber birlikte derlemifl. Bu da, dünyada bu konuda yap›lm›fl tamamen Hemflince olan ilk albüm niteli¤i tafl›yor. Tabii bundan önce tek tek flark›lar›n bulundu¤u çeflitli albümler olmufl. Kapsaml› bir Hemflin kitab›n›n, Osman Kuyumcu taraf›ndan flu an yaz›lmakta oldu¤unu da ‹brahim Karaca’dan duyuyoruz. Hemflin’le, Hemflinlilerle, Hemflin kültürüyle, diliyle ilgili bir kitap da geçti¤imiz ay, ‹brahim Karaca taraf›ndan yaz›ld›. ‹brahim Karaca, as›l olarak flair kimli¤iyle bilinen bir ayd›n olmakla birlikte, böyle çal›flmalara da imza at›yor. Dergimiz okurlar› da ‹brahim Karaca’y›, dergimizde ç›kan yaz›lar›yla tan›rlar. “Bir Avuç Hemflin” diyen ‹brahim Karaca’n›n kitab›, Chiviyaz›lar›’ndan ç›kt›. Toplam 175 sayfadan ibaret olan kitapta, Hemflin’in co¤rafi yap›s›, bitki özellikleri, kültürü, dili, manileri, yöre a¤z›na iliflkin anlat›mlar ve araflt›rmalar mevcut. Bunlar›n d›fl›nda ufak bir Hemflin sözlü¤ü bölümüne de yer verilmifl. ‹brahim Karaca, bu kitab› haz›rlarken iddial› bir flekilde kapsaml› bir araflt›rma yapmad›¤›n› özellikle vurguluyor: “Akl›ma geldikçe bir kenara not etti¤im yerel sözcüklerle bafllayan bu serüven, önceden düflüncesi bile olmayan bir kitaba kap› aralad›. ‘Khaçapit’te Yaflayan
10 | TAVIR | fiUBAT 2007
Hemflinli Sözcükler’ olarak tasarlad›¤›m bu kitapç›k, Hemflin’e de¤inen genel metinle beraber ‘Bir Avuç Hemflin’e dönüflmüfl oldu böylece... Üniversite y›llar›mda yapm›fl oldu¤um halkbilimi derlemeleri s›ras›nda tutulan notlar, ses kay›tlar› ve sohbetlerden akl›mda kalanlara dayanarak geniflletti¤im bu kitap; ne bir halkbilimi çal›flmas› ne de bir tarih veya etnoloji çal›flmas›d›r… Bu nedenle, flimdiye kadar söylenmeyenleri söylemek, bir ezberi bozmak veya sürdürmek gibi bir iddias› yoktur, birikme amac› bu
10-11bir avuc hemsin
2/17/07
10:39 AM
Page 11
kitap
de¤ildir. Bu çal›flma, Hemflin’e gönderilen bir ‘merhaba’d›r. Bu merhaba al›nd›¤›nda, ben gözlerimi yumup çocukluk günlerime gitmifl olaca¤›m. Orada bu sesin yank›s›n› duyabilecek miyim?” Karaca; bu flekilde tevazu gösterse de bu kitap, bizce Hemflin kültürüne ait üretimler noktas›nda s›k›nt›lar›n yafland›¤› bir süreçte, özenle haz›rlanm›fl ve oraya iliflkin derli toplu, sa¤l›kl› bilgiler veren bir kitap. Kapsaml› ve derin bir çal›flma olmasa da, insani duyarl›l›k ve memleketine duyulan sevgi, sayg› ve sahiplenmenin güzel bir örne¤i ayn› zamanda bu kitap. Elinize al›p okudu¤unuzda, o kültüre iliflkin temel bilgilere sahip oluyorsunuz. S›cak bir anlat›m kurulmufl bu kitapta. O yan›yla da okuyan› s›km›yor. Özellikle manilere ve sözlük bölümüne yer verilmesi, kitab› daha da renkli k›lm›fl. Tabi kitab›n son bölümündeki bolca ve birbirinden güzel Hemflin foto¤raflar›n› da dâhil etmek gerek buna. SEN DE G‹DECEKS‹N Haflaif kufllar› yorgun kanatlar›yla yola dizildi¤inde Sen de gideceksin Bafl›nda çam kokulu puflin olacak Aya¤›nda buluttan bir deniz Bensiz Benden habersiz Çifte pu¤arlar yine ›ss›z akacak Göklerle bafl bafla kalaca¤›m Hasret k›fl olup örtecek üstümü Buz içinde, bir s›r gibi uykuya dalaca¤›m Oy benim mavi gerdanl› yayla kuflum Oy da¤l› k›z Yine bensiz gideceksin, hemi Benden habersiz ‹stanbul, Ocak 2005 ‹brahim Karaca “Önümüzde, coflkun akarsular›n›n üstünde kurulan de¤irmenleri, kemerli tafl köprüleri, sak›z kokan çam ormanlar›, romantik harabeleri, bin y›llar ötedeki Ksenofon’un askerlerini bile sarhofl edip uyutan deli ballar›, alabal›klar›, tulumu, türküleri, dili, kültürü, puflili k›zlar›, güler yüzlü insanlar› ve yeflil ile mavinin akl›m›za gelmeyecek tonlar›yla çizilen farkl› tablolar durmaktad›r.” Karasu, Akçakoca, F›nd›kl›, Ardeflen, Pazar, Çaml›hemflin, Borçka, Düzce, Hopa ve Çayeli, Hemflinlilerin yaflam sürdükleri yerlerdir. Bu bölgelerde yer alan, ilgimizi çeken bir inan›fl› da sizlerle paylaflal›m.
“Goncoloz hikâyeleri vard›r. Babaannem gerçek oldu¤una inan›yor tabii. Gerçi sen de ondan dinlerken gerçek san›yorsun bir an. Goncoloz hikâyeleri, asl›nda bir tür k›ssadan hisse ç›kar›lan öyküler. Goncoloz denilenler, kötüler. O kadar kötü insanlar olmufllar ki, öldüklerinde topra¤a gömülseler dahi, toprak bile onlar› kabul etmez. Topra¤›n, onlar› bir hafta içinde d›flar› ataca¤›na inan›rlar. Goncoloz’un yar› köpek yar› insan gibi bir fley oldu¤u düflünülür. Sessiz yerleri tercih eder, geceleri ç›kar, ba¤›rt›s› yar› insan -kendi sesiyle- yar› köpek sesidir. Babaannem, anlatt›¤› hikâyede, kendi köyünden bir arkadafl›n›n Goncoloz oldu¤unu söylüyor. Öldü¤ü bir hafta olmam›flt› ki, zincirlerle ba¤l› Goncoloz’un zincir seslerini ve kap›lar› kapatt›¤›n› anlat›r. Y›lan kovma, y›lan ba¤lama gibi baflka hikâyeler de var. Biri hastaland›, ona bilmem ne duas› okuyorlar Hemflince. Bat›l inançlar› da var tabii bir yandan.” Yine “Gor” denilen geleneklerini de flöyle anlat›yor: “Benim tan›k oldu¤um en güzel fley Gor. Bir nevi imece. Köyde birinin evi yap›lacak diyelim. Bu bir kiflinin alt›ndan kalkabilece¤i bir ifl de¤il, bütün köy toplan›r ve yard›ma gider. Biri hastad›r onun iflini her evden giden birkaç kifli halleder. ‘Gor’lar›n en güzel yan› çal›flman›n e¤lenceye dönüflmesi. ‹flin türüne göre genç k›zlar bir tarafta, erkekler bir tarafta türküler söylüyorlar. ‘Gor’lar tam da bir kültürel tafl›ma arac› oluyordu. Bir de k›fll›k m›s›rlar ba¤lan›p as›l›rd›. Bir akflam genç k›zlar ve kad›nlar; evlerde toplan›p türküler söyleyerek ifllerini yaparlard›.” ‹brahim Karaca’n›n Hemflin kitab›nda, yaflamdan bir kesit de flöyle anlat›l›yor: “Diyelim ki, bin bir güçlükle oluflturulan bir bahçeye dal›p bir kucak salatal›k çald›n›z. Bahçenin sahibi sizin toprakta b›rakt›¤›n›z ayak izini bir torbaya koyup ateflin üstündeki zincire ast›ysa yand›n›z. Torbadaki toprak kurudukça siz de aya¤›n›z›n kuru bir sopaya dönüfltü¤ünü hissedeceksiniz.” Anlafl›lan, yap›lan tatl› h›rs›zl›klar›n, ak›lda kalmas›na ve vicdan› sorgulatmaya yönelik farkl› bir yöntem gelifltirmifl Hemflinliler. Hemflin; zengin bir kültüre, birikime sahip. Ayn› zamanda insanlar›n›n hareketlili¤i, cana yak›nl›¤› ve renklili¤i de yine manilere, türkülere, fliirlere, üretimlere yans›m›fl. Verdi¤imiz özet bilgilerden daha da fazlas›n› bu kitapta bulabilirsiniz. ‹stedik ki; ‹brahim Karaca’n›n kitab›ndan bahsederken, ayn› zamanda kitab›n ismine (Bir Avuç Hemflin) uygun bir Hemflin sunal›m siz okuyucular›m›za. Gerçekten, ülkemizde araflt›r›lmas›, ilginç, orijinal ve bilinmeyen yanlar›yla ö¤renilmesi gereken bölgelerden biridir Hemflin. Künye: Hemflin (Tarih, Dil, Gelenek ve Görenekler) ‹brahim Karaca / Chiviyaz›lar› / 175 s
Yönetmen Özcan Alper’le “Momi” filmi üzerine yap›lan bir röportajda Hemflinlilere ait Goncoloz inan›fl›ndan bahsedilir. fiöyle diyor Alper:
fiUBAT 2007 | TAVIR | 11
12-13 tutsak kadınlar
2/17/07
10:40 AM
Page 12
izlenim
gözlerinden hapishane geçen kad›nlar gülsüm p›narl›
Siz hiç sevdiklerinizi b›rak›p gitmek zorunda kald›n›z m›? Onlar›n gözleri sizin üzerinizdeyken, öylece size bakarlarken, onlar› b›rak›p da gitmek zorunda kald›n›z m› hiç ? Kalmad›ysan›z e¤er umar›m yaflamazs›n›z, diyorum. Ama ben kald›m. Hem de birçok kez. Bunlardan biri y›llar önceydi. Ben d›flar› ç›kt›m özgürlü¤e do¤ru, onlar kald›lar içerde… Dört duvar aras›nda ama dimdik. Ve bir de y›llar sonra b›rak›p gittim onlar›. Yine gözleri üzerimde… Bu kez koflup sar›lamad›m da son kez. Son kez tutamad›m ellerinden. Duvarda bir foto¤raft› onlar. Ve ben onlara bakarken y›llar öncesine döndüm. Öyle çok fley anlat›yorlard› ki bak›fllar›yla.. Yüz hatlar›nda, vücutlar›ndaki yaralar›nda, yaflad›klar› günlerin izleri vard›. Ve baflka bir yaflamdan geldiklerini anlat›yorlard› her halle-
riyle. Karfl› Sanat Galerisi’nde, ‹stiklal Caddesi’nin ortas›nda bir sergiden, “Tutsak Kad›n Portreleri”nden bahsediyorum. “Foto¤raflar›n› çekti¤im kad›nlar, kendilerince çok güçlüler; yaflam kavgas› veriyor ve kendi yollar›n› çizmeye ve onurlar›n› korumaya çal›flyorlar.” diyor Eva Haule. Yani bu sergideki foto¤raflar› çeken kad›n tutsak. Evet Eva da bir tutsak. Hem de Almanya’da 20 y›ld›r hapishanede bulunuyor ve daha devam› da var içerde kalaca¤› sürenin. K›saca “müebbetlik”lerden o. 20 y›l›n üç y›l›n› tek bafl›na, tecrit hücrelerinde geçirmifl. Evet tecrit orada da bir zulüm olarak karfl›m›za ç›k›yor iflte. Zaten tecritin ilk uygulanmaya bafllad›¤› ülkelerden biri Almanya. RAF’l›lar›n yaflad›klar›, birbiri ard›na
yafland›¤› söylenen intiharlar bunun en çarp›c› örnekleri olarak geçmifl tarih sayfalar›na. ‹flte ben o sergiye gitti¤imde kendimi bir anda içeride, hücrelerde onlar›n yan›nda hissettim. Ve ayr›l›rken, garip bir hüzün sard› içimi… Sergiye ilk girdi¤inizde, flafl›r›yorsunuz. Farkl› bir tarz denemifl Eva. ‹çerdeki kad›nlar› oldu¤u gibi, tüm ç›plakl›klar›yla foto¤raflam›fl. ‹lk baflta size flafl›rt›c› gelen bu foto¤raflarda belli bir süre sonra bir bütünlük görmeye bafll›yorsunuz. Yüzler as›l› kal›yor ak›lda. En çok da bak›fllar. Mesela, bir gülümseyiflin yüz ifadesini bu kadar de¤ifltirmesini yakalamak, oldukça ustal›k istiyor gerçekten diye düflünüyorum bir foto¤rafa bakarken. Her foto¤rafta bu ayr›nt›lar hakim. Belli bir süre sonra aran›zda bir yak›nl›k do¤uyor. Sanki onlar› ziyarete gitmiflsiniz de bir sohbetin ortas›ndas›n›z gibi hissediyorsunuz. Yüzleri ve ard›nda anlat›lan yaflamlar› anlamaya çal›flmak bir sonraki ad›m›n›z. “Portrelerini çekti¤im tutuklu kad›nlar› ben seçtim. Onlar, çok farkl› nedenlerle onlarla etkileflim kurabildi¤im, aram›zda beni onlara ba¤layan bir ba¤ bulunan insanlard›.” diyor Eva. Bilmiyorum her gelen o ba¤› hissedebiliyor mu ama ben bu durumun tan›klar›ndan biriyim diyebilirim. Kendimi süren bir sohbetin aras›na girmifl gibi hissettim.. Konuklar› oldum bu yüzden de. Siz hiç tutsak bir kad›n›n hikayelerini dinlediniz mi peki? Dinlemediyseniz onlar› anlamanz elbette zor olacakt›r. Belki gözlere bakmak, yüzdeki, vücuttaki o çizgileri incelemek de rahatlat›r sizi, biraz yard›mc› olabilir…Ama en çok dinlemek gerekir. “Foto¤raf›n› çekti¤im 21 kad›ndan 14’ü uyuflturucu ba¤lant›s› nedeniyle buradayd›. Ya bu iflin ticaretini yapma ya bulundurma
12 | TAVIR | fiUBAT 2007
12-13 tutsak kadınlar
2/17/07
10:40 AM
Page 13
izlenim
veya uyuflturucu ba¤›ml›s› olarak. Kad›nlardan sekizi baflka ülke kökenliydi. Zor yaflam› onur ve güzellik içinde tafl›yorlard›; yaflad›klar› her fleye karfl›n – sokakta yaflamak, fliddete maruz kalmak, hastal›k, yoksulluk, çocuklar›ndan ayr› kalmak – y›k›lmam›fllar, sinmemifller. Bunu yans›t›yorlar, yüzlerinde de gördü¤üm bu” diyerek özel bir fleyler anlat›yor size Eva. Tutsak kad›n›n direncini anlat›yor. Evet inan›n o dirençleri yüzlerinden de okunuyor. Ç›plakl›klar›yla meydan okuyufllar› da bundan. “ Biz siz olmad›k hiç. Sizin kurallar›n›za uymad›¤›m›z için buraday›z. Ve uymayaca¤›z.” diyorlar. ‹tiraf edeyim o foto¤raflara ilk bakt›¤›mda “Beden ve iktidar çat›flmas›” gibi bir kavram hiç oluflmad› kafamda. Ama tüm sergide bu durum belirleyici olmufl, biliyor musunuz? O kad›nlar bedenlerinin tutsak edilmesine meydan okumufllar o halleriyle. Bu yüzden özel bir stüdyoda, rahat koflullarda çekilmifl gibi gözüküyor o foto¤raflar. Siyah örtülerle kapat›lm›fl demir parmakl›klar, ranzalar, demir kap›lar… Hapishaneyi temsil eden hiçbir fley kalmas›n istenmifl, elbiseler bile… Mesela düflünün öyle bir sistemde yafl›yoruz ki, birileri bizim suç iflledi¤imize karar veriyor ve kendince bunun cezas›n› belirleyerek, infaz ediyor. Ve o insanlar›n insaf›na göre belirleniyor her fley… Baz› ülkelerde ölüm cezas›na neden olan “suç”, baz›lar›nda mevzu bahis bile edilmiyor. Ya da döneme göre de¤ifliyor her fley. Yasa koyucunun, uygulay›c›n›n kimli¤i belirleyebiliyor herfleyi. Elbette evrensel normlar denilen bir durum var. Ama böyle olsa bile ne de¤iflir ki, kim hakimse o belirliyor yeni kurallar›. Kapitalist iliflkilerin egemen oldu¤u bir dünyada, do¤ald›r ki yasalar da onlar›n ç›karlar›na göre belirleniyor en genelde. Bize soran, tart›flan, yok tabii. “Suç ve ceza” kavram›n›n bu kadar tart›flmaya muhtaç oldu¤u bir dünyada cezay› verenlerin, nas›l uygulanaca¤›na da karar vermesi ne kadar adildir peki? Yani idamdan tutun, hapis cezas›na, sürgünden tutun para cezas›na kadar her fleyi tek bafl›na belirleyen bir iktidar var. Ama kim, hangi hakla buna karar veriyor? Var olan bu sisteme kim onay vermifl ki, yüzy›llard›r devam ediyor tüm bunlar. Evet onlar diyorlar ki “Bizi buraya zorla att›n›z. Ama biz var›z. Yafl›yoruz. Kendimize ait bir yaflam›m›z var. Biz insan›z. Ve biz kad›n›z… Vücutlar›m›z yara bere içinde olabilir.
Onlar da bizim. Bizim geçmiflimizi anlat›yor o kesikler, morluklar, söndürülmüfl sigara izleri... O dövmeler bizim hayat›m›z. Geçti¤imiz yollarda ekledik vücudumuza, bir parçam›z olsun istedik… Ve bu yüzden meydan okuyoruz hayata. Dört duvar ard›nda bile olsak hapishanede de¤il beynimiz… Yaflamaya devam ediyoruz ayn› sizler gibi...” ‹flte tüm bunlar› o yüzlerde görmek çarp›yor insan›. Böylesi bir tart›flman›n oldu¤unu bize de hat›rlatt›klar› için teflekkür etmek laz›m belki. Belki biraz daha anlamaya çal›flmak. Ne de olsa kullan›lan yöntem çok da yak›n de¤il bize. Hatta belki de böyle anlat›lmayabilirdi diyor insan. Ama bunun, gerçekleri insan›n yüzüne çaprman›n de¤iflik bir yöntemi oldu¤u aç›k… “Nü foto¤raflar›n› çekmek niyetinde de¤ildim, aksine bu kad›nlardan herbirinin eflsizli¤ini ve insanl›¤›n› çektim. Ve onlar bunu biliyordu. Ki baz›lar› ç›plakt›, kendilerini böyle izah ettiler; san›yorum kad›nlar sadece üzerlerindeki herfleyi ç›kartmak istiyorlard›, tutsakl›kla ilgili herhangi bir flekilde neleri varsa. Giysileri ç›karmak bir olanakt› tamamen kendileri olmak için” diye anlat›yor bu durumu Eva… Hala yüzleri gözlerimin önüne geliyor. Ayr›l›rkenki bak›fllar› halen üzerimde sanki. Ayr›lmak zor... Ama onlar oradalar biliyorum. Ayn› ülkemin hapishanelerindeki tüm kad›n tutsaklar gibi. Resimlere çok yans›masa da gülümseyiflleri de var onlar›n biliyorum. Hatta tüm hapishaneyi inletecek kadar yüksek olan flen kahkahalar›. Sergül Albayrak onlardan biriydi örne¤in. Kahkaha att› m› tüm hapishane ç›nlard› sesinden. Öyle içten, s›n›rs›z, flendi sesi. Ölüme yürürken daha da güçlendi kahkahalar›. Bir de, cellad›n kahkahalar› ortas›nda yanan kad›nlar› var ülkemin. Bedenlerini dahi yerlefltirecek tabut bulamad›¤›m›z. Ülkemin hapishanelerinde çekilen onca ac›lar ve hapishanede kad›n olmak… Belki böylesi bir süreçte daha geride kal›yor bu… Ama onlar oradalar ve kad›nlar. ‹flte bunlar› bize tekrar hat›rlatt›¤› için teflekkür ediyorum Eva’ya. Ve bir de, bilmiyorum bunca vefas›zl›ktan sonra kabul ederler mi ama bir selam göndermek istiyorum önce bizimkilere ve sonra dünyan›n tüm hapishanelerindeki bütün kad›n tutsaklara...J
1986 y›l›ndan bu yana tutuklu bulunan RAF üyesi Eva Haule, ayn› zamanda Berlin’deki TAYAD Komite’nin faaliyetlerine de destek veriyor. Eva Haule, Istanbul'da bafllayan foto¤raf sergisine kendisinin tutsak olmas›ndan dolay› kat›lamad›. Kendisi sergiye flu mesaj› gönderdi: “Bu akflam benim ‘Tutsak Kad›nlar›n Portreleri’ sergisine gelen herkesi selaml›yor ve organizatörlere teflekkür ediyorum! Maalesef aç›l›fl için bugün ‹stanbul’da olam›yorum. 20 senelik tutsakl›¤›n ard›ndan hala serbest de¤ilim; aynen 24 seneden fazla hapishanede ve birçok y›l›n› tecrit alt›nda geçirmifl olan RAF tutsaklar› Brigitte Mohnhaupt ve Christian Klar gibi. Yani burada bir foto¤rafç›n›n sergisini de¤il, foto¤raf çeken ve bunu bir direnme fiili olarak gören bir siyasi tutsa¤›n sergisini görüyorsunuz. Çünkü hapishanede onurlu bir flekilde yaflamak ancak direnifl ve dayan›flma sayesinde mümkündür. Bu resimler böyle ortaya ç›kt› ve bunu anlat›yorlar. Bugün resimlerimi Türkiye hapishanelerindeki tecrite karfl› direnenlere arma¤an etmek istiyorum ve avukat Behiç Aflç›’y›, TAYAD’l› Gülcan Görüro¤lu’yu ve siyasi tutsak olan Sevgi Saymaz’› en içten selaml›yorum.”
fiUBAT 2007 | TAVIR | 13
14-16 kerim korcan
2/17/07
10:41 AM
Page 14
biyografi
“ kadro fazlas›” bir yazar: kerim korcan tav›r
Hapishaneler baflka bir dünyad›r, orada yaflananlar›n her biri bafll› bafl›na o ülkenin genel durumuna iliflkin de¤iflik yönlerini sunar insana. Zaman›n ak›fl› belli olmaz hapishanelerde, umutlar›n ömrünü de kestiremezsin; nerede uzar ve nerede k›sal›r belli olmaz. Bazen çok coflkulu olur insan, bazen de karanl›k çöker üzerine ö¤le ortas›nda. ‹çin s›k›l›r, nedenini bilmedi¤in s›k›nt›lar boy atar yüre¤inde… Koridorlar kuytulafl›r bakt›kça… Bakmak istemezsin koridorlara… Hapishanedeki insan›n ruhuna ve benli¤ine ne zaman, nerede karanl›k ve umutsuzluk çökece¤i belli olmaz. Kararm›fl duvarlar›n yüzüne tükürürsün… Hapishane, zaman›n merhametsizleflti¤i yerdir... Bütün insanlar›n gözleri sadece bir tek noktada birleflir, ayn›lafl›r: Özgürlük! Bu ruh halini anlatmak için hapishaneyi iyi bilmek gerekir. Onlar›n
dünyas›na dâhil olmak, onlar›n yaflam›n› paylaflmak ve onlar›n karavanalar›ndan yemek yemek… Ve hatta kurtlu nohutlar› birlikte ay›klamak, kökleriyle birlikte piflen ›spana¤› doldururken tabaklara, alttaki kumun iyice dibe çökmesini beklemek gerekti¤ini de bilmek laz›m… Ya da özgürlük düflünü… Bir de Kerim Korcan’› iyi okumak gerekir... “Mahpushanede günler, ikiz fukara çocuklar› gibi, hep birbirine benzer. Aylar, bazen da y›llar geçer fakat göze çarpan bir de¤ifliklik göremezsiniz. Yar›n düne t›pa t›p uygundur. Çad›rc›lardan al›nm›fl eski bir plak gibi döner durur.”(Linç /syf. 87) Uzun süredir u¤ramaya çal›flt›¤›m›z bir yazar›n yan›na u¤rad›k. Kerim Korcan’›n kap›s›n› çald›k... Unutuldu¤undan flikayet etmeden açt› kap›s›n› bize. Belki de hapishane al›flkanl›¤›d›r, görüflçün her zaman olmaz, sen konuflacaklar›n› biriktirirsin. Gelenin olursa bir bir anlat›rs›n. O kadar çok hikaye biriktirmifl ki Kerim Korcan, birini anlat›rken bitirmeden di¤erine geçiyor; bir hikayeyi, içine bir baflka hikaye gizleyerek anlat›yor. Evet, okuyanlar bilir Kerim Korcan’›; yazarken de böyle yazar. Bir hapishane yazar›… Hapishaneyi onun kadar mert, onun kadar titiz ve onun kadar objektif anlatan pek az yazar vard›r… Yüre¤iyle seslenir adeta, mahkumun o anki ruh halini oldu¤u gibi okuruna yans›t›r. Hapishanedeki bir tutuklunun isteklerini flöyle ifade eder: “Bir tay›n, her fleyine yeter say›labilir mi bir mahkûmun? Çorba istemez mi aç mideler? Ayda bir portakal istemez mi, çiriflli dudaklar ›slans›n? Bir bafl so¤an istemez mi, lokmas› a¤z›nda büyümesin, kat›versin ekme¤ine; yüzü sevinçle ›fl›rken ac›s› damla damla f›flk›rs›n gözlerinden. ‹flin en kötü yan›, mahkum, ö¤ün ölçüsünü de mecburen unutan bir mahluktur.” (Linç syf. 10) Yaflam›n›n ayr›nt›lar›n› iyi gören bir yazar olarak tan›mlayabiliriz ama bu yetmiyor Kerim Korcan’› anlatmaya... Çünkü Kerim Korcan, yazd›¤› her fleyi yaflam›fl ve görmüfl bir yazar olarak karfl›m›za ç›k›yor. Yoksullu¤u da, hapishaneyi de yaflam›fl. Bunun için o ayr›nt›lar› bütün ç›plakl›¤›yla yüzümüze çarp›yor. Çocuklu¤unu flu cümlelerle özetliyor Korcan: “Gözlerimiz zavall› babam›za çevrilmiflti, ne bekliyorsak ondan bek-
14 | TAVIR | fiUBAT 2007
14-16 kerim korcan
2/17/07
10:41 AM
Page 15
biyografi
liyorduk. Masallar anlat›yordu Fitnat Ablam bana, aç yatt›¤›m›z gecelerde. Masallar kar›n doyurmuyor, ancak korkulu rüyalara haz›rl›yordu bizi. Uncu Tahsin’den veresiye ald›¤›m›z unlar›n ekmekleri kumluydu. G›c›r g›c›r g›c›rd›yordu difllerimiz, yerken. Sonra Cumhuriyet ilan olundu. Ekmeklerin kumu kesildi. Ama bu sefer de sütlere su katmaya bafllad›lar. Benim için meflrutiyet kumlu ekmek, cumhuriyet de sulu süt demektir. Sütlere su kar›flt›rmak da baba yadigar›, yani saltanattan kalmaym›fl, onun için olacak ki bir türlü vazgeçemiyoruz.” Kerim Korcan, 1918 y›l›n›n 31 Ocak’›nda bir saat tamircisinin o¤lu olarak Adapazar›’n›n Akfelek köyünde dünyaya geliyor. Yoksul saat tamircisinin en küçük o¤lu Kerim, ilkokula Devlet Demiryollar› Okulu’nda bafllar. Ancak okul hayat› uzun sürmez. Kadro fazlas›d›r Kerim. Kadro fazlas› bir grup çocukla birlikte okuldan ç›kar›l›r. Asl›nda yaflam›na da fazlal›k olarak bafllayan biri için önünde ne tür zorluklar›n oldu¤u s›r de¤il. Bu fazlal›klar›n önü arkas› kesilmez art›k Korcan’›n yaflam›nda: “Kim dinler senin henüz sekiz yafl›n› doldurdu¤unu? Sabah uykular›na hasret oldu¤unu? Mektebe gitmek gerekti¤ini? Kuzu gibi arkadafllar›n›n aras›na kar›fl›p, okuyup, ö¤renip, k›rlang›çlar gibi 盤r›flarak koflmak istedi¤ini? (...) Eh n’apal›m, biz de büktük boynumuzu, k›st›k sesimizi, Köfteci Tatar ‹smail’e ç›rak durduk. ‹lk günlerde bafl›m döndü köfte duman›ndan. Ama çirkin de¤il, güzel bir kokuydu bu.(...) Yorucu bir ifl de¤il miydi bu? Yorucuydu ama evde olsam bu kadar bol köfteyi nerede görecektim?” Babas› onu Eskiflehir’de Alçalan ‹lkokulu’na yazd›r›r. Ancak 4. s›n›fa kadar okuyabilir. Yoksulluk, Kerim’i çok sevdi¤i okulundan eder. Sesi ç›kmaz. Çocuklu¤u kahveci, dondurmac›, köfteci ve berber ç›rakl›klar›yla geçer. Berber ç›rakl›¤›n› flöyle anlat›yor Korcan: “Fakir köylüleri yüz paraya t›rafl ediyor, istedi¤im kadar suratlar›n› kesebiliyordum. ‘Yamas› kendinden’ diyorlard› onlar.” Okuldan ayr›lmak zorunda kalsa da, fliire merak sald›¤› için eline geçen bütün fliir kitaplar›n› okur. Tam bu zamanlar ilk aflk›n› yaflar. Biraz bocalar. Aflk›n zamans›zl›¤›na yak›n›r. Yokluk, hayal dahi kurmas›na izin vermez. Biraz çaresiz dertlere düflmüfltür. Kendini rak›ya m›, flaraba m› vurmal›, diye düflünür. “Bu bocalamada fliire vurdum kendimi” der Kerim Korcan. fiiirden bir ç›k›fl yolu aray›p bulmas› onun önünde ne tür engellerin oldu¤unun fark›na varmas›n› sa¤lar ve yaflam›n›n ana yolunun ilk ad›mlar›n› o günlerde atar. fiiir kitaplar›n› h›zla bitiren Korcan, bir aray›fl içindedir ve ne arad›¤›n› kendisi de tam olarak bilmiyordur. Önünde s›rl› bir perde... Hayyam’› okumaya bafllar; ama yetmez, arad›¤›n› bulamaz. Aflk› ve fliiri ararken Naz›m’› okur. ‹dam› istenen bir flairi ve komünisti yani... Komünistli¤i onu pek ilgilendirmemifl, ancak fliirleri onu sarm›fl ve okumaya bafllam›flt›r. Fazla bilgisi olmad›¤› için can› s›k›l›r ve sürekli okuyacak bir fleyler arar. Aflk›n› ve çocuklu¤unun geçti¤i yerleri kolay b›rakmas› bu yüzdendir. Ailesinin ekonomik s›k›nt›lardan dolay› ‹stanbul’a tafl›nmas›na sesini ç›karmaz, kabul eder… ‹stanbul’da daha çok kitap bulacak, daha çok okuyacak ve daha çok fley ö¤renecektir…
‹stanbul’da Mecidiyeköy’de yeni bir yaflama bafllar Korcan ailesi. Kerim burada tekrar berberli¤e bafllar. “‹stanbul, bir derya içinde bir baflka derya gibi görünmüfltü. Art›k arad›¤›m dünyay› bulmufltum. Okuyacak, okuyacak, okuyacakt›m. ‹lhami Bekir ‘ oku oku oku/ oysan, buysan, oruspuysan, ameleysen / Hülasa her neysen oku’ demeyecek miydi? Biz de okuyacakt›k.” Ve okur. Çok kitap bulur Kerim ‹stanbul’da; çok da okur. Berber dükkan›nda çok okudu¤u ve kravat takmad›¤› için sürekli azar iflitir. “Bu kadar okudu¤una ve bir bafl da olmayaca¤›na göre, sonunda dönüp kendi bafl›n› yiyeceksin” diyenler az de¤ildir. Okuma merak› onu sosyalizme yöneltir. 1935’lerde sosyalist bir partinin faaliyetlerine kat›l›r Korcan. Neyi arad›¤›n›n rahatl›¤›yla “ Evet bundan sonra bir savafl eri olacakt›m; s›n›f›ma, ülkeme bu yoldan hizmet edecektim” diyerek bafllar kendi s›n›f› için çal›flmaya. K›sa süre sonra yeralt› yaflam› da bafllar Kerim Korcan’›n. 1938’de de 1 May›s’a kat›ld›¤› için gözalt›na al›n›r. Yo¤un bir iflkenceden geçer: “Bu günlerim için, ATEfiTEN KÖPRÜ diyorum ben” Atefl Köprüsü’nden geçtikten sonra Donanma Kor Askeri davas›ndan yarg›lan›r. Suçu(!), “Askeri, isyana teflvik etmek”tir.16 arkadafl›yla birlikte yarg›lan›r ve toplam 184 y›l ceza al›rlar. Kelepçe tak›l›r kollara ve do¤ru ‹stanbul merkez kumandanl›¤› hapishanesine götürülürler... Orada k›sa bir süre kald›ktan sonra bu kez de Sultanahmet Hapishanesi’ne... Burada bir y›la yak›n kald›ktan sonra arkas›ndan bir yaz› gelir hapishane idaresine: “Görülen lüzum üzerine…” Kerim Korcan y›llar›n› dolduraca¤› meflhur Sinop kalesine sevk edilir. Kerim Korcan, Sinop Kalesi’nde tam› tam›na 10 y›l yatar. 10 y›l sonra d›flar›ya ç›kt›¤› anda Sinop Milli Park›’ndaki flu levhay› okur:”Kalbe ›fl›¤› dolar, sak›n dokunma solar” ... Bu sözü hiç unutmaz… Sinop zindan› ve insan, Sinop milli park› ve çiçekleri… Hapisten ç›kar ç›kmaz da askere al›n›r. Korcan, ‹stanbul’a ancak 1950’de döner. Hapishanede marangozlu¤u ö¤renen Korcan, yaflam›n› marangozlukla sürdürmeye çal›fl›r. 1953’te evlenir. 1954’lerde de Vatan Partisi’ne kat›l›r. 1957’de Vatan Partisi Merkez Heyeti üyeli¤inden hakk›nda soruflturma aç›l›r ve TCK’n›n 141 ve 142. maddelerinden yarg›lan›r. ‹lk tan›flt›¤› hapishanede, Sultanahmet’te iki y›l yatar. ‹ki y›l›n ard›ndan serbest b›rak›l›r. Yaflad›klar›n› yazmaya bafllar Kerim Korcan... “fiiir ince gümüfl bir deredir, ça¤›ldar uzaktan yeflil ovalar›m›zda. Çoban›n kaval›ndan dökülür inildeyerek. Suya inen koyunu geri döndürür. Hikaye dersen bir ›rmak, onun ›fl›lt›l› sular›nda yüzümüzü seyrederiz. Roman derseniz kocaman bir nehirdir. Ay vurur geceleri, biz o nehirde kendimizi arar›z y›ld›zlar yukar›dan bak›fl›rken. Peki, fliir mi, hikaye mi, roman m›? Ben hikayede karar k›ld›m. Hikaye yazacakt›m Sinop Cezaevi’nde kah›rl› günlerimi doldururken. Kalem, ka¤›t, ›fl›k laz›md› bunun için. Günün akflam›na kadar çal›fl›yorduk karn›m›z› doyurmak u¤runa.” (sayfa 247) Edebi çal›flmalar› ilk ürününü 1962 y›l›nda düzenlenen bir yar›flma-
fiUBAT 2007 | TAVIR | 15
14-16 kerim korcan
2/17/07
10:41 AM
Page 16
biyografi
“(...) al›nan sonuçlara da bakarak, as›rlard›r uygulama alan› bulabilen idam cezas›n›, bugün de geçerli bir yöntem sayamay›z. Ceza hukuku tahsil ederek de¤il, ceza yatarak -hem de 12 y›l- geldim bu kan›ya. Onlarla konufltum, tart›flt›m, hayret edece¤iniz kadar terbiyeli, insanc›l kiflilerdi. Ama bir kere ellerini dirseklerine kadar kana sokmufllard›. Bunun sorumlulu¤undan kaçmaya tenezzül de etmiyorlard›. Yaln›z kulak arkas› edemeyece¤imiz, bir ricalar›, bir istekleri vard›r: Öldürmek çok kötü bir fleydi, bu yola bafl koyup onlar da öldürülmemeliydi. Israrla bunu istiyorlar, adaletin yüceli¤ine kan bulaflt›rmak istemiyorlard›. Ceza m›? Elbette bunu çekeceklerdi. Ama ölerek de¤il, yaflayarak, her an, her dakika cürümlerinin a¤›rl›¤›n› s›rtlar›nda duyarak. (...) Ufuklar›n kan rengi, güneflin do¤ufluyla silinir gider. Ama idaml›klar›n kanl› ayak izleri taban taban toprakta kal›r. Bunlar› silip götürecek ya¤mur yoktur. Bir k›s›m insanlar›m›z› dertli görece¤iz, a¤layan analar› dertli görece¤iz. Hep konuflacakt›r onlar a¤›rdan a¤›rdan. Kin üretecekler, merhamet üretecekler. Toplumda huzur bulamayaca¤›z. fiimdi tarlalar›m›z› sürerken, demirleri döverken, zorluklara boyun e¤erken, demir parmakl›klara da bir göz atamaz m›y›z? Orada insanlar var. (‹daml›klar)
da verir. Milliyet Gazetesi’nin “Bir Memleket Gerçe¤i” konulu yar›flmas›nda Korcan, “Köfle” adl› röportaj›yla ikinci olur. “Linç” isimli roman› 1970’te hem filme al›n›r, hem de oyunlaflt›r›l›r. Linç, dönemin en önemli filmlerinden olur. Linç adl› roman›nda adli tutuklular aras›ndaki çekiflmeleri verirken bir toplumsal gerçe¤i ve halk›n de¤er yarg›lar›n› da özellikle vurgular. Hapishaneden firar eden Arap Kadir’i evinde yat›r›p sonra da ihbar eden muhtara flunlar› söyler Arap Kadir: “Muhtar bunu da unutmadan iflit: Kahpelik bir marifet de¤ildir. Ahlatlar köyünün bu davetsiz misafiri unutulur, fakat Arap’›n sözleri unutulmaz!” Do¤ay›, insanlar› sürekli görmekle, yaflam›nda ilk ve son kez gören insan›n aras›ndaki fark› flu güzel imgelerle anlat›yor Kerim Korcan: “Karadeniz’e yukar›dan bak›yordu. Mahpushane icat olal› kaç mahkum kale duvar›ndan y›ld›zl› bir gecede denize bakabildi acaba? Onun yapt›¤› asl›nda zor de¤il, çok zor bir iflti. Onun için, bir bal›kç›, bir gemici Arap kadar manal› bulamazd› Karadeniz’i.” (Linç / syf. 84.) 1976 y›l›nda “Tatar Ramazan” isimli hikaye kitab› tiyatroya uyarlan›r. Bu kitap 1990’da sinemaya da uyarlan›r. Baflrolünü Kadir ‹nan›r’›n oynad›¤›, müzi¤ini Ahmet Kaya’n›n yapt›¤› film, defalarca TV’lerde gösterilmesine ra¤men, hala ilgiyle izlenmektedir. Mertlik, cesaret, zulme baflkald›r› gibi erdemler, simgeleflir Tatar Ramazan’da. Yoksulun yan›ndad›r Tatar Ramazan, yoksulun isyan›d›r bir bak›ma. Bu yüzden geçen onca y›la ra¤men Tatar Ramazan, ak›llardan silinmeyen bir eserdir. Film 1991’de Ankara Çankaya Belediyesi'nin düzenledi¤i, ‹nsan Haklar› konulu yar›flmada birincilik ödülü al›r. Kerim Korcan’›n dilinde kurgu gerçe¤e yediriliyor, gerçekler kurguya yedirilmiyor. Haks›zl›k yoktur edebiyat›nda, eflit davran›r (Bu,
16 | TAVIR | fiUBAT 2007
tarafs›zd›r anlam›na gelmesin, Korcan taraft›r...) Kahramanlar›na bakt›¤›m›zda hemen hepsi cinayetten girmifl hapishaneye. Katil olarak bakmaz, merhametli davran›r, insan olarak hakk›n› verir. Bak›n, ‹daml›k Hüseyin’in idam edilmeden önce yaflad›klar›n› nas›l anlat›yor Korcan: “‹htiyarlar, bütün ç›rp›nmalar›na ra¤men, o¤ullar›yla yüz yüze görüflememifllerdi. Görüflüp konuflamam›fllard›. Ne var ki, idaml›k Hüseyin’i, yar›m saat için bile olsa, son bir defa mahpushane bahçesine ç›kartm›fllar ve masmavi gökyüzüne bir daha bakmas›n› sa¤lam›fllard›” Bir idam mahkumunun son anlar› ve do¤an›n güzelli¤i ancak bu kadar güzel ve etkileyici anlat›labilir. Onlarca eser verir Kerim Korcan. “Ateflten Köprü” isimli roman›nda komünizm propagandas› yapt›¤› iddias›yla ‹stanbul DGM’de yarg›lan›r. 1989’da beraat eder. Eserlerinin ço¤unda hapishane gerçe¤ini anlat›r Kerim Korcan. Ezilenler, baflkald›ranlar, idaml›klar... Kitaplar›n›n kahramanlar›d›r. ‹çinde bulundu¤u koflullar› anlat›r tüm yal›nl›¤› ve do¤all›¤›yla. Kahramanlar›n› genellikle kendi fliveleriyle konuflturur. Eserlerinde bu yal›nl›k hakimdir. fiükran Kurdakul, flöyle tan›ml›yor Kerim Korcan’›: “(...) Yay›mlad›¤› roman ve öykülerinde diri, canl›, do¤al bir anlat›m içinde, yer yer kiflilerin iç hesaplaflmalar›n› yans›tarak toplumcu- gerçekçi ak›m›n baflar›l› örneklerini verdi.” Sorgulay›c›d›r Kerim Korcan. Okuruna da sorgulay›c› olmay› ö¤retir eserlerinde. Bir hapishane yaflam›n› sadece o duvarlar›n aras›ndaki anla s›n›rlamaz. Hapishane müdürü nezdinde düzeni, o günkü iktidar› ele al›r, bir tutuklu nezdinde ise o toplumun yap›s›n› ve de¤er yarg›lar›n›... Kahramanlar›na bakt›¤›m›zda bugün karfl›laflt›¤›m›z hemen her kesimden insanlar vard›r. Ne kadar delikanl› varsa bir o kadar korkak… Ne kadar ac›mas›z varsa bir o kadar da merhametli olanlar vard›r eserlerinde. Kavuflmak ne kadar zorsa ayr›lmak da bir o kadar zordur uzun y›llar yatm›fl bir tutsak için. Sinop’tan ayr›l›rken sevinmeyi düflünen Korcan, iki damla gözyafl› hediye b›rak›p geliyor… Ya y›llard›r görmediklerine kavuflmak? Bir baban›n o¤lunu tan›mamas›… Tan›y›nca da, “O zaman bir ah koptu ci¤erlerinden. Hiç böyle bir karfl›lama beklemiyordum.” Bir kez daha gözlerini siliyor Kerim Korcan… Bu kez kavuflurken. Birçok esere imza atan Kerim Korcan 9 Kas›m 1990 tarihinde tedavi gördü¤ü kanser hastal›¤›na yenik düfler ve hayata veda eder. YAYIMLANAN ESERLER‹: Linç (Roman), Tatar Ramazan (Öykü), ‹daml›klar (Öykü), Ter Adamlar (Roman), Patrona (Roman), Dimitrof Geçiyor (Roman), Canl› Bayraklar (Öykü), Ölüm Pusuda (Öykü), Ateflten Köprü (An›) Harbiye Kazan› (An›), Ey Gaziler (fiiir), Ac›lar Çemberi (Çocuk Roman›), Capon (Çocuk Roman›) J
söylefli
“tiyatronun cad›s›” macide tan›r ile tiyatro ve hayat üzerine... tav›r
Macide Han›m’la yapt›¤›m›z ilk telefon konuflmas›n› unutmak mümkün de¤il. —Merhaba Macide Han›m. Nas›ls›n›z? —‹yiyim efendim, teflekkür ederim. —Efendim sizi Tav›r Dergisi’nden ar›yoruz. Önümüzdeki say›m›z için sizinle biraz sohbet etmek istiyoruz. E¤er uygunsan›z tabi. —Ay ne fleker. Elbette. Ne dergisi bu? —Efendim Tav›r, bir kültür sanat dergisi. —Öyle mi? —H› h›.
‹flte ipler burada kopuyor. Macide Han›m her fleyi bir yana b›rak›yor ve bafll›yoruz bu “h› h›, › ›h, bye...” gibi kelimelerin –gerçi kelime de denmez bunlara – nas›l dilimize yerleflti¤i, bunlar›n dilimizi nas›l yozlaflt›rd›¤› üzerine konuflmaya. Yapt›¤›m›z yanl›fl›n utanc›yla bir dahaki konuflmam›za kadar bu kelimeleri da¤arc›¤›m›zdan atma sözünü veriyor ve ifli tatl›ya ba¤l›yoruz. Randevu al›nd› ve biz de flu an okudu¤unuz sat›rlar› yazma f›rsat›na nail olduk. 1938 – 39 y›llar›nda Erenköy K›z Lisesi’ni bitiren Macide Tan›r, Ankara Devlet Konservatuar› tiyatro ve opera bölümlerini kazan›r. Tiyatro bölümünde ilk kez yap›lan bir uygulama ile s›n›f atlar. Okulun yüksek bölümünü üç y›lda bitirip 1942 – 43 y›l›nda Devlet Tiyatrosu’na kat›l›r. 1985 y›l›nda emekliye ayr›lan Macide Han›m, 50 y›la yak›n süren tiyatro yaflam›nda dünya tiyatro edebiyat›n›n seçkin eserlerinin pek ço¤unda baflrol oynar ve onlarca ödülün sahibi olur. Bu ödülleri elbette ki burada saymayaca¤›z. Eminiz ki bunu o da istemez. Kiflili¤indeki mütevaz›l›k evinin düzenine de yans›m›fl. Küçük, olabildi¤ine ferah, ayd›nl›k
ve sade olan evin salonunda gerçeklefltirdi¤imiz sohbetimizde, bize efllik eden çiçekleri de vard› Macide Han›m’›n. ‹tiraf etmek gerekirse, kendisinin sadeli¤ine yak›flt›¤›n› düflündü¤ümüz beyaz çiçeklerimizle kap›s›n› çald›¤›m›zda, onun çiçeklere düflkünlü¤ünü bilmiyorduk. ‹sabet oldu. Macide Tan›r, Bilgi Yay›nevi taraf›ndan yay›mlanan otobiyografik kitab›na “Tiyatronun Cad›s›” ad›n› koymufl. Her ne kadar kendisi ile e¤leniyormufl gibi görünse de, cad› yak›flt›rmas›n› asla hak etmedi¤ini, kendisi de gayet iyi biliyor asl›nda. Ama ortal›kta o kadar çok “melek” varken ve bu tiyatro meleklerinin her yapt›¤› alk›fllan›rken – flakflaklan›rken mi desek acaba - “Ben de olsam olsam ‘cad›’ olurum.” mu diyor acaba Macide Tan›r? “Tiyatroda her gece, anlayan bir kifli var diye oynad›m. Yoksa ben var›m dedim. Bu kitab› da, okuyacak bir kifli var diye yazd›m. Yoksa gene ben var›m. Acaba o bir kifli siz misiniz?” Sizi do¤ruya, iyiye götüren bu tatl› cad›n›n kitab›nda sadece Macide Tan›r’›n tiyatroya iliflkin an›lar›n›, tan›k oldu¤u dönemin tiyatro tarihini de¤il, bunun yan›nda sanatç›n›n kültürel yozlaflmaya iliflkin düflüncelerini ve kendi çap›nda bu yozlaflmaya karfl› verdi¤i mücadelesini okuyoruz. Kitab›nda sizinle birçok konunun sohbetini yap›yor. Siyasetten ve ülke gündeminden uzak de¤il. Ülkenin sorunlar›ndan bir flekilde haberdar oluyor ve bunu kitab›na yans›tmadan edememifl. Hastal›¤›nda doktoruyla yapt›¤› sohbette bile tiyatroculu¤unu anlarken, kendini tutamay›p milletvekillerine laf att›¤› yerde, onun ülkemiz gerçeklerine aç›lan gözlerini görüyorsunuz. Onun için elbette ki bunlar birbirinden ba¤›ms›z fleyler de¤il. “‹man›” olarak nitelen-
dirdi¤i tiyatrosunun üzerine bir karabasan gibi çöken kültürel yozlaflman›n Macide Tan›r’› derinden etkilemesi bunun bir göstergesi. Onu daha yak›ndan tan›mak için evinde yapt›¤›m›z sohbette yine Macide Tan›r’›n birbirinden kopmaz iki yan›yla karfl›lafl›yoruz hep. Biri tiyatro sahnelerinin cad›s› Macide Tan›r, di¤eri ise duyarl› ve demokrat bir yap›ya sahip, ülke gündemi ile yak›ndan ilgilenen bir ayd›n... Bunca y›l›n kendisinde b›rakt›¤›, a¤›r ama tafl›maktan asla vazgeçmedi¤i, tafl›d›kça de¤erlenen bir yük. Hele ki, de¤erleri içimizde bar›nd›rman›n ve onlara sahip ç›kman›n güç oldu¤u, bilginiz, niteli¤iniz artt›kça birçok s›k›nt› yaflad›¤›n›z bir ülkede yafl›yorsan›z, bu yük daha da a¤›rlafl›yor. Öyle ki, birçok de¤eri –dürüstlük, namus, gurur, adaletli olma, sayg›, sevgi...– yaflaman›n, ifliniz konusunda kendini yetkinlefltirmenin karfl›l›¤› bazen yaln›zl›k bile olabiliyor. “Deneyimlerimiz ve birikimlerimiz artt›kça s›k›nt›lar›m›z da art›yor. Alt›nda ezilmemek için özel bir çaba sarf ediyorsunuz. Her an›n her fleyin foto¤raf›n› çeken, saliseleri size bildiren, size anlatan aletler, gün be gün daha hassas bir teraziye dönüflüyor.” “Bir defa kim olursa olsun, hangi meslekten olursa olsun evvela insan olmal›. ‹nsan olman›n en büyük özelliklerinden bir tanesi bence, düflünmeyi bilmek. ‹nsan, kendini ölçmeyi bilmeli. Ben ne kadar›m, ne yapt›m, ne okudum? Okuduklar›mdan ne kadar yararland›m? Ve tüm bunlardan bende ne kadar birikti? Bunlar önemli.”
fiUBAT 2007 | TAVIR | 17
söylefli
vafl flu: Senin memleketini, ülkeni bir baflka ülke istila eder, sen onu kurtarmak için mücadele edersin. Bizim iflte Kurtulufl Savafl›m›z öyle. Kurtulufl Savafl›’nda, ben Atatürk’ün annesi Zübeyde Han›m’› oynad›m. Çok etkilenirim yani. Hala da filmi seyrederken dayanamam, gözlerimden yafl gelir. Savafl ama vatan› kurtarma ad›na... Yoksa öbür tarafta evvela büyük bir yalan, efendim bilmem ne silahlar› falan. Büyük bir yalan. Var diye git, sonra da utanmadan ‘Aaa yokmufl.’ de. ‘‹stihbarat› bana yanl›fl vermifller.’ de. E, ondan sonra da hala da ç›kma ve orada yüz binlerin ölümüne sebep ol ve de hala ç›kmamaya kararl› olup yirmi bin küsur askerin gönderece¤inin iddias›n› yürüt… ‹flte dedi¤im gibi. ‹nsan her fleyden önce insan olmal›. Ondan sonra iflte, sanatç›ym›fl, katipmifl, doktormufl, avukatm›fl... Ama evvela insan...”
“Çünkü siz o birikime gelinceye kadar çok evrelerden geçmiflsiniz, çok tezgâhlardan geçmiflsiniz. Tiyatro sanatç›s› olmak ama gerçek tiyatro sanatç›s› olmak, zannedildi¤i kadar kolay de¤il. Ve yahut da ben öyle biliyorum. Ben öyle ö¤rendim.”
Dedik ya, bir yanda tiyatro di¤er yanda tiyatro sahnelerini var eden, tiyatronun içinden do¤du¤u gerçek yaflam. Sohbetimize yans›yor bu her iki gerçek. Demin tiyatro derken, bir bak›yoruz sahneden afla¤› atlam›fl›z, dünyam›z›n sokaklar›nda geziniyoruz.
Macide Han›m, kendini baflkalar›n›n yerine koyarak varolmaya çal›flm›fl yaflam› boyunca. Empatiyi derinlemesine yaflam›fl. Canland›rd›¤› karakterlerdeki baflar›s› da bundan olsa gerek. Onun için sahnede olan fley bir rol de¤ildir. Canland›rd›¤› kifli kendisi olur adeta. Onun deyimiyle önce role gebe kal›r ve o rolü sa¤l›kl› bir flekilde do¤urabilmek için ana karn›nda onu besler, büyütür. Ortaya ç›kan onun bir parças›d›r art›k.
“Ben Türkiye vatandafl›y›m ve de dünya vatandafl›y›m. Irak’taki savaflta o kadar çocu¤un ölmesi, sakat kalmas›, anas›z babas›z kalmas›, belki inanmak zor ama beni son derece üzen ve yaflam›m› etkileyen bir fley. Mesela Saddam’›n o idam an›n› gördüm. Ve insan olarak çok incindim, mideme kramp girdi. Kad›n sana ne? Bu adam o kadar insan›n ölümüne sebebiyet vermifl. Tamam. Ama do¤ru bir mahkemede, gerçek bir savc›lar, yarg›çlar heyetinde tart›fl›l›p sonuç bu olabilirdi. Bir de insan olarak da ‹slam dinine ba¤l›, bir de bayram›n birinci günü... Böyle dünya üzerinde küçültmeye çal›flan davran›fllar çok a¤r›ma gitti. Onu yapt›ranlar kendileri küçüldüler ama olar da bunun fark›ndalar. ‹flte ben her fleyin böyle fark›nda ola ola yükleri tafl›ya tafl›ya bu yafla kadar geldim. Benim için dayan›las› de¤il.”
“Hep ac›l› kad›nlar› yaflad›m. Gün yirmi dört saat o kad›n›n ac›lar›yla beraber eve gittim, o kad›n›n ac›lar›n› çektim, geceleri uyand›m, o ac›larla uyumaya sarf ettim, ilaçlar› ald›m. Ertesi gün akflama kadar yani saat üç buçu¤a kadar o kad›nla gene evde dolaflt›m. Ondan sonra üç saat dört saat evvel tiyatroya gittim. Kaç defa oynad›¤›m eser olmas›na karfl›n, sahneye gittim oturdum. O arada mesela tiyatroda geçen bir fleyi mesela bir mektup de¤il mi? O mektup orada m›? Elimi at›nca çanta alaca¤›m mesela, çanta orada m›? Yard›mc›lar seslenirlerdi bana: ‘Var, koyduk.’ Ama ben onu görmeliyim. Sahnede yine o kad›n olmal›y›m tamamen.”
18 | TAVIR | fiUBAT 2007
Bu konulara girmek için hiçbir girifl cümlesine ihtiyac›n›z yok Macide Han›m’›n yan›ndayken. Onunla konuflurken sahneye istedi¤inizi ç›karabilirsiniz. Ayna serbest. Irak demiflken... “fiimdi savafl denilince benim anlad›¤›m sa-
Tiyatronun çok bilinen bir tan›m› vard›r Shakespeare’e ait: “Tiyatro hayat›n aynas›d›r.” Dillere pelesenk olmufl, sloganlaflt›r›l›p insanlar› tiyatroya çekmenin arac› haline getirilmifl olan bu laf›n alt›ndan kalkmak, hakk›n› vermek o kadar kolay olmasa gerek. Aynay› nereye ve ne yönde tuttu¤un önemli. Bu aynaya bakt›¤›m›zda kendi gerçeklerimizle ne zaman karfl›laflaca¤›z, kim bilir? Dedik ya, yön önemli. Ülkemizde yaflanan ve tutulacak bir aynaya ihtiyac› olan onca gerçek varken, ayna neden buralara tutulmuyor; neden korkuyor, neden kaç›yor bu ayna? “Tabii ki yaz›lmal›. Yazarlara sormak laz›m bunlar›, tiyatro sahiplerine sormak laz›m. Yazar yazacak, tiyatro karar verecek, oynanacak. Ondan sonra biz karar verece¤iz, yazar ne kadar do¤ru, ne kadar yaklaflt› bugünün flartlar›na. Oyuncular ne kadar, reji ne kadar belirtti? Ancak bunu konuflabiliriz. Bunu konuflma hakk›m›z var. Ben sahiden bilmiyorum. Bunu ciddi bir flekilde yazarlara sormak laz›m, bir. Mesela tiyatronun sahiplerine soracaks›n›z, onlar da diyecekler ki: Hani nerede, böyle bir eser var m› ki oynayal›m?’ ‹kincisi, yazar yazd›¤› halde hem de çok de¤erli yazd›¤› halde, oynamayan tiyatrolara gidip soracak: ‘Bunu neden oynam›yorsunuz?’ diye.” Bir tiyatro yazar› nas›l özgür olabilir? – Gerçi özgürlük kelimesi alabildi¤ine i¤difl edildi art›k. Kafalar buland›r›ld›, yönler sapt›r›ld›. Her istedi¤inizi yapmak, sadece kendi isteklerini
söylefli
hayata geçirmek, sorumluluklardan kaçmak, özgürlük ad›n› ald› günümüzde. Kendini bilen, gerçekten özgür olmak isteyenlere de yozluklara karfl› ç›kmak kald›. Hatta bazen bu yozluklar›n içinden en az yoz olan›n› seçmek oldu özgürlük. Ama biz yine de o saf, kirletilmemifl olan özgürlü¤ü konu al›yoruz. – Özgürlük... Nerede bafllar, nerede biter? Sanatç›n›n özgürlü¤ü nedir? Evet, herkes istedi¤i oyunu yazabilir, buna kimsenin itiraz›n›n olaca¤›n› zannetmiyoruz. Ama özgür olmak için bu yeterli midir? Bu sorunun yan›t›, san›yoruz ki, hay›r olacakt›r. O oyun sahneye ç›kt›¤›nda ancak yazar özgürdür. Oyuncunun her hareketi, oynanan her sahne, yazar› ve tiyatroyu biraz daha özgürlefltirecektir. “Bir defa özgürlük ne demek? Ben bir defa bu lafa çok k›z›yorum. Özgürlük ne demek? ‘Ben özgürüm.’ Kardeflim bir defa sen özgür olamazs›n. Ancak beyninde, ancak düflüncelerinde özgür olabilirsin. Sanatç› nas›l özgür olacak, olur mu? Düflüncelerimde ba¤›ml›y›m ayr›ca. Ben sol tandansl› biriyim. E, ama baflka bir bölümdeyim ben. Ama sanatç› olarak de¤il, Macide olarak benim anlay›fl›m; benim okudu¤um kültür, benim istedi¤im düzen bu düzen de¤il. Ben sol düzen istiyorum. Onun için özgürlü¤ü öyle her fleyde özgürlük var diye alg›lam›yorum. Zaten, yaflam›n hangi bölümünde var özgürlük? Hayat›mda yafl›yorum. Mesela devlet tiyatrosunda ben bir tek rolümü daha evvelinden ö¤rendim. Onun d›fl›nda hep liste as›l›rd› oradan ö¤renirdik hangi rolü ald›¤›m›z›. Bu özgürlük de¤il ba¤›ml›l›k bence. Asl›nda buna ba¤›ml›l›k demeyelim, iman diyelim. Tiyatro bir meslek de¤il sadece, bir iman ifli. O imana varm›flsan kardeflim hodri meydan, oyna.” Peki, sahnedeki özgürlük? “Bak kitapta da yazd›m. Mesela ‹bsen... Çevirisini okudum. Orijinalini okuma imkân›m yok, dil itibariyle. Ve de ola¤anüstü tercüme eden bir kiflinin tercüme etmesine ra¤men.... Daha evvel Nora dönemindeki, ‹bsen dönemindeki o toplumun nas›l yaflad›klar›n›, nelere önem verdiklerini, mali iktisadi durumlar›n› araflt›r›p tetkik etti¤im içindir ki, ‹bsen böyle bir fley yazmaz diye ›srar ettim. ‹lk gece yanl›fl oynand›. Ve o gece o tarihlerde mutlu bir seyirci vard›. Biz alt›n seyircinin alt›n sanatç›lar›yd›k. Ve oda t›kl›m t›kl›m dolu; herkes beni övmekle meflgul. Ben kederler için-
deyim. O arada bir han›m, iflte ‹sviçre’de seyretmifl, çok be¤enmifl beni. Ben ise hiç, kulak arkas›… Dinlemiyorum. Çünkü üzülüyorum, çünkü biz ‹bsen’i bu gece öldürdük derdindeyim. ‘Tercüme eden benim’ deyince, kula¤›na dedim ki, senaryo yan›n›zda m›? Evet, dedi. Son sahnesine bakar m›s›n›z lütfen, dedim. Bir fley mi var, dedi. Bana öyle geliyor ki çok büyük bir yanl›fl var, dedim. Yani o ola¤anüstü tercüme eden kifli –ismini vermek istemiyorum, merak eden bulsun- flöyle tercüme ediyor, o¤lu annesinden cinsel iliflki istiyor. Öyle tercüme etmifl. Oysa ertesi gün telefon etti. Macide Han›m ben bunu nas›l yapt›m, bu hatay› nas›l iflledim, dedi. Asl›nda çocuk, morfin dozunu artt›r, yaflamak istemiyorum, fleklinde bir istekte bulunuyor. Ben de eve gittim. Çiçekleri araba tafl›yamad›, düflünebiliyor musunuz? Ev çiçek bahçesi, bir dolmuflla getirdiler. Onlar›n aras›nda hem a¤l›yorum – o tarihlerde rak› içerdim- hem rak› içiyorum. Eflim dedi ki, ne a¤l›yorsun flu çiçeklere bak, flu alk›fllara bak. Hay›r, dedim. O gece bir kez daha biz öldürdük ‹bsen’i. O da, ‘Sen ‹bsen’le bafl bafla kal, ben gidiyorum.’ dedi. Ve ertesi gün gerçek ortaya ç›km›fl oldu. Ben onu nerden bildim sizce? Ben ‹bsen’i ve ‹bsen dönemini biraz tan›maya çal›flt›¤›m için, biraz bilgim oldu¤u için, ‹bsen dedim, topluma yön veren bir yazar, bu nas›l olur? O¤lu frengi. Belki dedim frengi ve sonuçlar› böyle mi dedim acaba. Yahu ben mecbur de¤il miyim, bir rolü ald›ysam, o kad›n› yazar›n istedi¤i ölçülerde oynamaya? Böyle iflte. Oradaki özgürlü¤ümüz de bu kadar. Dedi¤im gibi özgürlük düflüncede olur. Biliyorsan özgürsün.” Macide Han›m asl›nda bir yandan bize kavram olarak neredeyse unuttu¤umuz “meslek eti¤i”nden bahsediyor. Do¤ru olan› anlatmak, iflinin, sanat›n›n hakk›n› vermek, sanat›na sayg› duymak. Ve tüm bunlar› yerine getirmenin sebebi olan, izleyenine sayg› duymak. Mesela istemedi¤iniz bir oyunu oynamamay› seçebiliyorsunuz. Yaflam›n›zda yap›yorsunuz iflte bunu. Düflündüklerini, isteklerini hayata noktas›nda, yeni bir fleyler üretme noktas›nda sonsuz s›n›rlarla karfl›laflan sanatç›lar; yanl›fl› reddetme konusunda sanki bir nebze de olsa daha iyi bir durumdalar; ama o kadar... “Sonra bir de flu yok mu, reddetmede? Reddetmek bence özgürlük de¤ildir. fiimdi diyor-
sun, ben bu rolü oynamal› m›y›m, oynamamal›y›m. Hah iflte orada bafll›yor. Bence bu özgürlük de¤il, kendini korumak, geçmifline, izleyenlerine sayg› duymak.” ... “Belki de, özgür özgür... Son zamanlarda bu özgür laf› çok dolan›yor belki de o yüzden bu özgür laf›na alerjim var. Çünkü çok içi boflald›. Yahu, nerenden özgürsün sen. ‘Sekiz ayl›k düzeyli bir beraberli¤im var. Ama olmad› ayr›ld›m, çünkü ben özgürüm.’ Özgürlük bu de¤il.” “Ben özgürüm. Neden? ‹stedi¤im kitab› okuyor muyum bugün; çok flükür okuyorum. ‹stedi¤im flekilde düflünebiliyor muyum; beynim yerimde düflünebiliyorum. Ne yapabilirim diye düflünüyor muyum; düflünüyorum. E, gazete ç›karamam ki her gün oturup yazay›m. Hah iflte o zaman ben nas›l özgürüm? Ben ba¤›ml›y›m. Yaz›yor muyum? ‹flte burada yazd›m. Bir yaz› yazd›m. ‹kinci sayfa sorumlusu çok sevdi¤im Sami Karaören, telefon etti birkaç saat sonra ‘Macide Han›m, yaz›dan biraz flüphe ettim. Bizim hukuk bürosuna gönderdim, sak›n ha, Macide Han›m’› götürürler onu biz bile kurtaramay›z, dediler’. dedi. Yaaa... ‹ki tane yaz›m böyle oldu iflte. ‹flte ben özgürüm diyebilir miyim? Diyemem.” Konuflmalar›nda kitab›ndan farkl› olarak, toplum sorunlar›na müdahale etmek isteyen bir sanatç›n›n kararl›l›¤›n› ve inatç› ›srar›n› görüyorsunuz. Özellikle dildeki yozlaflma... Kulland›¤› dile sayg› duyan ve onu korumaya çal›flan nadir sanatç›lar›m›zdan birisi Macide Han›m. Tüm bu yanlar›, ona flu sorular› sorma f›rsat›n› do¤uruyor bizlere: Peki Macide Han›m dilimiz neden bu kadar çabuk ve bu kadar pervas›z bir flekilde yozlaflabiliyor? Biz neden bunun önüne geçemiyoruz? “Çünkü Bat› öyle istiyor. Çünkü Amerika öyle istiyor. Ben Amerika’ya kendi iste¤imle gitmedim. Amerika’ya oldum bittim alerjim var. Gördünüz, ben sade yaflayan bir insan›m. Yani bu agrandize ve büyütülmüfl haliyle zaten öteden beri Amerika’y› sevmiyorum. Demokrat Parti, küçük bir Amerika yarataca¤›z, dedi. Cümle aynen öyle. Her mahallede bir milyoner olacak dedi. Çünkü flöyle bir gerçek var: Bat› denen o Amerika, ‹ngil-
fiUBAT 2007 | TAVIR | 19
söylefli
tere, Fransa tabi biraz ‹talya biraz da Yunanistan Sevr’i hala unutamad›lar. Biz böyle günü birlik yaflayan bir ulusuz. Yani befl gün sonra için program yapan›m›z çok azd›r. Oysa onlar›n uzun vadeli politikas› var. Kim gelirse gelsin, o, uzun vadeli politika için çal›fl›yor. O politika içerisindeki Türkiye’nin durumu ne? Türkiye’yi parçalamak, Lozan’› yerle bir etmek, Sevr’i hortlatmak. Nedir bu? Türkiye’yi bölmek. Düflünebiliyor musunuz, Amerika’daki genel kurmay›n haritas›nda bu böyle. Dünyada baflka bir ulus tan›m›yorum, kendi dilinden bu kadar uzaklafls›n, baflka bir kiflilik olmaktan bu kadar mutlu olsun. Bacakta y›rt›k kot, s›rtta çanta; nedir: Hadi bye... Bye bye... Bir araflt›r›lsa bütün tabelalar›n çok çok az› Türkçe. ‹flte fast food, o can›m c›zb›z köfte yerine hamburgerler, Coca Cola... Neden? Çünkü Amerika’da öyle yap›l›yor. Sadece bunlar de¤il elbette, bizim genç kuflak da flimdi ‘r’leri att›, flapkalar› kald›rd›. Türkçe’yi mahvettiler. Yani bunlar› hepsi birer tabya. Hepsi haz›rlanm›fl daha önceden. Hükümet derseniz ohoo...” Bir sanatç› için eserlerinin be¤enilmesi elbette ki istenen bir durumdur. Ama baz›lar› için bu ödülün kim veya kimler taraf›ndan verildi¤i, ödüle lay›k gören jüri ve anlam› önem arz eder. Ödüller... Kimilerinin kendini kan›tlamakta zorland›¤›nda, yanl›fl yapt›¤›nda arkas›na sakland›¤›, karfl›s›ndakinde psikolojik
olarak üstünlük yaratmak için kulland›¤› ve on üç kifliden oluflan bir bilirkifli toplulu¤unun verdi¤i plaketler, madalyalar, paralar. Bu, iflin bir taraf› elbette, di¤er tarafta ise milyonlarca insan›n verdi¤i sayg›, sevgi, de¤er ve alk›fl... Kimi zaman yanl›fl yapt›¤›nda, gelen uyar›lar da olsa gerek sanatç›s›na de¤er verenlerin ödülü. Macide Han›m için de gerçek jüri, e¤itimli seyirciler. Macide Han›m’› Macide Tan›r yapanlar da ald›¤› ödüller zaten. “Mersin Belediyesi, Adnan Saygun ile beni onur ödülü için Mersin’e konuk etmiflti. Ve ben Adnan Saygun’u duyunca gittim. Adnan Saygun ödülü al›rken ‘Ben Macide gibi bir sanatç› ile birlikte olmak için geldim.’ dedi. Böyle a¤lad›m a¤lad›m. Birkaç gün sonra Hilton Oteli’nin bahçesinde oturuyoruz. Serap Sa¤lam ve Gülflen Karakad›o¤lu’nu çok iyi hat›rl›yorum. ‹ki üç kifli daha var. Adnan Saygun dedi ki, ‘Macide’ci¤im ölmeden sana bir fley söylemek istiyorum. Devlet sanatç›s› için tiyatroda bir tek aday›m sendin. Ben bunun mücadelesini çok verdim. Fakat araya öyle fleyler girdi ki, ben jüriden ayr›ld›m. Baflar›l› olamad›m.’ Ve de, ben jüriden ayr›ld›m, dedi. “Bakanl›¤a gittim ve devlet sanatç›l›¤›n› iade ediyorum dedim, çünkü as›l senin devlet sanatç›s› olman laz›m, ben ne kadar mücadelesini verdim. Bunu sana söylemek istiyorum’ dedi. Demifller ki devletin verdi¤i geri al›n-
maz. Ve bir iki ay sonra vefat etti. ‹flte bundan daha de¤erli ödül ne olsun? Sonra, iki üç y›l evvel AKM’de bir konser aras›nda bir bey - tabi gözüme iliflti – bana do¤ru geliyor. Geldi ve flöyle yapt›: ‘Bir zamanlar Jim Taylor’a afl›kt›m, yaaa’ dedi. Bu benim ’59 y›l›nda oynad›¤›m Amerikal› yazar Eugene O’Neill’in Günden Geceye isimli oyunundaki en son cümlem. Aradan 44 y›l geçmifl. Ben tabi böyle dondum. O duyguyu anlatamam. Böyle buz gibi oldum, kulaklar›m ç›nlamaya bafllad›. Neredeyim, onu kar›flt›rd›m adeta. Tafl kesildim. Konser arkadafl›m vard› – can›m benim kulaklar› ç›nlas›n Nursi – girmiyor musunuz, dedi. fiaflk›n flaflk›n, girmez olur muyum tabi tabi giriyorum, dedim. Konserin bir mezürü dahi kula¤›ma girmeden öyle oturdum. Ama dehflete düflmüfltüm. ‹flte böyle bir seyirci bin tane ödülden daha güzel bir ödül de¤il mi? Ne müthifl bir fley ayol. Tabi sersemlemesem adam›n arkas›ndan gidip, ‘Affedersiniz siz kimsiniz ne yapars›n›z, nas›ls›n›z?’ diyece¤im ama... ‹flte ben buz gibi dondum kald›m. Adam uzaklaflt› gitti.” Kültür ve sanat›n e¤lence gibi alg›land›¤›, her fleyin de¤erinin parayla ölçüldü¤ü bir dönemde, Macide Han›m durufluyla, günümüz genç-yafll› tüm sanatç›lar›na bu an›ta bakarak kendilerine yeniden çeki düzen verme flans› sunuyor. “E¤er tiyatroyu kendi yaflamlar›ndan daha çok seviyorlarsa, e¤er tiyatroyu kendilerinden daha önde hissediyorlarsa, e¤er yaflam›n bütün nüanslar› arkada sadece tiyatro ile yaflayabiliyorlarsa – katiyen özveri demiyorum çünkü özverinin üzerinde bir fley bu – o zaman hay hay buyursunlar tiyatro yaps›nlar. Çünkü bak›n çok ciddi söylüyorum gün yirmi dört saat ve bunu tiyatro ile yaflamak gerekiyor. Ki kendinizden düflünün. Hem baflka bir kad›n – karfl›n›zda oynatacak kadar görüyorsunuz o kad›n› – art›k canlan›yor kad›n. Hem de sizden ç›kt› o kad›n. Yani dehflet bir fley. Nora’y› çal›fl›yordum, bir arkadafl›m gelmifl. Afla¤›dan bana ba¤›rd›. ‘Ya Macide çok özledim seni. Bir kahveye geleyim bari.’ dedi. Ben gayet ciddi ‘Nesrin’cim ama ben Nora’y› çal›fl›yorum,’ dedim. Onu y›llarca söyledi hep. Yani baflka türlü yap›lamaz. Yani can›ndan çok sevmen laz›m. Sen kim oluyorsun tiyat-
20 | TAVIR | fiUBAT 2007
söylefli
leyim ki dram üstüne bir eser bu. Finalde alk›fllad›lar kahkahalar atarak, aya¤a kalkt›lar.” Onun tüm umutsuz duygular›na ra¤men, yaflad›¤› ac›lara bu derece katlanacak kadar güçlü olmas› bize umut oluyor. Ve sonra, Tecrite Karfl› Sanatç›lar’›n, Gazeteciler Cemiyeti’nde 123. ölümü durdural›m konulu bas›n toplant›s›nda konuflan Macide Han›m’›n flu sözleri geliyor akl›m›za:
ronun yan›nda, sen kimsin? Can›ndan çok sevmiyorsan burada ne dolan›yorsun? Dolanma kardeflim. Hele maskaral›¤a tahammülüm yok. Kitapta da yaz›yorum. Alt›nda¤ Tiyatrosu’na Cüneyt Gökçer sürdü, akl› s›ra. Biz gittik, dört han›m vard›. Daha evvel seyirci olarak gitti¤imde perde yamal›yd›, yerdeki hal› da eski ve leke içindeydi. O gün gittik biz sabahleyin daha okuma provas›na. ‘Çocuklar bak›n perdeler yepyeni ne hofl, hal› da tertemiz.’ dedim. Temizlikçi han›m oralardaym›fl, ‘Macide Han›m diye biri varm›fl, o gelecekmifl. Onun korkusundan yapt›lar.’ dedi. E¤er bu kadar varsan vars›n. Aksi halde olamaz.” Her ne kadar sanat›n›n ustas› ve yaflam›yla örnek olsalar da çok da göz önünde olmayan sanatç›lar›m›z var bu ülkede yaflayan. Onlar› ne televizyon programlar›ndaki sunucular›n gereksiz sorular›n›n karfl›s›nda ne de say›s›z dizilerden herhangi birinde göremezsiniz. Çünkü onlar›n gereksiz abartmalara, içleri bofl övgülere ihtiyaçlar› yoktur. “Geçenlerde bir diziye yine hay›r demifltim. Sonra dedim ki: Macide ne olacak senin bu halin? Sen, dedim art›k bu iman dedi¤in bu mesle¤i art›k yapamayacak m›s›n? Böyle kah›rlar içinde düflünüyorum. Dizimin üzerinde de Cumhuriyet gazetesi var. ‹bsen’in de 150. do¤um günü münasebetiyle foto¤raf› ve bir yaz› var. Onu okumuflum böyle duruyor dizimde. Düflündüm dedim ki, ilahi Macide,
Türkiye s›n›rlar› içerisinde üç ‹bsen oynam›fl bir kad›ns›n sen. Baflka yok. Sen nas›l yapars›n bunu, dedim. Sonra dedim ki, Macide ne yapacaksan yap, kendini e¤lendir, otur kalk, soka¤a at kendini, konsere at... Bu kadar. Benim dönemimde, yani Ankara’mda o dönemde, herkes bir de¤erdi. Yani kiminle selamlaflsan›z mutlaka bir fleyleri kurcalam›fl, düflünmeyi bilen, okuyan, günün politikas› ile ilgili olan kiflilerdi. fiimdi herkes kayboldu gitti; yoklar, öldüler bir k›sm›. Bu durumda ben hala yaflaman›n ac›s›n› çekiyorum. Yani yaflad›¤›m için ac› çekiyorum. Çok zor iflte... ‘Ben yapt›m oldu.’ olur mu ayol? Siz benim bu ac›lar›m› hissedebiliyor musunuz?” “Ben geçenlerde Orhan Kemal’in Eskici eserinin galas›na gittim. fiehir Tiyatrolar›’nda. Yani hüzünle döndüm. Eserde eskicinin dükkân› var. Bunun iki o¤lu ›rgatl›¤a gidiyor ve ölümcül bir hastal›¤a yakalan›p geri dönüyorlar. Adam yoksulluktan eskici dükkân›n› satacak. Bir Türk istiyor, 1 milyona. Sonra bu iki milyona ç›k›yorlar. Sonra Amerikal› geliyor ve on milyon, diyor. – Ya iflte nur içinde yats›n Orhan Kemal, yurdunu nas›l sever. Kalk da gör memleketin halini.- Yani cümleleri tam an›msam›yorum ama flöyle diyor: ‘Memleketimin bir santimetre karesini bile gâvura satmam.’ Ve bunu rejisör de allam›fl pullam›fl, insanlar da gülmeye gitmifller. Çok güldüler eser oynan›rken. Ben hatta kendi kendime dedim: Macide, sen çok ukalas›n ya. Ukalay› kendim diyorum ama bu da fazla m› acaba. B›rak kendini, diyorum. E, neresine gü-
“Çok fazla ac› çekiyorum. Bu yafl›ma kadar geldim, çok hükümet gördüm. Atatürk’ün çok yak›nlar›nda bulundum. Ben böyle hükümet görmedim. Hükümetin, bu olay› böyle alg›lamas› insan can›na mal oluyor. Bu, bir insan bedeni, insan›n özgürlü¤ü… O güzel kulaklar›n›, ruhlar›n›, beyinlerini t›kam›fllar, çok güzel yafl›yorlar. “ Toplant›n›n yap›ld›¤› güne geri dönüyoruz. Bu sohbeti yaparken ise masam›z›n üzerinde tecrit duvarlar›n› aflarak toplant› s›ras›nda kendisine hediye edilen bir saç band› var – Uflak Hapishanesi’nden kad›n tutuklular taraf›ndan yap›lan ve ölüm orucunda olan Sevgi Saymaz’›n sanatç› Bilgesu Erenus’a gönderdi¤i bu bant, 28 Kas›m 2006’da Macide Han›m’a hediye edildi. – Gözümüz sürekli onda. “Ne diyeyim? Adam gitti gidiyor iflte ve kimsenin umurunda de¤il. Kulaklar› sa¤›r kardeflim, sa¤›r. Deniz Baykal bir laf söylüyor, böyle mahalle çocu¤u gibi. Yani ben düflündükçe çatlayaca¤›m. Yani baklava çalan çocuklar› hapsetti bu ülkenin yarg›çlar› kardeflim. Yani bu adamlar› anlamak için ancak onlardan biri olmam laz›m. Ama toplum duyarl› olsa bunlar buna cesaret edemez. Bu duyarl›l›¤› toplum kaybetti¤i için bunlar oluyor. Çünkü zaten bunlar›n umurunda de¤il.” Onunla yapt›¤›m›z bir röportaj m›yd›, bir ders miydi, bir sohbet miydi, anlayamad›k. Evden ç›kt›¤›m›zda hala ona nas›l seslenmek gerekti¤ini de bilmiyorduk. O bir cad› m›, melek mi? Bir abla m›, üstat m›? 50 y›ll›k bir serüvenin ard›ndan Macide Tan›r, hala küçücük bir k›z çocu¤unu da içinde tafl›yan bir sanatç›, ayd›n... Teflekkürler Macide Han›m... J
fiUBAT 2007 | TAVIR | 21
22-24 rock tarihi
2/17/07
10:44 AM
Page 22
araflt›rma
rock müzik tarihi-2 kayhan demir
ABD’de Rock’n Roll’un yaratt›¤› etki k›sa süre içerisinde baflka ülkelerde, özellikle ‹ngiltere’de farkl› bir biçime büründü. 2. Dünya Savafl› s›ras›nda ‹ngiltere’ye gelen ABD askerleri, savafl sonras›nda ülkelerine dönerken beraberlerinde getirdikleri birçok blues ve rock’n roll albümünü ‹ngiltere’de b›rakm›flt›. ‹ngiltere’de bu albümleri dinleyen bir kuflak büyüyordu. 60’l› y›llara gelindi¤inde rock’n roll dinleyen bu genç ‹ngilizler, 30’lu y›llar›n blues gitaristlerinden etkilenmekle birlikte blues, boogie, gospel, r&b türleri aras›nda yeni bir tarz›n pefline düfltüler. Bu tarz sonraki 40 y›l içerisinde dünya gençli¤ini en çok etkileyecek müzik türü olan ROCK olacakt›.
beatles
Rock’un en önemli isimlerinden “The
22 | TAVIR | fiUBAT 2007
Rolling Stones” iflte tam bu dönemde kuruldu. Onu k›sa süre içerisinde ortaya ç›kan Beatles ve Animals takip etti. Bu gruplar›n erken dönem müziklerinde ABD kökenli rock’n roll, blues ve r&b etkileriyle birlikte k›sa süre içerisinde h›zla geliflen yeni bir tarz›n ana çizgilerini görürüz. Bu dönüflüm özellikle Beatles’›n yapt›¤› müzikte karfl›m›za ç›kar. Beatles ilk dönem albümlerinde daha önce de¤indi¤imiz blues, gospel, boogie ve rock’n roll yapm›fl fakat ikinci albümlerinden itibaren bu tarzlardan uzaklaflmaya bafllam›flt›r. Dönemin en çarp›c› isimlerinden biri de Eric Clapton olacakt›r. “Cream”de gitar çalan Clapton, ciddi blues etkilerinin yan› s›ra yeni bir gitar çal›m›n›n öncüsü olacakt›. Clapton’u rock’un efsane isimlerinden Jimi Hendrix takip etti. Hendrix, san›lan›n aksine blues
kal›plar›ndan ç›kmadan ve hatta böyle bir çaba göstermekten kaç›narak gitarda aray›fllar›na devam ediyordu. Diz Çökerek Yaflamay›n! ‹ngiltere’de bu geliflmeler yaflan›rken ABD, uzun y›llar etkisini sürdürecek bir “çiçek çocuklar›” deneyimini yafl›yordu. ABD’nin emperyalist savafl politikalar›n›n ard›ndan Vietnam’a sald›rmas›, bu savaflta birçok Vietnaml›’n›n ve Amerikal›’n›n ölmesi “çiçek çocuklar›” hareketini tetiklemifl, bu da do¤al olarak dönemin müzi¤ine yans›m›flt›. ABD’nin Vietnam’› iflgalini ve bir bütün olarak Amerikan de¤erlerini protesto eden on binlerce genç ütopik bir yaflam kurma düflüncesiyle San Fransisco yak›nlar›nda bir kasabaya yerleflti. Bu gençler her türden emperyalist iflgale, bask›c› sistemlere, savafla karfl› ç›k›yor, sabahlara kadar yakt›klar› atefller etraf›nda fliirler okuyor, flark›lar söylüyor, uyuflturucu kullan›p “cinsel özgürlük”, “tabular y›k›ls›n” sloganlar›yla toplumsal özgürlük taleplerini dile getiriyordu. Ünlü “savaflma sevifl” slogan› bu hareketin bir ürünüdür. Bu toplulu¤u oluflturanlar›n ço¤unlu¤u orta s›n›f beyaz gençlerdi. Ayn› y›llarda do¤u dinlerine olan ilgi de artm›flt›. Bu do¤u modas›yla birlikte müzisyenlerin ve dinleyicilerin uyuflturucuya olan ilgileri de bir anda artm›fl ve özellikle LSD, henüz yasaklanmad›¤› için aspirin kadar çok kullan›l›r hale gelmiflti. Çiçek Çocuklar›’n›n ad›n› “Karfl› Kültür” koyduklar› bu tarz bütün dünyada ünlenecek “hippi” ak›m›n› do¤urdu. Hippi olmak bir yaflam felsefesi haline geldi, Avrupa’dan Asya’ya ve ço¤unlukla “moda” olarak alg›lanarak k›sa sürede bütün dünyaya yay›ld›.
22-24 rock tarihi
2/17/07
10:44 AM
Page 23
araflt›rma
yoz de¤er yarg›lar›na ve burjuvazinin yerleflik düzenine karfl› kitlesel bir karfl› ç›k›fl yaflan›yordu. Do¤al olarak müzikal biçim de de¤iflmeye bafllam›fl, garip bir biçimde t›n›lar gittikçe elektrikleflmifl, ritimlerde daha da sertleflme bafllam›flt›. Dünyan›n en ünlü müzik topluluklar›ndan Pink Floyd iflte bu yeni dönemin öne ç›kan ismiydi. Grup, en ünlü flark›lar›ndan “Another Brick in the Wall/ Duvardaki Baflka Bir Tu¤la”da e¤itim sistemine köklü bir elefltiri getiriyordu:
bob dylan
“E¤itime ihtiyac›m›z yok / düflüncelerin kontrol alt›na al›nmas›na da ihtiyac›m›z yok / s›n›flarda afla¤›lanmaya da / ö¤retmenler çocuklar› rahat b›rak›n / hey, ö¤retmen, rahat b›rak o çocuklar› / hepsi duvarda yaln›zca baflka bir tu¤la / çevremde silahlara ihtiyac›m yok / beni sakinlefltirecek uyuflturuculara ihtiyac›m yok / duvardaki yaz›y› görüyorum / bir fleye ihtiyac›m oldu¤unu sanma sak›n / duvardaki tu¤lalars›n›z siz hepiniz…” “serseri”leflmeye bafllam›flt›.
‹ngiltere’de ortaya ç›kan ve yükseliflini sürdüren rock’un yolu iflte tam böyle bir dönemde ve ilginç bir flekilde çiçek çocuklar› ile kesiflti. Dolay›s›yla bu karfl› kültürün sözcülü¤ünü de rock gruplar› yapmaya bafllad›. Art›k rock, içeri¤inde a¤›rl›kl› olarak dünya sorunlar›na ve çözüm yollar›na da yer veriyordu: The Doors “Yabanc› bir elin yard›m›n› bekliyorum” derken, Rolling Stones “Yuvarlanan tafllar gibi evsiz olmak”tan bahsediyor, The Who “Yafllanmadan ölmek istiyorum” diyordu. Bu genç kesimin en önemli politik tavr› emperyalist savafllara karfl› olmasayd›. Akademik de¤er yarg›lar›na, kapitalist e¤itim ve yaflam biçimlerine de karfl›yd›lar. Fakat çok k›sa bir süre içinde “çiçek çocuk” olmak da bir “moda” haline getirildi. Çiçek çocuklar›, tepkiselliklerine tutarl› bir politik yaklafl›m katamad›klar› ve çözüm anlam›nda yeni bir fley öneremedikleri için 70’li y›llar ve Woodstock konserleriyle birlikte tarih sahnesinden çekildiler. 60’l› y›llar›n bafl›nda ‹ngiltere’de tak›m elbiseli, kravatl› kolej çocuklar› Beatles ve onun tam karfl›t› h›rpani “Rolling Stones” ile ortaya ç›kan rock, 70’lere geldi¤inde egemenlerin gözünde çiçek çocuklar›n›n da etkisiyle ile birlikte deyim yerindeyse
Bütün bunlar›n yan› s›ra Bob Dylan’›n ‘protest rock’u bütün dünyada yank›s›n› bulmufl, tam anlam›yla bir patlama yaratm›flt›. Savafl karfl›t› gösteriler Dylan’›n flark›lar›yla bafllay›p bitiyordu. Dylan, ‘rock’u ›srarla politik çizgide tutuyordu. Ayn› y›llarda ‹ngiltere’de Beatles’tan ayr›lan John Lennon da sol politik söylemlerle özellikle entelektüellerin ve ayd›nlar›n ilgisini çekmeye bafllam›flt›. Lennon, din, cinsellik ve medya ile uyutulan, kendisini ak›ll›, s›n›fs›z ve özgür sanan insanlara -böyle düflündüklerinde- bir hiç olduklar›n› hat›rlat›yor, yaflam›n onurlu gerçekli¤ini “iflçi s›n›f› kahraman›” olmakta görüyordu. Çiçek çocuklar›na göre çok daha politik bir ç›k›fl olan 68 ö¤renci hareketleri müzi¤in de çehresini de¤ifltirdi. 68 kufla¤›, art›k eski çiçek çocuklar› kadar iyimser ve pembe düfller içinde de¤ildi. Pasifist olmak yerine daha aktif bir mücadeleyi benimseyen bu ak›m müzi¤e de ilham vermekte gecikmedi. So¤uk savafl rüzgârlar›n›n esti¤i 70’li y›llar bütün dünyada radikal ve sert politik olaylara sahne oldu. Do¤al olarak da gençlik bu sert, ac›mas›z gerçeklerden pay›na düfleni alarak isyanc› bir çizgiye her zaman yak›n durdu. Ayn› y›llarda dünyada kapitalizmin
Pink Floyd’un yan› s›ra, konserlerinde flov ve görsel efektleri kullanan Genesis, senfonik rock’un öncüleri Moody Blues, Jethro Tull ve Yes, ‘hard rock’ta Deep Purple, Who ve Led Zeppelin dönemin gözde gruplar› oldu. 60’lardan 70’lere girildi¤inde müzik gruplar› da “süper”, “mega” gruplar haline dönüflmeye bafllam›flt›. Gruplar daha kapsaml› turnelere ç›k›p stadyumlar› dolduruyor, görkemli sahne flovlar› ile her konseri daha törensel bir atmosfere çeviriyordu. 60’larda kurulan Jethro Tull, The Moody Blues ve Pink Floyd gibi ‹ngiliz gruplar›, teknik aç›dan kusursuzlaflt›lar. Black Sabbath, Led Zeppelin gibi gruplar müzi¤in çizgisini sevimli hippi kültüründen uzaklaflt›r›p daha karanl›k ve mistik temalar üzerinde yo¤unlaflt›lar. Kuzey Amerika’da ise Stills and Nash ve The Eagles gibi gruplar Pink Floyd gibi gruplar›n aksine her fleyin akustik olmas›ndan yana bir tav›r içine girdiler. Bütün bu geliflmelerle birlikte rock da art›k müzik endüstrisinin en önemli gelir kayna¤› olmay› baflarm›flt›. Plak sat›fllar› ve konser gelirleriyle, rock, pazar pay›n›n art›k en büyük dilimini oluflturuyordu. Özellikle
fiUBAT 2007 | TAVIR | 23
22-24 rock tarihi
2/17/07
10:44 AM
Page 24
araflt›rma
flark› olunca Kraliçe’nin iktidar›na gölge düflürecek tart›flmalar› tetiklemiflti: “Tanr› kraliçeyi korur / onun faflist rejimini / sizi geri zekâl› yaparak / potansiyel bir hidrojen bombas›na dönüfltürürler / tanr› kraliçeyi korur/ onda insanl›k aramay›n / zaten ‹ngiltere rüyas›n›n bir gelece¤i de yok”
pink floyd
Punkçular 70’li y›llar›n uzun ve kar›fl›k gitar sololar› ile dolu flark›lar› yerine k›sa ve özentisiz flark›lar yapmaya bafllay›p, o güne de¤in hiçbir rock türünde görülmeyen fliddet ve kargaflaya yasland›. 70’lerin ikinci yar›s›nda ‘rock’un isyankâr misyonunu yüklenen ‘punk’ta kalite ve hofla gitme kayg›s›ndan uzak bir anlay›fl hâkimdi. Hatta Sex Pistols sahnede o kadar basit ve deyim yerindeyse “ilkel” çal›yordu ki, izleyenler ister istemez “bunu ben bile çalabilirim” kan›s›na kap›l›yordu.
Rock daha önce hiç olmad›¤› kadar çok ciddiye al›n›p popülerlefltikçe müzisyenler de kendilerini “klasik müzik” icrac›lar› Mozart, Beethoven gibi ilahlaflt›rmaya bafllad›. Bu müzisyenler milyonlarca dolarl›k elektronik aletler, stüdyolar, villalar, okyanusta sat›n al›nan adalarla zenginlik içerisinde yüzerken, ‘rock’un muhalif çizgisinden de gittikçe uzaklafl›yorlard›. ‹flte tam böyle bir dönemde bütün bu geliflmelere bir tepki olarak “punk rock” ortaya ç›kt›. Anti-tez The Clash ve Sex Pistols’›n öncülü¤ünde ortaya ç›km›fl, özellikle 70’lerin bafllar›ndaki ‘rock’a ve tabii ki onun müzisyenlerine lanet okumaya bafllam›flt›. Bu yeni ak›ma göre rock art›k para, flan, flöhret arac› olarak kullan›lmaktayd›, ticariydi ve bu, h›zla terk edilmesi gereken bir tutumdu. Punk özellikle
24 | TAVIR | fiUBAT 2007
‹ngiltere’de yayd›¤› anarflist düflünceler nedeniyle devlet taraf›ndan tedirginlikle karfl›land›. Punk yapan gençler ço¤unlukla iflçi mahallelerinde elden düflme çalg›larla müzik yapan iflçi çocuklar›yd›. Anti-faflist ve anti-kapitalist düflüncelere uzak olmayan bu gençler özellikle Kraliçe’nin ›rkç› ve aileleri üzerindeki kapitalist programlar›na karfl› ç›k›yordu. Öyle ki Sex Pistols’un “God Saves the Queen / Tanr› Kraliçe’yi Korur” isimli flark›s› ülke çap›nda en çok dinlenen
sex pistols
Beatles ile bafllayan yan ürün pazar› da ticari kazanc›n artmas›n›, gruplar›n birer fenomene dönüflmesini sa¤l›yordu. Örne¤in Beatles ABD’ye ayak basar basmaz sansasyonlar yaratmaya bafllam›fl, beslenme çantalar›ndan bardaklara, sak›z paketlerinden John Lennon yast›klar›na kadar bir yan ürün pazar› oluflmas›na neden olmufltu. Art›k rock, müzi¤in oldu¤u kadar modan›n da yüzünü de¤ifltirecek, pazar› daima canl› tutacakt›.
Mükemmel olma kayg›s›ndan uzak punk, h›zla geniflleyerek ‘rock’a yeni bir nefes kazand›rd›. Fakat her zaman oldu¤u gibi müzik endüstrisine elefltiriler getiren ve onun en büyük düflman› olan bu ak›m da kendini di¤er bütün rock ç›lg›nl›klar› gibi k›sa sürede endüstri taraf›ndan yutulan ve “moda” haline getirilen bir ak›m olmaktan kurtaramad›. -sürecek-
ay›n foto¤raf›
fiUBAT 2007 | TAVIR | 25
26-29 afgan muzigi
2/17/07
10:48 AM
Page 26
araflt›rma
afgan müzi¤i ulafl erdemli
Eski ad› Ariyana olan Afganistan, ad›n› bir buçuk as›r kadar önce Kral Ahmad Shah taraf›ndan alm›flt›r. Asya’daki kültür de¤ifliminde, Afganistan, -Oxus ve Indus aras›ndaki bölge- her zaman önemli bir ara yol olmufltur. Geçen yüzy›llar içinde, iflgal eden her kim olursa olsun Hindistan ve Çin’e kap› geçiflini düzenlemifltir. Son 2500 y›l içerisinde, Mo¤ollar, Persler, ‹skitler, Yunanlar, Partlar, Hintliler, Beyaz Hunlar ve Türkler gibi, flimdiye kadar birçok hanedanl›k hüküm sürmüfltür bu topraklarda. Afganistan’›n nüfusunu, %40 Pefltu, %29 Tacik, %17 Mo¤ol ve %6 oran›nda da Özbek kökenliler oluflturuyor. Pefltular, Özbekler, Tacikler, Mo¤ollar yüzy›llard›r hiç kar›flmadan, de¤iflmeden atalar›ndan gelen geleneklerle yaflamlar›n› sürdürüyor. Ortak olarak yaflanan Afgan kültürü yok. Yaflam biçimleri, fizikleri, flark›lar›, giyimleri, davran›fllar› birbirine benzemiyor. Ülkede dört dil, onlarca lehçe konufluluyor. Bu çeflitlili¤in, Afganistan’›n kültür ve karakterinin
oluflmas›nda da etkisi olmufltur. Özellikle baz› bölgeler ünlü müzisyenleriyle an›l›rlar. Mesela, Kabil’de bulunan Kharabad böyle bir yerdir. Kültürel ve müzikal çeflitlilik noktas›nda Muammer Ketenco¤lu da bir araflt›rmas›nda flöyle der: “Birbiriyle farkl› köklerden gelen, tümü Müslüman olmas›na karfl›n do¤al engellerle, feodal yaflam biçiminden ötürü birbiriyle çok az iliflkiye giren etnik guruplar, yine birbirinden bambaflka müzik geleneklerini olanca tazeli¤iyle koruyabilmifller, dünyan›n birçok yerinde oluflmufl müzik formlar›n› tarihe ›fl›k tutarcas›na ayakta tutabilmifllerdir.” Afganlar, kendi gelenekleri ile gurur duyarlar: Özellikle ulusal gurur, misafirperverlik ve arkadafll›k… Afganistan müzi¤inin kökleri geleneklere ve halk kültürüne dayan›r; insanlar›n kalbinde canl›l›¤›n› çokça korur. Bu, onlar›n yaflamlar›n›n zorunlu bir bölümüdür ve bulunduklar› co¤rafyadaki halk›n yaflam›n da renkli bir
göstergesidir. Araflt›rmac›lar, etno-müzikologlar; 70’li y›llarda Afgan halk›n›n, müzik kültürü ve birçok aç›dan zengin oldu¤unu söylüyor. Birincisi; Kabil, Herat, Kandahar ve Mezar–› fierif gibi flehirlerde kayda de¤er, sanat müzi¤i çal›flmalar› yap›l›rm›fl. ‹kincisi; popüler müzi¤in modern tarz› ve Afganlar taraf›ndan dinlenen Radyo Kabil, daha sonralar› Radyo Afganistan varm›fl; müzikal anlamda ciddi fleyler yapan. Üçüncü olarak ise; ülkenin de¤iflik bölgelerindeki farkl› etnik gruplar› temsil eden karakterleriyle bölgesel “folk” müzi¤in çoklu¤u. Bir çeflit dini ezberden okuma tarz› ve flark› söylemekten bahsediliyor. Baz› gerekçelerle Afganlar, onlar›n dünyalar›ndan olan müzi¤in anlaml› bir etkisinin, kuzey Hindistan klasik müzi¤inden oldu¤una inan›rlar. ‹ki çeflit etken vard›r. 1860’larda Emir Sher Ali Khan, Kuzey Hindistan’dan yetifltirilmifl müzisyenleri Kabil’deki mekân›na çal›flmalar› için davet etmifltir. Onlar›n soyundan gelenler, Afgan sanat müzi¤inden ayr› bir müzik oluflturmufllard›r. As›l tarz ‘ghazal’›nd›r; Arapça dizeler ki bunlar Farsça ve Pashto fliirlerinde kullan›lan formlar›n prensiplerinden birine dayan›r, belirgin bir kafiye flemas›na göre oluflturulur. Ghazal, ayn› zamanda bu tip fliirlerin müzikal form olarak da söylenmesini belirtir. Müzikal formdan kastedilen Hindistan müzi¤inin “hafifklasik” tarzda uygulanmas›d›r. Kabuli Ghazal, genelde Farsça metinler, s›kça Hafez, Sa’adi, Bedil gibi büyük flairlerden metinler kullan›r ve bu fliirlerin ço¤u ruhsal ve mistik konular içerir. Müzik, Hindistan müzi¤inden Rag’a (melodik tür) ve Tal’a (ritmik tür) dayan›r ama baz› belirgin özellikleri var-
26 | TAVIR | fiUBAT 2007
26-29 afgan muzigi
2/17/07
10:48 AM
Page 27
araflt›rma
d›r. Özellikle metinin bölüm aralar›nda h›zl› çalg›sal bölümlerin tekrar› kullan›l›r. Karakteristik olarak Pashto müzi¤i ile ba¤lant› kurulabilir. En az›ndan 1920’lerden beri Ghazal flark›c›lar› vurmal› çalg›lar ve Hindistan armonisini kullanm›fllar, Rubab’›n da içinde bulundu¤u küçük bir grup (plucket lute- ulusal Afgan entrüman›- ve tabla tanbur) ve s›kça Sarangi ve Delruba gibi egri utlar ile Tanpura ye¤lemifllerdir. Rubab d›fl›ndakilerin hepsi, Kuzey Hindistan’dan uyarlanm›fl çalg›lard›r. Geleneksel Afgan Müzi¤i çalg›lar› flunlard›r: Tablas, Harmonium, Dohol, Sournai, Zerbaghali, Toula, Dafe, Ridjak, Danbura, Tchang, Zang. Rubab ise en popüler geleneksel çalg›d›r. Afgan ulusal çalg›s› olarak kabul edilen Rubab, m›zrap ile çal›nan gövdesinin ortas› dar ve k›sa sapl› olup, çalg› bilimi (organoloji) literatürüne göre Lavta ailesi olarak adland›r›lan kümeye girer. Üç melodik, iki Burdon ve say›s› on befli bulan ahenk teli bulunur. Ses tablas›n›n yar›s› deri, yar›s› ahflapt›r. 18.yy'›n sonlar›nda ortaya ç›kan çalg›, Kuzey Hindistan'daki Sarod'un da atas›d›r. Hem solo olarak kullan›l›r hem de flark›ya efllik eder. Küçük Rübab, Pefltu Halk Müzi¤i'nde; büyü¤ü ise Afganistan Halk Müzi¤i'nde kullan›l›r. Dutar, yine m›zrapla çal›nan, armudi gövdeli uzun sapl› bir 'lavta'd›r; farkl› bölgelerde çeflitli türleri bulunur. Özbek, Türkmen ve Kazak 'Dutar'› gibi… Boyu bir hayli uzun Herat Dutar'›nda 14 tel bulunmakla birlikte sadece biri melodi çalmakta kullan›l›r. 1965'te Kabil Radyosu'ndan Muhammed Kerim Herazi taraf›ndan yap›lan Herat Dutar'›, modern bir çalg› olmas›n karfl›n, k›sa zamanda Afgan Rubab›’n›n sevilirlik düzeyine yaklaflm›flt›r. Bu çalg›lar genelde do¤um günlerinde, büyük Afgan e¤lencelerinde, yeni do¤umlardan sonra yap›lan e¤lencelerde, sünnet dü¤ünlerinde, bebek do¤duktan 6 gün sonra yap›lan e¤lencelerde kullan›l›r. Bunlar gibi özel günlerde, bu çalg›lar baflköflede yerlerini al›rlar. Geçmifl dönemlerde bu çalg›lar ayn› zamanda haberleflmeyi sa¤lamak için de kullan›l›rm›fl. O dönemlerde radyo, televizyon gibi iletiflim aletleri olmad›¤›ndan, bu müzik aletleri vazgeçilmez iletiflim araçlar› olarak hayat›n bir parças› haline gelmifllerdir.
Bütün bu çalg›lar›n hepsi a¤açtan veya hayvan (keçi, koyun) derisinden yap›l›r. Popüler Radyo Müzi¤i Radyo yay›n› Afganistan’da 1925 y›l›nda Amanullah rejimi s›ras›nda bafllam›flt›r. Radyo istasyonu 1929 y›l›nda bu rejimin modernizm politikas›na karfl› ayaklananlar taraf›ndan y›k›ld› ve 1940 y›l›nda Radyo Kabil resmi olarak aç›lana kadar yeniden açmak için ciddi bir giriflim olmad›. O tarihten sonra radyonun müzik himayesinin as›l merkezi olarak, bu ifllevi Kraliyet Mahkemesi alm›fl, kurum sponsorlar› ile müzikteki yeni geliflmeleri takip edip ülkedeki önemli müzik adamlar›n› ifle alm›flt›r. ‹kinci Dünya Savafl› s›ras›nda Almanya’dan yeni malzemeler al›nmad›¤› veya yedek olmad›¤› için yay›n, ciddi engellemelerle karfl›laflm›flt›r. 40’lar›n ortalar›na kadar ülkenin büyük bölümünün ulaflabilece¤i etkin bir radyo yay›n›n›n yay›lmas›n› sa¤lamak için, al›c› cihazlar baz› flehirlerde ana caddelerde hoparlör sistemine ba¤lanm›flt›r. Radyo, haber, müzik ve di¤er programlar›n› erkeklerin etki alan›n›n oldu¤u halk yerlerinde yay›n yap›yordu. 1960’larda yeni radyo istasyonu binas›, Kabil’in varofllar›nda infla edildi ve Radyo Afganistan olarak lanse edildi. Radyo yay›nlar› için uygun olan tarzda bir Afgan popüler müzi¤i bulunmal›yd›. Kabil yak›n›ndaki Pashtun-Tajik bölgeleri hangi müzi¤in radyoda yay›mlanaca¤›n›n örneklerini Dari (Afgan fasl›lar) veya Pashto metinlerini bir araya ge-
tirerek Pasthun müzikal stilini ve kuzey Hint teori ve terminolojisini bir araya getirerek buldular. Tecrübeli müzik adamlar›n›n, “Üstad”lar›n yard›mlar›, Hindistan müzi¤inin teori ve terminolojisini bilen Hintli müzisyenler ile küçük ve büyük orkestralarla yüksek standartlarda konserler düzenlenerek Afgan popüler müzi¤inin geliflimi sa¤land›. Bu yaklafl›m, profesyonel ve amatör müzisyenlerin yetiflmesinde önemli bir rol oynad›. Yeni birçok flark›, radyoda çal›flan besteci ve müzisyenler taraf›ndan üretilmifltir. Di¤erleri, popüler stilde söylenen bölgesel folk flark›lar›d›r. Bu flekilde birçok Afgan folk flark›s› radyo istasyonu arac›l›¤› ile yeniden hayat buldu. Ayn› zamanda Afganistan’da, Hindistan ve Pakistan’dan gelen filmlerden ve ‹ran, Tacikistan gibi komflu ülkelerin popüler müziklerinden, 78 rpm kay›tlardan ve kiflisel iliflkilerden etkileflimler olmufltur. Afganistan resmi müzik e¤itiminde yavafl bir ilerleme sa¤lanm›flt›r. Müzik dersi, ilkokul veya ortaokulda e¤itim kapsam›nda de¤ildir. Baz› okul ö¤retmenleri (erkekler kadar kad›nlar da) amatör olarak müzikle ilgileniyor ve ö¤renciler için resmi olmayan müzikal faaliyetler organize edebiliyorlard›. Örne¤in seyircileri davet ederek ö¤rencilerin yeteneklerini (özellikle flark› söylemek gibi) gösteriyorlard›. Konservatuar veya müzik okulu, üniversite müzik bölümleri, sanat veya ulusal müzik arflivi yönünde çok az ilerleme vard›. Kabil’deki radyo istasyonu ulusal yay›n istasyonu oldu¤u gibi ulusal müzikal aktivite-
fiUBAT 2007 | TAVIR | 27
26-29 afgan muzigi
2/17/07
10:48 AM
Page 28
araflt›rma
lerinin de anahtar rolünü oynuyordu. Müzisyen ve bestecilere sürekli destek sa¤lamak, kay›t ve teyp arflivi, konservatuar›n bir parças›yd›. Radyo Afganistan, modernizmin kalesi olarak müzisyenler, besteciler, flark›c›lar, kad›n veya erkek, profesyonel veya amatörlerin konumunu yükseltiyordu. Baz› durumlarda “y›ld›z” statüsüne bile sokabiliyordu. fiark›c› Ahmet Zahir bu sürecin iyi bir örne¤idir; kendisi asil bir aileden (mohammadzar) gelir ve babas› Dr. Zahir k›sa bir süre bakanl›k yapm›flt›r. Ailesi varl›kl› ve kozmopolitti. Ahmad Zahir, zaman›ndaki (1970’ler) Afgan müzi¤inin daha çok bat›l› yan›n› temsil ediyordu; elektronik org ile birlikte trampet, elektronik gitar ve tambur çal›yordu ki bunlar o dönemler ortalama amatör ruhlu gruplarda bile bulunmuyordu. A. Zahir 1979’da Kabil’de öldürüldü ve cenaze korteji, feryat figan a¤layan (a¤›t yakan) bedbaht olmufl kad›nlar taraf›ndan takip edildi. Birçok CD’si yeniden sunulan A. Zahir’in kay›tlar›, Bat›’da s›¤›nmac› olan Afganlar aras›nda çok popüler oldu. Radyolarda yap›lan birçok sayg›n görüflmeler de çok dikkat çekici bir flekilde göstermektedir ki bu yol, birçok kad›n flark›c›n›n üne kavuflmas›na izin vermifltir. Bu zamana kadar tiyatro gibi halka aç›k alanda flark› söyleyen kad›nlar insanlar›n gözünde fahiflelerle iliflkilendirilirlerdi. fiimdi baz› kad›nlar çok sayg›n ailelerden geliyor. Bunlardan en iyi bilineni bir radyo istasyonunda sekreter olarak çal›flan Ferida Mahwash’t›r. Ferida Mahwash’›n flark›c›l›k kariyeri 1960’larda bafllam›fl ve Afgan hükümeti taraf›ndan, fleref payesi olan “üstad” unvan› kendisine 1976’da verilmifltir. Etnik müzikbilimci Mark Slobin 1974’de radyonun önemini flöyle anlatm›flt›r: “Radyo Afganistan, dil ve etnik da¤›l›mda al›fl›lagelmiflin d›fl›nda dikkat çeken bir flekilde, etnik ve farkl› dillerin yans›t›ld›¤› birlefltirici birkaç faktörden birisidir. Radyo onun hayal gücü üzerindeki k›s›tlamalar› büyük ölçüde azaltm›flt›r. Kabil radyo istasyonunda paylafl›lmakta, geliflmekte olan ulusal de¤erleri ve görüflleri ortaya koyan etnik topluluklar›n bir araya gelerek oluflturdu¤u farkl› bir Afgan halk›n›n beyannamesi (manifestosu )…”
28 | TAVIR | fiUBAT 2007
Yöresel Müzik Afganistan, ülkenin farkl› bölgelerinin etnik gruplar›n›n özelliklerine göre flekillenen yöresel müzikleri bar›nd›r›r. Farkl›l›klar›n yan›nda birçok benzerlikleri de vard›r bu müziklerin. Bu farkl›l›klar s›n›r ülkelerin müzikleriyle yak›ndan ba¤lant›l›d›r: ‹ran, Pakistan, Özbekistan, Tacikistan ve Türkmenistan. Özellikle Pashtun yöresel müzi¤i önemlidir; popüler radyo müzi¤inin temelini oluflturur. fiark› sözleri birçok müzikte “anonim” yani yazar› bilinmeyenken, bu bölgelerdeki flairlerin fliirleri de yöresel müziklerde kullan›lmaktad›r. Ulusal çalg› Rubab, boyun k›sm› k›sa olan bir ‘ud’dur. Telleri buna uygun flekildedir. Uzun boyunlu udlar (saz da denebilir) Tanbur, Dutar ve Dambura çok kullan›lan çalg›lard›r. Sarinda, Sarang ve Ghaichak ise yayl› çalg›lardand›r. Bunlardan çok az›, sadece Afganistan’a ait olan çalg›lard›r. Tanbur ve 14 telli Herati Dutar bu ayr›cal›¤›n içinde yer alan çalg›lardand›r. Kad›nlar›n ev içinde yapt›klar› müzik de çok önemlidir Afgan müzi¤inde. Baz› flark› türleri Daireh (darbuka türü bir çalg›) eflli¤inde söylenir. Bu çalg› ayn› zamanda dans ederken ritim tutmak için de kullan›l›r. Bir di¤er yayg›n müzik ise “Sorna ve Dohol (Zurna-Davul)”dur. Bu müzik köy dü¤ünlerinde ve erkeklerin danslar›nda önemli bir rol almaktad›r.
fiark› Sözleri Hangi dilden bahsedildi¤ini bir yana b›rak›p, fliirlerin Afgan kültüründeki önemini, üstüne basarak söylemek gerekir. Bu ülkenin fliir
edebiyat› ve gelene¤i yüzy›llar öncesine dayanmaktad›r. Farsça’n›n fliirsel yap›s›, gelene¤i, ‹ran’daki gibi, çok önemli bir faktördür. Pashto fliirleri tarihsel derinlikler tafl›r. fiiirler ulusal bir u¤rafl gibidir ki birçok Afgan kendini flair olarak görmektedir. fiiir bir opera yap›t› gibidir ve bir anlamda müzik, sadece bu sözlerin bir yerlere ulaflmas›n› sa¤layan bir araç olarak görülür. Afganistan’da flark› sözleri çok s›n›rl› konular› ifllemifltir geçmiflte. Aflk flark›lar› çok önemlidir, ço¤u zaman Leyla ile Mecnun hikâyesi ifllenir. Gül ve bülbül (gol ve bolbol) bu fliir türünde merkezi iki semboldür. Geleneksel Afgan flark› sözlerinde eksik olan tek fley aktüalitedir. Yani güncel konular veya gerçek yaflam hikâyeleri ifllenmemifltir. ‹lahiler ve Dini Parçalar Afganistan’da sesli sanatlar düflünülünce müzik ve di¤er vokal performanslar temel olarak ayr›l›r. Farsça ‘musiki’, Yunanca “mousike” kelimesinden türemifltir. Afgan görüflüne göre müzik kavram› bir müzik çalg›s›n›n ç›kard›¤› ses ile veya bununla beraber söylenen flark›yla ba¤daflmaktad›r. Sadece sözlü okunan flark›lar diye adland›r›lmaz. Bu s›n›flama baz› gösterilerin nas›l müzikten ayr› görüldü¤ünü aç›klar. Bunun en önemli örne¤i Kuran-› Kerim’dir. Ak›c› ses, bir de¤er-anlam tafl›r; bu tür performanslar (Afganistan’da) müzikle alakas› olmayan eserler olarak görülür. Kuran’daki ilahiler belki de ayr›cal›kl› bir durumdur; inan›-
26-29 afgan muzigi
2/17/07
10:48 AM
Page 29
araflt›rma
fla göre Kuran-› Kerim, Allah’›n sözleri olarak Muhammed’e aktar›lm›flt›r, kullan›lan dil Arapça’d›r. Ezan da öyledir. Daha farkl› dini vokal gösteriler de vard›r. Mesela tasavvuf ayinleri / törenleri olan Zikir, bu Allah’›n s›fatlar›n› sayan kutsal sözlerin Arapça olarak söylenmesidir, bununla birlikte fliddetli flekilde nefes al›fl verifller ve kuvvetli ritmik vücut hareketleri de yap›l›r. Bütünüyle bir trans süreci oluflturur. Böyle bir tören bir Bat›l›n›n gözünde bir müzik manifestosu olsa da Afganlar taraf›ndan böyle görülmez. Zikir çemberinin etraf›nda bir, iki ya da daha fazla okuyucu yavaflça yürür ve Farsça, Muhammed’i metheden ilahiler söylerler. Bu tür parçalara Naat denir. Bunlar bazen camilerde özel günlerde okunur. (Mesela Muhammed’in do¤um günü). Kabil’de Christi (Sufi) tasavvufunun temel müzik çalg›lar›n› (armonia, tabla, rubab vb.) gazeller okurken kullan›rlar. Sufi inan›fl›na göre müzik “gaza-yeh ruh” tur, yani “ruhun g›das›” bir çeflit besin. Muharrem ay›nda yas tutan ülkenin çeflitli bölgelerinde yaflayan ve Afgan halk›n›n bir bölümü olan fiiilere göre ise farkl› solo ve grup söylemleri/parçalar› vard›r. Bütün bu müziksel faaliyetler 1978’deki Taraki darbesiyle bafllayan savaflla da¤›lm›flt›r ve Taliban’›n yenilgisiyle sona ermifltir. Bugün müzisyenler, onlar› destekleyen kurumlar, yak›n geçmifle ait olan bu zengin müzik kültürünü yeniden düzenlemeye çal›flmaktad›rlar.
Kaynaklar: John Baily (Britanyal› Müzikbilimci, Afgan müzi¤i dal›nda uzman, Londra Üniversitesi’nde Ö¤retim Görevlisi) www.muammerketencoglu.com Mirwaiss S›diqi (Afganistan Müzik Okullar› Sorumlusu)
AFGAN‹STAN’ DA KÜLTÜR: Afganistan bazen, gelenek ve göreneklerin çokça oldu¤u bir da¤ olarak tan›mlan›r. Afganistan’a gitti¤inizde ilk dikkatinizi çeken ve ard›ndan yap›lacak olan fley fludur: ‹nsanlara karfl› çekingen ve ürkek olmak. Müslüman bir kültürden geldikleri için, onlar için sayg›, kural vs. kavramlar› bir çekingenlik unsuruna dönüflmüfltür. Afganistan, de¤iflik kültürlerin ve dinlerin kar›fl›m›ndan oluflan bir gelene¤e sahiptir. Son 25 sene içerisinde artarda yaflanan savafllar ise ülkeyi son derece y›pratm›fl ve bölgenin renklili¤i de büyük zararlar görmüfltür. Afgan bir arkadafl›m›zla biraz günümüzdeki Afganistan’› konufltu¤umuzda bize flunlar› söylüyor: “... Örne¤in kad›nlar›n ö¤renimi için savafl›yorlar. Ben ülkeme üç sene geri dönemedim ama duydum ki birçok fley de¤iflmifl ve yoluna girmifl denebilir. Örne¤in lokanta zincirleri, lüks oteller Avrupa’da bulunan mallar›n art›k Afganistan’da da rahatl›kla bulunmas›. Bunlar›n bir k›sm› daha önce büyük flehirlerde vard› ya da sonradan oluflturuldu. Ancak köylerde gelenekler hala göze çarpacak flekilde devam ediyor. Kendi kanal›m›z, gazetemiz, spikerlerimiz var. ‹fllenen bir sürü konu var. Afganistan’da ço¤unlukta konuflulan ilk iki dil; Pashto ve Dari dilleridir. Televizyonda bu iki dille haberler verilir. Ek olarak da ‹ngilizce vard›r; bütün dünyaya bir fleyler anlatmak için. Ülkede politika henüz yerli yerine oturmasa da yavafl yavafl geliflmeler oluyor. Mesela kad›nlar›n meclise girmesi çok büyük bir ad›m. Yani son olarak flöyle söyleyeyim. Bizi halklardan ay›rt edecek çok büyük faktörler yok. Bize, merhaba, diyene biz de cevap veririz. Yolda yafll› bir insanla konufltu¤umuzda tan›mad›¤›m›z biri olsa da “amca” (kaka), “yenge” (khola) diyoruz. “Da zemou zemou Zeba watan Da zemou laila watan (Ülke ülke güzel ülkem sevdamd›r)” “B›a ke berem ba mazar Mollah mamod jaan Saile gole lalla azar woua woua d›lbar jaaan” (Hadi gel Mazar’a -ünlü bir festival alan›Molla Mahmut Can Gidip milyonlarca çiçekleri görelim O kalbimi alan)” * Bu iki al›nt› da Afganistan’da yayg›nca bilinen ve vatan üzerine söylenen flark›lar›n nakarat bölümleridir. Afganistan’›n genel folklorik danslar›na verilen ad, ATTAN’d›r. Bu dans, her yörenin tarz›na ve bir tak›m ay›rt edici özelliklerine göre de¤iflebilir. Bu oyun, bir pistin etraf›nda çember oluflturularak haz›rlan›r. Çember büyüdükçe müzi¤in ritmi de artar. Afganistan’›n otantik k›yafetleri as›l olarak kad›nlarda devam etmektedir. “Gande Afghani” isminde olan bu k›yafetler, uzun kollu bir elbise fleklindedir. Alt›na flalvar, pantolon gibi bol k›yafetler giyilir. Bu k›yafetlerin her biri özel ve farkl› ifllemelere sahiptir. Her bir ifllemenin anlam› bölgelere göre farkl›l›klar tafl›r. Elbise genellikle çok a¤›r olur. Kumafl›n üzerindeki ifllemeler elbiseyi a¤›rlaflt›r›r. Mesela; incilerin, küçük küçük aynalar›n bu k›yafetler üzerine yerlefltirilmesi de bunun sebebidir. Pashto: Asya ülkelerinde konuflulan bir dil. Rag: Askeri marfllar›n ve Afro-Amerikan banjo müzi¤inden al›nm›fl ritimlerin bir arada kullan›ld›¤› müzik türüdür. Caz müzi¤inde veya hemen öncesinde Rag-Time fleklinde, bir müzik türüne verilirdi. Tal: Yine Asya ülkelerinde de kullan›lan ritmik bir müzik türü.
OCAK 2007 | TAVIR | 29
30 siir
2/17/07
10:49 AM
Page 30
fliir
sa¤ kalanlara ernst toller
Yas tutmak Yak›flmaz sana, Gecikmek Yak›flmaz. Devralm›fls›n sen Bir geçmifli, Kan›yla kardefllerinin S›r›ls›klam. Bir ifl Bekler seni, Bir ifl Çok acele. Günler a¤›r, Günler kurflun gibi, Çöker omuzlar›na. Aç kap›lar›n› Ard›na kadar Ayd›nl›k sabah›n. Türkçesi: A. Kadir – Selahattin Y›ld›r›m
30 | TAVIR | fiUBAT 2007
tiyatro
sao paolo arena tiyatrosu gülnaz b›çakç›
Augusto BOAL bu bölümde, Sao Paolo Arena Tiyatrosu dönemini ve Arena Tiyatrosu’nun prati¤inin bir ürünü olan Joker sistemini ele al›r. Boal ilk önce, Arena Tiyatrosu’nun Joker sistemine geçinceye kadar geçirdi¤i dört evreyi anlat›r.
tifltirmekti. Boal, seminerlere kat›lan on iki gençle çal›flt›. ‹kinci Evre Bu evreye “foto¤raf” da denir. 1958 fiubat’›nda bafllad›. Bu evrenin bafl›nda, Arena’da ilk kez yoksul semtlere ait proleter bir oyun sahnelendi. Bu dönemde dramatürji
Birinci evre Arena Tiyatrosu 1956 da “gerçekçi” evresine girmiflti. Göreneksel tiyatroya hay›r diyen bir tavr› vard›. Bu s›rada, Brezilya’n›n tiyatro ortam›nda Teatro Brasilerio de Comedia (TBC) esteti¤i bask›nd›. Bu tiyatroda iyi Avrupa Tiyatrosu yapma, Avrupa dillerini iyi kullanma kayg›s› vard›. Ve lüks bir anlay›fl hâkimdi. Arena Tiyatrosu ise kendi halk›na ve kitlesine yak›n bir tiyatro yapmak istiyordu. Oysa TBC’nin seyirci kitlesi, yüksek ve orta s›n›flard›. Bir süre sonra bu iki s›n›f aras›nda uyuflmazl›klar ç›kt›. ‹flte, ilk aflamada Arena Tiyatrosu kendine seyirci kitlesi olarak bu orta s›n›f› hedef ald›. Arena Tiyatrosu bu dönemde ulusal metinleri ve Brezilyal› olan, Brezilya’y› yans›tan metinleri sahnelemek istiyordu. Ama böyle yap›tlar yoktu. Bu yüzden, yabanc› yazarlar›n ça¤dafl gerçekçi metinlerini sergiledi. Ayr›ca, Arena’da bir Oyuncu Laboratuar› kuruldu. Bu laboratuarda Stanislavski didik didik analiz edildi. Bu dönemde Arena taraf›ndan seçilen yap›tlar flunlard›: Steinbeck’in Fareler ve ‹nsanlar’›, O’Casey’in Juno ve Paycock’›, Sidney Howard’›n Ne ‹stediklerini Biliyorlard›’s› ve daha sonra sahnelenen Brecht’in Carrar Ana’n›n Tüfekleri. Sahne olarak dairesel sahne seçildi. Brezilyal› karakterler yaratacak dramatürji seminerleri bafllat›ld›. Amaç yeni oyun yazarlar› ye-
bir geliflim izledi¤inden foto¤rafa benzer özellik gösteriyorlard›. Seyirci kendine aflina fleyleri; sokaktaki adam›, komflusunu sahnede görmekten önceleri zevk ald›. Ama sonra bunlar› tiyatro bileti almadan da görebilece¤ini anlad›. Bu dönemde yorum olarak Stanislavski sistemi izlendi. Bu dönemde birçok baflar›l› Brezilyal› oyun yazar› yetiflti ve birçok baflar›l› oyun yaz›ld›. Üçüncü Evre Bu evre Arena’da “klasiklerin ulusallaflt›r›lmas›” dönemi olarak biliniyordu. Bu evrede Machiavelli’nin Adamotu, Lope de Vega’n›n The Best Mayor (En ‹yi Baflkan), The King (Kral), Moliere’in Tartuffe’ü ve Gogol’un Müfettifl’i sergilendi. Burada, baz› oyunlar u¤rad›klar› de¤ifliklikler yüzünden nerdeyse onlar› uyarlayanlar›n eserleri durumuna geldi. Buna karfl›l›k Tartuffe koflullara tamamen uydu¤u için hiç de¤ifltirilmeden sahnelendi. Arena de¤ifliklik yapt›¤› metinleri içinde bulunduklar› zaman dilimine tafl›d›. Bunu yaparken, daha çok hem di¤er zamanlarda hem de zaman›m›zda geçerli olan karakterler aras›ndaki insani ve toplumsal iliflkiler üzerinde duruyorlard›. Bu evre, klasiklerin Brezilyal› olabildi¤i ölçüde evrensel olabilece¤ini anlayanlar› büyüledi. Bu evrede toplumsal yorum da öne ç›kt›. Oyuncular, karakterleri di¤er karakterlerle iliflkileri içinde yap›land›rd›lar.
seminerinde yetiflen birçok gencin yap›t› dikkati çekti. Bu dönemde Arena Tiyatrosu, kap›lar›n› yabanc› yazarlara tamamen kapatt›. Bu dönem, Brezilya’daki siyasal ulusçulu¤un yükselifliyle ile çak›flt›. Brezilya’daki her fleyle ilgili oyunlar sergilendi. Oyunlardaki olaylar gerçek zaman çizgisine çok yak›n
Bir önceki evre yo¤un biçimde tekilliklerin k›l› k›rk yaran analizi üzerinde dururken, bu evre fazlas›yla evrensel unsurlar›n sentezine indirgenmiflti. Bu ikisinin bir sentezine ulaflmak gerekiyordu. Dördüncü Evre Bu evre “müzikaller dönemi” olarak adland›-
fiUBAT 2007 | TAVIR | 31
tiyatro
r›l›r. Bu evrede Arena çok say›da müzikal gösteri sergiledi. Her pazartesi Bossa-Arena ad› alt›nda müzisyenler ve flark›c›lar›n gösterileri sunuluyordu. Bu evrede amaçlananlar› Boal, tüm müzikal yap›mlar› aras›nda en önemlisi olarak niteledi¤i Arena Conta Zumbi’de (Arena Zumbi’nin Öyküsünü Anlat›yor) anlat›r. Temel amaç, tiyatronun estetik geliflimi önünde birer engele dönüflmüfl olan tüm teatral göreneklerin y›k›lmas›yd›. Di¤er bir amaç da, öyküyü zaman ve mekân içine belirgin bir biçimde yerlefltirerek, dünyevi bir bak›fl aç›s›yla, daha do¤rusu Arena Tiyatrosu’nun bak›fl aç›s›yla anlatmakt›. Öykü sadece anlat›c›ya göre vard›. Boal, Zumbi’nin y›kabilece¤i tüm görenekleri ve hatta geri kazan›lmas› gerekenleri bile y›kt›¤›n› söyler. Zumbi tüm de¤erleri, kurallar›, biçimleri, formülleri vb. ile tiyatronun y›k›lmas› evresinin zirvesi oldu. Arena’n›n, gerçekli¤i de¤iflim süreci içinde incelemek ve bu süreci günlük olarak yakalamak iste¤i “Gazete Tiyatrosu”nu do¤urdu. Zumbi’nin temel misyonu, yeni sistemi önerecek aflaman›n bafllat›lmas›nda gerekli bir ad›m olarak kaos yaratmakt›. Bu sa¤l›kl› düzensizlik, temelde dört teknik yolla sa¤lanm›flt›. ‹lk Teknik Oyuncu-karakter ayr›l›¤›d›r. Oyuncu-karakter ayr›l›¤›n›n tiyatronun do¤uflundan beri birçok örne¤i vard›r. Yunan tragedyas›nda bu amaçla maske kullan›l›rd›. Arena Tiyatrosu da maskeden yararlan›r ama onun kulland›¤› maske yüze tak›lan maske de¤ildir. Karakterin mekanikleflmifl eylem ve tepkilerinin toplam›d›r. Boal’a göre herkes, gerçek yaflamda oluflturdu¤u düflünsel, dilsel, mesleksel davran›fl biçimleri sergiler. Herkesin günlük yaflamdaki iliflkileri bu davran›fl biçimleri uyar›nca bir flablona oturur. Boal’a göre bu flablonlar insanlar›n, ayn› zamanda karakterlerin maskesidir. ‹flte Zumbi’de Arena’n›n yapmak istedi¤i, yorumlanan karakterin sabit maskesini, rolü canland›ran oyuncudan ba¤›ms›z k›lacak biçimde korumakt›. Oyuncu ile karakterin ayr›lmas› modern tiyatroda ilk olarak Brecht’te görülür. Ama Brecht’te “flimdiki zaman” olmakta olan bir olaya de¤il ama olmufl bir olay›n anlat›lmas›na iliflkindir. Oysa Zumbi’de oyunun her an› dramatik bir çat›flma içinde ve “flimdi” yorumlan›yordu. Baz› oyuncular seyircinin zaman ve mekân›nda kal›rken di¤erleri baflka zaman ve
32 | TAVIR | fiUBAT 2007
yerde bulunuyorlard›. Sonuç, birçok oyunun, belgenin ve flark›n›n küçük parçalar›ndan oluflan bir “yamal› bohça” idi. Zumbi’de her oyuncu oyunun bütünlü¤ünü yorumlamaya yöneltiliyor. ‹kinci Teknik Tüm oyuncular›n tüm karakterleri yorumlamaya zorlanmas›d›r. Tüm oyuncular tek bir anlat›c› durumuna geldiler. Gösteri, bir tak›m taraf›ndan anlat›lan bir öyküye dönüfltürüldü. Boal burada “Biz Arena Tiyatrosuyuz ve hep birlikte size bir öykü anlataca¤›z” diyerek bir çeflit kolektif yorumlama yapt›klar›n› söyler. Üçüncü Teknik Kaos yaratmak için kullan›lan üçüncü teknik ise biçimsel eklektizmdi. Ayn› gösterim içinde en basit pembe dizi melodram›ndan sirk ve vodvile kadar birçok farkl› türe ait tarz kullan›l›yordu. Salt türe de¤il, ayn› zamanda biçeme iliflkin de bir kaos sunuluyordu. Ayn› oyunda bir sahne d›flavurumcu, biri gerçekçi, di¤eri simgeci, baflka biri gerçeküstücü e¤ilim ve özellikler tafl›yabiliyordu. Dördüncü Teknik Müzi¤in, seyirciyi metinlerin alg›lanmas›na haz›rlamas›yd›. Boal müzik olmadan Brezilya milli marfl›nda anlat›lanlardan tutun da oyunlarda eylem zaman›n› bildiren sözlere kadar birçok ifadenin inand›r›c› olamayaca¤› düflüncesiydi. Sonuç olarak, Zumbi bu dört tekni¤i kullanarak Arena Tiyatrosu’nun tüm sanatsal geliflim evrelerini sentezledi. Arena Tiyatrosu’nun ilk evresinde Brezilya yaflam›n› tüm d›flsal gerçekli¤iyle yans›tmak amac› vard›. Ama gerçekli¤in yorumundan çok yeniden üretilmesi söz konusuydu. Onu izleyen “klasiklerin ulusallaflt›r›lmas› döneminde” ise amaç bunun tam tersiydi. Arena fabllardaki mu¤lâk fikirlerle ilgilenmeye bafllad›. Tüm karakterler Brezilya insan›na benzer özellikler gösteren ve öne ç›km›fl simgelerden olufluyordu. Bir tarafta tekil di¤er tarafta evrenseli bar›nd›ran bu iki yaklafl›m bir senteze ulaflmak zorundayd›. Arena özgün olan› bulmal›yd›. Sorun Brezilya tarihinden bir parçay›, Zumbi mitini kullanarak ve içini halk›n iyi bildi¤i ve-
ri ve güncel olaylarla doldurarak k›smen çözüldü. Yaln›z tam bir senteze var›lamam›fl, “evrensel” olan ile “tekil” olan birlefltirilmiflti. Zumbi ifllevini yerine getirdi. Tiyatronun y›k›lmas› ifllevi sonuçland›, yeni biçimlerin önerilmesine geçildi.
Joker Sistemi Joker hem dramatürji hem de sahneleme aç›s›ndan bir tiyatro biçimi olarak önerilmifltir. Joker sistemi Brezilya halk›n›n o güne kadar göz ard› edilmifl kültürel yap›s›ndan beslenmeyi ve bir alt metin oluflturmay› öngörür. Joker’le oyunu ve oyunun çözümünü ayn› gösterimde sunmak olanakl›d›r. Boal’a göre metni belli bir bak›fl aç›s›yla çözümlemek ve seyirciye aktarmak önemlidir. Bunun çeflitli örnekleri vard›r. Yunan tragedyas›nda koro ayn› zamanda kahraman›n davran›fllar›n› da çözümlüyordu. ‹bsen’in oyunlar›ndaki “bilgiç” yazar›n sözcüsüydü. Arthur Miller’de de “anlat›c›” kullan›l›yordu. Burada kahraman, kendisini birine anlat›rd›. Ancak Boal tüm bu tekniklere karfl› ç›k›yor, neyin ne için kullan›ld›¤›n›n aç›kça gösterilmesini istiyordu. Yukar›daki yazarlar›n kulland›klar› bu yöntemi kamuflaj olarak görüyordu. Kamuflaj seyirciden çok di¤er karakterlere yak›n bir karakter “tipi” yaratmakt›. Oysa, Joker di¤er karakterlerden uzak tutuldu ve seyirciye yaklaflt›r›ld›. Bu sistemdeki “aç›klamalar” gösterinin birbirini tamamlayan iki düzlemde gerçekleflmesi için tasarlanm›flt›r. Biri tiyatronun tüm göreneksel düflflel kaynaklar›n›n kullan›ld›¤› fabl, di¤eri ise Joker’in yorumlay›c› bir ifllev üstlendi¤i “anlat›” düzlemidir. ‹kinci estetik amaç biçeme aitti. Jokerle tüm biçem ve türlerin bütün araçlar›n› kullanmak öneriliyordu. Boal sahnelerin biçemsel sorunlar›n› birbirinden ba¤›ms›z olarak çözümleme yoluna gitti. Joker’de her bölüm bütününün birli¤ini bozmayacak biçimde ele al›nmal›yd›. Bunu tek bak›fl aç›s›na göre oluflan biçemsel çeflitlilik sa¤lard›. Bu sistem birbirinin karfl›t› olan iki ifllevle sa¤lan›yordu. Bunlar en somut gerçeklik olan kahramansal ifllev ile ötekinin evrensellefltirici soyutlamas› olan Joker iflleviydi. Joker sisteminde karakterler de¤il, ifllevler oyuncular aras›nda da¤›t›l›r ve bu yap›l›rken metindeki çat›flmalar›n genel yap›s› göz
tiyatro
önüne al›n›r. ‹lk ifllev “kahramansal ifllev”dir. Bu, karakter ile oyuncu aras›nda eksiksiz ve kal›c› bir ba¤›n olufltu¤u tek ifllevdir. Tek bir oyuncu tek bir kahraman› canland›r›r. Burada özdeflleflme ortaya ç›kar. Bu ifllevi yerine getirirken, oyuncu bir Stanislavski yorumcusu olmal›d›r. Oyuncu, bir karakterin bir insan olarak s›n›rlar›n› aflan bir tav›r sergileyemez. Yani yemek için gerçek yeme¤e, içmek için gerçek suya gereksinimi vard›r. “Kahramansal” bir karakter, yazar›n de¤il karakterin bak›fl aç›s›na sahip olmal›d›r. Joker eflzamanl› olarak oyunun bir ayr›nt›s›n›n çözümlemesini yapsa bile varl›¤› asla kesintiye u¤rat›lmaz. O sanki baflka bir oyundan gelmifl gibidir; “yaflamdan bir kesit”, yeni gerçekçilik, ayr›nt›, gerçek fleydir. Joker sisteminde d›flsal özdeflleflmeye eflzamanl› bir çözümleme ve yorumlama efllik eder. Kahraman›n oyunun ana karakteri ile örtüflmesi gereklili¤i yoktur. Seyircinin özdeflleflme iliflkisini kurmas› istenilen karakter, kahramansal ifllevi üstlenir. Örne¤in Macbeth’de Macduff, ya da Kral Lear’da soytar› olabilir. Sistemin ikinci ifllevi ise Joker’in kendisidir ve kahraman›nkinin tam z›dd›d›r. Joker büyülü bir gerçeklik yarat›r. Di¤er tüm karakterler bu büyülü gerçekli¤i kabul ederler. Gerekirse olmayan birçok fleyi yarat›p kullanabilir. Joker çok ifllevlidir; oyunda her rolü canland›rabilir ve hatta kahraman›n gerçekçi do¤as› onu baz› fleyleri yapmaktan al›koydu¤unda onun yerini bile alabilir. Bu tür durumlarda korobafl› geçici olarak Joker ifllevini üstlenir. Joker oyuncunun bak›fl aç›s› yazar›n ya da uyarlayan›n bak›fl aç›s› olmal›d›r. Bu aç›dan o öykünün yazar›n› ya da onu yeniden yaratan› temsil eder. O halde olaylar dizisinin geliflimini ve oyunun amac›n› bilmektedir. Bir çeflit, ermifltir. K›sacas› tüm teatral olanaklar Joker ifllevine bahfledilmifltir; o büyülüdür, her fleyi bilen, her yerde varolan, k›l›ktan k›l›¤a girendir. Di¤er oyuncular ikincil kahraman ve karfl› kahraman olmak üzere iki koroya ayr›l›r. Her birinin kendi korobafl› vard›r. “‹yi” koro da denen birinci koronun oyuncular› kahraman› destekleyici, onun temel düflüncesini temsil eden rolleri canland›r›rlar. Di¤er koro,
“kötü” koro, ise iyi oyuncunun karfl›t› rolleri canland›ran oyunculardan oluflur. Koro elemanlar›n›n sabit bir say›s› yoktur; bölümden bölüme de¤iflebilir. Bu yap›y› gitar, flüt ve vurmal›lardan oluflan koral bir orkestra tamamlar. Di¤er yayl›, üflemeli ve vurmal›lar› da çalmas› gereken üç kiflilik orkestra bunun yan›s›ra tek bafl›na ya da korobafl› ile flark› da söylemelidir. Joker sistemi ayn› zamanda her oyun için sabit olan bir “gösterim yap›s›”na da sahiptir. Bu yap› yedi ana k›s›ma ayr›lm›flt›r: ‹thaf, aç›klama, bölüm, sahne, yorum, görüflme ve harekete geçirme. Her gösterim bir kifliye ya da bir olaya ithaf edilerek bafllar. Bu basit bir metin olabilece¤i gibi birlikte söylenen bir flark› ya da bir sahne biçiminde de olabilir. Aç›klama dramatik eylemin süreklili¤inde bir k›r›lma biçimindedir. Joker taraf›ndan her zaman düz yaz› biçiminde bir konuflma çerçevesinde, eylemin temsilini gerçeklefltirenlerin bak›fl aç›s›n› –burada Arena Tiyatrosuyans›tacak biçimde sunulur. Bu amaçla bir konferansta ya da konuflmada kullan›labilecek metin okumas›, belge, mektup, günlük gazete, film, harita ve benzeri her türlü kaynaktan yararlan›l›r. Gerekti¤inde baz› sahnelere geri dönülüp bu sahneler vurgulanacak ya da düzeltilecek biçimde, özgün metinde olmayan farkl›l›klar da kat›larak, yeniden canland›r›labilir. Aç›klamalar oyunun genel biçemine iflaret eder: Konuflma, forum, tart›flma, mahkeme, yorum, çözümleme, tez savunmas›, vb. Aç›l›fl aç›klamas› oyuncular›, yazar›, uyarlayan›, kullan›lan teknikleri tiyatroda yeniliklerin gereklili¤ini ve metnin amaçlar›n› sunar. Genel yap› az veya çok birbirine ba¤l› sahnelerden oluflan bölümlere ayr›l›r. Bir sahne küçük bir parça olmas›na karfl›n kendi içinde bir bütündür ve dramatik eylemin nitel gelifliminde en az bir de¤iflim içerir. Diyalog, flark›, konuflma, fliir, haber parças› ya da belgesel biçiminde olabilir. Sahneler tercihen birbirine kofluklu yaz›lm›fl sözlerden oluflan yorumlarla ba¤lan›r. Bu yorumlar korobafl› ve/veya orkestra taraf›ndan flark› olarak seslendirilir ve amaç bir sahneyi di¤erine fantastik bir biçimde ba¤lamakt›r.
Joker, karakterin “iç dünyas›n›” göstermenin gerekli oldu¤u anlarda eylemi geçici olarak durdurur ve karakter de kendi eyleminin nedenlerini aç›lar. Ancak bu görüflme s›ras›nda karakter, karaktere özgü bilincini korumal›, yani oyuncu kendisine ait “buras› ve flimdi” bilincini tafl›maktan kaç›nmal›d›r. Görüflme s›ras›nda seyircilerin canl› bir programdaym›flcas›na karaktere soru sormas›na izin verilmelidir. Yani görüflmeler halka aç›kt›r. Gösterimin yap›s›nda son olarak, harekete geçirme yer al›r. Bu aflamada Joker seyirciyi önceden haz›rlanm›fl bir konuflma ve/veya koral bir flark› yard›m›yla, her oyunun temas›yla ilintili bir eyleme k›flk›rt›r. ‹flte tüm bu unsurlar Joker sisteminin temel yap›s›n› oluflturur.
SONUÇ Aristotelesin poetikas› bask›n›n poetikas›d›r; dünya bilinir ve yetkindir, ya da yetkinlefltirilmek üzeredir. Böyle bir dünyan›n tüm de¤erleri kendi düflünme ve eyleme erkini edilgen bir biçimde karaktere devreden seyirciye dayat›l›r. Böylelikle, seyirciler kendilerini trajik hatadan, yani asl›nda toplumu de¤ifltirme yetisinden, ar›nd›r›rlar. Devrimci dürtüden bir ar›nma (katharsis) gerçekleflir. Dramatik eylem gerçek eylemin yerine geçer. Brecht’in poetikas› ise ayd›nlanm›fl öncünün poetikas›d›r; dünya de¤ifltirilebilir bir biçimde a盤a ç›kar›l›r. De¤iflim tiyatroda bafllar, çünkü seyirci kendi yerine düflünme erkini karaktere devretmez, ama yine de kendi yerine eyleme erkini devreder. Deneyim bilinç düzeyinde a盤a ç›kart›c›d›r ancak eylem düzeyinde de¤ildir. Dramatik eylem gerçek eylemin üzerine ›fl›k tutar. Gösteri eylem için bir haz›rl›kt›r. Ezilenlerin poetikas› ise özünde özgürleflmenin poetikas›d›r; seyirci art›k ne düflünme ne de eyleme erkini karaktere devreder. Seyirci kendini özgürlefltirir, kendi düflünüp kendi eyler. Tiyatro eylemdir. Belki tiyatro devrim yaratamaz; ancak kuflkusuz devrimin bir provas›d›r. (B‹TT‹) J
fiUBAT 2007 | TAVIR | 33
34 siir
2/17/07
10:51 AM
Page 34
fliir
mendilimde kan sesleri edip cansever
Her yere yetiflilir Hiçbir fleye geç kal›nmaz ama Çocu¤um beni ba¤›flla Ahmet Abi sen de ba¤›flla Boynu bükük duruyorsam e¤er ‹çimden öyle geldi¤i için de¤il Ama hiç de¤il Ah güzel Ahmet abim benim ‹nsan yaflad›¤› yere benzer O yerin suyuna, o yerin topra¤›na benzer Suyunda yüzen bal›¤a Topra¤›n› iten çiçe¤e Da¤lar›n›n, tepelerinin dumanl› e¤imine Konyan›n beyaz Antebin k›rm›z› düzlü¤üne benzer Gö¤üne benzer ki gözyafllar› mavidir Denize benzer ki dalgal›d›r bak›fllar› Evlerine, sokaklar›na, köflebafllar›na Öylesine benzer ki Ve avlular›na (Bir kuyu halkas›yla s›k›flt›r›lm›flt›r kalbi) Ve sözlerine (Yani bir cep aynas› al›m-sat›m›na belki) Ve bir gün birinin adres sormas›na benzer Sorarken sorarken üzünçlü bir görüntüsüne Camc›n›n cam kesmesine, dülgerin rende tutmas›na Öyle bir c›gara yak›m›na, birinin gazoz açmas›na Minibüslerine, gecekondular›na Hasretine, yalan›na benzer An›s› iflsizliktir Ac›s› bilincidir B›ça¤› gözyafllar›d›r kurumakta olan Gülemiyorsun ya, gülmek Bir halk gülüyorsa gülmektir
34 | TAVIR | fiUBAT 2007
Ne kadar benziyoruz Türkiye'ye Ahmet Abi. Bir güzel kadeh tutuflun vard› eskiden Dirse¤in iskemleye dayal› -- Bir vakitler gökyüzüne dayal›, derdim ben -C›gara paketinde yaz›lar resimler Resimler: cezaevleri Resimler: özlem Resimler: eskidenberi Ve bir kafl›n yukar› kalk›k Sevmen acele Dostlu¤un çabuk Bak›yorum da simdi O kadeh bir küfür gibi duruyor elinde. Ve zaman dedi¤imiz nedir ki Ahmet Abi Biz eskiden seninle ‹stasyonlar› dolafl›rd›k bir bir O zamanlar Malatya kokard› istasyonlar Nazilli kokard› Ve ya¤murdan ›sland›kça Edirne postas› K›l gibi ince ‹stanbul ya¤murunun alt›nda Esmer bir kad›n sevmifl gibi olurdun sen Kad›n›n ütülü patiskalardan bir teni Upuzun boynu Kirpikleri Ve sana Ahmet Abi uzaktan uzaktan domates peynir keserdi sanki Sofran› kurard› Elini bir suya koyar gibi kalbinden akana koyard› Cezaevlerine düflsen c›garan› getirirdi Çocuklar do¤ururdu Ve o cocuklar›n dunyay› düzeletecek ellerini ifllerdi bir dantel gibi O çocuklar büyüyecek O çocuklar büyüyecek O çocuklar...
Bilmezlikten gelme Ahmet Abi Umudu dürt Umutsuzlu¤u yat›flt›r Diyece¤im flu ki Yok olan bir fleylere benzerdi o zaman trenler Oysa o kadar kullan›fll› ki flimdi Hayalsiz yafl›yoruz nerdeyse Çocuklar, kad›nlar, erkekler Trenler t›kl›m t›kl›m Trenler cepheye giden trenler gibi ‹flçiler Almanya yolcusu iflçiler Kad›nlar Kimi yolcu, kimi gurbet bekçisi Ellerinde bavullar, fileler Kolonyalar, su flifleleri, paketler Onlar ki, hepsi Bir tutsak a¤aç gibi yanl›fl yerlere büyüyenler Ah güzel Ahmet Abim benim Gördün mü bak Da¤›lm›fl pazar yerlerine benziyor flimdi istasyonlar Ve da¤›lm›fl pazar yerlerine memleket Gelmiyor içimden hüzünlenmek bile Gelse de Öyle sürekli de¤il Bir caz müzi¤i gibi gelip geçiyor hüzün O kadar çabuk O kadar k›sa ‹flte o kadar. Ahmet Abi, güzelim, bir mendil niye kanar Difl de¤il, t›rnak de¤il, bir mendil niye kanar Mendilimde kan sesleri.
biyografi
sosyal realizmin edebiyattaki “kaptan”›:
attila ilhan hande sonsöz
“ben gidip bafl›ma belalar aram›fl›m o kal›p mevlas›n› bulmufl boynuna o yeflil fular› sarma çocuk gece trenlerine binme kaybolursun sokaklarda m›z›ka çalma çocuk vurulursun”
Attila ‹lhan, sevdam›z›n bafl›m›za vurdu¤u saatlerde m›sralar›yla kalbimizin derinliklerine inerek içimizi titreten bir flair oldu¤u gibi, tarihsel birikimi, geçmifl dönem kültürlerine olan hâkimiyeti ve bunlara ekledi¤i ilerici tavr› ile kültürel yaflant›m›za da katk›s›n› dürüstçe sunan bir yazard›. Edebiyat yaflam›na 1941 y›l›nda fliirle bafllam›fl olan flair, babas›n›n etkisiyle Divan Edebiyat›’n› ö¤renmeye çal›flm›fl, Mehmet Akif Ersoy’un, Necip Faz›l K›sakürek’in, Faruk Nafiz Çaml›bel’in fliirlerini okumufl, çocuklu¤unda dinledi¤i masallar ve türküler sayesinde Dadalo¤lu, Dertli, Gevheri gibi halk flairlerinin etkisiyle halk fliirini tan›m›fl ve sev-
mifl, Naz›m Hikmet’le de toplumculu¤u tan›m›flt›r. 16 yafl›nda bir lise ö¤rencisiyken Naz›m Hikmet’in fliirini k›z arkadafl›na yollad›¤› için “komünizm propagandas›” yapmak suçundan tutuklanarak Sansaryan Han hücresine at›l›r ve bu dönem, onun siyasi düflüncesinin köfle tafllar›n› oluflturur. Çünkü hapisten ç›kt›ktan sonra Esat Adil Bey’in bafl›nda bulundu¤u Türkiye Sosyalist Partisi’yle ba¤lant›ya geçer ve partinin yay›n organ› olan “Gerçek” gazetesinde As›m Bezirci, Hasan Tanr›kut gibi isimlerle çal›fl›rken; hem gazetecili¤i, hem de sosyalizmi ö¤renerek ilk siyasal yaz›lar›n› kaleme al›r. fiairin fliir yazmaya bafllad›¤› 1940’l› y›llarda edebiyat çevrelerinde ikisi iktidardan yana, ikisi iktidara karfl› dört ayr› grup bulunmaktad›r. ‹ktidar ise Cumhuriyet Halk Partisi ve ‹smet ‹nönü’dür. Birinci grupta Nurullah Ataç, Sabahattin Eyübo¤lu ve Yaflar Nabi’nin destekledi¤i Garip üçlüsü (Orhan Veli, Melih Cevdet Anday, Oktay R›fat) vard›r. ‹kinci grup da Suut Kemal Yetkin idaresinde görünen Behçet Necatigil, Oktay Akbal, Faz›l Hüsnü Da¤larca ve Salah Birsel’dir. Bu iki grup var olan iktidara muhalif bir tav›r izlemeden sanatlar›n› gelifltirmeye çal›fl›rken üçüncü grup Naz›m Hikmet etkisinde fliire bafllam›fl olan R›fat Ilgaz, Ömer Faruk Toprak, Cahit Irgat, Attila ‹lhan, Ahmet Arif, Arif Damar (Barikat), fiükran Kurdakul, Niyazi Ak›nc›o¤lu gibi sanatç›lard›r. Dördüncü grup ise ›rkç›-turanc›lar›n oluflturdu¤u Nihal Ats›z ve grubudur. Attila ‹lhan, 1946 y›l›nda Cumhuriyet Halk Partisi’nin düzenledi¤i fliir yar›flmas›nda
“Cebbar O¤lu Mehemmed” fliiriyle ikinci olur. Bu yar›flmada ayr›ca Cahit S›tk› Taranc› “Otuz Befl Yafl” fliiriyle birinci, Faz›l Hüsnü Da¤larca ise “Üç fiehitler Destan›” ile üçüncü olur. “…cebbar o¤lu mehemmed/ frans›z’a silah çekmifl/ hür yaflamak u¤runa/ ›rz namus u¤runa ana için baba ve kardefl için/ flu mübarek topraklar/ flu mübarek vatan için…” 1948 y›l›nda ilk fliir kitab› “Duvar”› ç›kar›r. Kitap, Gavur Da¤lar›’ndan Rivayet, Hürriyet Yürüyor, Karanl›kta Kaynak Yapan Adam, Harb Kald›r›m›nda Aflk, fiafak Vakti Dünya bölümlerinden oluflur. “Gavur Da¤lar›’ndan Rivayet”te yedi ayr› fliir vard›r. Bu fliirler birbirinden ba¤›ms›z görünse bile konu ve anlat›m bak›m›ndan benzerlikler göze çarpar. Anadolu’nun yapt›¤› savafllar, kahramanl›klar, yüce da¤lar, toprak için verilen mücadele, insanlar›n mekanla bütünleflen yaflam tarzlar› sergilenir. Zaman, Kurtulufl Savafl› öncesi, Frans›zlar›n iflgali, Kurtulufl Savafl› ve Cumhuriyet sonras›d›r. Ba¤›ms›zl›k mücadelesi bölge gerçekli¤i ve kahramanl›klar›yla anlat›l›rken flair, destan niteli¤indeki denemelerini bu fliirlerle yapm›flt›r. Karacao¤lan, Dadalo¤lu, Dertli gibi halk ozanlar›n›n söyleyiflini dönem flartlar›yla bütünlefltirerek dile getirir. Kitab›n di¤er bölümü olan “fiafak Vakti Dünya”, ‹kinci Dünya Savafl›’n› ve faflizmi konu al›r. Polonya, Belçika, Hollanda ve Fransa iflgal edilirken; hürriyet, eflitlik, sulh ve saadet topraklar› için yani yaflamak için ölünürken “Lili Marlen Türküsü” her gece Zagrep radyosunda çalar: “biz dünyal›lar yemin içtik
fiUBAT 2007 | TAVIR | 35
biyografi
iman›m›z var hürriyet için hürriyet aflk›na savulacak döne’m savulacak düflman dehrin sefas›n› çektik safas›n› sürece¤iz akflam olur mektuplar hasretlik söyler zagrep radyosu’nda lili marlen türküsü dost a¤lar karanfilim dost a¤lar marfl söylemeden ölmek bize yak›flmaz ve biz yine y›ld›zlara bakar›z ve yine y›ld›zlar bize bakar duad›r günefl baht olas›n civan o¤lum hürriyet için dipçik tutan el dert görmesin” Kitaba ad›n› veren “Duvar” fliiri ise II. Dünya Savafl› içinde kahredilen bütün dünya duvarlar› için yaz›lm›flt›r. fiair, hücreyi duvarlar›n dilinden aktar›r. Günefl görmemifl her duvar, her insan›n farkl› hikayesine tan›k olmufltur: “ben bir duvar›m hiç günefl görmedim/ sen hiç günefl görmemifl bir baflka duvar/biz de duvar›z dinleyen duyan düflünen duvarlar/ ve bizim kuca¤›m›zda kas›rgal› insanlar/ iflte o çocuk yumruklu dev o dev yumruklu çocuk” “biz duvar›z neyleyelim gözlerimiz a¤lamay› bilmez/ onu bir gece sabaha karfl› büsbütün götürdüler/ kendi gitti ismi kald› yadigar ba¤r›m›zda/ o zaman may›st› ya¤murlar bafl›m›zda ya biz idam duvar›y›z karfl›m›zda çok insan öldürdüler/ öyle bakmay›n bu yaralar flerefli yara de¤il/ getirirler vururlar biz öyle dururuz/ ya¤murlar gözyafl› bulutlar mendil/ elimizden ne geldi de yapmad›k/ ah öyle bakmay›n utan›r›z kahroluruz.” II. Dünya Savafl› sürerken ve bittikten sonra faflizmin ezdi¤i halklar›n yan›nda oldu¤u için düflüncesini söyleyen ve savaflan hangi ayd›n hücreye at›lmad› ki? Sabahattin Ali’nin “Ald›rma Gönül” fliiri o günleri unutturmak istememektedir ve bugünlere seslenir: “Görmek istersen denizi Ald›rma gönül ald›rma Yukar›ya çevir gözü
36 | TAVIR | fiUBAT 2007
A¤lad›¤›n duyulmas›n Deniz gibidir gökyüzü; Ald›rma gönül ald›rma”
elinden tutup getirecekler beni görünce tafl kesileceksin a¤lamayacaks›n! a¤lamayacaks›n!”
Ahmed Arif ise “Da¤lar›na Bahar Gelmifl Memleketimin” fliiriyle mücadelede umutsuzlu¤a yer olmad›¤›n› söyleyerek güzel günler görülece¤ine inanmaktad›r ve duvara flu dizelerle seslenir: “Haberin var m› tafl duvar? Demir kap›, kör pencere Yast›¤›m, ranzam, zincirim U¤runda ölümlere gidip geldi¤im Zulamdaki mahzun resim. Görüflmecim yeflil so¤an göndermifl Karanfil kokuyor cigaram Da¤lar›na bahar gelmifl memleketimin.” Attila ‹lhan’›n toplumcu fliirleri ilk baflta Naz›m Hikmet’in etkisinde olsa da daha sonra “Sisler Bulvar›” fliir kitab›nda toplumcu fliirlerinden kopmamak kayd›yla kendine özgü çizgisini bulur. 1940 y›l›ndan sonra 1950 seçimleriyle iktidara gelen Demokrat Parti “Truman Doktrini”yle ülkemizin ekonomik program›n› flekillendiriyor, di¤er yandan toplumcu edebiyatç›lar›n örgütlenmesine izin vermeyerek dergilerini sürekli bas›yordu. “Tan” matbaas›n›n dönemin iktidar›nca yakt›r›l›p y›kt›r›lmas› bunun en belirgin örne¤idir. Attila ‹lhan da bu dönemde siyasi olarak Naz›m Hikmet’i kurtarma kampanyas›na kat›l›rken fliir alan›nda onun etkisinden kurtulmak ve kendine özgü bir fliir anlay›fl› ve üslubu gelifltirmek çabas›ndad›r. 1954 y›l›nda “ben” fliirleri ön plana geçerek modern fliir anlay›fl›, toplumsall›k ve s›n›fsall›k temas› üzerinde flekillenmeye bafllar. “Sisler Bulvar›” ve “Yasak Seviflmek” fliirinde bir taraftan Paris günlerini düflünürken di¤er taraftan komitac›l›k yapt›¤› yaflant›s›n›n izlerini “gerilimli” olarak adland›rd›¤› bu fliirlerinde yans›t›r. Çünkü kulland›¤› kelimelerde yaflan›lan atmosfer anlat›lm›flt›r: “sisler bulvar›’nda ölece¤im sol kas›¤›mdan vuracaklar bulvar dura¤›nda düflece¤im gözlüklerim k›r›lacaklar sen rüyas›n› göreceksin 盤l›k 盤l›¤a uyanacaks›n sabah kap›n› çalacaklar
Buradan yola ç›karak Attila ‹lhan’›n fliiri üç dönemde incelenebilir: 1941-1954: Naz›m Hikmet’in etkisi alt›ndaki toplumcu dönem 1954-1968:Bireyin kendi iç çalkant›lar›yla toplumculu¤un birleflti¤i dönem 1968 sonras›: Divan fliirlerinin özelliklerinin dönüfltürüldü¤ü ve yeniden üretildi¤i dönem Yukar›da da belirtti¤imiz gibi Attila ‹lhan, 1949 y›l›nda Paris’e önce otuz befl y›l hüküm giymifl olan Naz›m Hikmet’i kurtarma komitesiyle gider, daha sonra ise Marksizm’i ö¤renmek için. 1949–1953 y›llar› aras›nda ve 1960’lar›n bafl›nda toplam befl y›l›n› orada geçirir. Bunun temel nedenleri olarak iktidar›n sol e¤ilimlere karfl› yapt›¤› bask›, 1944 süreci ile birlikte ilerici ve solcu profesörlerin üniversiteden at›lmas›, gazetelerin bas›l›p y›k›lmas› v.b. gösterilebilir. Marks ve Engels’in sanat alan›nda düflünceleri d›fl›nda, Sovyet yazarlar›ndan Plekhanov’un diyalektik ve tarihsel materyalizme dayanarak gelifltirdi¤i toplumsal kuram›n› Stalin’in “sosyalist gerçekçili¤i”nden ay›r›r ve fliirde “Plekhanov’un esteti¤i”ni seçer. Türkiye’ye döndükten sonra modernleflmenin asl›nda Türkiye’de yaflanmad›¤›na dair tespitlerde bulunur. “Türkiye modernleflmesi nas›l yaflanmal›? Ulusal sentez, sanat ve edebiyat alan›nda nas›l toplumculuk temelinde üretilebilir?” sorular›n›n cevab›n› denemelerinde vermeye çal›fl›r. Plekhanov sosyalist sistemde ve üst yap›da edebiyat› nerede görüyordu? “‹nsan›n insan taraf›ndan sömürüldü¤ü bütün düzenlerde bir yanda, mevcut düzeni savunan bir edebiyat bulunur. Bu edebiyat, bu düzenin üst yap›s›na dahildir. Fakat bunun yan› s›ra bir de ilerici edebiyat vard›r. Önceleri yükselen s›n›f›n fikir ve duygular›n› dile getiren bu edebiyat, yeni temel, eskisinin yerini ald›¤› zaman bir üst yap› haline gelecektir. Bu edebiyat da sadece bütün sömürülen insanlar›n fikirlerini, duygular›n› ifade edebilir. Sömürücü olmayan bir düzende, yani
biyografi
sosyalist düzende bir üst yap› olabilir. S›n›f mücadelesi içinde yer alan edebiyat eseri, içinde do¤du¤u ve kendisine ba¤l› bulundu¤u tarihsel konjonktürle aç›klan›r. Estetik elefltiri olmadan tarihsel elefltiri ve buna karfl›l›k, tarih olmadan estetik, tek yanl› ve dolay›s›yla yalanc›d›r. fiu halde bir eserin, bir sanat fleklinin as›l estetik anlam›n› bulup ç›karmak, bunlar› tafl›m›fl olan ekonomik ve toplumsal altyap› ortadan kalkt›¤› halde nas›l olup da estetik bir anlam ve de¤er muhafaza etti¤ini araflt›rmak gerekir.”(1) Plekhanov’un esteti¤inin yan›nda Frans›z flair Apollinaire’›n fliiriyle tan›flmas› onu imgeye yaklaflt›r›r. Küçük harfle ve noktalama iflareti kullanmadan yazma tekni¤i buradan gelen bir esinlenmedir. Büyük kentin yorgunluklar›n›, aflklar›n›, kavgalar›n›, modernleflme kayg›lar›n› imgelerle yans›tmaya çal›fl›r fliirlerinde. Sisler Bulvar›’n›n devam› say›labilecek di¤er fliir kitaplar›nda Ya¤mur Kaça¤› (1959), Ben Sana Mecburum (1960), Bela Çiçe¤i (1962), Yasak Seviflmek’te imgelerle dolu lirizm ve coflku imkans›z aflklar ile melankoli adeta iç içe geçmifltir. 1968 y›l›ndan sonraki fliirlerde “ben”in hesaplaflmas› devam ederken, Tutuklunun Günlü¤ü, Elde Var Hüzün, Korkunun Krall›¤›, Ayr›l›k da Sevdaya Dahil fliirlerinde 12 Mart ve 12 Eylül’ün izleri göze çarpar. Tutuklunun Günlü¤ü’nde bafllayan “40 Karanl›¤›, Tutukluyu Uyutmamak, Tutanak k›s›mlar› Gizli Duruflma ve Gere¤i Düflünüldü” bölümleri Türkiye’de iktidar›n tutsaklara uygulad›¤› o günün tecrit iflkencesinden kesitleri anlat›r: “hücremin karanl›k olmas› iyi/ yaln›zl›¤›m› görmem böylece/y›rt›ld› içimdeki afifller/oldu¤um yerde sakatland›m/içim d›fl›m eylemim gece… nas›l oluyor anlam›yorum/ gece yay›n bitmifl televizyonu kapam›fl›m/ekranda ans›z›n birileri/kapal› bir demir gibi suratlar›/gözleri atefl saç›yorlar…” “Ben-Heyecan-Korku”nun yaratt›¤› izlerin d›fl›nda 1968 y›l›ndan sonra fliirde Divan Edebiyat›’na dönüfl, rubailer, serbest gazeller, beyitler ve bentlerden oluflturulmufl fliir denemelerine giriflen flair, ekonomik sömürü, ›rksal sömürü ve cinsel sömürüyü son fliir kitaplar›nda ve Fena Halde Leman, Zenciler
Birbirine Benzemez romanlar›nda ele al›r. Garip, ‹kinci Yeni ve Mavi 1940 y›l›nda fliire yeni bir ses, yeni bir soluk gelir. Orhan Veli, Melih Cevdet Anday, Oktay R›fat fliirlerini ilk olarak Varl›k dergisinde yay›mlarlar ve 1941 y›l›nda “Garip” adl› bir kitapta toplarlar. Genel düflünce olarak; kendilerinden bir al›nt› ile “bugüne kadar burjuvazinin mal› olmaktan, yüksek sanayi devrinin bafllamas›ndan evvel de dinin ve feodal zümrenin köleli¤ini yapmaktan baflka hiç bir ifle yaramam›fl olan fliir”e karfl› ç›kan ‘garip’çiler, di¤er yandan da, Naz›m Hikmet ile geliflen politik fliire de karfl› durmaktayd›. fiiirde, uyak ve ölçüyü tümden yok ederek müzi¤i azalt›p, içerik ve flekle önem veren, biçim olarak Frans›z gerçeküstücülerden etkilenerek genifl bir topluma hitap eden Garip fliiri, insanlar›n sorunlar›n› yazabilmifl ve bu fliir o döneme göre ilerici bir durufl sergilemifltir. Fakat toplumsal gerçekçili¤in biraz daha geriye itilmesiyle Garip ak›m› ucuz halkç›l›¤a kaymaya bafllam›flken 1945 y›l›nda yavafl yavafl toplumculu¤a yönelmifller, halk fliirinden ve halk dilinden yararlanm›fllard›r. Attila ‹lhan o dönem toplumcu flairler içerisinde fliir yazmaya çal›flmaktad›r ve Garipçilere karfl› bayrak açanlardan biri olmufltur. Elefltirilerinin temelinde ise biçimin ya da içeri¤in birbirinin önüne geçmemesi, e¤er geçerse sanatç›y› ça¤›ndan, yaflad›¤› toplumdan al›p, soyutlama dünyas›na götürece¤i düflüncesi; ikinci olarak ise etkilendikleri gerçeküstücü ak›mlar›n felsefe anlam›nda idealist, soyut kalmas› fikridir. Son bir elefltiri olarak ise, yaflama sevincinin ne oldu¤unun irdelenmesi ve insan›n hangi gerçeklikler karfl›s›nda bu hislerle dolu oldu¤unun tekrar tekrar sorgulanmas› gerekti¤ine inanc›d›r.
dir. Toplumsal gerçekçilik geçmifl ça¤lar›m›z›n baflar›l› eserlerini koflullar› içersinde de¤erlendirmeyi ve bu eserlerden gere¤ince faydalanmay›; gerek halk edebiyat›m›z›n gerekse divan edebiyat›m›z›n gelene¤ini iyice inceleyip anlamay›, benimsedi¤i ulusal koflullar›m›za en uygun sanat bileflimini vermeyi düflündü¤ü için Milli; sanat›n toplumsal bir amac› oldu¤una ve bu amac›n Mustafa Kemal’in tan›mlad›¤› anlamda ‘memleketin ve milletin gerçek saadet ve imar›na çal›flmak’ oldu¤una inand›¤› için Milliyetçi; alaturka ve Osmanl› gelene¤inin terk edilerek ulusal koflullar içerisinde bat›l› sanata ait estetik kavramalar›n gelifltirilmesine çal›flt›¤› ve Türk sanat›n›n bat› esteti¤i içinde bir de¤er olabilmesini amaç edindi¤i için Bat›l›; memleketin ve milletin gerçek saadet ve imar›na çal›flmas›n›n ancak toplumsal bir platform ve programla giriflilecek toplumsal eylemlerle gerçekleflebilece¤ine ve bunda ulusun büyük ço¤unlu¤unu meydana getiren iflçiler, köylüler, yoksul flehirliler ve ayd›nlara büyük ifller düflece¤ine ve bu yolda sanat›n yol gösterici bir görevi oldu¤una inand›¤› için toplumsal; toplumsal gerçekler ne kadar ac› ve ne kadar y›k›c› olursa olsun, ulusumuzun ve ülkemizin mutlu gelece¤ine inand›¤› için iyimser ve ayd›nl›k bir sanat tutumudur.” (2)
Sosyalist gerçekçilikle sosyal realizmi ay›ran flair, kültürün ve edebiyat›n birbirine ba¤l› oldu¤unu yeni gelenin öncekini silmektense ilerlemeden geçmesinin tarihsel zorunluluk oldu¤u görüflündedir. “Sosyal Realizm”i flöyle tarif eder:
Görüldü¤ü gibi, Attila ‹lhan, o günkü koflullar içinde, sonuçta ilerici say›labilecek bir yaklafl›mda olup fakat di¤er yandan da, sonradan çok daha net görülebilen, ulusalc›-kemalist çizginin etkisi ile, toplumcu gerçekçili¤in temel vurgular›na ters düflen bir kavram karmaflas› yaflamaktad›r. Kemalizm’in anti-emperyalist ç›k›fl› ve halk deste¤i sa¤lam›fl iktidar baflar›s› pek çok sosyalist ayd›n ve sanatç›da oldu¤u gibi, Attila ‹lhan’da da, “milliyetçilik” açmaz›n›n, temelsiz bir Bat›c›l›¤›n bafllamas›n›n sebebi olarak görünmektedir. Bu durum, örgütlü-devrimci ve s›n›fsal bir bak›fla sahip olamayan bu kesimin, sonradan devletçileflerek halktan kopan tutumunu anlamam›za da yaramaktad›r.
“Toplumsal gerçekçilik, ülkemizin ve ulusumuzun bütün sorunlar›n›, toplumsal ve tarihsel bir görüfl aç›s›ndan bilimsel olarak görüp, en uygun ve yeni estetik biçimler içerisinde yans›tmaya çal›flan bir sanat yöntemi-
1950–1960 dönemi aras›n›n fliiri say›labilir ‹kinci Yeni fliiri. Menderes döneminin politikalar›yla edebiyatta içe kapanma dönemi geçirir, halk›n yaflam›ndan ve sorunlar›ndan uzaklaflmaya bafllar, at›lan edebi sanatlara
fiUBAT 2007 | TAVIR | 37
biyografi
yeniden kucak açar ve fliiri ak›lc›l›ktan, duygu temeline sürükler. Yani biçimi ön plana alarak anlamda kapal› bir söyleyifl ve özde de bir kaç›flt›r asl›nda. Kapitalist sistemin dünyaya yaymak istedi¤i hükümranl›k ve makineleflmeyle birlikte bireyin yabanc›laflma süreci bu flairleri böyle bir tav›r almaya yanaflt›rsa da esas olan fley, neye karfl› neden mücadele edildi¤i sorular›n›n yan›t›n› aramak olmal›d›r. T›pk› Abdülhamit ‹stibdad›’ndaki Serveti Fünun edebiyat› gibi. ‹kinci Yeni fliiri yükselen devrimci hareketle ç›kt›¤› t›kan›kl›ktan öz elefltiri vererek kurtulmak ister ve flairler teker teker toplumculu¤a tekrar yönelirler. Attila ‹lhan, II. Yenicilerin baflta biçimciliklerini sert bir dille elefltirerek flunlar› söylüyor: “O tarihte, imgeyi getirelim demek, imge temeline yaslanan özcü ve toplumsal sanat› geri getirelim demekti, tek bafl›na imgeyi al›p getirelim demek de¤il! Y›l 54-55. O s›ra Menderes diktas› kat›laflt›kça kat›lafl›rken ‘toplumsal gerçekçi’ tezlerle ortaya ç›kman›n anlam› budur ve aç›kt›r. Ne var ki, imgeye yaslanmadan özcü sanat yapmak nas›l biçimcili¤in elleri üstünde yürümesiyse (Orhan Veli Tak›m›, Son Mavi) imgeyi toplumsal ya da bireysel özünden ayr› ve ba¤›ms›z ele almaya kalk›flacak bir sanat tutumu da biçimcili¤in önde gidenidir. Çünkü ikisi de estetik bileflimi, belirli bir toplumsal bireysel içlemin imgelerle deyimlenmesi diye almaz da, o belirli özden apayr›, düflünülmüfl dil olanaklar›n›n süslemeci ustal›¤›yla kullan›lmas› diye al›r. Kendilerine ‘ikinci yeni’ ad›n› yak›flt›ranlar iflte bu temel yanl›fl› yapm›fllar›d›r.” (3) Garip ve hece fliirine bir tepki olarak, “Mavi” dergisi, 1 Kas›m 1952 y›l›nda bir grup genç taraf›ndan ç›kar›l›r. Derginin kapanmas›ndan sonra da Attila ‹lhan, Orhan Duru, Ferit Edgü, Özdemir Nutku, Ahmet Oktay, Adnan Özyalç›ner gibi sanatç›lar dergiye ilgi göstermeye bafllar ve 1956 y›l›na kadar ç›kar›rlar. Derginin amac› bat›l› yöntemlerle ulusal ve Atatürkçü bir çizgide sosyal realizmi anlatmakt›r. Tanzimatç›l›k, Kemalizm, Sosyalizm, Toplumculuk: Türkiye 1920–1923 sürecinde Ulusal Kurtulufl savafl›n› yapm›fl, anti-emperyalist kimlikle bu savafl› kazanm›fl, bu savafl›n öncüsü olan Kemalistler, iktidar da olmufl fakat eko-
38 | TAVIR | fiUBAT 2007
nomik- politik tutumu ve s›n›fsal karakteri ile bu ba¤›ms›zl›kç› tavr›, siyasal ve ekonomik bir zafere dönüfltürmekten çok uzak olduklar› için, ülke, 1940’l› y›llar›n politikalar›ndan sonra ikili anlaflmalarla Bat›’n›n bir kez daha hegemonyas› alt›na girerek “Tam Ba¤›ms›z Ülke” yarat›lmak istenirken, yenisömürge durumuna düflürülmüfltür. Yönünü sola ve Marksizm’e çevirmifl ayd›nlar›n II. Dünya Savafl› sürecinden ve politikalar›ndan etkilenerek iktidara karfl› tav›r almalar›n›n yan›nda, elbette “Tam Ba¤›ms›z Türkiye” temelinde üretim araçlar›n›n kimin elinde oldu¤u sorunu yatar. Çünkü ülkenin alt-yap›s› o ülkenin üst-yap›s›n› baflta kültür-sanatedebiyat alanlar›nda flekillendirecek ve yön verecektir. Attila ‹lhan, Paris’te, Üçüncü Dünyac›l›k ve Marksizm ile tan›flt›ktan sonra Bat›’n›n asl›nda görüldü¤ü gibi modern olmad›¤›n› ve onun emperyalist yüzüyle karfl›laflt›¤›n› özellikle Fransa’n›n Cezayir’e yapt›¤› iflgal ve ›rk ayr›mc›l›¤›yla örneklendirerek 1972 y›l›nda “Hangi Bat›?” kitab›n› ç›kar›r. Anti-emperyalizm olmadan sosyalizmin olamayaca¤›n› Mustafa Kemal’in ba¤›ms›zl›k anlay›fl›na ve yurt milliyetçili¤ine sahip ç›k›lmas› gerekti¤ini yazar. ‹smet ‹nönü’nün CHP’sini dikta rejimiyle suçlayarak Türkiye solunun geliflemedi¤ini halbuki Mustafa Kemal’in anti-emperyalist söyleminin ve halkç›l›¤›n›n, sosyalizmin yolunu açaca¤›n› savunur. “Hangi Sol?” kitab›nda bu duruma eklektik olarak Stalin dönemi Sovyet Rusya’s› ile Türkiye’nin anti-emperyalist mücadelesi hem bileflke içerisinde hem de karfl›tl›klar›yla anlat›l›r. Türkiye’de Bat›’daki gibi afla¤›dan yukar›ya bir ayd›nlanma dönemi yaflanmad›¤› için iktidar, özellikle ‹smet ‹nönü döneminde Milli E¤itim Bakan› Hasan Ali Yücel’in öncülü¤ünde kültür alan›nda ayd›nlanma için belirli yön vermeye bafllar. Baflta “Tercüme Odas›”n›n kurulmas› ile Do¤u-Bat› klasikleri Türkçe’ye çevrilmifl, 17 Nisan 1940 y›l›nda Köy Enstitüleri kurulmufltur. Böylece köylü, y›llard›r süren feodal a¤al›¤a e¤itim ve kültür bilinciyle karfl› ç›kacak; böylece Türkiye’de modernleflmenin temeli at›lacakt›. Köy Enstitüleri sistemine Attila ‹lhan; “CHP faflizminin yanl›fl kültür sorunsal›” diye karfl› ç›kar ve Mustafa Kemal’in sisteminden fark-
l› oldu¤unu söyleyerek Mustafa Kemal’in alt› okundan “Devrimcilik” ilkesinin “sürekli devrimcili¤e” de¤il “Bat›l›laflma”ya kayd›¤›n› ve bunun da ülkeyi sosyalizme de¤il, Tanzimatç›l›k’a götürece¤ine iflaret eder. “‹nönü Atatürkçülü¤ü”nün öykünme düzeyinde oldu¤unu, Müdafaa-i Hukuk doktrininden ve Kuvayi Milliyecilikten temel bir sapma göstererek, devlet bask›s›n›, faflizan bask›y›, yukar›dan afla¤›ya zorlamalar›, resmi kültür ve sanat yönlendirmelerini içeren bir sistem oldu¤unu edebiyatta, ekonomide, siyasette bunlar›n halkç›l›k ad›na toplumcu, solcu olmad›¤›n› bu yüzden “ortan›n solu” kavram›n›n çok tuttu¤unu böyle bir karfl›laflmadan yola ç›karak anlat›r. Yazara göre Mustafa Kemal’iin ulusal demokratik devrimi yozlaflt›r›lm›flt›r. Yunan-Latin klasiklerinin çevrilmesi Avrupa kültürünün ortak temelidir ve H›ristiyan-Ümmet kültürünün bir parças›d›r. Mustafa Kemal, “ümmet” kültüründen “millet” kültürüne geçifli sa¤lamak için ard› ard›na reformlar yapm›flt›r. Önce feodalite tavsiye edilecek, toprak reformu yap›lacak ve sanayi devrimi bafllat›lacakt›r. Yani Bat›’n›n yapt›¤› reformlar› afla¤›dan yukar›ya do¤ru Mustafa Kemal’in gösterdi¤i yolda yap›lacakt›r. Fakat ondan sonra gelen iktidarlar Bat›’ya karfl› tek tarafl› bir teslimiyet sürecine girmifltir. Attila ‹lhan, bu düflünce sistemine sonraki y›llarda da tutarl› bir flekilde sahip ç›km›fl fakat gerek Kemalizm’in asl›nda kendi do¤as› ile gelifltirdi¤i bu devletçi yap›y› ve gerekse de emperyalizmin Türkiye’deki özgün sömürü biçimlerini anlayamamas› sonucu, bafllarda sahip oldu¤u ve o dönem ilerici kabul edilebilecek ulusalc› çizgiye ba¤nazca sahip ç›k›fl› onu floven milliyetçilerle ayn› noktaya getirmifl, Kemalizm’i savunay›m derken devleti sahiplenmek zorunda b›rakm›flt›r. Attila ‹lhan’›n romanlar›ndan olan Türkiye’nin Kurtulufl Savafl›’n›n panoramas› olarak nitelendirilebilecek Ayna’n›n ‹çindekiler serisindeki “Dersaadet’te Sabah Ezanlar›” ise Osmanl› Devleti’nden bafllayarak Cumhuriyet’in ilk y›llar›na dek uzan›r. Yazar, bu roman› yazmaya iten nedeni “Hangi Edebiyat” denemesinde, 1950 y›l›nda Paris’te bir Frans›z’›n ona; “…devrim iyi hofl ya, sizin orada 1920 y›l›na do¤ru basbaya¤› anti emperyalist bir savafl verilmifl, Mustafa Kemal diye
biyografi
bir adam ç›km›fl, nedir bu adam›n özelli¤i, bu savafl›n ve devrimin özü?” demesi olarak aç›klar.(4) Bu roman›n di¤er önemli bir özelli¤i de, romanda iflgal edilen kent ‹zmir’dir fakat iflgal karfl›t› protesto ‹zmir yerine Dersaadet’tir. Göstericiler Sultanahmet Camii’nin önünde toplan›r ve kürsüdeki kad›n, “ezan sesleri” eflli¤inde halk› ulusal bir direnifle ça¤›r›r. Roman konusunda ise yazar›n tespitleri flunlard›r: “Romanlaflt›rma anlay›fl›nda önce genel bir ay›r›m oldu¤unu san›yorum, bir romanc› anlataca¤› dönemi ve insanlar›n› ya diyalektik olarak ele al›r, ya metafizik olarak! Yayg›n olan ikincisi, yani o dönemin, insanlar› ve koflullar›yla dura¤an olarak ele al›nmas› ve yans›t›lmas›d›r.(…) Diyalektik öykülefltirmede, romanc› bir insan› bir dönemi de¤il bir süreci anlatacakt›r, bu süreç elbette iç çeliflkileriyle ve statik olarak de¤il, dinamik olarak anlat›lacakt›r. Ben bir kere bunu yapmaya çal›fl›yorum, ister Kurtulufl Savafl› anlatacak olay›m, ister baflka bir fley, önce anlataca¤›m sürecin ne oldu¤unu, çeliflkilerini ve koflullar›n› bulmaya çal›fl›yorum, bu da benim için s›çramalarla, geriye dönüfllerle dolu bir roman tekni¤ini gelifltirmek oluyor. (5) 1981 y›l›nda yay›mlad›¤› “Hangi Atatürk?” kitab›nda en çok Mustafa Kemal’iin antiemperyalist yönünü vurgular. Bundan birkaç y›l önce ç›kan “Allah’›n Süngüleri, Gazi Pafla ve O Sar›fl›n Kurt” kitaplar›nda da Kurtulufl Savafl›’n› roman tekni¤ine dayand›rarak tasvirlerle ve geri-dönüflüm teknikleriyle, tarihsel süreci bozmadan verir. Yazar, fliirde diyalektik bir bileflimle ulusalc›toplumcu bir senteze gitmek isterken Mustafa Kemal’in “Sürekli Devrimcilik” ilkesinin var olan ayd›n çevrede geliflmesi için çeflitli dergilerde yaz›lar yazar ve kitaplar ç›kar. Do¤an Avc›o¤lu’nun 1965 y›l›nda yay›mlad›¤› “Yön” dergisi bunlardan biridir. Do¤an Avc›o¤lu da Attila ‹lhan gibi Mustafa Kemal’in anti-emperyalist savafl›n›n sosyalizme gidece¤ine dair ve sorunun üretim araçlar›n›n hangi s›n›fta olmas› gereklili¤ini yazm›flt›r. 12 Mart 1971 muht›ras›ndan sonra Nihat Erim’in bafl›nda oldu¤u CHP çok daha faflizan bir niteli¤e bürünerek ülkedeki hiçbir kuruma göz açt›rmam›flt›r. Attila ‹lhan 1966’dan sonraki yaz›lar›n› ise “Faflizmin Ayak Sesleri” kitab›nda toplam›fl, ayd›nlar›n
orduya dayal› bir devrim yapma fikrine baflta Do¤an Avc›o¤lu’nu iflaret ederek bafltan beri s›cak bakmad›¤›n› ve gelecek olan hareketin faflizan bir hareket oldu¤unu belirtmifltir. Ülkenin bu hale gelifl sürecini “Ayd›nlar Savafl›”nda ve baflta ayd›nlar› suçlayarak yapm›fl ve bunu iki nedene dayand›rm›flt›r. Birinci neden olarak Tanzimat’tan gelen bir “Bat›l›” ve “Bat›c›” ayd›n tipi oldu¤unu ( Bu ayd›n tipini komprador ekonomisinin yaratt›¤› bir garip yarat›k olarak görmektedir.) ve bu ayd›n tipinin emperyalizme al›flm›fl “‹lerici” de¤il bürokrasiye dayal› oldu¤u için iflbirlikçi olmas›n› belirtir. ‹kinci nedeni bu ayd›nlardaki sosyalizm anlay›fl› olarak görür. Türkiye sosyalistlerinin ve ayd›nlar›n›n körü körüne ba¤lan›p, kuram› bilemediklerini ve ulusal koflullara iyi uygulayamad›klar›n›, baflkalar›n›n yanl›fl ilericiliklerini tart›flmas›z benimsedikleri görüflüne dayan›r. Sonuç olarak, Attila ‹lhan yaflad›¤› dönem içerisinde fikirleri tart›fl›lan ve bazen sahiplenilen bazen sahiplenilmeyen ama fliirleri çok okunan, yak›n tarihimize ça¤dafllaflma, kültür, ulusall›k, s›n›fsall›k konular›na antiemperyalist temelden yola ç›karak, tarihsel süreci s›n›fsall›¤a do¤ru giden ve Kemalizmi “Marksizmin yerelleflmifl hali olarak gören” de¤erlendiren ve elefltiriler sunarak günümüz tarihine de ›fl›k tutan bir flair ve ayd›n olarak Türkiye tarihinde yerini alm›flt›r.
zenciler birbirine benzemez kurtlar sofras› aynan›n içindekiler: 1/b›ça¤›n ucu 2/s›rtlan pay› 3/yaraya tuz basmak 4/dersaadet’te sabah ezanlar› 5/o karanl›kta biz fena halde leman haco han›m vay Deneme/An›: abbas yolcu yanl›fl kad›nlar yanl›fl erkekler an›lar ve ac›lar: 1/hangi sol 2/hangi bat› 3/faflizmin ayak sesleri 4/hangi sa¤ 5/hangi Atatürk 6/hangi laiklik 7/hangi küreselleflme 8/hangi edebiyat Attila ‹lhan’›n defteri: 1/ gerçekçilik savafl› 2/ikinci yeni savafl› 3/faflizmin ayak sesleri 4/bat›’n›n deli gömle¤i 5/sa¤›m solum sobe 6/ ulusal kültür savafl› 7/sosyalizm as›l flimdi
Attila ‹lhan’›n yaz› içinde sayamad›¤›m›z kitaplar› flunlard›r: fiiir: duvar sisler bulvar› ya¤mur kaça¤› ben sana mecburum bela çiçe¤i yasak seviflmek tutuklunun günlü¤ü böyle bir sevmek elde var hüzün korkunun krall›¤› ayr›l›k da sevdaya dahil kimi sevsem sensin Roman: sokaktaki adam
KAYNAKÇA: 1-Plekhanov, Sanat ve Toplumsal Hayat, Sosyal Yay›nlar 2-Attila ‹lhan, Gerçekçilik Savafl›, BDS Yay›nlar› 3-Attila ‹lhan, ‹kinci Yeni Savafl›, Bilgi Yay›nevi 4- Attila ‹lhan, Hangi Edebiyat? Bilgi Yay›nevi 5- Attila ‹lhan, Hangi Sol? Bilgi Yay›nevi 6- Attila ‹lhan, Faflizmin Ayak Sesleri, Bilgi Yay›nevi 7- Attila ‹lhan, Ayd›nlar Savafl›, 8- Attila ‹lhan, Duvar, Kültür Yay›nlar› 9-Attila ‹lhan, Sisler Bulvar›, Kültür Yay›nlar› 10- Attila ‹lhan, Tutuklunun Günlü¤ü, Kültür Yay›nlar› 11- Attila ‹lhan, Korkunun Krall›¤›, Bilgi Yay›nevi J
fiUBAT 2007 | TAVIR | 39
40 siir
2/17/07
10:53 AM
Page 40
fliir
bu su ço¤ala ço¤ala a.kadir
Yafll›lara saks›lar dizdim, bahçeler yayd›m. Yorgunlara diri beden verdim, taze yürek. Döflekler serdim hastalara, rahat, yumuflac›k. Nerde yalan dolan gördüysem k›zard›m. Yi¤it yüreklere, dedim, can›m arma¤an. Ard›na kadar açt›m çocuklara kap›lar›. Dostluklar boy att› yeryüzünde, dostluklar orman orman. Ebemkuflaklar› gökyüzünde f›r doland›. Yürüdü da¤lardan ovalara do¤ru gümbür gümbür bir deli su, y›kt› bu su önüne geleni, bu su, ço¤ala ço¤ala. ‹nsanlar insanlar› ald› götürdü. Ne kavga kald›, ne zulüm, ne korku.
40 | TAVIR | fiUBAT 2007
röportaj
dervifl zaim’le sinema, hayat ve “cenneti beklerken” üzerine tav›r
Türk sinemas› son süreçte güçlü at›l›mlara sahne oluyor. Bu at›l›m›n öncülerini zaman zaman sayfalar›m›zda konuk ediyoruz. Geçen say›m›zda an›msayaca¤›n›z gibi Eve Dönüfl’ün yönetmeni Ömer U¤ur ile sohbet etmifltik. Bu kez, son dönem Türk Sinemas› içinde sinema diliyle ayr› bir yer edinen Dervifl Zaim’le hem son filmi Cenneti Beklerken’i, hem de sinemay›, hayat› ve politikay› konufltuk... ‹lk filminiz “Tabutta Rövaflata” en çok ödül kazanan Türk filmi oldu diye biliyoruz; sinema ve ödül iliflkisi hakk›nda ne düflünüyorsunuz, ödül almak sizin için ne ifade ediyor? ‹nsan, ilk filmini yapt›¤› s›ralarda tan›nabilmesi için, imkanlar›n›n ço¤alabilmesi için bunun yararlar›n› görüyor. Zamanla bu tip mekanizmalar›n baflka boyutlar›n› da fark ediyor insan, olumlu-olumsuz baflka türlü düflünceler de gelifltiriyor. Ama sinemada faaliyet gösteren bir insan için al›nabilecek en önemli ödülün, uzun dönemli film yapmak oldu¤unu söyleyebilirim. E¤er siz istedi¤iniz fleyi istedi¤iniz flekilde ve de uzun döneme yay›lacak flekilde, de¤iflik filmler üretebiliyorsan›z bu alabilece¤iniz en büyük ödüldür sinemada. Bazen ald›¤›n›z ödül size baflka yollar, baflka pazarlar açar; bu da bir sonraki projenizi daha kolay yapman›z› sa¤lar, yola daha kolay devam etmenizi sa¤lar. ‹steyelim ya da istemeyelim, kapitalist bir atmosfer içerisinde faaliyet gösterdi¤i için, sinemac›, en fazla h›rpalanan sanatç›lardan biri haline geliyor muhtemelen. Dolay›s›yla al›nacak ödül, bazen sizi maddi olarak daha güçlü k›labiliyor; öyle birtak›m taraflar› var ama sinemadan al›nacak ödülün “uzun dönemli yönetmen” olmak oldu¤unu
söyleyebilirim. Genel olarak sineman›n, sinemac›n›n ve tüm sektörün geliflmesine katk›s› oluyor mu bunun? fiimdi ödül paras›yla film yapan arkadafllar var. Tüm sektöre olmasa bile sektörün bir k›sm›na yard›mc› oldu¤u söylenebilir. Festivallerin zaten fonksiyonu nedir? Piyasan›n dayatmalar›ndan insanlar› bir süre olsun korumaya çal›flmak biçiminde oturtulabilir. E¤er iyi yap›l›rsa böyle bir amac› vard›r, baz› insanlar soluk alabiliyorlar, ama bu, insanlar›n bütün umutlar›n› bunun üzerine oturtmas› anlam›na gelmemeli, flahsi fikrimi sorarsan›z. Çünkü bir festivalden her zaman ödül alacaks›n›z gibi bir kural yoktur. ‹nsan›n bir aya¤›n›, önemli aya¤›n› seyirciye dayamas› gerekti¤ine inan›r›m. Bir sineman›n seyircisiyle bar›fl›k olmas› gerekir. Medyan›n, reklamlar›n sponsorlar›n etkisi oluyordur burada... Baz› filmler ötekilere nazaran daha fazla pompalan›yor olabilir. Reklam gücünüz, pazarlama gücünüz büyük oldu¤u zaman, birden bire büyük bir güçle piyasaya giriyorsunuz. Bu iflin pazarlamas›nda 20–30 sene öncesine göre çok büyük farklar var; art›k tamam›yla kapitalist mant›k bunlarda egemen. “Dervifl Zaim Sinemas›” genel olarak neler içeriyor; sinemac› olarak beklentileriniz, amac›n›z, hedefleriniz neler? Sanat› hayata yaklaflt›rmaya çal›flt›¤›m› söyleyebilirim. Hayat› da sanata yaklaflt›rmaya çal›fl›yorum karfl›l›kl› olarak. ‹yi filmler yapmaya çal›flt›¤›m› söyleyebilirim, bu topraklar›n, bu co¤rafyan›n ruhunu, meselelerini sinemayla tercüme etmeye çal›flmak biçimin-
de ifade edebilirim yapmaya çal›flt›¤›m fleyi. Bu yolda da devam etmeye gayret edece¤im. Türk sinemas› öldü, ölecek flekline ifadeler vard› özellikle 80 sonras› için ama son dönemlerde bir k›p›rdan›fl var, nitelikli filmler de yap›l›yor. Siz de nitelikli film yapan yönetmenlerden biri olarak Türk sinemas›n›n bugünkü durumu hakk›nda ne söyleyebilirsiniz? Farkl› tarzlarda üretim yapan insanlar›n ortaya ç›kmas›n›n sevindirici oldu¤unu düflünüyorum, seyircinin sinemaya ilgi göstermesinin sevindirici oldu¤unu düflünüyorum, ama seyircinin e¤itilmesi gerekti¤ini de düflünüyorum. fiundan dolay› diyorum: Kötü seyirci iyi seyirciyi kovuyor. Siz ortalama ürünler verirseniz halka, bir süre sonra ortalama ürünlerden ibaret bir estetik anlay›fl, estetik be¤eniyle geliflmifl- büyümüfl bir seyirci kitlesiyle karfl› karfl›ya b›rak›rs›n›z bütün ülkeyi. Bu da tehlikelidir. Seyircinin bir flekilde daha farkl› ürünlerin var oldu¤una dair e¤itilmesi gerekiyor. Türk sinemac›s› Amerikan sinemac›s›ndan, ‹ngiliz sinemac›s›ndan birçok yönleriyle farkl› olabilir. Farkl› oldu¤u yönlerden bir tanesi de; Türk sinemac›s› sadece iyi bir öykücü ya da iyi bir büyücü olmakla yetinmemelidir, iyi bir atmosfer yaratmakla yetinmemelidir. Türk sinemac›s› baflka ülkelerin sinemac›lar›ndan farkl› olarak, iyi bir ö¤retmen olmak da durumundad›r. ‹yi bir ö¤retmenle kast›m ne? Seyirciyi e¤itmekten bahsediyorum. Biz kendi seyircimizi yaratmak zorunday›z; flu andaki seyirciyle ne köy ne kasaba olur. Filler ve Çimen politik bir konuya de¤iniyordu, Çamur filminde K›br›s sorunu ifllenmifl.
fiUBAT 2007 | TAVIR | 41
röportaj
Politika ve sinema iliflkisinin bir s›n›r› var m›d›r, öyle bir s›n›r belirlediniz mi? Beni rahats›z eden, yüzleflmenin iyi olaca¤›n› düflündü¤üm konular› sinemada ele almak gerekti¤ini düflünüyorum; zaten biz yüzleflmezsek böyle fleylerle kim yüzleflecek, bunun bir ahlaki sorumluluk oldu¤unu düflünüyorum. Ama bunlar› da, dedi¤im gibi belirli ahlaki çerçevelerden ele alarak yapmak gerekti¤ini düflünüyorum. Ben Susurluk filmi yapt›m ama, Susurluk’un aktörlerini ve atmosferlerini mitlefltirmeden, fliddeti kutsamadan, oradaki karakterleri fetifllefltirmeden bunu yapmaya çal›flt›m. Böyle yapmaya çal›flanlar var; bu tip bir k›r›lma da seyirci nezdinde gifle baflar›s› olarak size dönebilir, ama bu ahlaki bir yara olarak, baki kal›r. Bundan kaç›nmaya çal›flt›m, Filler ve Çimen’in bu taraf›n›n afl›ld›¤›n› düflünmüyorum. Vizontele Tuuba, Babam ve O¤lum, Eve Dönüfl gibi filmlerde 12 Eylül vurgusu yap›ld›. Bu olay›n üzerinden 25 sene geçtikten sonra bu filmler yap›ld›. Ancak bugünkü mesele yap›lm›yor, üzerinden y›llar geçmesi gerekiyormufl gibi tabular var. Yani bugün yaflanan bir meseleyi, mesela F tipleri, ölüm oruçlar›, Irak direnifli gibi… Yani biz bu olaylar›n filmlerini 25 sene sonra m› izleyece¤iz? Onu bilemem. Türk sinemas› ’80 sonras›nda Ses, Karartma Geceleri gibi filmler yaparak 12 Eylül ile bir flekilde hesaplaflmaya çal›flt›. Bunlar ne kertede iyi oldu, ne kertede kötü oldu,
42 | TAVIR | fiUBAT 2007
ayr› bir tart›flma. Ama “Aradan 25 sene geçti, flimdi yapt›” demek çok do¤ru olmayabilir. Bu yap›lan ifllerin ne kertede derinleflti¤ine iliflkin soru sorabiliriz ancak... Türk sinemas›n›n kendi tarihiyle hesaplaflma konusunda tembel oldu¤u genel olarak do¤rudur. Latin Amerikal›lar kendi tarihlerinde yaflanan travmalarla ilgili çok farkl› ifller yapmay› baflard›lar, estetik olarak da belki daha da derinlefltirdiler, bizde bu derinlik ve bu estetik fazla olmad›. Ben özgün koflullardan kaynakland›¤›n› düflünüyorum. Buraya özgü toplumsal, siyasal, ekonomik koflullarla birlikte bizim sinema sektörünün durumunun da bunda etkili oldu¤unu düflünüyorum. ‹kincisi daha da k›flk›rt›c› bir sorun: Türk halk› kendisini ilgilendiren problemlerin sert bir biçimde ekrana getirilmesinden hofllanm›yor. ‹zlenmek isteniyorsa, çok izlenmek isteniyorsa bunun bir flerbet gibi suyla kar›flt›r›larak yumuflat›lmas› gibi oldu¤unu düflünüyorum. Ölüm oruçlar›n›n ele al›nd›¤›, göbe¤inde yavafl yavafl ölen bir adam›n söz konusu edildi¤i bir filmin sinemada çok muhtemelen 20 bin seyirciyi geçmeyece¤ini düflünüyorum, 30 bin olursa büyük bir sürpriz olur benim için; durum bu kadar vahim. Cenneti Beklerken 17. yüzy›la ait bir dönem filmi, dönem filmi çekmenin zor bir ifl oldu¤unu biliyoruz, filminiz büyük oranda dönemini yans›tm›fl. Dönem filmin çekmenin zor-
luklar› neler, ne tür zorluklarla karfl›laflt›n›z? Bir kere tasar›mla ilgili zorluklar var, flunu kastediyorum, o dönemin havas› nas›ld›r, o dönemi yans›tabilmek için gereken bak›fl aç›s› nas›l olmal›d›r gibi. Filmi yazarken karfl›n›za ç›kan zorluklar var. Zihni zorluklardan bahsediyorum. Çok fazla tarihsel film yap›lm›yor, böyle bir birikim hem sektörde, hem yazarlarda ve yönetmenlerde yok. Özellikle tarihi film söz konusu oldu¤unda ya Osmanl›’n›n kuruluflu, ya Tanzimat, ya ‹stanbul’un fethi, ya da belki Ortaça¤ ele al›nm›fl Türk sinemas›nda. 17. yüzy›l söz konusu oldu¤unda yap›lm›fl bir ifl yok; bakir bir alana girdi¤imizin fark›nday›m. Ve bu bakir alan› oluflturmak için, ince eleyip s›k dokumak gerekti¤ini düflünüyorum. Dan›flmanlar›m›z›n nezdinde o dönemi dökmeye çal›flt›k, o dönemin kaynaklar›na gittik, o dönemin kaynaklar›n› temel alarak o dönemin havas›n› oluflturmaya çal›flt›k. Dekor, kostüm, aksesuar, bu bak›fl aç›s›yla oluflturuldu; atmosfer bu bak›fl aç›s›yla oluflturuldu. Bunun yan› s›ra bunlar› uygulayabilmek için gerekli kaynaklar›n da sa¤lanmas› gerekiyordu. Bu kaynaklar›n sa¤lanmas› için de iki y›ll›k, üç y›ll›k bir süre harcand›. Ba¤›ms›z ve yar›-ba¤›ms›z biçimde yap›lmas›n›n iyi olaca¤›n› düflünmüfltüm böyle bir fleyin. ‹stedi¤imizi istedi¤imiz biçimde, daha az sansürlere tak›larak ifade edebilmemiz için bunun gerekli oldu¤unu düflünmüfltüm. Dolay›s›yla bu süreler yap›m için gerekti, filmi istedi¤im koflullarda yapabilmek için uzun süre çaba harcad›ktan sonra gene asgari düzeyde belli standartlar› koruyarak bunu gerçeklefltirmeye çal›flt›k. Yap›mc› olarak da benim bu iflin içinde oldu¤umu söylemem gerekli bu noktada. Sonuç olarak ortaya ç›kan filmden ben memnun oldu¤umu söyleyebilirim. Kolay olmad›, çok fazla desteklenmedik. Konu itibariyle de tabulardan biri oldu¤u içindir san›r›m, flehzadelerin kan›n›n dökülmesi pek dokunulmak istenmeyen konular aras›nda çünkü... Bizim tarihimizle ilgili konular›n, daha çok belli sloganlar nezdinde ele al›nd›¤› filmlerin daha fazla kabul görece¤ini söyleyebiliriz. Ben mümkün oldu¤u kadar slogan atmama taraftar›y›m; bunun da fark›nda oldu¤um için, gayet bafl›ndan itibaren düzgün bir biçimde ifle sar›lmak gerekti¤ini düflünerek ele ald›m, sonuçta da böyle oldu.
röportaj
Her filminizde bir sanat dal› öne ç›k›yor, Cenneti Beklerken’de de minyatür sanat› öne ç›kt›. Minyatür neden ilginizi çekti? Minyatür sanat› sadece flu motivasyonla gelmedi: Ya, minyatür sanat› var, bununla hareket ederek, sinemaya yeni bir soluk getirme ihtimalimiz var, dolay›s›yla böylesi biçimsel bir tav›rdan kalkal›m ve bir film yapmaya çal›flal›m. Bunun gibi bir düflünce içerisinde oluflmad›. Belli ahlaki problemlerle paralel geliflti bu motivasyon. Benim yapmaya çal›flt›¤›m ifllerde her zaman dünyay› ve insan›, bu co¤rafyan›n insan›n› daha zengin hale nas›l getiririz sorusu vard›r. Bunun bir içerikteki tezahürleri olufltu, içerikte tart›flt›¤›m birtak›m fleyler oldu bunu gerçeklefltirmek için. Ayn› zamanda bunlar› nas›l anlat›rken, bu anlat›m› nas›l daha fazla zenginlefltirebilirim gibi bir soruyla da yaklaflt›m. ‹flte minyatürün, 17. YY’ da bir nakkafl›n ele al›nmas›n›n nedenleri, motivasyonlar› aras›nda bu ikisini sayabilirim. Sonuçta hem ortaya yeni bir dil ç›kt›, hem de bizim için önemli say›labilecek bir tak›m konular› tart›flt›k. Nedir bunlar? Bir kere önemli bir isyan söz konusu, örne¤in isyanla ilgili bir tak›m fleyler söyledik, bizim kültür tarihimizle ilgili bir tak›m fleylerin tart›fl›lmas›n› sa¤lad›k. Bir aflk söz konusu oldu, biçim ve içerik olarak memnun oldu¤um bir film olmufltur Cenneti Beklerken. Türk sinema tarihinde de gittikçe anlafl›lan, daha iyi anlafl›lan, de¤erinin ve neye tekabül etti¤inin daha iyi anlafl›ld›¤› bir yeri olaca¤›n› düflünüyorum. fiimdiden bunun iflaretleri gelmeye bafllad›. Çok özgün bir yan› vard› kurgular›n film boyunca... Mesela minyatür sanat›n›n özünde neyin oldu¤unu kendimize sorarak, bu soruyu yan›tlad›ktan sonra minyatür sanat›n›n sinemaya tercümesini yeniden ele almaya çal›flt›k. Minyatür sanat›n›n plastik örnekleri üzerine Surname’ye yönelik, Surname’deki oynak zaman ve oynak mekan kavramlar›n› yorum olarak ç›kard›m. Çünkü oradaki ‹brahim Pafla Saray›’n›n ve yine elçilerin oturdu¤u tribünün temsil edilme biçimlerine bakt›¤›m›z zaman, sürekli olarak sayfadan sayfaya de¤ifltiklerini görebiliyorsunuz. Bu da mekandaki ve zamandaki oynakl›¤a tekabül ediyordu. Zaman ve mekan›n her defas›nda de¤iflen biçimde ele al›nmas›, minyatürün bu özelli¤i sinemada kullan›ld›¤› zaman “enteresan”›
elde etmeye beni sevk edebilirdi diye düflündüm. O yüzden bu kavramlar›n üzerine zaman-sinema dilini oturtmaya çal›flt›m. Bizim sinemam›z için önemli bir deneyim oldu¤unu düflünüyorum. Daha baflka bahsedilecek çok fley var ama flimdilik bunlar yeterlidir san›r›m. Filmde baflrol oyuncusu çok fazla öne ç›kmam›fl, daha do¤rusu karakter oyuncular çok fazla öne ç›kmam›fl olaylar ve olgular öne ç›km›fl, bu özel bir tercih olarak m› düflünüldü? Senaryonun hem olaylar örgüsünü gelifltirmesi, hem de karakterleri gelifltirmesi gerekir. Bunu birbirine paralel bir biçimde, birbirine yedirerek yapmas› gerekir. Olaylar›n karakterleri, karakterlerin olaylar› gelifltirmesi, birbirlerine yard›m etmesi gerekmektedir. Cenneti Beklerken için de böyle oldu. Daha genifl bir panorama verebilmek için, karakterlerin dramatik a¤›rl›klar›n› çok ön plana almamaya çal›flt›k. Eflatun’un perspektifinden filme giriyoruz ve Eflatun’un perspektifinden hikayeyi ö¤reniyoruz ama özellikle Eflatun krizlere kap›ld›¤› anda bir baflka karakter yard›mc› oluyor; Leyla karakteri al›p anlat›y› baflka tarafa götürebiliyor. Motivasyonlar›n› böyle oluflturmaya çal›flt›k karakterlerin; bu da karakter anlam›nda daha genifl bir yelpaze sa¤lad›. Bu karakter anlam›ndaki genifl yelpazenin olaylar örgüsü için de söylenebilece¤ini düflünüyorum. Asl›nda böyle bir yorum beni fazla da üzmez çünkü film benden ç›kt›. Bu sizin yorumunuz ama filmin böyle alg›lan›yor olmas› beni üzmez. Az önce neyi gerçeklefltirmeye çal›flt›¤›m› söyledim. Çok ön plana al›nmam›fl bir karakter olabilir filmin içerisinde, olaylar örgüsünün daha fazla bask›n oldu¤u ya da hemen hemen birbirine eflit oldu¤u yorumu söz konusu olabilir ama bununla ilgili birçok yorumdan bir tanesi olmas›yla birlikte pek bir fley söylemek istemem. Ben ne yapmaya çal›flt›¤›m› az önce belirttim. Eflatun karakteri bir yandan cenneti bekliyor, Mehdi’yi bekliyor, eflini çocu¤unu kaybetmifl. Bir yandan da vezirin, isyanc› Danyal’›n bask›s›yla dinen yasak oldu¤unu düflündü¤ü bir resmi yapmas› isteniyor ve bunu ölümden korkarak yap›yor. Burada bir çeliflki var asl›nda. Bugün din meselesi bu kadar kul-
lan›l›yorken, bu konu çok fazla irdelenmemifl gibi geldi bize. Bugün dinin kullan›lma biçimi filmin içinde yok. Bu baflka bir okuma olur, e¤er film böyle bir okumaya yer veriyorsa böyle bir yoruma yer veriyorsa. Filmin meseleleri aras›nda bunlar› tart›flmak yok. E¤er bunlar› da tart›flmaya kalkarsan da¤›n›k bir hale gelebilir film. Bunlar› yapmamaya gayret ettim. Çünkü her ne kadar film bugünün meselelerini ele almaya çal›flan bir yap›ya sahipse de, gene de filmin bir ya da birkaç mesele üzerine yo¤unlaflmas›, kendini çok fazla da¤›tmamas› istenen bir fleydir. Ben de bunu yapmaya çal›flt›m. Açl›k meselesini sadece söylemlerde görüyoruz. Yani halk olarak gördü¤ümüz bir çoban var; onun d›fl›nda günlük yaflama yer verilmemifl. ‹stanbul için de geçerli, Anadolu için de geçerli bu. Yani konuyu çok da¤›tmamak meselesinden dolay› m› yer verilmedi, yoksa özel bir tercih mi? Kervansaraydaki yaflamdan birtak›m insanlar var, ‹stanbul’daki genel planlardan birtak›m insanlar var. Onun d›fl›nda halk›n yoksul yaflad›¤›na dair fleyleri çoban›n konuflmas›nda görüyoruz. Her filmin kendi seçti¤i önceliklere sonuna kadar sad›k kalmas›, savrulmamas› gerekir. Bu anlamda sokaktaki insanlar› belgeci bir tav›rla ele al›p o dönemdeki hayatlar›n›n nas›l oldu¤uyla ilgili bir fley gelifltirmek sapmalara yol açaca¤› için onlara yer vermek istemedim. O dönemin havas›n›n eksik biçimde verildi¤i anlam›na gelmesin. Biz o dönemin Anadolu’sunda açl›¤›n, yoksullu¤un, borcun, tarlalar›n ekilemiyor olmas›n›n bir flekilde alt›n› çizmifl olduk. Sanat›n bir toplumsal ifllevi, bir görevi olmal› m›d›r sizce? Ben kendi yapt›¤›m ifllerin ad›na konuflabilirim. Ahlaki öncellere basarak, estetik ö¤elerle birlikte el ele kurmaya çal›flt›¤›m› söyleyebilirim. Ahlaki öncellerin çok önemli oldu¤unu söylemek isterim. Bunu söyledikten sonra da bunlarla birlikte en az onlar kadar önemli olan estetik ilkeler oldu¤unu da belirtmem gerekiyor. ‹kisinin el ele gitti¤i bir çerçeve içerisinde filmlerimi yapmaya çal›fl›yorum. Bu güzel sohbet için teflekkür ediyoruz ‹lginiz için ben teflekkür ederim.J
fiUBAT 2007 | TAVIR | 43
44-45 cenneti beklerken
2/17/07
10:55 AM
Page 44
sinema
minyatürün beyazperdedeki yolculu¤u:
cenneti beklerken samet cebeci
n›n› hayalindeki kar›s› ve çocu¤uyla yaflamak istedi¤i için bu görevi kabul etmek istemiyor; bu dünyadan öte çocu¤u ve eflinin hayaliyle yaflamak istiyor, onlar› özlüyor. Dinen haram olan ve bundan dolay› y›llarca yasaklanan resim, bu sefer bizzat dinin ve iktidar›n temsilcileri taraf›ndan kullan›lmak isteniyor. Bu resmi devletin memuru olmas› dolay›s›yla yapmak zorundad›r bir yandan da... Bu çeliflki Eflatun Efendi’nin hayat› pahas›na çözmek zorunda oldu¤u bir çeliflkidir.
Herhangi bir nesnenin küçük boyutlardaki örne¤ini belirtirken kulland›¤›m›z, minyatür sözcü¤ü, Osmanl›’da kitap vb. için ifllenen resim terimi olarak kullan›lm›fl. Nak›fllar› ve tasvirleri zaman›n nakkafllar› k⤛da dökmüfller. Bugün al›fl›k oldu¤umuz üç boyutlu resimden farkl› olarak, Osmanl›’da iki boyutlu çizim mecburi idi. Nakkafllar insan yüzü tasvir edemezlerdi, bir resmi canl›ym›fl gibi gösteremezlerdi; bu yasaklanm›flt›. Resimde yak›n olan nesne sayfan›n alt taraf›na, uzak olan ise en üstüne yerlefltirilir, önemli olan figür ya da tasvir, di¤erlerine göre daha büyük ve sayfan›n en üstünde çizilerek gösterilir. Resimde bir hiyerarfli vard›r: Padiflah en üstte ve büyük, halk en altta ve küçük çizilir. 17. yüzy›lda geçen hikayede, minyatür sanatç›s› Eflatun Efendi, eflini kaybedince bu yasa¤a ra¤men eflinin ve çocu¤unun resmini çizerek onlar› ölümsüzlefltirmek istiyor. Büyük ac›lar çekerek ölen o¤lunun yüzünü çizerken görüyoruz onu. Bu y›llarda Osmanl› ‹mparatorlu¤u ise eski ihtiflam›n›
44 | TAVIR | fiUBAT 2007
kaybetmifl, savafllardan yenilgiyle ç›k›lm›fl, halk›n s›rt›na bindirilen vergiler artm›fl... Öldürülmekten kurtulan bir flehzade ise bu durumdan faydalanarak padiflahl›k koltu¤una göz dikiyor. Anadolu’da isyan bayra¤›n› açan fiehzade Danyal, adalete özlem duyan, açl›k çeken halk› etraf›nda topluyor. Bu s›rada Eflatun, askerler taraf›ndan ç›ra¤›yla birlikte zorla Osmanl› vezirinin karfl›s›na ç›kar›l›yor. Ondan, do¤uda isyan eden ve esir al›nan fiehzade Danyal’›n yüzünü resmetmesi isteniyor. Bir isyan›n bast›r›lmas›nda askeri güç ne kadar önemliyse, isyanc›n›n yüzünün ilelebet yaflamas› da o kadar önemliymifl, öldürülen kiflinin gerçekten isyanc› olan kifli mi oldu¤u da muamma olarak kalabilirmifl, beden çürüdükten sonra bunu teyit edecek bir fley yokmufl... Vesselam, devletin bekas› için, yasak olan resim sanat›n› icra etmesi isteniyor ondan… K›l›çlar›n oynaflt›¤›, kellelerin uçufltu¤u, güvenli olmayan topraklara yollanmak istenen Eflatun Efendi ise, hayat›n›n geri kala-
Minyatür sanat› kameran›n gerçek görüntüleriyle harmanlanarak kurgulanm›fl; hareketli sahnelerle çizimlerin iç içe geçti¤i uzun yolculu¤a kat›lmamak mümkün de¤il. Eflatun, yolculu¤una izleyiciyi de kat›yor, müzi¤in ve minyatürün etkisiyle. Yolculuk s›ras›nda gruba Leyla da kat›l›yor. Leyla, köle olarak pazarlanmak için ‹stanbul’a götürülürken kervan› sald›r›ya u¤ram›fl, sadece kendisi sa¤ kurtulmufl. Zorlu yolculuk s›ras›nda birçok defa ölümle burun buruna gelen Eflatun Efendi sonunda Danyal’›n esir tutuldu¤u söylenen kona¤a ulafl›yor ancak ‹stanbul’da bilinenin aksine esir edilen kiflinin isyanc› fiehzade Danyal olmad›¤›n› görüyor. ‹stanbul’a dönerken Danyal’›n adamlar› taraf›ndan yakalan›yor. Eflatun’un nakkafl oldu¤unu ö¤renince onu öldürmüyorlar. Resim sanat› sayesinde öldürülmekten kurtulan Eflatun, bu sefer de kendini mehdi olarak ilan eden isyanc› fiehzade Danyal taraf›ndan al›konuyor. Eflatun’dan kendisini mehdi gibi çizmesini isteyen Danyal’›n hayali, padiflah olmakt›r.
44-45 cenneti beklerken
2/17/07
10:56 AM
Page 45
sinema
Cenneti Beklerken, Eflatun’un cenneti beklerkenki hayalleri, siyasi ç›karlar için kullan›lan sanat›, Osmanl›’daki iktidar kavgas› ve dönen dolaplar ya da mistik Osmanl› hayranl›¤› aç›s›ndan, de¤iflik bak›fl aç›lar›yla izlenebilir; farkl› sonuçlar ç›kar›labilir film hakk›nda. Cennete inanan Eflatun, o¤lunun ve eflinin hayalini film boyunca görüyor, cennete ve dolay›s›yla onlara kavuflaca¤› hayalini kuruyor. Bu ona inan›lmaz derecede ac› veriyor. Buna karfl›n, inançl› olan Eflatun iktidar›n bask›s›yla dinen “yasak” olan resmi nakflediyor, bu bir çeliflkidir kendisi için. Kendisi için daha korkunç olan›, bir idama tan›kl›k etmesi ve bunu resmetmesi oluyor. Di¤er taraftan Danyal taraf›ndan yakaland›¤›nda ise kendisinden bambaflka bir resim isteniyor. Bat›l› birine yapt›rd›¤› resmi rötufllayarak kendisini mehdi olarak çizmesini istiyor. Bu durum onu, içinden ç›k›lmaz bir s›k›nt›ya, iç çeliflkilere yöneltiyor. Danyal bu resmi kullanarak kendisini mehdi olarak ilan ederken, halk›n yoksullu¤una, açl›¤›na çare bulaca¤›n› vaat ederek destekçiler toplamaya çal›fl›yor. Karakter olarak korkak olan Eflatun, ölümün cennete bir yolculuk oldu¤una inan›yor. Di¤er taraftan da ölüm tehditlerinden korkarak dinin yasaklad›¤› fleyleri yap›yor. Bu çeliflkiyi çok fazla öne ç›karmam›fl yönetmen. Belki de sadece bir kiflinin korkusu ve korku sonucu sanat›n› icra etmesini ifllemek istemifl, bilemeyiz. Dinin alabildi¤ine sömürüldü¤ü günümüzde bu konuyu çok fazla kurcalamam›fl. ‹ktidar›n ve güç sahibinin sanat› yönlendirmesi, siyasi ç›karlar› için kullanmas› ve bask› alt›na almas› yönünden baflka bir bak›fl aç›s›yla da izlenebilir. Osmanl› tarihi de bask› ve yasaklar aç›s›ndan oldukça zengindir! Merkezi devlet otoritesini sarsaca¤› düflünülen her fley yasaklanm›flt›r. Bir “yasaklar tarihi araflt›rmas›” yap›lsa, ciltler dolusu örnek ç›kacakt›r. Cenneti Beklerken, bunu bir kez daha hat›rlatm›fl oldu bizlere. Sanat›n gücü, kitlelere ulaflmas› ve onlar› sarsmas› aç›s›ndan küçümsenemez. Korkak bir nakkafla çizdirilecek olan isyanc›n›n resmi, devletin ayakta kalmas›na yol açacak önemli bir fleydir.
Sarayda oturan padiflah›n isyanc›yla yüz yüze gelme olas›l›¤› olmad›¤›, ya da cesareti olmad›¤› düflünülürse, ihanetçilerin ve dalkavuklar›n çemberi içerisinde olan padiflah›n isyanc›n›n yüzünü farkl› kiflilere teyit ettirmek istemesi anlafl›l›r bir durumdur. Nakkafl›n kalemi iktidar›n devam› için kullan›l›yor. Ayn› nakkafl karfl› taraf›n eline geçti¤inde, öncekinin tam tersi olarak yapt›r›lan resimle iktidar› y›kmak için yola ç›kanlar taraf›ndan, yandafl toplamak için kullan›lan güçlü bir propaganda arac› oluyor. Bugünden bak›ld›¤›nda sanatç›n›n boynuna k›l›c› koyarak bir eserin yapt›r›lmas› çok ba¤naz, ça¤d›fl› olarak görülebilir. Ancak ça¤›m›zda da ayn› olmasa bile benzer bir durum var ve bu aç›dan de¤iflen bir fley yok. Açl›k, yoksulluk ve adaletsizli¤in dayan›lmaz boyutlara ç›kt›¤› günümüzde, halk›n memnuniyetsizli¤i ve biriken öfkesi iktidarlar› korkutuyor. ‹ktidarlar ayakta kalabilmek için halklar›n kültürel geliflimini yönlendiriyorlar. Halklar›n duygular› kontrol edilemez ise, iktidarlar bu duygu selinde bo¤ulabilir, bunun fark›ndalar. Bundan dolay› öfke kardefle yönlendiriliyor, kutsal olan sevgi çamura bulan›yor. Bu duygu kontrolünde esas rolü sanatç›lar oynuyor. Ancak 17. yüzy›ldaki gibi sanatç›lar›n boynuna k›l›ç dayay›p eser istenmiyor, çok daha incelikli, sanatç›y› k›rmayan ve incitmeyen, “yeflil dolar” yöntemi kullan›l›yor. Teflvik, prim, sponsor vs… Buna ra¤men ikna olmayan sanatç› varsa, o da kaderine boyun e¤mek zorunda kal›yor; medyada yer alm›yor, eserleri sansürleniyor ve daha ileri giderse hapishaneye at›l›yor ya da katlediliyor. Yüzlerce y›l önce çok aç›ktan yap›lan bask›lar›n flekli de¤ifltirilerek, bu bask›lar sistemli bir flekilde uygulanmaya devam ediyor. Osmanl›’daki flehzade savafllar› belki de baflka bir filmde tek bafl›na ele al›nmas› gereken bir konu asl›nda. Bir kiflinin kardefllerini öldürmesi ne kadar anlafl›l›r olabilir? ‹ktidar h›rs› için bir insan kendi ailesinin kan›n›n dökülmesini nas›l isteyebilir? Bu konu ayr› olarak incelenebilir belki, ama bu konudan yola ç›k›larak yap›lan bir filmde esas konunun te¤et geçilmesi pek tatmin edici de¤il; bir fleyler söylenmesi gerekirdi diye düflünüyor insan.
‹stanbul’da ya da Anadolu’daki halk›n nas›l yaflad›¤›na dair en küçük bir görüntü bile yok filmde. Bundan dolay› fiehzade Danyal’›n halk› nas›l çevresinde toplad›¤› yeterince anlafl›lm›yor. Yönetmenin oyuncu seçimi genel olarak iyi; yani karakter oyuncular›n› öne ç›karak filmin konusunu ikinci plana itmesi çok iyi olmazd›. 17. yüzy›ldaki bir hikayede “basit halk”, “basit asker” kahramanlaflt›r›lmadan, ya da yerden yere vurulmadan ifllenmifl. Her yerde egemen olan›n a¤z›na bakan bir kitle var. fiehzade Danyal’› canland›ran Nihat ‹leri, oyunculu¤uyla filmde di¤er oyuncular›n aras›ndan s›yr›l›yor. Bunun tam tersine nakkafl›n ç›ra¤› Gazal’› canland›ran Bülent ‹nal ise kötü oynam›fl. Birçok filmde ve dizide gördü¤ümüz Bülent ‹nal bütün filmlerde ayn› bak›yor; k›zd›¤›nda da, sevindi¤inde de, öfkelendi¤inde de, ac› çekti¤inde de sadece kafl›n› oynat›yor. Belki de filmin en etkili sahnelerinden biri olabilecek iken, “Beni iyilefltir Eflatun Efendi” dedi¤indeki anlams›z yüz ve beden ifadesi, senaryodaki güçlü anlat›m› söndürüyor. Her filminde farkl› bir sanat dal›n› iflleyerek hikayesini anlatan Dervifl Zaim, bu filminde de minyatür sanat›n› sinema sanat›yla mükemmel bir flekilde kurgulayarak görsel sanatta ç›tay› yükseltmifl. Zevkle izlenecek bir film...J
fiUBAT 2007 | TAVIR | 45
haberler
Grup Yorum eleman› ‹brahim Gökçek’in polis sald›r›s› sonucu aya¤› k›r›ld›! dinleyicileriyle buluflamayacak” diyen Grup Yorum yapt›¤› yaz›l› aç›klamada; “Grubumuz elemanlar›n›n da destek verdi¤i Taksim tramvay dura¤›ndaki eylemde, tecride karfl› F tiplerinde ve d›flar›da süren ölüm oruçlar› dile getirilmek istendi. Bugün art›k birçok kifli biliyor ki, F tipi hapishanelerdeki tecrit iflkencesine karfl› bafllat›lan ve 7 y›ld›r sürdürülen ölüm orucu eyleminde flu ana kadar 122 insan yaflam›n› yitirdi, 600’den fazla insan da sakat kald›. Bu insanlar›n ölmesini daha kaç y›l, kaç ay, kaç gün, kaç saat, kaç saniye seyredece¤iz? Dünyan›n neresinde bunca y›ld›r insanlar›n, herkesin gözü önünde böyle bir iflkence yaflan›yor?
10 Ocak Çarflamba günü saat: 20.00’de, Haklar ve Özgürlükler Cephesi’nin Taksim Tramvay dura¤›nda, tecride karfl› yapmak istedi¤i yürüyüfle, polis müdahale ederek, alt› kifliyi gözalt›na ald›. Müdahale sonucu birçok kifli yaralan›rken, Grup Yorum eleman› ‹brahim Gökçek’in de baca¤› k›r›ld›. Ayn› gün ameliyata al›nan ve 5 k›r›k oldu¤u belirtilen Gökçek’in baca¤›na platin tak›ld›. “Eylemde polisin sert tavr› sonucu baca¤› k›r›lan ‹brahim, bir süre
Biz Grup Yorum olarak bugüne kadar hep hakl›n›n, do¤runun ve mazlumun yan›nda yer ald›k. 22 y›l› geride b›rakt›k. Tarihimizde hiçbir bedelden çekinmeden demokrasi mücadelesinde üzerimize düfleni yapmaya çal›flt›k. Bundan sonra da bu duruflumuz devam edecek. Av. Behiç Aflc›’n›n ve di¤er ölüm orucu direniflçilerinin talepleri bizim de taleplerimizdir. Bunlar hakl› ve meflru taleplerdir. ‹nsan olman›n gere¤idir. Bu taleplerin bir an önce yerine getirilmesini istiyor, grubumuz üyesi ‹brahim Gökçek’in baca¤›n›n k›r›lmas›na ve birçok kiflinin çeflitli yerlerinden yaralanmas›na sebep olan polisin bu antidemokratik tutumunu protesto ediyoruz. “ dedi.J
5. ‹stanbul Çevre K›sa Film “Historia Thematique” dergisi M›s›r, Türkiye ve Festivali 05-10 Haziran 2007 tarihleri aras›nda yap›l›yor Tunus’ ta yasakland›! s›na son kat›l›m tarihi ise 1 MaFransa’da iki ayda bir yay›mla-
¤i gerekçesiyle yasaklanmas›
nan "Historia Thématique" der-
eskil ve bizim a¤›r flekilde k›na-
gisinin, konusu afl›r› ak›mlara
d›¤›m›z bir uygulamad›r." dedi.
y›s 2007 olarak belirlendi. Kurulda: Altay Öktem (Yazar),
ayr›ld›¤› iddia edilen Ocak say›s›, M›s›r, Türkiye ve Tunus’ta yasakland›. Yasaklamay› k›nayan bir aç›klama yapan uluslararas› S›n›r Tan›mayan Gazeteciler (RSF) ör-
Ediz Hun (Sinema Sanatç›s›), 10 Ocak’ta aç›klama yapan Tu-
Haluk Ayvazo¤lu (Oyuncu), Bin-
nuslu yetkililer, derginin Haz-
nur K›l›nçkaya (Yönetmen - TV
ret-i Muhammed’in bir foto¤raf›na yer verdi¤i için yasakland›¤›n› bildirdiler.
5. ‹stanbul Çevre K›sa Film Festivali, 05 – 10 Haziran 2007 tarihleri aras›nda yap›l›yor.
han Kandemir (‹stanbul Üniversitesi Sinema TV Bölümü ö¤retim üyesi) ve Vural Çavuflo¤lu
gütü, M›s›r ve Tunus’un bu yöndeki yasaklamalara ilk kez bafl-
Yetkililer, "Hz Muhammed fo-
vurmad›¤›n› duyurdu¤u aç›kla-
to¤raf›na yer vermek ‹slam di-
mas›nda, "Bir medyan›n, toplu-
ninde kesinlikle yasakt›r ve Tu-
mun ço¤unu ilgilendirse dahi,
nuslular›n dini duygular›n› da
dini duyarl›l›klar› flok edebilece-
rencide edebilir" dediler. J
Çevre temas›n› iflleyen yap›tlar›n kat›labilece¤i festivalde Uygulamal› Film Yap›m Atölyesi için ön kay›tlar 1 Mart 2007 tarihine kadar yap›lacak.
(Yönetmen) bulunuyor. Ayr›nt›l› bilgi, Etkin Prodüksiyon’dan (Osmaniye Mah, Cemiyet Sok, No: 49, Bak›rköy / ‹stanbul. Tel: 0212 6608124. e-posta: in-
Ulusal Çevre K›sa Film Yar›flma-
46 | TAVIR |fiUBAT 2007
yap›mc›s›), Yard. Doç. Dr. Cey-
fo@cevrefilm.org) al›nabilir.J
haberler
Gazeteci-yazar Hrant Dink katledildi!
GRUP YORUM g ü n c e 331 Aral›k: Önce Behiç Aflc›’n›n
evinde flark›lar›n› Aflc› ile birlikte seslendirdi, ard›ndan Temel Haklar Federasyonu’nun Okmeydan›’nda düzenledi¤i yeni y›l kutlamas›na kat›larak yaklafl›k 1000 kifliye seslendi. 3 7 Ocak: Köln Anadolu Federasyonu’nun düzenledi¤i “3. Geleneksel Halk fienli¤i”ne kat›larak 1200 kifliye seslendi. fienli¤e Grup Yorum’un yan› s›ra Suavi, Erdal Bayrako¤lu, Küba’dan bir müzik grubu, Duisburg Anadolu Kültür ve
19 Ocak günü çal›flt›¤›, fiiflli’de bulunan Agos Gazetesi’nden ç›karken gazete önünde silahl› sald›r›ya u¤rayan gazeteci-yazar Hrant Dink, bafl›na ald›¤› üç kurflun yaras›yla hayat›n› kaybetti. Hrant Dink 15 Eylül 1954’te Malatya’da do¤du. Ermeni as›ll› bir gazeteci olan Dink’in anne ile babas›n›n ‹stanbul’a tafl›nmas› ve ayr›lmas›n›n ard›ndan Hrant ve iki kardefli Ermeni Yetimhanesi’ne yerlefltirildi. Liseyi bitirdikten sonra ‹stanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Zooloji Bölümü’nde okuyan Dink, yetimhanede birlikte büyüdükleri Rakel ile evlendi. Kardeflleriyle birlikte açt›klar› yay›nevi, k›rtasiye iflini sürdürürken, efli Rakel’le birlikte, kendileri gibi Anadolu’dan gelen kimsesiz ve yoksul çocuklar›n yetiflti¤i Tuzla Ermeni Çocuk Kamp›’n› yönetmeye bafllad›. Aç›l›fl›ndan 21 y›l sonra kampa
devlet el koydu. Denizli Piyade Alay›’nda sekiz ay askerlik yapt›. Baz› cemaat gazetelerinde kitap elefltirileri ile bafllayan yaz› hayat›, bas›nda ç›kan yalan haberlere gönderdi¤i düzeltmeler ile duyulmaya bafllad›. Patrikhane’ye, “Ermeni toplumu çok kapal› yafl›yor, kendimizi iyi anlat›rsak önyarg›lar k›r›l›r” diyerek bu amaçla Türkçe bir gazete ç›karmay› önerdi. 5 Nisan 1996 tarihinde ilk say›s› yay›nlanan Agos gazetesinin kuruculu¤unu, yay›n yönetmenli¤ini ve baflyazarl›¤›n› üstlendi. Dink, Agos d›fl›nda Zaman gazetesinde de yaz›yordu.
E¤itim Merkezi Saz Ekibi, Köln Anadolu Halk Kültür Evi Müzik Grubu ve Hamburg AnadoluDer Müzik Grubu da kat›larak konserler verdi. 3 28 Ocak: Uzun bir aradan sonra Avrupa’da ilk kez bir konser yapan Yorum, Frankfurt’ta yaklafl›k 800 kifliye seslendi.Yorum klasiklerinin yan›s›ra, Anadolu’nun de¤iflik yörelerinden derlenen bir potbori ile Kürtçe bir potburinin seslendirildi¤i konserde, Yorum’a Ermenistan’l› Kürt bir müzisyen keman›yla efllik etti.J
Petrol-‹fl Kad›n Dergisi, kad›n öyküleri yar›flmas› düzenliyor Petrol- ‹fl Sendikas› kad›n üyelere ve üye efllerine yönelik olarak “Kad›n Dergisi Kad›n Öyküleri Yar›flmas›” düzenliyor. “Sadece eme¤i ile geçinen kad›nlar›n veya onlar›n hikâyelerini anlatanlar›n” kat›labilece¤i yar›flman›n, erkeklere kapal› oldu¤u aç›kland›. Berat Günç›kan, Handan Koç, Jaklin Çelik, Latife Tekin, Saliha Paker, Sennur Sezer, Yaflar Seyman’dan oluflan juri taraf›ndan
de¤erlendirilecek öykülerin, 25 Mart’a kadar Petrol- ‹fl Sendikas› Genel Merkezi’ne ulaflt›r›lmas› gerekiyor. Yar›flman›n sonuçlar› 2 May›s 2007 tarihinde aç›klanacak. 10 May›s günü Sendika Genel Merkezi’nde yap›lacak bir törenle ödüller sahiplerini bulacak. Ayr›nt›l› bilgi için; 0216 474 98 70 no’lu
telefona
ya
da
http://www.petrol-is.org.tr adresine baflvurabilirsiniz.
Hrant Dink, 2006 y›l›nda da 301. maddeden yarg›land›¤› mahkeme ç›k›fl›nda faflistler taraf›ndan linç giriflimine u¤ram›flt›.
fiUBAT 2007 | TAVIR | 47
haberler sa... k›sa... k›sa... k›sa.. k›sa... k›sa... k›sa... k›sa... k›sa... k›sa... k›sa... k›sa... k›sa... k›s
3Sinematek Derne¤i Film Yap›m› Video Kurgu ve Senaryo Atölyeleri, ‹stanbul ve Ankara’da devam ediyor. Film Yap›m Atölyesi’nde her kat›l›mc› k›sa film ya da belgesel gerçeklefltiriyor; Senaryo Atölyesi’nde dizi film ya da uzun metraj film senaryosu yaz›yor; Kurgu Atölyesi’nde k›sa film ve belgesel kurgulan›yor. Sinematek Derne¤i’nin yeni dönem atölyeleri 18 Ocak 2007’de bafllad›. 3Mersin Yeni Gazete muhabiri Umut Koflan’›n "Yitik Beflik" adl› filmi ‘‘Çocuklarla Dünya Platformu’’nca Kanada’da gerçeklefltirilen yar›flmada birinci oldu. Gazeteci Koflan’›n senaristi ve yönetmeni oldu¤u 2 dakika 23 saniyelik k›sa metrajl› "Yitik Beflik", Türkiye’deki töre cinayetleri ve fliddeti simgesel bir anlat›mla ele al›yor ve her iki durumda da en çok kad›nlar ile çocuklar›n etkilendi¤ine dikkat çekiyor. 3Çerkesler, Jineps’in 1.yıldönümü gecesinde buluflacak. ‹stanbul’da 2005 yılında yayın hayatına bafllayan etnik haber a¤ırlıklı bir siyasi gazete
olan Jineps (rüzgarın gözyaflları), 18 fiubat akflamı Kadıköy Halk E¤itim Merkezi’nde 1. yıldönümünü kutlayacak. Gecede sahne alacak sanatç›lar flunlar: Muammer Ketenco¤lu, Sumru A¤›ryürüyen, Grup Helesa, Yasemin Göksu, Grup Khalkedon, Mustafa Kemal Çokflen, Onok Bozkurt, Mikail Yakut, S›la Gerba¤a, Hava Karadafl, Rahflan Erdo¤an. 3Selim Sesler’in yeni albümü “O¤lan Bizim K›z Bizim”, dünyan›n önde gelen müzik dergilerinden ‹ngiliz Songlines’›n Mart say›s›nda, “dünyan›n en iyi albümleri” kategorisine seçildi...
bümünden “Yüksek Yüksek Tepeler” parças› yer alacak. 3Yüksel Aksu’nun yönetti¤i Dondumam Gaymak, yabanc› dilde Oscar aday aday› olan 9 film aras›na giremedi. Türkiye ad›na ‘En ‹yi Yabanc› Film Oscar›’na aday aday› gösterilen Yüksel Aksu’nun Dondurmam Gaymak’›n›n yer almad›¤› dokuz filmlik liste flöyle: Days of Glory (Rachid Bouchareb); Water (Deepa Mehta); Nikahtan Sonra (Susanne Bier); Avenue Montaigne (Daniele Thomp-
‹ngiltere’de iki ayda bir yay›mlanan ve dünyan›n her yerinden dünya müzi¤i severlerinin takip etti¤i önemli müzik dergisi Songlines’ta, Selim Sesler’in ekim ay›nda ç›kan albümü “O¤lan Bizim K›z Bizim”, “top of the world album/dünyan›n en iyi albümleri” kategorisine seçildi. Songlines’›n Mart say›s› için bafl editör Simon Broughton’›n haz›rlad›¤› ve dergi ile birlikte da¤›t›lan özel toplama CD’de “O¤lan Bizim K›z Bizim” al-
son); The Lives of Others (Florian Henckel von Donnersmarck); I labirinto del fauno (Guillermo del Toro); Black Book (Paul Verhoeven); Dönüfl (Pedro Almodovar), Vitus (Fredi M. Murer). 23 fiubat’ta ikinci bir eleme daha yap›larak, yabanc› film Oscar’› için yar›flacak 5 film aç›klanacak. Ödüller, 25 fiubat’ta sahiplerine verilecek.
DVD... VCD... ALBÜM... DVD... VCD... ALBÜM... DVD... VCD... ALBÜM... DVD... 3 flevval sam
sek KALAN
48 | TAVIR |fiUBAT 2007
3 ayflen serzenifl Seyhan Müzik
3 seyfi yerlikaya
sahipsiz öyküler Seyhan Müzik
3 ayflegül n’ettim size ‹ber Müzik
kapaklar
2/17/07
1:53 PM
Page 2
2/17/07
1:53 PM
Page 1
kültür sanat yaflam›nda
›ssn 1303-9113
flubat 2007
kapaklar
•
2007/02
•
say› 58
•
2.25 YTL(KDV’li)