01 merhaba_sablon 9/7/13 7:24 PM Page 9
Merhaba
Sahibi Tavır Yayınları adına Bahar Kurt Genel Yayın Yönetmeni Gamze Keşkek Sorumlu Yazıişleri Müdürü Yeliz Yılmaz Yayın Danışmanı Veysel Şahin Yazışma Adresi İstanbul Mahmut Şevket Paşa Mah. Mektep Sk. No: 4-B Okmeydanı - Şişli - İstanbul Tel: (212) 238 81 46 Fax:238 82 49 e-posta: tavir2007@gmail.com www.tavirdergisi.org Ankara İdilcan Kültür Merkezi Eski 1. Cadde 636. Sk. No: 207/2 Tel: 0 541 336 65 37 Hesap no (TL) 1042-0596147 Gamze Mimaroğlu İş Bankası Parmakkapı/İST Hesap No (EURO) 1042-0129062 Gamze Mimaroğlu İş Bankası Parmakkapı/İST Fiyatı (DÖVİZ) Almanya: 5 Euro Fransa: 5 Euro Hollanda: 5 Euro Avusturya: 5 Euro İsviçre: 7,5 Frank İngiltere: 4 Sterlin Posta Çeki Hesap No Selma Altın 515 72 82 Baskı Ezgi Matbaa Sanayi C. Altay Sk. No: 10 Çobançeşme/İstanbul Tel: (0 212) 452 23 02 Yayın Türü: Yerel Süreli
Dergimizin son şeklini verdiğimiz şu günlerde tahliye haberleri alıyoruz. Dergimiz sahibi Bahar Kurt ve altı devrimci tutsak on ay sonra tahliye edildi. Grup Yorum elemanı Ayfer Rüzgar'ın mahkemesi 10 Eylül'de görülecek. Yine dergimiz genel yayın yönetmeni Gamze Keşkek'in mahkemesi, 10 Ekim'de görülecek. Gelecek güzel günler için ödediğimiz bedellerin bir yanı da tutsaklık işte... 14 yaşındaki Berkin, 16 Haziran'dan bu yana komada. Bu sayımızda mahalleden bir ablası bir mektubuyla sesleniyor Berkin'e. İktidar bütün aymazlığıyla saldırmaya devam ediyor; halkın her kesimine, sanatçılara.. Mesele diyoruz dergimiz sayfalarında, ne on altı ağaçtır yalnızca ne Mehmet Ali Alabora'nın yazdığı bir tweettir. Asıl “Mesele”, halkların direnme geleneğini diri tutması ve iktidarın saldırıları karşısında pes etmemesidir. Devrimci sanat alanında üretmeye devam ediyoruz. İdil Tiyatro Atölyesi Taksim Gezi Direnişi’ni anlatığı oyunuyla 7. Türkiye Tiyatro Buluşması kapsamında Dikili’ye gitti. Dikili izlenimlerini ve yazdıkları oyun metnini yayınlıyoruz bu sayımızda. Devrimci sanat alanının 33 yıldır haylaz çocuğu Tavır, bu yıl 21-22 Eylül’de 4. kez bir festival gerçekleştirerek, edebiyatı ve sanatı İstanbul’un mahallelerinden Okmeydanı’na taşımayı hedefliyor. Grup Yorum beş yıl aradan sonra yeni bir albümle dinleyicileriyle buluşacak olmanın heyecanını yaşıyor. Dergimiz Tavır, sayfalarında albüm sürecinden izlenimlere ve albümün içeriğine yer veriyor. Bir yanımız yeni üretimlerle, tahliyelerle, direnişlerle coşkuluyken bir yandan işçi ölümlerinin, direniş şehitlerinin acısını, öfkesini yüreğimizde hissediyoruz. Tüm bunlara bu sayımızda yer vermek istedik. Bir dahaki sayımızda buluşmak dileğiyle.. Dostlukla..
02 icindekiler_29-30 ellerimi tut 9/7/13 6:20 PM Page 30
3
4
5
7
8
10
12
13
15
16
18
19
21
22
23
26
28
ŞİİR adnan yücel sen yürürsün rüzgar yürür... DENEME ümit ilter halkız biz! MAKALE fazıl aktaş on altı ağaç değil mesele DENEME ümit zafer mesele MAKALE deniz korcan sanatçıyı sahiplenmek ELEŞTİRİ deniz korcan necati’ye şaşmak DENEME ümit zafer ne yapıyorlar DENEME fazıl aktaş müslüman yalan söylemez DENEME kamet topçu çocuk; yüzü hep güneşe dönük bir çiçek MEKTUP dilşah köksal merhaba berkin DENEME mehmet özer beni merak etme oğul, yoldaşlarının yanındayım MEKTUP havin poyraz oğulları öldürülen analara ARAŞTIRMA tavır yılmaz güney bu güne sesleniyor DENEME hasan bakır sıra sanatçılarda ÖYKÜ havin poyraz aşk gemisi DENEME ümit ilter cesaret KİTAP selin toprak ezgili yürek’in hissettirdikleri
30
31
32
33
35
38
39
40
42
44
46
49
51
53
55
57
60
62
ŞİİR ayfer rüzgar bir özgürlük şarkısı söyle ŞİİR cahit ırgat insan gibi ŞİİR galip doğan sürgün çocuklar OYUN idil tiyatro atölyesi böyle başbakan bulamazsın DENEME serkan fişek umutlar enkaz altında... KELİMELERİN DİLİ tavır meşruluk DEĞERLERİMİZ deniz ekin direnme geleneği ÖYKÜ nilay fırat zehra ARAŞTIRMA guillermo moncada latin amerika’dan haber var İNCELEME zerrin ege hapishanede resim yapmak DEĞERLENDİRME tavır grup yorum ezgileri bir kez daha halkın elleri’nde İZLENİM idil tiyatro atölyesi türkiye tiyatro buluşması için dikili’deydik. DENEME mehmet esatoğlu vasıf öngören hala sorular soruyor DENEME havin poyraz kerem gibi ELEŞTİRİ devrim savaş iyi polis sadece dizilerde olur KİTAP TANITIMI dilşah köksal intifada dersleri SİNEMA efe boztaş kara melekler HABERLER
03 dayi_sablon 9/6/13 6:05 PM Page 3
şiir şiir
sen yürürsün rüzgar yürür... adnan yücel
Sen yürürsün rüzgar yürür Sabahlar sığmaz olur gözlerine Her adımda çözülür bir karanlık Şafaklar çiçek sunar ellerine Gün tutuşur Dağlar aydınlanır Yeniden aydınlanır Yeniden canlanan bu yaşam Türküler dizer saçının tellerine Sen yürürsün rüzgar yürür Alıp savurur beni saçların En kalabalık alanlara götürür Bir cellat çıkar apansız Bir fidan yeşermeden çürür Ve kana bulanır ırmaklar Baştan başa geçer kentleri Kan temizlenir cellat ölür Sen yürürsün rüzgar yürür Mahpuslar soluğunla umutlanır Toprak çatlar Gökyüzü bıçak bıçak şimşeklenir Görkemli bir yürüyüş başlar içimde Ve bir tan vakti Kırılır bütün güzellik yasaları Ağaçlar aşk açar bahçelerimde Sen yürürsün rüzgar yürür Dallar eğilir Yapraklar secde eder yürüyüşüne Sular kabarıp dalgalanır Köpüklü başlarıyla selamlar seni Ve tanrılar kalır önünde Ne beyler ne krallar Seninle yazılır en büyük destan En güzel tarih seninle başlar
Sen yürürsün rüzgar yürür Bir sevinç boylanır dünyada Çocuklar korkusuz büyür Kan boğulur susar Dokunup geçtiğin her kuraklık Yemyeşil bir vadiye dönüşür
Sen yürürsün rüzgar yürür Bizi bu deprem günlerinde İnan ki bir şiirsiz yaşamak Bir de sensiz savaşmak öldürür
ağustos-EYLÜL 2013 | taVIR | 3
4 halkiz_29-30 ellerimi tut 9/6/13 7:40 PM Page 4
deneme deneme
halkız biz! ümit ilter “Bizim istediğimiz çölün içerisinde Halkız biz ve doğrudan söyleyelim: bir vaha değil, çölün olmadığı bir Haksızlık yapılmasın istiyoruz. İşte bu yüzden adalet istiyoruz. Bizim için yaşamdır.” * adalet, kimseye haksızlık yapılmaHalkız biz ve kestirmeden söyleyelim: masıdır. Nokta. Ve haksızlık yapandan Özgürlük istiyoruz. Öz-gür-lük! Daha hesap sorulmasıdır. Üç nokta... anlamayan kaldı mı bunu? Halkız biz ve açıktan söyleyelim: EkBu, bizim tarihsel ayrıcalığımızdır. Ki mek istiyoruz. Yalana karnımız tok. sadece, halk özgürlük isteyebilir. Ve işte Biliyoruz çünkü gerçeği: Ekmek istiybiz, özgürlük istiyoruz. O en kadim ve oruz demek, sömürü istemiyoruz dehayati isteğimizdir. Vazgeçilmezimizdir mektir. İnsanın insana kul edilmesini bütün zamanlarda. Ve asla vazgeçmeye- reddediyoruz. Ve dünya halklarının sevgili komutanı Ernesto Che Gueceğiz! vara’nın şu sözlerine katılıyoruz; “BizAnlaşıldı mı? Kör edilen gözlerimize, ka- im için sosyalizmin, insanın insan tledilen kardeşlerimize and olsun! tarafından sömürülmesine son verVazgeçmeyeceğiz ve zerresinden bile ilmesinden başka tanımı yoktur!” İşte böyle... taviz vermeyeceğiz.
Halkız biz ve cepheden haykırıyoruz: Sömürüsüz ve zulümsüz bir hayat istiyoruz biz. Halk düşmanlarının olmadığı bir hayatı yaşamanın bahtiyarlığını paylaşmak istiyoruz halk olarak kendi kendimizle. Şu cennet vatanda, halkların kardeşliğiyle birlikte özgürlük içinde yaşamak istiyoruz. Ve zerresinden vazgeçmeyeceğiz. Hayat denilen kavgada halk düşmanlarına tarih dersi vermeye devam edeceğiz... Ve artık bize: Her Yer Taksim Her Yer Direniş! Bu da böyle biline... q * Melih Cevdet Anday
4 | TAVIR | AğuSTOS-EYLÜL 2013
5-6 onaltiagac_sablon 9/6/13 7:41 PM Page 5
makale makale
on altı ağaç değil mesele fazıl aktaş
Ağır iş makineleri, kepçeler, simsiyah egzoz dumanları püskürten hayvani böğürtülü motor sesleriyle yavaş yavaş hedeflerine ilerliyor. Hedef Gezi Parkı içindeki 16 ağaç! Koskoca kentte kırpıla kırpıla şuncağız bırakılmış akciğerden bir parça daha kopacak birazdan. O 16 ağacın altında, bir deri bir kemik bedeni, hırpani giysileriyle uyuyordu. Ölüye çok benzeyen evsizi bir tekmeyle uyandırdı görevli. Gezi Parkı’nın yıkılıp AVM yapılmasını önlemek için oralarda sürekli birileri olduğundan, iş makinalarını ve belediye elemanlarını korumakla görevli polislerden biri, az önce tekmeyle uyandırdığı yaşlı evsize ışıksız gözleriyle bir ölüye bakar gibi bakıp “Yürü git lan buradan pis herif!” dedi. “Nereye gideyim, gidecek yerim yok ki” dedi yaşlı evsiz. “Cehennemin dibine git” dedi polis, sonra da okkalı bir tükürük savurdu evsize… Adam, sahip olduğu tek şeyi, battaniyesini sırtına alıp, polise kinle baka baka uzaklaştı oradan. İş makinesinin altında kalsa, hiç yoktan soruşturmaya maruz kalacakları tek engel de ortadan kalktığına göre polis rahat rahat “vur kepçeyi” dedi operatöre… Kepçe, asırlık çınarın köküne ilk darbeyi vurduğunda, bir işçi tersanede dü-
şen vincin altında kalıyordu… Yine aynı tersanede bir gün önce denize düşüp kaybolan bir işçiyi çıkarmak için denize giren dalgıçlar, denizde üç ay önce boğularak ölmüş hiç kimsenin haberinin bile olmadığı başka bir işçiyi çıkarıyorlardı. İş makinesi, gölgesinde belki binlerce insanın yorgunluk attığı yine asırlık bir çınarı tepelediğinde, on işçi metan gazından zehirleniyordu. Grizu patlıyordu ülkenin bir başka madeninde, genç ciğerler göçük altında veriyorlardı son nefeslerini. Bu ülkede her otuz saniyede bir iş kazası oluyor, her üç dakikada bir işçi ya ölüyor ya da sakat kalıyor… Nazım diyor ya, ölümün adil olduğunu savunan, şahı da aynı haşmetle vurduğunu söyleyen Acem şaire… Yaşam adil miydi diyordu hani, ölüm adil olsun? “Geminin fırın bölümünde kömürlerin altında ölen şah gördün mü?” diye soruyordu şaire… Acem şaire bir de biz soralım mı şimdi: Sen hangi patronun tersanede vinç altında öldüğünü gördün? Sen
hangi holdingin sahibinin, kanalizasyonları temizlerken metan gazından son nefesini verdiğine şahit oldun? Şimdi söyle, bunları duyduktan, gördükten sonra yine yazar mıydın aynı şiiri? Kepçe bir selviyi daha devirdiğinde, polisin cop darbesiyle on yedi yaşında bir genç de devriliyordu sokak ortasında. “Suçu” slogan atmak, her şeyin parayla alınıp satıldığı bir ülkede parasız eğitim istemekti. Aynı anda bir F Tipi hapishanenin giriş yerinde başka bir öğrenci, tutuklulara yapıldığı gibi çırılçıplak soyularak aranıyordu. Bir başka çınarın kökünün söküldüğü sırada F tipi hapishanelerdeki tecrit politikası 13. yılına giriyordu. Bir başka ağaç daha devrildiğinde son on yılda
ağustos-EYLÜL 2013 | taVIR | 5
5-6 onaltiagac_sablon 9/6/13 7:41 PM Page 6
hapishanelerde hayatını kaybeden hükümlü ve tutukluların sayısı 2400’ü geçiyordu. Bir tutsak daha kansere yakalanıyordu ve başka bir tutsak kansere yakalanıyordu ve başka bir tutsak kanserden hayatını kaybediyordu. Bir adli tutuklu, tecritten kurtulmanın çaresini intihar etmekte buluyordu. Ölümü bekleyen hasta tutsaklara bir kişi daha katılıyordu daha on yaşına yeni girmiş bir çınarın gövdesi iş makinesiyle kırıldığında… Bir gelin, sütten kesiliyordu ağaçlar birbiri ardına devrilirken 250 gram kıymayla yaptığı son yemeği, kucağında ölü gözlerle kendisine bakan altı aylık bebeğinin dışında büyüttüğü üç çocuğuna yedirip, kendisi bir lokma bile yemediği için. Aynı anda kocasının eline son asgari ücret bedeli maaşıyla birlikte işten atıldığına dair bir belge tutuşturuluyordu. Bir başka gecekonduda, mahalle bakkalı veresiyeyi kestiği için ekmek alamayan üç çocuklu bir anne, kendi yaptığı bebeklerle oynayan çocuklarına son bir kez bakıp, diğer odaya geçip evin tavanına asıyordu kendini. Kırılan dalların sesine, Şırnak’ta açılan toplu mezardaki kemiklerin sesi karışıyordu. Aynı anda Diyarbakır’da açılan bir mezarda on altı kişiye ait kemikler bulunuyor, ülkenin bilinmeyen bir ilinde üç devrimci açılan bir mezara gömülüyordu gecenin karanlığında. Köküne bir kepçenin son darbeyi indirdiği çınarın dalından kalkan bir kavganın çığlığı, karakolun mahzeninde dört uzman çavuşun tecavüzüne uğrayan on beş yaşındaki kızın çığlığıyla aynıydı… Bir devrimcinin, ormanın ücra bir köşesinde kafasına üç kurşun sıkılıyor, oracıkta katledilen devrimci alelacele kazılan bir çukura gömülüyordu. Son
6 | taVIR | ağustos-EYLÜL 2013
on bir yılda kayıplar hanesi üç rakamlı sayılara ulaşıyor, geride yalnızca gözü yaşlı analar, babalar, kardeşler, eşler, çocuklar kalıyordu. Devrilen bir çam ağacı üzerindeki yuvada yiyecek bekleyen üç serçe, yavrusuyla birlikte ölürken, sağlık güvencesi yok diye hastanenin acil servisinden geri çevrilen bir çocuk babasının kucağında, hastane bahçesinde can veriyordu. Tam o anda bir ambulans, işsizlikten bunaldığı için kendini yakan birini getiriyordu hastaneye. Bir çınarın gövdesi kepçelerle yere serildiğinde, bir mahallede on gecekondu parkı dümdüz eden şirkete ait iş makineleriyle yıkılıyordu, içindeki eşyalarla birlikte. Seksen yaşında bir ninenin bedduaları mahalledeki devrimcilerin sloganlarını bastırıyordu. İşten atılan ve işine geri dönmek için fabrika önünde çadır açan işçilerin üzerine yüzlerce polis saldırıyordu. Gezi Parkı’nda bir ağaç daha öldürülürken… “Kahrolsun”la başlayan sloganlar başka bir mahallede dernekleri basılan devrimcilerin haykırdığı sloganların aynısıydı… Aynı sloganlar kendilerini işten atan patronlarının sahip olduğu başka bir iş yerinin önünde oturma eylemi yapan işçiler tarafından, çevik kuvvetin sıktığı biber gazına rağmen yüksek sesle atılıyordu şehrin öbür yakasında. Bir ağaç daha devrildiğinde asgari ücret 15 lira zamlanıyor, bir holdingin yıllık cirosu milyarlarca dolarla telaffuz ediliyordu. En zengin beş yüz kişi listesine Türkiye’den de giren patronlar her yıl artıyordu. Aynı anda ilaç bulamadığı için derdini bakana anlatan bir genç kıza, bakan dilenci muamelesi yaparak avucuna üç-beş kuruş sıkıştırıyor, “ Ben dilenci değilim” sözüyle afallayan bakanın yüzünde kıza duyduğu öfkenin mosmor rengi açıkça görülüyordu.
evrilen her ağaçla birlikte, halkın acıları da artıyordu. Artık 16 ağaç da iş makinelerinin altında kalmıştı. Aynı anda, altında uyuduğu ağaç için ağlayan evsiz, iş cinayetlerinde katledilen işçilerin eşleri, anneleri, babaları, kardeşleri, çıkıyordu sokağa. Metan gazından zehirlenen, göçük altında can veren işçilerin aileleri, ellerinde “İş Cinayetlerine Son” yazan bir pankartın arkasında yürüyorlardı kentin en büyük meydanına doğru… Polisin cop darbesiyle bir gözünü kaybeden on yedi yaşındaki genç de katılıyordu korteje, karısı açlıktan sütten kesilen, dört çocuğunu nasıl doyuracağını düşünen adamın koluna girerek… Kızına tecavüz edilen baba da yürüyordu herkesle birlikte kızına tecavüz edenlere lanetler savurarak. Kayıp anaları ellerinde oğullarının, kızlarının resimleriyle, bulundukları her şehirde, meydanlara akan halk nehrine katılıyordu. Biraz önce küçücük bebesini mezarlığa defneden acı içindeki bir baba, mezarlığın önünden geçen öfkeli insanlar içindeki yerini alıyordu… Gecekondusu yıkılan seksen yaşındaki nine de gelmişti beddualarıyla alana oğlu ve kızıyla dimdik duruyordu, “Evimizi Yıkanın Villasını Yıkarız” diyen çocuklara sevgiyle bakıyordu. İşten atılan tüm işçiler sokaktaydı. Faşizme öfke duyan halk sokaktaydı. Yani sorun 16 ağaç değildi! Hiç değildi… Devrilen 16 ağacın yerine milyonlar dikilmişti sadece… q
7 mesele_sablon 9/7/13 7:14 PM Page 7
deneme deneme
mesele... ümit zafer
Olduğu yerde donup kalmış koşulları, kendi şarkıları eşliğinde dans etmeye zorlamalıyız* Mesele sadece Mehmet Ali Alabora değil arkadaş, sen hala anlamadın mı? “Mesele”, sanatçının halkının yanında yer almasıdır. İşte bu, “mesele” olur muktedir zevat için.Sanatçı, sırça ve sırça olduğu için köhne köşkün dışına çıkmamalıdır. Kendisine çekilen çiti aşmamalıdır. Her ne yaparsa, sanatın has bahçesinin içinde yapmalıdır. Eş deyişiyle, padişah dalkavukluğu dışında hiçbir şey yapmamalıdır. Yaparsa, “mesele” olur. Ve düşerler peşine. Önce yalan ile ve sonra resmisi sivili zaptiye kuvvetleriyle... “Mesele”, sanatçının hizayı bozmamasıdır. Bozarsa, “kötü örnek” olur ve işte bu, "mesele” olur faşizm için. Sanatçı dediğin gündüz Alemdar Polat ise, gece Şaşmaz Necati olması gerektiğini bilecektir. Başka da bir şey bilmeyecektir. “Mesele” faşizm için sanatçının halkının yanında doğruyu söylemesidir. Faşizm için doğruyu söylemekten vazgeçmeyen sanatçı “mesele” olmuştur. Sanatçı dediğin yalanın sa-
natını yapmalıdır. Başka da hiçbir şey yapmamalıdır. Faşizm için “mesele” sanatçının sahneden inip halkın arasına karışmasıdır. Ve hayatın tarih sahnesinde yer almasıdır. Faşizm için “mesele” başrolünde halkın yer aldığı hayatın gerçeğinde rol almasıdır sanatçıların... Faşizm için mesele olan, sanatçının yüzünü halka dönmesidir. Egemenler için sanatçı bir tür aynadır. “Ayna ayna söyle bana benden güçlü varmola?” sorularına “Hiç olur mu efendim!” bekledikleri yalaka bir ayna olarak bakarlar sanatçıya. İşte böyle bir “ayna” olmayı reddeden sanatçıyı kırmak istemeleri de malumdur. Faşizm için “mesele” olan sanatçının baskı karşısında sinmemesidir. İşte o zaman muktedir zevat dengesizleşir. Baskı karşısında sözünü unutmayan, dilini yutmayan sanatçının dik duruşudur bu dengesizliğin sebebi... Faşizm için “mesele” olan sanatçının da “Faşizme Karşı Omuz Omuza” olmasıdır. “Her koyun kendi bacağından asılır” safsatasına karşı, sanatçıların indir-
diği bu darbe, faşizm için daha bir yıkıcıdır... Faşizm için “mesele” olan, sanat ve hayat pratiği ile aydınlık saçmasıdır sanatçının. Oysa yoz karanlığı süslemesini isterler sanatçıdan. “mesele” sanatçının ne yapacağı ve kim olduğuna dairdir... Faşizm için “mesele” olan, sanatçının, muktedir zevatın “yoksul eti ve kan” sunulan sofrasına oturmaktansa, halkın hak ve özgürlük savaşına katılmasıdır. Buna tahammül edemedikleri için “mesele” ederler... Sanatın faşizm için “mesele” olmasını sürdüreceğiz. Bertaraf edemeyecekler, icabına bakamayacaklar. Tehditleri sökmez. İşte gitarımız, işte Victor Jara, işte BİZ... İşte saz ve söz, işte Pir Sultan, Dadaloğlu, Köroğlu işte BİZ.. Gerisi hayat ve sanat... Halkımızı, sanatımızı ve bir bütün olarak hayatı ezdirtmeyeceğiz halk düşmanlarına.Evet, biliyoruz, faşizmin “mesele”si halktan yana sanat ve sanatçılarladır. Ki meseleyi, faşizme karşı omuz omuza büyütmeye devam edeceğiz. q *Karl Marx
ağustos-EYLÜL 2013 | taVIR | 7
8-9 sanatcıyı sahip_29-30 ellerimi tut 9/6/13 7:42 PM Page 8
makale makale
sanatçıyı sahiplenmek deniz korcan
Oyuncular Sendikası başkanı Mehmet Ali Alabora Taksim direnişinden sonra hedef haline getirildi ve hakkında linç kampanyası başlatıldı. Bu linç kampanyasını başlatan bizzat Başbakan'ın kendisi oldu. Hatta hızını alamayarak Mehmet Ali Alabora nezdinde bütün sanatçılara saldırarak kimini işinden etti kiminin konserini iptal etti. Bütün sanatçılara aba altından sopa göstermiş oldu. Başbakanın besleme yayın organı gazetelerde Mehmet Ali Alabora bizzat hedef gösterildi. Halk ayaklanmasının travmasını uzun süre üzerinden atamayan başbakan emirler vererek "göz çıkartmaktan", "kafa patlatmaktan" vazgeçmiyor. İdeolojik olarak çürümüş, kokuşmuş bir sistemin sahiplerinin faşizimden başka da çareleri yoktur. E tabi ki bir
8 | TAVIR | AğusTos-EYLÜL 2013
de demagoji. 14 aydır demagoji konusunda neredeyse uzmanlığa eren başbakanın çamur atmadığı dava açmadığı kimse kalmadı herhalde. Her zaman sanat ve sanatçı, korkutmuştur egemenleri. Mehmet Ali'ye olan öfkesi de sadece atmış olduğu o “tweet” ile ilgili değildir. M. Ali Alabora geçtiğimiz aylarda “Mi Minör” isimli bir oyun sahneye koymuştu. Oyunun konusu ve kurgusu şöyleydi. Hayali bir gezegende seyircinin katılımını sağlayarak gerçekleşen başarılı bir tiyatro performansı içinde seyircide heyecan uyandırıyordu. Sanatçı ve sanat amacına ermiş, M. Ali bu noktada olumlu bir örnekti bizler için. Gezi Parkı direnişinden sonra akıllara ziyan açıklamalar geldi hemen. Güya Mehmet Ali sergilediği bu oyunla üstelik “dış mihraklardan”
yardım alarak “darbe provası” yapıyor ve halkı isyana teşvik ediyordu! Zeka düzeyi ile açıklayamayız. Bu bir komplonun ucuz malzemeleridir elbette. Ancak sanatçıya da bir tehdit, bir gözdağıdır aynı zamanda. AKP iktidarının komplocu linçci ve yalancı yüzü bir kez daha ortaya çıkmıştır. Ancak bütün bu yaşananlarda bir de başka bir yönünü tartışmamız gerekir bu meselenin. “Ama Mehmet Ali ne yaptı ki…” “Sadece kendi halinde bir oyundu üstelik gerçeklikten uzak, hayal ürünü karakterleri olan bir oyundu.” Türünden sözlerle bir sanatçıyı savunmak onu küçük düşürmektir aslında. Acizliktir. Sanat dünyayı değiştirme mücadelesinde bir silah olduğu ölçüde sanattır. Sanatçının silahı sanattır. Bu silah faşizme doğrultulmalıdır. Geri adım atmak, yalpalamak, eveleyip
8-9 sanatcıyı sahip_29-30 ellerimi tut 9/6/13 7:42 PM Page 9
gevelemek bir sanatçıya, aydına yakışmaz. Tiyatronun, sanatın ustaları sanatın kışkırtıcılığına dem vururlar. Augusto Boal tiyatroyu “uğruna savaşılması gereken bir silah” olarak savunur, tanımlar. Brecht ise sanatı “Bütün sanatların en büyüğü olan yaşama sanatına hizmet eder” diye tanımlar. Yani bir hizmettir sanatın yaptığı. Sorgulatmak, düşündürtmek, kışkırtmak… Yanlış olan bir şey yoktur, Mehmet Ali doğru yapmıştır. Ama “büyük suçu” Gezi Parkı’na giderek işlemiştir. “Padişahım sen çok yaşa” dememiştir. Bu nedenle saldırıya uğramış hedef gösterilmiştir. Ona düşen ise yaptığını savunmak, gerekirse yine yapmak, dik durmak-
tır. Kendine ama önce halkına güvenmelidir Mehmet Ali. Bir savunma psikolojisine girmemelidir. Devletten koruma istememelidir çünkü devlettir Mehmet Ali’yi karşısına alan. Mehmet Ali’yi koruyacak olan halktır, halkın gücüdür, örgütlülüktür. Ki bu halktır başbakanına, içişleri bakanına, valisine yirmi gün kabuslar yaşatan. Tabi ki bir de padişah sofrasından kalan artıklarla beslenen sanatçılar, aydıncıklar da vardı. Onlar her dönem olacaktır. Ancak tarih hiçbir dalkavuğun adını yazmamıştır defterine. Çünkü onların misyonu “kullan at”tır. Tek kullanımlık diş fırçaları gibidirler. Ki zekalarını ve zihniyetlerini bütün halk görmüştür. Bu bakımdan iyi olmuştur. “Meydane çıkmaları!...” Bundan sonra yapılacak olan bütün saldırılara karşı tek yumruk olmak,
örgütlü güç olmaktır. Sanatçılar Meclisi’nin gücü ve dinamiği bir kez de direniş ortasında ortaya çıkmıştır. 20 bin kişi bu pankartın arkasında yürümüş AKP’den hesap sormuş, direnen halkın mücadelesinde yer almıştır. Başbakanın korkusu ve hazımsızlığı budur. Mesele tek başına Mehmet Ali değildir. Ayrıca Mehmet Ali yalnız değildir. Bugün üzerimize düşen görev birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için diyebilmek ve Mehmet Ali’yi sahiplenmektir. Bütün sanatçılara düşen doğru tavır faşizmin karşısında cesaretle durmaktır. Faşizmi korkutan yegane güç: Cesarettir. q
AğusTos-EYLÜL 2013 | TAVIR | 9
10-11 necati_29-30 ellerimi tut 9/6/13 7:43 PM Page 10
eleştiri eleştiri
necati’ye şaşmak deniz korcan
Konuştu şaştık kaldık. Başbakanla konuştuktan sonra mı bu hale geldi yoksa hep mi böyleydi bilemedik. Oysa o karizmatik bir mahallede kafa kesen, "terörist" dahil herkesi dize getiren "adaletin uygulayacısı" Polat Alemdar'ımızdı. Konuşmasaydı iyiydi ama konuştu... Ne dedi? Özne yüklem ve tümleçlerin birbirini kovalayıp "hazır ol" komutu gelince heyecandan yanlış sıralara girmesinin neticesi miydi bilmiyoruz. Ama anlamadık ne konuştu.
ceği bir kamuoyu yoklaması ya da oy kullanımı herhalde referandum olmuyor tam olarak kelime olarak Türkçesi referandum olmuyor herhalde onun, çünkü o anayasaya bağlı bir şey diye düşünüyorum, ama oy kullanılarak yapılan yine belediyenin yapacağı bir şey ben neticesinde ben çok sevdim açıkçası daha fazla yeşilin olduğunu gördüm orada sayın valimizin söylediği gibi orayı illegal örgütlerden dışarda tutabilirsek orası hepimizin hepimiz orada olmak isteriz.
Ne dedi? Virgülleri ve noktaları gözyaşları Başbakanıma da teklif ettim, inşallah beiçinde bırakarak yaptığı konuşmasında raber bir gün gidelim, nasip olur giderdedi ki; iz. Çünkü orası e tabii ki dedi neden olmasın hani ordakilerin arkadaşlar da "Birbirimizi Allah için sevelim bana göre kendi Dolmabahçe'deki mekanına bu ülkeye nazar değmiştir, dua çağırabileceğini söyledi bu benim de okuyalım, inşallah bu üzerimizden gitsin, gezmek isteyeceğim, Ankaralısınız, güzel şeyler olmakta inşallah bunlar Ankaradansınız. Ya da İstanbul'a da geçecek arkadaşlar diyebiliyorum, geldiğiniz zaman sizlerinde gezmek... açıkçası ben hissettiklerinin bu (...)!" düşünceleri anlatmak istedim Topçu Kışlası'nı detaylar son haliyle oluşum- Siz, Tavır okurlarını bu zulümden kurlarıyla görmek ve dinlemek de istedim, tarıp burada keselim bu alıntıyı. Zira bana animasyonlarıyla beraber ve nasıl daha ilk noktaya çok var. (İlk nokta zaolacağı hakkında olması düşünüldüğü ten bu konuşmanın sonunda) hakkında bunu tabi ki belediyenin yapabileceği sanırım belediye diye biliy- Ancak Amerikalarda beynini yemiş aporum ben yanlış bilmiyorsam yapabile- tallar böyle konuşur. Burada mesele
10 | TAVIR | AğusTos-EYLÜL 2013
Türkçe'yi az kelimeyle, çok kelimeyle konuşma meselesi değildir. Halkımız da sınırlı sayıda kelime kullanır ama derdini, çok sade ve açık biçimde anlatır. Bu tip beyinler halktan kopmuş, beyinlerini burjuvaziye satmışlardır. Kendi akıllarıyla konuşamazlar. Aslında bu Necati Şaşmaz vakasına en güzel cevabı yine Gezi direnişçileri vermiştir; "Tayyip işi biliyor, bizimle başedemeyince Necati'yi saldı üstümüze konu neydi unuttuk!" tweetindeki mizahi zekayı tebrik ederiz. Şaka bir yana aslında bu sözde doğruluk payı da yok değil. Gezi direnişi eylemleri bütün ülkeye yayılınca gazı tozu biten başbakan sopayı bir süreliğine bırakıp "havucu" eline aldı ve Gezi'nin direnişi destekleyen sanatçılarına alternatif olarak bazı "sanatçılarını" çıkardı ortaya. Sanki satrançta yeni bir hamle yapar gibi sürdü piyonlarını ortaya. Bakın sanatçı listesine: Necati Şaşmaz, Hasan Kaçan, Hülya Avşar... 13 Haziran günü Necati Şaşmaz ve Hasan Kaçan'ın da içinde bulunduğu bir heyet başbakanla görüştü. Necati'nin ne dediğini kimse anlamadı. İnsana Türkçe'yi unutturacak kadar akıllara zarar bir açıklamaydı ki yukarıda alıntı
10-11 necati_29-30 ellerimi tut 9/6/13 7:43 PM Page 11
yapmaya çalıştık. Hasan Kaçan'ın yorumu da kendine yakışan bir tarzdaydı yani: "Gezi sidik kokuyor.." Hülya Avşar da Barbie bebek zekasıyla şöyle dedi: "Bana animasyon izletti, çok güzeldi." Evet. Halkın sanatçısı olurdu da başbakanın sanatçısı neden olmasındı? İşte alın size sanatçı. Başbakanın sadece sanatçısı değil her bir şeyi olurdu. "Çarşılısı" olurdu, MHP'lisi bile olurdu. Her şeyin çakması olurdu da bunların neden olmasındı? Zaten sanatı da sanatçıyı da hiç sevmedi. Karikatüristi sevmedi, müzisyeni sevmedi, Kanuni'yi (Halit Ergenç) sevmedi, Mehmet Ali'yi sevmedi... Tiyatrocuları hiç sevmedi. Tehdit etti, yönetmelikler değiştirdi. Başlarına bürokratlar atadı hizaya getirmeye çalıştı. Gazetecileri sevmedi, köşe yazarlarını sevmedi, haber spikerlerini sevmedi, TV programcılarını sevmedi. Bir tek kendini sevdi bir de kendi gibi düşünenleri... Necati'yi falan sevdi. Oyuncular sendikası başkanı Mehmet Ali Alabora'yı hedef gösterdi. Miting meydanlarında yuhalattı. Kendi beslemesi yayın organı gazetelerde ucuz propagandalar ile hedef göstertti. Gezi direnişine destek veren sanatçılara kinini kustu. Mehmet Ali Alabora'nın hedef haline getirilmesinden sonra sıra diğer "Gezi destekçisi" sanatçılara geldi. Kimisini işinden etti, kimisini tehdit etti, hakaret gırla gitti. ATV'de program hazırlayan Oktay Kaynarca'nın 20 bölümü çekilen "Kapanmadan Kazan" isimli programını daha başlamadan rafa kaldırdılar. Yine ATV'de yayınlanan Huzur Sokağı isimli dizinin senaristlerinden Alev Toprakoğlu face-
bookta Gezi eylemcilerini desteklediğini açıklayınca işten atıldı. Saba Tümer'in programı Yaşar Nuri Öztürk'ün AKP'yi eleştiren ifadeleri nedeniyle yarıda kesildi! (Yalakalığa bakın)
tar gibi yani.. Hiç uğraşmanıza gerek yok. Onlar ortam bulunca üreyiverirler, şaşarsınız. Bu düzenin böyle dalkavuk ruhlu sanatçıları olur. Onlara yakışan budur.
Yıldız Tilbe'nin konseri iptal edildi. Aylin Aslım'ın konseri iptal edildi. Sevcan Orhan'ın konseri iptal edildi. Bunlara gerekçe bile gösterilmedi.
Faşizm karşısında dik durmak, aç kalmak pahasına düşüncenin namusunu korumak ise elbette halkın sanatçılarına yakışır.
Daha pek çok sanatçı da başbakanın öfkesinden nasibini aldı. Ne yapsalardı...
Kralın soytarıları sofrada arta kalanları yiyedursunlar. Bize onurlu yaşamak düşer. Çok gördük Yeşilçam'ın açlıktan yoksulluktan ölen sanatçılarını. Buna izin vermemek için yapılacak en temel şey örgütlenmek ve direnmektir.
Herkes Necati Şaşmaz, Hasan Kaçan, Hülya Avşar olamıyor ki işte. Bir kusurları var "biliyorlar düşünmesini de*" Yazımızın başına, başlığa dönecek olursak aslında Necati'ye şaşılacak bir şey yok. Sistem kendi sanatçısını üretmiştir. Man-
Başka yol yoktur. q *B. Brecht AğusTos-EYLÜL 2013 | TAVIR | 11
12 ne yap_29-30 ellerimi tut 9/6/13 7:43 PM Page 12
deneme deneme
ne yapıyorlar? ümit zafer
Ne yapıyorlar? Yürüyorlar mı? Yürümesinler! Yürütmeyin üstüme üstüme. Durdurun hemen. Onlar yolları zaptettikçe, sallanıyor saltanatım. Yürümek yasaktır!
lacaktır. Okumayı da yasaklayın üflemek serbest kalsın ama… Ne yapıyorlar? Halay mı çekiyorlar? Halay çekmek suretiyle omuz omuza gelmeleri maksatlıdır. Nedir bunların maksadı biliyormusunuz? Sevgili Kuala Lumpurlu kardeşlerim bunların halayı da masum sayılmaz. İşte bu yüzden“halayınızı da alıp gidin”diyoruz onlara ve halayı da yasaklıyoruz…
Ne yapıyorlar? Düşünüyorlar mı? Düşünmesinler! Neyi düşünür bunlar bilmem mi ben! Akılları fikirleri beni tahtımdan etmek. Düşündürtmeyin! Yaradılanın düşüncesizi makbuldür düzenimizde yasaklansın derhal düşünNe yapıyorlar? mek… Şarkı mı söylüyorlar? En tehlikeli işte bu yangından hızlı yayılır bunların şarkısı. Ne yapıyorlar? Gülüyorlar mı? Kime? Bana mı? Hem de Sarar dört bir yanı şimdi meydanlara bana! Nankörler, somurtmaları için o çıkıp şarkı söylemeleri terördür terör! Bu kadar şey yapmışken hem de karamsar ol- da böyle bilinsin. Yasaklayın şarkı sunlar diye o kadar uğraşmışken. Yazıklar söylemelerini de … olsun. Gülmeyi de yasaklayın… Ne yapıyorlar? Açıklama mı yapıyorlar? Ne açıklaması Ne yapıyorlar? Okuyorlar mı? Ne okur bunlar bilirim neyin açıklaması? Gerçekleri mi açıklıyorben. Ben her şeyi bildiğim yerde gerek- lar? Gidin bastırın o zaman. Yapılacak sizdir bilgi. Buna rağmen okumak suretiyle tek bir açıklama vardır onu da ben yabilgi edinmek isteyenlerden hesap soru- parım. Buna rağmen açıklama yapmak
12 | TAVIR | AğusTos-EYLÜL 2013
isteyen gitsin açıklama yapmak caiz değildir. Açıklama yapmak isteyen gitsin açıklamasını evinde yapsın karışan mı var… Ne yapıyorlar? Hayal mi kuruyorlar? Eyvah ki ne eyvah! Bugün hayalini kurmaya kalkan yarın gerçeğini kurmaya kalkar. Derhal derdest edin hayal kurmak suretiyle kaos ortamı yaratmaya tevessül edenleri. Bizim gerçeğimizi içselleştiremeyenlerin işidir hayal kurmak. Derhal yasaklayın… Ne yapıyorlar? Üç çocuk yapmak için uğraşıyorlar mı? Halbuki kaç kez söyledim değil mi? Böyle parmağımla gösterdim üç diye buna rağmen rekolteye ulaşmak için çaba göstermeyenleri, iyi tanıyın bunları… Ne yapıyorlar? Ayaklanıyorlar mı? Niye? Neden? Niçin? Sevgili Kuala Lumpurlu neredesiniz? Burası neresi? Bunlar da kim? halk mı? O da ne! q
13-14 musliman_sablon 9/6/13 7:44 PM Page 13
deneme deneme
müslüman yalan söylemez fazıl aktaş
“Aldatmak maksadıyla bilerek söylenen gerçeğe aykırı söz, asılsız söz” ya da “Asılsız, uydurma, gerçek bir tarafı olmayan” olarak tanımlanıyor sözlüklerde; yalan. Yani gerçeğin, doğrunun tersi olarak. Neden yalan söylenir? Bir insanı yalan söylemeye iten sebep ya da sebepler nelerdir? Bu sorunun cevabı herhalde koca bir kitabı doldurur. Normal yaşam içinde dahi bu nedenlerin kitaplardan taşacak kadar çok olduğunu düşündüğümüzde burjuva siyasetçilerinin söylediklerini ancak sayısız ciltlik ansiklopedilerin alacağını söylemek pek de yanlış olmayacaktır.
lıyorlar: Yalan, demagoji, terör. Yalanın tanımını yukarıda vermiştik. Demagoji de aslında yalanla birebir bağlantılı bir faaliyet. “Topluluğun duygularını okşayarak görüşünü kabul ettirme, kendi davasını yürütme yolu” veya “duyguları etkileyerek temelsiz bir fikri düşünceyi, söz kuvveti ve kelime oyunlarıyla kabul ettirmeye çalışmak” olarak yer alıyor sözlüklerde demagoji ve demagoji yapmak. Bu tanımlar yabancı gelmiyor değil mi? Taksim Ayaklanması boyunca
yalana, demagojiye boğuldu ekranlar, gazeteler, dergiler… Yalan tüm semai dinlerde haramdır! Sadece dinlerde değil, bütün tarikatlarda, mezheplerde, dinsel akımlarda, dini örgütlerde, kısacası dinle alakalı her yerde bu böyledir. Yalan, kesinlikle yasaklanmış, lanetlenmiştir. İnsani ilişkilerde de yalan söylemek kötü bir şeydir yalan söyleyenler sevilmezler. İslam dinine göre de yalan söylemek
Sınıflar savaşımının tarihi bilindiği gibi köleci toplumla başlar. Yalanın tarihini de sınıfların oluşumuyla başlatmak mantıklıdır. Çünkü temeli bölüşüm, paylaşım ve eşitlikle tahkim edilmiş ilkel komünal toplumda yalana ihtiyaç yoktur. Yalan çıkarın olduğu yerde doğmuştur. Sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya kurulduğunda da ortadan kalkacaktır. Kapitalizmin hakim olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Egemen sınıfların çıkarları için hükümet olanlar, bu azgın sömürücü sistemin devamını üç şeyle sağ-
ağustos-EYLÜL 2013 | taVIR | 13
13-14 musliman_sablon 9/6/13 7:44 PM Page 14
haramdır, yasaklanmıştır. Musa peygambere inen on emirden biri “Yalan söylemeyeceksin”dir. “Eline, beline, diline hakim ol” der Hacı Bektaşi Veli. Yalanın ve yalancının sevilmediğinin kanıtıdır bunlar. Peki yalan bu kadar lanetlenmişken, bu kadar sevilmezken gözümüzün içine baka baka nasıl bu kadar rahat yalan söylüyor bu din tüccarları, bu sahte Müslümanlar? Öncelikle yalanın, bu iktidar sahipleri açısından dinle, İslamiyetle, Müslümanlıkla ilgisi olmadığını belirtelim. Yalan söylüyorlar çünkü doğruyu söyleyemeyecek kadar haksızlar! Yalan söylüyorlar çünkü doğru olan, haklı olan, meşru olan, adil olan onlar değiller! Doğruyu söylediklerinde iktidarlarını, koltuklarını kaybedeceklerini çok iyi biliyorlar. Müslümanlar ya; Allaha inanıyor ve İslamın şartlarını şeklen de olsa yerine getiriyorlar ya; Cumayı kaçırmıyor, fitne ve zekatlarını (servetleriyle alakasız olarak kendilerince bir rakam belirleyerek de olsa) aksatmıyorlar ya; Hacca gitmekle kalmayıp, turistik gezi babında dörtbeş kez Umre yapıyorlar; eh kaza ve kaderin Allah’tan geldiğini dillerinden eksik etmiyor, kelime-i şehadeti belki her gün onlarca kez tekrar ediyorlar ya; elleri titreyerek de olsa cennetten köşe kapmak, hurilerle vuslata ermek adına dilencilere üç-beş kuruş sadaka da veriyorlar ya; Ramazan orucunu eksiksiz tutuyor, o iftar çadırı senin bu iftar çadırı benim her gün ayrı bir yerde oruç açıyorlar ya; yetmiyor, şatafatlı iftarlar düzenliyor ya; konuşmalarına Kur’anla başlayıp “amin”lerle bitiriyorlar ya; üç beş değil en az on kez hatim indiriyorlar ya… Ne söylerlerse inanmamızı bekliyor, yalanlarına biat etmemizi bekliyorlar bizden. Bu din tüccarlarının gerçek yüzünü bilenler elbette inanmıyorlar yalanlara, dolanlara… Ama İslam yeşili maske takmış bu yalancı takımının, bu sahtekarların söylediği yalanlara birileri inanıyor ne yazık ki.. Onlar da
14 | taVIR | ağustos-EYLÜL 2013
bunu çok iyi biliyor ve Nazizm’in yalan ustası Hitler’in propaganda bakanı Göebbels’ten aldıkları feyzle yalan üstüne yalan söylüyorlar. Göebbels’in “Büyük Yalan” teorisine “Yalanda sınır yok” şiarıyla katkıda bulunuyorlar. Hükümetin istisnasız tüm üyeleri, kurulan bu “Yalan Korosu”nda tüm meziyetlerini sergilediler. Öyle bir koro şefine sahiptiler ki, onunla yarışabilmek, onu geçebilmek mümkün olmasada, üzerinden atlanamayacak performanslar sergilediler. Neler demediler ki; iktidarları döneminde 3 milyar ağaç diktiklerini söylediler. Bırakın o kadar fidan üretilmediğini, bunun mümkün olmadığı açıklandı daha sonra. Her şeyleri olduğu gibi çevrecilikleri de yalandı. Çevreci olsalar zaten 3. Köprü inşaatında on binlerce ağaç kesmez, içme suyu havzalarını ortadan kaldırmazlardı. Gezi Direnişi’ne katılanların başörtülü bir kadını taciz ettiklerini, 70-100 kişilik yarı çıplak bu güruhun genç anneyi ve bebeğini dövdüklerini, engellemeye kalkan bir çifti de dövdüklerini, hatta kadının üzerine işediklerini bile söylediler. Ne bir görgü tanığı vardı ne de görüntü. Beşiktaş Vapur İskelesi önünde yaşandığı söylenen bu saldırıyı oradaki binlerce kişiden tek biri bile görmemişti. Kırk kere söyledi koro şefi bunu. Göebbels “Yalan ne kadar büyük olursa, halkın inanması o kadar kolay olur” diyordu ya koro şefi bunu uyguluyordu işte. “Polis orantısız güç kullanmamıştır, yasalara uygun müdahale etmiştir” dediler. Dört kişi polis kurşunuyla, gaz kapsüllerinin beyinlerini dağıtmasıyla ve polis-sivil faşist dayağıyla can verdi, onlarca kişi gözünü kaybetti, sakat kaldı, tam 4000 kişi hastanelik oldu. Bu mu orantılı güç? Orantılı güç bu ise orantısızından korusun Tanrı herkesi. Ve yalanın en iğrenci. Dolmabahçe’deki
Bezm-i Alem Valide Sultan Camii’ne sığınan eylemciler hakkında uydurulan “Camide içki içtiler, ayakkabılarla girdiler, öpüştüler, seviştiler hatta grup seks bile yapmış olabilirler” yalanı. Bu derece gözü dönmüş yalancıları, kendilerinden yana olacağına emin oldukları, Valide Sultan Camii’nin imamı yalanladı, foyalarını meydana çıkardı. Üzerinde büyük baskı olmasına rağmen, polisçe dört-beş saat sorgulanmasına rağmen “Ben Müslümanım, yalan söyleyemem. İçki içeni de, öpüşeni de görmedim. Görmediğim şeyi de gördüm demem. Burası Allah’ın evi, sığınanları da dışarı atamazdım” dedi. Yani “inançlı” her Müslüman’ın yapması gerektiğini yaptı, doğru söyledi. Birileri ondan ders alır mı bilemeyiz ama ders alacak olan varsa da bunlar kesinlikle AKP’liler olmayacaktır. Egemen sınıfların uşakları yalan söylemeye devam edeceklerdir. “Dilin kemiği yok” demiş atalar ve “Çok laf yalansız, fazla mal haramsız olmaz” da demişler. Bu sahte Müslümanlar için söylenmiş bu sözler sanki şu an iktidarda olanlara nasıl da uyuyor. Hiçbir şey nedensiz değildir. Bugün hükümet üyelerinin yalan söylemelerinin de mutlaka bir nedeni olduğunu, iktidarlarını yalan ve demagojiyle, yetmediği yerde terörle korumaya çalıştıklarını söyledik. Yalandan medet umuyorlar, halkın örgütsüzlüğünden… Cehaletten güç alıyorlar, sırtlarını dayadıkları emperyalistlerden bir de.. “Bozuk düzende sağlam çark olmaz” demiş ya Pir Sultan. Bu çürümüş düzeni doğru söyleyerek koruyamayacaklarını, yarattıkları bu bataklıkta kendilerinin de boğulacağını çok iyi biliyorlar. “Yalancının mumu yatsıya kadar yanar”mış. Bunlarınki yatsıya varmadan söndü çoktan. İnsan olan yalan söylemez, Müslüman hiç! Oysa bunlar ne insan, ne Müslüman. q
15 cocuk yuzu_sablon 9/6/13 7:44 PM Page 15
deneme deneme
çocuk; yüzü hep güneşe dönük bir çiçek kamet topçu
Çocuk deyince akla umut gelir. Hayatımıza daha girmeden umutları yeşertir. Dâhil olduklarında ise en kötü şeyler bile umutla, dirençle bizim gücümüze güç katar. Sonra büyümeye başlar sakınırsın onu tüm kötülüklerden, olumsuzluklardan. Yaşamı ondan önce gördüğünden midir yoksa gözbebeğin olmasından mıdır bilinmez. Ağlayacak olsa sen haykırırsın içten içe. Düşse yere senin canın daha çok yanar. Üzülse yavrun sen de hüzünlenirsin. Yavrun, kanın, canın gün gelir zalimin hedefi olur. Yüreğin dağlanır. Nasıl dersin? Hani ondan önce gördüklerin vardı ya bir an unutursun hepsini. Canının her noktası yavrun için atarken bir daha yaşarsın tüm hayatı… Gözünden bile sakındığın, sıkılmadan, şikayet etmeden hayatın tüm yükünü üstüne aldığın çocuğun kör kurşunlara hedef olurken, hunharca atılan biber gazlarından, plastik mermilerden yaralanırken ne aldığın nefes nefestir ne de yediğin lokmalar bedenine güçtür… Kolay mıdır insanın canından can kopması, reva mıdır körpecik yavrulara kıyılması. Ne kolaydır ne de görmezden gelinesidir. Zaman güçlü olma zamanıdır; yılmadan, yıkılmadan. Ne diyordu usta Nazım Hikmet; Düşmana inat bir gün daha fazla yaşayacaksın…
Sen değil miydin zaten yavruna düşünmeyi öğreten, çevresinde olup bitene duyarsız kalmamasını nasihat eden, mazlumun yanında dur diyen… Haksızlığa boyun eğmemeyi kimden öğrenmişti? Senin yanında durmamış mıydı haksız yere işten atıldığında meydanlara çıkarken. Atanamayan öğretmenler için gür sesle bağıran, yaşıtları, arkadaşları F tiplerinde katledilmeye çalışılırken beraber gitmemiş miydiniz dayanışmalara… Umudun adı senin gözünde yavrun değil miydi? İşte o çocuklar şimdi meydanlarda, direnişte, haykırışta ve “isyan”da… Ve o çocuklar ki hastanelerde hayata tutunmaya çalışıyor. Mücadele ederken yaralanan ve hatta uzuvlarından birini kaybeden arkadaşları, yoldaşları dışarıda bekliyor. Bekliyor çünkü yaşanacak güzel zamanları, umutlarının adının konacağı günleri, sorulacak hesapları var… Pes etmiyorlar, hamurlarında yok çünkü. Onların düşünmesinden dahi korkacak kadar zavallılara inat yaşayacaklar. Geçip karşılarına onurluca dikilecekler. Tarihlerini biliyorlar çünkü. Kitaplara sığmayacak kadar büyük geçmişlerini biliyorlar… Tehditlerin, baskıların işe yaramayacağını biliyorlar. İnanıyorlar geleceğe, artık dur dediler bir kere. Yokluğu da varlığı da biliyorlar. Kırılmıyor umutları ve güçleri… Geldikleri yerler, kültürleri belli, halktı onlar. Emeğin, alınterinin yüceliğine inanan, bu uğurda yaşamlarını sürdüren ailele-
ri vardı. Tek başına bunlar bile oligarşinin önünde başlarını eğdirmez, alınlarını hep dik tutar, öfkelerini dindirmezdi. Öyle de oldu günden güne büyüdüler. “Çocuk”lar koşuyorlardı aydınlığa, duyuyorlardı zafer marşlarını, evlat acısıyla yanan analara sözleri vardı. Korkuyordu oligarşi çocukların düşlerinden, fikirlerinden, azimli olmalarından, zulme sessiz kalmamalarından, emeklerinden… Zulmedenler artık ne yapacaklarını şaşırmıştı. Okudukları okullarla, gelecekleriyle ve hatta aldıkları ya da alacakları bursla tehdit ediyordu onları. Oysa çocuklar gülerek seyrediyordu bu olup biteni. Kürsülerdeki titreyen sesleri onların zaferleriydi çünkü. Pervasızca atılan iftiralar ne kadar onurlu bir kültürden geldiklerini gösteriyordu. Anne babalarıyla, halk deyimiyle, oligarşiye “kafa tutuyorlardı”. Arkadaşları meydanlarda, hastanelerde, tecritlerde savaş verirken, direnirken onlar da dışarıda koşuyorlar, halkla beraber fikirler üretiyor, inançla ilerliyorlar. Aralarında oluşan birlik ve beraberlik, düzmece suçlamalarla onları tecritlerde hapsedeceğini sanan oligarşi vız geliyor. Okuyarak, düşünerek zalimin karşısında birbirlerine sarılıyorlar. Acıyı da iyi biliyorlar… Unutmazlar kahpeliği ve unutmazlar bir dakika bile vazgeçmemeleri gerektiğini. Ne geçmişlerinde ne de karakterlerinde davadan dönmek var... Gün bu gündür! q
ağustos-EYLÜL 2013 | taVIR | 15
16-17 berkin_29-30 ellerimi tut 9/6/13 7:45 PM Page 16
mektup mektup
merhaba berkin dilşah köksal
Merhaba Berkin, Ben mahalleden bir ablanım. Zamanının çoğunu seninle geçiren ablalarından sadece biri. Berkin'im, kara kaşlım, kara gözlüm. Yiğidim, korkusuzum. Öfkenin en derini, adaletin en keskin bakışlısı... Haberin bir çatışmanın göbeğinde geldi. O gün, pazar günü, vurulduğun gün. Cumartesi gününden sabahlamıştık Taksim'de, kavga meydanında. Sen de kavganın ortasından, savaş meydanından rüzgar gibi geçerken vurulmuşsun. Sana o günü biraz anlatayım. Öğlen saatleriydi, düşman Okmeydanı halkının yüreğinden korkmuş, kaçmak için yer kolluyordu. Abluka altına almaya geldiği mahallede ablukaya alınmıştı. Korkusu tüm bedenine yayılmıştı, elinde kalkanı titriyordu. Mahallemizin teyzeleri ve amcaları meydana çıkmış, düşmana "Gidin mahallemizden", "Burası Okmeydanı, buradan ya sizin ya bizim ölümüz çıkacak" diyorlardı. Tam o sıra geldi haberin. Bir arkada-
16 | TAVIR | AğusTos-EYLÜL 2013
şın geldi “Abla Berkin'i vurdular” dedi. "Hastanede komada" dedi. O halin gözümde hiç canlanmadı biliyor musun? Lapiska saçlım, delikanlım, komada öyle mi? Hareketsiz öylece yatıyor öyle mi? Yoo, imkansız. Berkin sıkılır ki, yatmaz, yatamaz! Sandalyede bile rahat duramayan Berkin, sessizliğe dayanamayan sıkılan Berkin, hastane odasında hareketsiz yatamaz ki! Olmaz ki! Biliyorum kardeşim, sıkılıyor canın. “Ben de orada olmalıydım” diyorsun. “Burada ne işim var çıkarın beni” diyorsun. “Uyutmayın çıkarın kolumdaki serumu” diyorsun. Biliyorum ablam parkı, köpeğimiz Şila'yı, arkadaşlarını, anneni, babanı, Gamze'yi, Özge'yi çok özledin. Bizi özledin, biliyorum. Ama sesimizi duyduğunu, haberimizi aldığını da biliyorum. Bak gülümsüyorsun, bak elini oynatıyorsun. Sesler de geliyor dudaklarından. Bak köyden tanıdık, tanımadık herkes hastanenin önünde. Mahallede serserilik yapıyorlar diye kızdığın akranların da burada. Hiç ta-
nımadığın yedi düvel yabancı dediğimiz insanlar gelmişler. Onlar da burada. Ethem, Ali, Abdullah, Mustafa Ali herkes burada. Kara gözlüm biz mi? Biz yüreğinde, omuz başındayız. Yoruldun mu? Koy kafanı omzuma, biz taşırız seni. Gövden ağır mı geldi sana küçüğüm, yorma bedenini gövdene can oluruz biz. Her gün çifter çifter soluyoruz, senle soluyoruz, senle yatıyor, senle kalkıyoruz. Bir bedene iki yürek sığar mı hiç, sığıyor işte. Bizim yüreğimizin yanında senin de yüreğin atıyor. Öğretmenimiz bir çift göz olmaktan bahseder, bize “Bir çift göz olun” der. Bir göz ağlarken diğer göz gülemez ya, bizimki de o hesap anlayacağın. Hep gözlerinden anladık ruh halini belli etmezdin bize. Sinirlendiğinde hele, ayağın hiç durmazdı yerinde hep oynatırdın, masada ya da elinin altında bir şey varsa onunla uğraşır, sinirden patlamamak için meşgale arardın kendine. Ama bizden saklayamazdın, tutardık ensenden, elimiz
16-17 berkin_29-30 ellerimi tut 9/6/13 7:45 PM Page 17
omzuna değdiğinde yaramaz bir çocuğun yakalanışındaki mahcubiyet belirirdi gözlerinde. O an anlatman gerekeni anlatır çözüm arardın sonra. Hemen varsa bir oluru yapalım derdin. Ama öfkenin sebebi hep aynıydı bizimkiyle, aynı bakardı gözlerimiz. Aynı öfkelenirdi yüreğimiz ve bilincimiz, aynı şeyi yapmamız gerektiğine kanaat getirirdik. Yapardık da… Hatırlar mısın, akşamın geceye döndüğü saatlerde 3-4 arkadaşınla birlikte Okmeydanı Köşe’nin orada, elinizde çuvallarla caddeye doğru çıkıyordunuz koşa koşa. Beni ve yanımdaki abinizi görünce kaçmıştınız, sizi görmediğimizi sanmıştınız. Ama bir sonraki sokaktan arkanıza çıkınca şaşırmıştınız. Hep beraber ne de candan gülmüştük o akşam. Sonra arkamızdan bağırmıştın…
Senin için bilmiyor diyorlardı, bilinçsiz diyorlardı. Her zaman verecek bir cevabımız, söyleyecek bir çift sözümüz olmuştur söyleyenlere. Kim demişse halt etmiş! Hiç insan bilmediği şeye sevdalanır mı, bilmediği şeye öfkelenir mi, yanlış olduğunu bilmediği bir şeyi düzeltmeye çalışır mı? Gerçekçi değil, bilime aykırı. Hiç insan bilmediği bir şey için, ölümüne, sonuna kadar gider mi? Gitmez, korkar.
tutmadılar mı? İrin akan ağızlarından çıkmadı mı "Aferin iyi vurdun kafasından." sözleri. Ama merak etme Berkin, elimizde hiçbir şeyimiz kalmasa da şimdi yüreklerimiz düşmana tutulan bir silahtır. Biz de Okmeydanı'nın evladıyız. Senin vurulduğun yerden sürüyor kavgamız.
Yıldızlar ve sular tanıktır bize Üstelik insan bilmediği şeyden korkar, Berkin biliyordu ve korkmuyordu.
Aç ve kavruk bir memeden Direnmeyi yudum yudum emen
“Abla! Bu senin için. Çık! Çık! Çık! Paat!”
Kömürleşmiş bedene öfkeleniyordu Berkin, verilmemiş mektuba, işkencenin her türlüsüne, adaletsizliğe, yanan delikanlı ömürlere, bir sevdalının yarı yolda çekip gitmesine... Normal değil mi bunlara öfkelenmek? Ha insan öfkelenir ama Berkin ama sen bir başka öfkelenirsin. Eee ne de olsa Berkin, Okmeydanı'nın yiğit evladı.
Hep ellerinle yakardın kavgayı, her zaman ellerinle taşırdın alevi kavgaya. Etrafını açar, bir hışımla koşar, öfkeni bir alev topu gibi atardın Okmeydanı sokaklarında..
Zaten bu yüzden vurmadılar mı seni? Yüreğimizi bu yüzden yangın yerine çevirmediler mi? Seni başından vurduktan sonra birbirlerinin sırtını alçakça sıvazlayıp katil elleriyle alkış
Bir çocuk gibi öğrendik Ve direndik
Ordular kurduk türkü renklerinden Bütün ağıtları bir hücumda yendik Acıya kurşun işlemez artık Biz yaşamayı zulümsüz sevdik* *Adnan YÜCEL q
AğusTos-EYLÜL 2013 | TAVIR | 17
18 beni merak etme_29-30 ellerimi tut 9/6/13 7:46 PM Page 18
deneme deneme
beni merak etme oğul, yoldaşlarının yanındayım! mehmet özer
Evladımı kaybettim, aldılar onu benden. Durmadan konuşuyor insanlar, sarılGün ortasında, kalabalığın içindeydi, makla yaram sağalır mı? Başımda bir uğultu, ayaklarım taşımaz oldu beni. onu seçti cellat. Çok yorgunum el çektim yemekten sudan, gözlerimin ışığı sönüyor. Gözlerimi yatırdım pencereye, kulağım kapıda oğlum gelmiyor. Ne bir ses, ne bir suret. Hayat terk etti beni. DuvarAnlamıyordum, duymuyordum. lar üstüme yürüyor, hiçbir yere sığmıyGöğsüm daralıyor nefesim kesiliyordu. orum. Nereye baksam oğlumu görüyorum. Neye dokunsam bana sesleniyor. Aklımı Sonra fotoğrafını taktım göğsüme, sokaklara çıktım. Karıştım oğlumun yitirmek üzereyim. arkadaşlarının arasına. Can geldi göCanımı söküp aldılar, kuru bir dal gibi zlerime. Bir de ne göreyim, binlerce evladım olmuş. Nasıl oldu ben de kaldım. Dünya başıma yıkıldı. Gündüzüm gecem oldu, gecem zifir karanlık. Bir boşluğa düştüm. Giderek büyüyen ve beni de içine çeken bir boşluk.
18 | TAVIR | AğusTos-EYLÜL 2013
anlamadım. Ethem'in acısıyla harap olmuş bedenimi, aklımı iyileştiriyorlar. ‘Ana’ diyorlar bana. Ethem gibi sevgi dolu seslenişlerle ‘ana’. Genci, yaşlısı sanki evvel zamandan beri tanışıyormuşuz gibi sarılıyorlar bana. Diyorum ki kendi kendime bunu Ethem düşünmüştür. Ben yalnız kalmayayım, dayanayım acıya, hesap soracak gücüm olsun diye Ethem yapmıştır bunu. Ben bir Ethem doğurdum, Ethem binlerce yoldaş verdi bana. Beni merak etme oğul, yoldaşlarının yanındayım. q
19-20 analar_sablon 9/7/13 5:45 PM Page 19
mektup mektup
oğulları öldürülen analara havin poyraz
Bu mevsimde köyler ne güzeldir. Şehrin gürültüsünden, kargaşasından, telaşından uzak. Çeşmelerinden suları buz gibi akar. Soğukluğu dudakları çatlatır. Çocukları meydanda özgür oynar. Herkes biri birini tanır, acısını, tatlısını bilir. Adamı da bir başka güzeldir. Temizdir, saftır, kirlenmemiştir. Köyümüz güzeldir. Toprağımızdır, memleketimizdir, bizimdir. Bayram geldi ya, köye gidelim dedik. Seni orada beklerim dedim oğul, açmaz oldun kapılarımı. Sanki uzak diyarlara gitmişsin. Gözlerim kapıda bekle-
rim, beklerim yoksun, gelmezsin. Bir umudum da köyümüzde. Severdin köyü. Yazları önce biz giderdik, sonra sen peşimizden gelirdin. İki elin kanda olsa gelirdin. Her şeyi bırakıp yıllar önce Sungurlu’ya yerleşen babanı her yıl mutlaka görmek isterdin. Altı yaşındayken seni bırakıp gittiği için kızmazdın babana. “Babam bir değişik adam” derdin, saygı duyardın. Şehir babana dar geldi. Yıllar önce yuvamızdan uçup gitti. Dağ başlarında kendine has bir yaşam kurdu. Sen de bu
Haziran yuvamızdan uçup gittin. Dağlara mı gittin oğul, babanın yanına mı gittin? Tüm bu inançla gittim köye; belki seni görürüm diye. Köye vardığımızda bayramın ilk günüydü. Bayramlaşmaya tanıdık tanımadık herkes geldi. Evimiz ilk defa bu kadar kalabalık oldu. Ethem’ in annesi, anamız nerede diye sorup, sarılıyorlardı elime. Sağ olsunlar, bayramımı kutladılar, elimi öptüler. Ben de sıkı sıkı kucakladım. Yanaklarından, alınlarından bir bir öptüm. Onlar da sen gibi evlat. Balkonda oturmuş kalmışım. İçeri çaağustos-EYLÜL 2013 | taVIR | 19
19-20 analar_sablon 9/7/13 5:45 PM Page 20
ğırırlar gidemem. Dizlerim sanki birbirine kenetlenmiş, açılmaz. Köyce evimizin küçük balkonunda oturmuş, seni beklerim. Gelenler, gidenler…Ben olduğum yerde mıhlanmış kalmışım. Gün geceye vurur. Güneş ışığın yavaş yavaş söndürür, başka diyarlarda ışıldanır. Ortalık sessiz. Bir tek cırcır böceklerinin sesi ve gecenin sesi… Hafiften bir rüzgâr esti. Ürperdim.Baktım sağıma, yanımda biri oturur. Gözlerini dikmiş gözlerime, bana bakar. Bir evlatça bakar ki, anlatamam. “Oğul dedim, kimlerdensin sen, güzel ismin nedir?”. Yüzü de bir tanıdık gelir ki. “Ana!” der demez boynuma sarıldı. Gülümseyerek “Ana! Ben Ali İsmail, tanımadın mı?”. Dilim tutuldu adeta, bir şey diyemedim. Gözlerine baktım, ellerine dokundum, saçlarını okşadım, kokladım. “Oğlum!”. Sıkı sıkı sarıldım. Bir süre öylece kaldık. Toparlandım. Ellerini avucumun içine aldım. “Sana nasıl kıydılar evlat? Anlat!” Avucumdaki küçük ellerini öptüm, gözlerine baktım: Sanki o an yanımda Ethemim oturur. Ali İsmail sokuldukça, Ethemim aklıma gelir, ılık ılık bir şeyler içime akar. Konuşmaya başlayınca başını omzuma yasladı, ikimizde karanlığa doğru bakarız. Sakin sakin anlatmaya başladı: “Günlerdir kütüphanede ders çalışıyordum. Sınav dönemi yaklaştığı için bir yandan not topluyorum, bir yandan da sabahlara kadar ders çalışıyorum. Ara ara duyuyorum. Taksim’de direnenler varmış, Gezi Parkı yıkılmasın diye çadır kurmuşlar. Yakından takip etmeye baş-
20 | taVIR | ağustos-EYLÜL 2013
ladım, ama çok da dahil olamıyorum. 31 Mayıs gecesi polisin parktakilere azgınca saldırıp, ağaçları dozerlerle yerle bir ettiğini ve başbakanın açıklamalarını dinlemem, artık herkes gibi benim de sabrımın taşmasına neden oldu. Gezi Parkı’yla dayanışma amacıyla Eskişehir’de öğrencilerin başını çektiği bir yürüyüş düzenlendi. Bu yürüyüşe ben de katıldım.” Elimi daha sıkı tutmaya başladı, daha bir kuvvetli sıkıyordu. Heyecanlanmış anlatıyordu. O anlattıkça benim gözlerim doluyordu. İçimden bağıra bağıra ağlamak geliyordu: “ Polis “yürüyemezsiniz” dedi. Biz yürümek için ısrar ettik. Polis gaz bombalarıyla üzerimize saldırırınca barikat kurduk ve direnmeye başladık. Çatışmalar her gün sabahlara kadar sürüyordu. 2 Haziran günü yine yürüyüş olacaktı. Sabaha kadar sokaktaydık zaten. Arkadaşlarla toplandık yürüyüş yapacağımız meydana gittik. Yürüyüş başlar başlamaz polis yine gaz bombalarıyla saldırmaya başladı. Gaz bombasından kaçarken ara sokağa girdim. Birileri bağırıyordu. Önce yüzlerini tam göremedim. Yaklaştıkça yüzlerini daha net seçebildim. Bazılarının elinde telsizler vardı. Bu linç güruhundan kurtulabilmek için kaçmaya çalıştım. Biri çıktı önüme kolumdan tuttu sopayla vurmaya başladı, sonra biri daha geldi. Ellerinden kurtulmayı başardım derken biri daha geldi, sonra biri, biri daha…Kaçamadım. Çıldırmış gibi vuruyorlardı. Bağırdım. Vurmayın dedim. Kalp ameliyatı oldum dedim. Ben böyle söyleyince daha azgınca vurdular. Etraftan sesler geliyordu: “Yazıktır vurmayın gençlere, bırakın” diye. Ağızlarından salyalar aka aka bağırarak karşılık verdiler. Vurdular, vurdular, vurdular… Her tarafım kan içinde kaldı. Çok acı çekiyordum. Baygınlık geçirince bırakmışlar. Gözlerimi açtığımda hastanedeydim. Doktora başımdan geçen her şeyi anlattım. Pek ilgilenmedi. Yüzüme bile bakmadı. Yaralarımı sarmadı. “24 saat boyunca uyuma” demedi. İlaç
verdi: Novalgin. “Baş ağrısına iyi gelir, evine git” dedi. Teşekkür ettim.” “Sen nasıl doktorsun? Kafama defalarca darbe aldım. Beni nasıl eve yollarsın? İnsan hayatı bu kadar ucuz mu?” diyemedim. Arkadaşlarım oradaydı. Birlikte eve gittik. Bir gün sonra gece fenalaştım. Bilincimi kaybettim. Ağzımdan köpükler çıkıyordu. Apar topar hastaneye götürdüler. Hemen ameliyata aldılar. Beyin kanaması geçiriyormuşum. Kanama bir gün önce başlamış. Ameliyattan sonra makineye bağladılar. (Sakince) Sonrasını biliyorsun…” Başını omzumdan aldım, yüzünü, gözlerini öptüm, saçlarına bakındım; yaralarını gördüm: “Ali’m, kuzum, Ethemim gibisin… Gel sarılayım sana. Yaralarını sarayım. Sizine hevesliklerle, hayallerle doğurduk. Yürümeniz, ilk anne deyişiniz. Gel oğul, yaralarını ben sarayım. Dokunmaya kıyamazdık. Zalimler vura vura seni aldılar. Kanatlarımı kırdılar.Döve döve öldürdüler Ali’mi, nasıl dayandı körpecik vücudun böylesi zalime, düşküne Ali’m? Onları burada görmek istiyorum oğlum, tam karşımda. Yüzüme bakmalarını istiyorum, size yaptıklarını bir bir sormak istiyorum.” “Sor ana! Unutma bizi, unutmayın! Yüreğinizdeki acınız hiç soğumasın. Yapanların yanına kar kalmasın!” Elimden öpünce kendimi tutamadım, yaşlar gözümden boşanıverdi. “Ağlama Ana! Gözyaşların akmasın. (Gözlerimi eliyle usulcana sildi) Bir oğlun daha geldi, bak orda sana bakıyor. Ben de Hatay’a Emel anamın elini öpmeye gidiyorum” Der demez yitti. Döndüm arkama baktım. Yavaş yavaş yanıma yaklaştı: “Ana! Ben Ethem! Elini öpmeye geldim!” q
21 yilmaz guney_sablon 9/7/13 5:48 PM Page 21
araştırma araştırma
yılmaz güney bu güne sesleniyor tavır
olmak, farkında olmadıkları şeyleri göstermek, onları uykularından uyandıracak filmler yaparak onları toplumsal mücadeleye katmak için çalışırım." “Arkadaşlar! Dışarda bir şeyler oluyor farkında mısınız? Uykuda olanları sarsın, uyandırın. Herkese söyleyin, yakında ışıklar kesilebilir. Karanlıkta ne yapacaksınız?” Türkiye Sinema Tarihi’ne devrimci bir yön kazandıran, Anadolu topraklarının, halklarının sorunlarını sanatına taşıyan devrimci sanatçı Yılmaz Güney ‘i ölümünün 29. yılında saygı ve özlemle anıyoruz. Bu sayımızda devrimci sanatçı Yılmaz Güney’in yıllar önce kurduğu cümlelere yer vererek bu güne seslenmesini sağlamak istedik: “Ben bir kavga adamıyım. Sinemam da bir kavganın, halkımın kurtuluş kavgasının sinemasıdır.” "Onbinlerce, milyonlarca insan beni izler hedefim onların sevgisine layık
“Hayatın iyi, uslu bir seyircisi olmaktansa hayatın içinde başarısız bir adam olmak bin kere daha iyidir. İyi bir boks seyircisi olmaktansa, kötü bir boksör olmayı göze almak daha iyidir.” “Asıl hapishane insanın kafasında yarattığı hapishanedir.Hayatı sınırlayan hapishane odur ki,ilk fırsatta yıkılmalıdır. Dünyayı daha iyi kavrayabilmek için.” “Ülkemden ayrılışım, özgür olmak, yaşamak istediğimden ötürü değil ,özgürlük ve demokrasi kavgasına daha etkin ve aktif bir biçimde katılabilmek içindir.”
“Sorunun esası şudur: Ya devrim yolunu seçeceğiz... Ya da, bu düzenin baskılarına, haksızlıklarına boğun eğerek, şu ya da bu biçimde teslim olarak yaşamayı seçeceğiz. Bu çeşit bir seçiş, yok olmanın bir biçimidir.” “İnsanları taş duvarlar, demir parmaklıklar arasında terbiye etmeyi, onların düşüncelerini önlemeyi düşünen anlayış yıkılacaktır.” “Bir köle olarak yaşamaktansa özgürlük savaşçısı olarak ölmek daha iyidir” “En zor en imkansız zamanda dahi başarıya gitmenin tek yolu çalışmaktır..!” “Her şeye rağmen düşmana inat yaşayacağız.Yarın bizim çünkü... Biz öleceğiz ama çocuklarımız bırakacağımız mirası taşıyacaklar yüreklerinde... Ve onların yürekleri bizim altında ezildiğimiz korkuları taşımayacak...” q
ağustos -EYLÜL 2013 | taVIR | 21
22 sanatcilar_29-30 ellerimi tut 9/6/13 7:47 PM Page 22
deneme deneme
sıra sanatçılarda... hasan bakır Burjuvazi kindardır. Kini, duyguların ötesinde sınıfsaldır. ayrıca kişilerden bağımsızdır ve kurumlaşmıştır bu kin... Ve faşizm eliyle şiddete, katliama dönüşmüştür. Yani falanca yöneticinin ya da kadronun kişisel husumeti ve öfkesi hiç bir baskıyı ve şiddeti açıklayamaz. İsimler değişse bile faşizmin içinde biriktirdiği kin azalmaz. Bu sağlam öfkenin ardında iktidarını koruma güdüsü vardır ki, açlıktan kıvranan vahşi bir hayvanın önündeki avı korumasına benzer. Ancak onun vahşi hayvandan farkı, koruduğu şeyin sömürü düzeni olmasıdır. Ülkemiz gibi yeni sömürge ülkelerde faşizm bu düzenin bekçiliğini yapar. Hem de en kanlı bir biçimde... Ve faşizmin bu uğurda başvurmayacağı yöntem yoktur. Gezi direnişiyle başlayan halk ayaklanması süresince herkes bu yöntemleri açıkça gördü sanırız. Gençlerimizin gaz fişekleri, kurşunlarla öldürülmesi de; bizzat başbakan tarafından söylenen yalanlar da; komplolarla insanların tutuklanması da aynı kafanın başvurduğu yöntemlerdir. Birbirlerinden bir farkı yoktur bu saldırıların. Aynı amaçla yapılmış, aynı safta duranların eylemidir. Sanatçılar da ayaklanma sürecinde çok önemli bir yerde durdular. Fiilen çatışmaların içinde yer alarak insanlar nezdinde direnişin meşrulaşmasına katkıda bulunmuşlardır. Faşizmin bunun karşısında boş duramayacağı, sanatçılar üzerinde de baskı kuracağı kesindi. Çünkü bu sınıfsal kin, doğası gereği düzeni tehdit eden tüm unsurlara saldırır. Elbette herkese üslubunca…
yanında olan yalnızca Memet Ali değildi... Ve bir sabah vakti onlarca sanatçı büyük bir “uyuşturucu operasyonu” ile gözaltına alındılar. Ara sıra buna benzer gözaltılar duyuyorduk. Manken, dizi oyuncusu, yönetmen... Ancak bu kez hem kitlesel olmasıyla, hem de birçoğunun ayaklanma sürecinde direnişe destek veren sanatçılar olmasıyla dikkat çekti bu operasyon. Bu kez aralarında hayli popüler olan sanatçılar da vardı. Kenan İmirzalıoğlu, Engin Altan Düzyatan, Engin Günaydın bunlardan bir kaçı. Kimisi sabah saatlerinde evlerinden alındı, kimi de tatil yaparken otelden. Hemen her koşulda, anında suç yaratabilen polis nasıl bir dayanak hazırlamıştı bu operasyona. Savcılık sorgusunda bu büyük(!) operasyonun niteliği de ortaya çıkmış oldu. Telefon görüşmelerini bir rapor haline getiren polis; çaydan pastaya, CD’den bilgisayara her kelimeyi bir uyuşturucu alış verişinin şifreleri gibi savcıya sunmuştu. Elbette uyuşturucu trafiği içinde bulunan bir kişi telefonda açıkça konuşmaz. Hiç kimse “bana uyuşturucu getirir misin”demez. Ancak savcının iddiasında önemli bir eksiklik var. O da bu“delil”lerin altını dolduracak başka somut verilerin bulunmayışıdır. Pekala herkes telefonda “gelirken çay alır mısın?” diye bir soru sorabilir. Her gün binlerce kez tekrarlanıyordur bu cümle belki. Burada daha farklı bir mesaj kendini hissettiriyor. “İstediğim zaman, istediğim muameleyi uygularım size! Nerede olursanız olun alır getiririm sizi! Paranızı, şöhretinizi yok ederim!” diyor bu kin.
Söz konusu sanatçılar olunca önce bir “halkın gözünden düşürme” saldırısı başlattı faşizm. Ne ahlaksızlıkları kaldı ne provokatörlükleri. Mali hesaplar incelendi, eski defterler açıldı… Memet Ali Alabora’ya yapılanlar herkesin hafızasında Tayyip Erdoğan’ından Melih Gökçek’ine nasıl da saldırdı hükümet. Adeta bir linç kampanyasıydı bu. Ancak bu süreçte direnenlerin
Elbette uyuşturucu kullanmak, kendini ve halkı zehirlemektir. Yozlaşmadır, çürümedir. Hele ki halkın gözü önünde ona örnek olan sanatçıların bunu kullanması daha büyük bir yozlaşmadır. Sanatçının beyninin tüm hücreleri açık ve canlı olmalıdır. Olaylara taze ve berrak bir beyinle bakmalıdırlar. Beynini ve emeğini uyuşturan sanatçı yaşadığı çağa ve halka hiçbir şey veremez.
22 | TAVIR | AğusTos-eylül 2013
Uyuşan-uyuşturan değil, uyandıran olmalıdır sanatçı… Uyuşturucuyu yayan, yaygınlaştıran, satılmasına göz yuman ve satanları kollayanlar kimlerdir halkımız bunu iyi biliyor. Bu noktada polisin böyle bir operasyon başlatması ve sanatçılarla birlikte toplanıp gözaltına alınan birkaç “torbacı”ve kaydedilen telefon görüşmelerinden başka elinde somut bir şey olmayışı doğal olarak insanı düşündürüyor. Hele de hükümetin, polisin güvenilirliğinin ve dürüstlüğünün insanlar nezdinde iyice yok olduğu bir dönemde böyle bir operasyon olması akıllara camide içilen içkiyi, taciz edilen türbanlıyı, marjinal grupların provokasyonlarını getiriyor. Çünkü kin birikmiştir ve gölgesi bazı sanatçıların üstüne düşmüştür. İçlerinde uyuşturucu kullanan var mı bilemeyiz ancak öyle bile olsa birden bire onlarca oyuncunun, müzisyenin, mankenin böyle bir zamanda alınması hükümetin gazabına uğradıklarını işaret ediyor. “Çamur at izi kalsın” . Bunu alenen bir tehdit olarak kullanıyor hükümet. Kendi varlığına karşı potansiyel bir tehdit olarak sezdiği kesimleri böyle hizaya getirmeye çalışıyor. Sanatçıların susmalarını, aksi takdirde devletin zor elinin enselerinde olacağını ima ediyor. Bu operasyonda alınmayan sanatçılara da bir gözdağıdır aynı zamanda. Şöhretleriyle, işleriyle, statü ve gelirleriyle tehdit ediliyor sanatçılar. Yalan ve demagojide ustalaşan faşizm elbette bunu da yapabilir. Ancak insanlık onurunu ve sanatçı kişiliğini koruyan her sanatçı bunların karşısında da dik duracaktır. Çünkü direnen sanatçı artık halkın bir parçasıdır. Onun kadar güçlü ve sonsuzdur. Kendini bulacağı en büyük güç ise burjuvazinin kinine karşı halkın kinidir. Bu saldırılara karşı geri adım atarak değil; ancak örgütlenerek, halkın adalet özlemine sahip çıkarak karşı koyabiliriz. q
23-25 ask gemisi_sablon 9/6/13 7:48 PM Page 23
öykü öykü
aşk gemisi havin poyraz * Aşk Gemisi’nde ölen işçiler Doğan Balcı ve Davut Özdemir’e…
Elinde cigarası, çakmağı, başında kasketi sabahın seher vaktinde, 12 yıldır kiracısı olduğu evinden çıktı. Hırkasını almadığına pişman, bugün hava serince diye içinden geçirdi. Yürürken bir yandan da cigarasını yaktı. Sigara paketini ve çakmağı cebine koydu. Diğer cebinden de Sivas Oltu taşından siyah taneli tespihini çıkardı. Babasından yadigârdı. O da bu yollarda gidip gelirken kim bilir hangi düşüncelerle bir bir çekmişti tespihin tanelerini. Babası geldi mi aklına böyle hüzünlenirdi. Ölümüne yakın vücudu incecik kalmıştı. Sigara ciğerlerini bitirmişti. Son zamanlarında acısını dindirmeye ilaçlarda para etmiyordu. “Ah baba ah! Yoksulluk kader imiş” dedi kısık sesle. Tespihi farkına varmadan daha sert çekmeye başladı. Otobüs durağına
yaklaşmıştı. Servis onları otobüs durağından alıyordu. Zaten hepi topu kendi ve birde karşı mahalleden Nusret vardı. Durağa vardığında servis gelmek üzereydi, ama Nusret ortalarda yoktu. Sabah altıda durakta olun demişlerdi. Saat tam altıydı, ama ne Nusret vardı ortalarda ne de servis.
Şoför Nusret’i sordu.
“Servis gelmeden bizimki geleydi.” Servis karşı sokaktan göründü. Hızla durağa geliyordu. Ön camında kocaman “Aşk Gemisi” yazılıydı. Türkçesi ve İtalyancası… Ne de olsa İtalyanların dizisiydi. Servis durağa gelip de önünde durunca bir havası oluyordu. Herkesin ona imrenerek baktığını hissediyordu. Öyle ya bırak Türk artistleri, İtalyanları bile görüyordu. Azıcık havası olsundu dimi? Şoför camdan:
“Gelir şimdi” “Beş dakika daha beklerim. Yoksa geç kalırız, paparayı yeriz. Yalnız bugün gelmezse dünkü yevmiyesi de kesilir.” “Bekleyelim, yazıktır. Dün kötü olduk biliyorsun. Fukara belki kalkamamıştır.” “Sen nasıl oldun?” “Gece fenalaştım. Hanım doktora gidelim dedi, ama ben bir bardak ayran içtim. Sabah gemidekiler de ayran vermişti ya, düzelmiştim. Ama Nusret doktora gitse daha iyiydi. Onun bünyesi biraz zayıf.” “Zehirlenmek adamı kötü eder. Deniz havası da etkiliyor tabi. Doktora gitseniz daha iyiydi.”
“Nazım Abi! Hadi bin!” dedi. Kapı otomatik açıldı. Binerken sokağa bir daha baktı. Gelen giden yoktu.
Biri camı tıkırdattı. Gelen Nusret’ti. Nazım’ın gözleri parladı. Kapı otomatik açıldı.
ağustos -EYLÜL 2013 | taVIR | 23
23-25 ask gemisi_sablon 9/6/13 7:48 PM Page 24
“SelamunAleyküm!” “Aleyküm Selam!” “Aleyküm Selam!” Aşk Gemisi ağır ağır hareket etti, sonra hızlandı. Son sürat limanına yaklaşıyordu. Nusret ve Nazım arkada sohbete dalmıştı. Şoförse önde, sohbete pek girmiyordu. Arada laf atıyordu. Nazım fısıltıyla: “Kredi borcunu denkleştiremedim bu ay. On beşinde ödemem var. Şu dizi parası ilaç gibi gelecek valla.” “Ödemeyi hemen yapıyorlarmış.” “İyi oldu iyi.” “Okulların açılması da yakındır. Benim kız sınavı kazandı. Üniversiteye kaydını yaptıracağız.” “Nereyi kazandı?” “İstanbul!” “İstanbul ha! Helal olsun kıza. Allah gönlüne göre versin!”
24 | taVIR | ağustos-EYLÜL 2013
“İnşallah!” “Benim en büyük dahacaortaokulda. Çok var üniversiteye, ama dersleri hep pekiyi… Her bişeyi eskimiş. Buradan gelecek parayla…” “Geldiiik!” Şoför arkasına dönmeden, biraz yüksek sesle bağırmıştı. “Bölüyorum ama.” Hafifçe güldü. Arkadakiler de güldüler. Toparlandılar. Kapının açılmasıyla kendilerini dışarı attılar. Saate baktılar, on dakika geç kalmışlardı. Limana doğru yürümeye başladılar. Gemi çok büyüktü. Uzaktan bile hemen fark ediliyordu. “Aşk Gemisi” dedi Nusret. “Aşk Gemisi” dedi Nazım. “Bizim için aşk değil iş” “Bizim için aşk değil ekmek parası” “Çocuklarımızın rızkı”
“Hanımın yırtılmış ayakkabılarının yerine yenisini alabilmek” “Çocukların boğazından geçecek bir parça et, süt” “Ah yoksulluk ah!” “Kimsesizlik” Nazım ve Nusret bu düşünceler kafalarında hızlı hızlı yaklaşıyorlardı; Aşk Gemisi’ne. Onlara bu işi ayarlayan Orhan –Nusret’in uzaktan akrabası olurdu- geminin güvertesinden el sallıyordu; acele edin gibisinden.Daha bir hızlandılar. Merdivenleri çıkarken: “Koşun! Koşun! Dizi durdu. Ara verdiler. Gemide arıza var, yan yatıyor. Çürük yollamışlar. Alt katlara, makine bölümüne su dolmuş. Haydi, suyu dışarı atmamız lazım.” Hızla merdivenleri geri indiler. Na-
23-25 ask gemisi_sablon 9/6/13 7:48 PM Page 25
zım’ın gözü denize takıldı. Masmaviydi. Ucu bucağı yoktu. “Ne kadar büyük” dedi duyulur duyulmaz bir sesle. “Bir şey mi dedin?” dedi Nusret. “Deniz ne kadar büyük. Korkutuyor insanı, yutuverecekmiş gibi.” Nusret’te denize baktı bir an, koşarcasına inerken merdivenden. Denizde yüzenleri gördü. Bunlar dizinin oyuncularıydı. Hepsi mayolarını giymiş, denize giriyordu. Durdu bir an. Eğlenceleri ilgisini çekmişti. Onlarla birlikte gülümsedi. Orhan önde rüzgâr gibi gidiyordu. Nusret’in durduğunu görünce yüksek sesle seslendi: “Duracak zaman değil yeğenim. Şu şeyi bir halledelim, fotoğrafta çektirtirim sana.” “Söz mü Orhan Abi!” “Erkek sözü oğlum! Şu başrolde oynayan adam var ya onla bile çekindim ben!” Nusret hızlandı. Orhan önde, Nazım ile Nusret arkada bir çırpıda indiler. Aşağıda altı işçi daha vardı. “SelamunAleyküm!” “Aleyküm Selam!” “Kahvaltı yaptınız mı?” “Yaptık” dedi içlerinden en yaşlıca olanı. “Nusret, siz yediniz mi bişiyler?” “Yok Orhan abi, yemedik biz, ama iş bitince yeriz artık (yere bağdaş kurmuş oturan altı işçiyi göstererek) beklettik zaten.” Orhan’ın gönlü el vermiyordu onların aç açına işe başlamalarınaama başka çaresi kalmamıştı. Eğildi, beyaz zeminde yerle bütünleşmiş olan bir kapağı demir tutacağına asılarak kaldırdı. Kapak, kapı yerine zemine yapılmıştı. Makine bölü-
münün ve depoların olduğu aşağı katlara iniyordu. Açılır açılmaz kavurucu bir sıcaklık yüzlerine vurmuştu. Bir de koku geliyordu ki, zaten hasta olan Nusret bu kokuya daha fazla dayanamadı ve yüzünü denize çevirdi. “Yeğenim sen bu günlük evine git!” dedi Orhan. “Yok abi! İyiyim ben, iyiyim.” “Hadi o zaman.” Yerde oturan altı işçi bir hamlede doğruldu. Sırayla aşağı inmeye başladılar. İlk girenin yüzünesıcak vurunca, istemsiz arkasına döndü. Saniyesinde tekrar geri döndü ve hızlı adımlarla aşağıya indi, arkasından diğer işçiler de inmeye başladılar. Birisi bir türkü tutturmuştu. Kendi dilinde yanık sesiyle söylüyordu: “ Ji te dur im livan Çolan, dinyaliminbuye zindan Xeribim ez xerib im bimrim ez te nebinim yar yar yar yar” ** Nazım denize bakıyordu: “Yutuverecekmiş gibi, vay anasını!” diye mırıldandı kendi kendine. Döndü, hızlı adımlarla indi merdivenleri. En son Nusret kalmıştı. Orhan, “Haydi yeğenim!” diyerek Nusret’in omzuna yavaşça vurdu. Nusret ağır adımlarla indi. En son Nusret’te görünmez oldu. Bütün işçiler inmişti. Orhan aşağıya doğru bir iyice baktı. “Nusret! İşiniz bitince benim telefona mesaj atarsın. Haydi kolay gelsin!” “Sağol abi!”
Buradan mı geliyor?(Yüzünü ekşitti, arkasını döndü uzaklaştı)” “Oğlanlar da aç açına gittiler.” İçeriye bir daha baktı. Kimsecikler görünmüyordu. Bir ses seda da çıkmıyordu. Hafifçe kafasını yana çevirdi. Bir müddet öylece kaldı. Bir anda hareketlendi. Havada kalan demir tutmacı kalın elleriyle kavradı ve kapağı ağır ağır kapattı. Martıların çığlığını duydu.Ürperdi.Döndü, denize baktı: “Vay anasını, yutuverecekmiş gibi!” Ellerini önlüğüne sildi. Elinin tersiyle alnında biriken teri sildi. Hızla adımlarla uzaklaştı. Güverteye çıkmak için merdivenlere yöneldi. Martılar çığlık çığlığa uçuyordu. *Aşk Gemisi, 1980’li yıllarda çekilen bir İtalyan dizisidir. Dizinin çekimleri "QuailCruises' adlı kruvaziyer gemisinin güvertesinde yapılır. Dizi yıllar önce bitmiştir, gemi de artık hurdaya ayrılmıştır. Parçalanmak üzere Aliağa’ya getirilirken makine bölümünde su birikir. Bu suları boşaltmak için makine dairesine inen 8 işçi; Ahmet Acet, Yunus Yeşilkaya, Osman Ay, Nuri Çetin, Durmuş Özdemir, Bekir Dinler, Doğan Balcı ve Davut Özdemir mazotla çalışan su tahliye pompasından sızan dumandan zehirlendiler. İşçilerin can güvenliği için hiçbir önlemin alınmadığı bu tesiste Doğan Balcı ve Davut Özdemir yaşamını yitirdi. ** “Senden uzağım bu bozkırlarda, dünya zindan olmuş bana Garibim ben garibim, ölürüm seni göremesem yar yar yar yar” q
Orhan arkasına döndü,biri yanaştı yanına, yemeği sordu. Oyuncular acıkmışlar. “Yarım saate hazır” dedi. “Bu koku ne? ( Açık olan yeri göstererek)
ağustos-EYLÜL 2013 | taVIR | 25
26-27 cesaret_29-30 ellerimi tut 9/6/13 7:49 PM Page 26
deneme deneme
cesaret ümit ilter
“Mutlu olmak için cesaretli olun”*
1… “Cesaret, cesaret daha fazla cesaret” der bir Grup Yorum şarkısı: Cesaret. Evet mutluluk cesaret gerektiriyor. Cesaretin kendisi zaten mutluluk hali sayılır. Korkaklık, mutluluk yaratmaz.
şu sözü cevabımızın mayasını oluşturur: “Düzenden her yönüyle kopmalıyız. Bizi düzene bağlayan hiçbir şey kalmamalıdır. O zaman beynimiz, yaşamımız, her şeyimiz özgürdür.”
Özgürlük, cesaret ister. Cesaret, söylem değil eylem gerektirir. Ve düzenden kopmak, hep daha fazla cesaret gerektirir. Hani diyor ya, ‘Cemo’da Grup Yorum: “Alnında yıldızlı bere… Elinde mavzeriyle… Çıkıp Dersim DağlaSormalı özgürlük nedir ve nasıldır? rın’da… Türkü söylemek var ya…” İşte Gelsin ve sorunun cevabını Jean Paul o türkü, özgürlüğün türküsüdür. Sartre versin: İnsanın özgürlüğü, kendisine yapılanlara karşı takındığı tavır- 2… Adorno’nun o sözünü biliyorsun: “Burda gizlidir. juvazi, insanları oldukları gibi sever. Çünkü onların olabileceklerinden nefSistem sana ne yaptı? Daha ne yapsın; Kapitalizm seni kendi ret etmektedir.” Burjuvazi için sömürü suretinden yarattı. İşte bu yüzden, ve zulüm cenderesi içinde imal ettiği kendi benliğinde yeni insan’ı yarat- insan makbuldür. Burjuvazi için makmalısın. Ki sadece yeni insan, kendisi- bul insan kapitalizmin mamül insanıni sisteme karşı ve sisteme rağmen öz- dır. gürleştirmiş insandır. Yeni İnsan, imalat hatası değildir. İmal edilmiş olduğunun acı gerçeğinin farPeki ama nasıl? Anadolu’nun kadim bilgeliğini dev- kındalığıyla kendisini yeniden yararimci ideolojiyle harmanlayan Dayı’nın tan insandır. Yarattığı özgürlüğüdür. ÖzBize “İlahi Komedya”yı armağan eden Dante’ye kulak vermeli: İnsan Özgür olmadan mutlu olamaz. Özgür olmak…
26 | TAVIR | AğusTos-EYLÜL 2013
gürlük, mutluluğunun kaynağıdır. Ve Dante, haklıdır: “İnsan özgür olmadan mutlu olamaz.” 3… Mutluluk, tensel hazlara hapsedilemeyecek bir olgudur. Kapitalizm, bunun tersini söyler. Burjuvazinin söylediği her şey gibi bu da yalan ve yanlıştır. Burjuvazi, “mutluluk” piyasası yaratmıştır. Bu piyasa, müşterilerine “mutluluk” satar. Sonuç, tatminsiz ruhların bunalımıdır. Bir türlü “mutlu” olamaz kapitalizmin imali olan birey. Kapitalizm, mutsuz ettiği bireye “mutluluk hapı” satarak kendini yeniden üretir. Yaşam sevincini çaldığı insanlara “enerji içeceği” sunarak “coşku” verir. “Mutluluk”, mutsuzluğunuzu süsleme sanatıdır artık. Mutsuzluğunuzu ne kadar süslerseniz o kadar “mutlu” olursunuz… 4… Kapitalizm, size plastik mutluluklar sunar. “Kullan at” mutluluğudur sözkonusu olan. Kullandıkça kullanıldığınızın belli belirsiz sezgisiyle büyür mutsuzluğu-
26-27 cesaret_29-30 ellerimi tut 9/6/13 7:49 PM Page 27
nuz. Küçük burjuva, mutsuzluğun böylesine meftunudur. Kendisini hep küçük bırakan burjuvazinin sunduğu “büyük” havuzda boğulmayı seçer bu yüzden
festosudur o şiir. Ama diyorsun ki, “Sadece okumakla kalayım”, mutsuzluğun da baki kalır o zaman. O şiir, yaşanmak içindir…
5… Madem ki, özgür olmadan mutluluk mümkün değil. O halde, mutluluğun yolunun özgürleşmeden geçtiği bilgisini hayatla tanıştıracağız. İşte bu bilgiyi hayatla sınadığında varacağın yer Edip Cansever’in malum ve meşhur dizesi olacaktır: “Gülemiyorsun ya gülmek/ Bir halk gülüyorsa gülmektir…” Mutluluğun cesaret gerektirmesi bu yüzdendir. Mutluluğu kazanmak için savaşmak gerekir çünkü. Savaşmak gerekir, halkı mutsuz eden ne varsa…
Küçük burjuvazinin “büyük” mutluluk arayışından bahsedilmiyor burada. O arayışın nasıl bir savrulma olduğunu biliyorsun. Mutluluk, halkın ‘Kurtuluşa Kadar Savaş’ının içinde…
6… Eduardo Galeano’nun bir sözü vardı, hatırlarsın: “Sevince, acıdan daha çok cesaret gerekiyor. Sonunda acıya alıştık zaten.” Sevinç, yaratılmayı bekliyor. Mutluluk kazanılmayı. Bir kavga bu. Amansız. Biliyorsun, mutluluk, eğilmiş boyun üzerinde taşınmaz. Ki özgürlük için ödenen bedel ile mutluluk arasında doğrudan bağ vardır. Dünya halklarının ölümsüz komutanı Ernesto Che Guevara, işte bu bağdan bahseder bize: “Fedakarlığımız bilinçlidir, yarattığımız özgürlüğün bedelidir.”
9… Yeni İnsan, mutlu insandır. Ve bu mutluluk için cesaret ve emek, gereken şarttır. İşte bu mutluluğa sahip olanlardandır Gülnihal Yılmaz. Ölüm Orucu direnişçisidir ve şehitliğiyle ölümsüzleşmiştir. Gülnihal’in aşağıdaki sözleri, kurtuluşun ve mutluluğun yolunu gösterir: “…Eğer yeryüzünde anlamlı ve güzel bir şey aranacaksa, işte en anlamlısı: İs-
yan… Doğal bir şey aranıyorsa, işte en doğal olanı: Emperyalizme isyan etme hakkı… Eğer yeryüzünde uğruna her fedakarlığın yapılacağı bir ideal aranıyorsa, işte en sade olanı: Emperyalizmin, baskının, sömürünün olmadığı bir dünya… Emperyalizmden nefret etmek ve asla boyun eğmemek için milyonlarca nedenimiz var…” 10… Burjuvazinin zapturapt altına aldığı bir hayatın içinde mutlu olunmaz. Mutsuzluğun sınırı, düzenin sınırları kadardır. O sınırı geçmekle başlar özgürlüğün ilk adımı. Şimdi bir adım daha… Unutma: “Bizi düzene bağlayan hiçbir şey kalmamalıdır. O zaman beynimiz, yaşamımız, her şeyimiz özgürdür.”q *Augusto Boal
7… “Özgürlük” diyordu Dayı, “Kimseye bahşedilmez, kazanılır. Biz özgürlüğü kazanma savaşının içinde olacağız.” Mutluluk, işte bu savaşın sıra neferi olmanın sağladığı ruh halidir. Mutluluk mu diyorsun, kuşan o zaman tarihin mavzerini. Kuşan ve vuruş o zaman, halkı mutsuz eden ne varsa… Mutluluk, halkı mutsuz eden her ne varsa, hepsinden hesap sormakla başlar. İşte özgürleşme böyle başlar… 8… Ölümsüz Dev-Gençli Sinan Kukul’un “Kadife Tenli Zamanlara” şiirini al ve oku. Mutluluğun ve özgürlüğün mani-
AğusTos-EYLÜL 2013 | TAVIR | 27
28-29 ruhi su_29-30 ellerimi tut 9/6/13 7:52 PM Page 28
kitap kitap
ezgili yürek’in hissettirdikleri selin toprak
Dağların doruklarından gelip tarihin koyağında coşkunca akan su olmak ve insanların yüreğine dolmak. Yorulmuşa susamışa bir yudum olmak. Tarihin o uzun yolunda yürümeye cesaret eden, hayatı göğüsleyen ve bu yolda yürürken bir soluk almak isteyen herkese bir yudum olmak önemlidir. Bunu başarmak hayatın değerini anlamaktır. Sevmektir insanları. Emeği en yüce güç bilip sarılmaktır insana. Yolcunun derdini dinlemek, anlamaktır su olmak. Yeri geldiğinde bir yiğitten halkının öfkesini, umutlarını dinleyip hissetmek ve coşkunca akmak, yeri geldiğinde bir sevdalıdan sevdayı dinlemek ve nazlı bir gelin gibi salınmak. Onun göğsünden akanı suyun çağlayanına katmak. Ve bazen adaletsizliği yarayı emip zehri tükürür gibi söküp atmak halkın bağrından. İşte su bu derece önemlidir. Nasıl ki su coşkunluğuyla hissettiriyorsa anlatması gerekeni insan da türkülerle anlata gelmiştir bunca zaman hissettiklerini. Kimi zaman kurtarılamayan ekine yakılmıştır bir türkü, kimi zaman ağanın zalimlikleri anlatıl-
28 | TAVIR | AğusTos-EYLÜL 2013
mıştır. Sellere, depremlere türküler yakılmış, sevgilinin saçının telinden tutulmuştur türkülerde. Durgun olmamıştır hiçbir zaman türküler. Sadece sözden ibaret değillerdir. Hayatın tam içinden, yaşayan bir varlık olarak gelmişlerdir. Ve kendi kültürünü yaşatmak için hep sahip çıkmıştır halkına. Bir ana olup evlatlar doğurmuştur halkı için. Tarih türkü ananın kaç oğlu olduğunu bilmez ama her oğlun bir cihan parçası olduğuna çok tanık olmuştur. Anadolu Pir Sultan’ı tanır Sivas Dağları’ndan, Dadaloğlu’nu Çukurova’nın sarı sıcağından, Köroğlu’nu Bolu Beyi’ne kafa tutuşundan, Aşık Veysel’i bağlaması sırtında diyar diyar gezişinden bilir. Nesiller geçmiştir, zalimler değişmiştir de zulüm aynı zulüm olarak kalmıştır. Ve türkü ana bir oğul daha vermiştir bu topraklara. Ve Anadolu, halkına sahip çıkan, o ne hissediyorsa kendisi de aynı şeyleri hisseden, ya halkını anlatan ya da halkına bir şeyler anlatan bir yiğide daha ev sahipliği yapma onurunu taşır seve seve. Türkü ana bu sefer ezgili bir yürek doğurmuştur Anadolu’ya. Ruhi Su’yu…
Ruhi Su sever vatanını, halkını. Ve bu halk ve vatan sevgisi ona emeğin değerini, insan olmanın onurunu anlatır. Ve bağlamasının tellerini halkı için dillendirir artık Ruhi Su. Dönemin koşullarında, türkü söylemenin doğululuk denip küçümsendiği ve batılı tarzın göklere çıkarıldığı yıllarda sırtını çevirmez kendi kültürüne. Fakat aydın kişiliği yeniliklere her zaman açık olunması gerektiğini de bilir. Halkını sevmenin onu yetiştirmek olduğunu bilir. O, en iyi ifade etme tarzını arar hep ve halka en iyisini vermektir tek derdi. Bu yüzden öğrenir Batı’nın tekniklerini. Çok sesliliği kullanır artık şarkılarında. Bir bağlaması vardır elinde ve dilinde hep anlatacak bir şey. Onun sadece bir bağlaması vardır ama karşısında da gittikçe azgınlaşan bir canavar büyür. Türkülerin gelişip serpilmesi lazımdır. Daha da güçlenmesi, iyi bir şekilde yorumlanması lazımdır. Halkın olan türküler halktan koparılmaya doğru sürükleniyordur. Fakat yaşama gücünü hiçbir zaman yitirmeyen bir Ruhi Su var. Onun müziği sessiz sedasız ihtilale benzer, bir hareketle bütün kapıları zorlamaktadır. Kolay değildir işi. Bir
28-29 ruhi su_29-30 ellerimi tut 9/6/13 7:52 PM Page 29
yandan Batı özentiliğinin son derece büyüdüğü bir zaman yaşanıyordu. Batı iyiyse iyi olacaksın, kötüyse kötü, canavarsa sen de canavar olacaksın denilip sınırlar zorlanıyordu. Söyleyiş tekniğinden, seçilen enstrümanlara kadar her şey Batı taklit edilerek yapılıyordu. Halk gibi olmak, halk gibi söylemek kötü bir şeydi. İşte bu karanlığa aydınlık olmak Su’ya yakışır bir davranıştır. “Türkü söylemek benim için bir aşk halidir” diyor Ruhi Su. “En güzel aşklarımı türkü söylerken yaşadım. Ne onlar beni aldattı, ne de ben onları. Türkü söyledikçe yeşeriyor, çiçekleniyorum. Ben yalnız türkü söylemiyorum ki. Bu söylediğim türkülerle aynı zamanda, çağdaş Türk toplumunun liedlerini (kısa şiirler üzerine söylenen şarkılar) söylüyorum” diye ekliyor. Ancak halkını seven bir insan hayata böyle bakar. ‘Bu halk beni anlamaz’ deyip köşesine de çekilebilirdi fakat o bildiği her şeyi halkı için öğrendi ve geliştirdi. Güvendi halkına. Halktan kopuk bir sanatçıdan hayır gelmeyeceğini bildi ve buna
göre yaşadı. Araştırdı, geliştirdi. Şiirlerle bağ kurdu, bağlamasını türkülerin aynı ezgisiyle gider şekilde değil, onu tamamlayıcı nitelikte kullandı. Ve siyasetten ayrı tutmadı müziği. Bir ideolojik savaştı. Düzenin yoz kültürüne karşı halkın kültürü savaşıydı bu. Her şeyde olduğu gibi bu da sınıf savaşının bir parçasıydı. Ve Ruhi Su kendi sınıfı için çarpışan bir neferdir. ‘Topluma yön verecek olgulardan biri politikaysa diğeri de sanattır’ diyor ve devrimci sanatçılığı seçiyor. Devrimci müzik, çok seslidir. Halkın özlemlerini dile getirir. Ekmekten aşka kadar halkın yaşamak isteyip de yaşayamadığının, Özlemini çektiği şeylerin neşesini, yürekliliğini verecek, yaşama sevincini artıracak bir müziktir bu. Sözleri ile de böyledir, çalgıları ile de. Ve kendi özünü koruyarak evrenselliğe açılmalıdır. Dili, üslubu açık, anlaşılır olmalıdır. İşte Ruhi Su’nun müziği böyledir. O türküleri yozlaştırmaz, onlara anlam kazandırır. Velhasıl tüm bunları layıkıyla yerine getirir Ruhi Su. Bu yüzden de egemenlerin hep dikkatini çekmiş hep de
önüne engel koymaya çalıştıkları biri olmuştur. Meyve veren ağaç olduğundan hep taşlanır. Bu taşlama onun hayatına mal olacak kadar boyutlanır hatta. Fakat ondaki vatan ve halk sevgisi öyle kuvvetlidir ki önüne engel olarak çıkan şeylerden pes etmeyip halkına daha da sıkı sarılmıştır. Devrimci sanatçı olmak tarihin her döneminde bedel ödemeyi gerektirmiştir. Ve her devrimci sanatçı da bu gerçeği bilip başının üzerinde taşımıştır. Halk içindir katlanılan tüm zorluklar, çekilen tüm acılar... Ve bu halkın Ruhi Su’yu sevmesi bir teşekkürdür ona, bir minnettir. Ölümünün 28. yılında ezgili bir yüreğin hala koyaklarda ki su olması insanın içini ferahlatan ve onu değerli kılan bir duygudur. Biz Ruhi Su'yu bu kadar anlattık, devamını Ruhi Su'nun kendi kaleminden okuyun... Ezgili Yürek adlı kitabı, Ruhi Su'nun müziğe, sanata, mücadeleye olan bakışını ortaya koyan ve bunu iyi anlatan bir kitap.q
AğusTos-EYLÜL 2013 | TAVIR | 29
30 AYFER_29-30 ellerimi tut 9/7/13 7:51 PM Page 30
şiir şiir
bir özgürlük şarkısı söyle ayfer rüzgar
Şilili bir ozan Victor Jara gitarı elinde ölümsüzleşen gülüşüyle bakıyor bize... Seviyor gitarını hem de nasıl Victor Jara Okşar gibi dokunuyor teline hayat ırmağından akıyor halkına elinde gitarı yüreğiyle gülüyor Şilili ozan Jara. Ölüm ki yapıştı yakasına yapıştı soğuk, yeşil üniformasıyla Jara'nın 35 yaşına... 73'ün sonbaharında sarı yapraklar ki boyun eğmedi
30 | TAVIR | AğusTos-EYLÜL 2013
onlar eğilmediler zulmün önünde bir değil, on değil tam 5 bin kardeştiler soğuk stadyumunda Şili'nin Ve Jara parmakları kırılırken yaktı en güzel türküsünü: "Şili Stadyumu, Şili Stadyumu..." Ve beş bin yürek "bakışlarında ölümün işareti" işkencenin ölümün üzerine yürüdüler... Victor Jara halkının ozanı elleri halkın elleri üreten dövüşen gözleri halkın gözleri yarına bakan. Bir özgürlük şarkısı söyle ey Jara aksın hayat sözlerinde aksın coşkun nehirler gözlerinden
Bir özgürlük şarkısı söyle ey Jara yüzündeki çizgiler nasıl da benzer bize benzer, "topraktan gelip toprağa gidenlere" Bir özgürlük şarkısı söyle aksın çizgilerinden gülüşün sarılsın gamzelerin -dehşetli sevinç taşan haniBir özgürlük şarkısı söyle ey Jara bir özgürlük şarkısı gülüşüne benzeyen gülüşümüze... Anadolu'ya... Söyle söyle ki değişsin hayat değişsin bizden yana ve gelsin KURTULUŞUMUZUN GÜNLERİ... Dip Not: Şarkım özgür bir şarkıdır" diyen Victor Jara, 11 Eylül 1973'te Şili'de askeri cunta sırasında 5 bin kişi ile Şili Stadyumu'nda işkenceler sonucu katledildi. Parmaklarını kırdılar ama o şarkı söylemekten vazgeçmedi, işkence altındayken son şarkısını "Şili Stadyumu"nu okudu. Üzerinden tam 40 yıl geçtikten sonra katliamla ilgili 8 subay hakkında tutuklama kararı çıktı. Yüreğimiz soğumadı, halk düşmanlarını alt edip, iktidarımızı kurana kadar da soğumayacak, Victor Jara özgürlük mücadelemizde yaşayacak...
31 mete mektup_sablon 9/7/13 4:00 PM Page 31
şiir
şiir
insan gibi cahit ırgat
Çok yakında bir gün Çok yakında bir gün Ağır uykulardan uyanacaklar Zor kapıları açacaklar Yere sağlam basacaklar
Sevgiden sırılsıklam Yangınlanacak aşklar Çok yakında bir gün Çok yakında bir gün İnsanlar insan gibi yaşayacaklar
En dar en karanlık sokaklar Çok yakında bir gün Çok yakında bir gün Bayramlaşıp ışıyacaklar Hürriyet giyecek aydınlık ayaklar
ağustos-eylül 2013 | taVIR | 31
32 siir_29-30 ellerimi tut 9/6/13 6:53 PM Page 32
şiir şiir
sürgün çocuklar galip doğan Günaydın çocuklar Bu sınıf sizin Tebeşir tozu kalmadı bu sıralarda Barut kokusu taşıyor Tel örgülerden seher yelleri Kara tahtalar yoktur Harfleri duvar yazılarından tanıyın Daha renklidir Her yer sınıf oldu şimdi Biliyorum İstemeyeceksiniz Çocukluk özlemlerini taşıyan renkli şapkaları Size bir okul çantası da veremem Ama her zaman bir taş Patlamaya hazır bedeniniz vardır Şimdi bir tablo çizelim Karşımızda Filistin Sokak başları tutulmuş Duvarlar yıkılır her yerde Havada bulanık bir görüntü Paylaşılan topraklar Kör inançlar İşgal üstüne işgal
32 | TAVIR | AğusTos-EYLÜL 2013
Şimdilerde herkes ayakta Bu ihanetin son resmi olsun Duydum ki Geri dönme vakti gelmiş Orta Doğu'ya En sade resimler çizelim bu tabloda Her sokak başına bir örneğini asalım Afgan çocuklar görsün Bu günlerde onlar da aç Yoksul ve sürgün Bir Filistin şarkısı söyleyelim Bütün sürgünler geri dönsün Geldiğim toprakları sorma Biz de ihaneti yaşıyoruz Anadolu'da Her gün üstümüze yürüyen hava üsleri Bizim eserimiz değil Son zamanlar oldukça gündemdesiniz Burada Gözyaşlarınızı pazarlama telaşı içinde Bütün kulisler Aldırma sen sürgün çocuk 19 Haziran 2002
33-34 basbakan_sablon 9/6/13 7:53 PM Page 33
oyun oyun
böyle başbakan bulamazsın idil tiyatro atölyesi
(Bir oyuncu elinde tencere tava ile ortada koşar. Bir kadın elinde iki kovayla kızarak öne doğru gelir.) Kadın: Bu ne yaa! Her akşam her akşam tencere tava, bıktık artık. Evimde oturup televizyon izlemek istiyorum. Bi huzur bırakmadılar.
Başbakan: Değerli kardeşlerim bunlar çatlasa da patlasa da biz bu Taksim’in göbeğine topçu kışlasını yapacağız. Benim İstanbul’lu kardeşlerim bu barbarlar, bu marjinaller, bu vandallar istedi diye topçu kışlasından mahrum mu kalacak? (Adam kanalı değiştirir. Başbabakan bir
an için yok olur daha sonra başka kanaldan tekrar çıkar.) Başbakan: Bu tencere tava sesleri nedir ya? Nedir bu tencere tava? Bu marjinaller, bu ülkenin yüzde ellisinin tencere tavası yok mu sanıyor? Ben bu ülkenin
(Kocası esneyerek içeri girer. Kadın tuşa basar. Televizyon dekorunun içinden arı kostümlü bir sunucu çıkar. ) Sunucu: Arı vız vız vız! Arı vız vız vız! Değerli izleyiciler bugün yepyeni bir ürünle karşınızdayım. Bu elimde görmüş olduğunuz Bal Gibi Bal parmak uçlarınızdan dalağınıza kadar her yerinize iyi gelecek. Bu elimde görmüş olduğunuz bir kavonoz bal üç dakika içinde ararsanız yalnızca 59.99 TL’ye sizin olacak. Evet yanlış duymadınız. Tam... (Bu esnada başbakanın koruması ekrana dalar ve sunucuyu kolundan çekerek dışarı atar.)
ağustos-EYLÜL 2013 | taVIR | 33
33-34 basbakan_sablon 9/6/13 7:53 PM Page 34
yüzde ellisini evlerinde zor tutuyorum. Bunu biliyorlar mı? (Adam tekrar kanal değiştirir.) Kadın: Yaa değiştirip durmasana kanalı ne güzel konuşuyor işte! Haber Spikeri: Değerli izleyenler, gün geçmiyor ki bu marjinaller yeni bir olay yaratmasın. En son Ankara Büyükşehir Belediyesi önündeki o masum, o sevecen fışkiyeyi de kıran marjinallere en güzel cevabı sayın Başbakanımız İstanbul Kazlıçeşme’de bir, bir değil, beş beş de değil tam on milyon kişinin katıldğı bir mitingle cevaplıyor. Şimdi İstanbul Kazlıçeşme’ye bağlanıyoruz: (Bağırışlar duyulur) Yandaş: Oo Kasımpaşa’nın Fatihi, Oo delikanlı, Onun için hırsız diyorlar eveet hırsız gönüllerimizin hırsızı Oo Recep Tayyip Erdoğaan. Dik dur eğilme, bu millet seninle! Kadın: Uyansana bey! On milyon kişi dedi! 34 | taVIR | ağustos-EYLÜL 2013
Adam: Ya kadın ne on milyonu! Başbakan: İşte millet burada, işte halk burada. (Adam kızarak kanalı değiştirir. Başbakan bir an yok olur sonra yine belirir.) Başbakan: Sinemalar, saunalar, barok mimarisiyle Atatürk Kültür Merkezi’ni... (Adam tekrar kanal değiştirir. Başbakan yine yok olur bir süre sonra geri belirir.) Başbakan: Ee küçük bir alışveriş merkezi de olacak tabi. (Adam yine kanalı değiştirir. Başbakan bu sefer yok olmaz) Başbakan: Siiz benim olduğum kanalı nasıl değiştirirsiniz? Ben bu ülkenin başbakanıyım, benim televizyonumda benim kanalımı nasıl değiştirirsiniz?
Başbakan: Hanım hanım kaldır şu kocanı, beni deli etmeyin. Kadın: Adam konuştu, kalk bey adam konuşuyor. Başbakan: Uyandır kocanı kadın bak kötü olacak. (Adam hala uyanmaz. Başbakan televizyondan evin içine girer. Korumaları adama saldırır gözaltına alır.) Kadın: Bırakın kocamı nereye götürüyorsunuz! Bırakın! (Kadın başbakan ve korumasıyla uğraşırken sahneye “Her Yer Taksim Her Yer Direniş” sloganıyla tencere tava çalan gençler girer. Kadın onlara bakar ve alkışlar. Bu esnada kocanın götürldüğünü fark eder. İki tarafa da şaşkın bir şeklilde bakar ve seyircilere döner.) Kadın: İşte halimiz böyle a dostlar...
(Kadın korkarak televizyonun önüne gelir. Adam hala uyuklamaktadır)
Oyun Her Yer Taksim Her Yer Direniş sloganlarıyla sona erer. q
35-37 deprem_sablon 9/6/13 7:54 PM Page 35
deneme deneme
umutlar enkaz altında... serkan fişek
Sabahtan beri tatlı bir telaş içindeydiler. Atadan kalma Bursa Muradiye'deki iki katlı cumbalı evlerini satıp Yalova'daki sahil sitesine taşınmışlardır. "Ne çok eşyamız varmış yahu, yerleştir yerleştir bitmiyor vallahi" diye oradan oraya koşturuyordu karısı. Çocuklar siteyi pek sevmişe benziyorlardı. Balkon demirlerine yaslanmış, körfezin karşı kıyısındaki ışıklara bakıyorlardı. Deniz çarşaf gibiydi, dolunay ışığının altında yakamozlanıyordu keyifli keyifli. "İyi iyi, hepsi mutlu mesut. Mızmızlanmışlardı önce ama sahilde bir eve sahip olma düşüncesi ağır bastı sonunda" diye düşündü. Bir de kendi içindeki sıkıntıyı söküp atsa hiçbir sorun kalmayacaktı." Hanım, inşallah yanlış bir şey yapmıyoruz. Adam zorda kalmasam satmazdım bu evi. Kredi kartı borcu belimi büktü" dedi ya, içim cız etti valla. Adamın anahtarı verirken elleri titriyordu inan ki" dedi karısına. Karısı, "Aman ne vesveseli adamsın sen de. Biz almasak başkası alacaktı. Lütfen kötü şeyler düşünme, zaten yorgun-
luktan ölüyorum. Saat kaç?" dedi. "Bire geliyor" dedi adam. "Aman nasıl geçti zaman böyle hiç anlamadım. Hadi bir köşeye kıvrılıp yatalım. Daha kıyamet kadar işimiz var. Yarın dinç olmalıyız hepimiz" dedi karısı. Çocuklara "Gelin yatın hadi" diye bağırdı. Adam günün son sigarasını içmek için balkonu çocuklardan devraldı. Kahveden çıktı. Her daim tozlu olan yoldan eve doğru yürümeye başladı. Ayakları geri geri gidiyordu sanki. Karısının kapıyı her açışında gözlerinde parlayan umut kıvılcımlarının bir an yanıp sonra yüzüne dikkatle baktıkça yavaş yavaş sönmesine dayanamıyordu. Keşke ona haftalardır beklediği haberi verebilseydi. Ama yok bugün de iş bulamamıştı. Karısı yüzüne bakmazdı kapıyı açtığında hemen içeri geçti telaşlı telaşlı. "N'oldu Ayfer? Çocuğa bir şey mi oldu yoksa?" dedi. "Yok" dedi Ayfer. "Ben" dedi sustu. "Eee sen?" dedi sabırsızca. Ben babama telefon ettim bugün dedi bir çırpıda karısı. "Sana ben bir daha onu aramayacaksın de-
medim mi? Niye arıyorsun?" diye bağırdı. "Adam seni kaçırdım diye yapmadığını bırakmadı. Torununu bile görmek istemedi bir yıldır. Biliyorum babandır, kes at demiyorum ama barışmıyor işte ne yapalım. Niye aradın? Yine para istedin değil mi? Niye istiyorsun Ayfer niye? Niye beni boynu bükük bırakıyorsun?" ... "Sütüm kesildi bugün" dedi Ayfer, "Sütten kesildim." Demirle dağlanmış gibi yandı ciğeri. "Nasıl yani sütten mi kesildin?" "Kaç gündür bir şey yiyemedim doğru dürüst. Açlıktan kesildi herhalde. Selvi teyzenin verdiği sütle doyurdum çocuğu bugün" deyince karısı dizlerinin bağının çözüldüğünü sandı. Olduğu yere çöktü. Bembeyaz olmuştu yüzü. Ayfer korktu onu öyle görünce. "Murat için.. vallahi Murat için istedim parayı. Torunu değil mi, gönderecek tabi. N'olur üzülme. Senin gururunu kırmak değildi istediğim. Biraz rahatlatır bizi. Sen iş bulana kadar. Tersaneler işçi alımını başlatmış yarın iş görüşmesine benimle birlikte işte atılan Mehmet'le gideceğim" dedi
ağustos-eylül 2013 | taVIR | 35
35-37 deprem_sablon 9/6/13 7:54 PM Page 36
Ayfer'e. Umut kıvılcımlarının bir kez daha yanıp sönmesini istemiyordu karısının gözlerinde. Yarın bir yakacaktı o kıvılcımı, bir daha söndürmemek üzere... İğrenerek baktı yağlı ensesine. Doymak bilmez nefsini köreltmiş, horuldayan bu yağlı bedenin sahibi imam nikahlı kocasıydı. Diğer iki eşi de evin diğer katlarında oturuyorlardı. "Nasıl yaptın bunu bana baba? Beni nasıl verdin üçüncü karısı olarak? Hiç mi acımadın bana, hiç mi acımadın 17 yaşıma" diye mırıldanırken yaşlar yanağından süzülüyordu. Korkuyordu bir yandan da uyandırırım diye. Uyanır ve iğrenç ulak dudaklarıyla kıllı elleriyle hoyratça üstüne yine çöker diye. Daha ilk gördüğünde iğrenmişti bu şeyhden. Korkunç gözleri vardı. Kötü kötü bakardı. Yiyecek gibi. Kur'an öğrensin diye nefesi kuvvetli bir hocadır diye getirip bırakmıştı babası bu kaçak Kur'an Kursu'na. Babasına bu adamdan korktu-
36 | taVIR | ağustos-eylül 2013
ğunu söylediğinde de kemiklerini kırmıştı babası. "O mübarekten nasıl korkarsın, bu nasıl laf?" diye kükremişti. Şeyh, babasını çok geçmeden ikna etmiş, üçüncü eş olarak almıştı kendisini. Her gün ayrı bir cehennemdi artık. Dayanacak gücü kalmamıştı. Niye ben? Niye? diye bağırıp apartmandan atlamak istiyordu. Çok istiyordu ama yapamazdı. Günahtı. Allah'ın verdiği canı almak büyük günahtı. Kalktı. Sessizce balkona çıktı. Saat 02.00'ydi. Ağustos'a rağmen Adapazarı serin bir gece yaşıyordu. Kaldırdı başını yukarı, açtı ellerini "Kurban olduğum Allah'ım. Ben alamıyorum, sen al canımı. Al da kurtar beni bu azaptan" diye sessizce dua etti. "Babamın yerine işe alacaklar beni anne" diye hızla girdi içeri. Nasıl da heyecanlıydı. Ne zamandır kapısındaydı tersanenin. Babası iş kazasında, iskeleden düşüp felç olunca okulu bırakmıştı. Dersleri çok iyiydi oysa. Lise sondaydı, hocaları yalvardı bırakmaması için ama mecburdu. O da okumak is-
tiyordu ama felçli babası, anası ve kardeşi için çalışmak zorundaydı. Film gibiydi hayatları gerçekten de. Okulu bırakıp çalışarak ailesine bakanların anlatıldığı o kadar çok Türk Filmi izlemişti ki. Bir gün benim de başıma geleceği varmış diyerek kaderine razı olmuştu artık. Sonunda razı etmişti patronu. Yarın gel, başla demişti en sonunda. "Düzelecek anne, her şey düzelecek. Kimseye muhtaç olmadan yaşayıp gideceğiz merak etme." diye sarıldı ağlayan annesine. Sen nasıl yapacaksın oğlum bu ağır işi? Tersane işi kolay mı sanıyorsun? dedi saçlarını okşayarak oğlunun. Kolay iş var mı ki anne? Mecbur yapacağız. İş miş yok hiçbir yerde. Babamın tazminatını vermedi ama bak yine de iyi bir yanı varmış patronun. "Boynu altında kalsın o kan içicinin" dedi dişlerinin arasından babası. "Gene küfretmeye başlayacak ben halı saha maçına gidiyorum, arkadaşlar bekliyor" dedi annesine. "Oğlum saat gecenin ikisi ne maçı bu saatte?" "Ancak bu saatte boşmuş saha anne, bir saat sonra gelirim merak etme" diyerek hızla arkadaşlarının yanına koştu. Gölcük, bu sıcak Ağustos gecesinin sessizliğinde huzursuz bir uykudaydı. Anahtarlarıyla kapıyı açarken saatine baktı. 3'e 10 vardı. Çoktan yatmışlardır diye düşündü ayakkabılarını çıkarırken. Yatacak yatak kaldıysa tabi. Bir kredi kartının arkadaşa kefil olmanın icraya evinde ne var ne yok tüm eşyasını kaybetmeye yol açacağını nerden bilecekti ki. Olmuştu işte... Salona girdi, yerde ki halıya kadar her şeyi götürmüşlerdi icra memurları. Durdurmaya çalışmıştı ama dinlememişlerdi.. Karısının soran gözleri yaşlıydı "Ne yapacağız?" derken sinirlerine hakim olamamış ağlamaya, icra memurlarına bedduaya başlamıştı. İki yaşındaki oğulları anasının bacağını sıkı sıkı tutmuş, annesinin bas bas bağırmasından ürküp o da gözleri koca-
35-37 deprem_sablon 9/6/13 7:54 PM Page 37
man halde ağlamaya başlamıştı. Uzun süre yerde kucağında çocukla dalmış gitmişti karısı. Onları teselli edecek gücü bulamamış dışarı kaçmıştı. Karamürsel'in ne kadar caddesi sokağı varsa dolaşmıştı bu Ağustos sıcağında. Onlarca kez. Bıkmadan. Kan-ter içinde kalana dek! Nihayet biraz kendine gelmiş ve eve gitmek aklına gelmişti. Sessizce yatak odasına girdi. Yer yatağında (bu sünger yatağı bırakmışlardı icra memurları) karısıyla oğlunu uyur vaziyette buldu. Huzursuz bir inleme tutturmuştu karısı. Oğlu da dönüp duruyordu. Çıktı dışarı, balkona yürüdü, bir sigara yaktı. Sigara dumanı havada asılı kaldı bir süre, sonra acelesi yokmuş gibi salına salına körfeze doğru uçtu gitti. Çıt yoktu havada, yerde. Ölüm sessizliği sanki dedi içinden. "Taşınmalı buradan artık. Ne yapacağız ki? Elde yok avuçta yok. En iyisi köye dönmek. Ne olacak ki, köy buraya 45 dakika, erken çıkar gelirim. Şehir hayatı bizi bozdu" diye devam etti. Yarın karısına söyleyecek ve onu ikna edecekti köye dönmeye. İçine biraz olsun huzur getiren bu düşünceyle soyunup kıvrıldı karısıyla oğlunun yanına. Huzursuz uykusunun daha ilk dakikalarında, küçük bir elin yüzünde dolaşmasıyla uyandı. Üç yaşındaki kızı, yüzünde gaz maskesiyle yanına yatmış, yüzünü okşuyordu. Kullandığı ilaçlar yüzünden saçları dökülmüştü kızının. Sıcaktan boncuk boncuk ter birikmişti kel kafasında. Terleri eliyle silerken "uyuyamadın mı sen kızım sıcaktan. Gel hadi dışarı çıkalım hava alalım seninle biraz olur mu?" dedi kızına. Sessiz bir "olur" çıktı gaz maskesinin ardından. Kucağına aldı kızını bahçeye çıktılar birlikte. Baban abini Bursa'ya götürdü. Tıp Fakültesi'ne abine tahlil yaptıracak, yarın beraber gelecekler. Bize sevinçli sevinçli haberler getirecekler. Sen de kurtulacaksın kuzum benim bu dert-
ten. Hepimiz kurtulacağız, hepimiz" Bunu öyle çok istiyordu ki. Kemoterapi sonuç vermemişti. İlik nakli demişleri son çare olarak. Babasıyla birlikte hemen tahlil yaptırmışlardı ama uygun değildi ilikleri. Ben vereyim mi anne iliğimi deyivermişti Ahmet. Daha yedi yaşındaydı ya, kimse demezdi yedi yaşında. Öyle olgundu oğlu. Yoksulluk erken büyütüyor çocukları gerçekten. Babası bir umut kapıp götürmüştü işte Bursa'ya, tahlile. Nasıl da seviniyordu Ahmet. Kardeşini çok seviyordu ama bir de Bursa'yı görmek, yeni yerlerde gezmek, dışarıda yemek yemek eğlendiriciydi o yaştaki çocuk için. Ne de olsa çocuk dedi. Sallarken kucağında uyumuştu kızı. Uyandırmadan götürdü yatağına yatırdı. Saate baktı: 03.15 Yarın saat kaçta gelirler acaba? Oğlanın sevdiği yemekleri yapayım sabahtan. Belki öğlene gelirken dedi başını yastığa koyarken. Güzel düşler görmek için hemen daldı uykuya. O gün daha binlerce evde çok acılar yaşandı, çok gözyaşları döküldü. Daha acıtıcıydı ama , daha yaralayıcı. Çünkü o akan gözyaşları son kez süzülüyordu yanaklardan. Son kez isyan ediliyordu kaderlere, alın yazılarına. Son kez aç yatıyordu birileri ve birileri son kez yiyorlardı akşam yemeklerini. Son kez izliyordu yaşlı teyze üç yıldır takip ettiği diziyi. Son kez mangal yapıp iki kadeh atıyordu kimileri ön balkonda. Birileri son kez bakıyordu iş ilanlarına, son kez öpüyordu sevdiğini, anasına son kez sarılıyordu birileri. Birileri son kez düş görüyordu uykusunda, birileri de kabuslar içinde son uykusunu uyuyordu. Son kez dayak yiyordu birileri kocasından. Birileri uzanıyorlardı yataklarına, hepsi son kez uykuya dalıyorlardı 17 Ağustos'un gecesinde sabaha karşı 03.30 sularında 7.4 şiddetindeki depremde acılarından "kurtuldular" hepsi. Öldüler... Açlık yoktu artık, evsizlik yoktu. Kanser yoktu, ilaç peşinde koşmak yok. İşsizlik yoktu, borç yoktu.
Bırakıp acılarını geride kalanlara, daldıkları son uykularından uyanamadan son nefeslerini verdiler betonlar altında. Enkaz altında kaldı acılar ve umutlar. 17 Ağustos'un sabahında yapacak o kadar çok şey vardı ki. Enkaz altında kalmasa kurtulacaktı üç yaşındaki lösemili kız. Yeni bir işe girecek, hayatını düzene koyacaktı evine icra gelen adam. Evlerinde huzurla uykuya dalan aile, uzun yıllar mutlu mesut yaşayacaktı. Umutlar acılara galip gelecekti belki enkaz altında kalmasalar. Şanslıydı kimleri. Enkaz altından çıkaralıp bir mezara konuldular, yakınları gelip mezar taşını öpebiliyor, mermerine gözyaşlarını dökebiliyorlar. Ama kimileri çürük malzemeyle deniz kumuyla inşaatlar yaparak, belediyelere rüşvetler vererek denetimden kaçan müteahhitlerin kurbanı oldular ve tonlarca betonun, demirin altında kaybolup gittiler. Devlet, yolsuzlukla, rüşvetle adam kayırmayla mantar gibi siteler inşa ettirdi bu katillere. Çarpık kentleşmeyi körükledi. Fay hattı üzerine siteler yapılmasına göz yumdu. Mühendislerin, mimarların uyarılarına kulak asmadı. Alenen 50 bin insanın katili oldu. Sonra da kedi bokunu saklar gibi, bir avuç toz misali halının altına süpürür gibi binlerce insanı masmavi bir kilimi andıran körfezin altına gömdü betonlarla, demirlerle, molozlarla birlikte. 17 Ağustos'ta 50 bin insan öldürüldü devlet dersinde 17 Ağustos'ta enkaz altında kaldı insanlık. 17 Ağustos'ta umutlar, acılar enkaz altında... q
ağustos-eylül 2013 | taVIR | 37
38 mesruluk_29-30 ellerimi tut 9/6/13 7:54 PM Page 38
kelimelerin dili kelimelerin dili
meşruluk tavır
Meşruluk, kimi zaman yanlış değerlendirilen ve muğlaklaştırılan bir kavramdır. Genellikle de "yasallıkla" sınırlandırılır. Oysa meşruluk; doğruluğa ve haklılığa duyulan inançtır. Haklılık ve doğruluk, meşruluğun temel kaynağıdır. Bir düşünceyi, bir eylemi meşru kılan onun haklılığı ve doğruluğudur. Pekala, yasalar meşru olan bir eylemle çelişebilir. Ancak yasalarla çelişen düşünce ya da eylem meşruluğundan bir şey kaybetmeyebilir. Örneğin barınmak bir haktır. Bunun karşısında insanların barınma hakkını elinden alan her türlü faaliyet ne kadar “yasal” da olsa "gayrı meşrudur". Buna direnmek ise her koşulda meşrudur. Yıkım görüntülerini hatırlayın. Feryat içinde sokağa atılan insanlar, evsiz bırakılan çocuklar. Oysa her şey yasalara uygundur. Yasalara dayanan bir karar, kanunlara uygun bir yıkım… Ancak en temel yaşam haklarından biri olan barınma hakkını savunmak, bunun için gerekirse barikatlar kurarak çatışmak, iş makinelerini etkisiz hale getirmek meşrudur. Ancak gelin görün ki bu tavır yasalara aykırıdır. İşte burada dikkatli olmak gerekir. Meşruluğumuz yasalarla çeliştiğinde ne yapacağız? Burada bizi doğru yola sevk edecek
38 | TAVIR | AğusTos-eylül 2013
değer, inancımız olacaktır. Çünkü meşruluk bir inanç meselesidir aynı zamanda. Bütün ülkeye yayılan bir ayaklanmanın ortasındayız. İnsanlarımız günlerce can bedeli çatıştılar, polise ve onun işkencesine direndiler. Hem de bunları temel haklarını elde etmek için yaptılar. İnsanca yaşamak, hayatlarına müdahale edilmemesi, demokratik haklarını kullanabilmeleri ve şehirlerin sokaklarında ve meydanlarında düşüncelerini haykırabilmeleri için... Bunun karşısında büyük bir vahşet izledik. Gençlerimiz sokaklarda kurşunlandı, linç edildi, gaz kapsülleriyle katledildiler. Hükümetin ve onun basınının ahlaksız yalanlarını artık midemiz kaldırmaz hale geldi. Yani faşizm bize düşmanca saldırdı ve canımıza, malımıza, onurumuza kastetti. Katledilen insanlarımızın katilleri elini kolunu sallayarak “görevlerine” devam ederken, palalı saldırganlar yurtdışına kaçırılırken, polisin işkenceleri teşvik edilirken onurunu korumak için sokağa çıkan bizler operasyonlarla, tutuklamalarla, tehditlerle karşılaştık. Oysa halkın en çok gereksinim duyduğu şeydir adalet. Ekmek gibi, su gibi vazgeçilmezdir. Peki adaleti sağlayan bütün yollar tıkanmışsa. Dahası faşizmin barikatları tarafından tutul-
muşsa ne yapmak gerekir. Bunun cevabını meydanlarda verdi Anadolu halkları. Adaleti tesis edecek güç de meşruluk çerçevesinde kendini bulur. Bu tarih bize bunu öğretti. Bu süreç bize bunu gösterdi. Bütün bu adaletsizliğin ve saldırıların karşısında direnmek ve boyun eğmemek tek yol olarak karşımızda duruyor. Bunun dışındaki tüm yollar faşizmin ve onun işbirlikçilerinin ekmeğine yağ sürer. Meşruluğa inanç; cürettir, hesap sorma isteğidir, yaratıcılıktır, güçtür. Yaptığı işin meşruluğuna inanmayanlar gelişemez, geliştiremezler. Üretemezler. Sürekli bir kaygı hali içinde yaşarlar. Zorluklar karşısında direnemezler ve koşullara teslim olmak durumunda kalırlar. Biz meşruluğumuza inanırsak; doğruluğumuzu, haklılığımızı beynimize kazırsak başaramayacağımız şey yoktur. Edilgenlik, yılgınlık, karamsarlık, korku, kaygı... Bunların hepsi düzenin içimizde büyütmeye çalıştığı duygulardır. Meşruluğuna inanmayan kişi kolayca bunların esiri olabilir. q
39 direnme_sablon 9/6/13 7:55 PM Page 39
değerlerimiz değerlerimiz
direnme geleneği deniz ekin
İnsan ilk doğaya karşı direnmeyi öğrendi, önceleyin korktuğu doğayı bir süre sonra hâkimiyeti altına aldı, yaşamak için büyük yabani hayvanların pençelerine direndi ve sonrasında onları avlayabildi ve ilkel komünal toplumun sonlarında insanlık varoluş tarihine bir değer kattı; direnmekti bunun adı yaşamak için daima... Köleci toplumda, damarlarından akan soylu bir kan olmasa da ve hatta değeri bir sapanla ölçülen herhangi bir köle de olsa, öğrendiği direnme geleneğini terk etmedi insanlık, burada geleneğin adı Spartacus'tü...
Ve sınıflı toplumların tarihinden bu yana egemenlerin hak gasplarına, sömürüsüne, zorbalığına karşı bir büyük direniş filiz verdi. Ne zaman ki bıçak kemiğe dayandı "beri ha" ile cenge girdi. Kursağındaki lokmaya, sofrasındaki aşa, bahçesindeki tohuma göz koyanlara karşı geri durmadı pes etmedi, kimi zaman konaklar yakan Çakırcalı'ydı kimi zaman Ortaklar'da Şeyh Bedrettin, insanlık bir kez daha değerli kıldı yaşamı "yarin yanağından gayrı" diye düştü yola, kendi bastı bağrına mührü... Tarihin bir başka onurlu sayfasından Mahir’in sesi duyuldu ve birazdan alnının çatında patlayacak kurşuna karşı dimdik durarak haykırıyordu... Dönmedi On’lar, direnişin sesi bir kez daha çınlıyordu 'toprak ev'in içinde. Ve onuru, namusu yere çalmamak adına direnmenin adı açlıktı bu kez 2000’lerde.. 122 kere onura abide olundu ve büyük insanlık tarihine direnme geleneği bir kez de açlıktan gün gün eriyerek armağan edildi... Egemenler o kokuşmuş saltanatlarını sürdürebilmek adına, aksırana tıksırana kadar yemek yemek adına, metreslerinin koynunda "huzurlu" bir uykuya dalabilmek adına, milyonlarca insanı karınca gibi ezmeyi, milyonlarca insanın emeğini sömürüp, böcek yemeye mahkum etmeyi hak görürken kendilerinde, rüyalarını kabusa çevirdi işte bu halk bir kez daha. İlmek ilmek işlenen bir gelenek bir kez daha filiz verdi ve onuru, namusu ölmek pahasına terk etmeyen milyonlarca insan sömürüye, zulme karşı direnişe geçti. Direnmek mirastı bize ve üzerine
yeni destanlar katıp bizden sonrakilere devretmek, direnenlerden en büyük vasiyet. Öyle de oldu işte, 31 Mayıs’ta yakılan bu ateş sönmedi daha ve bakidir sönmeyecek... Bedelsiz kavga olmuyor elbette ve bu sefer Ahmed Arif’in Anadolu’yu emanet ettiği kızları/oğulları ödüyor bedeli korkmadan, bıkmadan, yılmadan… Satırları oluşturduğumuz şu günlerde Ali İsmail Korkmaz düşüyor daha 19’unda ve 14’ünde Berkin onlarca gündür direniyor ölüme, Mustafa Ali günlerce komada kaldı.. Ethem, Abdullah, Mehmet, Medeni tohum verdi toprakta.. Ve tükenmiyor bu derya, bitmiyor öfke, diller ortak, gözler aynı görüyor ve milyonlar katil, sömürücü, asalak düzene karşı direniyor. Kimse artık böyle bir dünyada yaşamak istemiyor. Herkes kendine dayatılan düzenden nefret ediyor, açlığa, sömürüye, aşağılanmaya, bir avuç sömürücü asalağın saltanatı karşısında milyonların böcek gibi ezilmesine bir halk karşı koyuyor ve Haziran direnişi, gazileriyle, şehitleriyle Ağustos’a evriliyor. Milyonlarca yıldır tertemiz kalan, kökünü topraktaki tohumlarından alan direnme geleneği bir kez daha yeniden yaratılıyor.. Tarihin apak sayfasına 2013’ün Türkiyesi’nden direnenler yazılıyor ve altına kapkalın puntolarla en büyük teröristin Recep Tayyip Erdoğan, en yasadışı organın Türkiye Cumhuriyeti Devleti olduğu not düşülüyor. q
ağustos-eylül 2013 | taVIR | 39
40-41 zehra_29-30 ellerimi tut 9/6/13 7:56 PM Page 40
öykü öykü
zehra nilay fırat
Güneş dağların ardından kendini gösterdiği zaman, uykulu bir bekleyişin ardından “yine gelmediler” deyip derin bir uykuya daldı Zehra. Koca bir dağın eteklerini mesken eylemişlerdi. Kurdukları ev kerpiçtendi. Köylerinden zorla çıkarılıp, evleri yakılıp yıkıldıktan sonra zorunlu olarak buraya yerleşmişlerdi. Zehra hiç sevmemişti burayı, sevememişti. Her defasında köylerinin etrafı sarılarak, sevdiklerinin kafalarına silah dayanarak evlerinin boşaltıldığı, itilip kakıldıkları an geliyordu aklına. Ahırı yakarlarken, değil geçim kaynakları olan davarları, kınalı kuzusunu bile kurtaramamıştı. Ahırdan gelen sesler, anaların çığlık ve ağıtlarına karışmıştı. Ve alevlerden yükselen dumanın yaydığı kokunun burnuna sindiğini hissediyordu. Tüm köy halkının gözüne yaş, yüreğine öfke gelip oturmuştu. Onlar ise, kinle yarattıkları bu felaket tablolarına haz duyarak bakıyorlardı. Aylardır köyü boşaltmak için türlü türlü baskılar uygulanmış, sonuç alınamayınca başka yerlerde olduğu gibi yine kan döküp, yakıp yıkmışlardı.
dendi? Bunları hak edecek ne yapmışlardı? Böylesi doğa güzelliklerinin iç içe olduğu bir yerde cehennem yaşatılıyordu. Ormanları yakıyorlar, köyleri boşaltıyorlar, evleri yıkıyorlar, insanları işkencelerden geçirip katlediyorlardı. Ve Zehra tüm bunlara tanık oluyordu. O küçük yaşını bu zulümleri görerek büyütüyordu. Tek umudu“adalet” savaşçılarıydı. Öyle korkusuz ve cesur olmaktı tüm hayali. Ki onlar da Zehra’nın gözlerinde kendilerine olan sevgiyi görüyorlardı. Bir keresinde yine kapı usulca çalınmış, annesi lambayı yakmadan kapıya yönelmişti. “Kim o” diye sormuş, “Yoldaş” cevabını alınca açmış ve içeri almıştı gelenleri. Annesi gelenlerin heybelerine run-dorak ve biraz da ekmek koymuştu. Bir süre sohbet edip çıktıklarında, kimseye görünmeden yine sessizce camdan atlayıp peşlerine takılmıştı. Henüz uzaklaşmışlardı ki Zehra’nın ürkek ayaklarının meşe yaprakları üzerinde çıkardığı hışırtıyı duydular. Zehra’yı gören adalet savaşçıları birbirlerine gülerek bakıp yüzlerine yabancı bir öfke oturtarak Zehra’ya döndüler.
Gözyaşlarıyla gelip yerleştikleri bu yeri sevemedi. Çünkü her gün bu yer -Senin ne işin var burada? Yine mi yaşanan zulmü hatırlatıyor, hatırladıkça kaçtın evden? öfkeleniyordu. -Hee... Sizi takip ediyorum. -Sana kaç defa söyledik, bu şekilde Zehra anası gibi acısını yüreğine göm- hem kendini hem de bizi tehlikeye meyi tercih etmedi. Her gün ama her sokuyorsun! gün büyüttü öfkesini. Bu zulüm ne- “Hadi geri dönüyoruz” dediklerinde
40 | TAVIR | AğusTos-eylül 2013
Zehra ısrarla; -Ben de sizinle gelmek istiyorum. Ne zaman alacaksınız beni yanınıza? -Sen daha küçüksün Zehra. On beş yaşının masumluğuyla Zehra kaşlarını çatıp ağlamaklı bir ses tonuyla cevap verdi; - Ekmek yaparken küçük değilim, davara giderken küçük değilim, inek sağarken küçük değilim, cenazelere giderken, zulme uğrarken küçük değilim, sizin gibi olmak isterken neden küçük oluyorum? Yaşlı gözlerle ekledi; “Düzgün baba olsun ki yapabilirim, dayanabilirim.” Adalet savaşçılarının Zehra’nın söylediği bu gerçekliğe diyecek sözü yoktu. Buna rağmen Zehra’yı güvenli bir şekilde eve götürdüler. Zehra anasına görünmeden camdan tekrar içeri girmişti. Alim Allah anası bir görseydi yine terliği ya da oklavayı eline alıp kovalamaya başlardı. Zehra eve dönmüştü dönmesine ancak söz almıştı. Gelip alacaklardı kendisini. Ki bu söze sonsuz inanıyordu çünkü onlarda söz namustu. İşte bu uykusuz bekleyiş bundandı. Güneşin, dağların ardından kendisini göstermesiyle uykuya dalan Zehra, öğlene kadar uyudu. Anası kıyamayıp kaldırmamıştı. Zehra her fırsatta anasına adalet savaşçısı olma isteğini, ne-
40-41 zehra_29-30 ellerimi tut 9/6/13 7:56 PM Page 41
denini anlatmaya çalışıyordu. O gün anasının her işini gördü. Geç saatlere kadar iş yaptı. Yoğun geçen bir günü devirmişlerdi. Herkes uykuya dalmıştı. Zehra yorgun düşmesine karşın yine pencerenin önünde nöbetteydi. Geldiler. Onları görünce bir an heyecandan nefesi kesilir gibi oldu. Hazırda beklettiği mektubu yatağının üzerine koyup küçük bir çıkın yapıp camdan atladı. İçi içine sığmıyordu. Ne yapacağını, ne söyleyeceğini şaşırmıştı. Olmuştu işte. O çok istediği, düşünü kurduğu umudu sarı kırmızı yıldızını sol göğsünün üstüne takmıştı. Adaletin namlusunu ilk eline alınca ona sarılıp, sımsıkı sarıldı öptü önce. Sonra omuzuna atıp koyuldu yola..
yetiştiriyordu. Bu topraklarda yaşayanlar faşizmi kitaplardan okuyarak değil, işgal edilmiş topraklarından, gecenin bir yarısı düşlerini bölerek basılan evlerinden, sayı ile verilen ekmekten, katıktan biliyor tanıyorlardı. Artık cenk meydanı kurulmuştu. Ve başı dik çıkacaktı bu cenk meydanından, bedeli ne olursa olsun. Kara gözleri kadar, gözü karaydı Zehra’nın. Biriktirdiği hesapları geçirirken beyninin kıvrımlarından yanı başındaki yoldaşlarının yere yığıldığını gördü. Sonra diğerlerinin… Kurşun ve bomba yağmuru altındaydılar. Ve düşüyordu
Ormanın içine girdikleri an ateş sesleri duyulmaya başlandı. Ateşe ateşle karşılık verildi. Zehra öfkesiyle, hıncıyla kavramıştı adaletin namlusunu. Şimdi hesap zamanıydı. Bu anları düşlemişti çoğu kez. Hasmıyla burun buruna gelip, hesap görmek. Beni siz yarattınız deyip tetiğe dokunmak. Zulüm varsa, elbet zulme karşı direnenler de olacaktı. Ve zulüm kendi zıtlarını çocuk yaşta
Aynı çağrı tekrar anons edildi. Bir yol ayrımındaydı. Ve karar vermeliydi. Bir an düşündü. Ağız dolusu gülmeyi, koşmayı, ait hissettiği toprakları, halkını... Bunların hepsinin ancak yoldaşlarıyla birlikte daha güzel olacağını… Nasıl bir yaşam, nasıl bir ölüm? Sorusunun cevabını aradı çocuk olan, ürkek sanılan, fakat cesur olan. Tüm bunları hesap etti bir bir o kısacık zamanda. Ve verdi kararını. Bin yıllık karanlığından gelen sese karşılık “teslim oluyorum” dedi. Şaşırdı karşıdaki ses.“Ellerini başının üzerine koy ve gel” diyebildi sadece. Zehra kara gözlerini kısıp ellerini kafasında buluşturup ilerledi... Ağır ağır attı adımını. Son bir kez yoldaşlarına bakıp gülümsedi ve devam etti adımlamaya.
Günler ayları kovalamış Zehra alışmıştı her şeye. Gayet sakin ve soğuk kanlıydı. Ancak birliğin en haylazı olmayı elden bırakmıyordu. Sürekli soruyor daha çok şey öğrenmeye çabalıyordu. öğrendikçe daha bir büyüyor, gelişiyordu. O gün bir köyden çıkarlarken jandarmaların onları gördüğünü anladılar, hemen ormanın içine doğru çekilmeye başladılar. Bu anı ilk defa yaşamıyordu. Bu nedenle gayet soğuk kanlıydı. Savaş içinde gelişip dönüşüyordu her şey. Evet bu bir savaştı. Ezen ve ezilen arasındaki kıyasıya bir savaş. Zehra da bu toprakların savaş gerçeği içinde büyüyüp olgunlaşmıştı.
sarı sıcak güneş aydınlatıyordu yüzlerini. Toprakta biriken kan güneşin ışığıyla daha bir kızıl kızıl parlıyordu.
Adımları onu komutanın yanına getirdi. Zafer kazanmış bir edayla baktı Zehra’nın gözlerine. O gözlerde korku aradı, bulamadı. İşte şimdi gerçek olmuştu Zehra’nın düşü. Hasmıyla burun burunaydı. Elleri başının arkasında gülümsedi Zehra. Hasmının gözlerinin içine bakarak korku saldı. Ve Zehra birden başının arkasında buluşturduğu ellerinin arasında sakladığının pimini çekti.. yoldaşları birer birer toprağın koynuna. Kızıl kanlarıyla sulanıyordu toprak. Boşuna değildi Anadolu toprağının bereketliliği. Nice yiğit evlatlarının kanıyla sulanmıştı.
Zehra’nın pimi çekmesiyle yaydığı ışık tarihin ak sayfalarına yüreğiyle birlikte bir gelenek olarak düştü. Aynı ışık karanlığın bekçilerini de tarihin çöplüğüne gömdü.
Bir an kesildi ateş sesleri. Karşıdan“teslim ol” çağrısı geldi. Zehra bu sesin ardından yerde boylu boyunca yatan yoldaşlarına baktı. Nasıl da huzurlu görünüyorlardı. Sanki akan kan onların değil de, kendi kanıydı. Tek tek gezdirdi gözlerini üzerlerinde. Meşe ağaçlarının arasından sızan
15 yaşına sığdırılan koca bir dünya... Erken büyütüyordu zulüm, çocukları. Zehra dünyaları sığdırdığı yüreğinin büyüklüğü ile adımını attı. İstedi, düşledi ve düşlerini gerçeğe dönüştürmek için emek harcadı. Zehra hesabı mahşere bırakmadı...q
AğusTos-eylül 2013 | TAVIR | 41
42-43 latin amerika_29-30 ellerimi tut 9/6/13 7:58 PM Page 42
araştırma araştırma
latin amerika’dan haber var guillermo moncada
Halk cephesine göre; bugünün düzeninde hükümet kendi işçilerine bile maaş ödeyemiyor. Sağlık sistemi; devlet hastanelerinin saglık taleplerini karşılayacak kadar ilaç ve personele "İşçiler hareket ettiğinde dünya sahip olmaması sebebiyle çökmüş durumda. Benzer durumlar güvenlik, yerinden oynar" adalet ve eğitim alanlarında da söz Ben Guillermo Moncada. Psikoloji konusu. alanında eğitimimi tamamladım ve şimdi tarih bölümünde okuyorum. Honduras Ulusal Halk Direniş Cephesi; halk örgütlenmelerinin, sol örgütlerin, Los Necios isimli Marksist-Leninist sendikaların, köylülerin, işçilerin, kadınörgütün, Honduras Ulusal Halk Direniş ların, öğrencilerin, sanatçı örgütlerinin, Cephesi'nin ve cephenin politik kanadı Afro-Amerikanların, vb. etrafında oluşolan sol parti Libre'nin militan bir üye- tu. Biz büyümeye devam ettikçe oligarşi bizden daha da korkuyor ve kensiyim. di çıkarlarını korumak için sürekli şiddet uyguluyor. Ama biz bir adım bile HONDURAS Yakınlarda, Honduras devlet başkanı geri atmıyoruz ve o büyük güne kadar Zelaya'ya 2009'da yapılan darbenin yıl kapitalizm ve emperyalizmin pençedönümü olan 28 Haziran'da Hon- sine karşı savaşıp; daha güzel yaşayaduras sokakları doldu taştı. Darbeyle cağımız yeni bir toplum inşa etmeye birlikte Libre liderlerine ve halkın çalışacağız. diğer kesimlerine yapılan cinayetler, işkenceler, kaybetmeler, insan hakları “Devrimciler olmadan devrim olmaz, ihlalleri bugüne kadar hala devam dünyadaki tüm devrimciler kardeştir” (Jose de San Martin) ediyor. Honduras’lı arkadaşımız Guillermo Moncada, Tavır okurları için Latin Amerika’daki son gelişmeleri yorumladı…
42 | TAVIR | AğusTos-eylül 2013
“Latin Amerika merkezi” Honduras'tan, “Orta Doğu merkezi” Türkiye'ye... Latin Amerika'daki halk ayaklanmaları çoğalıyor. Ölü ve yaralıların arasında, neoliberal hükümetler düşüyor. Seçeneklerden MERCOSUR, ALBA ve CELAC (Latin Amerika ülkelerinin oluşturduğu ekonomik ve siyasi birlikler) düşünüldüğünde, Latin Amerika’nın birleşmesinin kaçınılmaz olduğu, emperyalizme ve onun yeni sömürgeci sistemlerine karşı savaşın buradaki ülkelerde daha güçlü olduğu ve hepimizin geleceğe dair umutlu olduğu tüm berraklığıyla görülüyor. Venezuela, Arjantin, Bolivya, Şili, Brezilya, Ekvador, Honduras gibi ülkeler ayaklanıyor... Halkların direnişiyle birlikte gelişen yeni süreçle birlikte, Latin Amerika’nın ebedi problemlerinin dönüşümünün öznel koşulları tekrar gündemde. Bugün, 60'lardaki gibi, ekonomi ve politikanın derin dönüşümünün nesnel koşulları veriliyor.
42-43 latin amerika_29-30 ellerimi tut 9/6/13 7:58 PM Page 43
BOLİVYA 2 Temmuz 2013'te Bolivya Devlet Başkanı Evo Morales'in uçağına; Snowden'i taşıdığı gerekçesiyle Fransa, Portekiz, İspanya ve İtalya'nın hava sahalarında uçuş izni verilmedi ve uçak Avusturya'ya acil iniş yaptı. Bolivya Devlet Başkan Yardımcısı Alvaro Garcia Linera, Başkan Morales'in uçağının “emperyalizm tarafından kaçırıldığını” söyledi. Uçak, İspanya'nın Kanarya Adaları’nın yakıt ikmali yapmaya izin vermesinin ardından hareketine devam etti. UNASUR, bu olayı tartışmak için olağanüstü toplandı. “Bu, Morales'e, Bolivya'ya ve tüm Latin Amerika'ya yapılan bir saldırıdır” Bu olay, bizi SNOWDEN'a götürüyor...
Guillermo Moncada’nın oğlu VENEZÜELLA Yakın zamanda başkan Maduro, muhalefetin ABD'den aldığı emirlerle Venezuela Anayurt Güvenlik Planı'na saldırdığını söyledi ve şöyle ekledi: “Biz, halkı koruyan ve kollayan bir sistem inşa etmek için Bolivarcı Ulusal Silahlı Güçler ve polis güçlerini geliştirmeye ve Venezuela'nın her yanına yaymaya devam edeceğiz.” Komutan Chavez'den sonra da Venezuela'da mücadele devam ediyor... BREZİLYA Brezilya'da protesto hareketleri 7 Haziran 2013'te başladı. 1000'den biraz fazla bir grubun Sao Paulo'da toplanıp 20 cent'leri halk pasajında havaya kaldırarak yaptığı protesto eylemine, geleneksel solun büyük bir kısmı hazırlıklı değildi. Bu durum, aşırı sağ hareketlerin durumdan faydalanmasına sebep oldu ve bu gruplar mevcut Dilma Rousef hükümetini istikrarsızlaştırmaya çalıştılar. İlerici nitelikte olan Roussef
hükümeti, Lula'nın çalışmalarını devam ettiriyordu; ama ilerlemelere rağmen neoliberal modellere karşı kesintisiz mücadele yıllar önce sağlanmıştı. Brezilya, bugün devrim sürecine giriyor. Bazı Brezilyalı komünistler emperyalizmin iç veya dış düşman olmadığını, Brezilya'nın emperyalizmin parçası olduğunu söylese de; başkanı destekleyenler de var. ŞİLİ İki ayı aşkın süredir Şili’li öğrenciler, işçiler, sendika liderleri; iki aydan fazla süredir parasız eğitimin, sağlık ve işçi haklarının, ellerinden alınmasına, ülkedeki büyük eşitsizliğe karşı seferber olmuş durumdalar. Direniş, daha onurlu bir yaşam isteyen tüm halk kesimleri tarafından da sahipleniliyor. Santiago; ilk başta flamalarıyla, afişleriyle, bandosuyla renkli, barışçıl gösterilere sahne oldu; ama hemen arkasından Özel Kuvvetler Polisi’nin tazyikli su ve biber gazıyla saldırmasıyla birlikte çatışmalar oldu.
Edward Snowden tarafından sızdırılan belgelerde, Amerika Ulusal Güvenlik Dairesi'nin (NASA) izleme programından etkilenen ülkelerin listesi yer alıyordu. Bunun duyulmasının üzerinden çok geçmeden Latin Amerika ülkeleri sert bir cevap yayınladı. Zorluk derecesinden şüphe duymadığımız devrim yolundaki bu uzun yolculuk; bütünlüğü, azmi ve sözünde durmayı zorunlu kılıyor; çünkü sınırlarımız içinde ve dışında düşmanlarımız hep pusuda bekliyor. Latin Amerika halklarının bu sokak hareketleri ve mücadeleleri, sosyalizmin yolunun sokaklardan geçtiğini gösteriyor. Sokakları terk etmemeli, savaşı sürdürmek ve halkı yeni sömürgeciliğe ve emperyalizme karşı savaşa daha fazla katmak için örgütlenmeliyiz. Bunu yaparken gözümüz açık olmalı ve çok dikkatli olmalıyız; Che Guevara'nın dediği gibi emperyalizme alan ve boşluk bırakmamalı, güvenmemeliyiz”. q
AğusTos-eylül 2013 | TAVIR | 43
44-45 resim yapmak_29-30 ellerimi tut 9/6/13 7:59 PM Page 44
inceleme inceleme
hapishanede resim yapmak zerrin ege
"Bir resim bin sözcüğe bedeldir" der Çin atasözü. Öyledir de. Bir resim görsel anlatımın karşısındakine doğrudan ulaşması ve akılda kalıcılığıyla hayli etkilidir. Bu yüzden burjuvazinin içini boşalttığı bu alanda imkanlar ölçüsünde devrimciler de eğitilmelidir. Resim sanatı burjuvazinin elinde ona hizmet eder hale getirilmiş, ticaretin metası olmuştur. Alınıp satılan, ticareti yapılan mal, sahibine prestij sağlayan bir ürün gibi görülmektedir.
Burjuvazi doğası gereği üreten ve yaratan değil, hep başkalarının emeğini gasp eden, satın alan bir tüketicidir. Bu yüzden bin bir emekle üretilen tablolara sahip olmak, onlara ayrıcalık kazandırır. Oysa sanat bir avuç asalağa, elit zümreye değil, halka hizmet etmelidir. Sinemacılar, tiyatrocular, edebiyatçılar, şairler, müzisyenler, ressamlar bir avuç asalağı memnun etmeye çalışmak yerine halka milyonların bilincine ve yüreğine seslenmelidir. Ancak küçük burjuva aydın ve sanatçıların çoğu bu kaygıyla hareket etmezken Burjuvazi tarafından kabul gören konulara, onun ideolojisine hizmet edecek biçim ve tarza yönelirler. Ki zaten burjuvazi de onları buna yönlendirir. Her şeye rağmen onurlu bir duruş sergileyen sanatçılar da vardır. Bunlar sanata halkın penceresinden bakarlar. Ve burjuvaziyi düşman olarak görürler. İşte bu yüzden Picasso "Sanat düşmana karşı savunmada ve saldırıda bir savaş enstrümanıdır." demiştir. Çünkü sanat toplumsal gerçekliğin duygu yoğunluğuyla dışa yansıtılmasını sağlar. Bu yüzden hapishanelerdeki devrim-
44 | TAVIR | AğusTos-eylül 2013
ci tutsaklar sanata ilgi duyarlar. Dış dünyadan yalıtılmış olanlar büyük bir duygu yoğunluğu yaşarlar ve bunu bir biçimiyle ifade etmeye çalışırlar. Çünkü halklarıyla soluk alıp vermeye devam ederler. Halkın yaşadığı acıları da sevinçleri de kendi içlerinde duyarlar. Bir tutsak için bunu dışarıya yansıtmanın yöntemlerinden biri de resim çizmektir. Anadolu Hapishanelerinde Yeni Dönemde Resmin Gelişimi Devrimci tutsakların resim çizmesi, ilk kartlarla başlamıştır. Yıllardır anma ve kutlamalarda kartlar hazırlayıp göndermek bir gelenek olmuştur. Ki bu kartlardaki çizimler en az kartın mesajı kadar ilgi görüp incelenmiştir. Sonra adım adım mizah ve karikatür dergileri çıkarılmış derken kara kalem ve yağlı boya resim çalışmalarına geçilmiştir. Yani kültür sanat faaliyeti ve etkinlikleri kapsamındaki edebi yazılar, şiir, müziğin yanına bir de resim eklenmiştir. Hapishanelerde resim yapmak o kadar da kolay değildir. Malzeme sorunu yaşanır çoğunlukla. Boya, fırça, tuval bulmak her hapishanede mümkün değildir. Kimi F Tipi hapishanelerde boya kalemi bile içeri alınmaz, kantinde satılmaz. Ya da hü-
44-45 resim yapmak_29-30 ellerimi tut 9/6/13 7:59 PM Page 45
crede resim yapmanın koşulu yoktur. Hücre dışında belli zaman dilimlerinde tuvale yağlı boya çalışılabilir. Süre kısıtlıdır yeterli gelmez. Her gün ya da istediğiniz zaman resim çalışmanızın başına geçemezsiniz. Fiziki koşullar bu açıdan sorundur. Her şeye rağmen coşkuyla, hasretle hınçla çalışır ve üretir devrimci tutsak. O imkansızlıklar içinde en iyisini yapmaya çalışır. Üretmekten haz duyar. Ürettikçe duvarlar yıkılır, parmaklıklar erir, hayatla daha bir bütünleşir. O adeta çizdiğiyle konuşur, onu duyumsar, ürettikleriyle umudunu haykırır. Öfkeyi resmeden parmaklar sınıf kinini dışa vurur. Nasıl ki dil düşünceyi yansıtırsa fırça ve kalem de aynı biçimde düşünceyi çizer, boyar. Dostluğu, yoldaşlığı, paylaşımı, halk ve vatan sevgisini işler. Tutsaklıkta özgür olanların rengi kırmızıdır. Ve o dalga dalga bayrak
bayrak iner meydanlara. Ateş yürekli Sergüllerle, Selmalarla kol kola yürür. Resmin ortasında kızıl bir bayrak, feda ateşi, yıldızlı bir bere, sancak tutan el, kartal bakışlı bir şahin... Tuvalden ak sayfalara gülümser karanfiller, halk kahramanları “bir umudum sizde” dercesine. Özgür tutsağın düşünceleri gibi resmi de umuda dairdir. Çizilen resimde düşündürmeyi, gerçekleri ortaya sermeyi mücadeleye dair duygu yaratmayı hedefler o. Çünkü resim, boş zamanların doldurulacağı bir hobi değildir. Harcanan zaman ve emek bu düzeni değiştirme mücadelesi içindeki devrimciler açısından değerlidir. Yapılan her üretimin bir amacı ve hedefi olmalıdır. Belli bir plan ve program dahilinde hareket edilmelidir. Geleceğin Resim Sanatına Katkı Elimizde kağıdımız, kalemimiz veya fırçamız sulu boya, pastel, yağlı boy-
amız varsa çizmeye başlayabiliriz. Ufak ufak adımlar atacağız. Ve her işte olduğu gibi resimde de çalışarak, emek harcayarak bir şeyler ortaya çıkaracağız. Kimse doğuştan yetenekli değildir. Araştırarak, inceleyerek, gözlemleyerek öğreneceğiz. Bu alana istek duyan özgür tutsaklar önce gördüğünü sonra bilincindekini ve yüreğindekiniresmetmeyi öğrenecektir. Nasıl ki bir marşta biz olmanın gücünü hissediyorsak, resimde de bunu başarabiliriz. Ürünlerimizle biz olmayı hissettirebiliriz. Yine öneri ve düşünce olarak kolektif bir üretime dönüştürebiliriz bu faaliyetimizi. Unutmayalım ki hapishanelerde yapılan resimler, geleceğin resim sanatına bugünden yapılan mütevazi katkılardır. q
AğusTos-eylül 2013 | TAVIR | 45
46-48 halkin elleri_29-30 ellerimi tut 9/6/13 8:00 PM Page 46
değerlendirme değerlendirme
grup yorum ezgileri bir kez daha halkın ellerinde tavır
Grup Yorum 28 yıl önce, cuntanın yoz karanlığını yararak uzun meşakkatli bir yola koyuldu ve bu yol; baskılardan, tutsaklıklardan, bedellerden geçti daima. Grup Yorum “Bir Kar Makinesi” olmanın onuruyla, türkülerin başını yere eğdirmeden çıktığı bu yolda birçok bedele göğüs gererek, tüm dünyanın sustuğu bir yerden, tüm dünyayı ısrar, kararlılık ve inançla kavgaya çağıran türküler yaktı. Kavganın onurlu türküleri bu yirmi sekiz yılda, kimi zaman dağları dolaşıp Cemo’lara karıştı, kimi zaman Ümraniye’de, Buca’da Özgür Tutsaklara… 28 yıldır halkın acılarından, özlemlerinden, öfkelerinden süzülüp gelen notalar bir kez daha tarihin ak sayfasında yerini aldı bu sefer adı: Halkın Elleri!
sayılabilecek, bu beş yıllık süreçte konserlerine, üretimlerine coşkuyla devam etti. 25. Yılını İnönü Stadyumu’nda 55 bin kişinin katılımıyla gerçekleşen bir konserle kutlayan Grup Yorum, büyük, kitlesel halk konserlerine “Bağımsız Türkiye” çağrısıyla devam etti. Bir gelenek halini alan Bağımsız Türkiye Konserleri üç yıl boyunca 150 bin, 350 bin ve 550 bin kişilik katılımlarla gerçekleşti. Avrupa’da benzeri büyük halk konserleri yapmaya başladı ilk kez. Grup Yorum sinema alanında ise dokuz yönetmeni bir araya getirerek, F Tipi Film’i çekti ve tüm Türkiye’de engellemelere, yasaklamalara rağmen film gösterime girdi.
Dünya’nın her yerinde, herkesin sustuğu, kimsenin üretemediği bir nokEn son 2008’de Başeğmeden al- tada Grup Yorum’un yüz binleri bir bümünü çıkaran Grup Yorum, uzun araya getirmesi, ilk gün ki coşkusuy-
46 | TAVIR | AğusTos-eylül 2013
la yoluna devam etmesi zulmün uygulayıcılarını korkuttu. Bu korkuya tanıdıktı Grup Yorum, yola koyulduğu ilk günden tanıktı.. Zulüm ile abad olunacağını sanan egemenler bıkmadan, usanmadan saldırdı Grup Yorum’a.. Bir gece yarısı, korkakça, sinsice geldiler Grup Yorum’un evi İdil Kültür Merkezi’ne... Tanıyordu tarihinden İdil gece yarısı sinsice gelip kapısına dayananları. Bastılar İdil Kültür Merkezi’ni ele geçirdikleri notalar silahtı onlar için. Doğruydu notaları silahtı Grup Yorum’un ve namlunun ucundaki onların düzeni. O yüzden geldiler bir gece yarısı... Egemenler bir yarıştaydı ve halktan koparmaktı amaçları Grup Yorum’u.. Bir bir tutsak düştü Grup Yorum elemanları; Seçkin, Ayfer… Ve çalışma arkadaşları Veysel, Gamze, Bahar..
46-48 halkin elleri_29-30 ellerimi tut 9/6/13 8:00 PM Page 47
Tutuklayamadıklarını ise eve hapsetmek istiyorlardı. Fakat halk Grup Yorum’u yalnız bırakmıyordu; haykırıyordu egemenlerin suratına “siz Grup Yorum’u eve hapsederseniz, biz kapısının önünde dinleriz..“ Bir kez daha bastıklarında İdil’i bağlamadan, gitardan parmak izi aldılar, çaresizlerdi, o bağlamanın üzerinde Pir Sultan’dan, Ruhi Su’ya birçok ozanın parmak izi vardı. Enstrümanlar parçalandı, türküler zapt altına alınmaya çalışıldı nafile çabalarla. Grup Yorum’u tutsak etmekle, yasaklamalarla, 110 yıla varan tutuklama istemleriyle yargılamakla tüketemeyen egemenler bu kez halka ulaştırmak üzere Grup Yorum’un heyecanla var ettiği, hazırlıkları bir yıldan fazladır devam eden ve neredeyse son aşamasına varan yeni albümüne el koydu. Grup Yorum baskıların, baskınların, yasaklamaların yabancısı değildi. Yıllarca al-
bümleri yasaklanmış, toplatılmış, şarkılarını çalanlar tutuklanmış ve hatta kasetleri kurşunlanmıştı fakat böylesi ilk kez oluyordu. Grup Yorum’un Halkın Elleri albümü, henüz çıkmadan tutsak edilmişti. Son aşamaya gelmiş albümle birlikte yüzlerce bestelik bir arşiv de polis tarafından rehin alınmıştı ve birçok girişime rağmen geri verilmedi. Egemenlerin bu büyük korkusu artık saklayamadıkları boyuttaydı ve Grup Yorum adeta bir Grup Yorum ordusu kurarak bu korkuyu, bu hırsızlığı her alanda teşhir etti. Yüzyıllardır o büyük günü müjdeleyen türkülerin kaderi tutsaklıktı, yasaklamalardı, baskılardı... Ve fakat nerede bir yasak varsa oradan direniş filiz veriyordu ve ne zaman ki Grup Yorum’un albümü daha çıkmadan tutsak edildi işte o zaman bir büyük kolektivizm devreye girdi.. Gözle görülmese de elleri hissediliyordu
kolektivizmin,dokunuyordu yeniden notalara, umut oluyordu yeniden ve bu büyük güç halka aitti.. Halkın her kesimine… Halk bu kez kendi albümünü kendi oluşturuyordu; büyük aile olabilmenin gücüyle… Yeniden yazıldı notalar, tezene bağlamaya yeniden vurdu. Notalar dolaşıyordu yoksul gecekondu mahallelerini, tutsak olup kul olmamanın onuruyla yüz yıllardır yatılan hapishaneleri… Daha bir güçlü çalınıyordu enstrümanlar ve yeniden yazılıyordu kağıtlara umudun türküleri. Peki nasıl oluşturulmuş, çalınan albüm, hangi emek sürecinden geçmişti… İlk önce ortaya çıkmış eserler büyük aileyi oluşturan, yaşlısıyla, genciyle, memuruyla, işçisiyle, öğrencisiyle, anasıyla, babasıyla, çocuklarıyla genişçe bir toplantı yapılmıştı. Ve bir ses sisteAğusTos-eylül 2013 | TAVIR | 47
46-48 halkin elleri_29-30 ellerimi tut 9/6/13 8:00 PM Page 48
Bu albüme Grup Yorum dinleyicileri emek verdi, halkımız emek verdi. En başta “Büyük Aile”mizin oluşturduğu kolektivizmimiz emek verdi. Albümün en ince ayrıntısına ve her aşamasına bu kolektivizm damgasını vurdu. Yeri geldi bir şarkıdaki keman, yeri geldiğinde solistin okuması, bir ezginin bir yerindeki nota tartışıldı.
mi kurularak şarkılar dinlenmiş, sözlerine varana kadar birlikte değerlendirilmişti. Bu değerlendirme toplantılarının ardından bazı şarkılar elenmiş, yeni şarkılar yapılmaya karar verilmiş. Yeni besteler ortaya çıkmıştı. Aynı konuda farklı besteler üretilmişti. Sosyalist bir yarışmayla değerlendirilmişti besteler. Ardından bütün kültür merkezi çalışanları olarak bir haftalık bir albüm kampı gerçekleştirilmişti. Burada fikirler fikirlerle büyümüş, ezgiler bir nehir olup akmıştı, sözler sayfalar dolusu kağıtlarda buluşmuştu. Büyük bir ortak üretim örneğinin gösterildiği albüm kampı başarıyla sona ermişti. Albüm çalışmaları için Grup Yorum burjuvazinin fil dişi kulelerini değil, devrimcilerin yoksul mahallerini tercih etmişti.. Ve bir hafta boyunca da Küçük Armutlu’da misafir olunmuştu.. Bu bir hafta boyunca Grup Yorum yeni türkülerini çalıp söylemişti. Evin sahipleri Kezban Ana, Zeynep Abla türküleri yavaş yavaş ezberlemişti. Ve Yorumcular onlara fikirlerini sormuşlardı. Çünkü o türküler, onların hikâyeleriydi…
48 | TAVIR | AğusTos-eylül 2013
İşte bu emeklerle bir halkın kolektivizminin meyvesi hunharca parçalanmaya çalışılıyordu. Fakat bu halk, bu halkın elleri buna izin vermedi. Grup Yorum İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde tutsak bulunan albümünü adeta yeniden yapıyor fakat bu kez çok daha güçlü şekillendiriyordu. Birçok söz değişiyor, birçok ezgi ekleniyordu. Stüdyolar kapılarını açıyor, müzisyenler kayıtlarda çalmak için güzel bir dayanışma, dostluk örneği gösteriyordu. Grup Yorum onların da değeriydi. Stüdyo süreci başladı ardından. Çeşitli stüdyolarda başlayan albüm kayıtları, Kalan Stüdyoları’nda devam etti. Grup Yorum birçok gece sabaha kadar çalışmalarını sürdürdü ve o stüdyoda bulunduğu süre boyunca; oranın temizlenmesinden, toplanmasına kadar birçok işte gönüllü oldu. Birçok sanatçı gönüllü olarak koştu kayıtlara. Bazıları da normalde piyasa mantığına göre düşünerek birçok para talep etseler de daha sonrasında Grup Yorum’un piyasaya değil Halkın Elleri’ne ürettiğini anladıkça bu kolektivizme gönüllü olarak dahil oldu..
Halkın acısından, halkın tam ortasından süzülüp gelen, yaşanan bu besteler, bedeller ödenerek ulaşıyor milyonlara. Faşizm; halkımıza saldırdıkça, devrimci sanatçılara saldırdıkça daha büyük üretimler yapmaya devam edecek devrimci sanatçılar. Yüz binlerin toplandığı Grup Yorum konserleri bunun göstergesi olmuştur. Grup Yorum albümleri de böyle bir cevap olacaktır. Halkın Elleri, halkın emekçi, yoksul, direngen, taş tutan, sopa tutan, düşmana kinini avuçlarında biriktiren elleridir. Ve işte böyle şekillendi yeni bir albüm. Grup Yorum, egemenlerin bitirdik sandıkları bir yerde, tüm dünyanın üretemediği, herkesin hayal kurmaktan vazgeçtiği bir noktada bir kez daha ezgilerini taşıyor Halkın Elleri’ne… Halkın Elleri albümü; Gerisi Hayat, Hakikat Savaşçısı, Halk Yemini, Yeni Baştan, Umudun Turnası, Halkın Elleri, Sür Gerilla, Bıra Bıra, Newroz Agıre Cengiza, Weyn el Malain, Vur, Greve Çağrı, Lanet ve Senin İçin adlı 14 şarkıdan oluşuyor. Dinleyeceğiniz bu yeni albüm, beş yıllık süreçte Grup Yorum’un halkın yüreğinden damıtarak edindikleri ve eksiğiyle gediğiyle anlatmak istedikleridir. q
49-50 idil tiyatro dikili_sablon 9/6/13 8:01 PM Page 49
izlenim izlenim
türkiye tiyatro buluşması için dikili’deydik idil tiyatro atölyesi
Haziran ayı boyunca ülkemizin her karış toprağında, sömürüye, zorbalığa karşı süren halk ayaklanmasında bizler de İdil Tiyatro Atölyesi olarak barikatlarda halkımızın yanında direndik. Barikatlarda, sokaklarda ne gördüysek aynılarını, yalın olarak tiyatro sahnemize, oyunlarımıza, kostümlerimize, dekorlarımıza taşımak için uğraştık.Dergimiz sayfalarında da metnine yer verdiğimiz Böyle Başbakan Bulamazsın isimli sokak oyunumuz direniş esnasında şekillendi.Oyunumuzu 15-18 Ağustos tarihlerinde küçük bir Ege kasabası olan Dikili’de bu yıl yedincisi gerçekleşen Türkiye Tiyatro Buluşması için hazırladık. Türkiye Tiyatro Buluşması yedi yıldır İzmir Dikili’de çok yoğun bir ilgiyle gerçekleşiyor. Türkiye’nin dört bir yanından gelen amatör tiyatro çevreleri, profesyonel ekipler, tiyatro sanatçıları oyunlar oynuyor, atölyeler düzenleniyor, kolektif yaşam hayata geçirilmeye çalışılıyor ve tiyatronun sorunlarına ilişkin birçok panel, tartışma gerçekleştiriliyor. Bizler de ilk kez bir oyunla katılmanın heyecanını duyarak, yola koyuluyoruz. Bu yıl Ocak ayında, 11 kapı, kozmik oda ya-
lanlarıyla İdil’imize düzenledikleri “büyük terör operasyonuyla” İdil Tiyatro Atölyesi oyuncuları Veysel Şahin ve Gamze Keşkek gözaltına alınıp tutuklanmıştı. Onları düşünüyoruz, bizleri nasıl da tüketmeye çalıştıklarını fakat bizim nasıl çoğalarak geldiğimizi düşünüyoruz. Evet ekibimizin Gamze ablası ve Veysel abisi yok belki bu oyunda ama yeni arkadaşlarımız var ilk kez birlikte oyun oynayacağımız insanlarımız var. Daha önce İstanbul’da gerçekleşen toplantılarda, tutsak tiyatrocularımız olduğundan bahsediyor onların sesini de Dikili’ye taşımak istediğimizi ifade ediyoruz. Buluşmayı düzenleyen Yenikapı Tiyatrosu ise bir açılış mesajı yazarlarsa açılış günü okuyabileceğimizi söylüyor. Bunun üzerine tecrit duvarlarını delen iki dost selamı ulaşıyor bizlere, Bakırköy ve Tekirdağ Hapishanelerinden Dikili’de ki buluşmaya katılacaklara iletilmek üzere.. Yol boyunca, tutsak tiyatrocularımızın selamlarının yanımızda olmasının mutluluğunu hissediyoruz, deldik bir kez daha onların duvarlarını kim demiş bizi tutsak etmekle bitirebileceklerini… Dikili küçük bir Ege kasabası, buluşma-
yı düzenleyenler yârin yanağından gayrı her şeyi paylaşmayı hedeflemiş. İlk gün oraya vardığımızda sabah kahvaltısını hep birlikte yapıyoruz. Bundan sonraki üç gün boyunca da her öğün tüm tiyatrolar hep birlikte yemek yiyecek. Yemekler ücretsiz dağıtılan fişlerle sıraya girerek alınıyor. Sıra boyunca birçok güzel sohbet kuruluyor. Biz ilk günden itibaren daha önceden tanıdığımız Urla Toprak Sahne Tiyatrosu oyuncularıyla, tiyatro sanatçısı, yönetmen Rapıp Yavuz, Mehmet Esatoğlu, Yaşar Gündem’le sohbet ediyor, üretimlerimizin coşkusunu paylaşıyoruz. Daha önce tanıdıklarımızın yanı sıra ilk kez tanıştığımız birçok ekip oluyor. Silivri Belediye Tiyatrosu, Dikili Belediye Tiyatrosu, Trabzon Umut Tiyatrosu… İlk gün çeşitli atölyelere katılıyor, tartışmalarda yer alıyoruz. Akşam Dikili’de bir açılış yürüyüşü düzenleniyor. Bu yürüyüşe kostümlerimizle katılıyoruz ve yürüyüşün ilk durduğu anda biz oyunumuzu oynuyoruz. İlk oyun olmasının acemiliği olsa dahi güzel geçtiğini düşünerek mutlu oluyoruz ve izleyenlerin tepkileri de bunu destekler nitelikte oluyor. İlk gün için bir diğer heyecanımız ise tutsak tiyatro-
ağustos-eylül 2013 | taVIR | 49
49-50 idil tiyatro dikili_sablon 9/6/13 8:01 PM Page 50
cularımızın mesajını okumak olacak fakat festival ekibi ne zaman sorsak ertelemeci yaklaşıyor ve biz de kendileriyle daha önce konuştuğumuzdan kaynaklı ısrar ediyoruz. Sahne programı başlıyor. Tiyatro buluşmasını selamlayan Ece Temelkuran’ın, Pınar Selek’in mesajları okunuyor. Hemen ardından Dikili Belediye başkanı Osman Özgüven sahneye gelerek, haziran ayaklanmasından, faşizmin baskılarından bahsediyor ve konuşmasını faşizme karşı omuz omuza sloganlarıyla sonlandırıyor. Sonrasında Mahşer-i Cümbüş tiyatro topluluğu sahne alıyor. Tiyatro sporu adını verdikleri, seyircinin katılımıyla süren doğaçlama oyunları genellikle politik bir zemine kayıyor çünkü seyircilerden gelen cümleler hep Gezi Direnişi’ne dair oluyor. Bu esnada sanatın, maddi koşullardan bağımsız ilerleyemeyeceğini düşünüyoruz. Bize mesajımızı Mahşer-i Cümbüş’ün ardından okuyabileceğimiz söylenmesine rağmen sahne arkasına gittiğimizde kendimizi bir tartışma içinde buluyoruz. Festival ekibi, mesajı daha önceden göndermemiz gerektiğini söylüyor, onlara bizim göndermek istediğimizi fakat kendilerinin gerek görmediğini hatırlatıyoruz. Hemen ardından mesajın içeriğinde bazı cümleleri çok sert bulduklarını ifade ediyorlar, sert buldukları noktanın sanatın üzerindeki faşist baskıları teşhir eden noktalar olduğunu görüyoruz kendilerine iki milyon insanın aylardır sokaklarda faşizme karşı omuz omuza dediğini, daha biraz evvel belediye başkanının faşizmden bahsettiğini ve yine aynı sloganla konuşmasını bitirdiğini söylüyoruz, festival ekibi bize “ama belediye başkanı politik” cevabını veriyor. Biz ise onlara, devrimci olduğumuzu, bedel ödediğimizi, oyuncularımızın tutsak olduğunu hatırlatıyoruz. Mesajımız gecenin sonuna kalmasına rağmen biz sahneden mesajımızı
50 | taVIR | ağustos-eylül 2013
okurken herkes pür dikkat dinliyor ve kimse dağılmıyor. İkinci gün, erken saatlerde kalkıyor ve dün diyalog kurduğumuz ekiplerle sohbetimizi geliştiriyoruz ve çeşitli atölyelere katılıyoruz. Atölyelerin ardından Dikili Meydanı’nda düzenlenen söyleşilere katılıyoruz. Bu söyleşiler esnasında dergimiz Tavır’ın dağıtımını sağlamak üzere stand kurmaya çalışıyoruz fakat masa bulamıyoruz. Bütün masalar diğer standlarda kullanılmış ve esnaf da masa vermeye yanaşmıyor. Bunun üzerine yakınlardaki bir marketin kapısından bir tahta kasa buluyor, bu kasayı üç tane plastik sandalyenin üzerine koyuyoruz. Onun da üzerine yine etraftan bulduğumuz bir naylon örtüyoruz. Standımız hazır! Dergilerimizi standa dizdiğimiz andan itibaren hiç ilgisiz kalmıyoruz. Arada rüzgar vurduğunda standımız dağılsa da giderek meydanda herkesin elinde Tavır Dergisi görmeye başlıyoruz. Oyunumuzu üçüncü ve son gün tekrar oynuyoruz. İlgi yine yoğun, tabi bu sefer sivil polislerin de ilgisi yoğun biz de
sivil polisleri oyunumuza katıyoruz. Onlar video ile bizi çekerken, biz onları oyunun bir parçası yapıp teşhir ediyoruz. Oyunun sonunda tüm ekip sivil polislere bakıyoruz ve öfkeden kızardıklarını fark ediyoruz. Oyundan sonra yine standımızın başına geçiyoruz. İnsanlarla sohbet ediyor, İdil’i anlatıyor, devrimci sanattan bahsediyoruz. Dikili’de üç günü tamamlayıp yola koyulmak üzereyken, Her yıl, Umut Vadeden Genç Oyuncu ödülü verildiğini ve bu ödülün bu yıl bize verilmek istendiğini öğreniyoruz. Bu bizde büyük bir coşku yaratıyor. Onca zorlukla çıkardığımız oyunumuz İstanbul’a bir ödülle dönüyor. Ödülümüzü alırken, AKP’nin sanata ve sanatçıya uyguladığı faşizmden, buna karşı tek çözümün örgütlülük olduğundan bahsediyor ödülümüzü her an yanımızda hissettiğimiz tutsak tiyatrocular Gamze Keşkek ve Veysel Şahin adına alıyoruz ve seneye tekrar buluşmak üzere Dikili’ye veda ediyoruz. q
51-52 vasif_sablon 9/6/13 8:02 PM Page 51
deneme deneme
vasıf öngören hala sorular soruyor mehmet esatoğlu
Yıl 1977. Ülkede kan akıyor. Her kafadan bir ses yükseliyor. Kimi “faşist saldırılar var”, kimi “bu sağ-sol çatışması”, kimi ise “kardeş kanı akıyor durduralım” diyor. Ülkeyi yöneten ise “Bana sağcılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz” diyerek katilleri koruyor. Vasıf Öngören “tarifsiz kederler içinde” ülkesine bakıyor. Düşünüyor. Nereden nereye gelindiğini incelerken bakışlarını biraz gerilere doğru kaydırıyor. Ülkede yaşanan sermaye-emek çatışmasının doruklarından 15-16 Haziran 1970 (yüz binlerce işçi hakları için ayaklanmıştı) günlerinden 1977’ye gelen süreci bir bilim adamı titizliğinde inceliyor.
Yaşanan sürece sorular sorup, yanıtlar bulmaya çalışarak ilerliyor. “Ülkede neler oluyor?”, “Nereden geldik nereye gidiyoruz?”, “Ülkede neden kan akıyor?” “Ölen kim? Öldüren kim?” Sorular, yanıtları ve “ne yapmalı” üzerine kesin yargılara varmak yerine bir de “mevzu”yu izleyicilerine açmak, dertleşmek ve birlikte çözümler aramak üzere başlıyor daktilosunun tuşlarına vurmaya. O günlerde geniş kalabalıklar halinde izlediğimiz Yeşilçam filmlerinin aileden birileri gibi gördüğümüz tiplerini bir köşkün mutfağına dolduruyor. Bunların 70’li yılların başında yaşadığı kimi olaylardan yola çıkarak 1977’de yaşananlara neşterler
atıp sorular sormaya başlıyor Öngören. Akın akın insanların kente gelip kendine yaşanacak yer, karnını doyuracak iş bulmaya çabaladığı günlerin ortasına bambaşka bir soru atıyor: “Ben kime hizmet ediyorum.” Bir aşçıbaşı var oyunda. Yaşanan sürecin tam göbeğinde duruyor. Şaşkın gözlerle bakıyor etrafında olup bitene. Tıpkı 1977 yılında ülke halkının büyük çoğunluğunun baktığı gibi. Gencecik, yaşamını hizmetçilik yaparak kazanan bir kız var. Yaşamı birlikte omuzlamak istediği bir sevdiği var. Onları birbirlerine
ağustos-eylül 2013 | taVIR | 51
51-52 vasif_sablon 9/6/13 8:02 PM Page 52
bağlayan sözleri ve parmaklarında yüzükleri var. El ele tutuşuyorlar. Ancak sürecin azgın dalgaları her aşamada onları farklı yönlere sürüklüyor. Bu sürükleniş birdenbire de olmuyor. Her dalga bir adım öteye sürüklüyor onları. Arada genç kızın “sen nereden bulaştın bu işlere?” sorusunu duyuyoruz. Endişeyle, korkuyla sorulan bir soru bu. Bir şoför var oyunda. O da köşkten ekmek yiyenlerden. O da sürecin gidişatına bakıp şaşkın gözlerle kafasında sorular biriktiriyor. Bir de şoförün ağabeyi. Ağabey sorulara kimi yanıtları bulmuş ve bu yanıtlar ışığında kolları sıvamış, harekete geçmiş biri. Oyunda hiç görmediğimiz ama sürecin her anını belirleyen köşkün sahibi var. Aşçının ve bir büyük çoğunluğun “baba adam” olarak gördüğü her gün serüvenlerini duyduğumuz, ilgiyle izlediğimiz kişilerden biri. Herkes yaşama bir ucundan asılıp yaşamaya çabalarken incecikten bir kan akmaya başlıyor ortalığa. Akan kan mutfaktakileri önce şaşırtıyor ve ardından da sorular sorup yanıtlar aramaya sürüklüyor. Kendi başına akmaz ya bu kan. Elbet bir nedeni hatta nedenleri var bunun. Bu süreçte mutfaktakilerin kafasında başta “baba adam” olmak üzere bir dolu kavramlar altüst oluyor. Vasıf Öngören “Zengin Mutfağı”nda kimi yazarların yaptığı gibi bize bir “ders-i ibret” vermek yerine olup bitene baktırıp sorular sorduruyor. Etrafımızda olup bitene gazete manşetlerinden, başbakan açıklamalarından kesip yapıştırdığımız içimizi rahatlattığımız cevaplarımızı -ya da ezberimizi- bozan sorular atıp
52 | taVIR | ağustos-eylül 2013
“huzur”umuzu kaçırıyor. Bu yöntem bizi zihinsel bir faaliyete sokuyor. Karşımıza koyduğu sorulara rastgele cevaplar yapıştırıp rahatlamamıza da olanak vermiyor. İzleyici salondan çıkarken aşçıbaşının oyunun başında ve sonunda önümüze attığı “ben kime hizmet ediyorum” sorusuyla düşüyor yollara.
Vasıf Öngören’in 1977’de sorduğu soru hala geçerli. Cevap belli. Bütün korkuların üzerine yürümek, haksızlıklara ses çıkarabilmek. Üstüne üstlük ülkede nerdeyse otuz yıldır kan hala akıp duruyor. Sorun, sorulara doğru cevaplar bulabilmekte. Bulamadıkça aynı filmi hep baştan göreceğiz. Sorulara doğru cevaplar bulamadıkça canımız daha çok yanacak. Vasıf Öngören’den söylemesi. q
53-54 kerem gibi_sablon 9/6/13 8:02 PM Page 53
deneme deneme
kerem gibi havin poyraz
Nazım Hikmet’in şiirleri Genco Erkal’ın şiir-tiyatro gösterimiyle Enka Açık Hava Tiyatrosu’nda… Tiyatronun ismi Kerem Gibi… Yerinize oturduğunuz andan itibaren farklı bir dünyanın içine çekiyor sizi; şiir ve tiyatro. Ama dört bir yanda sesler; Şehrin sesleri… İnsanlar dans ediyorlar bir yerde, “Bu fasulya yedi buçuk lira” cistak cistak yoz bir eğlencenin sesi, Yatsı ezanının sesi sonra, Şehrin sesleri bozamıyor bu büyülü atmosferi… “Kerem gibi yana yana Ben yanmasam Sen yanmasan Biz yanmasak Nasıl çıkar Karanlıklar aydınlığa” Nazım Hikmet ve Anadolu…
ağustos-eylül 2013 | taVIR | 53
53-54 kerem gibi_sablon 9/6/13 8:02 PM Page 54
Ve Memet doğuyor, ama… Çocuklar emperyalist bombalar altında ölüyor dünyamızda. Yumuk yumuk tombul elleri Memet Memet çocuklarımızın… Cansız, takatsiz asılı kalıyor annelerinin kucaklarında derisi sarkmış, yanmış elleri Hiroşimalı çocuklarımızın…
Anlatılan onların hikayesi, Anlatılan aslında bizim hikayemiz… Şiirler akarken yüreğimize, sarıp sarmalarken bizleri tepeden tırnağa, görüntüler beliriyor arkada fonda; perdeye yansıtılan görüntüler. Alevlerin içinden çıkıyor şiir ve Genco Erkal… Ekranda izlediğimiz alevlerin dansı VE ÖNDE Genco Erkal’ın oyunu, Sivas’ta 2 Temmuz’da yakılan aydınlarımızı hatırlatıyor bize. Alevlerin içinden çıkıyor atlılar: “Atlılar güneşi zapta giden atlılar…” şiiri eşliğinde Kurtuluş Savaşı destanı, Anadolu halkının destanı anlatılıyor. Nazım’ın Piraye’ye olan aşkı sonra ve hapishane yılları “Bursa Kalesi yılları ve Sinop Hapishanesi” anlatılıyor. Dört duvar arasında Piraye’ye olan sevgisi ve vatan sevgisi aynı şiirler de depreşiyor. Nazım’ın hayatı şiirleriyle yüreğimize ulaşmaya devam ediyor. Bir gazete kupürü geliyor ekrana: “Amerika’nın Yarı Sömürgesiyiz Dedi Hikmet 54 | taVIR | ağustos-eylül 2013
Nazım Hikmet Vatan Hainliğine Devam Ediyor Hala” Genco Erkal haykırıyor o anda ve Nazım’ın haykırışı kulaklarımızda: “Vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa, vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığınızdan, ben vatan hainiyim. Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla : Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.” Genco Erkal, Bağımsız Türkiye konserinde 550 bin kişiye bu şiiri okumuştu, tıpkı oradaki gibi şiiri yumruğu havada bitiriyor. Hatırlarsınız bazı gazetelerde de Bağımsız Türkiye konserinin haberinde Genco Erkal’ın bu resmi kullanılmıştı. Unutulmayacak bir görüntü olarak yazılıyor oyuncunun hanesine. Ve Memet’in doğuşu, bir babanın doğacak çocuğunu bekleyişinin heyecanı Hikmet’teki. Ve Memet doğuyor, ama…
Oyuncu Memet doğdu diyor. Tam o anda ekranda; annesinin kucağında açlıktan ölmek üzere olan, vücudundaki kemikleri sayılan, karnı şişmiş, gözleri fersiz bir çocuk açlıktan ölüyor; dünya’nın orta yerinde Afrika’da. Nazım Hikmet Memet’in doğumunun sevincini böylesi duygularla birlikte yaşıyor. Hiroşima’ya atılan kimyasal bombanın ekranda gösterilmesi ise, tiyatronun orta yerinde de bir bomba etkisi yaratıyor. Katliam, yoksulluk, emperyalizm gerçeği beyinlere kazınıyor. Ve sürgün yılları… Nazım’ın halka olan inancı, işçilere olan inancı hiç bitmiyor. “Dolaşacaktır bu güzelim memlekette, işçi tulumuyla Elini kolunu sallaya sallaya…” Tekel işçilerinin direniş görüntüleriyle desteklenen bu şiirle, belgesel oyunun sonuna doğru geliyoruz. Nazım Hikmet’in ölümünü anlatıyor şimdi şiir: “Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni…” Böyle mütavazi, vatan sevgisiyle dolu yürek duruyor birdenbire; vatanından uzak, sürgünde. Genco Erkal hissediyor ve hissettiriyor. Dinlemek düşmüyor sadece izleyicinin payına. Düşünüyor izleyen, dününü, bugününü, yarınını... Belgesel görüntüler bu düşünme sürecini destekliyor. Genco Erkal ruhumuza, yüreğimize hitap ediyor. Yüreğine sağlık diyoruz ve tüm okurlarımıza Kerem Gibi oyununu izlemelerini tavsiye ediyoruz. q
55-56 guzel cirkin_sablon 9/6/13 8:03 PM Page 55
eleştiri eleştiri
iyi polis sadece dizilerde olur devrim savaş
Bir ülke düşünün; sokaklarında halk çocuklarının polisler tarafından kurşunladığı , karakollarında işkencede insanların katledildiği... Bir ülke düşünün; polislerin 14 yaşındaki çocukları biber gazı kapsülleri ile kafasından vurup komaya soktuğu... Bir ülke düşünün her türlü hak talebinin gaza suya boğulduğu. Bir ülke düşünün ki o ülkedeki polislerin halktan daha çok hakkı ve yetkisi olduğu bir ülke... Eğer bu yazıyı okuyabiliyorsanız. Yani bu ülkede yaşıyor yada bu dili konuşuyorsanız. Bu ülkenin sınırlarımıza hiçte uzak olmadığını hatta o ülkenin yaşadığımız topraklar olduğunu anlamışsınızdır. Ve bizler artık birbirimize polisin ne ka-
ağustos-eylül 2013 | taVIR | 55
55-56 guzel cirkin_sablon 9/6/13 8:03 PM Page 56
Şaşmaz’lardan biliyoruz biz. Bu ucuz dizilerle gerçeklerin üzerini örtemezsiniz.
dar aşşağılık bir varlık olduğunu polisliğin ne kadar onursuz bir meslek olduğunu anlatmıyoruz. Çünkü hergün yaşıyoruz. Özellikle ayaklanma sürecinde çok net gördük ki devlet bütün kirli işlerini polislere yaptırıyor. Bu yüzden bu yazımızda sizlere polisin yaptıklarını değil yapmadıklarını anlatacağız. Daha doğrusu polisin yapmadıklarını anlatan dizileri anlatacağız. Bir çok kez dergimizde polis dizileri hakkında yazılar çıktı. Polisi güzelleyen polisin kirli imajını aklamaya çalışan bir çok diziyi ele aldık. Bugün bunlara bir yenisi daha eklendi. Başrollerinde Ali Sunal ve Naz Elmas'ın oynadığı Güzel Çirkin dizisi. Naz Elmas, içinde hukuk fakültesinin de olduğu birkaç üniversite bitirmiş ama tercihini cinayet şubede bir polis olmaktan yana kullanmış bunun için Amerika'da eğitim almış idealist bir polis. İşkence yapılmasına kesinlikle müsade etmeyen her ne pahasına olursa olsun doğruları savunan bir melek... Ali Sunal ise halktan biri gibi gösterilmeye çalışan her ne hikmetse Naz Elmas’la çalışmaya mecbur kalmış yeri geldiğinde suçluya işkence yapan bunu da haklı bulan bir polis. Bu iki karakter arasındaki baş çelişki Naz El-
56 | taVIR | ağustos-eylül 2013
mas'ın şubede olan işkencelere müdahale etmesi Ali Sunal'ın ise bu durumdan hiç hoşnut olmayışı. Dizinin ilerleyen bölümlerinde bu hoşnutsuzluk büyük ihtimalle yerini bir aşka bırakacak. Sadece 5-6 bölümü oynamış bu dizide nedir dikkatleri çeken ve bu şekilde yazılmaya değer gördüğümüz ? Birincisi ortada çok büyük bir yalan var. İşkencenin devlet eliyle değilde birkaç kişinin yasaları çiğneyerek yaptığı bir işmiş gibi gösterilmesi ve bunun üzerine Amerika’da okumuş bir kızın bu keyfiliğe son verecek olması. Dizinin bir kaç yerinde şube amirinden duyduğumuz vurgu şu; evet zamanında bizde devleti dinlemeyip işkenceler yaptık ama artık devlet bunu denetlemesi için adam gönderiyor dikkat edin... Gerçek bu mu? Karakollarda katledilen sokak ortasında sırtından vurulup felç bırakılan işkencelerde tecavüze maruz kalan her türlü ahlaksızlıkla yüzyüze kalan insanlar bir kaç işgüzarın eseri mi? Siz kimi kandırıyorsunuz? Biz bu devletin katliam politikalarını halk düşmanlıklarını bilmiyor muyuz? Ağzından salyalar akıtarak namusumuza kişiliğimize ettiğiniz hakaretler bitti de şimdi de bizi aptal yerine mi koyuyorsunuz? Sizin ve dizilerinizin zeka seviyesini Necati
Peki Amerika'da yetişen ve işkenceye sıfır tolerans gösteren kadın polis karekterine ne demeli? Bari ismi çok fazla teşhir olmamış bir ülke seçseydiniz. Bugün yedisinden yetmişine kime sorsanız Amerikayı nasıl bilirdiniz diye size açar ağzını yumar gözünü.. Ama ne hikmetse bu güzide kadın polisimiz bütün erdemleri Amerika'dan öğrenmiş. Amerika'nın bir insana öğretebileceği şeyler tabiki sıralamakla bitmez. örneğin katliam, işkence, tecavüz, yozlaştırma, soysuzlaştırma, yoksullaştırma, bencilleştirme, ahlaksızlaştırma... Gördüğünüz gibi yaz yaz bitmiyor. Diyelim kazaylada olsa bu kız idealist bir polis olarak yetişti. Öyle bir polisliğide bu devlet sana yaptırmaz. Sonun ya intihar olur ya da işbirlikçilik olur. Peki bu dizilerde kendine aydınım sanatçıyım diyen oyuncular nasıl oynayabiliyor. Bu dizide oynayan oyuncular en az polisler kadar onursuzca bir iş yapıyorlar. Çünkü halka yalan söylüyorlar. Halkın düşmanlarını halkın dostuymuş gibi göstermeye çalışıyorlar. Devletin pis politikalarını halka allayıp pullayıp sunan sanatçılar kendine aydınım demesin. Ben AKP'nin sözcüsüyüm desin. Yaptığının neye hizmet ettiğini bilmeyenlerde işbirlikçilik yapmaktan vazgeçsin. Bunun hesabını tarihe veremezler. Bu dizilerin hiçbir aşamasında yer almamalıyız. Sanatçının görevi net bir tavır sergileyip böyle dizilerde oynamamak, İzleyicinin görevi ise bu dizileri evine sokmamaktır. Elbet bu ülkenin televizyonlarında gerçekleri izlediğimiz günler de gelecektir ama o güne kadar bu sinsi yılanlara dikkat etmeliyiz.. q
57-59 intifada_sablon 9/6/13 8:04 PM Page 57
kitap tanıtımı kitap tanıtımı
intifada dersleri dilşah köksal
Halkımıza güvenmeyi 43 yıllık tarihimizden ve dünya devrim tarihinden öğrendik. Halkın koca bir derya olduğunu, ölmenin ve öldürmenin, adaletin, kinin, öfkenin, sevginin en yücesini, en safını halkımızdan gördük, öğrendik. Halk bize savaşmayı da öğretti. Baba İshak’lardan, Demirci Kawa’lardan, Seyid Rıza’lardan, Pir Sultan’lardan, Bedreddin’lerden, Mahir’e ve Dayı’ya değin halkımız öğretti ve omuz omuza savaştı bizimle. Biz halktık, halk biz. "Halka inme" gibi densizce cümleler kurmadık, bizler halkın üstünde değildik ki, halka inme gibi lütuf da bulunabilelim! Fakat kendini halktan üstün görenler, halka akıl öğretmeye çalışanlar ve “Bu halktan adam olmaz” deme gafletinde bulunanlara halk cevabını verdi. Çünkü sömürüyü, zulmü en yakıcı hisseden halkımızdı. Çocuk yaşından başlayıp sanayilerde, ev temizliklerinde, oto tamircilerinde, dikiş-nakış atölyelerin-
de, konfeksiyonlarda… Gecesini gündüzüne katarak çalışanlar, yine onlardı. Açlığı, yoksulluğu, yoksunluğu iliklerine kadar yaşadılar. Yeri geldi koyun dendi onlar için, yeri geldi ayakların baş olduğu nerde görülmüş dendi. Yeri geldi “Nereden bileyim sevindiğini, bir takla at da göreyim” dendi, yeri geldi ağzını açacak olduğunda “Ananı da al git” dendi. Ama halkımız unutmadı… Halkımız her şeyi gördü. Türkiye tarihi boyunca ’80 darbelerinden, 12 Mart’lara, Sivas, 19 Aralık, Ulucanlar, Roboski katliamlarından, Dersim’e, Maraş’a, Çorum’a kadar gördü, yaşadı. Sokak ortasında infazları, kaçırılmaları, nezarethane işkencelerini, hücre cezalarını, tecavüzleri, tacizleri… hepsini gördü yaşadı. Uğrunda öldüğü-öldürdüğü, can verdiği-can aldığı memleketinin nasıl can çekiştiğini, gavur postalları altında nasıl ezildiğini gördü… Susmadı, sadece bekledi. Gördüğü, yaşadığı her şeyi
bir umut arayarak, adaletin kılıcını yüreğinde bileyleyerek yazdı hesap hanesine. Hesap hanesi kabardı ha kabardı, kabardı ha kabardı. Ve en sonunda 27 Mayıs günü son yaşadığı acılarla birlikte patladı. Ayağa kalktı İstanbul, İzmir, Adana, Hatay, Eskişehir… Ayağa kalktı Kocaeli, Bursa, Antalya… Ayağa kalktı Rize, Trabzon, Diyarbakır, Dersim, Elazığ…. Ayağa kalktı Türkiye halkları ve yıllarca bölmek istedikleri halklar tek bir taleple omuz omuza, bir araya geldiler. "FAŞİZME KARŞI OMUZ OMUZA" dediler. En yaratıcı savaş teknikleriyle çıktılar kavga sahnesine, en akılcı çözümlerle düşman inine girdiler. Duydukları en büyük kinle tükürdüler cellatların yüzüne ve korkuttular, zindan ettiler gecelerini de, gündüzlerini de… İşte böylesi halkın mücadele tarihini anlatan bir kitaptan bahsedeceğiz sizlere. 1946’dan bu yana işgal altın-
ağustos-eylül 2013 | taVIR | 57
57-59 intifada_sablon 9/6/13 8:04 PM Page 58
da olan bir memleket halkının en büyük tanka, topa, tüfeğe, silaha karşı ellerindeki taşlardan ve öfkelerinden gayrı kullanacakları bir şeyleri yoktu. Kullandılar, kullandılar ve düşmanın beynini yok ettiler. Direnen Filistin halkının tarihe yazdığı savaş teknikleri ve örgütlenmenin gücünün verdiği gücün yazıldığı bir kitap Filistin’de Zafer Tarlaları/İntifada Dersleri…
kı siyonizme, İngiliz işgaline karşı mücadele etmiş, kısacası anti-emperyalist mücadelenin temelini atmış ve devam ettirmiştir.
Kitabı yazan, derleyen,çeviren Faik Bulut… Faşizmin açıktan saldırdığı, işgal ettiği bir ülke Filistin. Haçlı Seferleri'nden bu yana Filistin'i ele geçirme çabaları hep süregelmiştir. İşgalci, katil İngiliz generali Allenby birlikleriyle birlikte 08.11.1918 tarihinde Kudüs'e girdiklerinde "Asırlar önce başlayan Haçlı Seferleri artık sona ermiştir. Çünkü muzaffer olduk." Diyerek bu sözüyle halk düşmanlığını kanıtlamış ve tarihe yazmıştır. İşgal, halkı katletme, sömürme çabaları bununla da kalmamış, 1928'den tekrar başlayarak en azgın haliyle devam etmiştir.
Halk ayaklanmasının en güçlü silahı örgütlü hareket etmektir, örgütlü, sorumluluk bilinciyle, görevlerini, nerede ne yapacağını bilen ve peşinden giden, küçümsenmeyen her iş zafer yolunda bir adımdır. Filistin halkı adaleti sağlamak ve vatan topraklarından düşmanı kovmak, yaptıklarının bedelini ödetmek için savaşmayı, birlik olmayı seçiyor. Çünkü zincirlerinden başka kaybedecek hiçbir şeyleri yok, bunu da çok iyi biliyorlar. Ve halk komiteleri kuruluyor. Her işin bir komitesi var, her komite kendi işini yerinde, zamanında, olması gerektiği gibi yaptığında düşmanın ambargoları, katliamları, provokasyonları, oyunları, yalanları… hiçbir işe yaramaz hale geliyor. Bunları somut örneklerle anlatırsak daha açıklayıcı olur herhalde.
İntifada sözü esasında Filistin direnişleriyle anlam kazanmış ve dilimize kazandırılmış bir kelimedir. Direk anlamı halk ayaklanmasıdır. Filistin hal-
Düşman, "örgüt" kelimesinden dahi korkarken, Filistin'deki devrimci, M-L örgütler halkı örgütlemiş ve işgalci güçlerin karşısına en güçlü silahlarıyla çıkmışlardır. Halkın zafer inancı.
İntifadanın tek ve en büyük gücü halk komiteleri. İllegalite kurallarına uyarak, inisiyatif alarak kararlar verebiliyor, her türlü eylemi hayata geçirebiliyorlar. Halk komiteleri temel olarak 2 gruba ayrılıyor. Birinci grup; "Vurucu Müfreze". Gezici Maskeliler denen gençlerden oluşuyor, molotof, taş, sopa, barikat kullanarak düşmanla savaşıyorlar. İkinci grup; bu ikinci kendi içinde ise 12 ayrı gruptan oluşuyor. Yaşamın can damarlarını oluşturuyorlar,. Hayatın içerisinde eksik hiçbir kanal bırakmıyorlar. Büyük-küçük, yaşlı-genç, çocuk, esnaf, köylü… herkesin mücadele içerisinde bir şey yapabileceğinin kanıtıdır halk komiteleri. Sadece başlıklarını saysak bile biraz biraz somutlamış olabiliriz.
58 | taVIR | ağustos-eylül 2013
Bir: Beslenme Komiteleri İki: İlk Yardım Komiteleri Üç: Ticaret Komiteleri Dört: Enformasyon Komiteleri Beş: Araştırma-Soruşturma Komiteleri Altı: Destek Komiteleri Yedi: Gözlem Komiteleri Sekiz: Kadın Komiteleri Dokuz: Tarım Komiteleri On: Demirci Komiteleri On bir: Nöbetçi Komiteleri ve On iki: Gönüllü İş Komiteleri… Bu komitelerde halk çalışıyor, halk örgütlüyor, halk yaratıyor ve tüm boşlukları halk dolduruyor. Örneğin; işgalci kuvvetlerin gıda ambargosuna karşı Tarım Komiteleri evlere tohum dağıtıyor, cam pervazlarında, kapı girişlerinde, evdeki saksılarda, çatı borularında tohumlar dikiliyor, hasat verdiğinde ortak Tarım Komiteleri'nde toplanıyor ve herkese ihtiyacı kadarı veriliyor. Ya da başka bir örnek; grev zamanlarında kepenk kapatan esnafı ikna edemeyen, korkutamayan düşman geceleri köpeklerini sokaklara salarak kepenk kilitlerini kırdırıyor ki, esnaf kepenklerini kapatıp grev yapamasın. Fakat iradi gücü buna da müsaade etmiyor aksine Demirci Komiteleri oluşturarak, gündüz esnaflık yapan demirciler geceleri düşmanın provokasyonuna ve eylemi sabote çalışmalarına karşı kilit kıranların arkasından kilitleri yeniden onarıyor. Ve düşman ne olduğunu anlayamadan emeline nail olamıyor. Gözlem Komiteleri; bu komite çocuklardan oluşuyor. Oyun oynadıkları alanlar genelde itirafçı, işbirlikçi olduğu düşünülen veya düşmanın konuşlandığı yerler oluyor ki, herhangi olağanüstü bir durumda hemen Vurucu Müfreze'yi bilgilendiren ve düşmandan bir adım önde olmalarını sağlayan komite.
57-59 intifada_sablon 9/6/13 8:04 PM Page 59
Bu komiteler intifadayı ayakta tutan, örgütlenmeyi sağlayan, düşmanın beynini alt etmeye yarayan damarlar halini alıyor. Komiteler öyle işe yarıyor ki halk, kendi ararlında çıkan uyuşmazlıkları, sorunları, kavgaları çözmek içinde halk mahkemeleri gibi komiteler kuruyor ve bu da suç oranında çok büyük bir düşüşe sebep oluyor. Ve bir dönem halk komiteleri öylesine yaygınlaşıyor ki Siyonist İsrail için tehdit haline geliyor. Filistin halkı, İsrail'e yiyeceğinden, içeceğine, giyiminden, eğitim ve adalet sistemine, karakollarına kadar hiçbir şey için muhtaç kalmıyor. Bu İsrail devletinin fiili olarak da tanınmaması ve yok edilme riskinin de artması anlamına geliyor. Bu nedenle İsrail devleti için halk komiteleri büyük bir tehdit oluşturuyor ve komiteler İsrail hükümetince yasaklanıyor, komite üyesi, çalışanı, destekleyeni olduğu anlaşılanlara ce-
zai yöntemler uygulanıyor. Buna cevaben halk daha çok örgütleniyor, yeni komiteler kuruyor. İsrail devleti ülkenin sanayi, tarım, iletişim… araçlarını denetimi altına alıyor, kendi kadrolarını yerleştiriyor. Halk buna karşı vatanına daha da sıkı sarılıyor. Onur-gurur temelinde savunuyor ve direniyor. Ülkenin sanatçıları, aydınları, tiyatrocuları, dansçıları… halkla ilişki kuruyorlar, halk komitelerini muhatap alarak İsrail hükümetinin asimile ve ilhak politikalarına savaş açıyorlar. Alternatif halk sanateğitim-sağlık… komiteleri oluşturuluyor. Halkın içerisinden savaşçılar fedailer yetişiyor böylece. Halk kendi savaşçılarını kendileri yetiştiriyor. Vurucu Müfreze İsrail hükümetinin korkulu riyası oluyor, halkın karşısına "Ninga Çeteleri" adında kiralık katiller, paralı askerler çıkarsalar da halkın adaleti onların peşini bırakmıyor ve başarılı olamıyorlar….
Biz de bunu yakın zamanda ülkemizde ayaklanan halkımızdan biliyoruz. Çatışma meydanında kurulan sağlık komitelerinden, barikat komitelerinden, yemek dağıtan beslenme komitelerinden… İşte kitabımızda, dünya devrim tarihini, savaş tecrübelerini, örgütlü olduğunda zaferin uzak, ulaşılamaz olmadığını göreceğiz… Ülkemiz devrime gebe bir ülke, topraklarımız Filistin gibi açıktan işgal edilmedi fakat parsel parsel satılıyor, kendi ülkemizde özgür değiliz. Vatanımız bağımsız bir vatan değil. Özgür, bağımsız vatan düşümüzü gerçekleştirmek için ihtiyaçlarımızı karşılayacak ve dünya devrim tecrübelerinden faydalanacağımız değerli bir kitap… Tavır dergisi olarak önerimizdir, kitaplığınızda bulunmalı…q
ağustos-eylül 2013 | taVIR | 59
60-61 kara melekler_29-30 ellerimi tut 9/6/13 8:06 PM Page 60
sinema sinema
kara melekler efe boztaş
Kara Melekler filmi Bulgaristan Komünist Partisi savaşçılarının faşizme karşı mücadelesini anlatıyor. “Seni Halk Adına Ölüme Mahkûm Ediyorum” kitabı temel alınarak yazılan senaryo üzerine çekilmiş bir film, Kara Melekler.1940’lı yıllar, Nazi Almanyası’nın Sovyetler Birliği’ne saldırdığı ve Sovyetler’in faşizme karşı vatanını savunduğu ve faşizme büyük bir darbe vurarak sosyalizmin
60 | TAVIR | AğusTos-eylül 2013
zaferini ilan ettiği yıllardır. II. Paylaşım Savaşı’nın sürdüğü bu yıllarda Naziler’in işgal ettiği topraklarda, faşizme karşı mücadelede Bulgaristan devrimcileri de önemli rol üstlenmişlerdir. Bulgaristan’daki iktidar faşizmle işbirliği içinde olmuş, topraklarını Naziler’in kullanımına açmıştır. Bulgaristan’da Bulgaristan Komünist Partisi öncülüğünde uzun yıllardır devam eden bir mücadele vardır.
1923’te ayaklanma yenilgiye uğratılsa da devrimciler mücadeleden vazgeçmez. Yenilgilerden dersler çıkarıp mücadeleye devam ederler. Filmde 6 kişilik Partizan grubunun, şehir içindeki illegal mücadelesi anlatılmaktadır. Birliğin komutanı kadındır. Toplamda 6 kişiden oluşan birlikte 3 kadın 3 erkek bulunmaktadır. Partizanlar’ın önünde Bulgaris-
60-61 kara melekler_29-30 ellerimi tut 9/6/13 8:06 PM Page 61
tan devrimini geliştirmek ve Nazi Almanya’sının saldırılarına karşı faşizme karşı savaşı büyütmek vardır. Birliğin komutanı geçmişte evlenmiş 2 çocuğu olmuştur. Fakat illegalite koşullarında çocuklarından ayrılmak zorunda kalmıştır. Çocuklarına özlem ve sevgi duymaktadır. Bir defasında çocuklarını uzaktan görür. Fakat duygusallığa kapılmaz. Yaptığı işin bilinciyle uzaktan bakar sadece. Tabii ki büyük bir sevgisi vardır çocuklarına. Ve o an içinde fırtınalar kopar. Ama ilkeleri her şeyin üstündedir. Çocuklarını bütün bir halktan ayrı değerlendiremez. Halk ve vatan sevgisi her şeyin üstündedir. Çocuklarını halkı ve vatanıyla birlikte sever. Nitekim bu bakış onu yoldaşları için tereddütsüz kendini feda etmeye, düşmana teslim olmaktansa kendini vurarak şehitliğe kadar götürür. Çok büyük bir yoldaş sevgisi ve bağlılığı vardır savaşçılarda. Birbirleri için kendilerini tereddütsüz ortaya atarlar. Bir askeri tören sırasında eylem yaparlar. Ortalık asker kaynıyordur. Eylemi başlatan savaşçı zor durumda kalır. Birliğin komutanı yoldaşını korumak için silahla ateş ederek dikkatleri kendi üzerine çeker ve savaşçının kurtulmasını sağlar. Yine diğer savaşçılar da ateşin ortasından birbirlerini çekip almaya çalışırlar. Yoldaşları için kendini fe-
daya hazırdır her biri. Bu şekilde yararlar kuşatmayı. Hem de kayıp vermeden. Filmde devrimci olmayan bazı duyguların yaratacağı olumsuzluklar da anlatılmış. Bu duygu düşmana acıma duygusudur. Mitka yeni örgütlenmiş, mücadeleye bağlı biridir. İlk eylemi faşist bir komutanı cezalandırmaktır. Asansörde faşiste silah doğrultur ama ateş edemez. Acıma duygusu belirir. O sırada onu korumakla görevli olan savaşçı silahını çekerek faşisti cezalandırır. Panter adlı savaşçının o an orada olmaması belki de Mitka’nın şehit düşmesini beraberinde getirecektir. Mitka’nın morali bozulur. Bu zaaf başka bir eylemde tekrar karşısına çıkar. Bu sefer hedef bir savcıdır. Eli kanlı faşist bir savcıdır bu. Lokantada yemek yediği sırada yanına gidip silahı doğrultur. Ama aklına adamın çocukları gelir tereddüte düşer. Bu sırada adamları devreye girerek silahını elinden alır. O sırada koruma görevi olan savaşçı silahını ateşler ve panik ortamından yararlanıp dışarı çıkarlar. İkisi de dışarıda vurulur. Yaralı olan savaşçı savcı yanına yaklaştığında ateş ederek cezalandırır. Fakat bu zaaf iki şehitliğe yol açmıştır.
Bu örnekte görüleceği gibi savaşta düşmana acıma duygusu olmamalıdır. Bu ciddi bir zaaftır. Burjuvaziye karşı öfkemiz yumuşamamalıdır. Burjuvazi TV’lerden eli kanlı katillerin çocuklarını göstererek acıma duygusu yaratmaya bir yandan da bu katillerin cezasız kalmasına ve onları meşrulaştırmaya çalışıyor. Sevginin, vefanın, bağlılığın çok güzel örnekleri de vardır filmde. Kadın komutan birlik içinde kendisine aşık olan savaşçıya devrimci ahlakın önemini kavratır filmin bir yerinde. Kadın-erkek ilişkilerinde her ülkenin ayrı ahlaki kuralları olsa da devrimci ahlak hemen her yerde aynıdır. Filmin sonunda birliğin kalan savaşçıları kuşatıldıkları çatışmada şehit düşerler. Kadın komutan ise kalan son mermisini kalbine sıkarak şehit düşer. Sinematografik açıdan, filmin tekniği açısından ve oyunculuk bakımından eleştirilecek birçok yanı olmasına rağmen, Bulgaristan’daki faşizme karşınasıl bir mücadel yürütüldüğünü bir kere daha görmek için mutlaka izlenmesi gerekir Kara Melekler’in. q
AğusTos-eylül 2013 | TAVIR | 61
62-64 haber yorum_29-30 ellerimi tut 9/7/13 7:21 PM Page 62
haberler
haberler
İdil Tiyatro Atölyesi Yeni Oyunuyla Ödül Aldı gerçekleşen bir etkinlikte yeniden oynandı ve yaklaşık 60 kişi oyunu izledi. Böyle Başbakan Bulamazsın isimli sokak tiyatrosu 1518 Ağustos tarihleri arasında İzmir Dikili’de 7. kez gerçekleşen Türkiye Tiyat Buluşması kapsamında Dikili Merkez’de 15 ve 18 Ağustos tarihlerinde oynandı. Türkiye Tiyatro Buluşması’nın her yıl verdiği umut vadeden genç oyuncu ödülünü ise bu yıl İdil Tiyatro Atölyesi’nden Ahmet Denizer aldı. İdil Tiyatro Atölyesi Taksim Direnişi’ni ve direniş süresince medyanın iktidar yanlısı tutumunu konu alan yeni bir oyun hazırladı. ‘’Böyle Başbakan Bulamazsın’’ isimli sokak oyunu ilk olarak,30 Temmuz’da Okmeydanı Mahmut Şevket Paşa Mahallesi’nde düzenlenen iftarda oynandı. Halktan olumlu tepkiler alan oyun daha sonra İdil Kültür Merkezi’nde
Grup Yorum Elemanları ve İdil Kültür Merkezi Çalışanları Yargılanıyor Devrimci İbrahim Çuhadar’ın cenazesini alabilmek için Yenibosna Adli Tıp Kurumu önünde gerçekleştirilmek istenen basın açıklamasına katılan Grup Yorum elemanları; Selma Altın, Dilan Balcı Grup Yorum korosundan; Damla Sandal ve İdil Tiyatro Atölyesi oyuncusu; Bahar Ertürk ve Tavır Dergisi sahibi; Bahar Kurt gözaltına alınmış günlerce işkencede kaldıktan sonra çıkarıldıkları mahkemede Bahar Kurt tutuklanmış diğerlerine ise ev hapsi cezası verilmişti.
Grup Yorum elemanı; Ayfer Rüzgar, Sultan Kavdır ve Ali Aracı ise devrimci Nebiha Aracı’nın yoğun bakımda tutulduğu Okmeydanı SSK Hastanesi önünde gerçekleştirilmek istenen basın açıklamasında gözaltına alınmış çıkarıldıkları mahkemede Ali Aracı’ya ev hapsi cezası, Sultan Kavdır’a yurtdışı yasağı verilmiş ve Ayfer Rüzgar tutuklanmıştı. Grup Yorum elemanlarının yargılandığı mahkemenin ilk duruşması 10 Eylül’de Çağlayan’daki İstanbul Adalet Sarayı’nda görülecek.
5 Temmuz’da gerçekleşen ilk mahkemede tutuklular tahliye edilmedi ve ev hapsi cezası kaldırılmadı. Grup Yorum elemanları ve İdil Kültür Merkezi çalışanlarının ikinci mahkemesi 6 Eylül’de Çağlayan’daki İstanbul Adalet Sarayı 23. Ağırceza Mahkemesi’nde görülecek.
Grup Yorum ve İdil Kültür Merkezi; tutsak edilen elemanlarının serbest bırakılması ve verilen hukuksuz cezaların kaldırılması için tüm dostlarını görülecek mahkemeleri sahiplenmeye çağırıyor.
62 | TAVIR | AğusTos-Eylül 2013
62-64 haber yorum_29-30 ellerimi tut 9/7/13 7:21 PM Page 63
GRUP YORUM GÜNCE q15 Temmuz q10 Ağustos Mersin Kazanlı’da gerçekleştirilen Evvel Temmuz Festi- Kangal Bakırtepe’de bin beş yüz kişinin katıldığı bir konvali’ne katıldı. ser gerçekleştirdi. Aynı gün Divriği Yağbasan Köy Meydanı’nda bir dinleti verdi. q16 Temmuz Hatay Samandağ’da gerçekleştirilen Evvel Temmuz q17 Ağustos Grup Yorum Altınoluk Açıkhava Tiyatrosu’nda türküleFestivali’ne katıldı. rini seslendirdi. q18 Temmuz Dersim’de 3. sü düzenlenen Devrim Yürüyüşümüz q18 Ağustos Grup Yorum Didim Cem Evi’nde türkülerini seslendirdi. Sürüyor Konserini gerçekleştirdi. q20 Ağustos q25-26-27 Temmuz Grup yorum İzmir Fuar Açıkhava’da türkülerini seslendir13. Munzur Kültür ve Doğa Festivali kapsamında Perdi. tek, Ovacık ve Hozat’ta sahne alarak türkülerini seslendirdi. q22 Ağustos Grup Yorum Datça Açıkhava’da türkülerini seslendirdi. q9 Ağustos Sivas Divriği’de binlerce kişiyle bir konser gerçekleşq23 Ağustos tirdi. Grup Yorum Bodrum Kale’de türkülerini seslendirdi.
İdil Kültür Merkezi Fotoğraf ve Sinema Atölyesi Başlıyor İdil Kültür Merkezi sinemaya ilgili olan herkesi, Sinema Atölyeleri'ne davet ediyor. Birlikte öğrenmenin temel alınacağı atölye çalışmaları 16 hafta boyunca devam ederek, 4'er haftalık Senaryo, Fotoğraf, Kurgu, Görüntü ve Proje Geliştirme atölyelerinden oluşacak.
Grup Yorum'un projelendirdiği ve sekiz yönetmenle birlikte çektiği F Tipi Film'in yapımcılığını da üstlenen İdil Kültür Merkezi bünyesinde gerçekleşecek sinema atölyelerine katılmak için ön bilgiye sahip olmak gerekmiyor. Bilgi için: 0 212 238 81 46
Atölyelerin sonucunda bir filmin üretim sürecinin aktarılması ve kolektif bir üretimle kısa film oluşturulması hedefleniyor.
AğusTos-Eylül 2013 | TAVIR | 63
62-64 haber yorum_29-30 ellerimi tut 9/7/13 7:21 PM Page 64
haberler haberler kısa... kısa... kısa... kısa.. kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa...kısa...
Grup Yorum Ali İsmail Korkmaz ve Abdullah Cömert’in Ailesini Ziyaret Etti Grup Yorum elemanları 16 Temmuz’da Antakya’da gerçekleşen Evvel Temmuz Festivali öncesi Taksim Direnişi şehitleri Ali İsmail Korkmaz ve Abdullah Cömert’in ailesini ziyaret ederek baş sağlığı diledi. Milli Eğiitim Bakanlğndan Sansüre Savunma Milli Eğitim Bakanlğı (MEB), 10.sınıf Türk Edebiyatı ders kitabında Yunus Emre'ye ait 16 satırdan oluşan şiirden 'huri' ifadelerinin yer aldığı dizelerin çıkarılmasını, 'Öğretilen konuda amaçlanan şair ve şiirin tamamının incelenmesi değil, örnek metin verilmesi' diye savundu ve Bakan Nabi Avcı, şiirin o bölümlerine kitapta gerek olmadığını ifade etti. İdil Tiyatro Atölyesi Berkin Elvan’ın Ailesini Ziyaret Etti İİdil Tiyatro Atölyesi oyuncuları 16 Haziran’dan bu yana yoğun bakımda bulunan Berkin Elvan’ın ailesini Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde ziyaret etti. İdil Tiyatro Atölyesi oyuncuları yeni oyunlarında Berkin Elvan’ı da anlatıklarını ifade etti. Setlerde Emek Sömürüsü Devam Ediyor Mint yapım şirketi tarafından yapılan ve Show TV’de yayınlanan, “Aşk Emek İster” dizisi, geçen hafta, üstelik reytinglerde birinci gelmişken, yayından kaldırıldı ve 100’e yakın çalışını işsiz kaldı. Günde on beş saatten fazla çalıştırılan set işçileri telefonlarına atılan "elinize sağlık, iş bitmiştir" mesajıyla üç bölümlük maaşları dahi ödenmeden işsiz kaldıklarını öğrendi. 7. Türkiye Tiyatro Buluşması Gerçekleşti İzmir Yenikapı Tiyatrosu ve Dikili Belediyesi’nin katkılarıyla 15-18 Ağustos tarihlerinde 7. kez
64 | TAVIR | AğusTos-Eylül 2013
Türkiye Tiyatro Buluşması gerçekleşti. Buluşma kapsamında Levent Öktem, Yücel Erten, Yiğit Arı, Nimet Erdem, Işıl Özgentürk, KEmal Oruç gibi sanatçıların katılımlarıyla çeşitli atölyeler gerçekleşti. Ayrıca buluşma kapsamında birçok tiyatro oyunu sergilendi. Şair Ahmet Erhan Vefat Etti 1976 yılında yazdığı şiirlerin Militan dergisinde yayımlanmasıyla tanınan şair Ahmet Erhan, gırtlak kanserinden tedavi gördüğü hastanede vefat etti. Şairin Bugün de ölmedim anne şiiri Ahmet Kaya tarafından bestelenmiştir. Yazar Leyla Erbil Vefat Etti Uzun bir süredir kalp, akciğer ve solunum yetmezliği nedeniyle Balat Hastanesi'nde tedavi gören usta yazar Leylâ Erbil bugün akşamüstü saatlerinde vefat etti. Hallaç, Gecede, Tuhaf Bir Kadın, Cüce, Eski Sevgili ve Tuhaf Bir Erkek gibi kitaplarıyla tanınan, Türkiye edebiyatında özellikle dilde yaptığı yeniliklerle özel bir yer edinen Leylâ Erbil, 82 yaşındaydı İdil Tiyatro Atölyesi Tavır Dergisi Dağıttı İdil Tiyatro Atölyesi oyuncuları, 13 Temmuz'da Harbiye Açıkhava Tiyatrosu'nda gerçekleşen Zülfü Livaneli konseri öncesi Tavır Dergisi'nin dağıtımını gerçekleştirdi Ayçe İdil Erkmen Mezarı Başında Anıldı 26 Temmuz 1996’da şehit düşen, dünyanın ilk kadın ölüm orucu şehidi Ayçe İdil Erkmen, öğrencileri İdil Kültür Merkezi emekçileri olarak mezarı başında anıldı. Şafak Sezer Başbakandan Özür Diledi Taksim Gezi Parkı direnişi boyunca aktif olarak görev alan Şafak Sezer, AKP İstanbul İl Başkanlığı'nın iftarına katılarak Gezi eylemine katıldığı için başbakandan özür diledi ve elini öp-
mek istedi. Bunun üzerine Şafak Sezer’in ablası bir açıklama yaparak artık Ethem Sarsülüğün ablası olduğunu ifade etti. Grup Yorum elemanları Mustafa Ali Tombul’u Ziyaret Etti Grup Yorum Taksim Gezi Parkıdirenişinde polisin kafasından vurduğu Mustafa Ali Tombul’u Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde ziyaret etti. Avrupalı Sanatçılardan Tayyip Erdoğan’a Mektup Aralarında Fazıl Say'ın da bulunduğu çok sayıda sanatçı ve aydın Haziran Direnişi'nde yaşananlara ilişkin Erdoğan'ı kınayan bir mektup kaleme aldı. Mektup The Times gazetesine tam sayfa ilan olarak yayımlandı. Mektuba imza atan bazı sanatçılar şöyle: David Lynch, Sean Penn, James Fox, Fazıl Say, Vanessa Redgave Gezi Direnişi Sergisi Mahallelerde Dolaşıyor Halk Cephesi Gezi Parkı ve Taksim Direnişi’ni ifade eden fotoğraflardan oluşan sergiyi Gülsuyu, Okmeydanı, Alibeyköy, Gazi Mahallelerinde halka ulaştırdı. Karikatürist Seyit Ali Aral Tayyip Erdoğan’a Yazdı Seyit Ali Aral haftalık mizah dergisi Penguen'de kaleme aldığı yazısıyla Başbakan Erdoğan'a seslenerek, "Başına geleni anlamayacak derecede körsün" dedi. Yılmaz Güney’e Onur Ödülü Bu yıl üçüncüsü düzenlenecek Roma Türk Film Festivali’nde Onur Ödülü’ne Yılmaz Güney layık görüldü.Üç gün sürecek festivalin “Anısına” bölümünde Yılmaz Güney’in “Arkadaş”, “Umut” ve “Sürü” adlı filmleri, İtalyan seyircisi ile buluşacak.