ıssn 1303-9113 • 2012 / 12
aralikkapak.indd 1
• sayı 125
• 2.25 TL(KDV’li)
12/6/12 12:35 PM
aralikkapak.indd 2
12/6/12 12:35 PM
01-02 merhaba_1-2 merhaba ve icindekiler 12/6/12 3:38 PM Page 1
a y l ı k
s a n a t
d e r g i s i
Merhaba Grup Yorum’un sesi boğulmak isteniyor. AKP faşizmi, halk düşmanlığında artık sınır tanımıyor, giderek de pervasızlaşıyor. Devrimcilere, devrimci sanata ve özelde de Grup Yorum’a yönelen faşist baskılar aslında tüm halkadır. Sahibi Tavır Yayınları adına Bahar Kurt Genel Yayın Yönetmeni Gamze Keşkek Sorumlu Yazıişleri Müdürü Yeliz Yılmaz Yayın Danışmanı Veysel Şahin Yazışma Adresi İstanbul Mahmut Şevket Paşa Mah. Mektep Sk. No: 4-B Okmeydanı - Şişli - İstanbul Tel: (212) 238 81 46 Faks: 238 82 49 e-posta: tavir2007@gmail.com www.tavirdergisi.org Ankara İdilcan Kültür Merkezi Eski 1. Cadde 636. Sk. No: 207/2 Tel: 0 541 336 65 37 Hesap no (TL) 1042- 0596147 Gamze Mimaroğlu İş Bankası Parmakkapı/İST. Hesap no (EURO) 1042- 0129062 Gamze Mimaroğlu İş Bankası Parmakkapı/İST. Fiyatı (DÖVİZ) Almanya: 5 Euro Fransa: 5 Euro Hollanda: 5 Euro Avusturya: 5 Euro İsviçre: 7.5 Frank İngiltere: 4 Sterlin Posta Çeki Hesap no Selma Altın 515 72 82 Baskı Ezgi Matbaa Sanayi C. Altay Sok. No: 10 Çobançeşme / İstanbul Tel: (0 212) 452 23 02 Yayın türü: Yerel Süreli
Faşizm kendinden olmayan herkese düşmandır. Sahip olduğu iktidarı kaybedeceğini anlayınca terörcü yüzünü iyice açığa çıkarmaktan çekinmez. Umuda saldırır, umudu halka taşıyanlara saldırır. Umudun türkülerine saldırması da bu yüzdendir. Önce 55 bin kişiye İnönü Stadyumu’nda, ardından Bakırköy’de Bağımsız Türkiye konserinde 150 bin kişiye, geçen yıl da aynı yerde bu kez 350 bin kişiye ulaşan halk korosunu gören AKP, işte umudun giderek daha çok insanı sarıp sarmalamasından korkuyor. Yorum’un sesini boğmak için önce Seçkin Taygun Aydoğan’ı tutuklayan AKP mahkemeleri, sonrasında da Selma Altın ve Ezgi Dilan Balcı’ya ev hapsi cezası verdi. Bunun adı korkudur. Türkülerimizden, türkülerimizin dalga dalga yaydığı umuttan, gelecek güzel günlere dair düşlerden korkudur. Kavgadan, sevdadan korkudur. Halktan korkudur! Biz hiç boyun eğmedik zulme. Hiç eğilmedik zalimin karşısında, hiç diz kırmadık. Türkülerimiz, şarkılarımız da öyle... Tutuklamalarla, ev hapisleriyle, konser yasaklarıyla, baskınlarla Yorum’u teslim alacaklarını sananlara Anadolu’nun direniş tarihini hatırlatırız. Baba İshak’ı, Bedreddin’i, Pir Sultan’ı, Mahirler’i hatırlatırız. Yorum’un ezgileri onların kavga ezgileridir. Yorum’un sesi onların sesidir. Yorum’un şarkıları onların savaş naralarıdır. İşte bunun yüzünden türkülerimizi, şarkılarımızı, sesimizi boğamazsınız. Özgür tutsaklar da tecrit zulmü altında tam 12 yıldır. 122 kez kazılan mezarların hesabı daha görülmedi, bize bu acıları çektirenlerin defterleri dürülmedi. Unutkanlıkla malül olan hafızalara tecriti tekrardan hatırlatmak isteyen bir film gösterime giriyor 21 Aralık’ta. Grup Yorum’un proje tasarımıyla tam dokuz yönetmenin 10 dakikalık kısa filmlerinden oluşan “F Tipi Film”, yaşananları taraflı olarak ve tüm gerçekliğiyle anlatıyor. Taraflı anlatıyor çünkü tarafız. Özgür tutsaklardan, ezilenlerden yanayız. Onların yaşadıkları var bu filmde. Gerçekler var yani. Doğrular var. Bugüne kadar tecrit üzerine devletin yalanlarını yerle bir edecek doğrular bunlar. O yüzden bu filmi herkes izlemeli, herkes bu filmi birilerine izletmeli. Bağımsız, özgür ve mutlu bir vatan için... Bir sonraki sayımızda görümek dileğiyle... Dostlukla...
01-02 merhaba_1-2 merhaba ve icindekiler 12/6/12 3:38 PM Page 2
İÇİNDEKİLER
12/2012
3 6 9
11 13 16 19 20 26 29 33
MAKALE ümit ilter anti-aydınlar MAKALE levent karakaya suriye’de barış demek DENEME can ercan ölümüne vatanını savunmanın adıdır muhammed rafeh AÇIK MEKTUP tavır güneri cıvaoğlu’na açık mektup MAKALE deniz korcan sanatçılar ve sosyal hakları KELİMELERİN DİLİ sinan gümüş öteki farkındalık ya da farkı berikileştirmek ŞİİR mehmet özer yorum’un evi RÖPORTAJ tavır sanatçılar yorum’un yanında ELEŞTİRİ devrim savaş seni “paran” kadar seviyorum ELEŞTİRİ hüseyin köser dizi dizi diziler DENEME fatma ezel ölümüzü de bırakmayacağız sizlere
36 39 41 45 46
48
52 54 57 60 62
ÖYKÜ uğur ocak bayrak DENEME derya güven yankee go home DENEME necla sezen turna derler bir garip kuştur ŞİİR nazım hikmet 5 mart 1953 MAKALE FOSEM f tipi film: 122’lerin ışığı beyazperdede İNCELEME egemen server halkın kulu, zalimin celladı: atçalı kel mehmet efe ŞİİR ümit ilter umut yağmuru’ndan... İNCELEME meltem görür çocuklarımızı devrim büyütecek! KİTAP ümit zafer dersim dağlarında bir yıldız KİTAP gündüz çetin göz görmez bilinç görür HABER
03-05 aydin_sablon 12/6/12 3:41 PM Page 3
makale
makale
anti-aydınlar ümit ilter
“Burjuvazinin sözcüsü olmaktansa, proletaryanın köpeği olurum.” (Dario Fo)
1… Tavır Yayınları’nın Ekim 2010 tarihinde yayınladığı “Onurlu Aydın Biyografileri-I-” kitabının içeriğini yansıtan ismi, çarpıcıdır. Söz konusu kitap, adı üstünde, onurlu aydınlara dairdir.Soru şudur: Onursuz aydınlar olabilir mi? “Aydın” onursuz olabilir mi? Mümkün mü bu? Nasıl oluyor o zaman? Bu yalın sorunun kendi içinde (aydın kimdir, onur nedir ve nasıl kazanılır, onursuzluk için nasıl davranmak gerekir… gibi) başka sorulara da kapı açtığı doğrudur. Böylesi sorular için uzağa gitmeye gerek yok. Hayata bakmak ve “Onurlu Aydın Biyografileri” kitabının kapağını kaldırmak yeterlidir. Bu yazı, “gelin” diyor size; hem hayata
bakalım hem de kitabın kapağını kaldıralım…
Allah, kimseyi dalkavuk etmesin… Amin (!)
2… Baskın Oran’a sormuşlar: “AKP’yi niye desteklediniz?” (21 Ekim 2012 - Radikal Gazetesi). Baskın Oran, önce kendine yakışan bir fıkra anlatmış: “Padişah dalkavuğuna dünyanın en güzel yemeğini sormuş, dalkavuk patlıcan musakka demiş. Bir başka gün dünyanın en kötü yemeğini sormuş, dalkavuk yine patlıcan musakka demiş, fırçayı yiyince de izah etmiş: ‘Padişahım ben senin dalkavuğunum, patlıcanın değil’...”
Baskın Orangiller’in bu yaklaşımı “aydın” niteliğini inkarın zirvesi sayılır. Ki ancak entelektüel alçalışın zirvesine ulaşanlar için geçerlidir bu yaklaşım…
Bu fıkrayı, yukarıdaki soruya cevap niyetine anlatan Baskın Oran, sözünü şöyle tamamlamış: “Ben de demokrasi ve insan haklarının dalkavuğuyum kardeşim, AKP yine o günlere dönsün, yine destek olayım…”
3… Adalet Ağaoğlu da o zirveye epey önce çıkmış bir anti-aydın figürüdür. Habertürk TV’de Balçiçek İlter’in sunduğu “Söz Sende” programında şöyle diyor: “… Seçim sırasında meydanlarda ne sözler verdi… ‘Anayasayı millet yapacak’ dedi. Altını çizdim ben bu söylediklerinin. ‘Millet yapacak’ demek, darbe anayasası çöpe atılacak
ARALIK 2012 | TAVIR | 3
03-05 aydin_sablon 12/6/12 3:41 PM Page 4
demek. Ama Tayyip Bey, verdiği sözü tutmadı…” “… Referanduma evet oyu verdiğim için pişman değilim ama geleceğe baktığımda umutsuzum. Beklentimin sonucu gelmedi. Sonradan uyandım. Meğer ‘anayasayı değiştireceğiz’ demeleri; sadece iktidarı elinde tutmak için verilmiş bir sözmüş…” Meğer, öyleymiş ha Adalet Ağaoğlu? Meğer kandırmacaymış öyle mi? Meğerse neymiş, burjuva politikacılarına kanmamak gerekirmiş… Ve daha önemlisi, varsayalım değiştirdiler anayasanın kelamını, ne değişirdi? Varsayalım “yeni” bir anayasa yazdılar kağıtlara, hayatın sınıfsal kitabı da değişmiş olur muydu mesela? Sömürü ve zulüm çarkının “yeni” örtüsü olmak dışında, ne değişirdi yoksulların yoksulluğunda?
4 | TAVIR | ARALIK 2012
Elbette, Baskın Orangillerin bu sorulara bir cevabı yok. Onların cevapları hayli felsefi ağırlık taşıyor ne de olsa: a) Ben dalkavuğum, patlıcan değil… b) Meğerse her şey yalanmış… 4… Anti-aydınların dalkavukluk ve patlıcanlık yelpazesindeki halleri, trajikomiktir. Komikliği ortada, trajikliği ise bunun bir tercih oluşundadır. Körlüğün tercihidir bu. Ki Adalet Ağaoğlugiller’i dinlediğinizde, bunlar acaba bu ülkede yaşamıyorlar mı, faşizm ve demokrasicilik oyununa bu kadar mı körler diye düşünüyorsunuz. Ama öyle işte: Kör bunlar! Çünkü, körlüğü tercih etmiş durumdalar. Dünya halklarının onurlu aydınlarından; bilim emekçisi Albert Einstein’ın bir sözünü analım burada: “Aptallığın en açık
kanıtı, aynı işeyi defalarca yapıp, değişik sonuç almayı beklemektir.” Anti-aydınların gerçeği de böyledir. Her defasında “değişik” sonuç beklerler. Bulamazlar. Ve neden böyle oldu sorusuna da “meğerse patlıcanmışız” tarzında gayrı-ciddi cevaplar verirler… 5… Görüldüğü gibi, faşizm, bu türden anti-aydınları demokrasicilik oyunu kapsamında kullanıyor. O halde tespit edelim: a) Anti-aydın, faşizmin halka yönelik psikolojik savaşında figüran olmaktan kurtulamaz. b) Anti-aydın, aydın niteliğinin gereğini yerine getiremediği için kullanılmayı tercih eder.
03-05 aydin_sablon 12/6/12 3:41 PM Page 5
c) Anti-aydın, yanlış ve çarpık tavır alışlarının özeleştirisini dahi veremeyecek denli aciz ve sorumsuzdur. d) Anti-aydın, tercih edilmiş bir umutsuzluğun bunalımı içinde çürüdükçe çürür. e) Anti-aydınlar, “yine o günlere dönseler, yine desteklerim” yaklaşımlarıyla, her zaman kullanılmaya açık ve hazır olduklarını ilan ederler. f) Anti-aydın, ülke ve halk gerçeğine gözünü kapatmıştır. Kendi “yalan” dünyasında yaşamaktadır. g) Anti-aydının entelektüel namus ve ilke tutarlılığı yoktur. Omurgasızdır. h) Anti-aydın, gerçek anlamda aydın değildir. O iktidarın süsüdür. Faşizmin hercai menekşesidir. 6… Yazımızın cevabını aradığı soru, aslında, cevaplanmıştır. O halde, diyelim ki, Baskın Orangiller aydın değil ama aymaz sayılırlar. Halkımızın güzel bir sözüdür bu. Gerçeği göremeyen gafiller için aymaz der halkımız. Biz de Adalet Ağaoğlugiller için aydın yerine “aymazlar” dersek, yanlış olmaz. Kaldı ki, bunların aymazlığı bir tercihtir. Yeni de değildir. Öteden beri böyledirler. “Sonradan uyandım” demeleri de samimiyetsizdir. Ortada dürüst bir özeleştiri de yoktur. Aydının “sonradan uyandım” deme lüksü yoktur. Onun görevi, halkı önceden uyarmaktır. Diyelim ki, hatalı bir yaklaşımı oldu, o zaman özeleştirisini verir. Özeleştiri, musakka-çocuk hikayeleri anlatmak değildir. Bunun için, öncelikle, entelektüel namus gerekir. Olmayan da budur… 7… Buraya kadar, “hayata bakalım” deyi-
şimizin gereğini yapmaya çalıştık. Sırada, kitabın kapağını kaldırmak var. Ki aydın ile aymaz arasındaki farkın ne ve nasıl olduğu bir kez daha çıksın ortaya.
lerini hiç kimseden çekinmeden söyler, gereğini de yerine getirir. Yeri gelir, bir söz uğruna darağacına çekilmekten korkmaz.” (age.)
Bakın, “Onurlu Aydın Biyografileri”nin Önsöz’ünde ne diyordu Tavır:
“… Halk aydını, tek başına kalacağını bile bile, yolundan bir milim sapmadan yürür ve bu yolda karşısına çıkan tüm engelleri aşmak için en önde mücadele eder.” (age.)
“… Aydının yüzü halka dönüktür her daim. Söyledikleriyle, yazdıklarıyla ve elbette eylemiyle halkın yanındadır. Kendini ondan ayrı görmez, düşünmez... Mütevazıdır. Asla kibirli ve ‘ben bilirimci’ değildir. Bilir; ama bildiğini anlatırken aynı zamanda öğrenci olmayı unutmaz.” (age. syf:7) Hiç kuşku yok ki, Baskın Orangillerin yüzü halka dönük değildir. Onların yüzleri her açıdan ve her anlamda padişahlarına dönüktür. Ki halk, böyleleri için “ayaktakımı”ndan başka bir şey değildir. Padişahları halka nasıl bakıyorsa, bunlar da öyle bakarlar. İşte bu akışın ürünü olarak halka güvenmezler. Ve dahası demokrasi, hak ve özgürlükleri dövüşe dövüşe kazanacak olanın halk olduğu gerçeğini görmezden gelirler. Sınıflar mücadelesi gerçeğini asla kabul etmezler. Aymazlar için “demokrasi” egemenlerin ihsanıdır ancak. Önsöz’de onurlu aydınların, böylesi aymazlarla farkları gayet net olarak dile getiriliyor. İşte onlardan birisi: “… Aydın, düşüncesi ve birikimiyle, halkın hem bir adım önünde, hem de onunla birlikte olmasını bilendir.” (age.) Aymazın düşüncesi ve birikimi dalkavukluk, musakka ve umutsuzluk üzerinedir. Bu konuda uzmanlaşmıştır. Halk aydınının uzmanlığı ise mücadeleye dairdir: “… Halk aydını savaşçıdır; en önde olmayı, en ağır bedelleri göğüslemeyi, yeri geldiğinde kılı kıpırdamadan ölümü bile seve seve kabullenmeyi bilendir.” (age.)
“… Halk aydını, en başta kendisi örgütlü olmakla; dahası ezilenlerin tek kurtuluşunun örgütlü olmaktan, örgütlü mücadele etmekten geçtiğinin propagandasını yapmakla yükümlüdür.” (age.) Aymaz ise korkaktır, bireycidir, çaresizdir, örgütsüzdür ve örgütsüzlüğü kutsar. Ve bu gerçekliğiyle, burjuvazi tarafından örgütlenmiştir aslında. Sınıfsal açıdan aymazın safı, burjuvazinin yanıdır. Aymaz “öğretim üyeliğinin”, “sanatçılığının”, “gazeteciliğinin”, “şu ya da bu”culuğun “aydın” olmaya yettiğini sanır. Ve her konuda ahkam kesmeyi kendisine hak görür. Hak ve özgürlüklerin dalkavukluk ile değil, dişe diş bir kavga ile kazanılacağı gerçeğine sırtını dönmüştür. Bu konumlanışlarıyla da hak ve özgürlük mücadelesine zerre yararları olmadığı gibi, çarpıklıklarıyla zarar verirler. Adalet Ağaoğlugillerin gerçeği budur. Halk aydınları ise görevlerinin başında olmanın bedelini ödemeye devam ediyorlar. İşte Grup Yorum üyesi Seçkin Taygun Aydoğan’ın tutsaklığı devam ediyor hala. Tavır Yayınları’nın sahibi Bahar Kurt yine tutuklandı. Ve nice halk aydını, içeride ve dışarıda mücadeleyi sürdürüyor. İdiller, yarınımızı aydınlatmaya devam ediyorlar. Ki selam olsun, faşizmin zoruna, zorbalığına karşı onuru savunup umudu büyüten halk aydınlarına bin selam…o
“… Halk aydını cesurdur. Doğru bildik-
ARALIK 2012 | TAVIR | 5
makale makale
suriye’de barış demek levent karakaya
Emperyalizm ve ezilen dünya halkları arasında bir çelişki vardır. Yani emperyalizmin yararınaysa ezilen halkların yararına değildir, emperyalizmin zararınaysa ezilen halkların yararınadır. Bu nedenle, bir güç emperyalizmin karşısına dikiliyorsa, ona ve onun işbirlikçilerine, onun yarattıklarına karşı savaşıyorsa; halklar ve emperyalizm saflaşmasında ezilen halklar tarafındadır. Emperyalizme karşı birlikte aynı cephede yer alınabilir. Suriye devleti bugün emperyalistlere, Amerika’ya ve onun işbirlikçilerine direniyorsa, halklar açısından ileride olandır. Bu nedenle bugün Suriye’nin yanında olmak, Amerika ve işgalcilerin politikalarına karşı bir araya gelmek gerekir. Suriye’de kurulan sosyal sistem, bir6 | TAVIR | ARALIK 2012
çalışıyorlar. Yoksulların evlerini başlarına yıkıyor; bir öğrenci, parasız eğitim isteyince öldüresiye dayak yiyip ardından tutuklanıyor. Kadınlara, 8 Mart’larda sokağa çıkıyor diye döverek işkence ediyor. Yazarını yazdı diye, müzisyenini çaldı diye, düşünce adamını söyledi diye, ressamını çizdi diye, heykeltraşını yaptı diye, tiyatrocusunu oynadı diye içeri tıkıyor, ceza yazıyor, işkence ediyor, eserini yok ediyor, her türden en doğal haklarına saldırıyor. Ve bütün bunları, sırAyrıca ülkemizle Suriye’yi karşılaştı- tını ABD’ye yaslayarak yapıyor. rırsak; Suriye’de tek bir ABD üssü yok. Türkiye’de iktidarlar, bırakın on- Kendi halkına zulmeden böyle bir larca ABD üssünü, dört bir yanı em- AKP iktidarı ve tarihiyle bugüne kaperyalistlere satmış. Toprağı, dereyi, dar ne için yaşadığı teşhir olmuş suyu, gıdayı emperyalistlere satıyor olan, sömürünün, işgallerin baş ülkehala. Kürt coğrafyasını katliamlarla si olan ABD’nin; Suriye halkının yaraboğmaya çalışıyor, Anadolu’yu koca rına bir şey yapması mümkün mü? bir hapishaneye çeviriyor. Bütün ha- Peki destekledikleri, “Özgür Suriye Orpishaneler hınca hınç dolu ve şimdi dusu” dedikleri kesim, o halde gerçekevleri de hapishaneye çevirmeye ten de özgürlük isteyen Suriyelilerle çok açıdan Amerika ve Ortadoğu’daki en büyük ikinci işbirlikçisi AKP iktidarının kendi halkına sunduklarından daha ileri. ABD ve Türkiye neden böyle bir işgali istiyor öyleyse? Suriye’de sağlık ve eğitim ücretsiz. Türkiye’de veya ABD’de veya herhangi bir emperyalist, işgalci ülkede böyle mi? Suriye’de bir başka mezhebi veya halkın değerlerini aşağılamak yasal güvencelerle engellenmiş, bu ülkelerde böyle mi?
mi dolup taşıyor? Hayır! Koca bir yalan! Onlar ABD ve işbirlikçisi AKP iktidarının Suriye’yi yağmalama planlarında öne sürdükleri işbirlikçilerdir. Ve değişik ülkelerden gelmiş, Suriyeli olmayan, İslam adına katliam yapanlardır. Bir kısmı da daha önceki savaş ve işgallerde de ABD ve emperyalizm adına savaşma, kan dökme, tecavüz etme suçlarını işlemiş profesyonel katillerdir. Peki öncesini ele alalım. Gerçekten haksızlığa uğramış olabileceğini düşündüğümüz Suriyeliler kimler ve onlar bu işgal çalışmasının neresinde? Ermeniler, Hristiyanlar, Kürtler, Aleviler, Sünniler, Suriye’nin solcuları, sosyalistleri, devrimcileri bu işgal savaşının içinde yokturlar. Olmamaları da “özgür Suriye ordusunun” yukarıda bahsettiğimiz muhtevadan oluştu-
ğunun bir başka göstergesi değil mi? Bu işgal saldırısının bu kadar uzaması ve diğer ülkelere benzememesinin nedeni de Suriye halkının kendi ülkesine sahip çıkmasıdır. O zaman bu savaş nedir? Bu savaş, düşmanın gelip senin vatanına, onuruna, yaratılmış tarihine ve değerlerine, topraklarına, namusuna saldırmasıdır. Onlar saldırıyorlar. Suriye, kendini savunuyor. Parça parça edilmeye, bu kirli saldırıya karşı, oyuna karşı direniyor. İşte bundan kaynaklı olarak; bugün Suriye halkına gerekli olan doğru slogan “BARIŞ” değil. Suriye’nin emperyalizmden “barış” istemesi, Filistin’in İsrail tarafından zulme uğraması ve her şeyini kaybetmesinin ardından “barışalım” demesidir. Böyle bir “barış” ta-
lebi, kendi işgalcisine karşı “barış” talebini yükseltmektir. Suriye’ye gereken şey barış değil, işgalci ve çapulcuların saldırılarının durdurulmasıdır. Dünya halklarına, dünya halklarının devrimcilerine, dünya halklarının aydın ve sanatçılarına düşen görev de bu saldırıların durdurulması yönünde bir baskı oluşturmaktır. Çünkü haklı olan, Suriye’nin emperyalizme karşı savunmasıdır. Haksız olan, emperyalistler ve işbirlikçilerinin saldırılarıdır. Biz haklının yanındayız. Dünya halklarının lehine olanın yanındayız. Onun dışındaki Suriye’nin iç sorunlarını bu haksız savaşa, emperyalist işgale katılmayan, azınlıklar, devrimciler, işçi sınıfı ve ezilen Suriye halkı çözer. Bunu söylerken de Suriye’deki yaşam koşullarıyla Türkiye ve ABD’deki devlet sömürüsünün, ARALIK 2012 | TAVIR | 7
yozlaştırma politikasının, yapılan kat- sin…”, “Stalin de Hitler gibidir…” liamların muhasebesini unutmayalım. Burjuvazinin, işgalleri yapanların, halkAyrıca Suriye, yıllarca devrimcilerin ge- lara saldıranların, aydına sanatçıya rilla faaliyetlerinde de kamplarını, saldıranların dili ve düşüncesi aydınıtopraklarını açmış; Anadolu’dan kat- mızı, sanatçımızı etkilemiş ve çarpık ledilerek, sürülerek kovulan Ermeni düşünmeye sevk etmiştir. Sindirmiş halkına ev sahipliği yapmış, “ikinci bir ve korkutmuştur. ’80’lerden sonra katliam da ben yapayım, buralara dik başlı aydın-sanatçı geleneğini gelmeyin” dememiştir. devam ettirme görevi ve aydın sorumluluğu sadece bir elin parmaklaBizim ülkemiz aydınında ise yaygın bir rı sayısında aydına kalmıştır. kanı var. Kim ne yaparsa yapsın “barış” der dururlar. Neden-sonuç ilişki- Dünya halklarının önünü açan, halksi yoktur hiçbirinde. Haklı-haksız kav- lara yol gösteren Lenin’i dinleyelim. ramı da muğlaklaşmıştır. Haklının ya- Lenin diyor ki: “Savaş, politikanın nında savaş çağrısı yapamayacak ka- başka araçlarla (yani şiddet) devamıdar inançsızlaşmışlardır çünkü. Halkı- dır.” na güvenmeyenlerdir onlar. Dönüp bakalım aydınlarımızın “barış” tarihine, Lenin’in “savaş konusundaki en akılbir hatırlatma babında. “Barış… Silah- lı asker yazarlardan” diye tanımladılar sussun…”, “Filistin’de çocuklar ölü- ğı Clausewitz adlı yazarın sözlerinden yor… Barış olsun…”, “Irak’ta savaş is- bazıları da şöyle: temiyoruz, barış istiyoruz…”, “Barış hemen şimdi…”, “Kürt halkının geleceği “(…) Soyut bir barış çağrısı yapan için… Barış…”, “Suriye’de barış istiyo- pasifizm, işçi sınıfını kandırmanın pek ruz… Savaşa Hayır…”, “Barış için söy- çok yolundan biridir... Barış propaganlüyoruz… Şiddete hayır…”, “Her türlü dası, yalnızca hayal tohumları ekecek şiddete hayır…”, “Ne Sam Ne Sad- ve proletaryanın cesaretini kıracaktır. dam…”, “Esad da diktatör, o da git- Çünkü bu, proletaryayı burjuvazinin 8 | TAVIR | ARALIK 2012
insancıl olduğuna inandırır ve onu savaşan ülkelerin gizli diplomasisinin elinde bir oyuncağa çevirir. (...) Bizim ‘barış programımız’, emperyalist güçlerin ve emperyalist burjuvazinin demokratik bir barış veremeyeceğini açıklamalı. Böylesi bir barış, ne geçmişte, ne gerici bir emperyalist olmayan kapitalizm ütopyasında, ne de kapitalizm koşullarında eşit ulusların birliğinde değil gelecekte, proletaryanın sosyalist devriminde aranmalı ve barış için bu şekilde mücadele edilmeli... Kim ki uluslara, sosyalist devrim propagandası yapmadan ‘demokratik’ bir barış vaat ediyorsa ya da bu devrim için mücadeleyi reddediyorsa... o, proletaryayı aldatıyor demektir...” Ülkemizde aydın ve sanatçılarımızın büyük bir çoğunluğu Suriye halklarının yanındayken, bu işgali istemezken, bir yandan da çarpık adlandırmalar ve çağrılarla niyetlerinden bağımsız olarak yukarıda bahsettiğimiz durumlara düşüyor. Suriye için yapılması gereken çağrıyı “barış” diye adlandırmak, emperyalizmin uyguladığı politikalar altında ezilmektir. Kendi meşruluğuna inanmamaktır. Herkesi kapsayalım diye diye işgalcilerin ekmeğine yağ sürmüş olmaktır. Bütün dünyada barış, ancak emperyalizmin yıkılması ve sosyalizmin kurulmasıyla mümkün. Emperyalizm varoldukça savaşlar da bitmeyecek. Paylaşım savaşları, işgal savaşları, sömürü savaşları… O nedenle emperyalizm gerçeğine karşı, “gel seninle barışalım” demek emperyalizm gerçeğini tanımamaktır. Yükselteceğimiz çağrı; “Suriye halklarının yanındayız” demektir. “Emperyalist işgal kaldırılsın” demektir. o
9-10 muhammed_sablon 12/6/12 3:45 PM Page 9
deneme
deneme
ölümüne vatanını savunmanın adıdır muhammed rafeh can ercan
“Muhammed Rafeh, emperyalistler ve işbirlikçilerin Suriye üzerindeki saldırılarını kabul etmeyerek Esad hükümetini destekledi. Katiller tarafından ‘kara listeye’ alındı ve yol ortasında kaçırıldı. 5 Kasım’da omuzlarına ve başına isabet eden kurşunlarla katledildi. 30 yaşında, vatanını sahiplenen bir oyuncu, halk sanatçısıydı.” Çocukluğumdan aklımda kalan bir atasözü var: “Ah alan onmaz, ah yerde kal-
maz”. Bizim topraklarda çok sık duyarsınız bu atasözünü. Ben Suriye’de doğdum sevgili dostlar ve ölümüm de bu topraklarda oldu. Kökenim Filistin’dedir. Ben en çok büyük annemden hatırlarım bu sözü. Kardeşlerimle ben yaramazlık yaptığımız zamanlar ya da geç saatlere kadar sokakta oynadığımız, eve gelmeye direndiğimiz zamanlar; bizi kolumuzdan tutar, dizlerinin dibine oturtur ve bize çok başka dünyalara aitmiş gibi gelen ilginç hikayeler anlatırdı. Ve hep bu atasözüyle biterdi bu hikayeler. Kimi zaman korkunç, kimi zaman ise çok hüzünlü gelen bu öykülerin birçoğunun
biz Arap halkının yaşadığı zulümleri anlattığını çok sonraları öğrendik. Ailemiz hem Suriye’deki Osmanlı zulmünü ve Fransız işgalini görmüş, hem de kökenlerimiz Filistin’e dayandığı için oradaki katliamları derinden duyumsamıştı. Büyükannemin anlattıkları da belki bizim akrabalarımızın başından geçmişti belki de komşularımızın. Ama hepsinin gerçek olduğuna emindik. Çünkü hissederdik bunları. Bu hikayeler her zaman bizde tarifsiz bir heyecan uyandırırdı. Anlatılanları kafamızda çizer karakterler yaratır ve bir sinema ARALIK 2012 | TAVIR | 9
9-10 muhammed_sablon 12/6/12 3:45 PM Page 10
filmi oynatırdık kafamızın içinde. Ben geceleri hep bu hikayeleri düşünür, kendimi buradaki kahramanların yerine koyardım. Kimi zaman sarı elbiseli, sarı saçlı işgalci askerlerin elinden bir köylü kızı kurtarırdım. Askerleri öldürüp kahraman olurdum. Kurtardığım kızla düğünümüze bütün köy katılırdı. Kimi zaman da kardeşlerimle ve kuzenlerimle bir ordu kurardım. Komutan ben olurdum ve bütün düşmanları kendi ülkelerine kadar kovalardım ordumla. Kim bilir belki de bu hikayeler beni oyunculuğa yöneltmiştir. Bu topraklarda, halkımın bin yıllardır derin bir kök saldığı bu topraklarda bir sanatçı olmak ve halkımın ve vatanımın onurunu sahiplenmek… Belki de bunu büyük anneme ve onun öykülerine borçluyum. Bu topraklar yüz yıllardır kanamaktadır. Hanginiz bilmez ki? Artık gerçekler büyükannemin anlattığı öykülerdeki gibi değil. Bombalanan sokaklar, katledilen insanlar. Ve en önemlisi bütün bunların ne uğruna yapıldığını bilmek… En çok bu yaralıyor yüreğimi. Yaralarımla birlikte öfkem de büyüyor dostlarım. İşte gerçekler dimdik karşımda duruyor şimdi. 10 | TAVIR | ARALIK 2012
Siz olsanız ne yapardınız? Yangın yerine bir avuç su mu taşırdınız? Kendinizi alevlerin ortasına mı atardınız, yoksa gözlerinizi kapatıp sessizce alevlerin sizi de sarmasını mı beklerdiniz? Ben kendi yolumu çizmiştim dostlarım. Halkın sanatçısı olmak, halkın sanatçısı gibi yaşamak… Vatanımı ve halkımı can pahasına sevmek… Büyükannemin hikayelerinin belki de bana kattığı en büyük şey buydu. Doğduğum, oyunlar oynadığım, bayramlar yaşadığım, güldüğüm, ağladığım bu toprakları nasıl bırakırdım bir avuç emperyaliste ve onların işbirlikçilerine. Zaten halkın aydını olmak bu değil midir? Halkın sanatçısının görevi vatanın ve halkının çıkarlarını düşünmek ve halkı tehlikelere karşı uyarmak değil midir? Ben ölmeden önce en çok bunu düşünürdüm dostlarım. En çok bunları sorardım. Gözlerinizin önünden gitmiyor değil mi katillerin Şam’da, Halep’te yaptıkları? Yalanlar sizin de midenizi bulandırıyor değil mi? Eminim sizin ülkenizde de böyle acılar yaşanıyor olsa, siz de sessiz kalmazdınız. Ve birçoğunuz benim gibi va-
tanı için ölürdünüz. En azından “aydınım” diyen böyle yapmalı. Nasıl ölünmesin ki… Ben hayata dair ne öğrendiysem işte bugün Amerika eliyle bombalanan bu topraklarda öğrendim. Parçalanan cesetlerin hepsi benim kardeşlerim ve akrabalarımdır. Ve benim yarına dair düşlerimi hep bu katledilen çocuklar gerçeğe çevireceklerdi. Ben de bu yolda mütevazi bir yolcu olacaktım. Vatanını ve halkını seven, düşmanın dehşetine ve gücüne bakmadan gerçekleri savunan mütevazı bir sanatçı… Sizin ülkenizde de güzel düşler var dostlarım. İktidarınızın sahiplerinin elleri ne kadar kanlı olursa olsun eminim ki sizin ülkenizde de yarını kuracak çocuklar vardır. Ben bu çocukların düşleri, bu çocukların gelecekleri için öldüm. Eğer son nefesim sizin topraklarınıza da uzanacak ve bir gece vakti kulağınıza bir şeyler fısıldayacaksa elbette bu geçmişten gelen kadim bir söz olacaktır: Ah alan onmaz, ah yerde kalmaz… o
11-12 guneri_sablon 12/6/12 3:47 PM Page 11
açık mektup
açık mektup
güneri civaoğlu’na açık mektup tavır
Sayın Cıvaoğlu, 3 Kasım 2012 tarihli Milliyet gazetesinde yayınlamış bulunduğunuz, “Özal’a, Nazım’a, Mozart’a zehir!” başlıklı yazınızı okumuştuk. Belki biraz geç olacak ama hem Nazım Hikmet’e, hem de Stalin’e olan sevgimiz ve bağlılığımız nedeniyle birkaç cümleyle yazınıza cevap verme hakkımızı kullanmak istiyoruz. Bizi belki tanıyor, belki tanımıyorsunuz ama bu ülkede Stalin’i ve yaptıklarını savunan sayılamayacak kadar çok insan var; biz de onlardanız ve Stalin’in bütün ömrünü verdiği sosyalist değerler uğruna can bedeli mücadele edenlerdeniz. Biz, 1980 yılında yayın faaliyetine başlayan Tavır dergisiyiz. Bizi ve savunduğumuz dünya görüşünü, sanata bakış açımızı öğrenmek isterseniz, yazının sonunda vereceğimiz iletişim bilgilerinden bize ulaşabilir, internet sitemizden
tüm sayılarımızı okuyabilirsiniz. Dilerseniz yüz yüze de görüşebiliriz elbette. Stalin’i beğenmeyebilirsiniz, onun savunduğu ideolojiyi, dünya görüşünü anlamsız bulabilir, hatta nefret dahi edebilirsiniz, size kalmış. Ancak bu size hakaret etme, dedikodu yapma ve iftira atma hakkını vermez. Stalin’in Nazım Hikmet’i zehirlemeye çalıştığını yazmışsınız ama ortada doğru dürüst kanıt koyamamışsınız. Nazım’ın Stalin’i eleştirdiği toplantıya (Nazım’ın Stalin’i yoldaşça eleştirmesi kadar doğal bir şey olamaz, çünkü Stalin dahil herkes eleştirilebilir sosyalist bir iktidar altında. Tabi eleştiri yoldaşça yapıldığı, geliştirmek için yapıldığı müddetçe...) katılanlarla bizzat görüştüğünüzü yazmış bırakmışsınız. Nazım Hikmet belgeselinizi izleme olanağımız olmadı, orada neler dediğinizi bilmiyoruz ama yazınızdan çıkardığımız kadarıyla Stalin’in
Nazım Hikmet’i zehirlemek istediğine dair elle tutulur bir deliliniz olmadığı ortada. O zaman bu yazıyı yazmanızdaki amaç nedir, öğrenmek isteriz. Stalin’e saldırmak, aslında daha doğru bir söylemle Stalin nezdinde sosyalizme ve sosyalist değerlere saldırmak, küçük burjuva aydınları arasında adeta bir moda halini aldı uzun süredir. Siz de o koroya katılmakta gecikmemişsiniz. Sosyalizme doğrudan saldırmak öyle her babayiğidin harcı değil çünkü. Sosyalizmin değerleri insana dairdir, ezen-ezilen yoktur, sömürü yoktur, açlık yoktur, yoksulluk yoktur, çöplüklerden ekmek toplamak yoktur, evsizlik yoktur... vb. vb. bunlara kim karşı çıkabilir ki değil mi? İşte siz de öyle yapamadığınız için Stalin’e saldırıyorsunuz. Hem de çok sevdiğinizi söylediğiniz Nazım Hikmet’i de kullanarak!
ARALIK 2012 | TAVIR | 11
11-12 guneri_sablon 12/6/12 3:47 PM Page 12
bile hak etmiş değilim. Anlaşıldığı kadarıyla ben, Ekim’in kahramanı, Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin önderi, Komintern’in önderi, efsanevi bir yiğit ve daha kimbilir nelerim. Bütün bunlar saçma, yoldaşlar ve tamamen gereksiz bir abartma. Bu tonda, genellikle, ölmüş bir devrimcinin mezarı başında konuşulur. Benim ise ölmeye daha niyetim yok.’ (Stalin, Eserler Cilt 8, İnter Yayınları, sf. 150)
Evet sizin Nazım Hikmet’le uzaktan yakından ilginiz olamaz. Onun uğruna tüm yaşamını verdiği sosyalist değerlerle de, savunduğu dünya görüşü ile de bir ilginiz olamaz. İnsan yaşadığı gibi düşünür. Diyalektiğin ilk emridir bu. Bol camlı plazalarda, çok geniş odalarda yazılar yazıp gettolarda sefa süren, bol sıfırlı rakamlarla dolar üzerinden maaş alanların Nazım’ı sevmesi kadar abes bir şey olamaz. Siz Nazım’ı sevmezsiniz, sevemezsiniz daha doğrusu. Eşyanın tabiatına aykırı bir şey bu. Siz esasında Nazım’a da saygı duymuyorsunuz. Stalin’e küfretmek için Nazım’ı kullanmanın adı budur. Stalin hakkında da hiçbir şey bilmediğinize, bütün bildiğiniz şeylerin de emperyalist medyanın sosyalizme saldırı materyallerinden aparılmış bilgiler olduğuna eminiz. Stalin’in Sovyetler Birliği’nde sosyalizmin inşasındaki rolünü, Hitler faşizminin alt edilmesindeki rolünü, Nazi işgalinde Sovyet askerlerinin “Stalin adına! Devrim adına! Sosyalizm adına!” diye haykırarak düşman üstüne yürümesini bilmiyorsunuz. Stalin’in tüm bunları onurlu Sovyet yurttaşlarıyla birlikte
12 | TAVIR | ARALIK 2012
başarırken ödül olarak sadece ve sadece Sovyet halklarının sevgisini beklemesini, sadece İsviçre bankalarında değil cebinde bile beş kuruş olmadan sırtında bir tek asker kaputuyla hayata veda etmesini, geride tüm zamanı sosyalizme adanmış onurlu bir yaşam bırakıp ezilen halkların yüreğine yazılmasını bilemezsiniz! Sizin bildiğiniz, davetlerde masalarında şampanya içip havyar yediğiniz liderlere benzemez o. Evet katıdır, serttir, öyle olmak zorundadır. Sosyalizmi yaşatmanın, faşist Nazilere sosyalist anavatanı teslim etmemenin tek yolu budur çünkü. Yanlışları yok mudur peki? Vardır mutlaka ama mütevazıdır, kendinin övülmesine, olmadık unvanlarla anılmasına nasıl karşı çıktığını buyrun okuyun da öğrenin: “Stalin, 8 Haziran 1926’da “Tiflis Ana Demiryolu Atölyeleri İşçilerinin Karşılama Söylevlerine Yanıt”ında şunları söyler: ‘Yoldaşlar! İzninizle her şeyden önce, burada işçi temsilcileri tarafından yapılan karşılama söylevlerine dostça teşekkürlerimi ifade etmek istiyorum. Sizlere şunu tüm içtenliğimle ifade etmeliyim ki yoldaşlar, burada aldığım övgülerin yarısını
Stalin, 23 Ekim 1927’de SBKP(B)MK ve Merkezi Kontrol Komisyonu Ortak Plenumu’nda bir konuşma yapar. Stalin ‘Önceki Ve Şimdiki Troçkist Muhalefet’ üzerine görüşlerini ortaya koyar. Bilindiği gibi Troçkistlerin hedefinde Stalin vardır. Stalin, ‘Stalin’i bırakalım, Stalin önemsiz bir adamdır’ der. (Stalin, Eserler Cilt 10, İnter Yayınları, sf. 147) Stalin bu konuşmasında Troçkistlerin Lenin’e saldırmaları ile ilgili örnekler verir. Stalin her zaman Lenin’in öğrencisi olduğunu vurgulamayı gerekli görür. Stalin doğumunun 50 . yıldönümünde, tebriklerini yollayan tüm örgütlere ve yoldaşlara şu cevabı verir: ‘Tebriklerinizi ve selamlarınızı, beni kendisinin benzeri olarak yaratan ve eğiten işçi sınıfının büyük partisiyle ilgili görüyorum. Ve bunları sadece şanlı Leninist Partimizle ilgili gördüğüm için, sizleri Bolşevik teşekkürle yanıtlama hakkı görüyorum kendimde.’ (Stalin, Eserler Cilt 12, İnter Yayınları, sf. 127)” Bu kadar yeter herhalde. Aslında size hiçbir şeyi kanıtlamak zorunda değiliz. Bir şey kanıtlaması gereken biri varsa o da sizsiniz. Stalin, sizin aşağılamalarınızdan, nefretinizden, hakaretlerinizden, iftiralarınızdan etkilenmeyecek kadar önemli bir lider, büyük bir vatansever ve inançlı bir sosyalistti. Sel gider kum kalır. Güneri Cıvaoğlu bir gün yok olur gider, Stalin ve Nazım ezilen halkların yüreğinin en sıcak yerinde yaşamayı sonsuza kadar sürdürür... o
13-15 sanatcı sosyal_sablon 12/6/12 3:49 PM Page 13
makale
makale
sanatçılar ve sosyal hakları deniz korcan
AKP iktidarı her kesime uyguladığı gibi, sanatçılara da yoğun bir sömürü uyguluyor. Her şeyin metaya dönüştüğü kapitalist dünyada, sanat da alınır ve satılır bir meta haline getirildi. Kapitalizm, sanatçıları da bu metayı üreten ve sömürülmesi gereken işçiler olarak görmektedir. Elbette her üreten insan gibi sanatçı da bir işçidir. Ancak sanatçı olmanın ve sanat üretmenin belli özgün koşulları olduğu gibi, üretilen bir kol emeği olmadığından sanatı da belli koşullarda üretmek mümkün değildir. Bir örnekle
daha iyi açabiliriz. Mesela mevcut yasalara göre müzisyenlerin emekli olabilmesi için 60-65 yaşına gelmeleri gerekmektedir. Oysa bir müzisyenin bu yaşına kadar kendi sanatını icra etmesi mümkün değildir. Özgün çalışma koşulları nedeniyle özellikle müzik, sahne, sinema ve tiyatro sanatçılarının günde 7,5 saat çalıştırılmaları olanaklı değildir. Yani bir ses sanatçısı aralıksız 7,5 saat boyunca şarkı söyleyemez, bir oyuncu 7,5 saat boyunca sahnede kalamaz. Ancak sömürünün kırbacını elinde tutan iktidar, yasalarında böyle buyurmaktadır. ARALIK 2012 | TAVIR | 13
13-15 sanatcı sosyal_sablon 12/6/12 3:49 PM Page 14
İşçi-memur statüsündeki sanatçıların da sorunları var. Mesela memur sanatçıların teşvik ikramiyeleri gerektiğinde geri alınabilecekmiş... Bu ve başka maddelerin de olduğu sözleşmeyi imzala-
madıkları takdirde maaşlarının verilmeyeceği tehdidinde bulunulabilir. AKP bunu ise sanatçıların performanslarını daha iyi sergileyebilmeleri için yaptığı şeklinde gerekçelendiriyor.
Bakıma muhtaç hale gelen sanatçıların bir sosyal güvencesi yoktur. Parklarda ve huzurevlerinde ölen sanatçıların ismini hüzünle hatırlarız.. Sigortasız çalıştırılan sanatçıların sayısı azımsanmayacak ölçüdedir. İşsizlik dönemlerinde sosyal güvenceleri askıya alınır. Gerekli prim ödeme gün sayısını tamamlayamamaktadırlar. Emekli olmaları, emekli maaşı almaları zordur. Getirilen sosyal güvenlik sisteminde emekli olmaları mümkün görünmemektedir. Bu nedenle, mevcut sosyal güvenlik sistemi çerçevesinde, özellikle de müzik ve sahne sanatçılarının eski Bağ-Kur kapsamında isteğe bağlı sigortaya devam ederek prim ödemeleri daha doğru bir yol olarak görünmektedir. Örneğin 01.01.2008 tarihinde ilk defa sigortalı olan 01.01.1989 doğumlu erkek bir sanatçı, 7000 gün prim ödenmesi halinde 60 yaşında 01.01.2049 tarihinde yaşlılık aylığına hak kazanabilmektedir. Türkiye şartlarında 7 bin gün neredeyse 19,5 yıl çalışılması anlamına geliyor ki, sanatçının bu gün sayısına ulaşması zordur. Sanatçılar işsiz kaldıkları dönemde isteğe bağlı sigortalı olabilmektedirler. Devlet ve şehir tiyatrolarında çalışan oyuncular; kadrolular ve sözleşmeliler olarak ikiye ayrılıyorlar. Kadrolular, 657’ye tabi olarak, sözleşmeliler de SSK’lı olarak çalışır. Kurum tiyatrolarında çalışanları da oyuncu olarak değil de farklı hizmetlerde çalışanlar gibi sigortalanıyor. Kanunda oyunculuğun bir tanımı bile yok! Son çıkan torba yasasında toplu taşıma şoförleriyle sanatçılar için ortak bir yasa çıkarılıyor. Sendikalar
14 | TAVIR | ARALIK 2012
13-15 sanatcı sosyal_sablon 12/6/12 3:49 PM Page 15
ve toplu iş sözleşmeleri yasasında sanat bağımsız bir işkolu olarak değerlendirilmemektedir. Sanat İşkolu Platformu’nun, 1 Kasım 2012’de Cumhurbaşkanı’na verdikleri dilekçelerinde bu konuya şöyle açıklık getiriliyor: “(…) ‘Ticaret, Büro, Eğitim ve Güzel Sanatlar İşkolu’, 2,7 milyon kişi ile en çok çalışanın olduğu işkolu... Üstelik çalışanların çoğu da ticaret, büro ve eğitim alanlarından… ‘Toplu İş İlişkileri Kanunu’na göre toplu iş sözleşmesi yapabilmek için bağlı olunan işkolunda çalışanların yüzde 3'ünü örgütlemek gerekiyor. Bu durumda, ‘Ticaret, Büro, Eğitim ve Güzel Sanatlar İşkolu’ndaki bir sendikanın 81 bin kişiyi örgütlemesi gerekiyor. Peki sanat alanından bir sendikayı düşünürsek Türkiye'de bir işverene bağlı çalışan 81 bin sanatçı var mı? Üstelik bu sendika sadece oyunculardan, yönetmenlerden veya müzisyenlarden ya da yazarlardan oluşuyorsa; Türkiye'de 81 bin oyuncu, 81 bin yönetmen veya 81 bin müzisyen ya da 81 bin yazar var mıdır? Hadi var diyelim; peki bu sanatçı sendikası ‘Ticaret, Büro, Eğitim ve Güzel Sanatlar İşkolu’nda sanat alanından sayıca daha çok çalışana sahip olan ticaret, büro veya eğitim alanını nasıl geçecek de ‘Toplu İş Sözleşmesi’ yetkisi alacak? (Sanatçıların çoğunun kayıtdışı çalıştırılması da cabası.) Bu durum sanatçıları sendikasızlığa dolayısıyla, ‘Toplu İş Sözleşmesi’ hakkını kullanamamasına, nihayetinde sigortasızlığa, sosyal güvencesizliğe, emekli olamamaya, o hep şikayet edilen sefalete mahkum etmek anlamına gelmektedir.” Bu düzenlemeyle özellikle sanatçıların gün esasına göre sigortalı olma hakları geri alınmış ve çalışma saati
esasına göre sigortalanmaları öngörülmüştür. 6111 sayılı yasanın 51. maddesiyle getirilen çalışma saati esasına göre, günlük çalışma süreleri 7,5 saatin altında kalan sanatçıların birkaç günlük çalışması sigortalılık yönünden bir günlük, çalışma sayılacaktır. Kaldı ki “hukuka aykırı” bu yasa maddesinin sanatçılara verdiği zarar sadece sosyal güvenlik haklarıyla sınırlı kalmamış, getirilen hükümler sonucunda, sanatçılar, 4857 sayılı İş Kanunu ve ilgili diğer çalışma yasalarından kaynaklanan hak ve çıkarlarını da kaybetmişlerdir. Getirilen sosyal güvenlik sistemi gereğince, sanatçıların artık aktif sigortalı olarak emekli olmaları ve çalışma yasalarından kaynaklanan haklarını elde etmeleri olanaklı görülmemektedir. Peki sanat üreten işçiyi yani sanatçıyı nasıl sömürüyor sistem? Sanatçıların en büyük sorunu halktan kopartılmış olmasındadır. Tiyatro, kitap, gazete, dergi, televizyon... bunların hepsi tekellerin, holdinglerin, zenginlerin elindedir. Halk için sanat üretmek isteyen sanatçı maddi olarak bir kuşatılmışlık içinde halka ulaşmada sıkıntılar çekmektedir. Sanatçının halk ile bağları kopmuştur. Bu sanatçıya yapılan en büyük saldırıdır. Sanatçı güdük kalmaktadır. İsmi duyulmamış, bir şiiri, bir öyküsü bir oyunu bilinmeyen, izlenmeyen bir sürü sanatçı vardır. Ve bunları gösterebilmesinin tek yolu düşüncesini satmasıdır. Buna karşı direnmedikçe sanatını da yapamaz. Yani sanat tek başına sanat değildir. Sanat halkındır. Halkın olanın işlenip halka sunulması ve bu yapılırken halkın düşünme gücünün yükseltilmesidir sanatçının görevi. Ancak bugün bunu yapmaktan alı konuluyor sanatçı. Tiyatrocuysa Anadolu’ya turneye gidemiyor. Şairse kitabını bastıramıyor. Bastırsa dağıtamıyor. Yazarlar da öyle...
Tiyatrocular istediği oyunu oynayamıyor. Müzik anlamını yitiriyor. Sanat yozlaşıyor... Örgütlülük, kolektif üretim değil bireycilik büyütülüyor, pohpohlanıyor. Ve bu durum, sanatçıyı daha da yalnızlaştırıyor. Halka ulaşamayan sanatçı, düşüncede de halktan kopuyor. Bulunduğu koşullara uyum sağlıyor ve halkın sorunlarına yabancılaşıyor. Halktan güç almayan sanatçı güçsüz, yılgın, üretmeyip tüketen, yeni bir şey yaratmayan, çözüm sunamayan bir sanatçı haline geliyor. Sanatçının görevi nedir? Öncelikle görevlerinin ne olduğunu hatırlamalıdır. O sadece uzaktan bakılıp, her yaptığı sorgusuz sualsiz izlenen ve beğenilen kişi olmamalıdır. Sanatını halkın içinde üretmeli, halktan korkmamalıdır... Bugün sanatçıların emeğini çalan AKP iktidarına karşı cesur olmalıdır... Mahkeme kürsülerinde dik durmalıdır. Yoksa sanat da, hayat da anlamını yitirir... Sanatçı, baskılara direnmelidir... Topluma karşı sorumluluklarını imza vermekle, facebook sayfasında protesto etmekle sınırlamamalıdır... Halkla iç içe olan bir sanatçının güçlü olacağına inanıyoruz. Egemenler halktan korkar... Her daim sanattan ve halktan korkmuşlardır. Sanatımızı halklaştırmalı, sosyal haklarımızı kazanmak için direnmeliyiz... Direnmeyen çürür bilmeliyiz.o
ARALIK 2012 | TAVIR | 15
deneme deneme
KELİMELERİN dili...
öteki farkındalık ya da farkı berikileştirmek sinan gümüş
Günümüzde aydın ve sanatçıların büyük bir kısmı bazı kavramların ardına sığınarak kendilerine bir koruma alanı oluşturuyor. Ne yardan ne serden misali, etliye sütlüye dokunmadan, çok şey söylüyormuş gibi görünüp hiçbir şey söylememeyi başarıyorlar. Kullanılan bu süslü laflar, söyleyene bir “entel” görünümü kazandırdığı gibi, hiçbir yerden tepki almadan durumunu garanti altına almasını sağlıyor. Hem sağlamcılık, hem de soyut ve dağınık düşünmek böyle bir üslubun doğmasını sağlıyor. Kimileri de bu hesapları hiç yapmıyor belki. Ama onlar da bu kavramları hiç sorgulamadan, 16 | TAVIR | ARALIK 2012
“süsüne” ve “havasına” kapılıp Ötekileştirmek kullanarak yaygınlaşmasını, nor- Bahsettiğimiz aydın ve sanatçı malleşmesini sağlıyor. kesiminin kullanmayı en sevdiği; en havalı; kullanan kişiyi entelekOysa biz bunun normalleşme- tüel, zeki, aydın gösteren kavrammesi gerektiğini savunuyoruz. ların başında sanıyoruz bu kavSanatçının halktan kopuk ve so- ram geliyor. Bazen bir halkı, bayut bir dil yerine, konuşurken de zen bir mezhebi, bazen bir mesyazarken de açık, sade ve duru bir lek grubunu, bazen halkın herdil kullanarak bu konuda da ör- hangi bir kesimini, bazen kendinek olması gerektiğini savunuyo- si gibi olmayan kişiyi –kurumu– ruz. grubu aşağılamaya, yok saymaya, asimile etmeye, ezmeye, sömürBu sayımızdan itibaren, günü- meye karşılık olarak bulunan/kulmüzde yaygın olarak kullanıl- lanılan bir kavram ötekileştirmakta olan yanlış bulduğumuz mek. Örneğin; Kürt Halkını yok kavram ve kelimeleri tartışmaya sayan, linç eden, aşağılayan bir başlıyoruz. politika ya da uygulama mı var,
bu durum “ötekileştirmek” başlığı altında tartışılır. Alevilerin inançlarını yerine getirmesinin önüne engeller mi çıkartılıyor, “ötekileştirmenin” insani olmamasından dem vurulur. Çingeneler yerinden yurdundan mı edilir, “ötekileştirmenin” vahim sonucu olduğu ilan edilir. Tinerci çocuklar hedef mi gösterilir, linç mi edilir, “ötekileştirerek” bir şey elde edemeyeceğimiz açıklanır. Her ne kadar bu konulara eleştirel yaklaştığı için olumlu bir noktada gibi görünse de, aslında son derece çarpık bir durum vardır ortada. Öncelikle şunu söylemeliyiz ki, var olan bir asimilasyonun, linçin, baskının parçası olmak zaten gericiliktir. Bu kesimler bu durumu hiç eleştirmese ve kabul etse zaten gericileşmiş olacaktır. Ama aydın olmanın, ilerici olmanın, sanatçı olmanın sorumluluğu tek başına “gerici olmamakla” sınırlı olmamalıdır. Mesele sadece kabul etmemek ya da eleştirmek meselesi değildir. Nasıl sorgulandığıdır. Olayı sorgularken daha açık, daha cesur ve daha bilimsel bakmak gerekir. Devletin bir asimilasyonunu; ya da egemen olan dinin, mezhebin, dilin diğerleri üzerinde tahakküm kurmasını, bunun dışında kalanların baskı görmesini ötekileştirmek olarak adlandırmak olayı son derece yumuşatmaktadır. Bu kavramı kullanan, belki farkında bile olmadan- aslında bir ayrılığı, bir bölünmeyi baştan kabul etmektedir. “Öteki” varsa “beriki” de olmalıdır. Zulmü uygulayana “Evet sen ve o ayrı-
sınız ama onu öteye itme yanında tut” demektedir. Zulmedene, “Evet ondan daha farklısın ve daha güçlüsün ama ona eziyet etme, onu kapsa, ona kol kanat ger, onu korumaya al” demektedir. Yani aslında konuya egemen olanın safından bakıp onu daha hakkaniyetli olmaya çağırmaktadır. “Ötekileştirilene” acımaktadır, kendisi de aslında tepeden bakmaktadır. Zulmedeni de aslında acımaya davet etmektedir. Oysa ki yapılması gereken, bu ayrımı baştan kesin ve net olarak reddetmektir. Ezilen hangi kesimse, tüm haklarını sonuna kadar savunabilmektir. Kimsenin bu hakka göz dikemeyeceğini belirtmektir. Gücü elinde bulunduranın yaptığı şeyin zulmetmek olduğunu, ezmek, baskı kurmak, yok etmek olduğunu söylemelidir. “Hiçbir milliyet bir başkasını ezemez, hiçbir din ya da mezhep bir diğerinden üstün değildir. Bu farkı kullanarak zulmedenler halkı bölmek, parçalamak isteyenlerdir” denilmelidir. “Ötekileştirmek” denen şeyin aslında halkı bölmek olduğunu ifade etmelidir. Bir başka açıdan bakıldığında, bu yaşananlara ötekileştirmek demek, bu zulmü aslında perdelemektir. Olaya sınıfsal bir bakış söz konusu değildir. İnsanların iyi niyeti ve kötü niyeti üzerinden bir açıklama yapma çabasındadır. Yani aslolan sınıfsal çıkarlar değil, vahşi kapitalizm ve onun yasaları değil, emperyalizm ve onun işbirlikçileri değil, yaşanan da bölücülük ya da baskı asimilasyon değil, yok sayma değil, aşağılama değil, ırkçılık değil, “ötekileştirmek”. Bu kadar masumlaştırılmamalıdır yaşananlar. Ayrıca onlar
öteki ise “beriki” kim o zaman? Bütün Kürtler öteki, bütün Türkler beriki mi? Kürtlerin ezilmesinin aşağılanmasının sorumlusu tüm Türkler mi? Yoksul, emeğinden başka bir şeyi olmayan, onlar gibi ezilen Türkler neden “berikiler” içinde yer alsın? Kürt halkının kanına göz diken halk düşmanlarının, emper yalizm ve uşaklarının safında neden yer alsın? “Beriki” kavramının içinde sadece tekelci patronlar yer alabilir. Tüm zulmün sorumlusu onlardır. Yoksulluğumuzun sorumlusu onlardır. Sömüren onlardır. Cebimizdekini çalan ve tüm bir halkı “ötekileştiren” onlardır. Sadece zengin ve yoksul arasında bir bölünme vardır. Sadece bu iki kesim arasında savaş vardır. Bunun dışındaki tüm bölünmeler yapaydır. Halkı aldatmaya, bölerek parçalayarak yönetmeye yöneliktir. Dolayısıyla halkın her sorununa “ötekileştirmek” olarak değil, egemenlerin bir politikası olarak bakmak gerekir. Farkındalık Yaratmak Son yıllarda ortaya çıkmış olan, aydınlarımızın ve sanatçılarımızın önemli bir kesiminin cümle içinde kullanmayı pek bir sevdiği kavram “farkındalık yaratmak”. “Fark ettirmek” ya da “farkına vardırmak” da değil, “farkındalık yaratmak”. Yani günlük konuşma dili içinden bir kavram kullanarak, yaptığı şeyi küçümseyerek değil; öyle ağdalı bir laf kullanmalı ki, onun sıradan biri olmadığı anlaşılsın. Bir misyon sahibi olduğu anlaşılsın. Yaptığı şeyin çok özel bir şey olduğu anlaşılsın. Bu nedenle konuşma dili ARALIK 2012 | TAVIR | 17
içinde olmayan böyle bir kav- çekleri halka bambaşka bir boram gayet çekici olabiliyor bu yuttan sunabilmelidir. Bu yanıyla halka örnek olacak, yer yer öndüşüncede olan biri için. cülük edecek bir özelliği olmalı“Ben sanatımla farkındalık yara- dır. Bu aydın olmanın da sanatçı olmanın da bir numaralı şartıtıyorum”... dır. “Bu etkinlikle bir farkındalık yaSanatçının görevi halkı aydınratmayı amaçlıyoruz”… latmaktır ama “farkındalık ya“Filmimiz konuyla ilgili bir farkın- ratmak” değildir. Bu ifadenin sadalık yaratırsa ne mutlu bize”… hibi aslında halkı küçümsemektedir. Yaşanan şey her ne ise, Aslında bir konuyu anlatmaktan kimse farkında değil, bir o farkınçok, samimiyetsiz, iddiasız, ken- da. Kimsenin olay hakkında en dine güvensiz, halka tepeden ufak bir fikri yok ama o her şeyi bakan bir ifade. biliyor. Yani görün bakın neler yaşanıyor gözünüzün önünde Sanatçı olmak, tarihsel gerçekle- ama görmüyorsunuz ben görüri resmedebilmektir, bu doğru. yorum ve sizin de farkında olmaAydın olmanın sorumluluğu hal- nızı istiyorum diyor. Kendisi dıka gerçekleri anlatmaktır, bu da şındakilere cahil muamelesi yadoğru. Elbette ki sanatçı halktan parak bir üstencilik çıkmış oluyor gizlenen, yanlış yansıtılan gerçek- ortaya. leri tüm çıplaklığı ile tüm çarpıcılığı ve yakıcılığı ile gösterebil- Ama bundan çok daha önemli meli, kör karanlıklarda bırakılan bir başka sorun var. Diyelim ki halkı aydınlatabilmelidir. Ger- gerçekten senin eserin sayesin18 | TAVIR | ARALIK 2012
de farkına varıldı meselenin. Sonra?.. Sonrası yok. Benim görevim bu kadar demiş oluyor. Ben üstüme düşeni yaparım, gösteririm, halk farkına varır, sonrası onun bileceği bir iş, beni ilgilendirmez. Farkına vardı ama nasıl mücadele edecek? Yok. Sen mücadele edilmesi gerektiğini düşünüyorsun ki konuyu ele alıyorsun. Daha sonrasında neden yoksun? Yapılacak olan mücadele neden senin dışında yürümeli? Sen neden bu mücadelenin de bir parçası, hatta öncüsü olmuyorsun? Sadece farkına vardırırım deyip kenara çekilmek çok dar bir alana hapsolmak değil mi? Yapılacak mücadeleyi kendi dışlında görmek adaletsizlik değil mi? Bu madem ki bir sorun, sen bu sorunun çözümünün öznelerinden olmalısın. Esas olan, bir sorunu fark ettirmek değil, o sorunun nasıl çözüleceğine dair öneriler üretmek. Bir bakıma çözüleceğine dair insanlara umut taşımak. Mücadele azmi ile doldurmak. Ve bu mücadelenin bir parçası olmak. Sonuç olarak insanların ötekileştirildiğini iddia etmek de, farkındalık yaratmaya çalışmak da iyi niyetli görünüp hiçbir derde deva olamamanın adı oluyor. Entelektüel gevezelikten öteye geçmiyor. Meselelerin adını somut olarak koymadan kaçmak anlamına geliyor. Kendi sorumluluğundan uzaklaşmak, kaçak güreşmek anlamına geliyor. Böyle nitelemelerle kavram karmaşası yaratmak yerine, açık ve yalın düşünmek ve biraz daha cesaretli olmak gerekiyor… o
19 mehmet ozer_sablon 12/6/12 3:56 PM Page 19
şiir
şiir
yorum’un evi mehmet özer
Göz pınarları anaların Çocukların sevinci Mahpusların gülüşü Yorum’un evidir. Yoksulların sofrası İşçinin kavgası Halkın sevdası Yorum’un evidir Göğsünde okyanus taşıyanlara kelepçe neylesin Grup Yorum’un evi halkın yüreğidir
ARALIK 2012 | TAVIR | 19
röportaj röportaj
sanatçılar yorum ‘un yanında! tavır
27 yıldır devrimcilerin, emekçilerin, öğrencilerin eylemlerinde, grevlerinde; onların yanında olan Grup Yorum susturulmaya çalışılıyor. Grup Yorum elemanı Seçkin Aydoğan’ı tutukladıkları gibi diğer Yorum elemanlarını da tutuklamak, halktan yana sanatı engellemek istiyorlar. Tüm bunlarla yetinmeyen iktidar, şimdi de yepyeni bir uygulama ile çıktı devrimci sanatın karşısına. Konut terk etme yasağı ve elektronik kelepçe uygulaması. İbrahim Çuhadar isimli bir devrimcinin cenazesine sahip çıktıkları için, onu halkın ve devrimcilerin geleneklerine göre defnetmek istedikleri için önce gözaltına alındı Yorumculardan Selma Altın ve Dilan Balcı, işkenceden geçirildi. Ardından konut terk etme yasağı ve denetimli serbestlik uygulamaya kararı verdi bu ülkenin “adaleti”. Grup Yorum AKP’nin uyguladığı “ev hapsi” kararını tanımıyor, bileklerine takılmak istenen elektronik kelepçeyi red-
20 | TAVIR | ARALIK 2012
dediyor. Ev hapsi uygulaması ile Grup Yorum nezdinde tüm halka ve halktan yana sanat yapan sanatçılara gözdağı vermek istiyor AKP iktidarı. Kapatılan tiyatro salonları, yasaklanan kitaplar, toplatılan albümler, sansürlenen filmler, basılan sergiler, yıkılan heykeller... ve daha niceleri AKP iktidarının sanat düşmanı, düşünce düşmanı tavrını ortaya seriyor her geçen gün. Bu zincirin yeni halkası “konut terk etme yasağı”. Halkın her kesimini tutsaklıkla tehdit eden AKP, işte bu nedenle 500 yeni hapishane yapma planlarını kuruyor ve 20.000 elektronik kelepçe sipariş ediyor. Bu bilgiler ışığında, sanatçı dostlarımıza sorduk: 1 - Grup Yorum hakkında verilen “ev hapsi” kararını nasıl değerlendiriyorsunuz? AKP iktidarının sanata ve sanatçıya yönelik faşist saldırılarına karşı sanatçılar ne yapmalı?"
“Grup Yorum’a verilen ev hapsi kararı çok ilkel bir karar, bunun kesinlikle karşısındayız...” Grup Yorum’a verilen ev hapsi kararı çok ilkel bir karar, bunun kesinlikle karşısındayız... Çünkü Grup Yorum sokak demek, işçi türküleri demek, halk türküleri demek. Sonuçta bunu ev hapsiyle engellemek istiyorlar. Tabi dolayısıyla Grup Yorum'un yanında olan, onlar gibi düşünen onlar gibi konuşan, onlar gibi şarkı söyleyen, beste yapan tüm sanatçıların “ev hapsi” demek oluyor bu. Nasıl ki diğer alanlarda yapılan saldırılarda birlikte olmamız gerekiyorsa, sanat cephesinde de yanyana kolkala olmamız gerekiyor. O yüzden bu karar karşısında sanatçıların Grup Yorum ile dayanışma içinde olmasından yanayım ben. Grup Yorum kendi sanatımız demek aynı za-
manda. Çünkü bir çoğumuz Grup Yorum şarkılarıyla büyüdük. Sahne hayallerimizi Grup Yorum şarkılarını söylerken kurduk. Bu en azından benim için geçerli bir durum. Burada olmaktan, onlarla yanyana olmaktan, onların eylemlerinde yanlarında olmaktan büyük keyif alıyorum, onur duyuyorum. Ev hapsinin dışında bir de kelepçe uygulaması var ki, çok can sıkıcı. Zaten yaşadığımız süreç bir 12 Eylül süreci. O zamanlar çocuktuk hafızalarımızda derin yaralar bıraktı. Ama bu gün yeniden yaşamak herkes için çok korkunç. Onlar halkın sanatını, halkın yarattıklarını muhalefet içerdiği için, gerçekçi olduğu için istemiyorlar. Kendilerinden olmayan her şeyi ucube olarak değerlendiyorlar. Sanatsal kaygıları olmamasına rağmen estetiğin de karşısındalar. Bunun karşısında ciddi bir direniş göstermek lazım. Bizim sanatımızın yok olması için her şeyi yapıyorlar. Yasalar onlardan yana. Herkes onlardan yanaymış gibi göstermeye çalışıyorlar. Fakat biz bu ülkede milyonlarız. O yüzden de yanyana olmamız gerekiyor. Ciddi bir sanatçı girişimi olması lazım. Sanatçılarla bir araya gelip yeni ne yapılabilir, daha güçlü bir ses nasıl çıkabilir diye düşünmek gerekiyor. Zaman zaman bir araya gelmek ve bunu daha güçlü hale getirmek lazım. o
“Her devirde olduğu gibi halkın yanında olan sanat ve sanatsal etkinlikler, tarih sahnesinde emperyalizmi ve onun yandaşlarını sorgulayacaktır.” Grup Yorum hakkında verilen ev hapsi kararını kınıyor ve anlamsız buluyorum. Bir an önce adil bir kararın çıkmasını diliyorum... Her devirde olduğu gibi halkın yanında olan sanat ve sanatsal etkinlikler, tarih sahnesinde emperyalizmi ve onun yandaşlarını sorgulayacaktır. Bu anlamda Grup Yorum'a ve elemanlarına uygulanan bu baskıya karşı durmak, vicdanımızı kaybetmemek ve sanatın özgürleşmesi için gereklidir... Bu konuda hepimiz duyarlı olmak zorundayız. o
ARALIK 2012 | TAVIR | 21
“AKP iktidarı Cumhuriyet tarihinin en dinci iktidarı değil, en sermayeci iktidarıdır.”
İdil Kültür Merkezi geçen yıl, gecenin bir vaktinde üç yüz polisle basılıp kapılar kırıldığında, amaç orada “suç delili” bulmak değildi. İMF’yi protesto eden kitlenin içinde olmaları bile bahaneydi çünkü. Grup Yorum elemanları yirmi küsur yıldan beri içeri alınır, konserleri engellenir, çalışmalarını sürdürdüğü kültür merkezleri basılır. Basanlar da alışıktır buna, basılanlar da. Burası devrimci bir kültür merkezidir. Doğası gereği muhaliftir. Hiç bir devrimci kültür merkezi, asalak sınıfın iktidarları beni takdir etsin diye kültür üretmez. Onun derdi daha çok özgürlük ve daha az sömürü için yoksul kitleleri uyarmak, ağlayıp sızlamanın yerine direnme kültürünü koymaktır. Grup Yorum’un çalışmalarını sürdürdüğü kültür merkezine bilenen bir diş vardır ve bu diş arada bir gösterilir. Ev Hapsi kararı bunun devamıdır. İktidar, daha iyi bir hayat sunamadığı yoksulların başıbozuk olmayan bir öfkeyle buluşmasına engel olmak istiyor. Geciktirmek. Devlet adına. Uzun yıllardan beri hapishanelerde hükümsüz olarak yatırılan her yaştan muhalif ve devrimci var. AKP iktidarı Cumhuriyet tarihinin en dinci iktidarı değil, en sermayeci iktidarıdır. Din onun için sadece ritüelden ibarettir. Maliyet hesapları yapıyor AKP. O kadar insanı hapiste tutmanın maliyetli bir iş olduğunu biliyor. Yirmi bin elektronik kelepçeyi bunun için sipariş ediyor. F Tipi hapishanelerden F Tipi evlere geçe-
22 | TAVIR | ARALIK 2012
cek. Kapitalizmin bu sürecinde her şey bir projedir. AKP’nin kendisi de. Grup Yorum elemanları, duruşma gününe kadar ev hapsinde tutulmak isteniyor sanırım. Duruşma günü ne zaman? Belli değil. Hapishanelerdeki hükümsüz cezalandırmanın bir benzeri. AKP eliyle memlekete yerleştirilen düzende insana yer yoktur. Aslında saldırılan şey sanat değil hayattır. Hayata Dönüş Operasyonunu yaparken de asıl büyük amaç hapishaneler değildi. F Tipi bir hayat projesi vardı ve ilk önce direnç merkezi olarak görülen hapishanelere saldırıldı. Devrimcilerin hapishanelerde direndikleri şey sadece F Tipi hücreler değildi. F Tipi hayat başladı ve ilerliyor. Henüz kendine ait bir evi olan çoğu yoksulu evsizlik, henüz bir işi olan çoğu emekçiyi işsizlik bekliyor. Güvencesizlik ve bugünden daha derin bir geleceksizlik. Kendileri söylüyor zaten. Bu soygun düzeniyle barışık olmayan yerleşim alanları ‘kentsel dönüşüm taarruzuyla’ dağıtılacak. Ve AKP elbette ki sanata ve sanatçıya daha çok saldıracak. Bu belli. Diş bilediklerini sıraya koyacak. Bunu yaparken sanatı ve sanatçıyı yüceltme nutukları atacak. Her seferinde yeni bir “sarı öküz” aramayacak, alacayı isteyecek. Hayat öğreticidir ve faşizm de öğrenir. Hayata ilerici, devrimci veya demokrat bir yorum katma derdinde olan sanatçı ve sanat çevrelerinin yapması gereken şey o kadar ortadaki... o
“Sanatçı, yaşadığı coğrafyanın gerçekliliğinde; halkının, zulme karşı direnme ruhunun yanında olmalıdır.” Öncelikle Grup Yorum, yıllardır sistemin tüm baskı, şiddet ve imha politikalarına karşı netliğinden asla ödün vermemiş, devrimci sanat ve sanatçı tavrını her koşulda korumuştur. Mesele yalnızca devrimci bir grubu baskı altına almak değildir; mesele Mahir'in kararlılığıyla yola çıkmış bir halkın, inancın yanında saf tutan, yoldaş olan tüm dinleyicilerini, Grup Yorum kitlesini korkutup sindirme politikasıdır. Yani, halka yapılan bir saldırıdır. Grup Yorum'a, yıllarca hapis ya da işkencelerin yapılması, yasaklanmasının sebebi, halkının yalnız bırakmaması, kitlesel yoğunluk ve davalarına olan kararlılığıdır ve her alanda gösterdikleri devrimci tutumlarıdır. Bugün önce işkence, ardından uygulanmasını istedikleri ev hapsi hiçbir zaman kabul edeceğimiz bir şey değildir. Grup Yorum ülke gerçekliği içinde herzaman var olacaktır. Ne olursa olsun biliriz ki, “düşünceyi kuşatacak ordu yoktur.'' Tarihin farklı süreçlerinde her zaman egemenlerin yasaları; muhalif kimliklere, halk mücadelesinde halkın yanında duran sanat ve sanatçılara dönük yasakları, asimile etme politikaları hep vardı. Ancak, AKP faşizminin yaşadığımız süreçte uyguladığı bu yasakçı, işkenceci tutumlarına karşı, devrimci sanat ve sanatçıların beraber mücadele etmesi, birbirini yalnız bırakmaması gerekiyor. Sa-
natçı yaşadığı coğrafyanın gerçekliliğinde; halkının, zulme karşı direnme ruhunun yanında olmalıdır. Eğilmeden, bükülmeden, devrimci iradeyle ve direnişle ''halkının da savaşçısı olabilmelidir'', Yılmaz Güney’in dediği gibi. Türkülerin, ozanların, devrimci sanatın yasaklandığı bir coğrafyada güzel günleri görmek adına şiar bellidir: Halkız, Haklıyız, Kazanacağız!... o
“Çözüm her alanda her türlü haksızlık ve sömürüye karşı durmaktan geçer.” Tarihin çöplüğü; özgür düşüncenin en önemli sözü olan sanatı ve bilimi boyunduruk altına alıp kendi bağnaz görüşlerinin borazanı haline getirmeye çalışanların ibret hikayeleriyle doludur. Sanat da bilim de bir ihtiyaçtan bir dertten, bir tasadan doğar. Özellikle sanatın çığlığı bir ışık gibidir, insanların problemlerini açığa çıkaran. Bu ışığı kapatmaya yeltenmek, bir halkın sorunlarına sırf destekçisi çok diye sırt çevirmek, yetki sahiplerinin ne derece edimsiz olduklarının en bariz örneğidir. Sanattan, benim istediğim sanatı yapa-
caksın, beni eleştirmeyecek yücelteceksin diye beklenti içinde olanlar ancak ileride sanatın konu aldığı kötü yönetici figürlerinden biri olabilirler. Faşizme karşı omuz omuza verip sanatı savunmak yerine seslerini çıkarmadan olup bitenlerin, kendisine kötü davrananların zamanla unutulacağı fikrine kapılan meslektaşlarım bilmeliler ki çözüm bu değil. Çözüm her alanda her türlü haksızlık ve sömürüye karşı durmaktan geçer. o
ARALIK 2012 | TAVIR | 23
“Türkiye'deki dik duruşun, onurlu oluşun adıdır Grup Yorum.” Sanata karşı yapılan saldırıları hepimiz görüyoruz. Grup Yorum'a yapılan baskılar dışında bir çok sanatçıya da yapılıyor. Heykeltraşlara da, karikatüristlere de vs... Sanatın da dışında genel olarak bir baskı söz konusu. Tabi bu baskıyı Grup Yorum yoğun olarak yaşıyor. En fazla direniş onlarda çünkü. Direnişi Grup Yorum gösterdiği
için en fazla baskıyı görenler de onlar oluyor. Bana göre bir efsanenin adıdır Grup Yorum. Türkiye'deki dik duruşun, onurlu oluşun adıdır Grup Yorum. Bu yüzden onlarlayım, onların yanındayım. Memleketin hali, bu gericiliğe karşı bir arada durmayı gerektiriyor. o
“Grup Yorum gibi, Nazım Hikmetler, Ruhi Sular, Aziz Nesinler yargılanmıştı. Şimdi tekrar o döneme döndük.” Bu olay aslında bir Grup Yorum olayı değildir diye düşünüyorm. Bütün sanatsal faaliyetlerin içinde olan muhaliflik yanından dolayı yapılmıştır. Mehmet Aksoy'un heykeliyle başlandı, Fazıl Say da yargılanıyor. Şimdi Grup Yorum yine yargılanıyor. Bir bakıma da anlayamıyorum. Bunun gibi durumlar neredeyse yüzyıl önce
yaşandı. Grup Yorum gibi, Nazım Hikmetler, Ruhi Sular, Aziz Nesinler yargılanmıştı. Şimdi tekrar o döneme döndük. Bu bakımdan durumu çok kaygı verici buluyorum. Bu sebepten insanların bir araya gelip bu durumla mücadele etmesi gerektiğini düşünüyorum. o
“Ev hapsi uygulamasının tecritten bir farkı olmadığını düşünüyorum.” Ben 28 yaşındayım. Neredeyse Yorum’la aynı yaştayım. Grup Yorum’la büyüdüm, Grup Yorum’la yaşlanıyorum ve Grup Yorum’la öleceğim. Bugün de Grup Yorum’un yanındayız, yarın da. Ev hepsi uygulaması çok il-
24 | TAVIR | ARALIK 2012
kel bir durum. Bu uygulamanın tecritten hiçbir farkı olmadığını düşünüyorum. Hapishanedesin ya da evdesin değişen bir durum yok. Ev hapsini tanımıyoruz. Bu kararın bir an önce kalkmasını diliyorum. o
“Müzisyen yaratıcı kişidir: davulları yasaklanınca tenekelere vurarak, enstrümanı kırılınca ellerini çırparak, sözleri elinden alındığında ıslık çalarak kendini ifade eder.” Öncelikle Grup Yorum üyesi arkadaşlarımıza uygulanan şiddeti ve haklarında alınan bu kararı kınıyor; arkadaşlarımızın bir an evvel özgürlüklerine kavuşmasını diliyorum. Bir müzisyene verilen “ev hapsi” cezası son derece manidardır, onu iki defa cezalandırmaktır: hem özgürlüğünü hem de müziğini elinden almaktır.
sözümüz çok, çünkü etrafımızda olan biten haksızlıklara gözümüzü, kulağımızı kapatmıyoruz. Bakmazsan görmezsin, görmezsen rahatsız olmaz ve sorumluluk almak zorunda kalmazsın. Sorumluluğu alanlara vebal ödetilmeye çalışılsa da, sonuçta her türlü kazanan onlar olacaktır. Çünkü bu, vicdanla ilgili bir meseledir.
Ünlü Güney Afrikalı protest şarkıcı-söz yazarı Miriam Makeba, kendisiyle ilgili bir belgeselde “Eğer söyleyecek bir sözünüz varsa, bunu en hızlı iletecek olan şarkılardır” demişti. Bir müzisyeni hapsetmeye, ellerini kırmaya, kulağını patlatmaya, sesini şiddet yoluyla kısmaya çalışabilirler. Belki de müziğin ve müzisyenlerin “sözünü iletebilme” gücünden korkudur bu şiddete sebep. Ancak dünyada da pek çok örneği olduğu gibi- her yasak bir başka yol aramaya sevk eder müzisyenleri, çünkü müzisyen yaratıcı kişidir; davulları yasaklanınca tenekelere vurarak, enstrümanı kırılınca ellerini çırparak, sözleri elinden alındığında ıslık çalarak kendini ifade eder. Kendini müzik yoluyla ifade eder. İfade özgürlüğünün engellenmesi, temel hak ve özgürlüklerin ihlalidir. İster bu denli açık ve şiddetli, ister örtük ve sinsi… Bizim söyleyecek
Farklılıklara tahammülsüzlük, aykırı seslerin bastırılmaya çalışılması, muhalif sanat biçimlerinin sansüre uğratılması ve şiddet, yalnızca bu döneme özgü değil. Ancak bu dönemin şöyle bir farkı olduğunu söylemek pek de yanlış olmaz sanırım: Muhafazakâr-milliyetçi anlayış son dönemde iktidarını ideolojik olarak da tüm toplumda yaygınlaştırmaya ve hakimiyet kurmaya çalışıyor. Bu nedenle, sanat alanı siyasi iktidar açısından da ciddi bir mücadele alanına dönüşmüş durumda. Ne var ki; kültürel araçların yetmediği noktada güç, sermaye vb. devreye sokularak tek tipleştirme yönünde bir müdahale söz konusu. Bunun farkında olarak, tüm demokratik anlayış sahiplerinin asgari müştereklerde buluşarak örgütlü hareket etmesi gerekiyor. o
ARALIK 2012 | TAVIR | 25
eleştiri eleştiri
seni “paran kadar” seviyorum! devrim savaş
Bu nasıl bir kutudur ki; bir tuşa basmamızla insanın bütün duygularını sömürmeye, insan olana insanlığını unutturmaya başlar. Her değere, her duyguya saldırır; evimizi darma duman eder ve yatma vakti geldi mi hiçbir şey olmamış gibi kendi karanlığına geri döner. Bu nasıl bir kutudur ki, insanı kendi karanlığına hapseder ve bambaşka bir insan yaratır. Bu nasıl bir kutudur ki, sevgiyi sevgisizliğe, saygıyı saygısız-
26 | TAVIR | ARALIK 2012
lığa, sadakati sadakatsizliğe dönüştürür. Ve bu nasıl bir kutudur ki, düzenin yoz kültürünü insanların beynine nakış nakış işler ve asalaklar yaratır. Herkesin yakından tanıdığı, “severek izlediği” bu kutu tabii ki televizyondur…
let cereyan eder iken, biz şimdilik bir tanesinden bahsetmek istiyoruz: “Ben Bilmem Eşim Bilir”. İzleyenlerin kafasında bir şeyler oluşmuştur mutlaka. Karı-koca ilişkisini aşağılayan, çıkar uğruna eşleri birbirine düşüren, kısacası şov uğruna, reyting uğruna insanların sevgisine, Televizyonun marifetleri(!) saymak- saygısına, sadakatine saldıran, ayakla bitmez fakat bir yerlerden başla- lar altına alan bir yarışma. mak lazım. Her kanalında her programında, her dizisinde ayrı bir reza- İlk izlendiğinde insana masum ge-
lebilir. Eşler birbirinin neyi ne kadar yapabileceğini tahmin etmeye çalışıyorlar. İşin gösteri kısmı da bundan sonra başlıyor. Diyelim kadının suyun içinde nefessiz bir şekilde kalması gerekiyor. (Bu sürenin uzunluğu yarışmayı kazanıp kazanmayacaklarını belirliyor.) Eşler birbirlerini ölümüne suyun içinde tutmak için ellerinden geleni yapıyor. Ellerinden geleni diyorum çünkü bu tam anlamıyla böyle oluyor. Erkek, karısını eliyle zorla suya bastırıyor. Ya da eşlerden biri başarısız olduğu noktada kavgalar hakaretler başlıyor. Ya da sözde birbirlerini motive etmek için söylenen, birbirinden ahlaksız cümleler duyuyoruz. Kocasının söylenen işi yapması için sinirlenmesinin gerektiğini düşünen kadın, “Hayatım beni başkasıyla birlikte yakaladığını düşün!” gibi edepten, ahlaktan uzak
bir cümle kurabiliyor örneğin. Yine kadın, kocasının bilek güreşinde yenebilmesi için “Hayatım düşün ki ben mini minnacık bir etek giymişim, sen de bana çok kızmışsın” gibi seviyesiz cümleler kuruyor. Programdaki tek hedef araba. Bunun için tükenen değerlerin yarışmacılar gözünde pek de bir anlamı yok maalesef. Her yol mübah. Dansöze para takmaktan karısını 20 kişinin de içinde olduğu arabaya tıkıştırmaya kadar. Birbirini rezil eden durumlara düşüyorlar. Kazanılan yarışmalarda canım gülüm olan ilişkiler kaybedildiği noktada yerini hakaretlere aşağılamalara bırakıyor. Her şey ne için bir tane araba için. Bu insanları bu duruma getiren aralarında ki çıkara dayalı bencil kof ilişkidir. Düzenin öğütlediği “paran kadar” mantığı, bu evliliklerde de ha-
yat buluyor. Yani pamuk ipliğine bağlı ilişkiler bu program marifetiyle iyice seviyesizleşmiştir. Burjuvazi ve onun yaydığı kültür ne çocuk dinliyor, ne karı koca... Hepsini birer şaklabana çevirmek için elinden geleni yapıyor. Ve bunu insanlara izlettiriyor. Bu yanıyla izleyende de değersizleşmenin kanıksanmasına yol açıyor. Düzen insanların her şeyini pazara sunar. Yani metalaştırır. Bu nedenle de insana ait tüm değerler alınıp satılır birer meta haline getirilir. Değerin yerini değersizleşme alır. Bu düzen saygısız, sevgisiz ve sadakatsiz yapmak istiyor herkesi. Çaresiz, yalnız, mutsuz insanlar yaratıyor. Hayat arkadaşını sana düşman ediyor; çıkarın yoksa karını ya da kocanı bile sevme, yerden yere vur diyor. ARALIK 2012 | TAVIR | 27
Bizim bildiğimiz sevgi, sevda, karı koca ilişkisi bu kadar ucuz değildir. Böyle beş para etmez yarışmalarda harcanamaz. Bir kutu üzerinden sağlanacak maddi şeylere satılmaz. Gada Meilin adlı filmde kadın; düşmanın kocasına “Diz çökecek, onurunu ayaklar altına alacaksın, yoksa çocuğunu öldürürüz” demesi üzerine, gözünü kırpmadan kendi yavrusunu öldürüyordu. Anadolu halkının kültüründe de vefa, bağlılık ve emeğe dayanan gerçek sevgi vardır. Nazım Hikmet’in Şeyh Bedreddin Destanı’nda söylediği gibidir bizim kültürümüz… “Hep bir ağızdan türkü söyleyip hep beraber sulardan çekmek ağı, demiri oya gibi işleyip hep beraber, hep beraber sürebilmek toprağı, ballı incirleri hep beraber yiyebilmek, yârin yanağından gayrı her şeyde her yerde hep beraber! diyebilmek için…” Anadolu’da Ferhat ile Şirin, sevdanın en güzel örneğidir. Saf sevgiyle başlayan fedakarlıklar halk için yapılan bir fedakarlığa dönüşüyor. Sevdasından alıyor bu gücü. Karacaoğlanlar, Köroğlular, Nazım Hikmet’ler, Ahmed Arifler gerçek sevgiyi anlatırlar şiirlerinde. Halkın şairi Ahmed Arif şöyle anlatır mesela sevdasını:
Hasretinden prangalar eskittim. Saçlarına kan gülleri takayım, Bir o yana Bir bu yana...
Seni bağırabilsem seni, Dipsiz kuyulara. Akan yıldıza. Bir kibrit çöpüne varana. Seni anlatabilmek seni. Okyanusun en ıssız dalgasına İyi çocuklara, kahramanlara. Düşmüş bir kibrit çöpüne. Seni anlatabilmek seni, Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin, Namussuza, halden bilmeze, Yitirmiş öpücükleri, Kahpe yalana. Payı yok, apansız inen akşamdan, Ard-arda kaç zemheri, Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu Bir kadeh, bir cigara, dalıp gidene, Dışarda gürül- gürül akan bir dünya... Seni anlatabilsem seni... Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır Bir ben uyumadım, Üşüyorum, kapama gözlerini... Kaç leylim bahar, 28 | TAVIR | ARALIK 2012
Olursa böyle çıkarsız böyle saf olmalıdır sevdalar. Ancak bu düzen böylesi saf ve temiz; vefaya, emeğe değer veren sevdaları artık bitirmiştir. Çıkar üzerine kurulu birliktelikler ve hemen tüketilen “sevgi”ler yaratmıştır. Ayaküstü yemek kültürü gibi bir anda biten “sevgi”lerin yaşandığı bugün, bu durumu en iyi şekliyle bu tür yarışmalarda görüyoruz. Bu kültürü reddedeceğiz, bize ait değil diyeceğiz. Anadolu’ya dayayacağız sırtımızı, kendi kültürümüze. Bize modern toplum kültürü adıyla dayatılan Amerikancı bencil-bireyci kültürün bizi teslim almasına izin vermeyeceğiz.o
29-32 dizi dizi_sablon 12/6/12 4:07 PM Page 29
eleştiri
eleştiri
dizi dizi diziler hüseyin köse
Onlardan kaçış yok.. Her yerde onlar… Sadece o ekranda değil… Gazetelerde tam sayfa boy boy reklamlarda, bilboardlarda sıra sıra… Dillerde, davranışlarda, kavgalarımızda, yaşamımızda… Sanki hayatımızın ayrılmaz parçası onlar! Her gün evimizdeler, evden birileri gibiler artık, o dizi yıldızları. Camdan bir ekran ve uzaktan kumanda denilen minik bir alet. Sözde sen kumanda ediyorsun, ama özde o seni kumanda ediyor. Dokunmanın ve değiştirmenin cazibesine kapılıyorsun bir anda ve düşüyorsun o ekranın içine… Ve fakat onlardan yine kaçış yok… Her yerde, rüyalarımızda bile onlar… Seçenek çok.. Dokun düğmeye… Muhteşem Yüzyıl…Dınınınımmm… Buyurunuz Osmanlının soysuz yaşa-
mına hoş geldiniz. Sıkıldın mı dokun düğmeye değişsin hemen… Arka Sokaklar'da Türk polisinin kahramanlıklarını izle. Evet bildiğimiz polis, her çetenin, her pisliğin içinden çıkan işkenceci, katil polis… Olmadı Kurtlar Vadisi Pusu ile Polat Alemdar ol.. Olmadı Behzat Ç., Kuzey Güney, Kayıp Şehir, Şubat, Ağır Roman, Yalan Dünya, Fatmagül'ün Suçu Ne, Sultan, Karadayı vb… Yalan Dünya'yı unutmayalım. Haklılar çünkü tepeden tırnağa yalan, pazarladıkları o dünyalar… Ne ararsan var o dünyada… Hoş bizim aradığımız bir şey yok ama onlar o plazaların, deniz manzaralı odalarında zamdan, zulümden, açlıktan, yoksulluktan bunalıp patlamayalım diye bizim için her şeyi düşünüyorlar(!) Bunun için para alıyorlar, bunun için patronlarının çanaklarını yalıyorlar. Görevleri halkı yozlaştırmak. Sahte dünyalarının
sahtekarıdır onlar… Biz ise ekran karşısında uyutulmayı bekleyen varlıklar… Ötesi değil… Biliyorlar hayat boşluk tanımıyor, onlar da boş bırakmıyorlar… Neye ihtiyaçları varsa; tarihi çarpıtmaya, halkların kafasını bulandırmaya… Muhteşem Yüzyıl, Son Osmanlı Kıyam vb… Ahlaksızlıklarla, yağma ve talanla, kardeş kavgaları ve entrikalarla, halka uyguladıkları zulümlerle, zorbalıkla dolu Osmanlı'nın tarihi bir onur abidesine dönüştürülüyor… Haremi, ahlaksızlıklar normalmiş gibi halka pazarlanıyor. Katledilen, kuyulara atılan Aleviler yoktur o tarihte, vergi adı altında elinden avucundan ne varsa alınan açlığa mahkum edilen halk yoktur… Halk açlık çekerken, saraylarda sürülen sefalar yoktur. Tek kelimeyle yalandır hepsi. Doğrular yoktur ora-
ARALIK 2012 | TAVIR | 29
29-32 dizi dizi_sablon 12/6/12 4:07 PM Page 301
larda, tarihin çarpıtılması ve halkın uyutulması vardır… Behzat Ç.'lere, Arka Sokaklar'a ne demeli? Anlatılan bu ülkenin polisi değil midir? Öyledir… Ama sanırsınız biz bu ülkede yaşamıyoruz, bu polisi tanımıyoruz, televizyonları izlemiyor, gazeteleri okumuyoruz… Her çete haberinde, uyuşturucu, fuhuş haberinde karşımıza çıkan polisler nedense yok o dizilerde… İşkenceciler, işkencelerde insanlarımızı katledenler, kay-
bedenler, sokak ortasında infaz edenler yok… İşçi, memur, öğrenci… her kim olursa olsun her türlü eylemi gaza boğan, halkı coplayan polis yok… Tecavüzcüler, rüşvetçiler de… Kim var peki? Behzat Ç…Doğrudur Behzat Ç. onları anlatır ama eksiktir… Doğrudur polislerin çoğu alkol ve uyuşturucu bağımlısıdır. Bunların yanında işkencecidir, katildir, tecavüzcüdür ve insan bile değildir. Bunları yani gerçekleri anlatanlar yoktur. Öyleyse bizim
de bu yalanlara karnımız toktur. Bunca acının zulmün içinde gülmek elbette bizim de hakkımızdır. Onu da düşünmüştür burjuvazi… Recep İvedik rezillikleri yetmezmiş gibi Yalan Dünya'dan Harem'e onlarca dizi vardır… Lakin bu halkta gülecek hal kalmış mıdır, bunu düşünen yoktur… Gülecek halimiz yoktur… İşsizliğin had safhaya ulaştığı, açlığın kol gezdiği, hakkını aramak için örgütlenip sokağa çıktığında hapishanelere atıldığın bir ülkede nasıl gülebilir bu halk… Ağlanacak halimize güldürmeye çalışıyorlar, hem de zorla gıdıklayarak… Daha geçtiğimiz günlerde direneni de ezer geçeriz diyerek halkı tehdit eden milyonlarca evin yıkılacağını duyuran Başbakanın anlattıkları yanında nasıl gülebiliriz? Sizin ev sorununuz olmadığı malumdur. Belki gecekondu nedir bilmiyorsunuzdur da. Bizim oturduğunuz mahallelere muhtemelen gelmişsinizdir. Adı geçtiğinde ise ıyyy…. diyerek iğrenirsiniz. Ve bunca adaletsizlik içinde bizi güldürmeye çalışırsınız. Sahte ve yalancısınız… Bunca acının içinde aşk olmasa olur mu hiç? Olmaz tabi… Zengin oğlan, fakir kızın aşkları çoktan geride kaldı… Şimdi parayla satın alınan ve aylarca halka da tartıştırılan burjuvazinin soysuz "aşk"ları var. Sözde Fatmagül'ün yaşadıklarını anlatacaklar ama onu da tecavüzle anlatırlar. Sanırsınız yaptıkları çok matah bir şeydir. Ama özünde çürümedir. Bihterler, ensest ilişkiler; boy boy tecavüz reklamları… Sahtedir onların aşkları. Parayla uçkurla ölçülür onlarda aşk-sevgi. Aslı ile Kerem yoktur… Ferhat ile Şirin de… Ki olamaz da. Onları taklit etmek isterler ama başaramazlar. Çünkü kirlidir onlar…
30 | TAVIR | ARALIK 2012
29-32 dizi dizi_sablon 12/6/12 4:07 PM Page 31
Bir de mafyacılarımız var… En bilineni de Polat Alemdar… Kabadayılığı biliriz biz. Bu halkın kültüründe bir yeri vardır. Ama kabadayı dediğin merttir, hakikatlidir. Halkla işi olmaz, halka eziyet edene yönelir. Özü Köroğlu'na, Çakırcalılara kadar dayanır aslında. Ve narasıyla, bir tokadıyla nicelerini dize getirir. Bunların mafyaları da düzenleri gibi sahte ve kahpedir. Ki en büyük mafya da devlettir. Bu dizilerle yapılmak istenen de bu gerçeği gizlemektir. Ortalık o dizi karakterine özenen gençlerle doludur ve özendirilen bu hayatlar mafyacılığın ta kendisidir. Tabi ki gençler devrimci olacağına mafyacı olsun onlar için yeğdir. Bir de gençlik dizileri vardır ki hiç sormayın. Düzen, gençliğin dinamizmini, sorgulayan, araştıran yanını, direngenliğini bildiği için gençliğe daha özel bir yönelim içindedir. Yozlaştırmanın ana merkezinde daima onlar vardır. Çünkü Dev-Genç ile özdeşleşen bir gençlik tarihi vardır ortada. 6. Filo’nun denize dökülmesinden, boykotlara, işgallere, grevlere kadar her yerdedir devrimci gençlik. Oysa devletin denetiminde, kontrolünde olmalıdır. İşte bunun için gençlik dizilerinden geçilmez ekranlarda. Gençlik gelecektir… Her ne olursa olsun sorgular. Çocukluktan başlayan ve büyüyünceye hatta ölene kadar sürecek olan o kuşatmayı yarar ve dışına çıkar. Çünkü pazarladığınız o sahte hayatları da sorgular gençlik ve hakikati bulur. Yine çocuk dizileri de aynı amacın başka biçimler almış halidir. 5-6 yaşlarındayken okullarda şekillendirilen çocuklarımız evlerinde de televizyon karşısında bağımlısı haline getirilirler. Anlatılan hiçbir şey gerçek değildir.
Sihirle, büyüyle vb. fantastik, çocuklara uygun olmayan bir hayal dünyasıdır. Çocukların hayal ile gerçeği ayırt etme şansını ortadan kaldırıp, hayal alemine daldırırlar. Ama yine aynı çocuklar, ülkenin başka coğrafyalarında, Anadolu’da erken büyürler. Çünkü onlar o yaşta hayatın ve üretimin bir parçası olurlar ister istemez. Ve onları açlığa, yoksulluğa eğitimsizliğe, sağlıksızlığa mahkum eden düzeni erken tanırlar. Bu yüzden de erken büyürler, tercihleri de başka olur. Öyleyse bu çocuklar teslim alınmalıdır, yoksa büyük tehlikedir bu düzen için… Bir de sol sosuna batırılmış, sosyalizme saldıran diziler var. Onların amacı zaten aşikar. Gerçekleri çarpıtmak, ters-yüz etmek ve devrimcileri, onların savunduğu sosyalizmi karalamaktır. Bu dizileri de eski solcularla, eski faşistlere yaptırırlar genelde. Çünkü eskimiş olanlara düşer bu iş. Zira yenileri İbrahim Çuhadar'ın fedasındadır. Kalp Gözü, Tek Türkiye, Sakarya Fırat vb… Bunlar da kara propagandanın en kaba halleridir. STV, Kanal 7, TRT vb. kanallarının muhtevası malumdur
zaten. Şovenizmi körüklemek, onların varlık sebebidir. Bunu yaparken yok saydıkları halkları aşağılamayı da unutmazlar. Aleviler, Kürtler, gayri-müslimler çoğu zaman hayvanlarla özdeşleştirilirler... Kalp Gözü’yle başka bir aleme götürürler insanı… Fanidir bu dünya, mühim olan ötekidir. Gizli, görkemli güçler, fantastik kurgular, büyüler, ruhlar alemi insana insanlığını unuttururlar. Beyinleri uyuşturulup, yüreklerine korku salınarak eğitilmek istenir halkımız. Bunların derdi din tüccarlığıdır. Muhafazakar adı altında, “dindar bir nesil yetiştireceğiz” hedefiyle aslında gerici bir toplum yaratmaya çalışıyorlar… Diziler anlatmakla bitmez… Ve tabi bunları yaşamlarımıza sokan oyuncular vardır bir de. Bunların içinden ahlaksızlığın, çirkefliğin başını çekenlere diyecek bir şey yok. Onlar çürümüş, kokuşmuş ve yıkılmaya mahkum bu düzenin çürümüş oyuncularıdır. Bizim sözümüz halkın sanatçısı olduklarını iddia edenlere; eşitlikten, adaletten yana olduğunu söyleyenlere… Sizler de bugün bu düzenin,
ARALIK 2012 | TAVIR | 31
29-32 dizi dizi_sablon 12/6/12 4:07 PM Page 32
halkı yozlaştırma saldırılarının bir parçası haline geldiniz… Halkın sanatçısı olmak; eşitlikten, adaletten, özgürlükten, hakikatten yana olmak demektir. Yüzünü halka dönmektir… Size düşen, gerekirse açaçıkta kalmak ama bu düzenin çirkefliğine alet olmamaktır… Halkı yozlaştırmanın bir parçası olurken, halktan ve savunduğunuz o değerlerden uzaklaştığınızı görmelisiniz. Ve yüzünüzü halka dönmelisiniz. Yoksa bir gün bu halk size sırtını dönecek unutmayın… "Amerikan dizilerinin başrolünde Türkiye! Blomberg Business Week dergisi stüdyoların Türkiye'nin kopya dizilerinden çok memnun olduğunu yazdı. Bunun nedeni ise dizilerin kısa sürede popüler hale gelip Ortadoğu'da satılması." (20 Eylül 2012/Milliyet) Bir de meselenin bu yanı var… Amerikan-Avrupa yoz kültürü ihraç eden bir dizi sektörü. Meselenin para yanı bir yana, Amerika için ihraç edilen yozlaştırma yanı diğer yana… Ülkemizle de sınırlı değil, Ortadoğu'dan, Balkanlara kadar, ihraç edilen bir dizi furyası var. Kimi Arap ülkelerinde Türkiye’den ithal edilen dizilerin ahlak bozucu yanlarından dolayı yasakladığını yine basından biliyoruz. Amerikan dizilerinin başrolünde değil yalnızca, Amerika'nın tüm politikalarının başrol oyuncusu Türkiye'dir. AKP iktidarı emperyalizmin Büyük Ortadoğu Projesi'nin jandarmalığını yapmıyor sadece… Diziler üzerinden yapılmak istenen bir de kültürel yozlaştırma saldırıları var. Bunun da başını AKP çekiyor.
Film, dizi, tiyatro, müzik, en geneliyle sanat; halkın zevklerini geliştirmeli, taleplerini sürekli olarak yükseltmeli, halkı yeni güçlü fikirlerle donatmalı ve onların ileri, hep ileri gitmesine yardım etmelidir. Sanatın, toplumsal yaşamda önemli ve önder bir rolü vardır. Toplumsal yaşamı değiştirmekte, önemli bir araçtır. İşte bu saçma sapan dizlerle bizim bakışımızı, yaşamımızı değiştirmek istiyorlar; her türlü ahlaksızlığı normal görmemizi sağlamaya çalışıyorlar. Halkın, insanlarımızın ruhlarını tahrip ediyorlar… Gençlerimizin, yeni kuşağın gelişimi ve eğitiminde ciddi tahribatlara yol açıyor bu diziler. Bu yüzden dizi İZLEMEYELİM!
Son söz olarak… Biz diyoruz ki; "Moda" dizilerin dış görünüşü ne kadar göz kamaştırıcı olursa olsun kendi burjuva kültürlerini, ne kurtarabilirler ne de canlandırabilirler…
32 | TAVIR | ARALIK 2012
Peki ne yapalım? Kendi alternatiflerimizi yine kendimiz yaratalım. TV’lerde bize dayatılmaya çalışılan yaşam biçimi bizi yansıtmıyor; bizi anlatan, gelecekte kuracağımız dünyayı anlatan filmleri iz-
leyelim. Seçici olalım yani. Sahte dünyaları, sahte yaşamları, sahte kahramanları izlemek yerine, doğrudan yaşamın içindeki bizi gösteren filmleri izleyelim. Kitap okuyalım. Roman, şiir, öykü okuyalım. Tiyatrolara gidelim. Tabi yine bizi anlatan oyunlara… Gerçeğe dair oynananlara... Kendi kültürümüzü yaşatalım; kendimize, ailemize, çocuklarımıza zaman ayıralım. Bizi insanlıktan çıkarmaya çalışanlara, değerlerimizi koruyarak karşı koyalım. Ülkede ve dünyada olan bitenden haberdar olalım. Hafızamızı elimizden almaya çalışan bu diziler yerine doğru ve gerçek haberlere ulaşmaya çalışalım. Hafızamızı her zaman tazeleyelim. Yaşadığımız acıları hiç unutmayalım. Tecrit hala devam ediyor örneğin. Tecrite karşı direnenleri anlatan ve İdil Kültür Merkezi ve Grup Yorum’un projesi olan “F Tipi Film”, 21 Aralık’ta sinemalarda gösterime giriyor. Bu filmi mutlaka izleyelim, yanımızda yöremizde kim varsa onlara da izlemelerini önerelim. İhtiyacımız olan bunlardır, Amerikan ihraç malları filmler değil... o
33-35 toplu mezar_sablon 12/6/12 4:09 PM Page 33
deneme
deneme
ölümüzü de bırakmayacağız sizlere! fatma ezel
Gece saat 24'te telefonum çalıyor. Arayan arkadaşım “Dersim'de Ali Yıldız'ın abisi, kardeşinin toplu mezarda bulunan cenazesini almak için ölüm orucu yapıyordu. İktidar 'Tamam ölüm orucunu bırak, mezarı açacağız' demiş. Ben oraya gidiyorum, gelir misin abla?” diyor. “Tabi gelirim” diyorum. Gece geç saatte biniyoruz otobüse, 12 saatlik yolumuz var. Sabah Sivas, Malatya devam ediyor otobüs, gözüm dalıyor yollara... İkinci gelişim bu yolları. İlkinde mayıstı aylardan. Güler Zere şehit düşmüştü. Kanser hastası bir kızımızdı. Önce onu almıştık zulmün elinden. Güler baş eğmemişti zalime. Zalimler “af dile” dediler. O “ben suçlu değilim, suçlu olan sizsiniz” dedi. Kızının başı bu kadar dik olan analara babalara da direnmek kalıyordu. Biz de direndik, aldık onu zalimlerin elinden. Altı ay yaşatabildik onu sevgimizle. Güler'i sonsuzluğa uğurladığımızda sol tarafımda bir sızı hissettim. Kardeşim gitmişti, bana bir sürü mektup bırakarak. Ölümsüzlüğe uğurladık onu... O bizim yüreğimizde yaşıyor. Tam da onun düğünü gibiydi bu yollar o mevsimde.
Malatya'dan Elazığ'a doğru gelincik tarlasıydı her taraf. Şimdi ise Ağustos, Ali'mizi almaya gidiyoruz. Çıkaracağız onu kör kuyulardan. Düğün yapacağız oğlumuza. Gerilladır Ali, “İki olur gerillanın düğünü, bir çıkarken dağlara, bir düşerken toprağa” diye türküler yakmışız. Alacağız oğlu-
muzu düğününü yapacağız. Düğünsüz göndermedik bu zamana kadar oğullarımızı kızlarımızı. İlk kez böyle bir taleple direniş yapılıyor ve iktidara da kabul ettiriliyor bu talep. Yani bir zafer. Ölümüzü de bırakmayacağız sizlere diyoruz direnişimizle. ARALIK 2012 | TAVIR | 33
33-35 toplu mezar_sablon 12/6/12 4:09 PM Page 34
İçimden “Ne olacak şimdi? Ne bekliyor bizi?” diyorum yol boyunca. Toplu mezarlarda olan evlatlarımızı düşünüyorum. Babalarını, analarını... Nasıl dayanacaklar?.. Çocuklarını yıllardır sağ hayal eden analar... Kendimi hep onların yerine koyuyorum. İçimden bir şey koptu, sanki ciğerimi söküp aldı düşman. Camdan yol boyu izliyorum bölgeyi. Kocaman kayalıklar geçiyoruz, kıraç topraklar, dağlar, mağaralar. Diyorum ne kadar verimli topraklar, ne çok devrimci yetiştirmiş, ne çok şehit vermiş toprağa. Her bir tepesinde bir şehidimiz... Gülmez tepesine geleceğiz az sonra. Oradan Güler el sallayacak... “Abla yine buradasın, benim vatanımda.”... “Evet, yine senin vatanındayım Güler” diyeceğim. “Yine kıymışlar analara, yine ağlatmışlar anaları, gidip gözyaşlarını sileyim” diyeceğim. Elazığ'da otobüsten inip Çemişgezek dolmuşuna biniyoruz. Dolmuş ilerledikçe dağları, tarlaları izliyoruz. Buğday tarlaları, kayalıklar iç içe. Orman yok, kayalıklar ve dağlar var, sıradağlar. Geliyoruz Çemişgezek'e, az sonra iniyoruz dolmuştan. Bir taksiye biniyoruz. Taksi, çok yolcu taşımış bugün oraya, basın orada kalabalık, sendikalar ve demok
ratik kitle örgütleri orada. “Tamam” diyor taksici. Tam üç yol ağzı bir yerde, kalabalığı görünce anlıyoruz. Şoför de geldiğimizi söylüyor. Toplu mezarlar için kazı yapılacak yerleri tespit etmişler. Üç ayrı yerde kazı yapılacak. İkisi yol kenarı, bir tanesi de askerin binasına 50 metre mesafede bulunuyor. Asker binası her üç kapı yerini de rahat görüyor. Asker, bölgede katlettiklerinin bir kısmını çukur kazmış, topluca doldurmuş kör kuyulara. Bir kısmını da belediyeye vermiş. “Alın bunları gömün” demiş. Belediye işçileri gençlere kıyamamışlar. Topluca çukurun içine atmayıp tek tek ama üstleriyle gömmüşler. Kazılar başladı. Kazı alanlarından biri askeri binanın çevresindeki dikenli tellerin hemen yanındaydı. Diğerleri yolun kenarında. Her taraftan sesler geliyordu “Burada bir tane mezar var.”... “Burada da...” Tam yolun kenarında toplu mezar vardı. Düşündüm “Neden yolun kenarına gömmüşler? Köylülerden gelip geçenler görmedi mi evlatlarımızı?” diye. Görmüşler, görenler olmuş. Kimi analar, babalar evlatlarının mezarını düşman görmeden
çıkarıp almışlar kör kuyulardan. Almış basmış bağrına. Acının büyüklüğüne bakın. Dirisini değil, ölüsünü kapmış düşmanın elinden. O da yasakmış, korku salmak istemiş düşman. Nasıl bir kindir bu? Hangi düşman bu kadar vahşi olabilir? Anaların öfkesini bu kadar büyüten düşman hangi indedir? Çıkarsak onları inlerinden, yapışsak yakalarına. “Nasıl kıydınız oğlumuza, nasıl kıydınız kızımıza?” desek diye geçiriyorum aklımdan. Tam o anda yolun kenarında bulunan mezarlardan bir delikanlı çıktı. Saçları düşmemişti ve ayağındaki çorapta et parçaları vardı. Allah'ım bu ne acıdır? Bu evladımızın anası olsaydı burada, dayanır mıydı bu acıya? Bir oğlum var, kendimi koydum yerine. İçimden “Oğlum güzel oğlum, saçlarını alsam saklasam koynuma. Hasretini taşısam dağlara taşlara” diye düşünürken, uzmanlar “5 ila 7 yıl önce gömülmüşler” diyordu. Ben ceset diyemedim hiçbirine, bir ananın kuzusuydu onlar. Delikanlı oğlu, fidan boylu kızıydı. Kınalı kuzusuydu, gözünün nuruydu. Nasıl derim ki ben ceset onlara? Görgü tanıkları Ali'nin mezarını olduğu yeri gösterdiler. Askerin olduğu yermiş. Tam orada mezarların başında bekliyor, ağıt yakıyordu analar. Bir ara sustular; bakışlarından, gözlerinden çook uzaklara daldıkları anlaşılıyordu. Ve oğullarıyla, kızlarıyla sohbete dalmışlardı. Hasrettiler çocuklarına... Biter mi yılların hasreti? Bitmez, sanki onlarla konuşuyorlardı. “Oğlum güzel oğlum, yemeyip yedirdiğim, giymeyip giydirdiğim. Ne çok özledim seni, bir bilsen oğul. Bir gün kapıyı çalıp geleceksin diye yıllarca bekledim. Yaşıyorsun sandım. Yaşıyorsun da gelirsin diye, her gün senin sevdiğin yiyecekleri yaptım. Bekledim gelmedin oğul. Seni kör kuyulara atmışlar, ben bilemedim.
34 | TAVIR | ARALIK 2012
33-35 toplu mezar_sablon 12/6/12 4:09 PM Page 35
Oğul affet beni. Seni çok beklettim. Bilsem sen kör kuyulardasın, ben durur muydum? Bak duyduk, abin hemen düştü yollara, yoldaşların düştü yollara. Ne ettiler sana oğul? Ne ettiler böyle? Göğsüne saplanan demir de nesi? Bir ananın oğluna bunları yapan kimdir oğul? Yapıp da namertçe yerini söylemeyen? Bu kadar alçak olan kimdir?” “Anam güzel anam, sen mi geldin? Buldun demek beni. Ne çok bekledim anam yolunu. Beni bulsa bulsa anam bulur, yoldaşlarım bulur, kokumdan tanır anam beni dedim. Hangi kör kuyulara atarsanız atın, hangi toprakları üstüme örterseniz örtün anam bulur beni... Güzel anam, saçlarına ne oldu öyle? Bembeyaz olmuş. Ne çok özledim anam seni. Neşeli hallerini, eve geldiğimde nasıl da karşılardın bizi. Arkadaşlarım çok severdi seni. Kim sevmez ki benim anamı? Düşman sevmez, sevse ağlatır mı analarımızı? Ağlama anam, ağlama. Geç de olsa kavuştuk birbirimize. Toprağı elleri ile üstümden alan, kemiklerimi okşayarak poşete koyanlar da kim anacığım? Tertemiz yüzleri, bize benziyorlar. Şarapnel parçası saplandı yüreğime, sorduğun demir parçası da o anacığım. Bak yanımda, yanıbaşımda da heval yatıyor. Onun da kafası yok. 'Yoldaşlarım bulamaz da şimdi...' diye bana sesleniyor.” “Ali benim anam da gelmiş mi acep? Gelir de beni böyle görürse Ali. 'Başın nerede kızım?' derse. 'Ne ettiler ona, net ettiler sana?' derse. 'Ne güzel saçların vardı kızım, dokunmaya kıyamazdım' derse... Ne derim Ali? 'Aldılar ana, boynumdan kopardılar, ikimizi ayrı ayrı yerlere koydular' derim; derim demesine de, anam dayanabilir mi Ali? Hangi ana yüreği dayanır buna? Küllenmiş midir anamın acısı?... Evlatları parçalanan anaların küllenmez yüreği. Bak Ali, bak beni anam da orada mı? Benim kemiklerimi de götürecekler mi? Ben de özledim anamı. Benim anama da bak Ali.”
Analar ağlıyordu, yürek dayanmaz bu acıya. Birer birer çıkıyordu cenazeler. Birden irkildim. Açılan mezarlardan kimisinin vücudunun yarısı yok, belden aşağısı olmayan var. Kadına ait olan cenazelerin kafası yok. Boğazıma bir yumruk oturdu. Nefes alamıyorum. Diyorum nasıl yaptınız bunu katiller?... Çığlık atmak istiyorum. Birden her taraftan sesler duyuyorum. Sanki yerin altından bana sesleniyorlar. “Ağlama anacığım” diyor tam yolun kenarında duran delikanlı, “ağlama anam, biz bunun da hesabını sorarız” der gibi geliyor. Her taraf mezar. Sadece Ali Yıldız'ın abisinin mezarın açılması için talebi varmış. Onun için görevliler, sadece görgü tanıklarının gösterdiği Ali'nin olduğu yerde kazıya devam ediyorlar. “Onun dışında kalan yerlerde kazı yapılamaz” deyip, açmadılar diğer mezarları. Kazı bir süre sonra bitti. Biz de dönüyoruz evlerimize... Onlarca insan bıraktık geride. Her biri sesleniyor gibi geliyor arkamdan. Her kazma vuruşta insan çıkıyordu topraktan. Ne bir Amerikan filmiydi izlediğim, ne de Hitler dönemi Almanya. Türkiye'ydi burası.
Çemişgezek'ten Elazığ'a doğru ilerliyoruz. Arkadaşım diyor ki “Güler Abla'nın cenazesine geldin diye dava açmışlardı sana, bir de bunun için açmasınlar...” Tam o an yolun kenarında bir köylü kadın, ölmüş bir kuzuyu taşıyor elinde. Arkasında da anası koyun, meleyerek yavrusunu takip ediyor. O kadar dokunaklı ki. “Açsınlar” diyorum. “Bak dışarıya görüyor musun, koyunu? Koyun koyun iken bırakmıyor yavrusunu, peşinden gidiyor yavrusunun. Burada kaç çocuğun, evladın anası ağladı bugün. Hangi ana, bir ana ağlıyorken onun acısını paylaşmaz?” diyorum. Şu an, aradan bir yıl geçti. Ayhan Efeoğlu'nun mezarını istemekle suçlanıyorum. Ana olmaktır suçum. Kör kuyulara atılmış olanların da yanındayım. Sizin de arkanızdan seslenselerdi toplu mezarların orada; “Bizi burada bırakmayın, biz de buradayız” sesleri duysaydınız yemin ederdiniz. Alacağız sizi oralardan, bırakmayacağız onlara. Tek bir kemik parçası da kalsa, alacağız. Hiçbir evladı anasız bırakmayacağız. Güler'i aldığımız gibi, Ali'mizi aldığımız gibi seni de alacağız Ayhan! Seni de bırakmayacağız zalime. o ARALIK 2012 | TAVIR | 35
öykü öykü
bayrak uğur ocak
Ölüm konusundaki en büyük tecrübemi 7 yaşındayken, gök gürüldediği zaman yatağımdan bir koşuda fırlayıp yanına koştuğum ablamın, aniden aramızdan ayrılmasıyla yaşamıştım. O güne kadar ölüm benim için çizgi film karakteri fare Jerry’i yakalamaya çalışan kedi Tom’un veya kötülerin peşinde koşan örümcek adamın başına gelen talihsiz olaylardan ibaretti. Ya ölmüyorlar ya da bir şekilde yenilmiyorlardı. Hikayeler hep devam ediyordu. Anlık ve sahte. Bir sonraki bölümde yine ekranda Tom ve Jerry, Örümcek Adam! Fakat gerçek dünya bu kadar sahte değildi. Ölüm, koyu bir gerçeklik
36 | TAVIR | ARALIK 2012
gibi karşımıza çıkmıştı. Bu gerçeği kabullenmemiz yaklaşık 1 yıl sürmüştü. Bu bir yıl içinde annemle birlikte mezar ziyaretlerimizi rutinleştirmiştik. Hayatımızı şekillendiren o olay da bu esnada başımıza gelmişti... O gün yine annem elimden tutmuş mezarın yolunu tutmuştuk. 8 yaşına yeni girmiştim ve bu yaştaki çocuklar için ölü bedenlerin istirahat yeri olan mezarlıklar oldukça ürkütücüydü. Ablamın mezarına geldiğimizde ilk fark ettiğim şey yandaki boş mezarların dolması olmuştu. “insanlar neden bu kadar çabuk ölüyorlar” diye düşündüğümü hatırlıyorum. Annem ise yanında
getirdiği suyla ablamın mezar taşını yıkıyordu. Yüzünde tebessüm vardı, huzur vardı. Bidondaki su bitince bana döndü, “Bidonu doldurur musun oğlum?” dedi. Elindeki bidonu kaptığım gibi çeşmeye koştum. Döndüğümde annem yalnız değildi, yanında üç adam duruyordu ve annemin etrafını sarmışlardı. Hızlı adımlarla yanlarına gittim fakat hiçbiri beni fark etmedi. Adamlar iri kıyımdı, ellerinde telsizler vardı. Hararetli bir şekilde konuşuyorlardı: - Kadın defol git, birazdan teröristler gelecek buraya! Annem ise başını sağa sola salla-
yıp eli belinde cevap verdi: - Beni kızımın yanından kimse ayıramaz. Adamlardan biri öfkeli öfkeli yere tükürdü, diğerine döndü, “çatlak bu kadın!” Diğeri devam etti:
laşılamayan çok güçlü bir ses. Tek bir ağızdan atılır gibi keskindi. Annem ve adamlar da başını sesin geldiği yöne çevirmişlerdi. Bulunduğumuz yere biraz uzakta, bir grup insanın belli belirsiz gölgesi görünüyordu. Bunu gören adamlar telaşlandı, anneme döndü:
- Teröristler geliyor diyorum, eli kulağında. Anlamadın ha? - Geliyorsa geliyor, bana mı geliyor? - Ya seni öldürürlerse şuracıkta? - Fena mı, yatıveririm kızımın koynuna!
- Bak kadın, bugün ziyaret yok. Senden başka kimse kalmadı, hepsini evine gönderdik. Sen de yürü git buradan! - Ölürüm de şuradan şuraya gitmem!
Adamlar sinirlenmişti. Ben korkmuştum. Yan taraftaki ağacın dibine öylece çöktüm. Sonra birden güçlü bir sesin yankısı sardı mezarlığı. Ne olduğu tam olarak an-
Adamlardan biri, elindeki telsizle annemin kafasına vurdu. Annem belli belirsiz çıkardığı seslerle yere yığıldı. İçim titredi. Başı kanıyordu annemin. Adamlar annemi kucak-
ladılar, çeşmenin bulunduğu yöne doğru götürdüler. Orada bir araba bekliyordu, beyaz bir araba. Onun içine bindirdiler. Ağlıyordum. Başımı dizlerimin arasına gömdüm, bir süre açmadım. Biraz önce gördüğüm o insanların sesleri daha da gür gelmeye başlamışlardı, nihayet ablamın mezarının yanındaki mezara geldiler. Ellerinde kırmızı bayraklar vardı. Kırmızı ve bayrak. 8 yaşındaki bir çocuk için renkler resim dersi için aldığı pastel boya kutusundaki sınırlı renklerden oluşuyordu. Bayraklar ise, okula girerken bize Türk olmanın mutlu olmamız gereken bir şey olduğu hatırlatıldığı andımızı okurken, göndere çekilen Türk bayrağından ibaretti. Kızıl renk yok. Başka bir bayrak yok. ARALIK 2012 | TAVIR | 37
Bir şeyler söylediler ve ellerini yumruk yaparak yukarı kaldırdılar. Bir çeşit ayin gibi. Öfkeli görünüyorlardı, bir şeye kızmış olmalılardı. Bu öfkeyi bir yerden hatırlıyordum. Ablamın ölümünün ardından “ablan cennete gitti” diyen herkese duyduğum öfkeyi okudum yüzlerinde. Hep bir ağızdan bir şeyler söylemeye başladılar. İlk başta dua zannettim fakat dua değildi. Şarkı gibi, türkü gibi. Sözlerin içinden sadece “bize ölüm yok” kısmını anlayabilmiştim. Sonra ellerindeki bayraklarla geldikleri yöne doğru gittiler. Tam o sırada annemin bana doğru geldiğini gördüm. Ona doğru koştum ve yine ağlamaya başladım. O kadar çok ağladım ki, hıçkırıklar boğazıma takılıyordu. Annemin başı hala kanıyordu. Durmadan ağlıyordum. Anneme bunu yapanlara karşı öylesine öfke doluydum ki... Güçsüzdüm, acizdim ve hiçbir şey yapamamıştım. Galiba bu yüzden ağlıyordum... Birden yan taraftaki mezarın üzerinde bir bayrak olduğunu gördüm. Biraz önce o insanların elinde olan bayraklardan. Kırmızı bir bayrak. 8 yaşındaki bir çocuk için tam bir mantık hatası. “Bu bayrağın beyazı nerede?” diye düşünüyordum. Dayanamadım, anneme sordum: - Anne bu bayrak neden burada? - Bilmiyorum oğlum. Annemin kucağından sıyrılıp mezarın yanına geldim. Etrafını dolaştım. Bayrak hariç, mezar ablamın mezarı ile hemen hemen aynıydı. Başucuna geldim, mezar taşının üst kısmında ve alt kısmında yazılar vardı. Üst kısmındaki daha kısa olduğu için heceleye38 | TAVIR | ARALIK 2012
rek okudum: “öl-dü a-ma ye-nilmedi” Birleştirdim: “öldü ama yenilmedi” Düşündüm. Nasıl yani? Aklıma ilk gelen şey örümcek adam olmuştu. Kahraman örümcek adam! Yenilmeyen. Müthiş bir keşif yapmış dahi bir bilim adamı gibi tebessüm ettim, bir koşuda annemin yanına gittim:
bana döndü, yaşının kat be kat üstü bir olgunlukla sordu: ⁃Burada yatan bir devrimci değil mi? ⁃Evet, devrimci oğlum. ⁃Cemocan gibi mi? ⁃Cemocan gibi.. ⁃....
⁃Anne burada yatan bir süper kahraman! Annem garipsemişti, “nasıl yani?” ⁃Başucunda yazıyor, ölmüş ama yenilmemiş!
Birbirimize bakarak uzunca bir tebessüm ettik. Sonra mezar taşının başına geldi, yazılara baktı. O baktıkça ben oradaki ikinci yazıyı hatırladım. Uzun olduğu için gözüm kesmemişti, okumamıştım. Annem hiçbir şey söylemeden te- Oğlum da okuma yazma bilmedibessüm etmişti. Bir süper kahra- ği için öylece bakıyordu. Birden mana bu kadar yakın olmak beni bana döndü: çok keyiflendirmişti. Annemle birlikte rüzgarda dalgalanan kırmızı - Burada ne yazıyor baba? Okubayrağa uzunca baktık: dum.. ⁃Anne, o bayrakta niye hiç beyaz renk yok? ⁃Ben de bilmiyorum ki. ⁃Ama ben biliyorum. Annem şaşırmış gibi bana baktı, “söyle bakalım nedenmiş?” ⁃Çünkü burada yatan kahramanın kanı bayrağı kırmızılaştırdı.. **** Ablamın mezarının başındaydım. 6 yaşındaki oğlum da benimle gelmek istemişti. Yandaki mezarın üstündeki kırmızı bayrak artık benim için “kızıl” bir bayraktı ve orada yatanın gerçekten “kahraman” olduğunu biliyordum. Ablamın mezar taşını yıkadıktan sonra yandaki mezara geçtim, aynı titizlikle bu mezarı da yıkadım. Yeğenim, bu mezarla ilk tanıştığım da benim de dikkatimi çeken ilk nesneye bakıyordu, bayrağa. Sonra
“Günler ağır Günler ölüm haberleriyle geliyor. En güzel dünyaları yaktık ellerimizle ve gözümüzde kaybettik ağlamayı bizi bir parça hazin ve dimdik bırakıp gözyaşlarımız gittiler ve bundan dolayı biz unuttuk bağışlamayı... Varılacak yere kan içinde varılacaktır. Ve zafer artık hiçbir şeyi affetmeyecek kadar tırnakla sökülüp koparılacaktır...” o
39-40 yankee_sablon 12/6/12 4:14 PM Page 39
deneme
deneme
yankee go home derya güven
"ABD'nin bekası için savaşıyoruz" diyordu Yankee, sivri sakalını sıvazlarken; utanmıyordu bu yalandan. "Mutlaka değiştireceğiz Ortadoğu'yu, medeniyet için bu zorunlu!.." Etsiz ve uzun parmağını karşısındakinin gözüne sokar gibi uzattı; "Suriye er ya da geç düşmeli!.." Savaş kesindi!... Ve ölecekti yine milyonlar… Çocuklar, analar. Erkekler, vatanı korumaya diye çıkacaklardı evden. Babası bir daha dönmeyecekti Zahara'nın. Çünkü, savaşırken düşecekti toprağa. Ve yüzükoyun uzandığı yerde, yalnız olmayacaktı… Onlarca başka beden dışında, hareketsiz duran tanklar, terk edilmiş toplar da olacaktı yanında.
ARALIK 2012 | TAVIR | 39
39-40 yankee_sablon 12/6/12 4:14 PM Page 40
Bu haksız bir savaştı!... Ve her şey ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) içindi. Bu projenin gerçek planlayıcıları ve başrol oyuncuları ise, arka planda duran petrol ve silah tekelleriydi. Yoksul Müslüman halklarla alay eder gibi, yarattıkları bu karmaşaya Arap Baharı dediler. Öyle ya, onlar için gelen bahardı. Bu sayede satışları üçe katlandı. Halklar içinse kara kıştı gelen. Halk birbirini yok ederken, silah tekelleri ve büyük enerji holdingleri kasalarını doldurdu acilen. Savaş yıkımdır!... Ve her savaş sonrası acılar katlanır. Aç, işsiz, sakat… binlerce insan sokakta kalır; çocuklar, yıkıntılar arasında savaş oyunu oynardı. Evet, en çok çocukları vururdu savaş. Çünkü bittiğine inanmaz çocuklar ve bu korkuyla kim bilir kaç yıl daha altlarına kaçırırlar. Savaş, egemen sömürücülerin çıkarınadır! Hatırlayın, sivri sakallı Yankee daha önce askerlerini Irak'a göndermişti. Katlettiği Irak halkının ahı dışında ne kazanmıştı Er Rayn? Hiçbir şey. Ama Er Rayn, Irak'ta yaptıklarından sonra ümitli olmayı unutmuştu. Yüzlerce insan öldürmüştü. Oysa savaşa gitmeden önce karıncayı incitmezdi. Belki biraz kalın kafalı fakat kalbi temizdi. Savaşa gönderildiğinde daha 18'indeydi. Bir gün, cephenin gerilerindeyken, bir köye girdiler. Küçük bir eve daldı Rayn. Baygın kadının ırzına geçti, orada yatan ölü çocuklara aldırmadan. Çıkarken kapıdan, evin erkeğinin kazığa bağlı cesedini gördü, tükürdü. İnsanlıktan çıkarmıştı onu savaş. Ama yoksulluktan kurtaramamıştı… Er Rayn'ı kurtardık diyen o palavralar ancak sinema perdelerinden atılırdı. Sivri sakallı Yankee onu da dedesi ve babası gibi tekrar kömür ocaklarına attı. Çünkü savaştan tek
40 | TAVIR | ARALIK 2012
kazanan Arbusto Petrol ile silah taciri Carlyle Group'lardı. Fakat onlara bu kazanç da yetmedi. Artık savaşın maliyeti düşürülmeli, kazançları yüzde yüzlere gelmeliydi. Proje bu minval üzere şekillendi. Yalnız, BOP'a rağmen hesaplanmayan neydi? Elbette yoksul halkların öfkesiydi… Yoksul halklar uyur uyur uyanırdı. Öfkesi kabardı mı da sel olur, bendini aşardı. Belki pınarın başını bir kürek toprakla kapatabilirsin. Fakat halkın seli, önüne çıkanı sürüp atardı. Dolarları ancak uşakları satın almaya yeterdi. İşte Libya'da halk Yankee'yi sakalından tuttuğu gibi yere serdi. "N'oluyorr'! Ben size medeniyet getirmiştim" dese de, yalanı boğazına düğümlendi. Döktüğü kanda debelendi, debelendi…
Daha bitmedi!... Acılar birikiyor hala. Simurg'un (*) kanadından bir tüy buldu halk. Ki Ortadoğu halkları Simurg'u çok iyi bilir. Kaf Dağı'ndan da olsa, dipsiz vadileri aşmak da gerekse fark etmez. Elbet Simurg'a ulaşılır… Elbet Simurg olunur. Ve Yankeeler Ortadoğu'dan böylece defolur. o (*) Kuşların hükümdarı olan Simurg (Zümrüd-ü Anka ya da Batıda bilinen adıyla Phoenix), Kaf Dağı’ndaki Bilgi Ağacı'nın dallarında yaşar ve her şeyi bilirmiş. Bu kuşun özelliği, gözyaşlarının şifalı olması ve yanarak kül olmak suretiyle ölmesi, sonra kendi küllerinden yeniden dirilmesidir...
41-44 turna_sablon 12/6/12 4:40 PM Page 41
deneme
deneme
turna derler bir garip kuştur... necla sezen
Halkların asırlar boyu vazgeçemediği değerdir türküler. İçinde, geçmişe dair en değerli bilgileri barındıran, bugüne miras kalan hazinedir adeta. Duygu taşır, akıl taşır; geçmişten bu güne gülümsemeleri, ağlaşmaları, dertleşmeleri, atışmaları, savaşmaları, nefretleri, sevmeleri taşır bugünün ezgili yüreklerine...
dilinden, yüreğinden yavrunun huzursuz, uykusuz bedenine akmış fısıltı ile, huzur olmuş... En mutlu zamanlarda coşan gönüller gibi pır pır ederken; bir yiğit uğurlarken toprağa, kaldırmıştır kollarını havaya, efeler gibi başı dik ve mağrur. Söverken zalimin zulmüne esirgememiş en heybetli, en kenarı keskin, en sivri sözlerini...
Acıların ve seviçlerin paylaşıldığı dizeler, ezgiler kimi zaman bir dostla dertleşmek için, sıladaki sevgili ile hasret gidermek için yakılmış. Annenin
Yani halk ne diyecekse, ne duymuşsa, ne hissetmişse türkülerle demiş, türkülerle konuşmuş, aktarmış. Bundan dolayıdır ki; türkülerdeki tüm sembol-
lerin, simgelerin bir anlamı vardır. Toprakla, doğayla iç içe olan yaşam, doğadaki varlıkları türkülerin vazgeçilmez sembolleri haline getirmiş. İşte bu sayısız sembollerden birisidir turna. Neden turna, diyecek olursanız; insana dair, gıpta ile bakakaldığımız ve yozlaşan bu düzen içerisinde yaşatmaya çalıştığımız halk değerlerinden kimilerini öylesine yedirmiştir ki yaşamının özüne; bunları öğrendiğimizde hak vermemek elde değil, ARALIK 2012 | TAVIR | 41
41-44 turna_sablon 12/6/12 4:40 PM Page 42
turnalı şiirler dizen ozanlara. Anadolu halk edebiyatının en güzel motiflerinden birisi olan turna motifine geçmeden evvel onun hakkında kısa bir bilgi verelim. Dünyadaki 15 değişik turna kuşundan birisi olan ve Anadolu’da sıkça rastlanan turna/telli turna; leylek büyüklüğünde, uzun bacakları olan, zarif boyunlu, parlak gözlü, duru bakışlı bir kuştur. Belki de en önemli özelliği göçmen bir kuş olması. Başının arka kısmında geriye doğru sarkık duran zülüfü vardır. Kanatları mavi, kırmızı ve yeşil renklerden oluşur. Sıcak mevsimlerde yaşar. Bir defada iki yumurta yumurtlar. Her daim hayatı paylaşan eşler, kuluçka zamanı da yuvayı nöbetleşe beklerler aynı umut ve heyecanla. 10-15 yıl yaşadıkları söylenir turnaların. Turnalar, çiftler halinde yaşarlar. Ömürleri boyunca tek bir eşleri olur. Yuvalarını diğerlerinden ayırırlar. Aynı zamanda eşi ölen turnanın yedi yıl boyunca eşini beklediği ve bir başka kuş ile çiftleşmediği söylenir. Bir rivayete göre eşi öldürülen turna yere iner ve eşinden ayrılmak istemez. Ve öldürülmeyi bekler. Ya açlıktan ya da suya atlayarak ölür. Bağlılığın adıdır turnalar. Ve vefalıdır da; söylenene göre yaşlanan ana babalarının bakımını genç turnalar üstlenirler. Turna bir ayağı üzerinde yürür. Öbür ayağını kıvırarak havada tutar. Gökyüzünde süzüm süzüm süzülen turnalar, yürürken yalpalayarak yürürler, ayağını sertçe bastığı takdirde yerin yarılacağından korktuğu farzedilir. Göç sırasında içlerinden birini önder seçerler kendilerine ve ona uyarlar. Uçuşları belirli bir düzen ve disiplin içindedir. V şeklini alarak diyar diyar dolaşırlar. Geceleri konaklar ve uyurlar. Yine aralarından birisi nöbetçi olur ve diğerlerine zarar gelmemesi için bekler, asla uyumaz nöbetçi tur-
42 | TAVIR | ARALIK 2012
na. Gözler keskin, dikkat kesilmiştir, tetiktedir kanatları. Gelen tehlikeyi herkese haber verme sorumluluğu ve güvenlik ondan sorulur.
duğu hasret, çekilen acılar turna ile gelmiştir dile. Habercidir. Bu güzel türkülerden kimi dizeler görelim şimdi...
İşte bundan dolayıdır ki, insana benzeyen pek çok yanıyla turna, türkülerde bir simge halini almış. Anadolu insanının, şiirinde, türküsünde ve hatta giyiminde, kuşamında, halısında, kiliminde, oyasında, beşiğinde‚ motif olarak kullandığı turna sembolü aynı zamanda farklı kültürlerde de yer bulmuş. Orta Asya'dan Japonya'ya, Kore'ye kadar geniş bir coğrafyanın insanlarının duygularının tercümesinde kullanılan bir sembol.
“Gökyüzünde bölük bölük turnalar Nerededir meskeniniz eliniz Bir name yazayım yare götürün Dost eline uğrar m'ola yolunuz?” (Aşık Musa Aslan)
Mesela, Japon kültüründe de önemli bir simge olarak yer alır. Japon inancına göre, 1000 adet turna kuşu origamisi (Japonlara özgü kağıt katlama sanatına verilen ad) yapıp dilek tutulduğunda, dileğin gerçekleşeceğine inanılır. 1950'nin ortalarına doğru, 1945’te Hiroşima’da atom bombasının patlaması sonucunda lösemi hastası olan 11 yaşındaki Sasaki Sadako, hastalığının iyileşmesi için turna kuşu origamilerini yapmaya başlamıştır. Sadako, 644 turna kuşu origamisi yaptıktan sonra ölür. Arkadaşları onun yerine sayıyı tamamlar ve cenaze töreninde mezarına turna kuşlarını koyarlar. Anadolu’da kutsallığının yanında, bir haberci olarak çıkıyor hep karşımıza turna. Ve de ozanların dertleştiği bir simgedir. Göçmen bir kuştur. Gezer diyar diyar. Bu özelliklerinden ötürü turnalar gurbette kalanın, hasret çekenin, nazlı yardan ayrı olanın duygularına tercüman olurlar. Kimi zaman haber götürür, kimi zaman da haber getirir. Kimi zaman da kendisiyle dertler paylaşılır. Para kazanmak için veya askerlikten dolayı evinden yurdundan ayrılanlar, yuvasında bıraktığı eşine, çocuğuna, annesine, babasına duy-
“Şükür Erzurum’dan indim ovaya Benden yare selam edin turnalar Kemah dedeleri dursun duaya Benden yare selam edin turnalar” (Aşık Kerem) “Turnam gidersen Mardin'e Turnam yare selam söyle Karlı dağların ardına Turnam yare selam söyle Turnam gidersen Akdaş'a Karlı dağlar aşa aşa Hem kavime hem kardaşa Turnam yare selam söyle” (Aşık Kerem) “Telli turnam selam götür Sevgilimin diyarına Üzülmesin ağlamasın, Belki gelirim yarına” (Anonim) “Gidin turnalar gidin Yarime selam edin Yarim uykuda ise Uykusun haram edin” (Anonim) “Allı turnam bizim ele varırsan Şeker söyle kaymak söyle bal söyle Eğer bizi sual eden olursa Boynu bükük benzi soluk yar söyle” (Keskinli Hacı Taşan) “Garip turna bizi senden sorana Şimdi bir yavruya kuldur diyesin Aşkın zincirini takmış boynuna Devr içinde Mecnun oldur diyesin” (Gevheri )
41-44 turna_sablon 12/6/12 4:40 PM Page 43
Diyar diyar gezen turnaların haber götürücü olmasından daha doğal ne olabilir ki... Turna, ozandan aldığı haberi sılaya götürecek, onlardan aldıklarını da kendisine getirecektir. “Bir çift turna geldi Kars illerinden Öter garip garip bizim ellerde Evrilir çevrilir göle konmaya Korkar ki avcı var göllerde” (Anonim-Kars) “Yüce yüce dağlardan mı gelirsin Hayır mı gök turnam yardan ne haber Benim sevdiğimi sen de bilirsin Hayır mı gök turnam yardan ne haber” (Pir Sultan Abdal) Turnalar sesleriyle de insanları etkilemişlerdir. Ozan onun ötüşündeki yakıcılık ile kendi durumu arasında ilişkiler kurar. Eşinden ayrılan turnanın dertli dertli ötüşü; kendisinin dertli, hasret dolu günlerinin dermanıdır. Dert ortağıdır turna... “Turnam dertli öttün, derdimi deştin El vurdun, yaremin başını açtın Eşinden mi ayrıldın, yolun mu şaştın Doğru bir köye gidin turnalar” (Yozgat yöresi Halk Türküsü) “Turnam gelir bizim elden Yeni kalkmış ağır gülden N' olur konuş bizim dilden Üç telli dört telli beş telli turnam Sen olmaz isen buralarda durmam Sen olmaz isen ben sensiz olmam Turnam hey turnam hey yaralı turnam O karalı gözler haralı turnam” (Davut Sulari) Güzelliği ile de aşıklar, turnayı sevgililerine benzetirler. “Gökyüzünde uçup giden durnalar Uçma karip karip göngül şen değil Siz de menim Han Aslıma bengzersiz Uçma karip karip göngül şen değil” (Aşık Kerem)
Turnalar bazen mutluluğun, sağlığın habercisi olmuştur; bazen de hüznün, acının, hasretle yanan kavrulan yüreklerin. Duyguların taşıyıcısıdır. Gururlarına düşkündür turnalar; yaşamları sade ve mütevazıdır. Ve gökyüzünde uçarken adeta dans eder. Gökyüzünün mavisi ile, güneşin ışıkları ile, taşıdıkları haber ile telli telli dans ederler. Kanatlarının çırpmalarındaki ahengi dikkatle izleyen ozanın dizelerindeki, ezgisindeki ahenkle birlikte uyum içerisindedir.
Turna, tüm bunların yanında Alevilik ve Bektaşilik kültüründe de çok önemli bir simgedir. Alevilikte turna ve güvercin kutsal sayılan iki kuştur. Bu kuş, AleviBektaşi inanışında cemlerde önemli bir rol oynar ve Hz. Ali'yi temsil eder. Yine inanışa göre Ahmet Yesevi, "turna donunda gezer"* kimi zaman. Cemlerde canların döndüğü semahlardaki hareketlerin her birinin ayrı ve özel bir anlamı bulunmaktadır. Turna Semahı ise, turnanın uçuşunu çağrıştırır. Turnalar Semahı’nda kızlar renkARALIK 2012 | TAVIR | 43
41-44 turna_sablon 12/6/12 4:40 PM Page 44
lerine göre meydana çıkıp bir turna katarı oluşturarak dönerler. Kolların hareketi, kanat çırpışlarını ve büzülüşlerini, ayak hareketleri ise yürüyüşünü canlandırır. Turnaların gökyüzündeki hareketlerini yansıtan figürlerle semah dönen, döndükçe yükselen canlar Hakla buluşurlar. Turna semahı, bu buluşmayı anlatır. Sesi Hz. Ali'ye benzetilen turna, kuzeyden güneye, güneyden kuzeye göç ederken, Anadolu insanından selam götürür, onlardan da selam getirir. “Kim gördü deryada balık izini, Eğildi öptü Kanber'in gözünü, Turnalardan işittim avazını, Turnalar Ali'mi görmediniz mi?” (Pir Sultan Abdal) Şah Hatayi de, turnanın sesini Hz. Ali'nin sesine benzetenlerdendir... “Yemen ellerinden beri gelirken Turnalar Ali'yi görmediniz mi? Hava üzerinde semah ederken Turnalar Ali'yi görmediniz mi?” (Şah Hatayi) Aşık İlhami de Ali’ye benzetir turnayı... “İki turnam gelir, başı çığalı Eğlen turnam eğlen, Ali misin sen Birisi Muhammed, birisi Ali Eğlen turnam eğlen, Ali misin sen Yoksa Hacı Bektaş Veli misin sen” (İlhami) Turna, Alevi kültüründe Şah-ı Merdan Ali’ye yoldaş kabul edilir. Sesinin güzelliğini Ali’den alan turna ondan haber verir. Bunu Pir Sultan Abdal şöyle dile getirir; “Hazreti Şah’ın avazı Turna derler bir kuştadır Asası Nil deryasında Hırkası bir derviştedir” (Pir Sultan Abdal)
44 | TAVIR | ARALIK 2012
Haberci kimliği Alevi nefeslerinde, türkülerinde de devam eder: “Muhammed-Ali’yi candan seversen Varınca bir tel ver pirime turnam Hasan-Hüseyin’den imdat umarsan Varınca bir tel ver pirime turnam” (Dedemoğlu) Saymakla bitmeyecek, söylemekle çalmakla tükenmeyecek kadar çoktur turnalı türküler. Ve tabi burada hiç sözünü edemediğimiz halk hikayeleri, efsaneler... Yine de turnalı bir Anadolu turuna çıkaralım sizleri. Yazıyı değil türküleri okuyarak... Allı durnam bizim ele varırsan (Keskin), Açtım perdeyi durnamı gördüm (Keskin), Armut Ağacı-Semah (Manisa), Bağdat ellerinden gelen durnalar (Çorum), Bir çift durna gördüm durur dallarda (Yozgat), Bir Durna uçurdum huplar gölünden (Maraş), Birçift turna gördüm Edremit üstü (Van), Çaya indim durnaya (Niğde), Dost eline giden durnam (Malatya), Durna sesi Geliyor (Erzurum),
Durnadır durna (Azerbaycan), Durnalar dizi dizi (Adıyaman), Durnam ne diyardan geldin-semah (Isparta), Durnam gelir kona kalka (Eskişehir), Durnam gelir yata kalka (Konya), Durnamın ganadı yeşil (Sivas), Eridi kalmadı dağların karı-durnam ey (Sivas), Gidin durnalar gidin (Orta Anadolu), Gine dertli dertli iniliyorsun-Semah (Sivas), Gitme durnam gitme-Kırklar samahı (Erzincan), Gökyüzünde bölük bölükdurnalar (Merzifon), Hatırına düşmez-Yareli durna (Zile-Tokat), Havada durna sesi gelir (Kütahya), Havada Turna sesi var (İstanbul), Havalanma telli durnam (Sivas), Ilgıt ılgıt esen seher yelleri-Semah (İzmir), İki durnam gelir aşaden (Rumeli), ikidurnam gelir Bağdat elinden-semah (Manisa), İki durnam gelmiş yolda yorulmuş (Ordu), İki durnam vardır aklı kareli (Niğde), Kalksın Semaha (Dersim), Yeşil başlı telli durnam (Urfa)... o *: Turna kılığında dolaşır, turna olup gezer, dolanır...
45 stalin_sablon 12/6/12 4:18 PM Page 45
şiir
şiir
*5 mart 1953 nazım hikmet
İlkönce kim kime metin ol kardeşim- diyecek, İlkönce kim kime başsağlığı dileyecek? Hepimizindi o, hepimizindir. Yoldaşlarım, Acınızı duyuyorum, Sizin duyduğunuz gibi tıpkı, aynı şiddetle. Kardeşlerim, Hüngür hüngür ağlamak geliyor içimden, Tutuyorum kendimi sizin gibi tıpkı aynı metanetle. Seviyorum onu Marx’ı, Engels’i, Lenin’i sevdiğim gibi Sevdiğiniz gibi Aynı muhabbetle Aynı hürmetle Yoksul esir halkımın dostuydu o, / Hangi halkın dostu değildiydi ki/ Bütün emekçi insanlık Beyaz siyah sarı Baktı akıllı güzel gözlerine onun, Baktı hayranlıkla, hayretle: Orda aşikane yollar, Orda yollar apaydınlık, Orda kurtuluş, Bahtiyarlık her birine...
Halkımın savaş bayrağıdır o, Halkım ölümü göze alarak, Kaç kereler “Barış, bağımsızlık, hürriyet” sözleri yerine Yazdı iki hecelik adını onun Fabrika duvarlarına, Yazı tahtasına okulların Ve köy türkülerine Yoldaşlarım Sovyet insanları; Günler ağır. Onsuz geçirilecek bu ağır günler Sarsıntısız, çatlaksız Ama onunla ve Lenin’le beraber Yani...Partisiyle Yani... Partisi başta Bu parti eşi emsali görülmedik bir çeliktendir Bu çeliğin adı: Boydan boya ömrünü vermek emrine halkın Boydan ömrünü vermek...
(*) Bu şiir J.Stalin’in ölümü üzerine, Nazım Hikmet tarafından yazılmıştır.
ARALIK 2012 | TAVIR | 45
makale makale
f tipi film: 122'lerin ışığı beyazperdede fosem
" Diri diri yaktılar! 6 kadın! Diri diri rin olmazsa olmaz dediği, tüm halyaktılaaaar!..." kı baskı altına almak ve suturmak için yapılan bir operasyon…Ve bu Bir kadının çığlığı… Bütün vücudu saldırılara karşı başlayan direniş... yara, bere, yanıklar içinde olan bir Tecrite karşı 1996'da İdil'lerle Berkadının çığlığı… Birsen Kars… Bay- dan'larla başlayan direniş 2000'de rampaşa Hapishanesi’nde 6 kadın devam ediyordu. 1996'da F Tipi diri diri yakıldı: Seyhan Doğan, Ni- modeli, Eskişehir Tabutluğu'yla orlüfer Alcan, Özlem Ercan, Yazgülü taya atan devlet, 2000'de TürkiGüder Öztürk, Şefinur Tezgel, Gül- ye'nin her yerine açtığı hapishaneser Tuzcu. Tarih 19-22 Aralık 2000. lerle tekrar gündeme getirdi. F Tüm hapishane’lerinde eş zaman- Tiplerine karşı, tecrite karşı ölümülı operasyon. Tutsakları kaldıkları ne bir direniş başladı. Direnişin hapishanelerden alıp F Tipi hapis- adı "Ölüm Orucu…" 96'dan sonra hanelerde tecrit etmek için yapılan bir kez daha, tıpkı 84'te Metris'te bir operasyon. Ya düşünce değişik- de olduğu gibi. "Bir canım var feda liği, ya ölüm diyen; emperyalistle- olsun halkıma" dediler. 46 | TAVIR | ARALIK 2012
Özgür tutsakların bu sesine ses kattı dışarıdakiler. Hapishane önlerinde beklediler. Ankara'ya Adalet Bakanlığı'na, TBMM'ye yürüdüler. Dayak yediler, yerlerde sürüklendiler. Evlatlarının, arkadaşlarının yanmış bedenlerini gördüler hastane morglarında. Tanıyamadılar, "hepsi bizim evladımız" diyerek sahiplendiler cenazelerini. Ölüm Orucuna yattılar: Gülsüman Dönmez, Şenay Hanoğlu, Zehra Kulaksız, Canan Kulaksız… Aileler dışarıdaki direnişin öncüsü oldu. 2000'de başlayan direniş 2007'de Av. Behiç Aşçı'nın direnişinin zafe-
riyle bitirildi. 10 saatlik sohbet hakkı kabul edildi. Artık F Tipi hücreler tutsakları örgütsüzleştiremeyecek, kimliksizleştiremeyecekti. Ancak Adalet Bakanlığı verdiği bu sözü tutmuyor ve tecrit devam ediyor ve tabi ki direniş de... "F Tipi Film", bu direnişin sanat cephesinden bir ayağını oluşturmaktadır. Yukarıda kısaca bahsettiğimiz tarih bu filmin mayasını oluşturmaktadır. Tecrit karşısında sergilenen muazzam direniş, sabır, kararlılık bu filmin yapım sürecine de yansıdı. Daha önce de paylaştığımız gibi tecrit politikalarına karşı kolektif bir iştir bu film. Nasıl koordine edildiğine, nasıl çekildiğine; yönetmenlerin, oyuncuların, set emekçilerinin dilinden yer verdik bu sayfalarda. Şimdi ise 19 Aralık geldi çattı… Bu tarih hem F Tipi Filmin ön gösterim tarihi, hem de f tipi hücrelerin kanlı tarihinin unutulmaz günün, hapishaneler katliamının yıl dönümü. Bu filme konu olan; yaşamları, direnişleri ve ölümleriyle anlatılan öykülere can verenlerin bakışları, solukları, son sözleri sinema salonlarında olacak. İşte bütün bunlara can verenler; yani yönetmenler, oyuncular, filmin hazırlanmasında emek harcayan herkes perdeye yansıttıkları değerlerin heyecanını hissediyor. Ön gösterimden iki gün sonra yani 21 Aralık günü film tüm Türkiye'de gösterilmeye başlanacak. Belki de 19 Aralık katliamının mütevazı şehitleri, direnişçileri, emektar anaları ilk kez bu kadar yakın bir araya gelecek kitlelerle. Elbette bugüne kadar kitaplarda, şarkılarda, etkinliklerde gülümsedi bize onlar. Ama ilk defa sinema salonlarında buluş-
manın heyecanını onlar da yaşayacaktır. Çünkü bu film sadece gerçeklerin resmedilmesi değil, olayların nedenlerini ve sorunların çözümlerini estetik bir dille anlatıyor. Aydın-sanatçının görevinin bu olması gerektiğini düşünüyoruz. Yaşadıklarıyla üreten, ürettikleriyle yaşayan her sanatçı köklerini bastığı toprağa sıkı sıkıya bağlamalıdır. Kitlelere ulaşmak da böyle olur. Ve aydın-sanatçı cesaretle atılmalıdır. Hayatın zorlukları karşısında dik durmalıdır. Öyle ya 19 Aralık yalnızca hapishanelerin değil tüm halkın teslim alınması için yapılmadı mı? F tipi hücreler yalnızca devrimciler için mi açıldı? Gerçeğin gücünden korkanlar zulme başvurur. Zulüm ise ne kadar dik durursak o kadar zavallılaşır. İşte filmimizin kahramanları ölümü de zulmü de yere çalanlardır. Bu anlamda sanat yaşamımıza da yol göstermeye devam edeceklerdir.
Biz bu projeye hayat veren tüm sinemacı dostlarımıza, filmin her aşamasında yanımızda olan dostlarımıza ve halkımıza tecrite karşı direnişte şehit düşen 122'ler adına teşekkür ediyoruz. Onlar Türkiye'de yozlaşmanın en iğrenç noktalara ulaştığı bencilliğin bireyciliğin gözleri kör ettiği, baskılar karşısında kabuğuna çekilen aydınların kol gezdiği ahkam kestiği bir dönemde F tipi hücreler ve tecrit gerçeğini anlatmaya koyuldular. Bu film yolumuzun bir parçası… Daha anlatacak çok şey var. Hayatın en kızgın yerinde gerçeklerle patlamayı bekleyen daha yüzlerce, binlerce hikaye var. Devrimci sanatın gereklerini yerine getirip gücümüz yettiğince hepsini anlatmaya çalışacağız. Ezilen, sömürülen milyonların verdiği güç bunu başarmaya yetecektir.o ARALIK 2012 | TAVIR | 47
inceleme inceleme
halkın kulu, zalimin celladı: atçalı kel mehmet efe egemen server
“Bu il Aydın ilidir Bu il bizim ilimizdir Bizim dağlarımızdır Bu dağlar Ve toprağı doğurtan Ve şekil veren Demire Pamuğa Ateşe Biziz Küçük bir kedi yavrusu gibi Büyüdü ellerimizde Büyük Menderes Küçük Menderes Ve Gediz Ve türküleri Yakan Yaratan Biziz Biz halkız.” (Özkan Mert)
48 | TAVIR | ARALIK 2012
Ve bu halkın evladıdır Memet. Memetler yoksuldur. Bereketli Anadolu topraklarında taş eksen taş biter ama ne hikmetse hep aç hep açıktadır Memetler. Dün de bu gün de türküleri yakan, emeğiyle dünyayı yaratan Memetler hep böyle midir? Hep böyle mi olacaktır? Bir avuç egemen tüm zenginliklere el koyarsa evet hep böyle kalır. Ama sarayları, beyleri titreten Memetler çıktı mı cenk meydanına, vuruştu mu hak uğruna işte o zaman hep böyle gitmeyecektir. Ve hatta böyle gelmiş böyle gider lafını düstur eyleyenler dahi atılacaktır harbin orta yerine.
ler, itiraz edenler için de bir yasa çıkarıp suçlu ilan etmiştir. Halka tellallarla duyurulan yasaya göre vergi vermeyenler, devletin yıkılmasını isteyen düşmandır.
Halk yoksuldur, evlerde ocak tütmez. Sınırlı geçim kaynakları da bu yasayla ellerinden alınmıştır. Zeybekler yolları koruyup yollardaki kahveleri işletiyorlardı. Zeybeklerin yolculardan para almaması demek açlığa mahkum olmaları demekti. İşine son verilen Zeybekler dağlara çıkarak isyan etmiştir. Ege köylülerinden Yörüklere, Bektaşilerden Türkmen göçerlerine kadar Çökmekte olan Osmanlı 19. yy’da hakkı yenilen, sömürülen herkes desson bir çırpınışla Nizami Cedit uygu- tek olmuş, isyana bizzat katılmıştı. lamaları getirir. Yeni düzen denilen bu uygulamalarda halka yeni vergiler Osmanlı ülke topraklarını beyler, ağakonulmuştur. Bu vergileri vermeyen- larla yönetiyordu. Belli bölgelerin yö-
Memet, ağanın kızını kendisine vermeyeceğini bildiği halde anasını istetmeye gönderir. Anası oğluna “O bey kızı, sen bir ırgat oğlu. Onların binlerce dönüm toprağı, yüzlerce davarı, çiftliği var. Aydın ili onların desem yeridir. Osmanlı’nın eli kulağı onlar. Gel vazgeç bu sevdadan” der. Ama yüreği sevda ateşiyle kavrulan Memet vazgeçmez sevdasından. Emine kadın gider en güzel giyitlerini giyerek. Beyin kızını oğluna Allahın izniyle ister Beyin öfkesi tepesine çıkar ve adamlarına dövdürür Memet’in anasını. Hıncını alamaz ve karısıyla birlikte kendisi de vurur Emine kadına. Zalimdir adları, hınçları öyle kolay kolay çıkmaz. Kadına hakaretler yağdırıp, “Söyle o baldırı çıplak oğluna, yavrularsa bizim dişi it bahara, veririz yavrulardan birini ona” derler. Dövülmüş, hakarete uğramış bir şekilde döner Emine kadın. netimlerini sürdüren bu feodal beyler vergileri toplamakta, Osmanlı’nın yerelde temsilcisi konumundadır. Vergileri toplarken halkı inim inim inletmekte Osmanlı’ya gönderdiğinin çok daha fazlasını toplamaktadır. Bu yüzden halkın tepkileri öfkeleri onlar üzerinde yoğunlaşmıştı. Atçalı Mehmet Efe de İzmir İhtisap Nazırı’na gönderdiği mektupta niyetinin yoksul halkı zalim yöneticilerin şiddet ve baskısından kurtarmak olduğunu yazar. Sadece 3 aile halkın emeğini, alın terini, gündüzünü ve gecesini çalmaktadır. Koca bir halkın tüm ümidini, gelecek düşlerini elinden alanlar Kara Osmanoğulları, İlyaszadeler ve Tavaslı Osman Ağa’dır. Onlar paşazade, onlar ağa, onlar beydirler. Memetler ise parmak ile sayılmayacak kadar çokturlar. O kadar çok, o kadar büyük ve yaratandırlar ki... Ama elleri, avuçları da bomboştur. Ak-
baba gibi üzerlerinde uçanlar, bir sırtlan gibi arkalarında bekleyenler sofralarındaki kuru ekmeğe dahi göz dikmiş ve ilk fırsatta kapıp kaçmışlardır. Kadılar onlardan yanadır, sırtları sağlamdır. O yüzden düzenden adalet beklenmez. Gerçeğin hükmünü Memetler verecektir. Atçalı yoksul bir ailenin çocuğu olan Memet ve ailesi Arpoz beyinin yanında ırgatlık yapmaktadırlar. Ağır işlerde çalışırlar bu yüzden de babasını tez yitirir. Rivayet odur ki ağır çalışmadan kel kalmıştır. Babasının ölümüyle ailesinin tüm yükü omuzlarına biner. Arpoz beyinin acıması yoktur, her türlü zor işi verir Memet’e. Yaz kış boğaz tokluğuna çalışan Memet toprağı bellerken beye olan öfkesini taşıdı yüreğinde. Yüreğinde sadece öfke yoktu Memet’in. Atça’nın muhtarı ve ağası Şerif Hüseyin’in kızı Fatma’ya sevdalıydı. Bu sevdayla da yanar kavrulurdu.
Memet’in öfkesi dağ olur o an. Büyüdükçe büyüyen öfkesi içine sığmaz olur. Ölünceye kadar taşıyacağı, yaşadıkça çoğaltacağı bir öfkedir hissettiği. Saman alevi gibi yanıp sönmeyecek, bir volkan gibi kabarıp taşacaktır. Anasına yapılan eziyeti görüp kora keserken vücudu, yemin eder: “Anam avradım olsun ağa oğluna kök söktürmezsem, halkı kıranı kırmazsam, Aydın iline vali olmazsam, haram olsun emzirdiğin o helal sütün bana. Sevdalıyım isyanlıyım gayrı. Kar etmez bu dünya bana’’ Yüreğine isyan düşen her yiğidin yaptığı gibi dağlara yollanır. 8 yıl süren bir yol havasıdır kayalıklardan doruklara ulaşan. Memet’in çevresinde o gün Osmanlı’nın zulmünü yaşamış yörükler, zeybekler ve Bektaşiler toplanmaya başlar. Bir, iki, üç diye diye artarlar. ARALIK 2012 | TAVIR | 49
zulmeden beylerdir. Aldığı paraları da halka dağıtan, yoksulların ezilenlerin efesidir. Söylediği her sözün arkasında, haksızlıkların karşısındadır. Osman Bey’e haber yollar belirlemiş olduğu gün çiftliğine gideceğini, paraları alacağını söyler. Dediği gibi de yapar. Efe, kızanlarını korur kollar. Öyle ki bir seferinde Aydın Hapishanesi’nde tutuklu bulunan ve asılmak üzere olan arkadaşlarını kurtarır. Bu eylemiyle sadece zeybeklerinin değil tüm halkın gözünde bir kurtarıcı olmuştur.
Şerif Hüseyin kızını Aydın’ın zenginlerinden birinin oğlu olan Hasan’a vermek ister. Bunun üzerine Atçalı, Hasan’ı kaçırır ve evlenmekten vazgeçmesini ister. Babasından Hasan’ın hayatına karşılık fidye istenir. Düğünden vazgeçirtir ve fidye ödenir. Bu olay Memet’in ününe ün katar. Zalime her galebe çaldığında bu ün kulaktan kulağa yayılıp ötelere varacaktır. Halka umut oldukça, halkın adalet özlemini gerçekleştirdikçe çoğalırlar. “Halkın kulu, zulmün celladı oldular.”
Hasımları Memet’i yenmek için her çareye başvurur ardına adamlarını gönderirler. Onlardan biri de Uzun Efe’dir. Kavga mertçe olmalıdır, bileği-zekası güçlü olan kazanmalıdır. Ama zalimin adamlarının ahlakı da zaliminki kadardır. Uzun Efe, Memet’i arar bulamaz. Bunun üzerine Köşk kasabasına yerleşmiş anasını çağırtır. Hakaret eder, işkence yapar. Bunu duyan Atçalı basar kasabayı çıkar Uzun Efe’nin karşısına mertçe dövüşür ve öldürür Uzun Efe’yi.
Zalim, Memet’in öç alacağını bilir. Adamlarını Memet’in üstüne salarlar. Ama nafile bir kere dağlar mesken edilmiştir. Her taşı, her kovuğu, her çalısı bilindikçe vuruşulacak; ağalara, beylere korku salınacaktır. Atçalı’nın yanında birlikte vuruştuğu yoldaşlarıyla çoğalıp 7-8 bin kişiye ulaşacaktır. Çünkü beylerin korkusu halkın güveni demektir.
Beyler, ağalar yenildikçe yeni eşkıyalar çıkarır efenin karşısına. Menteşe dağlarında eşkıyalık yapan Kara Efe de bunlardan biridir. Onun da sonu aynı olur. Memet, Kara Efe’yi peşine takan Arpaz’ın beyi Osman Bey’den para ister. Vermeyince miktarı 20.000 altına çıkarır. Memet yoldan geçenden, önüne gelenden haraç toplayan bir soyguncu değildir. Hedefleri halka
50 | TAVIR | ARALIK 2012
Kuyucak halkı Memet’in yiğitliklerini duymuş, efelerini çağırır. Gelsin ve şu karanlığı yok etsin. Gelsin ve çektiğimiz çile son bulsun. Gelsin ve biz de bir gün yüzü görelim şu ahir zamanda. Atçalı Memet Efe 7-8 zeybeğini yanına alarak gider Kuyucak’a. 1829 yılının Eylül ayında kasabayı ele geçirir. Kuyucak’ta efenin en büyük desteği zulmün karşısında birleşen halktır. Halkın bu desteği, birleşmesinden doğan güç yöneticilerinin elini kolunu bağlamıştır. Sonra Nazilli çağrılar efeyi. Nazilli yöneticileri makamlarını bırakıp kaçarlar, ilçede hiçbir karşı koyuş olmaz. Sırada verdiği sözü tutmak, Aydın’ı ele geçirmek vardır. Aydın’da bir karşı koyuş olsa da, efelerin karşısında duramazlar. “Yanında bir atlısı Memet Efe Bin gövdeli Bir yürek olup, Bin rüzgar gibi, Dalıp Halk ilen bir olup, Aydın ilini Eline geçirip, Kazıttı mühürünü: Vali-i devlet
Hademe-i devlet Irgat oğlu Atçalı Kel Mehmet” (Özkan Mert) Aydın’ı aldıktan sonra Fatma’sıyla evlenir Memet. Kaçırmaz, düğün dernek kurdurur. Öyle coşkulu bir neşedir ki, yaşanan evlenen iki insanın sevincinin çok ötesindedir. Adeta bir halkın kurtuluşu kutlanır düğün vesilesiyle. “Bir gün Fatma, Mehmet Efe’yle görüşmüş ve babasının efeye tuzak kurduğunu anlatmış. Bunları efeye anlatan Fatma, ‘Babama bir şey yapmayacaksın değil mi?’ diye sormuş sonra efe de ‘Sadece yaptıklarını değil, yapacaklarını da bağışladım’ diye söz vermiş sevdiğine.” (Çizgilerle Anadolu Tarihi-syf.110) Verdiği söz yüzünden beylere dokunmayarak halkın beklentilerini karşılayamamış efe. Efe başından beri birlikte yol aldığı zeybeklerini, kovduğu Osmanlı yöneticilerinin yerine geçirir. Adil ve eşitlikçi bir yönetim kurmaya çalışır. Yoksul halkın çıkarlarını koruyan, ticaret ve tarımı düzenleyen yasalar çıkarıp uygulatır ilk olarak. Savaş vergisini reddederler. Daha sonra doğrudan doğruya padişahın hazinesine gitmeyen vergileri ve yardımları azaltırlar. Ele geçirdiği 17 şehir ve kasaba arasında Denizli, İzmir, Kütahya ve Muğla’dan da ilçeler vardır. Halk Memet’le birlikte canına, malına ve namusuna el uzatılmayacağını bilir, kıvançlıdır. Memet yoksul bir ailenin okuyamamış bir çocuğudur. Ne bilir şehir böl-
ge yönetmesini. Halk, ayağı çarıklı cahillerdir, ne bilir eğrisini doğrusunu der küçük burjuva aydın. Oysa halk sorunları yakıcı bir şekilde yaşar, hisseder. Dolayısıyla nasıl bir sistem istediğini, nasıl yöneteceğini de en iyi şekilde bilir. Ve buna kimi zaman toprakta tohumca hakça der, kimi zaman da yarin yanağından gayrı her yerde her şeyde hep beraber der. Dileği böyle bir birliktelik, paylaşım ve hakkaniyettir. Egemenlerin tabiriyle ayaklar baş olmuştur. Osmanlı Padişahına ağalar, beyler mektup yazarlar. Baldırı çıplaklar ordu kurup ayaklanırlar, bu işi ancak Osmanlı paşaları çözebilir derler. Osmanlı padişahı II. Mahmut, Halep eski valisi İbrahim Paşa’yı görevlendirir. Paşa, Tekirdağ’da bulunan 500 kişilik askeri kuvvetin yanı sıra toplar getirerek hazırlık yapar. Halka Osmanlı’nın haksızlıkları gidereceğini, eşkiyalığın Müslümanlığa uymadığını ilan eder. Bu ilanlar halkın çözülme yaşamasına neden olur, halkın haksızlıklara karşı birliği bozulur. Atçalı gelişmeleri değerlendirir, bu koşullarda direnmenin yarar sağlamayacağını söyler ve geri çekilme kararı alır. Efe, onu doğuran ve bu güne kadar desteğini eksik etmeyen halkının arasına karışır. Halk efesini bağrına basar, vermez Osmanlı’ya. Suda balık, denizde kum gibi kaynaşır toprağıyla. Atçalı’nın en çok güvendiği zeybeklerin bir kısmı Turgutlu’da karşı gelir Osmanlı’ya. Cenk olur ve yenilirler. Atçalı ve diğer zeybekleri saklayan halka karşı bir soruşturma, tutuklama terörü başlatır.Yine de kimse efenin yerini söylemez. Atçalı bir yağmur damlası gibi bulutların arasına karışıp izini kaybettirmiştir. Bir haber dahi gitmez Osmanlı’ya.Atçalı’nın geri
çekilişi bir kaçış değil, bir güç toplayıştır. Birkaç ay sonra, 1830 ilk baharında zeybekleriyle toplanırlar. Madran dağına giderler, halk gibi bağrına basar dağlar. Halkın durumu ise çok zordur. Memet Efe’yi bağrına bastığı için Osmanlı paşası nefes aldırmamaktadır. Nazilli halkı tekrar çağrılar efeyi. 1830’un Haziranında Atçalı Kel Mehmet Efe Nazilli’ye doğru yol alır. Yolda Aydın müteselliminin güçleriyle karşılaşır. Çatışma çıkar ve mütesellimin askerlerinin bir kısmı efenin safına geçer. Memet Efe, Nazilli’ye muzaffer girer. Bir gün sonra Atça’yı ele geçirir ve burayı üs olarak seçer. Atçalı Aydın’ı da hızla almak ister. Arpaz ve Karahayıt ağalarının konaklarını yakar. Beyler yeniden korkuya kapılır. Aydın’a varmaya 2 saat kala, beyler ve Atçalı’nın güçleri karşı karşıya kalır. Savaş bu, yenmek de vardır, yenilmek de. Memet bu savaşta yiğitçe çarpışır ve eşiyle birlikte ölür. “Dalında düşen Bir yaprak gibi Düştüler yere 108 mermi çıkarıldı. Vücudundan Atçalı’nın.” (Özkan Mert) Atçalılar düşerken toprağa, binlerce tohum ekmiş ve bu tohumlar Çakırcalı olup filizlenmiş, Erhan olup boy vermiştir, ırgatlar, mazlumlar zalimin karşısında, halkın kulu olacaktır. *** Bu yazı Mehmet Bayrak’ın “Halk Hareketleri ve Çağdaş Destanlar” kitabından yararlanılarak yazılmıştır. o ARALIK 2012 | TAVIR | 51
şiir şiir
umut yağmuru’ndan... ümit ilter
Hangi şehrin adı bu denli güzeldir Aşıklar şehri burası nam-ı diğer Uşak İçinde dar duvarlara sığmayan yürekler Bir güzel, bir umutlu, bir yiğit Berrinler Berrin Bıçkılar Yasemin Cancı Ve kirli ve kanlı ve katil eller uzandığında Efeler gibi harmandalıya durur Yaseminler... Hayatın bir çağrısı vardır duyana Ve konuşmak için her zaman söz gerekmez O kızların bir diyeceği var anlayana Ve bazen konuşmak başka bir şeydir Yasemince... Bir yudum su gibi paylaştılar hayatı Ve komünden geriye bir çöpü kaldı Bir dal kibrit, bir Yasemin, bir Berrin Ve zor zamanlarda kuşandılar yaratıcılıklarını... Bugün günlerden nedir dedi Berrin 21 Aralık İşe bak yılın en uzun gecesindeyiz Ve ellerinde kalan tek şeye baktılar... Aralık geceleri uzundur cancağIzım Sevmelere vakit vardır ki sabah olmasın Ölmelere vakit vardır ki şafak doğsun Her şey için vakit vardır o gecelerde Ki vakitsiz yangınlarla doğuyor şafak... Düşlerine yönelen tecavüze karşı durdular Ellerinde kalan sadece bir tek yürekle Islanmaktan kuruyup kurtardıkları tek şey Hayatı paylaştıkları gibi onu paylaştılar... Dolu yürekleriyle alev alev taşanlar Kalanlara "sizi seviyoruz" dediler sıcak "Hem de şehitlerimiz kadar seviyoruz"
52 | TAVIR | ARALIK 2012
Ki ölümün hayata sevdalanmış halidir ölümsüzlük Mavilikler içindeydi Yasemin dimdik Işıl ışıl kırmızı gelinliğiyle Berrin Ve acıdan azade gözleriyle baktılar Ve dediler ki "Yanıyor muyuz arkadaşlar" Aldıkları cevaba bir tebessüm bıraktılar. Ve dediler ki "Sakın ağlamayın arkadaşlar" Bu vatan bu kızlara hakkını helal etmişti Ki onlar bağımsızlığın ateş yapraklı gülüdür Ve bu vatan bu kızlara minnettardır Ki bu kızlar vatanın fedai evlatlarıdır... Bu dağlar Munzurlar Bir yanı Seyit Rıza bir yanı Düzgün Baba Her yanı otuz sekiz her yanı Aralık on dokuz Tutuşunca Fidan, doğar allı yeşilli bin fidan Yanıyorsa Fidan, her külünden yedi cihan Yanıyor meşale, meşale kadınlar Karanlığa saplanan ateş oldu kadınlar... Bu dağlar Ege dağları Bir yanı Atçalı, bir yanı Çakırca Her yanı kavga, her yanı Börklüce Sarı bir meşale gibi yanıyor Berrin Dağlarda bir Sabo çiçeğidir Yasemin Yanıyor meşale meşale kadınlar Karanlığa saplanan ateş oldu kadınlar... Bu dağlar Sağmalcılar Bir yanı Berdan bir yanı İlginç Her yanı Yazgülü her yanı Gülser İçli bir yangındır şimdi Özlem Diri diri yaktılar, bu dağlar Sağmalcılar Bir yanı Seyhan bir yanı Şefinur Açsın şimdi Nilüferler, bahar olsun Yanıyor meşale meşale kadınlar Karanlığa saplanan ateş oldu kadınlar... Kızlarını görüyorsun değil mi Sabo Zulüm karşısında nasıl da Sabolaşıyorlar Edalarında sen varsın, dillerinde Eda Ve aynı haykırış; Cesaretiniz varsa gelin Geliyorlar ama namert ve korkakça Yakıp yıkıp, kan döküyorlar Nisan'daki gibi Lakin yine mağluplar ve sen yine mağrursun Ki evlatların umudun bayrağını dalgalandırıyorlar Size selam olsun Niyazi ve Sinan abi Selam ve and olsun Sabo ve Mahirler Mart'tan Nisan'a, Temmuz'dan Aralık'a Bıraktığınız onuru büyütüyor evlatlarınız Ve umudun sancağını çekiyorlar vatana... o ARALIK 2012 | TAVIR | 53
inceleme inceleme
çocuklarımızı devrim büyütecek! meltem görür
Egemenler iktidarlarının ömrünü uzatmak için her zaman kısa ve uzun vaadeli plan ve programlar yaparlar. Bu plan ve programların hedef kitlerinden biri de çocuklardır. Sıkça karşılaştığımız bir atasözü vardır; " Ağaç yaşken eğilir." Bunun farkında olan düzen, kendi çıkarına hizmet edecek şekilde çocuklarımızı şekillendirmekte, zihinsel ve bedensel olarak adeta kötürüm edip bırakmaktadır. Sistemi daha fazla kar mantığına göre şekillendiren egemenler hiçbir şeye gereğinden fazla kaynak ayırmazlar. Çocuklarımızın eğitimine ve gelişimine de böyle yaklaşırlar. Çünkü amaçları, eğitimli, düşünen, sorgulayan, neyi ne için yaptığını bilen bilinçli bir toplum yaratmak değildir. Tam tersine, düşünmeyen, sorgulamayan, asalak, açgözlü, bencil, tatminsiz, 54 | TAVIR | ARALIK 2012
yoz bireyler yetiştirmektir. Bunun Çocuklarımız daha konuşmayı öğreniçinde ellerindeki tüm araçları kullan- meden televizyon karşısına itiliyor. maktan kaçınmazlar. Renkli cam ekranından verilen usul usul beyin kıvrımlarında yer etmeye Halklarımızın geçmişten gelen olum- başlıyor. Çoğu aile bunun bilincinde lu özellikleri, değerleri yok ediliyor. değildir. Çünkü insanların haber alma, Çünkü bunlar egemenler için gerek- eğlenme ve dinlenme için fazla bir sesiz ayak bağlarıdır. Bu bağları zayıflat- çeneği yoktur. Çocuk "abim bankadan manın, bu bağlardan kurtulmanın yo- kredi alacak, işyeri açacak, hepimiz lunun özellikle çocukları ve gençleri mutlu olacağız" diye düşünmeye kendi ölçülerine göre şekillendir- başlıyor. Ya da "babamın bir toyotamekten geçtiğini biliyorlar. sı olsa..." "Bir cep telefonum, iyisinden bir spor ayakkabım bir kotum Çocuklarımız okullarda gerici, ezber- olsa...her şeyin en iyisi benim olsa..." ci bir eğtime tabi tutuluyor. Sınavlar- Nasıl da herkesi kıskandıracağının dan başını kaldıramaz hale getiriliyor. hayalini kurmaya başlar. Paylaşım, Okul bittiğinde öğretilen bilgilerin dayanışma, yardımseverlik, sevgi, çoğu hatırlanmıyor bile. Çocuklarımı- saygı, çalışkanlık gibi değerler çocuzın yaratıcılıklarının, kişiliklerinin ge- ğun dünyasından neredeyse çıkarılliştirildiği bir kurum olmaktan çok mış durumdadır. Sevginin ölçütü alıuzaktır okul. nan hediyenin büyüklüğü olur. Yani burjuvazi çocuklarımızı "iyi" birer tüDüzen çocuklarımızı sosyalleştirmiyor. keteci olarak yetiştirmek ister.
Çocuklarımızı Gerçek Anlamda Geliştirecek Olan Devrimdir Çocuklara gerçek anlamda halk iktidarlarında önem ve değer verilir. Hem bedensel hem de ruhsal gelişmeleri sağlanır. Onların temel ihtiyaçları ve eğitimleri doğrudan devletin sorumluluğundadır. Çocuklara değer verilir, anne-babalara çocukların eğitimi için yol yöntemler sunulur. Anton Makarenko, çocuk eğitimi üzerine Sovyetler Birliği'nde yaşadığı deneyimleri kitaplaştırmış. Böylece eğitimcilere, anne-babalara ve çocuğun çevresindekilere yol göstermeye çalışmıştır. Günümüzde Makarenko'nun "Çocuk Eğitimi" üzerine yazdıklarını hatırlamakta fayda var. "Çocukların eğitimi ciddiyetle, sadelik ve içtenlikle ele alınmalıdır... Yapmacıklık, samimiyetsizlik, alaycılık eğitim konusundaki çabaları çıkmaza sokar."(1) Çünkü çocuklar bunları hemen fark eder. Onlar küçüklüklerinden dolayı “onlar bilmez, farketmez” diye düşünülmemelidir. Onlar iyi birer gözlemcidirler, öğrenme isteğiyle doludurlar. Büyükler fark etmese de küçükler karşısındakinin davranış ve düşüncelerindeki en ufak değişikliği bile anlarlar. Kendi öğütlerine uymayan büyüklere, değer vermemeye başlarlar. Örneğin bir büyüğü kendinden böbürlenerek söz etmişse, çevresindekilere saygısızca davramışsa bu kişilerin verdiği öğütler çocuk için bir yarar sağlamaz. Yani çocuk önce çevresine bakar. Olumlu ve olumsuz yanlarıyla çevresindekileri örnek alır. Kişiliği böyle şekillenir. "Çocuklarla ilgilenmek büyütülecek, öyle zor bir çaba değildir. Çevresinde-
kiler onları iyi bir şekilde eğitebilirler. Bu konuda büyüklerin "şevk duyması, mutluluk ve neşe dolu bir çaba göstermesi yeterlidir."(2) Çocuklarımızın nasıl bir çevrede bulunup neler yaptığını bilmek gerekir. Onlara belli bir serbestlik tanımakla beraber, onların uyuşturcu vb. yozlukların etkisi altına girmesine de göz yummamalıyız. Bunlarla mücadele edecek yeteneğinin gelişimini sağlayabiliriz. Çoğunlukla küçüklerin büyüklere boyun eğmesi istenir. Büyükler çocukların her denileni yapmasını tercih ederler, hatta bunun için epey uğraşırlar. Ancak bu boyun eğiş sürekli devam etmez ve bir noktada otorite tamamen çöker. Her denileni yapmak zorunda bırakılan küçüklerin iradeleri zayıflatılmış olur. Bu yüzden yanlışa karşı çıkabilecek biçimde eğitilmelidir küçükler. Despotluk edilerek, eziklik yaşatılan çocukların intikamı alacağını söyler Makarenko, ve bu konuda aileleri uyarır.
Onlar, büyüklere göre daha heyecanlıdırlar, ayrıntılı düşünmezler. Çocuklar zamanla büyürler, bilinçlenirler Bu yüzden üzerlerinde sevgiye dayalı bir otorite kurulması en doğrusudur. Abartmamak kaydıyla sevgiyi yansıtan sözcükler ve yaklaşımlar esirgenmemelidir. Çocuklar buna ihtiyaç duyarlar. Abartılı davranışlarıysa fark eder ve hoşlanmazlar. Çocuğun söylenenleri yapmasını sağlamak için hediyeler alınması Makarenko'ya göre yanlıştır. Mesela çevresindekilere saygılı davranması için hediye vaadetmek tam anlamıyla felakettir. Sadece, onu cesaretlendirecek ödüller verilmelidir. Zor bir işi başardığında çalışması zaman zaman ödüllendirilebilir. Çocuklara kimi işlerin yaptırılması faydalıdır. Bunları başaracağına inanıldığı ona farkettirilmesi, güven kazandırılmalıdır. Atılgan ve çalışkan çocuklar yetiştirebilmeliyiz. Çünkü tembellik, çocuk yaşta verilen yanlış eğitim sonucu şeARALIK 2012 | TAVIR | 55
DEVRİMCİ GELECEĞİ DÜŞÜNEREK EĞİTİR-ÖĞRETİR Kurduğumuz ilişkilerle, davranışlarımızla, kazandırmaya çalıştığımız kültürle ve vermeye çalıştığımız eğitimle düzen karşısındaki alternatiflerimizi yaşam içinde somutlamalıyız. Çocuklarımızla ilişkilerimizi de aynı bakış açısıyla ele almalıyız. Düzenin ölçüleri, kalıpları çocukları zehirlemeye devam ediyor. Biz onlara halkın kültürünü aşılamaya çalışmalıyız. Sağlıklı gelişimleri için eğitmeliyiz.
killenir. Çocuğun enerjisini arttırmak ve çalışmadan zevk alma alışkanlığı geliştirmek önemlidir. Yani çalışmaya karşı ilgi uyandırabilirsek tembelliğe kapılmaz. Makarenko'nun üzerinde durduğu bir diğer konuysa "kişinin kendisini feragatetmeye zorlayabilmesi"dir. Çocuk, "kendini yalnızca istek ve arzularının gerçekleştirmesine yöneltiyor, fakat yeteneğini hiç denemiyorsa, asla güçlü bir iradeye sahip olamayacaktır. Nasıl ki, otomobil frensiz olmuyorsa, iradenin gücü de aynen öyledir."(3) Bugün egemenler çocuklarımızın tam da frensiz bir otomobil gibi tüketime yönelmesini istiyorlar. Her şeyin 56 | TAVIR | ARALIK 2012
en iyisine sahip olma arzusunu kamçılıyor. Makarenko çocuklara yaklaşımda tam tersini salık veriyor. çocukların aşırı istekleri yerine aile büyüklerini düşünme ve onlara öncelik verecek şekilde yetiştirilmesini öneriyor. Yeri geldiğinde küçükler bir takım isteklerinden vazgeçebilmeli. Çocuklara yapılacak en büyük kötülük ise; "anne-babalar olarak çocuğu tüm olanaklarımızdan yararlandırıyoruz. Kendi mutluluğumuzdan da ödün veriyoruz" düşüncesidir. Çocuk büyükleri mutlu olduğunda mutlu olabilmeli ki sorumluluk duygusu gelişsin. Makarenko büyüklere sorar: "Eğer 14 yaşındayken ipek elbise giydirmişseniz, 17-18 yaşındaki bir genç kıza nasıl bir elbise giymesini önereceksiniz?"(4)
Çocuklarımızın yaşamları ile iç içe olabilmeli, onlara karşı gerekli özeni göstermeliyiz. Mesela onlarla beraber hayal kurabilmeliyiz. Onları düşünsel ve bedensel faaliyetler yönlendirebilmeli, bunun koşullarını yaratabilmeliyiz. Böylece kolektif bir disiplini, kolektif hareket etmeyi öğretebiliriz. Onlar için etkinlikler, oyunlar düzenleyebiliriz. Onların sorumluluk bilincini geliştirebilecek ufak işler verebiliriz. Bu toprakların kahramanlarını, kültürünü öğretebiliriz. Doğru eğitim ve gelişmeleri için ayrıca ailelerini bilgilendirebiliriz. Eğer kurdun eline kuzularımızı teslim etmek istemiyorsak Makarenko'ya kulak verelim. Her yaş grubundan çocuklarımızla yakından ilgilenelim.o (1)- Çocuk Eğitimi- Anton Makarenko- syf:12 (2)- Age. syf:8 (3)- Age. syf:60 (4)- Age. syf:80 (5)- Yürüyüş Dergisi Sayı: 305
57-59 sana geldik ali_sablon 12/6/12 4:29 PM Page 57
kitap
kitap
dersim dağlarında bir yıldız... ümit zafer
"Gittiler çoktan gittiler Uzak ve ayrı kentlerden gelip Sevdalarını kızıl bir ırmağa verip Tok özgür ve mutlu bir ülke için gittiler Şimdi dağ rüzgarları okşuyor saçlarını Şimdi ırmaklar yakıyor gözlerini Şimdi hınca hınç…" (Ali Yıldız) Zulüm ve sömürüye karşı, kurtuluş umuduna sevdalanmıştır Ali. Ülkenin tablosu açıktır, ortadadır. Bu tablo, karanlıktır. İşte bu karanlığın tonlarıyla örülü olan ve adına hayat denilen bu tabloda yıldız olmayı göze almaktır devrimcilik. Yıldızlar çoğaldığında hayatımızın tablosu da aydın-
lanacaktır. İşte o zaman bizim olacaktır. Ali Yıldız bilir bunları. Bilmek, gereğini yapmaktır. Ali de öyle yapacaktır. Zamanın zifiriliğine karşı "Çıkıp Dersim Dağları"na yıldız olacaktır.
nın zifiriliğine karşı kardeşinden kalan kemikleri alabilmek için çıkıp Dersim meydanına çadır kurarak ölüm orucu yapacaktır. Direniş boyunca, annesi ve kızı da yanıbaşındadır.
Ali Yıldız'ı tanımak, bu ülkeyi tanımaktır. Hem halkın umudunu hem de halkın düşmanlarını… Bakın, Ali Yıldız'dan kalan kemiklere… Ülkeye tutulmuş birer aynadır hepsi.
"Sana geldik Ali" isimli kitap, işte bu süreci anlatır. Bir zamane dervişi olan Hüsnü Yıldız, "Dünyada Direnişle Açılan İlk Toplu Mezarın Güneşi"ni yazmış. İyi de yapmış. Bir halk aydını olarak, bu yanıyla da görevini yerine getirmiş.
Bir toplu mezara gömülmüş olan o kemikten aynaların gün ışığına çıkartılmasını sağlamak için ölüm orucu yapmak gerekecektir. Bugünün Türkiye'sinde... 2011'de... Hüsnü Yıldız, bilir bunları. Bilmek gereğini yapmaktır. Hüsnü de öyle yapar. Zama-
Şöyle diyor Hüsnü Yıldız: "… Yazı yazmayı daha önce denemiş olmama rağmen, süresi belli olmayan bu yolculuğun notlarının nasıl çıkacağı konusunda tereddütlerim vardı. Günlük yaşamdaki her şeyi, bu çadırın ARALIK 2012 | TAVIR | 57
57-59 sana geldik ali_sablon 12/6/12 4:29 PM Page 58
Ve Büyük İnsanlık, bir toplu mezarda bir avuç kemik olarak yıllarca kalabileceğini de bilir. Ki Büyük İnsanlığın büyüklüğü bunu göze almasından gelir. Zulüm ve sömürüye karşı, kurtuluş umuduna sevdalanmıştır Ali. Gözü karalığı bundandır. Ki gözü karalığınız, göze aldıklarınız kadardır. Ve olunca halk sevgisi, devrim inancıyla dağlara çıkacaktır Ali Yıldız. Kuşatılmış hayata umut taşımak için şahan olacaktır.
kuruluş amacına göre yazmak gerekiyordu. Öte taraftan; bulunduğum coğrafya ve bu coğrafyaya özgü düzenlenmiş hayatlar, bana zengin bir kaynak da oluşturabilirdi. Mesele sadece aç kalan bir insanı yazmak değildi. Bu tercihin nedenlerini gün gün arayarak bulmak ve bulduklarını geniş kitlelerle paylaşmaktı." (syf.54-55) Dünyada Direnişle Açılan İlk Toplu Mezarın Güncesi'ni bizimle paylaştığı için, sevgili Hüsnü Yıldız'a şükran… Ve bu direnişin sıra neferi Hasan Beyaz'a bin selam… Victor Hugo, bir yerde diyor ki: "Ölüm karşısında olmayacaksa, nerede yükselir ve nasıl içten olur söz…" Sevgili Hüsnü abimizin güncesindeki sözler de böyledir. İçtendir, bizdendir, onura dairdir. Ölüm karşısında hayatın kulağına yürekten fısıldanmış, zalimin suratına yüreklice haykırılmış sözlerdir. Nasıl olmasın ki, bir toplu mezardaki
58 | TAVIR | ARALIK 2012
kardeşinin kemiklerini alabilmek için, mezar hakkı ölüm orucu için yapanın sözleridir bunlar. Kitabın ana fikri şudur: Teşekkürler Büyük İnsanlık, hala yaşıyordun… Ali Yıldız'ın dağları mesken eyleyen tercihinde… Bir avuç kemik için ölümü göze alanın yüceliğinde… Hasan Beyaz babanın sahiplenmesinde… Dersim'in umutlu insanlarının gözü karalığında… Halkın hukukçusundan bilim emekçilerine, o bir avuç kemiklerin toplu mezardan usulünce çıkartılması kavgasında saf tutanların dayanışmasında… Neslisu'nun, çocuk yaşlarda tanık olduğu bu acıların ortasında erken büyümesinde… Tayad'lı ailelerin "Toplu Mezarlar Açılsın" kararlılığında… Yaşıyor işte Büyük İnsanlık… Büyük İnsanlık, ancak böyle yaşar zaten… Büyük İnsanlık, ancak böyle yaşatılır… Ve Büyük İnsanlık, ancak böyle yaşanır…
Kardeşinin kalbinden geçenleri bilir Hüsnü. Gerisini de, kitabın satırlarında şöyle anlatır: "…Hissediyordum, şahin kanatlanacak uçacak gör bu aralar… Hem içelim hem konuşalım yemekte dedim. Oturduk köhne bir meyhaneye. İkimizin de alkol bağımlılığı yok. Halk deyimiyle bir ufak söyledik. Doldurduğumuz ilk kadehler hiç bitmedi… Sana devrimcilik yapma demiyorum. Mücadele etmenin kaç tane yolu var; başka bir alanda olursan eğitimini de devam ederek yapabilirsin dedim… " Abi çok fazla düşündüm ve bir çok şeyi yapmaya çalıştım bu arada. Hiçbir şey gitmeme engel teşkil etmez. Annem, babam, ablalarım ve sen; hepinizi çok düşündüm. Fakat gitmeliyim. Sen akıllı ol" dedi. O bana giderken " Sen akıllı ol" dedi ve gitti. Dersim dağlarına; Pir Sultan'ın, Seyid Rıza'nın, Mahirler'in sesinin geldiği yöne doğru doruklara gitti… "(Syf:19) Gider Ali. Böyledir bu. Bilinç çıkar önce dağlara. Şehirler dar gelir artık yürek denilen o müthiş bilince. "Alnında yıldızlı bereyle", zorbalığın newroz ateşleri yakanlardan alır Ali. Dövüşürler, zulme karşı dövüşmeyi onur bilerek. Kütüklüklerinde hıncımız, yüreklerinde umudumuz ve mataralarında ab-ı hayat ile o özgür ve
57-59 sana geldik ali_sablon 12/6/12 4:29 PM Page 59
mutlu ülkenin, adına yarın denilen zamanın yoluna can döşerler. Gerisini, Hüsnü abimizden dinleyelim:"… Çatışma ortamı olmadan, tank ateşiyle Dersim Aliboğazı mevkiinde 17 yurtsever ve yoldaşı Mehmet Ali Aslan ile birlikte şehit olur. Yıldızını kana bularlar, yetinmez ölüsünden korkarlar. Bir de ana yüreğinden… Saçlarını son kez okşamasını istemezler. Adına toplu mezar denilen yere koyarlar. Dersim'in bağrında bir ateş gibi yanar 14 yıl boyunca. Dağlarında çiçek açar, kanatlanır, haykırmaya devam eder…" Duyar o haykırışı Hüsnü Yıldız. Duyar 1977'den bu yana. Duyar tam 14 yıl boyunca. Duyar ama bilemez nerede bulacağını. Ta ki 17 Ocak 2011'de Fırat Haber Ajansı'nın geçtiği bir haberde kardeşinin de ismi vardır. Toplu mezarın açılması için gereken başvuruları hemen yapar Hüsnü Yıldız. Ali'nin cenazesini almak ve sorumluların yargılanması için savcılığa başvurur. Ve bekler. Günler, haftalar, aylar geçer ama toplu mezarı açıp cenazeleri vermezler. Bu durumda ne yapılacaktır? Başvurulan makamlar Mısır'daki sağır sultana kesilmişlerse… Ne yapmalıdır Hüsnü Yıldız? Büyük İnsanlık ne yapacaktır? Cevap şudur: 10 Haziran 2011 tarihinde, Dersim'in orta yerinde direniş çadırı kuran Hüsnü Yıldız, ölüm orucuna başlar. Ya kardeşinden kalan o bir avuç kemiğin mezar hakkını sağlayacak ya da ölecektir… İşte Büyük İnsanlık budur. O toplu mezar oradayken bu gerçekliğe kör kalmamaktır. Hüsnü Yıldız'ın iki çocuğu vardır. O
klişe ifadeyle söylersek, bir hayatı vardır. Çoğu kişinin vazgeçilmez saydığı bir çok şeye o da sahiptir.ama onur denilen, vicdan denilen, hınç denilen değerlere sahiptir. Yıllar önce kardeşine "mücadele etmenin kaç tane yolu var" demişken, mücadelenin aslında tek bir yolu olduğunu yaşayıp görerek çıkar açlık yolculuğuna. Hüsnü Yıldız, kardeşinden kalan o bir avuç kemik için önce ölümü göze aldı, sonra da direnişiyle sonuç aldı. Toplu mezarı açtırdı. Direniş zaferle sonuçlandı. Büyük İnsanlık, bir kez daha kendisini kazandı.
ra çıkarak onu yüceltiyoruz. Ki kanımızla, açlığımızla, kavgamızla "Büyük İnsanlık Asla Kaybetmez" yazıyoruz tarihe. Hüsnü abi'mizin "Sana Geldik Ali", kitabında anlatılan Bizim Hikayemizdir. Burjuvazinin bireycilik kuşatmasına, bencilliğine yozluğuna, korku ve haz alışkanlıklarına; faşizmin zoruna, zorbalığına halkın devrimci değerleriyle, direnişle nasıl bir tokat vurulduğunun, vurulabileceğinin hikayesidir bu. Bizim hikayemizdir… o
Hem halkın kültürü hem de mevcut yasalar dahi, o toplu mezarın derhal açılmasını gerektirirken, bunu yapmadılar. Ya buna boyun eğeceksiniz yada ölümü göze alarak direneceksiniz. Söz konusu olan "ileri demokrasi" gerçekliğidir.
Bu kitap, gözlerden uzak bir çukurda kaybedilmek istenen Ali Yıldız’ın yalnız ve kimsesiz bırakılmadığını ve Büyük İnsanlığın ölmediğini ve ölmeyeceğini anlatıyor. Halk düşmanları, Büyük İnsanlığı gömmek için toplu mezarlar açıyorlar. Biz ise dağlara ve meydanla-
ARALIK 2012 | TAVIR | 59
kitap kitap
göz görmez, bilinç görür gündüz çetin
Gerçekçilik, bireyi iyice ihtiyarlamış olan dar görüşlülük ve bireycilikten sosyalizme varan yolda, gelişmenin süreci içinde ele alırken onu yalnız bugünkü haliyle değil, yarın olması gerektiği ve olacağı biçimiyle de ele alırsa görevini yerine getirebiMehmet Özer hazırlamış. Tavır'a lir.” da emek veren bir fotoğraf sanatçısı ve şairdir Mehmet Özer. Çalış- Gorki'nin de tarifi ile, halka karşı malarını Ankara'da, Toplumcu Ger- görevinin sınırları çizilmiş olan Mehçekçi Belgesel Fotoğrafçılar Atöl- met Özer de “an”ları ölümsüzleştirip, yesi'nde eğitmenlik yaparak sür- onlara şarkılar yaparak tutuyor hadürüyor. Söz konusu olan toplum- yatın ve mücadelenin nabzını. cu-gerçekçilik olunca Maksim Gorki'ye değinmeden geçmek olmaz. “Fotoğraf ve şiir” diyor Mehmet Mehmet Özer de geçmemiş kitap- Özer, “yaşamı savunmanın; yeniden üretmenin en etkili aracı. Tüm intan anlaşıldığı kadarıyla. sanlıkla kullandığım ortak dil. İtiraToplumcu-gerçekçi sanat anlayışını zımın dili, sevginin, paylaşımın dili.” kuran Gorki'nin; böylece sanata bir görev yüklediğini, sanatın gör- Albüm-kitabın önsözünde kendini evinin emeğin mücadelesine omuz anlatırken söylüyor bu sözleri. Ve vermek olduğunu vurguluyor Meh- sayfaları karıştırmaya başlar başlamaz karşılaştığımız ilk fotoğraf – met Özer de. Diyor ki Gorki: Bir fotoğraf albümü elimizdeki, albüm-kitap. Gözüyle değil, bilinciyle gören bir sanatçının, yine bilinciyle gören aydınlarca yorumlanmış fotoğraflarının yer aldığı bir albümkitap.
60 | TAVIR | ARALIK 2012
Malum gözle değil bilinçle bakıyoruz biz de!– sevgili Zehra'nın fotoğrafı. Tavır okurlarının da tanıdığı bu fotoğraf, yukarıdaki sözlerin imzası gibi duruyor. Fotoğrafın da, şiirin de, üretimin de gerekçesini kendi kendine anlatıyor çünkü o ölümsüz an... Fotoğrafın yanında da Mehmet Özer'in yüreğinden kalemine süzülüp seslenişi, “sevgili kızı” Zehra'ya. BAŞARDIN KALBİM Başardın kalbim Büyük bir suç işledin Bağışlanmanı isteme sakın Aldanma ölgün yıldızlara Başka bahar bekleme artık Yolun sonundasın Başardın kalbim Güzel bir suç işledin Limansız kara sulara çık Ne sirenlerin ezgili sesi Ne bir tek gemici feneri
Göğsünde ay fotoğrafları Ufkun kalbindesin Başardın kalbim Şarkılar söyle sulardan Şiirler yaz Ferhat kıskansın seni Kerem seni Başardın Yelken aç yeryüzünün kirpiğine Dönersen şarkılarla döneceksin Dönmezsen şiirle gömüleceksin Başardın. “Fotoğrafçı” diyor Mehmet Özer; “Fotoğrafın hangi alanı ile ilgileniyorsa ilgilensin, fotoğraflarında parmak izleri vardı. Dünyamızı algılama biçimimiz, hayat karşısındaki duruşumuz bizim fotoğraf tarzımıza, fotoğraflarımıza da yansır. Gerçekten fotoğraflar anlatmış onları çekenin nerede durduğunu. Bir şeyin karşısına geçerek, onun yanında olabildiğin tek şey fotoğraftır. Mehmet Özer; direnişlerde işçilerin, yangınlarda semah dönenlerin, açlıklarda hapishanelerde direnenlerin yanında olmuş... Bir bakıyoruz plastik çekici ile dünyaya kafa tutan maden işçisinin çocuğunun yanında; bir bakıyoruz Tekel işçilerinin çadır kentine gelmiş, onların çocuklarının yanında... Bir bakıyoruz sazı parçalanmış Pir Sultan var karşımızda; bir de bakıyoruz yerden doğrulmuş da “kahrolsun faşizm” diye yürüyen binlerce yeni Pir Sultan... Bir bakıyoruz 12 Eylül karanlığını bir meşale olup – hapishanelerden – dağıtan Apo, Fatih, Hasan ve Haydar
var... Bir de Armutlu'da tecrite karşı direnen Zehra, Canan...
Mehmet Özer'in anlatımının son cümlesi de şöyle:
Geçmişimiz ve geleceğimiz hep iç içe o karelerde. En çok hissettiğimiz bu diyor bakarken... 11 yıl sürmüş bu albüm-kitabın hazırlığı. Dünya tarihindeki en uzun ölüm orucu direnişinin (2000 - 2007 Büyük Direnişi) de içinde olduğu 11 yıl... Albüm-kitabın kapağında yer alan “Umudun Gözleri” anlatıyor, geçmişle geleceğin arasındaki bağın, özünde umut olduğunu. Onurlu, apaçık ve ileriye bakan gözler. Bizim gözlerimiz... Cizre'de çocuk direnişçi ya da Ostim'de çocuk aşçı olmanın aslında aynı olduğunu anlatıyor fotoğraflardaki gözler.
“Bu kitabın oluşmasında ben sadece bir neferim; asıl hazırlayıcı – dostlarım, hayatı yaratan emekçiler ve büyük bir feda ruhuyla adaletsizliğe karşı halkın itirazını örgütleyen devrimcilerdir.” İşte bu yüzden göz değildir gören, bilinçtir. (Göz Görmez Bilinç Görür / Mehmet Özer / NotaBene / Ankara, Mayıs 2012) o
ARALIK 2012 | TAVIR | 61
62-64 haber_29-30 ellerimi tut 13.12.2012 09:16 Page 62
haberler
haberler
Grup Yorum Türküleriyle Meydanlarda
Grup Yorum Halktır, Hapsedilemez Grup Yorum elemanları Selma Altın ve Dilan Balcı’ya denetimli serbestlik kararına ilişkin ev hapsi verilmesinin ardından Grup Yorum tarihi boyunca olduğu gibi yine Türküler Susmaz Halaylar Sürer diyerek eylemliliklerine başladı. Çağlayan Adliyesi önünde gerçekleştirilen basın açıklamasından sonra Şişli Mecidiyeköy’de AKP binası önünde de türkülerini söyleyen Grup Yorum, türkülerin hapsedilemeyeceğini ve her koşulda halkın dilinde olacağını haykırmak için İdil Kültür Merkezi önünde basın açıklaması ve konserler düzenledi.
Grup Yorum üyeleri ve dinleyicileri 14 Kasım’da Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi önünde Dilan Balcı ve Selma Altın’a verilen ev hapsi cezalarına itiraz için basın açıklaması yaptı. Hukuksuzca dayatılan ev hapsi ve elektronik kelepçe uygulamasına karşı tüm halkı umudun türkülerini sahiplenmeye çağırarak “Biz Bu Kararı Tanımıyoruz!” diyen Grup Yorum’a Çağdaş Hukukçular Derneği ve Kutup Yıldızı müzik grubu da destek verdi. Basın açıklamasında Grup Yorum elemanları bugün burada yalnızca Selma ve Dilan için değil, devlet tarafından sipariş edilen 20 bin elektronik kelepçenin uygulanacağı, eve hapsedilmek istenen bir halk için bulunduklarını, bu uygulamanın tamamen hukuksuz olduğunu söyledi. Ayrıca Grup Yorum elemanları yasal bir hak olan basın açıklamasına katılmanın sonucunun tutuklama ve ev hapsi olmasının tamamen yasalara aykırı bir durum olduğunu ifade etti. Çağdaş Hukukçular Derneği İstanbul Şube Başkanı Taylan Tanay yaptığı konuşmada çıkarılan 3. yargı paketinin yalnızca 7 Tip’li öğrencinin katillerinin tahliyesine yaradığını ve Grup Yorum elemanlarının bu yargı paketine göre ev hapsine mahkum bırakıldığını ifade etti. Taylan Tanay konuşmasında Grup Yorum’a verilen cezanın son derece akıl dışı olduğunu, konut terk etmeme ve yurt dışına çıkış yasağının yasanın mantığını ortaya koyduğunu belirtti. Tanay, normal koşullarda evini terk edemeyen bir insanın yurt dışına çıkış yasağına da çarptırılmasının bu akıldışılığını ortaya koyduğunu ifade etti. Konuşmaların ardından Grup Yorum “o duvar duvarınız/vız gelir bize vız” diyerek türkülerini söyledi. Grup Yorum’un türküleri halaylarla devam etti. Basın açıklamasının bitiminde avukatlar savcılığa girerek itiraz talebinde bulundu. o
62 | TAVIR | ARALIK 2012
4 hafta boyunca gerçekleştirilen dinletilerde halkın yoğun ilgisinin yanı sıra avukatlar ve aydın sanatçılar da Grup Yorum’u yalnız bırakmadı. Ezel Akay, İbrahim Karaca, Ruhan Mavruk, Niyazi Koyuncu, Adile Yadırgı, Pınar Aydınlar, Yaşar Kurt, Mehmet Esatoğlu, Hilmi Yarayıcı, İlhan Cihaner, Aykut Aydoğdu, İsmail Hakkı Demircioğlu ve Haluk Çetin eylemlerde bulunarak Grup Yorum’un susturulamayacağını ve tarih boyunca Grup Yorum’un bu tarz baskılara karşı direndiğini ifade etti. Grup Yorum ve aydın sanatçılar 26 Kasım’da Çağlayan Adliyesi’nde görülecek mahkemede Grup Yorum’un 110 yılla yargılanmasını protesto etmek için herkesin o gün bulunduğu yerde Grup Yorum dinlemesini ve türkülerin 110 yılla yargılandığı 26 Kasım gününü Grup Yorum günü ilan edilmesi çağrısında bulundu. 26 Kasım saat 10:30’da gerçekleşen mahkeme öncesi ise Çağlayan Adliyesi’nin önü adeta konser alanına döndü. Grup Yorum elemanlarının gitarlarını ve bağlamalarını zincirleyerek adliye önüne koydu. Zincirlenen enstrümanların etrafında buluşan Grup Yorum dinleyicileri okunan basın açıklamasının ardından halaylarla marşlarla mahkemenin sonuçlanmasını bekledi. Efkan Şeşen, Nur Sürer, Pınar Aydınlar, Ercan Aydın,İbrahim Karaca gibi sanatçıların da katıldığı mahkeme 2 Nisan 2013 tarihine ertelendi. o
62-64 haber_29-30 ellerimi tut 13.12.2012 09:16 Page 63
GRUP YORUM Duyurular 4 Seçkin Aydoğan 5 Aralık’taki Mahkemesinden Serbest Bırakılmadı. Nurtepe’de katıldığı bir basın açıklamasında gözaltına alınıp tutuklanan Grup Yorum üyesi Seçkin Taygun Aydoğan yaklaşık bir yıldır Tekirdağ F Tipi Hapishanesi’nde tutuluyor. Seçkin’in 3. mahkemesi 5 Aralık’ta Çağlayan Adliyesi’nde görüldü. Grup Yorum, dinleyicilerini aydın ve sanatçı dostlarını Grup Yorum üzerindeki baskılara hayır demek için toplandığı Çağlayan Adliyesinde duruşma saat 6 da başladı. Hakim Seçkin Aydoğan’ın tutukluluğunun devamına ve bir sonraki mahkemenin 26 şubatta olmasına karar verdi.
4 Grup Yorum İstanbul Konseri 16 Aralık’ta Devrimci İşçi Hareketi “İşçi Direnişlerini Büyütelim Kazanalım” şiarıyla 16 Aralık Pazar günü saat:14:00’te Bağcılar Olimpik Spor Salonu’nda bir konser düzenleyecek. Konserde Grup Abdal, Hüseyin Turan, Niyazi Koyuncu Eyüp Haklar Derneği Müzik Grubu ve Grup Yorum sahne alacak. Sinevizyon, koro, ve tiyatroların da olacağı etkinlikte işten atılan ve işlerini direnerek geri kazanan işçiler de yer alacak. o
GRUP YORUM günce 428 Ekim, Yurt dışı turnesinin ilk durağı olan Frankfurt'ta "Irkçılığa Karşı" gerçekleştirilen konser ile 1000 kişiye seslendi. 4 4 Kasım, İnsburg'da gerçekleşen konser ile 1200 kişiye seslendi. 4 11 Kasım, İsviçre'nin Basel kentinde düzenlenen coşkulu konser ile 2000 kişiye seslendi. 4 16 Kasım, İzmir İsmet İnönü Kültür Merkezi'nde gerçekleşen coşkulu konser ile 1000 kişiye seslendi. 423 Kasım,Antalya Cam Piramit'te 3.000 kişinin katılımıyla coşkulu bir konser gerçekleştirildi. Grup Yorum türkülerini konserden bir gün evvel Antalya'da tutuklanan yedi devrimci için söylediğini ifade etti. 4 24 Kasım, Ankara'da Devrimci Mücadelede Mimar Mühendisler'in (DMMM) tutuklu bulunan mühendisler Barış Önal ve İlhan Kaya için düzenledikleri gecede 2.000 kişiye seslendi. 426 Kasım, Grup Yorum elemanlarının 110 yıl istemiyle yargılandıkları dava öncesi Çağlayan Adliyesi önünde gerçekleştirilen basın açıklamasında dinleyicileriyle birlikte türkülerini seslendirdi. 4 4 Aralık, Tekirdağ F Tipi Hapishanesi önüne giderek, Seçkin Aydoğan'ın 5 Aralık’ta gerçekleşecek mahkemesi öncesi türkülerini seslendirdi. o
F Tipi Film 21 Aralık’ta Vizyonda Grup Yorum’un projelendirdiği ve iki yıldır çalışmaları sürdürülen F Tipi Film 19 Aralık’ta Beyoğlu Atlas Sineması’nda gerçekleştirilecek galanın ardından 21 Aralık’ta tüm Türkiye’de vizyona girecek. Avrupa’da da galası yapılması planlanan film bilindiği üzere 9 yönetmenin çektiği tecriti anlatan 9 kısa filmden oluşuyor. Sırrı Süreyya Önder, Ezel Akay, Barış Pirhasan, Hüseyin Karabey, Aydın Bulut, Vedat Özdemir, Mehmet İlker Altınay, Reis Çelik’in yönetmenliğini yaptığı filmler 19 Aralık 2000 katliamından sonra kurulan F Tipi Hapishanelerini ve uygulanan tecrit zulmünü anlatıyor. o F Tipi Film’in teaserlarını ve fragmanını belirtilen adreslerden izleyebilirsiniz. www.ftipifilm.com www.facebook.com/ftipifilm www.twitter.com/ftipifilm
ARALIK 2012 | TAVIR | 63
62-64 haber_29-30 ellerimi tut 13.12.2012 09:16 Page 64
haberler haberler kısa... kısa... kısa... kısa.. kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa...kısa... kısa...
4Tavır Dergisi Tiyatro Önlerinde Dergimiz Tavır’ı okuyucularına ulaştırmaya devam ediyoruz. Eylül sayısını Harbiye Muhsin Ertuğrul sahnesi önünde, Ragıp Yavuz’un yönettiği Ateşli Sabır oyunun galasının ardından dağıtırken, Ekim-Kasım sayılarını da Bilgesu Erenus’un yönettiği Arka Bahçe oyunundan sonra okuyucularımıza ulaştırdık. Tiyatro önlerinde, mahallelerde, dergimizi okuyucularına ulaştırmaya devam edeceğiz. 4Tüyap Kitap Fuarı’nda Hüsnü Yıldız’ın İmza Günü Bu yıl 31.si düzenlenen Tüyap Kitap Fuarı’nda Boran- Haziran Yayınları ile İdil Kültür Merkezi standları hazır bulundu. Okuyucuların yoğun ilgi gösterdiği standlarda kardeşi Ali Yıldız’ın kemiklerine ulaşabilmek için toplu mezarların açılması talebiyle ölüm orucu direnişinde bulunan ve sonucunda toplu mezarlardan kardeşi Ali Yıldız’a kavuşan Hüsnü Yıldız direniş sürecini ve kardeşini anlattığı kitabı Sana Geldik Ali’yi fuar boyunca imzaladı. 4Ken Loach onur ödülünü reddetti Ken Loach, ihaleyle insan çalıştıran Torino Film Festivali’nin düzenleyici kurumunu protesto ederek kendisine verilen büyük ödülü reddetti. Ken Loach, festivali düzenleyen Ulusal Sinema Müzesi’nde, işçilerin taşeron şirket aracılığıyla çalıştırılmasını ve güvencesiz-düşük ücretle çalışmaya direnen işçilerin işten çıkartılmasını görmezden gelemeyeceğini açıkladı. 4Sanatçılar Girişimi: Tiyatrolar Bizimdir Sanatçılar Girişimi, Muammer Karaca ve Duru Tiyatro'nun gösteriye kapatılmasına karşı açıklama yayınladı. Açıklamada, "Tüm tiyatro salonları bizimdir, hepimizindir" denildi. Muammer Karaca ile Duru Tiyatrosu'nun somut olma-
64 | TAVIR | ARALIK 2012
yan gerekçelerle gösterime kapatılması tepkilere neden oldu. Sanatçılar Girişimi yayınladığı açıklamada, "muhafazakar sanatın meyvelerini vermeye başladığı" yönünde gelişmeleri değerlendirdi. 4Rojda Gözaltına Alındı Şarkıcı Rojda 24 Kasım’da Almanya’ya giderken Atatürk havaalanında pasaport işlemleri sırasında Siirt’te devam eden bir soruşturmada ifade vermediği gerekçesiyle gözaltına alındı. Rojda ertesi gün serbest bırakıldı. 4Tiyatro Sanatçısı Fethiye Sezer Vefat Etti 42 yıl boyunca İBB Şehir Tiyatroları’nda çalışan, çok sayıda oyunda rol alan emekli sanatçı Fethiye Sezer, 20 Kasım Salı günü yaşama veda etti. Fethiye Sezer'in cenazesi, 21 Kasım 2012 Zincirlikuyu Camii'nde kılınam ikindi namazını müteakip Zincirlikuyu Mezarlığı'nda toprağa verildi. 4 Kültür Merkezi’nde Türkü Günleri Başladı Trakya Kültür Merkezi’nin kurulduğu 2007 yılından bugüne özellikle kış aylarıyla gelenekselleşen faaliyeti Türkü Geceleri bu yıl da bahara kadar aylık olarak yapılacak.18 Kasım 2012 Pazar günü saat 19.00’da Türkü Geceleri’nin ilki gerçekleştirildi. 4Sedat Selim Ay 23 Gazeteciyi Şikayet Etti Temmuz 2012’de İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi’nin başına getirilen ve hakkında birçok işkence ve tecavüz iddiaları bulunan Sedat Selim Ay kendisi ile ilgili haberler yapan toplam 23 gazeteciyi savcılığa şikayet etti.
4Grup Yorum Korosu’ndan Güney Güzelkara Tutuklandı 20 Kasım Salı sabaha karşı Antalya başta olmak üzere İstanbul, Kocaeli, Burdur, Malatya, Kahramanmaraş Aydın ve İzmir'de AKP'nin polisleri tarafından evler basılarak 13 kişi göz altına alınmıştı.Gözaltına alınan 13 kişi 23 Kasım Cuma günü öğle saatlerinde mahkemeye çıkartıldı. Antalya Adliyesinde görülen davada aralarında Grup Yorum korosu öğrencisi Güney Güzelkara’nın da bulunduğu 7 kişi tutuklanırken, geri kalan 6 kişi “yurtdışı yasağı ve denetimli serbestlik” ile serbest bırakıldı. 4Cengiz Gündoğdu’nun Estetik Kalkışma Kitabı Çıktı Cengiz Gündoğdu’nun yeni kitabı Estetik Kalkışma İnsancıl Yayınları’ndan çıktı. Roman ve Öykü’nün nasıl yazılması ve nasıl okunması gerektiği üzerine yazılmış olan kitap yazarı kitabın, Türkiye’de yazını estetik değerden düşüren yazar-okur ikilisine karşı estetik bir kalkışma olduğunu ifade ediyor. 4F Tipi Film Hakkında Söyleşi Yapıldı Kamu Emekçileri Cephesi 10 Kasım 2012 Cumartesi günü saat 10.00'da Eğitim Sen İstanbul 3 No'lu şubede buluştu. 60 kişinin katıldığı kahvaltının ardından Grup Yorum üyeleriyle "F Tipi Film"hakkında söyleşi yapıldı. Söyleşide F Tipi Film'in hazırlık sürecindeki kolektif çalışma anlatıldı. 4İdil Tiyatro Atölyesi’nden Yeni Oyun İdil Tiyatro Atölyesi, Grup Yorum’a uygulanmak istenen ev hapsini anlatan “Bedavadan Ev” isimli oyunlarını, 2 Aralık Pazar günü İdil Kültür Merkezi önünde gerçekleştirilen basın açıklamasında oynadı. Hakkını arayanların nasıl ev hapsi ile cezalandırıldığını mizahi bir dille anlatan oyun izleyenlerden bol alkış aldı. o
aralikkapak.indd 3
12/6/12 12:35 PM
aralikkapak.indd 4
12/6/12 12:35 PM