Ekimkasim2013

Page 1



01 merhaba_sablon 11/3/13 6:53 PM Page 9

Merhaba,

Sahibi Tavır Yayınları adına Bahar Kurt Genel Yayın Yönetmeni Gamze Keşkek Sorumlu Yazı işleri Müdürü Yeliz Yılmaz Yayın Danışmanı Veysel Şahin Yazışma Adresi İstanbul Mahmut Şevket Paşa Mah. Mektep Sk. No: 4-B Okmeydanı - Şişli - İstanbul Tel: (212) 238 81 46 Fax:238 82 49 e-posta: tavir2007@gmail.com www.tavirdergisi.org Ankara İdilcan Kültür Merkezi Eski 1. Cadde 636. Sk. No: 207/2 Tel: 0 541 336 65 37 Hesap no (TL) 1042-0596147 Gamze Mimaroğlu İş Bankası Parmakkapı/İST Hesap No (EURO) 1042-0129062 Gamze Mimaroğlu İş Bankası Parmakkapı/İST Fiyatı (DÖVİZ) Almanya: 5 Euro Fransa: 5 Euro Hollanda: 5 Euro Avusturya: 5 Euro İsviçre: 7,5 Frank İngiltere: 4 Sterlin Posta Çeki Hesap No Selma Altın 515 72 82 Baskı Ezgi Matbaa Sanayi C. Altay Sk. No: 10 Çobançeşme/İstanbul Tel: (0 212) 452 23 02 Yayın Türü: Yerel Süreli

Sonbahara girdiğimiz şu günlerde umudumuz çiçek çiçek açıyor bir kez daha, zulmün olduğu her yerde adalet arayışı da bitmiyor. Halk, hesabını sormak istiyor, hesabını soruyor. Biz hiç yenilmedik, biz hiç umudumuzu yitirmedik. İşte bu gördüğünüz gümbür gümbür kavgadır, bizi biz eden... Günler ağır, günler ölüm haberleriyle geliyor. Uyuşturucu ve yozlaşma yoksul mahallelerimize sokulmaya çalışıldı yıllarca ve bunun karşısında devrimciler durdu daima. İşte bir kez daha devrimciler karşı koyuyor çetelere ve bir fidan düşüyor toprağa 21'inde, kahpenin 6 kurşunu ile... Hasan Ferit onun adı ve şimdi Hasan Ferit, ölümsüzlüğün sloganı, dillerde bir yenilmezlik ezgisi... Hasan Ferit'i anlatıyor arkadaşları dergimizin sayfalarında... Ve Eylül zamanı bir can daha düşüyor toprağa... Halktan yana sanat yapan, halkın içinde olmaktan bir kez dahi vazgeçmeyen Tuncel Kurtiz ayrılıyor aramızdan. Onu anlatıyoruz bu sayımızda filmleri ve onurlu aydın duruşuyla... Grup Yorum, Halkın Elleri diyor 28.yılında. Kolektif bir çalışmayla faşizmin her türlü baskısına rağmen çıkıyor Halkın Elleri albümü. Bu sayımızda röportaj yaptık Grup Yorum'la, albüm sürecini ve baskıları kendileri anlatıyor... Neşet Ertaş'ın vefatının birinci yılında devlet tarafından bir tören düzenleniyor. Formaliteler, yalanlar, dolanlar, başbakanın sanatçıları eşliğinde. Bunu anlatıyoruz... İstanbul'un orta yerinde işçi sınıfının onurlu tarihine bir halka daha ekliyor Kazova direnişçileri. Bu sayımızda onlarla röportaj yapıyoruz ve patronsuz üretimin serüvenini bir de onlardan dinliyoruz. Devrimcilik, devrimci sanatçılık bedel istiyor bizim ülkemizde. Namuslu olmak ne zor şeymiş meğer diyen Sabahattin Ali'lerden devraldığımız bayrağı onurla taşımanın mücadelesini veriyoruz. İşte bu yüzden bir kez daha sahne değil, sanık sandalyesi yerimiz. Dergimiz Genel Yayın Yönetmeni Gamze Keşkek'in ilk mahkemesi görüldü 10 Ekim'de, fakat tahliye edilmedi. Bir kez daha faşizmi yargıladık, faşizmin mahkemelerinde. Gamze, savcıyı, hakimi seyirci yaparak mizahın diliyle, devrimciliğin diliyle mahkum etti onları kendi sandalyesine. Yine haklılığımızla biz dimdik dururken, onlar eğiktiler tüm haksızlıklarıyla, onursuzluklarıyla. Bir sonraki sayımızda görüşmek üzere... Dostlukla...


02 icindekiler_29-30 ellerimi tut 11/3/13 8:38 PM Page 30

3

4

5

7

9

10

11

13

15

17

19

20

22

23

26

28

29

30

GÜNCEL hazal kara paylaşmasaydık başkalarıyla GÜNCEL grup yorum hasan için MEKTUP deniz ekin mahallene hoşgeldin ferit ÖYKÜ gürhan torun uyanacağım DENEME hazal kara benim adım ahmet atakan DENEME ümit ilter yüreğim delikanlı GÜNCEL sinan gümüş tuncel kurtiz DENEME ümit ilter sevinç bir eylemdir DENEME harun ezel duvarların ardında bir çift göz DENEME can tuna uyan berkin seninleyiz DENEME sanat meclisi sanatçılar meclis kuruyor MEKTUP hüsnü yıldız devrimci avukatlara saygıyla DENEME ebru timtik kendi rüzgarımızı kendimiz yapacağız RÖPORTAJ tavır ipin ucunda yeşeren rüyalar RÖPORTAJ tavır bahar kurt’la röportaj DEĞERLERİMİZ deniz ekin güvenmek KELİMELERİN DİLİ tavır müdahale AYIN FOTOĞRAFI

31

33

34

35

37

39

41

43

44

47

49

51

53

55

57

60

62

DENEME grup yorum umudun çocukları orkestrasını kuruyoruz DENEME leyla güney bir çocuktun sen ŞİİR samih el kasım haykıracağım RÖPORTAJ tavır grup yorum’la röportaj GÜNCEL mete yılmazer “gönül dağı” DENEME serkan fişek marjinal arıların gerçek öyküsü DENEME ümit ilter yarına yürümek ŞİİR baran sertoğlu açlık treni MAKALE taylan güler bizim de günümüz gelecek ÖYKÜ nilay fırat dönüş yolu ÖYKÜ zerrin ege zeliş ve balkabağı ÖYKÜ parmaklığın ardı sanattır mehmet esatoğlu DENEME gökçe seval hanene huzur dolsun DİZİ hasan bakır sofraya bir tabak daha KİTAP serkan fişek soba, pencere camı ve iki ekmek istiyoruz SİNEMA doğan muratlı ilk öğretmen HABER


3 muharrem_sablon 11/3/13 6:59 PM Page 3

güncel

güncel

paylaşmasaydık başkalarıyla... hazal kara

Elimde bir kağıt... Kimbilir nereden düştü önüme. Nerede, kimi düşünüp not aldım. Sanki yüreğimin içindeki o koca ailenin bir yiğit evladı gibi süzülüp acı bir doğum sancısıyla çıkagelmiş satırlar. Ve bir defterin en arka sayfasına ilişmiş Nazım'ın sözleri. Sabırla beklemiş olduğu yerde. Şimdi tekrar okuyorum ne yazdığını o kağıtta. Diyor ki Nazım; Benim kuvvetim bu büyük dünyada yalnız olmayışımdadır. Bu yüzden dostlar ki bir kere bile selamlaşmadık. Aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz. Düşmanlar ki kanlarına susamışım, kanıma susamışlar. Öfkeleyle çıktı Muharrem sokağa. Berkin'in talimatıydı aldığı. 6 şehidin hesabını sormaya gitti o şehre. Zulmün kalesini yıkmaya gitti. Ki bize armağan ettiği son sözlerinde de görüyoruz öfkesini; “Ölene kadar elimden düşürmeyeceğim silahımı”diyor. Ve düşüyor yollara... Sadece kendisinin değil tüm halkların öfkesi var çıkınında. Ve hasret biriktirmiş bolca... İçinde vatan kokusu, dut ağacı, sevdiceği, yol-

daşları, bütün yoksul çocuklar! Gaz bombası fişeğiyle kafasından vurulanlar da var orada... Ve yozlaşmaya karşı savaştığı için kurşunlanan Hasan Ferit’ler de... Bu öfkeyle çıkıyor Muharrem sokağa... Ankara'nın orta yerinde bir gece vakti dikiliyor zalimin karşısına. Ki halkın savaşçıları uyarılarını yapmıştı çoktan. Gün bizim, gece bizim her an her yerdeyiz demişlerdi. Anladım ki o gece kanına susamış düşman. Nasıl da azgınca saldırıyor. Oysa bizim tek bedenimiz var o akşam. Onlarsa binlerce... Ve azgınca koşuyor itler kokunu aldıkları yere. Yürüyerek aşıyorsun sen yolunu onlar senin kararlılığını aşabilmek için tüm Ankara'ya uykuyu haram ediyor, düşüyorlar peşine. Öldürmek istiyorlar seni. Çünkü sen halkın adaletisin. Tam karşılarındasın. Savaşıyorsun. Hala durduramıyorlar seni. Tek değilsin yanında yoldaşın var. Yanında Melek var. Melek senin sevdiğin, eşin, içinde taşıdığın Melek. ‘Onun yerine de savaşıyorum’ dediğin Melek. O gün Ankara'dasın ve Melek'in yanında, seninle... Her adımında bu büyük sevgiyi de yanında taşıyorsun. Daha sıkı sarılıyorsun silaha. Ve adımlarken dönüş yolunu şu dizeler var

aklının bir yerinde... Sınırlamıyor beni sevda yalnız senin görüntünle. Ne sendeki güzelliğe bağımlı ne benim duygularıma tutsak birlikte omuzladığımız dünya. Zincirleri yok kafamızda yalnız birbirimizi düşünmenin. Birlikte ürettiğimiz sevinç çürüyüp giderdi çoktan paylaşmasaydık başkalarıyla. * Aynı anda bir çocuk bir sahil kentinde onca heyecanla yaptığı uçurtmasını havalandırıyor. Uçurtma bir dala takılıyor. Çocuk dala uzanıp uçurtmayı kurtarıyor daldan, dalı da uçurtmadan. Uçurtma gökyüzünde havalanmaya devam ediyor. Muharrem vurulup yere düşüyor. Uçurtma daha inatçı artık. Öyle ki küçük çocuğun elinden fırlıyor ve bulutlara kavuşuyor. Ve şimdi Berkin’e uyan diyen, dayan diyen, kalk Berkin kalk ekmek alacağız diyen Muharremler yürümeye devam ediyor. q *Kemal Özer

EKİM-KasIM 2013 | TaVIR | 3


4 yorum hasan_29-30 ellerimi tut 10/30/13 11:57 AM Page 4

güncel güncel

hasan için... grup yorum

Bir gencimiz daha düştü toprağa. Aynı silah, aynı kurşun… Bu ülkenin namuslu gençlerine hep aynı silah doğrultuldu yıllarca. Aynı düşmanın gözleriydi son gördükleri. Aynı haykırışı, aynı kavgayı bıraktılar geriye. Gün oldu Latin Amerika’da bir üniversite öğrencisine doğruldu bu namlu, gün oldu Afrika’da “köleliğe son, biz de insanız” diyen siyah bir gence… Gün oldu Irak’ta on dördünde Abir tanıdı bu kurşunları, gün oldu barikat önünde direnen Ethem… Bu kez adı Hasan Ferit… “Yaşadığımız mahallelerde uyuşturucu satıcısı istemiyoruz” diyerek Gülsuyu halkına desteğe gittiği için vuruldu. Vuruldu dört kurşunla başından. Failleri malum, failleri kollayanlar da… Yoksul mahallelerde yaygınlaştırılan uyuşturucu çetelerine karşı öfke doluydu. Akranları düzenin yozluğunda kirlenmesin diye, çocuklarımız böyle bir dünyada yetişmesin diye düşledi hep. Hasan Ferit bizim dostumuzdu. Grup Yorum türküleriyle büyümüş, adını bir devrim şehidinden almıştı. İstanbul’daki konserlerimizi kaçırmazdı. İnternette yer alan Grup Yorum sayfa-

4 | TAVIR | EKİM-KAsIM 2013

larının neredeyse tümünde emeği vardı. Öneri ve eleştirileriyle bizde de emeği vardı Hasan Ferit’in. Yoksul ve emekçi Armutlu Mahallesinin tertemiz bir delikanlısı, halk çocuğuydu, devrimciydi. Böyle tanıdık Hasan Ferit’i. Güler yüzlü ve sade bir delikanlı. Doğup büyüdüğü topraklar gibiydi. Her türlü zorbalığa karşı barikat barikat direnen mahallesi kadar inançlı ve temiz. Bunun bedelini ödedi Hasan Ferit. Söylediğini yapmanın, gözü kara olmanın, insanını ve toprağını mertçe sevmenin bedelini ödedi. Tıpkı dünyanın herhangi bir yerinde herhangi bir zamanında vurulup düşen kardeşleri gibi... Başı dikti Hasan Ferit’in. Peki ya onun canına kastedenler... Halkın evlatlarına düşmanca saldıranlar… Onlar çoktan tarihin kirli bataklıklarında yerlerini aldılar. Çocuklarına utanılacak bir miras bıraktılar henüz hayattayken. Ve bu yüzden Hasan Ferit’in kanlı gömleğini hastaneden kaçırmaya çalışırken yakalandıklarında yüzlerini gizlediler. Kaldıramadılar başlarını. Oysa Hasan Ferit’in gözleri her zaman onların gözlerinin içine bakacak. Halkını savunan bir genci arkasından vurmanın

hesabını isteyecek gözleri. Ve geride kalanlara daha önce düşenlerin mirasını bırakacak yeniden. Türkülerle çizdiğimiz yolda onun da ezgileri olacak. Konserlerimizde o gülen gözleri görmeye devam edeceğiz biliyoruz. Güz vakti yolumuz Armutlu ’ya düşünce o karşılayacak Yorumcu abilerini, ablalarını. Ne zaman genç bir fidan toprağa düşse, bu kadim toprak bir çığlık koparır. Analar besler çünkü toprağı. Yaşam ve ölüm, direnç ve sabır, sevgi ve cesaret anaların koynundadır. Ak alınlarında al yazmalarıyla hayat kadar bilge analarımızın gözlerinde yeşerir yiğitlerimiz. Hayat bu; düşmek de var yirmi beşini görmeden, ellisinde hala barikat önünde çatışmak da var. Yüreğine ve beynine kocaman bir dünyayı sığdıranlar için “öldü” denebilir mi? Şimdi kim diyebilir ki yirmi birinde hayattan göçüp gitti diye Hasan Ferit… O, canımıza değen bir ılık rüzgar gibi çok sevdiği türkülerde yaşayacak. Hem de sonsuza dek. Yeni doğanların isminde ve anaların göğsünde yaşayacak. q


5-6 hasan ferit_sablon 10/30/13 9:32 PM Page 5

mektup mektup

mahallene hoş geldin ferit deniz ekin

Mahallene hoş geldin Ferit, tabutunu omuzlayanlar bizimkiler… Sahiden sen mi yatıyorsun o tabutta boylu boyunca? Hani akşam olmuştur artık, işten döner insanlar yorgun argın ve gözleri Ferit dalgındır kaldırmazlar başlarını çok fazla gökyüzüne… Ama Ferit gökyüzünde yıldızlar vardır ve biz birbirine dayanarak ayakta dururcasına bitişik yapılmış konduların ortasında bir kez daha bölüşür ekmeğimizi, arada yıldızlara diker gözümüzü bir sohbete koyuluruz. O sohbette Ferit, mahallenin yaşlılarıdır senin uğraştığın. Kendine has o şivenle “ya bırah ya” dersin onlardan birine, hepsi kızar

sana ama kıyamazlar da hiç. Bizim Ferit’tir adının önüne eklenen daima, şimdi işte bizimkiler omuzlamış tabutunu giriyorsun mahallene, hoş geldin… Ölüm oruçları zamanına denk düşüyor çocukluğun, Armutlu’nun dik bayırlarını adımlarken anlatırdın. Gülsüman ana, Şenay ana, Sultan abla ve ardından Eyüp Abi, Çuhadar... Hepsi Ferit hepsi, ne çok düğün kurulmuştu Armutlu’da ve sen onların içinde büyüyüp delikanlı çağına evrilmiştin. Ne kadar kızıyordum sen olmazcı yaklaştığında, tiyatro yapalım diyordum Armutlu’da, Armutlu’nun gençleriyle “yoh

ya olmaz burda genç mi var allah aşkına hepsi yaşlı bahsana” diyordun “e sen varsın ya” diye kızdığımda ise gülerek seni de yaşlandırdıklarından bahsediyordun… Bak Ferit, Kezban ana, Songül ana, Pala dayı, Paşa amca, İbrahim amca şimdi katafalkın başında sol yumruğu havada adını haykırıyor ve bir ağıt bırakıyor gökyüzüne, ölümsüzlüğün o büyük ezgisine… Görüyor musun Ferit, sen şehitliğin kıpkızıl onuruyla girdin mahallene… Çalışmak zorundaydın, Armutlu’nun yanı başındaki bir çaya beş lira verilen Etiler’in kafelerinde… Çalışıyordun garsonluk yapıyordun ne gecen kalmıştı ne gündüzün ve biz hiç yaşamadık ki sözleri dökülüyordu dilinden… Şimdi onun ağırlığı tüm bedenimde ama biliyordun Ferit, bu düzenin çelişkilerini, sömürüsünü bu düzeni viran etmenin ve gerçekten yaşadım diyebilmenin yolunu onun için mücadele ettin, onun için çok barınamadın düzende ve yine kendi mahallende devrimin emekçisiydin. Seni bayadır göremediğim günlerin birinde internetten nerede olduğunu sormuştum. Annesi, babası engelli bir arkadaşının evinin yandığını ve bir haftadır evi onarmak için gece gündüz çalıştığını anlatmıştın. Şimdi o arkadaşın, o arkadaşının annesi babası daha unutur mu seni?

EKİM-KasIM 2013 | TaVIR | 5


5-6 hasan ferit_sablon 10/30/13 9:32 PM Page 6

larına… Onların canına kast eden katillere karşı mücadele ederken şehit düştüğünü anlatmak da var. Onlar da yeni birer Hasan Ferit olacak, tıpkı senin gibi… Senin yanı başında şehit düşenleri gördükçe devrimcileşmen gibi… Ferit, baban hapishaneden yazdığı şiirle daha doğduğunda nasihat etmiş sana mücadele etmeyi ve sen o bayrağı taşıdın işte, mücadele ettin Ferit, “başardım baba” diye haykırmak hakkın şimdi… Bir şiir geçiyor zihnimden ve söylüyorum kendi kendime tanıyorum ben o kahramanı diye… Diyor ki şair o şiirinde; Ne okulun yaşlı hademesi bildi Ne biz ve ne de eski arkadaşları İleride bir gün onun adının Yıldızlar arasında yer alacağını. Bilseydik Okuduğu sırayı toz içinde bırakmaz Temizlerdik özenle ve umutla Onun tahtaya yazdığı tebeşirinden bir parça Saklardı yaşlı hademe sigara tabakasında. Mahalledeki cemevi inşaatında çalıştın, tuğlalarını kucakladın, çimentosunu sırtına yüklendin, alın terin karıştı harcına… Ve tüm bunlardan geriye o inşaatın önünde çekilmiş fotoğrafın kaldı. O inşaat bitecek ve hep hayali kurulan cemevi açıldığında yine dillerde bir slogan, yine yüreklerde sen olacaksın… Yirmili yaşlarımızın başında ölüm düşüyor işte payımıza… Haziran ayaklanmasından bu yana, ölüm hiç uzak gelmiyordu aslında, attığımız her adımda yüreğimizin bir yanı ölüm düşüncesi taşırdı ve fakat korku eşiğini aşalı çok oldu Ferit 31 Mayıs’tan bu yana onlarca insan vuruldu yanımda, Onlarcasının etleri döküldü yanık ya-

6 | TaVIR | EKİM 2013

nık, onlarcası bayıldı, gri asfalt onlarca kez kızıla boyandı… Ve senin haberin Ferit, ölüme bu kadar alışmış zihnime ilk kez çok uzak geldi. Çünkü sen daha demincek buradaydın ve bizim daha yapacak bir çok işimiz vardı. Yok dedim kendi kendime bir şey olmaz kalkar birkaç güne… Ferit, katafalkını gördüm az önce, hala içindekinin sen olduğuna inanmıyorum. Ya ölümün bu kadar erken olmasını anlamıyorum ya da ölüm ve seni aynı yere koyamıyorum… Sessizce tekrarlıyorum öldüğünü fakat önce kendi cümleme yabancılaşıyorum, sonra sesime, sonra senin ismine… Seni anlatmak da var mahallenin çocuk-

Böyledir işte, çok kez, geleceğin kahramanları Aramızda yaşarlar da biz bilmeyiz onları. Birçok düşüncemiz vardı seninle, birçok yapacak iş vardı. Gözün arkada kalmasın, söz olsun Ferit söz olsun, konuştuklarımızı yapacağız. Ve Ferit biz hesap soracağız. 21 yaşını 6 kurşunla toprağa düşürenden, kahpece sırtından vurandan, halkımızın canına kast edenden, gencecik bedenleri zehirleyenlerden biz hesap soracağız. Bizim kesip attığımız tırnağa bile onlar toz konduramayacak Ferit, Toprağında çiçekler açacak ve her bir çiçek yarına bin umut taşıyacak. q


7-8 uyanacagim_sablon 10/30/13 12:05 PM Page 7

öykü

öykü

uyanacağım! gürhan torun

Akşam karanlığı çökmeye başlıyor. Hava hafif esintili, ortalık gaz bulutuna dönmüş bir halde. Ara ara gözlerim yaşarıyor, boğazım, midem yanık bir tat aldı. Ara sokakların birinde yürürken düşünceler sarıyor bedenimi:

bu haksızlık, bu adaletsizlik beni kor bir ateş gibi yakıyor. Aşağıda abim, ablam var delikanlı yüreğim onları görmek istiyor. İzlemek, bir göz göze geliş, beni yoğuruyor, çelikleşiyorum… Bilirim beni düşünürsün eksik olma.

-Kırılmayan bir direnç, adım adım hakimiyet, gözlerimi kamaştıran, beni hayran bırakan buydu. Bu mahalle bir başkaydı. Ardı arkasına duygularım fazlalaşıyordu. Dedim kendi kendime:

Sokağı gören pencereye yaklaştıkça, sesler yükseliyor. Perdeyi sıyırıp pencereyi açarken, karşı komşunun balkonuna gaz bombasının düştüğünü gördüm. Ağız dolusu öfkeyle haykırdım: katillerrr…

-İyi ki bu sokaklarda yoğruldum, büyüyordum. Benim böyle ablalarım, abilerim oldukça sırtım yere gelmez. Adalet nedir, hakkını savunmak nedir, dost kim, düşman kime denir, onlar öğretiyor bana. Ve biliyorum; ben büyüdükçe, adımlarımda büyüyecek…

Kafamı sağa çevirdiğimde, ne idüğü belirsiz kişileri görüyordum. Elleri el değil, yüzleri insana benzemiyordu. Her birinin alnında katil yazıyordu. Düşünüyordum; ülkeyi parsel parsel satanlara gıkını çıkaramayan bu haydutlar, halkını, vatanını çok sevenlere düşman kesilmişlerdi!

İçimde yeşeren umudun düşünceleriyle giriyorum eve. Aklım hep orada, biraz soluklandıktan sonra hızlıca yemeğimi yedim.

-Gerçi insanlıktan nasibini almamışlara ne gerekti vatan. -Vatan onlara göre; satmaktı, onursuzca bir hayattı. -Vatan onlara göre; işkence tezgahları kurmaktı, katletmekti yüreklerimizi. -Vatan aslında onlar için vatansızlık demekti, yurtsuz katillerle işbirlikçilikti diğer adları. Namı diğer, halka

Annem: -Ne bu telaş oğul yavaş ye yemeğini zararlı bu, az soluklan -Yüreğime söz geçiremiyorum anne,

düşman vatan hainleriydi her biri. Sol yanım, bir başka bakıyor bana. Kırmızı fularlı ablalarım, abilerim kızıl bir nehiri andırıyordu. Attıkları her slogan, bilinç olup yolumuzu aydınlatıyor. Yumruklar sıkılı, düşmanın beyninde patlıyordu. Elde taş ne varsa silahtı bize, yediden yetmişe herkes direniyor, barikatın ardına koşuyordu. Avazım çıktığı kadar bağırıyorum: -Ey haydutlar, barikatın ardı vatandır! -Çoğalarak dalga dalga geliyoruz, korkun ey zalimler, korkun ey efendiler sizin gücünüz bize vız gelir. Siz bir avuç biz ise milyonlarız… Gözlerim onurlu direnişimizi seyreylerken, bir zaman ablam ile yaptığım sohbet geldi aklıma. Çocuk denecek kadar küçüktüm, sekiz, on yaşlarında varım yokum. -Abla bu mahallede hep duyuyorum, bu vatanın gerçek sahipleri Devrimcilerdir! Anlamıştı neyi öğrenmek istediğimi. Başlamıştı anlatmaya: -Vatan, sonsuz halk sevgisidir. Ba-

EKİM-KasIM 2013 | TaVIR | 7


7-8 uyanacagim_sablon 10/30/13 12:05 PM Page 8

ğımsız bir ülkenin, ağlamayan çocuklarıdır. Halkların barış içinde yaşadığı bir anayurttur vatan. Yani Berkin; biz demektir vatanseverlik, karşılıksız bağlı kalmaktır. Hepimiz birimiz için, birimiz hepimiz için yaşarız ve gerekirse ölürüz de Berkin… Ve yaşım ondördünde, onurun mahallesi erken büyütüyor beni, akranlarımı. Koca delikanlı edalarıyla şimdi bir bir anlıyorum ablamın bana dediklerini. Farkında değilim ama epey yorulmuşum, göz kapaklarım kapanıyor derken doğru odanın yolunu tuttum. Uzandığım yatağımda bir tebessüm oluyorum, umut dolu düşlerle dalıyorum uykuya. Sabah saatleri, bir uyanıp tekrar uykuya dalıyorum. Annemin seslenmesiyle bi gayret sıçradım yataktan. Gelen sesler, mahallede hareketliliğin başladığını gösteriyor. Oturma odasına doğru ilerliyorum. Annem, babam, kardeşlerim hep bir ağızdan:

8 | TaVIR | EKİM-KasIM 2013

-Günaydın Berkin -Size de günaydın. Babam: -Oğlum koş iki ekmek kap gel kahvaltı hazır. Kapıdan çıkmadan: -Dikkat et, sokak hareketli bu kansızların sağı solu belli olmaz. -Tamam baba. Oldukça sıcak bir havaydı. Ağır ağır indin merdivenlerden, kapıya yaklaştıkça sesler, sloganlar yükseliyordu. Kapıyı açtığım da Fatma teyzenin, öfke ve kin dolu sesi duyuluyordu: -Yeter artık, defolun gidin buradan, bu mahalle bizim. Pılınızı pırtınızı toplayın ve defolun gidin. Her zaman ekmek aldığım yere giderim, sokağın az ilerisinde karşıda kalır fırın. Yolun karşısına geçmemle, gaz fişeğini başımda hissetmem bir oldu, en son hatırladığım her yer kan içindeydi… Sonrası mı, dedim ya ablalarım, abilerim çok benim sırtım yere gelmez! Ben

uykudayken arkamdan türlü teraneler uydurmuşlar; cebimde bomba yapımı varmıştan tut, illegalmişim. Desin zalimler, bana sahip çıkan, her gün başucumda olanlar, duyuyorum sizleri. Benim için oluşturduğunuz adalet nöbetini, biliyorum kanım yerde kalmaz. Adalet dedi mi, siz fısıldanırsınız yüreğime. Ben şimdi uyuyorum ama sanmayın böyle kalacak, gücünüz kuvvet veriyor bana. Her gün bedenim bileniyor, düşmanın yüzünü güldürmeyeceğim, alt edeceğim beni hapseden bu sedyeyi. Meraklanmayın, bizim oralarda büyümek, çelikten yoğurur insanı. Öyle yok erken gitmek, akranlarım bekler beni, benim için şarkılar dillendirdiler bir teşekkürü borç bilirim. Halkım seferber olmuş, onları görmeden yakışır mı bize buradan kalkmamak. Yalnız değilim bunu bilmek güç veriyor bana. UYANACAĞIM! Bekleyin pek yakında aranızda olacağım. Onurun mahallesin de, genç delikanlı yüreğimle. q


9 ahmet atakan_sablon 10/30/13 2:30 PM Page 9

deneme

deneme

benim adım ahmet atakan hazal kara

Benim adım Ahmet Atakan. Vuruldum dün gece... İnsan önce anlayamıyor biliyor musunuz ne olduğunu. Sonra yere düşme anı var. Yumuşacık bir yatağa atlar gibiyim. Yere düşen sadece bir beden. Bu sefer bu beden benimki oluyor. Şaşırdım. Ölmeyi çok güç bir şey sanardım. Oysa ölmek için bir sebebin varsa ve bu sebep yetiyorsa gözlerini huzurla kapamak hiç acıtmıyor insanın canını. Geçmedi mi sanıyorsun aklımdan ölmek? Ölmek sadece bir ihtimal değil elbet. Olağan bir sonuç da değil. Çünkü ben Ethem'in katilinden hesap sorarken vuruldum. O gün benim adım Ali İsmail'di. Azgınca saldırdı hasmım. Aklı, yüreği olmayanların tekmeleri indi kalbime. Armutlu'da sokaktayım o gece bu kez adım Abdullah. Yine yığılıyor bedenim yere. Düştüğüm yerden 14 yaşında bir çocuk kalkıyor, adı Berkin. Bu kez tam isabet ettıremiyor olacak ki düşman öldüremiyor beni. O tetiğe basan katil eller o gece de benim için tetiğe bastı. Bastı tetiğe ve vurdu işte.

Yani benim adım Ahmet Atakan. Vuruldum dün gece. İnsanın canı hiç acımıyormuş. Bunu da öğrendim ölmeden önce. Diyor ya şiirde 'insanların içindeyim, seviyorum insanları'. Elimde tuttuğum taşın adı bugün vatan sevmektir. Ben vatanımı, halkımı seviyorum. Ethem'e, Ethem gibi savaşanlara boyun borcudur o taş. Berkin'in okuyamadığı kitapları fırlatmak istedim düşmana. Oynayamadığı topu fırlatmak. İnsanca yaşamı bize çok görenlere öfkelendim ve çıktım sokağa... Dadaloğlu oradaydı, Bedrettin ilmeği boynunda koşmuş gelmiş o meydandan bu meydana... Mahir durabilir mi sanırsın yerinde? koşup da gelmiş... Kanım yerde düşün ki henüz kurumamış. Yani biz o gece vurulup düştük yere... Evet, benim adım Ahmet Atakan... Vurulsam da ölsem de bitmeyek bir kavgadır bizim ki... Ağlayan anaların evlat özlemi bir yanda... Diğerinde bu toprağa sevdalı yiğitler... Savaşa devam ediyoruz, ölmeye devam ediyoruz, hesap sormaya devam ediyoruz.

EKİM-KasIM 2013 | TaVIR | 9


10 yuregim delikanlı_29-30 ellerimi tut 11/3/13 7:06 PM Page 10

deneme deneme

yüreğim delikanlı ümit ilter

“Benim vicdanım şeref dolu, Yüreğim delikanlı…” *

Yüreğim delikanlı… Yüreğim delikanlı… Tek başıma kalsam da, onca zalimin Kalleşliği yakıştırmadık kendimize hiç, pusulardan eğilmeden geçtik. karşısında, boyun eğmem asla. Yüreğim delikanlı… Yüreğim delikanlı… İçimde duyarım yüreği yanan anaların Mazlumun kanayan yarasına, çıkartıp yükselen suskun feryadını. yüreğimizi bastık. Yüreğim delikanlı… Yüreğim delikanlı… Sonunda ölüm olsa da, kavgaya maz- Zalimin karşısında susup yutmadık lumun yanında girerim. dilimizi, haykırdık ateşli gerçeği. Yüreğim delikanlı… Yüreğim delikanlı… Büyük insanlık yumruğunu, su ve gaz Zora, zorbalığa ezdirmez o büyük püskürten post-modern canavarın sevdayı, taşır içinde. suratına indiririm. Yüreğim delikanlı… Faşizmin zorbalığı kapitalizmin yozluYüreğim delikanlı… Boyun eğmenin akıllılık sayıldığı yer- ğu ve piyasaların alçaklığına karşı de, “deli” olmayı başarırım. vazgeçmedik paylaşmanın ve dayanışmanın güzelliğinden. Yüreğim delikanlı… Halkın acılarına sırtını dönme kan- Yüreğim delikanlı… sızlığı yerine, kanla tarih yazmanın cü- Şaşmaz içimdeki halkların kardeşliği retine sahibim. pusulası, yürürüm omuz omuza kar10 | TAVIR | EKİM-KAsIM 2013

deşlerimle yarına. Yüreğim delikanlı… Anamdan emdiğim Haydari bir yiğitliktir, kavgada büyüttüğüm delikanlı yüreğimdir. Ve şimdi söz Ahmet Atakan’ın:”…Haksızlık karşısında eğilme. Eğilirsen hem hakkını hem de şerefini kaybedersin, demiş Hz. Ali. Biz eğilmedik, dimdik ayaktayız, eğilenler utansın… Gecenin bu saatinde Ali’yi, ailesini, Abdullah’ı, ailesini düşünüyorum. Çünkü yüreğim yanıyor, karşı gelemiyorum. Fitnecinin, fesatçının karşısında dimdik duruyorum. Çünkü benim vücudum şeref dolu, yüreğim delikanlı… Utanması gereken sahip çıkmayanlardır!..” Yüreğimiz delikanlı… Yüreğimiz Ahmet Ahmet çarpıyor… *Ahmet Atakan q


11-12 tuncel_sablon 11/3/13 7:10 PM Page 11

güncel

güncel

tuncel kurtiz sinan gümüş

Burjuva sanatının, pespaye dizilerin değil; Halktan Yana Sanatın Önemli İsmidir Tuncel Kurtiz. Umut filminin Hamal Hasan’ı, Duvar’ın Ali Emmisi, Sürü’nün Hamo Ağa’sı… Çirkin Kral’dan Üçünüzü de Mıhlarım’a kadar birçok Yılmaz Güney filminin önemli karakteri…

Destanı’nı oyunlaştıran ve sahneleyen tiyatrocu…

Tuncel Kurtiz’i kaybettik. Kalp krizi sonucu hayatını kaybettiği açıklandı.

Sesiyle şiirlere hayat veren, okuduğu metinlere can katan…

Yaşamının önemli bir bölümünü Halk İçin Sanata adadı Tuncel Kurtiz. Yeteneğini, bilgisini, birikimini halkın geleneklerini, yoksulluğunu, çilesini anlatmak için kullandı.

Yüzünün her kıvrımını ezberlediğimiz, sesinin her vurgusunu yüreğimizde hissettiğimiz…

Bereketli Topraklar Üzerinde’nin Kürt Zeynel’i…

Ulusal ve Uluslar arası alanda birçok ödülü olan bir sinemacı, bir yönetmen, bir oyuncu, bir tiyatrocu…

Şellale’den Işıklar Sönmesin’e, Tabutta Rövaşata’dan O da Beni Seviyor’a önemli onlarca filmin oyuncusu…

Politik filmlerin, politik şiirlerin, politik tiyatronun ülkemizdeki önemli isimlerinden…

Nazım Hikmet’in Şeyh Bedreddin

Bir aydın, bir ilerici, bir sosyalist…

Devrimci müzik geleneğinin ülkemizdeki en önemli temsilcilerinden Grup Yorum’la da ilişkisi 2000’li yılların başında başladı. Yorum’un ABD’nin Irak işgali ve dünya üzerindeki sömürüsüne karşı çıkardığı ‘Biz Varız’ isimli tek şarkılık albümde Ümit İlter’in yazdığı Geçit Yok isimli şiiri seslendirdi. Bu şiir ABD’nin

EKİM-KasIM 2013 | TaVIR | 11


11-12 tuncel_sablon 11/3/13 7:10 PM Page 12

Ortadoğu’daki saldırganlığına karşı açık bir karşı koymaydı. Halkların emperyalist saldırganlığa karşı haklı şiddetinden yana tavır alan, emperyalizmin mutlak yenileceğini haykıran bir devrimci şiirdi. Bu şiiri hiçbir tereddüte düşmeden, büyük bir coşkuyla, ABD’ye karşı büyük bir öfkeyle okudu. Sesiyle şiiri adeta yaşayan bir canlıya dönüştürdü. Aynı şiiri Yorum’un 2010 yılında İnönü Stadyumu’nda verdiği 25. Yıl konserinde 55 bin kişiye de okudu. Stadyumda adeta yer yerinden oynadı. İşte bütün bu yanlarıyla birlikte halka sırtını dönmeyen, dönekleşmeyen, inançsızlaşmayan, halk için sanat yapan, halktan biri olarak yaşayan bir isim oldu Tuncel Kurtiz. Bir ilerici, bir sosyalist aydındı… Bununla birlikte başka bir yanı daha vardı Kurtiz’in: 12 | TaVIR | EKİM-KasIM 2013

Ezel’in Ramiz Dayı’sı… Muhteşem Yüzyıl’ın Ebu Suud’u…

tavrına karşılık Tuncel Kurtiz gerçeği her fırsatta dile getirdi.

Yani popüler kültür içinde, medyada, TV dizilerinde son yıllarda bir yer edinmeye başlamıştı. Yaşamın zorlukları, kapitalizmin vahşiliği onu da para kazanmak için dizi vb yerlerde oynamaya mecbur bırakmıştı. Gönülsüzdü buralarda oynarken. Bunu her fırsatta dile getiriyordu. 77 yıllık ömrün, 40 küsür yıllık sanatsal yaşamının küçük, minicik bir bölümünü kaplar onun böyle dizilerdeki rolleri.

Nazımlar’ın, Yılmaz Güneyler’in içini boşaltmaya çalışan, onları sadece aşklarıyla, kabadayılıklarıyla gündeme getiren, politik görüşlerini yok sayan politikası Tuncel Kurtiz’de de işliyor.

Ama özelikle genç nesiller onu halkçı kimliğiyle değil dizilerdeki bu yapay kimliğiyle tanıdılar. Burjuvazi de onun halkçı kimliğini olabildiğince gizlemeye çalıştı. Kendisine maletmeye, kendisi ile birlikte var etmeye çalıştı. Kendi değeriymiş gibi sunmaya çalıştı. Basının onun ilerici aydın yanını neredeyse görmezden gelen

Onların sanatına güç veren, can veren, efsaneleştiren, halkın belleğinde derin izler bırakmasını sağlayan esas nedenin Sosyalist birer devrimci olmaları gerçeğini her fırsatta gizliyor burjuvazi. Biz ise tüm değerlerimizi olduğu gibi Tuncel Kurtiz’i de sahipleniyor ve yüksek sesle haykırıyoruz: Tuncel Kurtiz halkındır. Tuncel Kurtiz bizimdir. Bizden çalmanıza, kirletmenize izin vermeyeceğiz… q


13-14 sevinc bir eylem_sablon 10/30/13 2:38 PM Page 13

deneme

deneme

sevinç bir eylemdir ümit zafer

“Sevince, acıdan daha çok cesaret gerekiyor” *

Neden? Neden, sevince acıdan daha çok cesaret gerekiyor? Gel, bu sorunun cevabını birlikte arayalım hayatın içinde. Sevinçlerimizi nasıl yaratıyoruz, ne dersin?

budur cesaret gerektiren. Bu eylem, “acı çekme” nin edilgenliği yerine acılarımızdan sevinç yaratabilme iradesinin sonucudur. Acı çekmek cesaret gerektirmez. Sıradan olan bu. Sevinç ise, cesaret olmadan yaratılamaz.

Evet, bir yaratma eylemidir sevinç. Acılarımızdan yaratıyoruz sevinçlerimizi. Ki hepsi ödenmiş ve ödenmekte olan bedeller üzerinde yükselir. İşte bu yüzden, Eduardo Galeano dostumuz haklıdır: Sevince acıdan daha çok cesaret gerektirir. Bizim maceramızda böyledir bu. Acılarımız, zulmün eseridir. Sevinçlerimiz bizim eserimiz. Ve biz o acılardan sevinç yaratmanın nasıl olacağını öğreniriz hayat denilen kavgadan. Zulmün karşısında yenilmez, acılar karşısında yıkılmaz oluşun sırrı buradadır.

Askıda bir delikanlı, elektrik veriyorlar. Her akım sarsıp savuruyor bedenini. Belki istem dışı sesler çıkartıyor o anda. Koltuk altları kopuyor, koptu, kopacak. Soruyor önce. Vücudunun ağırlığı, kollarına düşman oluyor. Elektriğin her akımıyla, organları patlayacakmış gibi oluyor. Ne kadar sürüyor bu? Belli değil. Belli olan tek bir şey var ki, o da şu: Delikanlı direniyor. Bir süre sonra o delikanlıyı kaldırıp alıyorlar hücresine. Bir külçe gibi yığılıyor sanki bedeni sidik kokan hücrenin ortasına. Kafası zemine çarpıyor. Belki birazdan bayılacak ama biz, şimdi, dudağının kenarına bakalım. Evet, bir tebessüm var. Delikanlımız sevinç yaşıyor, direndiği için…

Acı değil ama acıyı göğüsleyip sevince dönüştürmenin eylemi, evet işte

Hüsnü Yıldız’ı tanırsınız. Biz ona Derviş Hüsnü diyelim. Kardeşi Ali Yıldız’ın bir

toplu mezara gömülen kemiklerini alabilmek için ölüm orucu yaptı. Düşünün, katledildikten sonra toplu mezara gömülün kardeşinden geriye kalan kemikleri alabilmek için, ölümü göze aldı. Bir yanından anası bir yanında kızı ve yattı ölümü Derviş Hüsnü. Dervişlik biraz da bu değil mi zaten. Acılardan sevinç yaratabilmenin sıra neferliği, değil mi? Ali Yıldız’ın dirisini paramparça edenler, ölüsünün haberini bile vermediler ailesine. Ve yıllar böyle geçti. Ve yıllar sonra, Ali’nin de bulunduğu toplu mezarın yeri öğrenildi. İstedi kardeşinden geriye kalanları Hüsnü. Vermediler! Toplu mezarı açmadılar. Sonunda, kendi bedenini şehit kardeşinden kalan kemikleri alabilmek için, ölümü yatırda Derviş Hüsnü. Haklıydı ve sonunda Büyük İnsanlık, bir zafer daha kazandı. Toplu mezarlar açıldı, Ali’den kalan kemikler alındı ve Dersim’in orta yerinde zafer halayı çekildi…

EKİM-KasIM 2013 | TaVIR | 13


13-14 sevinc bir eylem_sablon 10/30/13 2:38 PM Page 14

Acı karşısında bir köşeye çekilmek, sıradan olandır. Sevinç ise bir kılıca benzer. Ki kavganın örs ve çekiç darbeleri arasında şekil verilen acılarımızdan sevincin kılıcı yaratılır. Zulmün karşısına geçip “sebep olduğunuz acıya yenilmedim” demektir sevinç. Bedelini ödemeden sevinmek yok bu kavgada. Kavganın amasız lığıdır söz konusu olan. Bir kaya parçası düşün, devasa irilikte ve sertlikte. Acının kayası diyelim bu kütleye. Ya altında ezileceksin ya da o kayayı yonta yonta sevincin heykelini yaşatacaksın. Üçüncü bir seçenek, hiçbir zaman yoktur. Tercih senin. Bilirsin, küçük-burjuvazi sınıfsal karakterine uygun olarak acı çekmeyi pek sever. Sevinç yaratmaya ise gücü yetmez. Çünkü sevinç, cesaret gerektirir. Faşizm, “ayaktakımı” nın sadece acı çekmesini ister. Acı çekmek, faşizmin yazdığı kadere boyun eğmek olur, tek başına kalırsa. Acısından kılıç imal edense, acısının hesabını soracak demektir. Ve ancak hesap sormanın eylemi, sevinç yaratır. İşte bu 14 | TaVIR | EKİM-KasIM 2013

yüzden, acılarımız zulmün eseri olurken, sevinçlerimiz bizim eylemimizdir.

ler gördükçe emin olur kendi gücünün azametinden.

Faşizm, bize acı çekmeyi layık görür. Sadece acı çeken biçareler olmamızı isterler. Büyük insanlık, sadece acı çekmekle sınırlı kalsaydı, ne “Büyük” olurdu ne de “İnsanlık” olarak var olurdu. Büyük İnsanlık, acısından sevinç yaratmayı başararak kendisini var etmiştir, diyebiliriz.

Hayır! Faşizm, olanca yüzsüzlüğüyle bizim yüzümüze bakıp gücünden emin olamayacak. Çünkü, bizim yüzümüzde, Anadolu bilgeliğinin şu sözü yazar; Zulmün artsın ki, zevalin çabuk gelsin…

Söylesene, acılarımız mı büyük yoksa sevinçlerimiz mi? Acılar her zaman yeterinden fazla büyüktür. Sevincin büyüklüğünü ise yaratmak gerekiyor. Yaratmak ise cesaret ve emek istiyor. Ne dersin, bir cevap bulabildik mi soruya? Sevgili Ulrike Meinhof “Üzgün olmaktansa, öfkeli olmayı yeğlerim” derken, haklıdır. Üzüntü, acının dışavurumudur. Acı, zulmün eseridir. Ve diyebiliriz ki, sebep olduğu acının biz de yarattığı üzüntüyü gördükçe tatmin olur zalim. Gördüğü, zulmünün eseridir çünkü. Kendi gücünün nelere kadir olduğunu görüp iktidarının sağlamasını yaptıkça rahatlar zalim. Kederin kırık bayrağının dalgalandığı yüz-

Acılarının altında ezilmeyeceksin hiçbir zaman. Acılarını sevince çevirmesini bileceksin. Kan kusup kızılcık şerbeti içtim demektir bu. Ama sadece bu kadar da değil. Kan kusturan koşulları toptan ortadan kaldırmanın kavgasında ileri adım atmanın sevincidir ihtiyacımız olan. Hiç unutma, acılarımız bitip tükenmez cephanemizdir. Cesaretimiz ise elde silah ve sevinç, hedefi vurmaktadır. Ki düşmana vurdukça seviniriz biz. Cesaretin var mı, sevinç için… Kuşan da gel o zaman… Kavga seni çağırıyor… q * Eduardo Galeano


15-16 kemal_sablon 10/30/13 2:40 PM Page 15

deneme deneme

duvarın ardında bir çift göz harun ezel

Hani kimi anlar vardır anlatmakta zorlanırsın. Kelimeler boğazında düğümlenir, beynin karıncalanır ve öyle acır ki yüreğin kan kusarcasına kusmak istersin içindeki acıları. İnsan hayatı ne garip. Doğuyor, yaşıyor ve ölüyor. Bir tiyatro sahnesi misali. Oyun bitiyor ve kapanıyor perde. Karanlık dipsiz bir kuyu mu, yıldızların ışıldadığı bir gökyüzü mü? Nedir payına düşen senin? İyi oynamışsan oyununu, canından can yaşatabilmişsen bir başkasını ve hakikatin yolundan sapmamışsan payına düşen bellidir; alkışlar, sloganlar, türkü ve marşlarla uğurlanırsın sonsuzluğa. Duvarda küçük bir delik. Deliğin ardında bir çift göz. Kemal’in gözleri! Yüzünde büyük insanlığın güzelliği. Gözlerinde yoldaş sevgisi.. Konuşmaya başlıyoruz. “Burada siz yoldaşlarımın yanında kendimi daha iyi hissediyorum..” diyor. Birkaç adım geriye gidiyor. Zayıflamış, yorgun düşmüş bedenini görüyoruz. Gözlerinde hafif şişlik ve sararmış teni. Morali iyi ama sağlığı hiç iyi değil. Bunu hissediyorsun ilk bakışta. Ama neden bu kadar zayıfladın, sararıp yorgun düştün diyemiyorsun. Dilin varmıyor işte. Biliyorsun o lanet hastalık içten içe kemirir, halsiz, yorgun düşürür insanı. Bu hastalığa yakalanan abimden bi-

liyorum içten içe nasıl kemirdiğini. Benden daha sağlıklı daha kiloluydu. Çocukluğumuz, gençliğimiz beraber geçmişti, beraber büyümüştük. Benden iki yaş büyüktü. Okulu beraber bırakıp çalışmaya başlamıştık. Bir gün ağrıları çok şiddetlenmişti. Hastaneye gittik. Ayak diz kapağında dayanılacak gibi olmayan bir sancı vardı. Hastanede ağrı kesici vitamin karışımı iğne yapıp bizi geri yolladılar. Bu ağrıları daha sonra sık sık tekrarlandı. Bu nedenle hastaneye kaç kez gittiğimizi hatırlamaz olmuştuk. Artık geceleri uyuyamaz olmuştu. Ağrıları öyle şiddetleniyordu ki, çocuklar gibi kıvranarak ağlardı. Kimi geceler bilincini kaybedip bayılıyordu. Aynı odada yatıyorduk. Kaç gece ateşler içinde sayıklarken gördüm, başucunda bekledim. Ateşi düşmeyince ve ağrıları şiddetlenince hastaneye kaldırıyorduk. Bir gün, “daha büyük” bir hastaneye sevk etmek geldi akıllarına. Gönderildiğimiz hastane yatışına karar verdi. Tetkikler, filmler, patoloji sonuçları.. Sonuç “Kanser” dedi doktorlar. O gün evde, göz göze gelmekten çekiniyor, gözlerimizi birbirimizden kaçırıyorduk. Ne yemek pişti, ne televizyon açıldı. Bir çaresizlik, can sıkıntısı hali. Kontrol edemediğimiz garip bir duygu sarmıştı bizi. Neden böyle olmuştu? Hastalığı neden uzun bir süre tespit edilemeyip ilerle-

mesinin önüne geçilememişti? Bu hastalık nasıl bulaşmıştı? Suçlu kim? Doktorlar mı? Biz mi? Yoksa “kader” denilerek kanıksatılan yoksulluk mu? Kim suçlu? Böyle uzayıp gitse de sorular, cevap bellidir aslında! Ve hep en yoksullar çeker acıyı, kederi, kahrı. Kemal’le konuşuyorum. Deliğin ardındaki gözlerine bakarak. Ertesi gün hastaneye gidecek. Kemoterapi tedavisi görecek. Abimden edindiğim deneyimleri, tecrübeleri anlatıyorum. Nelere dikkat etmesini, bol bol sıvı almasını, yemek yemesini, moralini yüksek tutmasını, vücut direncini güçlü tutmak için bunları yapması gerektiğini anlatıyorum. Her cümlede yıllar öncesine gidiyorum. Canım acıyor. Kemal umutlu , kendine güveniyor ve sevgiyle bakıyor. İradeli olmayı, insan iradesinin neleri alt edebildiğini biliyor. Bu bilinç onu güçlü kılıyor. Gecenin ilerleyen saatlerinde hastaların uyumasıyla birlikte hastane koridorlarını sessizlik sarardı. Abimin yattığı yatağın yanında, refakatçi olarak sandalyede oturuyordum. Beni de, onu da uyku tutmamıştı. Sessiz sessiz benimle dertleşmek istedi. Korkularını anlattı. Elini tutup avuçlarımın arasına aldım. Ölümden konuşuyordu, ölüm korkusunu.. Konuşurken doldu gözleri. Elini, yüzünü okşaya-

EK!M-KASIM 2013 | TAVIR | 15


15-16 kemal_sablon 10/30/13 2:40 PM Page 15

sular dökülmüştü sanki. Garip bir şaşkınlık hali. Yattığı yöne çeviriyorum yüzümü. Ona doğru yürüdüm. Başını, yüzünü okşayıp öptüm. Yüzümü çıplak göğsüne koyup sarıldım. Hala sıcaktı, yüzümde hissediyordum sıcaklığını. Öyle ne kadar zaman geçti bilmiyordum. Vücudu artık soğumaya başlamıştı. Sonra elbiselerini bir kaç eşyasını bize verip onu alıp götürdüler.

rak, korkmamasını, güçlü olmasını, iyileşeceğini söyledim. “iyi olacaksın” diyerek güç vermek istiyordum. Ama hastanenin o sessizliği ve boğucu havası karışık duygular yaşatıyordu. Akşam oldu havalandırma kapıları kapanmadan Kemal’le biraz daha konuşmak istiyoruz. Kemoterapi tedavisinin yan etkilerini konuşuyoruz. Saç dökülmesi, mide bulantıları, halsizlik. Vücut direncini koruyabilmesi ve yan etkileri en aza indirmesi için tekrar hatırlatıyorum bol sıvı almasını, yemek yemesini, moralini iyi tutmasını. Duvarın ardında duran gözlerine bakıyorum. Gözlerinde umut, gözlerinde hayat ve bize duyduğu sevgi, bağlılık. Korkuyu çıkarıp atmış yüreğinden. Umutsuz değil, umut olmayı bilendir Kemal. Çünkü o devrimcidir. Umutsuzluk, can sıkıntısı. Gün gün karanlığın içine saplanan ölüm korkusu. Bizi anlatıyorum abime. Büyük ailemizi. İnsan iradesinin ne kadar güçlü olduğunu, umutsuzluğun karşısında umutlu olmanın güzelliklerini. Bir bileklik vardı kolumda. Elbistan kadın hapishanesinden Güler Ze16 | TAVIR | EK!M-KASIM 2013

re’lerin yolladığı bir hediye! Onun koluna taktım. Anlattım Güler Zerelerimizi, dağlarımızı, tutsaklarımızı, büyük direnişimizi. Saygıyla dinliyordu! Bir gece haber geldi. Abimin çok fenalaştığını söylediler. Hastaneye giderken arabanın camını açıp hava almaya çalıştım. Bir durgunluk hali sarmıştı beni. Hastane koridorlarında yürürken tuhaf bir sessizlik vardı sanki. Yüreğim hızla çarpar olmuş, göğüs kafesimi çatlatacak neredeyse! Yatırıldığı bölüme gittim. Acil'in yoğun bakım ünitesine bağlı yatıyordu. Doktorlarıyla konuştum. “Durumu hiç iyi değil, kanser her tarafını sarmış” dediler. Baş ucuna gittim. Ellerini avuçlarımın arasına aldım, defalarca yüzünü öptüm. Yarı baygın gözlerini açtı. Konuşamadı, gözlerimin içine baktı. Sonra ağır ağır kapandı gözleri, açık tutmaya gücü yetmedi. Bir süre sonra bağlı olduğu makinenin sesi değişti. Bir şeyler oluyordu. Doktorları çağırdık. Onu başka yere taşıdılar. Aramıza perde çektiler. Kalp masajı yapıyorlardı. Son kez bakmıştı gözlerimin içine. O anda bir film şeridi gibi bir bir geçti gitti anılarımız. Perde açıldı. “Başınız sağolsun” dedi doktorlar. Başımdan aşağıya kaynar

Kemal günler sonra hastaneden geri getirildi. Aynı gün sohbete çıkacağız. Kemal’imizle aynı sohbet grubundayız. Onunla kucaklaşacak, tedavisinin nasıl geçtiğini soracağız. Ayrı ayrı hücrelerde kalan yoldaşlarımızla sohbet alanında buluşuyoruz. En son Kemal’i getirdiler. Kucaklaştık, yetmedi yanaklarından öptük. Bizi kucaklarken dünyanın tüm güzelliklerini kucaklıyordu sanki. Öyle mutlu, öyle sevgi dolu! Uzun uzun sohbet ettik, kısa voltalar attık beraber. Üç saat hemen de bitti. Ne çabuk! Birbirimize doyamadık. Üç saatlik sohbet zamanı dolmuştu. Haftaya tekrar görüşmek, kucaklaşmak üzere birer birer hücrelere döndük. İnsanı güçlü kılan nedir? Acılarından umut doğurmasıdır, iradesini çelikleştirir. Devrimciler yüreklerinde her zaman umut taşır. Bu umut devrimcileri güçlü kılar. Kemal’i güçlü yapan da bu duygulardı. Biz duygusunu taşımak, güven huzur veriyor. Hastalık, tutsaklık koşullarında dahi hep dirençli olabilmek.. İşte Kemal’imizi bu yüzden tahliye ettireceğimize inanıyoruz. Kemal’i biz tahliye ettirecek ve yaşatacağız. Buna inancımız sonsuz. Kemal’i zulmün elinden çekip alacak yoldaşlarımız! Not: Bu yazı Kemal Avcı içerde tutukluyken, tahliye olmadan çok kısa bir süre önce yazılmıştır. !


17-18 iyikotuberkin_sablon 10/30/13 2:41 PM Page 17

deneme

deneme

uyan berkin seninleyiz... can tuna

Berkin Elvan 3 ayı aşkın süredir Okmeydanı'nda hastanede yatıyor. 14 yaşındaki Berkin Elvan AKP'nin polisleri tarafından başından gaz bombasıyla vuruldu. Aylardır arkadaşları ve ailesi uyanmasını bekliyor... Vurulduğu andan itibaren arkadaşları onu yalnız bırakmadılar. Sahiplenmenin en güzel örneklerini gösterdiler. Okmeydanı'nda arkadaşları sürekli eylemer yapıyorlar. 14 - 16 yaşındaki çocuklarımızı, gençlerimizi hep sorumsuzluk yapmakla suçladılar, hep aklı beş karış havada olmakla suçladılar.... Gençliğin sorumsuz olması işlerine geliyordu, çünkü kurdukları hırsızlık düzeninin sürmesini istiyorlar. Bunun için, milyonlarca öğrenciyi, birbirine omuz atıp geçsin diye eğitiyorlar, en yakın sıra arkadaşını rakip, düşman olarak görsün diye eğitiyorlar. Ama başaramadılar. İşte Okmeydanı gençleri tam tersini yapıyor. Kendi mahallelerinin çocuğu için, arkadaşları için aylarca eylem yaptılar, yapmaya devam ediyorlar. Mahalleden yürüyerek hastaneye kadar gidip nöbet tuttular, polisle çatıştılar. Kimi zaman tek başına hastane önünde pankart açtılar, gözaltına alındılar... 9 Eylül'de insan zinciri oluşturmak için, en çok gençler çalıştı, Berkin'in arkadaşları kapı kapı dolaştılar. Her tarafı pankartlarla donattılar. Günler öncesinden başlayan hazırlıklar, Berkin içindi. Okmeydanı'nın her sokağına, her apartmanına girdiler. Bu düzen, "Babana bile güvenmeyeceksin." der, gençleri böyle yetiştirmeye çalışıyorlar. Ama

yanıldılar, "Bu gençlerden ne köy olur ne kasaba" diyenler yanıldılar. Gençlerimizi, uyuşturucuyla zehirlemeye çalışmışlardı. Yoksulların oturduğu mahallelere özellikle uyuşturucuyu, içkiyi, mafyayı sokmaya çalışıyor polis. Okmeyadanı'na da, uyuşturucu sokmaya çalışıyorlar, gençleri zehirleyerek, beyinlerini uyuşturarak yok etmek istiyorlardı. Ama olmadı, Berkin'in arkadaşları, umudun çocukları buna izin vermediler. Halk ayaklandığında, anneleriyle, babalarıyla, arkadaşlarıyla birlikte yürüdüler. Çok erken yaşta, hesap sormayı öğrendiler, faşizmi tanıdılar. Öfkeyle, hesap sormak için, Berkin için insan zinciri eylemine çalıştılar. 9 Eylül'deki kepenk kapatma eyleminde, Okmeydanı'nda bütün esnaf kepenk kapatarak destek verdi. Yüzde yüz katılım oldu. AKP'nin polisi daha sabahın erken saatinde başlamıştı saldırmaya. Okmeydanı Anadolu girişi'nde okul duvarına, devasa bir Berkin resmi asılmıştı. Kırmızı bez üzerine Berkin'in resmi, "Diren Berkin Okmeydanı seninle" yazan devasa pankart, birkaç saat sonra, polisler tarafından yırtılarak götürülmüş. Etraftaki başka pankartlara dokunmamışlar bile. Saat 10 civarında bütün esnaf kepenk kapatmıştı. Esnaflar kepenk kapatırken ne için kapattığını çok iyi biliyordu; "Sadece Berkin için değil, tüm ezilen halklar için kapattım. Berkin 14 yaşında bir çocuk, eyleme katılmış da olsa polisin onu vurmaya hakkı yok... Kurşun sıkmaya hakkı yok. Yaklaşık 3 aydır Berkin hastande yatıyor, okula da gidemeycek. Bir kuru ağacı kırıyorsun insanın zoruna gitmiyor. Ama Berkin bir fidan, canımız acıyor, insanın

gücüne gidiyor." Bir diğer esnaf, "Kepengi sesimiz duyulsun diye kapattım. Berkin'i vuran polis yakalansın, cezalandırılsın diye... Berkin'in hayatını karartmak istediler, onu vuran polisin de hayatı bitsin... süründülüsün istiyorum... " İslamcı basın, esnafların kepenklerini zorla kapattıklarını söyledi. Dini imanı para olan islamcı tüccarlar, bu sahiplenmeyi anlayamaz. Onlar depremlerde, gelen yardımları yağmalamayı bilirler, dolandırmayı bilirler. Hiçbir şey için karlarından taviz vermezler. Bu yüzden saldırıyorlar. Esnafların kepenk kapatmasına akılları ermiyor. Esnaflar polisin saldırganlığına karşı kepenk kapattılar: "Bizim de çocuğumuz olabilir, gerçekten polisin yaptığı yanlış. En yakın mesafeden biber gazı atıyor. Şu an dükkanın içinde, portakal gazı var gelenleri öksürtüyor. En ufak bir şeyde polisi dikiyorlar. Polisler buraya dikilmese bir şey olmaz.. Millet yürüyüş yapıyor yürüyüşü engelliyorlar. Herkes yapsın yürüyüşünü, sloganını atsın... Sus sus sus nereye kadar susulacak. Millet anca böyle sesini çıkarabiliyor. Anne babaya Allah yardım etsin... Tanıyoruz, biliyoruz... " Polis saldırısından esnaf da zarar görüyor. Okmeydanı yıllardır direnişlerin yaşandığı ve polisin en çok saldırdığı yerlerden biri. Bu çatışmalarda esnaflardan da zarar görenler oluyor. Polis de bilerek zarar veriyor. Okmeydanı halkı ve esnafı birlikte dayanışma içinde olarak bu zararları giderebilir. Zarar gören, camı kırılan, kepengi yamulan esnafla-

EKİM-KasIM 2013 | TaVIR | 17


17-18 iyikotuberkin_sablon 10/30/13 2:41 PM Page 18

rın yalnız başına bu zararları sürekli karşılaması kolay olmayacaktır. Bu tür sorunlar, yine halkın dayanışmasıyla, imece usulüyle çözülebilir. Berkin Elvan için yapılan eylemde bütün halkın destek verdiğini sahiplendiğini, dayanışma içinde olduğunu gördük. Bazen esnafların camları zarar görüyor, bazen evlerin camları kırılıyor, gaz bombaları yüzünden yangınlar çıkıyor. Esnafıyla, halkıyla, çocuklarıyla, gençleriyle bütün halk birlikte, tek bir vücut gibi hareket ettiğinde hiçbir güç halkı yenemeyecektir. Bu zararları gidermek için, dayanışmayı örgütlemek için, esnaflardan, gençlerden, boya ve duvar ustalarından oluşan komiteler kurulabilir. Berkin 14 yaşındaydı, Grup Yorum şarkılarıyla büyüdü... Şimdi hastanede komadayken, Grup Yorum şarkıları dinlemeye devam ediyor. Okmeydanı gençleri kendi seslerini kaydedip Berkin'e göndermişler. Her biri bir umutla, berkine sesleniyor 'Uyan Berkin... seni seviyoruz... Aramıza dön' diyorlar. Okmeydanı halkı, kendi çocuğuna sahip çıktı. Halk pencerelerden tencere tavalar çalarak, 9 Eylül'deki insan zincirine katıldı... Binlerce kişi Berkin'i sahiplenmek için gece geç saatlere kadar sokaklardaydı. Polisin attığı gaz bombalarına rağmen, plastik mermilere rağmen sokağı, mahalleyi terketmediler. Hırsızların, soyguncuların düzeni herkesi bencil olarak yetiştirmek istiyor. Çıkarın olmadan tırnağını bile verme diyor. Okmeydanı'nında, gaz bombalarına, plastik mermilere rağmen sonuna kadar sahiplendiler arkadaşlarını. Onlarca kişi yaralandı, ama hiçkimse pişman değildi. 9 Eylül gecesi, çok daha büyük bir kitle toplandı Berkin için. Binlerce kişi, Okmeydanı'na akın etti. Okmeydanı'nın gençleri birlikte büyüdükleri Berkin için tek yürek oldular. Sokakta hangi gençle konuşsanız artık Berkin'i tanıyor. Çocukluğundan beri korolarda, kurslarda, "Köşe"de Okmeydanı gençleriyle birlikte büyümüştü. Gaz bombalarıyla henüz bebekken tanışıyor Okmeydanı

18 | TaVIR | EKİM-KasIM 2013

gençleri. 9 Eylül'de, Neredeyse bütün Okmeydanı'nın çocukları, gençleri sokaktaydı. Tam bir kardeşlik havası hakimdi. Önceki eylemlerden daha farklı hissetiler bu defa. Kendi mahallelerinde, kendi arkadaşlarını sahiplenmek için sokaklardaydılar. Her zamankinden çok daha fazla genç ve çocuk sokaklardaydı. Yüzlerce Berkin hesap sormak için sokaklardaydı. "Hepimiz birer Berkin'iz" diyor gençler. Berkin bu sahiplenmeyi duyacak, el ele kenetlenmiş binlerce arkadaşı "Berkin uyan" diyor. Berkin, duyuyor seslerini. Gün gün, an an ulaştırıyorlar seslerini Berkin'e. Berkin'i bu sahiplenme yaşatacak. Umudun çocukları'na sorduk "ne düşünüyorsunuz, neden sahiplendiniz Berkin'i?"diye; "Berkin benim arkadaşım kardeşim, Berkin bizim için son nokta oldu artık. Polislerin neler yaptığını, ne olduğunu gördük öğrendik. Berkin'i seviyorum birlikte beraber büyüdük. Berkin vurulduğuyla kalmayacak, bunun bedelini ödeyecekler. Berkin için ölürüm bile, polislerle çatışırım… Berkin için uçurtma uçuracağız, yürüyüşler düzenleyeceğiz, koro yapacağız. Grup Yorum Korosu oluşturacağız. En sevdiği türkü, Grup Yorum'dan Kavuşmaydı…" "Berkin bizim kardeşimiz, bugün, onu anmasak benim kardeşimin başına gelecek aynı şey. Burası Okmeydanı. Gaz da gelir her yerden, bomba da gelir. AKP polisi kahpece saldırıyor. Bizim elimizde ne var, bir taşımız var biz de onunla savunacağız. Bunlar akreplerle, Tomalarla silahlarla saldırıyorlar. Biz ne yapabiliriz ki, elimizde ne varsa onunla yapacağız. Taşımız var bizim, yakında taşı da yasaklayacaklar. 90 gündür komada yatıyor, biz sahiplenmeyeceğiz de kim sahiplenecek. " "Onun başına gelenin bir başka çocukların başına gelmemesi için sahiplendim. Berkin burada doğdu büyüdü, okmeydanında. Faşist polisin, katil polisin onu göz göre göre hedef alarak vurmasını haz-

medemiyoruz. Berkin için birçok yürüyüşler düzenledik, o yoğun bakımda kaldığı sürece ve çıktıktan sonra da, yürüyüşleri düzenlemeye, eylemler yapmaya devam edeceğiz. Onun yanında olacağız." "Berkin arkadaşımız olduğu için, iyi günde kötü günde de yanımızdaydı. Biz de onun her zaman yanında olacağız. Polis, onu vurdu. Biz de Berkin için elimizden gelen herşeyi yapacağız, gerekirse canımızı vereceğiz. Biz onun yerinde olsaydık, o da bizim için aynı şeyleri yapardı. Okullar açıldı, berkin hala yatıyor. Önümüzdeki etkinliklerde, hep yanındayız, hep beraber olacağız." "Berkin Elvan'ı sahipleniyorum çünkü Umudun Çocuğu'dur. Benim kardeşimdir. Yarınımdır. Benim için vuruldu sokakta." "Berkin Elvan benim öz kardeşim gibidir. Zaten bizim mahalle bir kardeştir. Biz vuruldukça bitmeyeceğiz, daha da çoğalacağız, AKP faşizmine karşı. Daha çok mücadele edeceğiz. Biz onlara karşı daha çok mücadele edeceğiz. Hiç boyun eğmeyeceğiz." İşte bu sahiplenme çıldırtıyor AKP'yi ve polislerini. Azgınca saldırmaya devam ediyorlar. Gençleri, çocukları, halkı hedef alarak plastik mermiler sıkıyorlar, gaz bombaları sıkmaya devam ediyorlar. Başına gaz bombası sıktıkları yeni gençlerin ailelerini tehdit ediyorlar "gaz bombası derseniz, çocuğunuzu gözaltına alırız" diyorlar. AKP'nin polisi saldırıyor, katlediyor, ama yaptıklarını savunamıyor. Gizlemek için tehdit ediyor. Çünkü korkuyorlar, vurdukları her bir kişi, bin kişi olarak dönüyor, on bin kişi olarak dönüyor. Şimdi binlerce Berkin sokakta. Berkin bu sesi duyacak, Berkin'i sahiplenmemizle yaşatacağız. q


19 sanatcilar meclisi_sablon 10/30/13 2:42 PM Page 19

güncel

güncel

sanatçılar meclis kuruyor... sanat meclisi Sinemacılar, tiyatrocular, müzisyenler, sairler, edebiyatçılar, ressamlar, heykeltıraşlar, fotoğrafçılar... Kısacası ülkenin tüm disiplinlerden aydın ve sanatçıları Ekmek, Özgürlük ve Adalet için tek çatı altında birleşiyor.

kurtulabilmesi ve özgürce üretebilmesi için uygun koşulları yaratmayı amaç edinir. Bu nedenle ses kayıt stüdyoları, görüntülü çekim ekipmanları, montaj stüdyoları, atölyeler, kültür merkezleri kurmayı hedefler.

Meclislerin temsilcilerinin bir araya gelmesiyle Sanatçılar Meclisi Yürütmesi oluşur.

SANAT MECLİSİNİN İLKELERİ 1 - Sanatçılar Meclisi tüm sanat disiplinlerinin ayrı ayrı mesleki sorunları ile ortak sorunlarını dayanışma ile çözmeyi amaçlar.

6 – Üretimlerin halkla buluşturulabilmesi için uygun koşulları yaratmayı amaç edinir. Bu nedenle televizyon ve radyo kurmak; sinema salonları, tiyatro sahneleri, sergi salonları kurmak; konserler, turneler, sergiler, festivaller düzenlemek hedefleri arasındadır.

YAPILMASI DÜŞÜNÜLEN ETKİNLİKLER: 1 – Bir stadyum, büyük bir meydan veya büyük bir parkta yapılacak olan, yüzbinlerce kişiyi bir araya getirecek bir Festival düzenlenebilir. Gezi Direnişini selamlayan, sanatın tüm dallarının festival alanına yansıtıldığı bir şenlik seklinde örgütlenebilir. Bu festivalle Sanatçılar Meclisi çalışmasını başlatabiliriz.

Özlük hakları (emeklilik, sağlık vb.); Uzun, sağlıksız ve insanlık dışı koşullarda çalışma zorunluluğu (dizi setleri, kayıt stüdyoları vb.); Yapımcı terörü (üretime müdahaleleri, üretimi durdurmaları vb.); Telif hakki gibi çözüme muhtaç tüm konularda çözüm yöntemleri üretir. 2 – Devletin, yapımcının, basının hedef aldığı; ezilen, linç edilen, baskı gören tüm aydın ve sanatçılarla dayanışma içinde olur, sahiplenir. 3 – Yıllarını kültür sanata adamış, zamanla unutulmuş, sistem tarafından bir kenara itilmiş; hasta, bakıma muhtaç, yoksul sanat emekçilerini bulur ve onlarla dayanışma içinde olur. 4 – Ülkemizdeki anti demokratik uygulamaların karşısında olur. Milliyetinden, dininden, mezhebinden, yasam biçiminden dolayı baskı gören halkların, kişi ve kurumların yanında olur. 5 – Sanatçıların yapımcı teröründen

ÇALIŞMA BİÇİMİ VE YAPISI Her sanat dalının kendi meclisi olur. Sinemacılar Meclisi, Müzisyenler Meclisi, Tiyatrocular Meclisi, Sairler ve Edebiyatçılar Meclisi, Performans Sanatçıları Meclisi gibi, tüm disiplinlerin kendine ait meclisi olur. Sinemacılar Meclisi içinde yönetmenlerin, senaristlerin, oyuncuların, set emekçilerinin, post prodüksiyon emekçilerinin kendilerine ait komisyonları olur. Bu komisyonlar kendi mesleki meselelerine yoğunlaşır. Buradaki komisyonların temsilcilerinden Sinemacılar Meclisi oluşur.

Tüm meclislerin bir araya gelmesiyle Sanatçılar Meclisi oluşur.

2 – Tüm mesleki ve güncel sorunların konuşulacağı, onlarca oturumla herkesin konuşma olanağı bulabileceği, ayrıntılı bir program çıkarmamızı sağlayacak olan bir Sanat Sempozyumu örgütlenebilir. 3 – Gezi Parkı direnişi sonrasında ortaya çıkan ve İstanbul’un birçok mahallesinde devam eden forumlara, kültürsanat etkinlikleri ile destek olunabilir.

Müzisyenler Meclisi içinde icracıların, tonmaysterlerin, kompozitörlerin, ses-ışık emekçilerinin kendilerine ait komisyonları olur. Bu komisyonlar kendi mesleki meselelerine yoğunlaşır. Buradaki komisyonların temsilcilerinden Müzisyen Meclisi oluşur.

Daha güçlü olmak için; Mesleki sorunlarımızı çözmek için; İnsan gibi yasamak için; Üretebilmek için; Üretimlerimizi kitlelerle buluşturabilmek için; Ekmeğimiz için; Adalet ve Özgürlük için;

Diğer meclisler de ayni şekilde kurulacak komisyonlardan oluşur.

BÜTÜN SANAT DİSİPLİNLERİ BİRLEŞİN! q EKİM-KasIM 2013 | TaVIR | 19


20-21 sev. av_29-30 ellerimi tut 11/3/13 7:12 PM Page 20

mektup mektup

devrimci avukatlara saygıyla hüsnü yıldız

Sevgili avukatım Taylan, sen ve avukat arkadaşlarının mahkemesinin 23-25 Aralık’ta Silivri Hapishanesi Yerleşkesi’nde görüleceğini öğrendim. Eski bir müvekkilin olmam yanında sen hapishaneye konulduktan sonra da üç kişilik arkadaş kontejanından arkadaş görüşçün oldum. Görüşçün olmayı çok istedim ki henüz tutuksuz olan dışarıdaki avukat arkadaşlara beni en başa yazmalarını söyledim. Bendeki bu aşırı isteğin sizin avukatlık yapma biçiminizle doğrudan bir alakası olduğunu söylemeliyim. Sorarsan eğer annem iyi, 14 yıl sonra sizlerin çabalarıyla kavuştuğu oğlunun mezarına iki haftada bir gidiyor, su döküp duasını ediyor. Sizlerden laf açılınca yüreği, yeniden burkuluyor. “Annesi nasıl’’ deyip anneni soruyor. “Söyle merak etmesin annesine, Taylan iyi bir insan en kısa zamanda bırakırlar’’ diyor. Sevgiyle, vatanına bağlılıktan öte bir çıkar göz etmeyen siz ve sizin gibilerin sahiciliği, güvenilirliği günlük yaşamının her anını çıkar ilişkisi üzerinden yürütenleri çileden çıkartıyor. Polisin ürettiği yalan yanlış senaryoları sokak ağzı ile servis ediyorlar. Yakın zamanda başımdan geçen bir durumu anlatmak istiyorum. İstiyorum çünkü yazılıp çizildiğine göre savcılar sizler tutuklandıktan sonra da suç unsuru olacak deliller arıyorlarmış.

20 | TAVIR | EKİM-KAsIM 2013

Birkaç arkadaş Kazova işçilerinin Şişli Bomonti’deki eylem çadırını ziyaret ettik. Ramazan öncesi olduğu için yanlarına vardığımızda çay içiyorlardı. Bize de ikram ettiler. Çaylarımızı başı türbanlı ablamızın on altı yıllık Kazova hikayesini dinlerken içtik. Bir sabah çocuklarını her zamanki gibi öpüp koklayıp üç aylık maaşını alamamasına rağmen ekmek kapımız diyerek bellediği fabrikaya gelmiş. “Hala inanamıyorum” diyor anlatırken, binlerce işçinin artık sıradanlaşmış akıbetine kendisi de uğradığında. Devlete sadık, iktidara bağlı yaşamış. “Üstelik oyumuzu gözümüz kapalı verirdik senelerdir Erdoğan’a” diyor. Devletin hangi kurumuna gitmişse değil sahiplenmek tehdit edilmiş. AKP iktidarının yüzeysel din söyleminin konfeksiyon atölyelerinden büyük işletmelere kadar binlerce başı türbanlı konfeksiyon işçisinin sendikasız, sigortasız hiçbir iş güvencesi olmadan sömürülmesi için kullandığını anlamış. O zaman duymuş senin ve diğer hukukçu arkadaşların adını. Ve şimdi onların haklarını savunmanız iddianamelerinizde suç olarak yer alıyor. Ziyaretine geldiğimde sormuştum sana ‘’Geçen yıl hangi tür davalara girdin.’’ diye. Geçen yıl yaklaşık 80 davaya girdiğini, bu davaların 60’ının Hey Tekstil, Darkmen Tekstil, Rosateks, Akçay, Bedaş başta olmak üzere emek dünyası ile ilgili olduğunu söylemiştin. Sonrası, işçilerle birlikte direndiniz ve çoğunda da kazandınız. Haksızlığa uğrayan işçilerin yanında onların

direniş önlüklerini giyerek yine onlarla cop darbelerini, biber gazını, orantılı şiddeti(!) paylaştınız. Bir direniş bitmeden, haksızlığa uğrayan yenileri kapınızı aşındırmaya başladı. Bu acımasız sömürü çarkında yalnız hareket edemeyeceklerini gördüklerinde, işçilerin nasıl birbirlerine kenetlendiklerine tanık olduk. Bu tanıklığa ortak olan birileri ise sizinle ters orantılı olarak hiç de mutlu olmayıp düğmeye bastılar. Yıl 1995.. KANAL 6’da “Dinamit” programı, sunucuları Ahmet Altan ve Neşe Düzel. Format gereği program sütüdyosu mahkeme salonu şeklinde hazırlanmış. Sunucular savcı, konuklar da kendilerini anlatmaya, aklamaya çalışan sanık sandalyesindeki tutuklular gibi. Konuklar ise; R. Tayyip Erdoğan, Bülent Arınç ve Hasan Hüseyin Ceylan. Bir saatten fazla süren programda o zaman İstanbul İl Başkanı olan R. Tayyip Erdoğan, iktidara geldiklerinde başta ABD ve Avrupa emperyalist güçlerinin ülkeden kovulacağını sonra da, sevgi, kardeşlik toplumu inşa edeceklerini söylüyor. Bunu niye anlattım sevgili avukatım. Bunu 12 yıldır ülkeyi her yıl bir önceki yılı aratırcasına baskı ve tehditle, şiddet ve şantajla yönetenlerin “adalet arayışı”ndan nerelere geldiğini anımsatmak istedim. Sırf iktidarının devamlılığı için tüm ülkeyi hücrelerine kadar ayrıştırmaktan çekinmeyen, işçi, köylü, memur tüm emekçileri dilenci gibi


20-21 sev. av_29-30 ellerimi tut 11/3/13 7:12 PM Page 21

gören, basını avucuna alıp her türden muhalefeti polis işkencesiyle bastırmaktan çekinmeyen bir iktidarla karşı karşıyayız. Sahi dışarıda olsaydınız Ethem Sarısülük, Abdullah Cömert, Ali İsmail Korkmaz, Mehmet Ayvalıtaş ve İrfan Tuna’nın katledilmesine seyirci mi kalırdınız, müdahil mi olurdunuz? Gözünü kaybeden, ağır yaralanan, gözaltına alınan veya tutuklanan kaç kişinin avukatlığını hiçbir karşılık beklemeden üstlenirdiniz. Katiller korunurken, cenazeye katılanlara dava açanlara karşı durur muydunuz? Ethem’i, İsmail’i bilerek kasten öldüren katil polislerin peşini bırakır mıydınız? Bu yıl kızımla yeniden gittiğim Dersim dönüşünde senin gibi tutsak avukatlar Ebru ve Barkın Timtik kardeşlerin anneleriyle tesadüfen karşılaştım. Bir sevgi pınarı gibiydi gözleri. Munzur’a çalar bakışları hüzünle gülümsedi, yol boyunca sohbetlerimizde. Avukatlarımın annesinin bana tanıdık bakışlarına bir şeyler ikram etmek istedim, istemedi. Yolluğunda Elazığ’dan aldığı simit vardı. Bitiremedi onu da.. bilmem kaç mola geçtiğinde hala. Av. Güçlü’nün annesinin beraber görüşe gideceğimiz gün bir saat öncesinden buluşma adresine gelip heyecanla ayakta beklemesine ne demeli. Ya kayıtlar yapılıp görüş kabinine gi-

rerken sıranın önünde hep onun olmasına. Eşinin vefatından önce savcılık yaptığı için sık sık değiştirmek zorunda kaldığı şehirler yüzünden Güçlü’nün zor şartlarda eğitimini tamamladığını, şimdi ise birkaç metre karelik görüş kabinine sığdırmak zorunda olduğu sevgisini anlatamamanın çaresizliğini yaşaması. ÇHD Başkanı Selçuk Kozağaçlı’ya da sormuştum. Son bir yılda hangi davalara girdiğini. Yaklaşık 90 davaya girdiğini bunların sadece yüzde on beşinin siyasi olmadığını söylemişti. Pamuk yüzlü annesinin böyle bir evlada sahip olduğu için şanslı olduğunu düşündüm. Elimi uzattım anne de uzattı. Öptüm, alnıma koyarken çoktan tanışmıştık, buram buram şefkat kokan salonda. Annesinin, saklamaya çalıştığı gözyaşlarını yakalamış olacak ki Selçuk abi, istem dışı olarak gözlüklerinin altını iki parmağıyla sildi. Anneleriyle tanışamadığım Av. Naciye ve Av. Şükrüye ablaların ise çocuklarını tanıdım Sevgili Taylan. Yer değiştirtmiş koşullar, onlara. Çocukları için koşturan ana babaların yerlerini alıp annelerinin peşlerine düşmüşler mapushane koridorlarında. Annelerinin gözaltına alındığı sabahtan sonra, onlar da çocukluk düşlerine veda etmişler. Kolları kırılırken gülümseyebilen, yaka paça gözaltına alınırken, dayak görüntüleri televizyonlarda gösterilen anneleriyle hep gurur duyduklarını söylüyorlardı

konuştuğumuzda. Peki, onların çocukluklarını çalan hırsızlar, kendi çocukları için kaygılanmaz mı hiç. Öyle görünüyor ki kaygılanmıyorlar. Varsın onlar kaygılanmasınlar. Bu kadar çok mağdurun avukatlığını yapanların savunmasını bizler pekala yapabiliriz. Çocuklukları hep beraber geri vermekle yükümlü değil miyiz biz koca adamlar; Merve, İrem ve Güleycan’a. Av. Günay’ın annesi ile hiç karşılaşmadım. Ama bilirim ki annemden çok farklı değildir. Aynı tedirgin bakışları, aynı ürkek uyanışları vardır. Evladına olan uzaklığı her gün yeniden sarsar onu bir kez daha. Adalet peşinde koşarken oğlunun başına gelenleri bildiği için asla güvenmez oğlunu tutsak edenlere. Sevgili avukatım Taylan, o meşhur hikayeyi toplumun her kesimi, yakın tarihlerdeki olaylarda bir kez daha gördü. Papaz, bana bir şey olmaz dedikçe sıranın kendisine gelmesini sadece hızlandırmıştır. Bu sebeple başta işlerini kaybeden ve kaybetme tehlikesini hisseden basın çalışanı gazetecilere, hukukçulara, aydın sanatçı yazarlara, işçilere, memurlara, yoksul halklara, öğrencilere, kadınlara, çevrecilere... çağrıda bulunuyorum. Sıranın size daha ağırlaştırılmış bir şekilde geleceğini mi bekleyeceksiniz. q

EKİM-KAsIM 2013 | TAVIR | 21


22 ruzgar_29-30 ellerimi tut 10/31/13 4:17 PM Page 22

deneme deneme

kendi rüzgarımızı kendimiz yapacağız... ebru timtik İçimde esen rüzgârın ne yandan gelip ne yana gittiğini anlayamazdım ilkin. Ama rüzgardı işte, düzene koyduğum kâğıtlarımı, tozlarımı, saçlarımı dağıtırdı. Yönümü şaşırırdım. Ya da öyle sanırdım.

mezdi. Ben de O’na hiç lanet etmedim. Arkasından söz demedim. Dermanımı verdim.Şarkılarımı alır duyar kulaklara götürürdü. Şarkıları söyler ama duyamazdım.

Şarkıları kulaklarıma getirir Sallardı beni Rüzgârın dansı bayırlarda sürerdi Yeşillere asılır Yıldızlara çekerdi

Denizlerimi dalgalandırırdı. Tutup tutup bir tutam deryayı kıyılarıma vururdu. Kimi sarsar, kimi bulandırırdı. Ne varsa kıyılarımda atık, kir, pas alır götürür, arındırırdı. Çeker gider hafif bir esinti bırakırdı. Belli belirsiz bir kabarmayla dalgalanırdı başım. Kafa sallardım. Anladım sanırdı.

Kokular getirirdi davetkâr. Kırlara koşardım. Kokular getirirdi çeker içime saklardım.

Biz rüzgârla yakın arkadaştık. Kardeşten ileriydik. Biz rüzgârla oyunlar oynardık. Değirmenler döndürür çamaşır kuruturduk. Binerdim sırtına dünyayı dolaşırdık.

Kokular ter kokuları Kokular yağmur kokuları Kokular anne kokuları Yar kokuları

Ağaçlarımı eğer, kuru dallarımı kırardı. Kı- Lavanta, gül, papatya, sümbül en çok da rılan kuru dallarla beni döverdi. Tövbekâr leylak getirirdi. Sesler getirirdi akşam üstolmazdım. Yapraklarımı sürükler, orman leri vadilerine götürürdü. Dalga sesleri Yağmurlarımı taşırdı. Çorak topraklarıma Ağustos böcekleri serperdi. Sonra memnunca gülümser, ko- Bir çocuk ağlayışı vuklara gizlenirdi. Öfkeli bir haykırış Sesler getirirdi. İkindi vakti güzde bana kızardı. Karşı Bağlama koyuşlarıma aldırmaz eserdi. Meydan Kara gözlüm okurdum, meydanda dururdum. Daha ol- Ağlama madı üstüne üstüne yürürdüm. Acımaz- Kara yazı bağlama dı, ben de ona acımazdım. Ama en çok Keman beni yaktı da O’na yanardım. Ey aman Çatılarımı uçurmazdı. Çocuklarımı üşüt- Sallardı bedenimi, bir ileri bir geri

22 | TAVIR | EKİM-KAsIM 2013

Ne yana gitti şimdi, küstü mü? Unutulduk. Şu Haziran öğlesi, şimdi biraz serinlik getirse hücreye... Biraz deniz kokusu, biraz da çam, geceleri Açsa da şu bulutlar biraz yıldız görsek Hepsinden geçtim. Bir meydanlara uğrasa, ses getirse “Her yer Taksim...” diyen, “Haklıyız...” diyen, “Zafer...” diyen seslerden... Kimsecikler yakalayamaz O’nu ama oyun arkadaşım, sırdaşım, inat eder de uğramazsa tel örgülerimize; sanmasın ki eli böğründe bekleyeceğim. Çekip içime sakladıklarımı soluğumun gücüyle bir üfleyeceğim. Soluğumuzun gücüyle bir üfleyeceğiz. Biz; kendi rüzgârımızı kendimiz yapacağız. q


23-25 kazova_sablon 10/30/13 2:58 PM Page 23

röportaj

röportaj

ipince ipin ucunda yeşeren rüyalar tavır

Kazova’ya gitmeden önce orda olmasını çok istediğim bir ablamız vardı. Direnişin ilk günlerinde destek için gittiğimizde sessiz ve düşünceliydi. Elim boşta kalmış tokalaşmamıştı ablamız inançları gereği. Uzattığı çayı biz içerken oda bizleri anlamlandırmaya çalışmıştı. Aradan geçen onca günden sonra işte burda Nurten ablamızla yine birlikteyiz. Kendini tanıtırmısın dediğimizde 55 yaşında olduğunu, eşini yıllar öncesinde kaybettiğini, üç çocuğunu ise kendi deyimiyle namerde muhtaç etmeden çalışarak büyütmüş. Beş altı yaşlarındaki torunu Ömer Osman, babaannesinin işgal ettiği fabrikada her an kendisiyle birlikte duruyor. 16 yıllık çalışmanın karşılığı hiç bir hakkı verilmeden kapı önüne konulmak olunca şimdilerde bir işgalci, bir direnişçi olmuş. Bu yaşadıkları onun hayal

EKİM-KasIM 2013 | TaVIR | 23


23-25 kazova_sablon 10/30/13 2:58 PM Page 24

dünyasının çok ötesinde olmasına rağmen ‘gerçek yaşam buymuşu’ an an süren direnişleri esnasında öğrenmiş. Bu süreçte yıllarca hiç çıkmadığı Taksim’e Şişli’ye, elinde döviz veya pankartlarla çıkar olmuş. Korkmuş mu evet korkmuş. Heyecanlanmış mı , ürkmüşmü evet hemde çok. Fakat vazgeçmeye hakkını almadan burayı terk etmeye hiç mi hiç niyetli görünmüyor. Peki Nurten abla böyle bir şey bekliyormuydun diye sorduğumuzda. --Hiç böyle bir şey beklemiyordum. Patronlarımız hacı idi. Ben namussuz değilim. Hakkınızı yemem. Hacca gittim geldim. Beş kuruşunuzu yemem diyordu. Patrondan sonra oğlu yanımıza geldi. Siz fabrikadan ayrılmayın. Ben sizin çıkışınızı veririm dedi. Altınada imzamı atarım, korkmayın dedi. 1 haftalık izinlisiniz, iş yok zaten gidin gelin dedi. Ama bizi oyuna getirdiler. Gittik geldik ki makinaların hepsi kaybolmuş. Dokuma makinasının üzerindeki ipliklerden özenle bitirilmiş kazaklara gözleri kayarken Nurten ablamızın bizde sorularımızı sıralıyoruz. İçerde kalan maaş , mesaileriniz varmı? Kıdem tazminatları ne oldu? --İçerde 4 aylık maaşımız kaldı. Mesailerimiz tazminatlarımız hepsi içerde kaldı. Kıdem tazminatın ne kadar tutuyor Nurten abla hesaplatabildin mi? --İşverene göre 16 milyar tutuyormuş. Ama ben avukatlarıma hesaplattırdığımda 28 milyar alacağın var dediler. Peki, fabrika şu an çalışıyor. Makinaların sesini duyuyoruz. Bu sürece nasıl geldiniz.

24 | TaVIR | EKİM-KasIM 2013

--Avukatlarımızı tuttuktan sonra yürüyüşler yaptık. Yürüyüşlerden sonrada fabrikayı işgal ettik, İşgal edince görüyorsunuz üretime başladık. Nasıl yürüyüş yaptınız. Niye yürüyüş yaptınız. Daha önce hiç yürüyüş yapmışmıydın. Yürüyüş yapanlara nasıl bakardın?

görünce onun ve oğlunun parasını asla vermeyin demiş. Gelen milletvekilleri ve sanatçılarda olmuş ama ben yokken gelmişler görmedim. Burda bomantide başka işçilerde var bazıları desteğe gelip konuşuyor bazılarıda korkudan selam da vermiyor.

Hiç yürüyüş yapmadım yapanlarada şaşkınşıkla bakardım. Ne gerek var bunlar yürüyor diye. Demek ki başımıza gelince anlıyormuşuz. Bizde anladık onların nasıl ve niye yürüdüğünü.

Nurten abla suçlu sadece patronmu. Ya sizi duymamazlıktan gelen devlet. İktidardaki AKP’ye ne demeli. Basından duymuşlardır en azından sizleri. --Tayyip erdoğan 4,5 sene evvel buraya firmamıza geldi. Baktı beğendiği kazaklar oldu. Kendisine 25 tane kazak yapıldı. El işçiliğini de ben yapmıştım. Sahip çıkmıyor demekkibize. Az sahip çıksaydı belki daha az direnip hakkımızı alırdık. Ama duymuyorlar yada duymamazlıktan geliyorlar. Oyunu kime veriyordun ? --Oyumu hep Tayyip Erdoğana verdim. Bundan sonra kime oyumu vereceğimi bilmiyorum. Gece rüyamda bile bu soruyu kendime soruyorum.

Kaç yaşındasın Nurten abla. --55 yaşındayım. 55 yaşına kadar hiç yürümemiş olan Nurten abla birden bire kendini yürüyüş yaparken slogan atarken buluyor ne dersin. --Hakkımız almak için yürüyoruz. Şişliden buraya kadar slogan atıyoruz. İçeriyide işgal ettik hakkımızı almak için. Üretimede başladınız. --Üretime başladık. Ürettiklerimizi satacağız. Hakkımızı öyle alacağız. Demin bana bir kazak göstermiştin. Toptan fiyatını da 199 tl olarak söyledin.Çok büyük tekstil firmalarına ürettiğiniz bu kazaklardan sizde giyebiliyormuydunuz? --Biz kendi ürettiklerimize sadece sadece bakıyoruz. 200 milyona nasıl kazak alalım. Biz çarşı pazarda paramız olduğunda 10- 20 milyona kazak alabiliyoruz. Sizi desteğe kelen insanlar kuruluşlar varmıydı. Tam olarak destek bulduğunuzu söyleyebilirmisiniz.? --Evet , bütün gazetelerden televizyonlardan gelenler oldu. Soru sorduklarında baktım kimse konuşmuyor. Ben anlattım yaşadıklarımızı. Hatta patron benim konuştuğumu

Bütün ülkeye mal olan bir direnişin şu an önemli bir parçasısın. İşten atılıp sizin gibi hakkınıı alamayan işçilere ne söylemek istersin. --Dirensinler ve asla çalıştıkları yeri terk etmesinler. Direnerek kazanabilirler ancak. Bir şey anlatıcam. Eniştem ve ablamla asma köprüden geçiyorduk. Şimdi adını unuttum oranın. 500 kişi aynı bizim gibi sloganlar atarak yürüyordu. Bir kişi fazla olsun dedim inip onlarla yaklaşık 20 otuz adım yürüdüm. Gitmeseydim kendimi kötü hissederdim. Eniştem gitme baldız baksana onlarda bizim gibi paralarını alamamışlar diyince, nasıl yürümem dedim. Akşam eve gittiğimizde eniştem ve ablam hala gülüyorlardı.Seni bu direniş çok


23-25 kazova_sablon 10/30/13 2:58 PM Page 23

değiştirdi diye ara sıra takılırlar hala bana. Nurten ablanın bu anlattıklarını düşündükçe onun insan olarak var olma koşullarını yerine getirmenin huzurunu taşdığına tanık oluyoruz. Kazova fabrikasının önünde bizi karşılayan başka eylemciler olduğu gibi direnişe desteğe gelenlerde var. Patron fabrikayı talan ederken yerlere saçılmış iplik parçalarını, hırsızlığının bir kanıtı olarak sanki geride bırakmış. Makinalara desen, renk ve model yükleyen bilgisayar programı da çalındığı için ustabaşı konumundaki Serkan zihnini zorlayarak umutla sorunu çözmeye çalışıyor. Biz ordan ayrılmadan hemen önce savcılığa ifade vermekten gelen iki işçi gülerek an-

latıyorlar yaşadıklarını.’’ Savcı sormuş siz niye patronun kızının çalıştığı Yeni Şafak gazetesinin önüne gidip hırsız Gaye Somuncu diye bağırıyorsunuz’’. Eperyalist politikaların en acımasız uygulamacılarından olan AKP iktidarı işçiyi, yoksulu, köylüyü, ormanı, suyu vb. yaşama ait ne varsa yok etmek için yemin etmişcesine saldırmaktadır. Kapalı kasa servis aracında boğularak ölen emekçi kadınlar çoktan unutulmuşken, her gün iş kazalarında ölen işçilerin haberi sıradanlaşırken, işçi sendikalarının iktidarın dümen suyna girereken bu direniş çok anlamlıdır. Gezi parkı eylemlerinin nasıl yaygınlaştığı üzerine bihaber kafa yoranların yarına yeni 16-17 haziranların gelmekte

olduğunu şimdiden görmeleri ve destek vermeleri gerekmektedir. Kendimiz üretip hakkımızı öyle alacağız iddasındaki bu mütavazi insanların direnişi her koşulda üzerine koyularak desteklenmelidir. Bir eylemci şöyle diyordu; ipliğide çaldılar ya önce eldeki ipliklerle kazak yapıp satacağız. Sattığımız ürünlerin parasıyla önce yeni iplik alacağız. Sonra sonra Nurten ablamızın gülümseyerek anlattığı direniş anısıyla özetleyelim. Oğlum telefonla aradığında makinalarımız çalışmaya başlamıştı. Sesi duymuş ‘’ Ooo anneme bakın makinaları şakır şakır çalıştırmışsınız diyince… arada bir boğazı düğümlenen direniş sahiplerine binlerce teşekkürler var olun sağolun.q EKİM-KasIM 2013 | TaVIR | 25


26-27 bahar rop_29-30 ellerimi tut 10/30/13 2:59 PM Page 26

röportaj röportaj

bahar kurt’la röportaj tavır

Bir yıllık tutsaklığın ardından tekrar Tutsaklık, bu ülkede yaşayan her onurözgürlüğüne kavuştun. Neler hisse- lu aydının, sanatçının ödeyeceği bir diyorsun? bedeldir. Halkın sanatçıları bu bedeli alınlarının ak cefası sayarlar. Ben de İbrahim Çuhadar isimli bir devrimci- halkını ve vatanını seven bir sanatçı olanin cenazesini sahiplendiğimiz için tu- rak payıma düşen bedeli ödedim. tuklanmıştım. Cenaze günler geçmesine rağmen Adli Tıp Kurumu’nda tutulu- Bir yıl süren tutsaklığım Bakırköy Kadın yor, ailesine ve yoldaşlarına verilmiyor- Hapishanesi’nde geçti. 24 kişilik koğuşdu. Ve biz de bu durumu protesto etmek larda kalıyorduk. Siyasi tutsaklar olarak ve cenazeyi alabilmek için TAYAD’ın bir aradaydık. Sömürücü iktidarlar çağrısıyla İdil Kültür Merkezi’ndeki arka- geçmişten bu yana hapishaneleri bir daşlarımızla birlikte Adli Tıp Kurumu değirmen olarak inşa etmişlerdir daiönüne gittik. Devrimci sanatçı hayatın ma. Amaç halkın direnen damarlarını her alanındadır çünkü. Müzisyendir, şa- öğütmektir. Nice halk sanatçısı bu irdir, ressamdır… Yeri gelince de eylem- değirmenlerde öğütülmek istenmişcidir. Kavganın sanatını kavganın içinde tir. Ancak halkın değerleri egemenleyapar. Adına halk denilen deryadan rin yıldırma yöntemlerinden daha beslenir. O deryadan koparsa kurur, güçlüdür. Bu değerlere sıkı sıkıya tuölür… İşte bu bilinç ve duygu yoğunlu- tunanlar için hapishaneler değirmen ğuyla İbrahim Çuhadar’ı sahiplendik. olmaktan çıkar, okula dönüşür. TutsakHani diyor ya Nazım; “Ve gayrısı, mese- lığım boyunca üretirken, zindanlara la benim on sene yatmam, lafı güzaf” kapatılıp da sözünü söylemekten vazişte öyle… Halkı için canını vermiş Çu- geçirilemeyen Nazımlar, Sabahattin hadar, benim hapis yatmam da lafı gü- Aliler, Rıfat Ilgazlar yanımızdaydı. 12 zaf. Eylül karanlığında kahramanlık destanı yazan Apolar, Hasanlar, Haydarlar yaTutsaklık koşullarından biraz bah- nımızdaydı. İdil daima yanımızdaydı. seder misin? Tutsaklığı devrimci sa- Yol gösteriyordu, güç veriyordu. Onlanatçı olarak yaşadın. Neler yaşadın, rın yarattıkları geleneğe sahip çıkıyor, neler hissettin bu süreçte? büyütüyorduk.

26 | TAVIR | EKİM-KAsIM 2013

Tutsaklığım boyunca bir dakikamız bile boş geçmedi diyebilirim. Devrimci sanat faaliyetlerimiz orada da devam etti. Şiir geceleri, tiyatro çalışması, koro çalışması yapıyorduk. Çoğu arkadaşımızın o güne kadar tiyatro konusunda veya müzik konusunda aldığı bir eğitim yoktu. Fakat tüm amatörlüklerine rağmen çok güzel oyunlar ortaya çıkardılar. Yarattıklarımız kolektivizmin gücüydü. Kendi imkanlarımızla yaptığımız bir ışık düzeneğimiz vardı, tiyatroda kullanıyorduk. Gardiyanlar bir gün bu ışık düzeneğini arama esnasında görüp el koydular. Aramaya hapishanenin 2. müdürü de katılmıştı. Ona ışık düzeneğini tiyatro için kullandığımızı söylediğimizde bize “Burası eğitim yeri mi?” diye cevap verdi. Ve ışık düzeneğimizi alıp gittiler. Öyle ya, onlar devrimcilerin kişiliklerini ezip yok etmek için yapmışlardı hapishaneleri, tiyatro da neyin nesiydi! Ailelerimizin, arkadaşlarımızın araştırma yazılarımızda kullanmamız için gönderdikleri internet çıktısı yazıların verilmeyip “el koyma” kararı almalarının nedeni de bu olsa gerekti. Yani hapishaneyi eğitim yerine çevirmemek! Ancak ne yaparlarsa yapsınlar üretmemizin önünde engel olamazlar. Çünkü beynimiz bizim ve ona el koyamazlar.


26-27 bahar rop_29-30 ellerimi tut 10/30/13 2:59 PM Page 27

Seninle birlikte tutsak olan devrimci sanatçılardan Grup Yorum elemanı Ayfer Rüzgar ve İdil Tiyatro Atölyesi oyuncusu Gamze Keşkek ile iletişiminiz nasıldı? Görüşebiliyor muydunuz? Tekirdağ 1 Nolu F Tipi Hapishanesi’nde tutsak bulunan İdil Tiyatro Atölyesi oyuncularından Veysel Şahin ile iletişiminizi nasıl sağlıyordunuz? Ayfer ve Gamze ablayla aynı koğuştaydık. Tüm çalışmalarımızı birlikte yürütüyorduk. Sadece üçümüz de değil; DevGençliler, devrimci avukatlar, devrimci memurlar da bu kolektifin bir parçasıydı. Hepimizin birbirimize öğreteceği çok şey vardı. Bilgilerimizi, yeteneklerimizi paylaştık. Öğrendik ve öğrettik. Veysel abiyle ise düzenli bir mektup trafiğimiz vardı. Yazdığı şiir, yazı vb. şeyleri Tavır’a gönderdiği gibi bizimle de paylaşıyordu. Dergimizin yazarlarının bir kısmını hapishanelerdeki devrimci tutsaklar oluşturuyor. Hatta iki dergimiz çalışanı, yazarı Veysel ve Gamze tutuklu. Sanatsal üretim anlamında hapishaneler “ mutfak” işlevi görüyor. Sen nasıl değerlendirdin bu “mutfak”ı? Evet, devrimci tutsaklar Tavır’ın en sadık yazarlarıdır. Yazılarıyla, önerileriyle, eleştirileriyle Tavır’ı beslediler, besliyorlar. Ben de tutsaklığım boyunca Tavır’dan hiçbir zaman ayrı kalmadım. İçeride de Tavır yazarları olarak aylık düzenli toplantılar yapıyorduk. Televizyondan ve gazetelerden gündemi takip ederek konu önerileri çıkarıyor, alt başlıklar oluşturuyor ve sonra bu konuları kendi aramızda bölüşüp yazıyorduk. Ve Tavır’a gönderiyorduk. İdil Kültür Merkezi ve Grup Yorum’dan görüşümüze gelen arkadaşlarla her sayının değerlendirmesini de yapıyorduk ayrıca. Tutsaklığın sürecinde Anadolu halkları AKP faşizmine karşı ayaklandı. İki buçuk milyon insanın katıldığı, aylar-

ca süren direnişler yaşandı. Hapishanede tutsak olarak, tutsak bir devrimci sanatçı olarak bu süreci ne kadar takip edebildin? Neler hissettin anlatır mısın bize? Halk ayaklanması sürecinde hapishanede olmak tutsaklığın sızısını en yoğun yaşadığımız süreçlerden biriydi. Faşizm karşısında halkımızla omuz omuza olamamak çok ağrımıza gitmişti. Bir ablamız “Ben yıllarca bu günü bekledim ve şimdi buradayım.” demişti. Biz de onun gibi yıllardır bu günü bekliyorduk. Halkımıza güvenmiştik çünkü daima. Sadece beklemek değil, ilmek ilmek örmüştük bugünü. Fakat o günlerde hapishanedeydik işte. Gözümüz kulağımız radyoda, televizyondaydı. Yüreğimizse tabii ki Taksim’de ve Anadolu’nun her köşesinde direnen halkımızın yanındaydı. Ayaklanmaya sanatçıların katılımı, desteği de yoğun oldu. Bu da beni ayrıca gururlandırdı. Yıl-

larca halka inanmayan sanatçılar şimdi “Halkımla gurur duyuyorum.” diyordu. Ve bir kez daha gördük ki, egemenler halkın sanatçısından çok korkuyor. Bundan sonra hedef bu korkuyu daha da büyütmek. Bunun yolu da ancak halkla birlikte olmaktan geçiyor. Son olarak söylemek istediğin bir şey var mı? Tavır’ın 34 yıllık bir tarihi var. Ancak beslendiği tarih binlerce yıllık bir geçmişe dayanıyor. Tavır’ın sesini kısmak hiç kolay değildir o yüzden. Tavır ailesi beş on yazar, yazı işleri müdürü vs.’den oluşmuyor. Anadolu’nun her yerinden, hapishanelerden, yurt dışından insanlar Tavır için yazıyor. Tavır’ın sahibini, yazarlarını tutuklasalar da kalemini halk için oynatan tüm yazarlar Tavır’a sahip çıkacaktır. Her şeyden önce bu derginin sahibi halktır ve halkı susturamazlar. EKİM-KAsIM 2013 | TAVIR | 27


28 guvenmek_29-30 ellerimi tut 10/31/13 4:22 PM Page 28

değerlerimiz değerlerimiz

güvenmek deniz ekin

Anadolu'nun herhangi bir köyünde gece kapısı açık uyuyan bir ailenin evinden kapitalizmin kirli kara kutusu şaşalı bir jenerikle yeni bir ürün tanıtıyor ve reklamın sonu "Sadece kendine güven" diyerek bitiyor.. Halbuki o televizyonun bulunduğu evin kapısı çoğu gece kapanmıyor.. Çünkü o köyde herkes birbirine güveniyor ve içlerinden birine bir şey olsa herkesin tepki vereceğini biliyor.. Evet, o kapılarını kapatmaya gerek duymadığımız evlerimizin içindeki kirli kara kutu bizlere, sadece kendine güvenmeyi empoze etmeye çalışıyor. Çünkü gölgesinden dahi korkan kapitalizm bunun böyle olmasını istiyor. Kapitalizm ancak bu şekilde çarkının devam edeceğini biliyor.. Sadece kendine güvenen insan, etrafındaki her şeyden ve herkesten kuşku duyar. Yalnızdır ve çaresizdir.. Daha çok ve daha hızlı tüketir. Ve böyle bir insanın, bu adaletsiz düzeni tümden yıkıp, yaşanılası güzel bir dünya kurma hayali yoktur... Fakat öz kültürünü, değerlerini unutmayan insan iyinin güzelin yaratıcısı olacaktır... Bizim özümüz Anadolu'dadır.. O, gece açık kalan kapıların ardında beşiğe belenmişizdir... Başımız dara düşse tüm mahalle yanımızda olmuştur ve ne zaman başımıza bir hal gelse yine herkesin bizim yanımızda olacağını bilmişizdir. Aynı kandan, aynı candan olmadan kardeş olmanın yaratıcısı, birlikte ölüme gidebilmenin ustası olmuşuzdur... Ve bizim topraklarımız, bu düzen yıkılıp viran olacak diyen yiğitler yetiştirmiş onlara güvenmiştir.. Kim beri hay'la cenge

28 | TAVIR | EKİM-KAsIM 2013

girecek olsa, ardında adına kahramanlık destanları yakan koskoca bir halk vardır.. On yıllardır, halkların kurtuluş mücadelesi için savaşanlara halkımız güvenmiş, kimi zaman evini açmış, kimi zaman varını yoğunu paylaşmış, kimi zaman kulağı yüreğinde bir zafer türküsü için beklemiştir.. Her adaletsizlikte "sorarlar bir gün/sorarlar" diyerek türküler yakmış; acısını, öfkesini devrimcilerin dindireceğini bilmiştir. Kuşku yok ki bu güven karşılıklıdır.. Devrimciler halka güvenmiştir daima.. 122 kere açlıktan ölürken de, hapishane hücresinde hastalıkla mücadele ederken de, siperde mavzer beklerken de...Serez'in esnaf çarşısında Şeyh Bedrettin'in birazdan bedeni gerilecekken çarmıha Bedrettin, bir gün mutlaka kazanacağız demiştir.. Mahir Kızıldere'de yoldaşlarıyla şehit düşerken mücadelenin devam edeceğini, Anadolu topraklarından nice kahramanlar çıkacağını öngörmüştür... Bunun yarattığı güvenle başı dik, gözleri umut dolu şehit düşmüştür... Barikatların önünde Demirci Kawa'lardan, Mahirle-

re, Sabolara, Dayılara bir geleneği devam ettirmenin onuruyla yiğitçe çatışanlar başlarına bir şey geldiğinde yoldaşlarının, halkın kendilerini nasıl sarıp sarmalayacağını bilmiştir... Bu güvenle bir adım, bir adım daha öne atılınmıştır.. Ve bugün artık, böyle sürüp gitmeyeceği aşikar olan bu düzeni tümden, tez elden yıkıp viran edip, güzel aydınlık bir gelecek inşaa etmek için mücadele eden, on dördünde beyni sokaklara akıtılan devrimcilere, o devrimcileri sahiplenen evindeki çekyatına kadar barikata malzeme olarak taşıyan halkımıza güvenmeliyiz. Biz ortak bir amaç uğruna bir araya gelerek, aynı karından doğmadan kardeş olabilmenin en güzel örneğini sergilemiş, bir büyük aileyiz... Bugün artık her an bedenimizde düşmanın bir darbesini hissedebileceğimiz günleri yaşıyorsak eğer; aynı büyüklükte bir güvenle bir kez daha kenetlenmeliyiz... Gerisi hayat.. q


29 mudahale_sablon 11/3/13 7:16 PM Page 41

kelimelerin dili

kelimelerin dili

müdahale tavır

Kimi kelimeler kullanıldığı yere göre etkili bir silah görevi görürler. İstediği düşünceyi farkına vardırmadan zihinlere yerleştirerek hedefe ulaşırlar. Bunlardan birisi “müdahale” sözcüğüdür. Aslında “polis müdahalesi” desek daha doğru olur. Müdahale bir ihtiyaçtan doğan fiildir. Şartlar böyle bir eylemin gerçekleşmesini zorunlu kılar. Peki polis müdahalesinin kullanıldığı yerlere bakalım. Örneğin son birkaç haftada gazetelerde yer alan başlıklara bakalım: - Ahmet Atakan’ın cenaze töreni sonrası çıkan olaylara polis müdahale etti. - Polis Taksim’de göstericilere müdahale etti. - Hasan Ferit Gedik için yürüyüş yapan gruba polis müdahale etti. - Berkin Elvan için yapılan eyleme müdahale edildi. Benzer birçok örnek sıralanabilir. Sadece gazetelerde, televizyonlarda değil bizlerin de ağzındadır bu

kelime. Burjuvazinin yapmak istediği şey yaptıklarını haklı göstermektir bunun için her yalanı, her kelimeyi kullanır. Müdahalenin kelime anlamı araya girmek karışmaktır. İnsanları katletmenin, zehirlemenin adı müdahale olmuştur. Fakat müdahale değildir yaptığı, azgınca saldırmaktır. Müdahale etmek kadar meşru ve yumuşak değildir polisin yaptıkları. Burjuva basın, medya her şeyi olduğu gibi polisin saldırısını da müdahale diyerek hafifletmeye çalışıyor. Bakın polis tomasıyla, gazıyla nasıl müdahale etmiş. Polis müdahale etti! - 14 yaşında Berkin’i vurdu. 90 gündür yoğun bakımda. Okullar açıldı ve Berkin hala uyuyor. Polis müdahale etti! - Ethem’in beynini boşalttı. Olanca kanı aktı gitti sokaklara. Polis müdahale etti! -19 yaşında Ali İsmail’i döve döve öldürdü. Polis sadece müdahale ettiği

için katilleri hala sokaktalar ve aramızdalar. Polis müdahalesi diye zihnimize yerleşen bu sözcük aslında gizliden gizliye yapılan bu saldırıları bize kabullendiriyor. Halkın hakkını savunması meşrudur. Halkın insanca yaşamak kadar doğal bir talebi olamaz. Yoksulluğa, yozlaşmaya karşı direnmek kadar meşru bir eylem olamaz. Bunun karşısında duran herhangi bir eylem gayrı meşrudur, saldırıdır. Eğip bükmeye, kılıflara uydurmaya gerek yok. Halka saldırı vardır, halkın çocuklarına açıktan saldırı vardır. Bu gerçeği Berkin Elvan da Hasan Ferit Gedik de tekrar tekrar hatırlattı bize. Yani müdahale masum bir kelime değildir. Durum ne ise o yazılmalıdır. Polis işkence yaptı. Polis insanların beynini sokağa akıttı. Bir kelime ile faşizmi gizleyemezsiniz..

EKİM-KasIM 2013 | TaVIR | 29


30 ayin fotosu_29-30 ellerimi tut 10/30/13 3:21 PM Page 30

ayın fotoğrafı ayın fotoğrafı

30 | TAVIR | EKİM-KAsIM 2013


31-32 umudun cocuklari_sablon 11/3/13 12:35 PM Page 31

tanıtım

tanıtım

umudun çocukları orkestrasını kuruyoruz! grup yorum

Yine yüreklerimize büyük umutlar doldurup düştük yollara. Baktığın kadar görürsün, inanırsan mutlaka başarırsın diyerek "haydi" diyoruz. Yolculuğumuz kalabalık... Yanımızda yine enstrümanlar var. Konuklarımız mı? Konuklarımız bu defa küçük kardeşlerimiz, genç arkadaşlarımız… Umudun Çocukları demeyi tercih ediyoruz kendilerine. Onları da yanımıza alıp düşüyoruz yollara... Bir bayram havası yaratacağız hep birlikte. Sokaklara tüm neşesini akıtan, koşturan, top oynayan "yaramaz" çocuklarımız... Onlar bizim geleceğimiz. Gelecekleri çalınmış, yoksullukları yüzlerinde bölünmüş uykuların sersemliği gibi, dizlerinde yırtık bir pantolon... Patlak toplarının peşinden koşar onlar akşamlara kadar. Ve hep gülen yüzleri meydan okur bu hayata. Hiç bisikleti olmayan, bir kaç tur atabilmek hayaliyle gece uykuları kaçan çocuklarımız. Oyuncak parası biriktiren ve aslında daha o günlerde hayatla kavgalı, bir türlü

geçinemeyen... Kimisi de bu yoksulluğun ürettiği yozlaşmanın dişlileri arasında öğütülen… Çetelerin eline düşen… Umudunu yitirip çareyi tiner torbalarında, bali kutularında arayan… Hepsi ama hepsi bizim çocuklarımız. Bu gözü dönmüş obur düzen her şeyimize olduğu gibi çocuklarımıza da düşman. Her şeyi olduğu gibi çocuklarımızı da yok ediyor. Onları bu çarkın içinden çekip alacağız. Yarın milyonlarcasını, bir gün tamamını kurtaracağız. Bu düzenin kökünü kuruttuğumuzda… Ama hepten yarına ertelemiyoruz bu işi. Şimdi küçük küçük adımlarla, ulaşabildiğimize ulaşıp, çekip almak istiyoruz bu düzenin vahşetinden. İsyan eden tüm çocuklara anlatılan bir öykü var. Her şeye boyun eğmenin, savaşmamanın öyküsü. “Bu dünyada hiç uğraşma nasıl olsa öteki dünyada...” diye başlıyor. Bu öykü; ezilmek, yapılan tüm haksızlıklar karşısında susmak temelli. Ama 14 yaşındaki Berkinler reddediyor bu öneriyi. Biz

de Berkinler’in, yoksul ama savaşçı çocukların mahallelerinden başlıyoruz yolumuzu adımlamaya. Söylediğimiz gibi, yolumuzu çocuklarımızla ve sırtımızda enstrümanlarımızla adımlayacağız… Hayatın bir kenara ittiği, değer vermediği, umutlarını söndürdüğü çocuklarımız, enstrümanlarımızla, müziğimizle, sanatımızla tanışacak… Kemanlarımız, flütlerimiz çocuklarımızın elinde bizim hikayelerimizi anlatacak. Bir orkestra kuruyoruz çocuklarımızla birlikte. Kemandan viyolaya, çellodan kontrbasa, obuadan klarnete, enstrüman çalmayı öğrenmek, koca bir orkestranın bir parçası olmak tüm çocuklarımızın hakkı. Yoksulluk, çocuklarımızın yarattığı, çocuklarımızın tercih ettiği bir şey değil. Bu bir kader, bir yazgı hiç değil. Bazıları çok para kazanacak diye en ağır işlere koşulan, sokakta mendil satmaya mecbur bırakılan, içecek temiz su bulamayan çocuklarımız için kültür de sanat da salıncaktan yıldızları tutmak gibidir. Biz bu mesafeyi kaldıracağız.

EKİM-KasIM 2013 | TaVIR | 31


31-32 umudun cocuklari_sablon 11/3/13 12:35 PM Page 32

Her birinin eline birer enstrüman verecek, bu enstrümanların kullanımını da öğreteceğiz. Oysa egemenlere göre sanat sadece burjuvaziye aittir. Belirli bir zümre ona ulaşabilir. Biz demiyor muyuz müzik ekmek gibi su gibi diye. İnsanların kendilerini ifade ettikleri, yaşamlarını, acılarını, korkularını, sevinçlerini, sevdalarını, özlemlerini anlattıkları bir araçtır müzik. Tüm sözlerden daha kuvvetli olduğu anlar vardır. En çaresiz anında umudun olur. Bazen bir anne gibi kucaklar, bazen sarsar. Ama bir de bakmışsın ki en ufağımızın bile cepleri umut dolu. Kuracağımız orkestranın bir adı var: Umudun Çocukları Orkestra-

32 | TaVIR | EKİM-KasIM 2013

sı. Bu orkestrada hep birlikte büyüyeceğiz. Beraber aşacağız umutsuzlukları ve tüm zorlukları. Müziğimizle meydan okuyacağız hayata ve tüm mutsuzluklara. Enstrümanları ve enstrüman eğitimini yüksek ücretli kılıp halk çocuklarından esirgeyen bu düzene ve sahiplerine inat en iyi çocuklarımızın kirli paslı elleri çalacak viyolayı. Obuaya kavuşacak çatlak dudakları, daha önce adını hiç duymadığı obuaya. Öyle bir üfleyecek ki klarnete, duygusu tüm halkı saracak. Anadolu’ya özgü enstrümanlarımız, bağlamalarımız, ritim aletlerimiz de olacak orkestramızda. Ama klasik müzik enstrümanları da olacak… Klasik müziği,

klasik müzik enstrümanını yüksek tabakaların soyluların tekeline almaya kalkanlar görecek ki ne cevherleri var bu halkın. Şimdi ilk orkestramızı kurarak, Okmeydanı’nda çalışmaya başlayarak atıyoruz ilk adımımızı. Kocaman görkemli bir nehre dönüşüceğiz zamanla... Orkestralarımız kısa zaman içinde mahallelerimizi ve şehirlerimizi kuşatacak. Dört bir yanda bizim orkestralarımız olacak. Çocukları umutla, umudu çocuklarla tanıştıracağız. Ve umudun çocukları olarak, umudun ezgileriyle dünyayı sarsacağız. q


33 cocuktun sen_sablon 10/30/13 3:27 PM Page 33

deneme

deneme

bir çocuktun sen... leyla güney Bir çocuk, Gülümseme eksik olmasın yüzünde Oyun oynasın, düşsün, paylaşsın sevgiyi Yeşersin mutluluk, yüzümüze gelsin aydınlık*

13 yaşında bir çocuktun sen. Okul arkadaşların tarafından darp edilerek öldürüldün. Tartışmıştınız, tartışmanın nedenini bilmiyorum, belki “yan baktın, omuz attın” kavgasıydı belki de “kız meselesi”ydi, kimbilir. Ama ölümünü gerektiren bir mesele olmadığı kesindi. 13 yaşındayken kendin gibi çocuk yaşta olan okul arkadaşların öldürdü seni. Biri bir tekme salladı, diğeri yumruk attı, beriki tokatladı, öteki yere yıktı. Sen yerde cansız kaldın… Umutlarını büyüttüğün okul koridoru mezarın oldu. Bu nasıl bir yuvaydı böyle Ahmet? Bizim yuvalarımız sıcak olur, bizim yuvalarımızda sevgi vardır, kardeşlik vardır, beraberlik vardır. Yoksa devletin yuvası bizim yuvalarımızdan farklı mıydı? Sen niye bir başına kaldın o “yuva”da? Neden bir başına, çaresiz, savunmasız kaldın? Devletin “yuva”sında büyümen, “adam” olman için ne çok alınteri dökmüştü baban halbuki. Kömürden kısmış, boğazından kısmış, yol parasından kısmıştı… Fotokopi paranı, karne paranı, spor paranı, sürekli başındaki kelimenin değiştiği … paranı ödeyip durmuştu. Sen de pek hevesliydin, yine bir eylül ayı gelip çatmış ve yeni bir okul yılına başlamıştın. Bir yaş daha büyümüş

olmak, bir üst sınıfa geçmek heyecanlandırıyordu seni. Daha okul açılalı iki hafta bile olmamıştı ki, bir gün haberlerde rastladım sana. “Kanarya İlköğretim Okulu'nda okuyan Ahmet Şahin isimli öğrenci, arkadaşları tarafından darp edildi. Olay sonrası hemen hastaneye kaldırılan Şahin, hayatını kaybetti.” diyordu haber. Meğer can paranı ödemiş baban yıllar yılı Ahmet. Peki ya katil kim? Seni ortalarına alıp da öldüresiye döven okul arkadaşların mı? Söyle Ahmet, senin bu genç yaşında kara toprağın altına girmenin hesabını okul arkadaşlarından mı soracağız? Şimdi sana elini kaldıranların bileklerine kelepçe vursa devlet, adalet mi? Ki adaleti mülkün temeli sayanların yapacağı en fazla budur. Ya sen, sen geri gelecek misin Ahmet? Senin gibi başka Ahmetler çıkmayacak mı çocukların bileğine kelepçe vurulduğunda? Bak Maltepe’ye, Pozantı’ya, ülkenin dört bir yanına. “geleceğimiz” dedikleri çocuklar için her yere hapishane inşa etmişler. O hapishaneler senin için, arkadaşların için. Senin payına kara toprak düştü, arkadaşlarına da beton duvarlar düşecek. Senin de onların da yazgısını yazan bir, anlıyor musun? Kaderin senin elinde değil. Kaderin tekmeleri, yumrukları üzerine yağdı-

ranların elinde de değildi. Senin kaderin, bizim kaderimiz bir avuç sömürücü asalağın elinde. Sermayesinin %70’ini silah sanayisine harcayan, şiddet içerikli oyunlarıyla kucaktaki çocuklarımızı vahşileştiren, yarattığı bireyci-bencil kültürle kendinden başkasını gözü görmeyen insanlar yetiştirenler çiziyor kaderimizi. Kaderimiz insanı insanlıktan çıkartan bu düzenin elinde. Vahşi olan, sana vuran çocuk eller değil, o elleri yaratanlardır. Çocukların öldürülmeyip şeker yiyebildiği bir dünya var biliyor musun Ahmet? Masallar ülkesi değil orası, bu dünya üzerinde kurulacak. Senin için kuracağız o dünyayı er ya da geç. Sevinçler boy verecek bizim dünyamızda, acı değil. Kardeş olacak insanlar, düşman değil. Sen göremeyeceksin o dünyayı kardeşim, belki ben de göremeyeceğim. Ama BİZ senin için dövüşmeye devam edeceğiz. Seni tanıyıp da vazgeçmek olur mu? Olmaz Ahmet. Senin ahını da yazdık artık hesap defterimize. Senin 13 yaşında hayata veda eden yüreğini de kattık yüreğimize. Merak etme, düşünü bile kurmana izin vermedikleri o dünyayı yaratıp, sana vereceğiz. *Nazım Hikmet Ran q

EKİM-KasIM 2013 | TaVIR | 33


34 suriye_29-30 ellerimi tut 10/30/13 3:30 PM Page 34

şiir şiir

haykıracağım samih el kasım

Bana bir karış toprak kalana kadar, bir tek zeytin ağacı kalana kadar, bir tek portakal ağacı, bir tek kuyu, bir ufak koru kalana kadar, anılar kalana kadar, bir küçük kitaplık, ölmüş dedemin resmi, bir duvar kalana kadar,

arapça sözcükler, halk türküleri, şiirler, el yazmaları kalana kadar, Antar Al Absi masalları, bu gözler, bu kitaplar, bu eller kalana kadar, bir de bu soluk,

Doysun varsın utancın ekmeğiyle

bendeki bu soluk...

alçak domuzlar,

Haykıracağım dünyanın suratına

güneşin düşmanları.

özgür insanlar adına savaşı.

soluğum kesilene kadar kalacak soluğum. Ekmek olacak, silâh olacak, savaşan ellerde soluğum.

34 | TAVIR | EKİM-KAsIM 2013


35-36 grup yorum_sablon 10/30/13 4:04 PM Page 35

röportaj

röportaj

grup yorum’la röportaj tavır

Uzun bir aranın ardından yeni albümlerini dinleyicisi ile buluşturacak olan Grup Yorum ile yeni albümleri üzerine konuştuk. 30. yılına artık iki seneden az kalan Grup Yorum ile hem albüm, hem de ülke gündemine ilişkin konustuk. TAVIR: Öncelikle yeni albümünüz hayırlı olsun. Yaklaşık beş yıl oldu, en son cıkardıgınız Başeğmeden albümünden sonra. Bizimde aklımıza ilk önce bu soru geliyor, eminiz diğer dinleyicilerinizde bu soruyu soruyorlardır. Neden bu kadar uzun bir ara oldu ? Gerçekten uzun bir zaman geçti aradan, çok beklettik biliyoruz. Ama bu zaman diliminin inanın her anı dolu dolu geçti bizim açımızdan. Bu zaman dilimine bir İnönü Stadı konseri ve daha sonrasından bunun dvd'si, 3 tane büyük halk konseri, yüzlerce konser sığdırdık. F Tipi Filmi çektik, dokuz yönetmenle birlikte ve bunun ülke çapında, yurtdışında gösterimlerini organize ettik. Bunları yaparken bir

yandan da baskılar devam etti üstümüzde, iki defa çalışmalarımızı yürüttüğümüz kültür merkezimiz basıldı. Düşüncelerimizden dolayı yargınlandık, hakkımızda 70 yıl istenen cezalarla karşılaştık. En son yaşadıgımız baskında albüm kayıtlarımız çalındı, devrimcileri sahiplendiğimiz için hapislere atıldık. Bir üyemiz Ayfer Rüzgar hala tutuklu Bakırköy Kadın Hapishanesi'nde. Elbette bunları mazeret olsun diye söylemiyoruz ama bunlar bizim gerçeklerimiz. Bu süreçten çıkardığımız en önemli sonuç daha hızlı, daha atak olmak ve artık böyle uzun aralar vermeden kısa sürelerde albümler çıkarmak. Bunuda başaracağımıza inanıyoruz, çünkü biz gerçekten büyük bir aileyiz. TAVIR:Albüme gelecek olursak, yeni albümün isminin "Halkın Elleri" olacağını öğrendik. Neden "Halkın Elleri" ve nasıl bir albüm olacak ? Halkın elleri şarkısı kanser hastası bir tutsak olan Güler Zere için yaptıgımız bir şarkı. Ama bu şarkı Güler'in yaşadıklarını anlatmakla kalmıyor. Güler

uzun emekler sonucu tabiri yerindeyse ilmek ilmek örülen bir mücadele sonucu ölüme terk edildiği bir hapishanenin mahkum koğuşundan alındı ve halkının ellerine teslim edildi. Ömrünün son günlerini halkının içinde yaşadı mutlu ve huzurlu bir şekilde. Bu süreçte gördük ki halk sahiplenince aşılmayacak dağ kalmıyor, zalimler diz çöküyor. İşte bu gücü ifade ettiği için albümün adını da "Halkın Elleri" koyduk. Aynı zamanda, halkın elleri direniyor, halkın elleri demir, kömür tutuyor, halkın elleri fabrikalarda kendi emekleri, hakları için direniyor, halkın elleri zenginlerin sofrasında daha fazla meze olmamak için isyan ediyor, Taksim'leri yaratıyor. Albüm 14 şarkıdan oluşuyor. Tabi bunca katilamın, haksızlığın olduğu bir ülke ve dünyada anlatılacak çok şey var, bu anlamda çokça bestemiz var ama neticede albüme koyabileceğimiz şarkı sayısı belli. Bunun için en yakıcı olan konuları, gündemi ele aldık. Albümdeki şarEKİM-KasIM 2013 | TaVIR | 35


35-36 grup yorum_sablon 10/30/13 4:04 PM Page 36

kıların 11 tanesinin bestesi ve sözleri Grup yoruma ait, bu şarkılardan biri de kürtçe. Refik Durbaş'ın Vur isimli şiirini besteledik . Arap halklarına ve önceliklede ülkeleri emperyalistler tarafından işgal edilmek istenen Suriye halkları için arapça bir marş var albümde, bu marşı konserlerimizde de okumuştuk, Weyn Al Malain, anonim arap halk marşı. Bu marşın bizim için ayrı bir önemide var. Bu marşı Ayfer okuyacaktı stüdyo ortamında. Bunun için kaldığı Bakırköy hapishanesinde şarkıyı okuyabilmesi için gerekli işlemleri yapmak istedik ama olumsuz sonuç aldık. Şarkıyı okuması engellendi Ayfer'in. Ama Ayfer'in sesi yine albümde olacak, dışarda iken bu marşı söylediği konserin kaydıyla da olsa albümde bu marşı Ayfer okuyacak. Bunların dışında söz ve müziği Ali Haydar Emre'ye ait Bıra Bıra isimli zazaca bir türkü de olacak albümde. Bu albümümüzde diğer albümlerimiz gibi yine büyük bir kolektivizm ürünü olarak ortaya çıktı. Bu albümdeki her şarkının sözü de müziği de Yorumcularla birlikte başta İdil Kültür Merkezi çalışanları ve çok geniş bir ailenin ürünü olarak ortaya çıktı.

36 | TaVIR | EKİM-KasIM 2013

Yoksul mahallerimizden insanlarımızla, işçi-memur, öğrenci dinleyicilerimizle, bir araya geldik, şarkılarımızı dinledik, tek tek üzerine konuştuk şarkıların, notlar aldık. Yine devrimci tutsaklarla çok sıkı bir bağımız oldu, onların görüşleri, önerileri, üretimleri ile daha da zenginleşti bu kollektvizm süreci. Yorum olarak bu notlar üzerine şarkılarımızı yeniden değerlendirdik, düzenledik . İnanın hangi şarkının albüme girip girimeyeceği bu kolektif çalışma sürecinde şekillendi. Bu çalışma tarzı çok değerli bizim için, bize çok şeyler katıyor. Müziğimizin gücü burada, hayat suyu burası, yani kolektivizm. Albümümüz biliyorsunuz çalındı, yaşadığımız polis baskınında. Geri de verilmedi. Aslında birkaç ay önce çıkmış bir albüm olabilirdi bu albüm, ama olmadı. Bizde yeniden yaptık şarkılarımızı, daha iyi daha güzel olması için daha fazla çalıştık ve inanıyoruz dinleyicilerimizin bu uzun süren bekleyişlerine güzel bir cevap vermiş olacağız. TAVIR:Bu albümden sonra yeni bir albüm çalışması da var mı? Evet var böyle bir çalışamamız. Başladık bile, elimizdeki besteleri değerlendiriyoruz, bunlara bakıyoruz. "Hal-

kın Elleri" çıktıktan sonra daha yoğun bir şekilde albüm çalışmalarımız devam edecek. TAVIR:Peki başka projeler var mı? Ruhi Su türkülerinden oluşan bir albüm hazırlığı içindeyiz. Ruhi Su’nun söylediği, bestelediği türküleri, şarkıları yeniden düzenleyip bir albüm çıkartacağız. Ruhi Su’nun bizim müziğimizde ayrı bir yeri vardır, hem devrimci sanat geleneğinin yaratılmasında, hemde müzikte yarattığı gelenek anlamında bizdeki yeri çok özeldir. Bu albümle ustamıza olan saygımızı, bağlılığımızı, yarattıklarının asla unutulmayacağını göstermek istiyoruz. TAVIR:Son olarak konserler ne durumda, var mı yakında konserleriniz? Tabi konserler devam ediyor, yoğun bir biçimde. Hem yurt içinde hem de yurt dışında konserlerimiz olacak. Ama İstanbul’da Bakırköy’de yaptığımız gibi büyük bir halk konserini 5 Ekim’de Ankara’da yapacağız, 150 bin yürek olarak Ankara’da ekmek,adalet ve özgürlük için şarkılarımızı söyleyeceğiz. q


37-38 gonuldagi_sablon 10/30/13 9:11 PM Page 37

güncel

güncel

“gönül dağı” mete yılmazer

Tayyip Erdoğan Neşet Ertaş Anmasında "Gönül Dağı"nı okumuş. Neşet Ertaş Halkın Sanatçısıdır. Onu devlet sanatçısı yapmaya gücünüz yetmez. Geçtiğimiz günlerde, birden bire televizyonlarda Başbakanı ve bir grup sanatçıyı Neşet Ertaş'ın "Gönül Dağı" türküsünü okurken gördük. Neredeyse bütün televizyonlar canlı verdi... Neşet Ertaş anması varmış. Biz de televizyonlarda Tayyip Erdoğanı karşımızda görünce duyduk. 'Neşet Ertaş 1'inci Altın Bağlama Kültür Sanat Ödülleri' varmış. Törende sanatçılardan İbrahim Tatlıses, Orhan Gencebay, Ahmet Özhan, Bedia Akartürk, Metin Şentürk, İsmail Türüt, Fatih Kısaparmak, Safiye Soy-

man, Gülşen Kutlu, Emel Taşçıoğlu, Erol Parlak gibi şarkıcılar katıldı, kültür sanat ödülleri verildi... Abdal Kültürüne hizmet ödülünü Erol Parlak'a sanatçı Orhan Gencebay, en iyi okuyucu dalında Gülşen Kutlu'ya Başbakan ve eşi plaket verdi. Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik törende yaptığı konuşmada, "Büyük ustayı bugün anmaya geldik." dedi. Yaptıkları her işin altından başka bir şey çıkıyor. Başbakan, Başbakanın Eşi, Kültür Bakanı kalabalık bir ekip, Neşet Ertaş'ı anmak için mi gitmiş Kırşehir'e? Haberleri doğru okuduğumuzda, amaçlarının Neşet Ertaş'ı anma olmadığı ortaya çıkıyor. Erdoğan, Markios Otele gelmiş. Türkiye'nin en büyük SPA ve Termal Oteli'nin sahiplerinden Ercan Malkoç'un ürettiği elektrikli otomobilin deneme sürüşünü yapmış.... Ardından Neşet

Ertaş anması yapmışlar... Ödüller vermişler... Katılacak sanatçılar nasıl belirlenmiş, ödülleri belirleyen bir jüri, komisyon vb. var mı? bunları hiç bilmiyoruz. Kırşehir Belediyesi ve Kırşehir Valiliği ortaklığıyla düzenlemiyler, Kültür ve Turizm Bakanlığı desteklemiş. Ülkemizin en önemli ozanlarından Neşet Ertaş adına bir anma, tören yapılıyor ama ne Neşet Ertaş'ın ailesinin haberi var, ne de türkücülerin, sanatçıların haberi var böyle bir anmadan. Bütün organizasyon bittikten sonra anma etkinliğinden haberdar olduklarını anlatan Hasan Saltık, “Telif haklarının sahibi ve yapımcısı olarak ben; ve aileyi temsilin Hüseyin Ertaş en son bilgilendirildik. En azından önceden haberdar etseler katılmama kararı vermezdik. Herkes Neşet Ertaş’ı EKİM-KasIM 2013 | TaVIR | 37


37-38 gonuldagi_sablon 10/30/13 9:11 PM Page 38

anabilir, gece yapabilir ama bunun politik ve ticari amaçlı kullanılması bizi rahatsız eder” diye konuştu.

yun eğdiği anlamına gelmiyor. İktidarların yozlaştırma çabalarına karşı halkın yanında, halk kültürünü ileri taşıyan bir ozandır Neşet Ertaş.

Politik ve ticari amaç dışında bir şey göremedik Başbakanın katıldığı Neşet Ertaş anmasında. Halkı aldatmak için bir gösteri dışında, halk için faydalı bir şey yapmadılar. Tayyip Erdoğan konuşmasında, "O hep boyun eğdi, sesini çıkarmadı. Sabrı ve sadakati gösterdi." dedi... Erdoğan herkesin kendisine biat etmesini, sadakat göstermesini hayal ediyor. Ama Erdoğan Yalan söylüyor. Neşet Ertaş, bütün yoksulluğuna rağmen ne Tayyip'e, ne de önceki iktidarlara sadakat göstermemiş, biat etmemiştir. Boyun eğdiği de doğru değildir, boynunu büküp, sinmemiştir. Türküleriyle halkın önünde dik durmuş, coşmuş, coşturmuştur. Herhangi bir politik mücadelenin parçası olmaması, bo-

Tayyip Erdoğan'ın katıldığı programda, "Gönül Dağı" türküsünü hep birlikte okudular, Tayyip Erdoğan da sanatçılarla birlikte türküyü okudu. Sahneye çıkan sanatçılar yüzlerini Erdoğan'a dönerek söylediler. Şarkıcılara sormak lazım, Neşet Ertaş'a saygı için mi okudunuz, Erdoğan'a yaranmak için mi sahneye çıktınız....

38 | TaVIR | EKİM-KasIM 2013

Halktan yana hiçkimse böyle bir törene katılmaz, katılamaz, midesi kaldırmaz. Ülkeyi gaza boğan, katliam emri veren bir başbakanla düet yapmak nasıl bir "onur"dur. Neşet Ertaş'ı nasıl buna alet edersiniz. Neşet Ertaş'ın ailesinin haberi olmadan, yıllardır birlikte çalıştığı sanatçı dostlarının haberi olmadan yapılan bir anmanın meşruluğu yoktur. Zaten ya-

pılan sahne gösterisi, Neşet Ertaş anmasından öte, Tayyip Erdoğan'a moral etkinliği gibiydi. Apar topar, aceleye getirilmiş bir program gibi görünüyor. Kadrolu TRT sanatçılarını çağırmışlar, Tayyip Erdoğan'a yaranmak isteyen sanatçılar getirilmiş. O törene katılmanın vebali ağırdır. Neşet Ertaş'ın iki eli yakanıza yapışır. Neşet Ertaş, halkın sanatçısıdır. Henüz hayatteyken "Devlet Sanatçısı" olmayı reddetmiş, devletten maaş almayı reddetmiştir. Uzak durmuştur bu tür şaaşalı törenlerden. Ömrü boyunca mütevazı olmuş, halkın içinde olmuştur. Neşet Ertaş'ın cenaze törenini de, devlet töreni gibi yapmaya çalıştılar. Halkı cenaze töreninden uzak tutmaya çalıştılar, olmadı. Halk akın akın Neşet Ertaşın cenazesine aktı. Çünkü o halkın ozanıydı, sazının teli halk için çaldı, halk için söyledi. q


39-40 marjinal ari_sablon 10/30/13 4:17 PM Page 39

deneme

deneme

marjinal arıların gerçek öyküsü serkan fişek

1.Bölüm Gerze, Sinop’un Karadeniz kıyısında bulunan ve güzelliği dillere destan bir ilçesidir. Böylesi bir güzelliğin ortasına termik santral yapmaya kalkmak, ancak burjuvazinin aklına gelebilecek bir çirkinliktir. Ve lakin, memleket sahipsiz değil. Gerze’nin doğa dostu, vatansever halkı dikilir bu termik santral girişiminin karşısına. Ve termik santral sondajına engel olmaya çalışırlar. Faşizm ne için var? Elbette Gerze halkının toprağını, doğasını korumaya kalkması “suç” sayılacaktır. Ve termik santral sondajına engel olmaya çalışan halktan insanlara dava açılacaktır. Suçları, güvenlik güçlerine, eğitim verdikleri arılarla saldırı düzenlemek. Gülmeyin, “suç” gerçekten bu. İDDİANAME: Bir holding termik santral yapmak için Gerze’de sondaj çalışmalarına başlar. Yöre halkı da buna karşı çıkar. Halkın direnişi karşısında, şirketin sondaj çalışmalarına güvenlik sağlayan polis ve jandarma, geleneksel davranış biçimini sergiler: tazyikli su, biber gazı, cop, TOMA...Saldırı karşısında halkın tutumu da geleneksel olur, direniş.

Yargı ne işe yarar? Elbette, iddianame hazırlar. Ve Gerze halkının direnişine ilişkin dört yıla kadar hapis cezası ister.

sünden alınmamıştır. Sadece, memleketin hali Aziz Nesin'lik bir şekilde devam etmektedir.

İddianame der ki; Gerze halkı, şirketin çalışmasına güvenlik sağlayan jandarma ve polisin üzerine arı atmak suretiyle direnmiştir.

DEVAM: Gazete haberini okumaya devam ediyoruz. Termik santrala karşı direniş geçmek ve bu direniş içinde arılarla işbirliği yapmak “suç”unu işleyenlerden birisi de Yaykıl Köyü muhtarı Ahmet Tiryaki. Bakın ne diyor:

SAVUNMA: Bu “iddia”ya karşılık, Yeşil Gerze Çevre Platformu (YEGEP) dönem sözcüsü Ferhat Hançer bakın ne diyor: “… O arılar beni de soktu. İddianamede “kovanlar atıldı” deniliyor, Ancak arılar gaz bombasından etkilenerek kovanları terk etti. Askerin, polisin üzerine saldırdı. Arılar kovanlarından çıktılar, kovanlar atılmadı. Dava dosyasında yer alan görüntülerde de kovan atılma görüntüsü yok. Sadece yaşanan arbedenin görüntüsü var. (22 ağustos 2013 – Radikal gazetesi) Anlaşılan o ki, arılar gaz bombasından etkilenerek, gaz bombasına maruz kalan her tabiat evladının yapacağı gibi gaz bombası atanlara karşı direnişe geçmişler. İyi de etmişler. Ki malum gazcıları da püskürtmeyi başarmışlar. DİKKAT: Okuduklarınız bir Aziz Nesin öykü-

“…Gazı attılar, hayvanlar bunaldı ve saldırdı. Tüm köylüye saldırdı. Kendi üzerlerindeki suçları atmak için bunu yapıyorlar. Arıları eğittiğimizi söylüyorlar. Arı eğitilebilir mi?” (Aynı gazete) Yeşil Gerze Çevre Platformu’nun eski sözcüsü Şengül Şahin ise “büyük suç”larına dair, şunları söylemiş: “...TOMA’nın sıktığı sudan ya da polisin attığı gazdan kovanlar zarar görmüş olabilir. Arılar herkesi soktu. Emniyetteki bir toplantıda, bir emniyet müdürü aynen şunları söyedi: "O kadar örgütlü çalışmışsınız ki arıları bile eğitmişsiniz, bize saldırttınız." Toplantıya katılanlarla hep birlikte güldük.” (Aynı gazete) Tabiat evladı arıların direnişe verdi-

EKİM-KasIM 2013 | TaVIR | 39


39-40 marjinal ari_sablon 10/30/13 4:17 PM Page 40

dım. Ne zaman bir şey sorsam “vızz” diyor sadece bu münafık hayvan... Aynen, amirim, ben de sizin gibi düşündüm. Lafı ağzımdan aldınız. Örgüt tavrı koyuyor amirim. Kesinlikle örgüt tavrı bu. Malum örgütün malum tavrı değilse ben de ne olayım. O kadar soru soruyorum “vızz” deyip duruyor. Susma hakkını kullanıyor bu. Vızz vızz da vızz vızz. Bir ara çıldıracaktım. Aklıma, fikrime mukayyet ol yarabbim noktasına geldim amirim.

ği destek, elbette, soruşturma konusu olacaktı.Oldu. 2.Bölüm "Amirim, nihayet yakaladık terörist arılardan birini. Diğerleri, maalesef kaçmayı başardılar. Tutamadık amirim. Şey ettiler, iğneleriyle her tarafımızı soktular. Delik deşik ettiler. Ama birini yakalamayı başardık. Daha doğrusu, nasıl desem... Şöyle söyleyeyim amirim, bu münafık hayvan, ekip arabamızın içine girmesin mi? Gizlice hem de. Fark eder etmez, attık kendimizi dışarı. Kapıları, pencereleri sıkı sıkıya kapadık hemen. Biz arabanın içine giremiyoruz, kafir arı dışarı çıkamıyor. Kaldık öyle, otobanın ortasında. Neyse, çekici çağırdık. Yok kapıyı açıp arabanın içine girmeye kalkışmadık. Şüpheli arı kaçmasın diye. Evet amirim, medya kanalları haberi yazdırdığımız gibi verdiler: “Sinop ili Gerze ilçesi Yaykıl köyü kırsalında faaliyet gösteren dış mihraklı, marjinal arı kolonisinin tehlikeli bir üyesi yapılan bir operasyonla ele geçirilmiştir.” İşte o arı bu, amirim. Kanatlarından

40 | TaVIR | EKİM-KasIM 2013

askıya bağladığımız için bir şey yapamıyor şimdi. Ama siz yine de iğne mesafesinden fazla yaklaşmayın. Maazallah, iğneler miğneler sonra. Haklısınız, amirim, iğne durumundan bunu silahlı terör örgütü üyeliğine sokmamız lazım. Fezlekesini öyle hazırlarız. İğneli arı, silahlı demektir. Halbuki, şimdi “zamanın ruhu” iğneleri de gömmeyi gerektiriyor, değil mi amirim? Yok, amirim, adını söylemedi münafık hayvan. Fakat benden kaçar mı? Kısa bir araştırma yaptım hakkında. Bunların adı “Apis Mellifica” imiş. Latince, evet. “Zar kanatlılardan, bal ve bal mumu yapan, iğnesiyle sokan böcek” bilgisini verdi istihbarat şubesi. Dış kaynaklı olmasına bundan daha iyi delil olabilir mi amirim? Şu isme bak: Apis Mellifica. Var bunda bir numara. ... Sormaz mıyım, amirim, sordum hepsine. FBI, NASA, CIA, NATO ve MOSSAD’a sordum. Bilgi istedim. Hepsi de “icabına bakın” dediler. “Sorgulayın, ileri sorgulama teknikleri deneyin” dediler. Denedik... Henüz sonuç alamadık amirim. FBI kursunda öğrettikleri gibi sorguladık ama “vız” dedi, başka bir şey demedi. Ne demek şimdi bu, ben de anlama-

Haklısınız, amirim, fezlekesine yazdım hemen. “Vızz” diyerek görevli memura mukavemet ve hakaret ettikleri açıktır. Söz konusu olan örgütsel bir tavırdır ve esasen “vızz gelir sizin operasyonlarınız” demek istenmektedir. Şüpheli arı, bu tavrıyla örgüt üyesi olduğunu da ikrar etmiş oldu. Sinsi bir komployla karşı karşıyayız amirim. Arının bu vızıldamasının şifreli bir iletişim olduğu açık. Arıları vızıldayarak kaos eylem planını hayata geçirmek istiyorlar. Huzur bozucu bu arılar amirim. İşte o gün huzurumuzu bozdular, alayımızı sokarak saflarımızda kaos yarattılar. Marjinal, amirim, bu arılar. Dikkat edin mesela, bunlar gibi bal yapan başka böcek var mı? Yok. Mesela, tahta kurusu bal yapar mı? Yapmaz. Hamamböceği yapar mı? Yapmaz. Kene? Sinek? Pire? Çekirge? Hiç birisi yapmaz. Sadece arılar yapıyorlar. Marjinal işte bunlar amirim. Örgütlü, amirim bunlar. Mesela o gün, şirketin adamlarına, polise, jandarmaya saldırdılar. Devlet ve şirket düşmanı bu arılar amirim. O gün, yemin olsun, halka hiç saldırmadılar. Halktan yana bu arılar amirim. Amirim, bizi arılar bile sevmiyor..."q


41-42yarınayuru_sablon 11/3/13 7:30 PM Page 41

deneme

deneme

yarına yürümek ümit ilter “Olduğu yerde donup kalmış koşulları, Kendi şarkıları eşliğinde Dans etmeye zorlamalıyız…”*

Yeni bir hayat isteyen halk, ayağa kalktı. Ve Marx’ın deyimiyle söylersek, hayatı dansa kaldırdı. Halk ayağa kalkınca, hayatın adı AYAKLANMA olur. Ayaklanma, “ayaklar baş olmaz” diye fetva veren muktedir zevatın otoritesinin halkın ayakları altında kalmasıdır. Ki ancak, yeni bir hayat isteyen halk ayaklanır. Ayaklanır ve yürür üstüne haksızlığın, ayrımcılığın, zulmün ve sömürünün. Ve her bir adımında hayat denilen kavganın bilgisine sahip olur. Bilgi güçtür ve zulme karşı direnme hakkının tarihsel bilgisine sahip olan halk, gücünü keşfeder. Keşfettiği kendi gerçekliği ve zapt ettiği meydanlar olur… KORKUNÇ VE GÜLÜNÇ Zalimin korkunç yüzünün aynı zamanda ne kadar gülünç olduğunu ancak ayaklanan halk görebilir. Zalimin korkunç yüzündeki gülünçlüğün ortasına kahkaha patlatmak fırsatını kaçırmaz halk. Korku salarak rıza sağlayan zalimin gülünç duruma düşmesi felaketi olur. Çünkü, artık korku ile razı edemez hal-

kı cehenneme çevirdiği hayata. Ve halk, yeni bir hayat özleminin önünde engel olan zalimin zulmüne karşı, haklı öfkesini kuşanır. YAKIŞIKLI HALK Halkın en yakışıklı hali, zulme kafa tutan halidir. Ki ancak zulme kafa tuttuğunda, kendi omuzları üzerinde kendi kafasını taşır halk. Kainatın en aydınlık güneşi, bu kafanın içinde doğar. Zalime başkaldırmayı ve zulme baş eğmemeyi icat eden bu kafadır. Dünyaya dışarıdan bakmadan maviş dünyasının yuvarlaklığını keşfeden ve yarına umutla bakmasını bilen bu kafanın ağırlığını ancak ve ancak Büyük İnsanlık taşır boynunun üstünde. Ve Büyük İnsanlığı, “büyük” kılan zora, zorbalığa baş eğmemesidir hiçbir zaman…

denle, halk düşmanları yarın’a düşmandır. Asla gelsin istemezler. Çünkü, o yarın’da halk düşmanlarına yer yoktur. Ve onlar, yarına baktıklarında kendi yok oluşlarını gördüklerinden yarın’ı yok etmek isterler. İsterler ki, hep bugün’ü yaşasın zaman. Çünkü, gün tekrar ettikçe kendini olanca köhneliği içinde, sürer zalimin zevkü sefa düzeni. Ve fakat sonu vardır zulmün. Çünkü yarın’ı vardır halkın. Ve halk, yarın’a sahip çıkmak için bugünü ayaklandırır… CHE DER Kİ Bakın, ne diyor Komutan Ernesto Che Guevara:”Geleceği fethetmek devrimin stratejik ögesidir, bugünü durdurmak, değişmesini önlemekse, çağdaş dünyada savunma konumunda bulunan gericiliğin karşı stratejisidir.”

YARIN’IN ADRESİ Büyük İnsanlık, ayaklanan halk ile yürür yarına.

ARTIK YETER! Halk, geleceği fethetmek ister. Bunun için ayağa kalkar. Ve yürür yarın’a. Sokaklardan geçer, meydanlara çıkar ve yürür faşizme karşı omuz omuza.

“Yarın” demek özlenen, beklenen, istenen ve uğruna dövüşülen yeni bir hayat demektir. “Yarın” , Büyük İnsanlığın o büyük sevdasının vuslat günüdür. İşte tam da bu ne-

Halk düşmanları hep aynı gün’ü yeniden ve yeniden yaşatmak ister. Bu amaçla buyruk salar, cop sallar, gaza boğar, kurşun sıkar. Uzun ve sıkıcı bir dizi filme çevirdikleri hayatın, repliği olmayan figü-

EKİM-KasIM 2013 | TaVIR | 41


41-42yarınayuru_sablon 11/3/13 7:30 PM Page 42

ranı olmayı dayatırlar halka. Tarihsel rolünden vazgeçmeyen halk, “Artık yeter’” dediğinde, korkunçluğu gülünç yüzleriyle kalır zalimler. Onca buyruğun, cop, gaz ve kurşunun işe yaramadığını görünce, şafağın karşısındaki gece gibi olur kaderleri… YARIN:SOSYALİZMDİR Yeni bir hayat isteyen halk, “yarın”ı istiyor demektir. Yarın, halkın her şeyin en güzeline layık olduğu hayatın adıdır. Ki gün, kapitalizm ise… Şüphesiz yarın ,sosyalizmdir. Sosyalizm ise, Che Guevara’nın dediğidir: “Bizim için sosyalizmin, insanın insan tarafından sömürülmesine son verilmesinden başka tanımı yoktur.” 42 | TaVIR | EKİM-KasIM 2013

O BÜYÜK SEVDA Yeni bir hayat istemek, sadece halka mahsus bir ayrıcalıktır. O büyük sevdadır söz konusu olan, adı özgürlüktür. Ve yarın, halkın özlediğidir. Yarın’ı özlemek, o büyük sevdaya dair tarihsel bir özelliktir. Halkın karakteristik özelliği, daima yarına yürümesidir. İşte bu yürüyüşün gidişatını anlatır bize tarih. Ve tarih şahittir, hiçbir zalim halkın yürüyüşünün önünü sürgit kesememiştir. Firavunlar, tanrı –krallar, engizisyon, sultanlar, çarlar ve diktatörler halkın yarına ilerleyen ayakları altında kalmışlardır. Bu hep böyle olmuştur ve bu hep böyle olacaktır. Söz konusu olan tarihin akışıdır ve tarihi hep halk yazmıştır… YARIN’A AÇILAN KAPI Ekmek, Özgürlük, Adalet için ayaklanan halk, gömer göğsüne vurulup düşen ev-

latlarını birer birer. Ve halk, göğsünde taşıdığı şehitlerini asla unutmaz. Unutmamakla da kalmaz sadece, birer birer vurulup düşenlerin hesabını da birer birer sorar. Ki haksızlıkların hesabını sorarak yarın’a kapı açar. HAYDİ YARIN’A… Marx’la başlamıştık Mahir Çayan’la bitirelim: “…Onların bugün büyük görünen güçleri ve imkanları bizlere vız gelir. Onlar bir avuç, biz ise milyonlarız. Kaybedeceğimiz hiçbir şey yoktur ama kazanacağımız koca bir dünya vardır.” Haydi o dünyayı kazanmaya… Yarın’a…q *Karl Marx


43 siir 20 ekim_sablon 10/30/13 9:17 PM Page 43

şiir

şiir

açlık treni baran sertoğlu

Açlık treniydi bu

Fedalar tutuşturdular ateşi

Düşen her can sarsıyor zalimleri

Vagonlarına can yüklenip

Meşale olup aydınlattılar

Patlıyor beyinlerinde

Vatanı yar yaren eyleyip

Karanlık yolları

Açlık treni bu

Çok uzun bir yolculuğa çıkıp

Açlık treni bu

Hiç durmadan yol aldı

Anadolu’nun dört tarafını dolaşa- Can bedeli yol alıyor

Ve artık son durakta

cak

Her can biliyor bunu

Bu durak zafer…

Yolcu alacak, yolcu bırakacak

Kuşanıyor newrozun isyanını

Sadece mevsimleri değil

20 Ekim, açlık treni yola koyuldu

Harlıyor ateşi Cengiz Soydaş

Yılları da devirdi…

Kara kaşlı, kara gözlü delikanlılar

Fidan Kalşen’den aldığı bayrağı

İnançlar, bilinçler, fedalar,

Genç kızlar… Ard arda bindi

Dalgalandırıyor ölümün burçlarında

Kararlılıklar yaratıldı Büyük Direniş

Onlar en önde

Ve sağlıyor ta göğsüne

Zafera atılan son adım “Koyupınar” süzülüyor hayatın etek-

Açlık treni bu, deviriyor mevsimleri

lerinden

Vagonlarında bedenler

Nazlı nazlı

İlk onlar göğüsleyecek ölümü

Eriyor ince ince

Laz, Çerkes, Kürt, Türk, Arap,

Namluya sürülen kurşun değil

Açlık treninin son yolcusu

Çingene

Candır artık

Vakti gelince son kez iniyor

1..2…10…60…122…

Trenin merdivenlerinden Umudu oturtup gözlerine Gülüşünü bırakıp kalanlara Karışıyor ab-ı hayatın sonsuzluğuna

EKİM-KasIM 2013 | TaVIR | 43


44-46 bizimde_29-30 ellerimi tut 11/3/13 7:37 PM Page 44

makale makale

bizim de günümüz gelecek! taylan güler

1-) “..Eskiye oranla iskelete dönmüştüm ama önemli değildi. Çözülmemekten başka hiçbir şey önemli değildi. Bir kez daha döndüm. Soğuk çok etkiliydi. Çözülmeyi reddeden tek bir Cumhriyetçi Siyasi Savaş tutuklusunun dayanma gücünü kıracak hiçbir şeyleri yoktu tüm emperyalist cephaneliklerinde diye düşündüm. Ve bu çok doğruydu. Direncimizi kırmayı başaramazlar ve asla başaramayacaklar. Soğuktan donarak yeniden döndüm. Kar pencereden battaniyenin üstüne yağıyordu. ‘Tiocfaidh ar la’ dedim kendi kendime. ‘Tiocfaidh ar la’ *Bizim de günümüz gelecek. (Hücremde bir gün, syf 84) 44 | TAVIR | EK!M-KASIM 2013

Yukarıdaki satırların sahibi Boby Sands’dir. Boby Sands İngiliz emperyalizmine karşı bağımsızlık mücadelesi veren İRA’nın (İrlanda Cumhuriyet Ordusu) önderlerinden biridir. İrlanda halkı kendi topraklarında köle olarak esaret içinde yaşamayı değil, İngiliz emperyalizmine karşı savaşarak bağımsızlığını kazanmayı yeğlemiştir. İRA bu amaçla çıkmıştır ortaya. Boby Sands bu savaşın kurmaylarından biridir. 2 -) İrlanda İngiliz emperyalizmince işgal edilmiştir. Ancak işgal etmek demek İrlanda halkını teslim almak anlamına gelmez. Emperyalizmin

amacı budur ancak bu amaca ulaşması kolay olmayacaktır. Çünkü vatanını ve halkını seven, bu uğurda savaşmayı göze alan, bağımsızlık ateşiyle yanıp tutuşan yurtseverlerin bu işgale sessiz kalmayacağı aşikardır. Boby Sands ve yoldaşlarının da yaptığı budur. Onlar bağımsızlık şiarıyla düştüler yola. Bağımsızlık uğruna son neferlerini verene kadar da bu yolda yürümeye devam ettiler. Halklar için bağımsızlıktan daha önemli şey yoktur. Halklara atalarından miras kalan, doğup büyüdüğü ve öldüğü topraklarda bir yanabcı gibi yaşaması, sömürülüp köleleşti-


44-46 bizimde_29-30 ellerimi tut 11/3/13 7:37 PM Page 45

rilmesi sineye çekilecek bir olgu değildir. Ölülerini gömüştür o topraklara.. Kanı akmıştır, evlat doğurup büyütmüştür. Dövüşmüştür vatanı için ölüp öldürmüştür. İnsanı var eden yaşadığı topraklardır. O toprakların üzerinde yazılan tarih.. Ki tarihi halklar yazar. Yani konu bağımsızlık oldu mu akan sular durur. Ki o suyu durduran da gürül gürül akıtan da halkın gücü kudretidir. Bağımsızlık uğruna al kanlara boyanmayan toprak yoktur şu ihtiyar dünyada. Bağımsızlık uğruna dövüşmeyen halkta. Söz konusu olan vatan toprakları olunca bu uğurda ölüm hoş gelir sefa gelir cümle halklara. 3-) her vatanseverin yolu hapishanelere mutlaka düşer. Egemenler devrimcileri, yurtseverleri mücadelenin dışına düşürmek için teslim almak için hapishanelerle mutlaka tanıştırır. Şehitlik ve tutsaklık bir devrimci için kaçınılmaz duraklardan ikisidir. Ki bu onurlu mücadelenin nişaneleridir her ikisi de. İrlanda halkının binlerce evladı da bu gerçekle yüz yüze gelmiştir. İrlanda hapishaneleri de aynı ülkemizde olduğu gibi sayısız direniş ve zafere tanıklık etmiştir. “Britanya sömürgeciliğine karşı İrlandalıların direnişinin tarihi açlık grevinde ölen kahramanlarla doludur. En çok tanınanlardan biri Dublin’deki Mountgoy Hapishanesinde Britanya tarafından zorla beslendikten sonra ölen 1916’daki “Paskalya Ayaklanması” gazisi Thomas Ashe’dir. “Egemenlerin teslim alma saldırıları.. Devrimcilerin vatanseverlerin de direnişleri hiç bitmez. Açlık grevleri, ölüm oruçları da bu geleneğin önemli bir par-

çasıdır. Boby Sands’de genç yaşta tanışır hapishanelerle. Henüz 22 yaşındadır. O zamanlar İRA’lı tutsaklar için hapishaneler kelimenin tam anlamıyla okuldur. İrili ufaklı direnişlerle, açlık grevleriyle kazanılan haklarla birlikte siyasi ve askeri eğitimlerini yapabildikleri yerler haline gelmişti hapishaneler. Ve emperyalizm bundan rahatsızdır. 4-) “Britanya hükümeti de strateji değiştirdi. Bu yeni stratejinin temel saç ayağı genç Katolik erkeklerin yaygın tutuklanmasını, işkence altında ağır sorgulamaları ve genellikle sadece sorgu altında alınan sözlü ya da yazılı ifadelere dayanılarak tek bir hakimin suçluyu ilan ettiği jürisiz mahkemeleri kapsayan bir dizi güvenlik operasyonuydu. Bu sürecin yanında yeni bir hapishane yapısı ortaya çıktı. Mart 1976 sonrasında yaptıkları eylemlerden dolayı suçlu bulunan tüm tutsakların siyasi statüsü geri alındı ve bunlar Long Kesh hapishanesinin yeni inşa edilen “H blokları”nda hücre hapsine çarptırıldılar. Daha sonra Güney Afrika’daki Robben Adasında da kopya edilen bu sistemde her iki kanadın da 25 hücrenin ve orta çizgisinde de idari alanın olduğu “H” şeklindeki sekiz tane hücre bloğundan oluşmaktaydı. Emperyalizmin değişmez yöntemidir. Ülkemizde de benzer süreçler yaşanmıştı yaşanmaya da devam etmektedir. Emperyalizm ve işbirlikçileri baskı zulüm ve katliamlarla teslim alamadıklarını, tecritle, yalnızlaştırarak, birbirinden kopararak, teslim almak ister. Bunu, biat etmeyen ülkelere de, örgütlere de uygular. Bunu adı tecrittir. Amerika ve Avrupa emperyalistleri tecriti özellikle hapishaneler-

de devrimci ve yurtseverler üzerinde yaygın olarak kullanmıştır. Ancak her seferinde de karşılarında direnenleri bulmuşlardır. İngiliz emperyalizmi de İRA tutsaklarına “H-Blok” diye anılan hapishanelerinde tecriti uygulamıştır. Ancak karşılarında teslimiyeti kabul eden değil direnen boyun eğmeyen tutsakları bulmuştur. Saldırının adı sadece tecrit değildir. Tecritin yanında tek tip elbise ve her türlü onur kırıcı, insanlık dışı uygulamayı kabul ettirme dayatmaları vardır. İRA’lı tutsaklar tam 5 yıl bu saldırılara fiili direnişlerle karşılık verdi. Ve tarihler 1 mart 1981’i gösterdiğinde Boby Sands önderliğindeki İRA tutsakları bedenlerini açlığa yatırdı. 5-) Tecrit, tek tip elbise, her türlü insanlık dışı dayatma ve direniş.. İRA tutsakları Boby Sands öncülüğünde bedenlerini açlığa yatırmışlardı ancak sorun sadece tek başına açlık değildi. Hiç dışarı çıkarılmadan 24 saat soğukta elbisesiz ve çıplaktılar hücrelerde. Battaniyeye sarınarak durdukları için “battaniye adamlar” diye anılır olmuşlardı. Tek tip elbise giymenin anlamı her yerde aynıydı, teslimiyetti. Özgür Tutsakların dediği gibi: “Bir kefen giymek gerekecekse bu onların biçtiği kefen olmayacak”tı. İhaneti reddettiler Sonra dışkı protestosu başladı. Düşmanın bir saldırı aracı haline dönüştürdüğü tuvalet ve banyo ihtiyaçlarını karşılayamıyorlardı. Tuvaletlerini bulundukları yerde gidererek dışkılarını duvarlara sıvayarak yaşamlarını teslim almak için en aşağılık yöntemi kullanıyorlardı.Fiziki işkencenin de sistematik hale geldiği bu koşullarda, soğuk havasız pis ortam ve açlık..

EK!M-KASIM 2013 | TAVIR | 45


44-46 bizimde_29-30 ellerimi tut 11/3/13 7:37 PM Page 46

Ellerinde olan tek silah bedenleriydi ve bedenleriyle dövüşüyorlardı. Direnmenin üretmenin destanını yazıyorlardı.

hakkından geldi” yazdı. Bahsi geçen başkan demir leydi lakaplı Margret Teacher’di. Evet hakkından geldiler. Yendiler emperyalistlerin başbakanını. Sefil yaşamı geçtiğimiz Dışarı ile bağları çok sınırlıydı. Ziya- günlerde son buldu. Hatırlayanı olretlerde idarenin hoşuna gitmeyen mayacak. Boby Sands ve yoldaşları şeyleri konuşmak ziyaretin bitmesi ise unutulmadı, unutulmayacak. anlamına geliyordu. Ama onlar durmadılar. “Her tutsağın sigara kayıtla- 6-) Büyük bir direnç, inanç ve kararrı üzerine günde birkaç tane mektup lılıkla sürdü direniş. Ölümle sonuçyazdığı ve bunların dışarı sızdırılıp lanacak bir eylemin gönüllülük tedünya çağındaki etkili isimlere ulaş- melinde yürütülebileceği aşikardı tırıldığı bir “propaganda fabrikası” ancak İRA’nın Birlik Komutanı gönülinşa etmişlerdi. Boby Sands tutsak- lülerin savaşçıların tümüne hitaben ları destekleyen kitlesel bir kamuo- emin olmayanların bırakabileceğine yu hareketinin taslağını çizen bir dair mektup yazdı. Savaşçılar temesaj dışarı sızdırmış şöyle yazmış- reddütsüz görevlerine devam ettiler. tı: “İnsanlara ulaşma fikrinin amacı onlara basit bir mesaj iletmektir. Direnişin sonunda Boby Sands’in Herkese gönderdiğimiz mesaj ba- de içinde olduğu 10 tutsak şehit sitçe şöyle olabilir: H-blokları Parça- düştü. la” 5 Mayıs 1981’de 27 yaşında şehit düBu çağrı, bu şiar şöyle bir karşılık bul- şen Boby Sands’in cenazesine 100 du ki insanlar harcayacakları parala- bini aşkın insan katıldı. İrlanda halrın üstüne bile yazdılar. Duymayan kı evladını bağrına bastı. İRA gelekalmadı. neklerine uygun şekilde İRA militanlarının havaya “son selam” atışı yapDünya direnişe sahip çıktı. Boby masıyla ölümsüzlüğe uğurlandı. Sands direniş sürerken İngiliz parla- İran’ın başkenti Tahran’da İngiltere mentosuna üye seçildi. The New Büyükelçiliğinin bulundu caddeye York Times gazetesi Boby Sands için “Özgürlük savaşçısı Boby Sands cad“gözü pek İngiltere Başbakanı’nın desi” adı verildi.

46 | TAVIR | EK!M-KASIM 2013

7-)Son söz.. Belki kimi biçimsel farklılıklar içerebilir. Ama öz olarak ülkemizde yaşanan hapishane direnişleriyle arasında fark yoktur. Zulme karşı direnmek dünyanın her tarafında haktır. Emperyalizm ve işbirlikçileri değerlerimize, kişiliğimize yöneldiğinde direnmekten başka yol yoktur. Boby Sands’ler H-Blok direnirken Türkiye’de Amerikancı Faşist Cunta işbaşındaydı ve hapishaneler devrimcilerle doluydu. Çok değil Boby Sands’lerden 3 yıl sonra Apo’lar, Tek Tip Elbise saldırısına karşı Cuntanın zindanlarında bedenlerini açlığa yatırıp direniş ve zaferin destanını yazdılar.. Berdanlar, İdiller, Ahmet İbililer, Fidanlar, Belfast sokaklarının duvarlarına resmi çizilen Sevgi Erdoğanlar Boby Sandslerle paylaştığımız açlığın ve zaferin adı oldular. “Direnmekten savaşmaktan gurur duyuyorum” * “Bir canım var feda olsun halkıma vatanıma” ** *Boby Sands **Ahmet İbili


47-48 donusyolu_sablon 10/30/13 4:28 PM Page 47

öykü

öykü

dönüş yolu nilay fırat

Hayatın zorluklarını çocuk yaşta tanımaya başladım. Yaşanılanların ne anlama geldiğini, ne olduğunu tam kavrayamıyordum. Her şey oyun gibi geliyordu. Algılayamıyordum. Ve zamanla bu oyunun nasıl acımasız bir hale geldiğini gördüm. Köyde evin kapısının önünde kocaman bir alan vardı. Bu alanda yazları biçilen ekinleri patoslar ya da harmana serer otla üstünden “musene”yle çevirirdik. Bu tahtanın ve yöntemin yardımıyla otlar un ufak olurdu. Bu bizim için ise sadece bir oyundu. Harmandan sonra bu alan bize bir oyun alanı olurdu. Top oynar, ip atlar ve ebelemeç oynardık. Bazen de köpeğimiz Çomarla oynardık. Birgün yine böyle bir oyunun neşesi ve kahkahası içerisindeyken bahçede annem hızlı adımlarla yanımıza gelerek “çabuk içeri girin” dedi. Bizse hala birbirimizi kovalıyorduk. Ve annem bu sefer daha yüksek bir sesle “çabuk diyorum size” dedi. Annemin bu kızgınlığını anlayamıyorduk. İçeri girdik ve annem kapıyı kapattı. Telaşlı ve tedirgindi. Aradan birkaç dakika geçti. Bir araba sesi duyduk. Aniden araba geliyor dedik heyecanla. Heyecanlıydık çünkü arabanın gelmesi misafirin gelmesi demekti. Şehirden geldiği için çok sevinirdik. Misafirin gel-

mesine değil, şeker ve çikolatalardandı sevincimiz. Ama bu gelenler beklediğimiz ve geldikleri için de sevinçli olduğumuz misafirlerimiz değildi. Gelen arabalar “cemseler”di. Kapıda babamla konuşuyorlardı. Biz de içeride oturmuş, konuşmaları dinliyorduk. Normal şekilde başlayan konuşma yerini bağrışmalara bıraktı. Aniden hızlı bir şekilde dış kapı açıldı. İçeriye bir anda ellerinde uzun silahlar, kafalarında şapkalar ayağında uzun kara botları olan adamlar girdi. Kıyafetlerindeki karalık yüzlerine yansımıştı. Bunlar askerlerdi… Biz korkudan annemin eteğine yapışmış bırakmıyorduk. Kara kıyafetlerinden, ellerindeki silahlardan korkuyorduk. İlk defa görüyordum. Az önce attığımız kahkaha, kahkahayla birlikte attığımız çığlık sesleri yerini korkuya bırakmıştı. Evin her tarafını aradılar. Bütün eşyaları dağıtıp yerlere saçmışlardı. Buzdolabının içine, annemin yaptığı yağ, çökelek ve ekmeğimizin içine varana kadar baktılar. Şaşkın ve korkulu gözlerle ne aradıklarını anlamaya çalışıyorduk. Dedim ya çocuk yaştaydık henüz. Çocuk yaşta oyun oynarken tanıştım o kara yüzlerle ve evimizi kirleten postallarla. Bu durum giderek sıklaşmaya başladı. Ara ara gelip “ihbar var” der ve evimizi

dağıtıp giderlerdi. “Dağdakilere yardım ediyorsunuz. Teröristleri besliyorsunuz” derlerdi her geldiklerinde. Bizse onlara gerilla abiler, gerilla ablalar derdik. Bir gün yine böylesi bir “arama” da annem dayanamayıp bağırdı. “Ne istiyorsunuz, ne her gün her gün gelip evi dağıtıyorsunuz! Çıkın gidin” diye bağırınca kara suratlı ve kara postallılardan biri elindeki silahla annemin üstüne yürüdü. O an sadece koşup adamın boğazına yapışmak istedim. Çocukluğuma aldırmadan. Öyle öfkelenmiştim. Sonra babamı da alıp geldikleri cemsellere binip gittiler. Annem ise feryat edip ağlıyordu. O gün annem damın üstünde oturup yola bakıp durdu. Ta ki babam gelene kadar. Karar vermişti. Doğup büyüdüğümüz köyümüzü, tırnaklarımızla yaptığımız evimizi terketmemiz gerekiyordu. Kararı vermişlerdi kara postallılar. Her ne kadar yok desek de, gitmeyi,z desek de gitmek, köyümüzü bırakmak zorundaydık. “Yoksa zulüm üstüne zulüm yaşatırlar. Bizi bu saatten sonra burda yaşatmazlar” diyordu babam. Annem ise çaresiz bir şekilde ağlıyordu. Aradan birkaç gün geçti. Kapının önüne kocaman bir kamyon geldi. Var olan bütün hayvanlarımızı bu kamyona yüklediler. Kamyona yüklenirken annem kapının eşiğine oturmuş, el-

EKİM-KasIM 2013 | TaVIR | 47


47-48 donusyolu_sablon 10/30/13 4:28 PM Page 48

lerini dizlerinin üzerine koymuş, yüzünü avuçlarının içine almıştı. Öyle sessiz sessiz bakıyordu. Ve yine yanaklarından aşağıya doğru gözyaşlarını akıtıyordu. Kamyonun kasasında keçiler ve koyunlar bağırışıyorlardı. Sanki onlar da bu ayrılığa kendi dilleriyle isyan ediyorlardı. Bunun üzerinden kaç gün geçti bilmem. Kapının önüne tekrardan kamyon geldi. Bu sefer de kamyona yüklenen eşyalarımız ve bizlerdik. Evimizden köyümüzden ayrılan bizdik. Eskiden arabanın gelmesi heyecanlandırır bizi. Deliler gibi havalara zıplar bağırırdık “araba geldi- araba geliyor” diye. Oysa şimdi ne seviniyor ne de heyecanlanıyorduk. Hüzün, gözyaşı ve öfke vardı artık. Evimizin önüne gelen bu son araba bizi götürmek içindi. Her şey tamamdı artık. Kamyonun hareket etmesi için sadece bizim binmemiz gerekiyordu. Annem son kez 48 | TaVIR |EKİM-KasIM 2013

evimize baktı. Evin duvarına elini sürdü. Islak gözleriyle ektiğimiz bostana, biçtiğimiz tarlalara bakıyordu. Bir anneme bakıyorum bir karşımızda duran dağlara. Biraz aşağıda gürül gürül akan dereye bakıyorum, bir de üstüne çıkıp topladığımız elma ağacına. Sonra bomboş olan ve koşup oynadığımız harman yerine. Baktıkça içim acıyordu. Öfkelenmiştim. Gözlerimle sessiz ve usulca dolaştım evini bahçenin her bir köşesini. Koşup oynadığım, düşüp kolumu, bacağımı yara ettiğim bahçemize son defa bakıyormuşum gibi baktım. Hafızama kazıdım her bir yeri. Tam arabaya binecekken hepimizi şaşırtan ve aynı zamanda sevindiren bir şey oldu. Kamyona yüklenip götürülen arılar kovandan birer ikişer çıkarak yönünü köyümüze verip geri geldiler. Etrafta kanat çırpıp vız vızlıyorlardı. Kendi dilleriyle isyan ediyorlardı belki. Sonra derken arılarımızın sayıları giderek artmaya başladı. 10, 20, 30 ve hepsi. Yok gitmiyor arılarımız. Kabul et-

miyorlar bu sürgünü. Toprağını, emeğini verdiği bunca şeyi bırakıp gitmek istemiyorlar. İçim kıpır kıpır oldu. Umut doldum. Evet biz de bugün gidiyoruz ama başka bir zaman tıpkı arılarımız gibi geleceğiz, diye düşündüm. Arabanın camından her yere baktım. Evimiz ve köyümüz gözden kaybolana kadar. Ve gözümün gördüğü her şey her yere “geri geleceğiz” diye haykırdım. Haykırdım dağa, taşa, ağaca, kuşa, çiçeğe, dereye… Köklerimiz buralarda, bu topraklarda oldukça birgün geri döneceğiz. Kovanlarca petek petek bal işlemiş arılar, boy vermiş fidanlar karşılayacak bizi. Tekrardan kavuşmuş olacağız… *musene: uzun geniş tahta ve altında sivri taşların olduğu bir alet. Tahtanın altındaki taşlar sayesinde otlar da ufalanır. Çok eski zamanlardan beri köylerde kullanılır. Günümüzde ise kullanımı nadirdir. q


49-50_sablon 10/30/13 4:29 PM Page 49

öykü

öykü

zeliş ve balkabağı zerrin ege

Zeliş ayakları çıplak toprağın üzerinde yürüyordu turuncu şortu rengini iyice kaybetmişti. Babası önceki yıl almıştı ama sürekli giydiği için eskimişti. Kimi zaman annesi şortunu yıkayınca kuruyana kadar dışarıya çıkamıyordu. Eskiden durumları daha iyiydi. Ekip biçtiklerini satabiliyorlardı. Traktörleri ile patosa gidiyor parayla köylülerin saplarını taşıyorlardı. Ama şimdi traktörlerinin romörkü harmanda eskimeye bırakılmıştı. Zeliş ve arkadaşları bazen içine girip oyun oynuyorlardı. Traktörü, babası geçen yıl borçları yüzünden satmıştı. Ondan sonra biraz daha kötüye gitmişti durumları. Zeliş’in arkadaşlarıyla tüm oyunları toprakla, ağaçlarlaydı. Çamurdan evler yapıyor kuruduktan sonra evcilik oynuyorlardı. Sıkıldıklarında meşe ağaçlarının tepesinde sürekli kurulu duran küçük evlerine çıkıyorlardı. Ağaç dallarından, yapraklarından ördükleri küçük evlerinde; abileri yardım etseler de Zeliş ve arkadaşlarının emeği daha büyüktü. Onun için bozulmasın diye büyükleri içine almıyorlardı. kimi günler akşama kadar küçük evlerinde oynuyor, uyuyor dallardan topladıkları kızılcıktan, fındıktan oluşan yemeklerini yiyorlardı. Evcilik oyunlarında çalışırken, ev kurarken, yiyecek bulurken farklı fikirler hep Zeliş’ten çıkıyordu. Yine bir gün evde oynarken arkadaşlarına dönerek uçsuz bucaksız denizleri görmek istemez misiniz diye sordu. Arkadaşları şaşırmıştı nasıl görecek-

lerdi. Şimdiye kadar hiç köyden çıkmamışlardı. Akşam eve döndüklerinde denize de nasıl girileceğini unutmuştu arkadaşları. Ama Zeliş kafasına koymuştu bir kez. Denize gitmek istediğini babasına söylemişti bir kaç defa. Çizgi filmde izlemişti çizgfilmin kahramanı denizde yüzme öğreniyordu köpeği de onunla birlikte atlıyor birlikte yüzüyorlardı. Boğulmak üzere olan bir kişiyi köpeğiyle birlikte kurtarıyordu. Zeliş peşinden ayrılmayan köpeği dumanla yüzerken hayal ediyordu kendisini. Açılıyor açılıyor hiç kimsenin görmediği, insan ayağının değmediği yerlerden geçiyordu. Bu, onda dünyayı dolaşma, tüm insanları tanıma isteği uyandırıyordu. Babası bizim maddi gücümüz yok, denize gidemeyiz demişti. Bu sözler onu denize girme fikrinden vazgeçirmişti ama daha çok merakını artırmıştı. Denize gitmek için neden para gerekliydi? Denizler zenginlere mi aitti? Bir gün tarlada büyüyen bal kabağını gördüğünde gözlerine inanamadı. İlk defa bal kabağı görüyordu. Onun için keşfedilecek bir şey çıkmıştı. büyük insanlar gibi inceliyordu. Her gün kabak tarlasına gidip gelmeye içlerinden bir tanesine yaklaşarak bu benim olsun deyip annesinden babasından habersiz sulamaya onunla konuşmaya ayrık otlarını ayıklamaya başladı. Zeliş haftalar sonra bal kabağının yanına geldiğinde

çok şaşıracak bir şeyle karşılaştı. Bal kabağı o kadar büyümüştü ki neredeyse kendi boyuna kadar gelmişti. Biraz daha büyüse patlayacak gibi duruyordu. Zeliş ağzını açmış hayranlıkla kabağına bakarken birden bal kabağının içinden bir ses geldi. İnsan sesine benziyordu. Acaba birileri bal kabağının içine mi giriyor diye kaygılanmaya başladı. Zeliş'in kaygılandığını gören bal kabağı “Benim konuşan ben senin bal kabağın. Bal kabağı konuşamaz mı sandın? Bütün canlılar konuşur. Sesli ya da sessiz. Yeter ki çıkarsız sevgimizi onlara verelim. Benim konuşan köpeğim kuşum var. Onların konuşmasına hiç şaşırmıyorum. Çünkü onların dili var. Havlıyorlar... ötüyorlar... sonra da konuşuyorlar. Ama senin ne ağzın var ne de dilin. Onun için konuştuğuna inanmıyorum şaşırıyorum.” Bu söz üzerine bal kabağı kocaman ağzını açtığında Zeliş şaşkınlıktan kocaman dilini yutacaktı neredeyse. Dili ise bir harman büyüklüğüne yaklaşıyordu. Bal kabağı “Günlerdir bana denize gitmek istediğini söylüyorsun en sonunda da arkadaşlarına sordun ama arkadaşların daha eve varmadan unuttular deniz fikrini. Babana her denize gitmek istediğini söylediğinde üzülüyor, isteğini yerine getiremediği için. Geçen gün sesli sesli düşünürken duydum. Traktörün römorküne branda gerip suyu doldursam acaba diyordu.” Zeliş başını yere eğdi bu EKİM-KasIM 2013 | TaVIR | 49


49-50_sablon 10/30/13 4:29 PM Page 50

kez. Bir daha babama denize gitmek istediğimi söylemeyeceğim diye mırıldandı. Başını tekrar kaldırdığında bal kabağı kocaman ağzını açmış. Dilini yerlere kadar uzatmış Zeliş'i yukarı çağırıyordu. Zeliş bir anlık tereddüt yaşasa da “Ben onu seviyorum. Toprağını çapaladım, suladım, zararlı otlarını çapaladım.” diyerek dilinden yukarı doğru tırmanmaya başladı. Daha tam olarak ağzına ulaşmadan bal kabağı dilini içeriye çekerek ağzını kapattı. Zeliş biraz yürüdükten sonra gözlerini açmaya başladı. Gözlerine inanamıyordu. Bir daha kapatıp bir daha açıyordu masmavi bir denizin kenarındaydı. Göz alabildiğine uzanıyordu. biraz sahil boyu yürümeye devam ettikten sonra tellerle çevrili bir kumsala geldi. Kumsalın hemen kenarında villalar vardı. Burada hiç kimse çalışmıyordu. Sanki dünyaya eğlenmeye gelmişçesine kaygısızdı. Hiç çalışmadan bu kadar zengin ve rahat yaşıyorlar diye iyice merak eden Zeliş araştıran gözlerle yürümesine devam etti. Yazlık evin içinde tellerle çevrili kumsalda yürüyen insanlar robot misali yürüyor, donuk gözlerle etraflarını görmüyorlarmışçasına bakıyor, etraflarında bulunan hizmetçilerine emirler yağdırıyorlardı. Kapılara bekçiler koymuşlardı. Bunlar siyah giysileriyle yarasalara benziyorlardı. Zeliş ilgi ve şaşkınlıkla bakarak yürürken birden kendini yerde buldu. Bir şeye takılmıştı. Kendine geldiğinde yerde yatan bir insana takılıp düştüğünü gördü. Şimdi aniden başka bir yere gelmişti. Sanki başka bir dünyaydı burası. Yerde yatan çocuğun giysileri eski, ayakkabıları paramparçaydı. Parmakları ucundan çıkmıştı. Çocuk kendine çarpılması doğal bir şeymiş gibi şöyle bir başını kaldırdıktan sonra eski haline dönmüş, gazete ve kartonlardan oluşan yatağına gömülmüştü. Zeliş bu kadar iki farklı bir dünyaya sa-

50 | TaVIR | EKİM-KasIM 2013

niyeler içinde geçmiş olmasına inanmıyordu. Evler yıkık dökük, küçük kibrit kutusunu andırıyordu. Burada yaşayan insanlar köyünün insanlarına benziyordu, sürekli çalışıyorlardı. Yine de çok yoksullardı. Bu nasıl olabilirdi. Çalışanlar, her şeyi üretenler hem yoksul hem de evsizlerdi. Bunları sesli düşünüyordu Zeliş, "Zenginler emeklerini çalıyorlar da ondan" diye bir ses duydu. Ses hemen arkasında duran beyaz sakallı nur yüzlü bir adamdan geliyordu. Zeliş bu nur yüzlü adama karşı bir yakınlık hissetti. Sanki doğduğundan bu yana tanıyormuş gibiydi. Gidip elini öpmek istedi ama beyaz sakallı adam hemen ellerini geriye çekti. "Ben seni öpeyim." diyerek Zeliş’in yanaklarından öptü. Bir taşın üstüne oturdular. Buradan her şey görünüyordu. Saray gibi evlerle yıkık dökük evler. “Bak kızım" dedi nur yüzlü adam. "Ben yüzyıllar öncesinde yaşadım. Bu çelişki taa o zamandan bu yana var. Bir avuç zengin milyonlarca halkı köle gibi kullanalı beri asırlar geçti. Halkın emeğini çalmakla kalmıyorlar, beyinlerini de teslim almak istiyorlar. Verilenle yetinen insanlar yaratmak için onlarca şey deniyorlar." Zeliş nur yüzlü dedenin sözünü keserek "Sen yüzyıllar öncesinde yaşadıysan şimdiki zamanı nereden biliyorsun." diye sordu. "Adalet için yaşayanlar hiç ölmezler kızım. yüzyıllar da bin yıllar da geçse özgürlük arayanlara farklı dünyaları, yaşamları merak edenlere yol göstermeye devam eder." "Ben denizi merak ediyordum. Onun için gelmiştim buraya. Ama gördüm ki denize gidemeyen, göremeyen sadece biz değilmişiz. Denize çok yakın olanlar bile benim hayalimde canlandırdığım gibi yaşayamıyorlar. Kalacak ev bulamıyorlar. Kalacak ev bulamayanlar o kadar çok ki... Biraz önce kepçelerle yıkılan mahalleden geçtim. İnsanlar sokaklarda

çaresizce oturuyorlardı." "Söylediğini ben de gördüm. Zenginler denizlerin, toprağın, dağların her şeyin sahibi görüyorlar kendilerini." Zeliş nur yüzlü dedeye dönerek "Bunu değiştirmenin bir yolu yok mu?" diye sordu. Beyaz sakallı dede "Var olmaz mı? Her şeyin bir çaresi vardır. Bütün çocukların senin gibi bal kabağı yetiştirmesini sağlayabilirsin önce. Ama bu da yetmez. Çünkü insan boyunu aşan balkabağı tarlalarını görenler onlara el koymak isteyeceklerdir. Kabakları besleyen suları durdurmak isteyeceklerdir. Çünkü onlar her şeyin güzeline el koyarlar. Bundan dolayı kendi topraklarınızı sevmeli tüm köylüye güvenmelisiniz. O zaman yetiştirdiğiniz kabakları el konulmadan büyütür tüm ülkelere yayabilirsiniz. Sorunları çözebilirsiniz. Tüm yaşam, üretilenler birkaç kişinin olmaktan çıkar. Evsiz, yoksul hiç kimse kalmaz. Bütün çocuklar denizde gönüllerince yüzebilir, oynayabilirler." Bunu söyler söylemez ortadan kayboldu dede. Zeliş “Şimdi olmaz! Şimdi olmaz!" diye etrafına bakınıyordu. Daha sorup öğreneceği onlarca şey vardı. Bal kabağı Zeliş’in dışarı çıkmasını bekliyordu. Tam o sırada hem bal kabağının hem de Zeliş'in aklına güzel bir fikir geldi. Tüm çocuklara bu yaşamı gösterirlerse bal kabağı yetiştirmeye razı olurlar. Kendi yaşadıkları yerin kıymetini daha iyi anlarlar. Korumak için hiçbir emekten kaçınmazlar diye düşünüyorlardı. Zeliş evine dönerken bal kabağı tarladan ona gülümsüyordu. Eve geldiğinde romörkün su dolu olduğunu görünce çok şaşırdı. Harmanda duran romörke babası çadır gerip içine su doldurmuş, deniz haline getirmişti. Zeliş koşup arkadaşlarını çağırdı. Beraberce suya atladılar...q


51-52 parmakligin ardi _sablon 10/30/13 4:30 PM Page 51

öykü

öykü

parmaklığın ardı sanattır mehmet esatoğlu

1960’lı yıllarda bir slogan çıktı ortaya; “Her yer tiyatrodur” diye. Bu slogan o yıllarda tiyatro yapan bir dolu insanı etkiledi. O güne dek tiyatro, kafalarda bir bina içinde sahnede üretilen, kırmızı kadife perdesi, kırmızı kadife koltukları olan bir sanat etkinliğiydi. Tiyatronun gelmişine, geçmişine ilişkin çok detaylı bilgiler de olmadığından bu konuda derinlemesine bir sorgulama da yapılamıyordu. Zaman 60’ların ortasına doğru vurduğunda tüm taşlar yerinden oynamaya başlamıştı. “Her Yer Sahnedir” sloganıyla ülkenin gençleri sokaklara, caddelere, meydanlara yöneldiler. Oyun oynama işi o günden sonra alan bulduğu her yerde gerçekleşmeye başladı. Zaten esas geldiği yer de açık alanlardı.

başladı içimde. 1993 yılının 2 Temmuz gecesine doğru. Kartal’da sahne arkasındayız. Rıfat Ilgaz’ın “ Abbas Yolagiden” adlı oyununu sahneleyecek Kartal Sanat Tiyatrosu. Biz oyunun son dakika heyecanı içindeyiz. Ancak fonda bir Sıvas konuşmaları duyuyoruz. Ne olduğunu anlayamıyoruz. Bir an Sıvas’ta ne olmuş diye düşünüyoruz. Ama sahne telaşı buna olanak vermiyor. Oyun bitiyor. Belli belirsiz haberler yayılıyor. Ölümlerden söz ediliyor. Yine anlayamıyoruz. Orada bir şenlik yapılacaktı. Ölümün orada ne işi var diye düşünüyoruz. O saatten sonra yaşamımızda sadece çalan telefonlar ve televizyonlardaki görüntüler var.

Önümde bir mektup duruyor. Bakırköy kadınlar mapushanesinden gelme. Orada özgür tutsaklar benim yazdığım bir oyunu sahnelemişler. Onu muştuluyorlar.Mektubu elime aldım. Başladım okumaya. Sayfalar dolusu coşkulu, heyecanlı satırlar.

Bir kalabalık ve onun fonunda yanan bir bina görüntüsü. Kameraya bakıp el sallayan insanlar ve arkadan gelen “yak” haykırışları. Bir gece yarısı Asım Bezirci ile karşılaştım. Sıvas’tan dönmüştü. Alnı, göğsü ve dizleri yanmıştı. Kolundaki saat sekizi beş geçe durmuştu ve bir ambulansın içinde sessiz yatıyordu. Söyleyecek sözleri sanki dudaklarına kitlenip kalmıştı.

Mektupla birlikte büyük bir yolculuk

Baktım ve “yetmiş kitap yazmış Asım

Bezirci’ye bak” sözleri ağzımdan dökülüverdi. Borçluydum Asım beye. O kadar çok şey borçluydum ki. Ben sanat alanında Asım Bezirci üniversitesinde okumuşlardanım. Ülkede edebiyat ve sanatla ilgili tüm öğretim alanları Asım beye sırtını dönmüşken ben gittim onun üniversitesine yazıldım. Çünkü Asım Bezirci gerçek bir sanat- edebiyat üniversitesiydi. Orada her şey apaçık öğretilirdi. Orada yalana, dolana bilim dışılığa yer yoktu. O üniversitenin temel taşı Asım Bezirci yatıyordu bir ambülansın içinde ve naylonlara sarılmıştı. 1993’ten sonra yirmi yıl bütün ülkeyi saracak bir yangının ilk alevleriyle yanıp ölüvermişti. O ölürken Ethem Sarısülük 7 yaşında bir çocuktu. Ondan bir süre önce öldürülen ve bir süre sonra öldürülecek tüm çocuklar hemen hemen o yaşlardaydı. Ekmek almaya giderken vurulan çocuklar daha doğmamıştı bile. 1994 yılından başlayarak her 2 Temmuz’da bir oyun yazmaya karar verdim. Yangının on beşinci yılında ise “Sıvas Yandı Kaç Yıl Oldu” oyununu yazdım.

EKİM-KasIM 2013 | TaVIR | 51


51-52 parmakligin ardi _sablon 10/30/13 4:30 PM Page 52

Oyunun ilk gösterimi İstanbul Büyükdere’nin tepesinde Dağevleri mahallesinde oldu. Bir çocuk parkında toplanmış yüzlerce kadın, erkek çocuk büyük bir heyecanla izlemişti oyunu. Oyun oradan yola çıktı. Kentin tüm semtlerinde oynadı. Bir dolu kentte dolandı. Bir gün yolu Bakırköy Kadınlar hapishanesine düştü. Bizde mapushanelerdeki tiyatronun da bir tarihi vardır. Bir zamanlar tutsakları rehabilite amacıyla kullanılan tiyatroya devrimci tutsaklar müdahale ettiler. Sanatı mahkumları mapushane koşullarına boyun eğdirmek için kullananlara karşı bir aydınlanma, bilinçlenme silahına dönüştürdüler. 12 Eylül’ün en karanlık günlerinde iki yöntem kafa kafaya geldi. Metris’te, Alemdağ’da, Selimiye’de Çanakkale, Bursa ve daha adını bilemediğimiz nice cezaevlerinde devrimci oyunlar sahnelendi. Mapushane idarecilerinin örgütlediği etkinliklere de karşı konuldu. Mapushanelerde tiyatro oyunları öncelikle üretenlerde unutulmayacak anılar bırakır. İşin ilginç yanlarında biri de oyuncuların olduğu kadar izleyicilerin de işin üretim süreci ile iç içe oluşudur. Buralarda tüm üretim el birliği ile hazırlanır. Elbirliği ile hazırlanan oyuna kimse kayıtsız kalamaz. Oyunun hazırlanması da sahnelenmesi de aynı heyecanla paylaşılır. Sanatın insanla ilişkisinin nasıl olmasını en iyi gösteren mekanlardan biri de mapushanelerdir. Tutsaklar yazdıkları mektupta sanata dört bir yanından nasıl bir ilgiyle yaklaştıklarını anlatıyorlar. Yazıklarına baktığımızda üretim sürecinde sanatla ilgili bir dolu eksik, yanlış bilgiyi, önyargıyı bir yana attıklarını görüyoruz. Öncelikle sanat üretmek için bilgiye ve eğitime gereksinimimiz var. Ama bu, yalnızca işin bir yanı. Sanat üretme konusunda bilgi sahibi ve eğitim-

52 | TaVIR | EKİM-KasIM 2013

li bir dolu insan var ama ne yazık ki iş üretmeye gelince çıkmaza giriyorlar. Çünkü işlevli bir üretim için önce sağlam bir dünya görüşüne , sonra cesaret ve daha fazla cesarete, sınıfların kavgasında doğru ve kararlı bir duruşa gereksinimimiz var.

şüren bir dolu insan örneği vardır sanatın serüveninde.

Devrimci tutsaklar oyun çalışmalarını yaparken ve izlerken bütün bu olguları birer birer fark ederek saptamışlar. Tutsakların önemli saptamalarından biri de kollektif çalışma ile ilgili. Yazdıkları mektubun bir yerinde “Kollektif uğraşın somut bir üretime dönüşmesinin sevinci”nden söz ediyorlar.

Brecht ünlü bilgin Galile Galileo’nun yaşamını anlattığı oyununda tersane işçilerini anlatıyor. Bir palanganın iplerini yeni biçimde bağlayarak bir anda yükü nasıl hızla kaldırdıklarını, yüz yıllık bir yöntemi nasıl bir anda değiştirdiklerini betimliyor. Ardından da Galile şöyle ekliyor “o an yeni bir çağın başladığını anladım.”

Kollektif üretebilmek için kollektif üretme bilinci gerekiyor. Eğer bu bilinçle yola çıkılmazsa kollektif üretelim derken üretimin önünde koca bir engel olmaktan öteye gidemeyiz. Kollektif üretmeye girişirken öncelikle herkes işin neresinden tutacağını baştan saptamak durumundadır. Feodal bir anlayış olan “kervan yolda düzülür” mantığı artık günümüz koşullarında geçerli değildir. Kollektif anlayışta eğer üretime katılanlar hedefi yaşamsal bir sorun olarak ele almıyorlarsa işin aksaması ve yürümemesi kaçınılmazdır. Yapılan çalışmada herkesin nasıl işin bir ucundan tuttuğu, küçük büyük demeden herkesin gönül birliği ile nasıl katkılar yaptığı mektupta çok içtenlikle ifade edilmiş. Tutsakların önemli saptamalarından biri de kollektif çalışmada herkesin paylaştığı rolleri küçümsemeden işe sarılması. Sanat alanında burjuva hastalıklardan biri de “başrol” tutkusudur. Emeğine ve yeteneğine bakmadan kaldıramayacağı ağır işlere soyunup hem işi berbat eden hem de kendini zor duruma dü-

Rus yönetmen Konstantin Stanislavski öğrencilerini “bugün Hamlet yarın figüran olmaya hazır olun” sözleriyle eğitirdi.

Bende özgür tutsaklardan gelen mektubu okuyunca heyecanlandım. Onların kollektif çalışmaya, sanata nasıl coşkuyla yaklaştıklarını gördüm. Bu da bende “yeni bir çağ” duygusu yarattı. İçinde yaşadığımız kokuşmuş sistem ülkenin en güzel evlatlarını zindanlara tıkıyor. Onlara soluk alma hakkı vermiyor. Ama onlar en zorlu koşullarda üreterek, var ederek kendilerini diri tutuyorlar, yeniliyorlar. Bambaşka bir insan olmaya çabalıyorlar. Mapushane koşullarında sanat üretimi sadece sanatsal bir etkinlikten ibaret olmamalıdır. Burada üretime katılmak için belli bir yeteneğe de gerek yoktur. Önemli olan el ele verip yeni bir şeyler kotarmaktır. Üretimin her aşamasını tartışmaya açmak, dersler çıkarmak, eksiklik, hata ve zaaflarla savaşmak bizim ufkumuzu açacaktır. Bakırköy’de kadın tutsaklar bir ışık yakmışlar. Bir oyun üretmişler. Ürettiklerini oturup değerlendirip yazmışlar. Yazdıkları mektubu bir ödül olarak kabul ettim, aldım odamın baş köşesine koydum. q


53-54 hanene_sablon 11/3/13 12:26 PM Page 53

deneme

deneme

hanene huzur dolsun gökçe seval

Yüreği usta bir şairdir Nazım Hikmet. Şiir dışında, diğer edebi türlerden de eserler vermiş, miras bırakmıştır bizlere. Nazım Hikmet SSCB'de yaşadığı dönemde sinemayla ilgilenmiş ve senaryolar yazmıştır. 1959 yılında "Güneşin Sevinci" olarak adlandırılan, daha sonra "Hanene Huzur Dolsun" adını alarak değiştirilen çizgi film senaryosu oluşturmuştur. Bu çizgi filmin adı ilk kez Vera Tulyakova- Hikmet'in anılarında geçmiştir. Film ilk olarak siyah - beyaz renklerden oluşan bir kum saatinin dönmesiyle başlar. Kum saati zamanın ilerlediğini simgeler. Güneşli bir günde, huzur içinde bir çiftçi, öküzü ile tarlasını sürmektedir. Başka bir çiftçi ise, yüzünde beliren bir huzur ile toprağa tohum ekmektedir... Ekinler büyür, gelişir. Meyve ağaçları serpilir. Bir çiftçi meyve ağaçları altında gölgelenmektedir. Birden ka-

ranlık çöker her yer siyah- beyaz bir tona bürünür. Kara pelerinli bir şövalye belirir. Siyah flamalar dalgalanarak çiftçinin elini kolunu bağlar. Tankların ateş açması ve okların atılmasıyla savaş başlar. Doğa tahrip edilir, insanlar ölür. Çiftçi umutsuz bir şekilde başı eğik durmaktadır. Kum saatinin dönmesiyle zaman akar. Çiftçi tarlasını eker. Güneş tepeden huzurlu bir şekilde dünyayı aydınlatmaktadır. Mutlu ve huzurlu bir şekilde çalışan çiftçi, bir genç kız görür. Güneş arkalarında kocaman belirir. Delikanlı genç kıza çiçek uzatır ve her ikisi de güneşin içine dalarlar. Yıldızlara dokunur, gökyüzünde dans ederler. Masmavi gökyüzünde yelkenli ile dolaşır, kuşlarla birlikte sevinç ve çoşku ile uçarlar... Birden karanlık çöker, üniformalı bir atlı belirir. Delikanlının eli kolu bağlanır. Savaş başlar, insanlar ölür. Ve genç kıza uzatılan çiçek yere düşer.

Kum saati döner. Teknolojinin gelişmesiyle fabrikalar yapılır, uçaklar uçar. Ekranda dünya haritası belirir ve üzerini siyah teller kaplar. Bütün dünya alevler içinde yanmaktadır.Harita da, Sovyetler Birliğinde ise, bir ağacı kireçleyen huzurlu bir delikanlı belirir. Üretimin, emeğin devam ettiğini simgeler bu delikanlı. Delikanlı bir tuğla balyasını vince takıp döner ve operatör olur. Proje çizen bir eleman, rende yapan bir marangoz, bir çiftçi... Sonra delikanlının küçük oğlu belirir yanıbaşında. İkisi de mutlu ve huzurludur. Küçük çocuk elindeki kitabın içindeki harfleri babasına gösterir, harfleri bir şeylere benzetmeye çalışırlar. Çocuk "A" harfini gösterir ve "A" der. Babası hayır anlamında başını sallar, onun sadece bir "A" harfi olmadığını, bacası tüten bir eve benzediğini söyler. Harflerin yalnızca harflerden ibaret olmadığını, başka nesnelere

EKİM-KasIM 2013 | TaVIR | 53


53-54 hanene_sablon 11/3/13 12:26 PM Page 54

veya canlılara benzediğini düşünürler. Baba ve çocuk mutludur. Bu mutluluk ekranın kararmasıyla değişir. Bombalar atılır. Ekranda Gamalı haçlar belirir. Açılan ateşlerde kitaptaki harfler delik deşik olur. Hitler'i çağrıştıran komutanla II. Dünya Savaşı başlar. Her yer yakılıp yıkılır. Doğa kül olur. Baba kızıl bir kılıç alıp kaldırır, kızıl yıldızlarla dolar her yer. Gamalı haç parçalanır. Küle dönmüş bir dünyada, delikanlı küllerin arasında bir fidan görür. Yüreği umut ve huzur dolar. Fidan büyür ağaç olur. Doğa canlanır, meyve ağaçları çoğalır. Delikanlı, elinde güneşi simgeleyen bir heykel yontmaktadır. Bomba sesleri aniden bu huzuru böler. Teknolojik savaş başlar. Füzeler,roketaratlar... Delikanlı kararlıdır. Siyah bir gölge gibi beliren ko-

54 | TaVIR | EKİM-KasIM 2013

mutanın yanında düğmeye basmaya hazırlanan bir robot vardır. Fakat; aniden insanlar çoğalmaya başlar, birlik olurlar. Ellerini 'dur' anlamında kaldırırlar. Robot durur. Örgütlenen insanlar , bir savaşı başlamadan durdururlar. Filmin sonlarına doğru delikanlı , sarı saçlı kıza pembe bir çiçek uzatır. Küçük çocuk yanlarında belirir. Arkalarında kocaman bir elma ağacı... Aile mutlu ve huzurludur. Filmde barışın, huzuru ve mutluluğu getirdiği anlatılır. Bir bakıma, örgütlü mücadelenin önemine ve geleceği yok etmeye çalışanlara karşı boyun eğmemeyi de vurgular. İnsanların el ele verdiği sürece zulmü yeneceğini gösterir. Nazım Hikmet bu senaryo ile hem çocuklarımıza hem de büyüklere bir miras bırakmıştır.

Çizgi film: Soyuzmultfilm Yapımı Yıl: 1962 Senaryo: Nazım Hikmet Yönetmenler: İgor Nikolayev, Viktor Nikitin Sanat Yönetmeni: Sergey Yutkeviç Ses Yönetmeni: Georgiy Martınyuk Müzik: Aleksey Nikolayev Ressam: İrina Svetlitsa Operatör: Mihail Druyan Redaktör: Arkadiy Snesarev Animasyonlar: Viktor Arsentiyev, Viktor Şevkov, Vladimir Papov, Valentin Karavayev, Vadim Dolgih, Vladimir Pekar, Vladimir Krumin, Vladimir Karp Kaynakça: Nazım Hikmet'ten Çizgi Filmler Yazan: M. Melih Güneş YKY Yayınları


55-56 dizi_sablon 10/30/13 4:33 PM Page 55

dizi

dizi

sofraya bir tabak daha hasan bakır

Televizyon dizilerinin bizi ekrana kilitleyen, bizi neredeyse bağımlı hale getiren özellikleri nelerdir hiç düşündünüz mü? İlk akla gelenler etkileyici bir hikaye, merak uyandıran olaylar dizisi ve bu büyük sektörün bizi ekran başına oturtmak için kullandığı bazı küçük oyunlar vs… yani “merakımıza” oynaması. Hiç de yanlış bir tespit değil. Bugün özellikle Amerika kaynaklı diziler adeta her bölümünde ayrı bir heyecan fırtınası yaratarak uzun metraj filmlerle yarışıyor. Hem de her türden konu işliyor. Olabildiğine gerçekçi yaşamlar, fantastik maceralar, mistik konular, tarihi olaylar ve kişiler… Liste uzar gider. Bu tarzın ülkemizde ki mümessili olan cnbc-e kanalının dizilerine bir

göz atabilirsiniz. Dev prodüksiyonlarla seyirci avı… Tam bir görsel şölen… Unutulmaz dakikalar… 40 dakikada sinema keyfi. Hem de her hafta ayrı bir macerayla. İster izlemiş olun ister izlememiş, LOST dizisini birçoğunuz duymuşsunuzdur. Kaçıranlar internetten izledi, daha önce izlememiş olanlar toplu DVDlerini alıp üst üste izledi, üniversitelerde LOST izleme günleri yapıldı, dizinin T-Shirtleri kapışıldı. Bu sadece bir örnek... Bunun gibi daha niceleri nice çılgınlıklar yarattı, yaratmaya devam ediyor. Ülkemizde durumun biraz daha farklı bir yönü daha var… “Bizim” diziler farklı bir damardan daha giriyor. Kullandığı bu yol aslında çok sevdiği ve kendini garan-

tide hissettiği bir yol: halkın değerlerini ve kültürünü alabildiğine kullanması ve bizleri can evimizden vurması… Bu elbette kabaca ve göstere göstere yapılan bir iş değil. Bugüne kadar televizyonlarda yayınlanıp başarılı olmuş dizilere şöyle bir bakalım. Birbirleriyle dayanışma halinde bir mahalle, kötülüklere karşı birlikte mücadele eden insanlar, iyilik ve dürüstlük timsalleri… Televizyonun gündemimize girmesiyle birlikte hep içimizden biri oldular. Bu dizilerde yapılan espriler ağzımıza dolandı, karakterlerin isimlerini çocuklarımıza koyduk. Neden? Çünkü o karakterler değil miydi mertliği, dürüstlüğü simgeleyen. O isimler değil miydi safça sevmeyi, uğruna ölmeyi simgeleyen. İyi

EKİM-KasIM 2013 | TaVIR | 55


55-56 dizi_sablon 10/30/13 4:33 PM Page 56

ve kötü karakterleriyle birlikte bizim dilimizi konuşan, bizim gibi davranan insanlardı. Perihan Abla*’dan bugüne niceleri hayatımızın içine girdiler. Çok masumdular, naiftiler, hep bizim dilimizi konuştular. Ama burjuvazinin istediği tüm propagandaları da yaptılar. Burjuvazi denetleyemediği, hoşuna gitmeyen şeyleri söyleyen dizileri yayından kaldırttı. Halkın çıkarlarını gözeten konular işlendiğinde hemen kulaklarını dikti düzen… Hakimiyeti mutlak değildir elbette, ama bugün burjuvazinin onay vermediği hangi dizi yayınlanmaya devam edebilir ki? Yıllar sonra tekrar yayınlanmaya başlayan Çocuklar Duymasın dizisinin dev afişlerini görmüşsünüzdür. "Sofranıza bir tabak daha koyun akşam sizdeyiz". Alelade tercih edilmiş bir cümle, slogan değil bu. Bu bizim dilimiz, bizim kültürümüz. "Bunda bir şey yok, bu da bizim dizimiz" diye düşünenler olabilir. Fakat televizyonda yayınlanan dizi ve televizyon programlarının bizim hayatımızı ve düşüncemizi nasıl yönlendirdiğini hepimiz iyi biliyoruz. Örneğin akşam yemeğine gelecek olan Çocuklar Duymasın dizisi hem gizli reklam alarak hem de

56 | TaVIR | EKİM-KasIM 2013

işlediği konularla izleyenleri direk olarak bir ürünü satın almaya ve bir fikri kabullendirmeye çalıyor. Dizinin karakterlerine bakarsak iyi gelirli okumuşlar, yalandan feodal bir baba ve onların yaşamlarının bir parçasında duran yoksul bir iki karakter. Daha bize benzeyen karakterler yani daha yoksul olanlar cahil, her zaman hata yapmaya müsait ve asıl kahramanlar tarafından yönlendirilmeye muhtaç haldeler. Her şeyin en iyisini bilenler Avrupai yaşayanlar, kültürümüzle alakası olmayan insanlar. Peki, bize kendini kabul ettirmek için kullandığı dile bakın. "Sofraya bir tabak daha koyun." Bu cümle size eski filmlerden tanıdık geliyor değil mi? Yoksul bir sofraya konuk olan misafir için evin babası sesleniyor... Dahası birçoğumuz sofralarımızda işitip söylemiyor muyuz? Halkın dilinden konuşmak, halkın deyimlerini kullanmak yıllarca halkı sömürenlerin başvurduğu bir yöntem oldu. Sakıp Sabancı'yı tanımayan biri onun halktan biri olduğunu düşünebilirdi mesela. Ya da yıllarca halka kan ağlatmış olan Süleyman Demirel sıradan bir işçi olarak tanınabilirdi. Çünkü biz gibi olmaya çalıştılar. Bizim gibi konuşmaya çalıştılar. En mutlu, en acılı anımızda söylediklerimizi, dilimizden dökülen-

leri kullandılar. Adeta yıllarca bizi can evimizden vurdular. Ama gerçek hiç de öyle değil. Gerçekte onların ne düşüncelerinin ne de yaşamlarının bizimle bir ilgisi vardır. Bizim gibi yaşamazlar, bizim gibi yemezler, bizim gibi gülüp eğlenmezler. Her şey o büyük düzenleri içindir. Gerekirse kasket takar toprak bellerle ama köylü karşılarında iki çift laf söyleyince "gözünü toprak doyursun, ananı da al git" derler. Bu büyük iki yüzlülük hayatımızın hemen her alanında devam ediyor. O holding sahipleri ki “gecekondulardan gelip boğazımızı kesecekler” korkusuyla yaşadılar. Gecekondunun gazabına uğramamak için onun gibi konuştular, onun bir parçasıymış gibi gözüktüler. İzlediğimiz diziler ne kadar bize yakınsa aslında o kadar uzaktır bizden. Bize doğrudan saldırıya geçen bir araçtan daha tehlikelidir belki de. Belki severek takip ettiğimiz dizileri bundan sonra bir de bu gözle izlemeliyiz. (*) Perihan Abla 1986-1988 yılları arasında TRT’de yayınladı. Yoksul insanların yaşadığı bir mahallede geçiyordu. q


57-59 soba_sablon 10/30/13 4:35 PM Page 57

kitap

kitap

soba, pencere camı ve iki ekmek istiyoruz serkan fişek

Yılmaz Güney’in senaryosunu yazıp, yurtdışında-İmralı’dan firar ettikten sonra – kendi yönetiminde çektiği Duvar adlı bir filmi vardır. Filmde Ankara Merkez Kapalı Hapishanesi olarak bilinen Ulucanlar Hapishanesi'nde kalan çocuk tutukluların yaşadığı acılar anlatılır. Kayıp hayatlardır onlarınki. Ankara’nın en yoksul mahallelerinde - Çinçin, Dışkapı, Gültepe – doğanların başka bir hayat sürmeleri mümkün değil-

dir zaten. Ya hırsız olacaklardır, ya fuhuş bataklığında boğulacaklardır… Ve de kaçınılmaz olarak yolları Ulucanlar’a çıkacaktır. Çinçin’in çocukları sokağa doğarlar. Küçücükken TCK’nın “suç” saydığı fiillerle tanışırlar. Polise “zorba”, bekçiye “cibali” derler, “tufa”ya (hırsızlığa) çıkarken ikisine de dikkat ederler. Çinçin’in kendi içinde tek bir hırsızlık bile olmaz ama. Tutarlar birbirini yabancılara karşı, hele

EKİM-KasIM 2013 | TaVIR | 57


57-59 soba_sablon 10/30/13 4:35 PM Page 58

rileri tarafından… Bir genç kız, ana baba da yoksa ya da güçten düşmüşse başka ne yapacaktır ki? Evdeki dört-beş gırtlaktan bir şeylerin geçmesi gerekir yaşamaları için. Yani hayat daha doğrusu kapitalist sömürü sistemi, baştan vurmuş en ağır darbesini bu iki göz kondu da yaşamaya çalışanlara. Vursalar kendilerini dağlara taşlara, isyan haykırışları aşsa ola sonuç değişmez… Bir Türk filmi klasiği gibi, “kader ağlarını çoktan örmüştür” bile… O “kadere” razı gelir ister istemez Çinçin’in kara tenli, kara gözlü, kara saçlı genç kızları. Sevdanın en “hoşosu”nu yaşarlar ama hayat, onlara bu sevdayı haram etmekte gecikmez… Kardeşinin istediği ayakkabıyı almak için mağaza sahibiyle yatmayı kabul ettiği anda artık kendisi için yaşamayacağını, ondan sonra nefes alıp veren bir et kemik yığını haline geleceğini biliyordu.

de polise karşı. Zorbalar bastılar mı mahalleyi, evden eve sinyaller uçar sakat olan tüyer ya da “zula”ya girer, gizlenir. “Zula”dakileri cazgırlık yapan karıları, kızları korur. Polis en çok bu kadınlardan korkar zaten. “Polisten dost olmaz” herkesin düsturudur Çinçin’de. Ama karakolla arayı hoş tutmak için rüşvet verirler bazen. Bu işe “karakolu kafaya almak” denir. Muhbirlik edenlerden nefret edilir. Adı “ispiyon”a çıkmış biri zaten Çinçin’de barınamaz, tası tarağı toplar defolur gider. 58 | TaVIR | EKİM-KasIM 2013

Yoksulluk alınlarına bıçakla kazınmıştır Çinçinlilerin. Yoksulluk bile utanır buradaki yoksulluktan. Paranın hüküm sürdüğü bir dünyada, paranın lütfundan hiç nasibini almayan burada, yozluk da had safhada yaşanır. Gencecik kızlar “süt parasına” kendi gibi birisine varmış ne ola, yoksa evin geçimini sağlamak için tek “sermayesi” olan bedenini satılığa çıkaracaktır, eli mahkûm! Kimse istemez elbet ama bu “kader” onların iradesi dışında yazılmıştır künyelerine bi-

Uyuşturucu Çinçin’i dertten tasadan uzaklaştıran ya da tam tersi derdi, tasayı, acıyı Çinçin’in üzerine boca eden bir beladır. Esrara alışır Çinçin’in çocuğu önce, sonra hafa “Roş”a terfi eder. Roş’u çeken çocuk, zehir gibi olur, korkusuz bir kaplan gibi atılır avının üzerine. O an her şeyi yapmaya hazırdır. Roş’u ona veren bunu çok iyi bilir. Artık gıcık olduğu birini de öldürtür ona, soyulmayacak mağazayı da soydurtur. Karakolda “faili meçhul” bir kamyon dosya vardır. Çinçin’in çocukları bir yakalanmaya görsün, bu karakolda uzaktan yakından alakaları olmadığı işlerin faili olurlar bir dakikada. Polisin onları razı etmeleri için falakaya yatırmaları yeter de artar zaten. Dayaktan, işkenceden kurtulmak için her birinden üçbeş sene hapis yiyeceklerini bildikleri halde, hepsini üstlenirler genç-


57-59 soba_sablon 10/30/13 4:35 PM Page 59

ler. Yapacakları başka bir şey de yoktur zaten. Karakola girdikleri anda kendileri için her şeyin bittiğini bilirler. Öyle öğretmiştir “hayat” onlara bunu. Artık ikinci adresleri olan Ulucanlar’a doğru acılı bir yolculuk başlamaktadır polis arabasıyla… Mustafa bir garip oğlan. Anası, babası ve kızkardeşi Zeycan’la iki göz gecekonduda yaşar Çinçin’de. Babası Hamza bir radyo tamircisinde çalışır, ayak işlerine bakar. Annesi Fatma, okuma yazma bilmez bir ev hanımı. Hamza onca geçim sıkıntısına rağmen okutur Mustafa’yı “sen oku, hem kendini hem de bizi kurtar” der Mustafa’ya. Mustafa da çok ister bunu… Ama diyalektiğin ana kuralı işler bir taraftan. Mustafa akranlarında ne görürse onu öykünür. Okul dışında yaptığı hamallıkta hak ettiği parayı vermeyen kadının kapısının önündeki iki çift ayakkabıyı çalarak başladığı hırsızlığı, Yaşar, Ramazan ve Hüseyin’le bir tekel bayiini soyarak büyütür. İlk “işi” olduğu için affeder polis Mustafa’yı. Ama “kader” peşini bırakmaz Mustafa’nın. Dayısının yerleştirdiği bir diş tedavi merkezinde doktorun pisliklerine tanık olunca doktorun iftirasına uğrayarak işten atılır. Hırsızlıkla suçlamıştır doktor hiçbir günahı olmadığı halde. Mustafa hamallık yaparken kinlendiği kadından sonra ikinci kinlendiği kişi olan doktordan intikam almaya yemin eder. Sokaklardan ve kendisiyle aynı “kaderi” paylaşan arkadaşlarından başka kimsesi yoktur artık. Mustafa’nın ve esmer olduğu için “karanlık” lakabıyla anılan ekip arkadaşı Yaşar’ın hikâyelerinin temel alındığı kitap 70’li yılların son dönemini de yansıtıyor tüm çıplaklığıyla. Çinçin’in ve ona benzeyen di-

ğer mahallelerin “kaderi” ile birlikte… Tufacılar, esrarkeşler, ihanetler, dostluklar, arkadaşlıklar, sevdalarla birlikte yarım hayatlar, kayıp insanlar var kitapta. Adaletsizlikler, haksızlıklar ve kapitalizmin insanı insanlıktan çıkaran kültürel yozlaştırma saldırısı… İnsanı derinden sarsan karakterler, olaylar, sonuçları… Kısaca hayat yani. Yılmaz Güney, bu kitabını sahip olduğu dünya görüşüne uygun olarak sosyalist gerçekçi pencereden bakarak yazmış. Tümüyle gerçekler kitapta, tek satır kurgu yok. Yılmaz Güney, gerçeğin gücünü kullanıyor kitabın her satırında… Gerçeğin etkileyiciliğini, değiştiriciliğini… Ulucanlar Hapishanesi’nin bir adı da sübyan koğuşu olan Dördüncü Koğuş’ta yaşananlar insanın kanını donduracak cinstendir. İnsanı “Bu kadar da olmaz!” dedirtecek cinstendir. Ama ne yazık ki hepsi gerçektir. Garibansa bir çocuk, kimsesizse, beş parasızsa, arkası olanların, parası olanların kölesidir, boğaz tokluğuna keyif nesnesidir. Dışarının acımasızca tekmeleyerek attığı çocuk, bir de içerinin darbesini yiyecektir. Cehennemi öte geçelerde aramaya lüzum yoktur, Dördüncü Koğuş cehennemin öbür adıdır, o çocuk için, cehennemin ta kendisindir. Cehennemdeki ateş içindedir, sıcaktır, yakar kavurur ama Ulucanlar’ın Dördüncü Koğuşu’nda o çocuklar için asıl soğuktur cehennem. İt gibi titrerler. Soba yoktur. Kömür vermezler zaten, soba olmadığı için. Pencerelerinde hiç cam yoktur, gazeteyle veya naylonla kapatılmıştır o camların boşluğu. Tek tayın (ekmek) düşer çocukların payına günde. O da hiçbir zaman tüm getirilmez, eksiktir. Açtır yani çocuklar, tek ekmekle doymazlar ki… Canlarına tak edince, dayağı, işkenceyi, paket olmayı göze alıp isyan ederler… Barikatlar kurulur ranzalarla kapılara… Dünyayı istemiyorla-

dır… Sadece Soba, pencere camı ve iki ekmektir istedikleri… Yani üşümemek ve ekmekle de olsa doymak! Verilmez istedikleri… Direnişin karşılığı zulümdür, işkencedir. Siyasiler de vardır Ulucanlar’da… Çocukların çektiği acılardan bihaberdirler ama. Kendi aralarında tartışmaktadırlar; emperyalizm-sosyal emperyalizm çatışması yaşanıyordur aralarında. Yılmaz Güney, kendi ideolojik çizgisinin de savunduğu sosyal emperyalizm tezini 20 beyir’in ağzından geniş geniş anlatarak savunmaya devam etmiştir kitapta… 1977 yılının ideolojik tartışmalarının en önemlilerinden birinin kitapta yer alması normal olsa da, çok da gerekli değildir hani. Sonuç olarak… 1970’lerin son yıllarındaki Ankara’nın Çinçin’ini, oraların insanlarını, yaşadıklarını, acılarını, hüzünlerini, yarım kalmış yaşamlarını ve Ulucanlar’ın Dördüncü Koğuşu’nu öğrenmek, öğrenmek de değil bire bir yaşamak için okunmalı bu kitap. Şimdiden Ankara’sını, Çinçin’ini oradan çıkıpta bu ülkeyi daha iyi tanıyabilmek için. Bir de Yılmaz Güney’in yazarlığının gücünü görmek için. q

Kitabın Adı: Soba, Pencere Camı ve İki Ekmek İstiyoruz Yazan: Yılmaz Güney Yayın evi: Güney Yayınları Yayın Yılı (1.Basım: 1977) 2004

EKİM-KasIM 2013 | TaVIR | 59


60-61 ilkogretmen_29-30 ellerimi tut 10/31/13 4:42 PM Page 60

sinema sinema

ilk öğretmen doğan muratlı

İlk öğretmen filmi izlenmesi gereken bir film. 1924 yılında Sovyetlerin Kazak bölgesinde bir köyde yaşananları anlatmaktadır. 1917'de Rusya'da Sovyet Devrimi gerçekleşmiş, kapitalizme karşı ilk sosyalist ülkenin inşası sürecine girilmiştir. Devrimden sonra daha yapacakları çok işleri vardır devrimcilerin. Önlerinde zorlu bir süreç ve zorlu görevler vardır. Bir yandan sanayileşmeyle sosyalist üretim ilişkilerinin hakim kılınması bir yandan da sosyalist insan kişiliğini yaygınlaştırmak

önlerindeki en büyük görevdir. Filmin geçtiği köy feodal bir kültürün hakim olduğu, merkezden kopuk, ağalık sisteminin yaygın olduğu bir köydür. Devrim henüz koşullar nedeniyle kendini gösterememiştir. Kızılordu askeri olan Duyşen önemli görevler yüklenmiştir. Savaş bitmiş yeni görevler Duyşen'i beklemektedir. Şimdiki görevi öğretmen olmaktır. Feodal ilişkilerin hakim olduğu oku-

ma yazma bilmeyen köylü çocuklar eğitilerek sosyalist kişilik kazandırılacaktır. Bu görevle Kazak bölgesinde bulunan bir köye gönderilir. Köye gider gitmez köyün meydanına köylüleri toplayarak ne için geldiğini anlatır. Köylüler gülerler, dalga geçerler Duyşen'le. "Okuyunca ne olacak, bizim ne işimize yarayacak" derler. Köyde okul açacağını söyler Duyşen. Köylü burada okula ihtiyacımız yok diyerek Duyşen'e yardımcı olamayacaklarını söylerler. Fakat Duyşen kararlıdır. Köyde bulunan kullanılmayan bir ahırı okula çevirir. Masa, sandalye vb. hiçbir olanağı yoktur. Tek tek evleri dolaşıp çocukları toplar ve okulu açarlar. Okula Lenin posteri asılır. Tüm bu olanaksızlıklar ve zorluklar içerisinde eğitime başlarlar. Duyşen çocuklara sosyalizmi anlatır. Önderleri Lenin'i anlatır. Çocukların geneli 6-10 yaş arasındadır. En büyük öğrenci 12 yaşındaki kız öğrenci Altınay'dır. Havalar soğuk, kar yağar her tarafı buz keser. Okula gidecek yolda küçük bir dere vardır. Çocuklar kendi başına gidip gelemezler. Duyşen taşlardan yol yapmaya çalışır. Fakat başarısız olur. Bunun üzerine buz kesmiş havada çocukları sırtına alarak geçirir. Kendisi donma pahasına yapar bunu. Köylü Duyşen'le dalga geçmeye de devam eder. Fakat Duyşen aldırış et-

60 | TAVIR | EKİM-KAsIM 2013


60-61 ilkogretmen_29-30 ellerimi tut 10/31/13 4:42 PM Page 61

mez. Hedefe kilitlenmiştir. Çocukları eğitmelidir. Duyşen sosyalizme ve onun önderi Lenin'e bağlıdır. Onlar için her türlü fedakarlıktan kaçınmaz. Bu bilinçle devrimin ona verdiği görevi yerine getirmek için her türlü zorluk ve olanaksızlığa rağmen yakınmadan çalışmaya devam eder. Duyşen olumlu yanlarının yanında olumsuz yanları da vardır. Fedakar, ısrarcı, kararlı kişiliğinin yanında en belirgin özelliği sekter yanlarıdır. Çocuklara karşı aşırıya kaçan davranışlar sergiler. Örneğin bir derste ölüm üzerine konuşulurken çocuklardan biri "Lenin de ölür mü?" diye sorduğunda çocuğa "Dünya sermayesinin oyununa gelmeyin." diyerek tokat atar. Bunun üzerine çocuklar ağlayarak okuldan kaçarlar. Sonra kendisi de yaptığı hatanın farkına varır. Fakat bu tarz, değiştirilmesi gereken bir tarzdır. Çocukları eğitirken kendini de eğitmek zorundadır.

mış olduğunu görür. Bunun üzerine öfkelenerek köyün tek ağacı olan kavak ağacını keser. O köyde tek ağaç olması nedeniyle kutsaldır o ağaç köylü için. Yıllarca dokunulmamıştır bu yüzden. Orada geri adım atmayacağını yeniden ilan eder Duyşen. bu sahne aynı zamanda filmin sonudur. Filmin bize öğrettiklerini şöyle sıralayabiliriz: 1)Her türlü zorluğa ve olanaksızlığa rağmen Duyşen ısrarla kararlılıkla sosyalizmi o köye taşımanın mücadelesini verir. Tek başınadır. Bölgeyi tanımamaktadır. Yılgınlığa kapılmaz. Hedefe kilitlenir ve çalışmaya başlar. Bir devrimcide olması gereken en temel özelliklerden birini taşır. 2)Duyşen eğitime ve değiştirmeye kilitlenmiştir. Aldığı sorumluluğun ağırlığının bilincindedir. Bu kararlılık karşı-

sında hiçbir güç duramaz. Tüm olumsuzluklara, olanaksızlıklara rağmen eğitimdeki ısrarı devrime olan inanç ve bağlılığın göstergesidir. 3)Devrimi cüretle sahiplenmiştir Duyşen. Cüret tek başına göğüs göğüse çarpışmakla açığa çıkan bir şey değildir. Yaşamın her anında cüretli olmak zorunda olduğumuzu öğretiyor bize. 4) Olumlulukları yanında olumsuzlukları da vardır Duyşen'in. Eğitim tarzı eleştirilebilir. Devrimcilerin çocuklara yaklaşımı sevgiye dayanır. Eğitimin temeli sabır, sevgi ve emeğe dayanır. Tokat atma vb yaklaşımlar bizim eğitim anlayışımızın dışındadır. Bu yanıyla eğitirken bir yandan da kendini eğitmelidir Duyşen. Bu bizim için de böyledir. Öğretirken öğrenen olmalıyız. q

Köy feodal ilişkilerin egemen olduğu bir köy demiştik. O bölgenin ağası beğendiği kızı alma özgürlüğüne sahip. Tabi bunu bedava yapmıyor. Ağa bir gün köye geldiğinde Altınay'ı görür. Sonra ailesinden ister. Ailesi de kabul eder. Ağa ve adamları okulu basıp Altınay'ı alırlar. Duyşen karşı koyar fakat başarılı olamaz. Duyşen bu duruma sessiz kalmaz Ağa'yı bulup tutuklatır. Altınay'ı alıp köye getirir. Fakat bu duruma Altınay'ın ailesi ve köylü memnun değildir. Altınay'ı lekelenmiş olarak görürler bu yüzden de köyde istemezler. Duyşen Altınay'ın köyde yaşayamayacağını anlayınca alıp eğitilmek üzere şehire gönderir. Köye geri döndüğünde okulun yakıl-

EKİM-KAsIM 2013 | TAVIR | 61


62-64 haber yorum_29-30 ellerimi tut 11/4/13 1:17 PM Page 62

haberler

haberler

“Sanat“ Meclisi 1. Sanat Buluşması” Gerçekleşti Sanat Meclisi'nin 1. Sanat Buluşması, 'Her yer Taksim, Her Yer Direniş' temasıyla 26-27 Ekim'de Gazi Mahallesi'ndeki Büyük Gazi Park'ında gerçekleşti. Festival gün boyu sanat meclisinin sahneleri ve meydanları hazırlamasıyla başladı.1. Gün sergiler ve sahnelerin kurulumları yapılarak açılışları gerçekleştirildi. Gün boyunca her disiplin kendi alanındaki alanları kurarak açılışlarını tamamladı. Red Fotoğraf Kulübü, Nar Fotoğraf Kulübü, Galata Fotoğrafhanesi ve FOSEM'e ait Gezi Direnişi fotoğraflarından oluşan fotoğraf sergileri açıldı. Grafiti sanatçısı Gölge sabah saatlerinde başladığı çalışmasını gün boyu devam ederek tamamladı.Taksim Ayaklanmas’ında hayatını kaybedenlerin isimlerinin verildiği alanlardan Ali İsmail Korkmaz Müzik Meydanı'nda birinci gün sıra gecesi ekibi sahne aldı. Sıra ekibi bir yanda türküler söylerken bir yanda çiğ köfte yoğurdu. Performans boyunca yoğurulan çiğköfte izleyicilere dağıtıldı.

İrfan Tuna Fotoğrat Sergisi farklı meydanlara geçerken izleyicileri Gezi'nin karelerinde ağırladı. Berkin Elvan Karikatür Sergisi'nde ise Gezi sürecindeki halkın yaratıcı mizah örnekleri sergilendi.

Ethem Sarısülük Tiyaro Meydanında Mehmet Esatoğlu ve İdil Tiyatro Atölyesi yönetiminde Forum Tiyatro sahnelendi. Forum tiyatroda gençlerin nasıl politikleştiği işlendi ve tiyatroya, orada bulunan izleyiciler de katılarak rol aldı. Akşam saatlerinde kurulan halk sofrasında katılımcılarla birlikte yemekler yenildi.

Medeni Yıldırım Resim ve Heykel Sergisi'nde sergilenen heykeller ve tablolar büyük ilgi gördü.

İkinci gün öğle saatlerinden itibaren Gazi Parkı'na binlerce insan geldi. Parkın her noktasında farklı bir performans, her güzergahta sergiler ziyaretçilere açıldı. Ethem Sarısülük Tiyatro Meydanı'nda Tiyatro Simurg, Ortadirek Tiyatro, Tiyatro Pencere, Oynayan İnsan Tiyatrosu, İdil Tiyatro Atölyesi ve Ali Yıldırım seyircilerin yoğun ilgi gösterdiği alanda oyunlarını sergiledi. Mehmet Ayvalıtaş Dans Meydanı'nda ise gün boyu halk dansları, modern danslar, sokak dansları, tango, pandomimler, hiphop toplulukları gösterilerini ve duran adam Erdem Gündüz performanslarını sergiledi. Abdullah Cömert Sinema Çadırı'nda, Taksim ve Gezi Ayaklanması konulu kısa film, belgeseller, video kurgular ve Gezi Ayaklanması için yapılan müzik klipleri gösterildi.

62 | TAVIR | ekIm-kAsım 2013

Ali İsmail Korkmaz Müzik Meydanı’nda gün boyu Erkan Oğur, İsmail Hakkı Demircioğlu, Mehmet Akbaş,Tarık Aslan, Koray Tarhan, Erbane Ekibi, Kara Güneş, Selçuk Balcı, Hakan Yeşilyurt, Erdal Bayrakoğlu, Niyazi Koyuncu, Yasemin Göksu, Burhan Berken, Nejat Yavaşoğlu, Kırmızı Nazmi Akyıldız ve Fuat Saka müzik dinletileri verdi. Ahmet Atakan Şiir ve Edebiyat Meydanı Şairler Kıraathanesi'nde ise Barış Atay, Bülent Emrah Parlak, Zeynep Köylü, İbrahim Karaca, Ali Özgür Özkara, Cenk Gündoğan, Metin Kaygalak, Semir Aslanyürek şiirler okudu ve izleyicilerle söyleşiler gerçekleştirdi.

Gün ışığının kararmasıyla birlikte parkın farklı noktalarındaki performanslar sonlandı ve saat 19.00'da ana sahnede etkinlikler başladı. Sanat Meclisi adına yapılan açılış konuşmasının ardından Hakan Yeşilyurt, Barış Atay, Nejat Yavaşoğulları, Ezel Akay, Teneke Trampet, Fuat Saka, Bülent Emrah Parlak, Hüseyin Turan, Tiyatro Simurg, Niyazi Koyuncu, Tolga Sağ, Muharrem Temiz, Yılmaz Çelik, Zuhal Olcay, Erdal Bayrakoğlu, İdil Tiyatro Atölyesi, Halk Dansları, Adile Yadırgı, Aynur Doğan, Can Dündar, İbrahim Karaca ve Grup Yorum sahne aldı. Buluşmaya Taksim Ayaklanması'nda hayatını kaybedenlerden Ali İsmail Korkmaz'ın, Ahmet Atakan'ın ve Mehmet Ayvalıtaş'ın aileleri de katıldı. Konuşma yapmak üzere sahneye çıktıklarında binlerce kişiden "Her Yer Taksim Her Yer Direniş" sloganları duyuldu. Evlatlarının onurlu mücadelelerini anlatan aileler ve sanatçılar 28 Ekim'de Ankara'da gerçekleşecek olan Ethem Sarısülük'ün mahkemesine çağrıyla 1. Sanat Buluşması'nı sonlandırdı.


62-64 haber yorum_29-30 ellerimi tut 11/4/13 1:18 PM Page 63

GRUP YORUM GÜNCE w30 Ağustos w5 Ekim Viyana’da Kömünist Partisi’nin düzenlediği festivalde bin- Ankara Kent Koop. Pazar Alanı’nda 30 bin kişinin katılılerce kişiye seslendi. mıyla Anadolu Halk Konseri’ni gerçekleştirdi. w1 Eylül w6 Ekim Viyana’da Yusuf Taş ve Özgür Aslan’ın açlık grevi yaptı- Kamu Emekçileri Cephesi’nin tutsak memurlarla dayağı hapishane önünde Avusturya Sol’u ve dinleyicileriy- nışmak için Bostancı Gösteri Merkezi’nde gerçekleştirle birlikte türkülerini seslendirdi. diği geceye katılarak türkülerini seslendirdi. w15 Eylül w17 Ekim Forumların ortak düzenlediği Eylül’de Gel Festivali’nde Okmeydanı Sibel Yalçın Parkı’nda düzenlenen DEVKadıköy’de binlerce kişiye seslendi. GENÇ Şöleni’ne katılarak türkülerini söyledi. w15 Eylül w26 Ekim Geleneksel Armutlu Güz Şenliği’nde, binlerce kişiyle tür- Avusturya Linz şehrinde bin kişiyle türkülerini seslendirkülerini söyledi. di. w20 Eylül w27 Ekim Ruhi Su’nun mezarı başında düzenlenen anma etkinli- Gazi Mah. Büyük Gazi Parkı’nda gerçekleşen 1. Sanat Buğine katılarak Bize Ölüm Yok marşını seslendirdi. luşması’nda sahne alarak on binlerce kişiyle türkülerini seslendirdi. q

Grup Yorum Ankara’da 30 Bin Kişiyle Anadolu Halk Konseri’ni Gerçekleştirdi ca Eskişehir, Kütahya, Afyon, Konya, Çorum'da kurulan komitelerle de yapıldı. Saat 16.00’da başlayan konserde Grup Yorum üyeleri türkülerini, marşlarını mücadele içerisinde şehit düşenlere adayarak söyledi. Ayrıca, Neşet Ertaş’tan Neredesin Sen’i de seslendirdi. Konserde konuk olarak yerini alan Selçuk Balcı ise kemençesi ile Karadeniz ezgilerini alana taşıdı. Kemençe ile söylediği şarkıyı Ferit'e söylediğini belirterek sahneden ayrıldı. Halaylar çek“Ekmek, Adalet ve Özgürlük için” şiarıyla ilk kez düzen- ilirken alanda büyük bir coşku vardı. Alanın dört bir lenen Anadolu Halk Konseri, 5 Ekim'de Ankara'da yanında Hasan Ferit’i, Muharrem’i, Ethem’i, tüm devrim gerçekleştirildi.Batıkent Kent Koop Halk Pazarı’nda şehitlerini selamlayan parnkartlar asılıydı. yapılan konserin hazırlıkları günler öncesinden başlamıştı. Konser, hazirandaki halk ayaklanmasından Otuz bin kişinin katıldığı konser soğuğa ve faşizmin her sonra, şehitler veren Anadolu için özel bir anlama türlü engellemesine rağmen seneye tekrar gerçekleştirsahipti. Komiteler kuruldu ve herkes bu özel konser için menin sözüyle son buldu. çalışmaya başladı. Konserin çalışması Ankara'da, ayrı-

ekIm-kAsım 2013 | TAVIR | 63


62-64 haber yorum_29-30 ellerimi tut 11/4/13 1:18 PM Page 64

haberler haberler kısa... kısa... kısa... kısa.. kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa...kısa...

wBahar Kurt Tahliye Edildi Dergimiz sahibi Bahar Kurt devrimci İbrahim Çuhadar’ın cenazesini alabilmek için gerçekleştirilen basın açıklamasına katılmış ve gözaltına alınarak tutuklanmıştı. Bahar Kurt, ikinci kez görülen mahkemede tutuksuz yargılanmak üzere tahliye edildi. Aynı davadan ev hapsi cezası yurt dışı yasağı bulunan Grup Yorum elemanları Selma Altın ve Dilan Balcı’nın ev hapsi kaldırıldı fakat yurtdışı çıkış yasakları devam ediyor. wTuncel Kurtiz Vefat Etti Tiyatro ve sinema sanatçısı Tuncel Kurtiz 27 Eylül günü sabah saatlerinde evinde fenalaşarak vefat etti. 77 yaşındaki Tuncel Kurtiz daima halkın içinde ve devrimcilerin yanındaydı. wAyfer Rüzgar Tahliye Edilmedi Grup Yorum elemanı Ayfer Rüzgar devrimci Nebiha Aracı’yı sahiplenmek için gerçekleştirilen basın açıklamasına katılmış buradan gözaltına alınarak tutuklanmıştı. Ayfer Rüzgar 10 Eylül’de görülen mahkemece tahliye edilmedi. Bir sonraki mahkeme ocak ayında gerçekleşecek. wGamze Keşkek Tahliye Edilmedi İdil Tiyatro Atölyesi oyuncusu Gamze Keşkek, ocak ayında İdil Kültür Merkezi’ne gerçekleştirilen baskında gözaltına alınarak tutuklanmıştı. Gamze Keşkek 10 Ekim’de görülen ilk mahkemede devrimci sanatı savunan bir savunma gerçekleştirdi. Gamze Keşkek’in mahkemesi 25 Şubat 2013 tarihine ertelendi. wGrup Yorum Ruhi Su Anmasına Katıldı Grup Yorum elemanları 20 Eylül 1980’de vefat eden devrimci sanatçı Ruhi Su’nun mezarı başında gerçekleştirilen anmaya katıldı. Anmada Bize Ölüm Yok marşını söyleyen Grup Yorum elemanları Ruhi Su’nun kendilerine yol göste-

64 | TAVIR | ekİm-kAsım 2013

ren bir öğretmen olduğunu ve onu yaşatmak, yeni nesle aktarmak için onun türkülerinden oluşan bir albüm çalışması olduklarını ifade etti. wKazova Direnişi Defilesi Gerçekleşti Haklarını alabilmek için işten atıldıkları fabrikayı işgal edip üretime geçen Kazova işçileri direnişleriyle ürettikleri kazakları sergiledikleri bir defile gerçekleştirdi. Bu defilede ürettikleri kazakları Pelin Batu, Nilüfer Açıkalın, Mehmet Esatoğlu, Hakan Yeşilyurt, İlkay Akkaya, Gülay, Cengiz Bozkurt, Serhat Tutumluer, Selçuk Balcı, Ötekiler Müzik Topluluğu, Güler İnce, Burcu Demir, Merve Tuba Taruk, Ezgi Kaya sergiledi. Defilede ayrıca Grup Yorum, Gülay, Hakan Yeşilyurt, İlkay Akkaya ve Bandista sahne aldı. wKazova Direnişi Direniş Günleri Film Festivali 1-2-3 Kasım’da Kazova Direnişi Kültür Sanat Komitesi, Türkiye’den ve Dünya’dan işçi direnişlerini anlatan filmleri Direniş Günleri adıyla gerçekleştirecekleri film festivali’nde izleyenlerle buluşturacak. Ayrıca yönetmenlerle de söyleşilerin gerçekleşeceği festival, işçilerin direnişte olduğu Kazova Tekstil Fabrikası’nda yapılacak. wGenco Erkal, Ferhan Şensoy ve Levent Kırca’ya Gezi Cezası Kültür ve Turizm bakanlığı tarafından her yıl özel tiyatrolara yapılan ödenek yardımlarında bu yıl bakanlık yetkilileri destek kurulu jürisine bir liste göndererek bu listedeki Genco Erkal, Ferhan Şensoy, Levent Kırca gibi isimlerin Gezi eylemlerine destek verdiği ve AKP karşıtı ifadeler kullandığı bu sebepten bu tiyatrolara yardım yapılırsa AKP tabanına bu durumu açıklayamayacaklarını söyledi. Tartışmalar sonucunda “tam uzlaşma sağlayamayan” jüri üyelerinden bazılarının bu yılki destek yardım-

larını “şerhli” imzaladığı ve tiyatro destek yardımları için kurul kararının Bakan Ömer Çelik’in onayına sunulduğu kaydedildi. wTiyatro Yönetmeni Haşmet Zeybek Vefat Etti Tiyatro yönetmeni Haşmet Zeybek Osmanbey'deki evinden gazete almak için çıkdı ve dönüşte eve girdiğinde kalp krizi geçirerek hayatını kaybetti. Ocak ayında Şehir Tiyatroları’ndan emekli olan Haşmet Zeybek Irgat adlı oyunuyla ve tiyatroya önemli katkılarıyla belleklerde yerini almıştı. wAltın Portakal’da da Her Yer Taksim Her Yer Direniş 50. Altın Portakal Film Festivali’nde bu yıl açılıştan itibaren salonda Her Yer Taksim Her Yer Direniş sloganları duyuldu. Ayrıca ödül alan film ekipleri yaptıkları konuşmalarla ödülleri Gezi şehitlerine adadı. wDev-Genç 44. Yıl Etkinliği Yasaklandı Çalışmaları aylar öncesinden başlayan şenlik Şehir Tiyatroları Müdürlüğü’nün sözleşmeyi tek taraflı fesh etmesiyle yasaklandı. Durumu protesto etmek için Harbiye Açıkhava Tiyatrosu önünde toplanan kitleye polis saldırdı. Grup Yorum ise aynı gün 20.00’de Galatasaray Lisesi önünde durumu teşhir etti ve bir konser verdi. Dev-Genç şenliği ise 17 Ekim’de binlerce kişinin katılımıyla Okmeydanı Sibel Yalçın Parkı’nda gerçekleşti. widil Kültür Merkezi’nde Kurs Kayıtları Devam Ediyor İdil Kültür Merkezi’nde yeni dönem, bağlama, gitar, yan flüt, halk oyunları, keman, tiyatro, fotoğraf ve sinema atölyesi, İdil çocuk korosu ve Grup Yorum Korosu kurs kayıtları devam ediyor. Bilgi için: 0 212 238 81 46 q




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.