ÇOĞunlUĞA nazaran nİSbeten dEĞersİz olanlaRIn kara lekesİ
Bu dünyanın üzerinde hala bir hayalet dolaşıyor: nisbeten değersiz olanların hayaleti... İster Los Angeles’da bir varoş mahallesinde vurularak bir yerlerde ölü bulunsun; ister birer, ikişer, üçer, ölümüne işkence izleri taşıyan bedenleri Nil nehrinin akıntısına karışsın... her durumda, kendilerini daha değersiz vatandaşlar haline getiren kara bir leke taşıyorlar; önyargılar sağolsun, kendilerini öldürenlerin ne olsa ellerini kollarını sallaya sallaya yürüyüp gideceklerini ilan eden işaret.... Misal, Lice’de bir Türk askeri tarafından vurulan genç erkek... Trayvon Martin söz konusu olduğunda, bu leke, derisinin rengiydi ve ölümüne sebebiyet verdi. Bu günlerde Kahire’de, Nil nehrine karışan bedenler söz konusu olduğunda, bu kara leke, Kıpti doğduklarını ve sonsuza dek asla tam manasıyla dahil olmalarına izin verilmeyecek bir ülkeyle başa çıkmaya mahkum olduklarını gösteren bileklerindeki siyah haçtı. Onlar hep diğerlerine nazaran değersiz vatandaşlar. Sistem tarafından, ki bu herhangi bir sistem olabilir, diğer vatandaşlarca kabul edildiği müddetçe kullanılmaya devam eden önyargının bedelini ödediler.
ABD’de, nisbeten değersiz bir vatandaş olmak hala ebeveynlerinizin derisinin rengine bağlı. Mısır’da, vatandaşlar, ebeveynlerinin dinine göre, kendilerine hiç bir tercih şansı sunulmadan bu şekilde sınıflandırılıyor. Hangi Mısır’dan bahsettiğimizin bu noktada önemi yok çünkü Mübarek’in Mısır’ında, İskenderiye kiliselerini bombalayan İç İşleri Bakanıyken, devrim-sonrası Mısır’da, bu Maspero’da kendilerine ateş açan ordu; Mursi Mısır’ında dini nedenlere sığınan kızgın kalabalıklar; şu anda Mursi-sonrası Mısır’daysa, aynı anda bunların hepsi birden ve işte bedenler Nil’in akıntısına karışıyor. Geriye kalan tek şey, siyasi huzursuzluk anlarında, insanların dikkatini başka yöne çekmek istediğinizde, herkesin sorunları bu nisbeten değersiz vatandaşları hedef alarak çözmeye çalışması. Ne olsa görünmezler. Topluluklarıyla bağlarını koparmak suretiyle yolunu bulan birkaç iş insanı veya siyasetçi, yani diaspora veya dönmeler dışında, Kahire’de gezinen binlerce Kıpti’nin çoğu, zabbaleen’dir; yani çocuklarını çöpleri eşeleyerek doyuran erkekler ve kadınlar yahut kendileriyle muhattap olan tek otorite olan dini otoritenin teşvikiyle köylere kapanmış korku içindeki dükkan sahipleri... Bunlar hep nisbeten değersiz vatandaşlardır. Geçen hafta ilan edilen Anayasa Beyannamesi sağolsun, şu anda hiçbir zaman olmadıkları kadar değersizler. Şu ana kadar, bu ‘nisbeten değersiz’ vatandaşlar, Mısır’daki devrimci gençliğe katılmaktan geri durmadı. Sorun şu ki, şu anda Mursi ve Ordu yandaşları ya birbirleriyle çatışıyor ya da çatışmaların suçunu birilerinin üzerine yıkmak için Kıptilere saldırıyor; hal böyleyken devrimci gençlik, çoğu zaman, olanları izler halde. Yani, 30 Haziran ‘Halk Ordusunun Darbesi’ mi yoksa halkı Müslüman Kardeşler mi temsil ediyor kimin umurunda? Ayrımcılığa karşı mücadele etmeyen çoğunluğun içerisinde nisbeten değersiz vatandaşlar sınıfı var olduğu müddetçe, gerçek anlamda bir halktan bahsetmek mümkün olamaz.
Hemzemin’in tüm sayıları www.hemzeminposta.org adresinde PDF formatında yayınlanmaktadır. Direnişin, forumların sesini yükseltmek için forumlara gitmeden, sokağa inmeden önce bu adresi ziyaret edin; son sayıyı bastırın, çoğaltın, yaygınlaştırın. Onlar kanun yapmaya devam etsin, tarihi yazan bizleriz! www.hemzeminposta.org facebook.com/hemzeminposta twitter.com/hemzeminposta hemzeminposta@gmail.com
sürekli öğrenmeye, tecrübe etmeye devam ettirildiğimiz ve an itibariyle her türlü ceberrut yüzüyle tanış olduğumuz ülke gerçekliğini çözümleyebilmek için şifre çözücü bir cümle. Kilit çözücü. Artık ileri demokrasi mevhumundayız ya o kısımdan hareketle dikkatle irdelenesi bir tespit. Avram Noam Chomsky'nin medya denetimi kitabında bir cümle yer alır. “Basit yalın ve keskin: totaliter devlette cop neyse demokraside de propaganda odur” meramı kulağı tersinden tutmadan anlatan, gezi parkı direnişinin ilk gününden şimdiki zamana
Layığımız olarak reva görülenlerin her ne olmadığının altını kalınca çizdiğimiz tecrübeler mevcutken artık, her şey meydandayken bir netice olarak da değerlendirilebilecek bir mevhum ya da özetleyiş. Sille-i tokattan, cop'a, ses bombasından biber gazı'nın hemen her türlüsüne, kıyıda köşede kimselere hissettirmeden darp devamı 2. sayfada
...1.sayfadan devam
ve linçten artık alenen, teknoloji gelişmiş de olsa belleği çarçabuk silinen kameraların önünde uluorta bir hizaya çekme söz konusuyken, ağız burun, sille tokat, şamar küfür kafir bilindiklerin yanında daha işitilmedik ne kadar işkence varsa onun da ilavesi. İlavesi ve bir de cana kast edilirken mütemadiyen. Başbakanın diline doladığı tabirlerden birisi olan tencere tava, hep aynı hava türküsünü ha'bire işitip durduk bu süreçte. Bunca fecaat denk getirilirken. neyi düzgün yaptıklarından çoğu zaman şüphe taşısak da, hep birlikte tartışsak da enikonu kestirmeden erkin her şeyini - siz tartışın, seslenin kendi aranızda- propaganda'nın en iyisini biz yaparız sözdeyişinde, pratiğinde hemfikir olabileceğimiz artık bahsedilesi, sıklıkla zikredilesidir. Ana akım medyanın neredeyse yekpareleştirilmiş halinden faydalanarak, başka bir söze, en ufak bir empatiye bile haddinizi bildiririm, kızdırmayın beni, açtırmayın kutuyu söyletmeyin kötüyü kabilinden demeçler türeten gerçeği daha en başında derdest eden bir muktedirlik mekanizması. propaganda eyleminin sonsuzluğunu da göz önünde bulundurarak, atılan manşetlerden, hakaretamiz köşe yazılarının sıklığına, uydurmanın alasını oluşturan gezi parkı davaları fezlekelerinden, sokakta halkın isyanına karşı bir millet! diskuruna sahip çıkılmasına varasıya kadar gözlerimizin içine baka baka bu kart oynanmaya devam ediyor. arlanmak nedir hemen hiç bilinmeksizin yalanlar sürdürülüyor. Evet, halen sürdürülüyor. Demiştik ya en iyi bildikleri şey yalanlardan medet umarak ve onu en iyi şekilde ambalajlayarak milletin tüketimine, oy verenlerinin tamamına sunmak, kabul ettirmek, ikiletmeksizin biat ettirmek. Ötesi yok. Gözaltıların bir cadı avı haline dönüştürüldüğü bu ülkede haktan hukuktan bahsedebilmek de artık belli başlı bir gözü karalığın gerekliliğini öne çıkartıyor. Her şeyi tersine çeviririm nasıl olsa diye elini oğuşturup duran erk, muktedir, iktidarın gözden kaçırdığı artık hiç bir şeyi unutmayacağımız gerçeğidir. Kck, devrimci karargah gibi daha fazlası da eklenebilecek olan operasyonların tümünde olduğu gibi ortada hemen hiçbir kanundışı davranış söz konusu değilken, olsun biz bir tane resim ya da mesaj buluruz, onun konuşması bunun flaması, şunun da baretinden bir örgüt, çok örgüt kademeli bir otopor, bir faiz lobisi destekli ama illa billa bir terör şebekesi daha yaratırız bahsi üzerinden yine yeniden kurgu makinası, propaganda aygıtı işletilmeye devam ediyor. Bu sefer mevzumuz gezi parkı terör örgütü! Şaka değil yakın gelecekte adı bir ihtimak çokça dillendirilecek bir GPTÖ. Şehirlerimiz söz konusuysa her türlü ranttan elde edilebilecek kâra göre kararların alındığı, yeşilin neredeyse 2
zırnık kadar, böyle kenar süsünden de az konulduğu yerler aklımıza gelirken, gözümüzün önünde canlanırken her yer tahrif edilirken hala abesle iştigal mesaisine devam ediliyor. üçüncü köprü'nün milimetrik hesap hatasının maliyeti binlerce ağaç olurken, bir parkın parklıktan çıkartılırken avm, kışla, kent müzesi mi olması tahayyülüne bir türlü karar verilemezken, onun sadece park olarak kalmasına dair yargının işte böylesi bir hegemonik tahakküm çabasına yakarım yıkarım parkınızı, kibirine karşı “durun artık!” kararı söz konusuyken hala iş makinelerinin cirit attığı gezi parkının son çehresinde vuku bulan bir terbiyesizlik iki arsızlık sürdürülmeye devam ediyor. Dersim'in Gola Çetu parkını yok etme çabasının haklı tepkilerin çoğalması karşısında şimdilik askıya alınması, Erciş'in Zortul köyüne toplu konut inşaa etmek için 250 bin ağaç kesilmesi süreçlerinin de bu inatçılıkla hemhal olan yapının, sözümona medeniyet basamaklarında üçer beşer ilerleyen ülkenin aslında doğasına, gününe ve geleceğine sahip çıkmak konusunda halen sınavını veremediğini gösteriyor. halklar kendi sözünü ve doğrusunu net bir biçimde paylaşırken bunu sürekli olarak ikrar ederken her türlü karar mekanizmasının en üstü benim, benim, benim diye böbürlenen başbakana karşı ses etmek asıl şimdilerde elzem olanı göstermektedir. yurt genelinde 119 yurttaşın tutsak edildiği, 40 günde 3 bin 343 yurttaşın gözaltına alındığı ve aşağı yukarı gün aşırı sayının yükseldiği bir yerde kısaca değindiğimiz tüm olumsuzlama çabaları, boşa doluya kulp takma çabalarına karşı sözü birleştirmek ve yılmayacağımızı zikretmek en öncelikli gereksinimimizdir. Böyledir. Salt iki ağaçtan yaşadığımız ülkenin her türlü abesliğe bu kadar korunaksız bir biçimde teslimiyetine karşı parası neyse verin sizlerin emrine amade kolaycılığına karşı sözün kıymeti asıl şimdi bilinesidir. henüz yaralarımız çok taze ve henüz Mustafa Ali Tombul ve Berkin Elvan'ın yaşama tutunma sınavları sürüyor. Henüz gezi'den tutsak edilen kardeşlerimiz mevcutken, henüz canları alınan Mehmet Ayvalıtaş, Abdullah Cömert, Ethem Sarısülük, Ali İsmail Korkmaz, Zeynep Eryaşar, İrfan Tuna ve lice'de katledilen Medeni Yıldırım gibi kardeşlerimizin yası sürerken, kıyamlarının hesabının sorumluluğu üzerimizdeyken… Asgari müştereğin en umutsuz kaldığımız anlarda bile birbirimizin seslenişinde direnç bulmaktan geçtiğini öğrendiğimiz direniş günlerinden sonra bu tarifesi, lafazanlığı, boş çene bolluğu ve her türlü vicdani meselin yok sayılmasına “durun artık” demek ödevidir hepimizin.
AdaletsİzlİĞe Dİrenmeye Devam Edİyoruz! İstanbul ve Ankara’da, iki ayrı adalet sarayında gezi tutsakları ve avukatları bugün adalete direnmeye devam ettiler. İstanbul’da 11’de Çağlayan Adliyesi Önünde başlayan bekleyiş’in sürdğü saatlerde, Polis şiddeti ve baskısı Adalet Sarayı’nın hemen önünde devam ediyordu. Hukuksuz gerekçe ve delillerle, bir baskı ve yıldırma politikasının sonucu olmak için Hakim önüne çıkartılan tutsaklar ve halk, baskı ve yıldırma politikalarına karşın, sonucun ancak umut ve kararlılık olabileceğini bir kez daha gösterdi. Gezi direnişine katıldıkları gerekçesiyle 16 Temmuz sabahı gözaltına alınan 29 kişinin tamamı serbest bırakıldı. 29 kişiden dördü tutuklama, dördü de adli kontrol talebiyle gün içinde mahkemeye sevk edilmişti. Tutuklamaya sevk gerekçeleri ise bilindikti; 2911’e muhalefet, polise mukavemet ve görevi yaptırmamak için direnmek. Tutsakları adliye önünde Polis de yalnız bırakmadı, gözaltına alınan çoğunluğu üniversite öğrencisi 29 kişiyi ve yakınlarıyla, dayanışma için orada olanları Çağlayan Adliyesi önünde 5 çevik otosu ve 2 TOMA karşıladı. Ankara’da mahkeme bu kadar iyi sonuçlanmasa da umut tazeledi. TMK 10. madde ile Özel Yetkili Cum.B.Savcılığı 2013/425 Soruşturma sayılı dosyası kapsamında Ankara TMK 10. madde ile görevli 3. Nolu Hakimliğince verilen 2013/15 Sorgu sayılı karar ile 22.06.2013 günü 22 kişi tutuklanmış, Sincan F Tipi cezaevine götürülmüştü. Her ne kadar itiraz ile 2 kişi bırakılsa da, adresinde bulunamayan şüphelilerden birinin daha bulunup tutuklanması ile bu dosya kapsamında toplam tutuklu sayısı 21 oldu. Ayrıca 13 kişinin tutuklanıp 5'inin bırakıldığı 8 tutuklusu olan ikinci bir dosya daha mevcut. Gezi Direnişçilerinin tutukluluk durumlarının inceleneceği duruşma bugün Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi duruşma salonunda yapıldı. 6 Tahliye, 15 tutukluluğa devam kararıyla buruk bir sevinç yaşandı. Mücadeleye devam!
gezi hukukugüncelleme Gezi direnişi sırasında, sonrasında ve halen devam etmekte olan hak ve özgürlük ihlallerine, maruz kalınan şiddete ve uğranılan haksızlıklara karşı, gezi aklı ve ruhu ile hukuki zeminde mücadele etme gayesiyle, gönüllü hukukçu ve insan hakları savunucuları tarafından kurulan bir sivil dayanışma ağı olan Gezi Hukuku, ilk günkü irade ve kararlılıkla çalışmalarına devam ediyor. Bugüne kadar gezihukuku.org adresi üzerinden 100’e yakın başvuru almış bulunuyoruz. Gelinen aşamada, başvuruda bulunan mağdurların her biri ile (gerek yüz yüze, gerek telefon görüşmeleri ile) bireysel olarak iletişime geçilerek, TBMM ve İçişleri Bakanlığı İnsan Hakları Komisyonlarına başvuru/şikâyet, suç duyurusunda bulunma ve tam yargı davası (maddi-manevi tazminat) olmak üzere izlenecek hukuki yollar anlatılmış, dava/şikayet dilekçeleri hazırlanmış ve birlikte yürüteceğimiz hukuk mücadelesinin temelleri atılmıştır. Devam etmekte olan ve önümüzdeki süreçte yapılan başvurular için de aynı titizlikte bir çalışma sürdürülecektir. Birlikte yürüteceğimiz adli ve idari süreçlerin daha sağlıklı işleyebilmesi için belgelendirme (doktor raporu, fotoğraf, video, tutanak, vb.) önemlidir, ancak bunların yokluğu başvuruya engel değildir. Gezi Hukuku, delil/belgelendirmesi eksik olduğunu düşünenlere de, bunların, ilgili kurumlardan sağlanması hususunda yol gösterecektir. “Artık müdahaleler sona erdi, başvurmak için geç kaldım” ya da “yüzlerce ağır yaralı, onlarca gözünü kaybeden insan varken, benim soluduğum biber gazı da nedir” diye düşünmek yerine, kolluk güçlerinin, barışçıl bir direniş karşısında gerçekleştirdiği müdahalelerinin ve müdahale yöntemlerinin neredeyse hepsinin hukuka aykırı olduğu, (yaşam hakkından seyahat özgürlüğüne, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkından ifade özgürlüğüne, mülkiyet hakkından sağlık hakkına kadar) bir çok temel insan hakkını ihlal ettiği ve en ufak şiddetin, müdahalenin ve maruziyetin başvuruya temel oluşturacağının bilincinde olunmalıdır. Şiddete maruz kaldıysan, haklarının ihlal edildiğini düşünüyorsan; başvur, anlat, takip et, başvuruyu teşvik et, önemse. Sahipsiz değiliz, Birbirimize emanetiz..! gezihukuku.org | gezihukuku@gmail.com 7
duvarlarla ve gün boyu 1 litre suyla sınırlandırıldık. Personel tarafından bile yenmesi tavsiye edilmeyen ve hiçbir personel tarafından üç öğün yenmeyen yemeklere tüm halktan toplanan paraların heba edildiğini öğrenerek geçirdiğimiz zamandı ayrıca bu , hikayemizin ilk bölümünün. Not düşmekte fayda var; bu bölüm iki hastalık raporu sayesinde 2 eksilmiş olsa da, 59 tam mevcutla tamamlanmıştır komutanım.. :))
Gezi direnişi süresince Türkiye’de yaşanan polis şiddetini kınamak, kayıplarımızı anmak amacıyla Taksim Dayanışması’nın 6 Temmuz’da yaptığı basın açıklamasının polisin gaz bombasıyla engellenmesiyle başlayan bir sürecin gözaltılarla ve tutuklamalarla nasıl bir hukuksuzluğa evrildiğine ve bunun içinden doğan şiddete bakalım birlikte.. Gözaltılarla sindirilmeye çalışılan, eminiyette misafir(!) edilen 61 kişinin bu süreçte –hükümetin umduğunun aksine- politik olarak yeniden doğuşlarının hikayesi, devletinse baskı yoluyla galip gelme çabasıyla başlayıp, süreç sonunda kendisine muhalif olarak cezaevinden çıkan cesur insanların varlığıyla bir kez daha yenik düşmesinin trajikomedisi aynı zamanda.. Vatan Emniyet’te gözaltında tutulduğumuz ilk günün sonunda 24saatlik süre az bulunmuş olsa gerek, nöbetçi savcı piknikte olduğu için, ek bir 24 saat daha gözaltı süresi konuldu. 8 temmuz pazartesi gününe kadar 4
İkinci bölüm daha da enteresan.. Vatan emniyet’te 6.30 da “kalkın ülen“lerle(gayet samimi!) uyandırılan bizler, kahvaltı bile verilmeden, 8.30 gibi 3 polis minübüsüyle Çağlayan Adliyesi’ndeki nezarethaneye getirildik. 8 kadın tutuklu bir nezarethaneye, 51 erkek üç nezarethaneye sıkıştırıldık. Saat 13.30‘a kadar bekletildikten sonra, önce adli tabip, ardından savcı karşısına çıkarıldık. Çıkarılmadan beş dakika önce, "şu fotoğrafta gözüken arkadaş sen misin?" sorusuyla karşılaşıp, ben bu saçlarımı son 40 saattte ne kadar uzatmışım böyle ve kolumdaki dövmeyi tüm estetik cerrahlarını kıskandıracak şekilde temizlemeyi nasıl da başarmışım; bunları merak ettiğim geçmeyen dakikalar yaşandı. Fotoğrafın karanlık olmasından sebep fotoğraflanan insanın yüzünü net göremesem de bir şekilde saçlarımın uzun olduğunu tespit eden(!) bir savcının ikna olmasıyla içi rahatlayan birine dönüştüm. Ve aramızdan 8 arkadaşımızın tutuklanma talebiyle mahkemeye sevk edildiği haberinin şokuyla geçen -aslında geçemeyendakikalar.. Hikayenin sonrası kalbinizden sökülmeye çalışılan 8 canın yaşadıklarıdır… İçeride 59 kişinin birbirine verdiği “bir kişi dahi kalmayana kadar buradayız“ sözünü tutmasındaki kararlılığına
tanığım. Üç buçuk saat süren, çoğu gülüşme ve şakalarla geçen nöbetçi mahkemenin, gözaltı gerekçesi olarak gösterilen ama bildiğimiz üzere tutuklamanmayı gerektirmeyen 2911 sayılı toplantı ve gösteri yürüyüşü kanununa muhalefet ve polise mukavemet maddelerini bir kenara bırakıp, tutuklamaya imkan veren “halkı isyana teşvik“ gibi bir maddeyi hukuksuzca öne sürerek insanları Metris cezaevine gönderme yönünde karar açıklaması bizlerin ve ailelerin yaşadığı diğer şoktu.. Dahası o sırada mahkemedeki 8 arkadaşımıza yemek götüren üç avukat arkadaşımızı adliye içinde polislerin darp etmesi ve ellerindeki yiyecekleri, suları hınçla ezmeleri koca bir dehşet olarak karşımızdaydı o akşam.. 8 Temmuz günü Haseki‘ye gidileceğini söyleyip adli tıp için Eyüp Hastahanesi‘ne götürülen 8 tutuklu sonra Metris cezaevine getirildiler. İlk gece tek kişilik koğuşlara konuldular. Sonra birer birer adli tutukluların olduğu 11 kişilik koğuşlara dağıtıldılar. Dubleks koğuşların alt katında yer alan saat yedi buçuğa kadar açık 10 adımda biten avlulara, 18.00- 20.00 sıcak su saatine, haftada 1 gün altı saatlik spor imkanına, televizyon lüksüne(!) sahip bir yer burası. 13 temmuz Cumartesi günü bir tutuklumuzun içeride 8 kişi tarafından darp edildiğini ve diğer iki tutuklunun da kafalarına vurularak eziyet edildiğini dışarıya çıktıklarında kendilerinden öğrendik; bu olay da tarihin sayfalarında, diğer bazı sırlar gibi, yerini almış halde nitekim.. Darp edilen kişiler cezaevi revir doktoru tarafından hastahaneye sevk edilmiş fakat oradan da bir sonuç elde edilememiş. Bir tutuklu arkadaşımızın, kendisinden dinlediğimiz üzere, mümkün olduğu kadar "aklı selim" davranmak gibi
bir yöntem benimseyerek kendini aynı şiddete maruz kalmaktan koruma çabası, içerideki tutuklulara yönelik baskının boyutuyla ilgili ipucu veriyor bize. Muhalif üç milletvekilinin Metris Cezaevi ziyareti sonrası daha iyi bir atmosfer sağlanıldığı da belirtiliyor. Fakat ziyaretin sonrasındaki günlerden 13 Temmuz’da tutuklu arkadaşlarımızdan birinin daha cezaevinde -yine koğuştakiler tarafından- darp edilmesi, bizim vicdanımızın sızısını olduğu yerde bırakıyor.. Avukatların yaptığı ikinci tahliye talebi dilekçesine 16 Temmuz’da gelen kabul cevabıyla birlikte Adliye önünde birbirimize sıkıca sarılıp tutuklu yakınları olarak bir arada fotoğraf çekildikten sonra, tutukluların aileleri, arkadaşları olarak Metris önünde saatlerce bekledik onları; 11 gün sonra bütün arkadaşlarımızı sevgimizle, şarkılarla, coşkuyla karşıladık o akşam. Bu daha başlangıç diyoruz ve yılmıyoruz; gözaltıların ve tutuklamaların bizi direnmekten alıkoyacağını sanan otoriter zihin şunun farkında değil; gittikçe bileniyoruz, bizlere yönelik her baskının içinden yeniden doğuyoruz. Metris’te tutuklu kalan ve şimdi özgür olan Ali Sarıçiçek’in “Önceden Gezi olaylarını televizyondan izlerken gözaltına alınanları gördükçe bir suç işlemişlerdir diyorduk, ta ki kendimiz de aynı haksızlığı yaşayana kadar“ sözlerinde yeni umutlar görüyoruz. Yani dememiz o ki; artık hiçbirşey eskisi gibi olmayacak, uzun süredir kayıtsız kalan insanlar adaletsizlik karşısında taraf alıyor, vicdanlar gittikçe bir oluyor, daha da büyüyor direnişimiz.. 5
Gezi Parkı’ndan polis şiddeti eşliğinde atılmamız sonrası hızlıca gündemimize giren, hemen akabinde park forumlarında tartışılan ilk konulardan birisiydi boykot çağrısı. Bazısı protestolarda takındıkları düşmanca tutumdan, bazısı hükümete yakınlığından, bazısı medya ayağının ayyuka çıkan yandaşlığından boykot listesine alınan irili ufaklı birçok işletme ve şirket ismi zikredildi. Derdimiz boykot hareketinin nafileliğinden ya da naifliğinden dem vurmak değil elbet. Aksine, boykotun iktidar mekanizmalarının siyasal ve iktisadi alanda nasıl içiçe geçtiğini görünür kılmaktan, karşılaştığımız devlet şiddetinin varlığını borçlu olduğu kaynakları açık etmekten gelen bir gücü var. Özellikle AVM’lerden uzaklaşıp yerel esnaftan alışveriş etmeye yönelten çağrıların, tüketimciliğe karşı bir duruş temsil etmekten ve varolan ekonomik yapının eleştirisini kurmaktan kelli kıymetini teslim etmek gerek. Fakat boykot türü girişimlerin sınırlarına, barındırdıkları tehlikelere dair bir kelam etmek de lazım. Hükümete yakınlık mefhumu boykot için haklı bir kriter olmakla beraber, ‘hükümete uzak’ şirketlerin sütten çıkmış ak kaşık olmadığını tekrar tekrar hatırlamak ve görmek gerek. Boykot listesinde olmadığı halde emekçi haklarını gaspeden işletmeleri, kârlarını türlü çeşitli ekolojik tahribattan sağlayan şirketleri, askeri darbelere ‘Emrinize amadeyim paşam’ diyerek destek verenleri nereye koyacağız? Hatırlamak ve görmek gerek ki, sermayenin hükümete uzak olanı yakın olanından daha sevimli değil; bu hükümete yakın olmayanı elbet başka bir hükümete yakındı, ve başka bir zaman aynı tür bir baskı ve sömürünün ortağı olmuştu. Öte yandan boykot çağrıları varolan ve olabilecek toplumsal hareketlerle beraber örülmediği sürece bizi salt ‘tüketici’ olmaya ve sadece bu kimlikle eylemeye hapsetme riski taşıyor: sanki ekonomiye dair söyleyebileceğimiz tek söz neyi kimden satın alacağımızla, ‘kötü’ işletmelerin değil ‘daha iyi’lerinin kâr etmesini sağlamakla kısıtlıymış gibi, sanki ekonominin öznesi değil kölesiymişiz gibi. Kendimizi sadece boykot eden tüketiciler olarak düşünmek ve böyle hareket etmek, bizi ekonominin içindeki daha kapsamlı üretim-bölüşüm-tüketim süreçlerinin adaletli kurulmasını talep etmekten, başka tür bir ekonomiyi tahayyül etmekten uzağa savurma tehlikesini de beraberinde getiriyor. Bu yüzden de boykot hareketinin örgütlenecek başka taleplerle içiçe ve dayanışmayla örülmesi elzem görünüyor. 6
esnafla dayanIŞMA ŞENLİĞİ Hükümet polis şiddetinin faturasını direnişçilere kesmeye çalışırken, esnafla eylemcileri de karşı karşıya getirmeyi umuyor. Esnaf kardeşlerimizin mağduriyetinin sorumlusu anayasal haklarını kullanarak gösteri ve yürüyüş düzenlemek isteyen eylemcilere hergün artan bir şiddetle saldıran polis ve azmettiricileridir. Anayasal haklarımızı tanımayarak canımıza kast eden,çatışma ortamını sürdürerek esnaf kardeşlerimizi mağdur eden polis şiddetini kınıyoruz! Yaşam alanlarımızı talan ederek kentimizi kimliksiz, hafızasız, yaşamdan yoksun bir beton yığınına dönüştürmeye çalışan rant düşkünlerine karşı parkımızı, ağacımızı, mahallemizi, esnafımızı sonuna kadar koruyacağız. İlk günden beri bizimle birlikte direnen esnaf kardeşlerimiz yorgun düştü. Biz haftalardır polis şiddetine meydanlarda, sokaklarda, barikatlarda, bugüne kadar bizi kutuplaştıran tüm ezberleri bozarak birlikte, dayanışarak direndik. Yarattığı şiddet ortamından medet uman, bizi bölmeye çalışanlara yine aynı şekilde cevap vereceğiz. 20 Temmuz Cumartesi günü ve gecesi tüm direnişçileri polis şiddetine karşı Beyoğlu esnafıyla dayanışmaya çağırıyoruz. Pazar çantalarımızı, alışveriş filelerimizi alıp Taksim’de buluşuyoruz. Bizim şenliğimiz belediyelerin düzenlediği alışveriş müsamerelerine benzemez. Biz ihtiyacımızdan fazlasını tüketmeyiz. Ama biz ekmeğimizi,
analar çağırıyor 20 Temmuz Cumartesi saat 17:30’da Ethem'in vurulduğu yerde, Güvenparkta, başta Ethem'in anası olmak üzere Ankara'ki gezi tutsakları anneleri, Gezi direnişi yaralı anneleri bir basın açıklaması yapacaktır. Ankara'daki tüm annelerin bizimle orada olmalarını istiyoruz. Tüm anneler, babalar, kardeşler, teyzeler, amcaları ama özellikle kadınları, anaları güvenparka davete ediyoruz.
çorabımızı, ilacımızı, kitabımızı nerden alacağımızı, hangi berberde traş olup müziğimizi nerede dinleyip hangi sinemaya gireceğimizi de biliriz. Bu Cumartesi, bizimle birlikte direnen esnaf kardeşlerimizle dayanışmak, onlara biraz nefes aldırıp varlıklarının bizim için önemini bir kez daha vurgulamak için, ihtiyaçlarımızı Beyoğlu esnafından karşılıyoruz. 20 Temmuz Cumartesi günü ve gecesi, yorgun düşenlerle dayanışarak güç vermek için, birlikte direnmenin coşkusunu hatırlatmak için, “Demirören yıkılsın yerine park yapılsın”, “Emek bizim İstanbul bizim” demek için, sabaha kadar meskenimiz olan Taksim sokaklarını büyük bir şenliğe dönüştürüyoruz. Analar diyor ki; Artık evde oturma vakti değildir tüm çocuklarını sahiplenmenin zamanıdır. Haydi direnişe analar. Analar diyorlar ki; çocuklarımızın katilleri cezalandırılsın, Gezi direnişçileri serbest bırakılsın. Tüm sorumlular yargılansın. Anaların bu çağrısına, polis tarafından öldürülen ama bilinen faili hala meçhul Metin Göktepe’nin ailesinden de destek var: “Sevgili kardeşim, acı kayıp hepimizin. Daha Metin'e yasımız hafiflememişken Ethem, Mehmet, Abdullah ve Ali! Evinizdeki ateş bizim.” Meryem Göktepe 3