Kasim09

Page 1

kültür sanat yaşamında

kası m 2009

ı ssn 1303-9113 •2009/11 • sayı 91

. ekim devrimi’nin 92. yı lına merhaba . hayatı n seçtiği şarkı : mercedes sosa . and dağları ’nı n ruhu: inti peredo

2.25 TL(KDV’li)



tavır a y l ı k

s a n a t

d e r g i s i

Merhaba

Sahibi Tavır Yayınları adına Bahar Kurt Genel Yayın Yönetmeni Gamze Mimaroğlu Sorumlu Yazıiş leri Müdürü Cihan Keş kek Yazış ma Adresi İstanbul Mahmut Şevket Paş a Mah. Mektep Sk. No:4-B Okmeydanı - Şiş li - İstanbul Tel: (212) 238 81 46 Faks: 238 82 49 e-posta: tavir2007@gmail.com Ankara İdilcan Kültür Merkezi Şirintepe Mah. 8.Cad. No:222 / B Mamak – Ankara Tel: (312) 390 38 05 Hesap no (TL) 1042- 30000 596147 Gamze Mimaroğlu İş Bankası Parmakkapı/İST. Hesap no (EURO) 1042- 3010000 129062 Gamze Mimaroğlu İş Bankası Parmakkapı/İST. Fiyatı (DÖVİZ) Almanya: 5 Euro Fransa: 5 Euro Hollanda: 5 Euro Avusturya: 5 Euro İsviçre: 7.5 Frank İngiltere: 4 Sterlin

“Dünyayı yorumlamak yetmez, dünyayı değiş tirmek lazım!” diyen, tarihin yazdığı belki de en önemli eylem klavuzu olan Marksizm, dünya üzerinde ilk orada değiş tirdi koca bir ülkeyi. İlk orada son buldu insanın insanı sömürmesi. İlk orada sözlüklerden çıktı ezen ve ezilen kelimeleri. “Eş itlik”, ilk orada hayata geçti kelimenin tam anlamıyla... Adı Rusya olan bir ülkeyi, bir halklar hapishanesini, tarihin ilk sosyalist ülkesi yapan Lenin ve onun kadim yoldaş ı Stalin’in, dünya halklarına armağanıydı Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği... Ekim’in karla yüklü soğuğunda, Kış lık Sarayı’nın düş mesiyle ilan edildi devrim. Artık dünya halklarının elindeydi orak-çekiçli kurtuluş bayrağı. Tarihte, bir halk, daha doğrusu Rus’u, Gürcü’sü, Azeri’si, Kazak’ı, Türkmen’i, Kırgız’ıyla onlarca halk ilk kez, topyekün kurtuluyordu ezilmekten, sömürülmekten... Artık mutluluk çağıydı. Açlıktan sokaklarda ölmek yoktu. Evsizlik, işsizlik, üç kuruş a muhtaçlık yoktu. İlk kez halk oturuyordu çünkü iktidar koltuğunda. Bunu yaratanlar; klavuzun mimarı Marks ve o klavuzu hayata geçiren Lenin ve Stalin’di. 92 yıldır yol gösteriyorlar bize Lenin ve Stalin. Karanlıktan nasıl çıkılacağını öğretiyorlar. Emperyalizmin ve iş birlikçilerinin oyunlarıyla büyük bir ihanete uğrayan eserleri bugün paramparça olsa da, Sovyetler darmadağın edilse de, sosyalizmden kapitalizme tekrar dönülse de, tarihin bu ilk devrim deneyiminin önemi çok büyüktür. Ekim Devrimi, bir halkın kendi gücünün farkına varmasının ve bu sayede büyük bedeller ödeyerek iktidarı alabileceğinin ilk kanıtıdır. Ki, Ekim Devrimi, daha sonra dünyayı sarsacak birçok devrime ebelik yapacak, dünya halklarından birçoğu, ondan öğrendikleriyle iktidarı ezenlerden söküp alacaktır. Bugün yine yüzümüz onlara dönük. Yine onların orak-çekiçli bayraklarına bakıyoruz. O bayrağın dalgalandığı yönde yürüyoruz. Ustalarımız Lenin ve Stalin eş lik ediyor bugün yine bizlere... Tarih nasıl yazılır, tarihe nasıl derin izler bırakılır? Bu sorunun cevabı, onların hayatlarında gizlidir. O cevabı biliyoruz. Gücümüz de buradan geliyor zaten. Çırakları olmaktan gurur duyuyoruz o ustaların. Ekim Devrimi’nin 92. yılında ustalarımızın ebedi anıları önünde saygıyla eğiliyoruz... Aralık sayımızda görüşmek dileğiyle... Dostlukla…

Baskı Ezgi Matbaa Sanayi C. Altay Sok. No:10 Çobançeş me /istanbul Tel: 0(212) 452 23 02 Yerel süreli yayın tavır


İÇİNDEKİLER

11/2009 3 5 7 10 12 13 15 17 18 19 22 25 26 28 32 33 39 42 44 46

DENEME mehmet esatoğlu kentin sokakları hareketli ELEŞTİRİ sinan gümüş ya göründüğün gibi ol, ya da... BİYOGRAFİ neslihan aksu hayatın seçtiği şarkı: mercedes sosa ÖYKÜ aycan pusat ceylan daha on üç yaşında DENEME ümit zafer tarihin en büyük buluşu nedir? DENEME türkan doğan elveda hayat DENEME tarık yeniçay tarihin hükmü KARİKATÜR alfredo-uruguay MEKTUP deniz öztürk engin İZLENİM tavır alınterinden dökülen meslek: dökümcülük RÖPORTAJ tavır bajar-vedat yıldırım AYIN FOTOĞRAFI ferhat eyüboğlu ŞİİR nazım hikmet 28’lerin türküsü BİYOGRAFİ mete yılmazer and dağları’nın ruhu: inti peredo ŞİİR jose marti iki yurt ARAŞTIRMA tavır edebiyat türlerinin en melezi: roman TİYATRO gülnaz bıçakçı gizli oturum TİYATRO ömür akçalı meraklısı için öyle bir hikaye SİNEMA sevgi duman nefes HABERLER

3 kentin sokakları hareketli

7 hayatın seçtiği şarkı: mercedes sosa

15

inti peredo

8 edebiyatta türlerin en melezi: roman

kapak


deneme

kentin sokakları hareketli mehmet esatoğlu

Kentin sokakları hareketli. Kalabalıklar bir yandan öbür yana koş uyorlar. Basın açıklamaları yapılıyor hararetli. Cızırtılı bir megafonun içinden öfke fış kırıyor dört bir yana. Küçük bir kız çocuğu doğanın orta yerinde dolanı yor. Çevresinde hay vanlar, değiş en mevsimle solmaya yüz tutmuş bir doğa. “Ona kim, ne yapabilir ki?” diye düş ünüyor insan! Ama acımasız bir silah ölüm kusuyor üstüne. Bir anda paramparça oluyor. Dağılıyor toprağın üstüne. Acımasızlık, ölümüyle sınırlı kal-

mıyor. Ölüsünün kaldırılmasından, ölüm raporuna, acı içindeki aileye yapılanlara katlanarak büyüyor. Megafondan yükselen ses yaş ananları anlatmaya çabalıyor ama nafile. Acı öylesine büyük ki sığmıyor kulaklara, vicdanlara, meydanlara; oradan da kente yayılıyor. Kentin bir baş ka köş esinden insanlar haykırarak yürüyorlar. Vakit akş am. O saatte bir dolu evde sofralar kuruluyor. Ama zindanın bir köş esine atılmış kız kanser acılarıyla kıvranıyorsa, lokmalar boğazlardan nasıl geçecek? Haykırıyorlar yürüyenler insani taleplerini; her insanın tedavi olma hakkını. Bunun hukukunu. Yöneticilerin gaddarlıktan kulakları sağır ol-

muş . Duymuyorlar. Halbuki tarih, zindanı ve sağır yöneticiyi değil, direneni yazacak! Kentin bir baş ka köş esinden zılgıt sesleri yükseliyor. Türküler söylüyorlar halaylar eş liğinde. Özgürlük istiyor bir ulusun insanları. Etraflarını tefeciler, bezirganlar çevirmiş . Sahte özgürlük vaazları mırıl mırıl çevrelerinde dolanıyor. Kulaklarını bir yalandan kaçırsalar, öbür yalan hazır bekliyor. Gençler var; yalana ve ölüme baş kaldıran gençler. Ayaklarını vuruyorlar hırsla asfalta. Büyük bir gürültü yayılıyor ortalığa. Yalancılar korosu korkuyla bakıyorlar bu öfkeye. Çünkü gençliğin ve halkın öfkesi ayağa kalkarsa yok olacaklarının farkın-

KASIM 2009 | TAVIR | 3


deneme

dalar. İnsanın yaş ayabilmesi için sağlıklı olması lazım. İnsanlık, binlerce yılını vermiş tıp bilimine. On binlerce insan uykusuz gecelerinde kafa patlatmış insanlık için. Buluş lar yapmış , ilaçlar hazırlamış , yöntemler keş fetmiş ler, insan acı çekmeden yaş asın diye. Gözü paraya doymayan bezirganlar içinse, sağlık bir kazanç kapısı. Kentin bir baş ka köş esinde sağlık emekçileri haykırıyorlar, “Sağlığınızı çalıyorlar, gözünüzü açın!” diye. Artık duyarsız hale getirilmiş kalabalıklar, anlamaz gözlerle bakıyor onlara. Belki yolları hastaneye, eczaneye düş tüğünde anlayacaklar baş larına gelen felaketi. Ama kazığı yemeden açamıyorlar gözlerini, kulaklarını. Ekmek arayan iş sizler, bir baş ka köş esinde kentin; gövdelerini satış a çıkarmış kadınlar baş ka bir köş ede... Erkekler dolanıyor yanı baş larında. İnsanın insanı acımasızca sömürdüğü çürümüş bir sistem, her yandan çürük diş lerini gösteriyor yaş ayanlara. İnsanlar acı içinde kıvranıyorlar. Kimileri sahte çözümlerden bahsediyor; kimileri ise, çözümü getirecek kurtarıcı peş inde dolanıyor. 92 yıl önce böyle bir çürümüş lüğe, böyle acılara “Devrim” diye haykırarak isyan eden insanların büyük serüvenini düş ünüyor insan. Devrim! Ya da Lenin! Bir gün emekçiler, gençler, iş sizler, sokakların lumpenleri... yaş adıkları çürümüş lüğe isyan ettiler. Bir paçavra yığını gibi bakılan o insanlar kendi düş lerindeki sistemi kurarken el ele verip “büyük inisiyatif”i yarattılar. Sadece küçücük çıkarlarına razı olup yaş ayanlar bir gün “büyük inisiyatif”i yaratmak üzere harekete geçtiler. 12 Nisan 1919’da MoskovaKazan demiryolu atölyesinde, komünistler, cephede ihtiyaç duyulan lokomotifleri tamir etmek için Cumartesi günü ücret almadan çalış mış lardı. İş te bu, tüm ülkeye örnek oldu. Rusçada Subota (Kızıl Cumartesiler) denilen ve cumartesi kelimesinden türetilen Subotnikler, yani cumartesi günleri ücret almaksızın devrim için çalış malar her yere süratle yayıldı. Lenin, çürümüş bir dünyanın yıkılıp yerine emeğin dünyasının kurulmasını ş öyle açıklıyordu: “Bu yalnızca partinin uyanıklık ve disipliniyle, yalnızca tüm hükümet daire ve kurumlarını birleş tirmeyi sağlayan parti otoritesiyle mümkün olan bir mucizedir; çünkü düzinelerce, yüzlerce, binlerce ve nihayet milyonlarca insan, tek bir insan gibi onun sloganlarına sahip çıkmış tır; çünkü inanılmaz fedakarlıklar yapılmış tır.” 92 yıl önce çürümüş lüğe son verip yeni bir dünya yaratmak üzere kolları sıvayanlar yeryüzünde görülmemiş bir emek mucizesini gerçekleş tiriyorlardı. Ve o günleri ş öyle anlatıyorlardı:

4 | TAVIR |KASIM 2009

“Devrim sonrasında yabancı ülkelerden gelen teknisyenler, uzmanlar yaptıkları hesaplamalarda yanılmış lardır. Mesela; yabancı mühendisler, Magnitogorsk’daki linyit fırınlarının beş ayda inş a edilebileceğini hesaplamış ken, inş aat 67 gün sürmüş tü. Stalingrad’daki traktör fabrikalarına ait bir atölye, 163 günde tamamlanması hedeflenirken, 28 günde bitiverdi. Birinci beş yıllık ekonomik kalkınma planı, dört yıl üç ayda tamamlandı. 5 yılda 1500 yeni fabrika kuruldu. Kazakistan’da devrimden önce hiçbir endüstriyel tesis yokken, ikinci beş yıllık planın sonlarında 2000’den fazla tesis kurulmuş tu. Yine Özbekistan’da sıfırdan baş lanmış ve 1937’de binden fazla fabrika, santral ve maden ocağı çıkmış tı ortaya.” 92 yıl önce bir gün Rusya, çürümüş lüğün içinde boğulup dururken sokakların nabzını tutan Lenin ş öyle demiş ti: “Dün erkendi, yarın geç; ş imdi tam zamanı.” Bugün ülkemizde sokaklarda acılarını haykıranların da; ağlayıp sızlayıp, yakınıp, yalan dinleyeceklerine böylesine devrimci bir perspektifle hayata, geleceğe sarılmaları gerekiyor. Sokakların nabzını iyi dinlemek gerekir. Erken davranmadan, geç kalmadan bir ş ey yapmalı! Lenin’in 92 yıl önce dediği gibi... ❏


eleştiri

ya göründüğün gibi ol, ya da... sinan gümüş

Dü zen po li ti ka cı la rı nın di li nin ke mi ği yok tur. Çı kar la rı ge re ği her tür lü ya la nı söy ler ler. Ger çe ği ters yüz et mek, en bü yük ma ri fet le ri dir. Ça lar çır par lar ama “hır sız lı ğın kar ş ı sın da en bü yük sa vaş çı” da olu ve rir ler mey dan lar da at tık la rı nu tuk lar da. Em per ya list le re ve te kel ci le re hiz met te bir bir le riy le ya rı ş ır lar ama se çim za ma nı “sö mü rü nün düş ma nı” olu ve rir ler. Hal kın de ğer le ri ne uzak, hat ta düş man dır lar ama me se le ş i rin gö rün mek ol du ğun da “en halk çı” on lar ke si lir. Eh di lin ke mi ği yok dedik ya... De zen for mas yon da üst le ri ne kim se yok tur bun la rın. Ya lan ve de ma go ji, as li ka rak ter le ri dir... Ah met Ka ya ti ş ör tü ile gez dik le ri için Sa kar ya’da linç edi lir ken genç ler; mi ting dö nü ş ü oto büs le ri taş lı so pa lı sal dı r ı ya uğ rar ken Kürt ler, AKP ik ti dar par ti siy di ha li ha zır da. Üs te lik, em ni yet mü dü rün den va li si ne, mil let ve kil le rin den Er do ğan’ın biz zat ken di si ne ka dar tüm yö ne tim me ka niz ma la rı, bu linç sal dı rı la rı nı “hal kın tep ki si” ola rak ilan edip meş ru laş tır mış lar dı. Ye ni linç le re teş vik et miş ler di bu tu tum la rıy la tüm hal kı ne re dey se. Kürt hal kı nın ulu sal kim li ği ni ve di li ni yıl lar ca in kar eden ler de on lar dı; ül ke nin ku ze yin den ba tı sı na Kürt düş man lı ğı nı kö rük le yen, hal kı ş o ve nizm dal ga sıy la Kürt le re kar ş ı kış kır tan da... İş te tüm bun la rın hiç bi ri ya ş an ma mış gi bi bü yük bir piş kin lik ve ri ya kâr lık la çık tı kür sü ye ve “Hiç bir dil ve mil li yet far kı gö zet mek si zin her ke si sa de ce in san ol du ğu için sev dik le ri ni” açık la dı, AKP ik ti da rı nın baş ba ka nı Re cep Tay yip Er do ğan. AKP’nin Sün ni-Türk mer kez li ge ri ci yü zü ve

bu ne den le di ğer tüm et nik ve di ni un sur la rı yok sa yan, kü çük gö ren, düş man gi bi ba kan po li ti ka sı bir ya na; AKP’nin bu ül ke hal kı nın hiç ama hiç bir ke si mi nin çı ka rı nı ko ru ma dı ğı da bir baş ka ger çek tir. Bu ül ke nin ka pı la rı nı em per ya list efen di le re ar dı na ka dar açan on lar de ğil miy di? IMF’le ri, Dün ya Ban ka la rını kır mı zı ha lı lar la kar ş ı la yan, dün ya halk la rı na kar ş ı al dık la rı ka rar la rın ade ta suç or ta ğı olan AKP de ğil miy di? Ül ke miz de ye di sin den yet mi ş i ne her yaş tan in sa nı mı zın bir lok ma aş ı na da hi bu ka rar lar doğ rul tu sun da göz di ken, AKP de ğil miy di? İş çi ye, me mu ra, emek li ye çok çok kü çük oran lar da, ade ta alay eder ce si ne zam ve ren ama bu na kar ş ı lık ver gi üs tü ne

ver gi ko yan, zam üs tü ne zam ya pan AKP de ğil miy di? Yok sul hal kın ya ş a dı ğı, ba rın dı ğı yer le ri yık mak is te yen; ye ri ne vil la lar kon du rup parababalarına, mafyaya peş keş çek mek is te yen AKP be le di ye le ri de ğil miy di? Par ti si nin tüm yö ne tim kad ro la rı, çok bü yük bir hız la se mir dik çe se mi ren, çok hız lı bir ş e kil de bü yük ser vet le rin sa hi bi olan AKP de ğil miy di? Aca ba han gi halk ve in san sev gi sin den bah se di yor du Er do ğan? Halk der ken par ti li le ri, in san der ken ya kın ar ka daş çev re si ni ve ser ma ye sa hi bi ağa bey le ri ve em per ya list efen di le ri mi kas te di yor du yok sa? Çün kü on lar dan baş ka sı na herhan gi bir “sev gi gös te ri si ne” ta nık ol ma dı bu ül ke nin in san la rı. Hal ka

KASIM 2009 | TAVIR | 5


eleştiri

tep ki si ya “ana nı da al git” ya da “so ka ğa dö kü le cek ler miş , ne re ye dö kü lür ler se dö kül sün ler”den iba ret olan, bu halk la alay eden, kü çüm se yen biz zat ken di si de ğil miy di?

bağ rı na bir ok gi bi sap la nan Na zım’ı sa hip len di ği ni söy le ye bil mek için, bu gü ne ka dar ki tüm pra ti ği ni in kar et me si, çı kıp öze leş ti ri ver me si ge re ki yor du Er do ğan’ın. An cak böy le bir ş ey yok tu el bet te. Çün kü ger çek te bir sa hip len me yok tu or ta da. Na zım’ı ha la “va tan hai ni” ola rak gö ren bir zih ni ye te sa hip ti ger çek te. Sa de ce fay da cı bir ka fay la yak la ş ı yor du ve hal kın böy le bü yük bir de ğe ri ni sa hip le ne rek ş i rin gö rün me ye ça lı ş ı yor du.

Ger çek te ol du ğun dan ta ma men fark lı bir Tür ki ye tab lo su, ta ma men fark lı bir AKP var dı ko nuş ma da. Ger çek le rin tam zıd dı, ger çek di ye su nu lu yor du ade ta. Bu söy le dik le ri ne ina nıl dı ğı nı Er do ğan ger çek ten dü ş ü nü yor muy du, ko nuş ma yı din le yen ler ger çek ten ina nı yor Evet Na zım’ı sa hip len di ği ni söy lü yor du Er do muy du aca ba? ğan ama onun is mi ni Ne cip Fa zıl gi bi ırk çı-ka Ya lan lar la do lu AKP pro pa gan da sı, bir yer den fa tas çı bir fa ş ist le yan ya na ge ti re rek. Her iki son ra ar tık iyi den iyi ye saç ma bir hal al ma ya si nin de bi zim zen gin li ği miz ol du ğu nu söy lü baş la dı. Ko nuş ma öy le bir ye re gel di ki, bu yor du. “Bir leş ti ri ci lik ten” an la dı ğı buy du. Sos ka da rı na da pes de dirt ti. Bu gü ne ka dar düş - ya liz min bu top rak lar da ki en güç lü ş a i ri, sos man ola rak gör dü ğü, teh dit ola rak gör dü ğü, ya lizm ve dev rim inan cı, coş ku su tüm ş i ir le ri si lip at ma ya, ya sak la yıp yok et me ye ça lış tı ğı nin tüm mıs ra la rın dan taş an Na zım Hik met’i, isim le ri ör nek alı na cak isim ler ara sın da say dı Ne cip Fa zıl gi bi ge ri ci fa ş ist ler le yan ya na an Er do ğan. Ve bu isim le rin ne ka dar önem li ol - mak, tam da on dan bek le ne cek bir “sa hip len mey di”. Bu ş e k il de bir yan dan hal kın en du ğu na vur gu yap tı ko nuş ma sın da. önem li de ğer le ri ni sa hip le ni yor muş gi bi gös “Hoş ça ka lın İki Gö züm di yen Ah met Ka ya’ya te rip de mok ra si ş o vu ya pa cak, di ğer yan dan ve fa gös ter me yen Tür ki ye’nin ş ar kı la rı ek sik sap la sa ma nı bir bi ri ne ka rış tı ra rak bu en ka lır.” di ye rek ne ka dar ve fa lı ol du ğu nu gös - önem li de ğer le rin içi ni bo ş alt mış ola cak tı. Ve ter di ör ne ğin. O Ah met Ka ya’yı sa de ce Kürt çe hal kın en bü yük de ğer le rin den bi ri nin göl ge ko nuş ma yap tı ğı için bö lü cü ilan eden, ül ke yi sin de, Ne cip Fa zıl gi bi ge ri ci le ri meş ru laş tır terk et mek zo run da bı ra kan linç gü ru hun da mış ola cak tı. yok muy du aca ba o ve onun dü ş ün ce sin de ki ler? Ya da Ah met Ka ya bu lin çe ma ruz ka lır ken Er do ğan bu yak la ş ı mı nı sür dür me ye de vam ne yap tı lar ona sa hip çık mak ve “ve fa” gös ter - et ti ko nuş ma sın da. Bir yan dan Pir Sul tan Ab mek adı na? Yıl lar ca ül ke sin den uzak ta, ül ke dal’ı, di ğer yan dan Sa id-i Nur si’yi, bir yan dan has re tiy le ve sür gün de ya ş a mak zo run da ka - Ha cı Bek ta ş -ı Ve li’yi, Tat yos Efen di’yi di ğer lıp, ora da kan ser den öl dük ten on yıl son ra mı yan dan Meh met Akif Er soy’u say dı. Bu isim le rin Tür ki ye’nin ma ne vi ya tı, geç mi ş i, tür kü sü, ak lı na gel miş ti ve fa gös ter mek? ş i i ri ol du ğu nu hep si nin bi zim zen gin li ği miz Sa de ce Ah met Ka ya’yla sı nır lı de ğil di el bet te ol du ğu nu açık la dı. Tay yip Er do ğan’ın lis te si. Hal kın en önem li ay dın la rı nı al mış tı lis te ye. Ör ne ğin Na zım İş in as lı hal kın tüm ke sim le ri ni sa hip le ni yor Hik met’i de an dı ko nuş ma sın da. Te pe den muş gi bi gö rün mek ol du ğu için Ale vi ler den tır na ğa sos ya lizm sev da sıy la do lu, bu ül ke - Sün ni le re, Kürt ler den Er me ni le re ka dar her nin en bü yük de ğer le rin den Na zım’ı an dı ke si min en önem li de ğer le ri ni say dı ko nuş evet. Hal ka düş man olan, hal kı ezen, sö mü - ma sın da. Ama o ka dar ya pay dı ki, ge ri ci ler le ren her tür lü par ti ye, an la yı ş a, sı nı fa düş - ile ri ci ler, ay dın lar la ka fa tas çı lar bir bi ri ne gir di man olan Na zım’ı bir de ğer ola rak sa hip len - ko nuş ma da. dik le ri ni açık la dı. Di lin ke mi ği yok tu. Ta rih an cak bu ka dar ters Ki o Na zım, yaz dık la rı, söy le dik le ri ne de niy le yüz edi le bi lir di. İş ş ov yap mak, göz bo ya yıp “va tan hai ni” ilan edil miş ; O da sür gün de ya - oy kap mak ol du ğu için, ko nuş ma yı bir se çim ş a mak zo run da kal mış ve ora da ha ya tı nı ya tı rı mı ola rak yap tı ğı için her ş e yi söy le mek kay bet miş ti. Me za rı bi le ha la yurt dı ş ın day - ser best ti. İs ter se Pir Sul tanla rın her tür lü fel se dı. Ha ya tı ge ri ci li ğe kar ş ı sa vaş la ge çen bir fi yak la ş ım la rı na düş man ol sun lar, Pir Sul tan ay dı nı, ş i ir le ri nin her bi ri ha la zul me den le rin la rın so yun dan ge len le re her tür lü ezi ye ti re va

6 | TAVIR |KASIM 2009

gör sün ler. Me se le oy av cı lı ğı olun ca sa vu nu yor muş gi bi ya par lar dı, olur bi ter di. Bu ka dar ucuz, bu ka dar ko lay dı iş te. Er do ğan’ın Pir Sul tan’ın de ğil, onu kat le den Hı zır Pa ş a’nın so yun dan ol du ğu nu, asıl sa hip len me si ge re ktiği nin o ol du ğu nu, as lın da ger çek sev gi ve “aş kı”, ger çek bağ lı lı ğı ona gös ter di ği ni bi li yo ruz. Hı zır Pa ş a’yı ve di ğer Os man lı ile ri ge len le ri ni, pa di ş ah la rı “ec da dı” ola rak gö rü yor Er do ğan. Ve as lın da iz le di ği yol da on la rın yo lu. Yön tem le ri on la rın yön tem le ri… On la rın sa fın da. On lar gi bi hal ka düş man, on lar gi bi hal kı kü çük gö rü yor. Ve on lar gi bi hal kın ile ri ge len le ri ni ezip sin dir me yi, yok et me yi bi li yor sa de ce. Ve bu ne den ler le Pir Sul tan’dan da, onun gi bi dü ş ü nen in san lar dan da nef ret edi yor. Ama prag ma tizm, her tür lü yön te mi kul lan ma yı mü bah kı lı yor. Esa sın da em per ya list efen di le rin den ica zet al ma dan tu va le te da hi gi de mi yor lar. O efen di le rin bu gün ken di le rin den is te di ği bu. On la ra çi zi len mis yon ge re ği ş i rin gö rün mek zo run da lar. Bu ro lü oy na mak zo run da lar. Şim di de mok ra si ci lik ş o vu za ma nı... Bu ş o va uy gun ola rak “Kürt açı lım la rı” ya pı yor lar. Ve bu ş o va uy gun ola rak her mil li yet din ve mez hep ten hal kın de ğer le ri ni sa hip le ni yor muş gi bi ya pı yor lar. Ve bu nu ya par ken de ne ka dar zor lan dık la rı göz le rin den oku nu yor ade ta. Ama ş ov za ma nı bit ti ğin de, eli ne kı lı cı al dık la rın da Na zım’la ra da, Ah met Ka ya la ra da, Pir Sul tan la ra da, Ha cı Bek taş -ı Ve li le re de, on la rı ger çek ten sa hip le nen le re de en has ma ne duy gu lar la sal dı ra cak la rın dan kim se nin kuş ku su ol ma sın. Çün kü on la rın ger çek duy gu su bu… Tek bir mil let, tek bir din, tek bir ina nış , tek bir dü ş ü nüş ol sun is ti yor lar. Ve bu nun dı ş ın da ka lan her ke si gö zü nü kırp ma dan yok ede bi lir ler, böy le si ne duy gu suz ve gad dar dır lar. Bi zim de ğer le ri miz, Na zım lar, Ah met Ka ya lar, Pir Sul tan lar ağız la rı na hiç ya kış mı yor. Eğ re ti du ru yor. “İn sa nı in san ol du ğu için se vi yo ruz.” sö zü ağız la rı na hiç ya kış mı yor. “Ve fa” sö zü ağız la rı na hiç ya kış mı yor. Çün kü bun lar dan çok ama çok uzak lar. Dil le ri de uzak ol sun. Mev la na’nın de di ği gi bi: “Ya ol du ğu nuz gi bi gö rü nün, ya gö rün dü ğü nüz gi bi olun…” ❏


biyografi

hayatın seçtiği şarkı: sosa neslihan aksu

“hayat beni ş arkı söylemek için seçti” mercedes sosa

de, halk deryasının o zenginliğinden, onların yaş adıklarından açığa çıkanlardan yararlandı. Mercedes Sosa, 9 Temmuz 1935’te Arjantin’de, San Miguel De Tucumán'da dünyaya geldi. Bu yıllar, müziğin Arjantin’de giderek yozlaş maya baş ladığı yıllardı. Sosa ise bunun henüz farkında olacak yaş ta değildi. Birçok Arjantinli çocuk gibi, Sosa da ilkokuldan itibaren yerel folk ritimlerini, çacarera, zamba ve jota danslarını öğrenmeye baş ladı. Daha 15 yaş ındayken çok güzel ş arkılar söylüyordu. Pek çok kiş i bu melez küçük kızın böyle güzel ş arkılar söyleyebileceğini beklemiyordu. Radyonun açtığı bir yarış maya katılarak birinci oldu. İki ay boyunca radyodan sesini halka duyurma fırsatı yakaladı. Bu, geniş kesimlerce sesinin duyulmasına da vesile oldu. Yaş anan acılar, akıtılan gözyaş ı, dağlanan yürek, gözün kenarına süzülen kırış ıklıklar; hayattan nefret ettirtmez adama. Fakat siz bu hayatı onuruyla yaş amış , arkanıza dönüp baktığınızda kirli bir geçmiş bırakmamış , yaş amınız boyunca siyahı beyazdan ayırt edebilmiş ve güzel olanı, temiz olanı sevebilmiş ve de doğru olanın peş inden koş abilmiş biri iseniz eğer. İş te o zaman hayata “Teş ekkürler” diyebilirsiniz bu dünyadan göçüp giderken… Hayata teş ekkür etmenin yakış tığı isimlerden biridir Mercedes Sosa. 18 Eylül 2009 günü Buenos Aires’te böbrek ve akciğer hastalığı nedeniyle hastaneye kaldırılıp, 4 Ekim’de yaş amını kaybettiğinde, geriye 40’tan fazla

albüm ve onun ş arkılarını söylemeye devam eden milyonlar bırakan kadife sesli Mercedes Sosa... 74 yıllık yaş amını müziğe ve ülkesinin mücadelesine adamış bir devrimci sanatçı... Egemenler onun ş arkılarından ve düş üncelerinden hep korktu. Tehlikeli biriydi onlar için. Bundan dolayı konserleri yasaklandı. Şarkılarını söylemesi engellendi. Baskı görüp tehdit edildi. O ise doğru bildiklerini yapmaktan vazgeçmedi. Sanatı nı; halkın dertlerini, acılarını, özlem ve umutlarını anlatmak için kullandı. Onun ş arkılarında hasret de vardı, umut da… Kararlılık da vardı, halk ve vatan sevgisi de… O, halkına söyleyeceklerini sanatıyla söyledi. Bunu yaparken

20. yüzyıl, aynı zamanda Arjantin’in tamamıyla Tango’nun popülerliğine teslim olduğu yıllardı. Bu duruma direnen bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıdaki sanatçılardan biri de Mercedes Sosa’nın en çok etkilendiği isimlerden biri Atahualpa Yupanqui adlı efsanevi folk sanatçısıydı. Yupanqui tıpkı Sosa gibi birçok sanatçının örnek aldığı isimlerden birisi idi. Yupanqui dönemin komünist par tisine üyeydi. Arjantin’in Kuzeydoğu bölgesinin ş arkılarına can katıyordu sesiyle. O dönem Arjantin’in tek ve en popüler müziği olan tangoya kar ş ı gitarının gücüyle, ş iirselliğinin ağırlığıyla kar ş ı koydu. Ve böylece Güney Amerika’da “Yeni Şarkı” hareketini de ilk ş ekillendiren kiş i, o oldu.

KASIM 2009 | TAVIR | 7


biyografi

lenmeye baş landı. Kimi ş arkıları ise kitlelerin söylediği marş lar haline geldi. 1970’de devrimci ş arkılar söyleyen Nuevo Concionaro gurubuna girdi. 1972’de bu grupla birlikte daha sonra sloganlaş acak “Hasla La Victoria” (Zafere Kadar) adlı albümü yaptı. Şarkı dünya halklarının dilinde hala söylenmektedir. Bu albümle birlikte kinayeli bir dille Küba Devrimi’ni de desteklediğini ilan etmiş tir. Mercedes Sosa, Küba Devrimi’ni coş kuyla kutluyordu.

Tüm Latin Amerika’yı sarıp dünyaya yayılacak “Yeni Şarkı” akımıydı bu. Halk müziğine dayanıp ondan beslenerek, halk için yapılan bir müzik türü olarak giderek ş ekilleniyordu Yeni Şarkı… Kaynağını yerli halkın köklerinden, geleneklerinden, folklorundan alan bu akım, kır ve kent kültürü arasında bir bütünleş meyi de beraberinde getirdi. Eskiyi alıp, içeriğini bozmadan, onu bugünün duyarlılığı ile daha da geliş tiren ve güçlendiren bir akımdı. Tüm bunların yanı sıra kapitalizm tarafından yok edilmeye, iğdiş edilmeye, yozlaş tırılmaya çalış ılan ulusal değerlere sahip çıkmanın adı olmuş tu. 1960’lı yıllardaki politik geliş melere de paralel giden bu müzik akımı her ne kadar Şili’de ortaya çıkmış olsa da tüm Latin Amerika ülkelerinde ve İspanya’da etkisini göstermiş ti. Yeni Şarkı hareketi ile birlikte fikir birliğine varan müzisyenler, birçok ş arkıyı, o dönem tüm Arjantin’i saran tango ve bunun gibi dans müziklerine alternatif olarak, Yeni Şarkı hareketinin özgün düzenlemeleriyle gün yüzüne çıkarıyordu. İş te Sosa da bu akımın peş inden gitmeyi tercih etti. Akıma güç katıp, onu güçlendirdi. Atahualpa Yupanqui, Carlos Puebla, Violeta Para, Victor Jara, Quilapayun ve İnti İllimani ile birlikte bu dönemin, bu akımın önemli temsilcilerinden biri haline geldi.

yön verecek tercihini de yapmış oldu. Mercedes Sosa da bu akımın içerisinde, kendi topraklarına ait müziklere kendi kontralto sesiyle, eş siz yorumuyla yeniden ses veriyordu. İlk albümünü 1959’da yayınladı. Giderek daha fazla tanınmaya baş ladı. Bu durum onu ş ımartmadı. Sağa sola savrulmadı. Aksine üzerindeki sorumluluğu daha fazla hissetti Sosa. Bu yıllar, gerek Latin Amerika’da, gerek dünyada halk hareketlerinin yükseldiği, sosyalizmin geniş halk kitleleri nezdinde prestij kazandığı yıllardı. 1965 yılında Arjantinliler açısından önemli sayılan ve Arjantin’in en önemli yerel müzik festivali olan Nacional de Folklore de Cosquin’de sahneye çıktı. O zamana kadar görmediği bir kalabalığın karş ısında ş arkılarını söyledi. Bu konser onun, müziğinin duyulmasının yanında politik düş üncelerinin ve tercihinin belli olduğu bir konser oldu. Bu festivalin ardından geçen yaklaş ık on yıllık sürede kendisi ile aynı çizgide yer alan sanatçı dostları ile birlikte, tüm kıtadaki ilerici, devrimci insanların marş olarak kabul ettiği “Cancion del Derrumve Indio”, “Cancion Para mi America”, “Chayita del Vidalero” adlı parçaları seslendirdi.

Yirmili yaş larında katılmış tı Yeni Şarkı hare- Ülkede geliş mekte olan sol hareket içinde ketine. Artık bundan sonra müzik anlayış ına yerini aldı. Yaptığı ş arkılar mitinglerde söy-

8 | TAVIR |KASIM 2009

1973’te Juan Peron’un ölümüyle birlikte Arjantin’de politik dalgalanmalar her geçen gün kötüye gitmeye baş ladı. Bu dalgalanmaları bahane ederek 1976’da askeri darbe gerçekleş tirildi. Bu darbe beraberinde hak ve özgürlükler üzerinde kısıtlamaları, sansürleri, faili meçhulleri, yargısız infazları, iş kenceleri getirdi. Tüm bunlardan nasibini alan aydın, sanatçı kesiminden biri olan Mercedes Sosa, çok büyük riskleri göze alma pahasına da olsa, birçok bedeli ödeyerek düş üncelerinden asla taviz vermedi. Daha sonra Pinochet iktidarı tarafından elleri kesilen devrimci sanatçı Victor Jara, ş air Pablo Neruda, besteci Alcia Maguina ve Kübalı Ignacio’yla birlikte devrimci, halktan yana fikirlerini ve sanatını devam ettirdi. Tabi hal böyle olunca, darbecilerin baskıları da sertleş ti. Yaptıkları, darbeciler tarafından tahammül edilemeyecek noktaya gelmiş ti. Buna karş ın o da müziğini daha sertleş tirerek, onu adeta bir silahmış gibi kullanarak 1979’da La Plata ş ehrinde büyük bir konser verdi. İş te bu konserin sonunda oradaki tüm seyircileri ile birlikte gözaltına alındı. Ve ülkesinde ş arkı söylemesi yasaklandı. Faaliyetleri kısıtlandı, baskı ve gözdağı da giderek arttı. Her ş eye rağmen o darbecilerden değil, darbeciler ondan korktu. Sürgüne zorlandı. Bu geliş meler üzerine istemeye istemeye yurt dış ında sürgün hayatı sürmeye baş ladı. Buna rağmen ülkesindeki mücadeleden uzak kalmadı. Halkına söyleyeceklerini, bir sanatçı olarak söylemeye devam etti. Sosa’nın müzik anlayış ına, politik düş ünceleri yön veriyordu. Onun ş arkılarında dile getirdiği ezgiler halkın söyleyecek lerinin müzikle söylenmiş haliydi. Zaten kendisi de bu durumu bir söyleş isinde değiş ik kelimelerle ş öyle ifade ediyordu: “Ben ş arkı söyle-


biyografi

meyi seçmedim. Hayat beni ş arkı söylemek için seçti.” Önce Paris’e, sonra Madrid’e yerleş ti. Bir süre buralarda sürgün hayatı yaş adı. Vatanından uzak kaldığı günlerde vatan özlemiyle dolup taş tı. Zaten Avrupa’ya da fazla ısınamadı. Sürgün yaş amı boyunca ülkesindeki iş kence, katliam ve kayıpları anlatan, darbecilerin faş ist yüzünü teş hir eden konuş malar yaptı. Etkinliklere katılarak ş arkılar söyledi. Sürgünde de darbecilerin peş ini bırakmadı. Tüm riskleri göze alarak üç yıl sonra 1982’de konser vermek için ülkesine döndü. Artık daha fazla dayanamadı vatan hasretine. Kısa süre sonra cunta devrilince yeniden müzik yapmaya baş ladı. Sosa, müzik-sanat yaş amında pek çok ödül aldı. Ölmeden önce kendisiyle yapılmış bir söyleş ide ş unları söylüyordu: “Bu ödüller sırf ş arkı söylediğim için verilmedi. Düş ündüğüm için de verildi. İnsanları ve adaletsizlikleri düş ünüyorum. Düş ünüyorum da, düş ünmeseydim kaderim böyle olmazdı.”

Düş ündü ve düş ündüğü gibi yaş adı. Halklar için ş arkılarını söyledi. Adaletsizlikler var oldukça Sosalar ve Sosaların ş arkıları söylenmeye devam edecektir. O ayağa kalkan, ezilen, sömürülen halkların adalet sesi oldu. Melodilerinin hala kulaklarda yankılanmaya devam etmesi de bundandır. Ölen, Sevgili Sosa’nın bedenidir ama sesi, dünya halklarına sunulmuş bir armağan olarak baki kalacak ve “Hasta la Victoria” diyen yüreklerde yankısını bulacaktır… “Teş ekkürler hayat, her ş ey için; Yı kıntı lardan kendimi yeniden yaratabildiğim Ve yeniden hayata sunabildiğim için Kahkahalarım, gözyaş larım Ve bu ş arkı için Her ş ey için teş ekkürler” *

* Mercedes Sosa’nın eş siz bir ş ekilde yorumladığı, Violeta Parra’nın Gracias A La Vida adlı ş arkısından… ❏

Albümleri: Canciones con fundamento (1965) • Yo no canto por cantar (1966) • Hermano (1966) • Para cantarle a mi gente (1967) • Con sabor a Mercedes Sosa (1968) • Mujeres argentinas (1969) • Navidad con Mercedes Sosa (1970) • El grito de la tierra (1970) • Homenaje a Violeta Parra (1971) • Hasta la victoria (1972) • Cantata sudamericana (1972) • Traigo un pueblo en mi voz (1973) • Niño de mañana (1975) • A que florezca mi pueblo (1975) • En dirección del viento (1976) • O cio da terra (1977) • Mercedes Sosa interpreta a Atahualpa Yupanqui (1977) • Si se calla el cantor (1977) • Serenata para la tierra de uno (1979) • A quién doy (1980) • Gravado ao vivo no Brasil (1980) • Mercedes Sosa en Argentina (1982) • Mercedes Sosa (1983) • Como un pájaro libre (1983) • Recital (1983) • ¿Será posible el sur? (1984) • Vengo a ofrecer mi corazón (1985) • Corazón americano (1985) • Mercedes Sosa ´86 (1986) • Mercedes Sosa ´87 (1987) • Amigos míos (1988) • En vivo en Europa (1990) • De mí (1991) • 30 años (1993) • Sino (1993) • Gestos de amor (1994) • Live in Argentina (1994) • Live in Europe (1994) • Sera Posible El Sur (1994) • Vivir (1994) • Oro (1995) • Escondido en mi país (1996) • Gracias a la Vida (1996) • Alta fidelidad (1997) • Coleccion Mi Historia (1997) • Al despertar (1998) • Misa criolla (1999) • Serie Millennium 21 (1999) • La Negra (2000) • Acústico (2002) • Grandes Exitos, Vols. 1 & 2 (2002) • 40 Obras Fundamentales (2003) • Argentina quiere cantar (2003) • Voz Y Sentimiento (2003) • Corazón libre (2005) • Éxitos Eternos (2005) • La Historia del Folklore (2007) • Cantora 1 (2009) • Cantora 2 (2009)

KASIM 2009 | TAVIR | 9


öykü

ceylan daha on üç yaşında... aycan pusat

Ca nım o ka dar çok gez mek is ti yor ki! Ne yap sam, na sıl bir yol bul sam da an ne mi bu nun için ik na et sem. An ne min söy le di ği ne gö re ben do ğa lı da ha bir haf ta ol muş . He nüz kü çük ol du ğum için de tek ba ş ı ma gez mem ya sak mış . Ben bu na inan mı yo rum. Ge ze bi lir, ko ş a bi lir, hat ta baş ka ş e hir le rin gök yü zü ne gi der ora da ye ni ar k a daş lar edi ne bi li rim. Çün kü bir bu lu tum ben. Mas ma vi gök yü zü için de be yaz, apak bir bu lut... İs tan bul se ma la rın da do ğur muş an nem be ni. An la tı lan la ra gö re ata la rı mız yıl lar ön ce Li ce'den gö çüp bu ra la ra gel mek zo run da kal mış lar. Li ce, Di yar ba kır’ın bir il çe si. Bu ra dan her za man du man lar yük se lir miş gök yü zü ne ve bir de ku lak la rı sa ğır eden çığ lık lar... Bu nun için de bi zim ki ler di yar di yar ge zip en son bu ra da ko nak la mak ta ka rar kıl mış lar. Adı mı da Li ce koy muş lar, Li ce be nim gi bi ol sun di ye, be nim gi bi ak, ha fif ve öz gür.

ka rar kıl dım. Ağıl lar la ev le rin yan ya na ol du ğu köy de; dam lar yı kık, ev ler do kun san bir an da yı kı lıp top rak ola cak gi biy di. Gü ne ş in dik ış ın la rı nı ge ri çe kip bi raz da ha eğ me siy le be ra ber Xa la mış Kö yü de doğ ru lup kalk tı. Bir an da ölüm ses siz li ği kay bo lup ha ya tın cı vıl tı la rı du yul ma ya baş la dı... İlk ola rak kö yün hay van la rı sah ne ye çık tı. Ser best bı ra kıl ma nın he ye ca nıy la ka çar ca sı na ev ler den uzak laş ma ya baş la dı lar. An la ş ı lan çok acık mış ve uzun sü re dir ağıl da otur mak tan sı kıl mış lar dı. Ar dın dan bo dur ev ler den çı kan bo dur bo dur ço cuk lar, dep rem den ka çar ca sı na ko yun la rın hı zıy la ev ler den çı kıp ko ş uş tur ma ya baş la dı. El le rin de ça nak çöm lek ne var sa top ra ğa so kup çı ka ra rak oyu na baş la dı lar. Üst le ri baş la rı yır tık tı. Ayak la rın da ise renk li renk li ter lik ler var dı. Ki mi za man ça nak çöm lek le rin ya nı sı ra ren gâ renk ter lik le ri ni de kum la dol du rup bir yer le re yı ğa rak suy la ş e kil ve ri yor lar dı.

Li ce'yi gör me me ra kım böy le baş la dı. Sa bah, ış ık la rı nı saç ma dan pen ce re sin den, gök yü zü ma vi li ği ni gös ter me den da ha ha zır la nıp yo la çık tım. Ko ca ko ca bi na la rın uyu yan ses siz li ği nin üze rin den hız lı ca akı ver dim. Li ce'yi öğ len vak ti, gü ne ş in dik ış ık la rı nı top ra ğa öy le ce bı rak tı ğı bir an da se lam la dım. Yük sek bi na lar, renk li renk li ara ba lar, koş tu ra koş tu ra bir yer le re git me ye ça lı ş an in san ka la ba lı ğı bu ra da yok tu. Öğ len sı ca ğın dan ol sa ge rek bü tün ev ler se ril miş gü ne ş in al tı na öy le ce uyu yor du. Bü tün il çe, ara la rın da an laş mış gi bi tek ren ge bü rün müş tü. Sa rı yı an dı ran açık kah ve bir renk, top ra ğa ve ev le rin tü mü ne giy di ril miş gi biy di. Li ce’nin çev re köy le ri ise bu ra dan fark lı ola rak kah ve ren gi ne bir de ye ş i li ek le miş ti.

An cak ço cuk la rın oyun la rı nı uzak tan ge len ses ler bı çak gi bi kes ti. Ko yun la rı ot lat mak için ar tık git me le ri ge re ki yor du. Hay van ot lat ma za ma nı nın gel di ği ni uzak tan ge len ses le is te me den de ol sa du yan ço cuk lar bi rer iki ş er oyu nu bı ra kıp ko yun la rın pe ş i sı ra git mek zo run da kal dı lar. Oyu na da ha do ya ma yıp oy na mak ta ıs rar eden ço cuk lar da var dı. Sa yı la rı az da ol sa oyu nu de vam et ti ren ço cuk la rın key fi ni, ikin ci uya rı cı bir ses ka çır ma yı ba ş ar dı. Bü tün ru huy la oyu nun içi ne da lan ço cuk lar dan bi ri nin an ne si nin ıs rar cı se si oy na nan oyu nun so nu nun gel di ği an la mı na ge li yor du. “Cey la annn! Cey lannnn! Ko yun lar iyi ce uza ğa git ti, koş ye ti ii iş !”

İkin ci uya rı yı alan Cey lan da di ğer ar ka daş la rı Sa rım tı rak top rak üze ri ne ye ş il de sen ler çiz - gi bi boy nu nu bü ke rek ko yun la rı na ye tiş mek miş olan bu köy ler den bi rin de ko nak la mak ta için te laş lı adım lar la yo lu tut tu. Ayak la rı, las ti -

10 | TAVIR | KASIM 2009

ğe bağ lı, bı ra kıl sa bir an da ge ri dö ne cek miş gi bi is tek siz ce yü rü me ye baş la dı. Mor ter lik le ri ne ba ka ba ka gi de rek hız lan dı. Kı sa bo dur ba cak la rı bir bi riy le ya rı ş ır gi bi iki kat adım lar ata rak te pe yi çık tı. Uzun si yah saç la rı nın ör gü sü uzun in ce bir yol gi biy di. Rüz gâ rın et ki siy le yır tık ş al va rın dan çı kan uğul uğul ses, ka ra bü yük göz le ri nin ses siz li ği ni bo zu yor du. Bu kü çük kız la ta nış mak için içim de bü yük bir is tek uyan dı bir den... O ka dar çok ş ey var dı ki ka fam da. Be nim gi bi böy le kü çük yaş ta ne den is te dik le ri gi bi ge ze me dik le ri ni, bu ka dar ça lış mak zo run da ol duk la rı nı sor mak is te dim. Bir de Li ce'den ne den du man la rın ve ku lak la rı sa ğır eden çığ lık la rın yük sel di ği ni... Hay van la rı na ye ti ş en Cey lan ter için de, ön ce ko yun la rı nı bir kaç ke re sa ya rak ta mam ol duk la rı na emin ol duk tan son ra bir ta ş ın üze ri ne öy le ce ken di ni bı ra kı ver di. Elin de kü çük bir çu buk, dü ş ün ce li bir ş e kil de top ra ğı eş e le me ye ko yul du. Gü neş ış ın la rı si yah saç la rı na kes kin bir par lak lık ve ri yor du. Az son ra ya kın bir yer den ge len kar ga se siy le bir an da ye rin den kalk tı ve et ra fı ko la çan et me ye baş la dı. Bir an ge ri de bı rak tı ğı oyu nu unut muş ya kın dan ge len bu kar ga se si ne pür dik kat ke sil miş ti. Öy le ya kar ga kö tü bir ş e yin ha ber ci siy di. Ya ya kın da bir kurt, ya bir til ki, ya da yı lan gi bi bir ş ey ler var de mek ti. Bu da Cey lan'ın iş i ne gel mez di. Ko yun la rı nı kur dun kap ma sı, ha ya tın da ola bi le cek en kö tü ş ey di. Kar ga se si nin ke sil me siy le bi raz da ha ra hat la yan Cey lan, oyun dün ya sın dan ta ma men kop muş gö rü nü yor du. Ye ni oyu nu ko yun lar la baş lı yor du. Her ko yun la fark lı fark lı il gi len me ye baş la dı. Her ko yun onun bir be be ği gi biy di. Ki mi nin kar nı nı sı vaz lı yor, ki mi nin kuy ruk la rı nı te miz li yor ki mi nin de boy nu na sa rı lıp öpü yor du. Bu nu ya par ken ka ra göz le rin de umut sa çan bir kı vıl cım be li ri yor du. Bu ara da


öykü

ya baş la dı. An cak bu se fer kar ga lar faz la ca ıs rar lı gö rü nü yor du. Ses le ri ni so nu na ka dar kul la nı yor gi biy di ler. Cey lan elin de k i yap ra ğı atıp, ye re bı rak tı ğı çu bu ğu nu ala rak ko yun la rın et ra fın da ko ş ar ca sı na dön me ye baş la dı. Ka fa sı ko yun la rı ile ko yun la r ı nın çev re si ara sın da sü rek li ge lip gi di yor du.

ba zı ko yun la rı bir ta raf ta grup oluş tu ra rak ka fa la rı nı iç i çe sok muş hal de uyur ken ya ka la dı. Ara la rı na gi rip ayır ma ya ça lış tı ama ba ş a ra ma dı. Ne den son ra ak lı na bir ş ey gel miş gi bi ya kın da ki ağaç tan bir yap rak ko pa ra rak ko yun la rın an la ya ca ğı dil den ses len di. - Tı ğe tı ğe tı ğe... Ge lin ku zu la rım, kı na lı ku zu la rım be nim. Ab la nız si ze gü zel ş ey ler ye di re cek bu gün. Ko yun lar yap ra ğı gö rün ce bir an da Cey lan’ın et ra fın da top la nıp yap ra ğı ye me ğe ko yul du lar. Ko yun la rı ça ğı ran bu ses bir mü zik tı nı sı gi bi ku la ğı ma gir di. Be ni de böy le gü zel gü zel sar ma sı nı, sev me si ni is te dim. Onun la iyi bir ar ka daş lık kurabiliriz di ye dü ş ü nüp ses len me ye ka rar ver dim. - Cey laa an, Cey la aa an! Cey lan o ka dar kü çük tü ki, ko yun la rın ara sın da kay bo lu yor du. El le ri mi saç la rı na do kun du ra cak ken bir den kar ga ses le ri tek rar du yul ma -

Ben de Cey lan’a yar dım cı ol mak için et ra fa göz gez dir me ye baş la dım. Bir teh li ke var sa ona ha ber ve rip ko yun la rı nı na sıl ko ru ma sı ge rek ti ği ni söy le ye bi lir dim. Ama or ta lık ta bir ş ey gö rün mü yor du. El le ri mi uza tıp saç la rı nı ok ş a mak, en di ş e le ne cek bir ş ey ol ma dı ğı nı söy le mek is te dim. Eli mi uzat mam la be ra ber ku la ğı sa ğır eden bir ses ile sar sıl dım. - Bo oo oo oo oo om! Cey lan’a uzat tı ğım elim de ta rif siz bir acı var dı ve ıs lan mış gi biy di. Saç la rı mı böy le yak mış tı eli mi? Göz le ri mi aça mı yor dum. An ne min bah set ti ği du man bu ol sa ge rek ti. Bir sü re göz le rim ka pa lı el le ri mi ku lak la rı ma bas tı ra rak öy le ce dur dum. Cey lan’ı me rak edi yor dum. Ko yun la rı na ne ol du aca ba? Ko yun la rı nın kay bol ma sı onun için ola bi le cek en kö tü ş ey di çün kü. Se si du yup kaç tı lar mı yok sa? Sım sı kı yum du ğum vü cu du mu ya vaş ça aç ma ya baş la dım. Az ön ce ku la ğı sa ğır eden se se ş im di de rin bir ses siz lik ha kim di. El le ri me bak tım kan için dey di. Cey la na bak tım son ra. Ner gis çi çe ği ter lik le ri ayak la rın dan çık mış ve kır mı zı ya bu lan mış tı. Saç la rı nı ara dım Cey lan’ın bu la ma dım…

Cey lan’ın göz le ri ka ra Yak tı yü re ği mi bu ya ra Cey lan’ım pa ram par ça Ka nar Li ce da ğın da

Li ce bir ha van to pu Saç la rın dan tu tar ha Cey lan’ım aç göz le ri ni Kı na lı ku zun ba kar sa na

Uzak tan ses ler du yul ma ya baş la dı. Gi de rek bu lun du ğu muz ye re doğ ru yak la ş ı yor du. Az son ra ses le rin sa hi bi gö rün me ye baş la dı. En ön de bir ka dın hız lı adım lar la yü rü yor, ar ka sın da bir ka la ba lık da onu ta kip edi yor du. Ön de ki ka dı na tam ola rak yak la ş a mı yor lar dı; ar ka da ken di ara la rın da ses siz ce ama sü rek li bir ş ey ler ko nu ş u yor lar dı. Ka dı nın sa çı nı ba ş ı nı yol ma sı na bi le do kun mak tan çe ki ni yor gi biy di ler. Ar ka sıy la tüm iliş ki si ni kes miş olan bu ka dın hız lı ca bi ze doğ ru iler li yor du. Şal va rı nın çi çek le ri gi yil mek ten si lin miş , göz le ri nin fe ri çök müş tü. Yaz ma sı nın al tın dan çı kan da ğı nık saç la rı göz pı nar la rıy la su la nı yor du. Cey la nın par ça lan mış be de ni ni yer de da ğıl mış ola rak bu lan ka dın ken di si ni öy le ce ye re ata rak çığ lık lar at ma ya baş la dı. Göz yaş la rı bur nun dan du dak la rı na sü zü le rek ağ zın dan çı kan söz le re ka rı ş ı yor du. Kim yap mış tı böy le bir ş ey, ney di su çu Cey lan’ın? Li ce’de doğ mak mı? Da ha 13 ya ş ın da bir ço cuk ol mak mı yok sa! Yok de di ler. Yok de di te le viz yon lar, ga ze te ler… Cey lan ken di kıy dı ca nı na de di ler. Ya lan söy le di ler. Cey lan da ha az ön ce yap rak ver di ko yu nu na. Sev di on la rı bir bir. Unut tu oyu nu ko yun la rı için. Na sıl kı yar ki ca nı na? Kar ga lar ş a hi di miz dir. Ha ber ver mek is te di ler on lar bi ze. Li ce’den bir da ha du man lar yük sel me sin di ye çığ lık la ra gö mül dü ler. Ey bom ba di lin ol sa da ko nuş san. Ne den ya lan söy le di ler? Cey lan’ı vu rup ne den su çu ona at tı lar? Cey lan’ımı ka na bu la mak için se ni kul lan dı lar. Yok sa sen de mi ya lan lar dan ya na sın? Ger çe ğin yok mu se nin ya lan cı bom ba! Ger çe ğin han gi kör ku yu ya atıl dı! ❏

KASIM 2009 | TAVIR | 11


deneme

tarihin en büyük buluşu nedir? ümit zafer

“Bi zim için sos ya liz min, in sa nın in san ta ra fın dan sö mü rül me si ne son ve ril me sin den baş ka ta nı mı yok tur...” CHE

Kal ma ya cak dün ya da aç lık ve yok luk ve yok sul luk. Na sır lı el le ri miz har man la ya cak... Bir gün mut la ka yen mek için ş u kö le li ği, atıl dım hep ile ri. Ki tab let le re çi vi ya zı sıy la yaz dı lar adı mı “ara nı yor” di ye. Ce se di mi ara yan la rın ba ş ı na ka ra ve di ri be la ol dum her is yan da. Kır dı ğım zin cir ler den eri te rek yap tım hınç par lak lı ğı ta ş ı yan kı lıç la rı mı. Ve en Spar ta küs ha lim le sa lı nır ken çar mı hım da, yı kıl ma ya yüz tut muş Ro ma’nın yü zü ne tü kür düm. Emek çi el le ri min ya rat tı ğı be re ke ti çal dı lar ben den asır lar dır. “Tan rı lar ve kral lar öy le is ti yor” de di ler en piş kin su rat la rıy la. Ve hep bo yun eğ me yi va az et ti ler. Ne za man aç lı ğı mı hay kır sam “ka der” de di ler. Ne za man hak kı mı is te sem “asi” de di ler. Ve son ra kes ti ler di li mi, ko lu mu, ka na dı mı... Alın te rim le su la dı ğım top rak bi re bin ver di. Fa kat biz yi ne aç kal dık, açık ta kal dık. Doy ma dık; oy sa tı ka ba sa do yu lur muş o sa ray lar da. Son ra, o ko ca pi ra mit le ri yap mak için bin ler ce miz ölü ver di ki, mum ya sı bi le ra hat et sin Ram ses ler’in... Sal ta nat sür dük le ri sa ray lar da ölüm süz lük ik si ri nin pe ş in dey ken kaf tan lı soy suz lar, “Şu ca nı mı al da kur tu la yım ya rab bi” di ye cek ka dar ça re siz dim ben... Sır tı mız dan ge çi nen ha ra mi le rin yü zü ne “Ye di ği niz yok sul eti, iç ti ği niz kan dır.” di yen Yu nus idik biz. Ve Ba ba i, Kat har, Mun zer ol duk asır lar bo yu. Eş it lik is te dik, ada le tin ha ya li ni kur duk. Dö vüş tük uğ ru na bü tün bun la rın. Ve öz gür lük yo lu nun gö çe be si ol duk... Za lim ler çık tı kar ş ı mı za. Çar lar ve sul tan lar ve taç ta ş ı yan kem ba kış lar kes ti yo lu mu zu. Çok öl dük, acı sı ta rif siz dir. Ama as la vaz geç me dik bu yol dan. Al tın taç la rın ve ba ş ı ka bak la rın kav ga sıy dı ya ş a dı ğı mız. At las kaf tan la rın ve bal dı rı çıp lak la rın aman sız çar pış ma sıy dı sü ren. Ve her de fa sın da sor duk: Bu ka çın cı öl mem? Ta rih bo yun ca, “ya rin ya na ğın dan gay rı her ş ey de, her yer de, hep be ra ber di ye bil mek için” gir dim bü tün kav ga la rı ma. Çok yen dim, çok ye nil dim. Ve her de fa sın da ka nım la ıs la nan top ra ğı, ya kı lan te nim le har man la yıp ye ni den ama ye ni den bü yüt tüm umu du mu. Eğil me yen boy nu mun üs tün den dü ş ü rü len kel le min açık gi den göz le riy le hay kır dım dai ma: Bir gün mut la ka! Bir gün, özel mül ki yet de ni len ş u kah ro la sı ka zı ğı çı ka rıp ata ca ğız top rak tan... Bir gün, ne ezen ola cak, ne de ezi len. Ne sö mü ren ne de sö mü rü len.

12 | TAVIR | KASIM 2009

Al tın çağ düş le ri kur duk. Tan rı nın kral lı ğı nı yer yü zün de ara dık. Tan rı nın göl ge si ol du ğu nu söy le ye rek ge len ler ise, eli miz den al dık la rı ürün le ri mi zin ye ri ne cen net avun tu su bı ra kıp git ti ler. La zım de ğil di hal bu ki o ka dar hu ri bi ze. Biz çok tan ol muş tuk za ten, Ley la ile Mec nun... Hey hat! Çar ş am ba’yı sel al dı ge ne. Kır dık boy nu mu zu yü rü dük gur be te. Bu den li has ret tür kü sü ni ye var sa nır sı nız? Yok sul luk be la sı na ay rıl mış tır ala sın dan o maz lum. Bur nun da tü ter mem le ke tin ha va sı, su yu, bir de sev di ği nin ko ku su. Öy le böy le de ğil, asır lar bo yu böy le dir bu. Din le Ka ra ca oğ lan’ı, san ki ş im di geç ti ez gi sin de ki der di bu ra dan... ❏


deneme

elveda hayat türkan doğan

Ekim ayı nın ilk pa za rın da gü nün ilk ış ık la rı, yü zü nü son ba ha ra çe vir miş , Kar ş ı ya ka sa hi lin den de ni ze pı rıl tı lar bı ra kı yor. Yaz dan ka lan son sı cak ha va la rın ta dı nı çı kar ma ya ça lı ş an pik nik çi ler, ne re de bir ağaç göl ge si gör se yer leş miş ler. Ko ş uş tu ran ço cuk lar sar mış her ya nı. Kar ş ı ya ka sa hi lin de ba lık çı lar, ağ la rı na dü ş e cek ba lı ğın dü ş ü nü kur muş bek le mek te... Çay iç mek baş ka dır bu is ke le de, ya nın da bir de si mit var sa he le... Bir de mar tı la rı or tak et miş sen si mi di nin çey re ği ne, değ me key fi ne. Ya kın bir ba yi den gün lük üç ga ze te ala rak otu ru yo rum bir ban ka. Dü nü de ğer len di ren ga ze te ler de aca ba bu gün ne ler ya zıl dı? Say fa lar da ge zi nen göz le rim, bir an da ir ki le rek cam kı rık la rı nın üze ri ne düş müş gi bi du ru yor bir ha ber de. Üç ay rı ga ze te de, ay nı ha ber ya zı yor: “El ve da ha yat!” “İki ço cu ğu nu ku ca ğı na alıp Por suk Ça yı'na at la dı. Es ki ş e hir’de, ge ri de yaz dı ğı bir ş i ir ile ‘El ve da ha yat’ baş lık lı mek tup bı ra kıp ev den ay rı lan 24 ya ş ın da ki Di lek Özer, Por suk Ça yı’na ön ce kız la rı 6 ay lık Ni san’ı ve 5 ya ş ın da ki Ay ş en’i at tı, ar dın dan da ken di si at la dı. İn ti har eden Di lek Özer ile ça ya at tı ğı kız la rı nın ce se di ge ce ya pı lan ara ma ça lış ma la rıy la bu lun du. Gör gü ta nık la rı, an ne nin ça ya at ma dan ön ce kü çük kı zı nı ku ca ğı na alıp em zir di ği ni, bü yük kı zı Ay ş en Özer’in an ne si ne yal va ra rak ‘No’lur be ni at ma. Öl mek is te mi yo rum.’ di ye ağ la dı ğı nı söy -

le di.” Ne çok alı ş ı yo ruz ölüm ha ber le ri ne. Na sıl da sı ra dan ge li yor ar tık, sev dik le ri nin ca nı na kı yan lar... İn san ön ce ca nı na kı yar dı, ş im di top lu in ti har lar alı yor ye ri ni. Otur du ğum bank tan kal kıp iler ler ken in san la ra ta kı lı yor göz le rim. Asık yüz le ri ne, alın la rın da gü nün öze ti ni an la tan o de rin çiz gi le re... Ha ya tın yü kü nü ta ş ı mış el le rin de ki mor da mar la ra... De ni zin dal ga la rı sa hi le vu ru yor tüm hır sıy la. Pür kö pük dal ga sı nı kı yı ya, ko la inen bal ta gi bi vu ru yor. Gü neş he nüz dal ga la rın bı rak tı ğı su yu em me den bir son ra ki dal ga hid det le ye ni den vu ru yor kı yı ya. Ba lık çı la rın et ra fın da ne ş ey le dö nen kü çük bir kız dü ş ü yor ye re. Kar ş ı bank tan ko ş a rak ye ti ş i yor an ne si. “Ölü rüm ben sa na, acı ma dı ya?” Öpüp kok lu yor yav ru su nu... “Ölü rüm ben sa na”... Bir an da Es ki ş e hir olu yor et ra fım. Es ki ş e hir’de Ak su Da ğı... Ku zey ya ma cın dan inen Ba yat çık De re si ile Mu rat Da ğı'nın ku ze yin den inen Kı zıl taş Su yu'nun bir leş me siy le do ğan Por suk Ça yı be li ri yor. Top ra ğı ye ş er tip çev re si ne be re ket ve ren, kan yon lar da hız lı, düz lük ler de naz lı naz lı akan Por suk Ça yı; Es ki ş e hir’in mer ke zin den ko ş a rak ak mak ta. Omuz la rı çök müş bir ana, iki kü çük kı zıy la Por suk Ça yı’nın et ra fın da ge zi ni yor. Dün ya dö ner miş . Her gün bir baş ka ay dın lık ka ran lı ğı bö ler miş bu ş eh rin gö ğün de. Kuş lar

uçar mış , Es ki ş e hir’in için de gül ler açar mış , bül bül ko nar mış gül da lı na, il gi len mi yor bi le an ne. Onun ak lı Por suk’un so ğuk su yu na ta kıl mış . Öpüp kok la yıp be le di ği yav ru la rı nı bu çay alır da ne re le re gö tü rür? Kı yı lar dan kı yı lar dan iz li yor Por suk Ça yı’nı. Ka nat la rı nın al tı na alıp da ko ru ya ca ğı na inan cı kal ma mış , yav ru la rıy la ba kı yor su la ra. Acı la rın dan kur tul ma yı dü ş ü nü yor. Aç lık tan, yok sul luk tan, ça re siz lik ten... İçi ne düş tü ğü çık maz dan... Ev de bı rak tı ğı mek tu bu na yaz dık la rı dü ş ü yor ak lı na. Ağ la yan olur mu? Çok iç le nen... Kı zan da olur, söy le nen de... Kö tü gö ze bir gram bı rak mı yor, bel ki de bu yüz den çö züm ola rak gör dü ğü ölü me gi di yor, so luk al dı ğı ha ya tın dan ko pup. “Ha yat, içi me si ne bil di ğin ce sin bu ge ce. Gel di ğin de al gö tür. Olur ya, ya rın la ra ben siz gi de bi lir sin ve uma rım yok lu ğum var lı ğım dan acı gel mez. Sa na doğ ru gi de ce ğim bu so kak lar, bu ağaç lar; bu has ret do lu umu da ema net. Bir ben da ha gel me ye cek, usul ca çe ki le ce ğim. Ya ş a nan ma zi ben de ka la cak. Ha di sil de göz yaş la rı nı, bi li rim umur sa maz sın bi le. Şim di ben den baş ka her ş ey gü zel bu dün ya da. El ve da ha yat. Bir gün ka la ba lık ge le cek ler be nim ce na ze me. Be ni ağıt lar la uğur la ya cak lar, bir ga rip yol cu gi bi. El bi sem be yaz ola cak, çün kü ben ölü ola ca ğım. Gön lüm ce bir gün ya ş a ya ma dım. Sar mış et ra fı mı çık maz so kak lar. Gön lüm ce bir

KASIM 2009 | TAVIR | 13


deneme

ra ma dı ğın ço cuk la rı nın bü yü yor olu ş u?

gün ya ş a ma dım, fe lek le bir gün ol sun ba rış ma dım. Sar mış et ra fı mı çık maz so kak. Ken di me gö re bir yol bu la ma dım. Tan rım be nim ne gü na hım var? Şu ya lan dün ya da ya ş a ya ma dım, genç li ği mi ya ş a ya ma dım, ya ş a ya ma dım.”

Ar tık böy le net bir ay rım oluş muş tur ül ke miz de. Bir bi rin den ay rı ve gi de rek de da ha faz la ay rı lan iki ke sim, ezen ve ezi len ler. İki ha yat tar zı, iki ha yat se vi ye si var dır. Bi ri asa lak la rın lüks, zen gin lik ve pis lik ko kan ha ya tı; di ğe ri aç lı ğa ve Son kez em zir di ği be be ği ni ok ş a ya rak ve ri yor iş siz li ğe terk edi len mil yon lar ca in sa nın se fa let Por suk Ça yı’nın kol la rı na. Dil len miş 5 ya ş ın da - bu na lım için de ki ha ya tı. ki kı zı, ha ya ta tu tu nan mi nik el le riy le di re ni yor ölü me: “An ne be ni öl dür me!”...

Her ş e yin ar tık ola ğan laş tı ğı ül ke miz de kı sa za man da unu tu la cak, ye ri ni baş ka cin net ha ber le ri nin ala ca ğı nı bi le rek mi git ti niz bu dün ya dan? Sı ra dan laş mış ha yat ta, sı ra dan la ş an bir öy kü ola cak ya ş a mı nız, bu nu hiç ge tir di niz mi ak lı nı za? Ga ze te le ri oku yan lar ön ce üzü le cek.

“Uza yan sa çın al nı na dö kü lür se ba na ben zer sin, ka de rin ay nı olur be nim le, gel.” der gi bi ve ri yor onu da so ğuk su la ra, ar ka sın dan at lı yor Por suk Ça yı’nın de rin le ri ne. Ya ş a mın mus luk la rı nı ka pa ta rak, bir an ne ve iki kı zı, ci ğer le ri ne dol du ru yor lar Por suk’un so ğuk su la rı nı. “El ve da ha yat!” Por suk Ça yı, su sa mış gi bi yu var lı yor taş la rı nı aka ğı na. An ne ve iki yav ru su nun can sız be den le ri ni ite le ye rek kı yı la rı na kus ma ya baş lı yor acı la rı nı. Bir in san lık da ha dev ri li yor ge ce kon du lar gi bi yer yü zü ne. Sar sı lı yor top rak. Ne so ğuk bir ke li me bir le ş i mi di yor sun “El ve da ha yat”... İn san la rın için de bu lun duk la rı ya ş am ş art la rı, bü yük dal ga la rın de rin le rin de bo ğuş tu ğu göl ler gi bi ka ba r ı yor ken “El ve da ha yat”lar ço ğa lı yor. Ha ya tın her ala nı yok luk la, yok sul luk la ku ş a tıl mış ; az gın bir ca na var gi bi dur ma dan ya yı lı yor ça re siz lik ler. So nuç ta bu na lı ma gi re rek, ya ken di le ri nin, ya da baş ka la rı nın ha yat la rı na kı yı yor lar. Cin net ge ti ri yor lar. Ne re sin den tut sa nız çü rü müş olan bu dü zen, yok sul luk lar la bo ğu ş an in san la ra tek çı kar(!) yol ola rak ölü mü su nu yor.

“Şim di ben den baş ka her ş ey gü zel bu dün ya da. El ve da ha yat.’’

Ül ke miz de aç lık, yok sul luk, iş siz lik yok di yen ler Por suk’un so ğuk koy nu na gi ren an ne ve iki kı - Üç ay rı ga ze te de üç ay rı ilan dın. Öy kü nü bil zı na dö nüp bak ma lı dır. Bu tür olay la rın ço ğal - me di ği miz ama tıp kı se nin ki gi bi on lar ca sı nı dı ğı her top lum da, aç lık, yok sul luk so ru nu had oku yup ta nık ol du ğu muz. saf ha la ra çık mış tır ar tık. Dün ya yı ya ş a na sı gü zel gö rüp, ken di ni dı ş ın da İn san lar dur duk yer de can la rı na kıy maz lar ki, gö ren genç ka dın. Acı dan, yok luk tan ipek li le cin net ge tir mez ler, be den le ri ni sat maz lar, hır - rin mi ağır gel di? Ya kut tan yal nız lık la rın mı? Al sız lık yap maz lar ki... Bu dü ze ni ta nı rız biz. İn sa - tın dan mıy dı ya ma dı ğın ya ra la rın la omuz la rı nı nın in sa na zu lüm et ti ği gün ler den bu gü ne var çö ker ten yük? Çok mu ağ rı na git ti, her gün in san lı ğın yok ol du ğu ül ken de, ge le cek le ri ni ku ol muş tur.

14 | TAVIR |KASIM 2009

İki yav ru nu da elin den tu tup gö tür dü ğün için sa na ca ni de di ye cek ler. Son ra ki gün ler de iç sel leş tir dik le ri bir baş ka cin net ha be ri nin ye ri ni dol du ra ca ğı üçün cü say fa nın al tın da ka la cak si zin öy kü nüz. Unut kan lık la rın ka rı ş a ca ğı sı ra dan bir ha ber di niz iş te. Ya ş ar ken bu dü zen ta ra fın dan yok sa yıl dı ğı nız için, li me li me ol muş ni ce ha yat lar gi bi hiç bir res mi ta rih te adı nız geç me ye cek tür den...❏


deneme

tarihin hükmü tarık yeniçay

Zamanın çok ötesinde Hakikat Meydanı’nda kuruldu mahkeme. Yedi düvel, yetmiş iki millet ve dahi cümle cihan oradaydı. Kürsüye ilk çıkan, dili yasaklanmış halkın evladı oldu. Duruş u ve endamıyla halkının bir aynasıydı. Kalın karakaş ları vardı Cudi’ye benzeyen. Bakış larında Fırat’ın hırçınlığı bezeliydi. Ve çok ötelere akıyordu. Dudaklarında saklı kalmış Newroz ateş leri ve yüzünde çizgi çizgi birikmiş binyılların acıları… “Söyle.” dedi ona Tarih Baba. Sakallarını sıvazla-

dı ve bin asırlık bakış larını üzerine doğrultarak tekrarladı: “Anlat her ş eyi…” Herkes sustu bir an; dost, düş man, haklı, haksız kim varsa… Ve hatta kurt, kuş , börtü, böcek… Bilcümle kainat sustu. Yalnız ve yalnız o konuş tu Tarih’in huzurunda: “Anlatayım.” diye baş ladı söze. Bir an durup düş ündü, çok uzaklara gitti… “Ben anlatayım ki iş itmeyenler iş itsin, bilmeyenler öğrensin ve bilip de susanlar, bilmezden gelenler hicap et-

sin… Biz bir garip ademdik evvel zaman içinde. Bu topraklarda, henüz adı sanı olmayan bir yitik dağ eteğinde yaş ardık. Avlandık, ektik, biçtik… Evvel göçer idik konar olduk; kurulduk, konakladık. Yurt belledik bu diyarları. Kaç asır böyle geçti, kaç kuş ak doğdu yitti kimse bilmez. Ve bir gün bir beyin adamları geldi sardı köyümüzün etrafını. Dediler ki, bundan böyle on biçerseniz ikisini bize vereceksiniz, devlet adına vergidir bu.

KASIM 2009 | TAVIR | 15


deneme

Ne toprakta bir hakları (Toprak, üzerinde yaş ayanın değil midir?), ne de tek damla alınterleri... Gel gör ki, dökme silahları vardı. ‘Olmaz, vermeyiz.’ diyemedik. Verdik ne ki istedilerse. Hem de yüzyıllar boyu. İkiyken üç, üçken beş ve daha fazlası oldu istedikleri. Terimiz yetmeyende kıpkırmızı kanımız aktı karış tı toprağa. Ölmedikten aldılar ne istedilerse. Ve karnımız doyarsa ş ükreder olduk.

unutacaksınız bir bir. Ve bizim dilimizle konuş acaksınız bundan böyle. Aslınızı da, neslinizi de unutacaksınız…’

Her ş eyden vazgeçmek mümkün de, dilinden nasıl vazgeçer insan? Anasından, dedesinden duyup bildiği dilinden… İçinden geldiği gibi konuş amayan kiş i taş olup kala kalmaz mı? Dününü, soyunu, kökünü unutmak nice mümkün? Unutmadık. Ve bundandır ki vurup kırdılar bizi Bir zaman oldu ki, gelip bu kez genç oğullarımı- sayısız kere. Dağ oluklarında, dipsiz kuyularda zı istediler bizden. Yani canımızın da canını... dolup taş tı ölülerimiz… Alıp götürdüler. Adını, sanını bilmediğimiz diyarlara sürdüler. Karlı dağlara, kızgın çöllere ve Fırat suyu kan kırmızı akar oldu. Dicle doldu doldahi deniz aş ırı yurtlara… Sebebini ve tarafını du taş tı. Günler, aylar, yıllar boyu… Ve dahi topdahi bilmediğimiz savaş larda vurulup öldük. raklarımız bölük pörçük edildi. Her birimiz ayrı Sultanlar hükmünü sürdürsün diye… Biz, yaş ar- bir yanda kaldı. Yine de vazgeçmedik biz olmakdık yüce bir dağ eteğinde; ne bilirdik, ne ister- tan. dik… Biz ne zaman ki adımızı, dilimizi, toprağımızı ve Ve hep geldi geçti asırlar. Biz yine yaş ardık top- hürriyetimizi istediysek iş te o vakit isyancıya çırağımızda, tabi adına yaş amak denirse buncası- kardılar adımızı. Fermanlar, fetvalar, genelgeler nın. Bir gün yine çıkageldiler. Bu kez de dilinizi salındı katlimize. Kadın, çocuk, yaş lı demeden yasakladık dediler. ‘Ananızdan duyup öğrendiği- vurulduk. Ve kendi yurdumuz bize yaş anmaz, niz dili ve dahi destanları, masalları, kelamları zulmün buncasına dayanılmaz olunca eteklerin-

16 | TAVIR |KASIM 2009

den çekilip yücesine çıktık dağlarımızın. Tek bir isteğimiz vardı: Dilimizle, adımızla, kültürümüzle yaş amak… Topraklarımızdan atıp diyar diyar sürdüler bu kere de. Sorgusuz sualsiz yıkıldı köylerimiz. Cümle dağlar kurş una dizildi… Şimdi huzurunda denmektedir ki, nedamet getirin affedelim sizi. Ve bağış layalım o büyük günahlarınızı… İşte geldik biz de, huzurunda anlattık her bir şeyi. Eksiği yoktur ama fazlası çoktur. Ve biliriz ki, en doğru kararı verecek olan yine Tarihtir. Ve senin hükmün her ş eyin üstündedir…” Söyleyeceklerini bitirmiş ti. Diğerlerinin suskunluğuna katıldı o da… Tarih Baba, onun gözlerinin karası na ve hem de ta içine doğrulttu bakış ları nı. Tek bir söz etmedi. Ve gözleriyle söyledi söyleyeceklerini: “Beni yazan ve yaratan halkın kendisidir. Ve bir kez daha kendi ellerindedir, kendi kaderin…” ❏


karikat端r

KASIM 2009 | TAVIR | 17


mektup

engin deniz öztürk

Engin denizlere verdim acılarımı. Yürek acıları- baş larında görüyorum baş eğmezliğini. Gururmı. Ayrılık, yitiklik, hasretlik acılarımı… Kederi- luyum Engin, biraz da buruk… mi verdim Engin denizlere. Derdimi, dertlerimi. Öfkemi, hıncımı, ah’ımı Engin denizlere… Karş ımda katillerinden biri. “Tanıdığımı” söylüyorum. Panikliyor korkak. Yaltaklanıyor… Umudumu verdim. Umutlarımı, sevdamı, sevdalarımı… Gecelerimi, doğan günümü, aydın- Gözlerim “onu” arıyor Engin. Canımı yakan, yülık akşamlarımı verdim Engin denizlere. Yıldız- reğimi kanatan, öfkemi, Engin öfkemi doruklara çıkaran “o” soğuk kapı demirini… ları, yakamozları… Hayallerimi, özlemlerimi verdim. Bitmeyen sevgimi verdim Engin denizlere. Büyüyüp çoğalsın diye. Gözlerimi verdim. Ellerimi, beynimi, inanca kesmiş bilincimi… Yüreğimi verdim Engin denizlere, sarıp sarmalasın diye, iyiye, güzele dair ne varsa… Sana geldim Engin; İstinye’den, Sarıyer’den geldim, morarmış , ş iş miş ama inatçı gözlerinle… Gebze’den geldim yoksulluğumuzla. Acılarımızı, umudumuzu alıp geldim. Armutlu’da nöbet akş amlarından Sultan’ı da alıp geldim yıldızlarla beraber. Kevser ile geldim Mecidiyeköy’den. Birol ile pislik yuvalarını dağıtıp da geldik İkitelli’den, yoksul kondularından Gazi’nin. Öfkeni getirdim Gülsuyu’ndan. Yerinde duramazlığınla geldim Sarı gazi’den, 1 Mayıs’tan. Çınlayan sloganlarını getirdim Taksim’den. Direngenliğini… Sahiplenmeni Şemdinli’den getirdim, dili yasak halkın onurla saklanmış emanetini… Emeklerimizle geldim Engin. Toyluklarımızla, çocukça alınganlıklarımızla geldim. İnançlarımızla, öfkemizle. Allahına kadar kavgacılığımızla geldim Engin. Sende olanla sana geldim… Yoldaş kokunu aldım, o betonla çevrili bahçeden içeriye attıkça adımımı. Sesin, kokun… Ah Engin, kan kokusu… Kanımızın kokusu. Sinmiş duvarlara, üzerimizi arayan ellere, ellerin sahiplerine. Sinmiş liği gördüm gözlerinde katillerinin. Yenilmiş liği… Hala çınlıyor sesin ve her köş esinde eğilmeyen baş ın…

Açılıyor kapılar. Ardında sen. Duvarlarında, koridorlarında… Katilin açıyor kalacağım hücrenin kapısını... Katilin korkak, katilin alçak... Eğilmiş baş ıyla, eğiliyor yerlere kadar yaltaklanarak… Burası Metris Engin… Metris’te Apo, Apo’da sen… Artık önü boş alan değil. Ama direngen yine o günlerdeki gibi. Sesini katmış sın sesine Haydar’ın. Türkü olmaktan çıkmış direniş . Engin olmuş öyle umman. Derya misali… Türkü’deki gibi; hücremdeyim. Yanıyorum hasretinden, yanıyor yüreğim acıdan. Ve kesmiş tepeden tırnağa onura. Adımlarına basarak geldim. Yolundan yürümenin haklı gururuyla… Yalnız değilim hücremde. Sen varsın. Apo, Fatih, Hasan, Haydar. Başladığımız yere dönmedik Engin. Başladığımız yerden sürdürmeye devam ediyoruz direnmeye. Dayımız yanıbaş ımızda, yol gösteriyor yine. Biz bizeyiz. Sinan Abi, Niyazi Dayı. Kimler yok ki Engin? İbrahim Erdoğan, Şaban Şen, Mete Nezihi, İbrahim İlçi, Cavit Abi… Duvarlar seni anlatıyor. Açılan kapılar, yağan yağmur, tepemizdeki demir kafes, sessizlik, gecenin karanlığı, baş layan gün… Adli tutuklular, “yoldaşın” olduğumuzu öğrendiklerinde; “O değiştirdi her ş eyi.” deyip, seni anlatıyorlar. “Engin’den önce, Engin’den sonra...” diye.

Yenilmiş ler... Yılış ıkça “soyun” demiyorlar, diye- Ne zaman çıksam hücremden “o” kapı demiri, miyorlar artık. Bakamıyorlar gözlerimize. Arı- iniyor kafama, sırtıma, göğsüme… Daha bir yorum gözlerinde zaferinin mührünü. Eğilen dikleş iyorum.

18 | TAVIR | KASIM 2009

“O” demirin sesi, sesini getiriyor bana. Heyecanlı, neş eli, kararlı... Sımsıcak sesini… Her gördüğümde “o” demiri, eğilmeyen kanlı baş ın gözlerimin önünde… Katillerinle iç içe, seninle geçiyor her anım. Türküler söylüyorum sana. Yanık, hasret dolu türküler. Sevda, kavga türkülerimizi… Hayallerimizde sen, öfkemde, bilenen inancımda... Voltalıyoruz birlikte. Duramıyoruz yerimizde. Sanki on yıllardır buradayız, hiç gitmemiş gibi. Sahi hep buradaydık değil mi? Direniş in odağında… Direniş in odağından çıkıp geldik. Öldük, öldürdük. Yendik, yenildik. Düş tük, doğrulup kalktık düştüğümüz yerden. Koş tuk dur durak bilmeden. Dönüp bakmadan ihanetlere... Yorulmak, “aman” demek yazmazdı hanemizde. Sevdik, sevildik. Büyüdü sevdamız. Ve büyüyor direniş in odağında filizlenen umut… Direniş ini bırakırken odağında Metris’in, yüreğime alıp geldim seni. Son kez dokundum demir kapılara, duvarlara. Dokunur gibi sana. Bir kez daha adımladım koridorları, maltayı, kapı altını, bahçeyi… Adımlarını takip etmenin gururuyla… Son kez baktım akan kanına, kanımızı akıtan kanlı ellere. Gözlerine katillerinin, fersiz, korkak gözlerine… Ve “o” demiri... “O” kanlı demiri... “O” alçakların elindeki alçak demiri, yanan yüreğimin örsüne koydum. Öfkemle dövülüp dönüşsün diye delikli demire… Hayallerimi verdim Engin denizlere. Sevgimi, acılarımı verdim. Akıtmadığım gözyaş larımı, özlemimi, hasretimi, sevdamı… Hesabım bende kaldı, inancımla birlik. Yüreğim de seninle ENGİN... ❏


izlenim

alınterinden dökülen meslek: dökümcülük tavır

Süs len mek, ne re dey se in san lık ta ri hiy le eş it. Ta kı da, süs len me nin en be lir gin yan la rın dan bi ri. Dü ş ün se ni ze ne re dey se he pi mi zin par ma ğın da bir yü zü ğe, bi le ğin de bir bi lek li ğe/kün ye ye/bi le zi ğe, boy nun da bir kol ye ye rast la mak müm kün. Ta kı sı ol ma yan lar is tis na ya ni... Ye ri gel di ğin de ku yum cu lar dan alıp da kul lan dı ğı mız bu ürün ler na sıl üre ti li yor, han gi aş a ma lar dan ge çi yor di ye me rak eden le ri miz olu yor dur kuş ku suz. Bu me ra kı biz de ta ş ı yo ruz açık ça sı. Ve ka rar ve ri yor, dü ş ü yo ruz ta kı la rın pe ş i ne. Bi zi bir yer le re ça ğı rı yor lar. Ça ğır dık la rı yer uzak de ğil. İs tan bul’a ge len yer li-ya ban cı tüm tu rist le rin gez me den git me di ği bir ye re gi di yo ruz on la rın pe ş in den... De ğer li ma den ler ve taş lar, in san lık ta ri hi bo yun ca ki mi za man gü zel lik, ki mi za man zen gin li ğin ve asa le tin sim ge si ola rak iş len miş , kul la nıl mış . Ta kı nın ve süs eş ya la rı nın ta ri hi, gü nü müz den 30. 000 yıl ön ce ye, Üst Pa le oli tik Çağ'a ka dar uza nı yor. An cak uz man lar, ger çek an la mıy la ku yum cu lu ğun ve bu nun de yim ye rin dey se yan sa na yii nin, Me zo po tam ya'da, Mı sır'da ve Ana do lu'da, M. Ö. 4000 yı lı nın son la rı na doğ ru baş la dı ğı nı be lir ti yor lar. Bu kı sa ta ri hi bil giy le gi di yo ruz Ka pa lı çar ş ı’ya. Bu ta ri hi çar ş ı ya gi di ş i miz, o ş a ta fat lı, ış ıl tı lı vit rin le rin için de al be ni li bir ş e kil de ser gi le nen ta kı la rın, süs eş ya la rı nın ger çek us ta la rı nı gör mek, on la rın mut fa ğı nı siz le re ta nıt mak için bu kez... Bir bi ri ne bağ lı iki mes lek ten bi ri ni, ya ni ku yum cu luk ve onun mut fa ğı sa yı la bi le cek olan dö küm cü lük ten bi ri ni an la ta ca ğız... Ku yum cu luk, ş im di lik gi de rek kay bo lan mes lek ler den ol ma dı ğı için, biz dö küm cü lü ğü, dö küm cü us ta la rı nı, on la rın so run la rı nı an lat mak is ti yo ruz siz le re... Ta nı dı ğı mız, bil di ği miz us ta la rın, Gı ya set tin ve

Bü lent us ta la rın atöl ye si ne doğ ru yo la çı kı yo ruz... Ka pa lı çar ş ı’da yız. Iş ık lar la gö zü mü zü alan vit rin le rin yer al dı ğı Ka pa lı çar ş ı’nın için den ge çe rek, çar ş ı nın ar ka so kak la rın dan bi ri ne gi ri yo ruz. Gir di ği miz han, yi ne en az Ka pa lı çar ş ı ka dar es ki bir han. Du var la rı ka lın. İh ti mal ki, bu ra da ki atöl ye ler den çı kan ses le ri ya lıt ma nın en iyi yo lu ola rak dü ş ü nül müş bu ka lın du var lar. İn sa na say gı ya ni... Şim di nin sah te kar, hır sız, mal ze me den ça lan mü te ah hit le ri gi bi de ğil ler miş es ki nin Ahi le ri. İn sa na de ğer ve ri yor lar mış ve mes lek le ri ne ol du ğu ka dar ken di le ri ne olan say gı la rı nı da yi tir me miş ler ya ni. Ha nın içe ri sin de, in ce, ipin ce mer di ven ler ta ş ı yor bi zi yu ka rı la ra. Mer di ven le rin her bir ba sa ma ğı bu ha nın ta ri hi ni an la tı yor san ki... Taş lar

es ki miş , aş ın mış ... Ba sa mak lar ne re dey se oyul muş üze ri ne bas mak tan. Du var la rın ko ku su, ta Bi zans’ı, Os man lı yı ha tır la tı yor bi ze... Yi ne kü çük, dar bir ko ri dor dan ula ş ı yo ruz Aley na Dö küm’ün çe lik ka pı sı na. Bu ra da her ş ey mi ni ma li ze edil miş . On lar ca kü çük atöl ye var bu han da. Sa hip le ri bu mes lek ten olan gay rı-müs lim ler den miş duy du ğu mu za gö re. Ve bu mes lek, ya ni dö küm cü lük, esas ola rak, baş ta Er me ni ler ol mak üze re, hep azın lık lar ca ic ra edil miş dün den bu gü ne... El bet te son ra dan Türk, Kürt halk la rın dan in san lar da el at mış , öğ ren miş bu mes le ği... Gay rı-müs lim ler ka dar müs lü man lar da me rak sal mış , bu us ta lı ğın gü nü müz de ki de vam cı la rı ol muş lar. Dö küm cü lük te kul la nı lan mal ze me le rin yo ğun ko ku su kar ş ı lı yor bi zi her za man ki gi bi. Da ya -

KASIM 2009 | TAVIR | 19


izlenim

Da ha çok gü müş dö kü yor lar ama ba zen al tın dan, bronz dan ve adı na “sa rı” de ni len tunç tan ta kı/eş ya dök tük le ri de olu yor us ta la rı mı zın... Gü mü ş ün sağ lı ğa hiç bir za ra rı nın ol ma dı ğı nı söy lü yor Gı ya set tin Us ta. Bu yüz den pa di ş ah la rın bi le he men tüm eş ya la rı nın gü müş ol du ğun dan bah se di yor. Gü müş iş çi li ği Bi zans dö ne min de, İs tan bul’da çok yo ğun ola rak ya pı lı yor muş . İs tan bul’un ge le ne ği bir ba kı ma... Bu gün bi le ta kı cı lık tan tu ta lım, he di ye lik eş ya lar da, süs eş ya la rın da da en çok kul la nı lan de ğer li ma den le rin ba ş ın da gü müş ge li yor muş . Si ya si ler; ya ban cı dev let bü yük le ri ne bir ş ey ler he di ye eder ken ge nel lik le gü mü ş ü ter cih edi yor lar mış ; hat ta en son Pa pa’ya bi le Ka pa lı çar ş ı’dan gü müş eş ya si pa ri ş i ve ril miş . Bu eş ya da ha son ra ona ar ma ğan edil miş .

nıl ma ya cak ko ku lar de ğil el bet te ama yi ne de bir tür lü alı ş ı la ma yan cins ten ol du ğu nu ka bul et mek ge re ki yor. Us ta lar na sıl alış mış bu na, hiç mi ra hat sız ol mu yor lar pe ki? Mes lek le ri ni sev giy le ya pı yor on lar. El eme ği ürün le ri ne sev gi le ri ni de ka tı yor lar. Bu yüz den, kö tü de ol sa alış mış lar iş te mes lek le ri nin aş kı na, emek le ri nin ha tı rı na...

her hal de. Ren ga renk kau çuk ka lıp lar bun lar. İç le rin de kol ye uç la rı, kü pe ler, yü zük ler, kü çük bib lo lar... en vai çe ş it mal var. Şim di bi ri le ri nin boy nu nu, ku la ğı nı, bi le ği ni, par ma ğı nı süs lü yor lar. Han gi ya ş am la ra ta nık lık edi yor lar kim bi lir! Öy le ya, ta kı de yip geç me mek la zım... Bu gün dün ya nın dört bir ya nın da, ka dın-er kek mil yar lar ca in sa nın üze rin de bu ürün ler var. Bi lek lik, bi le zik, kü pe, kol ye... ta kı nın her tü rü ya Kü çük, ş i rin bir atöl ye bu ra sı... Kü çük tez gah - ni, in san la rın vaz ge çil mez le ri ara sın da... la rı var us ta la rın. Üç oda lı bu atöl ye de, dö küm iş le ri, sı ra sıy la ya pı lı yor. Her oda nın ay rı iş le vi Hal ha tır sor mak la ge çi yor ilk da ki ka la rı mız us var ta bi. Bi rin de ka lıp lar çı ka rı lı yor, di ğer oda - ta lar la. Bu gün bi ze en ba ş ın dan an la ta cak lar da fı rın la nı yor, baş ka bir oda da pres le ni yor mes lek le ri ni. Dö küm ka lı bı ha zır la mak tan, or ve sai re... Oda la rın raf la rın da, da ha ön ce ya pıl - ta ya çı kan ürü nü iş le me atöl ye le ri ne gön der mış iş le rin ka lıp la rı du ru yor. Ola ki bel ki bir dik le ri aş a ma ya ka dar... Dö küm cü lü ğü ya ni, gün ye ni den ay nı mal dan ta lep eden olur di ye abe ce sin den bu gü ne ka dar...

20 | TAVIR |KASIM 2009

Aş a ma la rı nı so ru yo ruz mes lek le ri nin; ta ne ta ne an la tı yor lar bi ze. Di ye lim ki bir ör nek ge li yor. Ta kı da ola bi lir, süs eş ya sı da ola bi lir, bir ş am dan da ola bi lir, bir fut bol ta kı mı nın amb le mi de ola bi lir bu ör nek. Bu ör nek, ta sa rım cı nın elin den çık tık tan son ra, bir ka lıp çı da nu mu ne si yap tı rı la rak ge ti ri li yor dö küm cü ye. O ka lıp la bin ler ce ör nek yap mak hem mas raf lı ola ca ğın dan, hem de çok bü yük bir za man ala ca ğın dan ge ti ri li yor dö küm cü ye. Dö küm cü o ör nek ten, müş te ri ne ka dar is ter se o ka dar sa yı da ya pa bi li yor çün kü. Müş te ri han gi ma den den is ti yor sa o ma den den ya pı lı yor. Ba zen müş te ri nin ma de ni ken di si nin de ge tir di ği olu yor muş ama ge nel lik le us ta lar ken di le ri alı yor ma den le ri. Gü müş me se la “has gü müş ” ola rak alı nı yor gü müş sa tı cı la rın dan. Di ğer le ri de yi ne öy le, “has”ın dan, kat kı sı zın dan alı nı yor... Kau çuk lar ha zır. Ge ti ri len nu mu ne nin ka lı bı nı çı kar mak için ön ce nu mu ne nin bü yük lü ğü ne gö re, yük sek ısı lı pre se gi re cek bir ka lıp ku tu su ayar la nı yor. Al tı na sa tın alın mış ha zır kau çuk lar di zi li yor ve üze ri ne de ka lı bı çı ka rı la cak nu mu ne ko nu lu yor. Son ra nu mu ne nin ya nı na ve üze ri ne de kau çuk lar di zil dik ten son ra, sı ra yük sek ısı lı pres le rin içi ne yer leş tir me ye ge li yor. Yük sek ısı da o kau çuk lar eri ye rek ge ti ri len nu mu ne yi hiç bir boş luk bı rak ma ma ca sı na kap lı yor. Son ra so ğu ma ya bı ra kı lı yor kau çuk ka lıp. Kau çuk ka lı bı kes mek ve içe ri sin de ki nu mu ne yi çı kar mak us ta lık is ti yor ger çek ten.


izlenim

Bil di ği miz ame li yat neş ter le riy le ya pı lı yor bu iş . Ka za lar da olu yor ta bi ara da. Gı ya set tin Us ta çok na dir de ol sa böy le du rum lar ya ş a dık la rı nı, ge çen haf ta ken di eli ni kes ti ği ni söy lü yor me se la. Us ta lı ğı na ya kış tı ra ma dı ğı nı an lı yo ruz bu du ru mu an la tır ken. Olu yor iş te böy le ş ey ler, gü nü müz dün ya sın da in san lar, sa de ce ken di iş le ri ne yo ğun la ş a mı yor lar, ka fa la rın da dük kan ki ra la rın dan ev de ki ço cuk la rın okul mas raf la rı na ka dar bin ler ce ş ey do la ş ı yor. Bu da us ta nın dik ka ti ni azal tan fak tör ler den bi ri iş te... So run çok ne ya zık ki. Ge çen haf ta be le di ye mü hür le miş us ta la r ı mı z ın dük ka nı nı. Dö küm atöl ye le rin de kul la nı lan mal ze me le rin in san sağ lı ğı na za rar lı ol du ğun dan bah se di yor lar mış ge rek çe ola rak. Amaç baş ka ta bi... Ora lar çok de ğer li. İn san la rı ca nın dan bez di rip, Ku yum cu kent’e sür gü ne gön der mek ve bo ş al tı lan bu ha nı rant amaç lı kul lan mak is ti yor lar. Ney se ki ş im di lik so run hal le dil miş , da ha doğ ru su öte len miş . İn san la rın ek mek le riy le oy na mak bu ka dar ba sit! Bir de iş in baş ka bo yu tu var. Ya ş a mı mı zın ar tık he men her ala nın da kar şı mı za çı kan te kel ci lik, dö küm us ta la rı nın da kar ş ı sı na çık mış du rum da. Ku yum cu lu ğun da te kel le ri var ş im di. On lar ku yum cu lu ğun her aşa ma sı nı bü yük fab ri ka lar da ar tık oto mas yon la hal let mek ve kü çük atöl ye sa hi bi us ta la rın ek me ği ni el le rin den al mak is ti yor lar. Bu doğ rul tu da be le di ye ler de on la rın ta şe ro nu gi bi ça lı ş ı yor. Gı ya set tin Us ta’nın dük ka nı nın mü hür len me si de bu se bep ten... Ve yi ne her alan da rast la dı ğı mız ör güt süz lük, ne ya zık ki bu mes lek da lın da da kar ş ı mı za çı kı yor. Dö küm cü ler, atöl ye ci ler ör güt süz ler. Ken di le ri ne kar şı ya pı lan hak sız lık la ra, ada let siz lik le re ses le ri ni te kil çı ka rı yor lar bu ne den le. Oy sa ken di güç le ri nin far kın da de ğil ler, di ğer tüm emek çi ke sim le rin ol du ğu gi bi... Kau çuk ke si lip de nu mu ne çı ka rıl dık tan son ra, kau çuk ka lı bın içe ri si ni mum la dol dur ma aş a ma sı na ge li ni yor. Mum, bil di ği miz mu ma ben ze yen bir mad de. Eri ti le rek ko yu kı va ma ge ti ril dik ten son ra mum bas ma ma ki ne le ri ne dol du ru yor bu mad de ve kau çuk ka lı bın ucun dan açı lan bir de lik ten ka lı bın içe ri si ne dol du ru lu yor. Bir sü re son ra so ğu yan mum, ka lı bın şek li ni alı yor ve ka lı bın içe ri sin den çı ka rı lı yor. Ka lıp tan çı kan mum dan ş e kil ler, yi ne mum dan bir kü çük di rek üze ri ne tek tek mon te edi li yor ve de yim ye rin dey se mum dan bir ağa ca dö nü ş ü yor. Bu “ağaç”, de mir den bir

fa nu sun içe ri si ne yer leş ti ril dik ten son ra et ra fı ko li bant la rıy la ka pa tı lı yor ve bu kez de su lan dı rıl mış al çı ile dol du ru lu yor. Ka lıp tan çı kan tüm şe kil le rin her ya nı al çıy la kap lan mış olu yor böy le lik le. Sı ra da ş im di bu al çı dan ka lı bın va kum lan ma sı ve fı rın lan ma sı var. Fı rın lan ma aş a ma sın dan ön ce on ca emek le ya pı lan mum la rın o al çı ka lı bın dan çı ka rıl ma sı ge re ki yor el bet te. Ki, içe ri si ne han gi ma den den is te ni yor sa o ma de nin eri miş ha li dol du rul sun... Son ra da bu de di ği miz iş lem ya pı lı yor ve yük sek ısı da fı rın la nı yor. Ve sı cak al çı, so ğuk su ya atıl dı ğın da bir den çö zü lüp gi di yor. Tü müy le al çı dan da te miz len miş olan ürün ler ar tık atöl ye le re git me ye ha zır ha le ge li yor. Kim bi lir ki min boy nun da, bi le ğin de, ku la ğın da ta ş ı na cak lar... Kim bi lir ki min vit ri ni ni, seh pa la rı nı süs le ye cek ler... Kim bi lir ki min du va rın da ser gi le ne cek ler... Ve kim bi lir han gi sa tı cı la rı zen gin ede cek ler... Bir de bu var el bet te. İçin de ya ş a dı ğı mız eko no mik sis tem de kü çük üre ti ci le rin, kü çük es na fın ka zan ma sı, zen gin ol ma sı di ye bir ş e yin müm kün ol ma ya ca ğı nı bu gün her kes bi li yor. Ka za nan yal nız ca te kel ler ve bü yük sa tı cı lar... Gı ya set tin ve Bü lent us ta la rın, kal fa la rı Yu suf’un el eme ği, göz nu ru ürün le ri, ne ya zık ki ger çek üre ten ler ola rak on la rı zen gin et mi yor. O us ta lar, sis te min az gın sö mü rü ağın da hep bi ri le ri ni zen gin edi yor lar. Ha ya tın ta sa sı, der di hep on la ra dü şü yor... Dert, ta sa der ken bir do kun bin ah iş it mi sa li an la tı yor Gı ya set tin Us ta. Bat man’ın Sa son il çe sin den kal kıp İs tan bul’a gel miş ve bu mes le ğin er ba bı ol muş us ta, bu mes le ğin bir an ön ce ko ru ma al tı na alın ma sı nı is ti yor. 200-250 ara sı atöl ye kal mış kos ko ca Tür ki ye’de. Bu da en faz la 200-250 us ta ve kal fa de mek. Ne ka dar az de ğil mi? Üs te lik bu mes lek, dün ya üze rin de yal nız ca Tür ki ye’de ya pı lı yor. Te kel ler bu mes le ği boğ ma dan, ha yat ş art la rı on la rı bu mes le ği ya pa maz ha le ge tir me den bir an ön ce, yük sek okul lar da dö küm cü lük bö lüm le ri aça rak ol sun, ver gi in di ri min de bu lu na rak ol sun, de ği şik yol lar la ol sun, bu gü ze lim mes le ğin de va mı nı is ti yor Gı ya set tin Us ta. Bü lent Us ta da ka tı lı yor mes lek da ş ı nın söz le ri ne. Bu mes le ği sev dik le ri ni, her ş e yin pa ra ol ma dı ğı nı, bu mes le ğin bu yüz den ya ş a ma sı nı is te dik le ri ni be lir ti yor.

İş te top ra ğın al tın dan çı kıp da in sa nın üze rin de ta ş ı dı ğı bir ta kı ha li ne ge len ma den le rin hay ran lık ve ri ci öy kü sü... Us ta la rın el le rin de bir me tal par ça sı iken, alın te riy le ıs la na ıs la na de ği ş e rek, de ğe ri ni bi ne kat la yan bu ma den ler, bel ki de dün ya nın en gü zel mes lek le ri nin doğ ma sı na yol aç mış . Ne iyi et miş ger çek ten! Yok kay bol ma sın böy le gü zel mes lek ler. Kay bol ma sı nın önü ne ge çe bi le cek olan lar, en baş ta bu mes le ği sür dü ren, bir avuç kal mış da ol sa lar, us ta lar; bir ara ya gel me li, ör güt len me li, hak la rı nı so nun ka dar ara ma lı... Son ra sı ar tık di ğer ke sim le rin us ta la rı mız la da ya nış ma sı na ka lı yor. Ya ş a mın her ala la nın da ol du ğu gi bi eme ğiy le ge çi nen, eme ği ni sa ta rak ha ya tı nı ka za nan la rın bir ara ya gel me si nin el zem ol du ğu gün le ri ya ş ı yo ruz. Dö küm us ta la rı, mes lek le ri nin yok ol ma sı nı is te mi yor lar. Hiç bir us ta is te mez ki za ten mes le ği nin yok ol ma sı nı. İş te tam da bu ra da, top lum lar ta ri hi nin kar ş ı ko nu la maz akı ş ı çı kı yor kar ş ı mı za. Eko no mik alt ya pı nın be lir le yi ci li ğin de iler li yor, de ği ş i yor top lum lar... Ka pi ta list top lum da, ken din den ön ce ki feo dal top lum dan son ra top lum lar ta ri hin de bir ile ri aş a ma ola rak ye ri ni al mış tı 19. yy’da... Üre tim araç la rı nı ge liş ti rir ken, kü çük atöl ye le rin ye ri ne oto mas yon üre tim ya pı lan, bin ler ce iş çi nin bi ra ra da ça lış tı ğı fab ri ka la rı ge tir di kar şı mı za ka pi ta lizm... Şim di üre ti ci güç le rin ge liş me si nin önü ne en gel du rum da, o ay rı me se le. Her ney se uzun la fın kı sa sı, gön lü müz atöl ye le rin sı cak dün ya sı nın ya ş a ma sı, us ta la rı mı zın hep si bi rer ta rih olan mes lek le ri ni de vam et tir me si iken, öte yan dan bi li min, tek no lo ji nin kar ş ı sın da es ki yen üre tim mo del le ri sa vun ma nın ye ri var mı yok mu di ye de dü ş ün mü yor de ğil in san. Bel ki ta ri hin acı ma sız çark la rın da bir çok mes lek yok olup gi de cek, bu na kar ş ı ko ya mı yo ruz. Ör ne ğin ka ra sa ban yok ar tık dün ya mız da; onun us ta la rı da ar tık ya şa mı yor. Gı ya sed din ve Bü lent us ta lar da bel ki bu mes le ğin son us ta la rı ola cak lar. Sö mü rü çark la rı için de, emek le ri nin, alın ter le ri nin bu az gın ka pi ta list dün ya da sö mü rül me si bi zi asıl ya ra la yan, kız dı ran, öf ke len di ren... Bu acı ma sız sö mü rü dün ya sı, di re ne me yen le ri öğü tü ve ri yor işte. Di ren mek ka lı yor ya ni us ta la rı mı za. Bi li me, tek no lo ji ye de ğil ama mut la ka hak sız lık la ra, ada let siz lik le re, il le de sö mü rü ye di ren mek!... ❏

KASIM 2009 | TAVIR | 21


röportaj

vedat yıldırım’la “bajar” üzerine... tavır

an la yıșla rı nı mı anlatmak istiyorsunuz? Onların hayatlarını anlatmak... Ama bu hayatı anlatırken, tabi dediğiniz gibi șehrin müzikal dünyası daha farklı. Daha geçișken, popüler müzikle içiçe olan bir hayat yașıyoruz. İnsanlar ne kadar Hakkariliyse, Mardinliyse de, buraya geldiklerinde kendi geleneksel șarkılarını dinliyorlar, halaylarını düğünlerinde kullanıyorlar. Bir taraftan da televizyonu açıyorsunuz pop müzik, arabesk, rock, hiphoptan tutun da birçok tarzla tanıșıyorlar. Dolayısıyla böyle melez, karmașık bir șey var, kültürel bir doku var. Biz de bu dünyadan yola çıkarak, bestelerden olușan bir proje ortaya koyduk. Sound olarak tabi ki burada, bu hayatın bize sunduğu bir dünya var ama bir taraftan da insanlar kendi müzikal beğenileri ile bu soundu belirliyor. Ben mesala davul çalıyordum, rock müziğe bir ilgim vardı.

Daha önce, Kardeș Türküler grubunun içinden çıkan, onun bir projesi olan Gayda İstanbul’la bir söyleși yapmıș, sizlere onları tanıtmıștık. Bu sayımızda da Kardeș Türküler’in bir bașka projesi olan Bajar’la bulușalım ve onları tanıyalım istedik. Grubun solisti Vedat Yıldırım’la konuștuk, sorularımızı sorduk...

ler șehirleșmeye bașladı, mesela Kızıltepe gibi ilçeler kocaman șehirlere dönüștüler. İstanbul, İzmir, Mersin’e büyük göçler oldu. İstanbul, Kürtlerin en çok yașadığı șehir șimdi. Bu, sosyolojik bir dönüșüm de yarattı aslında Kürtler üzerinde. Hayatları değiști, meslekleri değiști; toprakla geçinen insanlar buralara yerleștiler ve daha vasıfsız bir konuma geldiler. Farklı ișler yapmaya bașladılar; küçük gelirli hizmet sektöründe çalıștılar. Restoranlara gidiyorsun, her yerde genç Kürt çocukları var. Buraya gelen bir çocuk șu an bir genç, İstanbul’da, Mersin’de, İzmir’de yașıyor ve buradaki popüler kültürün içinde bir hayat yașıyorlar. Bunun iște müzikal dilini korumak gibi bir derdi var Bajar’ın. Biliyorsun Bajar da șehir demek.

Ön ce lik le al büm için ha yır lı ol sun di ye lim. Ve ilk ola rak șu nu so ra lım, Ba jar han gi ih ti ya cın ürü nü ola rak or ta ya çık tı? Șu sıralar Kürt meselesi, demokratik açılım konușuluyor. Aslında otuz yıl deniyor ama daha öncesi var bu problemin. Bu sürecinin Kürtler üzerinde yarattığı bir hayat değișimi var. Kürtler artık șehirli oldu. Biliyorsunuz çatıșma dönemlerinde köy boșaltmalar sonucu Kürtlerin birçoğu büyük șehirlere göç ettiler. Ya da ilçe- Șe hir de ya șa yan Kürt le rin de ği șen mü zik

22 | TAVIR | KASIM 2009

Ba jar kim ler den olu șu yor? Dediğim gibi Kardeș Türküler projesinde görev alıyorum. Orada bir dönem bașka arkadașlarla birlikte rock soundu üzerinden bir arayıșımız olmuștu. Rock diyorum ama biraz melez bir tarz. Ama kullanılan enstrümanlar davul, elektrik gitar, bas gibi rock müzik enstrümanları. Sonra Kardeș Türküler’in çalıșmaları ön plana çıkınca bu arayıșımız kenarda kaldı. İki-üç yıl önce tekrar oturduk ve bu alanda da motive olmaya çalıștık. Bu sefer bașka arkadașlarla tabi... Gitarist bir arkadaș var Murat Tanbay, klavye çalan bir arkadaș var Ferhat, sonra bas gitarcı arkadaș Arya gruba eklendi. Böylece soundu olușturmaya bașladık. Sonra da kadro değișimleri oldu, gitarist değiști. Murat Tanbay bașlarda vardı, düzenlemelerde çok iyiydi. Sound olușumunda büyük katkısı oldu, Ferhat keza. İki senedir konser veriyoruz. Albüm çıkmadan önce 20-25 konser verdik. Çünkü sahnede piș-


röportaj

sin dedik bu iș. Bu önemli çünkü yeni bir șey yaratıyorsunuz; sadece seyirci ile karșılașma da aslında bir çalıșmadır. Yap tı ğı nız mü zi ği na sıl ta nım lı yor su nuz, mü zi kal ola rak? Ben aynı zamanda Kardeș Türküler’deyim, orada da güncel șeyler var. Ama Kardeș Türküler’e kent müziği diyemeyiz, orada daha çok geleneksel müzikte bir yığılma var; bu müzik üzerinde deneysel bir iklim yaratılmaya çalıșılıyor. Orada elektrik gitarı, klavyeyi geliștirmekten öte bağlamanın dilini geliștirmek, perküsyonların dilini geliștirmek daha farklı, deneysel șeyler yapma isteği var. Ama Bajar’da biraz bu dediğimiz Kürdi duyarlılığın ve ekipteki diğer insanların müzikal duyarlılıkları üzerinden gelișiyor. Ama bir taraftan ben Kürdüm ama bakın șimdi Türkçe konușuyoruz. Benim aslında bașka bir dünyam da var, bu yüzden proje iki dilde, yüzde 70 Kürtçe, yüzde 30 Türkçe’dir. Bu iki dili de kullanıyoruz. Bu duyarlılığı dediğimiz enstrümanlara nasıl aktarabiliriz? Bunu yaparken tabi değișik formlar var, rock formu, hiphop gibi... Ama belli bir yere doğru gitmek de istemiyoruz. Mesela İngiliz alternatif rock müziği yapacağız gibi değil de, bu enstrümanlarla bakalım neler yapacağız? İște dil var, melodiler var. Dilimiz Kürtçe, Türkçe ama melodilerde Kürdi bir ton yakalanmaya çalıșılıyor. Türkçe șarkılara fazla ağırlık vermedik ama bir taraftan da melez bir dünyamız var bizim. Ortadoğu’nun böyle bir dünyası da var. Afrikalılar Amerika’ya geldiklerinde kendi kültürlerini de getirdiler. Kendi müzikal melodilerini, müzikal hafızalarını hiç tanımadıkları enstürmanlarla bulușturdular. Mesela askeri bandolara trompet götürdüler, klarnet götürdüler ve böylece kendileri bir form yarattılar. Tabi bizimki de böyle bir arayıș. Ama biz yolun çok bașındayız yakalayabilecek miyiz bilmiyoruz. Bu ra dan he men ara ya gi re lim, rock mü zi ğe na sıl ba kı yor su nuz, çün kü önem li bir șey, bu mü zi ğin sert for mu ve mu ha lif bir ya nı var ve bu nun gi bi bir çok özel li ği var. Si zin bu mü zi ğe yö nel me niz de ki amaç ne dir? Rock nasıl cezbediyor insanları? Yüksek derecede müzik, driveların kullanılması, distorșınların kullanılması... Siz bunu protest bir karakterde de kullanabilirsiniz, muhalif bir karakterde de kullanabilirsiniz, ya da șiddet içerikli bir amaç için de kullanabilirsiniz. Ne bileyim heavy me-

tallerin geldiği bazı noktalar var. Dıșavurumun çok farklı șekilleri olabilir. Daha insani bir dıșavurum olabilir, bir de daha vahșete varan dıșavurumlar olabilir. Bizi cezbeden tarafı, daha çok insanların dertlerini, dünyalarını haykırmaya yardımcı olması. Bu yönüyle tabi biliyorsunuz rock, siyahi gelenekten çok fazla yararlanmıș. Sonra çok farklı yerlere evrilmiș ve protest karakterli bir dönem dıșavurumcu çalıșmaların olduğu, star dönemlerine evrilmiș. Tabi sonraki süreçte içerikten çıkıp imaja dönüșmüș. Saçlarını uzatır, ben de isyankarım der. Bu neyin isyanıdır? İçerikle müzikal form arasındaki ilișki bir yerden sonra kaybolmaya bașlıyor. Punk var bunun yanında, bunlar farklı bir geleneğin parçalarıdır. Bunları sahiplenmeye çalıșıyoruz. Siyahi gelenekleri de sahiplenmeye çalıșıyoruz. Çünkü orada çok güçlü, incelikli bir dünya var, punck müziği düșündüğünde. Bu müzikler hakkında belli araștırmaları, okumaları yapıyoruz. Enstrümanlarını da kullanabiliriz ileride, neden olmasın. Biz, bașta baslı bağlama, ut gibi bir șeyler de kullandık. Sonra șöyle bir kolaycılığa yöneldik, șunu ihmal ettik. Bir șarkı var, ezgi çalacaksınız ve bağlama çalıyor hemen, aa ne güzel. Önemli olan burada gitarda bu dili yaratabilecek miyiz? Yani sen o makamsal melodiyi gitarda nasıl yakalayacaksın? Bizim buradaki derdimiz biraz budur. Kar deș Tür kü ler’le, BGST ile ilișki niz na sıl ola cak? Ba jar, BGST pro je si mi? BGST bir kültür sanat topluluğu. Burada dans, tiyatro, müzik gibi çalıșmalar yapılıyor. Bu da o projelerden bir tanesi. Müzikal alanda yapılan projelerden birisi. Kardeș Türküler ayrı proje, Gayda İstanbul ayrı proje, Bajar ayrı proje. Ne den böy le bir șe ye ih ti yaç duy du nuz? Șu nu da me rak edi yo ruz, bu hep böy le mi de vam ede cek, bir bi rin den ay rı la cak mı? Yok canım, devam eder inșallah. Biraz ihtiyaç șundan. Kardeș Türküler’de birçok dilden müzik yapılıyor, birçok kültürden müzikler yapılıyor. Ve kalabalık bir ekip. Șimdi bir taraftan da insanların belli bir alanda derinleșmesi gerekiyor. İște ben bir Kürt olarak Kürt müziğinde derinleșmek istiyorum. Fehmiye kendisi Makedon, iște o Roman, Balkan müzikleri içinde ayrıntılı çalıșmak istiyor. Sonuçta, Kürtçe de, Balkan müziği de Kardeș Türküler’de her bölümde yok, bir bölümde olabiliyor. Bir bu nedenden böyle farklı projeler yapıyoruz, Feryal de ayrı bir albüm çıkarmıștı. Bir de farklı ifade ola-

naklarına dair de bir șeyler olabilir. Sonuçta Bajar’daki ifade olanakları farklı. Ondan sonra daha serbest bir çalıșma. Besteler ağırlıkta olduğu için. Yani Kardeș Türküler’de geleneksel müziklerin temsiliyeti çok özel bir yerde durur, örneğin türküler ve bunların yorumlanması... Ama Bajar daha serbest bir çalıșma. Açı ğa çık ma mıș bir çok tür kü var. Bun la ra da yö ne le cek mi si niz? Ana do lu top rak la rı bu ko nu da o ka dar ge niș ki, Kürt mü zi ği nin dı șın da ne re ye gi der sen git bir sü rü tür kü ye ula șa bi lir sin. Ya çok az bi li nen, ya da hiç bi lin me yen... Aslında bunu Kardeș Türküler’de yapmaya çalıșıyoruz. Bu konuda çok büyük eksiklikler var Türkiye’de, Kardeș Türküler’de de var. Çok sistematik derleme çalıșmaları noktasında Türkiye’de halen derinlemesine bir faaliyet yok. Bunların yapılması gerekiyor. Bajar’da da geleneksel șarkılar bir-iki tane var. Son șarkı geleneksel. O tür çalıșmalar olacak. Mirkut var albümde örneğin Șivan Perwer’den, gelenekselden beslenen ama onun olan bir șarkı. Bajar nihayetinde beste merkezli bir çalıșma. Ama gelenekten beslenerek. Mesela albümdeki Nana șarkısı beste ama gelenekselden beslenmiș bir șarkı. Zaten biz hangi tarz müziği yaparsak yapalım kendi müzikal hafızalarımızdakileri tașımak durumundayız. Biz, geleneksel müziklerden beslenme deyince, sanki üçüncü dünya ülkeleri besteliyor geleneksel müzikleri de, sonra da Batı tarzında bir araya getiriyorlar gibi görülüyor. Blues da siyahilerin geleneksel müziği; rock da siyahi geleneksel müzikle beyazların bilmem neyinin bir araya gelmesiyle olușmuș. Hepsi bir orada. Bizde Batı merkezli bir bakıș açısı hakim. Bir modern/evrensel formlar var, bir de geleneksel müzikler var, onları biraraya getirmek istiyoruz. Șu an da grup kaç ki și den olu șu yor? Bes te ler na sıl ya pı lı yor, tek tek mi ya pı yor su nuz? 6 kiși. Beraber yaptığımız besteler de var. Berfin mesela. Düzenlemeler kolektif oluyor. Ama söz yazımında mesela; Kürtçelerde ben Kürtçe biliyorum ben yazıyorum. Zazacayı bilmiyorum ama orada da Cemal Taș abimiz var o yardımcı oluyor. Șivan Perwer’den bir șarkı var, Mirkut... Kardeș Türküler’de de vardı. Orhan Gencebay’dan bir șarkı aldık, Elhamdülillah. Onun biraz daha hak-adalet arayıșı, protest bir

KASIM 2009 | TAVIR | 23


röportaj

Tabi bir de sözlere dikkat etmek lazım. Biz bu projede sözlere çok önem vermeye çalıșıyoruz. Sapma yașanabiliyor. Bir sound olușturma derken, soundu sadece müziğin içinden kurup, sözlerin içeriğinin ikincil bir yerde kalması gibi bir durum var. İște rockçılar siyah giyer vs. Peki sen neyi anlatıyorsun, neye isyan ediyorsun? Her șey muğlak ve içeriği boșaltılıyor. Șarkı sözü yazmak tümüyle söz oyunlarına doğru gidiyor. İnsanları, hayatı, insana dair öyküleri göremiyoruz șarkı sözlerinde. O yüzden bizim șarkılarımızda bir öykü var. İșportacı bir çocuğun anlatımı var, bir amelenin hayatı var, Mirkut zaten bir emek șarkısı.

yanı var. Bu nu da sor mak is ti yo ruz. Bu șar kı ara besk bir șar kı. Bu nu al bü me koy mak ta ki ama cı nız ney di? Orhan Gencebay, Șivan Perwer, Neșet Ertaș bambașka insanlar... Yaptıkları ürünler çok açık. Birçok tarzda besteleri var. Geniș ve deneysel bir alan sunmușlar aslında. Orhan Gencebay’ın halkçı diyebileceğimiz șarkıları da vardır; Hayat Kavgası diye bir șarkısı vardır örneğin, ya da Hatasız Kul Olmaz’ı sayabiliriz... Bu albümdeki șarkının da protest bir yanı var. Sözlerinde biraz hak-adalet dile getirilmeye çalıșılıyor. Orhan Gencebay kendi çalıșmalarına serbest çalıșmalar diyor. Yani o anlamda gerçekten dürüst ve gelenekten çok beslenerek yapmıș. Șimdi Elhadülillah’ın melodisine bak, geleneksel makam dünyasından çok etkilenmiș. Hatasız Kul Olmaz da bozlak, Orta Anadolu müziğinden çok beslenmiș. Bu anlamda Orhan Gencebay müziğinde, arabesk dediğimiz Mısırda’ki Arap dünyanısının etkileri olmuș. Oradan getirilmiș, o formdan beslenmiș. Ama melodik dünyasına, ritmik formuna baktığınızda geleneksel müziklerden çok etkilenmiș bir müzisyen. O anlamda ayrı bir yere koyamıyorum Orhan Gencebay’ı, Mahsuni’yi... Ama sözler açısından Așık Mahsuni daha muhaliftir. Orhan Gencebay’da ise sevda temaları çoktur. Ama Batsın Bu Dünya’da da farklı bir șeyler vardır.

24 | TAVIR | KASIM 2009

’80 ön ce si ve son ra sın da bu mü zik çok ya yıl mıș, önü çok açıl mıș. Se be bi de halk mu ha le fe ti var ve sa na tın da in san la rı et ki le yi ci bir ya nı var. Bu dü ze nin sa hip le ri mü zi ği de, bu ara cı da ken di çı kar la rı doğ rul tu sun da kul la nı yor lar. Ba kı yor sun hep öne çı kan lar șim di po pun en iğ renç le ri. Böy le ce sa na tı da in san la rı sus tur ma da, tep ki siz leștir me de bir araç ola rak kul la nı yor lar. Ama si zin de di ği niz mü zi kal bo yut ta, ens trü man kul lan ma bo yu tun da ba ka rak, bu po li ti ka yı olum la ma an la mı na gel mi yor mu? Arabesk, tüketime yönelik bir yere gitti özellikle ’80 bașlarında. Ama bu müziğin içinde çok farklı yerlerde duran insanlar da var. Orhan Gencebay iște bunlardan biri. Ve sonuçta popüler müzik diyoruz ya, Türkiye’de en güçlü popüler müzik formu nedir? İster kabul edin, ister etmeyin arabesk müziktir. Her yere sirayet etmiștir. Her türlü müzikte kullanılıyor, hani yaylılar falan. Ve bu güçlü bir özelliktir. Burada problem șu, bu forma tamamen sırtınızı dönebilirsiniz. Yani bu da fazla Batıcı bir șey, Doğuyu tırnak içinde söylüyorum, hor gören, lahmacun kültürü buralara geldi mahvetti diyen, Beyaz Türkler var, iște bu aralar ulusalcılık var, öyle bir antipati var. Kendinden olmayanları hor gören, onları geri görenler var... Doğu nedir, hep böyle töre cinayetleri vardır, bunlar zaten böyledir, yani böyle bir yere doğru da gidebilir. Arabeski iyi değerlendirmek gerekir.

Ba jar po li tik ola rak da bir șey ler ya pa cak mı? Sis te min ve in san la rın po li tik so run la rı nı an lat ma, bu ko nu da șar kı lar yap ma gi bi bir çiz gi si ola cak mı? Bizim müziğimizi sadece Kürtler dinlesin diye bir derdimiz yok. Bunlar hepimizin dertleri. Gündelik hayatın bir politikası vardır ya. Kürt meselesini bir ișportacı çocuğun hayatından da görebilirsin, onun hayatını bilerek gündelik hayatın politikasını açığa çıkarmak... Bu çocuk kendiliğinden nasıl geldi buraya? Biraz gündelik hayatın politikasını aslında açığa çıkartmak gibi. Ama orada ișportacı çocukla da sınırlı değil; yeri gelir Tuzla’daki bir ișçi olur, onu da anlatırız. Yani sadece oturup Kürtleri anlatmak gibi bir derdimiz yok. Biz bu öykülemelere, senaryolara devam edeceğiz. Hep Kürt çe mi söy le ye cek si niz? Biraz beste çalıșması yapılıyor ya, dillerini bilmeniz lazım. O yüzden ister istemez böyle olacak, Kürtçe, Türkçe biliyoruz. Marsis isimli bir ekip var. Onlarla bir ilișkimiz var, ortak projeler düșünüyoruz. Kürtçe-Lazca bir șarkı olur mu, olur. Böyle bulușma anları mutlaka olur. Arapça ile Türkçe, Kürtçe gibi bir șey örneğin. Kar deș Tür kü ler’in için den gel me nin si ze fay da sı var de ğil mi? Geleneksel müziği bir yana at, halk müziğinin temalarını, makamsal yapılarını biz oralardan öğrendik. Kardeș Türküler’in çok büyük bir faydası var bize. Te șek kür edi yo ruz... Ben teșekkür ederim. ❏


ayın fotoğrafı

foto: ferhat eyüboğlu

KASIM 2009 | TAVIR | 25


şiir

28’lerin türküsü nazım hikmet

Moskovaya cephe yetmiș kilometreden az Yayan 12 saat, Uçakla 10 dakka, Ve hartanın üstünde bir buçuk santim. Hartanın üstünde kar yok Rüzgar yok, Gece gündüz yok, ölen yașayan yok İnsan yok. Harta kaat, Harta resim. Hartanın üstünde cephe Moskova’ya bir buçuk santim. Ve karın yağdığı toprağın üstünde yetmiș kilometreden az. Karın yağdığı toprağın üstünde fakat Dövüșüyor ölüme karșı pırıl pırıl bir hayat. Ve düșman İnanılmayacak kadar uzak: Yepyeni bir insan boyu uzak Moskova’dan. 41 yılı Kasım ayının on altısı. On üçü zırhlı 50 tümen, 3000 top, ve 700 uçak Moskova’ya bir kere daha saldıracak. Plan: Bolșevik bașkentini sarmak iki yandan Ve kuzeyde ve güneyde derinliğine dalıp Ve șehri tutan partizanları parça parça çember içine alıp Yok etmek. Hitler, tank sayısı bakımından üstün durumdadır.

26 | TAVIR | KASIM 2009

Tank önemli alettir inkar eden yok. Fakat bizde insanlar kullanır tankları Onlarda tanklar insanları. Tankların kullandığı insanlar Bir yaz sabahı bașlamıșlardı yürümeye. Saçları taranmıș ve üniformaları șıktı. Yürüdüler kanayarak, yürüdüler iki mevsim boyu Ve bir kıș gecesi cennet karșılarına çıktı. Ama artık Ne saçları taralı, ne üniformaları șık. Yarı bellerine kadar kar içinde Ve boyunlarına gömülü bașları, Uzamıș trașları Ve alınlarında pafta pafta çatlamıș deri. Moskova’yı fethe gelen ordu Yaralıydı, açtı, üșüyordu. Omuzlarında kadın eteklikleri Ve eldiven diye çocuk çoraplarına kadar Her ısıtabilen șeyi zorla çekip almıștılar. Ve karșıda cennet. Ara yerde fakat O bitip tükenmeyen O aklar giymiș kızıl șeytan sürüsü. Etrafta uçsuz bucaksız bembeyaz ova. Karșıda cennet, Karșıda Moskova, Moskova, Açlığın, kanamanın, soğuğun sonu, Moskova, Moskova yakıncacıktı. Moskova bir kaloriferdi,

Moskova bir kilerdi, Moskova bir kuștüyü yastıktı. Musluklarda kaynar sular. Mağazalar kürkle dolu. Süngünün ucuyla kilidi kır: En ısıtan, en yumușak deri sırtındadır. Adım bașında havyar, Adım bașında sucuk, Ve tereyağlar dağlar gibi. Sonra yastık, yatak Ve karnı tok Uyumak. Artık ne baskın, ne cephe, ne partizan. Uyu Uyan Isın Ye. Uyu Uyan Isın, Ta ki yakılmadık bir gram kömür İçilmedik bir kadeh votka kalmasın. Sonra harp bitsin artık Ve dönülsün: Kahraman. Moskova’yı fethe gelen ordu Yaralıydı, açtı, üșüyordu. Ve bir hayvan içgüdüsüyle karlı bir ovada kalan yaralı, aç ve üșüyen bir hayvan bir hayvan içgüdüsüyle gözü dönmüș, bașı önde, kuyruğu gergin,


şiir

sıcağa ve yemeğe kavușabilmek için dövüșüyordu. Dövüșüyordu: tüyleri diken diken Ve Moskova tehlikedeydi her șeye rağmen. 41 yılı Kasım ayının on altısı. Volokolamsk șosesinde karın üstünde Alaman tanklarının karaltısı. 20 tane. Simsiyah. Koskocaman. Herbiri kör bir gergedan gibi yürüyor Öyle acıklı ve korkunç. Ve aptal bir pehlivan gibi çirkin. Ve hiç benzemedikleri halde akrebe benziyorlar. Petelino-garda, siperde 28 insan gördü gelenleri. Ve yorgun baktılar birbirlerinin yüzüne. Saatlerce dövüșmüș Ve az önce bitirmișlerdi ișini bir düșman bölüğünün. Ve yan yana, üst üste kadavra doluydu siperin önü. Tanklar yaklașıyordu homurdanarak. Siperde, kıstı kara üzüm gözlerini Mustafa Sungurbay: “- Vay anam,” dedi, “vay, 20 tane be.” Ve yirmi kurda rastlayan bir avcı gibi güldü. Kloçkof, arkadan atladı sipere, Bölüğün siyasal komiseriydi, Komünist, “- Merhaba çocuklar” dedi. Ve büyük bir müjde verecekmiș gibi sustu, bekledi. Bölükte “Diev” diye çağırırlardı onu. Ukraynalı Bondarenko takmıștı bu adı ona: Durup dinlenmeden çalıșmasından ötürü. Bir zeytin ağacı gibi verimli, Bir karınca gibi hamarat, Ne zaman așık olur, ne zaman yemek yer, ne zaman uyurdu, Durup dinlenmeden yoğrulan bir hamurdu Kloçkof Diev’in kocaman ellerinde hayat. Siperdekiler sevinçle baktılar Diev’e. Ayarladı sesini Kloçkof Diev Ve müjdesini verdi: “ – Hesapladım çocuklar, gelenler 20, biz 29: bir tam sayı yüzde kırkbeș adama bir tam sayı tank düșüyor. Biz tanklardan yüzde kırk beș fazlayız.” Diev hesabında yüzde beș yanıldı yalnız: 29’undan biri korkaktı. Sipere ilk yaklașan tankın içinden Alaman:

“ – Teslim olun,” diye bağırınca, kollarını kaldırıp ayağa kalktı. Siperde kumandasız bir salvo sesi Ve korkanın kalkmasıyla düșmesi bir oldu. Siperde 28 kaldılar. Kavga dört saat sürdü. Tankların on dördü İnsanların yedisi hareketsiz kaldılar. Kavga kazanılmıș gibiydi. Fakat Kloçkof Diev 30 tank daha gördü. Geliyorlardı akșam karanlığını yarıp. Ötekilerden iriydiler. Balestik, radyo, motor, çelik: Yirminci yüzyılın bütün teknik hünerlerin tașıdıkları halde Ortaçağ aletlerine benziyorlardı: Bir șeyler vardı biçimlerinde falan İlmi-simyayla, büyüyle filan ilgiliymișler gibi. Kloçkof Diev sordu siperdekilere: “- Yeni gelenleri saydınız mı?” “- hayır.” “- Ben saydım: 30 Altı tane de eskiden kalan, etti 36. Biz yirmi biriz. İnce eleyip sık dokumazsak Bir adama iki tank düșüyor diyebiliriz. Ve çekilmek imkanı yok : Arkamız Moskova. Yani demek isterim ki…” Kujenbergünof konuștu : “-Kucaklașalım.” Hepsi biraz șașırmıș baktılar Kujenbergünof’a: Kujenbergünof insanın canını sıkacak kadar sakin bir adamdı. Türkü söylemez, șakalașmaz, Sorulmadan ağzını açmaz Ve ancak kendi sularında yașayan balıklar gibi yașardı Kendi içinde gömülü Tekrarladı Kujenbergünof: “- Henüz vakit varken, gelin kucaklașalım.” Kucaklaștılar… Yeni gelen tanklar iyice yaklașmıștı sipere. Kavga yarım saat sürdü. Tankların yedi sekizini daha Ve insanlardan daha on altısını götürdü. Tükendi cephaneleri insanların, Bir tek bombaları kaldı elinde Kloçkof Diev’in. Tükendi cephaneleri insanların, Fakat insanlar biliyorlardı yenilmezliğini Namlusu insan yüreği-devin Beraber yașanır, Dövüșülür beraber

Ama herkes kendi payına ölür. Cephane bitince Kujenbergünof fırlayıp çıktı siperden Yerden su fıșkırır gibi. Ve kollarını kavușturup göğsünün üzerinde Dimdik yürüdü tanklara doğru “var olmak, yahut var olmamak” Kujenbergünof bu bahsin dıșındaydı Çünkü boylu boyunca hayatın içindeydi. Kurșunlar karnını biçtiler. Mağrur güldü. Kavușup kollarını çözmeden büküldü. Kujenbergünof böyle öldü. Tutușmuș yanan bir tankın kapağından Dıșarı çıkmak istiyor üç kiși Gördü Mustafa Sungurbay “-Vay anam” dedi “vay…” Sıyırdı, aldı ağzına bıçağını Çelikte sevinçle parladı iki ön diși. Ve Mustafa telașsız çıktı siperden Yerden akan bir su gibi Ve kaydı bir avcı ustalığıyla emekleyerek. Tanktakiler bıçaklandılar Ve yandılar Mustafa Sungurbay’la beraber Mustafa Sungurbay böyle öldü. Nikolay Maslenko Cephane bitince bir avuç kar attı tanklara Küfretti, bağırdı, alamadı hırsını Yapıștı elleriyle en yakın tankın zincirine Ve ezildi altında ağır, çelik paletlerin Fakat yapıștıkları yerde kaldı bileklerinden kopan parmakları Çünkü zincir onlara değil Onlar zincire gömüldü Nikolay Maslenko böyle öldü. Kloçkof Diev attı son bombayı, Tank durdu ve göçtü ve göçerken ateș açtı. Kloçkof yıkıldı delik deșik Gözleri yumușacık örtüldü. Nefes aldı: Doymuș ve rahat Ve sanki yüz yașında Ve beyaz yatağında öldü Natarof’tu siperde son sağ kalan Yaralıydı. Gece bastı, çıktı siperden Ormana girdi dirseklerinin üstünde sürünerek Dolaștı kanayarak günlerce Bağırmıyor, inlemiyor, sesini saklıyordu Saklıyordu bir emanet gibi onu Rastladı yoldașlarına nihayet Sesini bir soluk gibi devretti onlara Hikayesini anlattı yirmi sekizlerin Ve öldü Natarof böyle öldü. ❏

KASIM 2009 | TAVIR | 27


biyografi

and dağları’nın ruhu: inti peredo mete yılmazer

“Kahraman kişi, halka umut, mutluluk veren kișidir.” Conrad Detrez

eriș me ye inan cı nın en yüce ifadesidir…” *1 Hiç kușku yok ki Che’nin Bolivya Dağları’ndaki silah arkadașlarından olan İnti Peredo’ya bin selam manasındadır. İnti Peredo, kardeșiyle birlikte Che’nin Bolivya’daki birliğine katılan savașçılardandı. Karde și nin, ya nı ba șında șehit düșmesine tanıklık etti. Onun umut ve özlemlerini de sırtladı. İki kardeș de evliydi. Çocukları vardı. Onlar, çocuklarına özgür bir vatan bırakmak için gerilla olarak bunun mücade le si ni verdiler. Eșim, çocuklarım deyip mü ca de le den kaçma dı lar. Ak si ne müca de le nin en önünde yer aldılar.

Yoldașı Camilo’nun ölümsüzleșmesinin ardından Che șöyle der: “… Camilo ve Camilolar (gerçekleșmeyenler ve gelecek olanlar) halkın gücünün kanıtları, savașa girișen bir ulusun en saf düșüncelerini savunmak için neler yaratabileceğinin ve en soylu amaçlarına

28 | TAVIR | KASIM 2009

İnti Peredo, Tek Bașına kal dı ğın da ye ni den büyük hedeflerin peșinden koștu. Umutsuzluk karanlığının tek bașına kalınsa bile yırtılabileciğini Bolivya’da gösterirken, halkına umut oldu. Katiller, 9 Eylül 1969’da bu devrimciyi ișkencede katlettiğinde her șeyin bittiğini sandılar.

Ama o ülkesinin topraklarında yeșeren umut olmayı sürdürüyor. Or tak düșman emper yalizm ve oligarșiye karșı mücadele hala devam ediyor. O zaman onlar yașıyor. Küçük Yașta Bir İsyancı 30 Nisan 1938’de yoksulluğun yoğun olarak yașandığı Beni eyaletinin Tirinidad kentinde dünyaya geldi. Ailesi, adını Guide Alvaro koydu. Ama biz onu ‘İnti’ olarak tanıdık. İlk eğitimini babasından aldı. Babası bir yandan Katolik bir dergide yöneticilik ișiyle ilgilenirken diğer yandan öğretmenlik yapıyordu. İnti daha küçük yașlardan itibaren ezen-ezilen çelișkisini, halkların yașadığı yoksulluğun ve zulmün nedenlerini, Bolivya halkının isyan damarını bizzat yașayarak öğrendi. Yașanılan yoksulluk ve zulüm o kadar açık ve aleniydi ki, bu gerçeği herkese öğretiyordu. İșçilerin, köylülerin, özellikle yerli halkın isyan damarını İnti de görmeye bașladı. Henüz 12 yașındayken Beni’de Komünist Par ti’de çalıșmaya bașladı. Bu bile ülkedeki ezen-ezilen çelișkilerinin yoğunluğunu göstermeye yetiyordu. Çocukların çocukluklarını yașayamadan büyüdüğü, eline taș alıp hınç ve öfkeyle düșmanına savurduğu bir süreçti yașanan. İnti’nin çocuk luğu mücadele içinde geç ti. Kavganın örs ve çekici arasında çelikleșmeye bașladı. Giderek halkın sorunlarına ve sıkıntılarına duyarlı oluyordu. Kominist Partisi’nin Gençlik örgütlenmesinden sonra, Par ti’nin La Paz Eyaleti’nde aktif görevler almaya bașladı. Verilen her görevi, kendisini de katarak canla bașla yapmaya çalıștı. Bir süre sonra da Bölge Komite Sekreterliği’ne ve Merkez Komitesi’ne


biyografi

kadar yükseldi. Onun amacı mücadeleyi büyütüp, bu halkın acılarına, yokluk ve yoksulluğuna son vermek oldu. Bu mücadelede İnti’nin hiçbir zaman mevki ve kariyer kaygısı olmadı. O, hep bir dava adamı olarak kalmayı bildi. Daima sıra neferi oldu. Gerillaya İlk Adım Gerilla yașamı zordur. Çetin doğa koșulları, coğrafi engeller, yașanılan ihanetler, açlık, susuzluk, bazen günlerce süren uykusuzluk, gerillaların aralarında yașadığı moral bozucu tar tıșmalar, köylülerin henüz gerillayı tanımıyor olușundan kaynaklı önyargıları, evet hiçbiri İnti ve savașçıların moralini bozamadı. Tüm bu zorlukları așmasını bildi. Kendisine verilen hiçbir iș için “yapamam” demedi. Küçük büyük iș ayrımı yapmadı. Zorluklar karșısında pes etmedi. Che, gerilla yașamının giderek ağırlaștığı günlerde gelecekte daha ağır koșulları düșünerek șu sözlerle seslenir savașçılarına: “Mücadelenin bu türü bize insan soyunun en üst așaması olan devrimciliğe erișme olanağı veriyor. Ama aynı zamanda eksiksiz insan olmamızı sağlıyor. Bu așamalara ulașamayacak olanlar hemen söylesin ve mücadeleyi bıraksın.” *2 İnti’yse Che’nin bu sözlerine sonuna kadar sadık kalarak, sözünün gereklerini yerine getirdi. Devrimciliği bir anlamda Che’den öğrendi. Devrimciliği, pratikte sınandı. Gerek gerilla olmadan önce, gerekse de gerillayken, devrimin bir sıra neferi olmayı bașardı. Gerilla yașamının zorlukları, açlık, susuzluk, ihanetler, hiçbir șey onu mücadele azminden alıkoyamadı. Güçlü bir halk ve vatan sevgisiyle kendini sosyalizm davasına adadı. Gerilla grubunun olușturulmasıyla tarihsel bir adım attığının farkındaydı. Bu yanıyla geleceği gören, bunun coșkusunu yașayandı. Yoldașlarının katledilmesinden sonra baskı ve terörün arttığı, umutsuzluk bulutlarının her yanı kușattığı, gerillanın yenilgisinin kutlandığı koșullarda o tek bașına da olsa șehitler ve gelecek için șunları söylüyordu: “Bolivya topraklarının akan kanları, özgürlük tohumlarına hayat verecek ve kıtamızı emper yalizmin üstüne ateș ve yıkım kusan bir volkana çevirecek.” *3 Yine aynı mesajda yașadıklarına ilișkin șunları söylüyordu: “Ancak bütün bu acı olaylar, bizi

kor kut ma nın ak si ne, dev rim ci bi lin ci mi zi güçlendirdi. Haklı bir dava uğruna savașma azmimizi ar tırdı, sağlamlaștırdı ve savașın arındırıcı kanlı ateșinde çelikleștik.” *4 Tam da Che’nin sözünü ettiği insan soyunun en üst așaması olan devrimciliğe iște böyle ulaștı. Bu așamaya ulașmak kolay olmadı. İnti’nin de devrimci yașamı boyunca eksik ve zaafları oldu. Gerillada olduğu sürede Che, eksik ve zaaflarını İnti’ye açık bir șekilde söyledi. Yoldașça eleștirilerde bulundu. İnti de kendisine yapılan bu yoldașça eleștiriler karșısında devrimci bir olgunluk göstererek eleștirileri anlamaya çalıștı. Eleștirinin, kendisine verilen bir değer olduğunu biliyordu. Özeleștirisini ise pratikte gösterdi. Esas olarak yapılan eleștiriler üzerinden kendini geliștirmeye, eksik lerini gidermeye çalıșan oldu. Nitekim Che, Bolivya Günlüğü’ne İnti ve Coco’nun sağlam, asker ve devrimci kadrolar olarak gittikçe sivrildik leri notunu düștü. İhanet ve Devrimcilik Hantal, bürokratlașan, bașka ülke komünist par tilerinin uydusu durumunda olan, halkına ve ülke gerçeklerine yabancılașan par tilerden biri de Bolivya Komünist Par tisi (BKP)’ydi. İlkin, gerilla savașına sıcak baktı. Destek vereceğini söyledi ki, İnti ve bazı gerillalar, KP’nin üyesi durumundaydılar. Gerilla savașının coșku ve heyecanı İnti gibi, diğer kadroları da

çok geçmeden sardı. Bu duygularla gerillaya katılıyorlardı. 31 aralık günü ihanet bizzat genel sekreter Mario Monje, gerilla karargahının bulunduğu yere gelerek gerillayı terk etmelerini söyledi. İhanete inti ve yoldașlarını da or tak etmek istedi. Daha sonra gerillaya katılmak isteyen insanlara da izin vermediği öğrenilecekti. BKP, bu ihanetine İnti ve kardeși Coco’yla birlikte beș yoldașı tavır olarak genel sekreteri geri gönderdi. Böylesi bir durum BKP açısından açıkça gerillaya bir ihanetti.mücadeleden.mücadelenin be del le rin den kaç mak tı.Ül ke de ki dev ri mi statukoya teslim etmekti. KP’nin gerillalara yönelik desteği çekmesi gerillanın tüm olanaklarını sıfırdan yeniden yaratması anlamına geliyordu. Gerilla savașının hiç de kolay olmadığı gerçeği bir kez daha görüldü. Yokluklara, zorluklara ve olanaksızlıklara karșı amansız bir savaș verilecekti. Devrime ve halka derin inanç, kur tulușa olan sonsuz güven tüm bu zorlukların altından kalkılmasını sağlayacaktı. İnti’nin BKP’nin bu ihanetine aldığı bu tavır, devrimci bir tavırdır. Bu yanıyla örnektir. Çünkü İnti ‘kișisel hırslar ya da par ti ihtirasları için savașmıyoruz’ diyendi. BKP destek vermiyor olsa da o’insana, insanlığa güveniyoruz’ diyecek kadar ideolojisine, devrime ve sosyalizme inanan bir geleneğin soyundan geliyordu. Ni-

KASIM 2009 | TAVIR | 29


biyografi

tekim Che ve yoldașlarının katliamından sonra, tek bașına da olsa halklara olan inancını șöyle dile getiriyordu: “Amerika’da tek bir dürüst adam yașadığı sürece gerilla savașı ölmeyecektir. Silahlı mücadele, halkın bütünü uyanıp da ellerinde silahlarla or tak düșman ABD emper yalizmine karșı ayaklanana kadar dalga dalga güçlenerek büyüyecektir.” *5 Che’nin Bayrağını Devraldı En alçak zulmü ve katliamları uygulayan bir düșmandı karșılarındaki. En son Che’yi katlettiklerinde göründü gerçek yüzleri. Emper yalizm ve oligarșiyle birlikte gerilla savașını yok etmek için her yolu kullanmaktan çekinmiyorlardı. Böylesi alçak bir düșmana karșı savaș ancak, Che’de somutlanan devrimci bir kișilikle bașarılabilirdi. Ki İnti Che’nin șu sözlerini kendine her daim șiar eden oldu: “Ölüm nereden ve nasıl gelirse gelsin, savaș sloganlarımız kulaktan kulağa yayılacaksa ve silahlarımız elden ele geçecekse ve bașkaları mitralyöz sesleri ve de savaș ve zafer naralarıyla cenazelerimize ağıt yakacaksa hoș geldi, sefa geldi.” *6 Gerek Che’nin gerekse diğer yoldașlarının șehit düșmelerinin ardından onların bayrağını hep daha yükseklerde dalgalandırmaya çalıștı. Che ile çatıșmalarda yan yanaydı. Omuz omu za kur șun sık tı lar düș ma na. Che’nin çatıșmada yaralandığını düșman tarafından yaralı olarak esir alındığını gördü. Bu durum karșısında bir șey yapamamanın çare-

sizliğini yașadı. Üzerindeki devrimci sorumluluğun daha da arttığını hissederek kușatmayı yarmayı bașardı. Dağlarda silah elde yürürken șehit yoldașlarını düșünüyordu. Bu çatıșmadan sağ kur tulan beș gerilladan biri oldu İnti. Ar tık bundan sonra Che ve yoldașlarına layık olacaktı. Çünkü o Che’nin bir öğrencisiydi. “Onu kalleșçe öldürenler onun örneğini ve öğretilerini asla öldüremeyecek ler.” diyerek ona layık olacağını gösterdi.

Mesaj halkta derin etkiler yarattı. Sessizlik ve karamsarlık bulutlarını dağıttı. Çünkü düșman, Che’nin ve yoldașlarının katledilmesinden sonra halkı umutsuzluğa boğmaya çalıșan açıklama ve propaganda yapıyordu. İnti, hazirandaki açıklamasından sonra 4 Eylül’de de benzer etkide bulunan bir mesaj daha yayınladı. İnti, halkın umutlarını boșa çıkarmayan bir önder, Che’nin iyi bir öğrencisi olarak ona layık olmayı bașardı.

İnti kușatmayı yardıktan sonra, çatıșma bölgesinden uzaklaștı. Yoldașı Urbune (Leonardo Tamaya) ile birlikte Cochamba’ya ardından La Paz’a geçti. Fakat bundan önce Ponbo (Harry Villeges) ile yeni bir gerilla birliği olușturmak için ulusal kur tuluș ordusunu yeniden örgütleme kararı aldı.

Savaș Bitmedi, Daha Yeni Bașlıyor İnti bir gerillaydı. Bir kez halkın kur tulușunun silahlı mücadeleden geçtiğine inandı. Çünkü o “Gerilla savașı da silahlı mücadelenin en etkili ve doğru kullanımıdır.” diyendi. Onun, yılgınlara gerillanın ilk muhaberisini kaybetmesiyle halka umutsuzluk tohumları saçan yılgın ve döneklere de söyleyecekleri vardı. Silahlı mücadelenin statükolarını düzeniçi solculuk oyunlarını bozduğunu görüp, hep bir ağızdan gerillanın, silahlı mücadelenin ülke gerçekliğine uymadığı gibi, pek yakından bildiğimiz mücadeleden kaçmanın teorilerine de sarıldılar. Bu kesimlere ve bu düșüncede olanlara karșı İnti șu sözleri kaleme aldı: “Bizim için gerilla savașı, halkın iktidarı ele geçirmek için kullandığı bir mücadele biçimidir ki, bu mücadele biçiminin az ya da çok uzun süreli bir biçim olması onun doğası gereğidir.” *7

Savașçı yoldașlarını, bir süreliğine daha güvenli olduğu düșünülen Șili sınır bölgesine geçirdi. 1969’da yeniden Bolivya’ya döndü. Temmuz ayında Bolivya halkına yönelik bir mesaj yayınladı. Mesajında coșku, kararlılık, hedefleri ve savașın sürdüğünü vurguladı. Che’nin ölmediği, yoldașlarının onun bayrağını devraldığını ve zafere kadar da bu bayrağın elden ele dalgalanacağını söyledi. İnti, mesajına “Bolivya’da gerilla savașı ölmedi! Daha yeni bașlıyor.” Kararlılığıyla bașlayıp “Ya zafer, ya ölüm” inancıyla bitiriyordu.

Bunun dıșında, düșmanla ilk çarpıșmalardan yenilgiyle çıktıklarını halka açık yüreklilikle açıkladı. İlk muhabereden yenilgiyle çıkmaları, oligarșiye teslim olma ya da umutsuz ve çaresizliğin gerekçesi olamazdı. O, Che’nin öğrencisiydi. O bir gerillaydı. Halkının ondan beklentileri vardı. Șehit düșen yoldașlarının manevi sorumluluğunu hissediyordu. Daha fazla azim ve kararlılıkla gerilla savașını büyütmeye çalıșmalıydı. Gerilla savașını eleștirip umutsuzluk ve karamsarlık tabloları çizenle re, “On lar bi zim müca de le mi zi yal nızca uzaktan izlediler.” diyerek gerçek yüzlerini ortaya koydu. İnti, halka yönelik açıklamıș olduğu mesajında, bir dönem kendisinin de üyesi olduğu reviz yonist mücadele kaçkını BKP’yi de unutmadı. Özellikle BKP’nin iç yapısını ve nasıl bir par ti olduğunu yakından biliyordu. “Bolivya Komünist Par tisi (CPB) liderliği ise par tinin iktidarı bütün yöntemler kullanarak ele geçir-

30 | TAVIR | KASIM 2009


biyografi

me hazırlıklarından bahsediyor. (…) Ve yöntemlerden birini kullanmak hazırlık yaparken halka bütün yöntemlerden sözetmek yanlıștır. Bir par ti ya da grup kendisini, iktidarı ele geçirmeye odak landığında o par ti ya da grup, belirli ve açık bir yöntem seçmek zorundadır. Böyle yapmakla iktidarı ele geçirmeyi ciddiye almamakla eșdeğerdir.” *8 İște mesele tam da İnti’nin vurguladığı bu noktadaydı. İktidar hedefi olmayanların mücadeleden kaçmak için üreteceği teori çoktur. Bundan dolayıdır ki İnti bir anlamda, “devrim için savașmayana sosyalist denmez” sözünü Bolivya’da dile getirdi. Düzeniçi statükoları korumaya çalıșarak yapılan devrimcilik olamaz. Olsa olsa düzen solculuğu olurdu. Böylesi solculuğun da devrimle, halkla, halkın kur tulușuyla, emper yalizme ve oligarșiye karșı dișediș bir savașla ilgisi olamazdı. Silahlı mücadele devrimci șiddet, sadece egemenleri değil böylesi kesimleri de korkutuyordu. Statükolarını da sarsıyordu. Che Gibi Mücadelenin gereği olarak La Paz’a geçti. Faaileyetlerini illegal olarak bir süre burada sürdürecekti. Aranıyorum kaygısına kapılmadı. Hiçbir zorluk onu çeresizliğe ya da umutsuzluğa düșüremedi. Yapması gereken görev ve sorumluluklarını büyük bir coșku ve heyecanla yaptı. Tutsak düșme ya da yașam kaygısı ondan uzaktı. Tek düșüncesi gerilla ordusunu yeniden yaratmaktı. Bunun için gerilla savașının örgüt len me si ge re ki yordu. He def ve planlarını hep bu yönde yaptı. Fakat bir ihbar sonucu bu amaçlarına ulașamadı. 9 Eylül günüydü. 150’den fazla polis, bulunduğu evi kușattı. İnti’nin teslim olması yönünde çağrılar yapıldı. Bu, her dönem katillerin devrimcilere yönelik yapılmıș beyhude bir çabası olarak kalacaktı. Devrimcilerin teslim olduğu nerede görüldü? İnti de katillerin teslim ol çağrılarına silahla karșılık verdi Che gibi. Teslim edeceği hiçbir șey yoktu. Onun ideallari, halkının kur tuluș davası vardı. Bunları düșmana teslim edemezdi. O, yerli halkların direngen yanını teslim ediyordu. Kușatılmıș olduğu evde polislerle bir saat boyunca çatıștı. Ancak pencereden atılan bir el bombasıyla bacağı ve kolundan yaralandı. Bu șekilde düșmanın eline esir düștü. Götürüldüğü ișkencehanede yoğun ișkenceler yapıldı kendi-

sine. Tam iki saat boyunca dipçikle kafasına vuruldu. Buna rağmen karșılarında bekledikleri İnti’yi bulamadılar. Düșmanına istedikleri se vin ci ya șat ma dı. O, hal kın umu duydu. Che’nin bir öğrencisi olduğunu, son nefesine kadar unutmadı. Ve mengele soyundan gelen bir doktorun iğnesiyle katledildiğinde, bir devrimci son görevini yerine getirmiști.

Kaynaklar: 1-Askeri Yazılar 2-Bolivya Günlüğü 3-Latin Amerika’da İsyanın Tarihi (Sibel Özbudun) 4-Bolivya Günlüğü 5-Latin Amerika’da İsyanın Tarihi 6- Latin Amerika’da İsyanın Tarihi 7- Latin Amerika’da İsyanın Tarihi 8- Latin Amerika’da İsyanın Tarihi ❏

Aynı günün akșamı, oligarși, İnti’nin cesedini basına gösterdi. Vücudundaki vahșice yapılmıș ișkence izleri açıkça görülüyordu. Bu șekilde amaç, halka korku ve umutsuzluk yașatmaktı. Ama halk İnti’nin gözlerinde geleceği gördü. Che’nin düșünü kurup uğruna mücadele ettiği özgür Latin Amerika’yı gördü. Topraklarını kaybeden yok sayılan, madenlerde ölümüne çalıștırılan ișçiler, ülkesini emper yalizm ve oligarși tarafından talan edilip sömürülen bir ülkenin gençliği İnti’lerden direnișin bu yanını bir kez daha gördü. İnti, direnișin, isyanın, eksik olmadığı Bolivya topraklarına bir tohum olarak düșmüștü. Yeni tohumlar vermek üzere. Tam da kendisinin söylediği gibi: “Yeni savașçılar ve liderler düșenlere vefa borçlarını ödeyeceklerdir.”

KASIM 2009 | TAVIR | 31


şiir

iki yurt jose marti çeviri: ataol behramoğlu

İki yurdum var benim: Küba ve gece. İkisi de bir sayılır aslında. Yiterken Güneş in görkemi, Küba Üzgün bir dul gibidir Uzun örtüleri içinde, suskun, elinde karanfil. Bilirim ne olduğunu elinde ürperen Bu kanlı karanfilin! Bomboş Göğüs kafesim, bomboş , paramparça İçinde yüreğimin çırpındığı. Vaktidir Ölüme gitmenin. Uygundur gece Elvedalara. Iş ık engeller bizi. Sözler de. Evren İnsandan daha ustadır konuş mada. Bayrak gibi Kavgaya çağıran bir bayrak gibi Iş ıldıyor kızıl alevi mumun, açıyorum Pencereleri. Daralıyor yüreğim. Küba, dul Küba, göğü karartan Bir bulut gibi sessizce geçiyor Kopararak yapraklarını karanfilin.

32 | TAVIR | KASIM 2009


araştırma

edebiyatta türlerin en melezi: roman tavır

Bir edebiyat dalı olarak romanın ilk nüvelerinin or taya çıkmasının üzerinden yaklașık 400 yıl geçti. Batıda ilk or taya çıktığında, ev kadınlarının zaman geçirmek için okudukları, hafif, düșük kaliteli bir tür olarak anlașılmıștı. Hatta eleștirmenler buna edebiyat denemeyeceğini, çocukları bundan uzak tutmak gerektiğini söylüyorlardı. Bundan dolayı aileler, çocuklarına roman okumayı yasaklamıșlardı. Edebiyat mıdır, değil midir diye tar tıșılırken, roman kendi yatağında gelișmeye ve dünyada en çok okunan bir edebiyat türü olmaya doğru ilerliyordu. Romanın gücüne kayıtsız kalamayan burjuvazi ideolojik mücadelenin bir aracı olarak kullanmaya bașlamıștı. Sınıflar arası savașta, ideolojik mücadelenin bir aracı haline gelen romanın, gelișim seyrine bir göz atalım istedik. Romanın Kaynakları Romanın gerçek kimliğine kavușuncaya kadarki zaman dilimi içinde kökeni; eski çağ düz yazısına, eski doğu masallarına, șövalye edebiyatına, Rönesans hikayelerine, destanlara, söylencelere, anılara, masallara kadar gider. Burjuva öncesi dönemde, özellikle or taçağ ve Rönesans edebiyatında kimi roman örneklerine rastlanır. Romanın or taya çıkıșında söylenceler, destanlar, kahramanlık öyküleri, mitolojik öyküler ve masallar ilk kaynak olarak alınabilir. Romanın kapitalizmle birlikte doğușunu ele alırsak, kökleri 16. ve 17. yüz yılı karakterize eden üç edebiyat türüne uzanır.

1) Pikaresk romanlar: Yeni bir insan tipini or taya çıkarır. Bu tip, katı feodal hiyerarșinin dıșına itilmiș, ne soylu, ne keșiș, ne tüccar, ne zanaatkar, ne de köylüdür. Bu tip, tarihsel olarak burjuva toplumun insan “prototipi” olan “özel birey”in ilk biçimini temsil eder. Feodal yapıyı da henüz ayakta tutan bu tip, bu koșullarda ister istemez bir dönek, bir düzenbaz olacaktır; çünkü bunun dıșında bir yașam olanağı yoktur. İște böylesi tiplerden, kahramanlardan söz açan hikayeler, önce sözlü halk sanatı çerçevesinde ortaya çıkar. Pikaresk romanlar, yeni insan tipinin değișken, hareketli karakterlerini ilkel ve dar bir biçimde gösterirler. Söz konusu olan hareket, bir kentten ötekine, bir durumdan öbür duruma olan harekettir. Burada psikolojinin değișen karakterleri gösterilmez çünkü bu yeni insanın iç dünyası genel olarak he nüz bi lin me mek te dir. Bir anlamda feodalizmden kapitalizme geçiș așamasının yașandığı bir dönemin ürünüdür. 2) Psikolojik yazılar: Bireysel,

KASIM 2009 | TAVIR | 33


araştırma

Olaylar saraylar, șatolar ve savaș alanları gibi destansı mekanlarda değil, sokaklar, evler, meyhaneler gibi sıradan yerlerde geçer. Olaylara yön veren tanrılar değil, kișilerin kendi tutum, davranıș, duygu ve düșünceleridir. Roman insanı ilgilendiren her konusu ișleyebilir, anlatabilir, sınırsız bir hürriyete sahiptir.

miguel de cervantes psikolojik yașamı nesnel olarak değerlendiren, “psikolojik yazı”nın gelișimi de romanın doğușuna kaynaklık eder. Psikolojik yazı olarak, Montaigne’in “Denemeler”i bunun ilk büyük örneklerindendir. Nesnel olarak bireyin kișisel yașamını gösterir. Pescal, La Rochefoucauld, La Bruyare ve Prenses de Cleves adlı hikayesiyle Madame de La Fayette’i vardır. Bunların eserleri bireyin ruhsal yașamının ilk nesnel betimlemeleridir.

Bu yanıyla roman tam anlamıyla hayatın, yașamın ifadesi olabildiği ölçüde en iyiye ulașmıș sayılır. Kullanılan dil nazım türlerinde ol du ğu gi bi na zım de ğil günlük ve sıradandır. Toplumsal, politik olaylar ve gelișmelerle de yakın ilișki içindedir. Romanın tarihe bağlı olușu, çok köklü bir geçmiși olmayan yeni bir sınıfın, yani burjuvazinin kendine tarih içinde bir geçmiș, șimdi ve gelecek kurma çabasından doğmuș olmasında yatar. Mesela, 18.yy romanlarının çoğu, burjuvazinin aristokrasiye karșı mücadelesinde kullanılmak üzere kaleme alınmıș metinler gibidir.

Sonuç olarak Roman iște bu nedenle, felsefe ve sanattan boș inançları kovmak ve bunların yerine akıl ve gerçeği geçirmek isteyen bir 3) Anı: 16. ve 17. yy’daki “anı”, edebiyat ve ro- kültürel dönüșümün ürünüdür. Toplumların mana kaynaklık eder. Konusu insanların ken- gelișimine, yani tarihe kopmaz biçimde bağlı di aralarındaki kișisel ilișkileri ve günlük özel olușu bundandır. yașamı betimler. Anılar özel yașamın çeșitli ve geniș çözümlemesini hazırlarlar. Romanda Romanı Diğer Edebiyat Türlerinden Ayıran gerçekleștirilecek olan çözümleme de budur, Teknik Özellikler bireyin iç dünyasının ișlenmesi ve her yönüyle Bir romanda, hikaye, șiir, destan, masal gibi çözümlenmesini içermesidir. anlatı türlerinin birçok özelliğine rastlarız. Bu türlerin hepsinden bir parça barındıran meFeodalizmde; șövalyelerin kahramanlık des- lez bir tür olarak da değerlendirebiliriz romatanlarına, șatoların bütün ihtișamına, görke- nı. Zaman içinde geliștikçe, roman için belli mine rağmen or taya çıkmıștır roman. Yeni bașlı kriterler de olușmaya bașlar. Bir esere gelișmekte olan burjuvazinin bireyi öne çıka- roman diyebilmek için onu hikayeden, șiirran ve kahramanları sıradan insanlar olan bir den, destandan ayıran bazı özelliklerini inceedebiyat türü olarak or taya çıkar ve gelișme- lememiz iyi olacaktır. ye bașlar. Kendisinden önceki edebiyat türlerinin hepsinden bir parça barındırır içinde. Bu özellikleriyle birlikte roman için genel bir ifadeyle tanım yapacak olursak șöyle diyebili-

34 | TAVIR |KASIM 2009

riz: İnsanın veya çevrenin karakterlerini, göreneklerini inceleyen, serüvenlerini kiși (kahramanlar), yer, zaman, çevre, olay örgüsüyle birlikte anlatan, karakter çizerek ve tipleștirerek, karakterlerin iç dünyasını (duygularını, tutkularını) ayrıntılı bir șekilde anlatan ve dıș yașantılarını çözümleyen, tarihsel, toplumsal ve politik gelișmelerle yakın ilișkide olan kurmaca veya gerçek olaylara dayanan uzun edebi türde yazılmıș eserlere roman diyebiliriz. Zaman: Romanlar bilinen bir tarihte ve belli bir süre içinde geçen olayları konu alır. Bunun için romanlarda önemli bir zaman yazarın yașadığı çağ olabildiği gibi geçmiș veya gelecek zaman da olabilir. Olay örgüsü: Yașanmıș veya tasarlanmıș birbirine bağlı birden çok olayı, bir temel düșünce etrafında toplayarak anlatmaktır. Kiși: Kahramanlar ise, toplumda rastlanabilir veya yașamıș kișiler arasından seçilir. Her türlü huy ve karakterleri doğruya yakın bir șekilde ele alır. Hatta aynı kișinin zıt mizaç ve huyları olduğu gibi ișlenir. Çevre: Okuyucuya tasvirle anlatılır çevre. Bu bir kasaba, șehir veya köy olabilir. Bunların hepsinin kullanıldığı romanlar olduğu gibi yazarın tasarladığı, ideal, gerçek üstü bir çevre de olabilir. Burada önemli olan çevrenin coğrafi bir mekana yerleșmesidir. Tip: Belirli davranıșlarıyla ön plana çıkan, benzerlerini görebileceğimiz roman kișileridir. Tipleștirmede yazar, bir roman kahramanını așağılayan ya da yücelten eğilimleri ön plana çıkarır, bunlara büyüteçle yaklașır. Tipleștirmenin özünü; insana özgü bir niteliğin doruk noktasına çıkarılarak anlatılması olușturur. Örneğin; “evlat sevgisi” insanda bulunan eğilimlerden biridir. Balzac, Goriot Baba adlı eserinde kızlarına sevgi duyan bir babayı tipleștirmiștir. Ayrıca Reșat Nuri Gültekin’in Yaprak Dökümü adlı eserindeki Ali Rıza Efendi, evlat sevgisiyle yoğrulmuș bir tiptir. Orhan Kemal, Mur taza adlı romanında, görevinden bașka bir șey düșünmeyen, göreve bağlılığı her șeyin üstünde tutan bir mahalle bekçisini tipleștirir.


araştırma

yönleri ve baskın kișilikleriyle birer karakter olarak o kadar etkilidirler ki, zaman zaman romanın önüne bile geçmișlerdir. Cer vantes’in Şovalyesi: Don Kișot Bu anlamda bu hikaye alıșılmıș hikayelerden değildir. “Saf ve çıplak halde” sunulmuștur. Öyle kitapların bașlarında görmeye alıștığımız tumturaklı girișler, bu girișleri süsleyen soneler, sayfa kenarlarında notlar, kitabın sonunda açıklamalar olmayacaktır. Bu hikaye hiciv tarzında tasarlanmıș șövalye romanlarıyla eğlenen bir parodi olarak yazılmıștır. Cer vantes romanın bir yazım türü olduğunu, Don Kișot ile 1605’te bütün edebiyat dünyasına duyurur. Cer vantes Don Kișot’ta bütün yazın türlerini dener ve hiçbirini benimsemez. Buna epik, romans, pastoral gibi ciddi türler kadar, Bizans öyküleri, Doğu öyküleri, yerel anekdotlar gibi… “hafif” türler de dahildir. Yani Don Kișot’un bize gösterdiği, yazın

türleri temsil güçlerini yitirdiği zaman bile, yazarın gerçeğin peșine düșmesidir. Cer vantes uzun yıllar, öykü, romans ve oyun türünde eserler yazar. Daha sonra Don Kișot’la en güzel en “yeni” kitabını yazar. Don Kișot’un yeniliği “eski”nin sonuna kadar tüketilmesinden kaynaklanır. Yazar kitabına bașlarken, “görme biçimlerinin” değișik öyküler için yetersiz kalacağına karar verir. Bu durumda yeni bir șey icat etmesi gerektiğine inanır. Bildiği tek șey, bu “yeni”nin İspanya ve Avrupa’nın yeni gerçekliğini yansıtmak zorunda olduğudur. Eski yazın türleri ar tık bu yeni gerçekliği yansıtmak için fazla köhnemiștir. Cer vantes’in İspanya’sı da tıpkı bu köhnemiș ifade biçimleri kadar köhnemiș bir dünya görüșünü sürdürmeye çalıșan bir ülkedir. İspanya’da resmi ideoloji o dönem içinde hala bütün dünyayı İspanya kralı II: Felip hükümdarlığında tek bir din -Katolik- altında birleștirme peșindedir. Cer vantes hicivci bir gerçeklikle bu köhnemiș özlemlerin Don Kișot’luğunu sergilemek için yola çıkar. Dünya değișmektedir ama İspanya bunu fark etmemekte direnir. Oysa İs-

Karakter çizme: Tipleștirmenin yanı sıra insanı anlatmak için karakter çizme yoluna da bașvurulur. Tipleștirmede görülen bir özelliği abartma, sivrileștirme gibi yönler karakter çizmede yoktur. Karakter, davranıșlarıyla, hayata bakıșıyla benzerlerinden farklılık gösteren roman kișilerine denir. Bunun için romancı insanı bütün boyutlarıyla anlatmaya çalıșır. İnsanın bedensel, ruhsal ve toplumsal yapısı üzerinde durur, karakterin olușumunda rol oynayan etmenlere dikkat çekmeye çalıșır. Örneğin; Dostoyevski’nin Raskolnikov’u veya Turganyev’in Bazarov’u diğerlerinden ayrılan

KASIM 2009 | TAVIR | 35


araştırma

rı, bütün kahramanlıkları, tüm zafer ve yenilgileri tüm umut ve düș kırıklıklarını, tüm yașamları tüketmiștir. Tüm zamanları da tüketmiștir, çünkü türlerin kendi hafızası vardır. Büyük edebiyat yapıtları kendilerinden önceki türleri anlam hazineleri olarak kullanır. Yüz yılların kavramlaștırmalarından süzülen duyarlılıklar, büyük yazarların yapıtlarında biçimlenir. Nitekim Cervantes’in, kahramanına karșı takındığı ikircikli tavır (Don Kișot bir deli mi yoksa bir kahraman mıdır?) parodisini yaptığı eski yazın türlerine karșı da takındığını görebiliriz. Örneğin Pastoral Romans’a belli bir sevecinlikle yaklaștığından kușku yoktur.

samuel richardson panya bir yandan da bu değișen dünyada çok önemli bir rol oynamaktadır. Avrupa ticaretinde etkin olmasına rağmen feodal yapılarını henüz kıramamıștır. İște Cer vantes’e Don Kișot fikrini veren, bu ideolojik köhnemișlikle edebi olarak aklını köhne șövalye hikayeleriyle bozmuș ihtiyar bir tip seçer. Don Kișot ilk okunduğundan bu yana herkes bu kitabın öyle basit bir hiciv olmadığı konusunda hemfikirdi. Belki bașlangıçta hiciv egemendi ama sonra kurgu öyle geliștirildi ki yayınlandığı günden bugüne roman sanatında Don Kișot’u bașköșeye oturtmamıș, romancılığının herhangi bir noktasında Don Kișotvari bir tema ya da tiplemeye karșı koyabilmiș romancı yoktur. Bu kitap bir hiciv fikriyle bașlar ama orada kalmaz. Cer vantes, Don Kișot’ta yeniyi ararken eskiyi tüketen bir iș yapar. İște ilk roman bu tüketicilikten çıkar. Don Kișot türleri tükettiğinde bașkișisini de tüketir. Don Kișot ölüm döșeğine, yașamadığı serüven, irdelemediği fikir kalmamıș bir adam olarak yatar. Sancho, son bir umutla onun aklını çelip pastoral bir serüvene davet etmeyi dener. Oysa bu da yașanmıștır… Hem de kaç kez. Sonra, vaktiyle o pastoral ideali bile reddeden Sancho değil midir? Kısacası ar tık Don Kișot’un aklını bașına devșirip sıradan bir kimlik ile iyi bir Hıristiyan olarak ölmekten bașka çaresi yoktur. Çünkü o bütün zamanla-

36 | TAVIR |KASIM 2009

Don Kișot’un 9. bölümüne kadar Cer vantes, yalnızca romans türünün parodisiyle karșı karșıya bırakır okuyucuyu. Dolayısıyla anlatısını abar tılmıș bir romans diliyle sürdürür. Önsözünde amacının romans türünü küçük düșürüp, edebiyat sahnesinden silmek olduğunu ifade eden yazarın alan genișlettiğini ve diğer türleri de hedef aldığını görürüz. Ve ișe, en az șövalye romanları kadar popüler olan bir diğer tür olan, Pastoral Romans türüyle bașlar. Cer vantes’in Don Kișot’u yazarken belli bir niyeti vardır. O anlamı üreten okur olduğunu bilen bir yazardır. Bu nedenle okuruyla diyaloğa hiç ara vermez. İlk romancılar kendilerini buradaki okur-yazar diyaloğunun çekiciliğine kaptırmakta gecikmezler. Don Kișot’ta okur ile yazar sürekli flört eder. Herkes öykü anlatmanın ve dinlemenin zevkinde birleșmiștir.

yani Burjuva sınıfı roman kadar yenidir. Roman tarzının fazlasıyla okur kollayan bir tür olmasında bunda rolü vardır. Sonuç olarak, Cervantes’in Don Kișot’u henüz bir roman sayılmasa da romanın yolunu açan bir açık anlatıdır. Don Kișot’tan sonra șövalye romanları bir daha belini doğrultamayacaktır. Ama bu yazın türünün hegomanyasını yıkmak, yazıya son noktayı koymak demek değildir. Cervantes kalemiyle bir türe noktayı koymuștur ama aynı kalemle, türlerin en melezi olan Romanı yaratmıștır. Cervantes’in yașadığı çağ 17. yy yenilikler çağıdır. Edebiyatta, bilimde, felsefede, matematikte, düșüncede aydınlanmanın, yenilenmenin, bulușların, hareketliliğin çağıdır. Nitekim Batı edebiyetında yenilenme, bilim ve sanatta “yeniden doğuș” anlamına gelen Rönesansla bașlar.(14.yy sonu 15.-16. yy’lar) Rönesansla halk ve devlet ilișkileri yeniden düzenlenmiș, kralların ve derebeylerin dine dayalı sınırsız güçleri kırılmıștır. Böylece uluslar edebiyatla bu gerçeklere dayanan “insanca” düșünceleri yazarak, kilise dili olan latince’nin yerine kendi ulusal dilleri ile güçlü eserler ortaya koymaya bașlarlar. 18. Yüzyılda İngiltere’de Roman 18. yüz yılda kapitalizmle birlikte yeni bir sınıf olan burjuvazi doğar. Krizler, köylü isyanları vb. toplumda tam bir alt üst oluș ve hareketli lik ya șa nır. Ro ma nın bir tür sayıl dı ğı

Don Kișot’ta okurlar daha etken, yazarlar daha edilgendir. Okurlar daha saldırgan, yazarlar daha mazlumdur. Don Kișot’un dünyası yazarların tutunabilmeye çalıștığı, okuru egemen, bir dünyadır. Bunun da tarihsel nedenleri vardır; 17. yy ikinci yarısından bașlayarak giderek daha belirleyici olan yani okur kitlesinin ilk habercileri olmalıdır bu kaprisli okurlar. Bu dönem yazarların yeni patronlarıyla, or ta sınıfla tanıștıkları dönemdir. İlk romancıların okur kitlesinin okuma düzeyini, yorum yeteneğini, kitap alma eğilimlerini kestirmeleri zordur. Roman okuru olmaya aday, or ta sınıf,

honor de balzac


araştırma

18.yy’da romancılar da değișen toplumsal yapıyla birlikte bilinmeyen okurla karșı karșıyadırlar. Bu dönemde yazarlar yeni okur kitlesini tanımaya çalıșırlar. Okur ar tık bilinen, soylu sınıfın, seçkin eğitim kurumlarında okumuș erkek nüfusu değildir. Or ta sınıftan kadınlar da, zengin evlerinde yüksek sesle okunan romanlara kulak misafiri olan çalıșanlar da roman okurları arasına katılmıștır. Tüm bu gelișimler, yenilikler ve aydınlanma düșüncesi ve beraberinde roman sanatı, Avrupa’nın birçok ülkesinde aynı biçimde gelișim kaydetmez. Örneğin; 18. yy bașında İngiltere’de 6 milyonluk nüfusun 43 bininin haftalık, 23 bininin günlük yayın izlediği bilinir. 18. yy’ın sonunda yayınevlerinin sayısı 200’ü bulur. Ciddi bir rekabet bașlar. Ve 18.yy. İngiltere’de toplum kavramının insanlarda yer ettiği, kișinin, bireyin toplumla ilișkisindeki öneminin iyice anlașıldığı çağdır. İnsanın tek bașına yașamadığı, türlü ilișkiler, yükümlülükler etkisinde olduğu, kendisini yetiștiren toplum içinde anlam kazandığı gerçeği, yeni bir bakıș açısı or taya çıkarır. İnsana yönelen bu yeni ilgiyle İngiltere gerçek romana hazırdır. İngiliz romanının bașlangıcı sayılan Pamela, genç efendisi tarafından ayartılmaya çalıșılan, direnmeleri sonunda efendisini kendisiyle evlenmek zorunda bırakan bir hizmetçi kızın öyküsüdür. Bu roman İngiliz romanının en önemli isimlerinden sayılan, Samuel Richardson (1689-1761)’in ilk ürünüdür. Bütün olaylar karșılıklı mektuplașmalarla anlatılır. Bașarılı yönü, akıcılığı, ayrıntılara kadar inen gerçekçiliğidir. Richardson, çok az öğrenim görmüș, Londra’da bir basımevinde çıraklıkla ișe bașlamıș, sonradan da basım ișini kendine uğraș edinmiștir. Richardson’un yapıtları İngiltere’de, Fransa’da, Almanya’da öykücülüğün gelișimine yön veren en önemli etkenlerden biridir. İngiltere’de bir dönem sonra bir süre için roman konusunda bir duraklama görülür. Toplum gerçeklerinden kaçmaya, düș gücüne büyük önem vermeye yönelen bir tutum ortaya çıkar. İște bu tutumu dile getiren ilk roman da; Horace Walpole (1717-1797). The Castle Of Otranto’su(1764)’dur. Bu kitabın ardından en uç boyutta düșsel öykülerle, Or taçağ yıkıntılarıyla, eski șatolarla dolu, yeni bir yazının örnekleri sergilenir. Bu yeni eğilim İn-

giliz doğasının derinlik lerini, karanlık larını deșmeye çabalar. 18. Yüzyılda Fransa’da Roman Balzac ve Stendhal ile yașadığı ilk büyük sıçrama, Fransız devrimi (1789) toplumsal ve edebi açıdan or ta sınıfı, yani burjuvaziyi iktidara tașıdıktan sonra gerçekleșir. (Bu süreç İngiltere’de 1688 devrimi ile yașanır.) Eğer Balzac ve Stendhal Avrupa romanı geleneğinde 18. yüz yıl İngiliz romanlarından daha önemli bir yere sahipse bunun bir nedeni de sa hip ol duk la rı ta rih sel avantaj lardır. Fransa ve 18. yüz yıl edebiyatı dıșa dönük ve bilinmeyeni öğrenmeye yönelik, yabancı uygarlıkları tanımaya hevesli bir edebiyattır. Uzak ülkeler, onların örf ve adetleri, insanları, bitki ör tüleri, ne yiyip içtikleri, her șey ilgi odağıdır. İnsanlar bu ülkelere giderler, coğrafya ve harita bilimlerindeki ilerlemeler bunu mümkün kılar. Görüp duyduklarını, gözlemlerini, izlenimlerini yazmaya bașlarlar. Gidemeyenler ise, bu kișilerin yazılarına ilgi duyarlar. Seyahatnameler, o denli ilgi odağıdır ki, Abbe Prevost’un günümüzde en çok bilinen romanı Manon Lescaut yazıldığı dönemde fazla dikkat çekmemiștir. “Gezilerin Evrensel Tarihçesi” adlı eseri çok hızlı satılmıștır. Tüm bunlara Antoine Galland’ın (1703-1717) yılları arasında Fransızca’ya çevirdiği “Binbir Gece Masalları” gizemli ve büyülü dünyasını da eklersek, felsefi öykülerin ve Montejavien’nin “Acem Mektupları”nın öykü örtüsünü ortaya çıkarmıș oluruz. 18. yy’da bu denli ilgi çeken seyahatnameler doğal olarak roman ve öykü yazarlarını etkilemiștir. 18. yüz yıl, Fransa’da her alanda gerçeğin araștırıldığı bir dönemdir. Bu gerçek, yalnızca pozitif bilimler alanında değil, düșüncenin, araștırmanın, incelemenin ve merakın varolduğu her alanda söz konusu edilir. Felsefe, tarih, dinler alanında, siyasal ve toplumsal konularda düșünürler hep gerçekleri araștırırlar. Tüm bu gelișmeler ve etkinlikler açısından düșünüldüğünde 18. yy Fransa’sı bir önceki yüz yıla göre önemli farklılıklar sergiler. Dönem, saygı, disiplin sanatta mükemmeli arama dönemidir. Antik yazarlar okunur, incelenir, tekrar yazılır ancak özgün yapıtlar üretme çabası azdır. 17. yüz yılın edebi türle-

henri beyle stendhal ri yavaș yavaș terk edilir. Tragedyalar ar tık yazılmaz olur. Şiirden uzaklașılır. Ve yeni edebi türler gündeme gelir. Kadın yazarlar, roman ve mektup türünü ișlevli kılarlar. 19. yüz yılda Roman anlatısı yazar açısından 18. yy roman anlatısından çok farklıdır. Bunda, yazarın düșündüğü okur kitlesinin 18. yy’daki okur kitlesinden çok farklı olmasının etkisi vardır. 18. yy okur kitlesi yeni or ta sınıf ve eski soylulardır. Ve yazarlar muhatap aldıkları eski soylular hakkında bir fikir sahibidirler. Fakat yeni okur kitlesini aynı netlikte tanımazlar ve bilmezler. Bunun için 18. yy’da romanın en beklenmedik yerinde, oldukça alaylı bir üslupla karșımıza çıkan ithaf yazıları, 19. yy’da ar tık yoktur. 19.yy’da yazar, tıpkı bir eleștirmen gibi romancılık anlayıșını betimlediği önsözler vardır. Sonuç olarak, 18. yy’da anlatının içinde tar tıșılan yazma sorunları 19.yy’da anlatının dıșına, önsözlere tașınır. Çünkü ar tık romanın ağırlıklı okur kitlesi bellidir. Bu, yükselen or ta sınıftır (burjuvazi) ve yazarların seslendiği okurlar bu sınıfın üyeleridir. 19. yy’da yazar gördüğü gerçeği iletmek üzere, anlatısını baștan sona planlar, sapmalara ve kesintilere izin vermez. Bu gerçeği gösterecek olayları, tipleri, neden-sonuç ilișkilerini, tüm tutarlılığıyla sergilemek için yazar. Ar tık bütünlüklü, büyük anlatılara yönelen bir yazar vardır. İdealindeki

KASIM 2009 | TAVIR | 37


okur da kendi fikirlerine yakın ya da romanı İngiliz tarihiyle ilgili romanlarında İskoçya robitirdikten sonra fikirlerini anlayıp kabul ede- manlarındaki bașarıyı sağlayamaz. ceğinden umutlu olduğu, eğitimli ve vicdanlı okurdur. Fransız yazar Vic tor Hugo, șiir, roman ve oyunlarında tabiat, özgürlük, vatan, milliyet19. yy anlatıları toplum odaklı gerçekçilik pe- çilik gibi temalar ișler. Sefiller adlı romanında șindedir. Roman kuramının asıl olușma süreci seçkin sınıftan olmayan halktan insanların da de bu dönemde bașlar. Romanda bakıș açısı- dünyalarına, duygu ve düșüncelerine yer venın kurulması, anlatım biçiminin belirlenme- rir. Balzac, kișileri ve toplumu en ince ayrıntısi, romanın yapısını oluștururken, roman sa- sına kadar inceler, olayları ve olguları eleștirel natına dair temel öğeler (çevre, olay, olay ör- bir tutumla sergiler. İnsanlar arası ilișkileri güsü, kiși, zaman, yer) ekseninde gelișen bi- dikkatli bir gözle gözlemleyerek romanlarını reysel ve toplumsal durumların romanın bu yazar. Bilinen romanları, Goriot Baba ve Vadiyapısı içinde yer alıș biçimi… gibi roman sa- deki Zambak’tır. natına dair bütün sorunlar 19. yy romanıyla gündeme gelir ve ele alınır. 20. yüz yılda roman, tür olarak en geniș edebiyat türü haline gelir. Yayımlanan eserlerin sa19.yy sonunda Flaubert, Thomas Hardy, Sa- yısı bakımından olsun, çeșitliliği bakımından muel Butler gibi romancılar, sık sık yargılanan olsun, okurların sayısı bakımından olsun dive yasaklanan romanlarıyla burjuvazinin yer- ğer edebiyat türlerini geride bırakır. leșik değerlerine ve kurumlarına savaș açarlar. 19.yy’da Avrupa’daki birçok ülkede Ro- 20. Yüzyılın Bașında Ortaya Çıkan Moderman sanatının gelișiminin yansımaları vardır. nist Akım Sir Walter Scott (1771-1832)ise, ilk romanını, Bu akım 20.yy’ın bașıyla 2. Paylașım Sava“Waverley”, 1814’de yayımlanır. Bu roman İs- șı’nın bașlangıcına kadar olan dönemde sakoçya tarihindeki bir ayaklanmayı konu alır. natta, edebiyatta meydana gelen değișimleri O günlerde İngiltere’de tarihsel roman yep- tanımlamakta kullanılır. Okuruna yorumu yayeni bir șeydir. saklayan bir anlatı değildir.

gustave flaubert

Dolayısıyla “Waverley” büyük bir bașarı olur. Ama o yoruma kolay varmaması için elinden Geçmiș bugün gibi bütün bir coșku içinde geleni ardına koymayan bir anlatıdır. Modergerçeğe benzerlikle dile getirilir. Ama yazar nistlerin seslendiği okur, kendileri kadar olmasa da biraz sanatçı biraz okurdur. İmgesel bir dilde yoğunlașmıș anlamlar, zor ifadeler vs. zahmetli okumanın gereklerinden sayılır. Modernist romanlarda bilinç akıșı tekniği dediğimiz bireyin bilincini an be an yakalayıp yansıtma tekniği söz konusudur.

38 | TAVIR |KASIM 2009

Ayrıca dil bir kırılmaya uğramıș ve semboller kullanılarak romanın anlamı okuyucunun sezgisine ve çağrıșım gücüne bırakılır. Franz Kafka, Jaymes Joyce, Wirgina Wolf’un eserleri modernist romanlara örnek olarak verilebilir. Modernizmle birlikte romanda yeni bir içe dönüș, kendi kabuğuna çekiliș bașlar. Ar tık roman okunması “zor” bir anlatıdır. Amacı her okura değil, bu zorluğu göğüslemeye hazır olan eğitimli ve yetenekli okura seslenmektir. 1950’lerden bașlayarak, Fransa’da yeni bir roman ekolü gelișir. Aralarında Claude Simon, Michel Butor, Samuel Beckett, Nothalie Sarraute ve Robbe Grillet’in bulunduğu bu yeni

victor hugo

araştırma

roman ekolüne amacına uygun olarak “Yeni Romancı” adı verilir. Yeni Romancıların manifestoları; Robbe Grillet’nin “yeni roman” adlı makalesidir. Eski romanı reddeden bu makalede, Robbe Grillet’nin hedef aldığı șey, “eski” 19. yy romanıdır. Buna göre, Romanda baș aktör insan değil zamandır. Önem sırasına göre sıralarsak, birinci sırayı, zamana, ikinci sırayı, saate, üçüncü sırayı, olaylara, dördüncü sırayı, eșyalara, son sırayı da, zaten bir monoton gibi hareket etmekte olan insana verir. “Yeni Roman”ın insan odaklı değil de nesne odaklı olacağını ilan eden “Yeni Romana Doğru” manifestosu vardır. Bu anlamda 20. yy’da roman sanatı, bireyin zaferi olarak görülür ve yeni anlatım yolları, teknikleri denenir. Roman, edebiyat ortamlarında kabul gören bir tür olur. (sürecek)


tiyatro

varoluşçuluğun sahnedeki izdüşümü: gizli oturum gülnaz bıçakçı

İstanbul Büyükșehir Belediyesi Şehir Tiyatroları, tiyatro sezonunun bașında gösterime sunmak için iki Fransız yazarı nın oyununu seç miș lerdir. Bun lardan bi ri si Je an Ge net’nin “Hizmetçiler” isimli oyunu, diğeri ise önemli bir Fransız düșünürü olan Jean Paul Sar tre’ın “Gizli Oturum” isimli oyunudur. Jean Paul Sar tre, “Gizli Oturum” isimli oyununu, kendi “varolușçu felsefesinin” temel ilkelerinden bazı ları nı açıklamak için yazmıștır. Bunlar; insanın sorumluluğu, bu sorumluluk yüzünden bunaltı sı, “bașkaları nın cehennem” olduğu, insanın kendisini edimleriyle kurduğu, insanın duyguları nın edimleriyle anlam kazandı ğı, insanın kendini tanı ması nın bașkaları nın içinden geçtiğidir. Oyunun konusu kı saca șöyledir: “Gizli Oturum”da üç kiși veya üç ölü, çı kı șı olmayan mezar gibi bir yere kapatılmıșlardır. Bu kișiler insan olmanın sorumluluğunu yerine getirememișlerdir. Hepsi insanlı ğa karșı bir suç ișlemiștir. Bu suçları nı ilk önce açıklamazlar ama birbirlerini sorgulamaları sonucu ișledikleri suçlar or taya dökülür. “Gizli Oturum”da, kendi istekleri dı șında iki kișiyle birlikte bir araya konulan gazeteci Garcin, bir dava adamı olmayı seçmiștir. Ama yolda korkarak trenden atlayıp davası na ihanet etmiș ve arkadașları tarafından hain ilan edilmiștir. Estelle, kendisini dıș görünüșüyle var etmeye çalı șır. Bu seçimini konuldukları yerde ayna bulamayınca deli-

ye dönmesiyle belir tir. Estelle bebeğini göle atmıș ve sevgilisinin intiharı na neden olmuștur. Bir lezbiyen olan Inès, kuzeninin sevgilisini elinden alarak kuzeninin ölümüne neden olmuștur. Gae ton Pi con, “Va ro luș çuluk” ki ta bın da “Gizli Oturum” isimli oyunun geçtiği or tamı șöyle betimler: “ ‘Gizli Oturum’daki kapı sız ve penceresiz odada Ines, Estelle ve Garcin

bir arada yașarlar, hem de oldum bittim. Tutsak lı ğın böyle sürüp gitmesi, insanla dünya arasındaki o önlenemez ayrı lı ğı canlandı rır.” Oyun kișileri, cehennem zebanisi gibi birisi tarafından buraya kapatı lırlar. Bu zebani, kendisini çağırmak için bir zil olduğunu, bunu sahnedeki uzun halatı çekerek çalabileceklerini ama bu zilin her zaman çalmadı ğı -

KASIM 2009 | TAVIR | 39


tiyatro

Varolușçulara göre, genel bir ahlak yoktur, çünkü dünyada insana yol gösterecek bir ișaret bulunmamaktadır. Varolușçulara göre, hiçbir genel ahlak size yapacağı nız șeyi söylemez, yapacağı nız șeye ancak siz karar verebilirsiniz. Oyunda da, Ines ahlaksızlık yapmıștır. Kuzeninin sevdiği kı zı elinden almıștır. Kendisi bu ahlaksızlı ğa karar vererek yapmıștır. Anlatırken de, genel bir ahlak kuralı nı çiğnediğini söylemez. Böyle bir kaygı sı yoktur.

nı söyler. Burası çı kıșsız ve bunaltı cı bir ortamdır. Ama bu bunaltı cı lık yalnızca kapı sız, penceresiz ve sı cak bir or tamdan kaynaklanmaz. Ama ayrı ca, kișilerin birbirlerinin cehennemi olmalarından da ileri gelir. Gaeton Picon yine, “Varolușçuluk” isimli kitabında Sar tre’ın kișileri için șöyle yazar: “Sar tre’ın kișileri hem kendilerini hem de birbirlerini sı kıștı rır, tedirgin ederler. Kendi tiksintileri, boșlukları, sallantı ları dı șında bir șey bilmezler, görmezler. Kur tarı cı bir coșkuya kapılmazlar. Așk bile bir bașarı sızlık konusudur onlar için. Bașkalarıyla, çevreleriyle kurdukları bağlantı lar oldum olası acı, aldatı cı dır; ‘Bașkaları Cehennem!’dir. kendilerine buldukları șey ise ‘Susamadan içmek zorunluluğudur’ sadece.

hepsinin suçlu oldukları or taya çı kar. Bu kișilerden gazeteci Garcin, sorumluluğunu yerine getiremediği için iyice bunalmaktadır. Diğer iki kadın öldürme ve ölüme neden olma suçu ișlemișlerdir. Bu sorumlulukları ve sorumlulukları nı yerine getirmemelerini birbirlerinden geçerek, birbirlerini sorgulayarak or taya çı karmıșlardır. Varolușçulukta zaten insan kendini seçerken bütün insanları seçtiği gibi, bütün insanları seçerken de kendini seçer; kendine karșı sorumlu olunca bütün insanlara karșı da sorumlu olur. Bunaltı, sorumluluğunu duymaktır. Öyleyse, insan bunaltı dır. Bu oyunda da, sorumluluğunu yerine getiremeyen insanların bunaltı sı nı görürüz. Estelle, anneliğin sorumluluğunu yerine getirememiș, bebeğini göle atmıștır, Ines, kuzeninin sevgilisini ayartarak akrabalık sorumluluğunu yerine getirememiș, kuzeninin ölümüne neden olmuștur. Garcin ise üzerine aldı ğı görevi yerine getirememiș, korkmuș, görev sorumluluğunu çiğnemiș, yarı yolda trenden atlayarak kaçmıștır.

Zaten insanın kendisini tanı ması bașkalarından geçer. ‘İnsan kendinden bașkaları na varmaktadır.’ İnsan kendi gerçeklerine varabilmek için bașkaları nın içinden geçecektir. Bașkaları, insanın hem varolması hem de kendini bilmesi için gereklidir. Oysa yine de kendini yapan sadece insanın kendisidir. Bașkaları nın içinden geçmesi yaptı ğı nı de- Varolușçulara göre insan kendini tanı mak için bașkaları nın içinden geçer ama kendini ğerlendirmek içindir.” yapan sadece kendisidir. İnsan yardımsızdır, Oyunda da, kendi istekleri dı șında bir araya desteksizdir, bir bașı nadır. Oyunda da, bukonulan bu insanlar, birbirlerini sorgularlar. naltı cı bir yerde, birbirlerini sorgulayarak, teİlk karșı lașmalarında kim oldukları nı ve ne dirgin hatta rahatsız eden üç kiși birbirlerine yaptık ları nı tam açık lamazlar. Ama sonra yardım etmezler. Her biri kendi sorunuyla, birbirlerini acı tan sorulara verilen cevaplarla bunaltı sıyla baș bașa kalır.

40 | TAVIR |KASIM 2009

Varolușçularda, insan, erdemlerini kendi yaratır. Korkak ya da kahraman olmak insanın elindedir. Nitekim korkak her zaman korkaklıktan kur tulabilir, kahraman her zaman kahramanlıktan çı kabilir. Korkağın korkaklı ğı ciğerinin, böbreğinin korkak olușundan değil, kendini o duruma düșürmesinden gelir, edimleriyle kendini bir korkak olarak kurmasından gelir. Bunun içindir ki, korkak korkaklı ğından sorumludur. Garcin de, üstlendiği görev için giderken korkup trenden atlamıș, kaçmıștır. Bu davranı șı nın nedenini dıș koșullarda aramaz. Arkadașları nın onu hain ilan etmesi karșı sında kendini savunmaz. Bu hareketinin sorumluluğunun ağırlı ğı nı duyar, bunalır, çok sı cak olduğunu söyler, ceketini çı karmak, kravatı nı gevșetmek ister. Varolușçu felsefede duyguları mı zın bașlı bașı na hiçbir anlamı yoktur, duyguları mız ancak hareketimizle, edimlerimizle anlam kazanırlar. Harekete geçmemiș duygu hiçbir șey değildir. Bașka bir deyimle duygu, yapı lan hareketlerle meydana gelir. Duygunun değeri edimlerden sonra or taya çı kar. Duygunun değerini ancak onu doğrulayan, belirleyen bir edimle, bir hareketle tanımlayabiliriz. Oyunda, Estelle Garcin’e sarı lır ve onu sevdiğini söyler ve ondan duyguları na karșı lık bekler ama Garcin “Bizi biz yapan, dü șün ce le ri miz ve duygula rı mız de ğil, edimlerimizdir.’ diyerek onun duyguları na karșı lık vermez çünkü or tada bu duyguyu belirleyen bir edim, bir hareket yoktur. Ayrı ca, varolușçu felsefede, “Hürriyeti isteyince onun tümüyle bașkaları nın hürriyetine, bașkaları nın hürriyetinin ise bizimkine bağlı olduğunu anlarız. Gerçi insanın tanı mı olarak hürriyet, bașkası na bağlı değildir


tiyatro

ama or tada bir bağlanma olunca iș değișir: O zaman hürriyetimle birlikte bașkaları nın da hürriyetini istemek zorunda kalı rım. Bașka la rı nın hür ri ye ti ni amaç edin mez sem, kendi hürriyetimi de amaç edinemem. (Jean Paul SARTRE, Varolușçuluk, Ataç Kitabevi, 1960). Oyunda da, Garcin dı șarı çıkmak ister, zili çalar, kapı açı lır ama dı șarı çıkmaz çünkü onun özgürlüğü diğer ikisininkine, yani İnes ve Estelle’in özgürlüğüne bağlı dır. Kendisinin özgürlüğünü isterken, onlarınkini de istemek zorundadır. Onlar özgür olamayacakları için, Garcin de onları orada bı rakıp özgür olamaz ve dı șarı çı kamaz. Yönetmen Ergül Ișıldar, oyunu olduğu gibi sahnelemiștir. Kendisinden bir yorum katmamıștır. Zaten oyun buna çok fazla açık değildir. Oyunun dekoru, oyun kitabında belir tilen or tama uygundur. Oyunun bașından sonuna kadar sahne üstünde kalan üç oyuncu için klasik biçimde üç koltuk vardır. Sahne arkasında sütunlar arasında geniș bir çı kıș vardır. Burada, yüksek bir kaidenin üzerinde Garcin’in kaldırmayı deneyip de bașaramadı ğı kadar ağır bir bronz heykel vardır. Seyirciye göre, sol taraftaki sütunun hemen yanında uzun bir halat sarkmaktadır. Bu halat zili çalmaya yarar. Salonda üç koltuk ve halı dan bașka eșya yoktur. Pencere yoktur. Çı kıș kapı sı görünmez. Çı kıșsız ve boğucu or tam dekorda daha iyi belir tilebilirdi.

mișliğini ve insanları son derece tedirgin eden özelliklerini bașarıyla sahnede canlandı rı yor. Emre Narcı ise bulundukları or tamın bunaltı cı lı ğı nı ve sorumluluğundan kaçmanın verdiği bunaltı yı bașarıyla canlandı rarak rolünün hakkı nı veriyor. Varolușçuluk, 20 yüz yı lın birçok önemli yazarı nı etkilemiș ve özünde idealizmin tipik

bir yansı masından bașka birșey olmayan, aynı zamanda kapitalizmin bireyci - bencil kültürünün yayılması na neden olan bir burjuva öğretisinden bașka birșey değildir. Sartre’ın, Marksizmden etkilenerek, ilerici eylemlere yönelmesi, bu gerçeği değiștirmez. Varolușçu felsefeye dayanan bir oyun görmek isteyenlerin ve Jean Paul Sar tre’ı anlamak isteyenlerin bu oyunu kaçırmaması nı öneriyoruz. ❏

Kostümlere gelince: Estelle beyaz V yakalı sade beyaz bir elbise giymiștir. Ines gri pantolon ceketten olușan bir takım giymiștir. Garcin’in de üzerinde bej rengi, içinde yeleği olan bir takım elbise vardır. Oyunun üç bașkișisini sahneye getiren oyuncu siyah fraklı dır ve așı rı șișmandır. Ișık așı rı parlaktır. Oyuncular sade bir oyun çı karı yorlar. Estelle rolünü oynayan Özge Önder, yalnızca dıș görünüșe önem veren, hemen duygusal ilișkilere girmeye çalı șan, yüzeysel bir kadın olan Estelle’i bașarıyla canlandı rı yor. Ines’i canlandı ran Ece Okay ise Ines karakterinin kurnazlı ğı nı, sinsiliğini, kendini beğen-

KASIM 2009 | TAVIR | 41


tiyatro

meraklısı için öyle bir hikaye... ömür akçalı

kuș sü rü sü nün cı vıl tı sı, ye ni ke sil miș çi men le rin ko ku su dur Sa it Fa ik. Ki mi si için tek bir hi k â ye de k i mar tı, ada lar, in san ka la ba lı ğıy la İs tan bul, in san la r ın ca na ya kın yüz le ri, in san la r ın kor kunç yüz le ri dir. Ki mi si için iș siz güç süz, aç su suz “lü zum suz adam” ola rak do laș mak tır șeh rin so k ak la r ı nı. Hiç de ğil se il ko kul ders ki tap la r ın dan ku la ğı mı za ça lın mıș çok es k i bir anı dır Sa it Fa ik. Sa hi il ko kul ki tap la r ın da mı kal dı Sa it Fa ik? O na sıl söz! İș te İs tan bul yi ne Sa it Fa ik’in İs tan bul’u… Mar tı lar onun mar tı la r ı, Bur gaz Ada onun Bur gaz Ada ’sı, Rum kah ve ci, Ya hu di ba lık ç ı, Çin ge ne ayak k a bı bo ya c ı sı, kes ta ne ci, gök yü zün de k i bu lut lar bi le onun bu lut la r ı…

Sa it Fa ik, hi k â ye le ri ne na sıl baș lar dı? Ki mi za man us ta ca ko ta r ıl mıș bir peș re vin, in ce bir ha z ır lı ğın ar dın dan, ki mi za man pat di ye… Ki mi za man hi k â ye nin or ta ye rin den ki mi za man özen li bir gi riz gâh tan son ra… Fa k at her za man iç ten bir ha vay la ya par dı hi k â ye an lat ma iși ni. Biz de bir ba kı ma Sa it Fa ik’i an la ta ca ğı mı za gö re onun gi bi iç ten ol ma ya ba k a lım.

de le ri açıl dı. Eki m’in se rin ha va sıy la bir lik te ti y at r o düș k ün l e r i n in yü r e ği fe r ah l a d ı. Abart tı ğı mı z ı san ma yın! Ti yat ro nun ne me nem bir bü yü ol du ğu nu, sa lo nun ıșık la r ı nın sö nüp sah ne nin ya vaș ya vaș ay dın lan dı ğı anın he ye ca nı nı bi len ler an lar bi zi. Ney se, faz la uza tıp oku yu cu yu ka ç ır ma ya lım. Bu yıl git ti ği miz ilk oyun dan söz aça ca ğız: “Me rak lı sı İçin Öy le Bir Hi k â ye-Sa it Fa ik Aba sı ya nık”

Ekim ayı ti yat ro se ver ler için on bir ayın sul ta n ı sa y ı l a b i l e cek bir ay. Ti yat ro se zo n u Ekim ’de açı lır çün kü. Dört göz le bu ay bek - Söz ko nu su Sa it Fa ik olun ca he men her ke sin le nir. Bi zim de gö zü müz yol lar da kal mıș tı ak lı nın bir kö șe sin de bir șey ler can la nı yor doğ ru su. Ni ha yet Ekim gel di de ti yat ro per - ol ma lı. Ki mi si için bir ilk ba har baș lan gı c ı, bir

42 | TAVIR | KASIM 2009

Sa it Fa ik’i “Me rak lı sı İçin Öy le Bir Hi k â ye” ola rak 2009 İs tan bu lu’na ge ti ren bir oyun iz li yo ruz. Er gün Ișıl dar yö ne ti min de ser gi le nen oyu nun tek ki și si Sa it Fa ik’i oy na yan Na șit Öz can. Tek ki și de me me li bel k i de. Çün kü Ömer Gök tay, za man za man klar net ve akor de on ça la rak, za man za man sa efekt ya pa rak oyun bo yun ca ona eș lik edi yor sah ne de. Oyun, klar ne tin ağır ez gi siy le açı lı yor za ten. Ve Sa it Fa ik sah ne de k i ye ri ni alı yor. Baș lı yor hi k â ye le ri ni an lat ma ya. Hi k â ye le riy le ken di ni an la tı yor as lın da. Çok sev di ği İs tan bul’u an la tı yor. Bi ri cik ko ru yu cu su ana c ı ğı nı, ay lak ay lak do laș tı ğı so k ak la r ı, de ni zi, in san hal le ri ni an la tı yor. Ya șa mın na sıl da hi k â ye leș ti ği ni, ya șa nan la rın us ta ca hi k â ye leș ti ril di ği ni el le tu tar gi bi


tiyatro

ğin de sah ne le yen, 2007 yı lın da kay bet ti ği miz Sa vaș Din çel’e de bir al kıș gön de ri yor se yir ci. Oyu nu Sa vaș Din çel’den iz le me fır sa tı mız ol ma dı ama Na șit Öz can’ın eli yü zü düz gün bir oyun c u l uk çı k ar d ı ğı n ı söy l e y e b i l i r iz. Doğ ru su bir oyun cu yu zor la ya cak, bir oyun cu için sı nav ni te li ğin de olan çok faz la sah ne yok oyun da. Bu ra dan ba kın ca tek ki și lik ol ma sı na kar șın per for mans la yü rü yen bir oyun de ğil Me rak lı sı İçin Öy le Bir Hi k â ye. Hat ta de ğin di ği miz gi bi za man za man oyun de ğil, soh bet olu ve ri yor sah ne de ya șa nan. Na șit Öz can’ın Sa it Fa ik’i se ve rek can lan dır dı ğı ra hat lık la göz lem le ni yor. Ha ni uzak tan ba kı lın ca O’nu an dır mı yor da de ğil!

so mut bir can lı lık için de kav r ı yo ruz. İz ler özen le be lir siz leș ti ri le rek hi k â ye par ça la r ı uç uca ek le ni yor. Sa it Fa ik oda sın dan çı kıp mil yon lar ca ya șa mın her gün sa yı sız kez ke siș ti ği șe hir de bi ze hi k â ye dev șir mek için do la șı yor san k i. Do laș tı ğı so k ak lar dan, park lar dan, gi rip çık tı ğı ev ler den, kah ve ler den, va pur lar dan, göz gö ze gel di ği her in san dan hi k â ye top lu yor. Ya șa dı ğı her ola yı bir öy kü ha mu ru ha li ne ge tir me yi bi len, o ha mu ru us ta ca yo ğu ran, or ta ya Türk çe ’nin en sa mi mi me tin le ri ni çı k a ran Sa it Fa ik böy le lik le ken di ha yat hi k a ye si ni de pay laș mıș olu yor bi zim le. Oyun kıs men bir or ta oyu nu ha va sın da ge li și yor. Na șit Öz can’ın sah ne nin kö șe sin de ta bu re sin de otu ra rak oyu na ka tı lan mü zis yen le oyun da k i ikin ci bir adam mıș gi bi sü rek li pas laș ma sı, bu or ta oyu nu ha va sı nı pe k iș ti ri yor. Böy le ce tek ki și lik bir oyu nun ya rat tı ğı ka ç ı nıl maz tek dü ze lik bir neb ze ol sun kı r ıl mıș olu yor. Oyu nun efekt le ri nin -dal ga, de niz ses le ri, mar tı çığ lık la r ı, eșek anır tı la r ı, ça kıl ve cam kı r ı ğı vb. ses le ri- se yir ci nin gö zü nün önün de açık tan ya pı lı yor ol ma sı se yir ci yi oyu na ka tan, oyu nun iç ten lik kat sa yı sı nı ar tı ran bir at mos fer ya ra tı yor. Çün kü abar tı lı bir kul la nım la bir de ney sel lik nok ta sı na var dı r ıl ma dan, ma kul dü zey de tu tu lu yor bu efekt ler. Oyu nun ge ne lin de kul la nı lan klar ne tin bu

oyun için doğ ru mü zi ği yan sı tan bir ses ol du ğu tar tı șı la bi lir oy sa. Klar ne tin uça r ı tı nı sı ta mam ama za man za man uza yan yas lı ez gi, Sa it Fa ik ile yan ya na gel me si güç bir et ki ya ra tı yor doğ ru su. Bu nun ye ri ne salt oyu nun so nu na doğ ru kul la nı lan akor de on ön pla na çı k a r ı la bi lir di. Oyu nu or ta oyu nu çiz gi si ne yak laș tı ran baș k a bir un sur da Na șit Öz can’ın oyu nu sık sık se yir ciy le bir lik te oy na ma uğ ra șı. Ki mi za man se yir ci ile kü çük soh bet le re ev ri len oyun, do ğaç la ma es pri ler le oyun ol ma nın dı șı na ta șı yor. İlk per de de sah ne ye ser piș ti ri len ka pı, pen ce re, ça lıș ma ma sa sı, san dal ye ve as kı lık tan olu șan sa de de kor tek ki și lik olan ve ha re ket ten çok an la tı ma da ya nan bir oyu na ye te cek im k ân la r ı sağ lı yor. İkin ci per de dey se bir kö șe ye çe k il miș ma sa san dal ye yi say maz s ak sah n e bü t ü n üy l e boș. Böy l e l ik l e yağ mur lu bir so k ak, bir mey ha ne, bir park olu y or sah n e. Oyun bo y un c a sah n e n in önün de or ta yer de sü rek li ıșık lan dı r ıl mıș hal de du ran, yü zü iz le yen le re dö nük ol ma sa da Sa it Fa ik ol du ğu tah min edi len büs tün ni ye ora da ol du ğu an la șı lır gi bi de ğil. Oyu nun ve al kıș la r ın so nun da Na șit Öz can bir çe k i liș ya pıp büs tü bir se yir ci ye ar ma ğan edi yor. Böy le ce an lı yo ruz büs tün sah ne nin or ta sın da öy le ce dur ma sı nın sır r ı nı! Bu ara da hi k â ye le ri der le yip uyar la ya rak oyu na ha yat ve ren ve Ma cit Ko per’in yö net men li -

Me rak lı sı İçin Öy le Bir Hi k â ye, iyi bir Sa it Fa ik oku ru na çok șey kat ma sa da onu pek ta nı ma yan lar için doğ ru bir baș lan gıç nok ta sı sa yı la bi lir. Çün kü bir ba kı ma bir Sa it Fa ik bi yog ra fi si su nu lu yor oyun da. Ve za ten Sa it Fa ik’in ken di ne has öy kü cü lü ğü nün, içe dö nük, bi re yin aç maz la r ı nı ele alan ya pı sı, bu oyu nun ne den tek ki și lik ol du ğu nu da fı sıl dı yor biz le re. Sa vaș Din çel, bü tün bun la r ı dü șü ne rek tek ki și lik bir oyun yaz mıș bü yük ola sı lık la. Top lum cu ger çek çi öy kü cü le ri miz ara sın da say mı yo ruz Sa it Fa ik’i ama onun öy kü cü lü ğünü ve ede bi ya tı mı za kat tık la r ı nı da ya ba na ata cak de ği liz. Gön lü müz is ter di el bet te sos ya list ol ma sı nı bu da ay r ı bir șey ta bi... Her șe ye rağ men, hi k a ye le riy le bü tün le șen bir Sa it Fa ik bi yog ra fi si ni, gü zel bir re jiy le, gü zel bir oyun cu luk la iz le mek is te yen le re ha ra ret le öne ri yo ruz Me rak lı sı İçin Öy le Bir Hi k a ye’yi... Sa it Fa ik’in öy kü ev re ni ne si nen ya șa ma se vin ci ve in san sev gi si ni se yir ci ye ilet me yi ba șa r ı yor oyun çün kü. Bir hi k â ye okur gi bi baș la yıp bi ti yor. İn san bir hi k â ye yaz ma ya baș la mak is ti yor oyun dan çı kın ca. İs tan bul’un yağ mur lu, İs tan bul’un gü neș li ha va sı na dal mak, so k ak lar da ya șa na du ran hi k â ye le rin ara sı na at mak is ti yor ken di ni. Sa it Fa ik’in İs tan bu lu’nun da ha ya z ıl ma mıș öy kü le ri ni yaz mak için... ❏

KASIM 2009 | TAVIR | 43


sinema

yeniden “vatan-millet sakarya” ya da vatan sağolsun sevgi duman

eșittir tarafsız olmaktır. Hoș “tarafsızlık” denilen kavramın, içinde bulunduğumuz sistemde eșyanın tabiatına aykırı olduğunu, böyle bir kavramın hayata geçirilemeyeceğini, tarafsız(!) olmanın en basit ifadesiyle son tahlilde haklının değil haksızın, güçsüzün değil güçlünün, doğrunun değil yanlıșın yanında taraf tutmak anlamına geleceğini ifade etmek için felsefeci olmaya gerek yok. Biz mümkün olmadığını söylüyoruz ama diyelim ki Levent Semerci gerçekten objektif, gerçekten tarafsız ve gerçekten iyi niyetli olarak bu sözünü yerine getirmeye çalıștı. Ama olmamıș iște. Kürt sorunu bir șekilde ișlenirken, ortaya resmen ve alenen devlet yanlısı bir film çıkmıș. Niyetler ne olursa olsun, niyetlerden bağımsız olarak Levent Semerci, așırı hamaset yüklü, vatan-millet-sakarya üçlemesinin, biraz sinema tekniği ile soslanmıș ucuz bir versiyonunu aktarmıș beyazperdeye... “Bize göre o bölge ne Vietnam’dır, ne de en taze örneği ile Irak. Kendine özgü dinamikleri olan, üç beș kelimeyle açıklanmayacak bir dönem yașanmıștır, yașanmaktadır. İnanılmayacak olayların yașandığı, ölümle hayat arasında her dakika seksek oynanan bir dönemin hikayesini tüm gerçekliğiyle, yorumsuz beyazperdeye aktarıyoruz.”

da boy boy fotoğrafları da çıkmıyor. Bizi de elbette onun boyu posu, endamı değil; fikirleri, düșünceleri ve bunların ıșığında çektiği film ilgilendiriyor. İlgilendiriyor çünkü “Nefes-Vatan Sağolsun” adlı film, anlattıklarıyla, mesajlarıyla Türkiye’nin son 30 yılının acı bilançosunu çıkardığını iddia ediyor... Bu acıların herkes kadar payına düșeni almıș insanlar olarak, bizim de ilgimizi çekti elbette “Nefes-Vatan SağolSon yılların belki de en iddialı filmi olan “Ne- sun”... fes-Vatan Sağolsun”un, reklamcılıktan gelme yönetmeni Levent Semerci’nin sözleri bun- Yukarıda film üzerine etmiș olduğu üç cümlelar... Bildiğimiz kadarıyla bundan bașka bir laf yi aktardığımız Levent Semerci’nin ilk uzun da etmedi filmi hakkında... metrajlı filminde, “Bir dönemin hikayesini tüm gerçekliğiyle, yorumsuz beyazperdeye aktarıÇok konușan, görünen biri değil zaten Levent yoruz.” sözünün yerine getirilmediğini ilk bașSemerci; diğer bazı yönetmenler gibi medya- tan belirtelim hemen... “Yorumsuz” olmak,

44 | TAVIR | KASIM 2009

Biz niyetleri sorgulayacak değiliz. Karșımızda bir film var ve biz, filmin anlattıklarıyla, bize aktardıklarıyla, hatta gözümüze soktuklarıyla ilgiliyiz... Ve bu filmde tarafsızlık kavramı yerli yerine oturmuyor çünkü doğru șeyler anlatılmıyor. Var olanı olduğu gibi, tüm çıplaklığıyla anlatsa ve hiçbir yorum katmasa Semerci, diyecek lafımız olmazdı. Fakat öyle değil; Semerci, film boyunca, hikayenin sadece ay-yıldızlı tarafını, yani devlet tarafını aktarıyor bizlere. Onların gözünden, onların fikrinden, onların bakıș açısından izliyoruz, ülkenin doğusunu yakıp kavuran hikayeyi... Evet, var, gerillalar da var filmde ama yalnızca telsizden yükselen bir “ses” olarak, bir “gölge” olarak veya en fazla ağır yaralı/ölü olarak... Hikaye de bu yüzden sakat/taraflı zaten ta baștan. Savașın


sinema

yor. Asker iyi, öbürleri kötü! Asker haklı, öbürleri haksız! Asker vatansever, öbürleri vatan haini! Asker masum, öbürleri suçlu! Asker șair, filozof ve entelektüel, öbürleri “ayı”, “domuz”! Budur iște filmin mesajları...

iki tarafı, bir ve eșit oranda filmde yer almıyor yani... Telsizden yükselen “ses” bir gerilla komutanına ait... Filmin ana kahramanı yüzbașıyla, film boyunca telsizde ağız dalașı yapan, askere karșı “hastalıklı/bilinçsiz” bir düșmanlık besleyen, tedaviye muhtaç biri, “Doktor” kod adlı gerilla komutanı... Bu mudur ülkenin son 30 yılına damgasını vuran, on binlerce insanın hayatına mal olan savaș? Üzerinden üniformasını çıkartsaymıș, ya felsefe profesörü ya da bestseller kitap yazacak kadar edebi metinler döktüren bir yazar olabilecek yüzbașıyla; bize yansıtıldığı kadarıyla aklını bu yüzbașıya takmıș, onu oradan kovmaktan bașka bir ideali olmayan “Doktor” kod adlı gerilla komutanının, birkaç Amerikan filminden aparılmıș, tekniği gerçekten yüksek savaș sahneleriyle soslanmıș öyküsü müdür yani 30 yıldır tanığı, bazen sanığı, hatta mağduru olduğumuz savaș? Dedik ya, devletin penceresinden bakıyor Levent Semerci’nin kamerası. Yalnızca oradan görülenler var filmde. Filmdeki askerlerin hepsi masum... Hepsi ana kuzusu. Hepsi șair. Baștan ayağa duyguya kesmiș, içlerinde gram kötülük bulunmayan bir nevi derviș hepsi... Öyle mi acep? Bu 30 yılda o bölgede boșaltılan/yakılan köyleri boșaltan ve yakan kimdi acaba? Tek kelime Türkçe bilmeyen köylülere zorla İstiklal Marșı okutmaya kalkan, okuyamayınca da köy meydanında ișkence yapıp bok yediren kimdi? Ölmüș gerilla cesetlerine dahi tecavüz edecek kadar, kulaklarından koleksiyon yapacak kadar insanlıktan çıkanlar kimdi? Halkı așağılayan, ona karșı kin kavramının bile eksik kalacağı kadar düșmanlık besleyen kimdi? Kurdukları JİTEM’le, adam kaçırıp ișkence yapan, karanlık kör kuyularda

insanları kaybeden, sokak ortasında insanları infaz eden kimdi? Levent Semerci’nin “masum” șairleri(!) değil miydi? Biz mi yanlıș hatırlıyoruz yoksa? Hayır, yanlıș hatırlamıyoruz elbette. Ama Levent Semerci, öyküsünü demek ki gerçeklerden değil hayallerden seçmiș. Ya da kendi görmek istediği pencereden... Anti militarist bir film denemesi yaptığı da söyleniyor Semerci için. Böyle okumaya çalıșsak da filmi, olmuyor; çünkü film buna izin vermiyor. Mahsun Kırmızıgül’ün “Güneși Gördüm”ünün biraz daha entelektüeli, biraz daha șehirlisi, biraz daha iyi kotarılmıșı duruyor karșımızda, o kadar... Evet, Levent Semerci’nin dediği gibi “üç beș kelimeyle açıklanmayacak bir dönemin yașandığı” bir savaș, böyle anlatılmaz. Semerci de burada üç beș kelime etmiș ama o da doğru değil. Hatta tastamam doğruların ters yüz edilmiș hali. Hakan Evrensel’in “Güneydoğu Öyküleri” adlı kitabından senaryolaștırılan “Nefes Vatan Sağolsun”; Levent Semerci adına bir talihsizlik örneğidir en hafif deyimiyle. Savașı objektif olarak anlatacaksa, bunun için tek kaynak kișisi Hakan Evrensel olmamalıydı. O dağları mesken eyleyenlere de kulak vermeliydi. “Ana kuzularının” ölmelerini istemiyorsa, bu savaș bitsin istiyorsa, böyle yapmalı, doğruların yanında olmalıydı. “Nihayetinde, bu bir sinema filmidir, elbette savașı bire bir aktarması mümkün değildir.” türünden savunma yapanlar çıkacaktır, ancak hep söylediğimiz gibi, eksik olan da doğru olmayacak, yanlıșa götürecektir bizi. Ki böyle bir durum yok filmde. Mesaj doğrudan alını-

Bu film gișe yapacak; yapımcısına, yani filmin aynı zamanda yönetmeni olan Levent Semerci’ye bol paralar kazandıracaktır kușkusuz. Hem șimdiye kadar filmi izleyip de beğenenlere baktığımızda; bu filmin Levent Semerci’ye güzel bir ikbal kazandıracağı da belli... Genel Kurmay Bașkanı’ndan kuvvet komutanlarına; tüm șovenist- kafatasçı camiadan ve onlardan hiç de geri kalmayacak bir tıynete sahip Deniz Baykal’a kadar herkes filmi çok beğenmiștir. Film hakkında bu bile bir veridir aslında. Üzerinde fazla söz etmeye gerek de yoktur. Reklamcılıktan yetișme Levent Semerci, filmde bu yeteneğini fazlasıyla kullanmıș. “Nefes Vatan Sağolsun”u, teknik açıdan, sinema dili açısından ve hepsi de amatör olan oyuncuların, ustalık isteyen rollerin altından kolayca kalkmaları boyutuyla incelersek, bu konularda çok da söylenecek bir șey yok. Film, bu boyutlarıyla fazlasıyla estetik... Ancak biz filmin kusurlarıyla ilgiliyiz esas olarak... Hani “kadı kızında bile olan”ından değil ama; daha büyükleriyle... Bu da “Nefes-Vatan Sağolsun”da fazlasıyla var... Sonuçta, tam da “Kürt Açılımı”nın ya da diğer bir deyișle “Demokratik Açılım”ın herkesin dilinde olduğu bir sürece, böylesi bir filmi överek girenler, süreci nasıl șekillendirmek istediklerini de ortaya koymaktadırlar. Kurtla kuzunun yer değiștirdiğini gösteren, gerçekleri tersyüz eden film, “açılım”ın hangi yana olduğunun da aynasıdır adeta… ❏ FİL­MİN­KÜN­YE­Sİ: Yö­net­men: Levent Semerci Oyun­cu­lar: Mete Horozoğlu, Engin Hepileri, Barış Bağcı, Engin Baykal, Özgür Eren Koç, İbrahim Aköz Se­nar­yo: Hakan Evrensel, M. İlker Altınay, Levent Semerci Müzik: Fırat Yükselir Ya­pım­cı: Levent Semerci Sü­re:­90 dk.

KASIM 2009 | TAVIR | 45


haberler

Gezici festival 15. yılını kutluyor kat kı la rıy la Art vin’de dü zen le ne cek. Al tın, Gü müș ve Bronz Bo ğa Ödül le ri’nin ve ri le ce ği Ulus la ra ra sı Film Ya rıș ma sı, 16 Ara lık’ta so na ere cek. Fes ti va lin yer li ve ya ban cı ko nuk la rı da bu yıl dan iti ba ren Art vin Be le di ye si’nin ev sa hip li ğin de Art vin’de ağır la na cak.

Yönetmen Halit Refiğ hayatını kaybetti Me mo ri al Has ta ne sin de ''saf ra ka na lın da tü mör'' teș hi siy le 28 Ağus tos’ ta te da vi al tı na alı nan Ha lit Re fiğ 11 Ekim 2009 ta ri hin de ha ya tı nı kay bet ti.

Dün ya da bir çok önem li fes ti val den ödül ler le dön müș on fil min Tür ki ye ga la la rı Art vin’de ya pı la cak. Sİ YAD Jü ri si de her yıl ol du ğu gi bi bir ödül ve re cek. An ka ra Si ne ma Der ne ği’nin T.C Kül tür ve Tu rizm Ba kan lı ğı’nın kat kı la rıy la dü zen le di ği Ge zi ci Fes ti val, 15. kez film le ri ni yük le nip yol la ra dü șe cek. 4-10 Ara lık ta rih le ri ara sın da An ka ra lı si ne ma se ver ler le bu luș tuk tan son ra 11 Ara lık’ta Art vin’e doğ ru yo la çı ka cak. Son üç yıl dır Kars’ta ya pı lan fes ti valin ulus la ra ra sı ya rıș ma sı bu yıl dan iti ba ren Art vin Be le di ye si’nin

Fes ti va lin di ğer bö lü mü ise Kar șı Bö lü mü. Ge zi ci Fes ti val, dün ya da ve Tür ki ye’de son dö nem de ya șa nan eko no mik, po li tik, sos yal ve kül tü rel ge liș me le ri göz önü ne ala rak “Ka pi ta lizm”, “Sa vaș”, “Bur ju va zi”, “Eği tim”, “Mil li yet çi lik”, “Mi li ta rizm” ve “Cin si yet çi lik”e KAR Ş I FİLM LER gös te re cek. KAR ŞI bö lü mü çer çe ve sin de bir de pa nel dü zen le ne cek. ❏

Leman Yurtsever’e hapis cezası verildi İn san Hak la rı sa vu nu cu su Le man Yurt se ver’e An ka ra 27. As li ye Ce za Mah ke me si’nden, 3 ay 15 gün ha pis ve 400 TL. ad li pa ra ce za sı verildi. “Dev let Üs tün Hiz met Ma dal ya sı” ve ri len, 19 Ara lık Ha pis ha ne ler Ope ras yo nu'nun baş so rum lu la rın dan es ki Ce za ve Tev kif Ev le ri Ge nel Mü dü rü Ali Su at Er to sun’a “in san hak la rı utanç bel ge si” gön de ren ler den bi ri olması gerekçesiyle ceza verilen Yurtsever konuyla ilgili bir açıklama yaptı: “F Ti pi ce za ev le ri pro je si nin ha ya ta ge çi ril me sin de 107 ca na

46 | TAVIR |EKİM 2009

rağ men ıs rar eden, tüm de mok ra tik tep ki le ri ‘ya sa dı ş ı ör güt tav rı’ ola rak de ğer len di rip ku lak tı ka yan, tec rit ve izo las yon po li ti ka la rıy la mah pus la rı ölü me terk eden po li ti ka la rın mi ma rı ve uy gu la yı cı sı ola rak bel li bir zih ni ye tin tem sil ci si olan Er to sun’a sa de ce eleş ti ri hak kı mı kul lan dım. Tu tum ve dav ra nı ş ı mın ar ka sın da du ru yo rum. Za ten ge li ş en sü reç te ken di si ile il gi li ya ş a nan lar da tav rı mı zın ne den li doğ ru ol du ğu nu ka nıt lı yor. Ka ra rı el bet te ‘tem yiz’ ede ce ğim. ‘Hak sız gö zal tı’ ne de niy le aç tı ğım taz mi nat da va sı ise he nüz so nuç lan ma dı.” ❏

Bir sü re ön ce ken di si için or ga ni ze edi len ''Us ta la ra Say gı'' ge ce sin de yap tı ğı ko nuș ma da, 1960'lı yıl lar dan bu ya na emek ver di ği Türk si ne ma sı nın ha ya tın da çok önem li bir ye re sa hip ol du ğu nu be lir ten Re fiğ, ha ya tın da ki her șe yi si ne ma ya borç lu ol du ğu nu an la ta rak, Türk si ne ma sı adı na da ha ya pı la cak çok șey ol du ğu nu di le ge tir miș ti. 1975'te TRT Ku ru mu adı na çek ti ği ''Așk-ı Mem nu'' ile te le viz yon di zi le ri ne ön cü ol du ve dik kat le ri üze ri ne çek ti. 1981 yı lın da çektiği Ke mal Ta hir'in ay nı ad lı ro ma nın dan uyar la dı ğı ''Yor gun Sa vaș çı'' ad lı fil mi nin ya kıl dı ğı ilan edil di. Bu film, 1993'te te le viz yon lar da gös te ril di. ❏

Mercedes Sosa hayatını kaybetti Ya șa mı, sür gün ler ve dev rim șar kı la rıy la ge çen La tin Ame ri ka’nın ef sa ne vi halk sa nat çı sı, 74 ya șın da ki Mer ce des So sa, Ar jan tin'in baș ken ti Bue nos Ai res'te kal dı rıl dı ğı has ta ne de ha ya ta göz le ri ni yum du. Ha ya tı bo yun ca 40'tan faz la al büm çı ka ran “La Neg ra” So sa, 60’lı yıl lar da sa nat ha ya tı na atıl dı ve 70’ler de ba zı film ler de oy na dı. 1972’de halk mü ca de le le ri ni an la tan eser le rin ol du ğu “Has ta la Vic to ri a” (Za fe re Ka dar) al bü mü nü çı kar dı. 1976-83 ara sın da 30 bin in sa nın kay be dil di ği dar be dö ne min de bas kı la ra ma ruz kal dı, teh dit ler al dı. So sa, as ke ri cun ta dö ne min de 1979’da La Pla ta’da üni ver si te öğ ren ci le ri ne ver di ği kon ser sı ra sın da gö zal tı na alın dı. Şar kı söy le me si ya sak la nan ko mü nist sa nat çı, Pa ris’e sür gü ne gön de ril di. Ön ce Pa ris’e, son ra Mad rid’e yer le șen sa nat ç ı, an cak 1982 yı lı nın Ocak ayın da kon ser

ver mek için ül ke si ne dö ne bil di. Mes lek ha ya tın da bir çok ödül ka za nan So sa, öl me den ön ce yap tı ğı bir söy le și de șun la r ı söy le miș ti: “Bu ödül ler sırf șar kı söy le di ğim için ve ril me di, dü șün dü ğüm için de ve ril di. İn san la rı ve ada let siz lik le ri dü șü nü yo rum. Dü șü nü yo rum da, dü șün me sey dim ka de rim böy le ol maz dı...” ❏


haberler

Becket ve Nazım sahnede buluştu

GRUP YORUM g ü n c e

34

Ekim 2009: Al man ya’da ği’nde 1000 ki și ye ses len Du is burg Ana do lu Eği tim di. Kül tür Mer ke zi’nin dü zen - 3 16 Ekim 2009: An tal ya’da le di ği Halk Şen li ği’nde 500 Si n e Dü ğün Sa l o n u’nda dü zen l e n en kon s er d e ki și ye ses len di. 1200 ki și ye ses len di. 3 10 Ekim 2009: Dev Genç’in 40. yılı do la yı sıy la 3 17 Ekim 2009: İz mir Fu ar Ok m ey d a n ı Si b el Yal ç ın Açık ha va Ti yat ro su’nda yo Par kı’nda dü zen le nen et - ğun yağ mur ya ğı șı na rağ kin lik te 1000 ki și ye ses len - man iz le yi ci le riy le bu luș tu. Kon se ri 1000 ki și iz le di. di. Fran sa'da ya pı lan “Tür ki ye Mev si mi” et k in lik le ri çer çe ve sin de genç ku șak oyun cu la rı, Pa ris'te 3 ve 4 Ekim ta rih le rin de ün lü İr lan da lı ya zar Sa mu el Bec kett ve Tür ki ye li ya zar Na zım Hik met'i “Bec kett-Hik met” gös te ri si ile bu luș tur du. Sa mu el Bec kett'in iki kı sa oyu -

nun dan ve Na zım Hik met'in și ir le rin den olu șan iki gös te ri ''Mai son des Cul tu res du Mon de'' sa lo nun da ser gi len di. Yö net men li ği ni Bar ba ra Hutt'un üst len di ği gös te ri de, iki ya za rın, eser le rin de sa de bir dil le, in sa na ve ya șa ma da ir sa vun duk la rı an la yıș bir bü tün lük içe ri sin de di ya log ha lin de ve ril me ye ça lı șıl dı. ❏

Nobel Edebiyat Ödülü Herta Müller’e verildi İs veç Aka de mi si ta ra fın dan ve ri len 2009 No bel Ede bi yat Ödü lü’nün sa hi bi Ro man ya asıl lı Al man ya zar Her ta Mül ler ol du. Sos ya list li der Ni ko lay Ça vu șek su'nun dö ne min de bü yü yen Mül ler, bu dö nem de Ça vu șevs ku'ya mu ha lif, Al man ca ko nu șan, ifa de öz gür lü ğü ara yı șın da ki genç ya zar la rın oluș tur du ğu Ak ti ons grup pe Ba nat'a ka tıl dı. Eser le rin de Ça vu șevs ku dö ne mi ne yö ne lik eleș ti ri ler ya pan Mül ler, 1987 yı lın da ken di si gi bi ya zar olan eși Ric hard Wag ner ile bir lik te Ro man ya'dan Al man ya'ya göç et ti. Al man ya'da eser le ri ni ya yın la yan Mül ler için aka de mi ta ra fın dan ya pı lan açık la ma da, Mül ler'in bu ödü lü, "și i rin yo -

ğun lu ğu ve ne si rin açık lı ğı nı kul la na rak yok sul la rın dün ya sı nı tas vi riy le" al dı ğı kay de dil di. No bel Ede bi yat Ödül le ri nin kar șı-dev rim ci bir ya za ra ve ril me si, ku ru mun ni te li ği ni ve ne ye hiz met et ti ği ni bir kez daha gösteriyor. ❏

3 11 Ekim 2009: Al man ya’da 3 30

Köln șeh rin de Ana do lu Fe de ras yo nu’nun dü zen le di ği 6. Ge le nek sel Halk Şen li -

Ekim 2009: Ay dın Ka pa lı Spor Sa lo nu’nda dü zen le nen kon ser de 600 ki și ye ses len di. ❏

Altın Portakal ödülleri verildi 46. Al tın Por ta kal Film Fes ti va li'nde ödül sa hip le ri bel li ol du. En iyi film ödü lü nü “Bor no va Bor no va” ile “Kos mos” film le ri pay laș tı lar. Cam Pi ra mit Sa ban cı Kon gre ve Fu ar Mer ke zi'nde ya pı lan ka pa nıș ve ödül tö re nin de ve ri len ba zı ödül ler ve ka za nan lar șöy le: -En İyi Film: Bor no va Bor no va Kos mos -En İyi İlk Film: İki Dil Bir Ba vul -En İyi Yö net men: Re ha Er dem (Kos mos) -En İyi Se nar yo: Onur Ün lü (Beș Şe hir) -En İyi Sa nat Yö net me ni: Zey nep Ko loğ lu (Us ta) Beh lül Dal Jü ri Özel Ödü lü (Genç Ye te nek): Us ta fil mi nin yö net me ni Ba ha dır Ka ra taș, 40 fil mi nin yö net me ni Em re Şa hin, Ben Gör düm-Min Dit fil mi nin öy kü ya za rı Ev rim Ala taș ile Beș Şe hir fil mi nin oyun cu su Tan su Bi çer.

Kı sa Film Ya rıș ma sı'nda ki Di ji tal Film Aka de mi Özel Ödü lü'ne Efe Con kel'in Ge ri Dö nü șüm Gün lü ğü, Ca hit Çe çen'in yö net ti ği Ta mir ci Çı ra ğı ile Mus ta fa Dok'un yö net ti ği Köy film le ri de ğer bu lun du. En İyi Bel ge sel Film Ödü lü de Me lis Bir der'in yö net ti ği Zi ya ret çi ler ile Ça yan De mi rer'in 5 No lu Ce zae vi' film le ri ne ve ril di. Ulus la ra ra sı Film Ya r ıș ma sı'nda En İyi Er kek Oyun cu Ödü lü Öte ki Ya ka'da ki per for man sıy la 9 ya șın da ki Te do Bek hau ri'ye, En İyi Ka dın Oyun cu Ödü lü ise Ka ta lin Var ga fil min de ki per for man sıy la Hil da Pe ter'e ve ril di. En İyi Film Ödü lü ise Ale xey Ger man'in yö net ti ği Ka ğıt tan As ker fil mi ile Ha rut yun Khac hatr yan'ın yö net ti ği Sı nır film le ri ara sın da pay laș tı rıl dı. ❏

EKİM 2009 | TAVIR | 47


haberler sa... kısa... kısa... kısa.. kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kıs

3 TÜ YAP Ki tap Fua rı açıl dı. Bey lik dü zü'nde ki TÜ YAP Fu ar ve Kon gre Mer ke zi'nde 28. İs tan bul Ki tap Fua rı baş la dı. Ana te ma nın “Kül tür le ra ra sı Di ya log da Çe vi ri” ola rak be lir len di ği, yurt içi ve yurt dı ş ın dan 550 ya yı ne vi ve de mok ra tik kit le ör gü tü nün ka tı lı mıy la dü zen le nen 28. İs tan bul Ki tap Fua rı’nda ulus la ra ra sı et kin lik le rin ya nı sı ra söy le ş i, pa nel, ş i ir din le ti si, atöl ye ve ço cuk ak ti vi te le riy le bir lik te 297 et kin lik dü zen le ne cek. Fua rın bu yıl ki onur ko nu ğu ş a ir, ti yat ro eleş tir me ni ve çe vir men Ce vat Ça pan ola cak.

rın be nim sen di ği kay de dil di. Ce za evin de ki Ya zar lar Ko mi te si Avus tur ya yet ki li si Hel muth Nie der, "Söz öz gür lü ğü sa tın alı na maz." di ye rek, mu ha lif le re yö ne lik bas kı dan en te lek tü el le rin de ge nel an lam da et ki len di ği ifa de et ti.

3 200'den faz la ya zar ha pis ha ne de. 1960'ta ku ru lan Ulus la ra ra sı ya zar lar ör gü tü PEN Ku lü bü üye si “Ce za evin de ki Ya zar lar Ko mi te si”, dün ya da 600'den faz la ya zar ve ga ze te ci nin bas kı al tın da ol du ğu nu ve bun la rın 200'den faz la sı nın en zor ko ş ul lar da ha pis ha ne de bu lun du ğu nu bil dir di. Ya pı lan açık la ma da, Avus tur ya'nın Linz ken tin de top la nan 75. Dün ya PEN Ku lü bü kon gre sin de, özel lik le, Çin, İran, Erit re, Vi et nam ve Tür ki ye'de ha pis ha ne de ki ka dın ve er kek ya zar la rın du ru mu nu göz ler önü ne ser mek için ka tı lım cı la rın oy bir li ğiy le ka bul et tik le ri ka rar la -

Ki tap,Bi lim sel sos ya liz min ku ru cu su Karl Marx'ın baş ya pı tı Ka pi tal'in te mel kav ram la rı nı, bir pey nir fab ri ka sın da ki üre tim sü reç le ri et ra fın da ge li ş en bir öy küy le an la tı yor.

3 Ja pon çiz gi le riy le bu lu ş an Ka pi tal Tür k i ye'de Ja pon ya yı ne vi East Press’in geç ti ği miz yıl ya yı na sun du ğu Ka pi tal Man ga'nın Türk çe si 16 Ekim'de Yor dam Ki tap eti ke tiy le çık tı.

3 Fil me ki mi so na er di! 16 Ekim Cu ma ak ş a mı Emek Si ne ma sı’nda baş la yan Fil me ki mi, so na er di. Ge çen yıl lar da se yir ci le rin gös ter di ği yo ğun il gi üze ri ne bu yıl 7 gün den 9 gü ne uza tı lan Fil me ki mi’nde, Be yoğ lu Emek Si ne ma sı’nın ya nı sı ra üç gün bo yun ca Ci ne bo nus Maç ka G-mall Si ne ma sı’nda da film gös te rim le ri ya pıl dı.

3 İki yö net men Al tın Por ta kal ödül le ri ni bom bay la ölen Cey lan’a it haf et ti.

Fes ti val de “En İyi İlk Film Ödü lü”nü alan “İki Dil Bir Ba vul” fil mi nin yö net me ni Öz gür Do ğan ile “Beş No’lu Ce zae vi” bel ge se liy le “En İyi Bel ge sel Film Ödü lü”nü alan Ça yan De mi rel, ödül le ri ni Di yar ba kır’da ölen Cey lan Ön kol’a it haf et ti. 3 Ara Güler'e fotoğraf ödülü verildi. Amerika'nın New York kentinde, Lucie Vakfı tarafından her yıl düzenlenen Uluslararası Fotoğraf Ödülleri töreninde, fotoğraf muhabiri Ara Güler, "Hayat Boyu Baş arı"’ ödülü aldı.

Geceye; Seven, Magnum gibi fotoğraf ajanslarından fotoğraf muhabirleri, New York Times gazetesi ile Sports Illustrated, National Geographic, GQ Magazine, Harpar’s Bazaar, V Magazine dergilerinin fotoğraf editörleri, Aperture, Burn gibi önde gelen fotoğraf dergilerinin temsilcileri ve fotoğraf sektöründen diğer kiş iler katıldı. Vakıf, ilk kez bir Türk fotoğrafçıya ödül verdi. ❏

DVD... VCD... albüm... DVD... VCD... albüm... DVD... VCD... albüm... DVD... 3haluk çetin şiiriçi şarkı lar Ada Müzik

48 | TAVIR |EKİM 2009

3karadut rengahenk türküler Artvizyon Müzik

3grup kibele

bereket Kalan Müzik

3barış güney düşlere yolculuk Kalan Müzik




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.