Mart 2012

Page 1

ıssn 1303-9113 • 2012 / 03

martkapak.indd 1

• sayı 118

• 2.25 TL(KDV’li)

3/12/12 6:11 AM


martkapak.indd 2

3/12/12 6:11 AM


01-02 merhaba_1-2 merhaba ve icindekiler 3/12/12 4:56 AM Page 1

ÇVVQ ‡ ‡ VD\Ç ‡ 7/ .'9ŠOL

a y l Äą

k

s a n a t

d e r g i s i

Merhaba

Sahibi TavÄąr YayÄąnlarÄą adÄąna Bahar Kurt Genel YayÄąn YĂśnetmeni Gamze KeĹ&#x;kek Sorumlu YazÄąiĹ&#x;leri MĂźdĂźrĂź Yeliz YÄąlmaz YazÄąĹ&#x;ma Adresi Ä°stanbul Mahmut Ĺževket PaĹ&#x;a Mah. Mektep Sk. No: 4-B OkmeydanÄą - ĹžiĹ&#x;li - Ä°stanbul Tel: (212) 238 81 46 Faks: 238 82 49 e-posta: tavir2007@gmail.com www.tavirdergisi.com Ankara Ä°dilcan KĂźltĂźr Merkezi Eski 1. Cadde 636. Sk. No: 207/2 Tel: 0 541 336 65 37 Hesap no (TL) 1042- 0596147 Gamze MimaroÄ&#x;lu Ä°Ĺ&#x; BankasÄą ParmakkapÄą/Ä°ST. Hesap no (EURO) 1042- 0129062 Gamze MimaroÄ&#x;lu Ä°Ĺ&#x; BankasÄą ParmakkapÄą/Ä°ST. FiyatÄą (DĂ–VÄ°Z) Almanya: 5 Euro Fransa: 5 Euro Hollanda: 5 Euro Avusturya: 5 Euro Ä°sviçre: 7.5 Frank Ä°ngiltere: 4 Sterlin Posta Çeki Hesap no Selma AltÄąn 515 72 82 BaskÄą Ezgi Matbaa Sanayi C. Altay Sok. No: 10 ÇobançeĹ&#x;me / Ä°stanbul Tel: (0 212) 452 23 02 YayÄąn tĂźrĂź: Yerel SĂźreli

Mart’Ĺn çĹÄ&#x;lÄąÄ&#x;ÄądÄąr duyduÄ&#x;unuz. New Yorklu dokuma iĹ&#x;çisi kadÄąnlarÄąn, alevler içerisindeyken haykÄąrdÄąklarÄą sloganlardÄąr bugĂźn duyduklarÄąmÄąz. Ä°nsanca yaĹ&#x;amak için, haklarÄą için, eĹ&#x;it iĹ&#x;e eĹ&#x;it Ăźcret için, ikinci sÄąnÄąf vatandaĹ&#x; olarak gĂśrĂźlmemek için can verdi 129 kadÄąn emekçi polisin saldÄąrÄąsÄąnda. Emekçi kadÄąnlarla, emekçi erkekler, hep birlikte kol kola, 1857 yÄąlÄąnda katledilen emekçilerin haykÄąrÄąĹ&#x;larÄąyla yĂźrĂźyelim. Çok kadim zamanlardan Kawa seslenmekte. Dehak’lara isyana durmamÄązÄą, zulme isyanÄąn olmadÄąÄ&#x;Äą yerde asÄąl suskunluÄ&#x;un bir zulĂźm olduÄ&#x;unu anlatmakta... O zaman yĂźrĂźyelim yeni Dehak’larÄąn saraylarÄąna, Kawa’nÄąn Ăśfkesini ve ondan bin yÄąllar sonra aynÄą gĂźnde ĂślĂźmĂź rezil eden Cengiz’lerin inancÄąnÄą yĂźreklerimize kazÄąyarak. “Hedef karakol!â€?... ’95’ten beri Gazi semalarÄąnda bu ses yankÄąlanÄąyor. Zalime, yozlaĹ&#x;maya, uyuĹ&#x;turucuya, mafyaya, çetelere, yÄąkÄąmlara karĹ&#x;Äą Ali Haydar’Ĺn rehberliÄ&#x;iyle atÄąlÄąyor adÄąmlar Gazi’nin sokaklarÄąnda. YalnÄąz Gazi’de deÄ&#x;il, yoksul kondularÄąn bulunduÄ&#x;u mahallelerini hepsinde, Ali Haydar’Ĺn sesini hiç kaybetmeden kulaklardan yĂźrĂźyelim. Ă–zen’lerin sesidir, on altÄąsÄąnda Mart’Ĺn, meydanÄąnda BeyazÄąt’Ĺn alçakça katledilen yedi ĂśÄ&#x;rencinin sesidir kulaklarÄąnÄąza dolan... ParasÄąz eÄ&#x;itim, sÄąnavsÄąz gelecek isteyenlerin yĂźreklerine dolan inancÄąn adlarÄą olarak hala BeyazÄąt’talar, oradan izliyorlar yollarÄąndan yĂźrĂźyen Dev-Genç’lileri... O zaman elde bayrak, havada yumruk, gĂśzlerde kÄąvÄąlcÄąm... yĂźrĂźyelim. “Biz buraya dĂśnmeye deÄ&#x;il, Ăślmeye geldik!â€?. Tokat’Ĺn Niksar’Ĺnda, KÄązÄąldere kĂśyĂźnde, bir evin çatÄąsÄąndan Mahir’ce sĂśylenen bu sĂśzĂźn geleneÄ&#x;idir bizi bugĂźnlere getiren. Mart’Ĺn en etkili çĹÄ&#x;lÄąÄ&#x;ÄądÄąr bu. Sosyalizme inancÄąn, hiçbir Ĺ&#x;eyle kÄąyaslanmayacak denili bĂźyĂźk bir vatan sevggisinin, engin bir halk sevgisinin dupduru sesidir... Bomba ve kurĹ&#x;un sesleriyle boÄ&#x;ulmaya çalÄąĹ&#x;Äąlan bu ses, hala yankÄąlanÄąyor vatanÄąn dĂśrt bir yanÄąnda. Okullarda, fabrikalarda, tarlalarda, sokaklarÄąnda meydanlarÄąnda kentlerin hala korku yayÄąyor zulmĂźn sahiplerine... Yolu yok yenilecekler. Bu umudun karĹ&#x;ÄąsÄąnda duramayacaklar ebediyyen. Bizim de gĂźnĂźmĂźz gelecek. Haydi o zaman, yaĹ&#x;amÄąn ve kavganÄąn Mahirleri olarak hiç durmadan yĂźrĂźyelim... Mart’Ĺn çĹÄ&#x;lÄąÄ&#x;ÄąnÄą hiç yitirmeyelim kulaklarÄąmÄązdan. Bir sonraki sayÄąmÄązda gĂśrĂźĹ&#x;mek dileÄ&#x;iyle... Dostlukla...


01-02 merhaba_1-2 merhaba ve icindekiler 3/12/12 4:56 AM Page 2

İÇİNDEKİLER

03/2012

3 8 10 12 15 17 22 26 28 30

DENEME ümit ilter kızıldere GÜNCEL grup yorum bir düşümüz var DENEME av. evrim deniz karatana film tanıdık... başrolde yargı DENEME ümit zafer hayatın baharı RÖPORTAJ tavır şarkılardan korkuyorlar RÖPORTAJ tavır mar elias... sürgünde bir vatan... TİYATRO mehmet esatoğlu emperyalizmin “arka bahçe”sine dair... ŞİİR hüseyin yılmaz mart’ın çığlığı DENEME ümit anadolu gülüşüm umuttur DENEME faruk takacı emanet

32 33 37 41 45 48 49 59 62

ŞİİR şirvan kardelen karanfil ÖYKÜ şilan dağ use sipe İZLENİM ahmet çağdaş kürecik’ten arda kalan ÖYKÜ çiçek şen hayal MAKALE sezer dönmez kim için sanat? AYIN FOTOĞRAFI fosem BİYOGRAFİ hüseyin ulaş mahir çayan MAKALE fahriye kayacı halk oyunlarımız HABERLER


güncel güncel

bir düşümüz var... grup yorum

Günler kaldı şimdi o günün gelmesine... Bir bir geriye sayılıyor takvim yaprakları. Her geçen gün bir adım daha yaklaştırıyor bizi o zamana. Heyecanlıyız. Birbirimizin yüzüne bakışımızdan, gözlerimizdeki parıltılardan, hummalı çalışmamızdan dışarıya taşıyor heyecanımız. Çok da başkalarına hissettirmeden beklemeye devam ediyoruz. Özlemle bekliyoruz vaktin dolup, o günün gelmesini. Gelsin ve gerçekleşsin istiyoruz. Çünkü bir düşümüz var bizim.

bile yok olmayan bir düş bu. Bize dair, insanın en güzel yerine dair olan bir düş. Ve o düşler doğruyor bizdeki bu heyecanı ve çoşkuyu. Biliyoruz ki o düş bir gün gerçek olacak ve şairin dediği gibi bir gün “dolaşacak elini kolunu sallaya sallaya, dolaşacak en şanlı elbisesiyle, işçi tulumuyla bu güzelim memlekette hürriyet...” Ve o güne kadar biz o düşü kurmaya ve kurduğumuz o düş için ölmeye devam edeceğiz. Yani bağımsızlık için...

Evet, bir düşümüz var bizim. Büyük, çoşkulu, alabildiğine görkemli, alabildiğine inanç dolu bir düş... Bir yanı sevgi yüklü, bir yanı hasret. Bir yanı sevinç yüklü, bir yanı umut.. İçinde bin yılların öfkesini, çektiğimiz onca kahrın, onca yokluğun acısını barındıran ama hiç vazgeçmeyen, bir an olsun

Bin yıllardır kendi topraklarına bir türlü sahip olamayan ve yaşadığı bu topraklar üzerinde insanca yaşama koşullarından mahrum bırakılan halkın temel gıdasıdır bağımsızlık. Ektiği tohumun bereketi, içtiği suyun berraklığı, soluduğu havanın temizliği, yediği ekmeğin helal olmasıdır hürriyet. Hayatın anla-

8 | TAVIR | MART 2012

mı, ta kendisidir çünkü. Esaret altında yaşayan halkların ulaşamadığı huzur ve mutluluktur. Çünkü ona ulaşmak uğruna nice badireler atlatılmış, nice kanlar dökülmüştür. Onu bu kadar değerli yapan da budur. İlk yola çıktığımızdan beri bu düşün önemini bilerek hareket ettik.Ve geçen sene o konseri yaptığımızda da bize güç verdi tüm bunları bilmemiz. Yüzümüzü geleneklerimize döndük, sırtımızı tarihimize yasladık ve öyle başladık hazırlıklarına. Yüreğimizde inancımız ise bir an bile eksik olmadı. Gücümüzü o inançtan aldık. Bağımsızlık zor kazanılır. Dünyanın neresinde olursa olsun savaşmadan elde edileni olmamıştır. Her damlasında yaşananların anısı, hatırası vardır. Ve her


damla kan yarınlara olan inancı büyütmek için umudu da içinde barındırır. Ve bu yüzden umut ve bağımsızlık birbirinden kopmayan, birbirine kökten böylesine derin bağlı iki kardeştir. Birbirine güç verip, birbirini besleyerek büyütürler. Emek, kavga, öfke, inanç temel taşlarıdır. O taşların harmanında yoğrulup gelmişlerdir bu günlere. Ve bu yüzden çetrefilli, zordur ulaşmak. Çok olmayı çoğalmayı gerektirir. İşte biz o gün yakarak içimizdeki tüm ateşleri o meydanı doldurduk. O gün o meydanda yan yana, diz dize durduk aynı göğün altında. Aynı bayrağın kızılllığında selamladık düşlerimizi. Her gelen yeni bir güç kattı kalabalığa.. Her gelenle biz, biraz daha yol aldık. Büyüdük. Birleştirdik ellerimizi, birleştirdik yüreklerimizi, geleceğe aktık. Tarihin içinden armağandı bize o günler. Akan kanların birleşip oluşturduğu karanfilli yoldu ilerlediğimiz. Daha ilk yola çıkıldığında, silah tarakaları ilk şehirlerde ve dağlarda yankılandığında söz vermiştik, dönmeyecektik. Ölüm olsa da ucunda vazgeçmeyecek, ölecek ama dönmeyecektik. Bedenlerimizle oluşturacaktık geleceğe akan yolu. Ve sonrasında gelenler o yoldan yürürken, yaratılanlarla besleyeceklerdi bilinçlerini. Böyle söylemişti Mahir '72 de Kızıldere’de. Amerikan uşaklarına meydan okurken, memleketi satanlara karşı silahlı mücadaleyi başlatırken bir gün bu toprakların özgür olacağı düşüyle çıkmıştı yola. Yol ne kadar sarp, dolambaçlı olsa da varılacağından bir an bile kuşkusu yoktu. Ve o inançla boşaltmıştı tüm kurşunları düşmanın üstüne. Ardın-

dan gelecekler olacağını bilerek, onlara güvenerek o düşü bizim elerimize teslim etmişti. Ve işte biz o gün o meydanda ezgilerimiz göğe yükselirken hep birlikte o düşü haykırdık. Bağımsız Türkiye konseriydi adı. Bağımsızlık düşüne sarılı ezgilerimiz buluşturmuştu bizi. 150 000 yürek birlikte atmıştı o gün. Günler öncesinden başlamıştı telaşımız. Dağıttığımız her bildiride, yaptığımız her afişte, astığımız her pankartta o anı anlattık. Birlikte olmak için çağrılar yaptık. Alanları, meydanları dolduran binler, on binler, yüz binler olalım istedik. Bir gün milyonlar olacağımızın inancıyla söyledik bunları. Ve onca telaşın ardından o gün o alanda olduğumuzda yüreğimiz ağzımızda seyrederken alanın dolmasını, yine haklı çıkacağımıza güvenerek bekledik. Ve başardık. Kızıldere’nin yıldönümüne gelen o günlerde tüm dünyanın gözü önünde ülkemizin bağımsız olabilmesi düşü için yan yana geldiğimizi bir kez daha haykırdık. Yolunda yürüdüğümüz tüm şehitler aşkına, tüm yaratılan değerler adına bir kez daha and içtik. O düşü gerçek yapmak, daha da büyütmek boynumuzun borcudur diyerek hep birlikte şarkılara eşlik ettik. Biliyoruz bu yılda öyle olacak. Yine o alanda yüz binler olacağız. Yine aynı göğün altında, aynı inanç etrafında birleşmiş insanlar olarak yüzümüzü geleceğe döneceğiz. Ama geçen seneden çok daha kalabalık, çok daha çoşkulu olacağız o gün. Bağımsızlık yolunda biraz daha adım atmış olmanın, mücadaleyi büyütmenin hazzıyla bir araya geleceğiz. Se-

simize Zülfü Livaneli, Aylin Aslım, Hüseyin Turan, Aynur Doğan, Nihat Behram eşlik edecek. Tıpkı geçen sene Burhan Berken, Mor ve Ötesi, Kubat, Leman Sam ve Sırrı Süreyya Önder’in eşlik ettiği gibi. Daha görkemli ve daha adına yaraşır bir konserin olabilmesi için verdiğimiz uğraşın çoşkusuyla dolacak içimiz. Yarını sahipleniyor olmanın, bir adım daha yaklaşmış olmanın rahatlığıyla başımızı göğe çevireceğiz. Üzerimizdeki tüm baskılar, yasaklara, estirilen teröre inat dim dik ve birlikte olacağız. 40 yıldır yaratılanın bu ülkenin geleceğinin taşları olduğunu, kan-can bedeli oluşturulan geleneklerin bu topraklara kazındığını bir kez daha göstereceğiz. O gün gözlerimiz aynı ışıkla dolacak. Karanfil yolundaki yüzler gülümseyerek seyredecekler bizi. Onların hayallerini de taşıyacağız o alana. Onların gözleriyle seyredip, dilleriyle söyleyeceğiz şarkıları, türküleri. Sol yumruklarımız havadayken hep birlikte büyük bir halk korosu olabilmenin çoşkusunu taşıyacağız. Bir tarih yazılacak o gün. Emekle, ödenen bedellerle dolu tarihin o sayfalarına yeni bir gün daha yazılacak. Bağımsız bir ülke bu topraklarda yaşayan milyonların düşüdür. Kendi topraklarımıza sahip çıkabildiğimiz, ezen ve ezilenin olmadığı, sömürünün, bağımlılık ilişkilerinin ortadan kalktığı bir ülke milyonların tek çözümüdür. Biliyoruz, attığımız her adım o günlere biraz daha yaklaştırıyor bizi. Bu konserde öyle olacak. Düşü gerçek yaptığımız, büyüdüğümüz o gün bizim olacak. Biz olacağız. Gelecekte bütün bir ülke olacağımız düşüyle birlikte...o

MART 2012 | TAVIR | 9


deneme deneme

film tanıdık... başrolde yargı av. evrim deniz karatana

Uzun bir süredir genel izleyiciye ithaf edilmiş trajikomik filmler serisi izliyoruz. Televizyon kanallarının vazgeçilmezi dizilerin yerini, devlet yapımı filmler aldı. İktidar, bu filmlerde yönetmenliği üstlenirken, senaryoları polis yazıyor. Başrolde ise özel yetkili yargıçlar var. Tek fark bu filmleri “sinema kuşağı”nda değil, ana haber bültenlerinde izliyor oluşumuz!

Filmlerin konusu toplumsal muhalefetin bastırılması olunca, mekan da çoğunlukla sokak oluyor. Kırmızı fon üzerine sarı harflerle yazılmış demokratik taleplerin hemen ardından cop ve biber gazı kaplıyor ekranı. Az sonra sol yumruğu havada bir devrimci, sloganlarıyla yeri göğü inletirken çevik kuvvet otobüsünde görünüyor. Kamera önce

“terörle mücadele” şubesine, sonra savcılık ve mahkemeye dönüyor… Tam bu sırada başrol görünüyor ekranda… Kirli, eski ve kara cüppesiyle tam karşımızda! Fonda gerilimi artıran bir müzik… Notaları başka bu müziğin; TCK, CMK, TMK diye sıralanıyor. Başrolün önünde senaryonun yazılı olduğu bilgi notları, fezlekeler, fotoğraflar var. Senaryo gereği, düzene karşı gelen sol yumruk ve sloganlar, tutuklanmak için delil olmaya fazlasıyla yetiyor. Polisin senaryosu her daim, gerçeklerden olduğu kadar yaratıcılıktan da uzak! Bilgi notlarında “duyumlara” yer veriyor, fezlekelere balkonda çekilmiş fotoğrafları koyuyor, tüm haklı sesleri susturabilmek için küçük not defterlerine utanmazca sığdırdıkları yalanları, karton pembe dosyalar içinde yargıçların önüne getiriyorlar. Başrol, senaryo gereği soruyor, yazdırıyor ve yine senaryo gereği F Tipi yolları aşınıyor…

Seçkin Aydoğan, Bahar Kurt ve Bahar Ertürk demokratik bir hak arama eyleminde

10 | TAVIR | MART 2012

Yeni bir filme başladı iktidar. Kamera kayıtta: Önce İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin göründü ekranda: “Psikolojik terör var, bilimsel terör var, terörü besleyen arka bahçe var. Bir başka ifadeyle pro-


paganda var, terör propagandası var… belki resim yaparak tuvale yansıtıyor. Şiir yazarak şiirine yansıtıyor, günlük makale, fıkra yazarak oralarda bir şeyler yazıp çiziyor. Hızını alamıyor terörle mücadelede görev almış askeri, polisi doğrudan çalışmasına, sanatına konu yaparak demoralize etmeye çalışıyor.” diyerek halkın sanatına ve sanatçısına olan düşmanlığını bir kez daha dile getirerek yeni filmlerin konusunu, kamuoyuna açıklamayı uygun gördü. Ve İçişleri Bakanının konuşmaları emir telakki edildi. Tüm bu üçüncü sınıf filmlerin yönetmenliğini üstlenen iktidar nezdinde, sanatçılar da “hak ettikleri” yeri aldılar. Seçkin Aydoğan tutuklandı. İlk kez tanışmadı F Tipi tecrit hücreleriyle. Tıpkı kendinden evvel defalarca gözaltına alınıp tutuklanan diğer Grup Yorum elemanları gibi… 2010 yılının Haziran ayında Ankara’da basılan onlarca evden birindeydi Seçkin… Kameralar, “Güler Zere’ye Özgürlük!” pankartının hemen yanıbaşındayken dönmüştü ona. Gür sesiyle slogan atıyordu: “Hasta Tutsaklar Serbest Bırakılsın!”. Öyle yürekten ve inançla atıyordu ki sloganları, aynı yürekle haykıran binlerce insanın soluğuna soluk katmış ve Gülerimizi zulmün elinden çekip almanın onurunu yaşayanlardan biri olmuştu. İktidar, zulüm filmlerinin vazgeçilmez yönetmeni olduğunu bir kez daha kanıtladı ve ev baskınları ve gözaltılar birbirini izledi. Seçkin de 29 kişiyle beraber getirildiği Adliye’de başrolün karşısına geçmeyi bekliyordu tükenmez neşesiyle. Seçkin, hakimlik sorgusu sırasında, önündeki senaryo dışında tüm “dış seslere” karşı algısı kapalı ve işini bir an önce bitirmeye hazırlanan, hangi okulda okuduğunu dahi anlayamayan başrole, hasta tutsaklara özgürlük istemenin suç olmadığını anlatmaya çalışıyordu. Dışarı çıktığında ise yine o neşeli haliyle “Abla bunlar mı bizim geleceğimiz hakkında karar verecek?” diyerek gülü-

yordu. Sonuç malumdu ve saat gibi işleyen senaryo sonucu Seçkin altı ay tutuklu kaldı. Çıktığında ise o çok sevdiğim sazı ve sesiyle artık bir Grup Yorum üyesi, halkın sanatçısıydı… Şimdi yeniden tutuklu! Eski ve bildik bir film izliyoruz yani… Kamera bu kez Grup Yorum’a döndü. Herkes filmdeki yerini aldı ve devrimci sanat yargılanıyor. Arka bahçeden ayrıkotlarını temizlemeye girişecekler. Başrolün dilinden dökülen her replik, eğreti ve çirkin duracak. Nazi yargılamalarını aratmayacak kadar gerçek ama film olamayacak kadar kötü senaryolara mahkum bırakılmaya çalışıyoruz. Hollywood’la yarışacak nicelikte “Film” çekiliyor ülkemizde. Fakat seri üretime bağlanan kötü senaryolar, kötü yönetmenlikler ve kötü başrollerle Oscar’a değil ancak ve yalnızca faşizmin ödüllerine layık görülebilir bu filmler. Seçkin nezdinde bir kez daha türküler yargılanacak. Türkülerle halka taşınan umut ve umudun sesi sanık sandalyesine oturtulacak. Bana o soruyu sorarken cevabı çok iyi biliyordu Seçkin ve bu yüzden gülüyordu yüzü. Geleceği hakkında karar verecek olanlar polisin onay makamı yargıçlar olamazdı. Bu yüzden dışarı çıktığı gibi umudun türkülerini söyleyebilmek

için sazını eline aldı. Engin, Ferhat’ı sırtından vuranların yargılanmasını isterken tutuklanıp işkencede katledilmişti. Seçkin ise “Güler Zere’ye Özgürlük!” dediği için tutuklanmıştı ilk kez. Şimdi “Seçkin Aydoğan’a Özgürlük!” sloganıyla her hafta yüzlerce Grup Yorum dinleyicisi Galatasaray meydanında... Zerre kadar da olsa, muhalif bir kimlik ve bilinç taşıyan herkes bu filmlerde figüran olmaya aday! İşte bu sebeple, seri filmlerin en berbat ve kabullenilemez örneklerinin izletildiği ülkemizde, adalet dağıtma görevi, mahkemelerin değil halkındır. Tüm bu üçüncü sınıf filmlerin rafa kaldırılacağı bol ödüllü bir filme hazırlanıyoruz. Yapımcılığı-yönetmenliği, senaristliği ve oyunculuğunu halk üstlendi. Meydanlarda yankılanan sesler, ışıl ışıl parlayan umut dolu yüzlere dönecek kameralar… Mahirler, Gülerler ve devrim mücadelesinde ölümsüzleşenler izleyecek filmimizi. Özgürlük düşümüz için çıkıyoruz meydanlara! İşte, duyuyor musunuz? Fonda Grup Yorum çalıyor: “Devrim yürüyüşümüz sürüyor…” o

MART 2012 | TAVIR | 11


deneme deneme

hayatın baharı ümit zafer “Dışarı çıkmadık, çünkü hep dışarıdaydık İçeri girmedik, çünkü hep içerideydik” Edip Cansever

cini ve ufkunu aydınlatır. İşte bu yüzden, suçu epeyce büyüktür Bahar’ın. Çok büyük hem de. Diyor ki Rıfat Ilgaz ustamız: “Tek suçunuz hür insanlar gibi konmak / Kitaplar suç ortağınız.” İşte öyle ve o kadar suçludur Bahar. “Hür insanlar” gibi konuşup kitapları da suç ortağı yapmıştır kendisine. Sadece kitaplar da değil, Bahar’ın suç ortakları arasında flütü ve fotoğraf makinası da vardır…

Neslihan Uslu (Hayat) ve yeğeni Bahar Kurt

Karakıştır ve Bahar’ın tutsaklığı da sürmektedir. Bahar’ı tutsak almak mümkün elbette, imkansız olan teslim almaktır. Ve dört duvar, kar etmez bizim Bahar’a. Bahar, içeride nicedir. Suçu da büyük. Çünkü Tavır’ın sahibi ve çalışanı olarak, devrimci sanat emekçisidir Bahar Kurt.

12 | TAVIR | MART 2012

Ve şair haklıdır: “İçeri olduğu sürece , Bahar hep içeride kalacaktır.” Ve şair, yine haklıdır: Bahar daima dışarıda olacaktır. Ve devrimci sanat, egemenlerin karanlık yüzüne tutulmuş ışıktır. Halkın bilin-

Bahar suçludur, çünkü Yılmaz Güney’in şu sözlerini rehber edinmiştir kendisine: “Yasaklar, ancak çiğnenerek aşılabilir. Bugüne kadar böyle olmuştur. Devrimci düşüncenin ve sanatın yasak karşısındaki tavrı teslimiyetçi değil, çiğnemek olmalıdır. Akarsu yolunu bulur. Önündeki engelleri aşar, dağları deler, denize ulaşır.” İşte öyle ve o kadar suçludur Bahar. Ya-


saklar ve yasaklamalar karşısında aklına kelepçe vurmayanlardan olmuştur. Faşizmin kara kışına karşı, gerçekten de Hayat’ın Bahar’ı olmayı başarmıştır… Bahar suçludur, çünkü sosyalist bir sanatçıdır O. Ve sosyalizm, Bahar için Che’nin dediğidir: “Bizim için sosyalizmin, insanın insan tarafından sömürülmesine son verilmesinden başka bir tanımı yoktur.” İşte öyle ve o kadar suçludur Bahar. Sömürüye ve zulme karşıdır. Bu uğurda mücadele edip sanatını da mücadelesinin içinde büyütür. Sanat nerede biter, mücadele nerede başlar diye bir derdi, meselesi yoktur Bahar’ın. Sanat ve mücadele, birdir Bahar için… Bahar suçludur, çünkü özgürlük yolunu adımlayan bir serüvencidir O. Stefan Zweig diyor ya hani: “Özgürlüğün yolu; bütün dünyaya karşı tek başına olsan da kendi inancına bağlı kalmaktır.” İşte öyle ve o kadar suçludur Bahar. O’nun suçu, düşünce ve ideallerine bağlılığıdır. Zulüm karşısında inancını terk edip burjuvazinin hizmetine girmediği için, suçların en büyüğünü işlemiş, bu da yetmezmiş gibi bir de burjuvaziye kafa tutmuştur. Bahar suçludur, çünkü “Dünyanın burnu, geleceğin kokusunu alır” diyen Pablo Neruda’ya katılıp geleceğin kokusunu solumak suçunu işlemiştir. İşte öyle ve o kadar suçludur Bahar. Geleceğin kokusu, elbette kavga meydanlarında solunur. Ve geleceği koklamak, burjuvazinin kirletemediği kavganın ateşli havasını ruhuna doldurmak demektir. “Suç’” olmasının nedeni de budur… Bahar suçludur, çünkü “Düşlerinize güvenin, çünkü sonsuzluğun kapısı onlarda gizlidir” diyen Halil Cibran’a hak verip, düşlerini kara kışın ayazına terk etmemiştir. Konformizmin iç bayıltan ko-

kuşmuşluğuna da gönül indirmemiştir. İşte öyle ve o kadar suçludur Bahar. Çünkü, burjuvazinin dayattığı gerçeklik karşısında düş kurmak sakıncalı, düşlerinin peşinden gitmek “terörizm” sayılıyor muktedirlerin kara kaplı kitaplarında. Bahar ise, halkların özgürlüğüne dair kurduğu düşüyle, halkların kardeşliğine dair yaşadığı gerçekliği bütünleştirmiştir kendisinde… Bahar suçludur, çünkü “İnsan özgür olmadan, mutlu olamaz” diyen Dante’nin bu sözünü, Aleksandra Kollontay’ın şu sözüyle harmanlar hayatın içinde: “Nasıl mutlu olunur, yaşamdan nasıl sevinç duyulur, yaşamın anlamı ne? –Şayet çevre bunca azap, adaletsizlik ve zulümle dolu ise?- İşte, benim devrime yürüyüş, komünist oluş niçinim.” İşte öyle ve o kadar suçludur Bahar. Halkların mutluluğu yolunda, burjuvazinin pazarladığı bireycilik ve melankoliyi ezip geçtiği için şimdi voltadadır Baharlar… Bahar suçludur, çünkü Enver Gökçe’nin öğrencisidir. Bakın ne diyor Enver Gökçe: “Sanatçıyı, toplumsal sorunların, halk yaşamının, toplumsal davaların dışında görenler çıkarları gereği, rahata alışık olanlardır, toplumsal ilerlemenin hızlandırılmasından korkanlardır, taşlaşmış, yosun tutmuş değerleri korumak isteyenlerdir, hastalıklı olanlardır.”

İşte öyle ve o kadar suçludur Bahar. “Hastalıklı” yapılamadığı için, tutsak yapılmıştır. Beyni ve yüreği yosun tutmadığı için, yosun tutmuş taş duvarların ardına atılmıştır… Bahar suçludur, çünkü “İnsanları severim / Haksızlığa yumruk gibi sıkılan insanları” diyen şair Hasan Hüseyin’in sevdiği insanlardan olmuştur. İşte öyle ve o kadar suçludur Bahar. Sanatı, haksızlığın üstüne yürüyen bir yumruk olarak inşa etmek, bağışlanmaz büyük suçtur kapitalizm koşullarında. Öyle ya, burjuvazi, ettiği onca haksızlık karşısında sıkılmış yumruklar değil, eğilmiş boyunlar görmek ister. Böyle gördüklerini ödüllendirir. Sıkılmış yumrukların “ödülü” ise ödedikleri bedel olur… Bahar suçludur, çünkü O, Hayat’ın Bahar’ıdır. Ve Hayat(*), Bahar’ın gözaltında

MART 2012 | TAVIR | 13


kaybedilen teyzesidir. Ve Bahar, bu acı karşısında “üzgün olmaktansa, öfkeli olmayı yeğlerim” demeyi başardığı için, “suçlu” sayılmıştır halk düşmanlarının nazarında… Ne diyor Cansever Edip: “Kimse hüzünlü olmasın / Sırası değil hüznün daha” Ne diyor Pir Sultan: “Bu kaçıncı ölmem…” Ve ne diyor Adnan Yücel: “Sessizliğe tutsak değil artık mezarlıklar / Yeraltında ölümü utandıran yürekler var.” Hayat’ın bir mezarı dahi yok… Çünkü, yanındaki üç arkadaşıyla birlikte (diğerleri Hasan Aydoğan, Metin Andaç, Mehmet Ali Mandal) 1998’de İzmir’de gözaltına alındılar. İşkence gördüler. Baygın halde koyul-

14 | TAVIR | MART 2012

dukları tekne Seferihisar açıklarında bombalanarak batırılır. (1)

Bahar suçludur, çünkü Hayat’ın idealidir yüreğindeki…

Ölüm, bizim Hayat’ımızı yok edemez ama. Halkların Hayat denilen kavgası devam ettikçe, Hayat’lar da yaşayacaktır daima. Ve zamanın kara kışına rağmen, halkların Bahar’ı da doğacaktır mutlaka.

Bahar suçludur, çünkü TAVIR’ın emekçisi ve devrimci sanatın sıra neferidir.

Doğacak, büyüyecek Hayat’ın hesabı ve halkların hakkı için döğüşecek, yeri gelince de işte böyle voltaya duracaktır içeride. Ve bakın, ne diyor Fidel Castro: “İnsanlar bir kere aynı ideali yürekleri içerisinde taşımaya görsünler, artık hiçbir kuvvet onları birbirinden ayrı tutamaz. Ne hapishanenin kalın ve yüksek duvarları ne de mezarlarını örten toprak yığınları! Tek bir ilke, tek bir anı, tek bir ruh, tek bir duygu onlara umut ve kuvvet verecektir…”

Bahar’ın büyük suçu, onurudur. Devrimci sanat, şimdi voltaya durmuştur Bakırköy Kadın Hapishanesi’nde. Zaten, Nazım Hikmet’ten Yılmaz Güney’e hiç dışarı çıkmadılar ki. Tam da bu nedenle, hiç içeri girmemiştir devrimci sanat… NOT: (1) Cephe tarafından cezalandırılan kontrgerilla Turan Ünal’ın itiraflarından. (*) Neslihan Uslu’ya Dev-Genç saflarında “Hayat” denirdi. o


15-16 cemo_sablon 3/12/12 5:04 AM Page 15

röportaj

röportaj

şarkılardan korkuyorlar tavır

Nejat YAVAŞOĞULLARI 1990’larda birisi çıkıp da 2012 yılında böyle şeylerle uğraşacağımızı söylese herhalde kimse ona inanmazdı. "İleri" tabir edilen demokrasimizde darbe dönemlerinde bile neredeyse görülmemiş suçlamalar ve bu tip deliller ile insanlar hapislere atılıyor, her birey için çok değerli olan hayatlarının bir kısmını orada geçiriyor. Muhalefet edenlere göz dağı verilmeye çalışılıyor,medya kendini sansürleyip herşeyi yazamıyor. Ben her zaman umut taşıyanlardanım, toplum mücadele veren insanlar sayesinde daha özgür olacak buna inanıyorum. Grup Yorum'un karşılaştığı zorluklara karşın her zaman ayakta kaldığını ve daha büyük kitlelerle buluştuğunu hepimiz biliyoruz. Bu baskıları kınıyor tutuklanan arkadaşların bir an önce özgürlüklerine kavuşmasını temenni ediyorum.

MART 2012 | TAVIR | 15


15-16 cemo_sablon 3/12/12 5:04 AM Page 16

Adnan ÖZYALÇINER Bir ülkede şiir, öykü, resim, müzik, tiyatro gibi sanat yaratıları, ülkenin yöneticilerince terörizmin arka bahçesi sayılıyorsa ne söylenebilir? Bu durumda ne demokrasiden ne insan haklarından söz edilebilir. Bu karanlığı ortadan kaldıracak olan yine şarkılardır. Çünkü ne olursa olsun, ne yapılırsa yapılsın şarkılar söylenmeye devam edecektir. Onun için şarkılardan korkuyorlar.

Sennur SEZER “Alnında yıldızlı bere...” Herkesin ezbere bildiği “şarkıları yazanlar yasaları yapanlardan daha güçlüdür” sözünü tekrarlamak istemi- yorum. Çünkü bu sözü bilenler şarkıları, şiirleri, öyküleri gözden düşürmek için yeni suçlar yaratıyorlar. Bir şarkının bilgisayardaki kaydı, bir şarkıyı dinlemek, bir konseri düzenlemek suç sayılmaya çalışılıyor. Bir başka sözü hatırlatmak gerekli, her şeyin mizah malzemesi olduğu bir ülkede yaşamak trajedidir. Ancak trajediler uzun sürmez.

Orhan KAHYAOĞLU Neredeyse çeyrek yüzyıl geçti, hala Grup Yorum’a ve şarkılarına soruşturmalar açılması, cezalar verilmesi, bu ülkede bırakın "demokrasi"yi, baskıcı 3. Dünya ülkelerinde bile artık gözükmeyen bir baskı döneminde yaşandığının işaretidir. Bir şarkının bir tutuklama veya ceza nedeni olmasından, bir Türkiyeli olarak ancak utanabilirim.

Cezmi ERSÖZ Grup Yorum’un efsanevi şarkısı Cemo'yu dinlemek suçmuş! Sonun da bu da oldu işte...Traji-komik deyip geçmek geliyor içimden bir an. Ama hiç komik değil. Bu faşizmin yükselen ayak sesleri. Muhalif öğrencilere, sosyalistlere, Kürtlere yönelik baskıların ve hak ihlallerinin geldiği bir başka aşama. Böylesi durumlarda son aşama diye bir yer yoktur. Arttıkça artar... Müzikle, şiirle, resimle terör yapıyorlar diyen bir İçişleri Bakanı'nın olduğu bir ülkede bunlar doğal şeyler diyenler olabilir. İşte asıl sorun bunları doğal görüp kayıtsız kalmakta. Cemo'yu dinlemek suçmuş! Bu haberi ögrenenlerin inanıyorum ki büyük bir çoğunluğu, işte sözün bittiği yer, dediğini duyar gibiyim.Asıl buna inanırsak ya da inandırılırsak bizim bittiğimizin resmidir. Söz bitmez. Bitmediğini göstermek için göstereceğimiz mücadele gücü, devrimci damarlarımızda mevcuttur!

16 | TAVIR | MART 2012


17-21 mar elias kampi_sablon 3/12/12 5:54 AM Page 17

röportaj

röportaj

mar elias... sürgünde bir vatan... tavır “yaramın üstünde yürümeyi öğretti bana celladın bıçağı. yürümeyi,hem de yorulmadan yürümeyi. direnmeyi öğretti. direnmeyi.” mahmud derviş

Gökyüzüne doğru uzanan lüks rezidansların ve alış veriş merkezlerinin arasında unutulmuş küçük bir Filistin Mülteci Kampı Mar Elias. Her gün önünden yüzlerce aracın geçtiği ama içindekilerin dönüp de bakmadığı, görüp de bilmediği Beyrut'ta bulunan 12 kampın en küçüğü. Kampa girişte sizi Arafat’ın ve Leyla Halid’in posterleri karşılıyor. İki kişinin yan yana zor yürüyeceği kadar dar sokaklar ise bayraklarla süslenmiş, bayram yeri gibi. Güneşin bile lüks sayıldığı bu kampta yaklaşık 1000 kişi yaşam savaşı veriyor. Kamplardaki en büyük lüks güneş ve gökyüzü; çünkü kafanızı kaldırıp gökyüzüne baktığınızda görebildiğiniz ilk şey örümcek ağlarından farksız elektrik kabloları oluyor. Lübnan hükümeti 1946'daki İsrail saldırılarından ve Ürdün'den kaçan Filistinli mültecilere kapılarını açar fakat Lübnan hükümetinin Filistinliler için tek yaptığı avuç içi kadar bir toprak parçasını yaşayacakları alan olarak göstermek olur ve sonrasında onları kaderleriyle başbaşa bırakır. Kimlikleri dahi olmayan mülteciler hayatları boyunca ait olmadıkları topraklarda vatan özlemleriyle çok zor şartlarda yaşamak zorundadırlar. Oysa yurtları, toprakları onlara sadece 93 km uzaktadır yani bir araçla yaklaşık 1 saatte gidebilecekleri vatanları aslında onların yanı başındadır.

MART 2012 | TAVIR | 17


17-21 mar elias kampi_sablon 3/12/12 5:54 AM Page 18

leri var. Yurtları, vatanları hatta kimlikleri yok; ülkelerine duydukları özlemleri, özgür olacakları günlerin hayalleri var. Mar Elias Kampı’nda Av. Souheil ElNatour ile sohbete oturuyoruz... Mesleğinizi öğrenebilir miyiz? Siz Filistin'e gidebiliyor musunuz? Ben hukuk okudum ama avukatlık yapamıyorum. Hayır, biz giremiyoruz. Siz girebilirsiniz ama biz giremiyoruz. Akka (ACRE) burası Filistin de yaşadığım yerdi. Sadece bir kere gittim. Şimdi İsrail sınırlarında ve oraya gidemiyorum...

Kimlikleri dahi olmayan mülteciler için bu kamp geçici yaşam alanı bir misafirhanedir çünkü onlar Filistin'e dönecekleri günü burada bekliyorlar. Burası onlara yurt, onlar da buranın vatandaşı değil. Yine de bu misafirlik üç kuşaktır devam ediyor. Çocuklar ve torunlar ülkelerini dedelerinden bir masal dinler gibi dinleyerek büyüyorlar. Oysa onların masal kentleri Kaf Dağı’nın ardında değil, sadece kötü canavarların

işgali altındadır. Filistinli mültecilerin rezidanslarda evleri, bağları, tarlaları yok; daracık sokaklarda sıkışmış yaşam mücadeleleri var. Hastaneleri, okulları yok; Avrupalıların vicdanları rahatlatmak için yaptırdıkları yardım kuruluşları var. Çocuklar için parkları, bahçeleri yok; saksılarda yetiştirilen çiçekleri var. Gençlerin eğitim ve çalışma hakları yok; direnişleri, kahramanları, şehit-

Mar Elias kampında kaç kişi yaşıyor? Bütün Lübnan'da 500 bin Filistinli yaşıyor. 250 bini Beyrut'ta yaşıyor. Toplamda 12 kamp var, en küçüğü burası. Burada yaklaşık 1000 kişi kalıyor. Yabancı olarak sadece bir İsrailli var. Kampta sadece Müslüman Filistinliler mi var? Hıristiyan Filistinlilerin yaşadığı kamp Hıristiyanların yaşadığı yerde. Burası eskiden Hıristiyan kampıymış şimdi Müslüman kampı. Yüksek burjuvazi kampı ve güneşli kamp deniyor buraya. Yüksek burjuvazi kampı denmesinin nedeni kampa bir parça da olsa güneş girmesi. Genel olarak Lübnan'da kampların durumu nasıl? Sizin de gördüğünüz gibi kampa güneş ışığı dahi zor giriyor ve iki insan yan yana zor yürüyor. Tek elektrik sayacına sahibiz. Buradan kendi çabamızla elektriği tüm kampa dağıtıyoruz ve elektrik kabloları yetişkin bir insanın kafasına değebilecek kadar yakın bu nedenle bile her yıl pek çok mülteci hayatını kaybediyor. Kampın temizliğini de kendimiz yaptığımız için bu kadar temiz tutabiliyoruz fakat kampın çevresi kampımız kadar temiz değil. Kampta sağlık koşullarınız nasıl?

18 | TAVIR | MART 2012


17-21 mar elias kampi_sablon 3/12/12 5:54 AM Page 19

Hiçbir hakkımız yok. Sağlık hakları, çalışma hakları, sosyal haklarımız hiçbir hakkımız yok. Filistinliler kalıcı yani, oturma izni alamıyor burada. Oturma iznimiz yok, kalıcı şekilde kalamıyoruz. Sadece bir kliniğimiz var. Büyük çapta bir tedavi yapılamıyor, küçük bir yer. Büyük bir şey olduğunda yani daha kapsamlı bir tedaviye ihtiyaç duyduğumuzda Lübnan hastanesine gidiyoruz ve tabii ki parayla. Mesela, Türkiye'den birisi buraya gelse, çalışma hakkı oluyor. Ama Filistinli biri alamıyor. Kampta eğitim-öğretim nasıl sağlanıyor? Burada sadece bir ilkokul var. Çocuklar oraya gidiyor. Dışarıda da okullar var, özel okullar gibi. Çocuklar bu okullara da gidebiliyor. Çok pahalı da değil, çok ucuz da değil. Başarılı gençleri yardımlarla özel okullara da, üniversitelere de gönderiyoruz. Lübnan Hükümeti edindiğimiz mesleklere karışmıyor fakat okul bittikten sonra yasal olarak çalışamıyoruz. Doktor, avukat, mimar vs. olabilirsiniz fakat bu meslekler yasaklanan 20 meslek arasında. Lübnan'da yaşayan bir Filistinli doktor doktorluk yapabilir fakat reçete yazamaz bunun için bir Lübnanlı doktorun kliniğinde çalışabilir tabi çok düşük bir ücret karşılığında.

İki komite var burada. Komitenin biri, elektrik, su ve kamp temizliği komiteleri, bir diğeri de güvenliği sağlayan komite. Örneğin kampa hırsızlık yapmak için giren birini yakalayabilirsek öncelikle bu konuyla ilgilenen komiteyi çağırıyoruz ve ne yapacağımıza karar veriyoruz. Genellikle bu kişileri kamp dışına çıkarıyoruz eğer bu kişi çıkmak istemezse ya da tekrar gelirse o zaman Lübnan polisine veriyoruz. Kendimiz yargılama yapmıyoruz. Kamp içinde çok fazla suç işlenmi-

yor çok küçük kavgalar, tartışmalar dışında kampımız güvenli bir yer. Neden burada yargılama yoluna gitmiyorsunuz? Eğer biz birini burada tutarsak veya saklarsak Lübnan Hükümeti bunu bahane ederek bütün kampı yok edebilir ve bizi buradan atabilirler. Sizinde gördüğünüz gibi kampın çevresi çok lüks konutlarla dolu özellikle kampın kuzeyi şehrin alış veriş merkezi. Bizi nasıl buradan at-

Eğitim, sağlık gibi temel sorunların giderlerini nasıl karşılıyorsunuz? Nerelerden yardım alıyorsunuz? Dünya'da Filistinli mültecilere destek olan bazı yardım kuruluşları var, bunlardan biri de UNRWA (United Nationa Relief Work Agency / Birleşmiş Milletler Yardım İşleri Ajansı). UNRWA'ya destek de daha çok Avrupalı ülkelerden geliyor. Örneğin Arap ülkelerinden bu kuruluşa yardım gelmiyor ya da Lübnan hükümeti bizi hiçbir konuda desteklemiyor. Yıllar önce tek verdikleri yardım, yaşayacağımız alan olmuş. Burada güvenliği nasıl sağlıyorsunuz?

MART 2012 | TAVIR | 19


17-21 mar elias kampi_sablon 3/12/12 5:54 AM Page 20

madıklarına şaşıyoruz ama sanırım bizi burada unuttular. Her gün kampın önünden yüzlerce kişi geçiyor fakat kimse burada bir kamp olduğunun farkında bile değil. Burada, mültecilerin yaşam koşullarının düzeltmek için neler yaptınız? Yasal yollardan yapabileceğimiz pek çok eylemi yaptık. Sorunlarımızı meclise taşıdık; tabi bu konuda Avrupalı dostlarımızın da destekleri oldu fakat sonuç alamadık. Grevler yaptık, birçok gös-

teri, yürüyüş yaptık. Bu eylemlerimiz sonucu buraya yani Mar Elias Kampı'na bir klinik ve okul açıldı. Sabra’da, Burj El Barajni’de daha büyük bir hastane açıldı. Pek çok gösteri yapıldı fakat artık hükümet bunlara kulaklarını kapatıyor. Mar Elias'a Lübnan polisi karışıyor mu, girebiliyor mu? Buraya Lübnan polisi giremiyor. İzin vermiyoruz. Eğer buraya girmek istiyorlarsa,

bize yaşam haklarımızı vermek zorundalar. Buraya barikatlar kurduk ve girmelerine izin vermedik. Bizi copladılar direndik. Lübnan polisi çok kötü. Güneydeki kamplara Lübnan polisinden izin alarak girip çıkabiliyorsunuz. Bölgenin sınırını onlar belirliyor. Peki Beyrut'ta Lübnan halkıyla ilişkileriniz nasıl? Lübnanlılar biz Filistinlilere karşı ırkçılık yapıyor. Herkes Filistinlileri sevdiğini söyler ama kimse yardım etmez. Mesela bahçelerde çalışan insanlar var. Lübnanlılar buralarda çalışmaz. Arapları, Afrikalıları alırlar fakat Filistinlileri almazlar. Sözde herkes Filistinlileri sever ama gerçekte buradan gitmemizi isterler. Türkiye Hükümeti de Filistin halkını çok sevdiğini her fırsatta belirtiyor bu konuda ne düşünüyorsunuz? (Gülüyor) Ben henüz Türkiye hükümetinden veya özellikle Türkiye'den gelen ciddi bir maddi yardım duymadım, bilmiyorum ama bildiğim bir şey var İsrail Hükümetiyle sizin hükümetinizin arası çok iyi. Bu yüzden politikacıların sadece konuşurlar konuşurlar fakat somut bir yardım yapmazlar. Lübnan Komünist Partisi'nin size yardımları olmuyor mu? Lübnan Komünist Partisi bizi desteklemek istese de yapamıyor. Çünkü sivil savaşta çok şehit verdiler. Hükümette de temsil edilmiyorlar. Destek vermek istiyorlar fakat buna pek güçleri yetmiyor. Diğer kamplardan da bahseder misiniz? Rashidiye, İsrail sınırına en yakın kamp. Çevresinde hiçbir yerleşim yeri yok; tamamen izole edilmiş bir kamp. Giriş çıkışta tek kapı var. Bu kapılar da, Lübnan askerleri tarafından kontrol ediliyor. Lübnan'da bulunan 12 kamptan sadece 2 tanesine izin almadan girebilirsiniz; Mar Elias ve Şatilla. Bu kampların çevreleri de açık yani duvar veya dikenli tel-

20 | TAVIR | MART 2012


17-21 mar elias kampi_sablon 3/12/12 5:55 AM Page 21

lerle çevrili değil. Bizim dışımızdaki tüm kamplara izinli giriş-çıkış var. Lübnan'da üç tane kamp tamamen yok edilmiş. Bir tanesi Nabatieh, İsrail tarafından, hava saldırısıyla 1983'te yok ediliyor. Dikwaneh ve Jisr El-Basha kampları 1976'da sivil iç savaşta Lübnanlı Hıristiyanlar ve Suriyeli Şia Emel grubu tarafından yok ediliyor. (Bütün bunların amacı, FKÖ'nün elinde olan kampların yönetimini ele geçirmek ve tüm Filistinlileri kamplardan atmak/bn) Yurt dışına rahat giriş-çıkış yapabiliyor musunuz? Lübnanlı biri İstanbul'a giderken vize almıyor ve tabi vize harcı ödemiyor ama Filistinlilerden hükümetiniz vize istiyor ve tabi vize harcını da biz ödüyoruz. Rahat mı değil mi buradan anlayabilirsiniz. Sizi Eyüp Baş Emperyalist Saldırganlığa Karşı Halkların Birliği Sempozyumu’na davet etsek gelebiliyor musunuz? Biz bu tür sempozyumlara gittiğimizde artık bu kamplarda mültecilerden bahsetmemizi istemiyor başkanımız. Katıldığımız sempozyumlarda sadece Filistin sorunlarından bahsedebiliyoruz fakat Filistinli mülteci sorunlarından bahsedemiyoruz. Sempozyumlara Filistin Hükümetinin daha önceden belirledikleri, seçtikleri kişiler var onlar gidebiliyor.

neğin bir İsrailli akademisyen var İsrail politikasına karşı gelip bize destek olan; bizim için bu kişinin hangi ülkeden ve milletten olması önemli değil bizim için o bizden biri. Bizi birleştiren de bu. İsrail politikalarına karşı gelen bir kişi değil tabii ki bize destek veren İsrailliler var fakat bu çok küçük bir grup özellikle akademisyenlerin destekleri dünyada yankı bulduğu için bu insanların desteği daha

önemli. Filistinlilerin hakları için mücadele etmiş ve şu anda İsrail'de hapiste olan aydınlar var. Av. Souheil El-Natour’un yanından ve Mar Ellias’tan ayrılıyor, yola koyuluyoruz. Geride yerinden yurdundan uzakta yaşamak zorunda bırakılan Filistinlilerin yüzlerini, umut dolu bakışlarını ve elbette her dem taze umutlarını bırakarak o

Biz Filistin'e gitmek istersek nasıl gidebiliriz? Mısır'dan giderseniz sadece Gazze'ye gidebilirsiniz. Ama Ürdün'den giderseniz Filistin'in her yerine gidebilirsiniz. Son olarak belirtmek istedikleriniz neler? Lübnan hükümeti Hıristiyan Filistinlilere kimlik kartı veriyor. Çok az Şia'ya da veriyor. Sadece bize vermiyor. Çünkü biz ne Sünni ne Şiayız. Bizim için önemli olan İsrail hükümetinin yaptıklarına karşı gelinmesi ve protesto edilmesi. Ör-

MART 2012 | TAVIR | 21


tiyatro tiyatro

emperyalizmin “arka bahçe”sine dair... mehmet esatoğlu

Bilgesu Erenus’un “Arka Bahçe”si İstanbul Şehir Tiyatroları’nda sahneleniyor. Hüseyin Köroğlu’nun yönettiği oyunda başlıca rolleri Güzin Özyağcılar, Şenay Saçbüker ve Zümrüt Erkin paylaşıyor. Ülkemiz emperyalizmden acı çekmiş, işgale uğramış bir ülke olmasına karşın, oyun metinlerimiz içinde anti emperyalist yapıtlar çok azdır. Var olan yapıtların birçoğu da perspektif olarak sorunludur. ’70’li yıllardan bu yana oyunlar kaleme alan yazar Bilgesu Erenus, yapıtlarında bir dolu toplumsal konuyu ele aldı. 90’lı yıllarda bir gazete haberinden yola çıkarak yazdığı “Arka Bahçe” ise dünyamızın başına bela olan ABD emperyalizmini ve onun arka bahçesini

22 | TAVIR | MART 2012


konu alıyor. Emperyalist ülkelerin en büyük gösterişi kendi sınırlarında her şeyin düzgün ve düzenli gittiğini etrafa ispatlamaktır. Sınırları içinde güya ekonomiden adalete, eğitime, sağlığa, sosyal yaşama, insan ilişkilerine dek her şey kusursuz işlemektedir. Dışarıdan bakıldığında bunun aksine bir şey görmek oldukça zordur. Sistem “kusursuz” işlemektedir. Herkesin keyfi yerindedir. Ama aslında kazın ayağı öyle değildir. Ekonomi bir avuç tekelci kapitalisti mutlu etmek üzere organize olmuştur. Demokrasi ise polis devletinin süslenmiş bir biçimidir. Sokaklarda ise yoğun bir işsizlik, yoksulluk, evsizlik ve açlık kol gezmektedir.

kadın bu. Bu nasıl bir yalnızlıktır diye sorgulayası geliyor insanın. Herkesin kendi parası, kendi mülkiyeti, kendi zevkleri için yaşadığı bir dünyanın çocuğudur bu yalnızlık.

Emperyalist ülkelerdeki işleyişin ipliğini pazara çıkaran alanlardan biri de onun arka bahçeleridir.

Amerikalı ressam Edward Hooper’in tablolarında gördüğümüz insanlar vardır. Büyük, görkemli mekanların içinde yapayalnızdırlar. Her şey çok güzel görünmektedir ama ortada insanı boğan bir yalnızlık kol gezmektedir.

Arka Bahçe de tüm düzen emperyalistlerin asıl amaçlarının adeta bir aynasıdır. Kölece bir yaşamdan çevresel kirliliğe, adaletten insan ilişkilerine tüm önümüze çıkanlar emperyalizmin nasıl bir dünya tasarımı içinde olduğunu açıkça ortaya koyar.

Arka Bahçe’nin hanımefendisi de böylesi bir yalnızlık içindedir. Yılbaşı gecesi yalnız kalmamak için hizmetçisine ek para teklif eder. Paranın miktarını giderek artırır.

Erenus oyunu var ettiği atmosferi şöyle tanımlıyor:

Hizmetçisinden istediği sadece kendisini yalnız bırakmaması değildir. Arka bahçenin temizlenmesi ve düzenlenmesidir.

“Yıllar öncesi bir gazete haberi, Arka Bahçe’nin yazılma nedeni olmuştu. Aynı sözcüklerle anlatmasa da ben haberi şöyle anlıyordum; demokrasi ve özgürlük adına uygarlığın vücut bulup taşlaştığı heykel, Yeni Dünya’da borsaya dönük yüzüyle daha binlerce yıl dikilip duracak sanılırken, birden bire perçinlerinden ayrılıp dağılma tehlikesiyle yüz yüze gelivermiş!.. Fransızların ABD’ye armağanı tarihsel Özgürlük Heykeli, halktan da toplanan paralarla onarıldığında, ben de uygarlığın ilkelliğini kentsoylu bir hanımefendinin hayat öyküsüne taşıyıp, küreselleşen dünyada onu Arka Bahçe’nin insanlarıyla karşı karşıya getirmiştim” Oyunda bir kadın modeli var. Yalnız bir

Oyunun en çarpıcı noktası aslında burada kilitlenmektedir. Emperyalist hanımefendiler, beyefendiler bir arka bahçe yaratmaktadırlar. Bahçe bir yandan oradaki insanları kul-köle yapmakta, öte yandan oranın düzeltilmesi de yine onların sırtına yıkılmaktadır. Hanımefendi arka bahçenin insanlarından korkmaktadır. Yazar Erenus onun bu korkusunu şöyle değerlendiriyor: “Hanımefendi, nam-ı diğer Özgürlük Heykeli’nin; doğa ve insan da dahil, her türden değerin, bilimin, sanatın, politikanın atığa dönüştürüldüğü bir çöplükte, ilkeller yaftasıyla dışladığı halklara hesap verirken yüzü hala bor-

saya dönüktü ama o muhteşem vurdumduymazlığından eser kalmamıştı, çünkü çok ama çok korkuyordu ve onun bu korkusu, aslında bütün halkların kurtuluş umuduydu.” Oyunu İstanbul Şehir Tiyatrosu sanatçılarından Hüseyin Köroğlu sahneye koymuş. Köroğlu bu metni seçmesindeki en büyük etkenin ortalıkta kol gezen tüketim sisteminin acımasızlığı ve vurdumduymazlık olduğunu söylüyor. Köroğlu yaklaşımını şöyle ifade ediyor: “Biz kabul etsek de etmesek de, ne yazık ki tüketim sisteminin acımasızca dönen çarkları var olan her şeyi öğüterek önce atıklara dönüştürüyor, sonra bir çöplük haline getiriyor, o da yetmiyor çöpleri de sınıflara ayırıp, ‘bir yerlere’ döküyor işte! Görmesini bilene.” İlk kez bir Erenus metnini sahnelediğini söyleyen Köroğlu onun metninden algıladıklarından oluşan uzunca bir sözsüz ön-oyunu düşlemekle işe başladığını anlatıyor.

MART 2012 | TAVIR | 23


Bir yıla yakın metnin anlattığı arka bahçeye dair düşler kurduğunu ve onu kafasında kare kare kurguladığını anlatan Köroğlu, böylesi bir girişle izleyicide de farklı duygu ve düşünceleri harekete geçirmeyi hedeflediğini belirtiyor. Oyunu izlemek üzere salona girdiğinizde arka bahçe dekoru karşınıza

çıkıyor ve sizi ürkütüyor. Rıfkı Demirelli’nin dekor tasarımında neler yok ki. Sanayi atıklarından evsel atıklara, eskimiş oyuncaklardan tıbbi atıklara bir dolu malzeme ve iç içe geçmiş bir halde. Dekorun en çarpıcı yanını sahnenin önünde yer alan “faili meçhul”lerin mezarları oluşturuyor. Erenus’un oyunu ilk bakışta üç kişi

arasında geçiyor gibi görünürken Köroğlu siyah kadın, çocuk, Vietnamlı, Ortadoğulu, Rus, Kızılderili ve Yeşil Timsah diye adlandırılan arka bahçenin insanlarını da sahnelemesine katmış. Oyunda arka bahçe insanları için efendilerinin ikilemi oldukça açık ve net bir biçimde ifade ediliyor “uy ya da öl”... Önce bu önerinin ne denli vahşice ve köleleştirici olduğunu düşünürken birden çevremizin de aynı öneriyle kuşatıldığını düşünüyoruz. Oyunda Hanımefendi rolünde Güzin Özyağcılar var. İstanbul Şehir Tiyatroları’nın deneyimli oyuncusu Özyağcılar gerek duruşu, gerekse oyun çizgisi ile “hanımefendi”yi bize değişik yanlarıyla sunuyor. Özyağcılar, özellikle Özgürlük Heykeli ve Hanımefendi arasında gel-gitleri başarıyla sergiliyor. Hanımefendinin korkularında ise biraz daha çeşitlemelere gereksinim var. Şenay Saçbüker ise oyunun en zor rollerinden hizmetçiyi yüksek bir enerji ile yorumluyor. Hizmetçi rolü, oyunu baştan sona sürükleyen bir rol. Ücretli bir kölenin içinde bulunduğu durum, çektiği acılar, düşleri ve düşkırıklıklarının tümünü Hizmetçi’de görmek mümkün. Bir yandan çalışmak zorunda. Yaptığı iş yalnızca emek harcamakla sınırlı değil. Hiçbir yanıyla anlaşamadığı bir insana tahammül de etmek zorunda. Onu bekleyen hiçbir mutluluk yok. Kocası savaşın ortasında. Karnındaki bebeği ise dünyaya getirme ve büyütme için koşulları uygun değil. Eğlenme umudu olan yılbaşı gecesini ise en istemediği kişiyle para uğruna geçirmek zorunda. Saçbüker hizmetçiyi metnin çizdiği dar labirentin içinde başarıyla devinerek yorumluyor. Aynı kaderi paylaştığı arka bahçe insanları ile ilişkilerinin ise biraz daha işlenmeye gereksinimi var. Hanımefendinin kızı Shelia rolünde

24 | TAVIR | MART 2012


ise Zümrüt Erkin var. Oyunda Hanımefendi’nin yaşamını ve rolünü noktaladığı yerde kızı görevi devralıyor. Kız yeni bir kuşaktandır ancak içinde bulunduğu dünyaya ve kölelik ilişkilerine karşı bir tavrı yoktur. Erkin kızın eve mülkiyet hırsıyla gelişini başarıyla işliyor. Kızın sınıfsal tutumunun ise biraz daha altının çizilmesi gerekiyor. Nur Saçbüker, Mevlüt Demiray, Özge Midilli Aşar, Doğan Şirin, Berk Samur, Melisa Demirhan ve Deniz Evrenol arka bahçe insanlarını gerek eylemleri gerekse gövdesel anlatımlarıyla sahneye taşıyorlar. Yönetmen Köroğlu arka bahçe insanlarının konumunu ince ayrıntılarla sergiliyor. İşin eksik kalan yanı bu insanların isyanlarının insanlığın umudu olma yanının müziğin yanı sıra kimi vurgularla öne çıkarılması. Dünyayı her gün yeni kanlı planlarla yönetmeye ve köleleştirmeye çalışan bir emperyalizm ve onun arka bahçesi var. Arka Bahçe oyunu bu kanlı oyuna dair kimi verileri önümüze koyuyor. Kafası medyatik bombardımanla dumura uğramış izleyici oyuna şaşkın gözlerle bakıyor. Her gün medyada önüne kutsal diye sunulan kimi değerler bu oyunda yerle bir ediliyor. Muhtemelen ertesi gün yaşamın içine koşarken kendisini köleleşme için ikna eden kimi unsurlar üzerine yeniden düşünmeye başlayacaktır. o

Arka Bahçe Yazan: Bilgesu Erenus Yöneten: Hüseyin Köroğlu Dramaturgi: Dilek Tekintaş Müzik: Selim Atakan

Seyirci Kalmamayı Göze Alabilmek… Yıllar öncesi bir gazete haberi Arka Bahçe’nin yazılma nedeni olmuştu. Aynı sözcüklerle anlatmasa da ben haberi şöyle anlıyordum; demokrasi ve özgürlük adına uygarlığın vücut bulup taşlaştığı heykel, Yeni Dünya’da borsaya dönük yüzüyle daha binlerce yıl dikilip duracak sanılırken, birden bire perçinlerinden ayrılıp dağılma tehlikesiyle yüz yüze gelivermiş!.. Fransızların ABD’ye armağanı tarihsel Özgürlük Heykeli, halktan da toplanan paralarla onarıldığında, ben de uygarlığın ilkelliğini kentsoylu bir hanımefendinin hayat öyküsüne taşıyıp, küreselleşen dünyada onu Arka Bahçe’nin insanlarıyla karşı karşıya getirmiştim. Hanımefendi, nam-ı diğer Özgürlük Heykeli’nin; doğa ve insan da dâhil, her türden değerin, bilimin, sanatın, politikanın atığa dönüştürüldüğü bir çöplükte, ilkeller yaftasıyla dışladığı halklara hesap verirken yüzü hâlâ borsaya dönüktü ama o muhteşem vurdumduymazlığından eser kalmamıştı, çünkü çok ama çok korkuyordu ve onun bu korkusu, aslında bütün halkların kurtuluş umuduydu. Yaratıcı ve ortak zekâya her zaman güvendim. Demokrasi ve özgürlük söylemli kirli maskeleri alaşağı edebilmek adına Arka Bahçe’yi 2012’ de yeniden sahneleyen sanatçı dostlarıma teşekkür ediyorum. İnsanlığın ortak mirasını gasp ederek sermaye sınıfının yaşama biçimine dönüştüren “uygarlığa” yönelik protestoların, ABD ve Avrupa’nın ön bahçelerine de sıçradığı günümüzde, bu konunun sahnede tartışılıyor olması; tiyatronun insan ve toplum ilişkilerini iyileştirme misyonuna önemli bir katkıdır. Bizlere düşen ise; seyirci kalmamayı göze alabilmek! Seyirci kalmamayı göze alabildiğimizde, kitlesel olarak itelendiğimiz, açlık, ölüm, sürgün, göçler, banallik, yozluk, ahmaklık ve savaş; tüm dünyada kaçacak delik arayacaktır. Tiyatro tanımının sıklıkla ve yalan yanlış kullanıldığı şu günlerde “İyi seyirler!” demekten kaçınıyor olmam, tam da bu yüzden işte! Bilgesu Erenus

Sahne Tasarımı: Rıfkı Demirelli Işık Tasarımı: Murat Selçuk Kostüm Tasarımı: Duygu Türkekul Efekt: Ersin Aşar Yönetmen Yardımcısı: İrem Arslan Aydın

Oyuncular Berk Samur, Deniz Evrenol, Doğan Şirin, Güzin Yağcılar, Melise Demirhan, Mevlüt Demiryay, Nur Saçbüker, Özge Midilli, Şenay Saçbüker, Zümrüt Erkin

MART 2012 | TAVIR | 25


şiir şiir

mart’ın çığlığı hüseyin yılmaz

I Bir çığlık kopuyor günlerin içinden Sağır eder, duyulmaz Damarlarında çarpıyor Hissediyor musun? Bir direniş türküsünün içinde Sekizindesin ayın. Kıvrımlı yollar uzanıyor New York'un banliyölerine Arkasında kalın, büyük duvarların Koskoca bir fabrika 129 kelepçe, 129 kadın Var içeride Gökyüzü ağlamaya durası ama Hava aydınlık Kalabalık Var dışarıda Ve kıvılcımların notu tarihe düşmeden evvel Sarı saçlı kadın bir işçinin başında Yüklü bir umut var Alev alev

26 | TAVIR | MART 2012


II Ben Hiç dinlenmeden dönüp duran Yeryüzünün garbındayım Yüzünün her bir çizgisinde Ayrı bir anı Ayrı bir acı yüklü Clara Zetkin'in karşısında Dudakları kül rengi ve kağıt gibi ince Yaşlı ellerini kürsüye vura vura konuşuyor -İngiliz soyluları gibi giyinen Çıplak ayaklıBu kadın Bana Marx'a neler borçlu olduğunu anlatıyor Kadınların III Ateşin sallanan yalınlarıyla birlikte Dört günü ardı ardına aşıyorum içimden Mart'ın 12'sinde Önce bir durgunluk Sonra Cam, mermi sesi Gürültüyle dolu bir cadde Ve bir Alevi Dedesi Düşüp, devriliyor sandalyede Öfke parıl parıl Ve korkak Bir egzoz sesi kayboluyor Karanlığın berisinde Dakikalar sonra Gazi Mahallesi Binlerin nehirler gibi aktığı Bir isyanın portresi Eller ve ayaklar çakmak çakmak yürürken “hedefe” Taş, sopa ve mermi sesi Ve bir kahramanın gövdesi Panzerin tepesinde Balyoz çatıyor IV Hatırlıyor musun? Mart sana ne anlatıyor? 16'sında Tüm sinirlerimi gerip gerip bırakan Bir çınlama sesi Takvimlere karışmayacak Unutulmayacak -siyah, beyazBir kan denizi

Yüreğimin ortasında İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Dört yanı duvarlarla çevrili Büyük, beyaz bir yapı Ve kapı Kapıdan dışarı Öğrenciler çıkıyor Hayata gülümseyecek aydınlık yüzleri Ölüme yürüyecek yürekleri taşıyan Göğüs kafeslerinde Günün göbeğinde Safi irin kokan Sinsi ve Amerikan Bomba ve kurşunların alıp gittiği Alkışlar, sloganlar, Taşlarda seken kısa bir mısra, Ve topraktan süzülen kafiyelerle bezeli Yedi can, yedi yasemen çiçeği İçlerinde V Aynı gün Binlerce insanım ben Halepçe'de Kopkoyu bir sabah Ölümün kokusu var Ciğerlerimde Avurdum avurduma geçmiş Küçük, taş bir odanın içinde Hareketsiz yatan kollar Kımıldamayan gözler benim Anlıyor musun? VI Şimdi sen En inatçı demiri örsünün arasında eğen Madenlere şekil veren Bir demirci elisin Her yanı yakut kaplı Sırça bir sarayda İki yılan İki omzunda -İnsanların beyinlerini yiyenBir düşman var Karşında Ben Ankara'nın soğuğunda Karanlığa boğulmuş Hücremin ortasında Dünya'ya son kez bakan Bir Cengiz savaşçıyım

Yüce Kawa Newroz'lara karanfiller saçan Ateşinin devamcısıyım Tanıyor musun? VII İnsanlara umudu Umudu meydanlara taşıyan ayın Her anında Moskova'da aklımın yarısı, Yarısı Londra'da Ak sakalı yüzünü doldurmuş Top top pamuk tarlası Ciğerleri parçalanıyor Verem ve zatürre -bilmem kaç sterlinlikKiralık ceketiyle Engels'e göre "Dünya'nın en dahi insanı"nın yanındayım Karl Marx'ın Başucunda Ve sen Sol yumruğun havada Marksist-Leninistce Taş kesilmişsin Karşında yatan -pos bıyık Alnı açık Asker kıyafeti üzerindeBüyük Gürcü evladı Josef Visaryonoviç Stalin Nezdinde VIII Ve daima biz 30'unda Mart'ın Anadolu'nun orta yerinde Kızıldere'deyiz Her yanı yıkılmış Delik deşik Kerpiçten evde Ölen Ama yenilmeyen Bir devrim inancıyız Hissettiğimiz, Unutmadığımız, Vazgeçmediğimiz, Yaşattığımız. ON'larla birlikte On binlerin düşünde Sonsuzca ve de MAHİR'ce.

MART 2012 | TAVIR | 27


deneme deneme

gülüşüm umuttur ümit anadolu

Umutlu olmak, her daim ışıl ışıl olmaktır. Yanaklarınla, gözlerinle… Bir şey anlatırken hep sana eşlik eden kıpır kıpır ellerinle… Sokakları, alanları, dağları adımlayan ayaklarınla ışıl ışılsındır. Umudun ışıltısıdır bu. Umutlu olmaktır kaynağı. Saçtığın ışık umudun ışığıdır. Umutlu olmak, neye nasıl bakacağını, neyi nasıl seveceğini, neye nasıl dokunacağını, neyi nasıl özleyeceğini öğretir insana… Umutla bakar, umutla sever, umutla dokunur, umutla özlersin. Baktığın hayat, sevdiğin halk, dokunduğun tetik, özlediğin adalet olur umudun varsa…

gülüştür. Umutsuz insan, gülmelerden, gülüşlerden çok uzaktır. Öyle ki, bir insanın gülüşünden anlarsın umudu var mı, yok mu? Çorum’dan Dev-Gençliler Malatya’ya kurulan, halkların katili NATO’ya ait füze kalkanını teşhir etmek için afiş asarken gözaltına alınmışlardı. Devrimcilerin coşkusu, morali karşısında iyice azgınlaşmıştı işkenceci polisler. Sloganlarına engel olamadıkları devrimcilerden birinin boğazını sıkmışlardı. Bu da yetmeyince üzerine çıkıp tepindiler. O anı, o devrimci genç şöyle anlatıyordu bir röportajda: “Devrimcilik yaptığım için öyle mutluydum ki, polis üzerimde tepinirken bile hala gülüyordum.”

Umudumuz, yaşama gerekçemizdir. Umudumuz gözlerimizin gülebilmesidir. Öyle ya, umudu olmayan gözleriyle gülemez ki…

Deli mi bu çocuk, diye düşündün belki. Belki, bu kadar da olmaz, dedin, tamam morali bozulmamıştır ama o da abartmış biraz... Hayır, öyle değil. Tam tersine işte budur umutlu olmak. İşkenceciyi -zaten yenilmeye mahkûm olan o pespaye işkenceciyi- bir de gülüşünle yenmektir.

Bu yalnızca umudu olanlara has bir

Umutlu bir gülüş, bir devrimcinin gülü-

28 | TAVIR | MART 2012

şüdür. Halkına, gelecek günlere umutlu bir selamdır devrimcinin gülüşü… Bağımsız bir vatanın topraklarında yaşamayı düşünürsen mutlaka gelip konar dudağının kenarına bir gülümseme. Özgür, hak ettiği gibi, başını hiç eğmeden yaşayan insanların ülkesini düşünürsen gülümsersin… Hani yoksul bir ülkenin adaleti olmak için bedenine umudumuzu sarıp da yola düşen Şengül’ün bir isteği vardı. Hatırladın mı? “Bütün çocuklar süt içsin, patates yesin, herkesin ekmeği olsun…” diye düşmüştü yola. Süte, ekmeğe doymuş çocukları düşünürsen gülümsersin sen de işte öyle… Umutlu insanın coşkusu, morali haklılığın verdiği güçtür. Meşruluğundan aldığı gıdasıdır gülümsemesi. Mücadele etmenin huzurudur yüzündeki. Emperyalistler, 1939 yılında dünyayı ikinci kez paylaşmaya kalkıştılar. Sovyet halkları bu saldırganlık karşısında milyonlarca ölmek pahasına direndiler. Direniş faşizme karşı vatan sevmenin manifestosuydu. İşte o günlerden, bu manifestonun Stalingrad önlerinde ya-


zehra kulaksız zılan sayfalarından birinde şöyle yazar: Kavgada gülmek en zor iştir.

Güler Zere’nin, kelepçelerin arasından gözleriyle gülmesidir umutlu olmak.

Büyük bir güçtür bu umutlu gülüş. Kavganın, ateşin ortasındayken bile gelecek zafer günlerini görebilirsin umudunla. Gülümseyişin güçtür, meydan okumadır düşmanlara.

İdildir. Mutlu, muzaffer. Azrailin rezilliğine, çaresizliğine gülen…. İdil umutlu olmaktır.

“Ekmeği son lokmasına kadar çiğnemeyi/ bir de ağız dolusu gülmeyi unutma” diye öğütlüyor kavganın ozanı. Ekmek kadar değerlidir, gereklidir ağız dolusunca gülmek. Ozan bu sözünü hapiste yatacak olana öğüt olarak söylemiştir zaten. Bu öğüde uymak tutsaklıkta sağlam tutar adamı, yıkılmaz bir kale olur her bir hücrede, umudun her bir evladı… Armutlu’da Zehra’dır umutlu olmak. Paylaştığı son lokma gülüşünde saklıydı Zehra’nın. Umudunu bizlere emanet edişiydi, erimiş yanaklarından çatlamış dudaklarından bize sunduğu o mağrur gülüş. Alnındaki umudumuzdan, avucundaki muradımızdan, bir de bize gülen umut dolu gözlerinden öptüklerimiz hep öyleydi….

Karda yürüyen Derya Devrim de öyledir. Belki ayağı ıslak, belki doymadan kalktı sofradan ama umutlu. Umut şahan olmuş geziyor işte vatanımızın dağlarında. Bu umutla gülümsüyor şahanlar… Yeğenine sarılırken Esma; arkadaşlarına el sallarken Kevser… Direnişinin beş yüzüncü gününü geride bırakmışken yıldızlı beresine yeniden kavuşunca Feride… Düşmanı bilmem kaçıncı kez atlatınca Eyüp, bandını kuşanırken İlginç… Gülüşlerindedir umut! Gülüşümüz umuttur! Halk düşmanları, umut düşmanıdır. Bu yüzden gülüşümüzü cezalandırmaya kalkarlar. Sevcan Göktaş’ı duydun değil mi? Malatya’da Grup Yorum bileti sattığı için on yıllarca hapis cezası verilen devrimcilerden biri. Dava arkadaşlarından 1 yıl daha fazla ceza verildi Sevcan Göktaş’a.

Neden mi? Duruşma salonunda güldüğü için! Görüyorsun değil mi gülümsememizdeki gücü? Moralimizi bozamadıkları, bizi umutsuzlaştıramadıkları için öyle kızıyorlar ki, adaletsizliği katmerlendirip gülüşümüzün diyetini de kesiyorlar ömrümüzden. Ama Sevcanlar, yani umudun evlatları bilir ki; umutsuzluk yasak! “umutsuzluk yasak yılgın türküler söylemek de çünkü yürüyor umudun ordusu umutsuzluğu kurşuna dizerek” İşte bu yüzden; umutsuzluğu kurşuna dizenler olduğu ve zafere kadar hep olacağı için umutluyuz. Umutlu bir gülüş, bir devrimcinin gülüşüdür. Halkına, gelecek günlere umutlu bir selamdır devrimcinin gülüşü… Bugünden gülümsüyoruz gelecek özgür günlere. Gelecek o gün; getireceğiz. Gülecek halkımızın yüzü; güldüreceğiz. o

MART 2012 | TAVIR | 29


03-07 kizildere_sablon 3/12/12 5:01 AM Page 3

deneme

deneme

kızıldere ümit ilter

"Kanadık merhem olduk Çekildik bayrak olduk Döküldük yaprak olduk Geldik bugüne…" Hasan Hüseyin Korkmazgil

Geldik ve ardımızda Kızıldere'den bu yana geçen kırk yıl. Ki zaten 30 Mart 1972'de karışmıştık kırklara, yani tarihin ab-ı hayatına. Geldik, "Biz halkız yeniden doğarız ölümlerde" diyerek hem de. Ve getirdik Kızıldere'yi, eğilmeyen boyunlarımızın üstünde bugüne. Emperyalistlere boyun eğmemeyi, sömürü ve zulme karşı “Kurtuluşa Kadar Savaş”mayı ve devrimden vazgeçmemeyi öğretti bize Mahir. Öğrene dövüşe, dövüşe öğrene geldik bugüne. Ve yürüyoruz zafere, Mahir Mahir hem de… 1… Mahir diyor ki bize: "… Türkiye, yer altı kaynaklarından dış ticaretine, ekonomi-

sinden politikasına, kültüründen sanatına kadar Amerikan emperyalizminin denetimi altında bir ülkedir." İşte bu yüzden, "Amerika Defol, Bu Vatan Bizim!" diyerek, bağımsızlık için savaşıyoruz. 2… Mahir diyor ki bize: "… Gençlik, emperyalizm karşısında, bağımsızlıktan yanadır." Öyledir ve tarih tanıktır Dev-Genç’in anti emperyalist yumruğuna. 3… Mahir diyor ki bize: "… Leninizm için önemli olan tek şey Devrimin esenliğidir. Yalnız Devrimin esenliği en yüce yasadır." İşte bu yüzden, “her şey devrim için”, başta hayatlarımız...

4… Mahir diyor ki bize: "… Sanayi devriminden geçmemiş, emperyalizmin kontrol alanı içinde yer alan bir ülkede ancak 'Filipin tipi bir demokrasi' mevcut olabilir." Ve şimdi, demokrasicilik oyununun “ileri” hali sahne aldı bu köhne tiyatroda. 5… Mahir diyor ki bize: "… Bugün emperyalizm çok daha akıllı yöntemler kullanmaktadır; özellikle işbirlikçileriyle ülkeyi geri bir parlamentarizmle yönetmekte, böylece ezilen halk kitlelerinden kendisini gizleyerek, sömürü mekanizmasını rahatlıkla sürdürebilmektedir." Sömürü mekanizmasının kanlı gerçeğinin üstüne serdikleri kirli örtüyü yırtıp atmaktır bizim işimiz, gerisini halk getirir.

MART 2012 | TAVIR | 3


03-07 kizildere_sablon 3/12/12 5:01 AM Page 4

Hedefi devrim olanlar, sadece halka güvenirler. 9… Mahir diyor ki bize: "… Burjuva toplumu zemini üzerinde yıkıcı şiddeti ve yaratıcı gücü en yüksek olan politik devrim proletarya devrimidir. Bu devrim aynı zamanda sosyal dönüşümü de sağlar (sosyal devrim). Çünkü bu devrim burjuva kredisini ve borsayı kaldıracaktır." İşte ancak o zaman, gelişmeler karşısında düştü mü kalktı mı diye borsaya değil, halkın yüzüne bakılacaktır, mutlu mu değil mi diye. 10… Mahir diyor ki bize: "… Marksist doktrinin ana çatısı olan 'sınıf mücadelesi', Marks'tan önce bilinen ve burjuva tarihçi ve ekonomistlerinin kabul edip irdeledikleri bir düşündür. Marks'ın yaptığı, bu sınıf mücadelesinin zorunlu olarak, o zamana kadar görülmemiş derecede sert ihtilalla burjuva devlet cihazını parçalayarak, sosyalizme proletarya diktotaryasının aracılığıyla varacağını açık ve seçik koymasıdır." O açık seçikliği karartmak için ellerinden geleni yaptı halk düşmanları. Ama biz, Marks'tan Mahir'e önderlerimizin dediğinden şaşmadık. 6… Mahir diyor ki bize: "… İşçi sınıfı, müttefikleri ile birlikte düşmana karşı sürekli bir mücadele içinde olacaktır. Bu sürekli savaş içinde, zaman zaman yenilerek, bozguna uğrayacaktır. Fakat her bozgundan daha güçlü ve tecrübeler kazanmış olarak çıkacaktır. Ve sonunda, müttefiklerinin başında, devrimin kesin zaferini sağlayacaktır." Sınıflar kavgasıdır bu ve bizim zafere inancımız tamdır. 7… Mahir diyor ki bize: "… Düşman kuvvet-

4 | TAVIR | MART 2012

lerini olduğundan daha kuvvetli, devrimci kuvvetleri ise, olduğundan daha zayıf değerlendirmek, ‘sağ oportünizmin’, ‘PASİFİZM’in değişmez karakteridir." Ve onlar, işte bu yüzden, “akıllı solcu” oldular. 8… Mahir diyor ki bize: "… Bir ülkede halk savaşı vermek, devrim yapmak, her şeyden önce, kendine ve özgücüne güvenmekle mümkün olur. Ancak kendi özgücümüze güvenerek bu ölüm kalım mücadelesinin altından alnımızın akıyla çıkabiliriz."

11… Mahir diyor ki bize: "… Aynı cephede ortak düşmana karşı omuz omuza olmak, öyle zannedildiği gibi sözlü yazılı eleştiriler veya dostluk temennileri ile değil, (sadece değil) hele dalkavukluk ve sırt sıvazlamalarıyla hiç değil, oldukça güç ve karmaşık bir mücadele içinde, sabırlı bir mücadeleyle ilkelerden taviz vermeyen sosyalistçe bir tutumla, yiğitçe ve mertçe emperyalizme karşı dövüşerek, saygınlıklarını kazanmakla mümkündür." İşimizin başındayız, yiğitçe ve mertçe dövüşüyoruz.


03-07 kizildere_sablon 3/12/12 5:01 AM Page 5

12… Mahir diyor ki bize: "… Ve Lenin, ne kadar maceraperestse, sağ görüşün ‘maceracılıkla’ suçladığı militanlar da o kadar maceracıdırlar!" Ve biz, o mukaddes maceramıza can vermeye devam ediyoruz. 13… Mahir diyor ki bize: "… Bu koşullar altında değil Marksist olmak, demokrasiden yana olmak bile yürek ve cesaret isteyen bir iştir. 'Ne yardan ne serden' diyerek, ne Marksistlikten vazgeçen ne de bunun gereklerini böyle bir ülkede yerine getirebilecek niteliklere sahip olan, korkak, tabansız, pasifist küçük burjuva entelektüel bozuntularının Marksist akımdaki bozguncu düşüncelerinin temelinde ülkenin bugünkü koşullarının zorluğunu aramak gerekir." Bozguncu düşüncelerinin dipsizliğine dalıp, düzenin şu ya da bu kıyısına çıkıyorlar daima böylesi yılgınlar. 14… Mahir diyor ki bize: "… Emperyalist dönemde birlikte, tarihin lokomotifinin değil, proletarya olduğu esprisi, Leninist kesintisiz devrim düşüncesinin özüdür." Tarihin lokomotifini "Tarih bitti" diyerek durdurmak istediler ve fakat biz, özümüzü inkâr etmedik. 15… Mahir diyor ki bize: "… Hayatın gerçekleri, safsatalarına karşı her zaman muzaffer olmuştur, olacaktır da." Safsatalara boyun eğenler, hayat denen kavganın da dışına düştüler. 16… Mahir diyor ki bize: "… Mücadelemizin her dönemde tekelci dönem Marksizm'inin yüce bayrağı, ülkemizin somut pratiği önünde dalgalanacaktır." Kırk yıldır o bayrak yerli yerinde, dalga

dalgadır.

tehlikeli olan oportünizm türüdür."

17… Mahir diyor ki bize: "… Reformist küçük burjuva unsurlarının peşinden gittiği, fakat emperyalizmle flört durumunda olan örgütlere karşı kararlı savaşmamız gerekmektedir. Bir şeyler yapabilmenin çırpıntısı içinde bocalayan gayrı memnun küçük burjuva unsurların kendi örgütlerine gösterdikleri ve çoklarımız tarafından yanlış anlaşılan sadakat ve 'Büyük isimlere' körü körüne bağlılıklarını bilerek, bu örgütlerin yoz ve fırsatçı kliklerini, cesaretle ve sabırlı bir mücadeleyle teşhir etmeliyiz."

21… Mahir diyor ki bize: "… Genellikle sağ oportünizmin temelinde korkaklık, azimsizlik ve proletaryanın devrimci zaferine inanmamak yatar. Bu yanlarını örtmek için, en 'keskin' görünmek zorundadır."

İdeolojik mücadele ile halkın kurtuluş yolunu daima aydınlık tuttuk, tutacağız da. 18… Mahir diyor ki bize: "… Hangi devrim sürecinde olursa olsun, hangi kılığa bürünürse bürünsün, oportünizmin değişmez özelliği ideolojik mücadeleden kaçmaktır. Oportünizmin panzehiri ideolojik mücadeledir. Oportünizm proleter devrimcilerin karşısına hiçbir zaman açıkça çıkamaz."

Ve o görüntünün altında çürüyüp giderler, tarih tanıktır. 22… Mahir diyor ki bize: "… Bu emperyalizmin 'her şeye kadir' olduğunu söylemek dolayısıyla stratejik planda emperyalizmi büyüterek dünya halklarının… devrimci mücadelesinin zaferine inanmamaktır. İşte pasifizm ve pasifist ideoloji…" Emperyalizm her şeye hakim olamaz. Çünkü Biz varız. 23… Mahir diyor ki bize: "… Marksizm'de bütün sorunları birkaç tipik çözüm yoluyla çözen hazır reçeteler arayanlar, acınası dar kafalı çokbilmişlerdir."

Kaçmaya devam ediyorlar, hala.

Ol sebepten, “Gerisi Hayat” sayılır.

19… Mahir diyor ki bize: "… Emperyalizmin tahakkümüne, karşı devrimin şiddetine karşı, silaha sarılmaktan başka çare yoktur."

24… Mahir diyor ki bize: "… Biz Marksizmi entelektüel gevezelik ve dünya devrimci hareketinin trafik polisliğini yapmak için okuyup öğrenmiyoruz. Biz dünyayı değiştirmek için, dünyanın Türkiye'sinde devrim yapmak için öğreniyoruz."

Sömürü ve zulümden kurtuluşun tek yolu da budur. 20… Mahir diyor ki bize: "… Uzlaşmaz çıkar çelişkileri devam ettiği sürece, evrensel gerçekliğe sahip ana tezlerin geçmiş dönemin tezleri olduğunu ve içinde yaşanılan dönem için geçerli olmadığını söyleyerek, kafalarda karışıklık yaratıp kendi tezlerini sinsice sergileyen oportünizm en ince, en dikkat edilmesi gereken ve de en

Öğrenmeye devam ediyoruz dövüşe dövüşe hem de. 25… Mahir diyor ki bize: "… Özeleştiri mekanizması yalnızca yanılgıya düşen proleter devrimcilerindir.” Ve ancak, özeleştiri silahını kullananlar,

MART 2012 | TAVIR | 5


03-07 kizildere_sablon 3/12/12 5:01 AM Page 6

burjuva ideolojisini on ikiden vururlar. 26… Mahir diyor ki bize: "… Bu mücadele sınıflar mücadelesidir. Burada el titremesine, tereddüte ve kararsızlığa yer yoktur. Sınıflar mücadelesinde proletarya yoldaşlığının dışında feodal ve ataerkil ilişkilere yer yoktur." Ve yoldaşlık, sadece ölümüne dövüşenlerin paylaştığı bir onurdur.

27… Mahir diyor ki bize: "… Marksist devrim teorisi hem determinist, hem de volantiristtir (iradecidir). Bu iki yön diyalektik bir bütünü oluşturmaktadır. Devrimin olabilmesi için maddi bir temelin varlığı şarttır. Üretici güçler devrim için gerekli olan (belli bir) seviyede olursa devrim olabilir. Bu anlamda Marksist devrim teorisi, deterministtir. Fakat sadece devrimin zaferi için üretici güçlerin belli bir seviyede olması, objektif şartların olgun olması yetmez. Devrimin zaferi için ihtilalci inisiyatif de gereklidir. Bu anlamda da Marksist devrim teorisi volantiristtir." İhtilalci inisiyatif, "Bize Ölüm Yok" demektir.

6 | TAVIR | MART 2012

28… Mahir diyor ki bize: "… Kapitalizm can çekişme dönemine girdiği için bürokrasi ve militarizmini iyice güçlendirmiştir. Sosyal devrimin emperyalist dönemde tek bir yolu vardır. O da 'Şiddet yoluyla bürokratik ve askeri makinayı' parçalamaktır." O zulüm makinesini, devrimci şiddet parçalar ancak.

29… Mahir diyor ki bize: "… Biz sağcı ideoloji ile uğraşmıyor ve devrimci ideolojik bayrağı yükseklerde tutmaya çalışıyoruz. Bu doğru tutumdur. Biz bu doğru tutumumuzda sonuna kadar direniyoruz ve sonuna kadar direneceğiz. Çünkü yollarımızın bu tutumla çelikleşeceğine, hareketimizin ancak bu kararlı tavırla ilerlere doğru hamleler yapacağına kesinlikle inanıyoruz." Bayrağımızı, yılgınlık bataklığına düşürmedik asla. 30… Mahir diyor ki bize: "… Devrim, halkın devrimci girişimi ile -aşağıdan yukarımevcut devlet cihazının parçalanarak po-

litik iktidarın ele geçirilmesi ve bu iktidar aracılığıyla -yukarıdan aşağıya- daha ileri bir üretim düzeninin örgütlenmesidir." İşte bu yüzden, emperyalistlerin renk ya da mevsim adı vererek ilan ettikleri “Devrimler”e alkış tutmadık. 31… Mahir diyor ki bize: "… Geçmişin mirasçısı, geçmişteki kararlı ve uzlaşmaz mücadelelerin mirasçısı olmak isteyen

kimse, bugün doğru devrimci çizgide, proletaryanın devrimci bayrağını yükseklerde tutmak zorundadır." O bayrak, Marksizm-Leninizmin kızıl bayrağıdır ki özünü ve rengini halkların isyan tarihinden alır. 32… Mahir diyor ki bize: "… Varsın bütün oklar üstümüze yağsın, bizler doğru gördüğümüz yolda sonuna kadar yürüyeceğiz." Yürüyoruz, sinemiz ve sırtımız pare pare olsa da. 33… Mahir diyor ki bize: "… Devrim tarihi göstermektedir ki, devrimci Marksizm


03-07 kizildere_sablon 3/12/12 5:01 AM Page 7

ile oportünizm arasındaki görüş ayrılıkları en son çözümlemede, ‘kendi özgücüne güvenerek devrim için yola çıkmaya cesaret edip etmeme' meselesine dayanmaktadır."

tır. O, ölene kadar savaşacaktır ve savaşa savaşa proletaryanın partisinde proleterleşecektir."

madan, sağlam adımlarla yürüyoruz Mahir'den Dayı'mıza umudumuzun yıldız aydınlığında.

Sıra neferliği, işte böyledir.

Devrim için dövüşmeyenler, düzene biat ederler.

37… Mahir diyor ki bize: "… Tarihi kahramanlar değil, kahramanları tarih yaratır."

40… Kızıldere'de kırklara karışan Mahirler'in ardından ve Kızıldere'nin kırkıncı yılında, halkın umutlu evlatları diyor ki bir kez daha ve bin selam manasında: "Mahir, Hüseyin, Ulaş… Kurtuluşa Kadar Savaş!"

34… Mahir diyor ki bize: "… Biz, her çeşit antiLeninist örgütlenmeye karşıyız. Biz düzen örgütünden değil savaş örgütünden yanayız." Sömürü ve zulümden kurtuluşun yolu, ancak böyle açılır çünkü. 35… Mahir diyor ki bize: "… Savaş açıktır, savaşanlar da açıktır ve ortadadır. Ve savaşmaya hazır olanlar, aktif mücadeleye azimli olanlar ve bizzat savaşanlar devrim meydanında kalmıştır." Ve o meydan, devrimcinin soluk alıp verebileceği yegâne yerdir. 36… Mahir diyor ki bize: "… Eğer o gerçekten profesyonel devrimci olmuşsa, geldiği sınıfla bütün bağlarını koparmıştır. O artık ne köylüdür; ne de aydındır; o bir proleter devrimcisidir. Görevi sadece bilinç götürmek değil, bizzat fiili olarak savaşmak-

Ve o kahramanlar, umudun adını tarihe kanla yazarlar.

*** 38… Mahir diyor ki bize: "… Onların bugün büyük görünen güçleri ve imkânları bize vız gelir. Onlar bir avuç, biz ise milyonlarız. Kaybedeceğimiz hiçbir şey yoktur ama kazanacağımız koca bir dünya vardır." O dünyanın harcına can katıyoruz Mahirler'den bu yana. 39… Mahir diyor ki bize: "… Düşenler geride kalmazlar. Onlar emekçi halkın kalbinde, ruhunda ve bilincinde, devrimin önder ve itici sembolleri olarak yaşarlar. Düşenler devrim için, devrim yolunda vuruşarak düştüler. Kalbimize, ruhumuza ve bilincimize gömüldüler. Onlar kurtuluşa kadar savaş şiarını, devrim yoluna kanları ile yazdılar. Yolumuz bu yolda düşenlerin yoludur."

Ve şimdi, emperyalistler ve o devşirme işbirlikçilerinin dayattığı köhne boyunduruğu parçalamak için her zamankinden daha çok kavganın Mahir'i, yoksulların Dayı'sı olmanın şerefini yaşayıp yaymaktır andımız, kavgamız ve hayatımızın anlamı. Nasıl geldiysek bugüne, öyle gideceğiz zafere: Vur öle ve hiç durmadan, yorulmadan, savrulmadan her an ve adımda Kızıldere'yi yaşayarak… Alıntılar: Bütün Yazılar - Mahir Çayan - Boran Yayınları THKP/C Dava dosyası - Yar Yayınları o

Sağa sola sapmadan, sarsılmadan, savrulMART 2012 | TAVIR | 7


deneme deneme

emanet faruk takacı

Uzun yollara gidenlere eskiden beri hep bir şeyler emanet edilir. Bu emanet bazen geride kalana bırakılır, bazen gidene verilir. Ulaştırılması gereken yerler vardır. Kiminin elinde paradır,

30 | TAVIR | MART 2012

kiminin elinde mendil içinde bir tutam saç. Kimisinin bacısı-kardeşidir emanet edilen, kiminin silahı-tabancası. Kimine ise yadigar kalan, söylenmesi istenen küçük bir sözdür. Tüm bunların

içinde, ne olursa olsun hep çok değer verilen şey emanet olur. Bizim için de böyledir. En değer verdiğimiz, bize yadigar kalan-ulaştırılması


gereken şeydir. Ve can ölür, bu ten toprağın altında çürür ama emanete hıyanet olmaz der halkımız. Emanetine sadık kalmayan, bizden değildir der, böyle birini toprak bile kabul etmez diye anlatır. Böyle düşündüğü için böyle yaşar bu toprağın insanları.

sağanak yer, sonra dalgalarla boğuşur. Fırtına onu daha da çelikleştirir. Küçük teknenin içinde, bir kendi, bir ağır makineli tüfek, bir de iki kürek vardır. İsmail emaneti yerine ulaştıracağından inançlı, bundan dolayı inatçıdır. Tam karşıda -uzak bir nokta gibi- Sivastopol’a giden geminin ışıkları görülür. İsmail bu gemiye ulaşmak için ellerini kanatarak çeker kürekleri. Emaneti kendi elleriyle teslim edecektir. Ve İsmail kendi ellerine güvenir.

- Varmamak olmaz!

“(...) Gece, Tophane rıhtımında Kamacı ustası Bekir Usta ona : ‘Evlâdım İsmail,’ dedi, ‘hiç kimseye değil,’ dedi, ‘bu, sana emanettir.’ Ve Kerempe Fenerinde düşman projektörü dolaşınca takanın yelkenlerinde, İsmail, reisinden izin isteyip, ‘Şaban Reis,’ deyip, ‘emaneti yerine götürmeliyiz,’ deyip atladı takanın patalyasına, açıldı. ‘Allah büyük ama kayık küçük’ demiş Yahudi. İsmail bodoslamadan bir sağnak yedi, bir sağnak daha, peşinden üçkardeşler. Ve denizi bıçak atmak kadar iyi bilmeseydi eğer alabora olacaktı. Rüzgâr tam kerte yıldıza dönüyor. Ta karşıda bir kırmızı damla ışık görünüyor : Sıvastopol'a giden bir geminin sancak feneri. Elleri kanayarak çekiyor İsmail kürekleri. İsmail rahattır. Kavgadan ve emanetinden başka her şeyin haricinde, İsmail unsurunun içinde. Emanet : bir ağır makinalı tüfektir. Ve İsmail'in gözü tutmazsa liman reislerini ta Ankara'ya kadar gidip onu kendi eliyle teslim edecektir. (...) “

Böyle diyerek asılır küreklere. Önce bir

nazım hikmet

Ve Arhaveli İsmail de bu toprağın insanıdır bizim gibi. Sene 1920’ler, kıyasıya bir savaş ve gepegenç bir adam İsmail. Trabzon’da tüm yöre insanları gibi o da bir takada çalışır. Kah balık avlar, kah yöre insanlarının işine ek olarak savaşanlara silah taşır. Ustası ona kendinden çok güvenir. Bir gün gene böyle Karadeniz’in bir ucundan aldığı ağır makineli silahı savaşanlara taşıyacaklardır. O gece Tophane rıhtımında, kamacı ustası Bekir usta çağırır yanına. İsmail’e; - Evladım İsmail! Hiç kimseye değil, bu sana emanettir, der. Ve atlarlar çalıştığı takanın kaptanı Şaban Reis’le takalarına. Şaban Reis’in takası emektar taka! Çok balık gördü, çok silah taşıdı. Şaban Reis’le tereddütsüz, vatan savunması için taşır silahları. Limanda fenere kuruludur düşman projektörleri. Ve bu kez fark ederler Şaban Reis’in emektar takasını, yelkenlerini aydınlatırlar. Fark edildiklerini anlayan İsmail, reisinden “emaneti yerine götürmeliyiz” diyerek izin ister. Emanetle birlikte takanın küçük patalyasına atlar, açılır. Ve açıldığı anda, düşman torpidoları Şaban Reis’in takasını uçurur. İsmail, deniz üstünde “rüzgar, bulut ve dalgalar”la birlikte, artık bir başınadır. Ve her ümitsizliğe düştüğünde sorar kendine: - Emanetimizle varabilecek miyiz? Yine kendine daha kararlı bir sesle cevaplar:

Birden kesilir rüzgar. Çarşaf gibi dümdüz, bir ölü sessizliğindedir deniz. İlk kez kavganın dışına düşmüş biri gibi hisseder kendini. Ve soruyu tekrarlar: - Emanetimizle varabilecek miyiz? Bir yemin gibi tekrarlar sonra: - Varmamak olmaz. Bir kez daha asılır küreklere. En az 15 mil uzaktır varacağı en kısa yol. Bir an önce ulaşmak isteğinin şevkiyle yüklenirken küreklere, kürekler kırılır. Kanayan elleri, kırık kürekler, ağır makineli ile denizin ortasında kalır İsmail. Sular tekneyi kıyıdan iyice uzaklaştırır. İsmail emanetiyle, kendinden bir daha haber alınamazsa bile içi rahattır. Emanet edilen şeyler için: “Hiç kimseden hiçbir şey beklemeksizin Bir şarkı söyler gibi ölmek…” Arhaveli İsmail gibi… içi rahat olmalı… O büyük güne, tek tek yaratacağımız zaferlere, şehitlerimizin bize emanet ettikleriyle varmak için… - Emanetimizle varabilecek miyiz? Arhaveli İsmail’in temiz yürekliliğiyle cevaplayalım kulaklarımızdaki bu soruyu: - Varmamak olmaz! o

MART 2012 | TAVIR | 31


şiir şiir

karanfil şirvan kardelen

Toprakta sahipsiz kalacak canımız mahşere bırakılacak hesabımız yok! Yok canımızdan gayrı koyacağımız canının yanına Kelebek güzelliğin kelebek ömrünce kalmasın da yarına uzansın diye GÜLERiz biz de! ENGİN bir sabırla yürür de öfkemizin rüzgarında adalet terazisinin iki kefesine de zulmü koyup adalet diye sunanların soluğunu keseriz seninle! Işığı çalınan her yıldız umutlanır seninle karanlık aydınlanır; koparıp da alınan kazılıp toprağın koynundan çıkarılan her YILDIZla ALİce Sizi bizsiz, bizi sizsiz bırakamazlar ne türlü olursa olsun zulüm; beyhude! Ne mutlu,

32 | TAVIR | MART 2012

ne mutlu biz olana, biz kalana! Bir yanımızdan kan sızıyor diğer yanımız çiçeğe durmuş güler ha güler… Sol yanımızdan karanfiller açıyor engin bir rüzgar getiriyor kokusunu adalete susamış ha susamış… Kanımızdan etimizden karanfiller çoğalıyor yıldız yıldız… Ne mutlu sahipsiz değil ve asla kalmayacak mavzerimiz, gülüşümüz, sevdamız. Saçınızın teli uğruna meydan okuruz hayata. Yakarız tırnağınız için bütün gemileri de vazgeçmeyiz sizden. Bırakmayız hep bize bakan gözlerinizi umutsuz asla! Ve siz, yakamızda bir fotoğraf değil, sorulacak hesapsınız! Bu hesabı mahşere asla bırakmayacağız!


33-36 use sipe_sablon 3/12/12 5:11 AM Page 33

öykü

öykü

use sipe* şilan dağ

Soğuk kayaların keskin uçları güneşin altında mızrak uçları gibi ışıldıyorken birden, yerden çıkmış gibi yüzümün önünde belirdi. O da beni görüyormuş gibi dönüp gülümsedi. Hasretle gülümsedi. Gülüşü biraz buruk, biraz sıcaktı. İlk kez bu denli sakınmasız, yakından izliyordum onu.

ları uzamış, kirlenmişti ama yine de özenle yana taranmışlardı. Yürüyüş ritminden, kafasını sallayışından yine

aynı türküyü mırıldandığı anlaşılıyordu.

Kendisine oldukça büyük olan pantolonunu kalınca bir iple, incelmiş beline sıkı sıkı dolamıştı. Geniş ama kısa pantolonu esmer ayak bileklerini açıkta bırakmıştı. Kocaman kara lastiklerin içerisinde ayakları kayık içerisinde kara kuru bir adam görüntüsü veriyordu. Güneşe aldandığı için değil de, soğuk havayı umursamadığı için sırtına ince eski bir gömlek geçirmişti. Yaşından katbe kat fazla akların doluştuğu saç-

MART 2012 | TAVIR | 33


33-36 use sipe_sablon 3/12/12 5:12 AM Page 34

Birkaç saniye içerisinde kendisini tepeden tırnağa incelediğimi, hatta karşı tepede olmasına rağmen türküsünü duymaya çalıştığımı bilse kahkahalarla güler ve de: "Sen de mi delisin?" diye sorardı. Ne yanıt verirdim? Kesinlikle "hayır" demezdim. Hele de bu dağların "delileri"ni tanıyıp "Deli değilim" demek akıl işi olmaz ki… Delilik bir bakıma bizim koymadığımız sınırları cüretle aşma halidir. Eee öyleyse?.. Dürbünü gözlerimden indirdiğimde, gözlerimin sulandığının farkına vardım. Biraz k….. ama daha çok da Use Sipe'ye bakmaktan sulanmışlardı. Use Sipe, karlı dağın doruğunda dolaşırken saçlarının beyazı karın beyazına karışıyordu. Ardında kalan sıcak izleri, birkaç damında şenlik kalmış köyüne gidiyordu sanki. Dürbünle baktığım tepeye çıplak gözle bakınca hiçbir şey göremedim. Sanki bir rüyaydı ve her şey silinmişti. Use Sipe'nin ardından yürüyüp yetişmek ve yan yana sessizce yürümek istedim. Yürürken konuşmaz bilirim, ancak ara ara döner yanındakini yoklar ve gülümseyip yoluna devam eder. Yine de onunla yürümek güzeldir. - "Ne o Sezgin yoldaş, nöbette uyudun mu yoksa?" - "Ne uyuması? Use Sipe'yi gördüm de düşünüyorum." - "O da seni gördü mü?" - "Sanmam… Dürbünü yoktu" Gülümseyerek nöbeti Hatice'ye devredip kendimi yokuş aşağı dere yatağına bıraktığımda güneş artık tam tepeme dikilmişti. Sabah çiğ tanelerinin ıslattığı üstümden başımdan usul usul buharlar yükseliyordu. Kemiklerime işleyen güneşi ancak böyle fark ettim. Dere yatağında çakılların üzerinde sekişimi bir izleyen

34 | TAVIR | MART 2012


33-36 use sipe_sablon 3/12/12 5:12 AM Page 35

olsa kesin taklidimi yapardı. Kim bilir belki de Hatice izliyordu. Nöbet yerimizden her taraf çok rahat görünüyordu. Bunu bilince daha sakin ilerledim. İstesem bile iz yapamayacağım bir yoldu burası. Nöbet yerine gidip gelmek için belirlenmişti. Böylece bir iz bile çıkarmadan nöbete gidip geliyorduk. Günlerdir bunu yapıyor olmanın rahatlığıyla yürüyordum. Gözlerim beni yanıltıyor olmalı… Bir kez daha yüzlerimi ovalayarak baktım. Yok, gözlerim yanılmıyordu! Önümde dikilen kocaman kayanın üzerinde birisi oturuyordu. Kaç gündür kuşların dahi uğramadığı, dere yataklarından başka her yanının karla kaplı olduğu bu tepeye kim gelmiş olabilirdi? Ortalık yerde durmanın bir anlamı yok… Karşı kayanın ardına bir sıçrayışta geçip mevzilendim. Gözlerim karşı kayada oturanda. O ise cansızmış gibi kımıldamadan oturuyordu. "Mümkün mü?”, “Nasıl olur?" gibi birçok soruyu peş peşe sıraladım. Yanıt alamadım. Yanıtlar kayaya çarpıp dağıldılar. Daha fazla bekleyemezdim. Gecikirsem barınaktaki arkadaşlar merak ederler. En iyisi temkinli bir şekilde yaklaşarak kim olduğundan emin olmak...

Türkçeyi bölge yatılı okulunda döve döve öğretmişlerdi Use'ye. Bundan olsa gerek evinin dışında her yerde Türkçe konuşurdu. Onu tanımayanlar Kürtçe bilmiyor sanırdı. Ama o ana dilini eli kınalı anası gibi severdi de, korurdu da… Biliyorum Use Sipe bana zarar vermez. Gözlerinin içine bakarken sanki içimden geçenleri anlıyordu, gözlerinden iki tomar yaş süzülüp aksakalından aşağı yuvarlandı. Dilini kesseler ondan söz alamazlar. Kızgın demirlerle dağladıkları ayak tabanlarının bastığı toprağa kurban bilirim söz alamazlar onlar. Bu divaneliği de ondan değil mi? Yine de şimdi… Durup yutkundum. Elini kemikleri sivrilmiş omzunun üzerine koydum. - "Üzülme çaresine bakarız… Sahi sen o yamaçtan buraya ne tez geldin? Piro amca haklı mı; erdin mi Use?..." Birlikte gülüp sarıldık. Yorulduğunu fark etmeyen Use Sipe, bizden de hızlı koşabiliyordu. Bunun için de en iyi habercilerimizdendir. Artık birlikte barınağın önündeydik. Barınak nöbetçimiz bizi beraber görünce şaşkınlıktan dili tutulmuş gibi kaldı. Böyle bir misafir olacak şey değildi. Bu bir sorundu ve çözüm bulmak gerekiyordu. Use Sipe'ye kızmak hiç birimizin

aklına dahi gelmemiştir. O sizi özleyip bu karda kışta sevgisiyle dereleri aşarak yolumuzu bulmuştu. Daha üç yıl önce gencecik bir delikanlıydı yerimizi öğrenmek için yapmadık işkence bırakmamışlardı da, "Dağlar"dan başka kelime ağzından alamamışlardı. O günden sonra böyle divanemiz olmuştu. Bir anda saçların beyazlamasını Türk filmlerine özgü bir saçmalık sananlar Use Sipe'yi tanımayanlardır. Ondan sonradır ki adı ya "Pore Sipe ya da Use Sipe" olmuştur. "Bahtı kara, saçı ak oğlum" diye ağıtlar yaktı onun için anası. Derince içini çekti komutan: "Yaa.. Use Sipe, biz şimdi seni ne yapalım? Bize mi katıldın? Ararlar seni…" Uzun bir sessizlik oldu. Başını öne eğdi Use. - "Eve-mi gide-yim?" - "Nasıl gelmiş bir bakın, iz var mı? Etraf nasıl?" Komutanın söylediklerini Use de pür dikkat dinledi ve nefessiz söze başladı. - "Hayır iz yapmam. Ben derelerden geldim. Daha önce de geldim de bulamadım. Yine Sezgin’le karşılaşmasaydım bulamazdım ki.. Ben şey…" O anlattıkça büyüyen hayretimiz barınağa sığmaz olmuştu. Alçak tavanlı toprak barınağımızın sıcağına alevli

- "Sensin ha Pore Sipe! Nasıl gelirsin buaraya? Nerden gelirsin? Ben şimdi seni ne yapayım?" Sorularımın hepsini gülümseyerek karşıladı. Panik halime üzülmüş olmalı ki bir sıçrayışta kayadan aşağı indi. Elini uzatıp boş olan elini kavradı. "Korkma kimselere demem ağaçlardan elma çaldığını. Kim bilsin hem bu kıştan buralarda elma olduğunu"... Cümle bitene kadar üç kez göz kırptı. Su gibi anlatıyordu. Ama ne anlatıyordu? "Ben deliyim rahat ol kimse bana inanmaz" mı demek istiyordu? Yoksa hayal mi kuruyordu?

MART 2012 | TAVIR | 35


33-36 use sipe_sablon 3/12/12 5:12 AM Page 36

Use Sipe sır tutarlar diye. Asker sesi duydukça kaçtı, geceleri ateşler yaktı, korkusunu da yaktı o ateşlerde. Sonra bir kuytuda askerler sıkıştırmışlar Use Sipe'yi. Alnına silahı dayayıp yine sormuşlar aynı soruyu. Use gülmüş alaylı alaylı. - "Güler tabii buradan orası iki günlük yol. Bizi oralarda arıyorlar. Use Sipe, o saçı boşa ağartmadı." - "Sonu peki? Nerde Use?" - "O şimdi bizim deli yanımız… Avucunda sımsıkı tuttuğu şekerlerle buldular cesedini. Gülüyormuş, öyle anlattı Sevo abla."

soba sıcağı da karıştı. Use hızlı hızlı anlattıkça bizim de göğüs kafeslerimiz, hızlı hızlı atmaya başlayan kalbimizle inip inip kalktı. Aynı hızla güvenlikçimiz de içeri girdi. Nefesi ince iğneler gibi soğukta keskinleşmiş her soluk alışında ciğerine bakıyordu. Bu nedenle dik durup nefes alamıyordu. Barınağın toprak duvarına tutunup doğruldu. O soluk aldıkça Use Sipe'nin gözleri büyüdü. Gelen haberin kendisiyle ilgili olduğundan emindi. Birden ellerini cebine daldırıp avuçları şeker dolu önümüze uzattı. "Bunlar size"... Sesi sessizliği yutan uğultu içinde kayboldu. Güvenlikçi: - "Köylüler! Use Sipe'yi gören olmuş sanırım. İz yok ama dereden geliyorlar. Yol açılma sesi de var, yol açımında asker vardır illa ki…" - "Zamanıdır. Kar yumuşadı şimdi onlarda bir boy gösterirler. Köylü peşinden asker bu ne şimdi?.." diye komutan yarı söylenir konuştu. Barınağın tepesindeki giriş sıkı sıkıya kapalıydı. Ama Use Sipe gözlerini oraya dikmiş bakıyordu. Ateşten fırlayan bir kıvılcım gibi sıçradı. Aramızdan nasıl sıyrıldı, nasıl ken-

36 | TAVIR | MART 2012

dini dışarı attı hiç anlayamadık. Açtığı küçük kapıdan içeri aramıza birkaç yumuşak kar tanesi saçıldı. Use Sipe'nin hemen ardından dışarı fırladım, gözlerimi alıştırıp her yanı iyice süzdüm, görünürde yoktu. Yüksekçe bir yere çıkıp, karlara bürünmüş Ormana yüzümü döndüm... Rüzgar sesini getirdi: "Nao koude cenge ma asta Nao koude adırema asta - wuyy wıyy"* Ufacık bir karartıydı, yapraksız dallarına kar yüklü ağaçların arasında. Onu arayan köylülere kendini gösterip ters yöne rüzgar gibi koşuyordu. Peşinden gitmek anlamsız olurdu. Öyle hızlıydı ki sanki gözlerimden yüreğime koşmuştu. Dağlara

sığındı

Bilmiyorum "ölüm" denir mi buna? Baksam doruklara ve bir ateş görsem yalımları kırmızı kırmızı sanırım ki Use Sipe o ateşin başında çömelmiş düşler kuruyor, kıvılcımları kovalıyor…

* Pore Sipe: Beyaz Saç. Use Sipe: Beyaz Hüseyin. * "Bu dağlarda savaşımız var Bu dağlarda ateşimiz var"o


37-40 kurecik_sablon 3/12/12 5:13 AM Page 37

izlenim

izlenim

kürecik’ten arda kalan... ahmet çağdaş

“(...) çok uzaklardan geliyoruz çok uzaklardan… kulaklarımızda hâlâ şimşekli sesi var sapan taşlarının. ormanlarında yabani aygırlar kişniyen dağ başlarının kanlı hayvan kemikleriyle çevrilen sınırları geldiğimiz yolun ucudur…” Yeni bir yolculuk öncesi heyecanlıyız yine. Nedeni sır değil elbette. Aylardır vatanımızın köşe bucağından, bin bir emek ve cefayla derleyip açığa çıkardığımız öfkeyi götürüp emperyalist efendilerin ve uşaklarının suratına çarpacağız… Öyle dağ başında da olsa, vatanımızın ve hiçbir parçasının sahipsiz olmadığını ve asla da kalmayacağını, dosta da düşmana da göstereceğiz bir kez daha… Aynı sevdanın sofrasına diz

MART 2012 | TAVIR | 37


37-40 kurecik_sablon 3/12/12 5:13 AM Page 38

boşalttığı tesisi: “Mahir, Hüseyin, Ulaş…..”

kırdığımız ve Anadolu’nun dört bir yanından gelecek olan yarenlerle kucaklaşacak ve kavgadan ve sevdadan söyleşeceğiz yol boyunca… Daha heyecanlanmayalım mı? Yüreklerimiz kıpır kıpır. Düşman çizmesi altında yurdumuz. Füze kalkanı kurulur da, durulur mu hiç! Varmalı ve o kalkanı içindekilerle birlikte istemediğimizi haykırmalı... “Füze Kalkanı Değil Demokratik Lise İstiyoruz”, “Füze Kalkanı Değil Bağımsız Türkiye İstiyoruz!”... Kaç aydır duymayan kalmadı bu sloganlarımızı. Amerika’nın Kürecik’te kurdurduğu NATO radar üssüne karşı vatanımızı sahiplenme çağrımızı iletmek için kaç kapıyı tek tek çaldık aylardır. Çalamadığımız kapılardan içeriye de TV ekranlarından; yaka-paça sürüklenerek işkencehanelere götürülürken dilimizden düşmeyen sloganlarla ulaştık. Bir kez daha açlığın direnişini kuşandığımız çadırlarda, şehirlerin meydanlarından gelip-geçen binlerce kişiye uzandı ellerimiz. Bildirilerimiz otobüslerde, metrolarda, metrobüslerde binlerce göz tarafından okundu. Binlerce el dokundu omzumuza, bu vatanın gerçek onuru ve geleceği sizsiniz, diyerek. Binlerce gözde parladı, yüreklerinden kopup gelen güvenin ışıltısı. Aylardır derlediklerimizi çıkın yapıp düştük işte yine yola… “(…) çok uzaklardan geliyoruz çok uzaklardan.. kaybetmedik bağımızı çok uzaklarla..

38 | TAVIR | MART 2012

bize hâlâ konduğumuz mirası hatırlatır bedreddini simavînin boynuna inen satır. engürülü esnaf ahilerle beraberdik. biliriz hangi pir aşkına biz sultan ordularına kıllı göğüslerimizi gerdik…” Bursa’dan, Samsun’dan ve Çorum’dan gelenlerle buluşup yola çıkıyoruz. Ankara’nın çıkışındaki dinlenme tesisinde duruyoruz. Çünkü burada birkaç saat İstanbul’dan gelecek otobüsleri bekleyeceğiz. Ankara’nın o bildik ayazı çarpıyor daha otobüsten iner inmez suratlarımıza. Gecenin ayazında ısınabilmenin en iyi yolundan biri de halay çekmek. Öyle de yapıyoruz. Hemen bir halay halkası kuruluveriyor benzinliğin ortasına. Tesisin çalışanları yabancı değil bizim bu halaylarımıza. 16-17 Nisan katliam davalarının Kayseri’de görülen mahkemelerine de kaç kez bu dinlenme tesisinde buluşulup gidilmişti yıllar önce. Halaya katılmayanlar voltaya vuruyor kendilerini ve sohbetin sıcaklığına sarınarak ısınmaya çalışıyorlar. Daha yeni tanışılmış olmasına rağmen öyle derin ve samimi ki sohbetler, bir bize has bu duygu biliyoruz. İstanbul’un otobüsleri geliyor birkaç saatlik bekleyişin ardından. Önce bir kucaklaşma yumağı oluşuyor kocaman. Kısa, ayaküstü sohbetlerde giderilmeye çalışılıyor, tanışıp da aylardır görüşememenin hasretliği… Ve tekrar otobüslere yerleşilirken sloganlarımız dolduruyor bizlerin

Gecenin karanlığı içinde uzanıp giden yolda peşi sıra birbirini takip ediyor otobüslerimiz. Kimimiz hemen uykuya dalıyor, günlerdir biriken yorgunluğun etkisiyle biraz da. Marşlar türkülere karışıyor bir yandan. Takdir edilesi bir ısrarla kitap okuyanlar var bir yandan da. Ve sohbetler sürüyor. Velhasıl “Biz”e dair duygularla dolu dolu sürüyor yolculuk… Sabahın ilk ışıkları Sivas’ta selamlıyor bizi. Gürün ilçesindeki dinlenme tesisinde mola veriyoruz. Tesis çalışanları biraz şaşkın. Çay yetiştirmekte zorlandıkları bu kadar kalabalık kimse gelmemiş buraya, bakışlarından anladıklarımıza göre… Halaylar kuruluveriyor hemen yine, tesiste mola vermiş diğer yolcuların şaşkın bakışları altında. Şaşkın bakışlar, yürüyüşümüzün amacını öğrenir öğrenmez içten bakışlara ve destek cümlelerine dönüşüyor. Sloganlarımız yankılanıyor bir yandan da… Halaylarımız, sloganlarımız olur da karanlığın bekçileri eksik olur mu? Hemen bir jandarma devriyesi geliyor tesise. Ama şöyle bir gelip geçmenin dışında yapabilecek bir şey de bulamıyor elbette. İhtiyaçlarımızı giderdikten sonra tekrar koyuluyoruz yola. “(…) çok uzaklardan geliyoruz. alevli bir fanus gibi taşıyoruz ellerimizde ihrak binnar edilen galile’nin dönen küre gibi yuvarlak kafasını. ve ancak bizim kartal burunlarımızda buluyor lâyık olduğu yeri materyalist camcı ispinozanın gözlükleri…” Artık Malatya’ya yaklaştığımızı yol üstünde sıklaşan kontrol noktalarından anlıyoruz. Hani demiş ya Nazım usta, “Çizmişiz rotamızı, dostların alkışlarıyla değil, gıcırtısıyla düşmanın dişlerinin”...


37-40 kurecik_sablon 3/12/12 5:13 AM Page 39

Önce Malatya şehir merkezine gideceğiz. Orada Adana, Hatay, Antalya, Elazığ, Dersim ve daha birçok ilden gelenler ile Malatyalılar bizi bekliyor, biliyoruz. Yol boyu, sadece düşman gözlerle izlemekle yetinmişti kontrol noktaları, Malatya merkezine gelmeden otobüslerimiz durduruluyor bu sefer. Birkaç dakika içinde, kampanya sloganı yazılı olan önlükleriyle iki kişi bitiveriyor bizi durdurup bekleten polislerin yanı başında. Camdan duyamıyoruz polislerle ne konuştuklarını ama tavırları, tamam biz gideceğimiz yere götürürüz otobüsleri ve arkadaşlarımızı siz karışmayın, dercesine. Arkadaşların en öndeki otobüse binmesiyle devam ediyoruz yola. Birkaç dakika sonra da İnönü Meydanı’na ulaşıyoruz. İner inmez pankartlar açılıyor, dövizler ve flamalar dağıtılıyor tez elden. Kortejler oluşuveriyor bu işi yıllardır yapıyor olmanın çabukluğuyla. Sloganlarımız Malatya sokaklarında yankılanıyor: “Amerika Defol Bu Vatan Bizim!”…

lunu da keserek yönü Kürecik’e bakan otobüslerimizin yanına kadar yürüyoruz sloganlarımızla… Otobüslere binip Kürecik’e doğru devam ediyoruz yolumuza. Kürecik’e gelmeden kesiliyor önümüz. Emperyalist efendilerinin vatan topraklarımızı işgal etmesine gıkı bile çıkmayan uşakların uşaklıklarını yapanlar aldıklarını mahkeme kararının da ardına sığınarak GBT kontrolü yapmak istediklerini söylüyorlar. Kararlığımız sayesinde ise sadece kimliklerimizin resimlerine bakıp yolumuzdan çekilmek zorunda kalıyorlar. Artık iyice sabırsızlanıyoruz. Yolda öğreniyoruz ki Kürecikliler de kalabalık bir şekilde bizi karşılamak için bekliyorlarmış…. Ve nihayet ulaşıyoruz otobüslerden inip yürüyüşe başlayacağımız yere. Kortejlerimizi oluşturuyoruz hemen yeniden ve sloganlarımız yankılanmaya başlıyor dağlarda. Yıllar önce yine sloganlar yankılanmıştı bu dağlarda. Bayrağımızın ülkenin her tarafında dalgalanacağına

olan güvenle kanlarını akıtmışlardı bu dağlara şahanlarımız. İşte yıllar sonra da olsa elimizde kızıl bayraklarımızla, onların ayaklarının bastığı yerlere basarak, onların sloganlarının yankısını çoğaltıyoruz bu dağlarda. Bir süre sonra bizi bekleyen Küreciklilerle kelimenin tam anlamıyla kaynaşıyoruz. 78 gündür, kurdukları çadırda, Kürecik‘te radar üssü istemediklerini bu yoldan gelip geçen herkese anlatmışlar. “Kürecik’te Füze Kalkanı İstemiyoruz” pankartı ve sloganlarıyla Küreciklileri de katıp kortejimize devam ediyoruz yürüyüşümüze. Emperyalist efendilerin radar üssünü korumak için bir askeri garnizon kurulmuş yolun kenarına. Bu garnizonun önünden dağ yoluna tırmanmaya başlıyor yüzlerce kişilik kortejimiz. Çamurlu-buzlu bir yol yürüdüğümüz bu yol. Yukarılara tırmandıkça tipi de savurmaya başlıyor. Ama ne gam, soluk almanın bile zor olduğu bu tırmanışta sloganlar hiç kesilmiyor… Dağların yankısıyla çoğalıyor marşlarımız: “Yolumuz devrim yolu gelin gardaşlar gelin..”

Yürüme mesafesi kısa, meydanın ortasından geçen yolu kesip açıklamayı yapacağımız yere yürüyoruz. Çevrede şaşkın gözlerle izliyorlar Malatyalılar bizi. Açıklamadan önce bir süre slogan atarak anlatıyoruz, yüzlercemizin neden orada olduğunu... Kürecik’te yapılmak istenen radar üssüne karşı vatanımıza sahip çıkmak için birleşip-mücadele etmemiz gerektiğini... Açıklamanın ardından da tekrar kortejlerimizi oluşturup bu sefer yolu trafiğe kapatarak otobüslere tekrar bineceğimiz çevre yoluna doğru yürüyüşe geçiyoruz. Yürüyeceğimiz mesafe kısa değil. Kortejimizin kalabalığı ve kızıllığı etraftan şaşkınlıkla izleniyor. Polisler önümüze çıkıp engellemek niyeti şöyle dursun, bir an önce Malatya’dan çıkıp gidince rahatlayacaklarmış gibi sadece izlemekle yetiniyorlar. Kortejimiz bir kızıl nehir gibi akıp geçiyor Malatya sokaklarından. Apartmanların arasında daha bir yankılanıyor sloganlarımız: “Yaşasın DevGenç, Yaşasın Dev-Gençliler!...” Çevre yo-

MART 2012 | TAVIR | 39


37-40 kurecik_sablon 3/12/12 5:13 AM Page 40

“(…) çok uzaklardan geliyoruz.. tütüyor yanık bir et kokusu çizmelerimizin köselesinden… ürkerek adımlarımızın sesinden kanlı karanlık yıllar kanatlı bir hayvan gibi havalanıyor… ve karanlıklarda yanıyor en önde gidenin ateş bir ok gibi gerilen kolu…” Dağların arasından kıvrıla kıvrıla tırmanıyoruz, ta ki radar üssüne kadar. Radar üssüne yaklaştırmayacaklarını söylüyor jandarma barikatının başındaki subay. Söyledikleri, meşruluğuna inandığı bir duygudan öte çaresizce söylenmiş sözler. “Bu topraklarda Amerikan askerlerini ve füze kalkanını istemiyoruz, ne kadar zorlarsanız zorlayın biz yukarı çıkacağız, olacaklardan biz değil siz sorumlu olacaksınız” diyoruz, kol kola kenetlenip jandarma barikatına yürü-

40 | TAVIR | MART 2012

meye hazırlanırken. Bizim yüzümüz, onların sırtı dönük emperyalist efendilerine, bu küçük ama tarihsel anda. “Yürütmem!” diye kararlılık gösterisi yapan subay, bizden biraz uzaklaşıp, telefonla görüştüğü diğer büyük komutana yalvarıyor; “Komutanım ne olur barikatın önüne gelin…” Anlaşılan birazdan atacakları geri adımın sorumluluğunu kimse üstlenmek istemiyor. Çaresiz geri adım atmak zorunda kalıyorlar sonuçta da. İstediğimiz yerde açıklamayı yapacağız. Direniş ve zafer bizim geleneğimiz. Bu dağın başında da küçük bir halka daha ekliyoruz bu geleneğe. Mücadelemiz emperyalizmi bu topraklardan atıncaya kadar devam edecek. Bunun kararlılığını vurguladığımız açıklamamızı bitirdikten sonra inişe geçiyoruz bu sefer. Sloganlarla tırmanmıştık bu dağları, yine sloganlarla, bu sefer umudun adını dağ-

lara yankılata yankılata iniyoruz geri. Biliyoruz ki bir gün Kürecik’e bu füze kalkanını paramparça etmek için yeniden geleceğiz. “(…) çok uzaklardan geliyoruz çok uzaklardan.. ve artık saçlarımızı tutuşturarak gecenin evinde yangın çıkaracağız; çocuklarımızın başlarıyla kıracağız karanlık camlarını!.. ve bizden sonra gelenler demir parmaklıklardan değil, asma bahçelerden seyredecek bahar sabahlarını, yaz akşamlarını…(*) o

(*) Yazının içinde bölümler halinde yer alan bu şiir, Nazım Hikmet’in “Kabletta rih” isimli şiiridir.


41-44 hayal_sablon 3/12/12 5:13 AM Page 41

öykü

öykü

hayal çiçek şen

Mahalleye girdiğinden beri yüreği göğsünü dövmekte. Her allahın günü dolu olan köyiçindeki Rüstem abinin kahvesinde in cin top oynuyor. Kapısı da kapalı. Okul çıkışı top koşturan çocuklar, salına salına gezen kızlar yok ortada. Bir iki esnafa selam verdi başıyla. Belli belirsiz aldılar. Çekinir gibi bir halleri vardı. Yok yok boşa değil kaygısı. Kesin bir şey var mahallede. “Yıkıma mı geldiler acaba yine?”Ama öyle olsa sokaklar ana baba günü olurdu. “Bir cenaze falan mı var ki?” Kısmet’in kocasına üç aylık ömür biçmişlerdi. O da olmaz, daha üç ay dolmadı ki. Nefes nefese kaldı. Adımları hızlanmıştı. Yok yok kesinkes bir şey olmalı. “Ramazan amca mı vefat etti acaba...” İyi de öyle olsa. O esnaflar hem ne diye kendisini görünce tedirgin olmuşlardı.

MART 2012 | TAVIR | 41


41-44 hayal_sablon 3/12/12 5:13 AM Page 42

Artık yürümüyor koşuyordu. Yazması omuzlarına düştü. Kara lastikleri çamurlu yolları dövüyordu. Yolu uzatmak istemedi, kestirmeden gitti. Nebahatların evin önünden hızla yukardaki sokağa çıkan merdivenleri bir çırpıda çıkıverdi. Aklına kötü kötü şeyler geldi; “Eyüp, Erdem, Merve, yavrularım...” Kan ter içindeydi. Gözüne iki komşusu ilişti. Evlerinin önünde oturmuş dizlerini dövüyorlardı. Ne dediklerini anlamıyordu çünkü kulaklarında uğultudan başka bir şey yoktu. Ama artık emindi; mutlaka bir şey, kötü bir şey vardı.... Son sokağı da hızla geçtikten sonra kendi evinin de olduğu mahallenin meydanına ulaştı.

- Mervem… Ah kızım, yavrum, anasının kuzusu. Ben seni gördüm ya. İki gözüm seni gördü ya daha da bir şey istemem hayatta. Asıl ben nasıl korktum anacığım, o ambulansı görünce. O niye gelmişti öyle? Bir şey mi oldu yoksa kardeşlerine? - Olur mu anacım, o ambulansı senin için çağırmıştık. - Benim için mi?

*** Gözlerini hafifçe araladı. Sıvası dökülmüş tavan ve açık mavi küflü duvar tanıdıktı. Yatağındaydı, kolunda serum iğnesi takılıydı. Yatağının yanı başında duran iri gözlü kızı ona bakıyordu. - Anne! Yüreği yeniden faaliyete geçmişti. Beynine kan pompalanıyordu. - Merve, sensin de mi yavrum, iyi misin kurban olduğum? - Anacım ben iyiyim, asıl sen nasılsın... - Seni gördüm ya yavrum, of Allahım çok şükür seni gördüm ya! - Çok korktum anne. Seni öyle baygın görünce...

- Ne oldu ana, ne oldu, niye çağırttın beni? - Yavrum, Eyübüm hele bir gel kucaklasın anan seni. Öyle korktum ki oğlum. Allahıma çok şükür, çok şükür yarabbim. - Ana dua okumak için mi çağırdın beni ya. Maçı bıraktım da geldim. Almayacaklar ikinci yarıya beni.

- Sen öyle bayılıp düşünce.... - Ama nasıl olur ben bayılıp düşmeden önce gör... - Yok anacım hayal görmüşsün sen hayal. Karıştırıyorsun olayları bence. - Merve!

Yol boyunca gördüğü o ölü evlerin sahipleri, çocuklar, yaşlılar bütün mahalle meydana toplanmıştı. Evinin önünde bir ambulans gördü. Yüreği bir anda beyninde atmaya başladı. Dizleri boşaldı. Ve olduğu yere yığılıp kaldı.

- Eyübüm, yavrum iyi misin?

- Söyle anacım - Merve… Eyüp... Kardeşin nerde kızım? - Az biraz sakin ol ana. Ne oldu sana böyle? Eyüp dışarıda, bakkalın yanındaki sahada maç oynuyor arkadaşlarıyla. - Git çağır kızım. Git çağır da gelsin ne olursun. - Anne maç bitince gelir zaten. Yüreği küt küt vurmaya başlamıştı birden bire. Şu serumun iğnesini de kim takmıştı böyle. Şunu söküp atsa da kendi gidip görse Eyübünü...

- Gitme oğlum, gitme ne olursun, gel yanımda dur biraz. - Anam söz maç biter bitmez koşa koşa gelirim. Şimdi beni bekliyorlar. Başını doğrulttu göremedi Eyübü. O sırada komşusu girdi içeri. - Ay bırak gitsin çocuk Narin. Çocukların oyunlarını bozma. - Hatice sen misin? - Dur geliyorum, şu çorbayı mutfağa bırakayım da... - Haticem, komşum ne oldu bana böyle? Evimin önündeki o ambulans neydi? - Ne olacak kız, sen öyle yolun ortasına yığılıp kalıncak çağırdık işte. - Ya o kalabalık, bütün mahalle meydandaydı.

- Dur ana! Dur doktor sakın çıkarmasın, dediydi. Tamam dur. Ben gidip çağırırım kardeşimi.

- Sorma Narin cenaze var mahallede.

Alnında biriken terler yastığına yuvarlanıyor. O ıslaklık, ateş gibi yanan yanaklarına iayi geliyordu. Bir süre kendinden geçmişti ki Eyüp’ün paldır küldür içeri girişiyle açtı gözlerini.

- Aman dur deli kadın, hemen heyecanlanma be… Gül’ün kaynanası ölmüş. - O mu? Allah allah ama Gül’ün kaynanası köyde değil miydi Hatce?

- Cenaze mi?

- E öyleydi. Ne bileyim demek ki gelmiş. - Ne oldu ana! - Şimdi onca kalabalık Gül’ün 80 yaşın-

42 | TAVIR | MART 2012


41-44 hayal_sablon 3/12/12 5:13 AM Page 43

daki kaynanası için miydi? - Hee öyle. Gül sabah bir uyanmış ki kaynanası seccadenin üzerinde öylece uzanıp kalakalmış. Allah herkese öyle ölüm nasip etsin Narin. İyi kadınmış…

- Kız dur bi. Allah yarabbim. Serum merum hak getire. Kız onlar çocuk. Okuldakilere takılmıştır. Gelir birazdan. - Hatçe sana zahmet Merve’yi çağır. Erdem’i alıp gelsin okuldan.

O ambulans hayal miydi? Karıştırdığı o an mıydı, yoksa şimdiki zaman mı, meydan belki de o kadar kalabalık da değildi. Bir çocuk sesi işitti. Küçük çocuk sesi.

Derin bir of çekti. İçinde koca bir ateş yakmışlardı sanki.

- Narin aşkolsun. Böyle deli gibi telaşlanıp çocuklarını da korkutuyorsun.

Erdem’den daha küçük. Gözlerini hafif aralayınca yine Merve’yle karşılaştı bakışları. İyi merve yanındaydı. Rahatladı. Öksürdü bir kaç kez. Ciğerinin

- Kız hala alev ateş yanıyorsun. Gül’ün kaynanası öldü de derdi sana mı düştü?

- Merveeee! Merveee kızım nerdesin?

yandığını hissetti. Merve...

- Tamam tamam dur hele ben çağırırım Merve’yi.

Merve burdaysa Erdem niye gelmedi. “Söz dinle kızım, git al kardeşini.” Böyle demek için araladı gözlerini, beyaz başörtülü bir kadını seçti. Annesiydi.

- Hatçe saat kaç? - Beşi geçiyor. - Erdem - Ne olmuş erdeme? - Erdem niye gelmedi hatçe, bu saate kadar çoktan gelirdi.

Gözkapaklarını birisi tutup aşağı doğru çekiştiriyordu sanki. Bulduğu her fırsatta açıyordu gözlerini. Sesler duyuyordu ama tam seçemiyordu. Hıçkırık sesleri ağlama sesleri, Gül’ün evi arka pencerenin önündeydi. Ama sesler öyle yakından gibi...

- Ana... Anacığım... Oy anam, güzel anam... Anam oyy oy... - Söyle benim kuzum.

MART 2012 | TAVIR | 43


41-44 hayal_sablon 3/12/12 5:13 AM Page 44

- Anam kurban senin ne işin var burada? - Gülün kaynanası ölmüş ya cenazesine geldim Narinim. - Ana sen tanır mıydın ki Gülün kaynanasını. - Tanımam mı hiç? Tanımasam onca yoldan kalkıp... - Ana! Ana ne olur doğruyu söyle... Erdem nerde, okulda mı hala? - Anan kurban Narinim. Biraz daha uyu kızım. Vah benim yavrum. - Ana hayal gibi değildi ana. Merve hayal dedi. Karıştırıyorsun dedi. Merve... Merve geldi mi ana? - Biraz su verem mi Narin... Hadi iç kızım. Hadi. - Anaaa!.. yavrularım nerde ana... Ne olursun ana bul onları. Anacım... - Oy yavrum. Komşular... Bu acıya hangi ana dayanır? Hangi yürek kaldırır? oy Narimin - Anacım tövbeler olsun…bir daha çocuklarımı bırakıp da işe gitmeye-

44 | TAVIR | MART 2012

ceğim…işe gitmem… bir daha… Ana ben onları hatçeye emanet ettiydim. Gözün kapıda pencerede olsun dediydim... Merveye sıkı sıkı tembih ettiydim. Kardeşlerine iyi bak dediydim anacım. Ocakları açmayın… Soba yanıyor, daha başka kömür atmayın... Anacım, anam... Bir daha ölsem de acımdan… çoluğumu çocuğumu bırakıp da gitmem işe anam.

Siz kalkın da neneniz ölsüüün!.. Açtı gözlerini Narin. İçi eriyip bitmişti. İçinde koca bir deniz taşmış, boşalmıştı sanki. Doğruldu. Komşusu Hatçe girdi koluna. Oda ağzına kadar dolmuştu. Ağlayanlar, inleyenler, kimdi bunlar, tanıyordu bir yerlerden ama çıkaramıyordu. İnceden, duyulur duyulmaz bir sesle ağıt yakıyordu biri.

Sakinleştiricinin etkisi geçmeye başlamıştı. Komşuları telaş içinde ayaklandı. Ancak Narinin anası da daha fazla dayanamadı.

“Ah Narin vah Narin

- Vah yavrum. Anan demişti sana, demez olaydı, dilleri kopaydı. Gözleri kör olaydı da görmeyeydi bugünleri. Anan kurban olsun sana Narinim… O işten çık demişti anan yavruuum. Çoluğun çocuğun sokaklarda akşama kadar perişan yavrum. Üç kuruş için gece gündüz narinim, elin çocuklarına bakardın yavruuum.

Kocasını aldı ecel

Cam silerdiiiiin, yemek yapardıııın, çocuklarım okusun derdiiin Nariniiim. Çocukların gitti Nariimiiiin. Soba zehirledi Narinim. Merve cahil çocuk ne bilsiiiin… oy mervem, oy nenen kurban güzel gözlüüüm. Sobanın gazından mı öldüüüün? Eyübüm, sarı saçlı erdemim, daha dünyaya doyamadan gitti benim yavrularıııım… Oy neneniz size kurban olsun.

Çilesi büyük gelin

Yavrularını geri verin” Gülün evi değildi burası. Kendi eviydi. Cenaze kendi evindeydi. Kolonya dökülen de anasıydı. Bir hıçkırıp geldi boğazına düğümlendi. Başı yeniden komşusunun göğsüne düştü. Dudakları belli belirsiz kıpırdıyordu. İki gün iki gece, sakinleştiricinin etkisi geçene kadar hep aynı cümleyi sayıkladı - Merve, Eyüp, Erdemim, sizi bırakıp da bir daha işe gider miyim? o


45-47 kim icin sanat_sablon 3/12/12 6:02 AM Page 45

makale

makale

kim için sanat? sezer dönmez

Burjuva, küçük burjuva aydın ve sanatçılarını savunan, onların eksikliklerini haklı gösterenler için ne düşünürsünüz? Muhtemelen, ya onlarda burjuvazi, küçük burjuvazi içinden gelmişlerdir ya da kendileri de birer küçük burjuva aydınıdır diye düşünürsünüz. Öyle ki, bu kimseleri nerede görseniz tanırsınız… Kendilerine sadece burjuva ya da küçük burjuva sanatçılar arasından arkadaş seçerler. Çalışmalarını onlara inceletirler. Zaten çalışmalarında da mensup oldukları sınıfı anlatırlar. Dolayısıyla ortaya burjuvazi veya küçük burjuvazinin kendi kendini ifadesi olan eserler çıkarırlar. Bu kişiler, küçük burjuva kökenli sanatçılara karşı da çoğu zaman bir yakınlık gösterir ve bunu onların kusurlarını hoş görmeye hatta övmeye kadar vardı-

rırlar. Buna karşılık, halkla doğru dürüst bir bağ kurmazlar. Halkı anlamaz ve incelemezler. Halkın içinden yakın arkadaşlar edinmezler. Onları anlatmadıkları gibi, eserleri hakkındaki görüşlerini de sormazlar. Mesela, bir tablo yaparlar. Tablodaki giysiler emekçi halkın giydiği giysilerdir. Ama yüzler küçük burjuva aydınlarının yüzleri olur. Halkın sanatını (Halk türküleri, halk masalları, resimleri, heykelleri…) sevmezler. Zaman zaman bunlardan hoşlanıyor görünseler de altında yatan gerçek başkadır… Çıkar hesapları vardır. Örneğin; kendi eserlerini süsleyecek bir şeyin hatta bazı geri özelliklerin peşindedirler. Çoğu zaman ise halkın sanatını açıkça küçümserler. Küçük burjuva aydınlarına ve burjuvaziye, efendilerine ait olan şeylere ise

hayrandırlar. Varsa yoksa onları işler, süsler püsler, resmederler. Tabii bu kültürle yetişen kuşaklarda halk ve halkın değerleri diye bir şeyi tanıyamaz hale gelir. Kendilerine aydın da deseler, bu kesimlerin ruhunda hala burjuvazini krallığı hüküm sürmektedir. “Sanat kimin için?” sorunu, bunun için temel bir sorundur. Bir ilke sorunudur. Ve bu temel sorun çözülmedikçe, öteki birçok sorunun çözümü de kolay olmayacaktır. Devrimci sanatçılar öncelikle kendi içlerinde de böylesi eğilimlere karşı mücadele vermelidirler. Öyle ki bu mücadeleyi her koşul altında sürdürmek gerekir. Egemen güçlerin baskı ve zoru altında da olunsa ilkelerden taviz verilmemelidir. Hatırlanacaktır, İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin bu anlamda yakın zamanda devrimci sanatçılara açıktan bir gözdağı vermiştir. Devrimci sanatçıla-

MART 2012 | TAVIR | 45


45-47 kim icin sanat_sablon 3/12/12 6:02 AM Page 46

avni memedoğlu rın sanatını ve gerçekleri halka yansıtmasını şöyle hedef göstermiştir: “Neyiyle veriyor, belki resim yaparak tuvale yansıtıyor. Şiir yazarak şiirine yansıtıyor, günlük makale, fıkra yazarak oralarda bir şeyler yazıp çiziyor. Hızını alamıyor terörle mücadelede görev almış askeri, polisi doğrudan çalışmasına, sanatına konu yaparak demoralize etmeye çalışıyor.” Evet, devrimci sanatçılar halka, egemenlerin iki yüzlülüğünü ve zulmünü gösterirler. Ve bunu yapmaya da devam edecekler. Zira sorumlulukları bu gün her zamankinden fazladır. Burjuvazinin parlatılan sanatının ve burjuva hayranlarını yanında devrimci sanatçının “Anadolu Gerçekçiliği”ni gündeme taşıması da bunu için elzemdir. Ve unutulmamalıdır ki; bir zamanlar Nazım’a “vatan haini” dediler… Ne için? Egemen güçleri ve onların zulmünü sanatına konu yaptığı için. Ruhi Su’nun da aynı nedenlerle konserleri engellendi, yurt dışına çıkış yasağı ile adeta ölüme terk edildi. 46 | TAVIR | MART 2012

Yaşar Kemal “İnce Memed”den dolayı yargılandı. Sürgün edildi. Balaban, Abidin Dino, Avni Memedoğlu… soruşturmalara uğradılar. Tabloları yasaklandı. Nazım Hikmet’in şiirde, Yaşar Kemal’in romanda, Balaban, A.Dino, Avni Memedoğlu’ların resimde yaptıkları gibi bugünün sanatçıları da sosyalist gerçekçiliğin Anadolu’daki biçimlenişini tüm baskılara rağmen eserlerinde yansıtmakla sorumludurlar. Çünkü Anadolu gerçekçiliğinin özü devrimcidir. Tarihsel kökleriyle halka dayanmaktadır. Egemenler ne tehditler savururlarsa savursunlar önemli olan halkın ne dediği, ne düşündüğüdür. Çünkü, tarih halkları yazan, halkları çizen, halkları söyleyenlerindir. Devrimci sanatçının önünü kesmek isteyenler ise tarihin her döneminde olduğu gibi, bir kağıt misali eriyip gideceklerdir. Devrimci sanatçılarsa “Halk için Sanat”demeye devam edecekler, halktan yana ve onun mücadelesinden beslenip, halk için en güzel eserlerini yara-

tacaklardır. Hiçbir güç bu akışın önüne geçemez. yönü doğru bir sanat için Halkın kurtuluş mücadelesinde çeşitli cepheler vardır. Örneğin; askeri cephe, kültür cephesi… Evet, devrim mücadelemizde en önemli cephelerin başında silahlı cephe gelir. Fakat silahlı cephe ne kadar önemliyse de tek başına yeterli değildir. Halk saflarını sıkılaştırmak, gücü büyütmek ve düşmanı yenmek için, devrimci düşüncelerimizi doğrudan aktarabileceğimiz bir kültür cephesine de sahip olmak şarttır. İşte bunun için sanat yapmalıyız. Çünkü sanat, kültür cephesinin en önemli kesimini oluşturur. Aynı zamanda, sanat devrimci mücadelenin ayrılmaz bir parçasıdır. Neden? Çünkü, halklarımızı eğitmek, onların düşmana karşı tek bir yürek, tek bir kafa halinde savaşmasına yardımcı olmak için sanat silahını kullanmak gerekir. Sanat halka, düşmanın ikiyüzlülüğünü ve zulmünü gösterir. Ve düşmanın yenilgisinin kaçınılmaz olduğunu vurgular.


45-47 kim icin sanat_sablon 3/12/12 6:02 AM Page 47

Bilineceği gibi halk kitleleri, mücadele içinde kendilerini yeniden kalıba dökerler…Devrimci sanatta bu yeniden kalıba dökülme sürecini dile getirir. Gelişimini yansıttığı o halkla birlikte büyür. Unutmayalım ki, yazılarımız, sanatımız halkımızı örgütlüyorsa, onların ilerlemesine, geri olanı geliştirmesine yardımcı oluyorsa doğrudur. Yani, bizim sanatımızın siyasal bir işlevi vardır. Örneğin; bir müzisyende sadece müzik kulağının olması yeterli değildir. Çünkü asıl mesele o müzisyenin siyasal kulağının da duyarlı olmasındandır. Müziğini sevdirecek olan budur. sanat eserleri kimin için yaratılır? Elbette halk için. Peki, halk dediğimiz bu kesim kimlerden oluşur?İşçi, köylü, öğrenci, memur… ezilen ve her gün biraz daha yoksullaşan tüm kesimler. Daha açık bir ifadeyle; bir avuç sömürücü burjuvalarla, halk düşmanı faşistlerin dışında kalan tüm kesimler halkı oluşturur. Öyleyse sanatımızın izleyicileri, okur ve dinleyicileri işçiler, köylüler, ezilen tüm emekçiler, öğrenciler, devrimcilerdir. Her türden kadro ve savaşçılar fabrikalardaki işçiler, madenlerdeki madenciler, hastanelerdeki sağlık emekçileri, okullardaki öğretmenler, öğrenciler, köylerdeki köylüler… Yani okuma-yazma bilenler ya da bilmeyenlerin tümü izleyicilerimizdir. Okuma-yazma bilenler kitap, gazete, dergi okumaya yönelirken… Okumayazma bilmeyenlerin tercihi oyunlar, konserler seyretmek, resimler ve tablolar görmek, şarkılar söylemek ve müzik dinlemek olur. Bu tablo gösteriyor ki, milyonlarca insanımız bizi bekliyor. O halde sanatçılarımızın halkla olan ilişkisi eskisinden daha fazla olmalıdır.

Sanatımızın okur, dinleyici ve seyircileri emekçi, yoksul halklarımız ve devrimci kadro ve savaşçılarımızdan oluştuğuna göre, onları iyi anlamak ve iyi tanımak için daha çok çalışmak zorundayız. Bunun için, yazarlarımız ve sanatçılarımız sanat çalışmalarını yaparken, asıl görevlerinin halkı iyi anlamak ve iyi tanımak olduğunu bilmelidirler. Halkı iyi tanımak derken; örneğin bir devrimci yazar ya da şair anlattığı kişiler hakkında bilgi edinmiş midir? Onları tanır mı? Dilini, kültürünü bilir mi? Mesele budur. Çünkü burjuva sanatçıların birçoğu, kitlelerden kopuk oldukları ve boş bir hayat sürdükleri için halka yabancıdırlar. Bunun içinde eserlerini yavan bir dille icra ederler. Devrimci sanatçılar ise böyle olmamalıdırlar. Onlar duygu ve düşüncelerini emekçi halklarımızın duygu ve düşünceleriyle kaynaştırmasını bilmelidirler. Bu kaynaşmayı gerçekleştirebilmek için özellikle şair ve yazarlar, kitlelerin dilini ciddiyetle öğrenmek zorundadırlar. Zira, kitlelerin dilini küçümseyenler sanat ve edebiyat alanında yaratıcılık da gösteremezler. Kitlelerin bizi anlamasını istiyorsak, kitlelerle bütünleşmek istiyorsak, kitlelerle bütünleşmek istiyorsak, öncelikle bu anlamdaki engelleri aşmayı bilmeliyiz. Bu çok zor ve meşakkatli bir süreç olacaktır. Okullarda aşılanan burjuva ve küçük burjuva duygularından arınmakla işe başlamak gerekir. En temiz insanların emekçiler olduğunu, hatta elleri kömürlü ya da ayakları tezeğe bulanmış bile olsa onların, aslında burjuva ve küçük burjuva aydınlarından çok daha temiz olduklarını görmek gerekir. Bilinmelidir ki emekçileri tanıdıkça devrimci sanatçının duyguları değişecek, proleter olma yolunda adımları hızlanacaktır.

Aydın çevreden gelen sanatçılarımız ise eserlerinin kitleler tarafından kabul görmesini istiyorlarsa, duygu ve düşüncelerini yeniden şekillendirmek zorunda olduklarını bilmelidirler. Halkla iç içe bir yaşam kurmalıdırlar öyle ki böyle bir yenilenme olmadan ortaya iyi bir ürün koyamadıkları gibi git gide kitlelerce de yadırganacaklardır. Devrimci sanatçılarımızın önemli sorumluluklarından biri de MarksizmLeninizm’i bilmektir. MarksizmLeninizm bize duygu ve düşüncelerimizin sınıf mücadelesinin nesnel gerçekleri tarafından belirlendiğini öğretir. Oysa kendisine devrimci diyen kimileri bu gerçeği tepetaklak ederler. Ve her şeyin “sevgi”den başlaması gerektiğini ileri sürerler. Sevgiye gelince, sınıflı bir toplumda ancak sınıfsal bir sevgi olabilir. Ama bu sözünü ettiğimiz kesimler, sınıflar üstü bir sevginin, soyut sevginin ve hatta soyut özgürlüğün, soyut gerçeğin, soyut insan doğasının vb. peşinde koşarlar. Bu da onların burjuvaziden derin bir şekilde etkilendiklerini gösterir. Sanatçıların sanat ve edebiyat eserlerini incelemeleri doğrudur. Ama Marksizm-Leninizm bilimi, bütün devrimciler tarafından incelenmelidir. Sanatçılar bunun dışında kalamazlar. Sanatçılar, toplumu, yani toplumdaki çeşitli sınıfları, bu sınıfların karşılıklı ilişkilerini ve durumlarını, bu sınıfların maddi manevi yapılarını incelemelidirler. Bir eleştiri kulağına ancak böyle sahip olabilirler. Böyle bunları açıkça kavradıktan sonradır ki, içeriği zengin ve yönü doğru bir sanat yaratılabilir. Devrimci sanatçı bunu başaracaktır. o

MART 2012 | TAVIR | 47


48 ayin fotografi_sablon 3/12/12 5:14 AM Page 48

ayın fotoğrafı ayın fotoğrafı

fosem

ŞUBAT 2012 | TAVIR | 48


49-58 adali_sablon 3/12/12 5:15 AM Page 49

biyografi

biyografi

adalı: hakkı verilerek yaşanmış yirmi altı yıl hüseyin ulaş

"Büyük aşklar yolculuklarla başlar/ve serüvenciler düşer yollara..." diyor şair. Her Adalı'nın ömrü de bir yolculuktur o zaman. Çünkü aşkların en büyüğü, en görkemlisi onların ömründe dile gelmiştir. Ve nice serüvenci, o büyük aşkın ardına takılıp düşmüştür yollara... Bugüne kadar çok şey söylendi Mahir için. Sayısız yerde anıldı adı; mahkeme tutanaklarında, dergi sayfalarında, amfilerde, miting meydanlarında... Ve gölgeli siluetini bin bir özenle, pütürlü duvarlara işledi yoksul gecekondu gençleri... Adını anmak, mezarına gidip sol yumruğunu havaya kaldırmak suçtur hala. Çünkü onun adı geçmişte kalan bulanık bir anı deği, bugüne dair bir savaş çağrısıdır. İyi kulak verin öyleyse; belki kısa ama her günün hakkı verilerek yaşanmış, yirmi altı yıllık bir ömrün hikayesidir şimdi anlatacağımız. O ömrün sahibi olan

MART 2012 | TAVIR | 49


49-58 adali_sablon 3/12/12 5:15 AM Page 50

dan da Üsküdar Paşakapısı Ortaokulu'nu bitirir. Bu yıllar boyunca başarılı ve biraz da hırçın bir öğrencidir. Mahir 1960 yılında Haydarpaşa Lisesi'ne girer. Bu yıllar, okulun yanı sıra bolca gezerek, arkadaşlarıyla eğlenerek, kahvelere gidip oyun oynayarak geçer. Kendi yaşındaki gençler neler yapıyorsa, o da onları yaparak geçirir zamanını. Hepimiz gibidir. Onu "özel" kılan hiçbir şey yoktur. Onu bu destanın kahramanı yapan tecrihleri ve o tercihleri sonuna kadar götürme iradesi olacaktır.

ulaş bardakçı Adalı, 30 Mart 1972'de vurulup düşmüştür Kızıldere'de. Oysa ölüm denmez bunun adına. Çünkü onun hayatı, o gün bugündür aralıksız sürüp gider bu halkın içinde. Ve bu halkın çocukları nice Mahir olup yeniden düşer Kızıldere yoluna. *** O ömrün evveli kadim zamanlara dayanır elbette. Ta Prometheus'a, Spartaküs'e. Mayasını Bedreddin'den, Pir Sultan'dan almıştır. Ve Mahir olup yenden doğmuştur; 15 Mart 1946'da Samsun'da Abdülaziz Bey ve Naciye Hanım’ın ilk çocuğudur. Mahir adını ise genç yaşta ölen amcasından alır. Dede-

50 | TAVIR | MART 2012

ilk eylem Mahir hayatının ilk eylemine de lise yıllarında katılır. Bu olay, onun başkalarının uğradığı haksızlıklar karşısındaki tahammülsüzlüğünü ve daha o zamandan çevresi üzerindeki etki gücünü göstermesi açısından önem taşır. Hürriyet Gazetesi'nde yapılan bir haberle, okulda çok sevdikleri bir öğretmene iftira atılmıştır. Öğrenciler bu olayı protesto ederler. O gün binlerce öğrenci okuldan çıkıp vapurlarla Eminönü'ne geçer ve oradan da pankartlarla Cağaloğlu'na yürür. Burada gazete önünde ve dönüşte okulda protestolar sürdürülür. Mahir'in ilk gözaltına alınışı ve yargılanması da bu olaydan ötürü olmuştur: Birkaç arkadaşıyla beraber olayların elebaşısı olarak gözaltına alınırlar.

si Hacı Mustafa Bey vermiştir bu adı ona. Babası Samsun’da ticaretle uğraşmakta, annesi ise ev kadınıdır. Orta halli sayılabilecek bir ailedir. Mahir doğduktan kısa bir süre sonra önce Ankara'ya, bir yıl kadar sonra da İstanbul'a taşınarak Üsküdar'a yerleşirler. İkinci erkek çocukları, Mahir'in tek kardeşi Hüseyin Ergün de burada dünyaya gelir. Buna karşın Mahir'in ilk çocukluk yılları daha çok Samsun'da dedesinin yanında geçer. Ancak ilkokula başlama çağına geldiğinde o da temelli olarak ailesinin yanına, İstanbul'a döner. Mahir'in Üsküdar Halil Rüştü İlkokulu’na kaydı 1952-53 ders yılında yaptırılır. Ardın-

Bu yıllarda Mahir'in en büyük iki tutkusundan biri futboldur. Haydarpaşa Lisesi okul takımında oynuyordur. Liseyi bitirdiği sene ise Beşiktaş klübünün açtığı genç yetenekler sınavını kazanarak bir süre Beşiktaş genç takımında oynar. Fakat sakatlanıp ameliyat olması nedeniyle futbolu bırakmak zorunda kalır. Diğer bir tutkusu ise kitap okumaktır. Fırsat buldukça Şemsi Paşa Halk Kütüphanesi'ne gider, saatlerce kitap okur. Sakatlanıp ameliyat olmasıyla bu tutkusu daha da pekişir. Özellikle ameliyat nedeniyle yatmak zorunda kaldığı anlar boyunca zamanını bol bol kitap oku-


49-58 adali_sablon 3/12/12 5:15 AM Page 51

mayla değerlendirir. Sonraki dönemde de hayatında futboldan boşalan yeri kitap okuma doldurmuştur. Bu durum onun kişiliğinin gelişiminde ve devrimcileşmesinde büyük katkılar sağlar. üniversiteye giriş... devrimciliğe ilk adım Mahir 1963 yılında üniversite sınavına girerek İstanbul Üniversitesi Hukuk ile Tıp fakültelerini kazanır. Aslında her ikisi de onun okumak istediği bölümler değildir. Fakat ailesinin ısrarı sonucu tercihini Tıp Fakültesinden yana kullanır. Daha sonra buradaki kaydını sildirip Hukuk Fakültesine geçer. 1964 yazında yeniden girdiği sınavda Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni (SBF) kazanması üzerine ise bu kez kaydını bu okula yaptırır. Mahir 'in burayı tercihinde zihninden yeni yeni belirginleşen politik düşünceleri de etkili olmuştur. Ki, bu yıllarda SBF canlı politik tartışmaların yaşandığı, devrimci düşüncelerin filizlendiği bir okuldu. Mahir de kısa süre içinde kendini bu tartışmaların içinde bulur. Ciddi, bilgili ve olgun tavırlarıyla dikkat çeker. SBF Fikir Klübüne yaptığı üyelik başvurusu 8 Kasım 1965'te kabul edilir. Kısa bir süre sonra 23 Aralık 1965'te gerçekleştirilen genel kurul toplantısında ise SBF Fikir Kulübü İkinci Başkanı olarak seçilir. Başkanlığa seçilen Arslan Sanat'ın 21 gün sonra istifa etmesi üzerine ise 13 Ocak 1966'da yapılan toplantıda bu kez Başkanlık görevini üstlenir. Bu dönemde Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF) ve SBF kulübünde TİP eksenli tartışmalar, çekişmeler, gruplaşmalar da yoğun olarak yaşanmaktadır. Bu çekişmelerin bir sonucu olarak 1967 yılının 10 Nisanı’nda yapılan olağanüstü toplantıyla Mahir'in başkanlığındaki yönetim düşürülür. Bu durum aynı zamanda Mahir'in FKF çevresinden uzun bir süreliğine uzaklaşmasına da ne-

den olacaktır. Bu Mahir'in daha çok kendini geliştirmeye, okuyup araştırmaya ve bu şekilde düşüncelerini derinleştirmeye yöneldiği bir dönem olur. Fen Fakültesi Öğrenci Birliği Başkanı olan Gülten Savaşçı ile de bu dönemde tanışırlar; daha sonra eviliğe dönüşecek olan arkadaşlıkları başlar. Mahir okul ve arkadaş çevresinden bir hayli uzaklaşmıştır. Fakat bu onun politik süreçten, devrimci düşüncelerden uzaklaşması demek değildir. Aksine, bu dönem her zamankinden daha fazla siyasetle ilgilidir. Bütün Avrupa'nın "Gençlik Olayları" ile sarsıldığı '68 yılının Kasım ayında, bu olayların merkezi kabul edilen Paris'e gider ve iki ay kadar burada kalır. Bu süre içerisinde Avrupa'daki gençlik hareketini daha yakından gözleme şansı ve okuma faaliyetlerini de yoğunlaştırarak kendini daha da geliştirmiştir. sıcak mücadeleye dönüş Kafasında birçok şey daha nettir artık Mahir'in. Ve kafasındakileri hayata uygulama vaktidir. Bir yıl sonra yeniden okula döner. Fakat okul hiç de "bıraktığı" gibi değildir. Çünkü bu süreçte ülkede ve özellikle de gençlik içerisinde politik süreç çok hızlı gelişmektedir. Mahir kendini biraz yabancı bir ortamda bulur. Daha önce Fikir Klübü Başkanlığı yapmış olmasına rağmen kimsenin kendisini tanımadığı bir ortamdır bu. Böyle olmasına pek aldırış etmeden o da bu hızla gelişen politik ortama dahil eder kendini. ilk işi de eskiden tanıdığı ve halen mücadele içinde yer alan arkadaşlarını bulmak olur. Sonraki dönemde omuz omuza dövüşüp kavganın yükünü birlikte omuzlayacakları Hüseyin Cevahir, Ulaş Bardakçı gibi devrimcilerle de yolu bu yıllarda kesişir. ’60'ların ikinci yarısından itibaren, o güne kadar pek bilinmeyen, yalnızca kısıtlı çevrelerin okuyabildiği M-L klasiklerin birer birer Türkçeye çevrilmesi, bu eserlerin gençlik tarafından da okunup öğrenilmesini, yoğun bir biçimde tartışılmasını sağlamıştı. Bu durum sosyalist saflar-

da farklı fikirlerin savunulmasını da beraberinde getirmişti doğal olarak. Bu dönem sosyalist düşünceyi savunanlar en temelde, TİP yönetiminin temsil ettiği ve özetle parlamenter yoldan iktidara gelinip reformlarla sosyalizme geçilebilineceğini ileri süren sosyalist devrim (SD)’ciler ve Mihri Belli’nin başını çektiği, özetle önümüzdeki aşamanın sosyalist değil, milli demokratik devrim olduğunu, bunun için sosyalistlerin yapması gerekenin diğer millici güçlerle birlikte anti emperyalist, anti feodal mücadeleyi yükseltmek olduğunu ileri süren Milli Demokratik Devrim (MDD)’ciler olarak iki ayrı kampa ayrılmış durumdadır. Mahir bu tartışmalarda, daha militan, ilerici bir nitelik taşıyan MDD cephesinde yer aldı. Aynı zamanda MDD düşüncesinin eksik yanlarını görüyor ve onu derinleştirmek için kafa yoruyordu. Mahir kısa süre içerisinden yeniden öne çıktı, gençlik içerisinde geniş biçimde tanınmaya başlandı. Özellikle teorik konulara hakim oluşuyla dikkat çekiyordu. Fakat devrimciliğini kitaplara, masa başlarına hapsetmiyordu da. Yapılan gençlik eylemlerinin, anti emperyalist gösterilerin, mitinglerin, faşistlerle çatışmaların en önünde de yine o vardı. Yaşanan gelişmeleri değerlendiren ve bu dönem sosyalist saflarda verilen ideolojik mücadelede yer tutan yazılar da kaleme alır. “Son Gençlik Hareketi Üzerine” başlıklı yazısı Mihri Belli yönetimindeki Türk Solu dergisinin 6 Mayıs 1969 tarihli 77. sayısında yayınlanır. Bu yazı büyük ilgi uyandırır ve Mahir’in gençlik içerisinde daha fazla tanınmasını sağlar. “Siyasal bilgilerde sıralara sığmayıp merdivenleri dolduran binlerce gencin soluksuz dinlediği” güçlü bir hatiptir aynı zamanda Mahir. İşte tüm bu özellikleriyle gençlik içinde hızla öne çıkmış, önderleşmiştir. Bu yıllarda Küba Devrimi ve Filistinli dev-

MART 2012 | TAVIR | 51


49-58 adali_sablon 3/12/12 5:15 AM Page 52

rimcilerin mücadelesi gençliği derinden etkilemektedir. Gitgide militanlaşan gençlik, odağında silahlı mücadelenin yer aldığı arayışlara yönelmiştir. Ki, tam da bu noktada Mahir bu arayışları doğru devrimci yöne kanalize etmenin, iktidar hedefli bir silahlı mücadeleyi geliştirmenin çabası içindedir. Bu amaçla pratik adımlar da atılmıştır. 1969 senesi başlarında SBF ve ODTÜ’de THKPC’nin çekirdeği sayılabilecek, kendi iç disiplini olan gizli örgütlenmeler oluşturur. 9-10 Ekim 1969 tarihlerinde yapılan FKF kongresi gençlik ve devrimci hareket açısından bir dönüm noktası kabul edilir. Kongreyle FKF’nin adı Türkiye Devrimci Gençlik Dernekleri Federasyonu (Dev-Genç) olarak değiştirilir. Fakat basit bir isim değişikliğinin ötesinde, gençlik bu kongrede kendi devrimci yolunu çiziyor. Dev-Genç tümüyle devrimci bir rotaya oturmasa da özellikle TİP revizyonizminin etkinliği kırılarak bu yönde önemli bir adım atılıyordu. Ve Mahir o gün kongrede yaptığı uzun konuşmasıyla önderliğini pekiştiriyordu. O gün kongrede olanlardan biri anlatıyor. “İlk başta konuşmalar pek derin değildi… Derken kürsüye Mahir çıkıyor… konuşmaya başlıyor. Salonda çıt yok. Kaç saat sürdü hatırlamıyorum ama herkes pür dikkat dinliyor. Geniş teorik bilgisi ve güncel devrimci pratiklere ilişkin derin kavrayışıyla, Mahir bize o gün engin bir kapı açıyor. Konuştukça zenginleşiyoruz. Dolambaçlı tartışmalara artık yer olduğunun artık farkındayız. Mahir’in açtığı kapıdan giriyoruz ve geleceğimiz belirleniyor.” (1) Gençlik artık MDD-SD tartışmasını büyük ölçüde geride bırakmıştır; MDD düşüncesi etrafında her geçen gün daha fazla kişi bir araya gelmektedir. Fakat MDD’yi savunan kesimler arasında da tam bir fikir birliği yoktur. Nitekim

52 | TAVIR | MART 2012

MDD içinde başını Doğu Perinçek’in çektiği sağ oportünist klikle her alanda boy veren farklılıklar, Aydınlık Dergisi’nde bu kişilerce yazılan “proleter devrimci safları çelikleştirelim” yazısıyla ideolojik plana taşınır. Mahir bu yazıya “Sağ sapma, devrimci pratik ve teori” başlıklı yazısıyla cevap verir. Bu yazı, aynı zamanda bu lafazan tayfayla yolların ayrılmasını getirir. Mahir bu ayrılığın örgütleyicisi olurken MDD’ci çevreler arasında düşünceleriyle büyük bir etki yaratmış, bir teorisyen olarak öne çıkmıştı. O günlerde adı Mihri Belli, Hikmet Kıvılcımlı gibi kıdemli devrimcilerle birlikte anılmaktadır Mahir’in. Ve henüz 24 yaşındadır. Mahir bu dönemde yoğun bir koşuşturmaca içerisindedir. Bir yandan gençlik içinde ve TİP’in devrimci yönde dönüşümünü saplamak için çalışmalar içinde yer alırken, her fırsatta Anadolu illerine gidip burada da kimi örgütsel çalışmalar yapıyordu. O dönem özellikle Karadeniz Bölgesinde Mahir’in yazılarını takip eden ve benimseyen birçok kişi bulunmaktadır. O da bu bölgeye sık sık gider, eylemlere katılır, ilişkiler kurar. Mahir bu ilişkileri bir anlamda kurulacak devrimci partinin alt örgütlülüklerini oluşturmak açısından düşünmektedir. Ordu içindeki kimi ilerici subaylarla ilişkiler de yine aynı dönemde kurulmuştur. Devrimci mücadeleyi yükseltmenin ve zafere taşımanın ancak gücünü halktan alan savaşçı bir parti eliyle mümkün olabileceğini düşünen Mahir artık pratik ve teorik bütün çabalarını bu devrimci partinin yaratılmasına yoğunlaştırmıştır. Aynı devrimci ruh hali, Mahir’in konuşmalarını büyük bir susuzlukla dinleyen yazılarıyla ufkunu genişleten Dev-Gençliler arasında da hakimdir artık. 1970 yılı yazına gelindiğinde Dev-Genç’liler köylere, fabrikalara, üretici mitinglerine, dağlara ve Filistin’e yayılmış durumdadır. Hakkı-

nı arayan işçilerin, köylülerin yanında onlar vardır. Mücadelenin her alanının hızla gelişmesi, işçilerin, köylülerin artık kitlesel biçimde meydanlara çıkması cunta söylentilerini de beraberinden getirmiştir. Ki, 27 Mayıs benzeri “solcu” bir askeri müdahale beklentisi de bir hayli yaygındır bu dönemde. Böylesine bir hazırlığın varlığı da bilinmektedir. Mahir ise bu beklentilerin uzağında, örgütlü halkın gücüyle devrim yapmanın arayışı içindedir. Bu elbette engebeli, dolambaçlı ve sarp yollardan geçilerek başarılacaktır. Başka türlü değil. Mahir aynı dönemde sol görünümlü faşist bir cuntanın gerçekleşebileceğini öngörerek şöyle der; “Karşı devrimin saldırılarına karşı Türkiye’de silahlı direniş hiç olmamıştır; bunu biz başlatmalı, direniş geleneği yaratmalıyız. Bu direnişte çoğumuz, belki de hepimiz ölebiliriz, ama gelecek kuşaklara bir direniş geleneği bırakırız” Bu sıcak mücadele günlerinde Mahir’in yaşamında özel bir olay da yaşanır: 12 Ağustos 1970 tarihinde uzun süredir görüştüğü Gülten Savaşçı ile evlenir. Mahir sevdiği kadından yaşamını, mücadelesini ve “başına gelebilecekleri” hiç gizlememiş, bunları daha baştan açıklıkla konuşmuştur. Eşi de bunu bilerek evlenmiştir zaten onunla. Nitekim yalnızca birkaç günü birlikte geçirebilirler. Sonrasında Gülten Çayan eğitimi için bulunduğu Fransa’ya döner. Mahir ise zaten hiç ara vermediği görevlerinin başına. Bu aynı zamanda son görüşmeleri de olmuştur. Aynı yılın Ekim ayında gerçekleştirilen Dev-Genç kurultayında oportünizm saflarından temizlenerek Dev-Genç’in yönü tamamen devrime döndürülür. Fakat Dev-Genç bir savaş örgütü değil düzen içi bir gençlik örgütüdür nihayetinde. Koşulların o gün dayattığı ihtiyaç ise Dev-Genç’ten daha üstün, M-L bir savaş


49-58 adali_sablon 3/12/12 5:15 AM Page 53

partisidir. Bu tespiti bir kez de kurultay kürsüsünden yaptığı konuşmada ortaya koyan bizzat Mahir olur. Ve Mahir aynı konuşmada adeta kendini dinleyenlere kurulacak devrimci partinin müjdesini vermektedir. THKP-C’nin kuruluşuna giden sürecin son dönemeci Mihri Belli çevresiyle yolların ayrılması gerçekleşir. Tüm çabalara rağmen birlikte yürümek olanaksız hale gelmiştir artık ve Mahir’in önderliğindeki devrimciler daha fazla ayrılıkta tereddüt etmenin devrime zarar vereceğini bilerek, “ayrılık pusulamızdır” der. “ASD’ye Açık mektup”la ayrılık, gerekçeleriyle birlikte kamuoyu ilan edilir. Mahir’in kaleme aldığı bu broşür gücünü ideolojik netliğinden alan devrimci çizginin manifestosudur: “Devrim yolu engebelidir, dolambaçlıdır, sarptır. Bazıları düşerler, gerilerde kalırlar. Daha düne kadar beraber, omuz omuza yürüdüğümüz arkadaşlarla artık beraber değiliz. Onlar için daha fazla duramayız. Çünkü onlar tercihlerini geriye doğru yaptılar. Onlar bataklığı tercih ettiler. Ve maalesef namlularını bize çevirdiler. Bu mücadele sınıflar mücadelesidir. Burada el titremesine, tereddüde ve kararsızlığa yer yoktur. Sınıflar mücadelesinde proletarya yoldaşlığının dışında feodal ve ataerkil ilişkilere yer yoktur.” (2) umut doğuyor İdeolojik netleşme büyük ölçüde sağlanmıştır artık. Aynılar aynı yerde, ayrılar ayrı yerdedir. Uzun süredir devam eden parti çalışmalarına hız verilir. Ve 1970 Aralık’ında Ankara Küçükesat’ta yapılan toplantıyla uzun süredir büyütülen düş; THKP adıyla ete kemiğe büründürülür. Mahir oluşturulan üç kişilik Merkez Komite’de yer almaktadır. Fakat bunun ötesinde, o, en başından beridir bu hareketin tartışılmaz önderidir. Kimse bahşetmemişti bu sıfatı ona, ki önder-

lik bahşedilmez kavga içinde kazanılır. 1971 başlarında yapılan toplantılarda yine Mahir’in önerisiyle Parti’nin önderliğinde savaşı sürdürecek bir Cephe’nin de kurulması kararlaştırılarak, tarihe THKP-C adıyla geçecek olan hareketin örgütsel yapısı şekillendirilir. Mahir, THKP-C’nin ideolojik-politik çizgisini çizerken o çizginin hayata geçirilmesine pratik olarak da önderlik eder. Cephe’nin kuruluşunun ardından Amerikan askeri malzeme deposu TUSLOG şubeleri vb. birçok emperyalist hedefe yönelik eylemler bazı bankalara yönelik kamulaştırma eylemleri gerçekleştirilir. Yapılan yeni bir görev dağılımının ardından Mahir, Hüseyin Cevahir, Ulaş Bardakçı’nın da olduğu bir ekip de şehir gerillasını örgütlemek üzere İstanbul’a geçer. Ve eylemler buraya taşınır. O günlerde sosyete dergilerinde sıkça boy gösteren ve kazandığı paraların havasını atan Kadir Has’a yönelik gerçekleştirilen bir rehin alma eylemiyle “Kadir Has, Mete Has, Adanalı büyük toprak ağası Talip Aksoy’un günlük hasılatları (400.000 lira) halkımızın devrimci kavgasında kullanılmak amacı ile kamulaştırılmıştır.” Mahir bu eylemlerin hemen hepsinin içinde bizzat yer alır. Bu arada teorik çalışmalara da ara vermiyor, bir yandan yazmaya da devam ediyordu. Kesintisiz Devrim başlıklı yazısı büyük ölçüde bu dönemde tamamlanmıştır. Bugünlerde uzun süredir “ayak sesleri duyulan” askeri müdahale de gerçekleşir. Git gide yükselen mücadele karşısında can telaşına düşen oligarşi 12 Mart 1971’de askere muhtıra verdirerek açık faşizme başvurmak zorunda kalmıştır. Başbakan Süleyman Demirel istifa ettirilerek yerine cunta tarafından atanan Nihat Erim getirilir. Cunta başbakanının ilk işi yükselen devrimci mücadeleyi ezmek için ülke genelinde “Balyoz Harekatı” başlatmak olur.

Yaygın gözaltılar, işkenceli sorgular, tutukamalar ardı ardına gelir. Bu dönem cuntaya karşı silahlı direniş cephesinde: THKP-C’nin yanı sıra önderliğini Hüseyin İnan, Deniz Gezmişler’in yaptığı THKO da yer alıyordu. Genç yürekli devrimciler cuntanın karşısında gerilemeden, mücadeleyi daha da yükselttiler. 17 Mayıs 1971 günü İsrail Başkonsolosu Efraim Elrom’un kaçırılmasıyla ise sadece oligarşi değil emperyalizm ve Siyonist İsrail de sarsıldı. Bu eylemi gerçekleştiren Cepheliler, Elrom’un hayatına karşılık tutuklu bulunan bütün devrimcilerin serbest bırakılması ve THKC 1 No’lu bülteninin belirtilen saatlerde TRT haber bültenlerinde üç gün boyunca yayınlanmasını talep ederler. Cunta hükümeti ise talepleri yerine getirmeye yanaşmayıp tehditler savunur. Bununla yetinmez, eylem sonrasında Türkiye’nin dört bir yanında birçok ilerici, devrimci gözaltına alınır. Baskılarını iyice yoğunlaştıran oligarşi 23 Mayıs’ta sokağa çıkma yasağı uygulayarak İstanbul’daki tüm evlerin tek tek aranacağını açıklar. Oligarşinin bu “kararlılık” gösterilerine Cepheliler de aynı şekilde karşılık verirler: 22 Mayıs 1971günü Efraim Elrom cezalandırılır. Bu eylem emperyalizme ve oligarşiye açıktan bir meydan okumadır aynı zamanda; savaşma kararlılığı en gür biçimde haykırılmıştır cuntanın yüzüne. Mahir bu eylemin de her aşamasında bizzat yer almıştır. Elrom eyleminin ardından bütün gözler THKP-C’nin ve Mahir’in üzerine çevrilmiştir. Buna bağlı olarak prestiji iyice sarsılan oligarşi, baskısı ve takiplerini kontrgerillayı da devreye sokarak sıklaştırır. Cepheliler’in kaldıkları, kalabilecekleri yerlere ardı ardına birçok baskınlar yapılır. Bu baskınlarda aralarında Ulaş

MART 2012 | TAVIR | 53


49-58 adali_sablon 3/12/12 5:15 AM Page 54

Bardakçı’nın da olduğu birçok devrimci yakalanır. Oligarşinin öncelikli hedefi ise Mahir’dir. burası istanbul maltepe Her yerde vur emriyle arandığı bugünlerde Mahir, yoldaşı Hüseyin Cevahir ile birlikte bir arkadaşlarının yakınlarına ait Maltepe'deki yazlık evde kalmaya başlamışlardır. Bu evden hiç çıkmamalarına karşın, örgütsel ilişkilerini başkaları üzerinden devam ettirirler. Fakat 30 Mayıs 1972 günü beklenmedik bir durum yaşanır: Boş olması gereken evden

gelen sesler üzerine şüphelenen komşuların polise haber vermesiyle kaldıkları ev açığa çıkar. Polisler gelmiştir. Ama hırsızlık şüphesiyle oluşan boşluktan yararlanarak kapıda destek polis bekleyen mahalle bekçisini yaralayıp oradan kaçarlar. Ancak o sırada başka polislerin de peşlerine takılmasıyla Maltepe sokaklarında uzun süreli bir kovalamaca başlar. Mahir ve Hüseyin en sonunda Küçükbağ sokaktaki bir eve girer. Önce birinci katta bir süre kalan iki Cepheli Adalı, etraflarının sarılması üzerine daha iyi direne-

bilmek için üçüncü kata çıkar. Bu ev bir binbaşıya aittir. Mahir ve Hüseyin, binbaşının karısı ve bir çocuğunun evden çıkmasına izin verirken, binbaşının kızını yanlarında alı koyarlar. Niyetleri bu şekilde baskı yaparak bulundukları durumdan kurtulmaya çalışmaktır. Birkaç saat içinde iki Cephelinin Maltepe'de kuşatıldıkları ev keskin nişancılardan havan toplarına varan bir güçle sarılır. Çünkü oligarşinin evdekilerden korkusu büyüktü. Kuşatma tam 51 saat boyunca devam eder. Dışarıdan içeriye defalarca "Teslim ol!" çağrıları yapılır. Mahir ve Hüseyin, her defasında slogan ve marşlarla karşılık verirler bu çağrılara. "Çocuğa zarar vermeyeceklerini, çocuğun ancak dışarıdan açılan ateşle zarar görebileceğini" de defalarca haykırırlar. Kontrgerillacıların Mahir'in annesini, Hüseyin'in amcasını oraya getirip "teslim ol" çağrıları yaptırmaları da fayda etmez. Direnmekte, gerekirse çatışarak yiğitçe ölmekte kararlıdır iki Cepheli. Mahir ve Hüseyin, 31 Mayıs günü Sinan Cemgiller'in Nurhak'ta katledildiklerini de kuşatıldıkları evde, radyodan öğrenirler. Daha da harlanır yüreklerindeki öfke ateşi. Asla teslim olmayacak, şimdi onlar için de sarılacaktırlar tetiğe. Ellerinde tomsonları, dillerinde marşlarla dimdik durur iki Cepheli, etraflarını saran "karanlığın cüceleri"nin karşısında. Mahir ve Cevahir, dışarıdakilerin kızın hayatını hiç önemsemeden operasyona girişebileceklerini öğrendiklerinden, onun için korunaklı bir yer ayarlayarak can güvenliğini sağlamıştır.

hüseyin cevahir

54 | TAVIR | MART 2012

Nitekim öngördükleri gibi de olur. 1 Haziran saat sabah 10.00 sıralarında keskin nişancının Hüseyin'i vuran ilk kurşunuyla operasyon başlar. Aynı anda ev, dört bir yandan kurşun yağmuruna


49-58 adali_sablon 3/12/12 5:15 AM Page 55

tutulur. Çatışma kısa sürer. Operasyonun ardından eve giren polis ve özel tim, Cevahir'in bedenine tam 25 kurşun sıkmışlardır. Mahir ise, sonuna kadar çatıştıktan sonra silahının namlusunu kendi kalbine dayayarak basmıştır tetiğe. Mahir solaktır ve kurşun hedefini bulmaz. Mahir, Hüseyin Cevahir sanılarak ağır yaralı olarak hastaneye kaldırılır… hücredeki adalı Haydarpaşa Numune Hastanesi'nde ameliyata alınan Mahir'in karnındaki kurşun çıkarılır. İki gün sonra da Haydarpaşa Askeri Hastanesi'ne nakledilir. Burada sıkı güvenlik önlemleri altında elli gün tutulduktan sonra Selimiye Askeri Kışlası'na götürülerek tek kişilik bir hücreye kapatılır. Tutsaklık günleri başlamıştır artık. Bu hücrede yirmi dört saat gözetim altında ve zincire vurulmuş bir şekilde, aylarca tek başına tutulur. Fakat yalnız değildir Mahir; dünyanın dört bir yanında "elde mitralyözüyle zulme, sömürüye, kahpeliğe karşı koyarlar, özgürlüğün türküsünü söyleyenler" orada, o hücrededir. Ve Mahir "cigarasını her çekişte duman olur, ta uzaklara, çoğu kez Ada'sına" gider… Meşhur Adalı şiirini de tek başına tutulduğu bu hücrede yazar Mahir. Ve o gün bu gündür, her Cepheli Adalıdır aynı zamanda… Uzun süren tahkikatların ardından THKP-C davasının açılmasıyla Mahir sekiz ay sonra ilk kez hücresinden çıkarılarak mahkemeye götürülür: "Mahir duruşma salonuna getirildi. Güçlükle yürüyordu, zayıflamış, solmuştu, ayakta zor duruyordu (…) Duruşmanın ilk günü, Mahir'in solgun yüzü bizleri görünce aydınlandı. Hüseyin Cevahir'in öldüğü kendisine söylenmemişti. Ulaş'a sarıldı. Ve Hüseyin'i sordu. Öldürüldüğünü öğrenince bir-

den gözleri doldu, dudaklarını ısırdığını görüyordum, yüzü kıpkırmızı olmuştu. Öfkeliydi. Kısa sürede toparlandı. Ulaş'a elini uzattı, bir süre öylece kaldılar…" (3)

Çayan, Ulaş Bardakçı, Ziya Yılmaz ile THKO'dan Cihan Alptekin ve Ömer Ayna kazılan tünelden özgürlüğe koşarlar…

Mahir'in hücrede geçirdiği günlerde kendisine yaralarından, tutsaklığından ve tecritten daha da ağır gelen Hüseyin ölürken kendisinin sağ kalmış olmasıdır belki de. Onun bu hassaslığını fark eden savcı da bunu Mahir'e karşı sıkça kullanıyor, Mahir'i sık sık ölmemekle suçluyordu. Savcının bu saldırısı diğer tutsakların sahiplenmesiyle püskürtülür.

devrimin prestiji Ertesi gün gazeteler, "Çayan kaçtı" manşetiyle çıkar. Herkes şaşkındır. Ve bütün gözler bir kez daha cuntacıların prestijini yerle bir eden Adalıların, Mahir Çayan'ın üzerine çevirmiştir. O sırada Mahir'in aklındaki tek düşünce ise, cunta mahkemelerinin ölüme mahkum ettiği Deniz, Yusuf ve Hüseyin'in idamlarını durdurmaktır. Çünkü o günün politik ortamında Deniz'ler silahlı devrim cephesinin prestiji durumundadır. Bu noktada örgütsel ayrılıklar da ortadan kalkmıştır.

Mahkemeler devam ederken Maltepe Askeri Hapishanesi'nde kalan diğer tutsaklar ortak savunmalarını hazırlayabilmeleri için Mahir'in de kendi yanlarına getirilmesini talep ederler. Mahkeme önce bu kabul etmez ama tutsakların baskısı sonucu ve göstermelik yargılamayı bir an evvel tamamlayıp aslında çok öncesinden alınan "idam kararlarını" açıklayabilmek için daha sonra talep kabul edilir. 1 Kasım 1971 günü Mahir Maltepe Askeri Hapishanesi'ne nakledilir. Mahir'in gelişiyle hapishanede ve çevresinde olağanüstü güvenlik önlemleri alınmıştır. Fakat tüm bunlar nafiledir. Çünkü Adalıların o dağ yüreğine özgürlük tutkusu düşmüştür çoktan. Ne yapılıp edilip kaçılacaktır. Ki, daha Mahir gelmeden firar hazırlıkları başlatılmış, tünel çalışmasının neredeyse son aşamasına gelinmiştir bile. Mahir'in de gelişiyle bu çalışmalar iyice hızlandırılır. Bu arada Mahir, Maltepe Hapishanesi'nde geçen günlerini daha çok yoldaşlarıyla sohbet ederek, bir anlamda onlarla "vedalaşarak" geçirir. Mahkemelerde Mahir ve yoldaşlarının oligarşiden hesap sorduğu bir karşı yargılamaya dönüşmüştür adeta. Ölüme sayılan günler, özgürlüğe sayılacaktır artık: 29 Kasım 1971 günü Mahir

Firardan sonraki günlerde THKP-C ve THKO'lular birlikte hareket ediyordur. Ancak bu günlerde Mahir'in önünde bir başka öncelikli görev daha durur; o da THKP-C içinde ortaya çıkan ihanetle hesaplaşmaktır. Cevahir'in şehit düşmesi, Mahir ve Ulaş'ın tutsak alınıp idamla yargılanmaları üzerine korku ve yılgınlığa kapılarak canlarını kurtarma telaşına düşen ve partinin o zamana kadar devam ettirdiği devrimci çizgisini “narodnizm” vb. suçlamalarıyla tasfiye etmeye kalkışan Münir Ramazan Aktolga ve Yusuf Küpeli partiden atılırlar. Bu süreçte bazı yoldaşları Mahir'e yurtdışına çıkmasını önerir; “örgütün geleceği” için bunun gerekliliği olduğunu söyleyerek ısrarcı olurlar. Mahir bunu hiç düşünmez bile. Parti içindeki ihanetle hesaplaşmasının ardından Deniz'lerin idamını engelleyecek bir eylem yapma hazırlıklarına girişilir. Çeşitli eylem önerileri gündeme gelir, değerlendirilir. Bu sırada oligarşinin kontrgerilla güçleri ve polisi de seferber olmuş, onları arıyordur. Sık sık yer değiştirirler.

MART 2012 | TAVIR | 55


49-58 adali_sablon 3/12/12 5:15 AM Page 56

31 Ocak günü Mahir bir kapalı kamyon kasasında gizlenerek Ankara'ya geçer. Burada diğer yoldaşlarıyla buluşarak yapılabilecek kimi eylemler için istihbarat çalışmaları yaparlar. AP Genel Başkanı Süleyman Demirel'in ve bazı elçilerin kaçırılmaları tartışılır. Fakat bu eylemler çeşitli nedenlerle yapılamaz. Aynı günlerde polisin İstanbul'da gerçekleştirdiği baskınlardan birinde Ulaş Bardakçı Arnavutköy'de kaldığı evde kontrgerilla güçleri tarafından katledilir. Tarih 19 Şubat 1972'dir. Ziya Yılmaz da yaralı olarak ele geçer. Mahir'in etrafındaki çember gitgide daralmaktadır artık. Ankara'da da ardı ardına baskınlar operasyonlar yapılır. THKP-C'li Koray Doğan, 9 Mart gecesi Ankara'da yapılan bu baskınlardan birinde yaralanır. Birçok kişi

56 | TAVIR | MART 2012

de ele geçer. Mahir her an ölümle burun buruna olduğu bugünlerde bile teorik çalışmalarını sürdürüyordur. Fırsat buldukça yazımına devam ettiği “Kesintisiz Devrim II-III” broşürlerinin yazımını bugünlerde tamamlar. Ki Mahir'in çizdiği devrim yolunun kavganın içinde yaratıldığı mecazi değil hakikattir. Bu kadar net, fütursuz, uzlaşmaz olması da bundandır zaten.

beraber adını devrimci hareketin tarihine kanla yazacakları Tokat-Niksar'a bağlı KIZILDERE köyüne gelerek muhtar Emrullah Aslan'ın evine saklanırlar… ölü mü denir şimdi onlara? Mahir'ler eylemin ardından yayınladıkları bildiriyle taleplerini duyururlar. İngiliz'lerin yaşamlarına karşılık 3 şartları vardır:

Artık Ankara'da kalabilmenin koşulları kalmamıştır. Ve her şeye rağmen Deniz'lerin idamını durdurmakta kararlıdır Mahir. Ertuğrul Kürkçü, Cihan Alptekin ve Ömer Ayna ile birlikte bir makarna kamyonunun kasasında Karadeniz'e geçerler.

''1) İnfazlar derhal durdurulacak. 2) Hiçbir yurtsever ve devrimci asılmayacaktır. 3) En çok 48 (kırk sekiz) saat içerisinde bu konuda Türkiye radyolarından infazların durdurulduğu hakkında yayın yapılması şarttır''

Fatsa'da diğer THKP-C'lilerle birleşmelerinin ardından 26 Mart 1972 günü NATO'ya bağlı Ünye Radar üssü'nde görevli üç İngiliz teknisyeni kaçırırlar. Ve 11 devrimci, yanlarında 3 NATO'cu teknisyenle

Oligarşi bir kez daha talepleri yerine getirmeye yanaşmaz. Kontrgerilla da Karadeniz'e yönlendirilerek bu bölgede baskı ve denetim yoğunlaştırılır. Dağ taş aranır, askerler tek tek bütün köylere gi-


49-58 adali_sablon 3/12/12 5:15 AM Page 57

rip arama yapar. 30 Mart günü, sabaha karşı da Kızıldere'ye gelirler; köye gelir gelmez ilk yönelecekleri ev muhtarın evidir. Çok geçmeden Mahir'lerin burada olduğu açığa çıkar. Ve Kızıldere'de gün kuşatmayla doğar Adalılar'ın üstüne. Hemen takviye kuvvetler getirilerek köyün etrafı binlerce asker ve ağır silahlarla sarılır. İçişleri Bakanı, MİT müsteşarı, Tokat Valisi, Jandarma genel komutan Yardımcısı, MİT Ankara Bölge Daire Başkanı da operasyonu yerinden yönetmek için Kızıldere'ye gelmiştir. Yaşanılacak olanın tarihe işleneceğinin farkındadır herkes. Mahir ve yoldaşları ilk olarak muhtarın

evden ayrılmasından sonra çocukları evden çıkarırlar. Kararlarını çoktan vermişlerdir: sonuna kadar direnecek, çatışarak ölecek ama bir direniş geleneği yaratacaklardır. Söz çıkmıştır ağızlardan bir kere, tarih 1972'nin 30 Mart'ına devrimcilerin teslim olduğu değil, kahramanlık destanını yazacaktır. ''Teslim ol!'' çağrılarına sloganlarla cevap verir Adalılar. ''Biz buraya dönmeye değil ölmeye geldik'' der Mahir. Ve ''Gündoğdu'' marşının ezgisi yükselir Kızıldere'deki kerpiç evden. O anlarda dışarıdakiler bir kez daha şaşkındır Adalılar'ın ölümü teslimiyete yeğleyen iradesi karşısında. Ve çaresizlerdir de...

Bu arada Mahir evin içinde yoldaşlarını bir araya toplayarak bir konuşma yapar. “Son” konuşmalarıdır bu. Ve Mahir, orada yoldaşlarına “teslim olmamanın doğru olduğunu, buna karşılık yine de teslim olmak isteyen varsa teslim olmasını” söyler. Tek tek bakar yoldaşlarının gözlerine. O gözlerde korkunun ve pişmanlığın zerresi yoktur. Biri hariç! Fakat bu kararlılık karşısında yüreğini ölüm korkusunun kemirdiği Ertuğrul Kürkçü bile teslimiyetin adını ağzına alamaz. Sonrasında samanlığa saklanıp canını kurtaracaktır, ama o an susar. Kuşatma süresince evdekilerle askerler arasında uzaktan uzağa birkaç kez konuşma yapılmıştır. Bu konuşmalarda tes-

MART 2012 | TAVIR | 57


49-58 adali_sablon 3/12/12 5:15 AM Page 58

lim olma çağrıları reddedilerek taleplerinin yerine getirilmemesi halinde NATO'cu teknisyenlerin öldürüleceği kararlılığı tekrarlanır. Askerlerin İngilizleri görmesi ve konuşması da sağlanır. Öğleden sonra saat iki sıralarında evdekilere “Biri dışarı çıksın, konuşacağız” diye yeni bir çağrı yapılır. Aynı anda birlikte mevzilere girmiş, parmaklar tetiklere yaslanmıştır. Mahir, Cihan, Saffet yukarı çıkarlar, evin çatısına … Ve dört bir yandan makineli tüfek ateşi açılır üstlerine. Roketatarlar, havan atışları başlar ardından. Çaresizdir, acizdir oligarşi. Ölümün karşısında bile boyun eğdirememiştir Adalı'lara. Bu acizlikle yakıp yıkarlar…

58 | TAVIR | MART 2012

Mahir açılan ilk ateşle vurulmuştur. Evdekiler de NATO'cu teknisyenleri cezalandırır ve sarılırlar silahlarına. Ve ardı ardına vurulup düşer Adalı'lar. Bir destanın adıdır artık Kızıldere. Ölen ama yenilmeyenlerin destanı… Mahir Çayan, Sinan Kazım Özüdoğru, Hüdai Arıkan, Ertan Saruhan, Saffet Alp, Sabahattin Kurt, Nihat Yılmaz, Ahmet Atasoy, Cihan Alptekin, Ömer Ayna… Gözleri sonsuza dek kapanmıştır belki ama ölü denmez adlarına. Çünkü ölüler toprağa karışır. Oysa onlar, yarattıkları destanın görkemiyle hayata ve kavgaya karışırlar; yeni Kızıldere'ler yaratmak için… İşte Mahir'i öldü sananlar, tam da bu yüzden yanılmıştır. Çünkü onun vurulup

düştüğü yerden silahını almak için onlarca yani Mahir'in eli uzanmıştır. Ve bu halk adını destanlar yapıp, ağıt yapıp, yeni doğan çocuklarına koyup binlerce defa çoğaltmıştır Mahir'i. Ölümsüzlüğün sırrı da bu değil midir? Her kim ki size Mahir'in öldüğünü söylerse, elde silah savaşanları, meydanlarda "Kurtuluşa Kadar Savaş" diye haykıranları ve adı "Mahir" olanları gösterin onlara. o Dipnotlar: (1) :“Kızıldere’den Günümüze” Yazı Dizisi / Birgün Gazetesi / 1 Nisan 2008 (2) : “Aydınlık Sosyalist Dergiye Açık Mektup’tan / Mahir Çayan / Ocak 1971 (3) : Ayşe Emel Mesçi’nin anlatımı


59-61 halk oyunlari_sablon 3/12/12 5:16 AM Page 59

makale

makale

halk oyunlarımız fahriye kayacı

Bir kız çocuğu baharı iple çeker tıpkı bayramlarda olduğu gibi. Çünkü sabah en güzel kıyafetlerini giyinip köylerindeki düğüne gidecektir. Çifte sevinç yaşar. Gelin de damat da aynı köydedir. Her iki taraftaki eğlenceye de gidilecektir. Evlilik meselesi onu pek ilgilendirmez. O büyüklerin kurduğu halayların sonuna katılarak bazen ortaya geçerek gün boyu oynayacak, davul zurna çalanlar yorulup da ara verdiğinde veya halayı bölen diğer düğün merasimlerinden hoşnut kalmayacaktı. Bir an önce içini kıpır kıpır eden davul zurnanın çalmasını, oyunların başlamasını bekleyecekti. *** Yaşlı bir adamı akranları oyun alanına gençlerin arasına iterek, tutup çekerek zorla götürdüler ve orada bırakıp

MART 2012 | TAVIR | 59


59-61 halk oyunlari_sablon 3/12/12 5:16 AM Page 60

İbadeti yasaklı olanlar ibadethane yerine mecburen büyükçe bir evin, büyükçe bir salonunda toplandılar. Kadınlı erkekli bir toplantı yaparak, sazlı sözlü bir ayin düzenleyeceklerdi. Vicdan taşıyanlar, pişmanlık duyanlar itiraflarda bulundu. Sonra bağışlamalar ve musahip belirlemesi yapıldı. Kötü durumda olanların durumunun görüşülüp giderilmesi biçimindeki toplumsal sorunlara cemde çözüm arandı. Belli bir deneyime sahip dedenin öğütleri dinlendi. Dayanışma ve güvenlik sağlanmıştı. İnsanlar ferahladı. Problemlerini çözümlemiş topluluk eğlenmeyi hak etmişti. Sazın telleri titreşti, bedenler döndü ha döndü. Sanki kollar, eller dile gelmişti. Yüzlerce yılın yasaklı töreninde ''çalgı şeytanın neticesidir'' diyenlere karşı konuştu, kendi inançlarına bağlılığı ifade etti. *** Kızlar işlemeli kıyafetleriyle parmaklarını şıklatıp parmak uçlarında oynamaya başladı. Sanki toprağı incitmek istemiyorlardı. Kendi etrafında, karşılıklı veya bir çemberin etrafında döne döne, gide gele oynadılar. Başörtüleri dalgalandı. Sonra yerlerini efelere bıraktılar. Zeybek oynanacaktı.

döndüler. Gençlerin bir kısmı herkes onu izleyebilsin diye yerine oturdu, birkaçı oyunda ona eşlik edecekti. Klarnetten kıvrak havaların ağırbaşlısı yükseldi. Yaşlı adam gençlere baktı, oldukça hareketliydiler. Bir elini kulağının arkasına koydu, diğerini yana açtı. Figürleri küçülttü, böylece Roman havasının hiçbir ritmini kaçırmadı. İzleyenler tempo tuttu. Yaşlı adam mutlu oldu, sanki dizlerine kuvvet gelmişti. ''Daha sende çok iş var” dedi kendi kendine...

Memleketin bir başka yerinde bir grup genç halaya durdu. Omuzlarını sallayıp yeri topukladılar, titredi toprak. Damıtılan acılar bakışlarını keskinleştirmişti. Kaşlarını çatıp eğildiler, büyük bir hınçla akrebe, yılana, çıyana yöneldiler. Ayaklarının altında iyice ezip bir kenara fırlattılar. Kadınların zılgıtları yükseldi. ''Devam devam'' diyorlardı adeta, ''vatan toprakları akrepten, yılandan, çıyandan temizlenene kadar devam!'' ***

***

60 | TAVIR | MART 2012

Zeybeklik, zalimler karşısında başına buyruk ve haksızlıklara karşı direnişlerin beslenerek büyüdüğü bir alandı. Bu yüzden efelerin başı dikti. Gözleri dağların doruklarındaydı. Zalime karşı göğüslerini gerip kollarını kartal kanat açtılar, yürüdüler. Ve oyunda sık sık böylesi figürleri tekrarladırlar. Bir tek dostlarının yanında dizlerini kırdılar. Çünkü onlar kendi içinde ve diğer kültürlere karşı hoşgörülüydüler. Bu yüzden düşmana korku salan azametlerine rağmen, çiçek çiçek oyalıydı başlıkları. Ancak yoksulu gözeten adaleti esas alanların sevgisi böyle baş tacı edilebilirdi. Onlar tarihler boyu beylerden alıp yoksula vermiş-


59-61 halk oyunlari_sablon 3/12/12 5:16 AM Page 61

lerdi. Öfkeleri de sevgileri kadar büyüktü. Zeybekler ellerinin birini çıplak dizlerine koyarak oyuna ağırca devam ettiler. Ki dizlerini açıkta bırakan donları için bir vakitler Osmanlı fetva yayınlamıştı.''Ahlaka ve dine mugayır'' kısa don giyenlerin ve ''bu kıyafetle gezenlerin haklarından gelinmesi'' emredilmişti. İslam ülkelerindeki gibi giyinilmeliydi. Zeybeklere yönelik büyük kıyımlara rağmen Osmanlı'ya ''her şeye rağmen zeybeklerin inandı kırılamaz'' dedirtmeyi başarmışlardı. Belki de bu yüzden oynarken bile ciddi ve ağırbaşlıydılar. *** Akordeon eşliğinde bir kız ve bir erkek oyuna başladı. Önce kız oğlana, peşinden oğlan kıza yüzünü dönmedi, küsmüşlerdi. Sonra sevdalılar barıştı, oyun tatlıya bağlandı. Ve beraberce oynamaya devam ettiler. Bir anda ortalık karıştı. İkisi de bir köşeye çekildi. Herkes etrafına bakınıyordu. Bir erkek elini alnına siper edip gruptan ayrıldı. Sağını, solunu, uzakları kontrol ediyordu. Sadece davulcu usul usul davuluna tek vuruşlar atıyordu. Simsiyah kıyafetli, fişeklikli oyuncu kendini yere attı. Toprağı dinledi, bir daha bir daha dinledi. Yaklaşan düşmanın ayak sesleriydi. Bir el hareketiyle arkadaşlarını çağırdı. Sert hareketlerle savaş oyunu oynandı. Kızlar öylece bir köşede beklediler.

Prova yapıyorlardı. Kızlar itiraz etti. ''Böyle olmaz'' dediler, ''Biz neden savaş oyunu oynayamıyoruz?'' Erkekler hemen karşılık verdi: ''Eskiden kadınlar doğrudan savaşa gitmezmiş.'' ''Eskiden savaşa katılanlar bir elin parmakları kadar olabilir ama bugün öyle mi? Onlarca, yüzlerce kadın kahramanı var bu toprakların.'' Kimse cevap veremedi. Genç kızlar bu defa savaş oyunundaki yerini aldılar ve oyunun sonunda içlerinden biri dürülü koca bir kızıl bayrakla ortaya geçti. Hem oynadı, oynarken de dürülü büyükçe kızıl bayrağı yavaş yavaş açtı. O oynadı… Bayrak, dalga dalga oynayan izleyen yürekleri dalgalandırdı. *** Halklarımız bu topraklarda dünden

bugüne kendi oyunlarından hiç vazgeçmedi. Osmanlı'dan bu yana kendi kültürünü değerlerini korumayı başardı. Düğünlerde rengarenk giysileriyle çıktı meydana. Doğumda,bayramlarda, yaylaya çıkış ve inişte, zafer kutlamalarında oynadı en güzel oyunlarını. Çünkü halk oyunlarıyla toplumsal olayları, doğa olaylarını, doğa insan ilişkilerini, aşkı, sevgiyi, günlük yaşamı, trajik olayları, kavgayı ve savaşı... Yani kendini anlattı. Ancak günümüzde emperyalizm bize ait olan tüm değerlerimize saldırıp unutturmaya, içini boşaltıp yozlaştırmaya çalışıyor. Bizlere kendi kültürünü dayatıyor. Kabul etmeyelim. Bu topraklara ait estetik değerleri, emperyalizm karşısında koruyup geliştirmek için tarihten bu yana ortak yaşam kültürüyle yoğrulmuş halk oyunlarımıza sahip çıkalım. o

MART 2012 | TAVIR | 61


62-64 haber_29-30 ellerimi tut 3/12/12 5:17 AM Page 62

haberler

haberler

İdil Tiyatro Atölyesi'nden “Yıkım Var” oyunu...

Şehir Tiyatroları Oyuncuları baskıları protesto etti İstanbul Şehir Tiyatroları Sanatçıları Derneği üyesi bir grup tiyatrocu, tiyatronun baskı altında olduğu gerekçesiyle protesto gösterisi yaptı. Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi önünde toplanan tiyatro oyuncuları ve dernek üyeleri, "Şehir Tiyatroları halkındır, dokunma", “Şehir Tiyatroları'na yapılan saldırıları kınıyoruz” şeklinde yazılı dövizler açtı.

İdil Tiyatro Atölyesi kendilerinin yazıp yönettiği “Yıkım Var” isimli oyunu oynamaya başladı. Yıkımları konu alan ve yıkımlara karşı halkı birlikte mücadele etmeye çağıran oyun, ilk olarak İstanbul Halk Komitelerinin düzenlediği “Yıkım Değil Yerinde Islah İstiyoruz Sempozyumu”nun ikinci günü oynandı. Yıkımları mizahi bir dille ele alan oyunda birleşmenin ve yıkıma engel olmanın çağrısı yapılırken Atölye, oyunlarını gelecek günlerde İstanbul'un çeşitli mahallelerinde oynayacaklarını söyledi. o

Ülkemizde sanat yapmanın terörle eşdeğer ola bileceğine varacak kadar bir iklim yaratıldığını ifade eden oyuncular “biz işçiysek bizim fabrikamız burası” dediler. Sendika olarak, emeğin paylaşıldığı bu yerlerin azalmasına izin vermeyeceklerini ve her türlü oyunu oynayacaklarını belirten oyuncular, protesto gösterisini alkışlarla sona erdirdi. o

Biletix de Grup Yorum’u engellemeye çalıştı Grup Yorum üzerinde on yıllardır süren sansüre ve yasaklamaya bilet satış firması olan Biletix de katıldı. Grup Yorum konser biletlerinin “gelirinin terör örgütüne gittiğini” ifade ederek Grup Yorum biletleri satmayacağını açıklayan Biletix, Yorum'un sahiplenilmesi üzerine geri adım atarak açıklamasını değiştirdi. Grup Yorum'dan özür dilemeyen Biletix'i protesto eden Yorum dinleyicileri, Yorum'un biletlerinin 27 yıldır elden ele, kapı kapı dolaşılarak dağıtıldığını ve Grup Yorum'un bilet satış firmalarına ihtiyacının olmadığını ifade etti. Grup Yorum ise bu tür baskıların ve yasaklamaların 27 yıldır olduğunu, Grup Yorum'u yargılamanın Biletix'e düşmediğini ve halkın kendi türkülerini sahiplendiğini ifade etti. Yorum yaptığı açıklamada şunlara değindi; “Biletix bizim temel gündemimiz değil ve olamaz. Çünkü biz Biletix’le var olmadık ve onlarsız da var olmaya devam edebiliriz. Biliriz ki bir çağrımızla ülkenin dört bir yanında meydanlarda, caddelerde dinleyicilerimiz tarafından satış noktaları oluşturulur. En ücra köşelere kadar ev ev konser tanıtımlarımızı ulaştırırız. Bu güce sahibiz, çünkü biz halkız, halkın çocuklarıyız.” o

62 | TAVIR |MART 2012

“Van’ı Terk Etmiyoruz” konserinin geliriyle Van’a prefabrik ev gönderildi Kardeş Türküler, Grup Yorum ve Gevende’nin 25 Aralık’ta Bostancı Gösteri Merkezi’nde depremzedelere destek amacıyla yaptığı konserin gelirleriyle Van’a prefabrik ev gönderildi. Van’ı Terk Etmiyoruz kampanyası çerçevesinde yapılan konserin gelirleriyle alınan her biri 33 metrekarelik 9 adet prefabrik ev, Van’da Diyarbakır Köyü’ne yerleştirildi. 1600 civarında seyircinin katkısını sağlayan Kardeş Türküler, Grup Yorum ve Gevende, Van’da yakıcı bir şekilde süren barınma sorununa da yeniden dikkat çekiyor, Van’da hayatın normale döndüğü yönündeki beyanlarının gerçeği yansıtmadığını dile getiriyorlar. o


62-64 haber_29-30 ellerimi tut 3/12/12 5:17 AM Page 63

Grup Yorum Halktır, Susturulamaz Grup Yorum’un 24-25-26 Şubat tarihlerinde yaptığı Yalova, Bursa, İzmit turnesi kimi yerde belediye, kimi yerde polis ve valilikler tarafından engellenmeye çalışıldı. Turnenin ilk günü Yalova’da 23 yıl aradan sonra konser veren Yorum üyeleri Bursa’da engellenmeye çalışıldılar. Bursa emniyeti konserden bir gün önce asılsız çeşitli hukuki gerekçeler yaratarak konseri engellemeye çalıştı. Ancak tepkiler üzerine geri adım atmak zorunda kaldı. Yalova’dan sonra Bursa’da da coşkulu geçen konserlerin ardından, turnenin üçüncü konserinin verileceği Kocaeli’ne geçildi. Kocaeli konseri, günler öncesinden Valiliğin engeline takılmıştı. Valiliğe bağlı olan salon, son anda çeşitli bahaneler gösterilerek iptal edilmiş, konser tanıtım afişlerinin asılmasına “görsel kirlilik” yarattığı gerekçesiyle belediye tarafından izin verilmemişti. Tüm bu engellemelere rağmen Grup Yorum İzmit Halk Eğitim Merkezi’nde iki ayrı konser verdi. Bu kez de polis, hukuksuzca konserin ve kitlenin görüntülerini almaya çalıştı. Yapılan uyarılar sonucunda salonu terk etmeyince dinleyiciler tarafından sloganlarla teşhir edildi. Ardından salonu terk etmek zorunda kaldı. Polisin salonu terk etmesinin ardından saat 20.00’da yapılan ikinci konser ile birlikte turne tamamlandı. o

GRUP YORUM g ü n c e 45 Şubat: “Grup Yorum’a Özgürlük” kampanyası çerçevesinde Taksim Galatasaray Lisesi önünde bir saatlik konserli eylemde basın açıklaması yaparak yaklaşık 300 kişiyle birlikte türkülerini söyledi. 410 Şubat: DİSK’in 14. Genel Kurulu’nun açılışına katılarak 1 Mayıs ve Enternasyonal marşlarını söyledi. 412 Şubat: “Grup Yorum’a Özgürlük” eyleminde yine bir saat boyunca türkü söyleyerek 400 kişiye seslendi. 419 Şubat: İstanbul Halk Komiteleri’nin düzenlediği “Yıkım Değil Yerinde Islah İstiyoruz” sempozyumuna katılarak yaklaşık 200 kişiye seslendi. 419 Şubat: “Grup Yorum’a Özgürlük” eyleminde 500 kişiye seslendi. Eyleme şair Ruhan Mavruk

ve İbrahim Karaca şiirleriyle destek verdi. 424 Şubat: Yalova Raif Dinçkök Kültür Merkezi’nde konser verdi. 23 yıl aradan sonra Yalova halkıyla buluşan Yorum 500 kişiye seslendi. 425 Şubat:Yalova-Bursaİzmit turnesi kapsamında Bursa Müjdat Gezen Kültür Merkezi’nde ikinci konserini verdi. Yaklaşık 600 kişiye seslendi. 426 Şubat: İzmit Halk Eğitim Merkezi’nde biri saat 15.00’te, diğeri saat 20.00’de olmak üzere iki konser verdi. İki konserde toplam 500 kişiye seslendi. 426 Şubat: “Grup Yorum’a Özgürlük” eyleminde 500 kişiyle birlikte türkülerini söyledi. Eyleme sanatçı Efkan Şeşen de türküleriyle destek verdi. o

Seçkin Aydoğan'a Özgürlük Eylemleri Sürüyor Grup Yorum, tutuklu bulunan elemanları Seçkin Aydoğan için her pazar 18.00'de Galatasaray Lisesi önünde basın açıklaması yaparak bir saat boyunca sevenleriyle birlikte türkü söyleyip halaya durmayı sürdürüyor. Seçkin Aydoğan'ın 2 Nisan'da görülecek mahkemesine kadar sürecek olan eylemin coşkusu Grup Yorum üzerindeki baskılara ve engellemelere rağmen her hafta daha da artıyor. Ayrıca Yorum açıklamalarında, AKP iktidarının sanata yönelik saldırılarının sadece Grup Yorum’u değil, halktan yana sanat yapan tüm sanatçıları hedef aldığını belirterek sanatçıları örgütlenmeye çağırıyor. o

MART 2012 | TAVIR | 63


62-64 haber_29-30 ellerimi tut 3/12/12 5:17 AM Page 64

haberler haberler kısa... kısa... kısa... kısa.. kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa...kısa... kısa...

484. Oscar Ödül Töreni yapıldı 84. Oscar Ödül Tören'inde, beş dalda ödül alan, siyah beyaz ve sessiz çekilen “The Artist” ön plana çıktı. En İyi Film ödülünü alan The Artist'in yönetmeni Michel Hazanavicius ise En İyi Yönetmen ödülünü aldı. En İyi Erkek Oyuncu ödülünü The Artist'teki rolüyle Jean Dujardin alırken, En İyi Kadın Oyuncu ödülünü ise The Iron Lady filmindeki rolüyle Meryl Streep kazandı. Yabancı Film dalında ise İran yapımı A Separation (Bir Ayrılık) ödül aldı. 4“Yeraltından Notlar” 13 Nisan'da vizyona giriyor Zeki Demirkubuz'un Dostoyevski'nin “Yeraltından Notlar” yapıtından esinlenerek sinemaya uyarladığı Yeraltı 13 Nisan'da vizyona giriyor. Ankara'da yalnız yaşayan memur Muharrem'in iç dünyasını anlatan filmin başrolünde Engin Günaydın oynuyor. 4İzmir Film Festivali 11 yıl aradan sonra yeniden Uluslararası İzmir Film Festivali, 11 yıl aradan sonra yeniden başlıyor. 1989, 2000 yılları arasında düzenlenen festival, bu yıl 21-28 Nisan tarihleri arasında düzenlenecek. Festivalin programında ulusal uzun metraj film yarışması, kısa film ödülleri, dünya sineması örnekleri, yurtdışından üniversitelerle sinema çalışmaları, atölyeler, sergiler ve söyleşiler yer alacak. 4Uludere Katliamı belgesel oldu 28 Aralık 2011 tarihinde Şırnak’ın Uludere ilçesi’nde 34 köylünün bombalanarak öldürüldüğü Uludere Katliamı, belgesel oldu. Belgesel sinemacı Elif Ergezen, katliamda yakınlarını kaybeden ailelerle görüşerek çocuğunun parçalarını toplamak zorunda kalan ve

64 | TAVIR |MART 2012

oğlu Selam'ı ancak ayaklarından tanıyabilen anne Semire Encü'nün hikayesinden yola çıkarak “Selam’ın Annesi” isimli bir belgesel film çekti. Devletin medyayı kontrolü altına aldığını, gerçeğe ulaşmanın gittikçe güçleştiğini vurgulayan Ergezen, böyle bir dönemde belgeselcilere çok büyük sorumluluklar düştüğünü belirtti. 4Yönetmen Yusuf Kurçenli vefat etti Karartma Geceleri, Özgürlüğün Bedeli, Baba Evi gibi dizi ve filmlerin yönetmeni Yusuf Kurçenli yaklaşık 1.5 yıldır kanser tedavisi görüyorken durumunun ağırlaşması üzerine kaldırıldığı hastanede 22 Şubat günü vefat etti. 65 yaşındaki yönetmen, sevenleri tarafından Beyoğlu Atlas Sineması'nda düzenlenen törenin ardından Ulus Mezarlığı'nda toprağa verildi. 4“Rosenbergler Ölmemeli” gösterimden kaldırıldı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda Fransız yazar Alain Decaux'nun eserinden Orhan Alkaya'nın sahneye taşıdığı "Rosenbergler Ölmemeli" adlı oyun kaldırıldı. İBB Şehir Tiyatroları konuyla ilgili olarak, oyunun eser sahibi tarafından hiçbir yerde sahnelenmesine izin verilmediği bilgisinin yer aldığını, yazarın iradesine saygı göstermek adına, oyunu kaldırma kararı aldıklarını söyledi. Alkaya ise; “Oyun önemli ancak şehir tiyatrolarına yönelik devam eden bombardımanı önlemek daha önemli” açıklamasında bulundu. 4Antalya'nın Onur Ödülü Umur Bugay'a En uzun süren komedi dizilerinden “Bizimkiler”in senaristi Umur Bugay'a Antalya Televizyon Ödülleri kapsamında “Onur Ödülü” verilmesi ka-

rarlaştırıldı. 4Baykal Kent hayatını kaybetti İnce İnce Yasemince, Çiçek Taksi gibi dizilerde rol alan tiyatro ve sinema oyuncusu Baykal Kent bir süredir kalp yetmezliği sebebiyle tedavi gördüğü Bursa Devlet Hastanesi’nde 6 Şubat günü yaşamını yitirdi. 4"Sinema Onur Ödülleri" 30 Mart'ta Veriliyor 30 Mart'ta Lütfi Kırdar Sergi ve Kongre Sarayı'nda gerçekleşecek olan 31. İstanbul Film Festivali açılış töreninde "Sinema Onur Ödülleri" yönetmen Ali Özgentürk, oyuncular Ayşen Gruda ve Halit Akçatepe ile Türkiye'nin ilk kadın film eleştirmeni Sevin Okyay'a verilecek. 4Emek Sahnesi 'Öteki' ile açılıyor! Beyoğlu Emek Sineması'nda çocukluğunu geçirmiş olan “Emek Oyuncuları”, Kadıköy Hasanpaşa'da açtıkları yeni sahnelerine “Emek Sahnesi” adını verdiler. Kuruculuğunu Pınar Yıldırım’ın üstlendiği Emek Sahnesi, şubat ayında ilk oyunu “Öteki” ile izleyiciyle buluşmayı bekliyor. 4“Altın Ayı” ödülleri verildi 62. Berlin Film Festivali'nde "Altın Ayı" ödülünü, yönetmenliğini rejisör kardeşler Paolo ve Vittorio Taviani'nin yaptığı "Cesare deve morire" (Sezar Ölmeli) adlı film kazandı. En iyi kadın oyuncu dalında "Gümüş Ayı" ödülü "Rebelle" (Militan) adlı filmindeki rolüyle Kongolu oyuncu Rachel Mwanza'ya verildi. En iyi erkek oyuncu dalında ise "Gümüş Ayı" ödülü, Nikolaj Arcel'in "Kraliçe ve doktoru" adlı filmindeki Danimarka Kralı 7. Christian'ı canlandırdığı rolüyle Danimarkalı oyuncu Boe Folsgaard'a verildi. o


martkapak.indd 3

3/12/12 6:12 AM


martkapak.indd 4

3/12/12 6:12 AM


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.