01 merhaba_sablon 4/11/13 3:55 PM Page 9
Merhaba
Sahibi Tavır Yayınları adına Bahar Kurt Genel Yayın Yönetmeni Gamze Keşkek Sorumlu Yazıişleri Müdürü Yeliz Yılmaz Yayın Danışmanı Veysel Şahin Yazışma Adresi İstanbul Mahmut Şevket Paşa Mah. Mektep Sk. No: 4-B Okmeydanı - Şişli - İstanbul Tel: (212) 238 81 46 Fax:238 82 49 e-posta: tavir2007@gmail.com www.tavirdergisi.org Ankara İdilcan Kültür Merkezi Eski 1. Cadde 636. Sk. No: 207/2 Tel: 0 541 336 65 37 Hesap no (TL) 1042-0596147 Gamze Mimaroğlu İş Bankası Parmakkapı/İST Hesap No (EURO) 1042-0129062 Gamze Mimaroğlu İş Bankası Parmakkapı/İST Fiyatı (DÖVİZ) Almanya: 5 Euro Fransa: 5 Euro Hollanda: 5 Euro Avusturya: 5 Euro İsviçre: 7,5 Frank İngiltere: 4 Sterlin Posta Çeki Hesap No Selma Altın 515 72 82 Baskı Ezgi Matbaa Sanayi C. Altay Sk. No: 10 Çobançeşme/İstanbul Tel: (0 212) 452 23 02 Yayın Türü: Yerel Süreli
Bir yandan baskınlar, tutsaklıklar yaşarken bir yandan üretimlerimiz tüm hızıyla devam ediyor. Grup Yorum yeni albüm çalışmalarında yavaş yavaş sona gelirken, bir yandan da Bağımsız Türkiye konserinin coşkusunu ve heyecanını yaşıyoruz. Bağımsız Türkiye konseriyle birlikte ülkemize birçok ülkeden devrimci örgüt ve kurum temsilcileri konuk olacak ve yaklaşık bir hafta sürecek olan 4. Uluslararası Emperyalizme Karşı Halkların Birliği Sempozyumu’na katılacaklar. Grup Yorum’un bağımsızlık konserleri halkın güç gösterisidir diyoruz bu sayımızda. Hasan Hüseyin dizeleriyle bağımlılığı, işbirlikçiliği teşhir ediyor sayfalarımızdan. Analarımız, bize büyük emek veren ve yarınları şekillendiren emekçi, direngen analarımız... Bu sayımızda analarımızı anlatıyoruz. Sabo’nun annesiyle yaptığımız umut dolu sohbeti aktarıyoruz sizlere. Bizler Sabo’nun annesinin gözlerinin içine baktığımızda devrimcilere olan coşkun sevgiyi ve bağlılığı gördük. “Kırıktır bir kanadımız sen kavgaya girmeyince” diye sesleniyoruz ailelerimize. Düzenin bütün yalan, hilelerine inat.. Bütün aldatmacalarına inat ailelerimizi örgütleyeceğiz. Ve çocuklarımız büyüyor, çocuklarımız hesap sormak için geliyor. Mahirler, Ulaşlar artarak geliyorlar. Onların da diyeceği çok şeyler var. Sayfalarımızda çocuklarımızı anlatıyoruz. Bu ay Chavez’i kaybettik. Tavır Dergisi olarak, Venezuela ve Latin Amerika halklarına, dünya halklarına başsağlığı diliyoruz. Emek Sineması eyleminde sanatçılara, oyunculara pervasızca saldırdı AKP iktidarı. Görün.. Bugün saldırı artık yalnız devrimcilere değildir. Halkın her kesiminedir. Çünkü onlar halka düşman. Tıpkı Nazım’ın şiirinde olduğu gibi... “düşünen insana” düşman. Tavır ailesi yeni yazarlarla çoğalmaya devam ediyor. Bundan sonraki sayılarımızda yeniliklerle gelmeye devam edeceğiz. Dostlukla...
02 icindekiler_29-30 ellerimi tut 4/11/13 5:07 PM Page 30
3
4
6
9
11
13
15
17
18
21
25
28
32
İZLENİM ümit zafer bağımsızlık konserleri halkın güç gösterisidir DENEME selin toprak bir taşın serüveni MAKALE ümit ilter devrimci sanatın gözlerine neden saldırıyorlar? MEKTUP gamze keşkek veysel şahin tavır’ın esas sahibi halktır MAKALE evlat sözü fazıl aktaş GÜNCEL hazal kara kırıktır bir kanadımız sen kavgaya girmeyince DENEME deniz ekin büyüyor mahir ve ulaş ŞİİR uşak hapishanesi çocuklar MAKALE buket tandoğan ne o savcılık damarın mı kabardı yine? RÖPORTAJ tavır sabo’nun ailesiyle bir sohbet DENEME ekrem turgut al yüreğini öfkeni kuşan da gel ÖYKÜ devrim karasoy yaktın bizi 2b DENEME devrim savaş değerlerimize ve ahlakımıza göz dikenler elbet bunun hesabını verecekler
34
35
36
39
42
45 46
48
52
54 55
56
59
62
ŞİİR ali özberk yüreğine al beni ŞİİR ayşe elif çay elçisi zeval olan sam amca’ya MAKALE ezgi soydan şimdi reklamlar BİYOGRAFİ anıl güleryüz aynalı martinli hekimoğlu ARAŞTIRMA zerrin ege halk kültüründe kuşlar AYIN FOTOĞRAFI fosem MAKALE ahmet şen hugo chavez MAKALE buket özden stalin OYUN murat selim karayel recep ve amirinin hikayesi FOTOĞRAF Emek sineması direnişi DEĞERLENDİRME sanat cephesi emek sineması direnmeyi öğretiyor BİLDİRGE serkan fişek “baba” öldü ya “mirası” SİNEMA hasan bakır mephisto’yu öldürmek HABER
03 bagimsizlik konserleri_sablon 4/11/13 6:16 PM Page 3
değerlendirme
değerlendirme
“bağımsızlık konserleri halkın güç gösterisidir...” ümit zafer
“Açlık ordusu yürüyor yürüyor ekmeğe doymak için ete doymak için kitaba doymak için hürriyete doymak için.” *
Grup Yorum’un Bağımsızlık Konserleri, halkın güç gösterisidir. Konser alanına gelenler, bunun bilincindedir. Ki bu bilinçle, ta nerelerden ama nerelerden yola düşüp gelmişlerdir. Kadın, erkek, genç, yaşlı haliyle halk, güç göstermeye gelmiştir alana. Halk düşmanları hayatın içinde türlü biçimlerde halkı aşağılayıp horlar, iter, kakar, yok sayar. Bu düzen, halka ve dolayısıyla insanlık onuruna tek kelimeyle, düşmandır. İşte bu düşmanlığa karşı hep bir ağızdan cevap vermek isteyen halk Grup Yorum’un davetini karşılıksız bırakmaz ve alanları doldurur.
Bağımsızlık Konserleri’nin temel özelliği, emperyalizm ve oligarşinin boyun eğiş dayatmasına karşı halkın baş kaldırış ruhuna tercüman olmasıdır.
Halk düşmanları, o damlayı hayatın içinde kurutmak için elinden geleni yapıyor. Ki kendisine inancını yitirsin ve kuruyup gitsin yalan çölünde.
O meydanda konuşan halktır: “Amerika Defol, Bu vatan Bizim!”
Ama hayır! O meydan, halk deryasının dalga dalga coşmasını ve “ne kadar çokmuşuz” gerçekliğini gösterir damlaya. Böyle olduğu içindir ki, Bağımsızlık Konserleri, güç gösterisidir.
Bu büyük güç gösterisinin içinde yer alanların bu halk deryasını gözleriyle içmek istedikleri malumdur. Ne kadar çok olduklarını görmek isteyenlerin bu yaklaşımı anlaşılır. Evet, o kadar çokturlar işte. Hayatın içinde dağınık olsalar da bir araya gelince o kadar çokturlar.
Bilinir, konser başlayana kadar neredeyse meydan boş gibidir. Evhamlı arkadaşlar, tedirgin olurlar. Acaba dolmayacak mı diye. Hayır, alan dolacaktır.
Ve şimdi, bunu görmek ister. Kimisi alanın çevresinde dolaşır. Dudakları ezgiye, gözleri kitleye eşlik eder. Kimisi çıkacak yüksek bir yer arar. Çıkıp boydan boya görmek ister bu halk deryasını.
Hayatın içinden çıkıp gelen yüz binler, bu güç gösterisini gerçekleştirmeye coşkuyla katılırlar.
Ve çıkıp arkadaşının sırtına alanı tarar gözleriyle. Gördüğü kendisidir. Damlanın deryada kendisini bulmasıdır bu.
Güç, halktır. Ve Bağımsızlık Konserleri, halk düşmanlarının yüzüne indirilmiş güçlü bir tokattır. Emperyalizm ve işbirlikçilerinin kirli suratlarına halk deryasının tokatını bir kez daha ve daha güçlü indirmek için yollara düşmenin vakti gelmiştir. Her şeyin bir özü vardır. Vatanına sahip çıkan halkın özü de, o gün Bağımsızlık alanında açığa çıkan deryadır. Ki emperyalistler ve işbirlikçilerine karşı, baş eğmemenin yüreğidir meydanda çarpan... *Nazım Hikmet NİSAN 2013 | TAVIR | 3
4-5 bir taşın serüveni_29-30 ellerimi tut 4/11/13 6:23 PM Page 4
deneme deneme
bir taşın serüveni selin toprak
Emeğimle kurdum bu dünyayı Ben bir garip işçiyim işine giden... Ben bir garip köylüyüm Toprağı eken-ekini biçen Ben bir garip yolcuyum Dünya denen kervanda Özgürlüğe giden
Ben bir taşım. Evet evet doğru okudun. "Ben bir taşım." Taşlar konuşmaz sandın değil mi? Anlatacak şeyi olan taşlar konuşur. Dinle bak ne anlatacağım sana: Bir gün sokakta diğer taşlarla sohbet ediyoruz. Ortalık kalabalık seslerden anlıyorum. Diyorum "Bugün işimiz var. Haydi hayırlısı" Küçük taşlardan bir tanesi merakla soruyor: -"Taş amca taş amca, burada neler oluyor? Kim bunlar? Neden aynı anda hepsi bağırıyor? İşçi ne demek? Emek ne demek? Özgürlük-adalet ne demek?" -"Hele bir sakin ol delikanlı. Şimdi hepsini anlatacağım sana; Bugün 1 Mayıs! İşçi sınıfının bayramı."
cu olmuştur. Şu insanların ellerine bak, yüzlerine bak. Hepsinde ayrı bir ifade var değil mi? Hepsi daha bir olgun, bak şu ufacık çocuğa nasıl da yorgun bedeni, nasıl da olgun görünüyor. Bak şu gence nasıl öfkelenmiş. Çünkü farkında her şeyin. Emeğinin karşılığını alamamış bu insanlar. O yüzden hep ezilmişler, hor görülmüşler, hayatta yer tanınmamış bu insanlara. "Yoksulluk kaderiniz çekeceksiniz ve sesinizi çıkarmayacaksınız" demişler. Bugün 7'den 70'e herkes burada bak. Hepsi aynı şeyi söylüyor; "yoksulluk kader değil, bu düzen böyle gelmiş böyle gitmeyecek" diyor. Haklılar evlat haklılar, bir avuç sömürücü-asalak yan gelip yatsın diye yüzlerce binlerce insan çalışıyor ama karşılığında aldığı hiçbir ihtiyacını karşılamaya yetmiyor. Ondan dökülüyor sokaklara bu insanlar. "
-"Ama amca sokakta ne olacak ki?" -"Sokağa çıkmak bir olmaktır, birlik ol-"İşçi sınıfı üretendir, yaratandır. Dünya- maktır. Sen eğer tek başınaysan bir daki her şey üretimin ve emeğin sonu- şey yapamazsın. Ama meydanlara çıkar-"İşçi sınıfı da kim ki?"
4 | TAVIR | NİsAN 2013
san, savaşırsan adalet için, eşitlik için, emeğinin hakkı verilsin diye o zaman değişir her şey. Gücünün farkına vardı mı insanoğlu durmaz daha yerinde." -"Peki şu karşıdakiler kim amca? Neden orada durmuşlar? Ellerindeki ne?" -"Onlar emeğin düşmanları. İsterler ki bu düzen böyle gitsin. Zengin daha zengin, fakir daha fakir olsun. Bu insanlar haktan hukuktan anlamazlar, üç kuruşa satarlar kendilerini. Gazlara boğarlar gençleri, döverler küçücük çocukları, yaşlı anaları sürüklerler yerlerde. Aslında yerlere düşürdükleri onurlarıdır bilmezler. Sanırlar ki bu devran hep böyle gidecek. Yok evlat yok, bak şu insanların gözündeki öfkeye, coşkuya… Bu dava kalmaz yarına. Elbette ki haklı olan kazanır" -"Ne olacak peki şimdi?" -"Olacağı şu küçük kardeşim; Sen hazır ol! Bir savaşın içinde saf tutacaksın şimdi. Halkın yanında olacaksın, bu tarih sahnesinde sen de yerini alacak-
4-5 bir taşın serüveni_29-30 ellerimi tut 4/11/13 6:23 PM Page 5
sın emekten, adaletten, özgürlükten yana olan yerini… Bak küçük bir çocuk sana doğru geliyor. Haydi evlat haydi, görev sırası bizde. Patla beyinlerinde zalimlerin." -"Madem böyle bir dünyayı değiştirmeye çıkmış bu insanlar, ben de elimden ne geliyorsa yaparım. Hoşça kal." Ve böyle bitmiş küçük taşın hikayesi. Savaşın içinde görmüş gerçekleri ve yerini almış. Emek demişler adına, dünyayı yaratmış. Ve tüm kavgalar onun uğruna verilmiş. Bir serüvendir bizimkisi hayat denen yolda, hayatta kalma serüveni. Zordur ama. Çünkü ölümün her türlüsü karşısındadır insanın. Bazen "yanlışlıkla" bir asit tankının içine düşersin, bazen kolunu kaptırırsın prese, bazen
umutlarını götürecek bir gemi yaparken inşaattan aşağıya doğru inişe geçer umutların, ölürsün orada ya da sakat kalırsın ki ölümden beterdir. Ama her şeyin suçlusu sensindir. Kolunu sen kaptırdın, sen dikkat etseydin düşmezdin hiçbir yerden. Ama ölürken bile düşünürsün evde senden ekmek bekleyen aç karını ve bir şekere kanan ufacık çocuğunu.Umut bazen ekmek olur, bazen şeker. Ama umutsuzluğun tarifi yoktur. İnanmazsan kurtuluşa hayat eritir seni, eze eze bitirir seni. Kavganı vermezsen ekmek için aç kalırsın ortalarda. Tüm bu duygularla insanlar 1 Mayıs'larda sokaklara dökülür her yıl. Ama sokaklar hemen kendini açmaz, bedel ödetir kendisi için.
Taksim de bizim için öyle bir yer. Bundan 36 yıl önce can bedeli oradaydık. Bizim olanı almak için hiçbir şeyden sakınmadık, canımız da dahildi buna. Ve 37 canı verdik bu uğurda. Yıllar 77'den 89'a aktı gitti. Sıra Mehmet'imize gelmişti. Kavgayı öğreterek Güneş'e yürümek istedi Mehmet. Kucaklarına taşları topladı ve bir yol yaptı kendine Güneş'e giden. O yolda yürüyoruz biz de. Öyle aydınlık öyle güzel. Bu sene de öyle olacak aynı coşkuyla gideceğiz Taksim'e. Devrime olan inancımızla, kızıl bayraklarımızla, şehitlerimize verdiğimiz sözlerle, çocuklarımızla, karımızla-kızımızla, anamızlabacımızla, babamızla-oğlumuzla sokaklarda olacağız. Umudun adını haykıracağız meydanlarda. 1 Mayıs'ta görüşmek üzere…
NİsAN 2013 | TAVIR | 5
06-08 devrimci sanatın gözleri_29-30 ellerimi tut 4/11/13 12:45 PM Page 6
makale makale
devrimci sanatın gözlerine neden saldırıyorlar? ümit ilter
“Yalnızca her gün onu yeniden Fethetmek zorunda olan Kazanır özgürlüğü...” (Goethe)
Mesajı aldık. Yeni olarak söyleyebileceğimiz bir şey yok. Biz yine o “eski” cevabımızı vereceğiz. Hem de İdil’ce..
ları? Aldınız! Aldınız elbette. Sizinle karşılaştığımız her seferinde, her etkinliğimizde, her eylemimizde, her zaman, haykırıyoruz işte İdil’ce...
Bakın ne diyor İdil: “Bize sürekli şu meBu gözler, İdil’imizin gözleridir. Ve cüm- sajı vermeye çalışıyorlar: Sizin beyinlele aleme, Amerikan uşaklarının gerçek- rinizi teslim alacağız. Kişiliklerinizden soliğini göstermektedir. yunduracağız. Düşünmeyen, tepki vermeyen, muhalefet etmeyen kuklalar İdil’in suretinin gözlerini oymak, “kör haline getireceğiz. Buna uymazsanız olun” demektir devrimci sanatçılara. Kör sizi yok edeceğiz. olun gerçeğe, iyiye, güzele. İnsanlığı büyük kılan ne varsa, kör olun hepsine. Biz ise sergilediğimiz direnişlerle halkıGörüp göstermeyin, çalıp söylemeyin. Ti- mızın umudunun, kurtuluşunun vatanın yatronuz, müziğiniz, sinemanız, edebi- bağımsızlığının teslim alınamayacağını yatınız bilcümle sanat kollarınız halka, haykırıyoruz. Bizi asla teslim alamazsınız haklıya kör olsun diyor Amerika’nın diyoruz..” syf: 228 uşakları. Yoksa... Aldınız mı cevabınızı, Amerika’nın uşakYoksa, NE?
Her Güne Bir Adım Daha İlerde Başlamak... Devrimci sanatın gözlerini kör edemezsiniz. Bolu Beyi olsanız bile böyledir bu. Siz ancak Ruşen Ali’nin babasının gözlerine mil çekebilirsiniz. Biz ise ezelden Köroğlu’yuz.
Devrimci sanatın gözleri, geleceği görür ve gerçekleri gösterir. İşte bu yüzden, İdil’in suretindeki gözlerini oymaya kalkmış Amerika’nın uşakları. Çünkü İdil’in gözleri, devrimci sanatın gözleridir.
06 | TAVIR | nIsAn 2013
Köroğlu, halkın gözlerini açmanın Mahir’idir bizcileyin. Narası dudağımızdadır. Ki efendileriniz de aldığınız o Amerikan okulları, Anadolu’ya has sesimizi boğmaya güç yetiremez. Halk düşmanlarının saldırıları devrimci
06-08 devrimci sanatın gözleri_29-30 ellerimi tut 4/11/13 12:45 PM Page 7
sanatı engelleyemez. Devrimci sanat, doğası gereği engellenemezdir. Onun varoluşu, zora, zorbalığa, boyun eğmeyişidir zaten. Böyle olduğu içindir ki, bu ülkenin devrimci sanatçıları her defesında “son sözü faşizme bırakmayız” diyorlar.
Devrimci Sanatın Temeli İdil’in gözleri, halkın umutlu gözleridir. Gözü karadır İdil’in. Geleceği kestirecek ve o geleceğin, devrimin harcına karışacak kadar karadır hem de. İşte bu yüzden, yılgınlık ve karamsarlığın zerresi düşmez bu gözlere..
Ve bakın, İdil ne diyor: “sanatımızı engellemek, halkın sesini susturmak isteseler de bağlamalarımız özgürlük ve kurtuluş türkülerini çalmaya devam edecek... Tiyatromuz misyonunu her koşulda yerine getirecek. Fotoğraf makinalarımız ve kameralarımız tarihe tanıklık edecek. Ve Tavır’ımız emekçi halkımıza elden ele, yürekten yüreğe ulaşmaya devam edecek. Bunu hiçbir güç engelleyemeyecek. Ve devrimci sanatçılar her güne bir adım daha ilerde başlayacak..” syf: 225
Bakın, ne diyor İdil: “... içtenliğimiz, dürüst-
Ellerimiz Kelepçeli Olsa Bile.. Devrimci sanatçılar, İdil Kültür Merkezi’nin basılıp talan edilmesinin ardından gözaltına alındılar. Elleri ters kelepçeliydi, işkence altındaydı her birisi. İşte bu koşullarda, ayaklarıyla ritim tutarak Çav Bella’yı söylemeye başladılar. İşkence altında, eller ters kelepçeli ve kıpırdayabilecek, bir ses çıkarabilecek deyim yerindeyse “sanat” yapabilecek tek yerleri ayaklarıydı. Ve ayaklarıyla tempo tutarak Çav Bella’yı söylemeye başladılar. İşte bu direncin sanatıdır. Ve orada kalmamıştır. Grup Yorum ve sanatçı dostları 24 Şubat günü Bostancı Gösteri Merkezi’nde binlerce kişiyle birlikte “11 Kapılı Kozmik Sahneli Konser”de direnişin ritmini yineledi.
İşte, bütün faşist saldırılar karşısında devrimci sanatçının tavrı budur: Her güne bir adım daha ilerde başlamak...
O ritim sesleri halkın devrimci sanatının geleceğe yürüyüşünün adım sesleridir. Saldırılara rağmen, bir adım daha ilerlemek işte böyledir. Ki devrimci sanat, özü ve biçimi gereği daima taarruz halindedir.
Bunu mümkün kılan, halkla birlikte ve halk için üretip halkla birlikte örgütlemektir sanatı. Böyle olduğu içindir ki, devrimci sanatçılar her yeni güne bir adım önde başlar. Soru şudur: Burjuvazinin yalan ve yaygara kuşatmasına karşı gerçekleri, nasıl daha etkili, yaygın ve estetik bir tarzda halka ulaştırabiliriz? Bu soruya yönelik cevap arayışı, yoğunlaşması, paylaşımı, dayanışmasını içeren üretim ve bu sürece başından sonuna halkın doğrudan katılımı, devrimci sanatçının her güne bir adım daha ilerde başlaması demektir...
çalıyor ama devrimci sanatın ilerleyişini durduramıyor.
lüğümüz, paylaşımcılığımız ve üretken oluşumuz ise inancımızdan en güzel sevgileri içimizde taşıyor olmamızdan ve haklılığımızdan alıyor kaynağını” syf: 218 Faşizmin tahammülsüzlüğü, esas olarak, bu gelişim karşısındaki çaresizliğindendir. Saldırıyor, yakıp yıkıyor, hapsediyor, albüm
Devrimci Sanatın Ödülü Devrimci sanat, kendisini gerçekleştirenin devrimciliğini şart koşar. Devrimcilik ise hayat denilen kavganın örs ve çekici arasında sınanır. Söz konusu olan, bedelleri onur bilmektir. Devrimci sanatın ödülü ödenen bedeller ve halkın sahiplenmesidir.
nIsAn 2013 | TAVIR | 07
06-08 devrimci sanatın gözleri_29-30 ellerimi tut 4/11/13 12:45 PM Page 8
dair volta atıyordur F Tipi’nde.. Ayfer’in elinde bağlama, Victor Jara’nın elinde gitar ve yükselir “Venceremos” ezgisi Bakırköy Hapishanesi’nde.. Ve Gamze, üstadımız Rıfat Ilgaz’a dönüp “Usta” diyordur. “Korkuluk (?) olmadığımız için tutsak olduk, iyi mi?” İyi! Çok iyi hem de.
Ve bakın, İdil ne diyor:” ...ezilen, sömürülen emekçi halklarımızın sesi, soluğu olan müziğimiz, tiyatromuz, dergimiz her fırsatta baskılara maruz kalıyor (...) şu an bu nedenle hapishanedeyiz. Bizleri hapishanelere koymakla sesimizi susturamayacaklar. “Syf: 219 Susturamazlar! Faşizm, devrimci sanatçılara saldırır ama onları susturamaz. Çünkü, onlar “ezilen, sömürülen emekçi halklarımızın sesi, soluğu” olduklarının bilincindedirler. Ve faşizmin bütün saldırılarına bu bilinçle karşılık verirler. Direnirler, boyun eğmezler ve gerçeğin ateşiyle tutuştururlar faşizmin karanlığını.
içerde. Hala! Ruhi Su içerde, Can Yücel içerde. Rıfat Ilgaz içerde. Sabahattin Ali içerde. Sevgi Soysal içerde. Yılmaz Güney içerde. Enver Gökçe içerde. Ahmed Arif içerde. Orhan Kemal içerde. Ape Musa içerde.. Şimdi, Tavır emekçisi Bahar volta atıyordur Yılmaz Güney’le. Dinliyordur Bahar Yılmaz Güney’in dediklerini. Ve bakın ne diyor Yılmaz Güney: “Yasaklar ancak çiğnenerek aşılabilir. Bu güne kadar böyle olmuştur. Devrimci düşüncenin ve sanatın yasak karşısındaki tavrı teslimiyetçi değil, çiğnemek olmalıdır. Akarsu yolunu bulur. Önündeki engelleri aşar, dağları deler, denize ulaşır...”
Yolları içerden de geçer. Geçiyor işte. Seçkin içerde. Bahar içerde. Ayfer içerde. Vey- Tekirdağ F Tipi hapishanesinden ses verir Grup Yorum emekçisi Seçkin, hem sel içerde. Gamze içerde... de Ruhi Su ustamızla birlikte. Volta uzar, uzar ve gidip Sivas’ın Toprakkalesi’nde Ne zamandan beri? Bu sorunun cevabını bırakalım da, şair tutsak Pir Sultan’ın yanına ulaşır. Edip Cansever versin: “Dışarı çıkmadık, çünkü hep dışardaydık/ içeri girmedik, İdil Tiyatro Atölyesi’nin emekçisi Veysel, idam fermanlarına mühür basılan Karaçünkü hep içerdeydik” göz ve Hacivat ile Gölge Oyunu’nu buGörmüyor musunuz? Nazım Hikmet güne taşımanın imkan ve sorunlarına
08 | TAVIR | nIsAn 2013
Ve bakın ne diyor İdil: “Onurunu, siyasi kimliğini, inançlarını koruyabilmenin tek yolu ise direnmek. Bu çerçevede yılların mücadelesiyle elde edilen haklarımızı korumak ve savunmak bizim görevimiz” syf:218 Devrimci sanatçıların faşizmin zoruna, zorbalığına direnmesi demek devrimci sanatın “11 Kapılı Kozmik Sahneli Konser” de Faşizme Karşı Omuz Omuza”lığa bir tuğla daha koyması demektir. Demek İdil’in suretinin gözlerini oymuş Amerikancı serseriler. Mesajı aldık ve cevabımız malum. İdil’in gözüyle bakmaya devam edeceğiz hayata. Ve halkımıza, taşıyacağız İdil’in gözündeki nuru, gönlündeki umudu, alnındaki onuru. Müziğimiz, tiyatromuz, sinemamız, şiirimiz, resimlerimizle... her şeyimizle ve hepimiz bu köhne karanlığa taarruz etmeye devam edeceğiz. Safları sıklaştıracağız. Sanat Cephesi’ni örgütlemeyi sürdüreceğiz. Nazım Hikmet’in dediği gibi “Bu kavga faşizme karşı/Bu kavga hürriyet kavgasıdır..” Alıntılar: İdil-Tavır Yayınları
09-10 hoşgeldin tavır_sablon 4/11/13 12:49 PM Page 9
mektup
mektup
tavır’ın esas sahibi halktır gamze keşkek veysel şahin
Tavır Dergisi çalışanları Veysel ve Gamze’nin tutuklandıktan sonra hapishanede ilk Tavır’la karşılaşmalarını, büyük bir bağlılıkla ve coşkuyla kaleme aldıkları mektuplardır.
vır’cıları... Yok, unutmadım, en sona sakladım Tavır’ın gerçek sahiplerini. Okurlarımız da doluşuverdiler hücremize elbette... Sımsıkı kucaklaşıyorum hepsiyle tek tek, günlerin hasretiyle.
“TAVIR’IN ESAS SAHİBİ HALKTIR”
Ve sanatçı dostlarımız. Sağolsunlar, var olsunlar. Dayanışmayı, kardeşliği ve ille de mücadeleyi vurgulayan sözleriyle onurlandırıyorlar bizi.
Hiç bu kadar heyecanlanacağımı düşünmemiştim... Hücre kapısının mazgalı açılmış ve gazetelerle birlikte Tavır’ı da uzatmıştı görevli infaz koruma memuru. Neredeyse sekiz yıldır birlikteydik Tavır’la ve hiç ayrı kalmamıştık. İlk kez ‘ayrıydım’ ondan ve ölesiye merak içindeydim. Kavuşmuştuk işte. Manevi destekten öte, hiçbir katkımızın olmadığı, olamadığı çok güzel bir Tavır duruyordu ellerimde. Hızla açıp sayfalarını; çok sevdiğim matbaa mürekekbi kokusunu doldurup ciğerlerime daldım gittim. Küçük hücremize Tavır’la birlikte kimler konuk olmadı ki?
Ve Pir Sultan’lar, Dadallar, Karac’oğlanlar, Nazım’lar, Ruhi Su’lar, Sabahattin Ali’ler, Ahmed Arif’ler, Orhan Kemal’ler, Enver Gökçe’ler... Yani halkın onurlu aydınları, sanatçılar... Bizi bir parça hüzün ama çokça da umutla bırakıp öte gecelere göçüp gidenler. Öğrencileri olma onuruna sahip bizleri, hücrelerde de yalnız bırakmıyorlar işte. Saygıyla, vefayla, bağlılıkla öpüyorum ellerinden bir bir öğretmenlerimizin. <Bir gazetenin gerçek sahibi okurlarıdır.> diyordu geçenlerde bir köşe yazarı. Doğru ama eksik!
İdil’imiz girdi kapıdan ilk... İdil baskınında saldırdıkları ama hiçbir zaman içindeki ışığı söndüremeyecekleri güzel gözleriyle.. Sonra İdil Kültür Merkezi’nin emekçileri...
Tavır’ın esas sahibi halktır! Okurları da onun içindedir elbette. İşte onlar da buradalar, hücrede hep birlikteyiz. De ki sanat cephesi kongresi... Aydınıyla, sanatçısıyla, gazetecisiyle, oyuncusuyla, yazarı çizeriyle, okuruyla... bütün bir halk, küçücük hücremizde kavgayı ve umudu konuşuyor.
Yorumcular, FOSEM’ciler, İdil Tiyatro Atölyesi oyuncuları, Yorum Korosu’nun genç ve yetenekli elemanları, İdil Kültür Merkezi’nin kursiyerleri ve tabi Ta-
Tavır elimde öylece kalakalmış, ben bunları düşlerimde yaşarken... Yok öyle mahzun falan değil tabi. Her daim genç, her daim kıpır kıpır o! Hiç boyun eğmeyen!
Hiç susmayan... Her yıl ‘yaş’lanan ama hiç yaşlanmayan... hep öyle de kalacak! Devrimci sanatı, halk için sanatı anlatacak Tavır. Faşizme karşı, halk sanatının gücüyle savaşacak. Tevazuya gerek yok; <sanat dergisi> adı altında yayınlanan ve elit bir kesime hitap eden halktan kopuk dergilerin ortalığı kapladığı; yine, magazinin ve kadın bedeninin/ yoz cinselliğin pazarlandığı bir takım pespayeliklerin <kültür-sanat dergisi> olarak kabul gördüğü bir dünyada militan bir haykırıştır Tavır. Tek’tir, alternatifsizdir. Devrimci kültürü, yeni insanın bugünden yaratılması amacıyla, vermeye çalışan; devrimci sanatın sözcülüğünü yapan Tavır’ın, zulmün sahiplerini bunca korkutmasının nedeni bu değil midir zaten? İdil Kültür Merkezi bir üniversite ise ki öyledir, burjuvazinin üniversitesiyle kıyaslanamayacak bir halk üniversitesidir. Tavır da onun bir fakültesi olarak eğitime devam diyor 33 yıldır. Kimler mezun olmadı ki bu fakülteden? İdil, Ayşe Gülen, Ayşe Nil var en başta... Hem eğitmeni, hem öğrencisi olarak ilk anda sayacağımız daha onlarcası var mezunlarından... bu fakültenin yaşaması için didinen, gerektiğinde bedel ödemekten kaçmayan, tutsak düşen, canını veren o kadar çok mezun var ki! İşte bu yüzden korkuyor zalimler Tavır’dan. Konuklarımı yolcu ediyorum hücremizden, Tavır’ın son sayfasını kapatırken.
nisan 2013 | TaViR | 09
09-10 hoşgeldin tavır_sablon 4/11/13 12:49 PM Page 10
Burada bir dakika bile kalmalarına gönlüm razı değil, fazladan... Gelecek ay yine burada olacak hepsi, biliyoruz. Hiçbir güç bunu engelleyemeyecek, biliyoruz. Çünkü Tavır, yeni insanın yaratılması kavgasında, sanat cephesinin yaratılması mücadelesinde ve burjuvazinin bireyci kültürüne devrimci kültürü yaygınlaştırma savaşında üzerine düşeni yapmaya devam edecek, biliyoruz. Yani Tavır, her şeye rağmen çıkacak, biliyoruz. Ölü yıldızlara götürmeye gerek yok hayatı. Dünyayı cennet kılmak için, hayatı yorumlama ve değiştirme mücadelesini her daim sürdürecek Tavır, bunu da biliyoruz. Veysel Şahin Tekirdağ 1 No’lu F Tipi Hapishane ISLAH OLMAYAN TAVIR, HOŞGELDİN HÜCREMİZE!.. Tavır Dergisi’yle karşılaşma anı... Kapının mazgalı açıldığında girdin içeri üstünü başını silkeledin sanki!.. Yorgun muydun biraz ne? Birilerinin yüzündeki maskeyi düşürüp yalanları ortaya döküp gelmişsin. Yine dik başın. Yine gururlu. Yine mağrur ve muzaffersin. Öyle ya sen cuntalar bile görmüştün, 12 Eylül’de. Tam 10 yıl ayrı kaldık. 10 yıl sonra çıkıp gelmiştin o yangın yerinden, ellerimize. Yürümeyi yeni öğreniyordun sanki. Dokunmak istedim şimdi yine sana, dokunamadım ilkin. Aklıma o günler geldi, o heyecan. Dedim ya ellerim titredi yalanı yok. Ne baskınlar, ne cuntalar gördün sen,
10 | TaViR | nisan 2013
yenilmedin. Bu çarpışmadan da onurunla çıkmıştın işte. Hemen bir köşeye çekilip, bir solukta anlattın... Yine paramparça ettin yalanları... Yine yüreğimize işledi sözlerin... Yine umut akıyordu gözlerinden. Yine... Yine sen. Sen bize İdil’in emanetiydin. Seni onlara bırakmadık ki hiç: Bu yüzden parmaklarımızı kanırta kanırta kopardılar senden bizi. Seni yalnız... Seni bir başına bırakır mıyız hiç?
betimiz, hiç bir zaman. Oturup sabahlara kadar az mı söyleştik seninle. Ama burası hapishane! Her şeyin bir sınırı var. Düşlerimiz hariç! Bir tek düşlerimizin sınırı yok burada. Onlara asla sınır koyamazlar. Bir de seni.. Seni bizden asla ayıramazlar. Etle tırnak gibiyiz, koparamazlar. Sevgili Tavır Şairin dediği gibi; ‘Seni bir kere öpsek ikinin hatırı kalır İki kere öpsek, üçün boynu bükük...’
Gördük işte, bütün yaralarını sarmışlar bizimkiler. Yine temizleyip, paklayıp, yanına azığını verip yollamışlar seni. Yine düşmüşsün yollara...
Yolun açık olsun! Ayrılığımız geçici, sevdamız bakidir!
Yoksul evlerin kapısını çaldın, anlattın bir bir gerçekleri. Meydanları, caddeleri dolaştın. Yoldan geçenleri çevirip anlattın. Tiyatro önlerine de gideceksin yine. Halk neredeyse orada olacaksın. Çok uzaklara bile gideceksin kıtaları aşıp. Herkese anlatacaksın olanı biteni. Kavga türkülerini söyleyeceksin kulaklara.Yüreklere işleyen şiirler okuyacaksın.
Gamze Keşkek Bakırköy Kadın Hapishanesi C-9
Sesini duyar gibiyiz: ‘Yazıyooor, yazıyooor... tavır gerçekleri yazıyor 11 kapılı kozmik oda yalanının iç yüzünü yazıyooor.’ Biliyor musun bu ses dünyanın en güzel sesi. Bu ses sanat alanının susmayan, susturulamayan sesi. Bu ses bizim sesimizdir. Bir solukta bitti sanki söyleşimiz. Sığmadı zaten dar zamanlara soh-
Hasretle...
11-12 evlat sözü_sablon 4/11/13 12:51 PM Page 11
makale
makale
evlat sözü fazıl aktaş
Nasıl bir duygudur 33 yıllık oğul hasreti? Bunu bir tek o biliyordur. 33 yıldır evinin kapısını açık tutmak, her an gelebilir diye... Bunu da bir tek o yapıyordur. Yüreğe atılan jilet kesiği midir evlat acısı? Nasıl bir sancıdır? Tarifi imkansız, benzeri olmayandır... Beteri de yoktur, muadili de. Hele bir de, gidip toprağını havalandıracağın, belki bir çiçek ekeceğin, küçük bir çam fidanı, belki; mermerine, üzerine adının kazılı olduğunu taşa sarılıp da, usul usul yanağından aşağı akan gözyaşlarında bir parça teselli bulabileceğin bir mezarı yoksa... Mezarsız ölülerdir onlar. Bir gün sevdiklerinin kollarından koparılıp, kör karanlık kuyularda yok edilirler. Arjantin’de mesela, doldurulup da askeri uçaklara-paraşütle indirme uçaklarıdır bunlar- okyanusun ortasına, elleri-gözleri bağlıyken atılarak kaybedilenler gibi... “Kayıp”tır adları dünyanın tüm dillerinde. Diğerlerinden ayırmak için “politik” kelimesi eklenir ama önüne onların adının faşizmin dünya dillerine “armağanıdır” politik kayıplar. Cemil’ini bir gün kollarından koparıp aldılar. O günden beri görmedi onu. Bir daha kucaklayamadan, belki kemiklerini bulurum diye 33 sene koştu da ardından, gözlerini bir daha açmamak üzere yumdu işte Berfo ana...
Göz göre göre kaybettiler Cemil’ini “Göz göre göre”.. Göre göre nasıl kaybedilir ki insan? Çelişki mi bu şimdi, yoksa acımasız bir ironi mi? 12 Eylül’ün omuzları kalabalık beş haki üniformalının faşizmidir Cemil’i “göz göre göre” kaybeden. Öylesine pervasız, öylesine acımasız, öylesine alçaktılar işte. Astığı astık, kestiği kestik, ağızlarından çıkan her sözün kanun olup, temyizsiz kararlarla insanları darağacına yollayan bu beş cuntacının, Berfo Ananın deyimiyle “Yatacak yerleri yoktur” işte bundan dolayı. Toprak kabul etmez böylelerini. Zulmü meslek eyleyenleri; işkenceyi, katliamları amentü belleyenleri; dünya halklarının baş düşmanı ABD’yi kendilerine rehber eden uşakları, bu halk düşmanlarını kara toprak fırlatır atar. Zalimler için böyle söyler halkımız. Mecazdır belki ama cuntacılara nasıl da yakışıyor! Toprak toprakken istemez böylelerinin ölüsünü koynunda... Kayıp! Buz gibi, kutuplar gibi soğuk bir kelime. Ürpertir insanı. Egemen, bunun için üretmiştir zaten bu politikayı. Kaybetme; ölümden de öte bir korku yaymak için üretilmiş bir politikadır. Bilinmezin içinde yitip gitmek... Hiç kimsenin seni duyamayacağı, bulamayacağı, seni bir daha göremeyeceği bir karanlıkta yitip gitmek... Bir cenaze töreninin bile çok görülmesi... bir mezar taşının bile... Yok olmak! Sır olmak! İmi timi belirsiz olmak.. korkutur insanı.
Amaç da budur: Korkutmak! Bir korku imparatorluğu kurmak ve tüm halkı korkutmak! Cuntacılar dünyanın dört bir yanında bu politikayı uygulamış ve uzun yıllar bunun meyvelerini yemişlerdir. Devrimciler üzerinde bir korku iktidarı kuramasalar da, halk üzerinde pek başarısız oldukları söylenemez. “Seni aldığımızı kimse görmedi. Elimizde olduğunu senden başka kimse bilmiyor! Seni de diğerlerinin yanına göndeririz, diğerleri gibi kaybederiz konuşmazsan!” denir gözaltına alınan bir devrimcinin başına silah dayanarak... Bilinmezliğe, kör karanlıklara göndermeyle korkutulan devrimci, bu yolla teslim alınmak istenir. Cemil, yenmiştir bu “korku”yu çoktan. Berfo ananın yiğit evladı bu korkuya yenilmemiş, kaybedenler kaybetmiş, onlar yenilmiştir... Daha kemiklerine ulaşamadığımız Hayrettinler, Aliler, Ayhanlar, İsmailler, Hüsamettinler, Sonerler, Düzgünler, Hayatlar da ölüm korkusunu yenmiş, kaybedenlerin suratlarına bir tokat gibi çarpmışlardır...Zaten boran olanlara yel neyler ki? Hayatı yeniden yaratanlara ölüm neyler ki? 33 sene önce yüreğine düşen, düşürülen bir kor damlası, gözlerini sonsuza dek yumuncaya kadar, günden güne büyüyerek yaktı kavurdu içini.
nisan 2013 | TaViR | 11
11-12 evlat sözü_sablon 4/11/13 12:51 PM Page 12
dedi zalimler. Cumhurbaşkanıydılar. Yani korkutmaya, vazgeçirmeye çalıştılar hep! Ve bugün, “Evladını bulacağım sana söz veriyorum” dedi bugünün zebanisi. Bu da yalandı, o da yalan söylüyordu sana...
Volkanlar patladı göğüs kafesinde... Ölüsü olan bir gün, kaybı olan her gün ölürmüş; her gün öldü Berfo ana Cemil’iyle, her sabah yeniden dirildi. Sokakta Cemil’ine benzeyen birini gördüğünde yüreği pırpır etti. Gelir de kapalı bulursa göremez diye hep açık tuttu evinin kapısını, hırlıdan hırsızdan ürkmeden. ”Kırk harami birleşmiş, bir çıplağı soyamamış” diyerek. Neyi vardı ki çalınacak!... Ve her gün ölüyordu zaten oğul hasretiyle; ölüm korkusunu 33 sene önce unutmuştur. Aldı kucağına evladını, kendi gibi kaybedilen yavrularını arayanların arasına katıldı. Onlarla birlikte oturdu karkış demeden betonların üzerine. Her Cumartesi evladının akıbetini sordu. Vazgeçmedi evladından. Saatlerce beklediler, bir ses gelir diye evlatlarından. Onları ellerinden alanlara lanetler okudular, beddualar ettiler. Coplandılar, yerlerde sürüklendiler, dövüldüler, sövüldüler. Kavgayı, ömürlerinin son demlerinde tanıdılar. Düşmanı, zalimi, katili, namussuzu, alçağı... Yaşlı bedenlerine yaralar açanların gözlerinde gördüler halka düşmanlığı. Aman dilemediler; biliyor-
12 | TaViR | nisan 2013
lardı ki evlatları da dilememiş, diz çökmemiştir zalimin önünde. Onlar da dilemediler, onlar da çökmediler. Yine biliyorlardı ki gözyaşı zayıflıktır, zalimin karşısında. Ve üzülür evlatları; zalimin karşısında gözyaşı dökerken eğer. Gözyaşlarını içlerine akıttılar o yüzden. Hiç kimsenin görmediği yerlerde izin verdiler ama beyaz tülbentlerinin içmesine gözyaşlarını... Kaç kez yırttı attı zalimler, ellerinde taşıdıkları evlatlarının son halini gösteren resimleri. Bir kez daha öldürmüşler gibi hissettiler evlatlarını. Bir hafta sonra yine oradaydılar ama, yine ellerinde evlatlarıyla... Acılıydılar, evlatları kaydebilmişti. Öfkeliydiler, evlatları kaybedilmişti. Kinliydiler, evlatları kaybedilmişti. Adalet istiyorlardı, evlatları kaybedilmişti... Bir kez bile bırakmadılar yakalarını katillerin. Anaydılar canlarından bir parça koparanlardan hesap soracaklardı elbet. Her hafta bu yüzden kabus oldular katillere. “Çocuğun suç işlerken bana mı sordu?” dedi katiller. Başbakandılar. “Evladın cebimde mi ki, çıkarıp vereyim?”
Katiller, dünyanın her tarafında aynı dilden konuşurlar. Ana dilleri farklı olsa da, faşizmin dili her yerde aynıdır. Ama anaların da evlat sevgisi her yerde aynıdır. Aynı dilde ağlarlar. Aynı dilde öfkelenir, aynı dilde lanet okurlar katillere. Aynı dilde acır yürekleri. Ve aynı dilde adalet arar, aynı dilde hesap sorarlar dünyanın tüm kayıp anneleri. Buldun mu Cemil’ini oralarda Berfo Ana? Gördün mü 33 yıl sonra? Sarıldın mı kemiklerine; belki bir tutam kalmıştır, okşadın mı saçlarını? Gözleri yoktur ki, öpesin... Dünya gözüyle göremedin, öte geçelerde görebildin mi zalimlerin kırdığı kemiklerini? Dağılmış, un ufak olmuş kemiklerini oğlunun... “Halkın ekmeğidir adalet” bilirsin. O ekmeğe doymadan yüreğin soğumayacak, evladını kucaklamış olmayacaksın, onu da biz biliyoruz. Gözü geride kalanlar da. Bizler de! O ah ettiğin, lanet okudukların var ya; işte onlar tek gözleri açık uyuyacak hep... Söz! Hala kulaklarımızda çınlayan sözlerinin her biri kurşun olup saplanacak katillerin yüreklerine, beyinlerine... Söz! Kör karanlıklara gömülenlerin davası mahşere kalmayacak. Bir tek kemiğin bile hesabı sorulacak. Mezara da girse katiller, hesapsız bırakılmayacak... Söz! Evlat Sözü!
13-14 kırıktır_sablon 4/12/13 2:39 PM Page 13
güncel
güncel
kırıktır bir kanadımız sen kavgaya girmeyince hazal kara
Ne sancılar çektin kim bilir? Aylarca bir lokma da onun için yedin. Bekledin, bekledin nice acılardan sonra kucakladın kızını. İlk bebeğindi elindeki minik. Ne çirkin görünüyor ve durmadan ağlıyordu. El bebek gül bebek büyüttün. Geceleri uyumazdın sen de diğer analar gibi… Anne olmadan bilemezsin derler ya, gözün gibi bakardın yavruna... Derken emekledi. Önce anne sonra baba demeyi öğrendi. Mikrop kapmasın diye kimseye öptürmezdin. Büyüyüp gidiyordu bebeğin. Yıllar geçiyordu, bebeğin büyüyüp gidiyordu… Bir de baktın ki okul önlüğü almaya gidiyorsunuz. Şimdi küçük kızın ilkokula başlayacak. Hayatın bütün zorluğuna rağ-
men onun mutlu koşusu hoşuna gidiyor değil mi? Biliyorum “her şey değer ona” diyorsun... “o benim canımın parçası, gerekirse aç kalırım ama onu açaçıkta bırakmam”... git gide büyüyor kızın. Okumayı yazmayı öğreniyor, genç kız oluyor. Öyle de güzelleşiyor ki kıskanıp korkuyorsun dünyanın kirinden. Ne kadar çok haydut var dünyada. Sokağa çıkmasın, otursun bez bebek gibi bir köşede. Ama sen de biliyorsun ki hayatın gerçeği bu değil. Hayat akıp gidiyor. Kızın büyüyor ve üniversiteyi kazanıyor. İnsan hem sevinir hem korkar mı? Elbet ona güvenin tam. Çünkü sen kızını onur nedir, ahlak nedir bilerek büyüttün. Hak nedir adalet nedir nicedir anlattın durdun. O da bir türküdür tutturdu, yola koyuldu. Şimdi yıllardır hayalini kurduğu üniversiteye gidecek. Kendi ayakları üzerinde duracak. Öyle heyecanlı ki yıllardır bu anı bekliyor gibi. Ve kapısından giriyor okulun. Sil gözyaşlarını... ayrılık değil ki bu. Senin kızın kararlı bu toprağın Dadalları gibi savaşacak. Girdiği kapı cenk kapısıdır. Öğrettiğin ne varsa yaşama katacak, harmanlayacak sevgiyle, aşkla... Dedim ya sil gözünün yaşını. Daha dün doğmadı kızın, aradan 18 yıl geçti. Kucağında, kundakta değil artık. Savunmasız da değil.
nİsan 2013 | TaVIR | 13
13-14 kırıktır_sablon 4/12/13 2:39 PM Page 14
Bir yanda zenginler yemek yemeğe başka ülkeye uçarken, diğer yanda yoksul halkımız çöpten ekmek aramasın. Çocuklar dilenmeyi değil, okumayı yazmayı öğrensin. Makineye kolunu kaptırmasın işçiler. Kadınlarımız düzenin pazarladığı cinsel eşyalara dönüşmesin. İşte bu sebepler yeter savaşmaya, savaşmamıza... Bana gel demeye, gitme demeye gönlün razı gelmesin. Ben de üzülüyorum deme bana canım annem, üzülmenin yetmediğini biliyoruz ikimiz de. O yüzden daha çok sev bizi, sahiplen. Çünkü biz onurumuzla, namusumuzla mücadele ediyoruz.” Hak veren zalim gördün mü? Hesap soran olmayınca... Kırıktır bir kanadımız, Sen kavgaya girmeyince... Kavga kavga yine kavga! Bin kez ölsek ille kavga!
Neredeyse her gün dinliyorsun ondan olanı biteni. İstanbul’un havasını kızının sesinden, nefesinden soluyorsun. Şimdi İstanbul’un havası daha temiz. Ve İstanbul’un temiz havası öfkeleniyor günden güne. Telefondaki sesi hayret içinde, öfkeli. Yıllardır televizyonda izlediği görüntüler şimdi tam karşısında okulunun orta yerinde. Öğrenciler sesleniyorlar “parasız eğitim istiyoruz alacağız.” diye. İçlerinden birisi olanca gücüyle, vermiyor elindeki pankartı. Nasıl çekiştiriyorlar kızı oradan oraya en sonunda zorla gözaltına alıyorlar. Televizyondan izleyince bu kadar gerçekçi olmuyor elbet. Sonra tanımak, tanışmak istiyor bu insanlarla. Onca işkence, gözaltı sadece parasız eğitim istedikleri için uygulanıyor genç bedenlerine. Hani senin bakmaya kıyamadığın kızın gibi... O gençlerin de anaları var. Susmuyor senin kızın! Kavgaya giriyor. Şimdi türküsünü daha yanık söylüyor. Çünkü bu kez sadece
14 | TaVIR | nİsan 2013
kendisi için değil mücadelesi. İşten atılan işçiyi de sahipleniyor, parasız eğitim isteyen öğrenciyi de, evi yıkılan konduluyu da. Peki şimdi söyle bakalım o geçip giden yıllar neler öğretti kızına? Şimdi anladın mı onurdan, ahlaktan, erdemden nasıl pay aldı senin çocuğun? Sen öğrettin ona haklının, ezilmişin, itilmişin yanında olmayı... Ahlaklı olmayı, namuslu olmayı… Susmamayı, hakkını çalandan hesap sormayı, olanı paylaşmayı tembihleyen sen değil miydin? Öyleyse neden gitme diyorsun? Deli rüzgar bu eser geçer değil ki, adalet istemektir bunun adı! “Ve adaleti ancak halk sağlar güzel annem” diyor sana. “zalim hakkını verir mi sana, sen canını ateşe atıp yürümezsen üstüne? Şimdi ben de, senin öğrettiğin halk kültürünü yaşatmak, namuslu, ahlaklı kalmak, ezilmişin yanında olmak için gidiyorum. Adına savaş demek lazım bunun. Yani zulmedenle, zalimle savaşmak...
“Biz isteriz ki yanımızda, kavgamızda ol. Görmüyor musun her gün televizyonlarda sözde kızımı, oğlumu kurtarıyorum diye bağırıp ağlayanları! Onlar bizim analarımız, babalarımız değil biliyor musun? Onlar bu yalancı düzenin maşası olmuşlar. “ “Sen hiç evladına saldırabilir misin? Saldırıp adına kurtarmak, çekip almak diyebilir misin? Bu kurtarmak değil ki anne. Bu çocuğunun kalbini parçalamak, içinden sevgisini almak, vatan sevgisini… O yüzden dur! Sen karalama kızının mücadelesini. Halkın kafasını karıştırmalarına izin verme. Senin de bir anne olarak “Bu devirde, böylesi bir düzende isyan etmeyen, özgürlük için mücadele etmeyen evlat benim evladım değildir.” diyenlerden olman lazım. Çünkü kavgamızın iki tarafı var. Ve sen yoksuldan, ezilmişten, zalimin karşısında dimdik duran devrimcilerden yana olmalısın! Bu adi düzeni ancak böyle yıkarız. Dedim ya sensiz bir kanadımız kırık giriyoruz kavgaya… Asıl sen buraya gel, daha zalimin zulmüyle, nice ana, baba, evlat birlikte savaşacağız!”
15-16 büyüyor mahir ulaş_sablon 4/12/13 3:53 PM Page 15
deneme
deneme
büyüyor mahir ve ulaş* deniz ekin "kara sevda göz bebeğim yarınlarda gül bebeğim bir gün baban döner geri ellerinde gül bebeğim"* *
Yanıldılar.. Anadolu'nun karanfil kokusu taptazedir hala.. Bitti sananların kör gözüne, sağır kulağına, lal diline yanıt oldu her yeni doğan Mahir, Ulaş, Cevahir..
Anadolu sosyalizm mücadelesine ne zaman dönüp baksak, genç ömürlerini çıkarıp ortaya koyan, yüreklerini ellerine alıp gümbür gümbür bir kavgaya tutuşan Mahir Çayan'lar, Ulaş Bardakçı'lar çıkacaktır karşımıza. THKP-C'nin kurucu önderleri Mahir Çayan, Ulaş Bardakçı öfke, inanç ve umut ile paylarına düşen genç ömürlerini de alıp yanlarına düşerler yola. Yol uzundur ve omuzlarındaki yük yaşlarından çok daha büyüktür. Anadolu'nun öfkesi ve bağımsızlık özlemi vardır omuzlarında, 19 Şubat '72 de kuşatırlar Ulaş'ın evini ve katleder Ulaş'ı fa-
şizmin tetikçileri.. Mahir ise, dönmek için gelmediği Kızıldere'nin kerpiç evinde katledilir dokuz yoldaşıyla 30 Mart '72 de.. Bundandır, Anadolu'nun karanfil kokuşu, ele avuca sığmayan yiğitlerin genç ömürlerinde düşmelerindendir toprağa...O gün bu gündür karanfil kokar Anadolu... Onların ardından dediler ki, bitti.. Daha da gelemezler, kahkaha atıyordu cellatlar, tükettik bittiler.. Ölüm kör olası... Gitti Mahir, gitti Ulaş, gitti Cevahir...
Ve kuşattılar yine 19 Şubat 2013'te Mahir ve Ulaş'ın evini.. Ulaş'ın payına düşen, henüz altı aylık canıyla, annesinin kucağında nezarethaneye gitmekti. Mahir'in ise, annesini, babasını ve kardeşini beklemek.. Öyle büyüktü ki korkuları, gece yarısı geldiler Mahir ve Ulaş'ın evine, Mahir ve Ulaş'ın anne babası en büyük suçu işlemişti. Çünkü, onlar daha iyi iş koşulları, daha yaşanılası bir dünya için mücadele etmişlerdi. Öyle büyüktü ki korkuları bakamadılar Mahir'in gözüne, bakamadılar Ulaş'a... Çünkü 19 Şubat 1972'de faşizme meydan okuyan Ulaş Bardakçı'nın gözleriyle bakıyordu Ulaş 19 Şubat 2013'te altı aylık haliyle.. 6 yaşındaki Mahir ise inceliyordu kirli postalları ile
nİsan 2013 | TaVIR | 15
15-16 büyüyor mahir ulaş_sablon 4/12/13 3:53 PM Page 16
yorduk... Ve aynı günlerde yine aynı devlet, aynı faşizmin bekçileri, televizyonlara, gazetelere “babalar”, “analar” çıkarıyordu evlatlarını reddeden analar ve babalar. Ama onlar küçücük Mahir kadar sahiplenemiyorlardı. Onların sayıları azdı ancak yüreği küçük Mahir gibi atanların sayısı milyonlardı. “Bu çok garip bir şey” diyordu Mahir. Evet, garip bir şey.. Bu garip şeyin adını koyacaktır Mahir çok yakında, faşizm diyecektir adına ve altı yaşında tanıştığı faşizmi ömrü boyunca unutmayacaktır daha.. Alanlardan eksik olmayacaktır Mahir, demokrasi mücadelesinin, halkın adalet özleminin tanığı olarak büyüyecektir.. Öfkesini bileyecektir Mahir.. Küçücük Mahir “bu çok garip bir şey”in faşizm olduğunu kavradığı andan itibaren her gün bu “garip” şeyle mücadele edecektir.. Ve anlatacaktır yeni Mahir’lere de.
evlerini talan eden faşizmin kuklalarını.. Öyle büyüktü ki korkuları bakamadılar Mahir'in yüzüne.. Korkaktılar, adice girdikleri evde Mahir ve Ulaş'ın karşılarına çıkabileceğini tahmin edemediler.. Ama işte genç ömürlerini feda eden Mahir ve Ulaş'ın karanfil kokusu oradaydı altı aylık Ulaş'ta ve altı yaşındaki Mahir'de.. Tutukladılar Ulaş ve Mahir'in babasını... Babaları tutuklandığı ilk hafta Taksim Meydanı'nda Mahir bir eliyle annesinin elini tutmuştu bir eliyle kardeşi Ulaş'ın içinde bulunduğu bebek arabasını.. Bebek arabasında Ulaş uykuya direnen gözleriyle etrafı inceliyor ve atılan sloganları dinliyordu. Mahir ise eşlik etmeye çalışıyordu sloganlara en gür sesiyle.. Basın açıklamasında anneleri açıklama yaparken, kucağından Ulaş’ın mırıltıları geliyor mikrofona, Mahir ise konuş16 | TaVIR | nİsan 2013
ması boyunca bacağından çekiştirdiği annesinin elinden sonunda mikrofonu kapıyor. Ve başlıyor basına, izleyenlere anlatmaya. İlk önce çocuktur alalım elinden mikrofonu, düşürür, olur olmaz şeyler yapar diyenler oluyor fakat Mahir mikrofonu kaptırmıyor. Ve konuşmaya başlıyor Mahir, adaşının Kızıldere’de çatıdaki konuşmasında gözlerine oturmuş bir bakış misali gözleri çakmak çakmak. “Biz buraya dönmeye değil, ölmeye geldik” diyen Mahir gibi. Anlatıyor hepimize evlerine nasıl girdiklerini ve ekliyor Mahir "Annemi ve babamı aynı nedenle aldılar. Annemi bıraktılar ama babamı tutukladılar. Bu çok garip bir şey! Ama biz onlardan korkmayız, mücadele edip kazanırız. Devlet en sonunda bıkacak, yenilecek. Biz kazanacağız." diyor küçücük Mahir ve dinliyoruz hepimiz.. İçimizde yeşeren umut tohumlarıyla, o '72 yılında celladın attığı bittiler naralarına gülümsüyorduk şimdi... '72 de atılan tohumların nasıl filizlendiğini canlı canlı görü-
Bugün Ulaş ve Mahir’in babasını tutuklayan, evlatları annesinden babasından, anne babayı evladından mahrum bırakan bu düzene en güzel cevabı yine bizim beş, on yaşında çocuklarımız, atmış, yetmiş yaşında analarımız, babalarımız vermiştir.. Zulmün tanrısı bulduğu her kürsüden en az üç çocuk-beş çocuk nidalarıyla haykırırken bizim çocuklarımız onun karşısına Ulaş, Mahir, Cevahir bir kez de İdil, bir kez de Sabo olarak çıkacaktır... Ulaş ve Mahir Anadolu’nun en soylu damarı olan devrimcilerin ışığında, karanfil kokusunu soluyarak büyüyecek ve bugün alanlarda söyledikleri “çok garip bir şey” olan faşizmden hesap sormanın inancını taşıyacaktır. *19 Şubat’ta tutuklanan devrimci memur Ejder Erbulan’ın çocuklurı Mahir ve Ulaş Erbulan **Adnan Yücel
17 çocuklar siiri_sablon 4/11/13 1:10 PM Page 17
şiir
şiir
çocuklar uşak hapishanesi
Bu gözdağı size çocuklar Bu riyakarlık, yalan dolan Bu talan size Sizedir bütün yozluklar ve çirkef Bu zulüm size çocuklar Hapishaneler, hücreler Beton duvarlar, jiletli teller size Sizedir bütün karalar ve katranlar Bu ölümler size çocuklar Açlıktan, bakımsızlıktan Kimsesizlikten ölümler size Sizedir bütün kurşunlar, bombalar Tanklar ve füzeler size Ve bu devrim kavgamız Halkımız için En çok da sizin içindir çocuklar Üstünüze saraylar kurulmasın Ezilmeyesiniz Yüzünüzde güller açsın diyedir nİsan 2013 | TaVIR | 17
18-20 savcılık damarı_29-30 ellerimi tut 4/11/13 1:25 PM Page 18
makale makale
ne o savcılık damarın mı kabardı yine? buket tandoğan
Eski savcı Gültekin Avcı hiç kapanmayan yarası yeniden kanamaya başlamış olmalı ki, 16 Mart 2013 tarihli Bugün gazetesinde diline yine DHKPC’yi, İdil Kültür Merkezi’ni ve tabi ki Grup Yorum’u dolamış... Bu nasıl onulmaz bir yaradır, nasıl kapanmaz, sebebi nedir anlamış değiliz. Bilen beri gelsin!
basılmıştı orası ve yine vakit gece yarısıydı. Avcı’nın “bizim özel harekatçı çocuklar” diye sırtını pış pışladığı işkenceci sürüsü, ancak gece yarısı gelebiliyorlar demek ki Okmeydanı’na. Bir sorsa ya Avcı, çok sevdiği polislerine, “Neden gece yarısı gidiyorsunuz, gündüzler çuvala mı girdi?” diye... Ne cevap verecekler merak ediyoruz...
Eski savcı, DHKP-C’den girip, çok fazla dolaşmadan İdil Kültür Merkezi’nden ve Grup Yorum’dan çıkıyor yazısında. Derdi, tasası, amacı şu: Yasal kurumları terörize etmek, halkı onlara karşı kışkırtmak, yalan ve demagoji yoluyla gerçekleri ters yüz edip dezenformasyon yapmak!... Eski savcı ya, bu işleri iyi Daha iki ay önce, 18 Ocak tarihinde de bilir! 14 Mart 2013 tarihinde, Gençlik Federasyonu’nun yüzlerce polisle yine gece yarısı basılması ve altısı 18 yaşından küçük 13 kişinin gözaltına alınması, Avcı’yı ziyadesiyle sevindirmiş olmalı ki “iştahlı” yazısından bu çok açık olarak anlaşılıyor...
18 | TAVIR | nİsAn 2013
Yazı, polisin hazırlayıp önüne koyduğu yüzlerce “iddianame”nin özeti gibi. “İddianame” sözcüğünü bilerek kullanıyoruz, çünkü bu işi gerçekte savcılar yapar, iddianameleri kamu adına savcılar hazırlar ama gel gör ki bu işi polis çok tan savcıların elinden almış durumda... Savcılarda biraz vicdan olsa, maaşlarının en azından belli bir kısmını polislere verir. Ne de olsa onun işini yapıyorlar, para mara almadan hem de! Hadi “Yalan!” deyin Gültekin Avcı? Diyemezsiniz! Mesleğinizi icra ederken önünüze konan polis fezlekelerinin- içine bir kelime bile eklemeden- üzerine “iddianame” yazarak mahkemelere kaç tane dosya sundunuz sayısını bi-
18-20 savcılık damarı_29-30 ellerimi tut 4/11/13 1:25 PM Page 19
lemiyoruz ama işimizi böyle yaptığınızı mahkeme süreçlerinden biliyoruz. Savcılık yapmışsınız ya, buradan –YÖK üniversitesi de olsa- en azından bir hukuk fakültesi bitirdiğiniz anlaşılıyor. Peki söyleyin bakalım; savcıların, hatta daha da ötesine gidelim, hakimlerin görevini bile polislerin üstlendiği devletlere ne ad verilir? Burjuva hukukunun öğretildiği hukuk fakültelerinde okutulan kitaplarda bile vardır bu sorunun cevabı... Bilemediniz mi? Yada biliyorsunuz da diliniz mi varmıyor? Sınav stresinden kurtaralım seni o halde... “Polis devleti” denir Gültekin Avcı ya da “faşizm” denir! Faşizmin ne demek olduğunu, nasıl bir insanlık düşmanı bir sistem olduğunu biliyorsundur elbette ama yazının sonunda bile bile, çamur at izi
kalsın mantığıyla yine çarpıtma amaçlı kullanıyorsun. Senin sayende DHKPC de ilk kez faşistlikle suçlanıyor herhalde. Bir bu söylenmemişti, o eksiği de sen tamamladın. Bravo! Yalan, iftira, demagoji dolu yazını okuduk. Bir fıkra vardır ya hani, “Yahu hangi birini düzelteyim?” sorusuyla biter. Söylenenlerin hepsi yalan yanlış olunca, insanın düzeltesi de gelmiyor. Söz konusu olan bir – iki tashih değil ki! Baştan sona yalanlar yanlışlar manzumesi mübarek. Bir kere 14 Mart’ta sadece Gençlik Federasyonu basıldı, İdil Kültür Merkezi basılmadı. Gerçi sen İdil Kültür Merkezi’nin basılmasından Grup Yorum’cuların ve kültür merkezi emekçilerinin, oradaki halkın sanatçılarının, “senin özel harekatçı çocukların” tarafından iş-
kenceyle yaka paça derdest edilmelerinden pek hoşnut olurdun ama bu kez Gençlik Federasyonu ile yetindi senin o çocukların... Bak gördün mü, boşa düştü koskoca köşe yazısı şimdi! Öyle ya, basılmamış İdil Kültür Merkezi. 11 çelik kapı da orada değilmiş... “Aman canım n’olacak sanki? Bugün değilse de, üç beş gün sonra basılır zaten orası. Önceden yazmış olduk yazacağımızı” mı diyorsun yine de?... Basılmamış yeri basıldı diye yaz, insanları örgüt üyesi diye itham et ve bunun adına da gazetecilik de! Sen bir zamanlar hukukçu idin değil mi? Cevabını bile söyleyecek bir-iki çift lafımız daha olacak... Kendince önem yükleyip, bold (koyu) karakterlerle yazıp sormuşsun, “Legal siyasal ve sosyal faaliyetler ne zanİsAn 2013 | TAVIR | 19
18-20 savcılık damarı_29-30 ellerimi tut 4/11/13 1:25 PM Page 20
mandan beri çelik kapılar ardında yapılıyor?” diye... Neden? Suç mudur? İdil Kültür Merkezi’nin çelik kapı taktırması, (senin dediğin gibi 11 tane değil 1 –yazıyla bir- adet) TM’ya göre suç mu teşkil etmektedir?... Sen eski savcı olduğun için soru sorulmasına değil de soru sormaya alışkınsındır ama gerçekten, dirsek çürüttüğün fakülte yılların aşkına, burjuva hukuku aşkına, bunları d geç Allah aşkına cevap ver, çelik kapı taktırmak suç mudur? Legal siyasal ve sosyal faaliyete bulunmaya mani midir?
“Operasyon yapan polislere sanat faaliyetini aşan bir karışıklık verileceği muhtemel görülüyor ki, özel harekatçılar sahnede” diyorsun... Sen gecenin bilmem kaçında yüzlerce özel harekatçıyla, gaz bombalarıyla, coplarla kapıma dayanacak ve uyarıda bile bulunmadan kapımı kırmaya, içeriye kapalı yerde kullanılmayacak gaz bombaları atacaksın ve buna razı olmamızı bekleyeceksin... Yok öyle! Bir kültür merkezine öyle gelinmeyeceğini öğreneceksiniz! Öğreteceğiz!
Bizim sanat anlayışımızı ve bu anlayışın ürünü olan sanat faaliyetlerimizi senin hafsalan almaz! Köşene koyduğun fotoğraftaki gözlerde anlayacak kadar zeka parıltısı yok! Biz halkın sanatçılarıyız, devrimci sanatçılarız. AKP faşizminin işkencecilerinin zulmüne elbette direneceğiz, elbette boyun eğmeyeceğiz! Bizim sanat faaliyetimizi aşan bir şey değil, bizzat sanat anlayışımızın kendisidir faşizme karşı diYazıyı yazmadan önce, eski iddianame- renmek! leri şöyle bir karıştırmışsın besbelli. Bu ülkenin yasaları çerçevesinde, bütün İlköğretim düzeyini geçmeyen espri gerekli belgeler eksiksiz olarak ta- düzeyinle, bir de dalga geçiyorsun mamlanacak açılmış yasal kurumları ar- aklınca... “Bizim özel harekatçı çocuktarda sıralayıp “DHKP-C’nin legal alan lar” deyip de sahiplendiğin işkenceci barikatları” olarak ilan etmişsin...”Disip- katiller sürüsünü iyi tanırız biz. Halka linli bir terör kültürüne (Artık nasıl bir ve devrimcilere düşmanlıkta yarışırsışeyse bu...” Terör kültürü” nedir; Disip- nız. Onların bombayla, kurşunla, işkenlinli asıl oluyor?) sahip herkes”in de ceyle yaptığını (veya yapamadığını) bunu bildiğini söylemişsin. Saydığın sen yasal(!) yoldan yapar, uydurma kurumları, örgütün legal kurumları iddialarla, komplolarla tutuklatır, hücolarak göstermişsin. Ne kadar kolay relere attırır, onlarca yıl hapis yatırırsın... haklarında şaibe yaratmak!... Sırala ardarda, pervasızca, “Bunlar örgüt üye- İdil Kültür Merkezi basılmamış, Grup si, bunlar da örgütün legal kurumları” YORUM’cular da 11 çelik kapı arkasınde, sonra çekil kenara... Burjuva hukuk da dökuman falan yakmamıştır 14 normlarından zerre nasip almamış, o Mart tarihinde... Muhabirin, birt ihtimal normlarda bile suç sayılacak kitaplığına süs osun diye satın alıp koyyalanları/iftiraları yazına yerleştirebile- duğun müzik ansiklopedisinden görcek kadar gözü dönmüşlüğü; artık na- düğün, yada daha büyük bir ihtimalsıl bitirdiysen, en azından hukuk fakül- le Google’a “klasik müzik” yazıp soratesinde geçen yıllarına saygı duyup ser- rak öğrendiğin Fidelio’nun Ubretto’sugileseydin keşke... Ama,”kapasite, yani nu kullanarak espri yapmaya çalışıyormalzeme bu, ne yapayım?” diyorsun sun. Cümle içinde Fidelio kullandın değil mi? Sen de haklısın! diye entellektüellere özgü espri yapÇelik kapı üreticilerini kızdırmaktan öte geçmeyen çelik kapı düşmanlığı ve sendromu ile sınırlı bir cehaletle karşı karşıyayız. Bu düşmanlığı ve sendromun, yakın tarihte bir yargı içtihatına dönüşüp “örgüt üyeliğine delil” sayılmasına hiç şaşırmayacağız tabi ki. Burası Türkiye ve ortalık Gültekin Avcı’larla dolu...
20 | TAVIR | nİsAn 2013
tığını düşünüyorsundur mutlaka... Ne denir k,, “Allah başka dert vermesin!...” İlkokul çocuklarından aldığın esprilerle yalanlarını; siyasi literatürden veya dava dosyalarında bulunan, devrimcilerin evlerinden toplanan kitaplardan aşırdığın tanımlarla iftiralarını süsleyerek halk düşmanı, devrimci düşmanı yüzünü gizleyeceğini mi sanıyorsun? Yanılıyorsun? Madem niyetlendin, saldıracaksın, oturup biraz çalış! Grup YORUM devrim türküleri söylüyor, evet bunu da inkar etmiyor ama MİLLİ DEMOKRATİK DEVRİM de nereden çıktı? İlk kez MDD’ci diyor Grup YORUM’a... 60’larda, 70’lerde kalan kim acaba? Biraz güncelle bilgilerini Gültekin Avcı, komik oluyorsun... Savcılık iştihan hala sönmemiş anlaşılan. Gazetedeki köşende devam diyorsun fahri savcılığa... Eski alışkanlık olsa gerek, polisin servis ettiği bilgilerle yeni yeni iddianameler (!) hazırlıyorsun... Gerçeklerin karşısında, senin yazdıkların bir hiçtir! Senin “iddialarının” gücü, YORUM’un türkülerine yetmez! Senin yalanların devrimci sanatçıların, halkın sanatçılarının değerini düşürmez! Attığı çamur iz bırakan bir cürme sahip değilsin sen! Bir “terör” sakızı ağzınıza, cak cak çiğniyorsunuz elli yıldır. Ne yorulmaz çeneniz varmış! Tarih, yazıyor defterine her şeyi. Ve tarihi de direnenler belirliyor... Bir gün o defter mutlaka açılacak! Ve o gün senin uşaklık ettiğin AKP faşizmi türkülerimizin önünde diz çökecek! Sen de kurtulamayacaksın Gültekin Avcı, türkülerimizin “devrimci şiddet”inden!...
21-24 sabo_sablon 4/11/13 1:29 PM Page 21
röportaj
röportaj
sabo’nun ailesiyle bir sohbet
tavır
Tavır: Sen en son ne zaman gördün ana Sabahat Abla’yı? Annesi: Sabahat ölmeden önce ben gördüm. Tavır: Yılını hatırlıyor musun? Annesi: Yılını unuttum. Tavır: 89-90 mı? Annesi: Misafirliğe gelmiştim kızımın evinde. Oraya geldim oturuyoruz bir de büyük kızımla beraber. Ben diyorum yarabbi nasıl Sabahat’ı göreyim? Tavır: Nerde İstanbul’da mı? Annesi: İstanbul’da. Ben İstanbul’da kızımın evinde oturuyorum. Kızımın haberi var ondan büyük kızımın. Tavır: Acaba ayarlamışlar mı? Annesi: Evet onların haberi var. Baktım birisi zili çaldı. Kızım kalktı kapıyı açtı. Döndü bana baktı. Ben de ayağa kalktım bir baktım Sabahat. Tanıdım. Nasıl
geldin kızım böyle korkmadan. Misafirler gelmiş onu görmeye geldi. Ana vallahi nasıl çıktım nasıl geldim bir türlü belli değil dedi. Şüphe etmiş herhalde polis. Oturduk konuşuyoruz, Sabahat dedi ana bana yemek yap. Kabak var ya affedersin biz onu soğanla yumurtayla yapıyoruz. Dedi ki bana onu yap. Dedim yapayım, çok güzel oluyor o, kalktım yaptım. Pilav da seviyordu, bulgur pilavı da yaptım. Büyük kızımın arabası vardı. Ana yeter arkadaşlarım merak ederler ben gideyim dedi Sabahat. Bu gece gidemezsin, kendimi öldürürüm dedim. Kaldı o gece, sabah da kalktı banyo yaptı, elimle başını yıkadım. Oturduk sabah oldu bizim köyün elbisesi köy elbisesi giydi başını bağladı bir de Almanya’daki kızımın iki çocuğu vardı, dizlerine aldı sevdi. Sonra gitti... Gitti daha da ne yaptı yavrum bilmiyorum, herkes benim evladım herkes benim çocuğum herkesin anasına babasına acıyorum. Bak bak ne hala geldim o gitti ben de gittim. Allah kimseye göstermesin yavrum.
Tavır: Cenazesini ne zaman almaya gittiniz Annesi: Ben memleketteydim, köydeydim tandır ekmeği yaptım yumurta aldım yoğurt aldım. Dedim Diyarbakır’a gideyim öğretmen olan kızım Diyarbakır’daydı. Sabah kalktım ben namazımı kıldım bindim gittim. Gittim büyük kızıma. Torunum vardı, dedi annem okula gitmiş birazdan gelecek. Sonra kızım geldi onun da haberi yok oturduk biraz konuşuyoruz telefonu çaldı kızım telefonu aldı telefonu yere attı, sonra kendini de yere attı. Dedim kızım ne oldu? Dedi Sabahat’i vurmuşlar. Allah kimseye göstermesin kalktım o gece o öğretmen arkadaşı var benimle beraber geldi Diyabakır garajına geldi bu gece dedim gidecem, herkes dedi bu gece İstanbul’a giden araba kalkmış. Araba yok kaldım tam bire kadar ikiye kadar garajda, torunum da beraber bir araba geldi kalktım gittim. Gittim sordum nerdeyse polis karakolu. Birkaç tane aile var onların da çocukları Sabahat ile beraber bir kadın bir ernİsan 2013 | TaVIR | 21
21-24 sabo_sablon 4/11/13 1:29 PM Page 22
size. Dedim biz araba tutabiliriz ama tutamıyoruz. Neyse onların arabası… 2 araba dolu polis 2 tane dolu önümüzde şehitlerin anaları babaları neyse bize gösterdiler. Almanya’dan 2 genç kadın 2 erkek insan haklarından gelmişler, onlar da orada hazır oldular. Ağlıyorum gavurlardır ama hainlerden daha iyiler, gözümü siliyorlar neyse beraber gittik. Nasıl onların hepsini vurdunuz tutabilirdiniz.
kekmiş. Karakolun oraya gittik karakolun orayı tarif ettiler. Bir komiser ölmüş Allah cehennemin dibine atsın sizlerden ırak şişmiş öyle yerde yani affedersiniz kokudan insan duramıyor. Neyse şehitlerimiz var dediler. Bizim de bu var. Korkmadım oğlum yani ben o kadar cesaretliydim ne korku aklıma geldi ne utandım açıkçası. Polisler vermediler komiser gelinceye kadar… Çıktık karakol zaten caddenin üzerinde, o kadın da benimle beraber çok acı çekti onların da şehitleri vardı. Oturduk. Komiser geldi, kalktık. Çocuklarımızı niye vermiyorsunuz dedik. Ne çocuğu dedi. Dedim bizi mahvettiniz bilmiyor musun ne çocuğu! Haaa onlar tatlıdır. Sizinki candır bizim ki can değildir. Allah şahidim olsun ki kadınım kendimi methetmiyorum hiç utanmadım elime ne geçtiyse; ayakkabıyla, taşla, sopayla komiserin arabasına vurdum. Bütün gazeteciler başımıza toplandılar. Bu sefer ne yapacaksınız dediler. Komiser dedi bize siz bir araba tutun cenazenizi veririz
22 | TaVIR | nİsan 2013
Neyse gelin Gayrettepe’nin karakoluna. Dedim geliyoruz yarabbi Allah kimseye göstermesin. Dedi bir Sabahat’ın anası çıksın. Oradakiler hep aşağıda kaldılar bir beni çıkardılar. Elimde böyle ( zafer işareti yaparak) sehpa var sehpanın üzerine fotoğraflar koymuşlar. Yani beni kızdırmak için onların içinde hangisi Sabahat dediler, tanırsın. Dedim budur. Onu gördüm budur dedim. Kaç tane polis vurdular bilmem ne yaptılar dedim iyi ettiler. Sonra bir çocuk 5 yaşında o da (basılan) ev sahibinindir ev sahibi de bizim yolumuzdadır. Kadın gitmiş ölmüş, o çocuk 11. katta o çocuk kendini koltuğun altına sokmuş 5 yaşındaki çocuk. Bir şey olmadı bak Allahın işi o kadar cenaze vardır sizden uzak olsun çocuk kendini oraya sokmuş ondan sonra bana hep komiser dedi; Sabahat’in çocuğu yoktur gördün koltuğun altından çıkardık. Dedim Sabahat’in çocuğu değil keşke çocuğu olsaydı vallahi billahi. Allah büyüktür annesinin babasının intikamını alırdı. Diyor Arapları mı seviyorsun Türkleri mi? Dedim parmağımı görmüyor musun ben buyum, ondan sonra indim. (Zafer işaretini göstermiş.)
Tavır: Şimdi aradan kaç sene geçmiş 92’den? Bayağı yıl geçti yani sonuçta.. diyorum aradan yıllar geçmiş hala böyle herkes sohbet olduğunda hemen Sabo diyor mesela onun o görüntüleri aklımızda televizyonlardaki çatışma görüntüleri var ya, telefonda konuşuyor... Peki çocukken, gençken nasıldı? Hatırlıyor musun o zamanları genç olduğu zamanları? Köyde okulda nasıldı? Annesi: Köyde o zaman bulgur alıyordum çay alıyordum, peynir yapıyordum. Atlet falan alıyordum.. Kendisi buraya gelmiş ben oraya gönderiyordum. Mesela 5 çift çorap gönderiyordum. Bana diyordu ana sen ne diyorsun benim arkadaşlarım var. O zaman ben bilmiyordum ki neyin nesidir. Sabahat’e peynir alıyordum 1 teneke, çayımızdan gönderiyordum ama yetmiyormuş. Ben bilmiyordum ki arkadaşları kim. Ben sanıyorum okul arkadaşları. Bir şey bilmiyordum. Bir zaman bana telefon etti. Ana dedi ne var dedim kaç tane arkadaşlarım var devrimci arkadaşlar, onlar demiş anneni görelim köyünüzü görelim. Dedim kızım gelsinler. O zaman mektup telefon yoktu. O mektubu gönderdi ben mektubu okutturdum. Bir ay sonra kalkıyor polisler bir arkadaşlarını öldürüyorlar. Ana dedi ben oraya gelemiyorum. Dedim mektup gönderdin niye gelemiyorsun? Birkaç gün sonra geldi. Mardin’in Kızıltepe’nin arasına. Ben de Nusaybin’deki kızımın evindeydim bilmiyordum. Öteki kızıma döndüm Sabahat de buraya gelecek seviniyordum. İki arkadaşını öldürüyorlar. Hastanededirler. Yolda ölüyor hastaneye bırakıyorlar. Hükümet geliyor. Sabahat hastabakıcının elbiselerini giyiyor. Birkaç tane hastabakıcı kadın da var Sabahat’la birlikte cenazeyi bir sürü polisin arasından kaçırı-
21-24 sabo_sablon 4/11/13 1:29 PM Page 23
yorlar. Çocuk Vanlı. Hastaneden kaçırıp Van’a götürüyorlar. O gece babasına anasına teslim ediyorlar. Bu sefer hükümetin hastanenin haberi var her tarafa telefon ediyorlar. Kalkıp bana geliyorlar. Dört tane arkadaşı. Kızıltepe’yle Mardin’in arasına. Hükümet karakola telefon ediyor. İşte filan kadın filan adam orada yakalayın. Mardin’in Kızıltepe’nin arasında onları polisler yakalıyorlar. Dört kişi Sabahat’la beraber. Nusaybin’deki kızım şimdi Almanya da. Ana bak Sabahat’la arkadaşları birlikte Nusaybin de yakalanmış dedi. Bir avukat vardı Sabahat’in bana gönderdiği mektubu cebime koydum getirdim Kürt’tü o avukat da. Bizi arabasına bindirdi oraya götürdü. Sabahat nerde dedim. Sabahat orda dediler. Sabahat kaç polis öldürdü biliyor musun? Dedim ne polisi. Dediler adam öldürmüş arkadaşı yaralıdır. Hastanede öldü onu kaçırdılar. Dedi sen bilmiyorsun. Mektubu çıkardım bu mektup iki aydır bana geldi. Bu arkadaşlar bana geleceklerdi. Hiç öyle bir ölüm falan bir şey yok yalan söylüyorsun dedim. Başka bir şey söylemedim. Kızım gelecek niye bana bırakmıyorsunuz? Yok bırakmıyoruz dedi. En son da kızın senle beraber gelsin dedi. Buradakiler dedim. Yok buradakileri bırakmam dedi. Kızımın arkadaşlarını bırakmazsanız kızım da burada kalır. Kızım da dedi yok arkadaşlarımı bırakmam. Ben anamı köyde biliyordum gezmeye gelmişim bir aydır bu mektubu göndermişim. Sabahat da bırakmadı dört kişi beraber geldik bırakmam dedi. Ondan sonra dediler hadi gidin ama Nusaybin’de kalmasınlar dedi. Sonra Almanya’da olan kızımın Mardin’deki evine geldik gece. Onlara yemek yaptım. Banyo yaptırdım. İki gece iki gün kaldılar. En son da bir daha görmedim.
bahat benim kızımdır. Ama hepsini seviyorum. Oradaki kızlar hepsi Sabahat hepsi kızımdır. Aynıdır. Nasıl sevmem oğlum. Tavır: Yani şunu demek istiyorum ana. Televizyonlarda son dönemlerde çıkarıyorlar ya bir anne bir baba çıkarıyorlar, insanları kandırmaya çalışıyorlar. Kızının direnişiyle ilgili ya da mücadelesiyle ilgili… Ablası: O da bizim gibi gurur duyuyor kızıyla. Niye? diye sormadık. Değer miydi diyorlar ya diyenler var. Ama biz bunu söylemedik. Yakın çevremizde arkadaş çevresinde bunu diyenler var. Çünkü o onun yoluydu, inancıydı biz onun yoluna saygılıydık. Tavır: İşini ciddiyetle yaptığı için önem verdiği için her zaman bir saygı var ona. Ablası: Yani her zaman diyoruz ya bazı insanlar devrimci doğar devrimci yaşar. Çocukluk arkadaşları geçen sene, şimdi bizim babamız hane müdürü olduğu için o dönem çok yalınayak gezen çocuklar vardı. Bizim böyle çok terliklerimiz
vardı. Geçen yıl bir arkadaşıyla karşılaştım köyde; şey dedi Sabahat doğuştan devrimciydi. Benim bir gün sıcakta toprakta ayaklarım yanıyor, çıkardı terliği biraz da sen giy. Bunu söylediğinde daha 5-6 yaşlarındaydı. Okulda sınıfında hep birinci oldu zaten. Edebiyat bölümündeydi birinciydi. Başarılı bir öğrenciydi öyle başarısız bir öğrenci falan değildi. Bazılarının söylediği gibi bir dönem 12 Eylül’de suçlanıyorlardı işte yoksul ailelerin çocukları, parçalanmış ailelerin çocukları diye. Biz ne parçalanmış aileydik ne de yoksul bir aileydik. Tanınmış o Türkiye koşullarında iyi sayılabilen yüksek bir memur çocuğuyduk o günün koşullarında. Hiçbir zaman itilmişlikten dolayı o yolu seçmiş değildi o. İnandığı içindi. Köye gelip konuştuğunda o dindar insanlar bile, benim rahmetli büyük dayım dedi ki, kızım yarım saat daha konuşursan ben de seninle geleceğim. 70 senesinde falan üniversite birdeyken. Tavır: Dayıyla ne zaman tanışmışlardı. Ablası: İstanbul’da mücadele içindey-
Tavır: Devrimcileri seviyor musun? Annesi: Hepsini seviyorum evet. Sa-
nİsan 2013 | TaVIR | 23
21-24 sabo_sablon 4/11/13 1:29 PM Page 24
ken. 74 sanırım, 79’da da evlendi zaten. Biz her zaman yanlarındaydık. Hapishanedeyken yanlarındaydık. Ölüm Oruçları’nda da yanlarındaydık. Hep yanlarındaydık. Metris’te de, Haydarpaşa’da da. Kenan Evren ‘Asmayalım da besleyelim mi?’ dediğinde de yanındaydık. Hepsini yaşadık. Onlara götürdüğümüz yemekler kumların içine atıldı. Orda bir Albay vardı, onlara bir de yemek mi gönderilir dedi kumların içine attı. Lisede bir dönem günümüz onla beraber geçti. Bizim diğerleri büyüktü evlenip gitmişti. Evde biz ikimiz kalmıştık. Sabahat sakin bir insandı. Pastane vardı. Okulun bekçisi vardı, Yılmaz Güney hayranıydı ve adamın en büyük özlemi Yılmaz Güney’e benzemekti. Sen Yılmaz Güney’e benziyorsun deyip işte pasta alıp yarısını bekçiye verip bölüşürdük. İçeri girerdim ben Sabo’yu arardım ben ona vermeden yiyemezdim derdi.
24 | TaVIR | nİsan 2013
En son bir gün tartışıyorduk. Kimler için? Düşündüğümüz zaman dedi bizi anlamıyorsunuz gibisinden, siz böyle düşünürseniz herkes ne düşünür. Hayır tartışalım dedim. Tartışacak bir şey yok. Biz halk için çarpışıyoruz, halk için yaşıyoruz. Sizi camlardan alkışlayan halklar mı dediğim zaman da oluyordu. Hani döner mi acaba vazgeçer mi dediğim zamanlar oluyordu. Ama o kadar inançlıydı ki o bu yolu çoktan seçmişti. Bir gün olsun o illegal olduğu dönemlerde yokluklarda bile yılmadı. Saygı duyuyorum hepsine. Onunla gurur duyuyorum. Keşke yaşasaydı diyorum ama olmadı. Tavır: Türkiye’ de de dünya genelinde örnekler vardır sembol olmuştur. Hayatta değildir bugün ama gerçekten yaşar. İnsanların zihninde, yaşamında, ondan alıntılar yapar örnekler verir. Hikâyelerini birbirine anlatır. Sabo bizim açımızdan öyle, ondan güç alıyoruz. Sembol gibi. Onun hikayeleri anlatılır, devrimci yaşamı örnek verilir. İşlerdeki ciddiyeti, arkadaşlarına yoldaşlarına bağlılığı, onlara önem vermesi, işlerini titizlikle yapıyor olması. Yani pek çok koşula ayak uydurabilmesi ve işini çok ciddiyetle yapması ve kadınlara da birçok alanda örnek olması bu yanları bizim için önemlidir.
Ablası: Zaten bizi de ayakta tutan o. Onu düşünerek güç buluyoruz, biz ayakta durabiliyoruz, yoksa kolay değildi. O gece canlı yayında yaşadıklarımız hiç kolay değildi. O da kendisinden öncekiler gibiydi sonuçta. Hamiyetler gibiydi ölüme giderken. Bu inandığı şey uğrunda öldü. Bize de saygı duymak düşer. Onunla gurur duymak düşer. Annesi: Bana arkadaşlarından, hapishanelerden mektuplar geliyor. Anne ne zaman geleceğiz göreceğiz seni diye yazıyorlar. Başım üstüne diyorum. Çok cana yakınlar. Allah onlara uzun ömür versin. Uzun yıllar geçmesine rağmen hep mektup gönderdiler hapishaneden. Her yıl dönümünde. Tavır: Ölümünden sonra fikirlerinizde değişme oldu mu? Ablası: Hayır ben ilk günden ona saygı duydum zaten. Ama bir dönem öyle söyledik, tartışıyorduk zaten o şeyle yollarının ayrıldığı zaman o zaman konuşuyorduk tartışıyorduk. Bazen şöyle diyordum hani insanlar ihanet ediyor, öyle söylersen sen de bizi anlamazsan yani benim zaten onu geri çevirmek gibi bir niyetim yoktu. Tartışıyorduk sonuçta bu bir düşünceydi. Kardeşini seven herkes gibi koruma içgüdüsüyle söylediğim bir şeydi. Yoksa onun davasına inanmamaktan değildi. Hatta bir keresinde o beni eleştirmişti. Evimizde ilk devrimcilik tohumlarını sen attın ama bir yerde kaldın diye eleştiren bir mektup atmıştı. O anda ablalık içgüdüsüyle söylenmiş bir sözdü. Ama hiçbir zaman bu insanlar için değer miydi? değil düşüncem. Bütün hayatı boyunca biz ona saygı duyduk. Yanında olduk, onun da eşinin hapishane günlerinde de, ölüm oruçlarında da. Hep yanlarında olduk. Ben kardeşimle hep gurur duydum. O layık olduğu şekilde öldü. Sıradan bir ölüm olmadı. Direnerek öldü.
25-27 sempozyum_sablon 4/11/13 6:52 PM Page 25
deneme
deneme
al yüreğini öfkeni kuşan da gel ekrem turgut
Emperyalizm kan ve gözyaşı demektir. Dünya halklarının geçmişten bugüne akan her damla kanının içinde emperyalizmin aç gözlülüğü ve tarihsel sınıf kini vardır. Biz bunu dünya halkları olarak bir kez daha en yakın zamanda Afganistan'da, Irak'ta, Libya'da, Suriye'de tecrübe ettik. Şöyle ki; Amerika'nın işgal gücü NATO’ nun öncülüğünde 2001 yılından bugüne Afganistan'da 400.000 insan öldü. Irak’ta ise Amerikan işgalinin başladığı 2003 yılından bugüne ölen insan sayısı 1.500.000'i geçti. Yine emperyalizmin denetiminde İtalya'nın öncülüğünde Libya'da 15 Şubat 2011 - 20 Ekim nİsan 2013 | TaVIR | 25
25-27 sempozyum_sablon 4/11/13 6:52 PM Page 26
2011’de yaşanan işgalde ise 50.000'e yakın insan öldü. Şimdilerde ise aynı oyun yine emperyalizm tarafından Suriye'de sahneleniyor ve 15 Mart 2011 yılından bugüne 40.000'i geçti. Bu tablo Amerikan emperyalizminin Büyük Orta Doğu Planının sonucudur. Emperyalistler “Arap Baharı” yalanı adı altında Ortadoğu halklarının yeraltı ve yerüstü zenginliklerini ele geçirmek, insanı daha da köleleştirmek için yaptılar bu işgalleri. İşgal varsa direniş de vardı. Afganistan'da, Irak'ta, Libya'da ve şimdilerde ise Suriye'de direniyor Ortadoğu halkları. Kanlı, kapkara bir tarihe sahip Yankilerin, Conilerin, Tonilerin karşısında dünya halkları Spartaküs'ten, Kızılderililer’den, Zapata'dan, Ömer Muhtar'dan, Vietnam'dan, Küba'dan, Pir Sultanlar'dan, Şeyh Bedrettinler'den, Kızıldere'den aldığı güçle direniyorlar. Şu an emperyalizmin dünyasında, her üç saniyede 1 kişi açlıktan ya da hastalıktan ölüyor. Yaklaşık 793.000.000 kişi okuma yazma bilmiyor. 197.000.000 kişi işsiz. Oysaki bugün 7 milyara ulaşan dünya nüfusunun yeraltı ve yerüstü tüm zenginlikleri insanlığın tüm ihtiyaçlarını karşılamaya yetebiliyor. Emperyalizm bizlere varlık içinde yokluğu yaşatmaktadır. Bir de bu düzenin başını tutanlara bir bakalım. Yani dünya halklarına kan kusturan kan emici asalakların neden bu zulmü bizlere reva gördüklerine bir bakalım: İşte dünyanın en zengin 3 ailesinin serveti: 1. Meksikalı Carlos Slim 73 milyar dolar,
26 | TaVIR | nİsan 2013
2. Amerikalı Microsofft'un sahibi Bill Gates 67 milyar dolar, 3. İspanyol Amancio Ortega 57 milyar dolar. Bugün emperyalizmin dünya halklarına yaşattığı acıların nedenleri ve sonuçları böyleyken, yanı başımızda Suriye'de hergün işbirlikçi çapulcular özgürlük yalanı adı altında bombalar patlatıp katliamlar yaparlarken, emperyalizme göbekten bağımlı yeni sömürge ülkemizde, emperyalizmin işgal gücü NATO’ya üye olunulan 18 Şubat 1952 yılından bugüne işbirlikçi iktidarlar aracılığıyla halkımıza yaşatılanlara bir bakalım. 1954 yılında yoksul halk çocuklarını eğiten köy enstitüleri kapatıldı. 1967 yılında Amerikan 6.Filosu İstanbul'a geldi. 1970 darbesi sonrası 6 Mayıs 1972 yılında ülkemizde bağımsızlık mücadelesi veren THKO Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan idam edildiler. 30 Mart 1972 yılında ise Denizler’in serbest bırakılmasını isteyen ülkemizde bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesi veren THKP-C önderi Mahir
Çayan ve 9 yoldaşı Kızıldere’de katledildiler. 1 Mayıs 1977 yılında Taksim’de 1 Mayıs alanı Amerikan işbirlikçi faşistler tarafından tarandı 36 emekçi öldü. 16 Mart 1978 İstanbul Üniversitesi Beyazıt Kampüsü’nde biri Dev-Gençli 7 üniversite öğrencisi üzerlerine bomba atılarak katledildiler. 12 Eylül 1980 faşist askeri darbesinde 1.683.000'e yakın kişi fişlendi, 50 kişi idam edildi, 171 kişi işkenceden öldü. 1980-1984 yılları arasında ülkemiz hapishanelerinde işkencede yüzlerce devrimci, demokrat, yurtsever katledildi. 12 Temmuz 1991 yılında 12 devrimci İstanbul Balmumcu'da güpe gündüz katledildiler. 16-17 Nisan 1992 yılında İstanbul Çiftehavuzlar, Üstbostancı, Erenköy, Sahrayıcedit’te 10 devrimci güpe gündüz katledildiler. 20 Mayıs 1996 yılında ülkemiz hapishanelerinde Eskişehir tabutluğuna
25-27 sempozyum_sablon 4/11/13 6:52 PM Page 27
İşte Grup Yorum'un öncülüğünde gerçekleştirilen ve bu yıl 3.sü yapılacak olan Bağımsız Türkiye konseri böyle bir ihtiyacın sonucu olarak ortaya çıkmıştır. 2011 yılında 150.000 kişinin katılımıyla 2012’de 350.000 kişinin katılımıyla gerçekleşmiştir.
karşı mücadelede 12 devrimci şehit düştü. 20 Ekim-24 ocak 2007 yılları arasında 122 devrimci F Tipi hapishanelere ve tecrite karşı mücadelede diri diri yakılarak, bedenleri eriyerek şehit düştü. Ve o günden bugüne ülkemizde bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinde bedeller ödenmeye, şehitler verilmeye devam ediliyor.
tarih Dev-Gençliler öncülüğünde bu gelenekle devrimcilerin omuzlarında bugüne taşınmıştır. Her fırsatta emperyalizmden ve işbirlikçilerinden hesap sorulmuştur. Büyük bedeller ödenerek onlarca kez kuşatmalarda sınanan devrimci irade direnme, teslim olmama geleneğini ilmik ilmik dokumuştur ülkemizin dört bir yanında.
Emperyalizmin dünyadaki sömürü ve talanından ülkemize düşen pay bununla da sınırlı değil.
Emperyalizme karşı direnmekten onur duyuyoruz. Bağımsızlık ve demokrasi mücadelesi veriyoruz. Emperyalizm, işgal ettiği Irak'tan çıkamadı. Ortadoğu halklarını teslim alamayacak. Milyonlar olacağız, bugün beş yüz yarın milyonlar olacağız! Katliamları, baskıları milyonlar olmamızı engelleyemeyecek.
Şu an ülkemizde yeterli gıdaya ulaşamayan 13 milyondan fazla insan var. Ve işsiz milyonlar. Ve de evsiz, yeterli sağlık hizmeti alamayan milyonlar. İşte ülkemizde emperyalizmin yarattığı sonuçlar tam da böyleyken, bulunduğumuz koşullarda yaşadığımız tüm haksızlıkların ortadan kalkması için bağımsız bir ülke kurmayı istemek en temel hakkımızdır. Bu nedenle vatanımızda başta Amerika olmak üzere tüm emperyalistlere karşı mücadelenin hatırı sayılır bir tarihi vardır. Ve bu
Bugün emperyalizmin sömürüsü altında yaşayan dünyada Amerikan İmparatorluğu’nun dünya halklarına kan ve göz yaşını reva gördüğü koşullarda, AKP iktidarının polisiyle birlikte her sabah direnen Türkiye halklarına "şafak operasyonları" düzenlediği bir ortamda Amerikan emperyalizminin ve işbirlikçisi AKP iktidarının karşısına Bağımsız Türkiye mücadelemizle çıkıyoruz.
Şimdi hedef milyonlara ulaşmak için önce 500.000 olmak. AKP zulmüne karşı Türkiye halkları olarak tek vücut tek yürek olacağız, önce 500.000 sonra milyonlar olacağız. Bize bugün ülkemizde tüm acıları yaşatan Amerikan beslemesi AKP iktidarına karşı gücümüzü, başeğmezliğimizi, halkın iradesinin teslim alınamayacağını bir kez daha Bakırköy’de göstereceğiz. Örgütlü bir halkı hiçbir gücün yıkamayacağını onlara bir kez de dünyanın Türkiyesi’nden göstereceğiz. Koçların, Sabancıların, Şahenklerin, Ülkerlerin iktidarı AKP’ye karşı tüm hıncımızla, şimdiye kadar bizden çaldıklarına duyduğumuz öfkeyi bağımsızlık özlemimizle birleştirip o alanı o gün hınca hınç dolduracağız. Görev, sorumluluk hepimizindir. İl il, ilçe ilçe, mahalle mahalle, sokak sokak, ev ev hepimiz kendimizi bu konserin bir parçası, bir çalışanı gibi görüp kuracağımız 1,2,3,5,10 kişilik komitelerle 500.000 insanımızı, daha da fazlasını 14 Nisan 2013 Pazar günü saat 15.00’te Bakırköy Halk Pazarına taşıyabiliriz. O gün orada bizimle birlikte dünyanın dört bir yanından gelen misafirlerimiz de olacak. Bağımsızlık düşümüzü konserimizin hemen ertesinde 14-16 Nisan tarihlerinde Nurtepe Çayan mahallesinde Hüseyin Aksoy Parkı’nda düzenleyeceğimiz “Emperyalist Saldırganlığa Karşı Halkların Birliği Sempozyumu”nda dünya halklarıyla paylaşıyoruz. Bağımsız Türkiye konserindeki coşkumuzu hemen ertesi gün mahallemize taşıyacağız.
nİsan 2013 | TaVIR | 27
28-31 2B öykü_29-30 ellerimi tut 4/11/13 3:58 PM Page 28
öykü öykü
yaktın bizi 2b devrim karasoy
”Hatce gıız, gardeşini dut bakem çamı- serasını. Daha domates toplayacak,çüra girmesin! Daha yinicek geyindirdim. rük ayıklayacak,tandırı yakacak, yufka Az bi işim galdı. Biberi de doladımmı gar- açacak. nınızı doyurcen gari.” Biber dolama deyip geçmeyin. Binlerce Hatce daha 5 yaşında, İsmail’in meraklı biber fidanı ve bir o kadar ip tek tek elinadımlarını bahçe çitlerine doğru çevir- den geçiyor Şerife’nin. Dallar iplere tırmeye çalışıyor. Sulama argından sızan su- mansın ki yeni biberler ersin uçlarından. yun çamura buladığı avluda iki kardeş “Hıh.Böyüyün bakem. Gaç para etceesearasında bir kovalamaca başlıyor. Peşin- niz. Geçen sene yola serptik baldırcande koşmaktan yorulunca İsmail’i kenar- larnan beraber.Bi de 2B çıktı başıma. Nerdaki çitlere sıkıştırıyor. Öylece biraz so- den bulcesen 80 bin Lirayı. Vermeyon luklanıyor. Önce ne olduğunu anlama- deycen, gelin alıng deycen. Ölürün de yan iri gözlü esmer çocuk, bir iki çırpı- vermen deycen. Bubamın atamın bu nıştan sonra basıyor figanı. Hatçe çare- toprakla deycen.Dedem Çanakkale’de siz. Bıraksa anası bağıracak, ‘dut çocuğu’ düştü bende burda düşcen. Ganımı dödiye, tutsa, keşiflerini engelleyen abla- kerin de vermen.” Bir dönüm arazilerinin sını bağırtılarıyla yıldıracak. daha önce 8 bin Lira olarak biçilen rayiç bedeli bir yıl içinde tırmandı 80 bin’e. “Anaaa,dutameyon ben bunu gıı! Tekne- Gözleri sulanıyor. Ağlamıyor Şerife. Seliba (kaplumbağa) bulcem deyin goşup ranın 50 derece sıcağı,atılan ilaçların dureyo. ” Hatceden öğrendi İsmail tek- buharıyla birleşince önce nefesi kesiliyor, nelibalarla oynamayı. Önce kafasını ya- boynundan başına doğru bir ağrı gözkalamaya çalışıyorlar hayvanın. Çocuk- lerine iniyor. Geçenlerde yine öyle bir ağrı larla karşılaştığı anda kafası kabuğuna çe- girince burnundan kan gelmişti. Doktor, kiliyor, İsmail elindeki küçük ağaç dalla- “yüksek tansiyon var öyle sıcaklarda rıyla kabuğunun tüm girintilerini kurca- çalışmak sana gelmez dedi.” 3 yıldır bağlıyor. Gıdıklandığını sanıyor. İsmail’in kurunu yatıramadığından, kötü günler gülüşü çiğ damlası gibi düşüyor avlunun için sakladığı yorganının içine dikili bir sabahına. çeyreği bozdurdu Şerife, doktor ve ilaç parasını ödemek için. Şerife bacı, ne İsmail’in gülüşlerini, ne de Hatçe’nin seslenişini duyuyor. Naylon ta- “Yastık altındaki paraları çıkarsınlarmış! vanlara bağlı biberlerin uzayan uçlarını Şimdiye kadar kullanmışlarmış.70 Milyoyeşil iplerin etrafına dolayarak adımlıyor nun hakkı varmış!…!” Bakanının söyle-
28 | TAVIR | nIsAn 2013
diği sözler yankılanıyor beyninde.”Sen çıkar önce köylünün kanından terinden çaldıklarını! Haram olsun ektiğimiz baldırcanın domatesin biberin bir lokması senin boğazından geçiyorsa.! 70 Milyonmuş. 70 Milyonmu geldi beniminen gazıdı diş tırnak, su çekti yeşertti burları” Şerife sinirlendikçe iplerin ve fidanların arasında elleri görünmez oluyor. Hızla sarıyor dalı ipe, dal elinde kalıyor.”Hay sakar!”“ Oy istemeye gelince çalarsın gapımızı! Gör bakem sokcezmi seni gari bu köye!” Fidanı, gübresi,ilacı derken elde avuçta kalmıyor. Mahsulu toplayınca Istanbul’da 4 Lira’ya satılan biberi aracılar ellerinden 40 kuruşa alıyor. Kocası ırgatlığa gidiyor günlüğü 40 Lira’ya. Büyük oğlan beş gün sonra üniversite sınavına girecek. Sınav harcını da borç edip yatırdılar. “Ali’m, bir duttursa ünversteyi. Gendini bari gurtarsa şu sefillikten.” Çanakkale’de şehit olan büyük dedelerinin adınu vermişler Ali’ye. Esmer usul boylu Ali görünüyor zeytin ağaçlarının arasından.“Aaabee!” Hatce ve İsmail abilerinin ıslığıyla koşuyorlar yanına. “Ana Hacıaliler’den Hüseyin abeyi gördüm yolda. Yol gapatıyoz, köylüye ünle dedi.”
28-31 2B öykü_29-30 ellerimi tut 4/11/13 3:58 PM Page 29
“Hangi yolu.Niyeki?” “Bunlar sesimizi duymayecek öbür türlü deyo Hüseyin abey. Bütün köylü birlik olup yola durcez.Trafiği gapatcemişiz.” Şerife ter içinde seradan dışarı fırladı “Ben dediydim. Böyle kaat külek bitmez bu işler dediydim. Vermezler hakkımızı Hey gidi! Goş ünle Ayşe abangile, Huriye halana, Döndügile herkes gelsin.” Ali zeytin ağaçlarının arasndan fırladı, köyün içlerine doğru gözden kayboldu. Şerife sulama argına eğildi, tülbentini sıyırdı, yüzüne su çarptı. Ellerini kafasından boynuna doğru gezdirerek terini yıkadı. “Hatçe gızım sen gardişinnen evde bekle bi işimi görüp gelcen ben .” İsmail’i yanına çekti argın suyuna bir kez daha daldırdı elini çocuğun ağzına kadar uzayan sümüğünü yıkadı. Bir avuç suyu da oğlanın yüzüne çarptı.Çocukları eve soktu. Odanın bir köşesinde üç beş yufkanın dürülü olduğu bezi açtı. Bugün ekmek pişirecekti ya. Neyse. Yufkaları ısladı.
Bir gözü pencerede gelenleri kolladı. Tozlu şalvarına baktı, “Amaaan sanki gezmeye gidiyoz.” Dürülü yufkaları açtı, içine çökelek koydu, bir domatesi eliyle ikiye ayırdı, yufkayı dürüm yapıp dürümü ikiye böldü, çocukların eline verdi.”Çoccacıklarım yeyiverin siz bunu. Ben bi işimi görüp gelcen. Hatçe İsmail’e göz gulak ol,çıkmasın bahçaya”O bunları söylerken çocuklar gözlerini hiç kaldırmadan dürümlerini ısırmaya başladılar bile. Uzaktan kadınların sesleri gelmeye başladı. Şerife lastik ayakkabılarını geçirdi ayağına bahçeye çıktı. Oğlan hangi ara bu kadar çok kapıyı çaldı diye geçirdi içinden. Bir anda köyün bütün kadınları dolmuştu bahçeye. Ali sanki bu günü bekliyordu. Anasının uykusuz gecelerini, babasının elinde tapulalarla defterdarlığa gidip boynu bükük dönüşlerini, aralarında geçen tartışmaları usulca dinler kitabının başında düşünür düşünür dururdu. Yiğit bir kadındı anası” bizi toprağımızın
hırsızı ettiler boyu devrilesiceler. Biliyolar o kadar parayı ödeyemeyeceğiz. Nasılsa çeker giderler deyi yapıyorlar bunu. Biz gidelim de bi Ali Ağaoğlu daha gelsin bura. Peşkeş çeksinler benim alınterimi.Ben bunlara geçit verimiyin. Ben bunlara eğilirmiyin? “ Hep annesi konuşurdu. ” Arkadeş her işin bi goleyi vardır elbet. Gider ararız hakkımızı. Küllüm köylüyüde dinlemezlikten gelcek deeller ya.” En uzun cümlesi bu olurdu babasının. “Ananı gadı neetmiş,kimden hakkını alcesin? Bekle sen bekle.. Hak verilmez arkadeş.Ne zman verdi senin hakkını? Irgatlığa geden sen, ilaççıya güpreciye borçlu sen, mazotçuya borçlu sen, tarlası ipotekli sen, domatesi baldırcanı yolllara tökülen sen. Ne zaman vermişki, himdi versin hakkını? Bitecik ineğin var ona bilene saman bulamadın.Yok yok köylü küllüm ölsün diye bu zulüm.Hökümet 2B diye diye canımızı çıkarcek sonunda. Çeksinler eski fiyatına ödeyelim,ödemeyelimmi dedik. Ben çoccacıklarımın garnını zor doyureyon nerden bulcen 80 bin’i? Hakkın ise de-
nİsAn 2013 | TAVIR | 29
28-31 2B öykü_29-30 ellerimi tut 4/11/13 3:58 PM Page 30
deden atadan galan toprağını alceesin. Hakkın ise açlık, irezillik çekceeesin. De bakem hindi neyimiş hakkın?” Babasının sözcükleri yetişmezdi anasının büyüyen öfkesine. Bu kadar sitemi bu kadar çeşit çeşit lafları nerede biriktirmişti ki? “Sus gari arkadeş,yat gari.”
tu. “Ana, Hadi gidem gari.” ‘Sen geri dur’ diyesi geldi Şerife’nin. “Şimdi susarsa hep susar bubasu gibi”diye geçirdi içinden, vazgeçti. Kadınlara döndü,”hadi gidem gari!”Şerife gözü pek,sözü doğru, köyün kadınların deyimiyle ‘erkek gibi’ kadındı. Tüccarlarla,aracılarla o uğraşırdı. Her pazarlık olaylı geçerdi.Kabullenemezdi aracının tefecinin ayak oyunlarını. Ama düşmüşlerdi ocaklarına bir kere.Çok aracıyı kovdu bahçesinden. Ürün elinde kalınca da doldururdu komşu bahçedeki Halil’in skodasına, Aksu pazarında satardı.”
Anasının söyledikleri canlanırdı gözünde. İlaçcı Nevzat amca bir keresinde önünün çevirmiş, “bubana selam söyle, Nevzat emmim bekleyo seni de.O anlar”demişti.Selamı eve getirince babasının gözlerini kaçırıp duvara dikmesine bir anlam verememişti. Bir anda sessizliğe Seraların arasından geçerken fidanda çagömülmüştü tek göz odalı evleri. lışan erkeklere de seslendiler. Antalya IsTavanı dalga dalga küfle kaplı odadan parta yoluna ulaştıklarında diğer köylerbaşka sözler taşıyordu bugün: “Hakkın den de insanlarla sayıları yüzü buldu. Kavşağa yaklaşırken bir karartı gördüler ise alceesin.” ileride. Siyah bir şerit üzerinde sıralanÜrperdi Ali.Bir gülümseme yerleşti esmer mış beyaz ampuller gibi görünen garip yanaklarına.Bir anda toprağı kucaklamak yığının polis barikatı olduğunu fark etistedi. Gözleri anasının gözleriyle buluş- tiler.“Gız Şerife bunlar bizden çoklar 30 | TAVIR | nİsAn 2013
ya”diye dürttü Huriye. “Elleme çok olsunlar.Biz haklıyız ya ona bak sen.” 1500 polis, yüzlerce deniz polisi Tomalar, panzerler kavşağın kenarında bekliyordu köylüyü. Geldikleri yolun karşısından Alanya yoluna geçmelerini engelleyeceklerdi. Sivil polisler ellerinde telsizlerle kolaçan ediyordu tüm caddeyi. Ali bir an bu kararlı kalabalığa döndü, Şimdi bütün bu polisler köylü için mi toplanmıştı buraya? Ya korkan ya geri dönen olursa? Köylülerini incelemeye başladı. Gözlerinde tedirginlik varmıydı? Ayaklarına baktı, adımlarının hızı kesiliyormuydu? Köylünün gözü kavşağa kitlendi. Adımları hızlandı. O andan sonra hiç biri bir söz bile söylemedi. Adım adım yaklaştıkları kavşağın diğer kolunda bir hareketlilik daha belirdi. Allı morlu tülbentleri, şalvarlarıyla, iş elbiseleri ile başka kadınlar, başka erkek-
28-31 2B öykü_29-30 ellerimi tut 4/11/13 3:58 PM Page 31
ler yaklaştı polislerin kapattığı kavşağa. Her sokak arasından beşer onar köylü çıkmaya başladı. Ve polisler daha ne olduğunu anlamadan kavşağın karşısına koşmaya başladılar. Polis yakalayabildiğini tutmaya çalışsa da beceremedi. Sıyrılıp çıkıyorlardı ellerinden polislerin. Torosların, Beydağının yiğitleri sıyrılıp çıkmışlarsdı kınından. Gayrı dur durak olmazdı. Ali nasıl da gururlandı köylüsüyle. Çevre yolunun kıyısındaki derin hendeğin içine atladılar. Bir hamleyle çıkmak zorundaydılar. Polis biber gazlarıyla arkalarından yetişmeye çalışıyordu. Çevik dağ keçileri gibi hendekten çıkıp taşlıkların arasından bayır yukarı tırmanışa geçtiler. Polis amirlerinden birinin sesi geliyordu arkalarından, ağzı köpürerek bağırıyordu. “Tutun şunları dedim size.Niye bırak ıyorsunuz.İndirin yere itleri!” Ali, akın akın koşan köylülerin içinden anasını seçmeye çalıştı. Göremedi. İlk ekiple birlikte Alanya yoluna varmıştı, Alanya yolunu halk kapatmıştı artık. Kayaları ve çöp konteynerlerini yola savurdular. Bu yol bugün kapalı kalacaktı. Polis barikatı yarıp karşıya geçebileceklerine ihtimal vermediği için Alanya yoluna ulaşamamıştı henüz. Şerife başından sırtına doğru bir yangın hissetti. ‘Yok şimdi sırası değil’ dedi. Hapını atmayı unutmuştu. Ama bu başka
bir yangındı. Öne doğru savruldu. “Su bu .Sıcak su!” Tomalardan fışkıran tazyikli su henüz hendeklere inememiş olanları sürüklemeye başladı.Şerife’de aralarındaydı onların. Su tanklarının içindeki suya biber gazı doldurmuşlardı. Sürüklenerek hendeğe bıraktı kendisini. Aşağıdan birisi kavradı ve hendeğin öbür yanına attı Şerife’yi. İkinci ekip yola yaklaştığında aralarda koşan siviller kulaklıklarına bağlı telsizlerinden, en önde yolu kapatmış olanların eşgalle-
rini veriyordu. Ali bir anda iki sivil polisin arasında buldu kendisini.Kolunu kıvırıp yere yapıştırdılar,derken üçüncü sivil sırtına oturdu. Ellerini arkadan kelepçelediler.” Bu topraklar bizim, ölümüzü alırsınız, toprağımzı alamazsınız”diye haykırdı Ali. Annesinin konuşmalarından kalmıştı bu cümle kulağında” “Seni pis provakatör. Kim soktu seni lan bunların arasına.İşgalciler sizi. Ekmek elden su gölden kene gibi yapıştınız. Devletin malını sömürdüğünüz yetmedimi lan!”Dazlak polis bir yandan diziyle böbreğine vuruyor bir yandan
kulağının dibinde bağırıyordu. “Provakatör” neydi şimdi? “Toprağımızda işgalci ettiler bizi”dememişmiydi Anası? “İşgalci asıl sizi bura gönderen. Benim dedemin atamın buralar!” ciğeri yırtılırcasına bağırdı Ali, gerisini söylemesine izin vermediler. Sağındaki polis kapattı ağzını,”hay ben senin Ata’nı…!” Cılız bedeni sürüklenirken yediği darbeleri hissetmiyordu artık. Demek böyle oluyormuş. Öfke insanın hissiz ediyormuş. Bacaklarında bir ağırlık geriye doğru çekmeye başladı Ali’yi, ardından anasının çığlığı inletti alanı, “Bırakın,o benim oğlum! Verin benim oğlumu!”“Provakatörmü yetiştirdin lan sen! Devlet malına zarar verdi, polise saldırdı.Çekil kadın ayağımızın altından!” Başına, omzuna ratgele tekme iniyordu Şerife’nin. Bir an olsun bırakmadı oğlunun bacaklarını. ”Bırakmecen.Kanımı dökerin yine bırakman ben oğlumu. Üç gün sona imtana gircek o!” “Ne imtanı lan.Yarın salarsınız bunları üniversiteye terörist olup başımıza bela olurlar.”Kadın polisler Şerife’nin ellerini kavrayıp kelepçelediler.”Köylüye kelepçe vurdular! Köylüye Kelepçe vurdular”Şerife bir yandan ellerini havaya kaldırıp bir yandan avaz avaz bağırıyordu. Elleri kelepçelenmiş onlarca köylü otobüslere binmemek için direniyordu. Kadınlar yola oturmuş hayatlarında bilmedikleri sloganları atıyorlardı:” Ölürüz vermeyiz toprağımızı!” Ali anasına baktı, “Anam benim. And olsun ki o kelepçeyi senin ellerinden ben çıkarcem. Biraz daha bekle hele…..”
nİsAn 2013 | TAVIR | 31
32-33 değerler_29-30 ellerimi tut 4/11/13 1:39 PM Page 32
deneme deneme
değerlerimize ve ahlakımıza göz dikenlar elbet bunun hesabını verecekler! devrim savaş
ğından gayrı her yerde her şey de bir olan, bir lokma ekmeğini insanlarla Çok temel bir sorudur. Sade bakıldığın- paylaşan, mert olan yalan söylemeda ağzımızdan bir çırpıda çıkacak keli- yen, vatanını ölesiye seven damarlardan meler aynıdır. Onur, namus, adalet… Ül- besleniyoruz. kesini elin gavuruna peşkeş çeken hainin bile ağzından duyabiliriz bu kelime- Bu damarları tıkamaya çalışanların deleri. Tabi bu ağızlar aynı zamanda onu- ğerlerine sahipsek bizi artık o yoz külrun, namusun ve adaletin kemiklerini tür esir alıyor. Yani bizim olanın yerine sızlatan ağızlardır. Bu ağızlar halkın de- bizim olmayan Amerika’dan Avrupa’dan ğerlerini hiçe sayan kendi çıkarları uğ- ithal edilmiş bir kültür sarıyor bizi. runa kan bedeli yaratılan bu değerleri satan ağızlardır. Bu değerlere sahip çı- Nedir peki bu ithal edilen kültür nedir kanlar ile bu değerleri satanların tarih- öncelikleri; sel savaşı bugün hala sürmektedir. Örneğin haklı olmak düzenin değer Evet konu değerler ve değerlerimize göz listesinde 'güçlü olmak' tan çok sonra dikenler. Amaç ise bu gidişe bir dur de- gelir. Her şey güçtür ve güçlü olana tamek. Yaşlılara nasıl davranmasını bilme- pılır itaat edilir. Haklı ya da haksız olmayen genç kıza, halktan çalan hırsıza, sı hiçbir şey ifade etmez. Eşitlik ve adakomşusu açken tok yatan Hamit amca- let kelimeleri ise tam müzeliktir. Gider ya, iki kuruşluk peyniri üç kuruşa satan anca seyir edersin belki eski günleri yad bakkal amcaya, çareyi uyuşturucuda ederken cümle içersinde bahsi geçer. bulan genç adama, karısını aldatan iş- Çünkü bunlar korkulacak kelimelerdir. siz adama, kocasını aldatan bunalımlı ka- Allah muhafaza herkesin eşit olduğunu dına, dizilerdeki yaşama özenen ev ha- düşünebiliyor musun? O zaman nerenımına sesleniyoruz: bunlar bize ait de kaldı kokana burjuvazinin üstünlüolan şeyler değil. Biz Anadolu’nun soy- ğü. Hele de adalet burjuvazinin can düşlu damarlarından geliyoruz. Yarin yana- manıdır, adeta kanlısıdır. Bir de adaletin Bir insan ne için yaşar?
32 | TAVIR | nIsAn 2013
önüne 'halkın' kelimesi geldi mi kaçacak delik ararlar…yani adalet de eşitlik de kağıt üzerindedir. Kağıt üstünde kalan haklar hayatın her alanında yapılan haksızlıklar. Bunları görmemizi nasıl engellerler tabiî ki de bizi yalnızlaştırarak ve bencilleştirerek. Bunun için küçük yaştan başlarlar genetiğimizle oynamaya, Amerikan kültürünü aşılamaya. Eskiden bir uçurtmayı yapmak, kendi yaptığın oyuncaklarla oynamak, çember çevirmek, ip atlamak gibi yaratıcılığı geliştiren, çocuğu üretken kılan şeylerle oynanırken bugün yüksek bedellerle elde edilebilen uzaktan kumandalı oyuncaklar dayatılıyor. Aslında bedelinden ziyade bizi korkutması gereken bir başka yanı ise oyuncakların ideolojisi. Batman’inden Supermen’ine kadar kahraman diye yutturulmak istenen oyuncaklar bizim insanımızla uzaktan yakından alakası olmayan barbie bebekler hayal bir dünyaya çekiyor çocukları. Kendi yeteneklerinden bir haber yaratıcılığı gelişmeyen birer robot oluyorlar. İnsani değerleri tanımıyorlar. Yazının ba-
32-33 değerler_29-30 ellerimi tut 4/11/13 1:39 PM Page 33
Şöyle bir durup düşünmeliyiz. Gerçekten ihtiyaçlarımızı, hedeflerimizi, umutlarımızı kim belirliyor. Sorgusuz sualsiz yöneldiğimiz bu hedefleri gerçekten istiyor muyuz. Gerçekten 'benim' diyebileceğimiz neyimiz var. Hiçbirini biz belirlemiyoruz. Bizim olana sahip çıkmıyoruz. Bizim olan, bu yoz kokuşmuş sisteme karşı mücadele edenlere değer vermek, eşitliği, paylaşmayı, dayanışmayı, insani duyguları büyütmeyi savunmak, akıl ve mantıkla blinçlenmek, bencillikten kurtulmaktır. Bütün bunları unutmak insanı unutmaktır. Unutmayacağız.
şında da bahsettiğimiz gibi en basitinden bir yaşlıya bir büyüğe nasıl davranması gerektiğini, nasıl sevmesi gerektiğini, nasıl düşünmesi gerektiğini bilmiyor. Yani çocuklarımızın sosyal zekası gelişmiyor. Olayları anında kavrayan, ona uygun hareket edebilen biri değil de söyleneni yapan bazen (ki çoğu zaman) onu da yapmayan bireyler oluyorlar. Eğitim sistemine baktığımızda yine kendi değerlerini aşıladıkları bir tablo görüyoruz. Eğitim esas hedefi olması gereken 'kişiliğin gelişmesi', 'doğru davranışlar kazandırma', 'halkına ve vatanına karşı sorumluluk sahibi yapma', 'düşünme sistemini geliştirme' gibi kavramların esamesi okunmuyor. Eğitimin hedefi ve başarının kıstası, çok para kazanmak, mevki kazanmak, parlak bir kari-
yer yapmak. Geçenlerde çocuğu sınava giren adamın heyecana dayanamayıp kalp krizinden ölümünü izledik ekranlarda. İnsanı öldüren bu kaygı neden? Bu bilinmezlik bu gelecek kaygısı neden? Çünkü bizim gençlerimiz birer yarış atı. Hedefi para, para, para olan birer yarış atı. Ve bizim kalbimiz dayanmıyor artık bu kadarına. Ev-araba-yazlık üçgenine hapsolan ve tüm ömrünü bunlara veren, Amerika’nın, Avrupa’nın yoz kültürüne özenen bir ülkeye dönmüş durumdayız. İşte İstanbul’un yolları… Milyonlarca özel araçla dolu. Olan yine halkın cebine ve zamanına oluyor. Kazanan otomobil, lastik, petrol tekelleri oluyor. Neden? Çünkü araba en mühim ihtiyaç ama öyle herhangi bir araba değil hangi modeli daha ünlüyse o araba.
Bizden çalınmak isteneni iyi göreceğiz. Aman evime bir şey olmasın aman arabama bir şey olmasın derken tükettiğimiz koca bir ömür. Ne uğruna koca bir hiç uğruna. Bu çıkarlar uğruna ne kondusu başına yıkılan insanları görüyoruz. Ne her gün basılan demokratik kurumları görüyoruz. Ne hukuksuzca tutuklanan insanları ne göçük altında kalan maden işçisini ne fuhuşun batağına batmış gençleri. Ama hiçbiri de bizden uzak olan şeyler değil. Tükenen her şeye göz yummak ölümdür. Bir gün kalp krizi olur gelir, bir gün kurşun olur gelir, bir gün göçük altı olur gelir. Bunlar kader değildir. Bunlar koca bir suskunluğun ardından gelen fırtınadır ve bizi yutar yok eder. Bunlara dur demek bu topraklar, bu tarih, bu kültür, bu ahlak bizim demek yani bizim olana sahip çıkmaktır bize düşen. Elin Conisi bu topraklarda fink atarken biz rahat uyumamalıyız. Değerlerimize sahip çıkmalı, yoz kültüre karşı devrimci ahlakı geliştirmeliyiz. Devrimci ahlakın gelişmesi bizim tarihimizde gizlidir. Bu ahlak bizim en büyük gücümüzdür, direniş dayanağımızdır, namusumuzdur…
nIsAn 2013 | TAVIR | 33
34 yuregine_29-30 ellerimi tut 4/11/13 1:40 PM Page 34
şiir şiir
yüreğine al beni... ali özberk
Yüreğine al beni... Belki kışın ayazında fırtınalı bir gündesin Düşüncelerin savruk, duyguların kötürüm Belki de parıl parıl bir yaz güneşine Değiyor gözlerin İster kışın ayazında İster güneşli bir günde ol Kapat gözlerini Sıyrıl kabuğundan Dünyaya bak, nasıl dönüyor Nasıl da tepetaklak Vatana bak; onur, şeref ve namus Hepsi ama hepsi haraç mezat! Kapat gözlerini Pespaye filmlerin yalan dünyasından Bencilliğin bireyciliğin girdabından kurtul Kıskançlıktan, güvensizlikten Tek başınalıktan sıyrıl Beynine, düşkün bir hayatın enjekte edilmesine izin verme! Umutlu düşler kur! Ve aç gözlerini ki Kimse uyutmasın seni
34 | TAVIR | nİsAn 2013
Haklısın bıçaktan keskindir sözlerim Çünkü ölümsüzlük şerbeti içtim de geldim Ben kim miyim? Umutlu düşler kuranların Omuz omuza yumruk kaldırıp saf tutanların Yanıdır yerim Kalbim halkımın kalbinde çarpar Seninle soluk alır verir Seninle çoğalırım İşte böyle yaşanır karanfiller diyarında “yaşamın onurlu bir yanı vardır” demiştir Gülsüman işte o onurun peşine düşenlerdenim. Sevgim dağlar kadar büyüktür Vatanımı, halkımı seviyorum Nefretim dağlar kadar büyüktür Emperyalizmin ve uşaklarının Cümlesinden nefret ediyorum Bakın topraklarımız savaş üsleriyle doldu Ellerinin değdiği her yer kirlidir Toprağın altı toplu mezarlarla Üstü hapishanelerle doludur Nutukları hep yalandır Banka hesapları büyük olanların Yalanları da büyüktür
Canlarıysa tatlı mı tatlı Oysa gerçek vatanseverler Sömürüsüz bir dünya Eşitlik ve adalet uğruna Canlarından geçerler Kim miyim ben? İçinizden biryim “Amerika Defol!” demeyi “BuVatan Bizim!” demeyi onur, namus, şeref, haysiyet eyleyenlerdenim Kurtuluş Savaşı’nın adsız kahramanlarındanım Düşmana kinimi kuşandım da çıktım yola Bir de “Biz buraya dönmeye değil, ölmeye geldik” diyen Mahirlerin kararlılığını... Her gün isyanınızı duyarım “Kadere”dir bu haykırış O “kaderin” adresini iyi bilirim İsyanınızı isyan eyledim Ben bir feda savaşçısıyım Halkımın, topraklarımın bayrak açan Karanfil renkli isyanıyım Kapat gözlerini umutlu düşler kur Ve aç gözlerini kimse uyutmasın seni Ben bir feda savaşçısıyım Yüreğine al beni İsyanımız daim Kurtuluşumuz mutlak olsun
35sam amca_sablon 4/11/13 1:41 PM Page 35
şiir şiir
elçisi zeval olan sam amca’ya ayşe elif çay
1.. Burası Sam Amca! Burası Anadolu Ve doğusundan batısına Ve kuzeyinden güneyine Cümlenize nefret dolu Ki iğrenç varlığınıza dair Tarihsel bir alerjidir bu Ve burada Sam Amca Yani Anadolu'da Diplomatik kurallar Anlaşmalar vesaire Geçmez! Ki bu nedenle Elçiye zeval de Alın çatında feda da Olunur burada 2.. Bu toprağın delikanlıları Sam Amca Fenadır.. Fenalığı size ve işbirlikçilerinizedir elbette Ki o delikanlıların fani bedenleri Bağımsızlık uğruna Fedadır.. Ve bu toprağın delikanlıları Sam Amca İğneyle kuyu kazmada ne kadar Mahir'se İğne deliğinden geçmede de o kadar Mahir'dir Ki bu topraklarda Ekmek aslan ağzında
Adalet iğne deliğinin ardındadır O halde ve o zaman Sam Amca O delikten ya geçilecek Ya da geçilecektir! 3.. Elçiliğiniz Sam Amca Elçiliğiniz.. Ne kadar da "yüksek güvenlikli" Ve "korunaklı" Ki "sonrası malum" Dı'lı ve di'li geçmiş zaman Korunaklıydı.. Güvenlikliydi Ve lakin gayrı meşruydu Bu nedenle artık Korunaksız Güvensiz.. 4.. Kameralarınız, dedektörleriniz Sıra sıra duvarlarınız vardı Sam Amca Kimse giremezdi yani Giren de çıkamazdı Ancak kameralarınız göremedi Halkın hıncını Dedektörleriniz ötmedi Halkın hıncına Duyarsızdı çünkü Ve demir beton, çelik kapı Kâr etmedi O büyük hıncın şanlı olup
Şaha kalktığı yerde Hükümsüzdü çünkü 5.. Ve conileriniz Sam Amca Canileriniz.. Don gömlek çıktılar çatıya Ki bizim buralarda Tek kelimeyle korku denir buna Korku denir Sam Amca! Ve halkın şanı, Şanlı'sı Meydanda oldukça Yeriniz daima çatıdır.. Duyduk ki Sam Amca Duyduk ki Hakkımızda dava açacakmışsınız Biz o davayı evvel zamanda Açtık Ve nice duruşmalar görüldü Vietnam'da Irak'ta Kızıldere'de.. Ki yargılayan bizdik Ve mütalaayı okuduk her bir ağızdan; BU VATAN BİZİM! Ve hükmü verdik çoktan; DEFOLUN! Sam Amca: 1800’lü yıllarda ABD’de yaşamış zengin bir işadamının adı, zamanla Amerika Birleşik Devletleri’ni simgeleyen hale gelmiştir. Sam Amca deyince, akla ABD emperyalizmi gelir.
nİsan 2013 | TaVIR | 35
36-38 reklam_29-30 ellerimi tut 4/11/13 2:04 PM Page 36
makale makale
şimdi reklamlar ezgi soydan
Kapitalizm gölgesini satamadığı ağacı lamak için denenen her türlü yol" diye tanımlar reklamı. Yani bir malı satmak keser"* için yapılan her şey mübahtır anlamı çı-Bonus'tan nakit avans'ta taksit kolaylı- kar bu tanımdan. Çünkü zaten reklamın amacı tükettirmektir, hem de dizginsiz ğı.. Bonus yaz 3340'a gönder, kartın sana ve ölçüsüzce.. gelsin.. Kapitalizmin ahlakına ve anlayışına uygundur bu tanım. Sürüm içi yani satmak -Yıl 2013, fiyatlar 2012'den daha iyi! için tükettirmek için her yol mübahtır İnanılmaz değil mi? onlar için. değer, ahlak, kültür hiçbir şey gözlerine görünmez. Yeter ki satılsın tüCHEVROLET CRUZE Stiliyle baştan çıkaran dinamik tasa- ketilsin ve paralar gelsin. Kapitalizmin kardan başka hiçbir şey düşünmez. rım. -Ataşehir'in en prestijli ofisleri Hayatlarımızda ister istemez önemli Palladium Tower'daki ofisinizi sıfır peşi- bir yere sahiptir reklam. Hayatın her alanında vardır ama en önemli ayağını da natla şimdi alın, 24 ayda ödeyin. yazılı ve görsel medya oluşturur. Televiz-Nüfus cüzdanın varsa İNG'de kredin var! yonu açtığımızda ilk karşılaştığımız reklamdır. Filmlerden dizilere izlediğimiz ne Kamu çalışanlarına özel kredi.. varsa ve hatta haber bültenlerinin arasında bile reklam vardır. Sanki izlenen Reklamın iyisi kötüsü olmaz sözünü asıl şey haberler, film değil reklamlardır. çokça duymuşsunuzdur. Halk için doğru ve geçerli değildir bu söz. Kapitalizm Sadece televizyon mu? Değil. Bilgisayariçinse doğrudur. Onlar için reklam olsun ların ekranlarında birden belirenler, telefonlara mesaj olarak gelenler, okududa nasıl olursa olsun hiç fark etmez. ğumuz gazete, dergiler, adım başı karSözlükler: "bir şeyi halka tanıtmak, be- şımıza çıkan bilboardlar, camlar, duğendirmek ve böylelikle sürümünü sağ- varlar vesaire vesaire.. Dilimizde bile on36 | TAVIR | nİsAn 2013
lar vardır. Bizlere bile reklamlarını yaptıracak kadar hayatlarımıza sokulmuşlardır. Burjuvazi reklamlarla tüketimi arttırmakla birlikte, bilinçleri bulandırmayı, manipülasyonu, gerçekleri ters yüz etmeyi, halkı kültürel olarak yozlaştırmayı amaçlar. Gerçekte öyle olmayan bir şeyi tam tersi göstermeye muktedirdirler. Örneğin kredi kartı reklamları bolcadır medyada. Bol bol faydalarından, BONUS'lardan bahsederler. Kredi kartının nasıl yaşamı kolaylaştırdığından dem vurup dururlar. Ama gerçekler tam tersidir. Bugün kredi kartlarından dolayı milyonlarca insan borç batağına batmıştır, mağdurdur. Gelirleri yoktur ama artık sokak başlarında standlarda bedavaya dağıtılan kredi kartlarından alıp reklamlarla empoze edilen tüketim kültüründen etkilenip önünüze geleni almanız, istemeniz kaçınılmaz olmuştur. Sonuç? İntihar, cinnet, katliam. Asgari ücret 774 lira. Bu parayla bir evin mutfağında pişecek olan yemek bellidir. Ama aç televizyonları, bol bol sucuk, salam, sosis, süt, peynir reklamları görürsünüz. Üstelik sıklıkla çocuklar kullanılır bu reklamlarda. Ve ekran-
36-38 reklam_29-30 ellerimi tut 4/11/13 2:04 PM Page 37
da gördüklerini çocukların istemesi, canının çekmesi kaçınılmazdır, bunu herkes bilir. Çocukların baklava çaldığı gerekçesiyle yıllarca hapis yattaığı bir ülkedir bu ülke. Baklava çalmak zorunda bırakan ise kapitalizm, her şeyi almaya edinmeye özendiren reklamları, kapitalizmin empoze ettiği yoz kültürdür. Tüm kanalları adeta konut reklamlarıyla doludur. Her tarafa "modernlik, çağdaşlık" adına koca koca gökdelenler dikilmiştir. Maslak 1453'den kulelere, toki'lerden tower'lara, rezidanslardan triblekslere seçenek çoktur. Ama aynı zamanda bu binaların yapımının önünü açan iktidar 9 milyon evi yıkacağını ilan etmiştir. Evleri yıkılacak olanlar en yoksullardır. O yoksulların o evleri alma şansları yoktur, olmaz ama yine de o reklam bombardımanından nasibini alır. Bir gün oralarda oturabilmenin hayalini kurar durur. Gerçekçi değildir ama umut fakirin ekmeğidir! Umudunu yitirmez, para biriktirir. Reklamlarda izlemiştir sıfır faizle konut kredisi vardır, alır, çalışır, didinir ama bir yerden sonra tükenir. Ondan sonra da ne ev kalır ortada, ne de can. Banka reklamlarına ne demeli? Anlatılacak olan altı üstü kredi çekmenin kolaylığı(?)dır. Ancak reklam mutluluk gibi sözlerle başlar ve iş burada değişir. Kim mutlu olmak istemez ki bu ülkede? Öyle ya herkesin özleyeceği, isteyeceği bir şeydir mutluluk. Ancak bunu o bankalardan çekilen kredi ile bulmak mümkün değildir. Değilse bankaların önünde geceden kuyruğa girelim! Mutluluk dağıtıyor ya. Mutluluk için değmez mi? Manipülasyon dediğimiz işte budur. Bankacılık yasal tefeciliktir. Bankalarda para para karşılığında satılır. Yani ortada bedava yapılan bir "hizmet" yoktur, sonunda da mutlu olan görülmemiştir. Borcunu günü geldiğinde ödeyemediğin zaman icra memuru kapında biter. Eşyalar gider.. Yuvalar dağılır. Ortada ne
sen kalırsın, ne aile, ne ev ne de para. Araba reklamlarına değinmeden olmaz. Mübarekler araba değil sanki uzay mekiği. Kar kış kıyamet hatta buzullar bile kar etmiyor uçup gidiyorlar. Ayaklar yerden kesiliyor, bütün dertler bitiyor. Ancak bu meret benzinsiz yürümüyor tabi. Benzinin dünyada en pahalı satıldığı ülkelerden biri de maalesef Türkiye. Trafik kazalarında da dünya birincisi sayılır. Yani reklamlarına kanıp borç harç aldığımız arabanın garajda çürümesi işten bile değildir bu koşullarda. Tüketim toplumu insanlardan sürekli daha fazla tüketim yapmalarını istiyor. Bu planlanmış bir şey. 2. Dünya savaşından sonra A.b.d. başkanı Eisenhower'in bir danışmanı "tüketim maddelerinin artan bir hızla tüketilmesi, yenilerinin alınması ve çöpe atılmasına ihtiyacımız vardır" demiş. Bu amaçlar reklamlarla insanlarda satın alma istekleri teşvik ediliyor. A.b.d.'de herhangi bir insan günde 3000 reklam mesajı alıyormuş. Tüketimi sağlama almak için, planlanmış bir şekilde ürünlerin çabuk eskiyecek veya değiştirilecek şekilde üretilmeleri gerektiği de ileri sürülmüş. Brooks Stevens adlı bir en-
düstri tasarımcısı planlanmış işe yaramama diyebileceğimiz bu kavramı "tüketicide daha yeni ve daha iyi bir şeyi gerektiğinden daha önce satın alma arzusu yaratmaktır" şeklinde tanımlamış. (1) Kapitalizm meseleye böyle bakar. Bu aynı zamanda sınıfsal bir bakıştır. Onlar bizim için her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünür, sana tüketmeyi bırakır, sen de tüketirsin ister istemez. Başka da şansın yoktur zaten; o reklamlar amacına ulaşana kadar peşini bırakmaz. Bizler ihtiyacımız olan bir şeyi alırken sağlam ve dayanıklı olması için özen gösteririz, lakin onlar dayanma sürelerini de öngörmüştür, belirlemiştir. Seni azgınca bir tüketimin içine atar yoksul da olsak onun isteğine bir şekilde uyarız. Bizim için her şeyi düşünüp hayata geçirirler. Kapitalizmin ahlakı yoktur. Bunu en açık haliyle reklamlarında görürüz. Sözde bir araba, bir kek, dondurma, reklamıdır yaptıkları. Ancak asıl olarak kadının cinselliğini teşhir ederler. Ürün üzerinden kadının bacağını, kalçasını, dudağını izlettirirler. Bu bilinçlidir - ki en başta söylediğimiz gibi malı satmak için nİsAn 2013 | TAVIR | 37
36-38 reklam_29-30 ellerimi tut 4/11/13 2:04 PM Page 38
her şey mübahtır onlar için - ve işe yarar her zaman. Onlar kendi tecrübelerinden bunun işe yaradığını görmüştür. Kadın cinselliği hemen her reklamda mutlaka izlenir. Mankenler bu işin en önemli parçası ve önemli bir sektör. Yatak odamıza girecek kadar da yaşamımızdalar.
malzemesi hem de dalga konusudur her zaman. Temel'in aşağılanması, kaba aşağılayıcı bir Karadeniz şivesiyle sözde mizah yapılması gibi. Kürt halkının yöresel şivesinin alay konusu edilip reklam, film, dizi gibi yerlerde kullanılması gibi. Yani bizim kusurlarımız(!) onlar için eğlenme, gülme, değerlerimiz külÇocuklar yine kapitalizmin ahlaksızca üs- türümüz aşağılanarak reklam malzemetünde tepindiği bir alandır. Çocuklar rek- si yapılmaktadır. lamların önemli bir parçasıdır. Çocuk yürekleri, o saflıkları, temizlikleri burjuva- Tüketim kültürü.. zi tarafından kullanılıp kirletilir. Büyüklerin yaşamlarına özendirilir, temiz olan "Amerikan vatandaşı sabah karanlığındünyaları, beyinleri böyle kirletilir. dan gece yarısına kadar sıkıyönetim altında yaşamaktadır. Bu sıkıyönetim rekHayalleri, özlemleri vardır bu halkın. lamcılığın sıkıyönetimidir. Günlük yaşaYaşadığı yoksulluğun içinde o hayalle- mında gördüğü, işittiği, dokunduğu, tari gerçekleştirme şansı yoktur ama on- dına baktığı her şey ona bir şey satabillarla yaşar. Burjuvazi halkın bu duygu- mek çabasına dayanır. Reklamcılık, larını kullanır. Her reklam buna hizmet onun benliğine işleyebilmek için bütün eder. Bazen hasretlik, gurbetlik konu marifetini kullanmakta, kızdırmakta, olur, bazen sevgi saygı. Bazern işçi şaşırtmakta, sinirlendirmekte, fakat en emekçinin yaşadıkları üzerinden anla- sonunda onun direncini kırarak mutlatılır, bazen kadınlar, analar, çocuklar, ka ona bir şey satmaktadır." (2) sakatlar, gurbetlik çekenler.. Ne ararsan vardır. Dünyanın efendisi(!) Amerika halklara karşı her türlü kötülüğün, zulmün ana Sevgi onlar için tektaş bir yüzüktür. Bir yurdudur. Amerika'nın yarı sömürgesi ananın evladına duyduğu özlem bir bir ülkeyiz. Tabiri caizse bu ülkenin telefon reklamıdır. Bayramlarda küçük- egemenleri Amerika'dan izin almadan, lerin büyükleri ziyaret etme geleneği, şuradan şuraya adım atamaz, ağzını kısa mesaj atmaya indirgenir. açamaz. Kültürümüz de onlar için bulunmaz bir malzemedir. Halkların kültürleri, değerleri, gelenek ve görenekleri vardır. Bunlar her şeyden önce burjuvazinin yoz kültürüyle hiçbir şekilde örtüşmez. Ancak o değerler burjuvazi tarafından Coca Cola reklamlarına bile malzeme olur. Coca Cola demek emperyalizm demektir. Coca Cola bir halka dayatılan onursuzluğun sembolü demektir. Coca Cola bağımsızlığın ayaklar altına alınması, yani işbirlikçilik demektir. Hal böyleyken halkımızın en çok değer verdiği ramazan aylarının en gözde reklamlarından biri de iftar sofralarındaki Coca Cola'dır. Etnik kimliğimiz, şivemiz, yöresel özelliklerimiz, cinsiyetimiz. Hem reklam
38 | TAVIR | nİsAn 2013
Halka yönelik her şey Amerika'dan ihraç edilmiştir. Ki reklam dediğimiz şey zaten doğrudan emperyalizmin denetimindedir. Emperyalist yoz kültürün bir parçası olarak reklamlarda, reklamlardan amaçlanan anlayışta işbirlikçi oligarşi tarafından bizim yaşamlarımıza sokulur. Yaptığımız alıntı 1984'te yazılmıştır, ancak geçen onca yıla rağmen bugünü anlattığı aşikardır. Reklamlarla kızar, üzülür, sevinir, nefret eder ama sonunda ürünü gidip alırız. Ki amaçlanan da budur zaten. Ayrıca kültürel bir yozlaşmanın da bir parçasıdır reklam. Çocuk, genç, kadın, erkek, herkesi her şeyi kapsar içine alır.
Çünkü onlar her kesime, her yaşa, her anlayışa göre reklam üretirler. O reklamlarla her türlü yozluğu yaşamlarımıza sokarlar. Bencillik, bireycilik, arsızlık, cinsellik, hakaret, aşağılama, ayrımcılık, ırkçılık her şey vardır o reklamlarda. Onların istediği malları tüketmemiz, onlar gibi düşünmemiz, yaşamamız için her şeyi yaparlar. Dahası çokça söylendiği gibi tüketim toplumu yaratırlar, yaratmışlardır. Üretimin içinde olmamak, sadece tüketmek aslında insanı tüketmenin bir başka yoludur. Sonuç olarak.. Antenler yalan söylüyorsa Yalan söylüyorsa rotatifler Kitaplar yalan söylüyorsa Duvarda afiş, sütunda ilan yalan söylüyorsa Beyaz perdede yalan söylüyorsa çıplak baldırları kızların Dua yalan söylüyorsa Ninni yalan söylüyorsa Rüya yalan söylüyorsa Meyhanede keman çalan yalan söylüyorsa Yalan söylüyorsa umutsuz günlerin gecelerin ayışığı Söz yalan söylüyorsa Ses yalan söylüyorsa Renk yalan söylüyorsa Ellerinizden geçinen ve ellerinizden başka her şey Herkes yalan söylüyorsa ** Evet yalan söylüyorlar. Emperyalizm ve işbirlikçilerinin beslendiği yer yalandır. Onların bu kokuşmuş çürümüş düzenleri yalan üzerine inşa edilmiştir. O reklamlar da bu anlayışın bir parçasıdır. O yalanlara kanmayalım. O reklamlara itibar etmeyelim. Onların istediği gibi tüketen bir asalak değil, halk için, hakikat için üretelim. *Karl Marks **Nazım Hikmet
39-41aynali_sablon 4/11/13 1:50 PM Page 39
biyografi
biyografi
aynalı martinli hekimoğlu anıl güleryüz
“... Devrimciler, zenginler düzenine karşı fakirlerin, hak ve adalet davası için mücadele ederler... Savaşırlar...”* 1.Zenginler düzenine karşı fakirlerin hak ve adalet davası için mücadele edenler devrimcidir. Anadolu toprakları da bu devrimcilerin yatağıdır adeta. Bu yüzden onlarca kahramana, bu yüzden yoksuldan, halktan yana düzen kurmak isteyen onlarca yoksul ayaklanmasına ev sahipliği yapmıştır. O devrimcilerden biri de Hekimoğlu İbrahim’dir. Hekimoğlu İbrahim, Şanlı Alişan’ın yol arkadaşlarıdır. Şanlı Alişan Hekimoğlu İbrahim’den yüzyıl sonra onun doğduğu topraklarda, onun sevdiği tohumlardan yeşermiş 1 Ocak 1973 yılında Ordu’nun Gürgentepe ilçesi Akören köyünde yüreğinde Hekimoğlu’nun ateşiyle doğmuştur. Hekimoğlu İbrahim’in o dağlarda yaptığını, Alişan da dağlara sevdalı bir devrimci olarak belinde 14’lüsü, omzunda lavıyla İstanbul’un sokaklarında yapmıştır. Bu yazı o devrimcileri anlatır. 2.Hekimoğlu İbrahim Kimdir? Ordu-Fatsa’nın Yassıtaş köyünde doğmuştur Hekimoğlu. Yoksuldur ve yaşlı bir anacığından başka kimsesi yoktur. Dürüstlüğü, mertliği, saygısı, sevgisi, ahlaklı oluşuyla halk tarafından sevilir, sayılır. Silah atıcılığındaki ustalığı da dillere destandır. Attığını on ikiden
vurur. Yiğitliği, dürüstlüğü, nişancılığıyla köyünde el üstünde tutulan bir delikanlıdır Hekimoğlu İbrahim. Karadeniz’de lakap mahiyetiyle soyadıyla seslenme yaygındır. Bu yüzden İbrahim de Hekimoğlu diye çağrılır. Gel zaman git zaman İbrahim unutulur gider. Hekimoğlu olarak günümüze kadar taşınmıştır. Tabii onu günümüze taşıyan yukarıda bahsettiğimiz devrimciliğidir... 3.Yakın bir komşu köyde Gürcü Sefer Ağa’ya ait bir değirmende çalışır Hekimoğlu. Ekecek toprağı, dikecek ağacı yoktur. Bir ağanın yanında karın tokluğuna köle gibi çalışmaktan başka seçenek sunmaz hayat onlara. Bir gün Sefer ağanın kızı Fadime gelir değirmene ve o günden sonra tutulur iki genç birbirine. Bu sevda dengi dengine çalınması öngörülen davulun gerçekliğine uygun değildir ama onlar için bu anlayışın önemi yoktur.. Sevdaları denktir çünkü. Sevdaya yasak konamayacağını da cümle alem bilir... Fırsat buldukça buluşur Fadime ile Hekimoğlu. Ama bir gün köyün gençlerinden Yusuf görür onları. Ortalığı yaygaraya verir Yusuf. Ve köyün gençleriyle bir olup Hekimoğlu’nu öldürmeyi kararlaştırırlar. Haber salarlar Hekimoğlu’na “yarın bağ evinde olsun” derler. Hekimoğlu bir puştluk olduğunu sezer ama canını korumak için sevdalısından
vazgeçecek değildir. Her ne pahasına olursa olsun buluşturmaya geleceğini söyler. Martini’ni omzuna alır, fişekliklerini beline omzuna dolar, tabancasını beline yerleştirip, soranlara da domuz avına gidiyorum diyerek düşer yollara. Gençler Hekimoğlu’nun gelmesine şaşırır. Ama şaşılacak bir şey yoktur çünkü sever Fadime’yi, sevgisine de sahip çıkar. Gençler Hekimoğlu’nu dinlemez bir kez öldürmeyi kafaya koymuştur Hekimoğlu’nu. Yusuf silahını çeker ama Hekimoğlu erken davanır ateşler silahını... Bir kişi ölür… Hekimoğlu yönünü çevirir dağlara, çünkü bu koşullarda ona sahip çıkacak, kucak açacak olan dağlardır. İlkin teslim olmayı düşünür Hekimoğlu. Ancak ağaların, beylerin düzeninde haklı olsa da onların gözünde “baldırı çıplak” olduğu için haksızlığa uğrayacağını bilir. Adalet halk için değil ağalar içindir, buradan Hekimoğlu’nun payına düşecek olan da mapus damıdır. Hakkını dağlarda da aramayı seçer Hekimoğlu... 4.Dağa çıkmak devlete, ağalara meydan okumak, kafa tutmaktır aynı zamanda. Yani sadece canını korumak değil, tüm halk düşmanlarını karşına almaktır. Hekimoğlu dağa çıkarak bunu yapmıştır. Sonradan yanına iki yeğeni ve yakın arkadaşı Gedik Halil katılır. 4 nİsan 2013 | TaVIR | 39
39-41aynali_sablon 4/11/13 1:50 PM Page 40
kişilik Hekimoğlu çetesi uzun yıllar hüküm sürecekleri Fatsa, Ordu, Tokat, Niksar, Samsun dağlarında ilk adımlarını atarlar. O yörelerde adı sanı duyulmaya başlamıştır. Ama adı kötü değil iyi anılır... Çünkü o halka zulüm etmiyor elinde avucunda ne varsa yağmalamıyordur. Aksine zenginden alıp yoksullara dağıtır halka zulmedenlerin karşısına dikilir. Halk Hekimoğlu’nu benimser bağrına basar... Bu aralar büyüyen çetenin namı da alır büyür. Halk yoksuldu... Yoksulluğu yetmezmiş gibi vergilerle inim inim inletiliyor, elinde avucunda ne varsa alınıyordu. Egemenin hala reva gördüğü adalet buydu. Ağaların baskısı zulmü de çabasıydı. Bunların karşısında Hekimoğlu’na karşı büyük bir adalet, iyilik, yöre halkında Hekimoğlu’na karşı büyük bir sevgi-saygı sahiplenme yarattı... “...Ben Tokat Kızılcaören Köyü’ndenim. O sıralarda köyün ilk okuluna devam ediyordum. Bir gün evimize bir takım silahlı adamlar geldiler; bunların hemen Hekimoğlu çetesi olduğunu öğrendik. İşte Hekimoğlu denen adamı o zaman görüp tanıdım. Orta boylu sarışın, son derece yakışıklı bir adamdı. Biz önce bunlardan korkmuştuk ama büyüklerimizde bir korku falan görmeyince, bunların öyle korkulacak bir yeri olmadığını hemen anladık. Büyüklerimiz onları dostça karşılamışlardı. Sonra Hekimoğlu okulumuza geldi. Bizi topladı sevdi okşadı. Bize marşlar, okul şarkıları söyletti. Arkasından derslerimize çok çalışmamızı yurda yararlı kişiler olmamızı öğütledi. Giderken de her birimize beşer kuruş verdi.” Hekimoğlu halkın gözünde işte buydu. 5. Dağlar başka başka çetelerle de doludur. Ama bugün o çetelerin resmi kayıtlarda bile isimleri yoktur. Çünkü onlar halkın safında değil egemenlerin yanındadır. Ağa adına halka zulmeden onlardır. Hepsi ağanın tetikçisi olmuştur... Bu yüzden de adları bile anılmaz... Hekimoğlu ise 100 yıldır anlatılır durur.
40 | TaVIR | nİsan 2013
Türküsü dilden dile söylenir... Analar, babalar, çocukları Hekimoğlu gibi yiğit, mert olsun diye adaklar adar, dualar okur: halk haklının, haksızın, doğrunun yanlışın hakkını verir her zaman. O yürek, o bilek, tetiği çeken o parmak halktan yana olursa karşılığını bulur. Değilse tarihin çöplüğünde yok olur... 6. Hekimoğlu uzun yıllar hüküm sürer o dağlarda. Bu süre içinde hükümetle, ağanın adamları ve diğerleri ağa yanlısı çetelerle defalarca çarpışır. Saatlerce süren çarpışmalara girer ama bana mısın demezler. Karşısında devasa bir güç vardır ama sayının hükmü yoktur. Hekimoğlu inandığı bu dava için, yoksulun hakkı ve adaleti için savaşır, hasımları ise egemenin tetikçiliğini yapar. İnanarak yapmaz onlar yaptıklarını. Cesaret değil, paradır, uşaklıktır onlara bunu yaptıran. Bu yüzden sıkıyı görünce hepsi de çil yavrusu gibi dağılır kaçar. Hekimoğlu bir efsane gibidir artık. Onca kuşatmaya onca takibe rağmen ele geçirilemeyişi ağaların iyice bilenmesine yol açar. Salihli köyünün ağası Hulusi Ağa zaptiyelerinin başarısızlığı yüzünden Hekimoğlu’nun peşine düşmeye soyunur. Hükümet onu ‘kır serdarı’ tayin eder. O zaman eşkıyayı takip etme görevi için yetki verilen sivillere kır serdarı denmektedir. Hükümet onlara para da verir ancak Hulusi Ağa’nın paraya ihtiyacı yoktur. Derdi para değil, bir “baldırı çıplağın” onlarla başetmesidir. Bu kinin kaynağı sınıfsaldır asıl olarak... devletin, ağaların düzenine kafa tutan bir eşkıya ile baş edememesinin aczidir. Asayiş iyice bozulmuştur, bozulan düzeni yoluna koymak ve bu düzeni bozan Hekimoğlu’nu da dize getirmektir derdi ancak evdeki hesap çarşıya uymaz. 7. Hulusi Ağa Hekimoğlu’nun Kumru’da olduğunu öğrenir. Hekimoğlu’nun bulunduğu yeri kuşatır. Hekimoğlu Bahçaarmut yaylasında bir fırındadır. Sabahtır... Kuşatılmıştır... Hulusi Ağa Hekimoğlu’na ‘teslim ol’ çağrısı yapar. Aslında gelecek
cevabı o da iyi bilir ama yine de şansını dener. Cevabı da tepelerinden uçuşan kurşunlar olur. Büyük bir cenk başlar. Fırından çıkış yoktur. Saatler sürer çatışma... Hekimoğlu aynalı martinisiyle Hulusi Ağa’yı alnının ortasından vurur. Ve kuşatmayı yarıp çıkarlar. Zaptiyeler ve ağanın tetikçileri peşlerinden sökün etseler de bulamazlar... Bunun nedeni de halkın, Hekimoğlu’nu sahiplenmesi, koruyup kollamasıdır. Hekimoğlu’nun Hulusi Ağa’yı cezalandırıp bu büyük çatışmadan sağ salim çıkması ününe de ün katar. Ama bu cengin kahramanı asıl olarak Hekimoğlu ile özdeşleşen Aynalı Martini’dir. Aynalı Martin özel yapılmış bir mavzerdir. Mavzerin üzerine bir ayna taktırır Hekimoğlu. Çatışmalar da bu aynayı düşmanın gözüne tutar kamaştırır, hedefini şaşırmasını sağlarmış. Sonrası malum... nişanını alır hasmını alnının çarından vururmuş. Hekimoğlu türküsünde “aynalı martin yaptırdım da narinim kendi neslime” deyişi bundandır. Hekimoğlu’nun aynalı martinileri Bahattin Anıklar’la, halk kurtuluş savaşçılarıyla hüküm sürdürmüş, sürdürmeye de devam etmektedir hala. 8. Hekimoğlu ile başedemeyen egemenler çeşitli kere af yoluna gitmiş ancak Hekimoğlu’nu kandıramamışlardır.. Çeşitli yalanlarla karalama yoluna gitmişler, tetikçi, paralı ajan ağları kurmuşlar ama başarılı olamamışlardır. Çünkü Hekimoğlu halkın evladıdır. Halk onu düşmanlarından gözü gibi koruyup kollamıştır. Tarihler 26 Nisan 1913’ü gösterdiğinde gece yarısı büyük bir güçle kuşatılır Hekimoğlu. Büyük bir savaş başlar. 8 saat sürer çatışma... 8 saat içinde defalarca ‘teslim ol’ çağrısı yapılır... Hekimoğlu’nu sınamaktır, umutsuzluğa, çaresizliğe sürüklemektir dertleri... Ama her seferinde cevabı bellidir Hekimoğlu’nun... Basar aynalı martinin tetiğine... Son mermisine kadar çatışır
39-41aynali_sablon 4/11/13 1:50 PM Page 41
ve şehit düşer Hekimoğlu... 9. Halk Hekimoğlu’nu öldürmez... Halk hiçbir zaman kahramanlarını öldürmez. Onları kırklara karıştırır... Başı her sıkıştığında yardım ister onlardan, yardım edeceğine inanır... Güçsüz düştüğünde gücünü o kahramanlardan alır. Onlara sıkı sıkı sarılır ki evlatlarını da o kahramanlar gibi yetiştirmek için çabalar. Onurlu, namuslu, yiğit bir evlat yetiştirmek için bu değerleri sahiplenir... Ardlarından türküler ağıtlar yakar... Hekimoğlu’na da yakmıştır. O türkü on yıllardan bu yana hala 7’de 70’e halkımızca söylenir, bilinir. Bir ulusun türkülerini yapanlar yasalarını yapanlardan daha güçlüdür. Hekimoğlu türküsünü yakan halktır. Hekimoğlu da bu halkın ölümsüz evladı, kahramanıdır...
10.SON SÖZ.. Bilenler bilir bizim Şanlı Alişan çok sever Hekimoğlu türküsünü... Kimdir ŞANLI ALİŞAN? Bugünün Hekimoğlu’sudur. Zenginler düzenine karşı fakirlerin hak ve adalet davasını sürdüren bir devrimcidir... bir fedaidir ŞANLI ALİŞAN. Hem de dünya halklarının tüm öfkesini kuşanıp emperyalizmin beyninde patlamıştır. Hekimoğlu ve Şanlı Alişan aynı toprakların iki kahramanıdır. Öyleyse haydi gelin onlar için onların türküsünü hep beraber söyleyelim. Hekimoğlu derler benim aslıma Aynalı Martin yaptırdım da narinim kendi neslime Evlerinin önü arpa sergisi Hekimoğlu İbrahim de narinim ayva sarısı Hekimoğlu İbrahim taştan bakıyor Elindeki martini de narinim
canlar yakıyor Konaklar yaptırdım hurma dalından İçini döşetemedim de narinim acem şalından Konaklar yaptırdım mermer direkli Hekimoğlu dediğin de narinim aslan yürekli Konaklar yaptırdım döşetemedim Ünye, Fatsa bir oldu da narinim başedemedim Hekimoğlu derler bir ufak uşak Bir omuzdan omuza da narinim on arma fişek Bugün günlerden pazardır Pazar Çitlice Muhtarı da narinim puştluklar düzer Ünye, Fatsa arası ordu da kuruldu Hekimoğlu İbrahim de narinim o da vuruldu *Alişan Şanlı nİsan 2013 | TaVIR | 41
42-44 kuslar_29-30 ellerimi tut 4/11/13 7:00 PM Page 42
araştırma araştırma
halk kültüründe kuşlar zerrin ege
Anadolu’nun zengin söylencelerini bilirsiniz. Kimisi mitolojik olan bu söylenceler aynı zamanda binlerce yıl öncesinin inanışlarını, kutsallarını... Yani kültürünü yansıtır. Ve bu kültür mirasıyla Anadolu halkları zenginliğine zenginlik katar. Örneğin Orta Asya’da, kabileler zamanından kalan bir inanışa göre, bir hayvanın ruhu aynı zamanda onların atasıdır. Altaylardaki Teleüt Türklerinin Merküt kabilesi bir kara kartaldan, Yurtaş kabilesi beyaz başlı bir kartaldan türediğine inanır: ve buna “Kartal ana” derler. *
rinde yer bulur. Kuşlara verilen değer ise dikkat çekicidir. Öyle ki, bu kuş efsaneleri bazen gök kuşu, bazen Kartal olarak Sümerlilerden Anadolu, Asya, Avrupa hatta Amerika Kızılderililerine kadar gitmiştir. Mesela Alacahöyük Sfensksi üzerinde yer alan, iki pençesinde iki tavşan tutan çift başlı kartal kabartması Selçuklu devrinde en sık rastlanan motiftir. Aynı desen mezar taşlarında, bazı kilimlerde, Niğde halılarında hala mevcuttu. Niğde’de Sungurbey Camii’ndeki çift başlı kartal figürü de dikkat çekicidir.
Bunun gibi özellikler kutsal sayılan Çeşitli dillerde masallaştırılmış ünlü hayvanlar hala Anadolu gelenekle- mitolojik kuş Anka’yı ise bilmeyenimiz 42 | TAVIR | nİsAn 2013
yoktur. Yunan mitolojisinde Europe’nin babası yada erkek kardeşi diye Phoenix adıyla geçer. Yunancada Anka karşılığı olan Bennu Mısır masallarında güneşi simgeler. Heredotos, Anka’nın ülkesi olarak Arabistan’ı gösterir. Her beş-yüz yılsa bir genç bir Anka’nın Heliopolis’te göründüğüne altın bir kuş olduğunu söyleyenler de vardır, bir fili yutabilecek cüssede ve dört ayaklı olduğunu söyleyenlerde. Araplarda Al-Salmandıra, İranlılarda Salamender, Semender, Simurg diye adlandırılır. Simurg otuz kuş anlamına da gelir. Hatta Sirenci (otuz renk) diyenler de vardır.
42-44 kuslar_29-30 ellerimi tut 4/11/13 7:00 PM Page 43
Simurg’a dair yazılan masallardan bir kaç örnek verecek olursak; Hint-Afgan-İran mitolojisindeki anlatım şöyledir; “Hükümdar Sam’in tek üzüntüsü ilerde yerini alacak bir çocuğunun olmamasıdır. Sonunda hanımlardan birinin bir bebeği olur, fakat saray kadınları çocuğu babasına göstermekten çekinirler. Bebek güzel ve sağlıklıdır ama kaşları, kirpikleri ve saçları gümüş gibi bembeyazdır. Sonunda bebeği Sam’a gösterirler ve bunun için bile şükretmesini söylerler. Sam bebeğe bir kez bakar ve dışarıya çıkartılmasını buyurur. Zal adındaki bu bebek, Hindistan’da yüce bir dağın doruğuna çıkarılır, bırakılır. Babası bu olayda Medain şeytanlarının parmağı bulunduğu inancındadır. Yıllar sonra kendi saçı sakalı da oğlu gibi gümüş rengini alan Sam, Zal’ı düşünde görür. Düşte bir kervan Zal’in hayatta olduğu haberini ulaştırır. Sam düşünü yorumlatır. ‘Git de oğlunu bel’ derler. Sam ordusuyla Pencap’tan Hindistan’a geçer. En yüce dağın doruğunda çok büyük bir kuş yuvası görürler. Bu Simurg’un yuvasıdır. Zal’ı sütüyle beslemiş ve kanatlarıyla da soğuktan korumuştur. Onu yavrularımdan ayırdetmemiştir. Simurg, gelenleri üniformalarından tanır. Zal’ı kanadının üsütüne alıp babasının yanına kadar götürür. Zal ağlamaktadır. İnsan diliyle konuşmayı bile ona Simurg öğretmiştir. Ayrılacağım diye ağlamakta olan Zal’a Simurg kanadından bir telek koparıp verir ve der ki; başın sıkışınca bunu yak, ben senin yardımına yetişirim” En güzel anlatım ise 12. Yüzyılda Feridüddin Attar’ın yazdığı “Mantıkal Tayr”a yer alır. Biz bu anlatımı biraz özetleyerek ve bugünün diliyle verelim istiyoruz. “Rivayet olunur ki kuşların hükümda-
rı Simurg bilgi ağacının dallarında yaşar ve her şeyi bilirmiş. Kuşları, Simurg’a inanır ve onun kendilerini kurtaracağını düşünürmüş. Kuşlar dünyasında herşey ters gittikçe kuşkulanır olmuşlar ve sonunda umudu kesmişler. Derken bir gün uzak bir ülkede bir kuş sürüsü Simurg’un kanadından bir telek bulmuş. Kuşlar, Simurg’un huzuruna gidip yardım istemeye karar vermişler. Ancak Simurg’un yuvası, etekleri bulutların üzerinde olan Kaf Dağı’nın tepesindeymiş. Oraya varmak için yedi dipsiz vadiyi aşmak gerekirmiş. Kuşlar hep birlikte göğe doğru kanar açmışlar... Yorulanlar ve düşenler olmuş. Önce Bülbül geri dönmüş güle olan aşkını hatırlayıp, Tavus kuşu o güzel tüylerini bahane etmiş; oysa ki tüyleri yüzünden kafese kapatılırmış. Kartal yükseklerdeki krallığını bırakamamış, Puhu kuşu yıkıntılarını özlemiş, balıkçıl kuşu bataklığını... Yedi vadi üzerinden uçarken sayıları gittikçe azalmış. Altıncı vadi şaşkınlık, yedincisi ise yok oluş vadisiymiş.
Kaf dağına vardıklarında otuz kuş kalmış, Simurg otuz kıuş demekmiş... Simurg onlara “ben sizin aynanızım” demiş çünkü oraya varanların hepsi Simurg’muş. Ve her biri...” Anadolu’da Anka’ya Hüma, Simurg yada Zümrid-i Anka da dernir. Erişilemeyecek yükseklikte uçma özelliği üzerinden Yunus Emre şöyle der; “Hak-erenler geldi geçti Bunlar, yurdu kaldı, göçtü Pervaz vurup Hakk’a uçtu Hüma kuşudur, kaz değil” Gevheri ise; “Layık mıdır yara açma Hüma gibi yüksek uçma Gelip üstümüzden geçme Tabip olan yara bağlar” der. Karacaoğlan; “Saçları topukta eyliyor cengi Bir Hüma bakışlı on dört yaşlının” Peki Kuşlar, Kültürlerde Neden Bu Kadar Etkili Olmuştur? nİsAn 2013 | TAVIR | 43
42-44 kuslar_29-30 ellerimi tut 4/11/13 7:00 PM Page 44
Muhtemelen uçma yeteneğiyle dikkat ki, ‘benim kendim 10 gram değilim, hiç ve ilgi çekmiş, erişilemez sayılarak kut- içimde on gram inci olur mu?.. Kuş damsallaştırılmış olduklarından. dan ağaca uçmuş ve son öğüdünü vermiş, demiş ki: ‘Sakın bilgisizlere Çünkü, insan bir yandan da hep uçmak öğüt vereyim deme...’ istemiştir. Örneğin, 4. Murat döneminde yaşayan Hezarfen yaptığ kanatlarla Evet, kuşlar Anadolu kültürünün her İstanbul2da, Galata Kulesi’nden kal- cephesinde yer alır. kıp, Üsküdar’daki Doğancılar’a kadar uçmuştur. Bu başarısı nedeniyle önce Atasözlerinde; ödüllendirilmiş, sonra da tehlikeli görül- “Ava gelmez kuş olmaz, başa gelmez iş şerek Cezayir’e sürülmüştür. Bir daha olmaz.” memlekete dönmeyen Hezarfen, Ceza- “Dişi kuş yapar yuvayı, yir’de hayata gözlerini yumar. içini dışını sıvayı sıvayı.” “Her kuşun eti yenmez.” Kuşların İslamiyet’te de yeri önemlidir. Diye onlarcasını sıralayaÖrneğin, Hz. Muhammed’in siyah bir ku- biliriz. maştan ibaret olan en ünlü sancağının, Türkçe’de Kartal, Şahin, Atmaca anlamı- Türkülerimizde; na gelen UKAB adını taşıdığı bilinir. “Bülbülüm altın kafeste”. ”İki Keklik”,”kekliği Düz İlk Müslüman dervişlerden Ahmet Yes- Ovada Avlarlar”... deriz. evi’nin ise Turna donuna büründüğüne inanılır. Hacı Bektaş Veli de inanışa Çocuklarımızın kulağına göre Güvercin donuna bürünmüştür. fısıldadığımız ninnilerde Zira Alevilikte özellikle Turna’nın yeri ay- bile kuşlar vardır.Karga rıdır. karga gak dedi Bir kaşıcak yağ dediYağ olmazsa bal Mevlana’nın mesnevi’sinde ise kuşlar- olsun Benim oğlum sağ la simgelenen anlatımlar bulunur. Hika- olsun...” yelerinden birini özetlersek; Fıkralarda; “Avcının biri tuazkla bir kuş tutmuş, Kuş “Nasreddin Hoca eline demiş ki, ‘Sen koca bir adamsın, koyun- makası almış, leyleğin lar yedin doymadın, danalar yedin doy- gagasını ve ayaklarını madın, benim bir lokmacık etimle mi kendi ölçüsüyle kısaltdoyacaksın. Hadi beni bırak da sana üç mış. Hah, şimdi kuşa benöğüt vereyim. İlk öğüdümü senin elin- zedin demiş.” Dilimizdeki deyken vereceğim. İkincisini damın üs- “Kuşa benzemek, kuşa tündeyken, üçüncüsünü de ağacın te- çevirmek , kuşa dönpesindeyken.” mek...” deyimleri bu fıkradan kalmadır. Avcı da ‘Peki’ demiş. Kuş ilk öğüdünü vermiş: ‘Sakın olmayacak şeye inan- Demek ki “kuş” deyip ma’. Avcı kuşu elinden bırakmış, kuş geçmemek lazım... Bir dama çıkmış ikinci öğüdünü vermiş: kuş bile halkın zihninde ‘Geçmişe gam yeme.’ ‘Bir de şunu söy- ne zenginlikler yaratıyor. leyeyim, sen beni bıraktın ama benim Bu bize halkların yaratıcıiçimde on gram ağırlığında kocaman bir lığını da gösteriyor. Zira inci var. İşte onu da yitirmiş oldun.’ Anadolu ve Ortadoğu Avcı döğünmeye başlamış. Kuş demiş öyle bir yer ki, insanlığın
44 | TAVIR | nİsAn 2013
yeryüzündeki bütün serüveni adeta bu topraklarda geçmiş. Bunun için, “acı patlıcan” misali zulüm kar etmez bize, tüm zalimler bunu iyi bile. KAYNAKLAR: Ortadoğu Uygarlık Mirası 1-2 / Muazzez İlmiye Çığ Türk Folklorunda Kuşlar / Prof. Dr. L. Sami Akalın
45 ayinfotosu_sablon 4/11/13 1:52 PM Page 45
ayın fotoğrafı
ayın fotoğrafı
fosem
mart 2013 | taVIr | 45
46-47 chavez_29-30 ellerimi tut 4/11/13 1:52 PM Page 46
makale makale
hugo chavez ahmet şen
'Evet chavez bir şeytandı çünkü dünyanın en zengin petrol rezervine sahip ülkesinde evrakları olmadığı için okula gidemeyen iki milyon çoçuğu okula gönderdi.'
Yazımızı, bu doğru tanım ve değerlendirmelerin bakış açısıyla size sunmak istiyoruz.
ğunluğunun desteğini alarak tekrar ve tekrar Venezuella Devlet Başkanı seçilir. Başkanlığı süresinde 2002 yılında emperyalizmin darbe ve kontra merkezi CIA ve işbirlikçileri aracılığıyla bir de darbe girişimine maruz kalır ancak halkının ve yurtsever subayların sahiplenmesiyle Latin Amerika, tarihinde bir ilke imza atarak emperyalizme demokrasinin ne olduğunu bu darbe girişimini boşa çıkartarak göstermiştir. Darbe ve komplolar bununla sınırlı kalmayıp aralıksız ölümüne kadar sürmüştür. ABD, Chavez karşıtı grupları ve 2002'de Chavez'e darbe girişiminde bulunanları 8 yıl buyunca desteklemeye devam etti ve bu gruplara 40 milyon dolar yardım gönderdi. Venezuella petrollerini kaybetmek istemeyen ABD, 2002 yılından Bush döneminden başlayarak Obama'ya ve günümüze kadar karşı devrimci faaliyetlerden bir an olsun geri durmamıştır.
Hugo Rafael Chavez Frais 28 temmuz 1954'te işçi bir ailenin çoçuğu olarak dünyaya gelir. Venezuella ordusunda subayken Bolivarcı Devrimci Hareketi kurmuştur.1992 yılında başkan Carlos Andres Perez hükümetine karşı başarısız bir darbe girişiminden tutuklanır, iki yıl hapis yatar. Hapisliği sonrası Beşinci Cumhuriyet Hareketini kurar.Chavez venezuella'daki sol parti ve güçlerini birleştirerek Aralık 1998'de yapılan seçimle oyların %57 sini alarak başkan olur. Sırasıyla 2000, 2006 ve 2012 tarihlerinde yapılan seçimlerde halkın büyük ço-
Venezuella’yı 40 yıl boyunca yöneten büyük toprak sahibi 4 ailenin ve 5 özel medya kuruluşunun saltanatına son vererek iktidara gelen Chavez; 1998'den 2013 yılına kadar iktidarda kaldığı 15 yıl süresince halktan yana uyguladığı politikalarla ülkesini emperyalistlerin çiftliği olmaktan çıkarmış, halkını refah içinde yaşatmaya çalışmıştır. Uyguladığı halkçı politikaları somutlamak için bazı istastiki bilgileri paylaşmak sanırız bir fikir vermeye yetecektir. Biz istatistiki bilgileri emperyalistlerin dünya halklarını kandırmanın ve tabiri caizse
Emperyalistler tarafından 'şeytan'olarak adlandırılan Chavez'e Latin Amerikalı ünlü yazar Eduardo Galeano yukarıdaki satırlarla sahip çıkmıştır. Çünkü şeytan olma suçunu emperyalistlerin politikalarına çomak sokarak uyguladığı halkçı politikalarla işlemiştir Chavez. Ülkemiz sosyalist hareketi ve devrimciler, Chavez'i: 'Emperyalistler ve işbirlikçiler için diktatör, Venezuella halkı için kahraman, Dünya halkları için dosttur'diye tanımlamıştır.
46 | TAVIR | nİsAn 2013
politikalarını yutturmanın bir aracı olarak kullanıldığını tarihsel tecrübeyle biliyoruz. Ama biz yine aynı tecrübenin ışığında şunu çok iyi biliyoruz ki esas olanın ‘iktidarın kimin elinde olduğu ve kimin çıkarına kullanıldığıdır'. Bu gerçek ve bu gerçeğin yalın soruları uygulanan politikalara yön vermektedir. Hugo Chavez'in iktidar süreci ve deneyimi halktan yana politikaların örnekleriyle doludur. Dünyanın her yanında olduğu gibi Venezuella’da da, halkları aç, yoksul bırakan katleden, cahil bırakan tekeller çıkarları tehlikeye girdiğinde demokrasi şarlatanlığı ve çığırtkanlığı yaparak ilerici, anti emperyalist, sosyalist ve halkçı yönetimleri anti demokratikle bu yönetimlerin önder ve liderlerini de diktatörlükle suçlamıştır.. Chavez de bundan nasibini 'şeytan, tiran, despot, iblis' gibi gösterilmeye çalışarak almıştır. Şeytan, tiran, diktatör vs. sıfatlarını hakedebilmeniz için emperyalist yağma, talan ve sömürü politikalarına çomak sokmanız kafiidir. Chavez'e diktatör ve despot diyenler onun döneminde yapılan ve dünyanın en demokratik anayasaları arasına giren anayasayı görmezden gelmiştir. 1998'den bu yana 17 kez seçime ve referanduma giden, öncesine göre, ülke genelinde 6 bin adet daha fazla seçim sandığı koyan Chavez yönetim meşruiyetini halktan aldığını ve halkın oylarıyla bu güveni tazelediğini tam 17 kez em-
46-47 chavez_29-30 ellerimi tut 4/11/13 1:52 PM Page 47
Sosyal politikalar eş deyişle halkın yararlanabildiği, halk için politikalar alanında ise gerçekten dikkate değer uygulamalar vardır. Şunu belirtelim ki; tüm bu halktan yana politikaların kökeninde emperyalizme ve onun uyguladığı siyasi ve ekonomik politikalara cepheden bir tavır alış vardır ve bu cüretle uygulanmıştır politikalar. Chavez'in IMF'yi ülkesinden kovması halk için politika yapmaya başlamanında ilk ciddi ve önemli adımıdır hatta önkoşulu olmuştur. Devlet bütçesinin yarısının sosyal hizmetlere ayrılması bu sayede olmuştur.
peryalistlere göstermiştir. Nüfus kağıdı bile olmayan, hayatı boyunca ülkesinde oy kullanmamış 5 milyon melez, yerli, afrikalı yoksul ilk defa 'vatandaş' kaydına alınmış ve %80'inin seçimlere katılımını sağlamıştır. İktidarın kimin elinde kim için kullanıldığı ancak uygulanan ekonomik ve sosyal politikaların yol göstericiliğinde değerlendirilebilir demiştik; Chavez ve dönemi bunun zengin örnekleriyle doludur. Chavez 2001'de çıkardığı toprak yasasıyla 5000 hektarın üzerindeki arazilere el koyarak; topraksız ya da az topraklı köylülere dağıttı. 25 milyon nüfuslu ülkede bu reformdan 1.200.000 kişi yararlandı. Venezuella'da Chavez döneminde yoksulluk: 10 yılda %71 oranından %21'e, aşırı yoksulluk oranı %23'ten %8'düştü.
Önlenebilir hastalıklardan, açlıktan, ilaçsızlıktan, bakımsızlıktan hergün milyonlarca insan yaşamını yitirmektedir. Ki bu ancak vahşi emperyalist sömürü politikalarıyla mümkün olabilmektedir. Chavez buna karşın milyonlarca yoksul Venezuellalı'nın sağlık hizmetlerine doğrudan ulaşımını sağlamak amacıyla sağlıkta reform yapmıştır. Halka ücretsiz sağlık hizmeti veren sağlık dispanserleri, rehabilitasyon merkezleri, kentsel ve kırsal poliklinik birimleri, halk klinikleri, diş tedavi merkezleri, eczaneler, aşılama ve göz sağlığı merkezleri, koruyucu hizmet tedavi ve rehabilitasyon birimleri, mahallelerde sağlık komiteleri oluşturarak halkının ihtiyaçlarını gözetmiştir. Böylece ülkenin hiç doktor yüzü görmemiş köşelerine sağlık hizmeti götürmüş, bebek ölümleri azaltılmıştır. Anti emperyalist tavır ve Amerika’ya doğrudan kafatutan Chavez emperyalizmin kendi politikaları önünde engel ola-
rak gördüğü, terör listesine aldığı Küba, Kuzey Kore, İran, Suriye gibi ülkerle dayanışma içerisinde olması bir başka yanıdır. Küba'ya uygulanan ambargo delinerek 'petrola karşı sağlık' anlaşması yapıldı. Küba da karşılığında doktor ve sağlık hizmeti gönderdi. 'Küba ve Venezuella halkları ve devrimleri birdir ve aynıdır. Dünya şunu bilmelidir ki, bizden birine yapılacak herhangi bir emperyalist saldırı, bize yapılacak bir saldırı olacaktır' diyerek anti emperyalist ve dayanışmacı tavrını ortaya koymuştur. Ülkesini emperyalist saldırı tehdine, tehlikesine karşı silahlandırmış. 'Vatan ve Sosyalizm savunması' için 80 bin kişilik profesyonel ordunun dışında 18 yaşından büyük kadınerkek bütün vatandaşların katıldığı 2 milyonluk 'Silahlı Halk Milisleri' kurdurmuştur. Burada küçük bir parentez açarak dayanışma anlamında şunu söylemek gerekiyor. Grup Yorum'un stadyum konseriyle 25.yılını kutladığı konsere Venezuella’dan devlet sanatçısı Ali Primera gelmiş ve ülkemizin ve dünya halklarının özgürlük ve bağımsızlık türküleri birlikte söylenmiştir. Chavez de selamlarını gönderek güzel bir dayanışma örneği göstermiştir. Tüm bu halktan yana politikalar ve anti emperyalist tutum Chavez'i gerçek bir devrimci, Venezuella’nın da sosyalist bir ülke olmadığı gerçeğini değiştirmiyor. Çünkü Chavez sistemin özünü oluşturan kapitalist özel mülkiyet ve üretim ilişkilerine son ver(e)memiştir. Sistemin özüne dokunmadan iyleştirmeler yapmıştır ancak. Chavez'in devrimci olmaması reformist politikalar gütmesi kendisini Fidel Castro ile birlikte FARC'ın silah bıraktırma sürecine girmesinde de göstermiştir. Dünya halkları doğruları ve yanlışlarıyla dostu Chavez'i unutmayacaktır.
nİsAn 2013 | TAVIR | 47
48-51 stalin_29-30 ellerimi tut 4/11/13 2:10 PM Page 48
makale makale
stalin üzerine yalanlar buket özden
Dergimizin 1980’den itibaren çıkan hemen hemen bütün sayılarında değindiğimiz konulardan biridir: “Aydın, sanatçı kimdir; tavrı ne olmaladır; aydın ve sanatçılarımızın halktan bu denli kopuk olmasının sebebini nerelerde arayacağız?” Sorularımız çoğalabilir elbette. Öyle ki devrimci sanatçılar, tüm enerjisini hem halkın sanatını hiç durmadan üretmek, büyütmek, geliştirmek için hem de bu soruların (sorunların) çözümünü bulmak için harcamıştır. Bu soruların (sorunların) cevabı mücadelemizi ilerletecektir. Doğru sorulara verilen doğru, bilimsel ve samimi cevaplar pratiğimizi de belirler.
cak kadar çok olmasında iktidarın baskı ve zorunun dışında bir başka sebep de vardır. O da aydın ve sanatçıların cüretlice, yüreklice, politik, örgütlü ve ısrarla halktan yana sanat üretme çabasından ödün vermeleridir. Ya da burjuvazinin ideolojik bombardımanına karşı güçlü bir karşı tavır sergileyememeleri, kendilerine ideolojik bir zırh oluşturamamaları...
İşte tam da bu noktada büyük bir karalamanın, yalanlarla dolu bir potikanın aleti olmaları kaçınılmaz bir sonuç olabiliyor. Burjuvazinin Stalin’e yönelik ideolojik ve politik saldırılarında aydınlar da burjavazi ile ağız Halkın sanatını yaparken ödenen be- birliği etmiş durumda. Hem de Stadellerin bu denli çetelesi tutulamaya- lin’e yönelik ideolojik ve politik saldı-
48 | TAVIR | nİsAn 2013
rının ayyuka çıktığı bir dönemde onu daha fazla sahiplenmek zorunlulukken... Burjuvazinin insanlığın tüm olumlu, güzel değerlerini yokettiği, tarihi bile yalanlarla baştan yazma cüreti ile karşımıza çıktığı bir dönemdeyiz. Ekonomik olarak egemenliğini sağlayan iktidarlar, politik olarak da halk kesimlerini avcunun içine almayı, ideolojik olarak temelsiz bırakmayı hedeflemektedir. Kapitalizmin büyük gücü sömürüden geliyor kuşkusuz. Fakat bir başka gücü de en büyük icadı olan yabancılaşmadan besleniyor olması. Bu yabancılaşma sayesindedir ki, sömürünün sebebini bilinmez hale getirmeyi, bilinçlerde “hepimiz suçluyuz$,” hepimiz aynı
48-51 stalin_29-30 ellerimi tut 4/11/13 2:10 PM Page 49
gemideyiz$ safsatalarını yerleştirip tüm insanlığı kendi sömürüsünün, katilliğinin, oburluğunun ve hırsızlığının “suç ortağı$ yapmaktadır. Ya da altıboş bir “şiddet karşıtlığı$, altıboş bir “insan sevgisi$ gibi aldatmacalarla kafaları karıştırarak oluşacak isyanın, meşruluk bilincinin, gelişecek umudun önünü kesmektedir. İşte aklın sömürüsü tam da burada başlıyor. Bu sömürünün birer artığı olarak, paçavraya çevirdiği, satın alınmış ruhlar olarak karşımıza çıkıyor “aydınlar”. Yani burjuvazinin parası, vadettiği varlıklı ve tehlikesiz gelecek; bu ülkenini aydınlarının kalemlerinden çıkan sözcükleri belirler hale geliyor. Geriye ne aydınlık kalıyor ne bişey... Ülkemiz aydın ve sanatçılarının beyinlerinin ve duygularının da nasibini aldığı önemli bir ideolojik karalama bombardımanının konusu yazımızın da asıl konusu olan kaptalizmin “Stalin üzerine yalanlar$ı... Sömürücülerin en büyük saldırı yöntemlerinden birisidir: “Teslim alamıyorsan, yokedemiyorsan, karala...”, “Tarihsiz, güçsüz, öndersiz, kahramansız, politikasız, soysuz bırak...” Ki sömürü çarkı karşısında anadan üryan kalsın halk... Fakat bualdatmacaya en güzel cevabı yine Rus halkı vermiştir. Rusya çapında yapılan bir ankette 1917’den bu yana ülkeyi yönetenler arasında “en sevilen lider$ olarak Stalin çıktı. Burjuvazinin tüm karalama çalışmalarına ağmen Rus halkının %70’i Stalin’e olan sevgisini dile getirmiş. Çarlık döneminin geri, cahil bıraktırılmış halkının ancak %20’si okuma yazma biliyorken, eğitim tamamen sömürücü sınıfın elinde iken Stalin döneminin sonuna kadar bu oran %80’e çıkarılmıştır. (Dikkat edelim ki Stalin karşıtı naralar atan bizim aydınlarımızın da yaşadığı ülkemizdeki insanlarımızın %80’i okuma yazma bilmiyordu.) Bu da gösteriyor ki Stalin bu sevgiyi k heykellerle değil,
halkına ve sosyalizme hizmet etmesiyle kazanmış. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte sevinçten cadı çığlıkları atan burjuvazi, sosyalizmin yokolduğunu, sosyalist ideolojinin mahkum olduğunu sanıyordu. Oysa öyle olmadığını görmek için sadece yukarıdaki anket sonuçlarına bakmak bile yeterli olabilir. İnsanlar Stalin nezdinde sosyalist yaşamın kendisine sevgisini dile getirmiş ve sosyalizmin hala bir umut olduğunu göstermiştir. Burjuvazinin Stalin’e karşı savaşı özünde kapitalizm ile sosyalizmin savaşını oluşturuyor. SSCB’nin yıkılması ile birlikte kolları sıvayan sözde sosyalistler Stalin’in ardından yeni yeni sosyalizm tanımları yaparak eski ideolojiyi mahkum etmeya çalıştılar. Bunun için en büyük silahları da Stalin’e yönelik ka-
ralama ve yalanlarla dolu politikaları oldu. Stalin kötüydü, diktatör, ben merkezci, acımasız, kibirli, katil, bürokrattı... Böyle bir insanın yarattığı sosyalizmle yola devam edilemezdi onlara göre. Stalin’in tüm yaptıkları inkar edilecek, yanlışlar ortaya konacak, gereken cezalar verilecek ve güya böylece gerçek sosyalizm kurulacaktı. İş o kadar büyüdü ki sadece Stalin değil Lenin bile payını almıştı bu dönem yürütülen sosyalizm karşıtı karalama ve yalanlardan. Ellerinden gelse Stalin’i bir kaşık suda boğabilirler. Neden peki? Çünkü Stalin Lenin’in ardından, çürümüş emperyalist sistemin yokolması için uzlaşmaz ve kararlı, disiplinli bir savaş yürütmüş ve bu savaşı son nefesine kadar sürdürmüştür. Stalin sosyalizmi yaşamda somut olarak ortaya koymuş, onu
nİsAn 2013 | TAVIR | 49
48-51 stalin_29-30 ellerimi tut 4/11/13 2:10 PM Page 50
Ülkemizdeki aydın ve sanatçıların niyetlerinden bağımsız olarak nasıl bir tuzağın içinde olduklarına ve burjuvazi ile nasıl ağız birliği ettiğine geçmeden evvel Stalin ile ilgili bazı noktaları açalım istiyoruz. Ve bu konuda en iyi kaynaklardan birisi de Alman Komünist Patisi (Marksist Leninist)’in hazırladığı “Stalin Üzerine Gerçekler$ kitaİşte tam da bu nedenledir ki hem bur- bındaki bilgiler. Uzun da olsa çeşitli juvazinin, hem de sosylaist düşünce- alıntılara yer vereveceğiz yazımızda. lerden ayrılan, şüpheye düşen hemen herkesin ilk saldırı hedefi haline gel- Herşeyden önce şu gerçeği gözler miştir sosyalizmin önder kişilerin- önüne sermek gerek. Halk sevgisi, den Stalin Yoldaş. Kimilerinin sosya- vatan sevgisi, sosyalist olmak soyut lizmin yanlışları eleştirilmelidir lafla- değil, somuttur. Bu somutluk da; halrının arkasında artniyet aramıyoruz kı ve vatanı için savaşmak; sömürüama bu sözün altını doldururken ne nün, çekilen tüm azabın son bulmakadar bilimsel baktığı da bizim için sı, eşit özgür bir yaşamın kurulması belirleyici. Elbette eleştiri ve özeleş- için sonsuz bir emekle çalışmakta tiri devrimciler için en ilerlemenin, ge- kendini bulur. Bunun için de emperlişmenin olmazsa olmazıdır. Fakat yalizme, burjuvaziye, halk düşmanlaeleştirilerin hangi amaçla yapıldığı rına karşı sonsuz bir öfke duymak gerçeği gözardı edilemez. şarttır. canlı, üretken ve insanın en yüce değer haline geldiği, ekonomik olarak kalkınmanın adı haline getirmiştir. Onun sayesindedir ki sosyalist ideoloji hayata geçmiş ve gözle görülür hale gelmiştir. Stalin sayesinde sosyalizm düşü kuran dünya halkları “sosyalizm gerçek demiştir.
50 | TAVIR | nİsAn 2013
Burjuvazinin Stalin üzerine en büyük karalaması, onun bir diktatör olduğu üzerinedir. Öyle midir gerçekten? “Sınırsız bir terörle u$lkesine zulmeden, insan onurunu hiçe sayan, insanlar üzerinde hegemonya kurmak isteyen ve politik rakiplerini tasfiye eden bir diktatördür.” iddiasını ortaya atan sadece emperyalizm değil aynı zamanda Sovyetler Birliği’nin dağılmasına sebep olan Kruşçev gibi revizyonistlerdir. Ve Stalin’e diktatör diyenlerin gözüne sokmak gereken bir gerçek var. Sosyalizm bir proletarya diktatörlüğüdür. Yalnızca proletaryanın da değil, milyonlarca emekçi halkın burjuvazi üzerindeki diktatörlüğüdür. Ve Stalin de proleterya diktatörlüğünü hayata geçiren partinin genel sekreteridir. Ve onun uyguladığı baskı ve zor Sovyet halkına değil, yıllarca halkı sömüren Çarlık Rusya’sının zenginlerine,
48-51 stalin_29-30 ellerimi tut 4/11/13 2:10 PM Page 51
sosyalizm karşıtlarına, sosyalizm düşmanlarına karşıdır. Sosyalizmin gülücüklerle, iyi niyetlerle kurulacağını ve devam ettirileceğini savunanların da gayet iyi bildiği bir gerçektir bu. Kruşçev şunu diyordu Stalin için: "Kim Stalin’i savunuyorsa, onun zamanında var olan politik sistemi de savunuyor demektir. " Aslında Stalin dönemini karalamak için sarfettiği bu sözlere biz de aynen katılıyoruz. Evet Stalin’i anlamak için onun dönemine bakmak şart. Sosyalizmin şahlandığı bu dönemin ayrıntılarını, halkın yaşamındaki ayrıntıları burada anlatmak mümün değil elbette. Üzerine yüzlerce kitap yazılan, onlarca film çekilen$ bu konuda biz bazı mütevazıca bilgilerle devam edelim yazamıza. Öncelikle şunu artoyo koymak gerekir ki beğenmedikleri Stalin dönemi sosyalizmin güçlendiği, halklar nezdinde ete kemiğe büründüğü bir dönemdir. Sayısız devletin Stalin’i ve Sovyetler Birliği’ni dost olarak gördüğü bu dönem aynı zamanda gerçek anlamda “barış”ın savunuculuğunu sosyalistlerin yaptığını da göstermiştir. Stalin döneminde Stalin’i en çok seven kesim işçilerdir. Stalin’e olan bağlılıkları da herhalde kaşından, gözünden, pos bıyığından gelmiyordur. Hayatlarındaki refah düzeyini bu denli arttıran ve bu düzenin devamı için savaşından ödün vermeyen Stalin işçiler tarafından her zaman sevgi ve saygı ile karşılanmıştır. Kendi ülkemize dönüp bir baktığımızda ise görünen gerçek tıpkı Lenin’in de ifade ettiği gibidir. Ne acıdır ki, buna da yukarıda Lenin’in belirttiği gibi “her ne kadar sömürüde kader birliği olsa da halka sırtını dönüp, yaşamda burjuva yaşam özentileri içinde yaşayan ve biz yerine bireyi, beni öve öve gözleri kör edilen “aydın”cıkları malzeme etmiştir kendine burjuvazi. Ve karalamalarının,
yalan ve demagojilerinin aleti etmiş. Burjuvazinin Stalin’e yönelik saldırılarının ayyuka çıktığı bir dönemde Sosyalist önder Stalin’i savunmak bir zorunluluk haline geldi oysa ki. Hele ki burjuvazinin bu borazanlığına bizim aydın ve sanatçıların da kendi düdükleriyle katıldığı ve tehlike çanlarının çaldığı bu dönemde zorunluluk daha da artmış durumda. Sosyalist iktidarın güçlü olduğu bir dönem ile kapitalizmin hüküm sürdüğü yıllar arasında çok fark vardır elbette. Ama işte tam da aydın olmanın gereği olarak bir öncülük, bir yol göstericilik beklenen de kendileri değil midir? Bu yanıyla sıradan halkımızdan farklı olarak yarını bugünden görme ve yarını bugünden en azından kafasında kurma ve tüm insanlığa işaret etme görevi aydına ait değil midir. Yani mesele toplumsal koşullar meselesi değildir aydınlar için. Doğruyu o zaman olduğu gibi bugün de aynı coşku ve heyecanla, cüretle savunmaktır aydın tavrı. Burjuvazinin aldatmacalarına değil, bilimsel gerçeklere, tarihsel gerçeklere, halka kulak vermektir aydın tavrı.
mak yeterli olacaktır... Ve ona verilen cevaplar, eleştiri yazıları... Emperyalizmin ve onun baştemsilcisi Amerika’nın saldırı ve sömürü planları devam ederken halkalara teslimiyet çağrısı yapan anlayışlarla savaşırken ne de büyük bir yol gösterici oluyor Stalin’in emperyalizmle uzlaşmazlığı. Sağol Stalin. Sayende faşizmin en yoğun saldırılarının olduğu dönemlerde nasıl ayakta durulacağını, eğilmenin, bükülmenin bizi nasıl büyük kırılmalara götüreceğini gördük. Sağlam ve çelik iradenin zaferini gösterdin. Disiplinin, partili sanatçılığın zorunluluğunu gösterdin. Dünya halkları sana minnettar. Tüm zorluklara ve saldırılara rağmen ayakta tuttuğun sosyalist devrim için ve çelik iraden için sonsuz teşekkürler... Bu irade sayesinde biz de günümüzün çarpık aydın kafaları ile mücadele edecek, yılmadan hem düşmana hem de iç düşmana karşı savaşacağız.
Bu tavrın neresindeyiz diye sorarsanız, işte geçen sayımızda bu ülkenin “aydın sanatçılarından birisi$nin Orhan Pamuk’un Suriye’ye yönelik çağrısına bak-
nİsAn 2013 | TAVIR | 51
52-53 recep ve amiri_29-30 ellerimi tut 4/11/13 2:12 PM Page 52
oyun oyun
recep ve amirinin hikayesi murat selim karayel
Aziz Nesin’e saygıyla… -Hey ahbap, şu bağlamadan aldığımız parmak izlerinden birisi kimin çıksa iyi? -Bana bak Recep, evladım, tamam bizi CIA yetiştirdi, FBI eğitti ama onlar gibi “Hey ahbap” demenden haz etmiyorum yahu. -Niye amirim, niye ki? -Bak hala konuşuyorsun. “Amirim” de bana Recep. Anladın mı? -Peki, amirim. -Hah, şöyle şimdi çocuğum, o parmak izi işi n’oldu? -N’olsun amirim, parmak izi Pir Sultan’ın çıktı. -Hadi lan. Dalga geçme benle. Onu Yorumcular öyle söylüyo olum. Propaganda olsun diye öyle söylüyorlar. Güya bizi teşhir edecekler de falan fıstık. Yoksa, ne işi var Pir Sultan’ın parmak izinin o bağlamanın sapında. Ha, ne işi var? -Hey ahbap, sakin. Relax, relax. Okey man? Bu ne hiddet, bu ne celal ami-
52 | TAVIR | nİsAn 2013
rim. -Recep yavrum. FBI kursuna gidip geldin, tamam ama bu ahbap falan diyorsun ya. -Yea amirim -Ben ifrit oluyorum lan senin bu konuşmana. Kudurtma beni olum, kudurunca kuduz oluyoruz bak, bilmiyo musunuz olum. -Ne oldu ki sayın amirim? -Hürmetsiz lan, senin bu lafların. -Hiç olur mu muhterem amirim, hürmetim sonsuzdur size. -Tamam, tamam söyle bakalım, şu bağlamadaki parmak izi şeyini, bulgusunu. -Ne bulgusu amirim? -Demin söylediğin var ya lan. -Ama amirim hem hürmetten hem hurmadan bahsedeceksiniz, sonra da bu lan’lı, lun’lu konuşmalarınız ziyadesiyle kalbimi kırıyor, şerefsizim. -Uzatma Recep direksiyonu mevzuya kır. -Kıramam.
-Recep! -Tamam amirim. Relax. Okey man! Bizim Vaşington’da Teksaslı bir çavuş vardı, sizden iyi olmasın, severdi beni. O hep öyle derdi. -Ne derdi? Merak ettim şimdi. -Önce relax der, sonra okey man derdi hep. -Lan Recep, nasıl eğittiler sizi böyle orada. Amerikonya’yı hap edip yutturmuşlar olum size resmen. -Bizatihi amirim, bizatihi. -O ne demek Recep, Bizans mizans öyle ha? -Ah be amirim, o bizden bir kelamdır. -Tamam geç o zaman. Anlat son bulguyu. -Bulgu mu? Bulgu tabi. Demem o ki amirim. Yorumcular ‘o bağlamada Pir Sultan’ın parmak izi çıkar’ demediler mi? -Tamam ama onlar bizi teşhir etmek için öyle diyolar. Bağlamanın sapında Pir Sultan’ın parmak izi çıkar mı hiç?
52-53 recep ve amiri_29-30 ellerimi tut 4/11/13 2:12 PM Page 53
-Çıkartırız amirim, çıkartırız. Bizde bu ilim, bu fen, bu Amerikan aklı oldukça, çıkartırız. -Nası yani? -Şöyle amirim: Bağlamanın sapında Pir Sultan’ın parmak izi çıktı diye rapor yazıp tutanak düzenleyeceğiz. -Olum, sen iyi misin. Okey man? -Okey amirim okey, hiç bu kadar okey olmamıştım. Sonra da yapacağız açıklamayı. Diyeceğiz ki; asırlardır muhterem ecdatımız Hızır Paşa’yı töhmet altında bırakan zındıkların büyük oyununu bozduk. -Hadi ya, nasıl bozmuşuz. Anlat bakalım, sevmeye başladım ben bu işi. Hızır Paşa, ki bizim büyük ecdatımız arasında müstesna yeri olan muhterem bir şahsiyettir. -Ben de onu diyorum amirim. Hızır Paşa ecdatımızı kurtaracağız bu cellatlık yaftasından.
-Nasıl Recep? -Şimdi amirim, şu fani dünyada bizden daha komplocu mu var Allah aşkına ahbap. -Allah biliyor yok, yalnız ben çarpılacağımızdan korkuyorum bir gün. Ne de olsa Allah’ın sopası var. -Ah be yufka yürekli amirim. Allah biz kullarına rahmet eder. Sen asıl efendimiz Obama’nın elindeki sopaya bak. Bak da, hangi sopanın hizasına geçeceğimizi bir kez daha hatırla. -Uzatma Recep, azıcık hislenmemizi suistimal etme. Devam et sen, komployu anlatmaya. -Amirim, biz diyeceğiz ki, bağlamanın sapında Pir Sultan’ın parmak izi çıktı. Aha da parmak izi tespit raporu. Sonra, Yorumcular demediler mi “bağlamamızda Pir Sultan’ın parmak izi çıkar” diye. Al işte, kendi ağızlarıyla söylemediler mi bunu.
-Söylediler. -Tamam işte. Rapor var, kabul var. Buradan hareketle diyeceğiz ki, Pir Sultan denilen zındığın bu bağlamada parmak izi varsa, yaşıyor demektir. Yaşadığına göre, Hızır Paşa tarafından asılmış olduğu da koca bir yalandır. Bu yalan bunca zamandır ecdatımıza sürülmüş kara bir lekeydi ama biz o lekeyi temizledik. -Yaşa be Recep. Hızır Paşa’yı da temize çıkardık ya, kim tutar bizi be. -Televizyon haberlerini bile gözümde canlandırıyorum. Oynayayım mı amirim? -Neyi? -Haber spikerini. -Oynama Recep, oynama. -Hadi ama ahbap. Okey man. Ha? -Oyna ulan, yoksa ben oynatacağım. -Sayın seyirciler. Geçtiğimiz günlerde basılan İdil Kültür Merkezi’nde ele geçirilen bağlama üzerinde yapılan tetkiklerden çıkan sonuç oldukça ürperticiydi. Çünkü; bağlamanın üzerinde Pir Sultan denilen zındığın parmak izi tespit edildi. İsmini vermek istemeyen resmi bir yetkili “Demek ki, Pir Sultan denilen zındık Hızır Paşa tarafından asılmamıştır” diyerek Hızır Paşa’nın yıllardır boşu boşuna suçlandığını, bunu yasa dışı sol terör örgütünün uydurması olduğunu açıkladı. Flaş… Flaş… Flaş… -Peki Recep, Pir Sultan n’olacak? -Nasıl, amirim? -Ulan adamım parmak izini bulduysak o kırdığımız sazın üzerinde -Eeeee -E’si, ne’si şu ki Recep, yarın büyüklerimiz demez mi bize: Parmak izini bulduğunuz şu teröristi de bulun diye. -Amaaan amirim, dert ettiğin şeye bak. Kolayı var. -Ne? -Yorumcular’dan birini daha tutuklar, işte Pir Sultan deriz. -Vay aklını seveyim senin Recep. -Okey man…
nİsAn 2013 | TAVIR | 53
54 emek sinemasi foto_29-30 ellerimi tut 4/11/13 2:14 PM Page 54
fotoğraf fotoğraf
emek sineması direnişi
54 | TAVIR | mART 2013
55 emek sinemasi_sablon 4/12/13 2:34 PM Page 55
değerlendirme
değerlendirme
sanatçılar, emek sineması için direniyor... sanat cephesi Geçtiğimiz günlerde İstiklal Caddesi’nde bulunan tarihi Emek Sineması’nın yıkılmasına karşı, sanat çevreleri bir araya geldiler. Uzunca bir süredir sanatçılar, sanatseverler Emek Sineması’nın yıkımını engellemeye çalışıyor. AKP iktidarı, sanat adına, halkın yararına ne varsa, düşmanlık yapmaya devam ediyor. “Sana düşman, bana düşman, düşünen insana düşman.”, Emek’e düşman, heykele düşman, notaya düşman, kaleme düşman, bilime, gerçeğe düşman… Halka düşman… Vatana düşman… Toprağını, suyunu, değerli madenini peşkeş çekiyor, parsel parsel satıyor, Kurtuluş Savaşı’nda silahıyla giremeyen düşmanı, şimdi kapılardan kucaklayarak, önüne kırmızı halılar sererek, önünde secdeye durarak içeri alıyor. Bir yandan da kendi ülkesinin değerlerini yağmalıyor, yozlaştırıyor, satıyor… Rant elde edebileceği, tekelci burjuvaziye satabileceği hiçbir şeyi affetmiyor. Yıkıyor, yok etmeye çalışıyor, saldırıyor. Bir yandan da kendi ülkesinin insanının oluşturduğu değerleri yok ediyor. Yerine işbirlikçilik tohumları ekmeye çalışıyor, emperyaliz-
me bağımlılığı övüyor. Son saldırı durağı ise Emek Sineması eylemi oldu… Şimdi sıra Emek Sineması’nda… Şimdiye kadar sanatçılara dönük baskı, yasaklara, saldırılara karşı gösterilmeyen bir direniş sergilendi. Burada devrimci sanatçıları ayırıyoruz. İstiklal Caddesi’nde sinemanın yıkımını engellemek isteyen yüzlerce sanatçı, oyuncu, demokrat polis tarafından sulu, gazlı bir saldırıyla karşılaştı. Yerlerde sürüklendiler, joplandılar, gözaltına alındılar. Bunun karşısında ise, geri adım atmadılar, direndiler ve mevziyi terk etmediler. Bu sahipleniş ve duruş sanatçılar için örnek bir davranıştır. Bulunduğumuz mevzileri bu şekilde sahiplenmediğimiz her karşı karşıya gelişte elimizde bulunanı da kaybediyoruz. Bu saldırı bir yandan da şunu tekrar göstermiştir. AKP iktidarı sadece devrimcilere saldırmıyor. Halkın her kesimine, doktoruna, mühendisine, sanatçısına, avukatına saldırıyor. İşte bir kez daha kanıtlandı. O nedenle bütün bu saldırıların geldiği nokta ortaktır. AKP’den gelir, halka ve halkın yanında olanlara, ezilenin yanında olanlara gelir.
Sanatçılar, halkın sanatını yapanlar; baskılara ve saldırılara karşı bir arada durmayı öğrenmelidir. Böylesi saldırılara karşı reflekslerimiz olmalı. Sanat alanında iktidarın saldırılarına karşı bir cephe kuracağız. Bütün sanat alanlarında yok sayılanların, yasaklananların, saldırıya uğrayanların sesi olacağız. Emek Sineması eylemine yapılan bu saldırı ve şimdiye kadar yaşadığımız baskılar bunun acil bir ihtiyaç olduğunu kanıtlamıştır. AKP’nin yemeklerine, kahvaltılarına, yalanlarına kanmadan, aldanmadan AKP’ye karşı bir cephe oluşturmadıkça sanatı, halkın sanatını bu ülkede özgürleştiremeyiz. AKP iktidarına sesleniyoruz: Siz yıkıyorsunuz biz yeniden yapıyoruz… Albümleri, üretimleri çalıyorsunuz, yeniden yaratıyoruz emekçi ellerimizle. Tıpkı bütün ülkeyi yağmaladığınız ve yıkmaya çalıştığınız gibi. Biz yeniden kuracağız bu ülkeyi. Ama bu kez içinde siz ve sizin anlayışınız olmayacak.
NİSAN 2013 | TAVIR | 55
56-58 baba oldu ya mırası_29-30 ellerimi tut 4/11/13 2:24 PM Page 56
tartışma tartışma
“baba” öldü... ya mirası? serkan fişek
Arabesk müziğin "baba"sı Müslüm Gürses öldü. Bir fenomen olan Müslüm Gürses'in yaşamı, Urfa'nın Halfeti ilçesinin Futıközü köyünde 7 Mayıs 1953'te başladı ve 2013'te 60 yaşındayken İstanbul'da sona erdi.
olmasına rağmen, son süreçte "toplumsal barış" sağlanarak itibarı iade edilen "arabesk müzik" üzerinden, arabeskin ne menem bir kültür olduğunu, dilimiz döndüğünce anlatmak bizim muradımız.
Müslüm Gürses, yoksulluğun içinden, hatta en diplerinden geliyordu Halfeti'den Adana'ya, biraz olsun karınlarını doyurmak için göçtüklerinde, daha üç yaşındaydı, ilkolkulu bitirdikten sonra okuyamadı tüm yoksul çocukları gibi küçücük bedeniyle ayakkabı boyacılığı ve terzi çıraklığı yaparak kazandığı üç-beş kuruşla ailesinin geçimine katkı sağlıyordu. Ve sonra bir gün "şans" ona da güldü. Bir ses yarışmasında birinci oldu ve TRT Çukurova Radyosu'nda canlı türküler okumaya başladı. 15 yaşında ilk albümünü çıkardı ve sonra aldı yürüdü…
Arabesk müzik, kendini toplumsal-siyasiekonomik koşullardan ve bu koşulların yarattığı kültürden ayrı düşünülemez. Dolayısıyla arabesk müzik, aslında adına "arabesk kültür" diyeceğimiz bir olgunun içerisinde değerlendirilmelidir. Basında ve TV'lerde yapılan arabesk tartışmaları sınıfsallıktan uzak, yüzeyseldir, o yüzden de yanlıştır. Bu yanlıştan da doğru sonuca ulaşmak mümkün olmamaktır.
Asıl mevzu Müslüm Gürses'in yaşamı değil. Nasıl bir yaşamı olduğu, hayatını nasıl sürdürdüğü herkesçe biliniyor üç aşağı beş yukarı… Onun ölümüyle yeniden tartışılmaya başlayan, önceden yasaklı
56 | TAVIR | NİSAN 2013
Kültür bir üst yapı kurumudur ve ekonomik alt yapının belirleyiciliği altındadır. Yani ekonomik alt yapıda hangi üretim ilişkileri hakimse, üst yapı kurumları ( kültür, hukuk, ahlak vb.) da ona göre şekillenir. Çarpık kapitalizmin hakim olduğu ülkemizde, doğaldır ki bu ekonominin yarattığı kültür de, kendi içerisinde çarpıklıklar taşıyacaktır.
Arabesk kültürü çarpık kapitalizmin yarattığı maddi yaşam koşullarının bir çocuğudur ve egemenlerin halkın düzene olan öfkesini tarafsızlaştırmak, onu uyutmak için kullandığı en önemli araçlardan biri olagelmiştir. Bugün de yaşamın bir çok alanında değişik biçimlerde "zenginleştirilerek" bu misyonun yerine getirmektedir. Arabesk kültürün en belirgin öğesi olarak arabesk müzik çıkar karşımıza Devrimci mücadelenin iyice kazandığı, henüz iktidarı alabilecek ML bir parti örgütlenmesi yaratılamamış olsa da, halkın büyük çoğunluğunun "örgütlü" olarak mücadeleye katıldığı (Aslında bunun bir yanılsama olduğu birçok siyasi yapıda örgütlülük adına kendi kendiliğindenciliğin hakim kılındığı ve iktidar perspektifinden uzak olunduğu, 12 Eylül faşist darbesiyle ve sonrasında açığa çıkacaktı. Bu "trajedi" elbette başka bir yazı konuşulur) bir süreçte "patladı" arabesk müzik. Daha doğrusu "patlatıldı". Devrimci mücadelenin yükselişi, elbette ki, ekonomik olarak halkın iyice yoksullaşmasının, sömürü düzeninin alabildiğine,
56-58 baba oldu ya mırası_29-30 ellerimi tut 4/11/13 2:24 PM Page 57
kapitalizmin kurallarına göre işletilmesinin, halkın düzene karşı memnuniyetsizliğinin sonucuydu. Etkiye karşı tepki: Halk, yoksulluğuna, açlığına, işsizliğine,i evsizliğine "isyan" ediyordu bir şekilde… Düzen sahipleri endişelendi. Üzerinde oturdukları zeminin kayma tehlikesi vardı. Devrimci mücadelenin ivme kazanması, bir yandan devlet terörünü geliştirirken, öte yandan faşist düzen partisi olan MHP'de ve onun yan kuruluşu olan Ülkü Ocakları'ndas örgütlenmiş sivil faşistleri devreye sokan oligarşi; bir katiller sürüsünü halka ve devrimcilere karşı silahlandırarak, gelişen devrimci bu katiller sürüsünü halka ve devrimcilere karşı silahlandırarak, gelişen devrimci müzadeleyi engellemeyi amaçlıyordu. Çok ciddi bir can güvenliği kıskacına sokulan halk; bu şekilde korkutulmaya, sindirilmeye ve teslim alınmaya çeliştırıyordu. Bütün bu saldırılar, uygulanan, resmi ve sivil faşist terör, yine de devrimci mücadelenin gelişimini engellmeye yetmiyordu. Oligarşi yeni politikalar devreye sokmakta gecikmedi. Sinemada, Yılmaz Güney'in öncülüğünü yaptığı sosyalist gerçekçi sinema; gelişen devrimci mücadeleye paralel olarak çok güzel örneklerle büyürken, bir yandan da halkta bir ahlaki düşkünlük yaratmak için porno film furyası başlatıldı.Yoksulluğun her daim isyanı doğurmayacağını, bunun için bir takım öznel ve nesnel koşulların da var olması gerektiğini, çok iyi bilen oligarşi, tam da bu süreçte porno filmleri piyasaysa sürdürdü. Devrimci mücadele, özellikle sinemada, müzikte ve kısmen de edebiyatta kendini gösterirken; sinemanın, bu sanat dallarından halk üzerinde en fazla etki de bulunan sanat dalı olduğunu deneyimleriyle çok iyi bilen egemenler, bu yolla halkı yozlaştırmayı, ahlaki düşkünlük yaratıp, dolaylı yollardan devrimci mücadeleyi engellemeyi amaçlıyordu. Sinemadan sonra, müzikte de kendi alternatifini bulmakta gecikemedi oligarşi.
(Ki bu konuda da, Portekiz'in faşist diktatörü Salazar'dan dolayı deneyimi vardı. Uzun yıllar Portekiz'i 3F ile yönettiğini söyleyen Salazar'ın bahsettiği F'lerden biti, halkta yılgınlık, karamsarlık, kadercilik gibi olguları geliştiren "Fado" adı verilen bir müzik türüydü. Diğer "F"lerden biri "Futbol", diğeri de bir tür şenlik olan "Fiesta" dır.) Bu müzik, öyle bir tarz olacaktı ki, dinleyenler hem eğlenecek, gülecek, hem hüzünlenecek ağlayacaktı. Hem öfkelenip kinlenecek, hem deşarj olup rahatlayacaktı. Hem isyan edecek, hem de teslim olacak, yenilecekti… Fakat ne olursa olsun hiç umutlanmayacaktı; her zaman yılgınlığa, karamsarlığa kapılacak, "kaderine" boyun eğecek, başına gelen bütün felaketleri tevekküle karşılayacaktı… Bunlar çelişki değil miydi; bir müzik nasıl bu kadar karşıtlığı içinde barındırıyordu ve gerçekten de bütün bunları başaracak mıydı? Evet, başaracaktı arabesk müzik! Düzenin kendisinden beklediği her şeyi başaracaktı! '75-'80 yıllar arasında Ferdi Tayfur, Müslüm Gürses, Orhan Gencebay, Hakkı Bulut gibiş sembol isimlerle ortaya çıkan ve tınıları, ezgileri Arap müziğinden çalınmış olan arabesk müzik, hjızla kendine taraftar buldu. En yoksullardı bunlar. Amelelerdi, şoförlerdi, işportacılardı, işsizlerdi, gecekondulular-
dı, yoksul mahallelilerdi… Yani açlığın, yoksulluğun, parasızlığın, işsizliğin, aşağılanmanın, hor görülmenin, yok sayılmanın bir tokat gibi yüzlerine çarpıldığı tüm kesimlerdi bu müziğe gönül veren, bu müziğe "tapan", bu müzikte dertlerini unutanlar(!)… Evet,"dert" de, "sıkıntı"da büyüktü ya isyan edilecekti yada boyun eğilecek, alın yazısıdır deyip geçilecekti. İsyan eden etti. Bunun karşılığını da baskı, yasak, gözaltı, işkence, katliam, hapishane, idam ile aldı 12 Eylül'de. İsyanı tercih etmeyip "alın yazısına" boyun eğenlere en büyük yardımcı arabesk müzik oldu işte. Hem "isyan" arabeskte de vardı: Tanrıya ve onun çizdiği kadere! Hem isyan hem de boyun eğme… Arabeskte ikisi de mevcuttu işte. İsyan vardı ama soyuttu, yaşamda karşılığı yoktu. Çok çok "isyankar" şarkılara çilingir sofrasında yada barda, pavyonda, gazinoda yüksek sesle eşlik etmede, sonrasında ağza alınmadık üç-beş küfürde buluyordu karşılığını bu "isyan". Kimi evinde, ayda yılda cebi biraz para görmüşü de barda, pavyonda "isyan" ediyordu. Tanrıya, ka-
NİSAN 2013 | TAVIR | 57
56-58 baba oldu ya mırası_29-30 ellerimi tut 4/11/13 2:24 PM Page 58
toplumun "ruh haline" gidecek en iyi (!) müzik de arabesk müziktir elbette. "İsyan" etmek mi istiyorsun, "İtirazım Var"ı verelim, yada "İsyankar"ı… Tövbe edeceksiniz, size en uygunu "Tövbeler Olsun"dur… Hüzün mü arzu edesiniz, o kadar çok seçenek var ki hangi birini seçelim? "Dertlerimi Zincir Yaptım"dan başlasak! Arabeskte yok yoktur; her ruh haline uygun bir şarkı mutlaka bulunur! Sonuç Yerine… Arabesk müziği sevenler, bundan hoşlananlar mutlaka olacaktır, vardır da zaten. Hem de azımsanmayacak sayıda… Müslüm Gürses'in cenazesi bunu kanıtlamaktadır. dere, kendine, herkese… Böylelikle asıl isyan edilmesi gereken yerlere edilmemiş, o nedenle ölü doğmuş, klasik söylemle "teoride kalmıştır" halkın isyanı(!) Arabesk müziğin, tümüyle iradi bir süreç sonucu, planlı programlı bir şekilde yaratıldığını söylemek mümkün değil elbette. Ancak örgütsüz, güçsüz bırakılmış bir insan topluluğunun, "kurtuluş" bu müzikte bulduğunu gören egemenler, bunu kendi çıkarları için kullanmasını çok iyi becermişlerdi. Nesnel durumu, öylelikle iradi bir sürece çevirmişlerdir. Bağrında taşıdığı kadercilikle, tevekküle arabesk müziğin; yeni sömürge ülkelere özgü oan, halkın düzenden memnuniyetsizliğine karşılık gelen bir eyleminin olmamasını tanımlayan suni dengeyi güçlendiren bir olgu olduğunu söylemek pak ala mümkündür. İnsanları kaderciliğe sevk etmesiyle, halkın depolitize edilmesine katkıda bulunan arabesk, oligarşinin ekmeğine yağ sürmüştür.
bunu başardığı vurgulanıyor. Doğru. Daha önce gerçekten dei yoksulların en alt tabakasının "Müslüm Baba'sı, Teoman'ın, Tarkan'ın, Bülent Ortaçgil'in, Sezen Aksu'nun şarkılarını seslendirerek, Harbiye Açıkhava Tiyatrosu'na "sosyeteyi", yani adlarına "Beyaz Türk" de denilen burjuvaziyi bile doldurmayı başarmıştır. Daha önce Gülhane Şenlikleri'nde ve diğer konserlerinde kendine tapan (!) gençlerin, ona olan hayranlıklarını ve isyanlarını, vücutlarına attıkları jiletlere gösterdiği Müslüm Gürses, artık sınıf atlamış görünüyordu. "Jiletçiler" ondan bira uzaklaşsa da, eski albümlerindeki şarkıları dinlemeye devam ediyor, "İtirazım Var" diyordu hala en yüksek sesleriyle. Bu "itiraz"a burjuvazinin hiçbir itirazı yoktu elbette. "Nişantaşı"nınsa zaten isyanla misyanla alakası yoktu!
Arabesk müziği, daha doğrusu arabesk kültürü siyasal, sosyal, kültürel açıdan incelemenin yolu sınıf savaşımının penceresinden bakmaktan geçiyor. Arabesk ne yalnızca "müzik"tir, ne de Müslüm Gürses',n ölümünün ardından; "isyankar" sözlerdi. Burjuvazinin halkın onun "en yoksulların sesi" olmakla bera- en yoksul kesimine "reva gördüğü" bir ber, özellikle son yıllarda onun pop müzik kültürdür. sanatçılarının şarkılarını seslendirerek, "Nişantaşı"na bile arabesk dinletir olduğu, Örgütsüz, güçsüz, yılgın, karamsar 58 | TAVIR | NİSAN 2013
Bu müzik, içerdiği sözlerle ve bu sözlerle uyum içinde olan ezgilerle; yılgınlığın, karamsarlığın, teslimiyetin, kaderciliğin, apolitiklikle kendini gösteren böyle gelmiş böyle giderciliğin müziğidir. Bileklere, göğüslere atılan jiletlerin, çekilen acıların sorumlularına, devlete hiçbir zararı yoktur. Atılan her jilette sönen öfke, zaten devletin aradığı şeydir. Müslüm Görses ve muadilleri, işte devletin arayıp da bulamadığı bu "şey"i vererek, niyetlerinden bağımsız olarak, birer piyonu olmuşlardır devletin, egemenlerin… Müslüm Gürses ve muadilleri, "Ezilenlerin Sesi" yada "Sessizlerin Sesi" hiçbir zaman olmamış, aksine onları sessizliğe, eylemsizliğe, umutsuzluğa yöneltilmiş; asıl öfkelenmesi gereken yerlere değil de tanrıya, kadere, kendilerine ve kendileri gibi olanlara öfkelenmelerini örgütlemişlerdir. Arabesk müzik, arabesk kültürün en önemli öğelerinden biri olma misyonunu, Müslüm Gürses'ten sonra da devam ettirecektir elbette. Ta ki, bir takım öznel ve nesnel koşullar değişene, "uyuyan dev" halk uyanana kadar… "Baba" ölmüştür ama "mirası" yaşıyor. Düzen değişene kadar yaşayacak da…
59-61 meph_sablon 4/11/13 2:29 PM Page 59
sinema
sinema
mephisto’yu öldürmek hasan bakır
Mephisto, Avrupa kaynaklı mitolojilerde şeytanın önemli yardımcılarından biridir. İnsanları baştan çıkaran; onların duygularını, tutkularını, alışkanlıklarını yönlendiren ve hep hata yapmaları için çalışan bir kötülük sembolüdür. Alaycı, kurnaz, korkunç, karşı konulmaz, sarhoş edici, dehşet verici birçok özellik taşır Mephisto… Sanatın birçok dalında işlenmiş, resmedilmiş bir öğedir aynı zamanda. Goethe'nin ünlü eseri Faust da bir ölümlünün ruhunu ele geçirir Mephisto. Klaus Mann'ın 1936 yılında yayımlanan romanında ise Mephisto'nun yansımasını faşizmin iktidara geldiği ve adım adım güçlendiği dönemin Almanya'sında görüyoruz. Bu ayki sinema bölümünde da Klaus Mann'ın aynı isimli romanından uyarlanan 1981 yapımı "Mephisto" filmini tanıtacağız.
Film; sanatçının yaşadığı süreci iyi değerlendirmesi ve buna göre safını net olarak belirlemesi gerekliliğini anlatıyor bize. Çünkü sanatçı; halkı etkileyen, onun duygu ve düşüncelerine yön veren insandır. Bu noktada en köşeli düşünmesi gereken kişidir. Özellikle halkın kültürel yaşamını, siyasi tavrını belirleyen konularda; halkın çıkarlarını gözetmek ve bunu kıskançlıkla savunmak zorundadır. Güçlünün yanında yer almak, onun çıkarları için çalışmak, politik havayı bulandırmak ve baskıyı, sömürüyü meşrulaştırmak sanatçının işi olamaz. O aksine eserleriyle tüm yumuşak kenarları sivriltmelidir, köşeleri ortaya çıkarmalıdır. Aksi takdirde sömürünün ve zulmün bir parçası olur. "Yetmez ama evet" diyenler, "özgür sanat" diyenler, "bireyi" kutsayanlar Mephis-
nİsan 2013 | TaVIR | 59
59-61 meph_sablon 4/11/13 2:29 PM Page 60
to'nun ağına düşmüş zavallılardır. Tarihe karşı sorumludurlar. Çünkü gerçekleri gizleyen aygıtın birer dişlisi olmuşlardır. Sanata karşı sorumludurlar. Çünkü halkların en derin tecrübelerinden süzülen ve can bedeli savunulan halkın sanatını dar salonlara hapsetmişler, yaşadığı sokaklardan meydanlardan koparmışlardır. Bu küçük-burjuva kişilikler tam da Mephisto'nun aradığı türdendir. Alkış için yaşayan, rüzgâr nereden eserse o yana savrulan, güçlüymüş gibi görünen zayıf kişiliklerdir bunlar. Filmin başkarakteri Hendrik Hoefgen, Almanya'nın liman şehri olan ve işçi nüfusunun yoğun olduğu Hamburg'ta yaşamaktadır. Hoefgen bir tiyatrocudur ve Hamburg’daki tiyatrolarının işçilerin ve yoksul halkın aydınlandığı bir yere dönüşmesi emek harcamaktadır. Oyuncuları çoğunluğu liman 60 | TaVIR | nİsan 2013
işçilerinden oluşan amatör tiyatroculardır. İşçi sınıfının artan mücadelesine destek olmak için ve Alman halkını yükselmeye başlayan faşizme karşı uyarmak adına oynadıkları tiyatroyu halklaştırmaya çalışmaktadır Hoefgen ve beraberindeki oyuncular. Fakat çok ünlü bir aktör olma hırsıyla yanıp tutuşan Hoefgen için Hamburg, ancak yerel bir oyuncuyu tatmin edecek nitelikte bir şehirdir. Ulusal anlamda tanınmış bazı oyuncu dostlarını rica-minnet referans olarak göstererek Berlin Devlet Tiyatrosu kadrosunda kendine mütevazı bir rol edinir. Geride bıraktığı tek şey küçük tiyatroları değildir. Aynı zamanda işçi dostlarını v e onların mücadelesini, yeni evlendiği burjuva bir ailenin kızı olan eşini ve annesi bir siyah olan alman metresini de Hamburg’da bırakır. Hoefgen, Nazileri sevmez ve onları demokrasiye ve özgür tiyatroya düşman olarak tanımlar. Hatta
Hamburg’dayken nasyonal sosyalist parti üyesi yoksul ve cahil bir işçiyi kadrodan attırır. Nazilerin çevresindeki sanatçıların aptal olduğunu söyler. Ama Berlin’de kısa sürede yakaladığı şöhret onu yavaşça değiştirir. Alkışlara, sevgi sözcüklerine ve kadınlara olan düşkünlüğü artar. Hoefgen değişen sürece kendini kolayca alıştırmada ustadır. Bunun için kendini güzelce ikna eder. Eşi bir başka şehirde kalmıştır ama o yalnızlığını yeni ilişkilerle unutmaya çalışır ve metresini de Berlin’e aldırmayı ihmal etmez. Ve bir sabah Nazi’lerin seçim zaferiyle uyanır ve çevresindeki herkesin bu yeni süreç içerisinde hazırlıklar yaptığını görür. Hamburg’daki arkadaşları acilen faşizme bir cevap vermek gerektiğini, bunun için tekrar bir araya gelmelerinin gerektiğini savunur, eşi onu Berlin’den ayrılmaya ikna etmeye çalışır. Ama o, “Naziler ne yapabilir
59-61 meph_sablon 4/11/13 2:30 PM Page 61
ki, bu ülkede hala muhalif bir kesim var. Sosyalistler, sosyal demokratlar durumu dengeler” diyerek faşizmin gerçeğine sırtını döner. Hoefgen, Nazilerin hep iktidarda olsalar bile kendisine dokunmayacaklarını, ünlü bir oyuncu üzerinde baskı kurmayacaklarını düşünür. Oysa çoktan eşi ile birlikte kara listeye girmiştir bile. Aydın-sanatçı; olaylara bilimsel bakmak, bilimsel hareket etmek zorundadır. Faşizm gibi kendinden olmayan her şeye düşman yönetimler asla statü, mevki dinlemez. En fazla baskısının şeklini değiştirir. Bunu göremeyen gözler, ya da göz ardı edenler halka bir şey sunamazlar. Halkın aydını, sanatçısı olamazlar. Bilimsel bakmanın ve harekete geçmenin bir zorluğu da bedel ödemektir ki, burada da aydın-sanatçı cesaretli olmalıdır. Yüreğine cesaret tohumlarını ekecek tek güç de halktır. Halkın mütevazı bir parçası olamayan sanatçı, bu cesareti de kendinde bulamaz. Ve bundan sonra sonuç kaçınılmazdır. Ne kadar aksi iddia edilirse edilsin halkın değil faşizmin safında yer almış olur aydınsanatçı. Çünkü hayatta ara renkler yoktur. Yalnızca siyah ve beyaz vardır.
masın, faşizmin katliamcı yüzünü gizlemek için çaba harcamaktadır artık. Fakat bunu görmek istemez. Çünkü artık onun için varsa yoksa sahne ışıklarıdır. Ancak bunun ardından öyle günler gelir ki adeta sözcüsü haline geldiği Naziler, onun “suya sabuna dokunmayan” sanatını bile kısıtlamaya başlar. Eski dostları, eşi hatta metresi bile faşizmin hışmına uğramış onun yanından uzaklaşmıştır. Ama o tek yolun güçlü olan hükümetin yanında yer almak olduğunu savunur ısrarla. Gözlerini sıkı sıkıya yummuştur artık. Fakat gestapo tarafından kaçırılan eski arkadaşı devrimci tiyatrocu Otto’nun sağ salim bulunması için dostu başbakanın makamına vardığında aşağılanarak kovulur. Ve artık iktidarın yetenekli çocuğu aslında onlar içi çok
da değerli olmadığını anlar. Ve büyük bir çaresizlikle sorar: Ben yalnızca bir oyuncuyum. Benden ne istiyorlar? Bu sorunun cevabı aslında başından bellidir. Tarih bize faşizmin gerçek yüzünü defalarca gösterdi. Fakat bunu görmek istemeyenler kendi bireysel çıkarları için yaşayanlar, küçük-burjuva ihtiraslarına yenik düşenler halkın önünü görmesini engellediler. Dahası sanatı halktan kopardılar. Evet, onlar Mephisto ile anlaşma sağlayan aydınlardır. Ama bugünün aydını, sanatçısı her köşe başında yolunu kesen Mephisto’yu artık öldürmelidir. Bunu ancak ve ancak faşizmin saldırılarına karşı birlikte hareket ederek ve halkın sanatçısı olarak başarabilir.
Budapeşte’deki film çekimleri sırasında kara listeye alındığını öğrenen Hoefgen, istemeyerek de olsa Berlin’e dönmez. Ancak onun usta oyunculuğu, Nazi yanlısı bir kadın tiyatrocuyu etkilemiştir. Bu kadın oyuncu Nazi hükümetinin başbakanını Hoefgen’i affetmesi yolunda ikna etmiştir. Hoefgen, Berlin’e geri döner ve kendisi için yeni bir süreç başlar. Yeni sürecinde Nazilerden icazet alarak faşizmin kültür-sanat alanındaki çalışmalarında etkili rol almaya başlar. Hoefgen’e göre o sadece tiyatro oyuncusudur ve sanatını icra etmektedir. Ama farkında olsun ol-
nİsan 2013 | TaVIR | 61
62-64 nisan_29-30 ellerimi tut 4/11/13 4:23 PM Page 62
haberler
haberler
İdil Tiyatro Atölyesi Dünya Tiyatro Günü’nü Kutladı
İdil Tiyatro Atölyesi oyuncuları Dünya Tiyatro Günü’nü bu yıl tutsak tiyatrocular Gamze Keşkek ve Veysel Şahin için kutladı. Tiyatrocuların tutsak edildiğini ifade etmek için sahneye demir parmaklıklar kuruldu ve sahne adeta bir hapishane dekoruyla oluşturuldu. 23 Mart cumartesi günü saat 17.00’de başlayan programda İdil Tiyatro Atölyesi oyuncuları geceye katılanları Bakırköy Hapisha-
nesi’nden ve Tekirdağ F Tipi’nden selamlarla karşıladılar. Yaptıkları konuşma ile bugün hapishane dekorunun ardından program akışını sağlayacaklarını çünkü iktidarın devrimci tiyatrocuları tutukladığını, bu tutuklamalara rağmen İdil Tiyatro Atölyesi oyuncuları Gamze Keşkek ve Veysel Şahin’in üretimlere devam ettiklerini ve hapishane hücrelerini tiyatro sahnesine döndürdüklerini ifade etti. Gamze ve Veysel’in İdil Kültür Merkezi’nin üretimlerinde ve İdil Tiyatro Atölyesi’nin faaliyetlerinde yalnızca fiziki olarak yer alamadıklarını fakat her koşulda yanlarında olduklarını ifade etmek amacıyla İdil Tiyatro Atölyesi oyuncuları Gamze ve Veysel’i anlattıkları bir canlandırma sundular. Canlandırmanın ardından Tiyatro Simurg oyuncusu Bilge-
su Ataman Dünya Tiyatro Günü bildirisini okudu. Bildirinin ardından İdil Tiyatro Atölyesi oyuncuları Toder’in Mehmet Esatoğlu’na yazdırdığı alternatif bildirgeyi ve Gamze Keşkek’in kaleme aldığı bildiriyi okudu. Bildirilerin okunmasının ardından Tiyatro Simurg’un yönetmeni Mehmet Esatoğlu sahneye gelerek İdil Tiyatro Atölyesi’nin tarihinden, Gamze Keşkek ve Veysel Şahin ile ne gibi üretimlerde bulunduklarından bahsetti. Daha sonra Tiyatro Simurg, Türkan Albayrak ve Hey Tekstil işçilerini anlattıkları Bir Şey Söyle isimli oyunlarından otuz dakikalık kısmı geceye katılanlara sundu. Yaklaşık 60 kişinin katıldığı program başka kutlamalarda ve oyunlarda görüşmek üzere sözleşerek bitirildi.
F Tipi Film’in Gösterimleri Devam Ediyor F Tipi Film’in yurtdışı gösterimleri 2 Mart 2013 cumartesi günü İsveç'in Göteborg şehrinde başladı. Yaklaşık 150 kişinin katıldığı film gösteriminin ardından İnan Altın ve Ezel Akay sahneye çıkarak filmin hazırlık sürecine, F Tipi hapishanelere ve buna karşı verilen mücadeleye ilişkin konuşma yaptı. Konuşmaların ardından soru - cevap bölümüne geçildi. İzleyicilerin büyük bir bölümü filmi çok beğendiğini belirterek filmde emeği geçen herkese teşekkür etti. F Tipi Film’in ikinci gösterimi ise Danimarka’nın Kopenhag şehrinde gerçekleşti. F Tipi Film Kopenhag gösterimi 14.30'da başladı. İlk olarak çalışmalarını Kopenhag'ta sürdüren bir tiyatro topluluğu sahne alarak 15 dakika boyunca hapishane konulu bir oyun sahneledi. Oyunun ardından film gösteri-
62 | TAVIR | nİSAn 2013
mine geçildi. Alkışlar eşliğinde sona eren filmin ardındansa ilk olarak Free Muse başkanı Ole Reitov bir konuşma yaptı. Yaptığı konuşmada filmden çok etkilendiğini belirten Reitov, Türkiye'de sanata ve özellikle Grup Yorum'a yönelik baskılara dikkat çekti. Rei-
tov'un ardından İnan Altın ve Ezel Akay sahneye çıktı. Yaptıkları konuşmada tüm F Tipi Film ekibi adına kitleyi selamlayan Altın ve Akay, tecritin tarihçesi, emperyalizm açısından önemi
ve neden ortadan kaldırılması gerektiğine vurgu yaptı. F Tipi Film, Danimarka ve İsveç’in ardından 9 Mart cumartesi günü İngiltere’nin Coventry şehrinde de gösterildi. Alevi Bektaşi Kültür Merkezi’ne ait cemevinde yapılan gösterimi 65 kişi izledi. Film gösteriminden önce Anadolu Halk Kültür Merkezi müzik grubu da sahne alarak şarkılar söyledi. Daha sonra İnan Altın ve Niyazi Koyuncu birlikte Yorum şarkıları ve Karadeniz türküleri söylediler. F Tipi Film Coventry gösteriminden bir gün sonra İskoçya’nun Glaskow şehrinde de gösterildi. Konuşmalar, semah gösterimi, tiyatro oyunları ve müzik dinletisinin ardından F Tipi Film gösterimine geçildi. Galaskow’da filmi yaklaşık 280 kişi izledi. Etkinlik İnan Altın ve Niyazi Koyuncu’nun birlikte seslendirdiği şarkılarla son buldu.
62-64 nisan_29-30 ellerimi tut 4/11/13 4:23 PM Page 63
DUYURULAR
GRUP YORUM GÜNCE 4 İdil Kültür Merkezi Önü Eylemleri Devam Ediyor
4 Grup Yorum 21 Nisan’da Ankara’da
Grup Yorum’un tutuklamalar ve ev hapislerine karşı başlattığı İdil Kültür Merkezi önü eylemleri 20 haftadır devam ediyor. Her hafta pazar günü gerçekleşen eylemlerde Grup Yorum elemanları bir saat boyunca dinleti veriyor ve halaylar çekiliyor. Her hafta eylemlere 100-150 kişi katılıyor.
Grup Yorum 21 Nisan'da Ankara Ahmet Taner Kışlalı Spor Salonu'nunda dinleyicileriyle buluşuyor. Konser saat 15.00'te başlayacak.
4 Grup Yorum Örnektepe ve Gazi’de Newroz’u
Kutladı Grup Yorum elemanları 21 Mart ve 24 Mart tarihlerinde Newroz bayramını kutladı. 21 Mart’ta Örnektepe Erzurumlular Meydanı’nda ateş yakılmasıyla başlanan etkinliğe yaklaşık 150 kişi katıldı. Etkinlikte ayrıca Grup Yorum korosu da sahne aldı. Newroz bayramı 24 Mart’ta ise Gazi Mahallesi’nde yaklaşık 500 kişinin katılımıyla coşkuyla kutlandı. Etkinlikte Grup Yorum ve İdil Kültür Merkezi Kürtçe müzik grubu Denge Hevi sahne aldı.
4 1 Mayıs Pikniği 28 Nisan’da Gelenekselleşen 1 Mayıs pikniği bu yıl 28 Nisan'da Kemerburgaz Kurtkemeri piknik alanında gerçekleşecek. Piknikte Grup Yorum, Selçuk Balcı ve İdil Tiyatro Atölyesi yer alacak.
4 Grup Yorum 25 Mayıs’ta Fransa’da Grup Yorum 25 Mayıs'ta Fransa Toulouse'da dinleyicileriyle buluşacak.
4 Grup Yorum Taksim Eylemleri Devam Ediyor
4Her Çarşamba, her Cuma, her Pazar
Tutsak devrimciler, sanatçılar, avukatlar ve memurların serbest bırakılması için başlatılan cuma eylemleri devam ediyor. Her cuma günü Taksim Meydanı’ndan Galatasaray Lisesi önüne kadar yürünen eylemlerde Galatasaray Lisesi önünde Grup Yorum türküleri seslendiriliyor ve halaylar çekiliyor.
Adalet talebimizi her çarşamba saat 12.00’de Çağlayan Adliyesi önünde, her cuma saat 19.00’da Taksim Meydanı’nda, her pazar saat 14.00’te İdil Kültür Merkezi önünde tutuklanan devrimcilerin serbest bırakılması için yineliyoruz.
Grup Yorum Chavez Anmasına Katıldı
6 Mart günü hayatını kaybeden Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chavez için 7 Mart’ta Galatasaray Lisesi önünde bir anma gerçekleştirildi. Saat 19.00’da başlayan anmada
Galatasaray Lisesi önü kızıl karanfillerlerle ve mumlarla donatıldı. Chavez’in resimlerinin ve Venezuela bayraklarının da asıldığı alanda yaklaşık 150 kişi toplandı. Venezuela İstanbul Başkonsolos vekili Oscar Alejandro Gvedze Seguera da anmaya katıldı ve bir konuşma yaptı. Seguera yaptığı konuşmada “Venezuela halkı adına burada olduğunuz ve yaptığınız her şey için çok teşekkür ederiz. Chavez 14 yıl boyunca Venezuela hükümeti için çalıştı. Yaşadığı topraklara aşk doluydu. Bütün dünyaya aşk doluydu. Bu aşk için
savaştı. Kendisini de bu yolda kaybettik. Onun yaptıklarını silmek için bir ömür yetmez" dedi. Programda daha sonra Grup Yorum yer aldı. Grup Yorum elemanları yaptıkları konuşma ile Chavez’in eksikleriyle birlikte dünya halklarına umut taşıyan bir önder olduğu ve yarattığı geleneğin devam edeceğini vurguladı. Başkonsolos vekili ile de konuşarak Venezuela halkına başsağlığı dileklerini gönderen Grup Yorum Bize Ölüm Yok ve Çav Bella marşlarını seslendirdi. Grup Emeğe Ezgi’nin de yer aldığı program okunan şiirlerin ardından anmaya katılanların Chavez için oluşturulan deftere duygularını yazmasıyla son buldu.
nİSAn 2013 | TAVIR | 63
62-64 nisan_29-30 ellerimi tut 4/11/13 4:23 PM Page 64
haberler haberler kısa... kısa... kısa... kısa.. kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa...kısa...
4Pınar Aydınlar’ın Arabası İşaretlendi Sanatçı Pınar Aydınlar'ın otomobiline 7 Mart günü kırmızı boyayla işaret konuldu. Pınar Aydınlar daha önce de, Mecidiyeköy Profilo'da bir adamın kendisini takip ettiğini ve tartıştıklarını söyledi. Bunun üzerine 8 Mart günü sabah saatlerinde ise Çağlayan Adliyesi’ne giderek, sanatçı dostlarıyla birlikte yaşanan bu faşist baskıya karşı suç duyurusunda bulundu. 4Bağımsız Türkiye Konseri İçin Bin Komite Bu yıl 14 Nisan’da 3.sü düzenlenecek Grup Yorum Bağımsız Türkiye Konseri içi Grup Yorum herkesi çalışmaya yapmaya ve komite kurmaya çağırıyor. Grup Yorum yaptığı açıklama ile 500 bin kişinin bir araya gelmesi için bütün dinleyicilerini konserin birer çalışanı olmaya ve bulundukları yerde konserin tanıtımını yapmaya davet ediyor. 4Tekirdağ F Tipi’nde Kitap İçin Açlık Grevi Geçen ay dergimiz sayfalarında duyurduğumuz gibi Tekirdağ 1 ve 2 No’lu F Tipi Hapishaneleri’nde hücrelerdeki kitap sayısına sınır getirilmiş 10 kitaptan fazlası tutsaklardan alınmak istenmişti. 15 Ocak’ta tebliğ edilen kararın ardından 15 Mart’ta hapishane idaresi, hücrelerdeki kitaplara zorla el koydu. Kitaplarını vermek istemeyen mahpuslar saldırıya uğradı ve bir günlük hücre cezasına maruz kaldı. Bunun üzerine 18 Mart'ta 1 Nolu F Tipi Hapishanesi'ndeki PKK davasından tutuklular hariç tüm siyasi tutsaklar ve 2 Nolu F Tipi Hapishanesi'nden de MLKP davasından tutsaklar beş gün açlık grevi yaptı. Açlık grevi tutsakların zaferi ile sonuçlandı. 4İdil Kültür Merkezi Abluka Altına Alındı İdil Kültür Merkezi’nin Okmeydanı Mahmut
64 | TAVIR | nİSAn 2013
Şevket Paşa Mahallesi’nde bulunan binası 14 Mart sabah saatlerinden itibaren abluka altına alındı. Polisin yığınak yaptığı ve baskın düzenlemek için önünde beklediği binanın içinde bulunan Grup Yorum elemanları ve kültür merkezi çalışanları sabah saatlerinden itibaren camlardan mahalleliye durumu anlatan konuşmalar yaparak, basını bilgilendirdi. Binadan çıkmayan Grup Yorum elemanları ve kültür merkezi çalışanları Grup Yorum türkülerini camlara dayadıkları ses sistemleri aracılığıyla tüm mahalleye dinletti. Bu esnada durumdan haberdar olanlar da İdil Kültür Merkezi önünde toplanmaya başladı. Sloganlar ve halaylar eksik olmazken polis kurduğu ablukayı saatler sonra kaldırmak zorunda kaldı. 4Emek Sahnesi Yıkılıyor Emek Sineması’nın da bulunduğu İstiklal Caddesi üzerindeki Cercle d’orient (Serkildoryan) kompleksinde inşaat çalışmaları için iskele kuruldu.Cercle d’orient ve Emek Sineması’nın da bulunduğu binaların yerine Alışveriş Merkezi yapılacak. Emek Sineması’nın da bozulmadan aynen taşınacağı ifade ediliyor. Ancak, sinemaseverler için bu çok da anlam taşımıyor. Emek Sineması, 26 Ekim 2009’da restore edileceği söylenerek kapatılmıştı. Ancak tüm protestolara ve kamuoyundaki tepkilere rağmen yıkıma başlamak için iskele kurularak hazırlıklar tamamlandı. 4Tiyatro Sanatçısı Yaşar Güner Vefat Etti Türkiye Tiyatrosu’nun emektarlarından Yaşar Güner 1 Nisan’ da yaşamını yitirdi. 60'lı yıllardan bu yana hem tiyatroda hem de sinemada emek harcayan Güner, onlarca oyunda, filmde ve dizide rol aldı. Değişik tiyatro topluluklarının kuruluşunda yer alan Güner, yazar, yönetmen Vasıf Öngö-
ren'le ortak çalışmalar yaptı. Öngören'in "Asiye Nasıl Kurtulur" ve "Zengin Mutfağı" oyunlarında yönetmen yardımcılığı yaptı. Sendikaların sanat alanına ilgi göstermesi, işçileri sanatla buluşturması için sendika yöneticileriyle toplantılar yapan Güner, DİSK Sine-Sen bünyesinde bir tiyatro grubu oluşturmasına karşın çeşitli engellemeler sonucu projesini hayata geçiremedi. 4Tiyatro Sanatçısı Metin Serezli Vefat Etti Tiyatro sanatçısı Metin Serezli yaklaşık 2.5 yıldır tedavi gördüğü Akciğer Kanseri’ne yenik düşerek 11 Mart günü evinde vefat etti. Metin Serezli, 2000-2007 büyük direnişte ölüm oruçlarına ilişkin yaptığı skeçle, 122 şehidin yalnızca rakamdan ibaret olmadığını vurgulamasıyla hatırlanıyordu. 4Uluslararası Çocuk Tiyatroları Festivali 24 Nisan’da başlıyor Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü’nün 24-29 Nisan 2013 tarihleri arasında Ankara’da düzenleyeceği 9. “Küçük Hanımlar Küçük Beyler Uluslararası Çocuk Tiyatroları Festivali” 11 sahnede 12’si yabancı, biri yerli okul tiyatrosu, 5’i yerli özel tiyatro ve Devlet Tiyatroları’nın 4 bölgesinden 7 değişik oyun olmak üzere toplam 24 oyuna ev sahipliği yapacak. Toplam 72 temsilin verileceği festivalde, bir seminer ve atölye Çalışması, bir okuma tiyatrosu, 7 atölye çalışması ve uçurtma şenliği gerçekleştirilecek. 4İlkay Akkaya’nın Konseri Engellendi İlkay Akkaya’nın Muğla Sıtkı Kocaman Üniversitesi Atatürk Kültür Merkezi sahnesinde gerçekleştireceği konser 400 bilet satılmasına rağmen başlamasına saatler kala üniversite yönetimi tarafından “güvenlik” gerekçesiyle engellendi. İlkay Akkaya ise yaptığı açıklama ile hukuki haklarını arayacağını ve konserini yapmdan Muğla’dan dönmeyeceğini açıkladı.