ıssn 1303-9113 • 2013 / 01
ocak 2013 kapak.indd 1
• sayı 126
• 2.25 TL(KDV’li)
1/7/13 2:09 PM
ocak 2013 kapak.indd 2
1/7/13 2:09 PM
01-02 merhaba_1-2 merhaba ve icindekiler 1/7/13 4:02 PM Page 1
a y l ı k
s a n a t
d e r g i s i
Merhaba;
Sahibi Tavır Yayınları adına Bahar Kurt Genel Yayın Yönetmeni Gamze Keşkek Sorumlu Yazıişleri Müdürü Yeliz Yılmaz Yayın Danışmanı Veysel Şahin Yazışma Adresi İstanbul Mahmut Şevket Paşa Mah. Mektep Sk. No: 4-B Okmeydanı - Şişli - İstanbul Tel: (212) 238 81 46 Faks: 238 82 49 e-posta: tavir2007@gmail.com www.tavirdergisi.org Ankara İdilcan Kültür Merkezi Eski 1. Cadde 636. Sk. No: 207/2 Tel: 0 541 336 65 37 Hesap no (TL) 1042- 0596147 Gamze Mimaroğlu İş Bankası Parmakkapı/İST. Hesap no (EURO) 1042- 0129062 Gamze Mimaroğlu İş Bankası Parmakkapı/İST. Fiyatı (DÖVİZ) Almanya: 5 Euro Fransa: 5 Euro Hollanda: 5 Euro Avusturya: 5 Euro İsviçre: 7.5 Frank İngiltere: 4 Sterlin Posta Çeki Hesap no Selma Altın 515 72 82 Baskı Ezgi Matbaa Sanayi C. Altay Sok. No: 10 Çobançeşme / İstanbul Tel: (0 212) 452 23 02 Yayın türü: Yerel Süreli
Kavga yaşamın her alanında kıyasıya sürüyor. Ezenin ve ezilenin kavgası bu. Ezenler, ezilenlerin hiçbir hakkı olmasın istiyor. Ezilenlerin, sınıflı toplumların oluştuğu günden beri milyarlarca insanın yaşamı pahasına elde ettiği en hayati haklarını bile yok sayıyor. Baskı uyguluyor, yasaklıyor, sansürlüyor. Sanat alanında bile. Ezilenlerin sanatı her daim korkutmuştur iktidardakileri. Faşizmin sanata olan düşmanlığını herkes bilir. Hitler'in propaganda bakanı Göebbels'in, "Kültür denilince elim silahıma gidiyor" sözü bu düşmanlığın on somut kanıtıdır. Şimdi AKP de Göebbels'in torunları olarak saldırıyor ezilenlerin sanatına, devrimci sanata, Grup Yorum'a... F Tipi Film'in başına gelenler, faşizmin sanata olan düşmanlığının en yakın örnekleri olarak terihe geçmiştir. Afişini asanlar gözaltına alınmış, duyurularını yapanlar polis ve zabıta tarafından taciz edilmiş, TV programlarına Grup Yorum'un çıkması yayın yönetmenleri tarafından engellenmiş, afişlerin parası verildiği halde metrolarda yayınlanması yasaklanmış, oynandığı sinemalardan çıkanlara polis tarafından GBT yapılmış, kimlik göstermeyenler dövülmüştür. Bir sanat eserine bu denli düşmanlık az görülür bir şeydir. Nedeni de sır değildir aslında... F Tipi Film, doğruları anlatıyor. Hafızalardan silinmeye çalışılan tecrit gerçeğini en çıplak haliyle anlatıyor. Tecrite karşı mücadele ederken hayatını kaybeden 122 canı anlatıyor. Yüreği içerdeki tutsak evladı için çarpan, evladını yarım saat görebilmek için aşağılık bir saldırı olan ahlak dışı aramaya katlanan anaları anlatıyor. Fedayı anlatıyor hiç hesapsız, halkın kalbinde güzel bir yer karşılığında sadece... Kavgayı anlatıyor zalimin zulmüne karşı... Örgütlülüğü, birlikte direnmenin hazzını anlatıyor. Her şeyden önemlisi de umudu anlatıyor, yılgınlığın kol gezdiğin, teslimiyetin geçer akçe olduğu bir süreçte. Esmesin isteniyor umudun rüzgarı. Kısılsın isteniyor kavganın ezgilerinin sesi. Mümkünü yok başaramazlar! Gerçekler ısrarcıdır. Doğrular, yanlışlarla kararmaz! Ve mazlumun ahı yıkıcıdır, duramaz karşısında zalimin en güçlüsü... F Tipi Film'in anlattıkları bir gün hayatın tüm yanlışlarını ortadan kaldıracaktır! Yanlışların tüm sorumlularını da... Bir sonraki sayımızda görüşmek dileğiyle... Dostlukla...
01-02 merhaba_1-2 merhaba ve icindekiler 1/7/13 4:02 PM Page 2
İÇİNDEKİLER
01/2013
3 6 7 12
14 17 20 28 32 35 38
DENEME grup yorum f tipi bir film çektik ŞİİR osman y. çobanoğlu düş DERLEME tavır “f tipi film” için ne dediler? ELEŞTİRİ grup yorum-sanat cephesi emperyalizmin sözcülüğünü yapan orhan pamuk, katledilen her suriyeliden sorumludur! MEKTUP semir aslanyürek orhan pamuk’a mektup MAKALE mehmet esatoğlu sanata karşı saldırlar ve ne yapmalı? PANORAMA tavır bir yıl böyle geçti DENEME tavır televizyonda sahte sevgi ve evlilikler RÖPORTAJ tavır sanatçılar grup yorum’un yanında DENEME ümit ilter özü halkın bağrında bir ozan:yunus emre RÖPORTAJ tavır barış atay’la sinema ve politika...
43 45 47 49 52 55
60
62
DENEME ibrahim karaca bu tezgah bozulmadan ebussuud’lar ölmez! MAKALE elif köse anadolu sanatı MAKALE berrin kubat ekmek yok. pasta da yoksa, böcek yiyin! DENEME gülser kalşen büyüdüm DENEME tavır ya halkın sanatçısı ya da kralın soytarısı ELEŞTİRİ tavır “devrimci proleterya” dergisinin tarihsel hazımsızlığı ELEŞTİRİ tavır değerler hiçbir şeye alet edilemeyecek kadar kutsaltdır HABER
03-05 f tipi sansür _sablon 1/7/13 4:03 PM Page 3
deneme
deneme
f tipi bir film çektik... grup yorum
Ülkemiz, kahramanlıkların, direniş destanlarının, yoksullukların, adaletsizliklerin, işkencelerin, hak arayışlarının, toplumsal mücadelelerin yüzyıllardır sürdüğübir ülke; fakat bunların hiçbirinin doğru dürüst sanat edebiyat ürününe dönüşemediği, büyük eserler olarak ülkemiz ve dünya halklarıyla buluşturulamadığı bir ülke. Böyle bir çelişki ender görülür. Hayatın bu kadar karmaşık olduğu, çelişkilerin bu kadar yoğun yaşandığı böyle bir ülkede değil konu sıkıntısı çekmek, bir ömür boyunca hiç durmadan anlatılmaya kalksa yine de bitirilemeyecek bir konu çeşitliliği
vardır. Ama sanatta ve özellikle sinema alanında bu konuların neredeyse esamesi okunmaz. Birçoğu 'kendi kişisel hezeyanlarını', 'içsel çalkantılarını' anlatmanın derdine düşüp, bu gerçeklere sırtını döner. Belki görür de çekmez, belki hiç göremeyecek kadar halktan uzaklaşmıştır. Ama kesin olan bir şey vardır ki, Yılmaz Güney'den bu yana halkın dertleri, sorunları, mücadeleleri, gördüğü zulümler çok az yansımıştır beyaz perdeye. Politik mücadeleye karşılık gelecek bir politik sinema gelişememiştir ülkemizde. Çekim şartlarının zorluğundan, çok büyük bedellerle çekilmesine kadar, paraya sahip
olan yapımcıların böyle projeleri desteklememesine kadar birçok sebebi vardır kuşkusuz. Ancak bunların hiçbiri gerçek nedeni değildir. Bu cürete, bu ateşe, bu öfkeye, bu halk sevgisine sahip sinemacıların sayısı yok denecek kadar azdır. Sorun asıl olarak buradadır. İşte böyle bir ülkede, bu ülkenin en temel gündemlerinden birini, emperyalizmin halkımıza saldırı ve gözdağı politikasının merkezini, F Tipi hapishaneleri anlatmaya karar verdik. Politik sinemacılığı yeniden ayakları üzerine dikecektik. Ve bu
OCAK 2013 | TAVIR | 3
03-05 f tipi sansür _sablon 1/7/13 4:03 PM Page 4
yolda artık hiç durmadan yürümeye, koşmaya devam edecektik. Beyaz PerdedenÜlkemizde yaşanan onlarca kahramanlığı, katliamı, direnişi, mücadeleleri, halkın yoksulluğunu, buna sebep olanları anlatacaktık beyaz perdeden artık. Geç kalmış olmanın verdiği sabırsızlıkla durmadan ve durmadan çekecektik. İşte bu yeni sürecin ilk adımını, tecrit gibi iktidarın sosyalizm mücadelesine karşı stratejik saldırısını resmederek atacaktık.
Ve onlara verdiğimiz bir sözümüz vardı: Kuşlar uçmayı unutsa da, balıklar yüzmeyi unutsa da, biz 122'leri unutmayacağız. Onları anacağız, onları anlatacağız ve onların uğruna canını verdiği mücadelelerini mutlaka ama mutlaka zaferle taçlandıracağız. Bu filmimiz, onları anmak adına, onların mücadelesini zafere taşımak adına atılmış mütevazi bir adımdı. Bu film esas olarak 122'lerin eseriydi. Bu nedenle filmimizi onlara adadık.
Bunu yaparken, az önce bahsettiğimiz gibi sinemacılar içinde oldukça azınlıkta olan, filmlerinde şu veya bu oranda bu ülke gerçeklerine dikkat çeken, aydın, ilerici yönetmenlerle yürümek istedik. F Tipi hapishanelere karşı direniş kolektifti, bu direnişi anlatan film de kolektif olmalıydı. Belki çok daha zordu ama çok daha etkili olacağı kesindi. Kolektivizm güç demekti. Birçok farklı gözün birbirini tamamlaması, desteklemesi, dayanışması demekti. İşte bu nedenle zor olanı seçtik. Ve 2 yıllık bir çalışmanın ardından filmimizi oluşturmayı başardık.
Egemenlerin yüzyılları bulan hapsetme ve cezalandırma deneyiminin en damıtılmış, süzülmüş ve en korkunç olanıdır tecrit. Bir insana, onu yalnızlığa mahkum etmek kadar, tüm sosyal bağlarından koparmak kadar büyük bir işkence yapılamaz. Bunu biliyordu egemenler. Israrları bu yüzdendi. Defalarca denemeleri, operasyonları, katliamları bu yüzdendi. Ne pahasına olursa olsun hayata geçirmek istemeleri bu yüzdendi. Politik tutsakları yalnızlaştıracak ve böylece bedenlerini değil esas olarak beyinlerini teslim alacaklardı. Halkın direnme dinamiklerini ortadan kaldıracaklardı.
F Tipi hapishanelerdeki tecrit zulmüne karşı 122 devrimci yaşamını yitirmişti.
Ama Özgür Tutsaklar tecrite teslim olmadılar. Tam 7 yıl hücre hücre eriyerek
4 | TAVIR | OCAK 2013
direndiler. Yeri geldi kendilerini yakarak feda ettiler. Ve tecritte kocaman bir gedik açmayı başardılar. Sohbet hakkı elde ettiler. Kazandıkları bu hakları gaspedildi sınırlı oranda uygulanıyor. Onlar da örgütlülükleriyle, yaratıcılıklarıyla, işkencelere rağmen, cezalara rağmen direnmeye devam ediyorlar. Özgür Tutsakların direnişi olmasaydı bu film olmazdı. Bu film aynı zamanda tüm Özgür Tutsakların eseridir. Onlara binlerce kez teşekkürler. Özgür Tutsaklarla birlikte direnen yeri geldiğinde polis joplarına, gaz bombalarına maruz kalan, yeri geldiğinde evlatları gibi ölüme yatan TAYAD'lı aileler de bu direnişteki onurlu yerleriyle bu filmin yaratıcıları arasındaydı. Onlara da sonsuz teşekkürler. Filmimizde umutsuzluk, yılgınlık yoktur. Bu film sadece uygulanan zulmün, uygulanan vahşetin filmi değil. Bu film bu zulme rağmen başeğmeyenlerin, sonsuz bir inançla direnenlerin, bu zulmü altedenlerin filmidir.
03-05 f tipi sansür _sablon 1/7/13 4:03 PM Page 5
Filmimizde duygu sömürüsü yoktur. Tek kare abartı yoktur. Tek kelime, tek saniye abartı yoktur. Yaşanan her şey gerçektir. Hatta filmimiz gerçeğin çok küçük bir kesimini resmetmektedir. Filmimizde yaşananlar tam 12 yıl boyunca yüzlerce kere yaşanmıştır. Filmimiz o kadar gerçektir ki, filmimizin birçok oyuncusu aslında profesyonel oyuncu değildir. Hatta rol yapmamaktadırlar. Yaptıkları şey, daha önce yaşadıklarını bir kez daha hatırlamaktır sadece. Avukattan ölüm orucu direnişçisine birçok kişi kendisini oynamıştır gerçekten. Örneğin filmimizin Hayriye anası. Gerçekten Hayriye anamızdır bizim. Ölüm Orucu şehidimiz Fatma Ersoy'un annesidir. Bir şehit annesidir. Ve filmde yaşadığı zorla soyma işkencesini, hapishaneye ziyarete gittiğinde bizzat yaşamıştır. Zorla soyulurkenki bakışları da, arabada dönerken ağlayışı da gerçektir. Rol değildir. Bağrımıza taş basıp bu sahneyi çekmiş ve müdahale edememişizdir. Çünkü bu ağlamayı herkes görmelidir.
Filmimiz gücünü buradan almaktadır. Gerçekliğinden, gerçekçiliğinden, Sosyalist Gerçekçiliğinden almaktadır.
de bir şey katan, filmin sahnelerine uyarlayan tüm müzisyen dostlarımıza teşekkür ederiz.
Biz bu filmi yaratma arzusu ile dolup taşarken, tutsaklarımıza ve ailelerimize bu zulmü reva görenlere karşı öfkemiz kor bir alev olurken, bizimle aynı umudu taşıyan, aynı gerçekleri anlatmak için öfkelenen, ter döken, üreten, canla başla çalışan tüm yönetmenlerimize teşekkür ediyoruz. Onlar statüleri ile hareket etmeden, tüm egolarını bir tarafa bırakarak, adeta filmin bütünü için bir sıra neferi gibi çalışarak tecritin sahiplerine okkalı birer tokat attılar.
Filmimizde gece gündüz demeden, yağmur kar demeden bizimle birlikte ter döken tüm set emekçileri, tüm öğrenci arkadaşlarımız, filmimiz boyunca desteğini hiç esirgemeyen halkımız, dostlarımız, filmimiz için teknik imkanlarını sunan tüm kuruluşlar; hepinize teşekkür ederiz.
Filmimizde rol alan tüm oyuncu dostlarımız, canlandırdıkları karakterlere büyük bir saygıyla sarıldılar. Bu saygılarını çekimlerden önce de, çekimler sırasında da, çekimlerden sonra da korudular. Halkımızın kahramanlarını kamera karşısında yeniden vücuda getirerek yaşamlarını dosta düşmana gösterdiler, hiçbir karşılık beklemeden. Sadece onları, onların mücadelesini anlatma isteğiyle hareket ederek. Filmimizin tüm oyuncularına teşekkür ederiz. Yorum’un; hepimizin aşina olduğu müziklerini yeniden ele alan, kendilerinden
Beraber bir tarih yazdık. Beraber bir başlangıca imza attık. Beraber onurlu, ömür boyu gurur duyulacak bir iş yaptık. Tecrit zulmünü ve direnişleriyle tecritte gedik açanları anlattık. Tecritte bir gedik de biz açtık. Açılan gedikleri biraz da bu filmle büyüttük. Tecrite karşı mücadele sürüyor. Analarımızın artık çırılçıplak soyulmasını istemeyenler, onlarla beraber ağlamak değil, onların ağlamasını durdurmak gerek. Muharremler'in artık kendini feda etmek zorunda kalmasını istemeyenler, onların sesine sesimizi katmak gerek. Filmimiz işte bu mücadeleye bir katkı sunacak. Bu aşağılık uygulamanın ortadan kaldırılması mücadelesinin bir aracı olacak. Filmimiz bu nedenle değerli. Ve bu nedenle sansürleniyor, yasaklanıyor, baskı görüyor. Ama sansür duvarını da, yasakları da aşacağız. Sinema salonlarında, köy meydanlarında, mahallelerde, evlerde, derneklerde, kahvelerde, festivallerde, dünyanın dört bir yanında milyonlarla buluşturacağız. o
OCAK 2013 | TAVIR | 5
şiir şiir
düş osman y. çobanoğlu
Loras’ın önünde bir köy Köyün üstünde bir çeşme Kurmuşlar ta evvelleri Canım hani, söz gelimi
Gammazcılar ışmar ede -İşçi diye fabrikada Hem sever hem üretir Üstelik vurgun kitaba
Makinayı yağlasınlar Teli tele bağlasınlar Memed ipte sallanmadan Kurtuluşun sağlasınlar
Delisi var, velisi var Köyün delisini çoban Edip velisini imam, Yapmışlar, dar günlerine
Patronlar tüm sefer oldu Memedimi benden aldı Engel gibi kurtuluşa Örneklenip yargılandı
“Vatana hıyanet” nedir Amele Mehmet de bilir Öyle bencil-zorba değil Gereğinde canın verir
Köyün çeşmesi akar da Sabah akşam yatağında Bir kız var çeşme başında Zülfün sağar yanağına
Memedim yoksun babadan, Ev, tarla, mal ve paradan Kimi ırgat, kimi çoban Çoğu işsiz geçti zaman
Yiğit olan uğru m’olur Gittiği yol eğri m’olur Dönekliğin yönü çoktur Her denilen doğru m’olur?
Çeşme başında bir gelin Kurulmuş yuyar giysisin Çeşme başında bir kadın Yana döne yorar düşün
Aç durdu - açıkta kaldı Kendini gurbete saldı Yiğit ömrü yaban elde Çürüdü de verem oldu
16 Haziran 1982 Konya Dutlukır Askeri Hapishanesi
Güzel kızım ay gelinim Memedime bir hal oldu Üç gün aynı düşü gördüm Seğirdi hep aynı gözüm
Soran olmadı o çağlar Akça-ana neden ağlar Yiğidime arka veren Gök-ormanlı-sıra dağlar
Bahtım kara yüzüm aktır Yeryüzünde kahpe çoktur Memedim kitap aşığı Okuyup yazması yoktur.
Türedi beyler paşalar Tüfenklerin kuşanalar Köyde kentte fitne kopmuş Memedimle uğraşalar
6 | TAVIR | ocAk 2013
07-11 f tipi film ne dediler_sablon 1/7/13 4:07 PM Page 7
derleme
derleme
“f tipi film” için ne dediler? tavır
F TİPİ FİLM 13 Aralıktaki basın gösterimi ve 19 Aralık günü yapılan galanın ardından gösterime girdi. Filme yönelik sansür ve baskıların dışında filmin basına yansımasını kısaca özetledik. İşte bazı gazete ve internet sitelerinden değerlendirmeler. "F Tipi Film", çoğu insanın duymaktan ve söylemekten korktuğu kelimeleri yüksek sesle söylüyor. Örneğin, sahnelerden birinde, "Meclis insan hakları komisyonu" üyesi vekillerin, "oda" dediğinin aslında hücre olduğunu, "kötü muamele" diye bahsettiklerinin aslında işkence olduğunu anlatıyor F Tipi Film. Çünkü iktidarın kelimelere ve kav-
ramlara da hükmettiği bir çağda, gerçekliği eğip bükmeden göstermek gibi bir derdi var bu filmin.
andan itibaren yaşananlar, öncesinde bu cezaevlerine neden bu kadar karşı çıkıldığını da açıklıyor.
F tipi cezaevleri ile ilgili binlerce yazı, yüzlerce şiir yazıldı, belgeseller çekildi, haberler yapıldı. Ama 12 yılda tüm bunların yapamadığını, F Tipi Film bir buçuk saatte yapıyor.
Oğlunu kısa bir süre camın arkasından görmek için elbiselerini çıkarmak zorunda kalan, soyunurken türlü hakaretlere maruz kalan bir annenin, her sabah nerede olduğunu bilmeden korkuyla uyanan Wernicke Korsakoff hastası bir kadın mahpusun, duvarların içinde kendini de mahpus sayan bir gardiyanın, bir "siyasi gazetecinin", yalnızlığına alışılmadık çareler aramak zorunda kalan bir adli mahkumun, operasyonun hemen ardından ağır yaralı halde getirildiği hücrede etrafındaki hücreler de boşaltılarak koyu bir
19-22 Aralık 2000'de adına Hayata Dönüş Operasyonu denilerek yapılan katliamda, 28 mahpus öldürüldü. Yaralı da olsa sağ kalanlar, zorla F tipi hapishanelere götürüldü. Hikaye bundan sonrasını anlatıyor. Operasyonun tamamlandığı, mahpusların F tipi hapishanelere götürüldüğü
OCAK 2013 | TAVIR | 7
07-11 f tipi film ne dediler_sablon 1/7/13 4:07 PM Page 8
yalnızlığa mahkum edilen başka bir mahpusun, ölüm orucunda olmasına rağmen sürekli zorla müdahale edilen bir diğer mahpusun gözünden anlatılıyor tecrit. Yani, tecridi yaşayanların gözünden… AYÇA SÖYLEMEZ /BİANET
Bu filmin mesajı ise gayet açık... Pek çok politik filmde gördüğümüz ‘yorgun demokrat’ hali yok, tam aksine bir direnişin filmi… Grup Yorum’da bu noktada tamda buna değiniyor: Bu film sonrası Türkiye’de politik film nasıl çekilir onu da gösterdik. Politik film yılgınlığın filmi değil, karamsarlığın filmi değildir…
şadıkları ve hayata geçirdikleri yanında benim kuru teşekkürüm nedir ki? Ama ilk kez sizden bir isteğim var. Kar soğuk demeyin, F Tipi Film’i görmeye gidin! Çünkü umudun ve direnişin kardeş türküsü sizi usulca saracak ve bu topraklardaki mucizelere bir kez daha inanacaksınız. IŞIL ÖZGENTÜRK /CUMHURİYET
Bu Film Yılgınlığın Filmi Değil Filmin amacını Grup Yorum şöyle özetliyor: F tipi hapishaneler özelinde uygulanan tecrit politikasını tüm boyutuyla; içerisi, dışarısı, gardiyanı, kardeşi, çocuğuyla insanların hafızalarını tazelemek amacıyla beyazperdeye yansıtmaktı. Amacımız AKP iktidarının bir önceki iktidardan devralıp uyguladığı tecrit politikasını hatırlatmak insanlara…”
8 | TAVIR | OCAK 2013
GÜLŞEN İŞERİ /BİRGÜN Bir film gördüm. Adı F Tipi Film. Öncelikle bu filme emeği geçen herkese, TAYAD’lı annelere, Hayata Dönüş Operasyonu yaşayan ve F Tipi tecrite direnen, ölen tüm devrimcilere, böyle bir filmin ortaya çıkması için yola koyulan Grup Yorum’a, filmde gerek yönetmen, gerek oyuncu, gerek sinema emekçisi olarak canla başla çalışan tüm yaratıcılara teşekkür ediyorum. Onların ya-
Onlarca tutuklunun öldürülüp yaralandığı, şiddette, gaddarlıkta pek sınır tanımayan ve kolluk kuvvetlerince Hayata Dönüş (!) denen çok kanlı bir operasyonla bastırılan bu direnişin 12. yılı münasebetiyle gösterime giren “F Tipi Film”, iktidarın nicedir kafayı takıp bazı üyelerine de ev hapsi cezası verdiği, şarkı üretimi ve siyasal mücadelesinde çeyrek
07-11 f tipi film ne dediler_sablon 1/7/13 4:07 PM Page 9
yüzyılı devirmiş, ünlü devrimci müzik topluluğu Grup Yorum’un fikir babası olduğu, sinemamızın tanınmış yönetmenlerince topluca dayanışarak ve imece usulü çalışarak 2 yılda gerçekleştirilmiş bir projenin ürünü. … F tipi hücrelerden taşan tecrit gerçeğini yüzümüze çarpan “F Tipi Film”, beylik deyişle tokat gibi bir film. SUNGU ÇAPAN /CUMHURİYET
Bugün gösterime girmişken, az önce izlenmişken, dedik ki; "sıcağı sıcağına..." Yok, yanlış anlaşılmasın, film eleştirisi tadında değil... Unutulmasın diye yaşananlar, naçizane... F tipi cezaevlerinin hücrelerinde neler yaşandığını bir tek yaşayanlar bilir, evet... Ama belki bu film, yaklaşık 2 saatçik boyunca da olsa, sokar "dışarıdaki" insanları o hücrelerin içine... Sokar ki, azıcık da olsa anlaşılır, oralarda neler yaşandığı ve hala yaşanmakta olduğu. "Neden ölmek istiyorsun" diyorlar, "yaşam kutsal değil mi" diyorlar İnsan Hakları İnceleme Heyeti görevlileri ölüm orucundaki tutsağa. "Siz benim kendimi öldürmek istediğimi mi sanıyorsunuz" diyor o. " Ben şu hücrelerdeki insanlar biraz daha rahat ve insanca yaşayabilsinler diye ölüm orucundayım..." Bütün bunlar, belki de neredeyse filmin özeti. Aslında filmin değil, 7 yıl süren koskoca bir direnişin de özeti. 19 Aralık 2000'deki "hayata dönüş" operasyonundan sonra kendini toparlayamayanlar var filmde. Sonra tek kişilik hücrelerin delirttiği adli mahkumlar. Zorla müdahale sonrası her sabah hafızası silinenler, her şeyi, adını bile yeniden öğrenmek zorunda kalanlar... Ama en önemlisi, film boyunca, kulağınıza kadar gelen, kanayan kalbinizin sesi var. İçinde en ufacık bir insanlık kırıntısı olanların, öfke ile, acı ile, hem gurur-
lanarak hem de yürekleri cayır cayır yanarak izleyecekleri bir film, F Tipi Film... İzlensin... En azından yüreğin kulakları susmasın diye... IŞIL EYLEM BAKIR / RADİKAL BLOG Hazırlıkları 2 yıla yayılan proje için Kocaeli’de F tipi hapishane dekoru oluşturan ve birebir boyutlarda hazırlanan hücrelerde çekimleri tamamlayan ekip, bir yandan da seslerinin geniş kitlelere ulaşmasına engel olan unsurlarla mücadele ediyor. Son olarak film afişlerinin İstanbul’daki metro ve tramvay duraklarına asılmasına mani olunduğu iddialarını dile getiren grup üyeleri, “İstiyorlar ki bu filmin varlığından kimsenin haberi olmasın. Sansürünüz boşuna. F Tipi Film’i milyonlara taşıyacağız!” görüşüne yer verdiler. Adına trajikomik biçimde “Hayata Dönüş” adı verilen; ancak akıllara onlarca insanın yaşamının yitirdiği bir operasyon olarak kazınan sürecin geldiği noktayı yalnızca siyasal değil, psikolojik ve sosyolojik sonuçlarıyla da masaya yatırmaya çalışan “F Tipi Film”i kaçırmayın. Resmî tarihin size asla söyleyemeyeceği şeyleri duymak, çaresizlik ve hayal kırıklıklarından oluşan repertuarımıza inat bir araya gelen onurlu sanatçıların dayanışma ruhuna sahip çıkmak ve her şeyden önemlisi unutmamak için! TUNCER ÇETİNKAYA F tipi film için tweetırda yazanlar fatih yaşlı@fatih_yasli f tipi film, f tipi'ni arabeskleşmeden, duygu sömürüsü yapmadan, ajitasyon-propaganda tuzağına düşmeden anlatan iyi bir film olmuş. Bulent Emrah Parlak @bulentparlak F tipi film...Güneşten ateş yontanlar...Süslü söz değil...Harlı yanan
sobaya dokun hele veya kaynar demliği elle...Herkes için... Fatih Kaya @fatihkaya1903 F Tipi film son yılların en başarılı yapımlarından bir tanesi bu kadar az sinemada oynamasından zaten belli oluyor mutlaka izlenmeli Büşra Jülide Cengiz @Nigga_jld #Yılınİlk gününde @FTipiFilm izledm. Siyasi görüşünüzün önemi yok, insanlıktan haberdar olan herkesin izlemesi gereken bi film Ercan Erel @canadian1892 F Tipi Film deki marangoz çocuk... Kahramanimsin... Et'hem Kelmendi @EthemKelmendi Hala izlemediyseniz mutlaka izleyin ve tecritin kirli yüzünü görün! Olağanüstü bir yapım! #FTipiFilm #TecriteHayır Çiğdem Güvener @cidoo @FTipiFilm Yalnızlık, onur ve özgürlük kavramlarını hatırlatan yüreği güzel insanlara sonsuz teşekkürler... Emeklere sağlık... özüm güngör @ZmGngr F tipi filmi tecrite karsi yapilmis bir sinema eylemi. Baştan sona soluksuz izlenecek bir film. Kadir Celep @kadircelep Türkiye'deki tecrit ve kötü muamele gerçeklerini içeriden; mahkumların, anaların gözünden güçlü bir dille anlatan bir film, F TipiFilm Güllabici@esnklc İki saatliğine F tipi cezaevine girdik, yüreğimizde üzerinde hücre kodu yazan bir topla çıktık. Emeği geçenlerin ellerine sağlık #FTipiFilm sabri alp @AlpSabri uzun zamandır bi film etkilemedi beni
OCAK 2013 | TAVIR | 9
07-11 f tipi film ne dediler_sablon 1/7/13 4:07 PM Page 10
böyle -F TİPİ FİLM, şiddetle tavsiye edilir. Neslihan Manioğlu@nesmani @FTipiFilm e gidelim dedik bilet kalmamis ilk kez biletin kalmadigina bukadar sevindik. olcay güzelbağ @olcayGzelbag @FTipiFilm insan ne için ölür'' onur ve adalet için'' @firattanisTECRİT! bu kadr mı iyi anlatılr emğinze sağlk mutlka izlenmli izletilmeli
@FTipiFilm anlatım mükemmel olmuş...grup yorum şarkılarıyla birleşince tarifsiz duygular yaşadım... Ozan Mirzanlı@basihepbelada Salı gunu "F TİPİ FİLM"e gidecek olmanın verdiği heyecan, yeni yıl heyecanımı 9837482 kere katlar. melek acay@melekAcay Arkadaş biri beni tutsun yoksa yaşlı teyzeyi iç çamasirina kadar soyan gardiyanı yolcam!! F tipi film
mine@minervaesta yalnız gardiyan tebessümü,donuk beyaza inat renkli ayak izleri,onur ve adalet için ölebilmek.. #ftipifilm
Çağdaş Dikmen @cagdasdikmen #FTipiFilm sıradan ajitasyon yada propaganda filmi değil sizi derinden sarsan kurgusuyla oyunculuğuyla son yılların en kuvvetli sinema filmi
Emel Türkan@EmelTurkan #Ftipifilm ara verildiginde havalandirmaya cikmis gibiydi herkes vefilm bittiginde salonda bir muddet kimse hareket etmedi-edemedi...
Cansu Torunoğlu@CnsTorunoglu #Ftipifilm içinde insanlık sevgisi olan herkese bir ders gibi. Bütün engellenme çabalarına rağmen izlenmeli ve izletilmeli.
Piyhale@HaLeNuRaynur @FTipiFilm salonda yer yok, ikinci seansa girdik..tum koltuklar dolu.. Selam olsun..
Yiğit Ağbaba@yigitagbaba Firat Tanis'in kendini yaktigi sahne ve fonda calan "neslim" sarkisi. Dudaklarimi isira isira izledigim F Tipi Film'deki kopuş anim...
taylan temiz@tylntmz @FTipiFilm bizlere böyle işler gerekliymiş dostlar..üretim umuttur..emeklerinize sağlık:) sevim ilhan@sevimilhn ''F Tipi film''i zamansızlıklar arasında zaman ayırılması gereken birfilm.... Ceylan Eren@ceylanerenn @FTipiFilm tecriti iliklerinize kadar hissediyorsunuz izlerken. her hikaye, her hücre ayrı ayrı çok sarsıcı. izleyin, izletin Yeliz Uçar@yyelizucar #ftipifilm'in butun seanslarinin full olmasi ne kadar guzel bir filmoldugundan belli. özlem gök@GkOzlm
10 | TAVIR | OCAK 2013
Ezgi Çatalkaya@birakuyusun @FTipiFilm dün 18:45 seansinda Beyoğlu sinemasinda izledik filmi. Ciktigimda istiklal dar geldi, havasiz kaldim sanki. Yureginize saglik.. Cem Gözübüyük@cemgozubuyuk Film bittikten sonra dışarı çıktığımda ''havalandırmaya'' çıkmış gibi hissettim, etkileyiciydi.. @FTipiFilm göksu kızı@GoksuCoskunlaR 1,5 saat içinde "9" kere sıkıştım, burkuldum, ağladım, hayattan uzaklaştım bugün.. #FTipiFilm ne acı ki çok iyi bir film olmuş. izlenmeli.. ezel akay@ezop2011 #FTİPİFİLM bu hafta en çok seyredilen 4 türk filminden ve ilk 6 filmden biri!
haftaya pic.twitter.com/GTLmpT0l
fazlası!
Ercan Ozturk@Ercanica Bahcelievler Kadir Has'ta F Tipi Film'deyim. Benden başka gelen olur mu diyordum ama benden başka herkes burada.. Salon full.. Pınar AYDINLAR @PinarAYDINLAR F tipi film ile,İdil Kultur Merkezi emekçleri,GrupYorum,emegi gecen yönetmen,oyuncu ve de yoldaşları selamlarım. rıfat doğan@rfatdoan F Tipi Film'de annenin oğlunu ziyaret etmek için gittiği cezaevinde üst araması yapılan "arama kabini" sahnesi son yılların en iyi sahnesi Deniz Topaktaş@DenizTopaktas #FtipiFilm çok başarılı bir film olmuş. Sinematografisi, oyunculukları, profesyonel bir iş çıkmış ortaya. Konusuyla ilgili söze gerek yok 3E@emreertugrul film hakkında kötü yorumları yapanların "odaları" düzeltmek için insan hakları komisyonundan gelenlerden farksız olduğu aşikar. #ftipifilm Nazlı Meriç@nzlmrc Bi zamanlar film gibi izledigimiz gercekleri, gercekten film yapmislar... Yüreklerine sağlık #ftipifilm Gizem Soysaldi@gizemsoysaldi #ftipifilm Londra galasina gelen herkese tesekkurler. Cok guzel bir soylesi oldu. İcimiz buruk ama umut doluyuz.. Özgür-Dev@ozgurttas @firattanis F Tipi Film'i bugün izledik,yarın da izleriz,sonraki gün de öbür gün de...Gerçekleri izlemekten vazgeçilmez.Emeğinize sağlık. Özgür Biçer@Ozgurbicer1907
07-11 f tipi film ne dediler_sablon 1/7/13 4:07 PM Page 11
F tipi film mukemmel olmus hicbir mubagalaya ve duygusalliga kacilmamis ayrica tecrite karsi mucadele izlenmeye degerdi
Ergin Balaban@erginbb61 F tipi film çıktı F tipi cemaat çıktı, F tipi cezaevleri çıktı ben sadece filmi beğendim Diğer F tiplerine son
okşan dede@oksandede F TİPİ filmdeydik yine..hem gülmeden iyi vakit geçirelim dedik hem de galasına da gitsek bu film bizdendir destek olalım dedik
cemo@aneksimeness F Tipi film mükemmeldi. Hamaset yok, duygu sömürüsü yok, mübalağa yok. Ne mi var? Tecriti özgürken bile içinizde hissediyorsunuz...
İslam Özel@slmkakunc F tipi filmindeyiz. O kadar yaşıyoruz ki filmi; film arasını havalandırma arası zannettik
fırat TANIŞ@firattanis #FTipiFilm bitmeyen alkış Paris galası :) ilginiz için teşekkür ederiz .
Cenk Özel@cnkozel @FTipiFilm 'i Antalya'da vizyona sokmayan yüreksiz sinema işletmecileri hiç biriniz adam değilsiniz!Ne olursa olsun izleyeceğim izleteceğim! Serter ORAN@serter_oran #FTipiFilm izleyin izlettirin, ajite yok, demagoji yok, gerçek var, anlatılmayanlar var, gizli kalmışlar var. Burcu Akın@Burcuuakin @FTipiFilm Evrensel bir film.Neden mi? Tecrit ve f tipi sadece bu ülkenin sorunu değil sistem sorunu...Tecrit her yerde ve en büyük işkence! Fuat Karaman@Fuatkk F Tipi Film ört pas edilen gerçekleri çok güzel sergiliyor.Baskılara karşı yayınlanan bu emek dolu filmi milyonlara ulaştırmak görevimizdir Gule YUKSEL@soleil_rose #ftipifilm hucreye sikistiriln tek ama toplu beyinlerle yasarcasina,yazan cizen soyleyen insanlarin turlu turlu hikayesiydi.olmasi gerekendi Irmak KÖMÜRCÜ@IrmakKomurcu F Tipi Filmi izledikten sonra hergün önünden geçtiğim İzmir-Buca Cezaevine uzun uzun bakar oldum @FTipiFilm
nur yazgan@nuryazgan1 F tipi film'i mutlaka izleyin.
barış atay@barisatay @FTipiFilm bugün vizyonda... Gidin, görün ve asla UNUTMAYIN !!! Barış Pirhasan@barispi "F Tipi Film"imiz 21 Aralık'ta sinemalarda. Başınızı Şirince'ye gömmeyin... Esra Açık@EsraAcik Bugun filmimiz vizyona girdi. Boyle bir projede yer aldigim için çok sansliyim. Herkesin emegine saglik. @FTipifilm Sirin Payzin@siring F tipi film bugun vizyona giriyor.9 yonetmenin gozunden F tipi yasam.B
Meltem Güney@MeltemGny Tokat gibi çarpan film.Gerçekleri izlemek farkındalığı yakalamak için#FTipiFilm i izleyin.İzlettirin.
fırat TANIŞ@firattanis #FTipiFilm "kabin sahnesi"ni hala izliyorum.Türk sinemasında böyle bir sahne izlemedim.Herkesin eline saglik.
Levent Uzumcu@LeventUzumcu Kimi sinemaların kapılarında seyircilere kimlik kontrolü yapılan F Tipi Film vizyonda.
ezel akay@ezop2011 #FTİPİFİLM için Ulaşım A.Ş. ye ulaşın! halkın kuruluşu halkı dinler! İşte tweet adresi: @istanbul_ulasim
eren eğilmez@erenegilmez Ben @FTipiFilm 'i basın gösteriminde izledim. Çok beğendim. Bir sefer de bilet alıp izlemeyi düşünüyorum. Bir organizasyon mu yapsak? çiğdem kaya@demcig @FTipiFilm Cok fazla etkilendm salonda doluydu ilginn bu kadr buyuk olmasi beni cok heyecanlndrdi film bittignde butun salon ayakta alkisldi
Alper Turgut@AlperTurgut01 F Tipi Film'i oluşturan 9 kısa filmden en etkileyici ve sarsıcı olanı Mehmet İlker Altınay'ın çektiği Görüş Kabininde (Ana), kesinlikle... ezel akay@ezop2011 21 aralikta Kiyamet kopacak: #FTİPİFİLM vizyonda!o
Ceren@Cerenn_91 #FTipiFilm'e yer bulamamak, evet işte budur! izleyin, izlettirin! sirrisureyyaonder@sirsureyya F tipi film ortaklaşa bir eyleyişte bulunmanın onurunu taşıyor.. O gün bir şey yapamadık dıyorsanız eğer bugün filme gidin
OCAK 2013 | TAVIR | 11
eleştiri eleştiri
emperyalizmin sözcülüğünü yapan orhan pamuk, katledilen her suriyeliden sorumludur! grup yorum-sanat cephesi
Nobel Edebiyat ödüllü Orhan Pamuk, İsrailli yazar David Grossman, Barış Ödüllü İtalyan yazar Claudio Magris ve Alman kökenli Fransız siyaset ve toplum bilimcisi Alfred Grosser, Cezayirli yazar Bualem Sansal ve Alman yazar Martin Walser, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’a bir mektup yazarak Suriye’yi terk etmesini istediler. Emperyalizm yakıp yıkıyor, Orhan Pamuk’lar da Beşar Esad’a ve direnenlere “direnme, bırak git” diyorlar. Beşar Esad ve Suriye halkının işbirlikçilere karşı mücadelesini yok sayıyor, Beşar Esad’ı ve Suriye hükümetini halkına karşı savaşan katiller gibi göstermeye çalışıyorlar.
lizm kendine yeni katiller buldu, ünvanı yazar, siyaset bilimci olan... Dünyanın en alçakça işlerinden biri, bir halkın topraklarını işgal etmek ve o halkı katletmektir. Başka bir alçaklık ise bunu yapanlara ortak olmak yani işbirlikçilik yapmaktır. Halktan yana olduğunu savunan tüm aydın ve sanatçıların görevi emperyalizme ve onun işbirlikçi uşaklarına karşı mücadele etmek ve bütün halkların bağımsızlığını savunmaktır. Ama bazı “aydınlar” vardır ki emperyalizmden nemalandıkları için artık kalemleri hep onlar için yazar.
Bu mu sizin aydınlığınız, o makamları- İşte bunun örneği çok kısa bir süre nızı korumak için katillik yapmaya da önce yaşandı. Nobelli yazarımız Orhan başladınız, gözünüz aydın emperya- Pamuk, emperyalizme karşı direndiği 12 | TAVIR | ocAk 2013
için vatan toprakları işgal altında olan Esad’a bir çağrı yaptı. Ne idi bu çağrı: “İstifa et Esad! Topraklarını işgalcilere ve onun uşaklarına terk et!” Orhan pamuk diyor ki: “Suriye halkının yaşamakta olduğu acı, bütün dünyada kaygı uyandırıyor. Her geçen gün ölülere yeni ölüler, yaralılara yeni yaralılar, yıkımlara yeni yıkımlar ekleniyor.” Bu dil, kimin dilidir? Konuşan Pamuk belki ama dil emperyalistlerindir! Bir aydın böyle mi yapmalıdır; kendi dilini, sözlerini emperyalizmin dilinden mi oluşturmalıdır? Siyasi körlük denemez buna. Bu doğrudan emperyalizmin ödüllü, paralı bir uşağının yediği halttır! Pamuk bir uşaktır! Suriyede insanların neden öldüğünü sorduğunda cevabı Esad olarak veriyor ve çözümü de onun istifasında buluyor. Bu-
gün her şeyden bihaber olan insan dahi dünyadaki bütün katliamların sahibinin kim olduğunu biliyor. Bir tek Pamuk ve etrafına topladığı yazar takımı bilmiyor. Amerika’nın ağzıyla konuşan Orhan Pamuk, insanların ölmesini istemiyorum yalanını timsah gözyaşlarıyla söylüyor. Biz onu çok iyi tanıyoruz. Ülkede yaşanan hangi katliama, işkenceye adaletsizliğe ses çıkarmıştır ki Pamuk? Hiç! Demokratlık öyle kolay kazanılan bir paye değildir. Sen önce kendi ülkendeki adaletsizliğe karşı koyacaksın! Karşı koyacak, elini herkesten önce taşın altına sürecek ve bu uğurda bedel ödeyeceksin ki samimiyetin belli olsun. Her halk kendi kaderini kendi tayin edecektir. Bunu kendine aydınım diyen bir avuç işbirlikçi tayin edemez.
Ne emperyalizm ne de onun işbirlikçileri bugün Suriye halkını teslim alamayacak. Direnen halk yenilmez. Irak, Libya ve diğer işgal edilen ülkeler ilelebet emperyalizmin at koşturduğu yerler olarak kalmayacaktır. Saddam’a Kaddafi’ye yapılanlar Orhan Pamuk için çok normaldir. Ve tabi ki Esad’ın başına da bu gelecektir. Pamuk şöyle devam ediyor: "İstifa dışında ne yazık ki sizi ve ailenizi bekleyen tek yol var: Saddam Hüseyin veya Kaddafi gibi ölüm. Ya da Lahey’de mikropsuz bir hücrede ömür boyu hapis Orhan Pamuk emperyalizm adına Beşar Esad'ı ve Suriye halkını tehdit ediyor. Bu arada Avrupa’ya toz kondurmuyor "mikropsuz" muş Lahey hapishanesi. Öleceksin ama mikropsuz bir hücrede diyor. Başınıza bir şey gelmeden bir yolunu
bul kaç git diyor. Herkes Orhan Pamuk’u iyi tanısın; ülkesi bugün tankla tüfekle işgal altına alınsa Pamuk kuyruğunu bacaklarının arasına sıkıştırıp kaçacaktır. Zaten şimdiden uşaklıkta sınır tanımadığı halde bu ülkede değil dışarıda yaşamaktadır. İnsan nasıl yaşıyorsa öyle düşünür der ustalarımız. Orhan Pamuk bir burjuva sanatçısıdır ve ekmeğini yediği yere ihanet! etmemektedir. Çanağını dolduranlara karşı minnet duygularıyla hareket etmektedir. Suriye’de dökülecek her damla kanda artık Orhan Pamuk’un ve o bildiriye imza atanların da sorumluluğu olacaktır. Katillerin arasına onların da adı yazılacaktır! Orhan Pamuk onurunu temizlemek istiyorsa imzasını geri çekip Suriye halkından özür dilemelidir! o
ocAk 2013 | TAVIR | 13
mektup mektup
orhan pamuk’a mektup semir aslanyürek
Sayın Orhan Pamuk, Sabahattin Eyüboğlu’nun “Bütün çağlarda yazarın soylusu ezilenden yana, soysuzu ezenden yana olmuştur” ölümsüz deyişini, bilmem anımsar mısınız? Daha doğrusu böyle bir söz işittiniz mi? İzin verin de sorayım: Siz kimi temsil ediyorsunuz? Eğer cevabınız “Tabi ki bana Nobel ödülü veren gücü temsil ediyorum” olursa, size bir şey diyemeyeceğim. Kaldı ki, tersini iddia etseniz bile o soysuz gücü temsil ettiğinizden hiçbir kuşkum olmayacaktır. Aksi takdirde size bu ödülü asla vermezlerdi. Alfred Nobel, insan olarak nasıl biriydi, hiçbir fikrim yok! Bildiğim tek şey servetinin önemli bir kısmını insanlık adına yararlı bir buluş yapan veya insanlığa hizmet eden insanlara ödül olarak dağıtılmasını vasiyet ettiğidir. Eğer bu böyle ise ödüllerin kimlere verildiğini göz önünde bulundurursak biliniz ki; Alfred Nobel’in kemikleri sızlamaktadır. Yeryüzünde bu kadar
14 | TAVIR | ocAk 2013
manipülasyona alet olan başka bir ödül mekanizması tanımıyorum. Siz tanıyor musunuz? Ayrıca siz o soysuz gücü temsil etmeseydiniz, Menahem Begin gibi azılı bir katile, Şimon Perez’e, Enver Sedat’a ve yüreği derisinden katbekat kara olan ABD ölüm makinesinin kukla komutanı Obama’ya verilen bir ödülü reddederdiniz. Çünkü bir zamanlar Nelson Mandela, daha önce NATO genel sekreteri gibi bir katile, Kenan Evren gibi ABD uşağı bir darbeciye, verildiği için Mustafa Kemal Barış Ödülünü reddetmişti. Yok, “Ben bir yazarım, ezilenden yanayım, tüm insanları temsil ederim, özgürlüğü, eşitliği, kardeşliği savunurum ve bunlardan yanayım” derseniz, size asla inanmazdım ama o zaman size şu satırlarla cevap vermek isterdim. Sayın Pamuk, Soysuz güçlerin arzuhalciliğini yapan
birkaç “yazarla” birlikte, Suriye Cumhurbaşkanı Başşar Asad’a yazdığınız açık mektup; sizin gerçek kimliğinizi ve kimden yana olduğunuzu ayrıca Nobel Ödülü’nü de gerçekten hak ettiğinizi açıkça ortaya koymuştur. Sizin yazdığınız bu açık mektuba kadar, Başşar Asad hakkında bir şey yazmak aklımın ucundan geçmezdi. Ama bu mektupla onu öyle bir yücelttiniz ki, birden gözümde bir kahraman oluverdi. Hatta şu ana kadar onun kahraman olduğunu anlayamamış olmamdan ötürü kendime hayıflandım… Başşar Asad iltica etmemekle ve şayet Kaddafi gibi, insanlıkla alakası olmayan bir katil sürüsü veya arzuhalciliğini yaptığınız emperyalistlerin karanlık güçleri tarafından hunharca katledilecekse, bilin ki şerefiyle, kahramanca ve soyadına yakışır şekilde bir aslan gibi ölür! Bundan kuşkunuz olmasın! Siz ölümün o kadar korkunç bir şey olduğunu mu
sanıyorsunuz? “Ben halkımın bağımsızlığı ve mutluluğu uğruna şerefimle bir defa ölüyorum. Sizler, bizi asanlar şerefsizliğinizle her gün öleceksiniz. Biz halkımızın hizmetindeyiz. Sizler Amerika’nın hizmetindesiniz. Yaşasın devrimciler. Kahrolsun faşizm!” Bu sözleri bir yerden hatırlıyor musunuz Sayın Pamuk? Bu sözler Yusuf Aslan’ın darağacından haykırdığı sözlerdi. Eğer Asad da öldürülürse şerefiyle bir kez ölür. Ama onu katledecek olanlar, şerefsizlikleriyle ömür boyu övünebilirler! Asad’a bu mektubu yazan sizler Salvador Allende’ye de böyle bir mektup yazardınız belki de… Salvador Allende niçin ve kimler tarafından öldürüldü, biliyor musunuz? Yahut Patrice Lumumba… Bu ismi bir yerden anımsıyor musunuz? İnsanlık tarihinde ABD kadar katliam yapan, insanlığa zarar veren ikinci bir güç biliyor musunuz? Ben bilmiyorum. ABD silah üreticileri ve tacirlerinin silahlarını satmak için her zaman savaşlara ihtiyaçları olduğunu biliyor musunuz? Rockfeller’in annesi “Çocuklarım isterse dünyada bir tek silah patlamaz” mı demişti? Bu doğru mu? ABD’nin yıllık savaş bütçesinin bütün dünyadaki yoksulluğu kökünden yok edebileceğini iddia edenler var. Bu doğru mu? Bu ölüm makinesinin insanlara “demokrasi” götürmek amacıyla kurulduğuna inanıyor
musunuz? 1929 yılında ABD tarihin en büyük ekonomik krizine girmişti. Bu krizle birlikte Almanya’da Nazizm başladı, iktidara geldi ve on yıl sonra İkinci Dünya Savaşı patlak verdi. ABD savaşa “girdiği” halde, savaştan hemen sonra nasıl oldu da tarihin en refah ülkesi oldu? Oysa Sovyetler Birliği Berlin’e girene kadar, ABD savaşa girmemişti. Demek ki bir “müttefik” olarak Sovyetlere yardım etmek için değil, Sovyetlerin Avrupa’da ilerleyişini durdurmak için savaşa girdi ve sonunda parsayı kendisi topladı. Akıllı olan sonuçta kimin karlı çıktığına bakıp hükmünü öyle verir değil mi? Bir de… Almanya tüm Avrupa’yı işgal etmişken neden İsviçre’ye girmediğini biliyor musunuz? Ayrıca “İnsan Hakları” mahkemesinden söz ediyorsunuz. Hangi insan hakları? Bu mahkeme Vietnam katliamını yapanları neden yargılamadı? Bu mahkeme ABD uşaklığı yapan diktatörlere neden dokunmadı. Filistin’de katliam üzerine katliamlar yapan İsrail ölüm makinesinin komutanlarına da dokunmadı ne hikmetse. Yakın zamanda Irak’ı kana bulayan ve bir buçuk milyon Iraklının ölümüne neden olan ABD yetkililerine de dokunmadı. Yoksa Bay Batı’nın Irak’a demokrasi götürdüğünü mü iddia ediyorsunuz? Şimdi de aynı demokrasi Libya’ya, Tunus’a Mısır’a götürüldü değil mi? Peki Bahreyn’de halkın sesine neden kimse kulak vermiyor? Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri demokrasisine ne demeli? Mısır halkı hala ayakta… Ama Mursi’ye açık mektup yazmıyorsunuz, neden? Yoksa ona kapalı mektup mu gönderdiniz? Bir hafta önce bir festivalde karşılaştığım Iraklı bir yönetmen ne dedi biliyor musunuz? “Benim ailemin yarısı Saddam tarafından idam edildi. Ben de gıyabımda idamla yargılandım. Otuz yıldır memleketimden kaçıyorum. Ama Irak ABD işgaline uğrayacağına, keşke Saddam kalsaydı da beni de idam etmiş olsaydı!” Hangi demokrasi bir buçuk milyon insanın
katledilmesine değer Sayın Pamuk? Güçlünün zayıfı tedip edip, kendi hegemonyasına almasının bir bahanesi olarak demokrasinin nasıl bir yalan, ne tür bir sahtekârlık olduğunu bilmiyor musunuz? Afganistan’ın Sovyetler döneminde gayet medeni ve cennet gibi bir ülke olduğunu biliyor muydunuz? Ya da ABD oraya demokrasi götürdükten sonra nasıl bir cehenneme dönüştüğünü? Gelelim Suriye’ye… Siz gerçekten Suriye halkının karakaşı, kara gözü için mi Asad’a açık mektup yazdınız? Her gün Türkiye, Lübnan ve Ürdün sınırlarından Suriye’ye sokulan ve insanlıkla hiçbir alakaları olmayan Libyalı, Suudi Arabistanlı, Kafkas, Afgan vs. gibi katil sürülerinin yaptıkları katliamlardan haberiniz var mı? Çocuk yaşlı, kadın erkek demeden tekbir sesleriyle insanları koyun boğazlar gibi kafalarını kestiğini hiç görmediniz mi? Bu katil sürülerinin hunharca işledikleri işkence ve cinayetlerle ilgili yüzlerce video yayınlanmıştır. Tüm bunlardan haberiniz yok mu? Bilmiyorsanız, haberiniz yoksa Nobelli bir yazar olarak gerçekleri araştırma gereği duymadınız mı hiç? Olanağınız yoktu, araştırmadınız diyelim. Peki, mantığınız veya vicdanınız yok mu? En basitinden şöyle düşünün: Asad, Rumsfeld’in altı maddelik anlaşmasını imzalasaydı ona açık mektup yazacak mıydınız? Veya diktatör olarak anılacak mıydı? Sırf bunu imzalamadı diye halkının katili mi oldu? Bir de şöyle düşünün: Ne oldu da Asad birden bire halkını katletmeye başladı? Bundan çıkarı ne olabilir? Kendi ülkesini yıkıp harabeye çevirmek, kendi halkını katletmek ona ne kazandırabilir? Yahut şöyle düşünün: Acaba Asad, işin ta başından beri Batı medyasının iddia ettiği “yetmiş milyar dolarlık servetini” alıp yedi sülalesiyle birlikte istediği ülkeye gitse ona hiçbir zarar gelmeyeceğini ve krallar gibi yaşayacağını bilmiyor mu? Yahut Asad Rumsfeld’in altı maddelik anlaşmasını imzalasaydı ülkesine “baha-
ocAk 2013 | TAVIR | 15
rın” gelmeyeceğini tahmin edemeyecek kadar düşüncesiz mi? Sanmıyorum. Oysa sizin mantığınızda olan biri onları çok kolay yapardı veya yapmalıydı. Ama Asad şerefini, ülkesini ve halkını satmadı demek ki… Yahut sizin açık mektubunuzda önerdiğiniz gibi, vakit varken Asad sülalesiyle birlikte Cezayir’e iltica etse, halkını katletmesi türünde ona isnat edilen suçları AİHM bağışlayacak mı? Bağışlarsa bu ne büyük çelişki? Bağışlamazsa sizin mektubunuz ne oluyor o zaman? Siz kimsiniz ki bağımsız bir ülkenin cumhurbaşkanına canının bağışlanması karşılığında vatanını ve şerefini satmasını öneriyorsunuz? Yoksa Nobel Ödülü almanız, bağımsız bir ülkenin meşru cumhurbaşkanına şerefini ve haysiyetini satmayı önerme yetkisi mi veriyor size? Zamanında Sultan Abdülhamit de Filistin’i Siyonistlere satmayı reddetmişti. Kaddafi gibi hunharca olmasa bile onun da icabına bakmışlardı. Siz olsaydınız o zaman Sultan Abdülhamit’e yine açık mektup göndermeyi düşünür müydünüz? Asad’ın da Abdülhamit kadar onurlu olmasını hazmedemiyor musunuz yoksa? Haçlılar seferlere başlamadan önce, Avrupa sokaklarında İsa’ya zulmeden Muhammed tablolarıyla dolaşıp; mukaddes topraklarda Müslümanların Hristiyanları katlettiğini bağırıyorlardı. Ama asıl nedenin bu olmadığını biliyorsunuz, değil mi? Haçlılar o zaman bir günde sadece Antakya’da seksen bin kişiyi katletmişlerdi. Üstelik Müslüman, Hristiyan ayrımı yapmadan. Şimdi de diktatör Asad Müslüman halkı katlediyor diye, katil Müslüman sürülerini yine Müslümanları katletmek için gönderiyorlar. Hem de demokrasi adına… Bunları bilmeyecek kadar saf mısınız Sayın Pamuk? Yahut BOP diye bir şeyden haberiniz var mı?
laşacağı, inancından veya milliyetinden kimsenin kimseye hiçbir hesap sormadığı ve asla rencide etmediği, insanın sabaha kadar sokaklarda güvenle dolaşabileceği bir ülke… Öyle bir ülke ki, hiçbir yerinde tek bir dilenci bile yok! Belirli bir yoksulluğa rağmen kapkaççıların olmadığı, temel gıda maddelerinin devlet eliyle halka çok ucuza satıldığı, lüks olmasa da hayatın yaşanır olduğu, benzinin litresinin 40 sent, mazotun litresinin ise 20 sent olduğu, yabancı biri taksiye bindiği zaman kazıklanmadığı, aksine taksicinin samimi bir şekilde “bizden olsun” dediği kaç ülke kaldı yeryüzünde? İnsanlarının samimi olduğu, vitrine bakarken dükkân sahibinin çıkıp çay, kahve ikram etmek için insanı elinden çekip dükkânına soktuğu kaç ülke kaldı? Böyle bir ülkenin cumhurbaşkanına Bay Batı diktatör dese ne yazar?
Peki, şimdi ne hale geldi? Şimdi atom Suriye düne kadar sıfır borçlu bir ülkey- bombasından sonraki Hiroşima’dan di. Dünyada insanın tam bir güvenle do- farksız! Dilenciler, analarını babalarını
16 | TAVIR | ocAk 2013
arayan aç ve sefil çocuklar, evi yıkılıp nereye gideceğini bilmeyen, parkların kuytu köşelerinde, sokaklarda, harabelerde sinmiş, kafalarını keserken tekbir getiren teröristleri bekleyen insanlar… Bu hale getiren cumhurbaşkanı mı? Buna inanana kargalar bile gülmez mi? Korkaklar, haysiyetsiz insanlar canlarını kurtarmak için ülkelerini böyle bir durumda terk edip elbet başka bir ülkeye sığınırlar… Aslanlar, şerefli insanlar değil! Ayrıca Nobel Ödülü almış olsalar bile şerefli, ezilenden ve haklıdan yana olan yazarlar da açık mektup yazıp öyle ahlaksız ve adi önerilerde bulunmazlar. Bu satırları İngilizceye çevirip açık mektup ortaklarınıza da gönderme zahmetinde bulunur musunuz, Sayın Pamuk? Saygılarımla diyemiyorum, çünkü size saygı duymuyorum! o
17-19 sanata karsi saldirilar_sablon 1/7/13 4:10 PM Page 17
makale
makale
sanata karşı saldırılar ve ne yapmalı? mehmet esatoğlu
Osmanlı’nın son döneminden Cumhuriyet’e edebiyatımızda anlatılagelen bürokrasi hikayeleri vardır. Tepede ceberrut bir devlet vardır. Tepeden tabana da yayılmış onun memurları. Devlet mekanizması kanunlar ve kurallarla donatılmıştır. Toplumdaki herkes bu kanunlara ve kurallara harfiyen uymak zorundadır. Yönetilenler uzun bir süre bu kanunları, kuralları anlamaya, uymaya ya da onun yaptırımlarından kurtulmaya çalıştılar. Ancak süreç içinde anlaşılır ki bu kanun ve kuralların işleyişi herkese aynı değildir. Kimileri için kanun ve kurallar Demokles’in Kılıcı misali tepelerinde sallanırken, kimileri içinse kitabına uydurularak uygulanmaktadır. Bürokrasi konusunda var olan sıkıntılar Osmanlı döneminde ne ise Cumhuriyet döneminde hemen hemen ben-
zeri şekilde sürüp gitmiştir. Dünyada bir dolu devletin tepeden tırnağa baskıyla donatıldığı 30’lu yıllarda halkın devletin yaptırımlarından ve bürokrasinin işleyişinden canı çok yanmıştır.
şarıyla çözümlendiği üzerinedir. 60’lı yıllara kadar bürokrasi üzerine yapılan her türlü eleştiri devlet katında yıkıcılık, bozgunculuk olarak ele alındı. Ülkenin bir dolu anatçısı yazdıklarından, çizdiklerinden ve sergilediklerinden ötürü ağır bedeller ödediler.
“Bir tahsildar, bir jandarma, bir ağa” söylemi zulüm altındaki kırsal kesimde yaygınlaşırken kentlerde polis devleti kitlelere yapmadığını bırakmamıştır. Bürokrasi bir yanda baskıcı devlet politikası ile ülkeyi yönetirken öte yanda da kendi resmi çatısı altında bir sanatı geliştirmeye çalışmıştır. Sanat yaşayan insanın sorunlarını, düşlerini, umutlarını acılarını, sevinçlerini yansıtma hedefiyle ilerlerken resmi çatılar altında devletin politikasına uygun bir sanat üretilmeye çalışılmıştır.
Cumhuriyet ilk 50’sini doldururken bu işleyişin, hizmet ettiği sınıfa da çok yararı olmadığı fark edilerek bir arayışa girildi. Bu arayış yalnız ülkemize özgü değildi. Amerikan emperyalizmi hantal devlet yapısından ötürü savrulup giden paraların daha değişik şekilde harcanması için yeni bir planı kendisi ve güdümündeki ülkeler için hazırlamaya koyuldu.
Bu sanat, ülkede yaşayan insanın içinde bulunduğu sorunlarla ilgili değildir. Genel kurgusu geçmişte yaşanan sıkıntılar ve sorunların günümüzde ba-
Bu plan oldukça basitti. Bir zamanlar kapitalist için riskli olan ve halktan toplanan vergilerle oluşturulan kimi kamu iktisadi kurumları önce devlete
OCAK 2013 | TAVIR | 17
17-19 sanata karsi saldirilar_sablon 1/7/13 4:10 PM Page 18
masıyla karşılaştılar ki bunlardan bazıları eski az ücretli ama nispeten çalışma koşulları daha uygun olan işlerine geri dönmek zorunda kaldılar. Sanat alanında özelleştirmenin ilk adımları teknik elemanları taşeronlaştırarak başladı. Sanat kurumlarında kimi işler taşerona devredildi. Sahne üzerinde görev yapan sanatçıların büyük bir kısmı bu durumu kendi emeklerine yönelmiş bir tehlike olarak görmediler.
yük olarak ilan edilecek ardından tüm taşınır ve taşınmazlarıyla satılacaktı. Büyük kapitalist ülkelerde başlayan, özelleştirme giderek emperyalist dünyanın egemen olduğu tüm alanlara yayıldı. Özelleştirmenin bir başka ayağı da taşeronlaştırma işiydi. Bir üretimi ya da hizmeti parçalayarak orada küçük çalışma birimleri oluşturma ve oradaki çalışanları taşerona teslim etme biçiminde ilerleyen bu uygulama bir yanda kapitaliste ucuz emek ve hizmet sunarken diğer yandan vahşi kapitalizmin tüm kurallarını emekçiler üzerinde uygulamaya olanak tanıyordu. Ülkemizde 80’li yıllarda gündeme getirilen özelleştirme ve taşeronlaştırma uygulamaya ancak 90’lı yıllarda geçebildi. Taşeronlaştırma daha hızlı yayılırken özelleştirme için yığınları ikna çabaları zaman aldı. 1994 ve 2001 krizleri ülkeyi yönetenlere bir dolu malzeme sundu. Yöneticiler krizin baş sorumlusunu zarar eden kamu kurumlarına bağladılar. Bu gün sayıları yüzleri aşan kamu kurumu ve taşınır-taşınmaz malları yok pahasına kapitalistlere peşkeş çekildi.
18 | TAVIR | OCAK 201
Yalnızca bir Beykoz Kundura Fabrikası ve ormanı beş apartman fiyatına satıldı. Çalışanlar bir gecede kapı önüne kondular. Limanlardan rafinerilere Cumhuriyet’in 70 yılında halkın vergileriyle oluşturulmuş onlarca kurum yabancı ve yerli şirketlerce yağmalandı. 2000’li yılların ilk on yılı dolarken devletin özelleştirerek harcamadan çekileceği üç önemli kurum önünde duruyordu. Bunlardan biri eğitim diğerleri ise sağlık ve sanattı. Eğitim ve sağlık alanında özelleştirmenin ilk ayağını özel okullar ve özel hastaneler oluşturdu. Kentler hızla büyürken Milli Eğitim ve Sağlık bakanlığı yeni okul ve hastane açmıyor. Bunların yerlerini her gün pıtrak gibi çoğalan özel okullar ve hastaneler dolduruyordu. Devlet kurumlarında ücret politikası geçen yıllar içinde kötüleştirildi. Bu alanlarda çalışan nitelikli doktor, sağlık elemanları ve eğitmenler süreç içinde özel sektöre kaymaya başladılar. Ancak özel kurumlarda öylesine emek yağ-
Özelleştirme konusunda ilk gümbürtü ihale yoluyla yardımcı oyuncu alma girişimiyle başladı. Tiyatro dergileri ve internette ihale sistemine karşı yoğun tepkiler oldu ancak bu tepkiler bir eylemliliğe dönüşmedi. Oyuncular ve yönetmenler cephesinde iki farklı yaklaşım vardı. Bunlardan biri bu tip idari işlere bulaşmamaktı. Durumu şöyle ifade ediyorlardı; “Biz profesyoneliz. Bize ne derlese onu yaparız. Bizim işimiz sahnede”. Bir diğer kesim ise bu girişimlerin uzun vadede sanat kurumlarını yok edebileceğini, bu yüzden de dikkatli olunması gerektiğini ifade ediyorlardı. 1991 yılında sosyalist blokun dağılmasının ardından dünyada büyük kapitalist ülkelerde sanata verilen maddi destekler hızla önce budanmaya, ardından kaldırılmaya başlandı. Ülkemizde resmi çatılar altında sanat örgütlenirken bu işin başındaki kişiler kurumların değişen devlet yönetimlerinden zarar görmemesi için bir dolu yasal tedbirler almışlardı. Sanat alanında özelleştirme için kollar sıvanırken yöneticiler uzun süre bu yasaları etkisiz kılacak yeni dü-
17-19 sanata karsi saldirilar_sablon 1/7/13 4:10 PM Page 19
zenlemelerle uğraştılar. 99 yıldır kendi kurallarıyla çalışan İstanbul Şehir Tiyatroları bir kurum olmaktan çıkarılarak belediyeye bağlı bir birim haline getirildi. Kurum geçmişte kendi bütçesiyle oyunlar üretirken süreçte yapacağı her etkinlik için belediyeden onay alması gereken bir pozisyona itildi. Geçtiğimiz kış ise yönetmelik değiştirilerek kurumu geniş yetkilerle yönetecek bir bürokrat işin başına getirildi. Bu kez sanatçıların tepkileri büyük oldu. Sokaklara çıkan sanatçılar basın açıklamaları ve eylemlerle içinde bulundukları durumu kamuoyu ile paylaşmaya ve onlardan destek istemeye başladılar. Tiyatro önündeki eylemler bahar ayları boyunca sürdü. Sezon bitiminde ise 24 saat tiyatro gösterisi yapılarak gerçekleşen “Sanat Maratonu” her kesimden ve her daldan sanatçıyı buluşturan bir eylem oldu. Ankara’da da sanatçılar değişik etkinlik ve toplantılarla bu eyleme destek verdiler. Yaz aylarında ve geçtiğimiz sonbaharda İzmir-Dikili, Bursa, Ankara ve Eskişehir’de sanata yapılan saldırılara karşı bir çalıştay ve paneller düzenlendi. Toplantılarda söz alan konuşmacılar sanat alanının içinde bulunduğu saldırıları ve buna karşı yapılacak eylemlilikler üzerine tartışmalar yaptılar. Toplantıların ardından yapılan konuşmalara ve sonuç bildirgelerine baktığımızda iki yaklaşım öne çıkıyor. Bunlardan biri sanat alanının bugün uğradığı saldırıları ve yaşananları birer AKP icraatı görme tutumu. Bu yaklaşım mücadele olarak değişik politik çevrelerden de destek alarak bir kamuoyu oluşturma, AKP yönetimini tutumunda geriletmeyi hedefliyor.
Bir diğer yaklaşım ise bu saldırıların uluslararası sermayenin girişimleri olduğu dolayısıyla da yapılacak mücadelenin çok daha geniş çaplı ve yöntemli olması yönünde. Sanat alanı 12 Eylül’den bu yana kendi alanına yapılan saldırılara karşı tabanıyla el ele bir mücadele yürütemedi. Özellikle AKP öncesi hükümetlerin kültür bakanları sonucu hiçbir yere varmayan toplantılarla sanatçıları oyaladılar. İktidar çevreleriyle yakın ilişki kurup kişisel çıkarlar elde etmek isteyen kimi sanatçılar tabela örgütleri kurdular ya da yönetimlerinde yer aldılar. AKP iktidarı sırasında ise bu çevreler eski çıkarlarını yitirdiler. Bugün ağlayıp bağıran kesimin içinde bunlar da var. Bu kesimin derdi maddi çıkar ve koltuk düşkünlüğünden ibarettir. Yarın başa gelecek yeni bir iktidar bunlara birkaç kuruş para ve altlarına bir koltuk verdiğinde bunların bağırış ve çığırışları son bulacaktır. Emperyalizmin sanat alanına yaptığı saldırıları göğüslemek içinse uzun vadeli ve geniş çaplı bir mücadele gerekiyor. Birkaç yürüyüş, etkinlik ve panelle sanat alanında mücadele geleneğine sahip olmayan bir tabanı harekete geçirmek mümkün değildir. Bugün yapılan top-
lantılarda yalnızca AKP hükümetinin sanat alanına yaptırımları konuşuluyor. Oysa bu alanda çalışanların da bu yaptırımlar sonucu yaşadıkları önemli sorunları var. Tabanın sorunları ile sanat alanına yapılan saldırılar ortak bir bakış açısıyla ele alınmıyor. Günümüzde sanatçıları bir araya getirmeye çabasında olan sanatçıların sağlıklı bir mücadele perspektifine sahip olmadıkları son etkinliklerde açığa çıkmıştır. İşin başını çekmeye çalışan kimi sanat insanlarımız sanatçıların yaşadığı sorunlarla savaşmak yerine Mustafa Kemal’e ağıt yakmayı yeğlemektedirler. Önümüzdeki sorun açık ve nettir. Uluslararası sermaye AKP iktidarı aracılığıyla sanat alanını özelleştirmeyi, devletin bu alana katkısını yok etmeyi planlıyor. Bu saldırılara karşı halkı hedefleyen uzun vadeli gerekirse içinde grevi de hedefleyen eylemliliklere gereksinim vardır. Öncelikle mücadeleyi yönlendireceklerin durumu algılayan bir perspektifle yola düşmeleri gerekiyor. Sanat alanında üretim yapan tabanı harekete geçirmeyi hedeflemeyen her girişim iktidara yalvar yakar yoluyla saldırıları durdurma yolunu yeğliyor. Bu da çıkmaz sokağın ta kendisidir. o
OCAK 2013 | TAVIR | 19
panorama panorama
bir yıl böyle geçti tavır
14 Ocak 2012 Malatya Kürecik Yürüyüşü Halk Cephesi / Liseli Dev-Gençliler “vatanımızın bağımsızlığı için Kürecik’e yürüyoruz” diyerek tüm kara soğuğa rağmen Malatya Kürecik’te bulunan füze kalkanına kadar yürüdüler. 5 Şubat 2012 Grup Yorum, bir kez daha özgürlük talebiyle meydanlardaydı. “Grup Yorum’a Özgürlük - Seçkin Aydoğan Serbest Bırakılsın” kampanyası başladı ve ilk eylem Galatasaray Lisesi önünde yapıldı. Grup Yorum üyeleri, iki ay boyunca şarkılarını tutuklu üyeleri Seçkin Aydoğan için her Pazar bu meydanda haykırdı. Dinleyicileri Grup Yorum’u eşliğiyle, halaylarıyla, sloganlarıyla hiç yanlız bırakmadı.
sansüre ve yasaklamaya bilet satış firması olan Biletix de katıldı. Grup Yorum konser biletlerinin “gelirinin terör örgütüne gittiğini” ifade ederek Grup Yorum biletleri satmayacağını açıklayan Biletix, Yorum'un sahiplenilmesi üzerine geri adım 13 Şubat 2012 Biletix de Grup Yorum’u engellemeye ça- atarak açıklamasını değiştirdi. Grup Yorum'dan özür dilemeyen Biletix'i proteslıştı. Grup Yorum üzerinde on yıllardır süren to eden Yorum dinleyicileri, Yorum'un bi-
20 | TAVIR | ocAk 2013
letlerinin 27 yıldır elden ele, kapı kapı dolaşılarak dağıtıldığını ve Grup Yorum'un bilet satış firmalarına ihtiyacının olmadığını ifade etti. 25 Şubat 2012 Biletix, Grup Yorum konseri biletini satmadı. “Grup Yorum konser bileti satmanın suç
ki keyfi saldırılarına rağmen Grup Yorum İzmit Halk Eğitim Merkezi’nde iki ayrı konser verdi. 26 Şubat 2012 İçişleri Bakanı’nından “terörün arka bahçe” tanımlaması (!) İdris Naim Şahin “terörün arka bahçesi” deyimini uydurarak, halktan yana sanat yapan tüm sanatçıları ve demokratik kitle örgütlerini hedef gösterdi.
olduğunu bu konuda mahkeme kararının bulunduğunu bilet satanların 13 yıl hapis cezası aldığını bilet gelirlerinin örgüte gittiğini” söyleyen Biletix Grup Yorum biletini satmadı. 25 Şubat 2012 Toplu mezardan kemikleri çıkarılan Ali Yıldız Gazi mezarlığına defnedildi. 12 Ağustos 2011’de açılan toplu mezarda bulunan Ali Yıldız 25 Şubat’ta Gazi’de defnedildi. 1997 yılında katledilerek toplu mezara gömülen Ali Yıldız, abisi Hüsnü Yıldız’ın ölüm orucu direnişiyle toplu mezardan çıkarıldı ve 25 Şubat 2012’de Gazi Mezarlığı’nda geleneklere uygun defnedildi. 26 Şubat 2012 Grup Yorum Kocaeli konserinin afişi valilik tarafından yasaklandı. Kocaeli konseri, günler öncesinden Valiliğin engeline takıldı. Valiliğe bağlı olan salon, son anda çeşitli bahaneler gösterilerek iptal edildi, konser tanıtım afişlerinin asılmasına “görsel kirlilik” yarattığı gerekçesiyle belediye tarafından izin verilmedi. Tüm bu engellemelere rağmen ve polisin konser anında-
“Terör örgütünün yürüttüğü çalışma sadece dağda, bayırda, şehirde, sokakta, gece arka sokaklarda haince pusu kurarak yaptığı saldırılardan ibaret değil, sadece silahlı terör değil. Bunun bir başka ayağı daha var. Psikolojik terör var, bilimsel terör var. Terörü besleyen arka bahçe var. Bir başka ifadeyle propaganda var, terör propagandası var. (...) Terörün arkadan dolanarak arka bahçede yürüttüğü faaliyetler ki arka bahçe İstanbul'dur, İzmir'dir, Bursa'dır, Viyana'dır, Almanya’dır, Londra'dır, her neyse, üniversitede kürsüdür, dernektir, sivil toplum kuruluşudur.” 29 Şubat 2012 Didim’de Alevilerin evleri işaretlendi Çorum ve Maraş katliamlarında özgürlüğünün da olduğu gibi Alevi ailelerinin evlerine işaret konarak aleviler tehdit edildi. İnanç tanınmadığı bir kez daha görüldü.
Okuyarak bilginin ışığıyla yolumuzu aydınlatamalı, emperyalizmin yozlaştırma politikasına karşı bilginin gücüyle savaşmalıyız.” diyerek 18 Mart’ta Engin Çeber halk Kütüphanesi’ni 250 kişiyle açtı. 23 Mart 2012 Grup Yorum Üyesi Seçkin Aydoğan saldırıya uğradı Seçkin Aydoğan ile hücre arkadaşları Eser Morsümbül ve Onur Kaya, bulundukları Tekirdağ F Tipi Hapishanesi’nde iki haftada üç kere saldırıya uğrayıp, defalarca işkence gördü. 14 Nisan 2012 Grup Yorum hapishane önünde konser verdi Grup Yorum, tutuklu elemanları Seçkin Aydoğan’ın bulunduğu Tekirdağ F Tipi Hapishanesi önünde konser verdi.15 Nisan’da Bakirköy’de yapılacak olan “Bağımsız Türkiye” Konseri’nden bir gün önce Tekirdağ’a giden Yorum üyeleri, Seçkin’in serbest bırakılmamasının keyfi bir tutum olduğunu belirterek Seçkin’e destek konseri verdiklerini ifade ettiler. Konser sırasında hapishanede bulu-
2-3 Mart 3. Eyüp Baş Uluslararası Emperyalist Saldırganlığa Karşı Halkların Birliği Sempozyumu yapıldı Mecidiyeköy Kültür Merkezi'nde gerçekleştirildi. Dünyanın çeşitli ülkelerinde anti emperyalist örgütlerin katıldığı sempozyumun son gününde Grup Yorum kısa bir konser verdi. 18 Mart 2012 Emperyalizmin yoz kültürüne karşı Engin Çeber Halk Kütüphanesi açıldı Gülsuyu halkı “Bilgi güçtür, okumayan insan güçsüz ve çürümeye mahkûmdur.
ocAk 2013 | TAVIR | 21
tuğrul Sahnesi'nde, hayat arkadaşı Tilbe Saran, kızı Elif Türel, eski eşi Nükhet Turhan Türel, ağabeyi Metin Türel, yakınları ve sanatçı dostlarının katılımıyla uğurlama töreni düzenlendi. 1 Mayıs 2012 1 Mayıs’ta dizi setinde çalışan set emekçisi öldü "Arka Sıradakiler" isimli dizide sanat asistanlığı yapan Selin Erdem, 1 Mayıs'ta dizi setindeki kazada hayatını kaybetti.
nan tutuklu ve hükümlüler "Cemo" şar- Mehmet Ağar tutuklandı. kısını söyleyerek dışarıya seslerini duyur- 1000 operasyonla övünen katil Mehmet dular. Ağar Bodrum Yenipazar Hapishanesi’ne 2 yıllık ücretsiz tatille ödüllendiril15 Nisan 2012 di. 15 Nisan Bağımsız Türkiye Konseri Bu yıl ikincisi yapılan Tam Bağımsız Tür- 1 Mayıs 2012 kiye On’ların Türküsü konseri 350 bin ki- 2009’da hasreti sona eren, 2010’dan şinin katılımıyla Bakırköy Cumartesi Pa- bugüne de yüzbinlerin coşkusuyla yezarı alanında gerçekleştirildi. Konsere niden zaptedilen Taksim 1 Mayıs AlaZülfü Livaneli, Aylin Aslım, Aynur Doğan, nı’nda; Yorum’la devrim ve sosyalizm Hüseyin Turan ve Nihat Behram katıldı. inancını, sınıfsız ve s.mürüsüz bir dünya özlemini dile getiren yüz binleri ora23 Nisan 2012 ya getiren güç, devrimci politikalardır Güngör Gençay Hayatını Kaybetti başka bir şey değil. 1 Mayıs’ın içini boSosyalist şair, yazar ve yayıncı Güngör şaltmaya, onu yalnızca bir bayram/şenGençay, 22 Nisan Pazar sabahı hayatını lik haline dönüştürmeye çalışanlar yenilmeye mahkumdur. 1 Mayıs’ın şehitkaybetti. Ömrünü sosyalizm mücadelesine ada- lerle yazılan devrimci özünü hiç kimse mış, yaşamı boyunca hapishanelerdeki değiştiremez! 1 Mayıs’ta Taksim’i doldutecrit politikalarına ve birçok hak ihlali- ran yüz binlerin sömürgecilere, işbirlikne karşı hak arayanların ve direnenlerin çilere yönelen öfkesi bunun en büyük yanında yer alan bir aydın olan Gen- garantisidir. Meydanda kurulan büyük çay’ın cenazesine TAYAD, İdil Kültür sahnede Grup yorum konser vererek Merkezi, Tavır dergisi çalışanları, Halk türkülerini ve marşlarını tüm kitle ile beCephesi, Grup Yorum ve birçok devrim- raber söyledi. ci-demokrat kurum da katıldı. Sanat Cephesi, açıklamasında, Gençay'ın gerçek bir sanat emekçisi, bir halk aydını ol- 1 Mayıs 2012 duğunu, Gençay'ın sosyalizm düşünü Cüneyt Türel yaşamını yitirdi. yerine getireceklerini belirtti. Bir süredir kanser tedavisi gören ve 1 Mayıs günü sabah saatlerinde hayatını 23 Nisan 2012 kaybeden Türel için, Harbiye Muhsin Er-
22 | TAVIR | ocAk 2013
27 Mayıs 2012 Çayan Birben biber gazıyla katledildi Kavgayı ayırırken polislerin biber gazı ve coplarla saldırdığı olayda astım hastalığı olduğunu söylemesine rağmen biber gazı sıkılarak katledildi.
2 Haziran 2012 Grup Yorum Almanya’da Irkçılığa Hayır dedi 2 Haziran Cumartesi günü Almanya’nın Düsseldorf şehrinde onüç bin kişiyi bir araya getiren Grup Yorum, “Irkçılığa Karşı Tek Ses Tek Yürek” adıyla büyük bir konser gerçekleştirdi. Almanya dışında; İngiltere, Fransa, Belçika, Hollanda, Avusturya, İsviçre ve Avrupa’nın birçok ülkesinden binlerce kişinin katıldığı konserde, Grup Yorum’a Erdal Bayrakoğlu, Burhan Berken, şair Nihat Behram eşlik etti. Aylin Aslım ise geçirdiği kaza sonucu ayağının kırılması nedeniyle sesini ve görüntüsünü Türkiye’den konser ekranlarına ulaştırarak “ulaşır sana” şarkısını seslendirdi. Avrupa’da ilk kez bir senfoni orkestrasıyla konser gerçekleştiren Yorum’a Essen Senfonik Project eşlik etti. 10 Haziran 2012 Dersim’de Yorum afişi asarken 4 kişi tutuklandı. 17 Haziran’da gerçekleştireceği ‘Devrim Yürüyüşümüz Sürüyor Halk Konseri’ çalışmalarını yürüten Grup Yorum din-
leyicilerinin afiş asması tutuklanma gerekçesi oldu. 12 Haziran 2012 Erdal Dalgıç şehit düştü İstinye Karakolu’nda işkence gören, sonrasında Metris Hapishanesi’nde katledilen Engin Çeber’in hesabını sormak için gerçekleştirdiği eylemd, polisle çıkan çatışmada Erdal Dalgıç katledildi. İstinye Karakolu işkencehanelerden biriydi. 8-9-10 Haziran 2012 Kalan Müzik 20. Yılını Kutladı Kalan Müzik, kuruluşunun 20. yılını Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Sahnesi'nde 8-9-10 Haziran tarihlerinde düzenlenen konserlerle kutladı. 3 gün boyunca düzenlenen konserlerde Grup Yorum, Erkan Oğur, İsmail Hakkı Demircioğlu, Cengiz Özkan, Leman Sam, Mikail Aslan ve Kardeş Türküler gibi sanatçılar sahne alırken Olgun Şimşek ve Sırrı Süreyya Önder de geceye katıldı. 17 Haziran 2012 Grup Yorum, Dersim’de Seyit Rıza Parkı’nda ücretsiz bir halk konseri verdi. Geçen sene birincisi düzenlenen “Devrim Yürüyüşümüz Sürüyor” konserinin bu sene ikincisini yapan Grup Yorum yaklaşık 10 bin kişiye seslendi.
27 Haziran 2012 Ferhat Tunç'a Kaypakkaya cezası: İki yıl Dersim’deki 1 Mayıs Mitingi’nde “Hepinizi Deniz Gezmiş’lerin, Mahir Çayan’ların, İbrahim Kaypakkaya’ların devrimci ruhuyla selamlıyorum” diyen Tunç’a Maoist Komünist Parti (MKP) propagandası savıyla iki yıl hapis cezası istendi. Ferhat Tunç, "Burada cezalandırılan aslında sanat, bu ülkede yaşayan muhalif olan sanatçılardır" dedi. 28 - 29 Haziran - 1 Temmuz 2012 Anadolu Halk Festivali’nin 2.si Okmeydanı Sibel Yalçın Parkı’nda düzenlendi. Festivali 3 gün boyunca yaklaşık 4000 kişi ziyaret etti. Son gün Grup Yorum bir konser verdi.
8 Temmuz 2012 Tiyatro Yazarı Güngör Dilmen Vefat Etti Midas'ın Kulakları oyunuyla tanınan, İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü'nde öğretim görevlisi olan Güngör Dilmen 8 Temmuz'da tedavi gördüğü hastanenin yoğun bakım servisinde vefat etti. 11 Temmuz 2012 İBB önündeki açıklamaya ve çadıra 13 kez polis ve zabıta saldırdı. Yıkımlara karşı Halk Cephesi’nin yürüttü-
ğü kampanyanın İBB önündeki basın açıklaması ardından kurulmak istenen çadıra polis ve zabıtalar 13 kez saldırdı. Çadır kurma eyleminde 36 kişi gözaltına alındı. 14 Temmuz 2012 Diyarbakır mitingine saldırı Diyarbakır’da yapılan Özgürlük için Demokratik Direniş mitingine polis biber gazı, cop ve panzerlerle saldırdı. Çok sayıda kişi gözaltına alındı. 15 Temmuz 2012 Grup Yorum Hatay Samandağ’da düzenlenen “Evvel Temmuz Festivali”ne katıldı. 45 bin kişilik dev bir koroyla umudun türkülerini söyledi. 21 Temmuz 2012 Grup Yorum 3 yıl aradan sonra Harbiye Açıkhava Sahnesi'nde dinleyicileriyle buluştu. “Umudun Türkülerini Söylemeye Devam Ediyoruz” adıyla düzenlenen konserde, aydın sanatçılar da yer aldı. Pınar Aydınlar, Metin Coşkun, Ezel Akay, Barış Pirhasan, Ragıp Yavuz, Selçuk Balcı gibi sanatçılar birinci bölümün sonunda Grup Yorum'la birlikte Çav Bella'yı söyledi. Şehir Tiyatroları yönetmeni Ragıp Yavuz yaptığı konuşmayla saldırılara karşı ortak tavır alınması çağrısında bulundu. Şarkı aralarında Tiyatro Simurg oyuncuları ve Hamit Demir çeşitli skeçlerle, AKP'nin sanata karşı uyguladığı baskıyı mizahi bir şekilde dile getirdi. Konser internet üzerinden canlı olarak izlenebildi. 6 Ağustos 2012 Seçkin Aydoğan’a özgürlük çadırı 8 Ağustos’ta duruşması görülecek Seçkin Aydoğan Serbest Bırakılsın çadırı 6 Ağustos’ta kuruldu. Yüzlerce Yorum dinleyicisinin destek verdiği çadır eylemi duruşma bitimine kadar kaldırılmadı. 12 Ağustos 2012 Emrah Barlak katledildi
ocAk 2013 | TAVIR | 23
fından yayınlanan açıklamada, set işçilerinin Eflatun Film'de sigortalarının dahi olmadığı ve resmi tatil olan bir günde iş yetiştirmek adına 20 saat süreyle çalıştırılmalarının böyle bir kazaya sebep olduğu vurgulandı.
12 Ağustos günü İzmir’de polis aracıyla Emrah Barlak’ında içinde bulunduğu araçların çarpışması sonucu araç içindeki polis Emrah Barlak’ı katlederken, 3 kişiyi de yaraladı. 15 Ağustos 2012 Tiyatro Sanatçısı Müşfik Kenter Vefat Etti Çok sayıda esere sesiyle de can veren tiyatro sanatçısı Müşfik Kenter 15 Ağustos günü İstanbul'da tedavi gördüğü hastanede vefat etti. 1947 yılında Ankara Devlet Tiyatrosu Çocuk bölümünde tiyatroya başlayan Müşfik Kenter; Salıncakta İki Kişi, Öfke, Nalınlar, Çöl Faresi, Hamlet, Mikado'nun Çöpleri gibi oyunlarda rol aldı. Müşfik Kenter'in cenazesi 17 Ağustos Cuma günü Kenter Tiyatrosu'nda düzenlenen törenin ardından Kilyos Mezarlığına defnedildi.
20 Ağustos 2012 Set işçileri "kazayla" ölmeye devam ediyor “Resmi tatil olan" Ramazan Bayramı'nın 2. günü, 20 Ağustos pazartesi gecesi dizi çekimlerinin gerçekleştiği Beykoz'da çalışan set işçilerinden 6 kişi setten dönerken trafik kazasında yaşamını yitirdi. Kazanın ardından set işçileri tara-
24 | TAVIR | ocAk 2013
24 Ağustos 2012 Metin Kurt Vefat Etti Galatasaray'da 1970 ile 1976 yılları arasında forma giyen Metin Kurt geçirdiği rahatsızlık sonucu 24 Ağustos günü 64 yaşında vefat etti. Metin Kurt'un 1966 yılında başlayıp 1979 yılında sona eren spor hayatı diğer futbolculardan farklı oldu. Hem futbolu hem şahsiyetiyle örnek olarak hafızalara kazınan Kurt endüstriyel futbola karşı mahalle futbolunu, ‘6’da devre, 12’de biter, 3 korner bir penaltılı baklavasına’ maçlarını savundu. 80’li yıllarda önce Spor-Sen’i sonra Devrimci Spor Emekçileri Sendikasını kurdu. Klüplerdeki ağalara karşı oyuncuların sigorta, emeklilik, parasız izin gibi sosyal koşulları için mücadele etti. 37 kez milli olan futbolcu, sendikal mücadele nedeniyle Galatasaray Klubünden ve neredeyse tüm resmi futbol dünyasından dışlandı fakat bu onun efsane bir futbol emekçisi olarak anılmasına engel olmadı. Metin Kurt, Anadolunun Sesi Radyosu'nda geçtiğimiz yıllarda ''Sporu Ve Sporcularımızı Kapitalizmin hizmetine terk etmeyelim'' isimli spor programını da hazırlayarak sun-
du. Geçirdiği rahatsızlık sonucu 24 Ağustos'ta vefat eden Metin Kurt'un cenazesi Ataşehir Mimar Sinan Camisi'nde kılınan namazın ardından Ümraniye Hekimbaşı mezarlığına defnedildi. 8-9 Eylül 2012 Tiyatro Platformu “DevletTiyatro İlişkisi” Çalıştayını gerçekleştirdi. 8-9 Eylül tarihlerinde, Bursa'nın Nilüfer İlçesi'nde Nazım Kültür Evi'nde düzenlenen çalıştayda iki gün boyunca Devlet-Tiyatro ilişkisi tartışıldı. İdil Tiyatro Atölyesi’nin de katıldığı çalıştayın sonucunda yayınlanan bildirgeyle devletin ödenekli tiyatrolara uyguladığı özelleştirme politikalarına karşı eylemlilikler gerçekleştirilmesi kararlaştırıldı. 11 Eylül 2012 İbrahim Çuhadar feda eylemi yaptı Hasan Selim Gönen’in ve 1995 Gazi Katliamı’nın hesabını sormak için feda eylemi yapan İbrahim Çuhadar şehit düştü. Gazi 75. Yıl Karakolu İstanbul’da ki yüksek güvenlikli işkencehanelerden biriydi. 14 Eylül 2012 Devrimcilerin cenazesini sahiplenenler ceza aldı. Feda eylemcisi İbrahim Çuhadar’ın cenazesini sahiplenmeye giden yakınlarına ve Tayadlı Ailelere biber gazları, coplar, panzerler ve Toma’larla saldırıldı. Saldırıda 27 kişi gözaltına alındı. Ta-
vır Dergisi sahibi Bahar Kurt ve Yürüyüş muhabiri Musa Kurt’la birlikte 7 devrimci tutuklandı. Bu gözaltıyla Grup Yorum üyeleri Selma Altın ve Dilan Balcı, Grup Yorum Korosu üyesi Damla Sandal ve İdil Tiyatro Atolyesi oyuncusu Bahar Ertürk’le 7 devrimciye de ev hapsi verildi ve elektronik kelepçe dayatması yapıldı.
Tavır Festivali 33 yıldır kültür sanat yaşamında devrimci tavır alan Tavır dergisi bu yıl üçüncüsünü düzenlediği Tavır Festivali’ni 21-23 Eylül tarihleri arasında Okmeydanı Sibel Yalçın Parkı’nda gerçekleştirdi. Festival boyunca sinema,kitap,resim, fotoğraf sergileri ve tartışmaları yapılırken, akşam etkinliklerinde konserler düzenlendi.
ödülünü “Güzelliğin On Par Etmez” filmi alırken, en iyi yönetmen olarak Zerre filmiyle Erdem Tepegöz seçildi.
25 Eylül 2012 Neşet Ertaş vefat etti Halk ozanı Neşet Ertaş tedavisini gördüğü kansere yenik düşerek 25 Eylül günü İzmir’de vefat etti.
19 Ekim 2012 Cansel Malatyalı zafer kazandı. Açlık grevi eyleminin 33. Gününde zaferi kazanan Cansel Malatyalı direnen işçilerin umudu oldu. Ve işine kendi şart-
17 Ekim 2012 Tiyatro sanatçısı Erol Günaydın vefat etti. 18 Ekim 2012 Müzisyen Fasıl Say yargılandı.
14 Eylül 2012 Cansel Malatyalı açlık grevine başladı 31 Ocak’ta İMO yönetimi tarafından ‘performans düşüklüğü’ bahanesiyle işten çıkarılan Cansel Malatyalı 20 Şubat’ta başladığı İşimi Geri İstiyorum direnişini bir adım ileri taşıyarak açlık grevine başladı. 20 Eylül 2012 Hüsnü Yıldız'ın kitabı “Sana Geldik Ali” çıktı. Toplu mezarların açılması ve toplu mezarlara gömülen kardeşi Ali Yıldız'ın kemiklerine ulaşabilmek için Dersim'de ölüm orucu direnişi yapan Hüsnü Yıldız'ın direniş sürecini, ölüm orucunu ve kardeşini anlattığı kitabı Sana Geldik Ali Tavır Yayınları'ndan çıktı. 21-23 Eylül 2012
ları kabul edilerek geri döndü. 5 Ekim 2012 Yaşar Kemal Bir Ada Hikayesi’ni Tamamladı Yaşar Kemal’in Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana romanı ile başlayan, Karıncanın Su İçtiği ve Tanyeri Horozları kitaplarıyla devam eden Bir Ada Hikayesi dörtlemesi, yazarın Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan son kitabı Çıplak Deniz Çıplak Ada ile tamamlandı. 8 Ekim 2012 Altın Portakal Film Festivali Bitti Bu yıl 49.su düzenlenen Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde sinemadan çok popüler kültür ve bunun yarattığı yozlaşma gözler önündeydi. Festivalin En iyi film
21 Ekim 2012 Berlin’de Yorum Kültür Evi açıldı 8 Kasım 2012 “Ev Hapsini Tanımıyoruz” eylemleri başladı Grup Yorum elemanlarına verilen ev hapsi uygulamasını kabul etmeyen Grup Yorum ‘Grup Yorum Hapsedilemez’ eylemlerine başladı. Her hafta Pazar günü saat 14.00’de yapılan eylem ve konserler devam ediyor. 9 Kasım 2012 17. haftasında Rose Teks zaferi Cansel Malatyalı’nın zaferinin ardın-
ocAk 2013 | TAVIR | 25
dan zaferin direnerek kazanıldığı bir kez daha kanıtlandı. 17 hafta boyunca Köşebaşı Restorantlar Zinciri önünde direnen RoseTeks işçileri kıdem ve ihbar tazminatlarını, ödenmeyen birikmiş maaşlarını geri alarak zaferi kazandılar. 26 Kasım 2012 Grup Yorum 110 yılla yargılandı. 10 Mayıs 2011’de Türkiye genelinde devrimcilere yönelik yapılan ev ve dernek baskınlarının duruşması 26 Kasım’da görüldü. Grup Yorum üyelerinin toplamında 110 yılla yargılandığı dosya karara bağlanamayarak, 2 Nisan 2013’e ertelendi.
1 Aralık 2012 Ayhan Efeoğlu’nun bulunması için kazı yapıldı. 1992 yılında konttragerilla Ayhan Çarkın’ın katlettiği Ayhan Efeoğlu’nun cenazesini arayan Tayadlı Aileler Ayhan Efeoğlu Nerede? Eylemlerini başlatmıştı. Bunu üzerine Kontragerilla Ayhan Çarkın’ın Silivri’de söylediği yerlerde göstermelik aramalar yapılmış fakat bir şey bulunamamıştı. Bunun üzerine Tayadlı Aileler 1 Aralık’ta Silivri’de kazı yapmış, insan kemiklerine benzeyen kemiklerve erkek kazağı bulundu.
Aralık 2011 tarihinde Çayan mahallesine yapılan baskınla ilgili katıldığı demokratik bir basın açıklamasının ardından işkenceyle gözaltına alınmıştı. Bir yılı aşkın süredir tutsak bulunan Seçkin Aydoğan’ın duruşması 5 Aralık günü Çağlayan 15. ACM’de görüldü. Mahkeme 26 Şubat 2013’e ertelendi. 14 Aralık 2012 Grup Yorum elemanı Ayfer Rüzgar tutulandı, Ali Aracı ev hapsi aldı İşkencehanelerden Yenibosna 75. Yıl Karakolu’na yönelik Nebiha Aracı adlı devrimcinin yaptığı eylem sonrasında sağlam gözaltına alınması, işkenceyle katledilmeye çalışılmasını protesto eden
ve aralarında Grup Yorum üyeleri Ayfer Rüzgar ve Ali Aracı’nında bulunduğu 18 devrimci gözaltına alınmıştı. Gözaltına alınanlardan içlerinden Ayfer Rüzgar’ında bulunduğu 12 kişi tutuklanırken, Ali Aracı’yla birlikte 4 kişi de ev hapsi aldı. Diğer iki devrimci ise yurtdışına çıkma yasağı alarak serbest bırakıldı.
16 Aralık 2012 DİH Bağcılar konserine saldırı Devrimci İşçi Hareketi’nin örgütlediği direnen işçilerle dayanışma konserini valilik güvenliğini alamayız bahanesiyle engellenmeye çalıştı fakat engelleyeme5 Aralık 2012 di. Aylarca kendilerine gaz sıkan, copSeçkin Aydoğan mahkemesi layan, işkenceyle gözaltına alan polis buGrup Yorum elemanı Seçkin Aydoğan 13 rada da karşılarına çıktı ve işçiler konser-
26 | TAVIR | ocAk 2013
lerinin engellenmesine izin vermedi. Bu defa da konserlerinin engellenmesine karşı direnen işçiler yol keserek konseri Bağcılar Olimpik Spor Salonu’nun önünde yapmak istedi. Polisin saldırması üzerine seyirciler yolları keserek çatıştı. Bir cadde trafiğe kapatıldı ve sanatçılar konser verdi. Konserin devamı Okmeydanı Sibel Yalçın Parkı’nda gerçekleşti. 21 Aralık 2012 F Tipi Film vizyona girdi 19-22 Aralık Katliamı’nın öncesinde F tipi hücreleri protesto etmek için başlayan ölüm orucu sürecini, 19-22 Aralık Katliamını ve F Tipi hücreleri anlatan, proje tasarımının Grup Yorum’a ait olduğu Ezel Akay, Barış Pirasan,Mehmet İlker Altınay,Aydın Bulut,Reis Çelik,Sırrı Süreyya Önder, Vedat Özdemir, Hüseyin Karabey’İn de yer aldığı film 21 Aralık’ta gösterime girdi.o
ayın fotoğrafı
FOSEM
OCAK 2013| TAVIR | 27
deneme deneme
televizyonda sahte sevgi ve evlilikler tavır
İlk görüşte aşka inanır mısınız?
neri!. On parmağında on marifet maşaallah!
İnanmam, olmaz mı diyorsunuz? İyi ki varsın Esra Erol, yoksa nasıl yoz“Esra Erol’da Evlen Benimle” programı- laştırılırdı, nasıl pazarlanırdı bu halkın nı izlemediniz öyleyse … Onlar “Olur.. değerleri? sen evden arabadan haber ver” diyorlar. Bir evin, bir araban, bir de düzenli Nasılın cevabı Amerika’dır aslında. maaşın oldu mu kısmetinde bol oluyor- Amerika’nın uşakları efendilerinden itina ile devşirirler bu programları. Bir muş. halkı teslim almanın yolu kültürel olaElektrik yakaladın mı? Heyecandan yü- rak teslim almaktan geçer, tespiti yareğin deli gibi güp güp atmaya başla- panlar halkı yozlaştırmanın da bin bir dı mı? Bir de güzel ya da yakışıklı oldun yolunu bulurlar. mu gerisi kolay. “İki gönül bir olunca samanlık seyran olur” der büyüklerimiz. Esra Erol’da Evlen Benimle gibi pespaEsra Erol’da iki gönül bir olmasa da sa- ye programlar buldukları yollardan manlık seyran oluyor. Bu da Esra’nın hü- bazılarıdır. 28 | TAVIR | ocAk 2013
Sevgi… Sevginin herkese göre bir tanımı yoktur. Sevginin tanımı tektir ve sevgi soyut bir olgu değildir. Asla! Sevgi mal mülkle, güzellik kavramıyla vs. ölçülmez. Sevginin bir ayarı olmaz çünkü sevgi emektir. Emek en büyük, en yüce değerdir. Öyleyse sevgi de o değerle ortaya çıkan duygudur. İçinde paylaşmak özveri bağlılık fedakarlık vardır. Yaşamın her anında, iyi ve kötü günde kopmamacasına bağlanmak vardır. Sadece kadın ve erkeğin birbirini sevmesi değildir. Sevgi, gönül verdiğin herkesi, her şeyi sevmektir. Vatanı top-
ATV önceden Dinç Bilgin’e aitti. Kimdir Dinç Bilgin? Burjuvazinin temsilcilerinden bir medya patronuydu. O gün bugünkü gibi sözde İslamcı değildi iktidar. MÜSİAD etkin değildi. TÜSIAD vardı, düzen onların düzeniydi. Bugün değişmeyen tek şey ATV yine var yine düzene hizmet ediyor, yine halkı yozlaştırmada en önde gidiyor. ATV bugün kimin elinde? Tayyip Erdoğan’ın dünürü Çalık Holding’te. Yani Tayyip’in deyimiyle “Bizim Çalık”ta... Misyonunda değişen bir şey var mı? Yok! Yine halkı yozlaştırmanın aracı, yine düzenin sahiplerinin uşaklığını yapıyor. Ve yine ödülünü alıyor. Ki önceden adı bile anılmıyordu hiçbir yerde. Ne zaman ki AKP iktidara geldi, ne zaman ki dünür oldu ne zaman ki Çalık “Bizim Çalık” oldu… Çalık ihya oldu.
rağını suyunu ve insanını…
ğünden alır.
Bu yüzden sevgi alınıp satılamaz, pazarlanmaz.
Tanımaktır aşk... Vefadır, bağlanmaktır. Anlamak, kavramak ve hayatın bağrına zümrüt bir denize dalar gibi dalmaktır. İnanmaktır. Onurun, ahlakın erdemine varmaktır.
Bu yüzden emperyalizm ve ülkemizdeki işbirlikçileri sevginin içini boşaltıp bir meta haline dönüştürmeye çalışır. Karacaoğlan ve Köroğlu’ndan, Aslı ile Kerem’den, Şirin ile Ferhat’tan yadigar kalan çıkarsız temiz sevgimizi yozlaştırırlar. Sevgiye düşmandır onlar, sevgisizliği hakim kılmak isterler. Saf, temiz sevgisinden korkarlar çünkü o sevgi yare de, vatana da, halka da aynıdır. Akıllarına Köroğlu’nun, Karayılan’ın, Çuhadar’ın sevgisi gelir. Korkuları katmerlenir. Esra Erollar da onların gönüllü paralı uşaklarıdır. Onlar ne sevgiyi bilir ne aşkı, onların derdi kazanacakları paradır. Aşk… Aşk, sevginin yoğunlaşmış halidir. Yürekten alır gücünü, sevginin büyüklü-
“Ol sevda ki bizde bir murattır Yılgınlığa karşı direnci söyler Hep aşkla temizler yüreğimizi Dudaklarımız da kirlenmez türküler” (Adnan YÜCEL) İşte böyledir bizim aşkımız. Dudaklarımız hakikati söyler ve hiç kirlenmez. Çünkü aşk tertemiz olmaktır. Aile… Ailenin kutsallığından dem vurur burjuvazi . Dilinden hiç düşürmez bu ve benzeri söylemleri. Ancak içini boşaltmak, yozlaşma etmek için de elinden geleni yapar. Babana bile güvenme anlayışı onların halka empoze etmeye çalıştığı anlayıştır.
Dinç Bilgin’den Çalık’a söylemler de icraatlar da aynıdır. Onlar için ailenin önemi, anlamı yoktur. Onların misyonları halkın bağrında yeşeren güzel, iyi, ahlaklı, onurlu ne varsa hepsini çürütmektir. Ne aile kutsaldır onlar için, ne de insan. Onların asli görevi halkı uyutmak, yozlaştırmaktır. Onlar da bunu, dizileri, flimleri, yarışmaları Esra Erol’larıyla yaparlar. Sahte Sevgi, sahte aşk, sahte evlilikler… Emperyalizm insana dair iyi ve güzel olan ne varsa her şeyi çürütmek için her türlü yola başvurur. Sessiz suskun bir toplum yaratmak için halkı teslim alması gerektiğini de bilir. Teslim almak silah zoruyla olmaz hep. Çoğu zaman kültürel olarak yapar bunu. Halkın onun varlığına zarar verebilecek değerlerini yok etmek halk kültürünün yerine emperyalist yoz kültürünü koymak öncelikli görevidir. Bunu müziğiyle filmiyle giyimi kuşamı eğlencesiyle başarır çoğunlukla. Halka dair her şeyi bozup, yerine
ocAk 2013 | TAVIR | 29
kendi ürettiğini koyar. Bu halkın karayılanları Hasan Tahsinleri vardır. Onlar Polat Alemdarlar, Mematiler yaratmaya çalışır. Bu halkın Pir Sultanları, Ruhi Su’ları vardır. Onlar Ferdi Tayfurlar, Tarkanlar yaratır. Bu halkın Ferhat ile Şirinleri vardır, onlar günü birlik ilişkilerle konuşulan Hülya Avşarlar, Hadiseler yaratır. En önemlisi de sevgi denilen o en güzel değer, alınıp satılan, pazarlanıp reklam edilen bir meta haline gelmiştir.
zın içinde hayatımızın bir parçası gibi. Ve Manukyan’dan daha pervasızlar, değerlerimizi yok etmek için ellerinden geleni artlarına koymuyorlar.
Bu programlara katılanların hiç mi suçu yok diye düşünenler de olabilir. Evet o insanların suçu yoktur. Bolu gibi bir Anadolu ilinden 20 yaşında, daha hayatının baharında genç bir kız oraya çıkıp koca aramak zorunda bırakılıyorsa bunun sorumlusu bu düzendir. Çünkü hayatımızda iyi, güzel olan Esra Erol da ATV ekranlarında işte ne varsa tüm olguları unutup, yerine bunu yapmaktadır. Sadece Esra Erol’la güvensizliği, korkuyu, bireyciliği, bensınırlı değildir tabii... Hemen her kanal- cilliği hayatlarımıza sokmuştur. da vardır. Bu ve benzeri programlardan ve en az 2-3 saat sürmektedir her Halkın yaşamında her şeyin bir biri… usulü, erkanı var. Kız beğenmek, kız istemek düğün dernek yapmak vs. her 20’li yaşlarda genç kızlar, delikanlı- şey bellidir, bilinir. Bu halk bunları yalar, 70 yaşında amcalar, teyzeler, Irak- pamaz hale gelmişse, bunun sorumlulısı Azerbeycanlısı, işçisi işsizi, hırlısı, hır- su bu düzendir. İnsanların birbirine sızı, her türden insan var. Var ama elbet- yabancılaştırıldığı, babana bile güte ki o insanların hiçbir suçu yok. venme anlayışının hakim kılınmaya çalışıldığı bir düzende kapı komşuAmerika nın 6. Filo’su kıyılarımıza de- muzu bile tanımaz hale getirilmişsek, mir attığında Amerikan askerleri için bunu biz istediğimizden dolayı değil devlet kendi eliyle Karaköy Zürafa So- düzenin bize böyle olmayı dayatmasınkak’taki Manukyanın evlerini beyaza dan dolayıdır. Yoksa 20 yaşında genç boyattığı, yenilediği unutulmamıştır. Fa- kızlarımızın o programlara katılmasının şizm efendilerinin askerleri rahat fuhuş başka açıklaması olamaz. Bu yüzden yapsın diye, fuhuş patroniçesiyle bir oraya katılanların suçu yoktur, suç onolup Amerikan askerlerine hizmette ku- ları katılmaya zorlayanlarındır. O progsur etmemiştir. Devlet ülkemizi peşkeş ramları yoksul yaşamlarımıza sokanlaçekerken, Manukyan çaresizlikten eti- rındır. ni satmak zorunda kalan kadınlarımızı Conilerin hizmetine sunmuştur. Bu Televizyon yoksul yaşamlarımızın bir zihniyet dünden bugüne aynıdır. Değiş- parçası olmuştur artık. Bugün televizmemiştir. yonsuz ev yoktur. Televizyonun girdiği her eve, her yere otomatikman emDün Zürafa Sokak’ta aleni yapılan bu ic- peryalizmin, kapitalizmin yoz kültürü raat, bugün İslamcı olduğunu söyleyen de giriyor demektir. Ki bu kendiliğinden bir iktidarın, yine İslamcı olduğunu gelişen bir süreç değildir. Televizyonsöyleyen dünürü Çalık Holding’in kana- lardan gazetelere, burjuva basın yayın lı ATV’de yapılıyor. Esra Erol’da Evlen Be- kuruluşlarının tümü her şeyiyle bu nimle programı da bunlardan bir tane- düzenden beslenir, bu düzene hizsi. Zürafa Sokak’ın Manukyanı ile Ça- met eder. Emperyalizm onlardan ne islık’ın ATV’si arasında bir fark yoktur. Ma- terse onu yaparlar, dizilerinden yarışnukyan Zürafa Sokak’taydı, ATV ve di- ma programlarına, evlendirme progğerleri her yerde, her evde yaşamımı- ramlarından çizgi filmlerine kadar hep-
30 | TAVIR | ocAk 2013
si Amerika’dan ithal edilmiştir. Burjuva medya görevini bilir. O çok katlı gökdelenlerin, halkın bir yılda kazandığını bir ayda kazanan o program yapımcıları özel olarak Amerika ve Avrupa’da programlar devşirir, bunları yaparken de sunucusundan dekoruna her şeyi düşünürler. Esra Erollar, Hülya Avşarlar, Hadiseler boşuna değildir. Çocuklara ayrı, gençlere, ev hanımlarına, yaşlılara, meslek gruplarından etnik siyasi kimliklere kadar her şeyi hesaplarlar. Görevleri budur onların; halkı uyutmak, yoksulluklarımızı, açlığımızı unutturmak, çivisi çıkmış düzenlerine yönelmeleri engellemek!.. Yani her şey kurulu düzenlerinin bekası içindir, ki onların sağlayamadığını askeri, polisi, copu, biber gazı, F tipi hapishaneleriyle sağlamaya çalışırlar. Anadoluyuz biz… “Beşikler vermişim Nuh’a Salıncaklar, hamaklar Havva anan dünkü çocuk sayılır Anadoluyum ben Tanıyor musun?” (AHMED ARİF) Evet şair haklıdır, biz Anadoluyuz. Kadim zamanlara dayanır köklerimiz sadece ve sırf bu yüzden kültürümüzde yeri yoktur Esra Erolların ve pespaye programlarının... O programlara kendimizi beğendirmek için türlü türlü yalanlar söylemeye ve bir şeyi pazarlamak için yarışan dostlara(!) ihtiyacımız yoktur. Bugün orada bulunmak durumunda kalınmışsa da bu yoksulluktan kaynaklıdır. Çaresiz değiliz, bizi çürütmeye çalışıyorlar, değerlerimizden kültürümüzden uzaklaştırıp yozlaştırmak istiyorlar. Bizi teslim almak, insanlıktan çıkarmak istiyorlar, ayakların baş olmasından korkuyorlar. Biz belki bugün farkında değiliz ama onlar devrimin kitlelerin eseri olacağını biliyorlar, bu yüzden bize bu yozlu-
yoktur. Bu yüzdendir onca yazılmış, basılmış kitap, dergi bu yüzdendir. Arabeskleri, yoz müzikleri bu yüzdendir; diziler, filmler, yarışmalar bu yüzdendir. Bu yüzdendir Esra Erollu evlendirme programları... Burjuvazi; bu halk bu programlara katılma cesareti gösterebiliyorsa, demek ki bu denli çaresizdir. Yoksa hiçbir insan kendini pazarlattırmaya meraklı değildir. Bu halkın bu noktaya gelmesinin tek sorumlusu bu düzendir, çürümüş bir halk onlar için bulunmaz nimettir. ATV’sinden Kanal D’sine, Star’ından Show’una tüm burjuva kanallar, bu kanallardaki tüm programlar, filmler, diziler bizi teslim almaya çalışmaktadır. Yoksulluğu, açlığı, zulmü, haksızlığı, adaletsizliği görmeyelim, sorgulamayalım, bu gidişata da dur demeyelim diyedir. Ama başaramayacaklar. Bunu onlar da bilir. Zalimin zulmü varsa, buna karşı direnenler de mutlaka var olacaktır. Son söz… Esra Erollar, Songül Karlılar ve diğerleri burjuvazinin gönüllü paralı uşaklarıdır. Bu düzen onları çürütmüştür, onlar da bu halkı çürütmeye çalışmaktadır. AKP’nin, Çalık Holdinglerin İslamcılıkları sahtedir. Onların tek öncelikli görevi halkı yozlaştırmak, halkı zulumle, zorlukla teslim almaktır.
ğu bu rezilliği reva görüyorlar. Halkın öfkesinin nelere yol açacağını çok iyi biliyor ve seçeneklerini sunup dayatıyorlar. İş yoksa hırsızlık yap diyorlar, olmadı bedenini sat, olmadı cinnet getir, çoluk çocuk öldür intihar et... Seçenek çok sen beğen al ama bana yönelme diyorlar.
Oysa ki üreten ve yaratan biziz, Onlar o rahat koltuklarında bizim sayemizde oturur. Bu toprakların asıl sahipleri bizlerken Onlar bize hep yoksulluğu, yozlaşmayı reva gören aklımızla alay ederler. Aşağılarlar hakir görürler onların gözünde bir böcek kadar bile değerimiz
Halk olarak bizim görevimiz ise zalimin zulmüne teslim olmamak, gelenek, görenek, kültür ve değerlerimize sıkı sıkıya sarılmak, direnmektir. o
ocAk 2013 | TAVIR | 31
röportaj röportaj
sanatçılar grup yorum’un yanında tavır
27 yıldır devrimcilerin, emekçilerin, öğrencilerin eylemlerinde, grevlerinde; onların yanında olan Grup Yorum susturulmaya çalışılıyor. Grup Yorum elemanı Seçkin Aydoğan’ı tutukladıkları gibi diğer Yorum elemanlarını da tutuklamak, halktan yana sanatı engellemek istiyorlar. İbrahim Çuhadar isimli bir devrimcinin cenazesine sahip çıktıkları için, onu halkın ve devrimcilerin geleneklerine göre defnetmek istedikler. Gözaltına alınanYorumcular’dan Selma Altın ve Dilan Balcı, işkenceden geçirildi. Ardından konut terk etme yasağı ve denetimli serbestlik uygulama kararı verdi bu ülkenin “adaleti”.
takılmak istenen elektronik kelepçeyi reddediyor. Ev hapsi uygulaması ile Grup Yorum nezdinde tüm halka ve halktan yana sanat yapan sanatçılara gözdağı vermek istiyor AKP iktidarı. Kapatılan tiyatro salonları, yasaklanan kitaplar, toplatılan albümler, sansürlenen filmler, basılan sergiler, yıkılan heykeller... Ve daha niceleri AKP iktidarının sanat düşmanı, düşünce düşmanı tavrını ortaya seriyor her geçen gün. Bu zincirin yeni halkası “konut terk etme yasağı”. Halkın her kesimini tutsaklıkla tehdit eden AKP, işte bu nedenle 500 yeni hapishane yapma planlarını kuruyor ve 20.000 elektronik kelepçe sipariş ediyor.
Grup Yorum AKP’nin uyguladığı “ev hapsi” kararını tanımıyor, bileklerine AKP bunlarla da sınırlı kalmıyor. Grup Yo-
32 | TAVIR | ARALIK 2013
rum’un koordinatörlüğünde İdil Yapım’ın çektiği F Tipi Film de sansürden, baskılardan payına düşeni fazlasıyla alıyor. AKP, F Tipi Film’i gösermemek için elinden geleni yapıyor.
Bu bilgiler ışığında, sanatçı dostlarımıza sorduk: - Grup Yorum hakkında verilen “ev hapsi” kararını nasıl değerlendiriyorsunuz? AKP iktidarının sanata ve sanatçıya yönelik faşist saldırılarına karşı sanatçılar ne yapmalı? F Tipi Film’e dönük saldırılar karşısında ne düşünüyorsunuz?
“Grup Yorum bizim yanımızda, biz başka kimseyi istemiyoruz.” F Tipi Filme uygulanan baskı insanlık dışı uygulamalardan biridir, tıpkı f tipi gibi. ben bununla eş değer buluyorum. nicelik olarak da aynısıdır hatta. f tipi film bundan yıllar önce başlatılan uygulamanın gerçek yüzünü anlatıyor. o yüzden f tipi filmin kolektif oluşu kendi içinde saklıdır. 9 yönetmen yer alıyor. kolektif bilincin üretimidir. Hayat kolektiftir, sinema da kolektif olmak zorundadır. bu anlamda sinematografik yönüyle de beğendiğimi her yerde söylüyo-
rum. muhalif bir sinema sanatçısı olduğuma inandığım için f tipi filmi üç kere izledim. Bu ülkede artık bizim de sesimiz çıkmalı. benim filmim “ölümden kalma” da baskı gördü ama grup yorum bize sahip çıktı. Yeniden doğduk küllerimizden. Tavır aracılıyla, tüm idil kültür merkezi çalışanlarına, devrimcilere, emekçilere teşekkür ediyoruz. grup yorum bizim yanımızda, biz başka kimseyi istemiyoruz. o
“Gerçek aydınlara faşizmin yasakları sökmez.” Gerçek sanatçılara, gerçek aydınlara faşizmin yasakları sökmez. Hele ki Grup Yorum'a hiç sökmez. Grup Yorum, sökmediğini göstererek hem kendi geçmişine hem halka ve dev-
rimci mücadeleye layık olduğunu bir kez daha gösterecektir. Yüreğim yüreğinizledir.o
“Aydınlık saçan insanları öldüremezsin, hapsedemezsin, seslerini kesemezsin.”
Her dönemde özgür insana, düşüncelere ve biat etmeyen insanlara karşı devamlı bir baskı uygulanabilir. İktidarlar kendisi gibi düşünmeyen insanları baskı altında tutar. bu baskılar bazen çok şiddetli olur. İlk önce gazeteler ele geçirilir. Sonra adalet gücü ele geçirilir. böylece
de ideolojik üst yapı ellerine geçer tamamen ki bugün öyledir onu çok da rahat görüyoruz. Bu da yetmez yine susturamıyorlarsa, zor kullanırlar. Her türlü provokasyonlar olur bu onların metodlarıdır. İnsani bir şey aramamak gerekiyor burada insan özüne dair hiç bir şey yoktur. Menfaattir paradır.Gücün egemenliği, paranın egemenliği aslında söz konusudur. Günümüzde değerler nasıl değişti diye bakarsanız bütün değerler paranın değerleridir. Artık insanın kıblesi para olmuştur. Bunun için dini de kullanıyorlar. yeter ki iktidar olalım, para olalım gücümüz devam etsin. Ve özgür düşünen insanlar; gazeteci olsun yazar olsun, heykeltraş olsun hiç fark etmiyor. kendisi gibi düşünmeyen insanlara bir
baskı var. Bu baskı her zaman olacaktır ve biz her zamanda demokratik sanat ve bu sanatın özüne de insanı koyduğumuz için her zaman böyle olacaktır. Bu güçler birbirine karşıt güçlerdir ve sonunda iyinin kazanacağını düşünüyoruz ve kötülük ilelebet sürmeyecektir tarihin tekerleği ters çevrilemez. bu güne kadar kazanımlar olmuştur. Onlar yok etmeye çalıştıkça karşı güçler de çoğalmaya başlıyor, insanlar uyanıyor. Kullandıkları güç ters tepecektir. Aydınlık saçan insanları öldüremezsin, hapsedemezsin, seslerini kesemezsin. Hücrelere kapatsan, eve kapatsan fayda etmez kapı aralığından anahtar deliğinden çıkar. Sanat böyle bir şey. o
ARALIK 2013 | TAVIR | 33
“Grup Yorum severleri 110 yıl boyunca Grup Yorum dinlemekten mahrum etmek istiyorlar.” Ortada aslında bir suç yok. Bunu bu kararları veren hakimler savcılar da biliyor. Tüm Türkiye halkları biliyor. Bu tarihi bir mücadele, adaletin mücadelesi. Sırf siyasi görüşleriyle hukuku bir araç olarak kullanan bu özel hakim ve
savcılardan utanç duyuyorum. Bu mücadeleyi asla durduramayacaklar. Anayasayı zerrece umursamayan bazı hakimleri Grup Yorum severleri 110 yıl boyunca Grup Yorum dinlemekten mahrum etmek istiyorlar. o
“Elektronik kelepçeyi bir kaç kişiye değil, bütün bir ülke halkına takmanın peşindeler.” Hem haksız, hem de acınası bir karar. Ama aynı anda ciddi bir tehdit. Şu elektronik kelepçeyi bir kaç kişiye değil, bütün bir ülke halkına takmanın peşindeler. Sanatçıların saldırı ve baskılara karşı direnişlerini bir "toplumsal sorumluluk projesi" olarak görmeleri belki önemli ama yeterli değil. Bizim asıl işimizi yapabilecek ortamları yok etmeye, bunun maddi ve manevi kaynaklarını kurutmaya yelteniyorlar. Özellikle medyada çalışan sanatçılar, şika-
yetler ede ede kendilerine ince ayar çekmek zorunda kalıyorlar. "Şunun sırası değil / buna ortam müsait değil..." diye sürekli geri adımlar atılmakta. Benim için sanat, sırası gelmemiş, müsait olmayan işlerin yapılması demektir. Doğrudan siyasal olmayan sanat ürünlerinin bile itici gücü direniş, başkaldırı ve uyumsuzluktur bence. Sanatçıların da, bütün insanlar gibi, ilerde yazıklanıp utanç duymayacakları bir hayat yaşamak için direnmeleri iyi olur.
“Grup yoruma inanan dünya kadar insan var, bundan korkuyorlar. .”
grup yorum’un tarihi neredeyse benim tarihimle eşit. ve ben kendimi bildim bileli grup yorum’un yanında ve onları üzerindeki baskılarla büyümüş bir adamım. grup yorum herhalde dünya üzerinde sayıp sayabileceğimiz, bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar cesur söylemleri olan müziğiyle bunu
34 | TAVIR | ARALIK 2013
insanlara anlatmaya çalışan ender gruplardan biri. bu baskıların çok şaşırtıcı olmadığını söyleyebilirim. özellikle muhalif olan ya da fikrini söyleyen herkese yapılan baskılar gibi. ama son zamanlarda ülkede değişen siyasi atmosfer son on yılda özellikle daha baskıcı bir yönetim anlayışının getirisiyle beraber, grup yorum gibi geniş kitleleri etkileme gücüne sahip bir müzik grubunun üzerindeki baskılar da artmış durumda. belki eskisinden çok daha sert. grup yorum üzerindeki baskılar bütün uğraşlarımıza rağmen henüz azalmayacak diye düşünüyorum. gün geçtikçe, hayat ilerledikçe baskıcı yönetimlerin insanları cezalandırma yöntemleri de değişiyor. bir insanı tutuklamak için, elinizde delillerin olması gerekiyor. ki bu buzum ülkemizde pek geçerli olmasa da halkın tepki-
sini çekmemek için sağlam delillere ihtiyaç vardır. ev hapsini verirken de, müziğini yapmasına engel olmuyoruz diye yorumlanabilecek bir cezalandırma yöntemi oluşturmuşlar. grup yorum üyeleri tehlikeli ama cezaevine atılacak kadar değil. biz istediklerimizi yapana kadar ortalıkta görünmeseler yeter gibi bir hava oluşturulmaya çalışılıyor. bütün baskılara rağmen grup yoruma inanan dünya kadar insan var. bundan korkuyorlar. bakırköy’de yüzbinlerin grup yorum dinlemesinden korkuyorlar. çünkü grup yorum hiç bir şarkısının sözünde öylesine bir şeyden bahsetmiyor. sanatçılar olarak, bireysel tepkilerle çözülebileceğine inanmıyorum. bunun önüne geçmek için beraber hareket etmek gerekiyorsa, sanatçılar olarak beraber hareket edeceğiz. o
35-37 yunus emre_sablon 1/7/13 4:17 PM Page 35
deneme
deneme
özü halkın bağrında bir ozan: yunus emre ümit ilter
“Yunus senin sözlerin ma’nidir bilenlere/Söyleniser sözlerin devr-i zaman içinde” (Yunus Emre) Buluşunca alınteriyle, dile gelen Anadolu toprağındaydım. Bir garip Yunus Emre’ydim, baştan ayağa yareydim. Halkın ve hakikatin hak söyleyen eriydim. Duydum ki, 13. yüzyılda kırklara karışmamdan yedi yüz yıl sonra sansüre uğramış deyişlerim. Şaşmadım ben bu işe ve incinmedim, nefesimi kesmeye çalışmalarına. Bilirim, çünkü, dostu da düşmanı da… Yedi yüz yıldır, halkın dilinde çağları aşa aşa bu güne ulaşan nefesimi boğmak kimin haddine. OCAK 2013 | TAVIR | 35
35-37 yunus emre_sablon 1/7/13 4:17 PM Page 36
lerden birinde kendi adının geçtiğini ve yapmakta olduğu şiir katliamını önceden haber verdiğini görünce Yunus’un büyüklüğünü anlayıp, bin kez tövbe ederek yırtmaktan vazgeçmiş. Bize kalanlar, bu son bin şiiriymiş.” (Anadolu Bilgeleri - İsmail Kaygusuz - syf: 135 - Su Yayınları) Söyleyin zamane Molla Kasımları’na, cahilliklerinden tanırım onları. Ve artık, ne yaparlarsa yapsınlar, “son bin şiirimi” yok edemezler. Boşunadır uğraşları. Ne sözümüzü, ne özümüzü unutturamazlar. Çünkü, bir garip Yunus olan ben, bu toprağın sözü ve Anadolu’nun özünden başkası değilem… Düşmandır elbette bana, bütün zamanların Ebu Suud’ları. Halktan ve hakikatten başkasına yüz sürmem çünkü. Ve haykırırım halk düşmanlarının yüzüne: “Geçti beyler mürüvveti Binmişler birer atı Yediği yoksul eti İçtiği kan olmuştur…” Düşmandır bana, halka da düşman olanlar. Çünkü, indirmişim yüzlerindeki riya peçesini: “Bir kez gönül yıktınsa / Bu kıldığın namaz değil.”
Duydum ki, Talim Terbiye Kurulu adındaki bir kurum, “Cennet cennet dedikleri / Birkaç köşkle birkaç huri / İsteyene ver sen onu / Bana seni gerek seni” deyişimi sansürleyip okul kitaplarından çıkartmışlar. Ne bilir onlar hakkı, hakikati. Yüzlerce yıl öncesinden demiştim “halka düşman olanlar, hakikate de düşman olurlar” diye. Ki Ebu Suud soyu sayılırlar. Halk kanı içmekten sarhoş Osmanlı Şeyhülislamı Ebu Suud efendi, ölümümden tam iki yüzyıl sonra hak36 | TAVIR | OCAK 201
kımda “Yunus Emre’nin katli vaciptir” fetvası verendir. Zamane Ebu Suudları, deyişimi sansürlemiş çok mu? Soya çekim, böyle bir şey nitekim.
Onlar ki, nice gönül yıkıp nice can yakanlardır. Ve zalimliklerini namaz, niyaz ile örtmeye kalkanlardır. Ve lakin, halkın acısını sürgit örtbas edecek “namaz” icat edilmemiştir. Yaptıkları, kendilerini kandırmaktır sadece…
Sözümün üstüne kem kılıçların kalkması yeni değildir. Halkın can kulağı ile dinlediği deyişlerimi, halk düşmanları “sakıncalı” bulmuştur öteden beri.
Düşmandır bana, halka da düşman olanlar. Çünkü, indirmişim yüzlerindeki riya peçesini:
“… Söylenen o ki, Yunus’un Divanı’nı ele geçiren Molla Kasım, Yunus’un bin şiirini okuyup havaya, binini de suya atmış, ‘şeriata aykırı’ diye. Derken şiir-
“Dervişlik dedikleri Hırka ile taç değil Gönlün derviş eyleyen Hırkaya muhtaç değil.”
35-37 yunus emre_sablon 1/7/13 4:17 PM Page 37
O haramilerin hırkalarından akan zenginlik ve taçlarından akan zulüm, yıktıkları gönüllerin ahından koruyamaz onları. “Gönlü derviş eyleyen”, mazluma “hadi takla at” der mi hiç. Desinler eli beyzbol sopalı Obama’ya da görelim… Düşmandır bana, halka da düşman olanlar. Çünkü, indirmişim yüzlerindeki riya peçesini: “İlim ilim bilmektir İlim kendin bilmektir Sen kendini bilmezsen Ya nice okumaktır.” Kendini bilende, ziynet ve zulüm olur mu? Kendini bilmek, hakikati ve halkı özün bilmektir. Halkı özü bilen, halkını aç, yoksul, işsiz bırakmaz ki… Onlar ki, halk aç yatarken servet denizlerinde “gemicik” yüzdürenlerdir. Onlar için, ilim kendini bilmek değil, cebini bilmektir… Düşmandır bana, halka da düşman olanlar. Çünkü, indirmişim yüzlerindeki riya peçesini: “Yunus Emre der hoca Gerekse bin var hacca Hepsinden iyice Bir gönüle girmektir.” Yunus Emre, ömrü boyunca hacca gitmemiştir. O, dört kitabın manasını gönüllere hak yoluyla girmekte bulmuştur. “Kıblemiz dost yüzü” deyişi bundandır. Ve bin kez hacca giden haramilerin adını anmaya değer bulmayan halk, Yunus Emre’yi yedi yüzyıldır gönülden gönüle aktararak yaşatmıştır…
Soğuk su ile yuvalar Şöyle garip bencileyin.” Onlar ki, kefenin cebi varmışçasına yağmalıyorlar halkın hayatını. “Hep bana rabbena” makamındadır bütün niyazları. “Gariplik” ise, özel mülkiyete tamah etmeyen bir yaşam tercihidir… Düşmandır bana, halka da düşman olanlar. Çünkü, indirmişim yüzlerindeki riya peçesini: “Şeriat oğlanları Nice yol keser bana Hakikat denizinde Bahri oldum yüzerim.” Onlar ki, o denizde boğulacaklarını iyi bilirler. Sığınırlar bu yüzden, sırça köşklerin rahatına. Ki özünü halka bağlamayan boğulur hakikat denizinde… Düşmandır bana, halka da düşman olanlar. Çünkü, indirmişim yüzlerindeki riya peçesini: “Yetmiş iki millete Bir göz ile bakmayan Halka müderris olsa da Hakikate düşmandır.” Anadolu’nun toprağına yazılıp dağına taşına kazınmıştır halkların kardeşliği. Deyişim, bu hakikate tercümandır sadece. Ki haykırıyorum hala; yetmiş iki millete bir göz ile bakıp bunun gereğini yapmayanlar, saraylara padişah olsalar da halka düşmandırlar… Düşmandır bana, halka da düşman olanlar. Çünkü, indirmişim yüzlerindeki riya peçesini:
Düşmandır bana, halka da düşman olanlar. Çünkü, indirmişim yüzlerindeki riya peçesini:
“Müslümanlar zamane yatlu oldu Helal yenmez haram kıymatlı oldu Peygamber yerine geçen hocalar Bu halkın başına zahmetli oldu.”
“Bir garip ölmüş diyeler Üç günden sonra duyalar
Ben böyle hakikati deyince, “Tiz vurun Yunus’un kellesini diyor haramiler de.
Öyle ya, hak yiyene kadar harami demek “suç” sayılır oldu. “Peygamber yerine geçen hocalar”ın halkın başına bela olmasını haykırmak “suç” ise, vurulsun kellemiz, biz yine de hakikati söyleriz… Sarayların rahatına çekilip olur-olmaz’a “gel, kim olursan ol, gel” diyenlerden değiliz biz. Çünkü, dost ile düşmanın her ikisine birden “gel” denilmeyeceğini biliriz. Ki ya halkın safındasındır ya da halk düşmanlarının. Mevlana misali, saray gölgesinde, ahkam kesenlerden olmadık hiç. “… genç Yunus, yaşlı Mevlana ile tartışmış ve onu şu tek beyitle dize getirmiştir: Et ü deri büründüm geldim size göründüm/ Adem adın urundam uşde zuhura geldim Aralarındaki tartışma sırasında Mevlana, büyük bilgeliğini göstermek için koca Mesnevi’sini ortaya koyunca, Yunus evirir çevirir, sonra yukarıdaki beyiti (ya da değişikliğe uğramış olarak, “ete kemiğe büründüm / Yunus deyu görüdüm” beyitini) söyleyerek Mevlana’nın kitabını iki küçük dizenin içine sığdırıverir.” (Age. syf: 131) Ve saray gölgesinde semazenliği iş edinen miskinleri ardımızda bırakıp, verdik kendimizi Anadolu bozkırının tozuna toprağına, yoksulluğuna, kavgasına ve halkın büyük insanlığına. Ki halkın bağrında bulduk özümüzü… Ve yürüdük, halk ile omuz omuza çağlar boyunca. Öldük ki sahiplenmesidir halkın bu: Ölümsüzleştik! Ki yaşıyoruz işte halkın can feda makamında. Sözümüz hakikatlidir, özümüz halkın cephesindedir… o
OCAK 2013 | TAVIR | 37
röportaj röportaj
barış atay’la sinema ve politika... tavır
Üniversite biyoloji bölümü, sonra oradan terk ve sonra tiyatro, sinema... Neden? Tiyatro o zaman başlamış bir şey değil. 10 yaşımda Antakya’da bir sanatevinde tiyatroyla ilgilenmeye başladım. İçimde hep vardı. 95 yılında Altan Erkekli’nin “İnadına Yaşamak” oyununu ve rahmetli Zeki Göker’in Bir Güzel Çirkin Kral oyununu izledikten sonra oyuncu olmak istediğimi net olarak kavramıştım. Şartlar, ailem desteklemesine rağmen, konservatuara değil de biyolojiye gitmemi gerektirdi. Sonra belki de hayatımın en riskli ve en cesurca kararını aldım ve okulu bırakacağım dedim. Yetenek bursu veriyordu Yeditepe Üniversitesi ben de girip bursu kazanınca istediğim şey için ilk adımı atmış oldum.
maya çalıştım. Kendi kararlarımın arkasında durmaya, dünyaya bakış açımın yaptığım sanatı yönlendirmesine çalıştım. Şu an işe yeni başlamış bir oyuncu olarak bütün ideallerimi gerçekleştirebilecek bir noktada değilim sanat alanında. Fakat özellikle sinema ve tiyatroda bir gün yapmak istediğim şey tamamıyla inandığım şeyler doğrultusunda oluşturduğum sanat eserlerini üretmek... Mesela senaryo yazıyorum ama senaryo yazarken nerelere dokunacağını ya da kimleri rahatsız edeceğini düşünerek hareket etmek istemiyorum. Bir şeyin gerçekleri yansıtması benim için daha önemli. Kurduğumuz Emek Sahnesi’nde oynadığımız tiyatro oyunları da bu doğrultuda seçmeye çalışıyoruz. Bence bir oyuncunun yapması gereken şey, biraz da kendi içinde bulunduğu Senin tiyatro ve sinema oyunculuğu- dünyaya nasıl baktığını gösterebilecek na neler yön veriyor? Nasıl bir ideal sanat eserlerini kullanmak olmalı. yön veriyor? Ben hayatımda yaptığım her işte net ol- Sanata ve sanatçıya bakış açınıza
38 | TAVIR | ocAk 2013
gelelim. Taraf olmak konusunda ne düşünüyorsun? Taraf olmalı mı bir aydın sanatçı? Taraf olmalıysa tarafı neresi olmalı? Taraf olmak biraz insanları korkutan bir cümle olabilir. Özellikle bu camianın içindeyseniz. Bazıları popülariteye çok fazla inanır bu camiada ve buradan beslenir. Onlar için amaç popüler olmaktır. Kişisel açıdan onları yargılayamam da. Fakat bence sanatla ilgilenen kişinin, yaşadığı dünyayla, toplumla ilgili kesinlikle bir fikri olmak zorundadır. Yaşanan problemlere karşı çözüm önerisi olmalıdır ya da bu problemleri insanlara aktaracak kadar güçlü olmalıdır kendi içinde. Özellikle Türkiye’de sadece sanatçılar için değil, fikrini söyleyen herkes için baskı olduğunu görmezden gelemeyiz. Fakat baskı bir noktadan sonra insanları yıldırmaya başlarsa, bu baskı altında kalmaktan daha tehlikeli bir durum olmaya başlıyor çünkü bir yerden sonra bir otokontrol mekanizması-
na dönüşüyor. Size hiç kimse baskı yapmadan da hiçbir şey konuşmamaya başlıyorsunuz. O yüzden bence oyuncu, müzisyen vs. sanatla ilgilenen bir insan, kendi toplumunun önünde olmasa bile yanında olur. Bazı konularda, daha doğrusu problemli olduğunu düşündüğü her konuda fikrini söyleyebilir. Buna siz taraf olmak diyebilirsiniz. Ben duyarlı olmak diyebilirim. Ama ikisinin de ortak noktası cesur olmak. Korkak olmamak mesele bu. Peki dünya görüşün senin sanatına yön veriyor mu, sanatını etkiliyor mu, yoksa “Sanat sınıflar üstüdür, onun içine politika girmemelidir, dünya görüşü girmemelidir” diyenlerden misin? Politik görüşüm sanatımı tabi ki etkiler. Yaptığın sanatı etkilemese bile, senin dışarıdaki dünyada olduğun noktayı etkiler. Ben sol görüşlü bir oyuncuyum. Çok klasik bir örnektir. Oyuncu seçici olmalıdır rol konusunda. Oyuncu inanmadığı bir rolü oynamamalıdır. Fikirsel olarak inanmadığı bir karakteri oynuyorsa da karakterin içindeki değişimlere göre karar vermelidir. Örneğin şu anki dizide ben bir ülkücüyü oynuyorum. Bu yıllar boyunca ülkücülerde gördüğüm yanlışları bildiğim için bir karakter yaratmamı sağlıyor. Bu dizide benim bir ülkücünün dönüşümünü gösterme şansım var. Kendi açımdan; farklı ırklardan, mezheplerden nefret eden bir ülkücüyken, şimdi; insanların bu şekilde yargılanmaması gerektiğini düşünen bir adama dönüşümü önemliydi benim için zaten. Senaryonun böyle olduğunu bildiğim için kabul ettim. Salt Türk olmayan herkesten nefret eden birini oynayamam, bunu yüceltemem zaten. Kendim inanmazken böyle bir şey doğruymuş gibi nasıl anlatabilirim ki?... Örneğin; sosyalist bir öğrenci liderinin hayatının anlatıldığı ve yaptıklarını doğru olduğunun anlatıldığı bir filmde bir ülkücüyü oynayabilirim ama bir ülküyü yücelten bir filmde bir solcuyu oynamam. Bir yerde Deniz Gezmiş’i oyna-
yıp başka bir yerde Minyeli Abdullah’ı oynayamazsın. Sosyalist gerçekçi sanat hakkında ne düşünüyorsun? Yaptığın sanatın öyle olduğunu düşünüyor musun? Sadece sosyalist gerçekçilikten beslendiğimi söyleyemem. Sosyalist gerçekçiliğin en önemli temsilcilerinden biri olan Gorki’nin kitabından uyarlanılan Ekmek İşçileri oyunuyla başlayarak profesyonel oldum tiyatroda. Benim için çok özeldir. Ama sadece Gorki mi oynamalıyım ya da sosyalist gerçekçi yazarların oyunlarını mı oynamalıyım, hayır! İnandığınız şeyi anlatabilecek bir sürü akım bulabilirsiniz ya da bunu siz de yaratabilirsiniz. Sosyalist gerçekçilik çok önemli bir akım ama tüm gerçekleri insanlara iletmekte yetersiz kalabilir. Fakat başka akımlar kıllanırken de inandıklarınıza ters düşmeden yapabilirsiniz. Bir tiyatro oyunu sadece sosyalizmi anlatarak veya sosyalist bir dil kullanarak ayakta duramaz. O zaman Shakespeare oynayamayız. Çehov oynayamayız ama Çehov’un anlattığı gibi, siz bir orta sınıf burjuvazisini anlatıyorsanız ve o çarlık döneminin sonunda burjuvazinin kendi hatalarından dolayı nasıl çöktüğünü gösteriyorsanız aslında bu inandıklarınızla ters bir şey değildir. Doğru noktayı anlatıyordur. Ama baktığınız zaman Çehov sosyalist gerçekçilik değil, realizm akımının temsilcisi. O yüzden neyi, nasıl anlattığınız önemli, hangi akım olduğu değil. Sosyalist gerçekçilik kabul ettiğim bir akım ama sadece o noktadan gitmek istemem. Burada ince bir çizgi var, özellikle sanat açısından. Propagandist bir yaklaşım tehlikeli bir yaklaşımdır. Sosyalist gerçekçilik durum budur der. Bir çözüm önerisinde bulunursunuz ama bunu yaparken insanlara bunun alt metnini de yansıtmak yerine sadece kendi heyecanınızı yansıtacak şekilde bir propaganda aracına dönüştürüyorsanız o zaman insanlar bunu anlamak yerine bundan irkilmeye başlar. Bazen hiçbir çözüm üretmeden, insanlara bağıra çağıra, propaganda yapar gibi anlatmaya çalışan insanlar gibi… Bunu “bakın
gerçekten çözüm önerisi bu” şeklinde sunmalısınız. Özellikle böyle düşünen birçok oyuncunun yaşadığı sıkıntı da budur.... Aslında anlatmaya çalışıyoruz ve çok da sakin anlatmaya çalışıyoruz. Sinema filmiyle, bir şarkıyla. Yorum’un yaptığı gibi. Bir şarkıyla anlatabiliyorsunuz değil mi, sadece bir şarkıyla, çok naif, marş ezgileri taşımayan propaganda yapmayan bir sürü şarkınız da var ve insanlara bunun protest müzik olduğunu anlatabiliyorsunuz. Tiyatro oyunları da böyledir. Hiç slogan atmadan, hiç propaganda yapmadan çok naif noktada kadına şiddeti de anlatabilirsiniz, başka bir gerçekliği de . Peki tam sosyalist gerçekçilik demişken, bunun Türkiye’deki en önemli temsilcisi olan Yılmaz Güney’in politik sineması konusunda ne diyeceksin? Politik sinema dün neydi, bugün ne durumda? Bu benim için özel bir nokta. Yılmaz Güney sineması dediğiniz şeyi izleyerek büyüdüm. Almanya’da doğdum. Yol filmi burada yasakken ben 5 yaşındayken VHS videolarda izleniyordu. Çünkü Almanya’da yasak değildi film. Yılmaz Güney sinemasını da iki bölüme ayırabiliriz. Bir kitleye ulaşmak için Yılmaz Güney ismi yarattı önce Yılmaz Güney. Bu filmlerin içinde herhangi politik imgeler yoktu. Eli silahlı, kadını ikinci sınıf sayan filmler... Ama bir yerden sonra Yılmaz Güney inandığı şeyleri anlatabileceği bir mecra yakaladı. Çünkü artık piyasaya bunu kabul ettirebilecek gücü vardı ve düşüncelerinden taviz vermeden istediği sinemayı yarattı. Politik sinema, Türkiye’de açıkçası ne yazık ki hiçbir zaman çok güçlü olamamış bir alan. Türk sinemacılar hep şunu yaparız. İran filmi Oscar’a aday olur. Ayrılık filmi mesela. Ağzımız açık seyrederiz. İran’daki dinci yönetimi, aslında hiç ön plana koymayıp, gözünün içine sokmayarak nasıl da güzel anlatmış deriz. Ama biz öyle bir film yapmak konusunda çok zorlanırız. Kendi tercihimiz olsun ya da olmasın. Geçmişte politik sinema
ocAk 2013 | TAVIR | 39
kıpırdanması var. Ama yeni dönemde çok ciddi anlamda bir sıkıntısı var politik sinemanın. Çünkü artık birçok alanda olduğu gibi sinema da, insanların çok fazla kafa yormak zorunda kalmayacağı filmler üzerinden gidiyor. Bunun içinde komedi filmleri de var, tarihi filmler de var. Politik film ya da derdi olan filmler yapmak isteyenler 5-6 kişi ya da 20, 100 önemli değil, kendi çabalarıyla bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. Ama egemen güçler; buna niyeti olanların aradan sıyrılıp bunun bir akım oluşturmasına izin vermiyor, açıkçası benim gördüğüm bu. Ama gerçekten politik sinema dili oluşacağına inanıyorum. Politik sinema dediğimiz şey yaşadığımız dönemin şartlarıyla gelişir. Ne kadar zor günler yaşıyorsanız, -dünyanın her yerinde böyledir- bir dil oluşturmaya çalışırsınız. Çok inişli çıkışlı bir grafik izlediğini görüyorum. İlerisi için umutluyum. Kendi adıma, bir gün sinema yaptığım zaman kesinlikle bir politik sinema yapacağım. Çünkü hissediyorum. Ve bir sanatçıyı en çok doyuran budur. Ne hissettiği.
40 | TAVIR | ocAk 2013
Dizi dünyası dediğimiz, bizim öyle adlandırdığımız, burjuva kültürün, o bireyci yozlaşmış kültürün aktarılmasında çok önemli bir rolü olan dizi dünyasının sen de içindesin. O dizilerin bundaki payı nedir? Dizilerin bu konuda kullanıldığını çoğu zaman düşünüyorum. Ama bir oyuncu olarak işe tersinden bakmak gerektiğini de düşünüyorum. Ben bu dizi piyasasının içinde olmasaydım şayet, dizi piyasasının içinde olup tanınmasaydım, fikirlerimi çıkıp geniş kitlelerin haberdar olabileceği yerlerde söyleyemeseydim, siz benimle irtibat kurup bu konuşmayı yapmayacaktınız. Bu, bundan nasıl beslendiğinizle alakalı bir şey. Bazı diziler var ki, insanlar kendileri oynadıkları halde oturup izlemiyor. Ama sonuçta bu çalışma piyasası. Oyuncuların da bir çalışan olduğunu unutmamak gerekiyor aslında. Dünyanın her yerinde sinema ve tiyatro ile sınırlı değil oyuncuların alanı. Hele Türkiye gibi; oyuncuların çoğunun çalıştığı sektörden yeterince para kazanamadığı bir yerdeyseniz, dizi dünyası gibi bir alandaysanız, sizin bu dünya içinde nasıl bir yerde olacağı-
nızın kararı size bağlı. Orada çalışıp sorunları da dile getirebiliyorsanız; işte dürüstlük orada başlıyor. Mesele orada çalışıyor olmak değil. Buranın da böyle bir sorunu var diyebiliyorsanız, bence önce kendinize dürüst oluyorsunuz zaten. Burjuvaziyi nasıl yansıttığı olayına gelince bunu yalnızca dizi yapıyor olamaz. Dizi insanlara çok daha çabuk ulaşıyor, o kadar. Çünkü herkesin evinde bir televizyon var. Ama bu yozlaşmış dediğimiz şey ya da burjuvazi özentisi yaratmak konusunda sinema da, tiyatro da destekçi durumuna gelebiliyor. İnsanlar o kadar korkuyorlar ki bunun dışında bir şey yapma cesareti bulamayabiliyorlar. Para kazanmak çok güçlü bir dürtü. Hayatta kalma dürtüsü gibi. O yüzden bunu dizi diye ayıramam. Oynadığım için değil, doğrusu bu olduğu için. Dizi olacaktır. Dünyanın her yerinde dizi vardır. Dizi dediğimiz şeye eleştiri noktaları getirilebilir. Bizim inandığımız şeyleri anlatan, sistem eleştirisi yapan diziler de vardır ve inanmayacaksınız ama en çok da Amerika’da vardır. Dünyanın en büyük emperyalist ülkesinde, kapitalizmin göbeğinde, hükümetin
bütün politikalarına, bütün yozlaştırmalarına eleştiriler yapılır. Çünkü insanlar şunu ayırt etmiştir o piyasada. İstemiyorsan izleme. Benim anlattığım bu ama sen buna inanmıyorsan başka bir şeye inanıyorsan şu kanalda şu dizi var şunu izle o zaman. Böyle bir seçenek var. Bizde öyle bir seçenek yok. Biz bunu anlatan birkaç tane dizi çekmeye çalıştık mı? Çalıştık. İsim vereyim size “Hatırla Sevgili”, “Bu Kalp Seni Unutur Mu?” ya da “Çemberimde Gül Oya”… İnsana bir yerinden dokunan diziler. Ne yapabildik Deniz’in idamını göstermek dışında? Ya da birkaç tane eylem sahnesini göstermek dışında. Diyarbakır Hapishanesi’nde Kürtçe konuşmanın yasak olduğunu anlatmak için, sadece bildiği tek Türkçe söz olan “merhaba anne” diyen bir adamı betimlemek dışında sosyalist gerçekçiliğin neresinden dem vurabildik dizilerde? Bilindik bir hikayeyi dizinin bir sahnesine koymak... Buna rağmen keşke devam edebilselerdi. O kadarına da razıydık. Ama dediğim gibi bu dengeler salt bir tarafa bağlı dengeler değil. Sen ve senin gibi düşünen, hatta şu an düşünmeyen ama düşünmesini sağlayacağımız sanatçıların oluşturacağı bir örgütlülüğün eksikliğini duyuyor musun, görüyor musun? Ve çözüm noktasında neler öneriyorsun? 35 yıldan fazladır herhalde Sine-Sen var ama çok ciddi bir çalışma problemleri var. Bir türlü oturtamadıkları, kitlesellik açısından çok büyük bir problemleri var. Yeni dönemde benim de kurucu üyelerinden olduğum Oyuncular Sendikası var. Kesinlikle durmaksızın süren bir mücadelesi olduğunu söyleyebilirim. Ama şöyle bir eksik var bizde. Bu sadece oyuncu camiasıyla alakalı bir şey değil. Genel olarak yeni yapılan her şey önce bir hava yaratıyor bizim insanımızda. Örneğin İlk defa 1 Mayıs’a gitmek böyle bir hava yaratabilir. Öbür sene; eğer böyle bir dünya görüşüne sahip değilsen, 1 mayıs’a gitmek sadece bir heyecan
dalgası yaratıyorsa, ikinci kez 1 Mayıs’a gitmiyorsun. Çünkü orada kafanda kalan şu oluyor. Çok sıcaktı, çok kalabalıktı, adım atamıyordum. Kitleselleşme ve buna inanmak da böyle bir şey. Adımını atıyorsun, belki bir arkadaşının teşvikiyle ya da gerçekten içinde böyle bir inanç var. Daha sonra iş ayıklanmaya başlıyor. Yani biz bir hareket ettik ama pek olmadı ya, bugün sendikaya gitmeyeyim vs. karamsarlık oluşmaya başlıyor. İşte bu ayıklanma sürecinde kimlerin ne kadar inandığı ve canla başla çalıştığı ortaya çıkıyor. Daha öncesinde şöyle demiştim, “Bütün tepkiler; bireysel başlar sonra kitlesel eyleme dönüşür. ” Hadi 500 bin kişiyle eylem yapalım gibi bir durum oluşmaz birden. Keşke olsa. İnsan olarak bir şeye tepkini koyacaksın yanındaki insan buna inanıyorsa seninle birlikte o da tepki koyacak başka biri gelip bir şeyler ekleyecek. Bu böyle büyüyecek. Bu 3 günlük bir süreç değil insanların anlamadığı durum da bence bu. Peki tekel olgusuna biraz değinsek. Hollywood tekelinden bizdekilere kadar. Çünkü bunun hem sansüre hem oto-sansüre yol açması gerçekten sinema dalında çok önemli eserlerin gösterime girmemesi söz konusu, hem de demin bahsettiğimiz burjuva kültürün yayılması payı var, bu konuda ne düşünüyorsun? Sinemanın tarihsel gerçekliğine bakmak lazım. Sinemanın bir olgu olarak hayatımıza girmesi 1800’lerin sonu 1900’lerin başı... Lumiere Kardeşler sinema yapmaya başlamışlar ama uzun metraj sinema yapanlar Amerikalılar. Bir Ulusun Doğuşu diye filmleri var adamların. Bu işi ilk yapan ülkenin, bu sektörde bir amiral gemisi olması çok şaşırtıcı bir şey değil. Bundan tam yüz yıl önce nasıl başarıyla yaptılarsa hala öyle yapıyorlar. Ama şöyle bir problem var. Sömürgecilik anlayışı ve elde ettikleri güç ciddi anlamda dünyanın her tarafında baskı kurabiliyor; doğal olarak sinemalarını da, tiyatrolarını da dünyanın her yerine empoze etme gücü veriyor bu durum. Aslında bu güç
biraz, karşı taraftaki ülkelerin sinemalarını bir türlü geliştirecek argümanları yaratamamasından kaynaklanıyor. Mesela geçen gün Robert Redford‘un bir açıklamasını okudum orada demiş ki, “Türkiye’de bir ana akım sinema ve bağımsız sinemadan bahsetmek mümkün değil. Çünkü yaptığınız gişe filmleri de bağımsız film gibi.”.... Bu parayla ölçülen bir şey. Bizim bağımsız film dediğimiz şey iki arkadaş bir kamera beş on oyuncu bulup yaptığımız filmler oluyor. Bir de ödül alırsa sanat filmi oluyor. Amerika’da ise bağımsız dediğimiz film 3040 milyon dolara, ana akım filmler 300400 milyon dolara çekiliyor. Bizim neredeyse sektör bütçemiz adamların tek bir film parası değil. Hollywood’un tekelleşmesi normal bir olgu. Fakat onların da sektörle ilgili ciddi problemleri var son yıllarda. Yeni şeyler yaratamama, senaryo yazamama, diğer ülkelerde eskisi kadar gişe yapamama gibi problemleri var. Bu aslında diğer sinema sektörlerinin hareketlenmesiyle alakalı. Türkiye’de şöyle bir sıkıntı oluşuyor; sinema yapmak isteyen dişe dokunur bir şeyler yapmak istiyor. Çok ünlü birkaç oyuncuyla çalışıyor. Çok” fastfood” bir senaryo yazıyor. Gelsin bir milyon iki milyon kişi iyi para kazanayım sonra gene benzer bir şey yapayım diyor. Derdi olan ve bunu anlatmak isteyen adamın da ne yazık ki parası yok. O yüzden biz seyirci portföyü açısından şunu değiştirmeliyiz. Sanat filmi, izlenmeyecek kadar sıkıcıdır ya da bu film eğlencelidir, gittiğimiz zaman paramızın karşılığını alırız bakış açısından kurtulmak lazım. Sanat filmi söylemini de değiştirmek lazım. Sinema filmi zaten sanattır. En kötü film bile bir emektir aslında. Bir sanat eserinin her yerde bir alıcısı vardır. Postmodern bir resim yaparsınız. Ben resimden anlamayabilirim. Hiç beğenmeyebilirim de. Beğenen de olabilir. İlk amaç para kazanmak değilse eğer bir şey güzel olma amacına ulaşmaya başlıyor işte. Bunu ayırdına varan birkaç tane iyi yönetmen var mesela Fatih Akın. Gişede ve festivalde iş yapabile-
ocAk 2013 | TAVIR | 41
cek film olayını çözmüş bir yönetmen. Duvara Karşı filmi gişede de festivallerde de bekleneni aştı. Ve oturup sıkılmadan ağzın açık izleyeceğin bir film. Clint Eastwood gibi bir adamın 500 milyon dolarlık film çekecek gücü mü yok? Hollywood’un en büyük aktörlerinden, aynı zamanda çok başarılı bir yönetmen. Gizemli Nehir diye bir filmi 3.5 milyon dolarlık bütçeyle çekiyor. Hollywood için çerez parası. 5 Oscar’lı bir film çıkıyor ortaya. O yüzden hedef şu olmalı. Ben sinema filmi yapacağım. Ve bu iş seyircisini ya da hedefini bulacak. Bundan sonra bir film daha yapacağım. Orada da kendi karakterinizi, kendi sanat anlayışınızı katacak bir ortak nokta oluşturacaksınız. Yılmaz Güney böyle Yılmaz Güney olmuştur. Yol’u yazarken ya da Sürü’yü, Umut’u çekerken bundan ne kadar para kazanırız acaba diye düşündüğünü sanmıyorum. Öyle bir amacı olsa bugünkü o adam olmazdı. Amacı akım yaratmak değil kendi sinemasını yapmaktı. Böyle olduğu için de bir akım oluşturdu. Bir sürü örneğe bakabiliriz. Ruhunu katmıştır. Duvar filminin doğum sahnesi bütün sinema filmlerinde görebileceğiniz en gerçekçi sahne çünkü kadın gerçekten doğuruyor. Bunu bir sinema filmine koymak bir yönetme anlayışıdır. Doğru bulursun ya da bulmazsın. Sağlık açısından zararlı, kadını doğurtmuş diyebilir bazıları buna da saygı duymak lazım. Ama bunu yapan başka kimse yok, Yılmaz Güney yaptı. Bu bir akımdır işte. Sinema dışı bir şey sorayım Arapsın, Arap Alevisisin. Yanı başında Suriye var ve Suriye üzerinde emperyalist oyunlar ve işgal tehlikesi var. Bu konuda ne diyeceksin? İnsanların haber kanallarında göremedikleri gerçekler var. Antakyalı olduğum için bildiğim, oradaki akrabalar aracılığıyla duyduğumuz şeyler var. Ama bunları haberlerde göremiyorlar. Çünkü ciddi bir dezenformasyon var. Suriye’de başlayan olaylar Esad’ın diktatörlüğü yüzünden ya da mezhep kavgası
42 | TAVIR | ocAk 2013
yüzünden başlayan olaylar değil. Hatta Hafız Esad’dan bu yana yönetim biçiminde değişen hiçbir şey yok. Bundan on yıl önce de aynı şekildeydi yönetim. Bunun dış güçlerin etkisiyle oluştuğunu görmek için bir siyaset bilimci olmaya gerek yok. Sadece bakmak yeter. Fakat bakıp görmememiz için inanılmaz bir ortam yaratılmaya çalışılıyor. Ben içinde Türkçe konuşan Özgür Suriye Ordusu militanlarının olduğu videolar izledim. “Esad askerlerini öldürdük” diye övünen insanlara “Allah razı olsun” diyen insanların olduğu videolardı bunlar. Ben Antakya’da dolaşan militanlar olduğunu da esnaftan dinledim. Tam aksi söylense de. Suriye’de yaşananlar Büyük Ortadoğu Projesi diye bildiğimiz şeyin uygulama alanlarından. En aşağıda İsrail var, yukarı tarafta Türkiye var. Türkiyenin stratejik konumu bilinen bir gerçek. Ortada kalan bir ülke. Afganistan’la Irak’ta başlayan çok önemli bir Amerikanlaştırma operasyonu vardı ABD’nin. Yavaş yavaş arada kalan ve belki de bütün Arap ülkeleri arasında mücadele edebileceğini bildiğimiz tek ülke Suriye’yi almak elzem oldu onlar için. Ama bunu Afganistan ve Irak’ta yaptığı gibi yüz binlerce asker çıkartarak yapmak Birleşik Devletler açısından çok güç bir şey olacak. Ekonomik olarak da artık bunu yapabilecek güçleri de yok. Bunu kullanabilecekleri en iyi eleman kimdi, Türkiye! Suriye’nin sınırındaki bir ülke olarak Türkiye’nin kullanılması çok büyük avantaj ABD için. Orada bir mezhep çatışması yaratılmaya çalışılıyor. Suriye’de yönetimin başında bir Arap Alevisi aile var. Daha önce yok muydu, vardı. Yani başbakan Erdoğan Esad ile el ele kol kola gezerken de vardı. Hiçbir şey değişmiş değil aslında. Amerika tarafından vaad edilen çok ciddi şeyler olduğuna inanıyorum. Orada insanlar birbirlerinden nefret eder halde oturmuyordu. Çıkar çatışmaları yüzünden kaos ortamı yaratıldı. Bir taraf ülkeyi savunduğunu söyleyerek birilerini vuruyor. Bir taraf ise şimdiye
kadar ezildik ve bundan kurtuluşumuz bu adamı yok etmek diye vuruyor. Biz de burada oturmuş diktatör Esad nasıl halkını eziyor diye bakmak zorunda bırakılıyoruz. Buna inanmayan birkaç adam ise zaten konuşturulmuyor. Buna inananların çoğu da gerçekten kötü niyetli değil. İsrail’in Gazze’ye saldırdığında kullandığı bombaların resimlerini, orada ölen çocukların resimlerini kullanıyorlar sanki Suriye’de olmuş gibi. Ne yazık ki doğruları gösterebilecek bir kaynağınız yok. Çığlık atıyoruz Antakyalılar olarak. Ben Antakyalı olarak yalnız bırakıldığımızı düşünüyorum. Bizler gibi düşünen insanlar dışında desteğimiz yok. Bunları söylediğimde bana yalan söylüyorsun ya da yanlış biliyorsun diyen insan çok. O kadar inandırılıyoruz ki egemenlerin söylediklerine. Sizin oradan gelen bir insan olarak söylediklerinizin bir kıymeti yok. Dün bir haber izledim. Bir şehirde sivillerin üzerine bomba yağdırıldı ve bir cami vuruldu. Alt manşet “Esad cami vurdu” Yani Suriye iç savaşında cami yıkıldı değil. Esad cami vurdu. Çünkü mesele şudur; dünyada insanları galeyana getirebilecek en büyük şey dindir. Bu dünyanın hiçbir yerinde değişmez. Dini yolla insanları ele geçirebilirsiniz. Esad dünya üzerindeki Müslümanların azınlık sayabileceği bir mezhepten ve Alevi. Ve cami vurmak çok büyük bir olay. Sunni Hanefi yoğunluğun olduğu bir ülkeyi galeyana getirmek ve ona olan düşmanlığı körüklemek için inanılmaz bir yöntem. Tam bir sistem mühendisliği aslında. Bunun üzerine çalışan insanlar var. Bunu yaratıyorlar, bunu sunuyorlar. Ondan sonra da Dışişleri Bakanı çıkıp, Esad başta kalırsa elini sıkacağıma istifa ederim diyecek kadar sözüm ona “duyarlı” davranıyor. Bunların hepsi çok büyük bir oyunun parçası ama ne yazık ki sonuçları, bizler için bir oyun olmayacak … Söyleşi için çok teşekkür ediyoruz ve sanat yaşamında başarılar diliyoruz. Ben teşekkür ederim. o
43-44 ebussuud_sablon 1/7/13 4:19 PM Page 43
deneme
deneme
bu tezgah bozulmadan Ebussuud’lar ölmez! ibrahim karaca
Yunus Emre’ye ait o güzel şiirin bir dörtlüğü şöyledir: Cennet Cennet dedikleri Birkaç köşkle birkaç huri İsteyene ver sen anı Bana seni gerek seni Bu şiir, 10. sınıf kitaplarından çıkarılacakmış. Muhteşem Süleyman zamanında yaşayan Ebussuud Efendi, Cenneti kendi gibi bilmeyen herkesi küfre girmekle suçlamış, öldürülmelerini mübah saymıştı. Osmanlı’nın ehli sünnet din alimleri de Yunus’un kafir olduğunu söylemişti. Günümüzün Ebussuud Efendileri ise sansür koyup yasaklıyorlar. Aynı şey. İmam
OCAK 2013 | TAVIR | 43
43-44 ebussuud_sablon 1/7/13 4:19 PM Page 44
olan, cami cemaatidir. O ağlayan Gülen’de ne bu tezgahı algılayacak kafa, ne de “yeter uleyn, memleketi özledim, ölmeden gidip görmek istiyorum, eyerleyin kıratımı!” diyebilecek kudret vardır. Yeni rejimde bu yüzden Yunus’a yer yoktur. Yeni, eskisine göre daha barbardır. İktidar ise, Cumhuriyet tarihinin en dindar değil en sermayedar iktidarıdır ve rejimle çatışma ihtimali olanlar yatışana kadar sefasını sürecek, sonra gelen kim olursa olsun, gazı alındığı için bugünkü iktidar eliyle kurdurulan düzeni sürdürecek. Umulan budur. Ne varlığa sevinirim Ne yokluğa yerinirim Aşkın ile avunurum Bana seni gerek seni
Gazali’den beri gelen devletlü din damarı, Yunus’u sevmez. Ne diyor Yunus? “Ben senin aşkının peşindeyim, köşkünün değil. Ne hurilerinde gözüm var, ne köşkün çeler aklımı. Ne Cehenneminle dövünürüm, ne Cennetinle sevinirim… Aşkın ile avunurum. Hiçbiri beni benden etmeye yetmez” diyor tanrısına. Son derece temiz, içten, pazarlıksız bir aşkla. Peki Yunus’a yasak koyan bu adamlar neden her Ramazan’da iftarı onun şiirleriyle beklerler? Yunus Emre bir Bektaşi’dir üstelik. Çok uzun zamandan beri aynı şekilde düşünüyorum. Halkın Dini ile Egemenin Dini arasında hep çatışma oldu ve olacak. Çünkü halkın dini ruhani, egemenin dini siyasidir. Halkın dini tıpkı Yunus gibi Mekke’yi, Egemenin dini ise Gazali gibi Medine’yi referans alır. Türkiye’nin başbakanı iki ay önce şunu söylemişti: Rejimi değiştirdik, daha ne istiyorsunuz? Bu laf sana ve bana değil, rejimi değiştirten iradeye söylenmişti. “Bak her dediğini yaptık, rejimi bile değiştirdik, hala yaranamadık mı…” anlamına gelir. Yunus Emre ise “aşkı ile avunur”. Onun köşk ile işi olmaz.
44 | TAVIR | OCAK 201
Oysa günümüzün Amerikancı cemaat düzeninde her şey köşke endekslidir. Cemaat düzeni, bir çıkar ortaklığıdır. Cemaat sözcüğü çoğumuzun aklına Fethullah’ı getirir. Oysa o sadece bir resimdir. Resmin arkasında onun anlayamadığı bir çıkar örgütü vardır. Bu topluma yukarıdan bakanlar şu gözleri torbalanmış adama bir Allah, bir Kur’an, bir de diniman söylevi çektirtip arkasından iki damla yalan yaş döktürttükleri zaman, çulsuz dindar cemaatin yağlarının eridiğini görürler, ellerini oğuştururlar. Bu zavallı ağlayan adam, kişi olarak sadece bir atanan, denetlenen ve Pensilvanya’da tutulandır. Şu Fethullah Okulları, Fethullah Televizyonları, Fethullah Holdingleri, kolejleri, üniversiteleri, hastaneleri, ebesinin naneleri ve kulağa çok hoş gelen Fethullah Abideleri var ya; hiçbirinden ona zırnık koklatmazlar, merak etmeyin. Nerede kendi adıyla anılan ne var, hiçbirini bilmez. O imparatorluk arada bir gazetelerde gördüğünüz iki gözü iki çeşme eski imam Fethullah’ın değil, Fethullahçı Cemaatindir. Gariban cami cemaatinin değil, Amerikancı Sermayedar Cemaatindir. Cemaat bir çıkar birliğidir. Ruhani birlik değil. Ruhani
Yunus Emre bir din adamı değildir. Aslında şair de değildir. Şiirin kendisidir. Yaşadığı çağın tek düşünme biçimi olan dinsel düşünüş içerisinde kalarak onun dışına taşabilmiş bir düşünürdür Yunus. O bizim kökümüzdür. Karacaoğlan gibi, Pir Sultan gibi, Dadaloğlu, Kazak Ablal, Köroğlu, Bedreddin gibi. Sofilere sohbet gerek Ahilere Ahret gerek Mecnunlara Leyli gerek Bana seni gerek seni Oysa bu vahşi yeni amerikancı cemaat düzeninde, Cennet köşkünde bir köşe umudu olmadan düşküne bir yudum su bile verilmez. Yeni Ebussuud’lar bu vahşi düzende semirmiş, servet biriktirmişlerdir. Bu vahşi düzende insana yer yoktur. Dillerindeki çalıntı insani söylemi kullanıp hayatı insansızlaştırıyorlar. Bu soygun düzeninin onlara ihtiyacı vardır. Bu tezgah bozulmadan Ebussuud’lar ölmez! Çünkü onlar inancın değil düzenin adamlarıdır ve onların gözünde biz (ahali) köle robotlarız. o
45-46 anadolu sanati_sablon 1/7/13 4:20 PM Page 45
makale
makale
anadolu sanatı elif köse
Bilineceği gibi AKP’nin sanata ve sanatçıya saldırıları hiç bitmiyor. En son heykel sanatına yönelik “beton dökme” tanımlaması da bu kafa yapısından çıkmıştır. Çünkü faşizmin sanata ve sanatçıya hiçbir saygısı yoktur. Onun için tek kural, kendine hizmet edip etmediğidir. Aksi takdirde ne sanatçıya, ne de o sanata yaşam hakkı tanımaz. Grup Yorum üyelerinin bugüne kadar yaşadıkları baskı ve zor, faşizme ve emperyalizme karşı olmanın bu düzende nasıl karşılandığının en somut örneğidir. Zira salt muhalif birkaç şey söyledi diye baskı gören sanatçıların sayısı da az değildir. Çünkü iktidar sahipleri “olursan, benim sanatçım olacaksın “ diyor. Fazıl Say, bunun için
Hitler döneminde Nazilerin yasakladığı bir heykel sergisi
OCAK 2013 | TAVIR | 45
45-46 anadolu sanati_sablon 1/7/13 4:20 PM Page 46
Öyleyse biz soralım film festivalleriniz vb. halkı mı, burjuvaziyi mi yansıtıyor? Örneğin bugün Türkiye’de yapılan film festivallerinin bir özgünlüğü kalmış mıdır? Oscar’lardan bir farkı var mıdır? Peki bizim sanatçılarımız neden Hollywood artistlerine özenirler, neden kırmızı halıda yürümek isterler? Halk neden oraya yığılıp onlara el sallamak zorunda bırakılır? Bu taklitçiliği, aşırmacılığı kültürel gelişme sayanlarda hiç sıkılma yok mudur?
yargılandı. Yazar, çizer ve oyunculara bunun için soruşturmalar açıldı, eserler bunun için yasaklandı bu ülkede. Diğer yandan ise AKP politikalarına hizmet edenin önü hızla açılıyor “en çok satan”, “en başarılı” vb. ilan ediliyorlar. Televizyon kanalları adeta AKP propagandisti gibi çalışıyor. Bu anlam da diziler çekiliyor. “Huzur Sokağı” diye bir dizi var. Bu dizide o kadar net bir yönlendirme yapılıyor ki, izleyenin etkilenmemesi neredeyse imkansız. Dizinin öne çıkan mesajlarından biri başın açıksa ahlaksızsın, kapalıysa en dürüst, ahlaklı sensin... Bir türban nelere kadirmiş dedirtiyor değil mi? Bizim meselemiz türban olamaz ama sorun bunun siyasi olarak kullanılması, halka bu şekilde propaganda edilmesidir. Üstelik bir yandan dindarlık, dürüstlük deyip diğer yandan Tekbir Giyim’in en son moda tesettür kıyafetlerinin sunulması da “Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu?” cinsindendir. Zira İslamiyette gösterişçilik yoktur. Tersine sade ve mütevazı olmak propaganda edilir. Öyleyse din görüntüsü altında sunulan nedir? Elbette burjuva kültürüdür. Öyle ki sunulan bu kültür,
46 | TAVIR | OCAK 201
tekellerin gelişmesiyle birlikte daha da çürümüştür. Onlar için artık her şey piyasadır. Bu piyasada ahlak da, sanat da satışa çıkarılabilir. Bunun için bugün sanat diye pazarlanan ürünler basit birer “mal” olma derecesine “kar amacı” taşıyan eserler derecesine düşürülmüştür. Dizi film, reklam, yarışma hatta çizgi filmlerle halkı düzen hakkında yanıltan, onları düzene karşı çıkamaz hale sürükleyen bir “sanat” anlayışı geliştirilmiştir. Öyle ki bu sanat anlayışının bir işlevi de halkın gerçek kültür-sanatını baltalamaktadır. Çünkü böylelikle halkın tüm davranış ve alışkanlıkları düzen tarafından belirlenmiş olacaktır. TV ekranlarına kitlenen milyonların beyinleri dumura uğratılacak, kendisi gibi düşünen kitleler böyle yaratılacak. Ve bir kültür bakanı çıkıp “kültür-sanat alanında şöyle ilerledik, böyle geliştik.” diyecektir. Ne kadar çok tiyatro sinema salonu olduğundan bahsedecek, film festivallerinin vb. ne kadar arttığından dem vuracaktır. Ama tüm bunların aslında kime hizmet ettiğinden hiç söz etmeyecek, bir de bu şekilde halkın gözünü boyayacaktır.
Yine Recep İvedik gibi halkı aşağılayan filmleri komedi diye defalarca TV’de yayınlayıp izlettirmekten utanmazlar mı? En çok izlenen, reytingi en yüksek olan… peki neden? Bu pespayeliklerle halkı çürüten siz değil misiniz? Oysa Anadolu halkı mizah anlayışı çok güçlü bir halktır. Neye güleceğini neyi düşüneceğini iyi bilir. Örneğin mizahın onun nezdindeki amaçlarından biri düşündürmesidir. Köy oyunları, orta oyunlarına bakın, Hacivat-Karagöz’e bakın, hatta Kemal Sunal filmlerine bakın. Hepsinde de bu anlayışı görürsünüz. Bu düzeyi hissedersiniz. Öyleyse öncelikle bilmemiz gereken bugün bize halkın kültürü diye kabul ettirilmeye çalışılanların aslında halkın kültürü olmadığıdır. Çünkü bunlar daha çok düzen tarafından şırınga edilen ve sınıfsal olarak burjuvazinin damgasını taşıyan bir kültürdür. Bunun için burjuva kültürüne karşı mücadelemiz halka burjuvaziden empoze edilen bu alışkanlıklara beğenilere karşı da mücadelemizdir. Bu bilinçle halkımızın beğenilerini yükseltmeli ve onun gerçek sanatını Anadolu kültür sanatını o sahiplenip geliştirmeliyiz.
47-48 ekmekyok_sablon 1/7/13 4:22 PM Page 47
makale
makale
ekmek yok. pasta da yoksa böcek yiyin! berrin kubat
Yemek yemeği severiz. Yüzyıllar içinde tadına tat kata kata büyüyen bir gelenektir yemeklerimiz. Anadolu’nun her köşesinde, sofralarına misafir olduğunuz insanların sunacağı özel bir yemeği vardır. O en özel yemekler hep misafirlerle paylaşılır. En iyisi onlar için ayrılır. Paylaşmaktır özü, sofralarda yapılan sohbetlerin… Derler ki “Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir”. Anamızdan, babamızdan böyle görmüşüz, gözümüzü açar açmaz paylaşmayı öğrenmişizdir. “Paylaşmak” pay etmek bir dilim ekmeği… Bazen bir çocuğun çikolatasını kırıp ucundan yanındakine vermesidir… İlk insandan bu yana vardır paylaşmak.
İki yanı vardır bu düzenin birisi; insanlar çocuklarına ekmek bulamıyor diye, yakacak kuru odun bulamıyor diye intihar eder. Diğeri ise onlarca yemek programında, yemek yarışmalarında ve şaşalı sofralarda adını bile bilmediğimiz yemekler yapıp, gözümüzün önünde yer bunları. Sanki burjuvazinin haberi yoktur, dünyada her gün açlıktan insanların öl-
düğünden. Burjuvaziye göre suçlu olan; açlıktan ölen afrika halklarıdır. Çünkü insan nüfusu doğumlar nedeniyle hızla artarken, besin üretimi aynı hızla artmamaktadır. Bu nedenle doğumların önüne geçmek gerekir. İnsanların ölümüne yol açan savaşlar, salgın hastalıklar, cinayetler vb. bu açıdan yararlıdır ve engel olunma-
Kapitalizmin beyinlerimizi işgalidir, bencillik. Ben, ben, ben! Sadece ben yemeliyim. Başkasına kalmasa da olur. Benim karnım doysun da komşuymuş, kardeşmiş, açmış, tokmuş önemli değil. Bir de gözümüze gözümüze sokar kendi bencil kültürünü. Bir televizyonla her evin kapısını açabilir mesela. Ve biz de televizyonlardan izleriz bu manzaraları.
OCAK 2013 | TAVIR | 47
47-48 ekmekyok_sablon 1/7/13 4:22 PM Page 48
malıdır. Bu yüzden, "sefalet de, açlık da, savaş da kapitalizmin suçu değildir; bunlar doğa yasalarının zorunluluğuyla olmaktadır. Mukadderdir, hiçbir güç bunları önleyemez, devlet bu konuya boşuna müdahale etmemelidir... İnsanlar boşuna kaygılanmamalıdır. Birgün herkes açlıktan ölebilir, o yüzden vakit ve imkan varken henüz, saldırırcasana yemelidir insanoğlu. Böyle der burjuvazi. 18. yy. da “ekmek yoksa pasta yiyin diyen yüzleri, yıllar geçtikçe daha da kararmıştır. Açlıktan yılda 9 milyona yakın yoksulu katleden emperyalistler, milyarlarca aç ve yoksula çözüm adına "Böcek Yeme"yi salık vermektedirler. Çünkü böcekler, protein, vitamin ve mineraller bakımından zengindir. Ama paran varsa, Mc Donalds’ı tercih etmelisin! Çünkü Mc Donalds ve onun gibi yerler kapitalizmin beslenme kültürünü temsil eder. Ancak oralarda yediğimiz şey sıradan bir “hamburger” ya da “patates kızartması” değildir aslında. Yediğimiz hamburgerin içeriği hakkında hiçbir bilgimiz yok. Kullanılan maddeler yüzünden bir süre sonra bağımlı hale geliniyor. Örneğin; Mc Donalds’ın tavuk menüsündeki “nugget” isimli tavukların besin içeriği açıklanmıyor. Daha yumurtadan çıkar çıkmaz civcivlere antibiyotik veriliyor. Kemikleri gelişmesin daha etli tavuklar yetişsin diye tavuklar tarladaki patatesler gibi hiç kıpırdamadan yetiştiriliyor. Elinize aldığınızda kemikleri
48 | TAVIR | OCAK 2013
kırılıyor... Eti, fast food ürünler için kullanılan hayvanlar kimyasal destekli yemlerle besleniyor.Yemlerde kullanılan katkı maddeleri ve tarım ilaçları, hayvan organizmasında değişikliğe yol açıyor. İnekler sadece mısır ile beslendiği için bir bakteri türü ortaya çıkıyor. Kesim için beslenen ineklere haftada iki gün ot verilse böyle bir sorun ortaya çıkmayacaktır. Bu bilgileri açıklayan çiftçiler Mc Donalds'ın dedektifleri tarafından tehdit ediliyor. Yine yetiştirilen hayvanların ne koşullarda kesildiği de son derece önemli. Amerika'da bir anne (Laura Coleman) çocuklarının ısrarı üzerine Mc Donalds’a giriyor. Anne kendine hamburger çocuklara da tavuk söylüyor. Ancak kısa süre sonra 6 yaşındaki çocuğun yemeği yiyemediğini fark ediyor. Yemeği kendisi yedirmek isteyen anne, tavukların arasında tavuk kafası buluyor. yaşanan bu örnekler fastfood ürünlerin hangi koşullarda yapıldığını ortaya koyuyor.Hazırlanılan yiyecekler güçlü kimyasallar ve tatlandırıcılar içeriyor. Bu tatlandırıcılar nedeniyle, yediğimiz gıdanın değil de tatlandırıcının tadını aldığımız çıkıyor ortaya. Yani aynı tatlandırıcıyı pamuğa da ekleseler “nugget” tadı alacağız. Tatlandırıcı ve renklendirici gibi maddelerin uzun süre kullanılması kanser riskini arttırıyor. Yine fast food kültürünün can damarlarından biri olan kolanın da içeriği hakkında net bir bilgiye sahip değiliz. Dünyada, ortalama olarak bir saniyede sekiz bin kutu Coca Cola tüketildiği belirlenmiş ve ilk kez üretildiği 1886'dan bu yana içeriği devlet sırrı gibi saklanmıştır. Bugün hala içeriğini net olarak bilemiyoruz. Fast food yiyecekler, yaşlı genç her yaştan insanın tercih ettiği bir hale geldi. Özellikle çocukların ilgisini çekebilmek için, hazırlanılan “çocuk menüleri” küçük hediyelerle birlikte sunuluyor. Çocuklar için yemek yemekten çok bir eğlence aracı oluyor bu menüler. Yiyecekler de kullanılan maddelerse (tuz, yağ, şeker vb.) birçok sağlık sorununa neden oluyor. Genetik yapımızı bozuyor. Bunun başlıca
örneği obezitedir. Vucütta aşırı yağ birikmesi sonucu kalp ve damar sistemi, solunum sistemi, hormonal sistem, sindirim sistemi gibi sistemleri etkileyen ve birçok önemli rahatsızlığa zemin hazırlayan, insan yaşamını kısaltan ve yaşam kalitesini olumsuz yönde etkileyen bir hastalıktır. Özellikle son 20 yılda, bütün dünyada süratle artmakta ve salgın haline gelmektedir. Fastfood kültürünün yaratıcıları mutfağımıza sızıp geleneklerimizi, kültürümüzü yok etmeye çalışıyor. Ne yemeği yapan mutlu ne de yemeği yiyen… Hamburgeri yapanlar üç kuruşluk ücretle köle gibi çalıştığı için mutlu değil. Hani annelerimiz “yemeği yaparken içine sevgimi kattım ondan böyle oldu” derler ya. Bu hamburgerlerin içinde sevgi yok. Çünkü, amaç para kazanmak. Temizliğe dikkat etmek yok. Yere düşmüş bir patates biraz sonra sizin tabağınızda olabilir. Ve bu sağlıksız koşullarda yapılan yemekler sadece sağlığımızı değil, kişilik özelliklerimizi de etkiliyor. Kısacık bir zaman diliminde ulaştığımız bu yemekler, sabırsız ve anında tatmin olmak isteyen kişiler haline getiriyor bizi. Elbette ki fast food kültürü hamburger, patetes vb. ürünlerden ibaret değil. Bunların yanında her yaştan insanın severek tükettiği cipsler, çikolatalar, şekerler, jelibonlar vb. de var. Fast food, genç-yaşlı birçok insanı, hem sağlık açısından hem de kişisel özellikler açısından olumsuz etkiliyor. Anadolu’nun lezzetli yemekleriyle karşılaştırılamayacak bu yiyecekleri tercih etmemeliyiz. Yaratılmaya çalışılan fast food kültürünü, kendi kültürümüzü yaşatarak yok edebiliriz. Fast food kültürünün amacı; dünyadaki her türlü haksızlığa boyun eğen,tahammül eden ancak yemek yiyebilmek için beş dakika daha bekleyemeyen insanlar yaratmaktır. o
49-51 buyudum_sablon 1/7/13 4:22 PM Page 49
deneme
deneme
büyüdüm gülser kalşen
Yolu gözlüyordum kara gözlerim hiç yorulmadan, her zaman olduğu gibi. Ne zaman ve nerden gelirler bilmesem de uzaklara bakıyordum. Karanlık, evin duvarlarına, yüzüme, ellerime bulaştıkça korkuyordum ama yine de yolu, yollarını gözlemekten vazgeçmiyordum. “Kızım yeter artık gel içeri. Hasta olacaksın…” diye bağıran annemin sesi de kapının eşiğine takılıp kalıyordu. Kapının önündeki yüksekçe, korkuluksuz dam benim için hep düşebileceğim, dikkatli olmam gereken tehlikeli bir yerdi. Bu tehlike beklerken aklıma bile gelmezdi. Nerdeyse her yeni karanlıkta ben hep beklerdim. Beklemekten hiç sıkılmadım. Hatta
beklerkenki umudun hiç bitmesin istedim. Beklerden düşler kurdum. Aslında ben orada öylece büyümeyi bekledim. Annemi ve babamı korkutan ise benim beklediğim şeydi. Benim büyümemden korkuyorlardı. Büyümenin kaçınılmaz olduğunu bildiklerinden, abimi örnek gösterip onun gibi büyümemi istiyorlardı. O okuyup “Büyük Adam” olmuştu, ben de öyle büyüyüp ona benzeyecektim. Abim büyüyüp ne olmuştu? Benim adını söyleyemediğim garip bir şey olmuştu. Duruşu, saçı, başı, beni sevişi bile değişmişti. “Ne iş yapıyorsun abi?” diye sorduğumda: “Sen anlamazsın ufaklık, şimdi bir ismim var, işim yok” diyordu. Sanki benim ismim yok,
hem de onun isminden çok daha güzel bir ismim var benim. Hep gurur duyduğum ismim. Bir gün yine böyle sinirlenmiştim. Sinirden saçlarım dimdik olmuştu: “Abi ya, sanki benim ismim yok. Benim adımı kim koymuş, kimin adı biliyor musun ha?”... Sinirlenmiştim, ağlamamak için de neredeyse tırnaklarımla avucumun içini delecektim. Abimin dalga geçen gülüşüne sinirlensem de sayıp dökmüştüm: “Benim adımı Hasan komutan koydu ya.. Hem de Derya Devrim koydu. O kim ya daha ufakken gerilla olmuş…” Soluksuz anlattım. Annemin, Hasan komutanın anlattıklarından aklımda kalan her şeyi sayıp döktüm. OCAK 2013 | TAVIR | 49
49-51 buyudum_sablon 1/7/13 4:22 PM Page 50
Daha gözlerim ellerim yumuk yumukken, Hasan komutan yumuk avucumu açıp silahın üzerine koymuş “ Ahanda bu kızın adı Derya Devrim ve ahanda yemini etti, savaşçı olacak” demiş. O kadar anlattırdım ki, o anı yeni olmuş gibi gözümde canlandırabiliyorum. Her aklıma düştüklerinde ben de bu düşe düşüyordum. Düşlemesi de ne güzel, o evlerin yorgunlukları belli olurdu. Çeşmenin köye kattığı o şırıltılı neşe olmasa köy erkenden uyuyakalırdı. Pencerelerdeki sarı ışıklar ancak pencerelerin önlerinde küçük birer ışık göleti oluşturuyordu. Kış aylarına hazırlanıyordu herkes ve her şey. Alıçlar kurutulmuştu, her yanı kuşburnu pekmezinin kokusu sarmıştı. Birkaç parça kilim şu bu yıkanıp paklanmıştı… Sırtını dayadığı dağ kadar başı dik ve de yaşlı bir köydü bizimkisi. Aralara serpilmiş birkaç ağaç ve baş ucundaki incirlik, eteğinde dolanan deresiyle yaşlansa da, yorulsa da hep güzeldi. Ya da işte sevenin gözü sevdiğini hep güzel görür. Zaten ben o günden bu güne Dersim’i hep yaşlı, bilge ve güzelliğinden hiçbir şey kaybetmeyen 50 | TAVIR | OCAK 201
dövüşken bir kadına benzetirim. Nedeni kendime hiç sormadım. Dersim, benim çocukluğum, onun o şefkatli kucağında geçti. Kokusu anama benzeyen memleketim… O akşam çok uzun süre beklemiştim. Ne Hasan komutan ne de bir başkası gelmişti. Gökyüzünden ateş yağar gibi şimşeklerle beraber yağmur yağınca annem beni bir kolumdan hızlıca çekip içeri savurmuştu… Minik parmaklarımla saydığım birkaç gece beklemiştim. O yağmurun ateş gibi yağıp, şimşeklerin beni tepeden tırnağa titrettikleri o gece… işte tam da buradalarmış. İşte burada… Sanki hala her gün batımında bu tepede kurşun sesleri yankılanır. Sanki aradan uzun yılları çocukluğum gençliğimin körpe zamanları geçmemiş gibi. Sanki o gece ben de burada onlarla çarpışmış, kanlarını ellerimle silmişim gibi sıcak avuçlarım. Hasan komutanın yeminini hatırlama gibi bir şey bu da. Ve yine aynı avuç içimde hissediyorum o sıcaklığı. Evet belki imkansızdır hatırlamam ama hatırlamak için yaşamanın şart olmadığını öğreneli çok oldu.
Ellerim evet ne kadar da büyüyüp güçlendiler. Silahı kavradıkça daha hızlı büyüyorlar. Ellerim yüreğimle beraber büyüyor. Ellerimin silahın üzerinde dolaşmasını izlerken yakalandım. “Ne o Sultan yoldaş piyano mu çalıyordun?” Fatma komutanın sesiyle irkildim. Başımı yukarı kaldırınca, incir yapraklarının kokusu ve yaprakların arasında saklanan incirler ılık toprak, sırtımı dayadığım taş her şeyiyle konaklama yerimiz şöyle bir döndü gözümün önünde. Evet bizim köyün baş ucundaki incirliğe benziyordu burası ve sanırım bunun için bu konaklama noktasını çok seviyorum. Fatma da bunu biliyor. “Güzel yayılmışsın Sultan yoldaşım. Burası babanın evi gibi değil mi?” Yanıma çömeldi. Gülüşerek kucakladık birbirimizi. Fatma da abim gibi okumuş, “Büyük Adam” olmuş, ama büyüklüğün işe yaramazlığını anlaması uzun sürmemiş. Şimdi “Büyük insanlık için” diye başlayarak şiir gibi konuşan bir savaşçı ve öylece dövüşen bir komutandı. Başını
49-51 buyudum_sablon 1/7/13 4:22 PM Page 51
omzuna dayadın mı sırtın yere gelmezdi. Bizi bu samimi görüntümüz elbette fark edilecekti. Bu çok uzun sürmedi. “Evet güz gülleri evet… Şimdi şöyle durun gülümseyin makineye…” Bu Nail’in her zamanki haliydi. Ben Nail’i bir kez bile asık suratlı görmedim. “Bir gün onu gülerken şehit vereceğiz” diye espriyle takılırız. Hele de sessiz olmamız gereken zamanlar da bir güldürmesi yok mu… Böyle zamanlarda bizim espri makinemiz Nail’e espri yapmayı yasaklamak lazım. Kendimi sıkmaktan kulaklarımdan burnuma kadar kıpkırmızı oluyordum. Yasak koysak ne kadar uygulayabiliriz? İşte bunun garantisi yok. Ne zaman biraz sıkıştırsak hemen “Niye gülmeyelim ki? Nihat Kaya komutanımız demedi mi: ‘En ciddi eylemlerimizden biri çatışma anında gülebilmektir’ diye.” Nail’i sıkıştırmak zordu, avuçlarımız arasından akıp giden nehrin suları gibiydi. Zaptedilmesi zor. Onun yüzüne bakınca aklıma neler neler geliyordu: Beni almaya gelen birliğin içindeydi Nail. Annemin gözlünü alabilen istisna kişilerdendi. Hatta annemin onun köşeye çekip: “Bak Nail oğlum. Seni sevdim ne isterseniz senin-sizin ama Derya Devrim olmaz. Onu almayın, beni tek koymayın” demiş. Her daim geleni gideni bol evimizi bilen Nail gülümsemişti o zamanda “Ana Derya Devrim eşya mı? Biz almayız o gelir, ona karışılır mı? Hem niye yalnız kalmış olasın oğlun gelir, amca var. Daha da olmadı sen de bizimle gelirsin” demişti de annem gülsün mü, kızsın anlayamamıştı. Bir yandan da gözlerini bana dikmiş yarı hüzünlü, yarı tehditkar bakışlar fırlatmıştı. Yine de kıyıp Nail’e kızamamıştı. Şimdi yüzüne bakınca bunun nedenini çok daha iyi anlıyorum. Öğle ışıklarının yorduğu incir yap-
rakları kendilerini salınca günün güneşi daha çok üzerimize düştü. Bu mevsimde hele de böyle donuklarda güneşten rahatsız olacak değiliz. Beraber toprağın üzerine bağdaş kurduk ve birer ikişer gelenlerle kalabalıklaştık. Biz kalabalıklaştıkça sohbetimiz ısındı bir iyice. “Bu koşullarda bu kadar mutlu olunabileceğini önceden deseler inanamazdım. Mutluluk sanki buranın meyvesi, her mevsim tükenmeyen meyvesi. Başka yerde yaşayamam, şu ağaçlar gibi kök salmışım buraya. Duyduğum ilk silah sesi, sırılsıklam ıslanmışlıklarım, yollar yorgunluklarım, tepemi delen güneş… hepsi ama hepsi nasıl güzel. Deli miyim ben?... Öyle evet, öyleyiz. İçimde dalgalandığını hissederek heyecanlandım. Onun ağzından çıkanları düşünürken dalmıştım ki: “Dikkatli ol Sultan tam ayağının yanında yılan var.” Sessizce söylemişti bunu Cihan, çok sessiz. Paniğimizi bir anlarsa güvenlik önlemi alır. Hiç kıpırdamasam da sesler kesilip öyle kaldığımızda yılan da durdu. Soluk almak bile suç sayılabilirdi boz yılana göre. İncirlik yılanı bol olur, biliriz ama yine de çeker bizi. Böyle kayaların doruğunda oluşu, balı, güneşi, kokusu... - “Yılanda yılan ha, ağzının tadını biliyor! İncirden vazgeçmiyor.” diye bir espri yapmaz mı Nail. Ancak bu kez esprisine kimse gülmedi. Yılanı vurmak, ezmek isteyenler ise bilirler ki, yılan onlardan daha hızlı olabilir. Bunu bildiklerinden izleyip neye karar vereceğini bekliyorlardı. Ancak bu boz yılan, buz gibi bakışları, uzun boyuyla, soğuk, ürküten haliyle daha ne kadar ayağımın dibinde duracaktı? Sanki bir rüzgar savurdu beni öyle sabit duramadım ve yılanın üzerine devrildim. Nail yılanı kuyruğundan kavramıştı. Yılanın başını kayalara çarpıp parçalayan Nail’in bir gözü de benim üzerimdeydi. Sağlıkçılarımız nerdeyse soluksuz
kaldı. Sonra mecalsiz kanını emdiler yaramın gıkım çıkmadı hissiz. Kavramak için elimi çimlerin üzerine uzattım. Yarısı yenmiş, için için oyulmuş incirler vardı üzerinde. “Yılan artıkları” diye geçirdim içimden. Tatlı günün acı zehri gözkapaklarımı ağırlaştırdı. Belki de ben öyle olacağını düşünerek kendimden geçmeye başladım. Sağlıkçı kanımı emip emip toprağa tükürüyordu. Modern bir makineden çok daha hızlıydı. Alnında tomur tomur terler birikmişti. “Yok öyle şey Sultan yok! Seni bir yılana kurban etmeyiz, öyle dava yok. Tamam her şeyi yaptık. Aç bakalım gözlerini.” Demesi kolaydı ama açamıyordum. Elim komutanın sıcak avucunun içindeydi. Elim ısındıkça sanki canım da, tenim de uyanıyordu. Yine de bir düşün tatlılığında gözlerim nazlanıyordu. Hasan komutan elimi şarjörün üzerine koyuyor “Sen savaşçı olacaksın... Savaşçı!” diyordu. Hasan komutanın yüzü karşımdaydı, gülümsüyordu. Nasıl özlemişim. Bileğimdeki hafif sızı, çocukluk ellerim ve “Ben büyüdüm, savaşıyorum” diyen gözlerim. Açılmalıydı gözlerim. “Hasan komutan… Hasan komutan ben yeminimi tuttum. Unutmadım” Gülüşmeler, sesler etrafım hareketli evet iyi. “Başını yüksek tutalım. Yanından ayrılmayın” Biri bırakıp, diğeri alıyordu elimi avucuna. İşte tüm bunlar bana ilaçtan çok daha iyi geliyordu. Hasan komutanın gözümün önünden kaybolmayacağını bilsem açarım ben bu gözleri, açarım. Evet açarım… Hiç kaybolmadı kaybolmayacak… açmalıyım, açmalıyım. “Büyüdüm, savaşıyorum.” demeliyim. o
OCAK 2013 | TAVIR | 51
deneme deneme
ya halkın sanatçısı ya da kralın soytarısı “olmak ya da olmamak! işte bütün mesele bu! tavır
İktidarın sanatçılara saldırısı uzun zamandır gündemde olan bir konu. “Sanat kurumlarını yeniden yapılandıracağız” fermanı yayınlandığından beri bir ayrı bir saldırı dalgasıdır başladı gidiyor. İçine tükürülen sanatımızdan, boynu koparılan heykellere geçen dönemin ardından yüzü duvara döndürülüp gözaltına alınan tablolardan oluşan sergilerimize kadar geldik.
F Tipi Film’in afişleri asılmasın! Halk duymasın, bu filme gitmesin. Hatta gemi iyice azıya alıp sinema salonundan çıkanlara kimlik kontrolü yapma... Direnenleri tekmeleme... Burada şüpheliler var diyerek şüpheci gözler ile sinema salonundakileri taciz etme... Şaka değil... gerçek bunlar.
Ne yani demokrasi mi bekliyorduk? Hayır! Devrimci müzik grubu Yorum mu? İşken- Demokrasi mücadelesi veriyoruz sace dahil her şey üzerlerinde denen- dece. mekte... Vermeye de devam edeceğiz. AKP iktiKonserler yasaklanmakta... “Ev”e ve ha- darından demokrasi beklemiyoruz. Onu pishaneye hapsedilmekte... zaten biz yaratacağız! Sinema mı? Sansür duvarı en hafifinden... AKP’nin ağzında gevelediği ve ferman
52 | TAVIR | ocAk 2013
çıkardığı sanat kurumlarının yeniden yapılandırılması ne demektir? Ne demek istemekte ve neyi amaçlamaktadır? Tiyatro çevresinin uzun zamandır tartıştığı ve belli bir mücadele yürüttüğü konudur; “Sanat kurumlarının yeniden yapılandırılması”... Emek Sineması, Taksim Sahnesi, AKM... bu alanda saldırılara karşı verilen mücadelede ilk akla gelen adresler. Kendinden olmayana düşman olma zihniyetiyle herkese, her kesime düşman olan AKP’nin hedefi durumunda bugün tiyatro sanatçıları da var. Sanat kurumlarının yapılandırılması da, bu hedefe
sesli bir şekilde sakız çiğnediği için uyarılmış bundan dolayı çok utanarak babasına şikayet etmişti sanatçıları. Daha sonra da sanatçının üstüne üstüne yürümüştü padişah babası... AKP her yerde kendi zenginleri gibi, kendi gazetecilerini, hatta kendi karikatüristlerini yarattığı gibi, kendi dinci, iktidar yalakası sanatçılarını yaratmak istiyor. İşte böylece bu alandaki kadrolaşması da tamamlanmış olacak. Ve tüm sanat kurumları AKP’ nin eline geçecek.
Sanat kurumları yıkılıyor yerle bir ediliyor. Tarihi dokusu kaybedilerek büyük alışveriş merkezleri yapılarak tekellerin aç dişleri arasında yok ediliyor tarih ve hatıralar. alma durumunun bir parçası. Ne yapılmak isteniyor, ne amaçlanıyor? Uzatmadan hemen yazımızın başında verelim bunun cevabını sonra tartışmaya devam edelim. Ne yapmaya çalışıyor bu Amerikancı ve iyi niyetli olmayan iktidar? En başta her alana hakim olmak, her alanı denetimine almak istiyor. Çünkü AKP zenginlerin iktidarıdır, Amerika’nın iktidarıdır. Ve denetimi altında olmayan hiçbir yapıya tahammülü yoktur. Bu yüzden ordudan, basına, spordan, medyaya her yere müdahale etti ve kendi kadrolaşmasını tamamladı. Şimdi sıra halkın sanatçılarında… Çünkü sanat egemenler için büyük bir tehlikedir. Sanat yüzyıllar boyu egemenleri korkutmaya başarmıştır. Doğuşundan bugüne halkın içinde yapılan sanat, kapitalist dönemde ekonomik kıskaç altında salonlara hapsedilmiş ve halk ile aralarına ciddi duvarlar örülmüştür. Sanatçı da kendini bu salonlara hapsetmiş halktan git gide kopmuştur. Ki bu ayrı bir eleştiri konusudur.
Sanat, kaynağını halktan alır ve yine halka gerçekleri verir. Bu bağ muhalefeti örgütleyebilir. İşte AKP’nin korkusu budur. Sanattan ve sanatçıdan, sanat eserinden korkmak, sömürüye dayalı bir sistemin sahiplerinin doğasında olandır. Bu minvalde tiyatrolar mı... Tez elden yeniden yapılandırılmalı. Başlarına bürokratlar atanmalı ve tiyatrocular hizaya sokulmalı! Tiyatrocuları maaşını alıp yiyen asalaklar olarak görme zihniyetine sahip AKP iktidarı, şehir tiyatrolarının repertuarlarına da müdahale ederek, bu sene bir Necip Fazıl oyunu soktu. AKP zihniyeti malumdu. Ve bu tiyatrolar artık halkı zehirleyen sanatçı “müsveddelerinden” kurtulmalı ve sanatımız da aristokrat olmalı… “Bir avuç burjuvayı eğlendirin yeter. Yani kralın soytarısı olacaksınız; halkın sanatçısı değil” demek isteniyor. Başbakanın şımarık kızının ağzında sakızla izleyebileceği tadda olmalı oyunlarınız... Hatırlarsınız başbakanın kızı bir oyunda
Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nin bir fuayesinde Coca Cola dolabı ile karşılıklı birbirlerine bakıp duruyordu Muhsin Ertuğrul’un çalışma masası. İnsanın içine bir hüzün ve öfke çöküyor. Öyle bir köşede yapayalnız duruyor. Coca Cola dolabı ise kendisine tepeden bakıyor. Bir tarihi yok edip küllerini bir kavanoza koymuşlar seyreyleyin diyorlar sanki. Sanatçıya verdikleri değer budur işte... AKP döneminde tiyatro sanatçıları, oyunlarını sahneye koyabilecekleri salonlara sahip değildir. AKP eleştirilere karşı salonlar yaptığını söylüyor ama bunun, söyledikleri her şey gibi yalan olduğu ortadadır.. AKP iş başına geldiği günden bu yana Türkiye’nin herhangi bir yerinde uluslararası standartlara uygun tek bir tiyatro salonu yapmamıştır. Hatta var olan salonlarda da muhalif, sosyalist kimliği bilinen sanatçıların oyunlarına kısıtlamalar getirilmekte, oyun için yerler verilmemektedir. Fakat AKP destekli oyunlarla doludur salonlar. AKP, Ayazağa’daki kültür merkezini yıkacağını ve yerine eğlence merkezi yapacağını söyleyebi-
ocAk 2013 | TAVIR | 53
zı elimizden almak istiyor. Bizi halktan koparmak istiyor. Aksine bugün halka daha çok yaklaşmalıyız. Kurumlarımız için savaşmalıyız. Kurum tek başına büyük tiyatro sahneleri değildir. İlla ki kırmızı bir perde aramamalıyız. Sokaklar tiyatrodur, parklar bahçeler tiyatro salonlarıdır. Halkın olduğu her yer tiyatro alanıdır. Tiyatrolarımızı buralara taşıyabilmeliyiz. AKP’ nin saldırılarını buralarda halka anlatmalıyız. Küçük burjuva aydın özelliklerimizden ne kadar kurtulursak, halka kendimizi o kadar iyi anlatırız. Yani yazımızın başlığına dönecek olursak, ya halkın sanatçısı olacağız ya da kralın soytarısı... ara yol yoktur. Ki bunu en başta AKP söylüyor! Unutmayalım ki: sanata ve sanatçıya gerçek değeri yanlız ve yanlız sosyalizm verebilir. Bu yüzden sosyalizmi yüceltelim ve halka anlatalım. len bir partidir. İşte AKP bu kadar sanat- ülkemizin film çekimi için cazip kılınması. severdir. -Vakıf İpekyolu Projesi kapsamında AKP seçim programında sanat alanında- İpekyolu güzergâhındaki eserlerin reski hedeflerini şöyle sıralıyor: "Kültür, bir torasyonu ve bölgenin canlandırılmatoplumun temel değerlerinin zaman sı. ve mekân boyutunda tezahür etmiş -Türkiye'yi dünya kültürleriyle rekabet en önemli kimlik unsurudur" tanımıyla edebilen bir ülke haline getirmek. (Rabaşlayan AKP beyannamesi, önemli dikal Gazetesi) oranda iktidarda yaptıklarını anlatıyor. Hedefini 'Türkiye içindeki ve yurtdışın- Amaç ortada, saldırının boyutu gözledaki tarihi, kültürel ve sanatsal eserleri- rimizin önünde. Sanat kurumları AKP mizin süreklilik ve değişim içinde yaşa- eliyle emperyalizmin hizmetine sunutılması' olarak belirleyen AKP'nin vaat- luyor. Yeni bir zengin, aristokrat tabaka leri ise şöyle: yaratılıyor. AKP’nin bize sanatçı diye sunduğu bu seçkin sınıf, gerçek sanat düşmanlarıdır. Savaşımız bunların ikti-Her beldeye bir kültür merkezi. -Kültür ve sanat alanında özel sektörün darına karşıdır. harekete geçirilmesi. -Özel tiyatroların, mahalli koro ve top- Bizler bu saldırıya karşı örgütlenmeli, dilulukların mekân problemleri çözülecek. renmeliyiz. Tek yolumuz AKP’nin saldı-Sinemanın ihtiyacı olan plato ve stüd- rılarına örgütlü, güçlü bir cephe oluşturyoların altyapısının oluşturulması ve maktır. AKP bugün sanat kurumlarımı-
54 | TAVIR | ocAk 2013
Halk Anayasası Taslağı/ sayfa 56 / madde 37: Kültür Ve Sanat: “… c-düşünce sanat ve bilim üretiminin halkın katılımının önündeki ekonomik, siyasi engeller ortadan kaldırılır; öte yandan, sanat adı altında yozlaşma ve ahlaksızlığın teşvik edilmesinde, halkın paylaşımcı tarihsel değerlerinin yok edilmesine izin verilmez. d-çeşitli dallarda faaliyet yürüten , ürün veren aydın ve sanatçıların Aydın-Sanatçı-Meclisleri’nde örgütlenmesi: İl, ilçe, köy düzeyinde halk meclislerinin desteğiyle kültür merkezlerinin kurulması teşvik edilir. Sanatçıların oluşturduğu dernekler, meclisler, kooperatifler Kültür Bakanlığınca desteklenir…” o
55-56 dp_sablon 1/8/13 3:13 PM Page 55
eleştiri
eleştiri
ainesi iştir kişinin... sevgi duman
Savaşmayan, devrime ve sosyalizme gerçekten inanmayan, varlık nedeni olarak siyasi gevezeliği görenler, eleştiri adına da, değerlendirme adına da, mücadele biçimleri adına da olumlu örnekler yaratamaz.
Düşmanlık vardır. F Tipi hapishanelerde bize olan düşmanlıkları bugün F Tipi Film'e olan düşmanlıklarıyla devam ediyor. Tarihsel hazımsızlıkları F Tipi Film'le bir kez daha depreşmiştir DP'nin.
Yedi yıl süren büyük ölüm orucu direnişimizle tecrite karşı direndik, 122 şehit verdik. F Tipi hapishanelerin 12. yılında direnmeye devam ediyoruz. "F Tipi Film" de bu mücadelenin içinde mütevazı bir adımdır. Tecrite karşı direnmeyenler ise histeri krizleri içinde filmimize saldırıyor. Filmi eleştirme adı altında direnişe saldırarak teslimiyetini aklama gayreti içine giriyor. DP'nin hezeyana varan eleştirilerinin temelinde de bu vardır.
Hezeyan içinde, küçük örgüt psikolojisi içerisinde, her şeyi bilirimci bir kafanın ürünü satırlarını tek tek incelemeye gerek yok. Sadece bir noktanın altını çizmek bile yeterli olacaktır ortadaki durumu anlamamız için. “F tiplerinin açılışı, tekelci burjuvazinin neoliberal yeniden yapılanma programını uygulamasının zorunlu bir momentiydi. Sınıf düşmanının devrimci harekete yönelik ağır bir fiziksel siyasal tasfiye hareketi, salt hapishane rejimi ile sınırlı
olmayan, stratejik bir hamleydi.” demiş DP... O zamanlar, yani F Tipi saldırısı yıllar, yıllar önce kendini göstermeye, bazı hapishanelerde hücreler inşa edilmeye başlandığında bile böyle demiyorlardı oysa ki... “F Tiplerine gidelim sonra direniriz.” diyorlardı. Saldırının sadece devrimci tutsaklarla sınırlı olmadığını, stratejik boyutta olduğunu ifade ettiğimizde buna burun kıvıranların başında geliyorlardı. Aradan 12 yıl geçtikten sonra bunu anlamalarına mı sevinelim, yoksa bu kadar geç anladıklarına mı üzülelim?... Keşke o zamanlar bunları ifade etselerdi de, direnişi baltalamak yerine direniş cephesinde kalsalardı. Bugün bakıldığında “kimdir OCAK 2013 | TAVIR | 55
55-56 dp_sablon 1/8/13 3:13 PM Page 56
sinemayı alkışlarla ve sloganlarla terk eden kitlelerin içerisinde yerini alırdı. Ama biz onlardaki bu öfke ve coşkuya ne filmin sonunda, ne 12 yıldan beri sürdürülen mücadele boyunca tanık olmadık ne yazık ki. Kendilerine şunu söylemek isteriz: Ainesi iştir kişinin lafa bakılmaz. Buyrun siz daha iyisini yapın. Siz neyi anlatmak istiyorsanız onu anlatın filminizde. Eleştirinizi pratikte gösterin, F Tipi Film'den daha iyisini çekin. Tabi bunu hangi güçle yapacağınızı merak ediyoruz. Hangi kadroyla yapacaksınız? Hangi örgütlenmenizle yapacaksınız? Hangi programla böyle bir film çekme pratiğini örgütleyebileceksiniz. Çok daha basit örgütlenmeler kurmaktan bile aciz bir oluşum olarak hangi mücadele araçlarıyla çekeceksiniz filminizi? DP” diye sorduğumuzda verecek çok da cevabımız olmadığını farkediyoruz. Bildiğimiz şudur, varlığı ile yokluğu belli olmayan DP; “sınıf düşmanlarının devrimci harekete yönelik ağır fiziksel siyasal tasfiye hareketi” diye adlandırdıkları tespitin, kendi üzerlerinde son derece başarıyla işlediği bir siyasi oluşumdur... Gerçek olan basittir. Yedi yıl süren direnişin sonunda, tecrit duvarında her geçen gün büyüyen bir gedik açmamız, direnişin zaferidir. Yenilen direniş değil, direnişi daha yolun başında terk edenlerdir. Yenilgi psikolojisine kapılmış olmaları bu yüzdendir. Bu gerçeği direnişe saldırarak, direnenleri de bu yenilgiye ortak ederek ortadan kaldıramazlar ne yazık ki. Tecrit hakkında büyük büyük konuşan DP’lilere sormak isteriz: Tecrite karşı mücadelede 12 yıldır siz neredesiniz? Ne yaptınız? Biz söyleyelim, sadece gevezelik! Evet gevezelik etmekten başka bir şey “üretmediniz” 56 | TAVIR | OCAK 2013
ne yazık ki. Şimdi yaptığınız da onun bir tezahürü. Filme söylenen sözlere de tek tek cevap verme lüzumu yok. Ama birkaç şey söylemeden de geçmek olmaz. Öncelikle şunu söyleyelim, filmimizde neyi nasıl anlatacağımıza biz karar veririz. Neyi anlattığımız, nasıl anlattığımız, bu anlattıklarımızın nasıl bir etkisinin olduğu ortada. Ama ne yazık ki DP’nin öfkesini, coşkusunu yükseltememişiz. İzleyenlerin neredeyse tamamı öfkelenmiş, coşkulanmış, film sırasında birçok yerde topluca alkışlamış, salon çıkışında topluca yürüyüşe geçmiş; bildiğimiz kadarıyla, bir tek onlar! Eh bu da bizim kusurumuz olsun ne yapalım!.. Onları öfkelendirememek, coşkulandıramamak bizi ziyadesiyle üzmüştür. Ancak belki de kendilerini sorgulamaları gerekir, neden öfkelenmiyorum, coşkulanmıyorum diye... “Bu Grup Yorum'un ve sahip olduğu geleneğin filmi, aman etkilenmeyelim” şartlanmasıyla gitmeselerdi kimbilir belki onlar da o öfkelenen, coşkulanan, filmin bitiminde
Bunları yaptığınızda, eksik de olsa, yanlış da olsa söylediklerinizin bir kıymeti olacaktır. O zaman söz, sayfalar dolusu cevabımızı da esirgemeyeceğiz sizden. Ama bir yaraya merhem olmadan atıp tutmak kolay. Kendi boyunu, çapını görmeden, yaptıklarını, yapamadıklarını görmeden başkalarına kara çalmak kolay. Ne sanat adına ne mücadele adına tek bir üretim ortaya koymadan yapılan her şeyi tukaka ilan etmek kolay. Emek harcamadan emek savunuculuğu yapmak kolay. Oturduğu yerden ahkam kesmek kolay. Yani sözün özü, bedava gevezelik kolay... o
57 siir_sablon 1/8/13 3:05 PM Page 57
şiir
şiir
ayhan’dan selam var eda dereli
Kazıyordu toprağı Nagehan ana elleri kazma yüreği kürek ha diyordu yürek vur ha diyordu kazma vur ha! kazıyordu toprağı tırnaklarıyla Nagehan ana
biliyordu Hayat fışkırırdı toprak her karış toprak, bir Hayat çiçekler Hayat, kuşlar hayat, ağaçlar hayat dili olsaydı ağaçların konuşsaydılar keşke baktılar anaların buğulanmış gözlerine ve açtılar kollarını gizlice yürüyordu analar yürüyordu babalar kardeşler, oğullar silivri’de insan saklanan gömütlerin üzerinde insan tarlası gibiydi bu toprak dediler ki “ah nereyi kazsak?”
Konuşmuştu katil günün birinde kimbilir hangi kirli hesabın peşinde “ellerimle gömdüm ben o’nu bu toprağın dibine” Ve konuşacaktı ağaçlar ağaç diliyle “getirdiler bir gece gençti, incecikti bedeni sarıydı saçları yara bere içinde” ağaç dilini bilir miydi insanlar ağaçlar konuşuyordu ağaç diliyle “ey insanlar dinleyin biz utandık o gece ağaçlığımızdan ama utanmadı onları bu toprağa gömen insanlığından!” Ağaçlar açıyordu kollarını gizlice bu kolları bir tek analar görebilirdi ağaçlar da anasıydı ormanın oğul saklarlardı yıllardır köklerinin dibinde kazıyordu toprağı analar kazıyordu babalar oğullar, kardeşler, kızkardeşler
bir hırka görüldü ilkin çamurlu, eski.. içi titredi kazıcıların kemikler battı eline hüsnü yıldız’ın ki onun yüreği, karanlık mezarların ışığıdır sorular asılı kaldı havada insan kemiği mi bu hayvan mı? bu hırka Ayhan’ın mı? bir halı parçası bir de ayakkabı bu düğmeyi de alın a dostlar Ayhan’dan selam var! yağmur mu yağıyordu gök mü delinmişti şimşek miydi bu çakan anaların öfkesi mi? her kemik bir oğul her kemik bir kurşun bu öfke karakolda patlar şimdi bu akan yağmur değil öfke seli onların da mezarlarını kazacaktır anaların namuslu elleri.
OCAK 2013 | TAVIR | 57
eleştiri eleştiri
değerler hiç bir şeye alet edilemeyecek kadar kutsaldır tavır
var. 12 Eylül sonrası yılgınlığın, yenilginin, karamsarlığın verdiği duygularla, artık ne kadar varsa, devrimciliklerini unutan, dönekleşen “yazar, yönetmen, şair, oyuncu vs.” takımının ürettiği pespaye “sanat” ürünleriyle başlayan devrime/devrimcilere yönelik saldırı bugüne kadar geldi. Eylül romanları yazıldı ülkede. Eylül filmleri çekildi. Yazılan şiirlerde devrime küfredildi... Şimdilerde bu saldırı hala devam ediyor. Sinema alanındaki bu saldırılara son günlerde bir tanesi daha eklendi. Kurtlar Vadisi’nin yetiştirdiği yönetmenlerden, Şaşmaz Kardeşler’den adı Zübeyr olanının çektiği “Açlığa Doymak” adlı film, devrime, devrimci değerlere saldırıda yerini aldı 7 Aralık’ta sinemalarda...
disi-Filistin” ve “Muro” adlı filmleri yöneten, Şaşmaz kardeşlerden Zübeyr Şaşmaz’dan ve onun yeni filmi “Açlığa Doymak”tan bahsediyoruz.
Ölüm oruçlarını, sözüm ona “insani” bir sorunu beyazperdeye yansıtmak için kullanan ama aslında değerlerimize saldırıyı amaçlayan birisidir Zübeyr Şaşmaz. Daha önce devrimcilere, devrimci değerlere namussuzca saldıran ve hala yayında olan “Kurtlar Vadisi” adlı dizinin birçok bölümünü yöneten; ve yine devrimcilere, devrimci değerlere Bir de sanat alanından yapılan saldırılar alçakça birer saldırı filmi olan “Kurtlar Va-
Ölüm Oruçları, hiç kimsenin “sanat filmi” çekme hevesine kurban edilecek bir şey değildir. Kilolarını takıntı haline getirmiş yoz bir kadının yağlarını aldırmasıyla; karısını ve iki çocuğunu patlayan bir bombayla kaybeden bir gazetecinin tarikatlarda 40 gün halvet açlığına girmesiyle ölüm oruçlarının ne ilgisi var? Bir kere ölüm orucu bir açlık işi, bir kilo verme aracı, bir tarikat müridinin dünya nimet-
İnsanın uğruna can verdiği değerleri vardır. Bu değerlere herhangi bir saldırı olduğunda kaplan kesilir adeta. Çünkü varlık nedenidir o değerler. O değerleri kaybettiğinde insanlıktan çıkacaktır. Devrimciler için ölüm orucu böyle bir değerdir işte. Bu değeri küçültmek, hakkında yalanyanlış propagandalar yapmak, karalamak, hakaret etmek için elinden geleni yapar devlet ve onun çeşitli alanlardaki işbirlikçileri, uzantıları arasında Basın bu işte başı çeker. Ya görmezden gelir, yok sayar ya da en aşağılığından, en alçakçasından karşı propaganda yapar. 122 devrimcinin hayatını kaybettiği büyük ölüm orucu direnişinde, bedelin bu kadar ağır olmasında, basının payı çok büyüktür örneğin. Başta Doğan Medya’nın gazeteleri, TV’leri olmak üzere neredeyse tüm basın kuruluşları direnişe kin kusmuşlardır adeta ve sahiplerinin sesi olarak ellerini devrimci kanına bulamışlardır. Köşe yazarlarından bazıları katliamı alkışlamış, verilen kayıpları az bulduklarını bile söylemişlerdir.
58 | TAVIR | ocAk 2013
Kendilerini devrimci değerlere, devrimcilere saldırmaya, bu doğrultuda her türden alçaklığı yapmaya vakfedenlerden söz ediyoruz. Kurtlar Vadisi dizisini ve Muro filmini izleyenler, Zübeyr Şaşmaz’ın tıyneti, karakteri ve ideolojisi hakkında çok açık fikir edinebilirler. Kendisini gizlemeyen biri Şaşmaz. Muro karakteri üzerinden devrimcilere nasıl iştahla saldırdığını hiç kimse unutmuş değil. Açlığa Doymak’ta bunu sanki daha “naif” yapıyor ama yine yapıyor yapacağını.
lerinden elini eteğini çekmesi gibi bir eylem değildir, bunlarla bir ve aynı gösterilemez. Ölüm orucu politik bir eylemdir ve yüksek bir gönüllülük ve feda bilinci gerektirir. Açlığa Doymak filminde, sadece ve sadece gözaltında kaybedilen abisinin intikamı için devrimcilerin yanına giden, bombalama eylemine gönüllü olan ve sonrasında masum insanları öldürdüğü için vicdan azabıyla bir nevi intihar duygusuyla ölüm orucuna giren Sena karakteri gibi tiplerin yapacağı bir şey değildir yani ölüm orucu. Zübeyr Şaşmaz ve diğer senaryo ekibi daha devrimcileri tanımıyorlar bile. Devrimciler nasıl yaşar, nasıl eylem yapar, neden ölüm orucuna girer, nasıl gönüllü olunur, gönüllüler arasından ekipler nasıl seçilir... daha onlarca soruya senaryo ekibinin doğru dürüst verebilecekleri cevap yoktur. Çünkü ölüm orucunun doğrudan muhataplarıyla görüşme yapma zahmetine katlanmamışlardır, ölüm orucuyla ilgili en doğru bilgileri almamışlardır. Kendileriyle film izlendikten sonra yapılan görüşmede, ölüm orucuyla ilgili tüm belgeselleri izlediklerini, Tecrit ve İdil adlı kitapları okuduklarını söylemiş, devrimci değerlere saldırma amacı zinhar gütmediklerini, böyle bir amaçlarının olmadığını, eğer TAYAD’lı aileleri üzmüşsek defalarca kez özür dileriz demişlerdir. Niyetler değil sorgulanan zaten, ortaya çıkan somut durum üzerinden yapılıyor değerlendirmeler. Ölüm orucu ile ilgili film yapmak isteyen veya filminde devrimcilerle ilgili bir şeyler olmasını isteyenler kimlerle görüşmeleri gerektiğini bilmelidir. İzin almak için falan değil, bunun en azından bir nezaket gereği olduğu için. ’84, ’96 ve 2000-2007 büyük ölüm orucu direnişinde biz öldük. Biz bedel ödedik, ödüyoruz. Tecrit altında siyasi kimliğimiz korumak için işkencelere karşı direnen biziz. Bütün bunlara rağ-
men birileri çıkıyor tepiniyor senin uğruna öldüğün değerlerin üzerinde. Yok öyle! Herkes haddini bilecek. Kimsenin sanatının önüne set çekilmiyor, kimseye sanat yasağı da konmuyor ama bir de bu işe emeğini harcayanlar, bedel ödeyenler var ve her şeyden önce bu işin bir sahibi var... Sahibine soracaksınız. Sorup akıl danışacaksınız. Ne anlatacağınızı bu işin sahiplerinin, ölüm orucu şehitlerinin başta yoldaşları olmak üzere ailelerinin bilmeye hakkı var ve bu hakkı her daim kullanacaklar, siz de buna saygılı olacaksınız! Filmde devrimciler karikatür tipler olarak çiziliyor. Yasal bir dernekte bombalama eylemi planlıyor, sonra da daha derneğe yeni gelip gitmeye başlayan bir “çocuğa” bu eylemi yaptırıyorlar. Filmdeki Sena karakteri, devrimci abisinin polis tarafından gözaltında kaybedilmesi üzerine sırf intikam duygularıyla abisinin gittiği derneğe gitmeye başlıyor ve bundan sonra da tek amacı abisinin intikamını almak oluyor. Olabilir. Sırf o duygularla devrimci olmaya karar verebilir. Ama böylesi duygular-
la derneğe gelen birini o dernekte devrimcilik yapanlar öyle bırakmazlar. Filmde anlatılan devrimcilik böyle bir şey işte. Masum insanların öldüğü bir eylemi derneğe daha yeni gelen birine yaptıran, bundan zerre rahatsızlık duymayan, insanların kişisel intikam duygularını kullanarak ölüm orucuna sokan tipler... Böyle yani devrimciler. Sen böyle gösterdikten sonra istediğin kadar ben insani bir duyguyu aktarmaya çalıştım de; ortaya çıkan nedir, bu filmi izleyenler üzerinde ne tür duygular bırakıyor, devrimcileri nasıl tanıtmış oluyorsun, bizi bunlar ilgilendiriyor. Niyetlerden bağımsız değerlendiriyoruz biz her şeyi; somuta, olana bakıyoruz ve tabi bunun nedenlerini sorguluyoruz. Burada da hiçbir şeyin masum olmadığını bir kez daha görüyoruz. Ölüm oruçları devrimciler için en önemli değerlerden biridir. Öyle herkesin dilediği gibi alıp elinde oyuncak edeceği bir şey değildir. Devrimcileri tanımak gibi bir derdi olan, onları filminde anlatmak isteyenin samimiyeti önce devrimcilere gelip sormalarından belli olur. Açlığa Doymak bunu yapmamıştır. o
ocAk 2013 | TAVIR | 59
kitap kitap
ateşi çalmak tavır
Bizim başucu kitaplarımız vardır. Bize yol gösteren, sürekli bilgi kaynağımız olan kitaplardır bunlar. Bu başucu kitaplarımızdan biri de 5 ciltlik Ateşi Çalmak kitabıdır. Karl Marks'ı, çevresini ve onun yaşadığı dönemleri, gelişmeleri anlatan bu romanı Sovyet yazar Galina Serebryakova yazmış.
nin içine sokuyor. Öğretmenimiz Marks'ı doya doya yaşıyor, yaşatıyoruz.
“İnsana ait hiçbir şey bana yabancı değildir” diyen öğretmenimizden daha çok öğrenmemiz için bizi ona ailesinden, yoldaşlarından biriymişiz gibi yaklaştırıyor bu kitap. Ki öyleyiz, onlar bizimle yaşıyor ve sınıfsız, sömürüsüz Kitabın yarattığı ilk etki, elbette ki say- bir dünya için mücadele ediyorlar. gıdır. Marks'a ve yoldaşlarına, bugün büyük bir inanç ve umutla mücadele- Engels'in hep söylediği gibi onun yesini verdiğimiz sosyalizmi yaratmak rini dolduramasak da ondan daha çok için bedel ödeyenlere saygı... Ve yıllar- öğrenerek sosyalizm mücadelemizi ca araştırmayla, büyük bir emekle bu ki- büyütebiliriz. Marks gibi gelecekten butabı yazan Galina Serebryakova'ya say- günlere bakacak kadar inançlı ve iddiagı. lı olmalıyız. Bunun için de, “Beni asla hiçbir şey tatmin etmiyor. Ne kadar çok Romanın adına Ateşi Çalmak demiş ya- okursam o kadar bilgisizliğimi anlıyor zarımız. Çünkü Marks, dünya halkları- ve bundan dolayı acı çekiyorum. Bilim nın gerçek Prometeus'udur. O yalnız ka- sonsuz ve asla bitmeyen bir olgu.” (1. ranlığı aydınlatan, ısıtan bir ateş verme- cilt, sayfa 154) diyen Marks'ın öğrenme miştir insanlığa. Onun ateşi; geçmişi, tutkusunu örnek almalıyız. Unutmamabugünü aydınlatacak kadar, geleceği lıyız ki Marks'ı yaratanların başında gösterecek kadar güçlüdür. bu öğrenme tutkusu vardır. Ve elbette Marks, kendisiyle her alan- Hayalleri vardır Marks'ın... En büyük hada bütünleşen yoldaşı Engels'le birlik- yali de “en fazla insanı mutlu edecek” te anlatılıyor romanda. bir düzendir. O yalnız bu hayale, yani komünizme inanmadı, onun zorunSosyalist yazarımız, kendisi gibi bizi de luluğunu bilimsel olarak kanıtlayıp alıp Markslar'ın hayatının mücadelesi- mücadelesini verdi.
60 | TAVIR | ocAk 2013
Kitabımız bir yandan Marks'ın ailesini, çocukluğunu, gençliğini, gelişim sürecini, çalışmalarını, Marks'ı Marks yapan yaratma sürecini anlatırken bir yandan da dönemin tarihini, yani sınıflar mücadelesini veriyor. Bu yanıyla en güzel, en öğretici tarih kitaplarından biridir diyebiliriz Ateşi Çalmak için. Marks insandır hepimiz gibi ve onun yarattıkları mucize değildir. Onun dehası; temeli sevgi, inanç ve emek olan bir gerçekliktir. Bu kitap Marks'ın sevgisini, emeğini ve yaratıcılığını anlatır. Günler, geceler boyu okuyan, araştıran, diyalektik materyalizmle öğrendiklerini yerli yerine oturtan, sınıf düşmanlarıyla asla uzlaşmayan öğretmenimizle yürüyoruz geleceğe. Marks'ın “geleceğin yaratıcısı” dediği proleterlerden Johann Stock'la Fransa Lyon'da 1831 Ayaklanması'na katılıp, haklarımız için barikatlarda savaşıp şehitler veriyoruz. Sınıf bilinci kazanmanın, kahramanlığın destanıdır Johann Stock'un hayatı. Halkların isyanı, sömürüye ve zulme karşı mücadelesi, bin yıllardır süren bir mücadeledir; ancak Marks'ın önderlik ettiği savaş, Enternasyonal marşımız-
da da dediğimiz gibi “En sonuncu kavgamızdır”. Bu kavga, tüm isyanların dersleriyle donanmış yenilmez bir kavgadır. Her sayfasından öğreniyoruz bu kitabın. 1830'da Almanya'nın Yukarı Hessen'inde yoksul köylülerle ayaklanıyor, “Köylünün vücudu nasır, ter, zenginlerin sofrasında tuz olmasın” diyerek yakıyoruz zenginlerin şatafatlarını, zenginliklerini. Evet, kana bulanıyor her isyanımız; ama artık bayrağımızda “Öldüler, yenilmediler” yazıyor. Kanımızın döküldüğü yerde çoğalarak büyütüyoruz son kavgamızı. Örgütlenmeyi, daha güçlü birlikler kurmayı öğreniyoruz öğretmenimizden. Sınıf kinini öğreniyoruz. Georg Bürchnerler'in İnsan Hakları Komitesi, “makine kırıcıları” da denilen İngiltere'deki ludistler, ciddi bir örgütlenme gerçekleştiren Chartistler, Blanquiler'in “mevsimler birliği”, İngiltere'deki sosyalistlerin kurduğu Adiller Birliği ve Markslar'ın oluşturduğu Komünistler Birliği... Örgütleniyor ve sosyalizm ordusunu büyütüyoruz. Marks ve Engels'in Komünistler Birliği örgütünün ilkelerinin açıklamak ve duyurmak için 1848'de yazdığı “Komünist Manifesto”, onların insanlığa sundukları ateşin en önemli parçasıdır. O ateşin ışığı 165 yıldır geleceğimizin yolunu aydınlatmaya devam ediyor. Yalnız tarihi, sınıflar mücadelesini, halk cephesini anlatmıyor kitabımız; Bonapartlar'ı, gelişen sömürüde kan dökücülükte sınır tanımayan burjuvaziyi, Thiersler'i de tanıyoruz, öğreniyoruz. Hangi bedelleri ödedi Markslar? Nasıl yaşadılar? Sürgünden sürgünlere gön-
derilen; açlığın, yoksulluğun içinde okumaktan, yazmaktan, mücadeleden vazgeçmeyen, ölen çocuklarının acısıyla kavrulan, yamalı pantolonuyla bize geleceği hazırlayan Marks'ı yaşamımızın orta yerine getiriyor bu kitap. Marks'ın ışığı düşüncesidir, yazdıklarıdır, yaşamıdır, mücadelesidir. Yalnız yaratarak değil, yanlışın yerine doğruyu koyarak ilerledi, mücadeleye önderlik etti. İlk yazıları, ilk kitapları eleştiri üzerine kuruludur. Şöyle diyordu Marks: “Eleştiri silahı, silahların eleştirisinin yerini tutamaz; maddi iktidar, yine maddi bir güçle devrilebilir; tersi ise ancak kitleleri kapsadığı zaman maddi bir güce dönüşebilir.” (1. cilt, sayfa 590). Yalnız değildir elbette Marks. En başta eşi Jenny, Engels, Wilhelm Wolff, Joseph Moll, Wilhelm Liebknecht en yakın yoldaşlarıdır Marks'ın. Bir yanda da en somut ve öz haliyle Bakuninler'in, Proudhonlar'ın anarşizmini, nasıl Marksizme düşmanlaştıklarını öğreniyoruz. Düzen içi çözümlerden başka ufku olmayan, burjuvaziyi insafa getirmek için “mücadele” eden Lasallecılar'ı, Fabiancılar'ı okuyup öğrenmek yetmez elbette. Mutlaka ders çıkarmalıyız. Ancak tarihten ders çıkarabilirsek yaklaşık 200 yıl sonra Bakuninler'in, Lassalle'lerin düşüncelerini hem de Marksizm adına savunanların maskesini indirebilir; halka gerçek zafer yolunu, Marksizm-Leninizmin yolunu gösterebiliriz. Eksikleri, yanlışları da olsa sosyalizm için mücadele eden, bedel ödeyenleri; “... Sönmüş lambanı yak ve insanların arasına gir. Onlara senin ateşin gerekli. Biz bozulmak hakkına sahip değiliz. Bir devrimci, mezarda dahi ateş saçmalı” (4. cilt, sayfa 475) diyen Blanquiler'i de öğrenmeli, layıkıyla sahip çıkmalıyız. Paris Komünü, devrim ve sosyalizm mücadelemizdeki ilk büyük zaferimizdir. İşte bu tarihi zaferi, komünü yaratanları, bir komün savaşçısı olan, Enter-
nasyonal marşımızın yazarı Eugene Pottier'i tüm gerçekliğiyle yaşatıyor bize Ateşi Çalmak... İnancı, fedayı, yoldaşlığı öğreniyoruz komünarlardan. “Bir kapitalist, kendi sermayesi için korkuya kapıldığında, hiçbir şey onda oluşan hayvani kinden daha güçlü olamaz” diyor Engels (5. cilt, sayfa 215). İşte bu hayvani kinini öğreniyoruz burjuvazinin ve sınıf kinimizi biliyoruz kurşuna dizilenlerimizin, hapishanede katledilenlerimizin acısıyla. 150 yıl önce hapishanelerde direnen, açlık grevi yapan, el emeği göz nuru, hem de mizah ekli olan iki ayrı dergi çıkaran devrimcileri selama durmamak, tek başına en ağır tecrite tabi tutulan Sergey Neçayev'in nöbetçi askerlerin hepsini örgütleyen direnci ve yaratıcılığından öğrenmemek mümkün mü? “Dahilik çalışkanlıktır” diyen Engels'e (2. cilt, sayfa 180) “İnsanda amaç olunca bu amaca ulaşmak için güç de bulunur” (5. cilt, sayfa 25) diyen yazarımız Galina Serebryakova'ya yüreğimizin, bilincimizin kapılarını açmalı ve onlardan öğrenmek için çalışmalı, öğrendiklerimizle devrim mücadelemizi büyütmeliyiz. Son söz; Marksizm bayrağını Lenin'e devrederek ölümsüzleşen, Lenin'in “meşalemiz” dediği Engels'ten: “Ben isterim ki Ruslar, hatta Ruslar'ın dışındakiler de Marks'ın ve benim yaptıklarımdan alıntılar yapmayıp bağımsız düşünsünler. Ancak o zaman Marksizm gerçekten yaşayacaktır” (5. cilt, sayfa 362). Gün ateşi büyütme, öğretmenlerimize layık olma günüdür. o * Ateşi Çalmak, Roman – 5 Cilt, Evrensel Yayınları
ocAk 2013 | TAVIR | 61
62-64 haber ocak_29-30 ellerimi tut 1/7/13 4:39 PM Page 62
haberler
haberler
Konserimizi Yapmak için Taşlarla Sopalarla Direndik
F Tipi Filmin Galası Gerçekleşti
Çalışması aylar öncesinden başlayan, Direnişteki işçiler tarafından düzenlenen “İşçi Direnişlerini Büyütelim, Birleşelim, Direnelim, Kazanalım” konserinin valiilik tarafından son gün güvenlik gerekçe gösterilerek yasaklanma kararı tanınmayarak konser gerçekleştirildi . Konseri dinlemek için saat 12.00’den itibaren Bağcılar’a gelinmeye başlandı. Polis ise, konseri dinlemek için salona gelenleri, iptal oldu diyerek yollamaya çalıştı. Konsere gelenlerin polisi dinlememesi üzerine, polis de konseri izlemek için gelenlere kimlik kontrolü yapıp gözaltına almak istedi. Bağcılar Cemevi önü’nde toplanan yaklaşık 300 kişi polisin
baskılarına rağmen sloganlarını atarak konserin yapılacağı alana doğru yürümeye başladı. Grup Yorum, Grup Abdal ve Niyazi Koyuncu’nun da içinde bulunduğu kitleye polis doğrudan saldırarak gaz sıktı. Buna karşılık 300 kişi iki saat boyunca sloganlarla, taşlarla, sopalarla direndi. İşçilerin kazanımlarının kutlanacağı gecenin valilik tarafından güvenlik gerekçe gösterilerek son gün iptal edilmesinin işçilerin kazanımlarının hazmedilememesi sonucunda olduğu çok netti. İki saat boyunca gazlara, plastik mermilere karşı türkülerle marşlarla direnen kitle daha sonrasında Okmeydanı Sibel Yalçın Parkı’na geçerek etkinliğe orada devam etti. Grup Yorum, Grup Abdal ve Niyazi Koyuncu’nun sahne aldığı gece de direnerek işlerini geri kazanan işçiler yaptıkları konuşmalarda nasıl işlerini geri kazandıklarını anlatarak tek yolun örgütlenerek direnmek olduğunu ifade etti.
o
62 | TAVIR | ocAk 2013
Çekimleri 2 yıldır devam eden, Grup Yorum'un projelendirdiği ve sekiz yönetmenle birlikte tamamladığı F Tipi Film'in galası yaklaşık bin kişinin katılımıyla 19 Aralık akşamı Atlas Sineması'nda gerçekleşti. Gala gecesine filmin yönetmenleri ve oyuncuları Ezel Akay, S. Süreyya Önder, Reis Çelik, Barış Pirhasan, Aydın Bulut, Vedat Özdemir, M. İlker Altınay, Hüseyin Karabey, Gizem Soysaldı, Civan Canova, Fırat Tanış'ın yanı sıra Menderes Samancılar, Levent Üzümcü, Leman Sam, Şevval Sam, Cahit Berkay, Akın Birdal, Efkan Şeşen, HilmiYarayıcı, Işıl Özgentürk, Ahmet Mekin, Mehmet Bekaroğlu ileTAYAD'lı Aileler katıldı. Saat 19.30'da başlayan gala gecesinde ilk olarak film izlendi. Film boyunca zaman zaman salonda alkışların yükseldiği gözlemlendi. Sonrasında İdil Yapım adına söz alan İnan Altın, filmde emeği geçen binlerce insana teşekkür ederek uzunca bir süredir var olan düşlerinin gerçekleşmesine herkesin büyük bir emek verdiğini ifade etti. İnan Altın'ın ardından söz alan yönetmenler kısaca duygularını aktardı.Yönetmen Ezel Akay, hayatının ilk büyük kolektif film üretiminin içinde yer aldığını belirtirken,Yönetmen Reis Çelik“Umarım bir gün güleceğimiz filmler çekeriz”dedi.Yönetmen Hüseyin Karabey ise 19 Aralık Katliamı ve F tipi cezaevleriyle dışarıdakilere travma yaşatıldığını belirtti.Konuşmaların ardından TAYAD'lı Aileler, karanfil ve tutsak ürünlerini yönetmenlere hediye etti. 2000-2007 ölüm orucu sürecinde iki kızını şehit veren TAYAD'lı Ahmet Kulaksız da söz olarak ölüm orucu sürecinden ve tecrit zulmünden bahsetti. Gala gecesine ayrıca F Tipi Hapishanelerden kendi iletişim araçları olan“top”ile bir mesaj gönderildi. Mesajda F Tipi Hapishanelerdeki özgür tutsaklar gönderdikleri mektupla tecrit uygulamasını sinemaya taşıyan bütün emekçilere teşekkür etti. Gala gecesi, katılan tüm sanatçı ve yönetmenlerin hep birlikte Çav Bella'yı söylemesiyle sona erdi. o
62-64 haber ocak_29-30 ellerimi tut 1/7/13 4:39 PM Page 63
GRUP YORUM gün ce 45 Aralık, Tutuklu bulunan elemanları Seçkin Aydoğan'ın mahkemesine katıldı. Mahkeme öncesi aydın sanatçıların da destek verdiği bir basın açıklaması gerçekleştirerek türkülerini söyledi.
Brüksel, Viyana, Paris ve Londra'da yapılan galalarına Reis Çelik, Ezel Akay, M. İlker Altınay, Fırat Tanış, Gizem Soysaldı, Hüseyin Karabey ile birlikte katıldı. Avrupa’da gerçekleşen galalarda ilginin yoğun olduğu ve filmi izleyen herkesin beğenilerini sunduğu gözlemlendi.
419 Aralık , Yapımcılığını üstlendiği hapishanelerdeki tecrit zulmünü anlatan F Tipi Film’in galasında yer alarak, türkülerini seslendirdi.
430 Aralık, F Tipi Film üzerindeki baskılara karşı sanatçılarla birlikte İdil Kültür Merkezinde bir basın toplantısı düzenledi.
GRUP YORUM DUYURULAR 4F Tipi Film Vizyonda F Tipi Film, 21 Aralık’ta 72 farklı salonda vizyona girdi. İlk haftasında 33 bin kişiye ulaşan F Tipi Film, 4 Ocak’tan itibaren de Antalya,Dersim ve Bandırma’da gösterime girdi. Ayrıntılı bilgi için www.ftipifilm.com www.twitter.com/ftipifilm adresleri ziyaret edilebilir. 4Seçkin Aydoğan Tahliye Edilmedi Bir yıldır Tekirdağ F Tipi Hapishanesi’nde tutuklu bulunan Grup Yorum elemanı Seçkin Aydoğan 5 Aralık günü gerçekleşen mahkemede de tahliye edilmedi. Seçkin Aydoğan’ın mahkemesi 26 Şubat’a ertelendi.
419 Aralık, Katliamın yıldönümünde Bayrampaşa Hapishanesine yapılan yürüyüşe katıldı ve basın açıklamasında marşlarını seslendiri.
430 Aralık, Dev-Genç'in Kurultayında marşlar söyledi.
430 Aralık, Doğumunun 100. yılında 423 Aralık, 19 Aralık'ın yıldönümünde Cebeci Mezarlığında yapılan anmaya katıldı. Türkü ve marşlarını seslendirdi.
423-29 Aralık, F Tipi Film'in Berlin,
Ruhi Su için yapılan konserde Ruhi Su Dostlar Korosu ile şarkılar söyledi.
4Ayfer Rüzgar Tutuklandı Ayfer Rüzgar, devrimci Nebiha Aracı’nın ağır yaralı olarak bulunduğu Okmeydanı SSK Hastanesi önünde katıldığı basın açıklamasında Tayad’lı Aileler ve Grup Yorum elemanı Ali Aracı’yla birlikte gözaltına alındı. Ayfer Rüzgar çıkartıldığı mahkemece tutuklanırken Ali Aracı’ya ev hapsi verildi. o
431 Aralık, Okmeydanı'nda yapılan yıl-
ÖZÜR
başı etkinliğine katıldı. Türküler söyledi. o
Eylül sayımızda, faşizmi anlatan iç kapak tablosunda Stalin’inin de bir faşist diktatör gibi gösterilmesi telafisi zor bir hatadır. Yol açtığımız bu hatadan ötürü başta önder Stalin’den olmak üzere tüm okurlarımızdan özür dileriz...
Grup Yorum Hapsedilemez Eylemleri Devam Ediyor Grup Yorum elemanları, dinleyicileri, aydın sanatçılar “Grup Yorum Hapsedilemez!” demeye devam ediyor. 9. haftadır İdil Kültür Merkezi önünde bir araya gelinerek, dinletiler veriliyor. Büyük halayların kurulduğu ve ev hapsinin, tutuklamaların tanınmadığının, Grup Yorum’un hapsedilemeyeceğinin haykırıldığı eylemlerde aydın sanatçılar da Grup Yorum’un yanında yer alarak şarkılarıyla Grup Yorum’a destek veriyor. Şu ana kadar eylemlere Bülent Emrah Parlak, Nejat Yavaşoğulları, Hilmi Yarayıcı, Efkan Şeşen, Mehmet Aksoy, Okşan Dede, Ezel Akay, Pınar Aydınlar, Marsis ve daha bir çok sanatçı katıldı. Eylemlerde Grup Yorum’un 28 yıllık tarihi boyunca her türlü baskıya, yasağa ve engellemelere direndiğini ve bir kar makinası olup engelleri aştığını, türkülerini binlerce, milyonlarca insanla birlikte söylediğini ve susturulamayacağını en iyi onu hapsetmek, sesini boğmak isteyenlerin bildiği vurgulandı. Grup Yorum hapsedilemez eylemleri devam ederken Grup Yorum elemanı Ayfer Rüzgar ve Ali Aracı Okmeydanı SSK has-
tanesi önünde, devrimci Nebiha Aracı’yı sahiplenmek için katıldıkları basın açıklamasında gözaltına alındı. Gözaltına alınan Yorum elemanlarından Ayfer Rüzgar tutuklanırken, Ali Aracı’ya ev hapsi verildi. Son tutuklama ve ev hapsi terörüyle birlikte Grup Yorum’un tarihine yeni bir halka eklenmiş oldu. Şuan itibariyle 3 Grup Yorum üyesi ev hapsinde, 2 Grup Yorum üyesi tutsak, 1 Grup Yorum üyesi ise sürgünde... Grup Yorum’un tarihinin böyle halkalarla dolu olduğunu bilen Grup Yorum dinleyicileri, her hafta pazar günü saat 14:00’de Okmeydanı İdil Kültür Merkezi önünde gerçekleşen “Grup Yorum Hapsedilemez” eylemlerine katılarak, Grup Yorum’u sahipleniyor ve hapsedilmek istenen Grup Yorum’un bulunduğu her yerin bir konser alanı olduğunu ve coşkulu halayların kurulduğunu ve türkülerin susturulamadığını gösteriyor. o
ocAk 2013 | TAVIR | 63
62-64 haber ocak_29-30 ellerimi tut 1/7/13 4:39 PM Page 64
haberler haberler kısa... kısa... kısa... kısa.. kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa...kısa... kısa...
4“Açlığa Doymak” protesto edildi 20 Aralık 2012 tarihinde, İstanbul Nişantaşı’nda bulunan Pana Film önünde Halk Cepheliler Ölüm orucu direnişinin içini boşalttığı ve devrimcileri hedef aldığı için“Açlığa Doymak” filmini protesto etti ve okunan açıklama ile vizyondan kaldırılması gerektiğini ifade etti. 4Şehir Tiyatroları’nda “Faşizme Karşı Omuz Omuza” Denildi Vasıf Öngeren’in yazdığı, Aslı Öngören’in sahneye koyduğu faşizmin gerçeklerini anlatan Zengin Mutfağı oyunu sahnelendiği ilk hafta Harbiye Muhsin Ertuğrul sahnesinde faşist baskıya uğradı. Bunun üzerine, ertesi gün gerçekleşen gösterimde İdil Kültür Merkezi Sanat Cephesi üyeleri, oyunu izlemeye giderek oyunun sonunda “Halkın Sanatçısı Yalnız Değildir” ve “Faşizme Karşı Omuz Omuza” sloganlarını tüm salonla birlikte atarak oyunu sahiplendi. 4Stuttgart’ta Özlemin Dili Olsa Etkinliği Gerçekleştirildi Almanya’da 2 aralık Pazar günü Ressam Hasan Toraman’ın 19 Aralık Katliamı’yla ilgili yaptığı tablolardan oluşan resimlerin sergilendiği ve söyleşilerin gerçekleştiği bir etkinlik düzenlendi. Etkinliğe Grup Yorum elemanı İhsan Cibelik ve şair Nihat Behram katıldı. Faşizmin politikalarından, Grup Yorum ve devrimci sanat üzerindeki baskılardan bahsedilen birinci bölüm panel biçiminde geçerken, ikinci bölümde İhsan Cibelik, Nihat Behram’ın bestelenmiş şiirlerini ve Grup Yorum türkülerini söyledi. 4F Tipi Film’in Avrupa Galaları Gerçekleşti Grup Yorum’un öncülüğünde çekilen F Tipi Film’in Avrupa galaları gerçekleşti. Gala programı içerisinde Londra, Viyana, Paris, Berlin ve
64 | TAVIR | ocAk 2013
Brüksel’e giden film ekibi gittikleri her yerde büyük bir coşkuyla karşılandı. Galaların tüm hazırlıklarını ve tanıtım çalışmalarını filmi sahiplenenler gerçekleştirdi. Gerçekleşen galalarda, filmin izlenmesinin ardından yönetmen ve oyuncular olumlu eleştiriler aldı. 4F Tipi Film Sansür Duvarını Deliyor Daha vizyona girmeden afişleri asıldığı için insanların gözaltına alındığı, bildirisini dağıtmaya, tanıtıcı masa açmaya zabıta müdürlüğü tarafından gerekçe gösterilmeden “uygun görülmemiştir” denilerek izin verilmediği, göstermek isteyen salonların faşistler ve polisler tarafından tehdit edildiği F Tipi Film tüm bunlara rağmen ilk haftasında 33 bin kişi tarafından izlenerek, onlarca yüksek bütçeli filmlerin önüne geçmeyi başardı. 4Sanatçılardan F Tipi Film Dayanışması F Tipi Film’e vizyona girdiği günden bu yana uygulanan baskı, sansür ve yasaklamalara karşı aydın sanatçılar İdil Kültür Merkezi’nde bir araya geldi. Pelin Batu, Nejat Yavaşoğulları, Hilmi Yarayıcı, Mehmet Aksoy, Bülent Emrah Parlak, Okşan Dede ve Mehmet Esatoğlu’nun katıldığı basın toplantısında bu sansür ve yasaklamaların yalnızca Grup Yorum’a ya da F Tipi Film’e olmadığını AKP iktidarının kendinden olmayanı kabul etmediğini ve boğmak istediği, buna karşı örgütlenerek büyük bir sanat cephesinin oluşturulması gerektiği vurgulandı. 4Kıbrıs’lı Sanatçılardan Grup Yorum’la Dayanışma Gecesi Grup Yorum üzerindeki baskılara, tutuklama terörüne karşı 24 Aralık Pazartesi günü saat 20.00’de Grup Yorum’la dayanışma gecesi düzenlendi. Tiyatro sanatçısı Yaşar Ersoy’un sunduğu gecede Arda Gündüz, Kıbrıs Şafağa Özlem ve Sol Anahtarı şarkılarını Grup Yorum için
seslendirdi. Gerçekleştirilen etkinlik ile Grup Yorum’un yalnız olmadığı haykırıldı. 4Grup Yorum Dinleyicileri Seçkin Aydoğan’a Özgürlük İstedi Grup Yorum dinleyicileri yaklaşık bir yıldır Tekirdağ F Tipi Hapishanesinde tutsak bulunan Seçkin Aydoğan’ın 5 Aralıkta gerçekleşen mahkemesi öncesi Galata Kulesi’nden Seçkin Aydoğan’a Özgürlük diye haykırarak bir pankart açtı. Yaka paça gözaltına alınan iki kişi, ertesi gün serbest bırakıldı. 4Halk Cephesi Ailesi Yeni Yıla Birlikte Girdi Okmeydanı Altınsaray düğün salonunda gerçekleşen yılbaşı etkinliğinde İdil Tiyatro Atölyesi sanat üzerindeki baskıları ve Odtü’de öğrencilere uygulanan faşizmi konu alan skeçleriyle, Grup Yorum halk türküleriyle, İdil Kürtçe Grubu kürtçe türküleriyle ve İdil Halk Oyunları ekibi halaylarıyla yer aldı. 4Kültür -Sanat Sen’den Tiyatro Paneli 8 Aralık’ta Ankara’da Kültür-Sanat Sen'in çağırısıyla "Özelleştirme Hedefindeki Sanat Kurumları" başlığı altında tiyatro, opera,bale vb. gibi sanatın bir çok alanına uygulanan baskıların, yasaklamaların konuşulduğu bir panel gerçekleştirildi. Panele bir çok sanatçı-kurum katıldı. Panelin ilk oturumunda AKP'nin iktidara geldiği 2002 yılından itibaren sanata uyguladığı özelleştirme politikaları, ikinci oturumda ise "İktidar, İdeoloji ve Tiyatro" konuşuldu. AKP iktidarının ideolojik olarak her alanda hakimiyet kurmaya çalışmasından sanat kurumlarının da payına düşeni aldığı söylendi. İdil Kültür Merkezi Sanat Cephesi’nin de katıldığı panel, sanata uygulanan faşizme karşı örgütlü biçimde mücadele etme gerekliliği ve genel grev çağrısıyla sona erdi. o
ocak 2013 kapak.indd 3
1/7/13 2:09 PM
ocak 2013 kapak.indd 4
1/7/13 2:09 PM