Si 511

Page 1

DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE

511

22 Ocak 2015 2 TL. sosyalistisci.org

METAL İSCİLERİ GREVE CIKIYOR , ,

HAYDİ DAYANISMAYA! , KEN OLENDE: ÖZGÜRLÜK, DİN VE MARX

sayfa 8

RONİ MARGULİES: HAYALÎ OSMANLI, HAYALÎ TÜRK

sayfa 7

EREN KESKİN: “Benim kalbim diasporada”

sayfa

10


2

GÜNDEM

METAL İŞÇİLERİNİN ZAFERİ, HEPİMİZİN ZAFERİ OLACAK Metal işçileri, patronların örgütü MESS’in dayatmalarına karşı mücadeleye hazırlanıyor. 14 ilde 38 fabrikada gerçekleşecek grevin başlangıç tarihi 29 Ocak. 15 bine yakın işçinin katılacağı grev öncesi, geçtiğimiz hafta birçok fabrikada grev kararı ilanları eylemlerle asıldı. Birleşik Metal-İş pek çok yerde grev eğitimleri düzenliyor. İşyeri komiteleri grev komitelerine döndürüldü ve bu yapıların güçlendirilmesine çalışılıyor.

YÜCE DİVAN VE PARLAMENTER ÇOĞUNLUK YALANI

Metal işkolunda grevin kazanması, Soma sonrası yükselen işçi hareketinin bütününe moral, özgüven ve cesaret verecek. Kürt sorununda çözüm, Ermeni Soykırımı’nın tanınması, yolsuzluk ve rüşvet batağı ve kendi tabanındaki çatlaklarla boğuşan AKP, bir de karşısında kazanım elde edebilen bir sınıf hareketi bulursa iyiden iyiye zayıflayacak. Metal işçileri, bizim sınıfımızın bir parçası olarak kölelik düzenine, patronlara, ekonomik büyümeden pay alamayışımıza, işçi ölümlerine ve AKP’nin bütünlüklü neoliberal paketine karşı direnecekler. Bu yüzden her yerde grevci işçilerle dayanışmak için elimizden geleni yapmalı, emek örgütlerini harekete geçmeye zorlamalı, metalcilerin grevinin ülkenin merkezi meselelerinden birisi hâline gelmesi için uğraşmalıyız.

BU DEVLETİN ELLERİ KAN KOKUYOR Hrant Dink’i anma yürüyüşü sırasında Rakel Dink ve yanındaki arkadaşlarımız, “Bu devletin elleri kan kokuyor” sloganının, şiddet karşıtı sloganların atılmasını istediler. Slogan atılırken, yine de gülüşmeler eşliğinde, “Nasıl temizleyeceğiz?” sorusu soruluyordu. Boğazına kadar pisliğe ve şiddete batmış olan bu devleti, reformlarla temizlemek mümkün değil. Bugünlerde, yeniden çocuk öldürmeye başladı utanmadan yeni Türkiye’nin kurulduğunu iddia edenlere inatla. Cizre’de, hakkında Hrant Dink cinayetinde ihmali-sorumluluğu bulunduğu için soruşturma açılan bir adam Cizre’ye emniyet müdürü oldu. Ve kısa sürede beş çocuk öldürüldü emniyet güçleri tarafından. Hrant Dink’in katilleri, Cizre’de de iş başındaydılar. Bülent Arınç “Cizre’yi eşkıya grubundan temizleyeceğiz” dedikten bir gün sonra İçişleri Bakanlığı 12 yaşındaki çocuğun ölümünde ilk tespitlere göre polislerin kusurlu olduğunu açıkladı. Bu kadar karmakarışık olmuş bir bürokrasiyi, devlet hiyerarşisini yolsuzluğu aklamak için altüst eden bu kadar şaşkın bir hükümeti, darbeden başka bir şey düşünmemek üzere örgütlenmiş böylesi bir askeri bürokrasiyi, ulusalcı ve faşist güvenlik güçlerini, ancak bir devrim temizleyebilir. Ama, devrim, oturup beklenecek, demokrasi mücadelesini kendisi için erteleyebileceğimiz bir süreç değil. Demokrasi mücadelesinin içinden gelişip fışkıracak toplumsal bir altüst oluş süreci. Kürt halkının çözüm masasındaki yalnızlığına son vermemiz gerekiyor. Hep birlikte, barışa söz vermemiz gerekiyor. Barış, Cizre’ye bir katili emniyet müdürü atayabilecek kadar şaşkın olan bir hükümetin ellerine bırakılamayacak kadar değerli zira.

49 AKP milletvekilinin ‘yargılansın’ dediği Egemen Bağış, mecliste ‘hayır’ oyunu kullanırken.

Yolsuzluğa bulaşan dört bakanın durumu Meclis Genel Kurulu’na getirildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın doğrudan müdahale ettiğinden kimsenin kuşku duymaması gereken bir aklama süreciyle karşı karşıyayız.

Meclisin dört bakanı Yüce Divan’a yollamayacağı kesindi. Çünkü Meclis Genel Kurul’unda en az 276 milletvekilinin ‘kabul’ oyu kullanması gerekiyor. Muhalefet ve bağımsızların 223 oyu bulunuyor. AKP’li bakanların Yüce Divan’a gitmesi için AKP’li milletvekillerinin 55 oyluk bir fire vermesi gerekiyordu. Fakat fire yine de Erdoğan’ın ve AKP yönetiminin beklediğinden daha fazla oldu. AKP’de 8 milletvekili mazeret bildirerek oylamaya katılmamıştı. Çağlayan hakkındaki önergeye 242 kabul oyu kullanılması AKP’deki fire oranının yüksek olduğunu ortaya koydu. Toplamda 55 oyluk olmasa da 49 milletvekili Erdoğan’ın da AKP liderliğinin de istediği yönde tutum almadı. Tabii ki Erdoğan ipini sağlam kazığa bağladı. Tabii ki Erdoğan, bakanların “ötmesini” engellemek zorunda olduğunu

biliyordu. Ama Erdoğan kendi partisinden 34 milletvekilini bile ikna edememiş durumda. Meclis’in kararı ne olursa olsun, belgeleri, konuşma kayıtları, gizli ilişkileri apaçık ortada olan siyasiler, halkın nezdinde aklanamayacaklar. Gezi’ye darbe girişimi denmesinin, yolsuzluk ilişkilerinin açığa çıkarılmasının cuntacılıkla itham edilmesinin, Ak Saray denilen Erdoğan köşkünün maliyetini dile getirenlere darbeci denmesinin, yargı bağımsızlığını savunanların vesayetçi ilan edilmesinin, icad edilen paralel yapının her kapıyı açan maymuncuk gibi şeytanlaştırılmasının, sosyal medyanın yasaklanmaya çalışılmasının, tüm bunların nedeni buydu. AKP liderliğinin girdiği gizli kapaklı, devasa bir para çarkını paralel bir muhasebeyle gasp etme olgusunun üzerini örtmekti. Tek hataları var. Gizlenmek için suratlarına taktıkları maske tümüyle şeffaf. Kim olduklarını biliyoruz. Parlamenter çoğunluğunu yolsuzluğu aklamak üzere hezeyanla harekete geçiren bir siyasi partidir AKP!

Nihat Kazanhan... 12 yaşında çocuklar KARGA KAFASI hangi ülkede öldürlür? KEMAL GÖKHAN GÜRSES

“Agos olarak, Hrant Dink cinayetinin, Cemaat’le ilişkili ya da ilişkisiz polislerin yanı sıra, ordu, bürokrasi, Milli İstihbarat Teşkilatı ve bunların türlü kurum ve kesimlerdeki uzantılarının el birliğiyle işlendiğini biliyoruz.”

(Rober Koptaş 19 Ocak 2015 tarihlin yazısından)


GÜNDEM

ERDOĞAN’IN 24 NİSAN UTANMAZLIĞI Cumhurbaşkanı Erdoğan, büyük bir pişkinlikle soykırıma

maruz bırakılan bir halkın liderini, Çanakkale anmalarına davet etti. Belli ki, “konuyu tarihçilere bırakalım” diyen hükümet, soykırımın inkarının 100. yılında “yokmuş” gibi bir tavır sergileyecek.

Cumhurbaşkanı Erdoğan tam da Ermeni soykırımının 100. yıldönümü anmalarının yapılacağı tarih olan 24 Nisan’da Çanakkale Zaferi için uluslararası anma yapılacağını açıkladı. Üstüne üstlük hiç utanmadan 24 Nisan’da Çanakkale’de yapılacak anmaya Ermenistan Cumhurbaşkanı Sarkisyan’ı da davet etti. Dış İşleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu yaptığı açıklamada “1. Dünya savaşından etkilenen tüm devletlerin başkanlarına davet gönderiyoruz. Davet gönderilenlerin içinde Ermenistan da var. Çünkü Osmanlı ordusunun içinde savaşan Ermeni askerler var” açıklamasında bulundu. Osmanlı İmparatorluğu’nun da dahil olduğu emperyalist saldırganlığı sonucu oluşan 1. Dünya Savaşı milyonlarca

HAFTANIN IRKÇISI İP LİDERİ DOĞU PERİNÇEK Hrant Dink’i hedef gösteren, Veli Küçük ile birlikte kuşatan, öldürtenlerin başındaki isimlerden biri olan Perinçek bu 19 Ocak’ta “Ermeni Soykırımı emperyalist bir yalandır” ırkçı görüşünü tekrarladı. Aynı gün İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesi, Ergenekon davası sanığı Perinçek için daha önce konulmuş yurtdışına

BARIŞ SÜRECİNDE ÖNEMLİ AMA YETERSİZ ADIM Yaklaşık iki yıldır düşe kalka ilerleyen çözüm sürecinde, geçtiğimiz hafta çok önemli bir gelişme yaşandı. Bugüne kadar PKK lideri Abdullah Öcalan’la bir devlet heyeti, bir de HDP heyeti görüşüyordu. Bu görüşmeler ayrı ayrı yapılıyordu.

Hükümet 24 Nisan’da düzenlemeyi planladığı Çanakkale anmalarıyla uluslararası kamuoyunun dikkatini Ermeni Soykırımı anmalarından uzaklaştırmayı planlıyor. Ancak hem hükümet hem de inkârcılar, bu tarz manevraların hiçbir işe yaramayacağını çok kısa sürede anlayacaklar. Bu hamle de soykırımının tanınması tarihini biraz daha uzatmaktan başka bir işe yaramayacak.

Ardından, süreç açısından hepimizi umutlandıran bir gelişme daha yaşandı ve ilk kez devlet heyeti-HDP-DTK heyeti ve Abdullah Öcalan bir masanın etrafında aynı anda toplantı yaptılar. Bu ilk kez oluyor.

Önce, Abdullah Öcalan’ın ısrarıyla, milletvekilliği hakları devlet tarafından gasp edilen Hatip Dicle Abdullah Öcalan’la görüşen HDP heyetine dahil oldu. DTK Eşbaşkanı Dicle’nin görüşmelere katılması çok önemli bir adımdı.

Bunun çok önemli bir gelişme olduğunun altını bir kez daha çizmemiz gerekiyor. Yine de bu, Abdullah Öcalan’ın ısrarla talep ettiği, Kürt halkının özlemle beklediği “müzakere süreci”nin başladığı anlamına gelmiyor. Müzakere süreci, müzakere edilecek konuların tespit edildiği, sıralandığı yazılı metinler üzerinden sürmek zorunda. Görüşmelerin, anlaşma noktalarının kayıt altına alınması ve anlaşma zemini üzerinden yürünerek yasal düzenlemelerle beraber pratik adımların atılması gerekir.

2014’ün ilk günlerinde Hatay ve Adana’da durdurulan MİT tırları haberleri ile çalkalanmıştı. Durdurulan tırlarda, Suriye muhalefeti içerisindeki cihatçı gruplara giden askeri mühimmat olduğu iddia edilmişti ancak hükümet bu iddiaları yalanlamıştı. Hatta hükümet yetkilileri tırlarda ‘battaniye ve yardım malzemesi var’ demişti. Geçen hafta bu olaylar sırasında tutulan resmi tutanaklar internete düştü.

AKP, Ortadoğu devrimlerine müdahil olmaya çalışarak bölgedeki karmaşadan bölgesel bir güç olarak çıkmaya çalışıyor. Bulunduğu bölgede emperyalist bir güç olma hedefi peşinde olan hükümet, Suriye’de devrimin iç savaşa dönmesinden beri muhalif grupların bir kısmına para ve mühimmat desteği veriyordu. Bu silahlar sadece diktatör Esad rejimine karşı değil, muhalefet içerisindeki diğer devrimci gruplara ve Rojava’daki Kürt gerillalarına karşı da kullanılıyordu.

BARIŞTAN YANA Yıldız Önen

insanın ölmesine, bir o kadar sayıda insanın da sakat kalmasına yol açtı. Filmlere de konu olan Çanakkale ise bu savaşın bir cephesini oluşturmakta. Üstelik bu kanlı serüven sadece bu cephede yaşanan katliamlardan ibaret değil. Bu savaşın yüzleşilmesi gereken asıl eksik sayfasını Osmanlı İmparatorlu’nun Anadolu’da yaşayan Ermeni toplumuna yönelik gerçekleştirdiği soykırım oluşturuyor. 1915’de Çanakkale’de savaşan Topçu Yüzbaşı Sarkis Torosyan’ın ailesi dâhil, bir buçuk milyon Ermeni katledilildi. Dış İşleri Bakanı’nın bahsettiği Ermeni askerler katliam sırasında meydana gelecek herhangi bir direnişi engellemek amacıyla yok edildiler.

O TIRLARDAKİ SİLAHLAR DEVRİMİ KATLETTİ

Tutanaklarda tırların mühimmat dolu olduğu ortaya çıkıyor. MİT üyelerinin jandarmaya karşı koyduğu, arama talimatı veren Savcı’ya küfrettikleri ve aramayı yapan askerlere de “Ulan armutlara bak, kazma kürekle mühimmat arıyorlar, bilen biri arasın, tırlar bomba dolu patlayacak” dediği yazıyor.

3

İNTERNET VE HABER SANSÜRÜ Hükümet bir süredir kendisi hakkındaki gerçeklerin ortaya saçılmasına haber yasakları ile karşılık veriyor. Yolsuzluk iddiaları ve komisyon soruşturması hakkında olduğu gibi MİT tırları hakkında da haber yasağı uyguladı. Belgeleri sızdıran twitter hesabına ve onları yayınlayan internet sitelerinin sayfalarına erişim engellendi. RTÜK belgelerin görsel ve basılı yayında yayınlanmasını yasakladı. Geçtiğimiz hafta hükümet basın-yayın ve ifade özgürlüğü hakkında bir dizi saldırıda daha bulundu. Cumhuriyet gazetesi matbaası Carlie Hebdo karikatürleri nedeniyle baskına uğradı. Charlie Hebdo’ya destek amacıyla ‘Je suis Charlie’ kapağı ile çıkan Leman, Uykusuz ve Penguen dergilerinin dağıtımında sorunlar yaşandığı ileri sürüldü. Tekirdağ Valisi Ali Yerlikaya’nın Ramazan ayında Coca Cola’yı Fanta ile protesto etmesi gibi haberleri yapan tekirdagtaraf.com internet sitesine vergi cezası kesildi.

çıkış yasağını kaldırdı. 28 Ocak’ta İsviçre’nin Strazborug kentine gitsin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde görülen duruşmasına katılsın, burada 1.5 milyon Ermeni’nin katledildiği 1915 Soykırımı’nı inkar etsin diye. Hükümete karşı darbe girişimine katılan Perinçek, Ergenekon davasından mahkum olmuş, ancak yolsuzluklarını örtmek için darbecilerle işbirliği yapan Erdoğan tarafından sokağa salınmıştı. Soykırım, ileride Türkiye Cumhuriyeti’ni kuracak İttihatçı kadrolar tarafından, Sünni Türk burjuvazisinin çıkarları için gerçekleştirildi. Memur Perinçek ise 100 yıllık zulmün sorumlusu devleti aklayıp, soykırımı “emperyalizmin” üstüne yıkarak bu haftanın ırkçısı oldu.

Aslında bir müzakere metni ortada. Sanırım tarihe Kobanê krizi olarak geçecek dönemin ardından Abdullah Öcalan, minik bir anayasal çerçeveyi andıran bir “yol haritası” metni açıklamıştı. Bu metni, HDP heyetinin, DTK heyetinin ve cümlesine, virgülüne kadar KCK liderliğinin benimsediğini, desteklediğini, bir tür yeni manifesto olarak adlandırdığını biliyoruz. Bilmediğimiz, hükümetin, devletin bu çerçeve metin hakkında ne düşündüğüdür! Öğrenmemiz gereken de budur. Heyetlerin Öcalan’la aynı masada buluşması, müzakereye giriş anlamına gelse de müzakerenin kendisi değil. Sürecin müzakereler yönünde ivmelenmesi için yapılması gerekenler çok açık: Hükümetin, çözüm sürecinin müzakere sürecine evrilmesi için nasıl bir yasal-anayasal-pratik adım çerçevesi sunduğunun açıklanması lazım. Batıda yaşayan savaş karşıtlarına düşen, çözüm sürecini sonuna kadar destekleyen ama sürecin kırılgan yapısını bir an bile unutmadan, barış sürecini kalıcı bir hale getirecek müzakere sürecinin başlaması için hamle yapmaktır. Bizler, “barışa söz ver!” diyerek, bu yönde adım atacağımızın da sözünü vermiş oluyoruz.

arşivimize buradan ulaşabilirsiniz:

www.sosyalistisci.org


4

DÜNYA

KATLİAMIN ARDINDAN SAĞ BÜYÜMEYE ÇALIŞIYOR

YEMEN’DE REJİM SALLANTIDA Yemen’de uzun süredir isyan hâlinde olan Husiler, başkentte ilerliyor. Devlet Başkanı Abdurabbuh Mansur Hadi’nin ofisini koruyan muhafızlar, sarayı Husi milislere terk ettiklerini duyurdu. Bazı Sünni aşiretler, başkanı, Şii Husilerle birlikte bir komplo kurmakla suçluyor. Hükümet ise olayın “darbe girişimi” olduğunu iddia ediyor. Darbe iddiası komik çünkü Yemen’de zaten demokrasi yok. Şu anki Başkan Hadi, tek aday olarak girdiği seçimlerde %99 oy alarak seçilmişti. Tıpkı bölgedeki diğer tüm diktatörlüklerde olduğu gibi.

Almanya’da her üç kişiden birinin desteğini alan ırkçı Pegida’ya karşı protestolar artıyor. ONUR DEVRİM ÜÇBAŞ

Paris’te 12 kişinin öldürülmesiyle sonuçlanan Charlie Hebdo katliamının ardından Avrupa’da Müslümanlar açısından zor bir döneme giriliyor. Avrupa’daki aşırı sağ katliamı kendi siyasi alanını arttırmak için kullanıyor. Geçen yıl Mayıs ayında yapılan AB Parlamentosu seçimlerinden birinci çıkan faşist Ulusal Cephe (FN) gerçekleşen katliamın partinin göçmen ve Müslüman karşıtı politikasını haklı çıkardığını anlatıyor. Ölüm cezasının geri getirilmesini, Schengen vizesiz geçiş alanının iptal edilmesini ve suç işleyen çifte vatandaşların Fransız vatandaşlığından çıkarılmasını savunan Ulusal Cephe’ye -parti yetkilerine göre- katliamdan bu yana 3000 kişi katıldı. Partinin lideri Marine Le-Pen The New York Times’ta 18 Ocak’ta yayınlanan yazısında sınır kontrollerinin sıkılaştırılmasını ve ülkeye alınan göçmenlerin sınırlandırılmasını talep etti. Charlie Hebdo katliamının ardından Avrupa sağının yürüttüğü politikalar Müslümanlara karşı saldırıları teşvik eden bir ortam oluşmasına neden oluyor. Katliamın arKÜRESEL BAKIŞ Arife Köse

EMPERYALİZM VE PARİS SALDIRISI Dünyadaki hiçbir sorun tek boyutlu değil. Ekonomik krizi tartışırken aynı zamanda göçmen sorununu, aynı zamanda iklim değişikliğini tartışabilirsiniz. Paris’teki saldırı sonrasında yaşanan tartışmalar da bunu gösteriyor. İfade özgürlüğünden siyasal islama, cihatçılıktan terörizme kadar bir dizi konu aynı anda, birbirinin içine geçmiş şekilde tartışılıyor. Üstelik bu tartışmaların her birine dünyada IŞİD gibi bir devletin var olduğu gerçeği, Türkiye’de ise hem bu hem de AKP hükümetinin varlığı eşlik ediyor. Bütün tartışmaları bu ikisinin dolayımı ile yapıyoruz. Belki de ilk defa, böyle bir olayın ardından emperyalizm vurgusu en zayıf ifade edilen nokta oldu. Hatta bunu söyleyenler IŞİD’çi olmakla, İslam’ın artık kendisini sorgulamasının zamanının geldiği şu günlerde bu tartışmanın üzerini örtmekle, AKP’li olmakla suçlandı. Batı, Usame Bin Ladin’i öldürmekle ve Ortadoğu’yu mezheplere bölerek yönetmekle bu işi çözemeyeceğini görmenin verdiği çaresizlik, Türkiye’de ise muhalefet, ne olursa olsun AKP’nin bir türlü iktidardan düşmemesi-

dından Fransa’da Müslümanlara yönelik en az 50 saldırı gerçekleşmiş Le Man’daki bir camiye eğitim için kullanılan üç el bombası atılmış ve ateş açılmış, Villefranche-sur-Saone’da bir caminin yanındaki lokantada bomba patlamış, Port-la-Nouvelle’deki bir camiye ateş edilmişti. 17 Ocak’ta Avignon’da Faslı Muhammed El Makouli evine giren bir saldırgan tarafından 17 kez bıçaklanarak öldürüldü. Bu ortam Fransa ile sınırlı değil. Haftalardır Almanya’daki en kalabalık ırkçı PEGIDA gösterilerinin merkezi olan Dresden’de 20 yaşındaki Eritreli Halid İdris Bahray evinin hemen dışında kanlar içinde ölü bulundu. Polisin bir cinayet soruşturması başlatması için sosyal medyadan, yerel bir gazeteden ve Almanya’daki Eritrelilerden tepki gelmesi gerekti. Bahray’in aynı evde kaldığı arkadaşları basına, PEGIDA eylemlerinin yapıldığı Pazartesi günleri evden çıkmaya korktuklarını söylediler. Müslüman düşmanı PEGIDA hareketinin Dresden’de yakaladığı başarı Avrupalı ırkçılara aynı isimle başka ülkelerde de örgütlenmeleri için cesaret veriyor. PEGIDA İngiltere ise Londra, Manchester ve Newcastle’da sokağa çıkmaya karar verdiğini açıkladı. nin verdiği çaresizlikle Müslümanlardan hesap sormaya girişti. Herkes İslam tarihi uzmanı kesildi. AKP de karikatürlerin bir kısmını yayınlayan Cumhuriyet gazetesini hedef göstererek, gazeteye yapılan saldırıları meşru kılan açıklamalar yaparak zaten kendisinin de fazlasıyla nemalandığı bu laik/anti-laik kutuplaşmasını bir kez daha körükledi. Bunların hepsi dünyada üzerinde ciddi tartışmalar yapılan konular. Ancak ana halkayı yakalamak, hangi tartışmanın dünyada ezilenlerin birliğini sağlayacak, güçsüzlerin pozisyonunu güçlüler aleyhine geliştirecek mücadele olduğunu tespit etmek gerekir. 11 Eylül saldırısından sonra dünyada muhalefetin stratejisi kocaman bir savaş karşıtı hareket inşa etmek olmuştu. Evet, dünya aynı dünya değil. Peki bizim farkımız ne? Cumhuriyet gazetesinin tehdit edildiğinde, elbette yanında olmak gerek. Ancak dünyayı şekillendirecek olanın bu tartışma olmadığını unutmadan. Dünyada belirleyici olan ise Avrupa devletleri ve ABD’nin Paris saldırısına “terörle mücadele” adı altında vereceği yanıt ve Türkiye’nin burada alacağı pozisyon. Yani soru şu: 18 Şubat’ta ABD’de düzenlenecek güvenlik zirvesine Türkiye’nin katılması gerektiğini ve IŞİD ve El Kaide benzeri yapılarla bu şekilde mücadele edilebileceğini ve örneğin internet yasaklarıyla bilgi edinme ve ifade özgürlüğünün buna kurban edilebileceğini düşünüyor muyuz?

Husiler, hükümeti yolsuzlukla ve Arap Baharı’nın bir sonucu olarak devrilen Başkan Salih’in adaletsiz politikalarına devam etmekle suçluyor. Talepleri arasında elektrik kesintilerinin sona ermesi, akaryakıt zamlarının geri çekilmesi, hükümetin Hadi tarafından feshedilerek yeni bir kabinenin kurulması ve Husilere 5 bakanlık koltuğu verilmesi gibi talepler yer alıyor. Nüfusun yüzde 55’inin Sünni yüzde 45’nin Şii olduğu Yemen’de 2011 yılında Arap Baharı’yla birlikte başlayan ayaklanma, diktatör Ali Abdullah Salih’i istifa etmek zorunda bırakmıştı. Suudi Arabistan ve ABD’nin sıkı bir müttefiki olan Yemen’de Arap Baharı’na bir model olması istenen “barışçıl geçiş” denenmiş, diktatöre yargılanmama zırhı verilirken iktidar aynı partiden bir başka isme devredilmişti. Böylece Yemen’de hükümet ve rejim aynı kalırken yalnızca tepedeki isim değişti. Bu durum halkın öfkesini dindirmeye yetmedi, isyan sürüyor.

KÜRESEL MÜCADELELER n Meksika’nın Iguala kentinde çok sayıda kişi, geçtiğimiz Eylül ayında 43 öğrencinin polis tarafından çetelere teslim edilmesini protesto etti. Devlet eliyle öğrencilerin katledildiğini söyleyen göstericilerle polis arasında çatışma çıktı. n Bahreyn’de Sünni monarşinin baskılarına karşı mücadele devam ediyor. Sünni monarşinin, Ana muhalefet partisi El-Vefak’ın lideri Şeyh Ali Salman’ın ardından partinin diğer önemli ismi Cemal Kadim’in tutuklatması Bahreyn’in başkenti Manama’da yüzlerce kişi tarafından protesto edildi. n Avrupalar çiftçiler ve aktvistler, GDO’lu gıdalar ve büyük çiftlikleri protesto için 17 Ocak’ta Berlin’de sokağa çıktı. “Bıktık artık” sloganıyla yapılan eyleme katılan 50 bin kişi “hayvan fabrikaları” olarak nitlenen büyük çiftliklere destek veren ABD ile AB arasındaki anlaşmaya tepki gösterdi. Çiftçiler gıda tekellerinin değil küçük üreticilerin korunmasını ve gıda güvenliği sağlanmasını istiyor. n Esad rejimi Hasekê’deki Kürt mahallerine saldırdı. Saldırıya yanıt veren YPG, iki karakolu ele geçirdi. Suriye ordusu ile Kürt savaşçılar arasındaki çatışmalar devam ediyor. Halk ayaklanmasının başladığı 2011 Mart’ından bu yana ilk kez rejim ile YPG arasında savaş patlak verirken, PYD Suriye muhalefetinin geri kalanı gibi hem rejimle hem de IŞİD’le savaşır duruma geldi.


HRANT DİNK

5

19 OCAK’TA İKİ MESAJ

Bu yıl 19 Ocak anması, her zamankinden çok daha etkili

oldu. Binlerce insan, işgünü olmasına rağmen, Taksim’den Agos’un önüne yürüdü. Bu 19 Ocak anmasını daha öncekilere göre farklı bir şekilde anlamlandıran, Hrant’ın Arkadaşları’nın verdiği temel mesajdı. Yüzleşin Hrant’la pankart! Yürüyüşün en önündeki pankartta, “Yüzleşin! Hrant’la, soykırımla...” yazıyordu. Hrant Dink’in ölümünün üzerinden sekiz, Ermeni soykırımının üzerinden ise 100 geçtiğini vurguluyordu bu pankart.

Verdiği mesaj ise çok açıktı: Devlet, sağcılar, hükümetler, meclisteki partiler, medya, yargı sistemi. Devletin her koldan çalışan enstrümanı, Hrant Dink cinayetiyle yüzleşmek zorunda. Hrant Dink cinayetinin hesabını vermek zorunda. Pankartın arkasında yürüyen binlerce insanın, Hrant Dink’in mirasına sahip çıkarken yaptığı ilk iş buydu. Sekiz yıldır davayı ilerletmeyen, cinayetin arka planında yer alan devlet görevlilerini aklamaya çalışan, cinayette kusuru bulunan kamu görevlilerinin yargılanmasını engelleyen tüm güçlerin açığa çıkartılması, teşhir edilmesi ve bu devletin genetik kodlamasında Ermeni bir gazetecinin kolayca öldürülmesini sağlayan soykırımcı geleneğin şifrelerinin çözülmesi en önemli talebimizdi. Bu taleple yürüdük ve Hrant Dink cinayetini planlayanları bir kez şaşırtarak, bir kez daha karamsarlığa iterek, binlerce insan, “Hepimiz Hrant’ız, hepimiz Ermeniyiz!” sloganını atarak Agos’a doğru ilerledik. Her Hrant Dink anmasında, her mahkeme önünde olduğu gibi, ırkçılar ve milliyetçiler bir kez daha gerilediler, mağlup oldular. Yüzleşin soykırımla! 19 Ocak anması, tek kelimeyle 1915 soykırımıyla yüzleşme çağrısı oldu. Hem ana pankart, hem yürüyüş boyunca atılan, “Yüzleşin soykırımla! Yüzleşin Hrant’la!” sloganı, hem Murathan Mungan’ın Agos’un penceresinden yaptığı konuşmada söyledikleri, Hrant Dink cinayetinin, 1915 yılında gerçekleşen Ermeni soykırımı zincirinin son halkası olduğunu çok keskin bir şekilde açığa serdi. 1915 Ermeni soykırımı planlanması, örgütlenmesi, katilleri, katillerin korunmasıyla tüm devlet mekanizmasının yer aldığı bir katliamdı. Katliamdan sonra, sistemli bir şekilde soykırı-

mın üstü örtülmeye çalışıldı. Hrant Dink cinayeti de planlanması, işlenmesi, dava süreci, katillerin, azmettiricilerin korunması çabasıyla, üstünün örgütlenmesi çabasıyla, 1915 soykırımının bir devamı. Soykırım zincirinin son halkası. Murathan Mungan Agos’un penceresinden şunları söyledi: “Hrant Dink’in öldürülüşünün sekizinci yılı, gene bildiğiniz gibi aynı zamanda 1915 Ermeni soykırımının yüzüncü yılıdır. Ermeni soykırımının reddi, inkârı Türkiye’nin yüzyıllık yalnızlığıdır. Tarihte, hafızada, akılda, vicdanda ve dünyadaki yalnızlığıdır. Türkiye’nin bu yüzyıllık yalnızlığı artık son bulmalıdır.” Hrant Dink: Türkiye’nin en önemli devrimcisi Sorun sadece Türkiye’nin, tüm dünyanın bildiği bir gerçeği gizlediğini sanarak yalnızlaşması, berbat bir duruma düşmesi değildir. Hrant Dink’i öldürenler, bugün artık tüm kesinliğiyle biliyoruz ki, Talat Paşa’nın öldürülmesinin de intikamını alarak, Ermeni soykırımını, en kaba Türk milliyetçilerine bile dinleten, soykırımı dile getiren, tartışmaya açan, Türkiye’de hiçbir zaman yaşamadığı resmi tarih tarafından dikte edilen bir halkın Türkiye’de yaşayan en kadim halklardan birisi olduğunu kanıtlayan, açığa çıkartan ve bunu çok ikna edici bir dille anlatan Hrant Dink’i öldürerek, soykırımı devam ettirerek inkar etmek, gizlemek istediler. Ama yaşamıyla neredeyse tek başına soykırımcılara geri adım attıran Hrant Dink, şimdi politik mirasıyla da soykırımcılarda şaşkınlık yaratıyor. Bu 19 Ocak bir şeyi daha kanıtladı: Hrant Dink, Türkiye’de 1908 darbesinden sonra yetişen en önemli devrimcidir. Sadece cesur, çalışkan, ısrarcı olduğu için, kimseye fark ettirmeden müthiş bir örgütlenme kapasitesine sahip olduğu için değil, çok ikna edici bir dille Türk milliyetçiliğinin surlarında geri dönülmez çatlaklar yaratan bir hareketin en önemli kurucusu olduğu için. Devlet erkanı, sıraya girmiş, Hrant’ın politik mirasının cüssesi altında kendisini, devletini savunmaya çalışır durumda kaldı. Geçen sene Erdoğan 24 Nisan’da taziye mesajı yayınladı. Bu yıl ise başbakan Davutoğlu bir Hrant Dink mesajı yayınlamak zorunda kaldı. Hrant Dink, hala, devleti adım atmaya, açıklama yapmaya zorladığı için Türkiye’nin en önemli devrimcisidir.

Geri adım yetmez! Özür dileyin! Davutoğlu mesajında, “Hrant Dink, Ermeni kökeninden de, Türkiye’ye bağlılığından da ödün vermeden Türkler ile Ermenilerin ortak geleceklerini inşa edebilmelerinin yol ve yöntemini arayan değerli bir Anadolu aydınıydı” diyor. Nereden nereye! Ermenileri aşağılayan, yok sayan bir dilden, Ermeni kökeninden ödün vermediği için bir başbakan tarafından övülen bir Ermeni gazeteciye! Davutoğlu, “1915 dahil, gayri insani sonuçlar doğurduğunu daha önce de açıklayan Türkiye, Ermenilerin acılarını paylaşmakta, iki halk arasında yeniden duygudaşlık kurulması için sabır ve kararlılıkla gayret göstermektedir” diyerek, “Ermenilerin acıları” vurgusunu doğrudan yaparak, devlet adına Hrant Dink’in politik mirası karşısında bir geri adım daha atmak zorunda kalıyor. Irkçılık ve milliyetçilik geriliyor. Hrant Dink, vurulup düştüğü yerden konuşmaya devam ediyor. Artık bu sesi daha da güçlendirmek, ırkçılığı tümnüyle geriletmek zorundayız. Devlete daha da geri adım attırmak için mücadele zamanıdır. Şimdi tam zamanıdır! Bu taziye mesajları yetmez! Adım atın! Hrant Dink cinayetinde rol alan tüm devlet yapılanması aktörlerinin yargılanmasını sağlayın! Ermeni soykırımını, aynı mesajda yaptığınız gibi, “Savaş şartlarında başvurulan zorunlu yer değiştirme politikaları” olarak tanımlamayın artık! Sistemli bir soykırım olduğu gerçeğini kabul edin ve tüm Ermeni halkından özür dileyin! Ermenistan-Türkiye sınır kapısını açın! İlk eğitimden son eğitime kadar, müfredata yerleşmeiş olan soykırımcı tarih anlayışının bütün uzantılarını kaldırın kitaplardan ve eğitim alanından. Vakıf mallarını iade edin. Geçen yıl taziye mesajı sunan cumhurbaşkanınızın, 18 Mart’ta gerçekleştirdiği Çanakkale anmasını 24 Nisan tarihine çekmesi ve Ermenistan devlet başkanını o gün bu anmaya çağırması gibi şatafatlı rezilliklere son verin!


6

TÜRKİYE

AVRUPA’DA İSLAMOFOBİ VE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ

Avrupa ülkelerinde yapılan kamuoyu yoklamaları, bu ülkelerde yaşayan Müslümanlara karşı bir ayırımcılık ve nefretin gelişip yayıldığını göstermekte. Her üç müslümandan biri ayrımcılıkla karşılaştı Avrupa Birliği’nin 27 ülkesinde 23,500 kişi üzerinde kapsamlı bir araştırma yapan ‘European Union Agency for Fundamental Fights’ (FRA) yayınladığı bir ankete göre bu ülkelerde yaşayan her üç müslümandan biri, sadece son bir yılda mutlaka ayırımcılıkla karşılaştı ve her on müslümandan biri de saldırı veya aşağılanmaya maruz kaldı. Ankete katılan her dört kişiden biri ise son 12 ayda polis tarafından kontrol edildiğini belirtmekte. Bunların yüzde 40’ı maruz kaldıkları bu ayırımcılık ve saldırıların sebebini kültürel kökenlerine bağlamaktadır. Yaşadıkları ülkenin vatandaşı olan Müslümanların yüzde 27’si ayırımcılığa uğradığını belirtirken, vatandaş olmayanlarda bu oranın yüzde 41 olduğu görülmektedir. Göçmenlere düşmanlık Araştırmalar, Müslümanların sosyal, kültürel, ekonomik alanda ve kamusal yaşamda ayırımcılığa uğradığını ortaya koyuyor. Berlin Enstitüsü’nün son araştırmasına göre Almanların yüzde 70’i göçe ve göçmenlere açık olsa da konular somutlaştığında Müslüman göçmenlere sınır çizilmesinden yana. Toplumun yüzde 70’i sünnete izin verilmemesi gerektiğini savunuyor, cami inşaatlarına ve öğretmenlerin başörtüsü takabilmesine karşı olanların oranı yüzde 55. Fransa’da ise Müslümanlar okullarda öğrencilere sadece domuz etinden yapılmış sosis servis edilmesinden, başörtüsü yasağına kadar bir çok alanda inançlarından dolayı ayrımcılığa maruz kalıyor. İfade özgürlüğünün ezme ve ezilme ilişkisi çerçevesi bağlamında ele alınması gerektiğini söylemek özellikle Avrupa’da Müslümanların içinde bulunduğu bu durum göz önünde bulundurulmasını gerektirir.

İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ ÇİĞNEYEN İKTİDAR Paris’te yaşanan Charlie Hebdo katliamının hem dünyada

hem de Türkiye’de yol açtığı önemli tartışmalardan birisi de ifade özgürlüğü konusunda oldu. Bu konu dünyada “bir dinin kutsal saydığı şeyler hakkında yapılan mizah ifade özgürlüğü içine girer mi?”, “hakkında mizah yapılan kesimler bir ülkedeki azınlıkları ve ezilen kesimleri oluşturuyorsa ifade özgürlüğünün sınırları nasıl ve neye göre belirlenmeli?” gibi başlıklar altında yürürken, Türkiye’de ise devletin müdahalesiyle bunlara ek olarak farklı bir boyut kazandı. Cumhuriyet gazetesinin Charlie Hebdo dergisinin katliamdan sonra yayınladığı ilk sayının bazı sayfalarını yayınlaması üzerine polis “makul şüphe” gerekçesiyle gazeteyi bastı, gazetenin yazarları hakkında soruşturma başlatıldı ve binasının önünde gazeteyi tehdit eden gösteriler gerçekleştirildi. Üstelik hem cumhurbaşkanı hem de başbakan gazetenin karikatürleri yayınlayarak provakosyon yarattığı gerekçesiyle tüm bu yapılanları meşrulaştırdılar ve hatta gazeteyi ve yazarlarını hedef gösterdiler. Söylenmesi gereken çok net; dünyanın hiçbir yerinde böyle bir uygulama kabul edilemez. Karikatürleri yayınlamanın doğru ya da yanlış olduğu, ifade özgürlüğüne girip

girmediği tartışılabilir ancak bunları yayınladıkları için gazetelerin basılması ve devlet yöneticileri tarafından hedef gösterilmesi sadece ifade özgürlüğüne değil her türlü özgürlüğe ve demokrasiye aykırıdır, sansürdür. İfade özgürlüğünün ötesinde demokrasi sorunudur. Kesinlikle karşı çıkılmalıdır. AKP sadece bu konuda değil ifade özgürlüğünün her alanı ve bütün ayrımcılık biçimleri konusunda iki yüzlü bir partidir. Başbakan Davutoğlu bir yandan Fransa’da Charlie Hebdo katliamını protesto yürüyüşüne yine kendisi gibi iki yüzlü dünya liderleriyle birlikte katılırken kendi ülkesine döndüğünde yaptığı ilk iş bir gazetenin basılmasına ve yazarlarının tehdit edilmesine izin vermek ve yaptığı konuşmalarla bunu meşrulaştırmak olmuştur. Erdoğan’ın nefret söylemi AKP için ayrımcılık sadece Müslümanlara uygulandığında bir anlam ifade etmekte, Müslümanların mağdurları arasında yer almadığı diğer ayrımcılık ve ifade özgürlüğü ihlalleri AKP için hiçbir önem taşımamaktadır. Davutoğlu, Türkiye’de yıllardır ayrımcılığa maruz kalan, öldürülen, mülkleri elinden alınan azınlık temsilcileriyle yaptığı top-


TÜRKİYE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ SINIRSIZ MI?

7

GÖRÜŞ Roni Margulies

HAYALÎ OSMANLI, HAYALÎ TÜRK

Dünyanın hemen hemen her yerinde ifade özgürlüğü farklı bağlamlarda kullanılır ve hiçbir yerde sınırsız değildir. Örneğin ABD’de genel olarak herkesin konuşma hakkı çerçevesinde bir ifade özgürlüğü bağlamı varken Avrupa’da ifade özgürlüğü başkasının yaptığı açıklamanın kimseye zarar vermemesi, kimsenin bundan dolayı incinmemesi bağlamı üzerine kuruludur. Dünyanın birçok yerinde nefret söylemine dair kısıtlamalar, faşistlerin yayınlarının ve konuşmalarının yasaklanması söz konusudur. Fransa’da Ermeni soykırımı ve Yahudi soykırımı ile dalga geçmek yasaktır. Almanya’da Kavgam kitabı yasaktır. Norveçli faşist Breivik’in Utoya adasında öldürdüğü 80 sivilin ardından hazırladığı manifestosunun çoğaltılması yasaklanmıştı. Cinsiyetçi söylemler, nefret içeren sözler, ırkçılık ifade özgürlüğü içinde değerlendirilemez. Örneğin hiçbir şekilde MHP’nin ve onun yayınlarının ifade özgürlüğünden bahsedilemez. Dolayısıyla ezme ezilme ilişkisi bağlamından kopuk, evrensel, bağlamlar üstü bir ifade özgürlüğü yoktur.

ÜNÜ İKİYÜZLÜ

DEMOKRATİK ANAYASA İSTİYORUZ

Özgürlükçü muhalefet Bunların hepsine karşı çıkmak, AKP’nin ifade özgürlüğü ve ayrımcılık konusundaki ikiyüzlü tutumunu teşhir etmek gerekir. Hükümetin açıklamaları Cumhuriyet gazetesine yapılan baskını, yazarlarına soruşturma açılmasını meşrulaştırmaktadır. Yayınların içeriğinden, gazetenin yayın politikasını beğenip beğenmememizden tamamen bağımsız olarak ifade ve basın özgürlüğüne tamamen aykırıdır. Yaptığı açıklamalarla toplumu asıl tahrik eden, bölen, ayrımcı bir dilin her kesime sirayet etmesine yol açan ve bu dili hakim kılan, dolayısıyla saldırıların önünü açan hükümettir. Ezilenlerin birliğini savunmak hükümetin bu tavır ve diline karşı mücadele etmeyi ve özgürlükler konusundaki iki yüzlü tavrını teşhir etmeyi gerektirir.

Diğerleri silahlı külahlıyken, bu herifin niye bu kadar laubali olduğu çok tartışıldı. Türk devlet başkanı dediğin, banyoya bile kafasında miğferiyle gider. Ben bu 16 ulu Türk’ü iyi tanırım. Çocukluğumda gezmeye götürüldüğüm parkta hepsinin heykelleri vardı. Hâlâ da var. Ama anladığım kadarıyla, ben büyürken bir tanesi değişmiş. Kuzey Kıbrıs’ta nur topu gibi bir Türk devleti doğunca, listeye bunun da eklenmesi gerekmiş elbet. Ama durup dururken rakamı değiştirmek, yeni heykeller filan yapmak zahmetli olacağından, KKTC’yi eklerken eskilerden birini listeden düşürüvermişler. Hangi devleti düşürdüklerini bilmiyorum. Bu hainliği kim yapmış, bilemiyorum. İşin garibi, sarayda poz verenler arasında Kıbrıslıya benzer kimseyi göremedim. Gözlerim Rauf Denktaş gibi birini aradı, ama yoktu. Anlaşılan, bu işler benim sandığımdan daha karmaşık. Kim Türk, kim değil? Kim devlet kurmuş, kim kurmamış? Kurdukları devleti beğeniyor muyuz, biraz yetersiz mi biliyoruz? Listeye alalım mı, almayalım mı? Bu ne biçim devlet lan? Bunların kıyafeti bi garip! Ha, şu miğfer harika, bunu alalım!

lantıda bile onlara sadece islamofobi ile mücadele etmelerini önermişti. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın kısa bir süre önce telaffuz ettiği “Affedersiniz Ermeni”, “Bunlar solcu, bunlar ateist, bunlar terörist”, “çocuklarımız dindar değil de tinerci mi olsunlar” sözleri yine AKP’nin ayrımcılık ya da ifade özgürlüğünü umursamadan kullandığı nefret söylemi örneklerinden bazılarını oluşturuyor.

Aralarına arkadaşları Tayyip Erdoğan’ı da alarak sarayın merdivenlerinde poz veren 16 Türk devletinin başı, aralarından bir tanesi bornozla resim çektirdiği için ilgi çekti en çok. Banyodan yeni mi çıkmıştı, hamama gitmek üzere miydi, bilinemedi.

Resmî tarih, devletlerin yazdığı tarih, hep böyledir. İcat edilmiştir, uydurulmuştur. İsteğe bağlı olarak peri masalı gibi yazılmıştır. Geçmişte olup bitenlerle alakası yoktur. Yazan ve yazdıran devletin güncel ihtiyaçlarıyla alakalıdır.

Türkiye’de düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğü her zaman önemli demokrasi sorunları arasında olagelmiş, yasalar genellikle bu özgürlükleri devlet lehine kısıtlama yönünde yapılmış ve işletilmiştir. Türkiye hala 12 Eylül anayasası ve yasaları ile yönetiliyor. Hükümetin çıkardığı “makul şüphe” yasası son olarak gördüğümüz gibi bir gazetenin hiçbir gerekçe olmaksızın polis tarafından basılmasının önünü açıyor. Bu bakış açısı ve uygulamalar anti-demokratiktir. Yasalar ve anayasa devleti topluma karşı korumayı değil, bireyi ve bireyin haklarını devlete karşı korumayı esas almalıdır. İfade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, düşünce özgürlüğü bu bağlamda tartışılmalı, 12 Eylül anayayası bir an önce tamamen kaldırılmalı ve hem nefret suçları yasası bütün ayrımcılıkları içerecek şekilde ele alan biçimde düzenlenmeli hem de demokratik ve özgürlüklerden yana yeni bir anayasa yapılmalıdır.

Kemalist devlet, Osmanlı’nın berbat bir şey olduğunu, geri, karanlık, yobaz ve tümüyle başarısız olduğunu, Türklük’le alakası olmadığını yazmıştır. Buna karşılık, ulvi bir varlık olan Türk’ün hep devlet kurduğunu, hep cengâverce savaştığını, hep kahraman, hep müthiş olduğunu anlatmıştır. Biz de bunları okuyup öğrenmişizdir. AKP hükümeti, önce Osmanlı’yı Kemalistlerin attığı çöp tenekesinden çıkarıp bağrına bastı. Saçma sapan, uydurulmuş bir Osmanlı’yı bastı bağrına, ama olsun, bazı çevrelerde işine yarıyor. Bununla yetinmedi. Niye yetinsin ki? Kemalistlerin uydurduğu saçma sapan ve uydurulmuş Türk’ü de kullanabilecekken, kullanmamak yazık olurdu. Hayalî Osmanlı ile muhafazakarlığını, hayalî Türk ile milliyetçiliğini kanıtlamak daha iyi değil mi?


8

TEORİ

ÖZGÜRLÜK, DİN VE MARX KEN OLENDE

Charlie Hebdo’un ofisinde karikatüristlerin ve bir kaşer marketinde Yahudilerin korkunç ve şok edici bir şekilde öldürülmesi dinin rolünü tartışmaya açtı. Dünyayı akılcı bir yolla açıklamayı deneyen çoğu insan dini ana problemlerden biri olarak görüyor.

Patronların dergisi Economist’de yakın zaman önce aynı açıklıkla “Bu inancın, pek çok liderlerince de teşvik edilen, cami ve devlet arasında bir ayrım koymadan ruhsal ve dünyevi otoriteyi birleştirme iddiası bağımsız siyasi kurumların gelişimini engelledi.” diye yazıyordu. Fakat dini gerçek dünyadaki olaylardan ayıran böylesi fikirler insanların neden bazı zamanlarda bazı şekillerde davrandıklarını açıklamakta yetersiz kalıyor. İnsanlar yüzlerce yıldır dünyayı mantıklı bir şekilde anlamaya çalışıyor olsalar da gündelik kapitalizmin gerçekliği son derece akıldışıdır, bu yüzden pek çok insanın akıldışı açıklamalara yönelmesi şaşırtıcı değil. Ancak dünyadaki temel sorunlara baktığımızda bunlar; kapitalizmin, emperyalizmin, eşitsizliğin ve sömürünün maddi gerçekliğinden kaynaklanıyor. Bu sorunlar insanların kafalarındaki fikirlerde yansımalarını buluyor. Chris Harman “Peygamber ve İşçi Sınıfı” makalesinde bütün dinlerin somut koşullara ayak uydurduğunu savunuyordu. Harman “Roma Katolik Kilisesi, antik çağın son evresinde ortaya çıkmış ve kendisini ilk olarak feodal topluma uyarlayarak bin yıl yaşamıştır. Daha sonra feodalizmin yerini alan kapitalist topluma büyük bir çabayla uyum sağlamış ve süreç içinde öğretisinin içeriğini büyük ölçüde değiştirmiştir.” diye yazmıştı. İnsanlar, İslam’dan özel olarak gerici bir din

Charlie Hebdo, güya bütün dinlere ve otoritelere fark tanımaksızın saldırdığı için övüldü. Ancak, egemenleri hicvetmekle yoksullar ve ezilenlerle dalga geçmek arasında büyük bir fark var. Toplumdaki zenginlerle, mevkii sahipleriyle dalga geçmekle her gün kurumsal ırkçılığa ve devletin saldırılarına maruz kalanları bir kez daha aşağılamak aynı değil. Hiciv gerçeği dile getirebileceği gibi önyargıları teşvik etme tuzağına düşmemize de neden olabilir. Batılı egemenlerin kendileri hakkındaki görüşü 18. yüzyıldaki “Aydınlanma” çağından itibaren büyük ölçüde hoşgörülü ve laik oldukları yönündeydi. Fakat “İfade özgürlüğü” bir efsane ve bizim yöneticilerimizle zenginler bunun farkındalar. Medyanın büyük kısmının mülkiyeti ve kontrolü onlarda olduğundan söylenenleri kısıtlıyor ve bazen karşıt görüşleri susturmak için doğrudan şiddet veya sansür kullanıyorlar.

İnsanlar tüm dinlerden bahsediyorlar ama pratikte odaklandıkları İslam veya Hristiyanlığın Batı dışında egemen olan versiyonları oluyor. Basındaki çok az makale İngiltere Kilisesi’nin veya Papa’nın topluma olan tehditlerinden bahsediyor. Basının ve politikacıların “cevaplaması gereken sorular var” diye bahsettikleri İslam. Londra’nın Evening Standard gazetesinde Fransız yorumcu Agnes Poirer Charlie Hebdo saldırısının ardından “Birbiri ardına gelen hem sol hem de sağ Fransız hükümetleri temel Fransız Cumhuriyetçiliğinin temel değerlerinin altını oydular, hepsinden önemlisi de sekülerizmin” diye yazdı. İngiliz siyasetçilerin İngiliz sağcı, ırkçı partisi UKİP konusunda söylediklerini hatırlatan bir şekilde Ulusal Cephe’nin (Front National) bu kadar başarılı olmasının nedeninin “Fransa’da açıkça İslamcılıktan bahseden az sayıda siyasi partiden biri” olmasına bağladı.

EGEMENLERİ HİCVETMEKLE EZİLENLERLE DALGA GEÇMEK ARASINDAKİ FARK

Avrupa’da sendikalar İslam düşmanlığına ve ırkçılığa karşı mücadele ediyor. olarak bahsedip hayretler içinde Ortadoğu’nun Afrika’nın ve Asya’nın büyük kısmındaki insanların batıya neden düşmanlık beslediğini sorduklarından çoğu zaman sanki Batı dünyanın geri kalanını istila edip yağmalamamış gibi konuşuyorlar. Dini inanış Aydınlanma-öncesi, özel olarak gerici ve bu sebeple modern siyasi söylemin dışında görülüyor. Gerçekte, modern kapitalist devletler dinle beraber çalışıyor ve dini kullanıyor. Dini milyonlarca insanın, yüzyıllar boyunca akıllarını çelmiş bir yanılsama olarak görmek yeterli değil. Aksine dini düşünceler de diğer bütün düşünceler gibi sosyal ve tarihsel koşulların ürünüdür. Marx bunu şu şekilde ifade eder: “Dini ıstırap, hem gerçek ıstırabın ifadesi hem de gerçek ıstıraba karşı bir protestodur.” Ezilenler “Din, ezilenlerin iç çekişi, kalpsiz bir dünyanın kalbi, ruhsuz koşulların ruhudur. Din halkın afyonudur. Halkın aldatıcı mutluluğu olarak dini ortadan kaldırmak, halkın gerçek mutluluğunu istemektir” “Halkın kendi durumu üzerindeki yanılsamalardan vazgeçmesini istemek, halkın yanılsamalara gereksinim duyan bir düzenden vazgeçmesini istemektir” “Öyleyse dinin eleştirisi, dinin aylasını oluşturduğu bu gözyaşları vadisinin tohum halindeki eleştirisi anlamına geliyor.” İnsanların sınıflı toplumun fırtınasında sığınacak yer olarak doğaüstü güçlere olan inancı görmeleri gayet anlaşılabilirdir. Bu tespit en çok da canavarın kalbi olan ABD için geçerlidir.

Marx’ın seküler devlet talebinin yeterli olmadığı argümanı dün olduğu gibi bugün de doğrudur. Sekülerizm kendi başına dinden kurtulamaz çünkü o insanların dini düşüncelere sahip olmasının nedenlerini ortadan kaldıramaz Dini inanç baskıların sebebi değil tersine baskılara bir cevaptır. Dini diğer sosyal yönlerden ayrı ele almak ise bir zaman kaybıdır. Marx bunun aksine “siyasi özgürleşme”nin ekonomik ilişkileri ve toplumu dönüştürecek “insani özgürleşmeye” doğru radikal bir şekilde genelleştirilmesi çağrısı yapar. Sosyalist siyasi proje materyalist bir dünya algısı üzerine inşa edilebilir, sadece ateist olanı üzerine değil. Aydınlanmanın liberal savunusunda bir derece ikiyüzlülük olsa da, bu dönemde gerçekten de belli başlı köklü fikirler ortaya çıktı. Bunların arasında dini hoşgörü ve azınlık haklarının savunusunu da var. Voltaire’in aynı fikirde olmadığı insanları savunusunu içeren konuşması büyük oranda, bugünkü karşılığı Müslümanlar olan, dini azınlıklara olan baskıyı durdurmaya yönelikti. Ancak emperyalizm ve ırkçılık geride kalmış bir hurafeler çağının kalıntıları değil. Tersine ikisi de kapitalizmin döneminde gelişti. Kapitalizmin daha büyük bir mantıksızlığıysa öngördüğü özgürlük ile aslıyla gerçekte var olan kısıtlamalar- ekonomik, siyasi, sosyal- arasındaki uçurum. Tam da bu nedenle biz yöneticilerimizin lekeli imajlarına destek çıkmayı amaçlayan ikiyüzlü kampanyalara sürüklenmemeliyiz. Toplumda hali hazırda zaten bulunan ırkçılık ve İslamofobiyi güçlendirmeye çalışanlara bir an bile taviz vermemeliyiz. ÇEVİRİ: İDİL ÜGÜT

Charlie Hebdo, karikatüristlerin daha önceden çalıştıkları derginin sansür tarafından kapatılmasından sonra kurulmuştu. Bu dergi cumhurbaşkanı Charles de Gaulle için alaycı bir ölüm ilanı yayınlamaktan “suçlu” bulunmuştu. Dalga geçen karikatürler, ayrıcalıkların ve yolsuzlukların ifşa edilmesine yardımcı oldu. James Gillray, 1790’lar ve sonrasında Kral 3. George’un ve politikacıların karikatürlerini çizdi. Private Eye adlı dergi 1960’larda Muhafazakâr Parti’den başbakan olan Harold Macmillan’la dalga geçiyordu. Ancak bu tür bir mizahı savunanlar 1800’lerdeki ve 1900’lerin başındaki Yahudi düşmanı veya İrlandalı karşıtı ırkçı karikatürlerden nadiren bahsediyorlar. Çok az kişi çocuk istismarı yanlısı bir derginin yayınlanmasına izin verilmesini savunur. Eylemlerin sonuçları vardır. ABD’deki örnek teşkil eden bir davada mahkeme, insanların kalabalık bir tiyatroda yanıltıcı bir şekilde “yangın var!” diye bağırma gibi bir ifade özgürlükleri olmadığına hükmetmişti. Bu kararda böyle bir eylemin “Kongre’nin engellemekle yükümlü olduğu, önemli zararlara yol açabilecek açık ve yakın tehlike yaratacağı” belirtiliyordu. Yönetenler ve yönetilenlerin neyin makul olduğu konusunda farklı düşünürler. İki kesim de çocuk pornosunun teşvik edilmesinin kabul edilemez olduğunda uzlaşabilir. Ancak ABD hükümeti bu sorunu ilk olarak 1.Dünya Savaşı sırasında insanların zorunlu askere almaya karşı bildiri dağıtımını engellemek için bahane olarak kullandı.


SINIF MÜCADELESİ

İŞ CİNAYETLERİNİN HEPSİ ÖNLENEBİLİRDİ İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG) 2014 İş Cinayetleri Raporu’nu açıkladı. Rapora göre 2014 yılında en az 1886 işçi yaşamını yitirdi. Raporda en dikkat çeken ayrıntı ise 1886 iş cinayetinin hepsinin önlenebilir olduğu. Kuralsız çalışma koşullarının, esnek çalışmanın, yasal düzenlemelerin iş cinayetlerinin baş sorumlusu olduğuna dikkat çekilen raporda, hükümetin iş cinayetlerine çözüm olarak açıkladığı paketlerin cinayetleri önlemeyeceği belirtildi.

Ankara OSTİM’deki bir atölyede protesto.

9

MÜCADELENİN İÇİNDEN Faruk Sevim

METAL İŞÇİLERİNİN GREVİ KAZANMALIDIR DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş Sendikası, işveren örgütü MESS’in dayattığı 3 yıllık sözleşmeye karşı örgütlü olduğu 41 fabrikada 15 bin işçi için grev kararı aldı, grev 29 Ocak’ta başlayacak. Birleşik Metal-iş sendikası 2 yıllık sözleşme, düşük ücretlilere ek zam, ücretlere ortalama yüzde 20 zam ve insanca çalışma koşulları talep etti. Daha önce MESS’le toplu sözleşme imzalayan Türk Metal ve Çelik iş, yüzde 9,8 zammı kabul ettiler ve 3 yıllık sözleşmeyi imzaladılar.

İŞÇİ DİRENİŞLERİ VE PROTESTOLAR ARTIYOR n Sağlık Bakanlığı’nın “Uymayana disiplin soruşturması açarız” dediği cumartesi günleri zorunlu nöbet uygulamasını aile hekimleri tanımıyor. Üçüncü haftada direnişe yeni şehirler eklendi ve %95 katılım sağlandı. TTB’ye yakın kaynaklar bakanlığın geri adım atmak üzere olduğunu söylüyor.

n Özel Maltepe Üniversitesi hastanesinde Dev Sağlık-İş sendikasına üye oldukları için işten atılan işçilerin direnişi 40 günü geçti.

n Adana Tufanbeyli’de yapımı süren termik santralinde çalışan 3 bin işçi, işçi kıyımlarına ve ücret gasplarına karşı iş durdurarak eyleme geçti.

n Adana Adalet Sarayı’nın inşaatında çalışan işçiler, ücretlerinin gasbedilmesini çalıştıkları inşaattaki vincin üzerine çıkarak protesto etti.

n DİSK Genel İş Sendikası İzmir şubesi, İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı otobüs şoförlerine yönelik uygulanan şiddeti “Şoförüme dokunma” yürüyüşü ile protesto etti.

n ETİ Maden Bandırma İşletme Müdürlüğü’nde çalışan Petrol İş Sendikası’na üye işçiler, Danıştay kararına rağmen işletmenin taşeron işçi çalıştırmasını protesto etti.

n Adana Devlet Hastanesinde çalışan 60 taşeron işçi, hesaplarına yatması gereken ücretlerinin iki hafta gecikmesi nedeniyle iş bıraktı.

n Mersin’de ve İzmir’de sağlık emekçileri ücretlerine yapılan düşük artışı protesto etmek için bordrolarını yaktı.

n Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) Batman Bölge Müdürlüğü’ndeki bazı ünitelerde küçülmeye gidilmesine tepki gösteren işçiler, TPAO ağır nakliyat ünitesindeki 6 TIR’ın Ankara’daki Genel Müdürlüğe gitmesini engelledi. n Tekirdağ Çerkezköy’deki Bross Tekstil’de işçi sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili taleplerini işverene bildirdikleri için işten çıkarılan işçiler direniş başlattı. n Selüloz-İş Sendikası ile Olmuksan arasından yürütülen TİS’in anlaşmazlık ile sonuçlanması üzerine 7 fabrikadan 630 işçi grev kararı aldı. MARKS DİYOR Kİ Volkan Akyıldırım

HRANT DİNK’İ ÖLDÜREN “AKIL” “Modern devlet gücü, tüm burjuva sınıfının ortak işlerini yürüten bir komiteden ibarettir.” (Komünist Manifesto) Cinayetten 8 yıl sonra binlerce insan, Hrant Dink’in hesabını sormak için vurulduğu yere yürüdük. Mahkeme önlerinde cinayete karışan kamu görevlilerinin yargılanması için yürüttüğümüz mücadele 2 polisin tutuklanması ve terfi ettirilerek Cizre Emniyet Müdürü yapılan adamın tutuklanması ile yeni bir evreye girdi. İktidar, Gülenci olarak bilinen bu polislerin “paralel dev-

n Aylardır eylem yapan Dora Otel işçileri, geçtiğimiz pazar günü de “Sendika haktır engellenemez!” ve “Atılan işçiler geri alınsın!” yazılı pankartlarla otelin önüne yürüdü.

n Namet Gıda’da çalışırken Tek Gıda-İş sendikasına üye olan 20 işçi geçtiğimiz günlerde işten atılmıştı. Atılan işçiler fabrika önünde eylemlerini sürdürüyor. n İzmir’de yapımı devam etmekte olan Çiğli Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde çalışan elektrik işçileri maaşları ödenmediği için iş bıraktı. n DİSK’e geçtikleri için kovulan Ülker işçilerinin fabrika önündeki direnişi 80. günü geride bıraktı. n Adana Büyük Saat civarında çalışan saya işçileri, son günlerde ücretlerde yaşanan düşüşleri protesto etmek için eylem yaptı. let” yapılanmasının mensupları olduğunu söylüyor. Yani Hrant’ı Türkiye devleti değil paraleli öldürdü diyorlar. Hrant’ın mahkemelerinde boy gösteren Veli Küçük, cemaat üyesi değildi. Küçük, paralelin değil bildiğimiz devletin derin temsilcilerinden biriydi. Ergenekon ise devlet güçlerinin sayısız yüz ve isimlerinden sadece biri. Dink ailesinin avukatı Fethiye Çetin ise gözönüne alınan ve alınmayan tüm delilleri, bağlantıları, sanık ifadelerini ele alarak ulaşılan sonucun, cinayeti “Ergenekon üstü bir yapılanma”nın işlediğini söylüyor. Hrant Dink’in avukatı olan Erdal Doğan ise “Teşkilat-ı Mahsusa işledi” diyor. Yani 1915 Ermeni Soykırımı’nı yapanların kurduğu ırkçı derin devlet yapılanması. 19 Ocak günü saat 15.00’te AGOS’un önünde Hrant Dink’i öldürterek, 1915 Soykırımının başlatıcılarından Talat Paşa’nın bir Ermeni genci tarafından öldürülmesine yanıt vererek katliamın devam ettirildiğini duyuran bu

Metal işçileri 1991 yılından beri toplu bir grev yaşamadı, sürekli patronların dediklerini kabul ettiler, hak kayıplarına uğradılar. Fabrikalarda ortalama giydirilmiş ücret aylık 1400 TL. Sürekli iş kazaları, ölümlerle karşı karşıyalar. Bu sözleşme döneminde MESS ilk defa toplu sözleşmenin 3 yıllık imzalanmasını dayattı, bu dayatma bardağı taşıran damla oldu. Metal işçileri bu mücadeleyi kazanabilir mi, işçi sınıfı patronlara karşı uzun yıllardan sonra ilk kez başarılı olabilir mi? 21 Aralık Gebze mitinginde işçiler MESS’in dayatmalarına karşı direnme kararlılıklarını gösterdiler. Artık farklı işkollarından işçiler ve tüm emek dostları bu mücadelenin içinde yer almalı, dayanışma içinde olmalı ve metal grevinin kazanması için çaba göstermelidir. Çünkü bu sözleşme sadece metal işçilerinin değil, tüm işçilerin geleceğinin belirlendiği bir toplu sözleşme olabilir. Görünürde 15 bin metal işçisini ilgilendiren bu grev kazanılabilirse, aslında tüm işkollarındaki işçilerin ücretleri ve sosyal hakları olumlu etkilenir. Aynı 1989 Bahar eylemlerini başlatan belediye işçileri gibi. Ve doğru adımlar atılırsa işçi sınıfının gücünün ne kadar büyük olduğu görülür. Öncelikle işyerlerinde grev hazırlık komiteleri oluşturulmalı, var olanlar daha etkin hale getirilmelidir. Diğer işkollarındaki işçiler bu mücadeleye dahil edilmeli, birlikte mücadele etmenin önemi anlatılmalıdır. Birleşik Metal-iş’in grevi, iş güvenliği ve taşeron konusunda yapılan mücadeleler benzeri tarihi bir öneme sahip. Sınıf mücadelesinin parçalı olarak kendini gösterdiği ama birleşemediği bir dönemden geçiyoruz. Metal grevi bu parçalı eylemlerin en büyüğü olacak, dolayısıyla kazanması için çok çalışmak gerek. Bu mücadele kazanırsa, işçi hareketi hızla büyüyebilir. “akıl” paralel ya da devletin kurumlarını ele geçirmiş bir çete değildir. Bu “akıl” 1915 Soykırımı ile Ermeni halkını mülksüzleştirerek ilk sermaye birikimini yapan ve Türk ulus-devletini bu zemin üzerinden inşa eden Türk burjuvazisinin aklıdır. Hrant Dink varlığı ve mücadelesi ile soykırımın inkarını geçersiz kılıyordu. İnkarcılık, soykırımla el değiştiren, bugün Türkiye’nin en zengin ailelerinin bu duruma nasıl geldiğinin saklanmasıdır. Dink işte bu yüzden devletin tüm kanatlarının, tüm burjuva partilerin, iktidar yanlısı ya da karşıtı tüm hakim medyanın işbirliği sonucu öldürüldü. Hrant Dink, devlet içinde (bazen birbirileriyle de mücadele halindeki) egemen sınıfın tüm üyelerinin ortak kararı ile öldürüldü. Bu yüzden cinayetin çoğul failleri yargılanmadı. Katilin “paralel” olduğunu iddia etmek, seri katil devleti aklamaktır.


10 MEKTUP&DUYURU

ÖZGÜRLÜK İSTİYORUZ, KAZANACAĞIZ! Antikapitalist Öğrenciler açısından oldukça faal bir dönem geçirdik. Sadece Boğaziçinde dört adet toplantının yapıldığı, film gösterimli, ara ara buluşmalı bir sonbahar-kış dönemi.

RESMİ TARİHLE YÜZLEŞME ATÖLYELERİ

Önümüzde ise hem etrafımızda çok fazla faaliyet alanı olduğundan hem de bunlardan ayrı, üniversitelerdeki durgunluğa hitaben bol odaklı bir öğrenci hareketininin

inşası önemli. Katlamalı harçlardan anadilde eğitime, parasız eğitimden bedava ve kaliteli yemekhanelere, her öğrenciye karşılıksız burstan barışa ve soykırımlarla yüzleşmeye her şeyi talep ediyoruz. 18 Nisan 2015 Cumartesi günü bu talepleri bir yürüyüşle taçlandıracağımız güzel döneme merhaba.

TOPLANTI DUYURULARI BEYOĞLU

22 Ocak Perşembe, 19:00

BİZİ ARAYIN: Ankara 0532470150

İdil Ügüt, İstanbul

Sincan: 05397440268 İstanbul

SYRİZA’NIN YÜKSELİŞİ Konuşmacı: Meltem Oral 29 Ocak Perşembe, 19:00 MARKSİZM VE DİN Konuşmacı: Sinan Özbek İkinci Kat Cafe Çukurçeşme Sok. 11/2 Beyoğlu (İHD’nin karşısı)

6 Şubat

Beyoğlu: 05368474650

FATİH

MÜSLÜMANLAŞTIRILAN ERMENİLER

Şişli: 05547307216

İSLAM’DA BARIŞ VE SAVAŞ Konuşmacı: Mehmet Dağ 6 Şubat Cuma, 19:00

Fatih: 05053524099 20 Şubat DİL SOYKIRIMI VE ASİMİLASYON 6 Mart 1964: RUM SÜRGÜNÜ 20 Mart 2015 SOYKIRIM VE ADALET, ÖZÜR VE TAZMİNAT DSİP Şişli İlçe Örgütü Rumeli Cd. Nakiye Elgün Sokak İkbal Ap. No: 32/1 Osmanbey

Nazi rejiminin insanlık suçlarının tüm kurbanlarını saygıyla anıyoruz. Holokost’u, Yahudi yurttaşlarımıza yönelik çeşitli kesimler tarafından sistematik bir şekilde gerçekleştirilen ve ülkeyi terk etmelerini istemeye kadar varan ırkçı nefret propagandasının yaygınlaştığı bir dönemde anmanın ayrı bir anlamı var. Hep birlikte, “Bir daha asla!” demek, ırkçı ayrımcılığa, Antisemitizme ve faşizme karşı sesimizi daha güçlü duyurabilmek için 24 Ocak ve 27 Ocak’ta düzenlediğimiz etkinliklere tüm aktivist ve dostlarımızı bekleriz.

Kadıköy: 05334479709

Film Gösterimi ve Söyleşi:

Üsküdar: 05075550272

Moderatör:

İzmir 05544602111

Gürkan Özturan (DurDe Aktivisti)

Karşıyaka: 0505822991

KADIKÖY

Tekirdağ 05332334150

ERİYEN ADALET: HRANT DİNK DAVASI Konuşmacı: Ümit Kıvanç Kargart, Kadife Sokak , No: 16 29 Ocak Perşembe, 19:00 İNSAN SERMAYESİ VE

Konuşmacı: Pınar Dost-Niyego (Tarihçi, Holokost Eğitimcisi)

Eskişehir 05543127196

DurDe Platformu

Holokost Anması

Akhisar 05443270445

Holokost Anma Toplantısı

Tarih: 27 Ocak 2015, Salı

Tarih: 24 Ocak 2015, Cumartesi

Saat: 18.30

Saat: 16.00 – 18.00

Galatasaray Meydanı, Beyoğlu – İstanbul

Üniversiteler 05397980171

“Benim kalbim diasporada...” İnsan hakları aktivisti Avukat Eren Keskin’e son gelişmeler hakkındaki düşüncelerini sorduk:

açılmalı. İşimiz zor çünkü, totaliter yapı, halkı da kendine bezetmiş durumda. Aslında bizler de, egemenimize benziyoruz.

Paris katliamından sonra tüm dünyada ifade özgürlüğü ve bu özgürlüğün sınırları tartışılmaya başladı. Siz bir insan hakları aktivisti olarak hem saldırı sonrasında yaşanan tartışmaları hem de ifade özgürlüğü tartışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

İster Paris katliamı ya da her hangi bir önemli gelişme Türkiye’de kutuplaşmayı derinleştirmenin gerekçesi haline getiriliyor. Bu eğilime karşı nasıl bir tartışma yü-

TÜRKİYE’DE TOPLUMSAL CİNSİYET POLİTİKALARI Konuşmacı: Meltem Oral Beyrut Cafe, Ali Kuşçu Mahallesi, At Pazarı Meydanı, No:7

Holokost Filmi gösterimi (yaklaşık 40 dakika)

Cezayir Restaurant, Hayriye Cad. No:12, Galatasaray – Beyoğlu

Eren Keskin: Düşünce özgürlüğü, en temel haklardan biri. Ben, şiddeti, soykırımı savunmadıkça, her düşünce özgür olsun diyorum. Ancak tek tanrılı dinler ve özellikle de, reform kabul etmediği için İslamiyet, oldukça baskıcı,erkek egemen ve feodal. Bu nedenle, düşünce özgürlüğüne en çok, tek tanrılı dinlerin ihtiyacı var. Charli hebdo dergisine yönelik saldırıyı, dinlerin büyük tahakkümü çerçevesinde değerlendiriyorum. Eleştiriye, cinayet ile karşılık vermek insanlık suçudur.

30 Ocak Cuma, 19:00

Çözüm sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bir yandan süreç ilerlerlerken bir yandan da Cizre2de her gün çocukların öldüğü ortamın gelişmesini nasıl ele almak gerekir? Eren Keskin: Valla ben bu devlete hiç inanmıyorum. Devletin o kadar çok oyununa tanık olduk ki, bana güven vermiyor. Ben, Ermeni soykırımı tanınmadan, özür dilenmeden bu devlete inanamam. Aynı İttihatçı anlayış devam ediyor. Ancak ben, Kürt halkına güveniyorum. Bunca baskı, katliam, kayıp, tecavüz ve nice acıya rağmen, baş eğmedi bu halk. 24 Nisan Ermeni soykırımının 100. yılı. Devletin hangi adımları atmasını istemeliyiz ve bu adımların atılması için neler yapılabilir? rütmek gerekiyor? Eren Keskin: Coğrafyamızda yerleşik olan,Türk İslam sentezci resmi ideoloji ve devletin, kırmızı çizgileri, açıkça ve cesurca tartışmaya

Eren Keskin: Soykırım kabul edilmeli, özür dilenmeli, zararlar tazmin edilmeli. Türk devlet yetkilileri Ermeni halkının acıları önünde diz çökmeli. Bu konuda benim kalbim diasporada...

22 Ocak Perşembe, 19:00

NEOLİBERALİZM Konuşmacı: Ferda Keskin Serasker Cad., No: 88, Nergis Apt., Kat:3 ŞİŞLİ

29 Ocak Perşembe, 19:00 MARKSİZM VE DİN Nakiye Elgün Sokak No:32/3 Osmanbey ANKARA

22 Ocak Perşembe, 18.30 AKP ELİNİ KADINLARDAN ÇEK! Konuşmacı: Merve Diltemiz 29 Ocak Perşembe, 18.30 NASIL BİR HEGEMONYA MÜCADELESİ? Konuşmacı: Can Irmak Özinanır Konur Sokak 14/13, Kızılay İZMİR

23 Ocak Cuma, 18.30 REFORM MU DEVRİM Mİ? Konuşmacı: Ersin Damarsardı 30 Ocak Perşembe, 18.30 İNSAN DOĞASI GEREĞİ BENCİL Mİ? Konuşmacı: Özge Karakale Karakedi Kültür Merkezi 1462 sk. 20/1 Alsancak


İKLİM&ADALET 11

KÖMÜRLE GELEN ÖLÜM

NURAN YÜCE

Geçtiğimiz hafta, ABD madencilik endüstrisinin 2014 yılına ait ölümlü kaza istatistikleri yayınlandı. Rapora göre, 2014 yılında ABD’deki maden ocaklarında meydana gelen kazalarda toplam 40 madenci ölmüş. Daha önceki yıllarda bu sektörde daha fazla ölümler gerçekleşiyormuş. Raporun yayınlanmasının ardından ABD Çalışma Bakanlığı’ “Maden kazaları önlenebilir kazalardır. 2014 yılında meydana gelen kazalar da böyledir. Bu kazalar, madencilerimizi korumak için daha fazla çalışmamız gerektiğini açık şekilde ortaya koymaktadır” demiş. Yine geçen hafta bu sefer Avustralya Hükümeti’ne bağlı “Safe Work Australia” Ajansı bir rapor yayınladı. Bu rapora göre de, Avustralya’da 2014 yılında meydana gelen tüm iş kazalarında toplam 185 kişi ölmüş. Ölenlerin sadece 15’i madencilik sektöründe çalışıyormuş. Bu raporun açıklanmasının ardından yine ilgili kurumlar değerlendirmede bulunmuşlar ve sonuçlardan memnun olmadıklarını söylemişler. Memnuniyetsizliklerinin nedeni ölümlerin sayısının 2008 yılından bu yana 10 kişiyi aşmazken şimdi 15’ çıkmış olması. Sıradanlaşan işçi ölümleri Şimdi Türkiye’yi bu iki ülke ile karşılaştıralım. Türkiye’deki maden ocaklarında yaşamını yitirenlerin toplam sayısı 2014 yılında 370 olmuş. Sadece kömür ocaklarında ölenlerin sayısı ise 348. Bir yıl içinde madenlerde ölenlerin sayısı durumun ne kadar vahim bir boyutta olduğunu yeterince gösteriyor ama bu verilere başka birkaç veri daha eklediğimiz de tablo daha da vahim bir hal alıyor. ABD’de kömür endüstrisinde çalışanların sayısı yaklaşık 90 bin, Avustralya’da 58 bin ve Türkiye’de 55 bin. Ölüm sayılarını çalışan kişi sayısına oranlandığımızda; ABD ve Avustralya’da her

10 bin kömür madencisi arasında ölenlerin sayısı 2’yi bile bulmazken Türkiye’de her 10 bin kişiden 63’ü yaşamını yitirmiş. 2014 yılında ABD’de yaklaşık 1 milyar, Avustralya’da 450 milyon ton kömür üretilirken, Türkiye’de üretilen kömür miktarı yaklaşık 55 milyon ton. Çok acı ama, 2014 yılında her 100 milyon ton kömür üretimi için ABD’de 1.6 ve Avustralya’da 2.2 kişi yaşamını yitirirken Türkiye’de sadece 10 milyon ton kömür üretmek için 59 kişi ölmüş. ABD ve Avustralya’da hem kömür üretim miktarı hem de madenci sayısı açısından fazla olmasına rağmen Türkiye’de ölen madenci sayısı ABD’den 22 kat ve Avustralya’dan ise en az 35 kat daha fazla olmuş. Türkiye’de bu vahim tablonun oluşmasından kim sorumlu? Soma’da 301 işçinin ölmesine neden olanlar tespit edildi ve cezalandırıldı mı? Madencilerin ölmemesi için gerekli tedbirler alındı mı? Hayır! “Ölümler madenciliğin fıtratında var” anlayışı ile vurdum duymazlık devam ediyor. Sıradanlaşan afetler Kömür madencileri çok zor koşullarda çalışmaya zorlanıyor. Bir zamanların “kara elması” kömür de artık tüm canlı yaşamı tehdit eden “kara ölüm” haline gelmiş durumda. Türkiye’nin tüm yerli kömür potansiyelini kullanma ve daha fazlasını da ithal etme girişimi sadece madencilerin ölümlerine yol açmıyor. Kömür kullanımı devam ettikçe artan karbon emisyonları daha fazla sıcaklık artışına, daha fazla hortuma, daha fazla kuraklığa ve daha birçok afete yol açacak. Ne maden ölümleri için ne de iklim değişikliğinin yarattığı doğal afetler için “fıtrat” diyebiliriz. Her ikisinin nedeni de insanın ve doğanın sömürüsünden beslenen kapitalist sistem. Ölümlerimizin sıradanlaşmaması için bu sistemi değiştirmekten başka çaremiz yok. “Kapitalizm öldürür, kapitalizmi öldürelim!”

EN ZENGİN YÜZDE 1’İN SERVETİ ARTIYOR

İngiliz yardım kuruluşu Oxfam’ın bu ay yayınladığı verilere göre 2016 yılında dünyanın en zengin yüzde 1’lik kesiminin elinde bulunan servet, tüm dünyanın geri kalanındaki servetten daha fazla olacak. Davos’ta düzenlenecek olan Dünya Ekonomik Forumu’ndan önce açıklanan raporda son yıllarda etkili olan küresel ekonomik krize rağmen zenginlerin daha hızlı zenginleştiği belirtiliyor. 2010 yılında dünyadaki en zengin 80 kişinin toplam serveti 1,3 trilyon dolarken bu rakam 2014 yılında 1,9 trilyon dolara yükseldi. 2009 ve 2014 yılların arasındaysa en zengin 80 kişinin serveti iki katına çıktı. Kim bunlar? 2014 yılında Forbes dergisinin yaptığı araştırmada dolar milyarderi olarak listelenen 1,645 kişinin özellikleri en zengin kapitalistlerin yapısının ortaya seriyor. Bu kişilerin çoğu ABD vatandaşı, üçte biri hayatına zaten zengin olarak başlamış, üçte birine büyük miraslar kalmış, çoğunlukla erkek ve 50 yaşın üstünde. Çoğunluğu servetini finans, bankacılık ve ilaç şirketlerinden elde etmiş. En zenginlerin en önemli harcaması ise şirketlerin vergilerini düşürmek ve yasaları kendi çıkarlarına göre çıkarmak için yaptıkları lobi faaliyetleri. Bu dolar milyarderlerinden sadece birinin, yıllık servetindeki artış Ebola hastalığının kontrol altına alınması için gereken paranın tümünden üç kat fazla.

GELECEK BEŞ YILDA İŞSİZLİK ARTACAK Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), dünyada eşitsizlik ile işsizliğin gelecek 5 yıl boyunca artacağını söylüyor. ILO Genel Direktörü Guy Ryder, “Var olan istihdam krizi sona ermekten çok uzak. Rehavete ve memnuniyete yer yok” diye konuştu. ILO’nun “2015 Dünya İstihdam Raporu”na göre: n 201 milyon kişi 2014’ü işsiz olarak geçirdi. Bu yıl dünyada 3 milyon kişi daha işsiz klacak. 2019 yılına kadar dünyadaki işsiz sayısı 212 milyona yükselecek. n Türkiye’de 2015’te işsizliğin yüzde 9,2, 2016 yılında yüzde 8,9 ve 2017’de yüzde 9 olması öngörülüyor. n 2008’deki küresel ekonomik krizle 61 milyondan fazla iş ortadan kayboldu. n Dünyada 15-24 yaş arası yaklaşık 74 milyon genç geçen yılı iş arayarak geçirdi. Yetişkinlere göre gençler arasındaki işsizlik 3 kat daha fazla.

KİTAPÇILARDAN VE SOSYALİST İŞÇİ DAĞITIMCILARINDAN ALABİLİRSİNİZ

n Dünyada işsizliğin yanısıra eşitsizlik de önümüzdeki 5 yıl boyunca artacak. n Dünyada en zengin yüzde 10’luk dilimde yer alanlar, toplam gelirin yüzde 30 ila 40’ına el koyarken, en düşük gelire sahip yüzde 10’luk dilimdekiler ise toplam gelirin yüzde 2 ila 7’sini kazanıyor.


DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE

Z Yayıncılık ve Tanıtım Hizmetleri Ltd. Şti. • Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Meltem Oral • Adres: Serasker caddesi, Nergis Apt, No:88, Kat: 3, Kadıköy, İstanbul • Baskı: Akademi Matbaacılık: Davutpaşa Cad. Güven Sanayi Sitesi, C Blok, No: 230, Topkapı/Istanbul - Tel: 0212 493 24 67-68-69 Yerel süreli yayın, haftada bir yayınlanır • www.sosyalistisci.org

ASGARİ ÜCRET 2 BİN LİRA OLMALI! Büyüyen Türkiye ekonomisinde kişi başına düşen milli gelir yıllık 24 bin 577 TL civarında. Yani kişi başlı aylık 2 bin liradan fazla. Bu değer, gayri safî milli hasılanın ülke nüfusuna bölünmesiyle, yani çalışmayanların da katılmasıyla hesaplanıyor. Demek ki çalışanların aldığı gerçek ücretler çok daha fazla olmalıydı. Oysa asgari ücret 2015’in ilk 6 ayı için net 949 TL, ikinci 6 için ise 1000 TL olarak belirlendi. Türk-İş’in açlık ve yoksulluk sınırı araştırmasına göre ise 2014 yılının Aralık ayında dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 1232, yoksulluk sınırı da 4014 lira. Üstelik asgari ücret, bir ülkedeki ortalama ücretin belirlenmesi açısından da kritik bir öneme sahip. Demek ki Türkiye’de milyonlarca asgari ücretlinin yanı sıra, biraz daha yüksek maaş alan milyonlarca kişi de ya yoksulluk ya da açlık sınırının altındaki standartlarda yaşıyor. Ekonomi zenginler için iyi Devlet kurumu TÜİK’in 2012 yılı sonunda yaptığı bir araştırma, açıkça ekonomik büyümenin tabana yansımadığını ilan ediyordu. Türkiye’de en yoksul yüzde 20’lik sınıf ile en zengin yüzde 20’lik sınıf arasında 8 kat gelir farkı bulunuyor. DİSK’in 2014 sonunda yaptığı bir araştırmaya göre ise, asgari ücretteki artış milli gelirdeki artışla paralel olsaydı, asgari ücretin brüt 2117 TL, net 1667 TL olması gerekiyordu.

Holding patronuyla nazikçe el sıkışmış, Soma halkını ise tehdit etmiş ve bir kişiye fiziki olarak saldırmıştı. Esnek çalışma, güvencesizlik, sendikasızlaştırma, taşeron… AKP ekonomiyi bütünlüklü bir neoliberal programla yönetiyor.

AKP’nin resmi söylemine göre ekonomi çok iyi gidiyor ve büyüyor olduğuna göre, gelir eşitsizliğindeki bir durum, zorunluluk değil tercihten kaynaklanıyor. Erdoğan ve arkadaşları, hepimizin yoksulluk içinde yaşamasını istiyor.

Savaşa, “güvenliğe”, TOMA’lara ve gaz bombalarına milyonlarca dolar harcanıyor. Patronlara “ekonominin büyüdüğü”, emekçilere ise “durumun eskisi kadar kötü olmadığı” anlatılıyor.

Neoliberal AKP zenginlerin partisi

Birleşirsek kazanırız

Bu, sürpriz bir durum da değil. AKP milyonlarca yoksuldan oy alan, ancak zenginlere hizmet eden bir parti. Soma’da 301 madenci hükümetin ve patronların ihmalleri sonucu öldüğünde, Tayyip Erdoğan olay yerine gidip Soma

Bu durum kader değil ve değiştirebiliriz. Gelir eşitsizliğini azaltmak ve yok etmeyen herkes, çalışan sınıflar olarak hepimiz bir araya gelirsek başarabiliriz. Asgari ücret gibi temel bir meselede, daha mücadeleci işçilerin, sendikala-

SOSYALİZM SOHBETLERİ Meltem Oral

İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ Sınırsız düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğünü savunuyoruz. Herkes zaten istediğini düşünüyor ama düşündüğünü özgürce ifade edebilmeli, aynı özgürlükle de örgütlenebilmeli. Bu hak yasal güvence altına alınmalı. Herkes ve her şey hakkında istenildiği gibi eleştiri yapılabilir hatta dalga geçilebilir. İnsanların neyi ifade edip edemeyeceğine karar vermek sosyalistler gibi özgür ve eşit bir dünyanın mücadelesini verenlerin işi olamaz. Son günlerde neyin ifade özgürlüğü olarak kapsanması gerektiğine dair oldukça canlı bir tartışma sürüyor. Bütün dünyada, her dönemi, ülkeyi ve konuyu kapsayacak

tek bir ifade özgürlüğü tanımı yapmak mümkün değil. Yani neyin ifade özgürlüğü olduğuna dair ortak bir tanım bulmak çok gerçekçi değil. Ancak bu tartışmada sosyalistler açısından bir noktanın önemi özellikle vurgulanmalı. Her duruma uydurabileceğimiz bir ifade özgürlüğü kılavuzu yok. İfade özgürlüğü mevcut ezme ezilme ilişkilerinden bağımsız ele alınamaz. Yapılan her tartışmanın bir sosyal ve siyasal bağlamı vardır. İfade özgürlüğünün ‘limitleri’ tartışması da yine bu ezme ezilme ilişkileri açığa çıkarılarak doğru bir sonuca ulaşabilir. Fikirler aynı zamanda maddi güçlerdir. Toplumdaki sömürü ve hegemonya ilişkilerini meşrulaştırır veya yeniden üretirler. Bazen de tam tersi onları eleştirir ve yıkılmalarına yardımcı olurlar. İfade özgürlüğü bizler açısından esas itibariyle bu ikinci tip fikirler, yani hakim toplumsal ve siyasal ilişkileri sorgulayan ve eleştiren

rın, sınıfın geri kalan kesimlerini de harekete geçirmek gibi bir görevleri var. Bugün önümüze bir hedef olarak asgari ücretin net 2 bin liraya yükseltilmesini koymalıyız. Bunun için Kürt sorununda çözümsüzlüğü derinleştiren savaş politikalarına, Batı’da her tür demokratik gösteri hakkını bastırmak için polis terörüne harcanan paraya, TBMM Komisyonu’nda aklanan kutulardaki milyonlarca liraya itiraz ederken işçi sınıfının örgütlü, örgütsüz, laik-Müslüman, devrimci-reformist veya muhafazakâr kesimlerini yanyana getirmeli, en geniş birliğini sağlamalıyız. Sefalet ücretini değiştirecek gücümüz var. Kendi gücümüze güvenmeli ve mücadele için kolları sıvamalıyız. fikirler açısından gündeme gelir. Bir ulusun, dinsel grubun ya da dinin diğer gruplar üzerindeki hakimiyetini, baskıyı ve tahakkümü onaylayan fikirler için ifade özgürlüğünden bahsetmek abesle iştigaldir. Kürt halkının kimliğinin tanınması talebiyle, ‘Kürt yoktur’ söylemi soyut bir ifade özgürlüğü halesiyle çevrilebilecek, iki eşit ifade değildir. Baskı altına alınan ifade özgürlüğünün sınırlarını genişletmek de nefret söylemine geçit vermemek de ancak sıradan insanların özgürlük mücadelesiyle mümkün. İşçi sınıfını bölen ayrımcı fikirlerin dönüşmesi için en iyi okul mücadeledir. İfade özgürlüğü için bir kılavuz değil ama bir politik irade böyle koşullarda kalıcı olarak şekillenebilir, kazanım elde edilebilir. İşçi sınıfının gündelik mücadelesiyle bağ kuramayan soyut ‘haklar’ söylemi kitleleri seferber edemeyen daha doğrusu kalıcı bir kazanıma dönüşemeyen ‘tartışma konusu’ olarak kalır.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.