DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE
512
4 Şubat 2015 2 TL. sosyalistisci.org
GREV HAKTIR YASAKLANAMAZ AKP döneminde “millî güvenlik” gerekçesiyle yasaklanan grevler:
n 27 Haziran 2014 - Cam işçileri
n 25 Haziran 2003 - Lastik işçileri grevi
n 21 Temmuz 2014 - Maden işçileri
n 8 Aralık 2003 - Cam işçileri grevi
n 30 Ocak 2015 - Metal işçileri
n 14 Şubat 2004 - Cam işçileri grevi
2014 yılında 1570 işçinin, AKP iktidarı boyunca 15 bine yakın işçinin ölmesi değil, işçilerin greve çıkması millî güvenliği bozuyor! Grev yasağı kabul edilemez. Yasağı püskürtmek için mücadeleye!
n 16 Mart 2004 - Lastik işçileri grevi n 1 Eylül 2005 - Maden işçileri grevi
ÇAĞLA OFLAS: İŞÇİ SINIFINI ZAFERE GÖTÜREN MÜCADELE
sayfa 8
YUNANİSTAN İŞÇİ SINIFI AVRUPA PATRONLARINI YENDİ
sayfa 4-5
SEÇİMLERDE SOSYALİST TUTUM: OYUMUZ HDP’YE BARIŞA, ÖZGÜRLÜĞE!
sayfa
3
2
GÜNDEM
CHP İTTİFAKI: ÇARE DEĞİL TUZAK! Taraf gazetesinde yayınlanan röportajında Alper Taş, AKP’ye karşı çözümün, CHP ve HDP’yi de kapsayan geniş bir ittifak olduğunu anlatıyor. HDP liderliği son günlerde sayısız kereler CHP ile bir ittifakın mümkün olmadığını açıklamasına rağmen, Alper Taş gibiler, hayatlarının temel amacıymış gibi her fırsatta HDPCHP ittifakını zorluyor, böyle bir ittifakın ne kadar muhteşem olacağını anlatıyor. Alper Taş, Orhan Pamuk’un son romanında sık sık örneklediği gibi, şahsi görüşüyle resmi görüşü arasında farklılıklar olan bir siyasetçi. Açık ki, şahsi görüşü Kürt hareketiyle ipleri koparmamaktan yana ve yine açık ki resmi görüşü CHP’yle ittifaktan yana. Şahsi görüşü soldan, resmi görüşü ulusalcılardan yana. Bu görüşlerin daha derininde, CHP’nin değiştiği yönündeki yanlış eğilim yatıyor. CHP’den üç beş aşırı sağcı, ırkçı milletvekilinin istifa etmiş olması, CHP’nin değiştiğini pazarlayanların elini rahatlatmış görünüyor. Oysa CHP’ye karakterini veren, üç beş ırkçının, aşırı sağcının varlığı değil; aşırı sağcıların rahat rahat, hatta utanmadan esip gürleyebileceği bir parti içi iklimin, kısacası ulusalcı ve devletçi bir sağcılığın bu partinin normal hâli olması. CHP liderliği tabanının önemli bir bölümünü, tabanın bu kesimi CHP liderliğini sağcı bir AKP karşıtlığı temelinde şekillendirdi. Bu AKP karşıtlığı Kürdistan’ın özgürlüğünü kapsamıyor. Bu AKP karşıtlığı Ermeni soykırımının tanınmasını kapsamıyor. Bu AKP karşıtlığı darbecilikten medet umuyor. Ergenekon’dan medet umuyor. “Soykırımla yüzleşin” pankartının arkasında yürüyen CHP’lilerin partiden atılması arzusunu olağan görüyor. Çünkü bu AKP karşıtlığı, tıpkı AKP gibi, soykırımı “sözde soykırım” olarak -üstelik parti programında- değerlendiriyor. Mustafa Kemal’in partisi olmakla övünen bir liderliğe sahip olan bir partiyle Mustafa Kemal tarafından katledilen bir halkın partisini ittifaka zorlamak, mücadeleyi sadece parlamento aritmetiğine sıkıştırmak değilse, açıkça HDP’yi sağa çekmeye çalışmaktır. Bu, barajı aşacak bir kampanya için tek bir saniye bile kaybetmemesi ve hem sokakta hem de parlamento düzeyinde aynı anda mücadele etmesi gereken HDP açısından tam bir zaman kaybıdır.
KATİLLER İÇİN GÜVENLİK PAKETİ Hükümetin seçimlerden önce yasalaştırmayı planladığı İç Güvenlik Paketi, demokratik gösteri yapma hakkının tamamen rafa kaldırılması anlamına geliyor. Soğuktan korunmak için yüzünü kaşkol ile örten bir barışçıl göstericiye bile 4 yıla kadar hapis cezası mümkün olabilirken, paket yasalaşırsa Gezi direnişi sırasında polis kurşunuyla hayatını kaybeden Ethem Sarısülük ile Cizre’de yine polisin silahından çıkan kurşunla ölen 12 yaşındaki Nihat Kazanhan’ın yaşamını kaybetmesine neden olan polislerin cezasız kalmaları gündemde. Oysa Gezi direnişi veya Kobanê eylemleri gibi toplumsal patlamalar, tam da AKP’nin buna benzer otoriter politikalarına karşı başlamıştı. Bu tarz mücadelelerin “güvenlik” paketleriyle ve sopa zoruyla engellenmesi mümkün değil. Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu 2007 yılında yine değiştirilmişti. Bu değişikliğin ardından en az 185 sivil polis tarafından öldürüldü. Hiçbir sorumlu ceza almadı. Polise “makul şüphe” ile keyfi arama ve doğrudan gözaltı yetkisi veren ve silah kullanabileceği durumların kapsamını genişleten yeni yasa, bu durumu iyiden iyiye tırmandıracak.
ERDOĞAN’IN “PARALEL” KAVGASI BİTMİYOR Cumhurbaşkanı Erdoğan 31 Ocak’ta TÜMSİAD toplantısında patronlara seslendi. Konuşmasının büyük bölümünü yine “paralel yapıya” ayırdı. Metal işçileri grevinin ulusal güvenliği tehdit ettiği gerekçesi ile ertelenmesine değinmeyen Erdoğan, kendisinin, ailesinin ve bakanlarının karıştığı yolsuzluk batağının ortaya saçıldığı günleri de darbe girişimi olarak lanse etti. “Yolsuzluk operasyonu başarılı olsaydı beni buralarda göremezdiniz” dedi. Haklılık payı var Erdoğan’ın çünkü yolsuzluk soruşturmasını başlatan savcılar görevden alınmasaydı ve Meclis adı geçen bakanları Yüce Divan’a gönderseydi bütün kirli ilişkileri ortaya saçılacaktı. Kongreyi dinleyen iş adamlarının muhtemelen birçoğu ile arasındaki kirli ilişkileri öğrenmiş olacaktık. Bu tabii Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan’ı zora sokacaktı. Hatta suçu tespit edilirse aday dahi olamayabilirdi. Ama Erdoğan bu süreci yüzü hiç kızarmadan geçiştirdi ve eski dostlarına savaş ilan etti. Bu savaşta devletin yıllardır kullandığı komplo teorilerine sığınmayı da ihmal etmedi. Cemaat için MOSSAD ile ilişkileri olduğunu, ulusal güvenliği tehdit ettiğini, 1970’lerden beri devletin bu tehlikeyi görmezden gel-
Üç hafta içinde 5’i çocuk 6 kişinin devlet tarafından katledildiği Cizre
HÜKÜMET EGEMENLERLE Mİ MÜCADELE EDİYOR? Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş TÜMSİAD Kongresi’nde “Egemenler biz milletin egemenliği anahtarını nasıl tekrar ele geçiririz diye bekliyorlar... Türkiye`ye emredilen ekonomi programları artık uygulanmıyor” diye konuştu. Her bir grevi ulusal güvenliğe aykırı olduğu gerekçesi ile erteleyen, TÜSİAD ve TÜMSİAD gibi ülkenin gerçek egemenleri çıkarına neoliberal politikaları kararlı bir şekilde uygulayan AKP, hangi egemenlere karşı mücadele ediyor belli değil. Emirgan Korusu’nu da imara açacakKARGA KAFASI larmış! İstanbul’u koruyacak başka KEMAL GÖKHAN GÜRSES kimse kalmadı! Karga’dan söylemesi..
online antikapitalist haber yorum sitemizde:
“Onlar değişim için ‘deney’ ve ‘kaos’ diyorlar, biz demokrasi diyoruz.” (Pablo Iglesias, Podemos lideri)
GÜNDEM
OYLARIMIZ HDP’YE, BARIŞA VE ÖZGÜRLÜĞE Yüksek Seçim Kurulu 2015 seçim takvimini açıkladı. Açıklamaya göre seçimler 7 Haziran 2015 günü yapılacak.
Mart ayında genel seçimler için kampanya resmen başlayacak. Neden AKP’ye oy yok? AKP seçim takvmini çoktan ilan etti. Davutoğlu her grup konuşmasında 7 Haziran seçimlerine hazırlık yapıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan cumhurbaşkanı gibi değil AKP militanı gibi hareket ediyor.
AKP grev yasaklıyor. AKP çevre katliamında tek bir geri adım atmıyor. Ağaç olan her yere bina dikiyor. AKP Türkiye’yi işçi mezarlığına çevirdi. Soma, Ermenek ve günlük iş cinayetleri olağan hâle geldi. AKP döneminde zenginler daha da zenginleşti. AKP liderliği kadınlara sadece annelik görevini yakıştırıyor. Haftada bir cinsiyetçi bir yaklaşım sergiliyorlar. AKP aynı zamanda Ergenekoncuları, Balyozcuları, darbecileri akladı.
özünü her daim koruyor. CHP’ye oy yok. Çünkü CHP 92 yıllık cumhuriyetin, bu cumhuriyetin temsil ettiği baskıların, tahakkümün, şiddetin temsilcisi. CHP ulusalcı. CHP çözüm sürecine karşı, barışa karşı. Sadece bu kadarla da kalmıyor. CHP liderliği “AKP gitsin de nasıl giderse gitsin” anlayışıyla 2014 yerel seçimlerinde MHP’yle ittifak kurdu. Ankara’da bir faşisti, Mansur Yavaş’ı aday gösterdi. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde MHP’yle ittifak kurdu.
AKP liderliğinin önemli bir bölümü boğazına kadar yolsuzluğa battı.
İşçi, Kürt, kadın, eşcinsel, Ermeni düşmanlarıyla bu kadar rahat ittifak kurabilmesi, bu partinin genlerinde devletçi bir sağcılığın hüküm sürdüğünü göstriyor.
2010 referandumunda elde edilen tüm kazanımlardan geri adım attı. Hakları gasbetti, yolsuzluğunu gizlemek için yargı sistemini allak bullak etti.
CHP ne oy verilecek ne de sempati beslenebilecek bir partidir.
CHP’ye oy da yok sempati de Gazetelere yansıyan bir habere göre, CHP MYK’sı HDP’nin önünü kesmek için çeşitli planlar yapıyor. Dünya yıkılsa yüzde 25’i aşamayacak görünen CHP’nin HDP’yi hedef tahtasına oturtmasının nedeni açık ki HDP’nin yarattığı cazibe. Seçimlerden sonra “oy verdiğim için pişman değilim” diyenlerin ezici çoğunluğunu HDP seçmenleri oluşturuyor. CHP’ye oy verenler bin pişman. İktidar partisini nasıl zayıflatırım diye değil de HDP’nin önünü nasıl keserim diye çalışmaya kararlı olan CHP liderliği, ulusalcı muhalefetinin
HAFTANIN IRKÇISI STRAZBURG IRKÇI İTTİFAKI 28 Ocak’ta Strazburg’da AİHM’de görülen Perinçek’in ırkçılık davasında, Ermeni soykırımı inkârcısı ırkçılar tam kadro oradaydı. CHP eski genel başkanı Deniz Baykal, İP Genel Başkanı Doğu Perinçek ve AKP hükümetini temsilen Egemen Bağış’ın yanı sıra ırkçı Talat Paşa Komitesi üyeleri, Ermeni soykırımını inkâr etmek
BARIŞTAN YANA Yıldız Önen
KÜRTLERİN KAZANIMI İÇİN BARIŞA SÖZ VER HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş, Birikim Dergisi’ne verdiği röportajda, çözüm süreci boyunca Kürt halkının elde ettiği kazanımların muazzam boyutlarda olduğunu söylüyor. Demirtaş toplumun ilk defa bütün katmanlarıyla ve derinlemesine Kürt sorunuyla yüzleşmeye başlamasını en büyük kazanım olarak görüyor. “...şu bir buçuk yıl içerisinde kat ettiğimiz mesafe, 24 yıl içerisinde kat ettiğimiz mesafenin birkaç katıdır. Toplum ilk defa Kürt sorunu nedir, Kürtler ne istiyor, Kürtler kimdir, tanımaya ve tartışmaya başladı. Ve işte anketlere göre yüzde 84-85 oranında ‘Kürtlerin hakları verilmeli, çözüm süreci makuldur, görüşmeler yapılmalı’ noktasına gelindi” diyen Demirtaş, bu gelişmeyi “en büyük ve kalıcı kazanım” olarak değerlendiriyor.
Seçim takvimine göre bağımsız milletvekilliği adaylığı için 7 Nisan son gün. 24 Nisan’da ise milletvekilliği kesin aday listesi açıklanacak.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde “Yeni Türkiye” sloganıyla kampanya yapan Erdoğan’ın Türkiye’sinde en yeni şey 1150 odalı saray.
3
Oylarımız HDP’ye Haziran ayında yapılacak genel seçimlerde, oylarımız mücadeleye. Oylarımız barış sürecine. Oylarımız demokrasiye. Oylarımız adalete, eşitliğe, kardeşliğe. Mahalleden meclise, özgürlük arayışının seçimlerde adresi HDP’dir. HDP’nin seçim barajını aşması için tüm gücümüzle kampanya yapmalıyız.
üzere aralarındaki husumetleri unutarak yan yana dizilerek kameralara poz verdiler. Doğu Perinçek daha önce İsviçre’de verdiği konferanslarda, “Ermeni soykırımı emperyalist bir yalandır” dediği için bu ülkedeki mahkemeler tarafından ‘ırkçı ayrımcılık’la suçlanmıştı. Perinçek’in Türkiye’deki yurt dışına çıkış yasağı, sadece bu davaya katılabilmesi için kaldırılmıştı. Perinçek, Baykal ve Bağış’ın yan yana Ermeni soykırımını inkâr etmesi, bu devletin Ermeni kanları üzerine inşa edildiğini ve bundan rahatsız olanların aralarındaki tüm farkları rafa kaldırarak birleştiğini, çünkü bunların 1915’de de olay yerinde bulunan katiller olduğunu ortaya koyuyor. Bundan ötürü Strazburg kadrosu haftanın ırkçısı olmaya hak kazandı.
Ne yazık ki, çözüm sürecini böyle kavrayan insan sayısı, en geniş sol muhalefet içerisinde oldukça az. Çözüm süreci, Kürt halkının sözcüleri ve bizzat Kürt halkının hemen hemen bütünü tarafından kavranmış durumda. Batıda emekçilerin büyük çoğunluğu tarafından destekleniyor. Ama örgütlü güçler, demokratlar, muhalifler açısından Kürt sorununda çözüm süreci hep şüpheli bir gelişme olarak görüldü. Hep böyle algılandı. Irkçılar, aşırı sağcılar ve faşistler, zaten Kürtlerle masaya oturup bir çözüm süreci tartışmasının yapılmasına karşıydılar. Ama solun çözüm sürecine şüpheyle yaklaşması, süreci Kürt halkının omuzlarına yüklemesi anlaşılır gibi değil. Aslında anlaşılır: Masanın bir ucunda AKP’nin oturuyor olması, sürecin AKP hükümeti döneminde başlamış olması, kemalist bakış açısının bazı kesimlerce benimsenmiş olması, Kürt halkının örgütlü güçlerine duyulan güvensizlik, Kürtlere tepeden bakma ve akıl verme hastalığını derinleştiren kibir... bunların hepsi, sürecin üvey evlat muamelesi görmesine zemin hazırladı. Sonuçta halkın şu ya da bu nedenle bu kadar büyük bir destek sunduğu bir süreç, eylemlerle, kampanyalarla, sürecin üzerinde basınç yapacak bir hareket haline dönüştürülmedi. Oysa yapılması gereken bu. Süreci destekleyen, sürece baskı yapan bir hareket inşa etmek. İşte Barışa Söz Ver başlıklı kampanyanın amacı bu. Çözüm sürecini önemseyen, süreci tarihsel bir viraj olarak gören, sürecin gerilemesine izin vermemeye kararlı olanların, sürecin kalıcı bir barış sürecine dönüşmesi için başlattıkları bir girişim. Girişim ilk adımını 21 Şubat’ta İstiklal Caddesi’nde bir etkinlikle atacak. Barışa söz veren, söz vermek isteyenler sokakta buluşacak.
arşivimize buradan ulaşabilirsiniz:
www.sosyalistisci.org
4
DÜNYA
YUNANİSTAN İŞÇİ SINIFI AB PATRONLARINI YENDİ ONUR DEVRİM ÜÇBAŞ
Yunanistan’da 25 Ocak’ta yapılan seçimlerden Radikal Sol İttifak Syriza birinci çıktı. Oyların %36,3’ünü alan parti, tek başına iktidar olmayı 2 sandalye ile kaçırdı. İkinci parti sağcı Yeni Demokrasi olurken, oyların %6,3’ünü alan faşist Altın Şafak ise üçüncü oldu. Syriza kemer sıkma politikalarına karşı çıkan ama aynı zamanda milliyetçi ve yabancı düşmanı tutumuyla bilinen Bağımsız Yunanlılar (ANEL) ile koalisyon yaptı. Zafer mücadelenin sonucu Syriza’nın yükselişi başta işçi mücadelesi olmak üzere Yunanistan’da yürütülen toplumsal mücadelelerin bir sonucu. Ülkedeki işçiler kemer sıkma ve kesinti programlarına sıkı br şekilde direnmiş, son beş yılda 32 kez genel greve gitmişti. İşsizlikten bıkan gençler, maaşları düşürülen emekliler, ırkçılığa uğrayan göçmenler, kısaca mücadele eden tüm kesimler kitlesel bir şekilde Syriza’ya oy verdiler. Syriza’nın AB ve IMF’nin ekonomik dayatmalarını reddeden, işten çıkarmalara ve maaşların düşürülmesine karşı çıkan programı iktidar olmasını sağladı. Syriza’nın zaferi tüm Avrupa’da kemer sıkma politikaların karşı çıkanlar tarafından kutlandı ve tarihsel bir zafer olarak görüldü. Syriza’nın reformları Syriza’nın ilk icraatları, umudunu bu partiye bağlayan milyonlarca kişinin beklediği yönde oldu; mücadelenin sembolü haline
gelen, işten çıkarılan Maliye Bakanlığı temizlikçileri geri alındı, Pire limanının özelleştirilmesi iptal edildi, göçmenlerin çocuklarına vatandaşlık verileceği ilan edildi. Parlamentonun önündeki demir parmaklıkların kaldırılması, işten çıkarılan kamu çalışanlarının geri alınıp lüks makam araçlarının satılarak tasarrufa gidilmesi gibi adımlar atıldı. Syriza’ya oy verenler bu politikaların derinleşerek devam etmesini istiyor. Toplam borç 315 milyar euro Syriza’nın önündeki en önemli konu ise ülkenin aldığı borçlar ve ekonomi. Yeni seçilen Maliye Bakanı Yanis Varoufakis, Troyka (Avrupa Birliği-Avrupa Merkez Bankası ve Uluslararası Para Fonu) ile müzakere etmeyeceklerini açıklamıştı. Syriza sözcüsü borçları ödeyebilmemiz gerçekçi değil derken, AB sermayesi bunu kabul edecek gibi gözükmüyor. Almanya Başbakanı Angela
KÜRESEL BAKIŞ Arife Köse
“BANKACILAR BİZE NE YAPMAMIZ GEREKTİĞİNİ SÖYLEYEMEZ” Radikal solun Yunanistan’daki seçim başarısı özellikle Avrupa’da şok dalgası yarattı. Şimdi de gözler İspanya’da. Radika solun yükselişini, neo-liberal saldırılar ve ona karşı verilen mücadele sağlıyor. Syriza’ya oy veren bir üniversite öğrencisi şöyle diyor: “Syriza’ya oy verdim çünkü gençlerin yüzde 70’i ve genç kadınların yüzde 80’i işsiz. Kemer sıkmak demek gençlerin hayatlarını yaşayamamaları ve üniversiteye gidememeleri demek. Gelecek için plan yapamamak demek. İnsanlar Syriza’yı destekliyorlar çünkü hayatlarının değişmesini istiyorlar.” Daha önce Pasok’a oy veren emekli bir öğretmen şunları söylüyor: “Ben Syriza’ya inanıyorum. Artık param geçinmeme yetmiyor. Torunuma doğum günü hediyesi bile alamadım. Syriza’nın kazanmasının bunu değiştirmesini umuyorum.” İki buçuk yıldan beri işsiz olan bir başka kişi şöyle
Merkel, Yunanistan’ın borcunun silinmesinin söz konusu olmadığını söyledi. Syriza hangi yöne gidecek? Syriza’nın programında yer verdiği yoksulluk sınırı altında yaşayan ailelere ayda 300
kWh ücretsiz elektrik, geliri olmayan ailelere gıda desteği programı, konut güvencesi programı, sigortasız işsizler için ücretsiz tıbbi yardım ve ilaç yardımı, asgari ücretin yeniden 751 euro yapılması gibi reformları gerçekleştirmek için Yunanistan ve Avrupa sermayesini doğrudan karşısına almak zorunda. Ekonominin önemli alanlarını devletleştirmeden, bankalara el koymadan, zenginlere yüksek vergiler getirmeden bunları yapabilmesi mümkün değil. İşçi hareketinin ve sosyalistlerin Syriza üzerinde bir basınç yaratması ve onu bu değişimlere zorlaması bu yüzden çok önemli. AB sermayesinin basıncı ekonomik konularda, koalisyon yaptığı ANEL ise göçmen hakları gibi konularda Syriza’yı geri adım atmaya zorlayabilir. Syriza’dan bağımsız bir işçi hareketi ve eylem dalgası Syriza’yı verdiği sözleri tutmak zorunda bırakmanın tek yolu.
PODEMOS MEYDAN OKUDU İspanya’da Öfkeliler hareketinin ortaya çıkardığı Podemos (Yapabiliriz) partisinin yükselişi sürüyor. Madrid’de bulunan Sol meydanında yapılan Podemos mitingine yaklaşık 250.000 kişi katıldı. Podemos da Syriza gibi kemer sıkma politikalarına karşı çıkıyor. Partinin lideri Pablo Iglesias, “Değişim istiyoruz. Ülke yönetmek zordur, fakat Yunanistan’da son 6 günde, son yıllarda yapılandan daha fazla şey yapıldı. Burada, geleceği en iyi şekilde oluşturmak için bekleyen bir kalabalık görüyorum. 2015 seçimlerini Partido Popular’e (İspanya’da iktidardaki merkez sağcı Halk Partisi) karşı kazanacağız. Madrid, Avrupa, 31 Ocak 2015. Hayal edebiliyoruz, kazanabiliriz” dedi. Son yapılan anketlere göre, geçtiğimiz yılın başında kurulan Podemos ülkedeki merkez sağ ve sol partiyi geride bırakarak birinci parti haline geldi. 20 Aralık 2015’te yapılacak olan seçimlerden Podemos iktidar olarak çıkabilir.
konuşuyor: “Tasarruf önlemlerine ve bankacılara karşı çıkmak istiyoruz. Avrupa’da seçilmiş politikacıların, sürekli bankacıların onlara verdikleri talimatları yerine getirmelerinden bıktık. Bizler bankacıları seçmiyoruz, o zaman onlara bize ne yapmamızı gerektiğini söyleme hakkını kim veriyor?” Bu cümleler bize tam da neo-liberalizmin ne olduğunu anlatıyor; gelecek için plan yapamamak, torununa doğum günü hediyesi alamamak, iki buçuk yıldan beri işsiz olmak. Bu durum sadece Yunanistan’da değil dünyanın pek çok yerinde yaşanan bir gerçek. Syriza’nın seçim zaferinin de etkisiyle, İspanya’da Podemos’u yükselten benzer koşullar ve bunlara karşı verilen kararlı, sürekli mücadelenin ürünü. İşçilerin kontrolünde yayına devam eden ERT çalışanlarından birisi, bundan sonrasını çok iyi özetliyor: “Önceliğimiz tasarruf önlemlerinin yol açtığı insanlık krizini ortadan kaldırmak olmalı”. Her iki partinin de önünde zor seçimler olacak. Geçmişteki krizlerden deneyimlerinden biliyoruz ki böylesi koşullar solun yükselişinin önünü açtığı gibi umutların tükenmesi durumunda sağ alternatiflerin de seçenek haline gelmesine neden olabilir. Bunu önlemenin tek yolu ise radikal sol partileri iktidara taşıyan neo-liberalizme karşı mücadelenin devam etmesi ve sorunların parlamentoda değil sokakta çözüleceğinin farkında olan devrimlerin bu hareketler içindeki varlığı.
KÜRESEL MÜCADELELER n Mısır devriminin yıldönümü 25 Ocak’ta darbeciler protesto edildi. Polis en az 20 protestocuyu öldürdü. Ölenlerin sayısının en yüksek olduğu bölge, panzerlerden gösterilerin üzerine ateş açılan Matariye oldu. Tahrir Meydanı’nda sosyalistlerin düzenlediği protestoya müdahale eden polis Şeyma Sabbağ başından ve boynundan pompalı tüfekle vurdu. n Avusturya’nın başkenti Viyana’da ırkçı PEGIDA’nın bir gösteri düzenledi. Antifaşistler çok daha kitlesel bir şekilde ırkçı gösteriyi engellemek için yürüdü. Almanya’da iki hafta 100 bin kişinin katıldığı anti-faşist gösterilerin ardından, PEGİDA’nın kurucusunun Hitler pozu verdiği bir fotoğrafını facebookta paylaşması ile PEGİDA ikiye bölündü. n Yunanistan’da binlerce faşizm karşıtı ırkçı Altın Şafak’ın gösterisini engellemek için yürüdü. 1996’da Türkiye ile yaşanan Kardak krizinin yıldönümünde 2 bin faşistin eylemine Avrupa’daki ırkçı ve faşist partiler de destek vermişti. Antifaşistlerin kalabalığı karşısında ırkçı yürüyüş başarısız oldu.
HRANT DİNK
5
“İşçi sınıfı aktivistlerinin çoğu Syriza’nın solunda duruyor” Yunanistan genel seçimlerinin ardından tüm dünyada olduğu kadar Türkiye’de de SYRIZA ve seçim başarısı hakkında bir tartışma başladı. DSİP’in Yunanistan’daki kardeş örgütü Sosyalist İşçi Partisi (SEK) üyesi Panos Garganas’la seçim sonuçlarını, SEK’in de parçası olduğu Antikapitalist Sol Cephe’nin (ANTARSYA)’nin politikalarını ve önümüzdeki süreçte işçi sınıfını bekleyen mücadeleleri konuştuk. SYRIZA’yı nasıl tanımlıyorsunuz? Politik karakteri nedir? Panos Garganas: SYRIZA medya tarafından radikal solun partisi olarak sunuluyor. Gerçekte ise Yunanistan’daki sosyal demokrat partilerin çöküşüyle oluşan boşluğu dolduran bir merkez sol partisi. Bu durum yeni hükümetin bileşiminden de görülebilir. Savunma Bakanlığı, muhafazakâr bir parti olan Bağımsız Yunanlar Partisi’nin (ANEL) liderine verildi. Dışişleri Bakanı ulusalcı eski bir PASOK üyesi. Ekonomi Bakanı ise yakın geçmişe kadar SYRIZA liderliğinden kişilerce dahi neoliberalizme karşı uzlaşmacı bir tutum almakla eleştirilen bir ekonomi profesörü. Sol reformist bir parti olarak SYRIZA’yı tanımlamanın doğru yolu, tabanı işçi sınıfından oluşan ama liderliği egemen sınıfla uzlaşan bir parti olması. SYRIZA’nın seçim zaferiyle Yunanistan işçi sınıfının mücadelesi arasındaki ilişki nedir? Yunanistan işçi sınıfı, SYRIZA’nın başarısını kendi başarısı olarak görüyor mu? Panos Garganas: Son yıllarda Yunanistan tasarruf tedbirlerine ve neonazilerin yükselişine karşı işçi sınıfının mücadele dalgasına tanık oldu. 32 genel grev ve Altın Şafak liderlerinin yargılanması için hükümete basınç yapan güçlü anti faşist gösteriler gerçekleşti. Bu durum sola doğru kitlesel bir radikalizasyona yol açtı. İki hükümet partisinin, Yeni Demokrasi ve PASOK’un toplam oyları yüzde 80’in üzerindeyken şimdi yüzde 30’a düştü. Bu sola kayıştan sandıkta yararlanabilen esasen SYRIZA oldu. Ama bu, işçi sınıfı mücadelesini ve eylemleri SYRIZA’nın kontrol ettiği anlamına gelmiyor. İşçi sınıfı aktivistlerinin çok geniş bir kesimi, SYRIZA’nın solunda duruyor. Dolayısıyla işçi sınıfının beklentileriyle SYRIZA’nın yapabilecekleri arasında çelişki olduğunu düşünüyoruz. Seçim sürecinde ANTARSYA’nın tutumu neydi? Panos Garganas: ANTARSYA seçim kampanyasını antikapitalist bir programla yaptı. Borçların silinmesi, bankaların işçilerin kontrolünde kamulaştırılması, avrodan ve Avrupa Birliği’nden ayrılmak gerektiğini anlattık. Bunlar ücretlerdeki, emeklilikteki ve sağlık, eğitim gibi sosyal hizmetlerdeki kesintileri tersine çevirebilmemiz için zorunlu adımlar. İşten atılanların işlerini geri almaları gerektiğini söylüyoruz. Bunlar ancak mücadeleyle gerçekleşebilir, sol kanat bakanların vaatlerini yerine getirmelerini bekleyerek değil. SYRIZA’nın hem egemen sınıftan hem de işçi sınıfından gelecek basınç karşısındaki pozisyonuna dair tahminleriniz neler? Bir ‘orta yol’ bulması, işçi sınıfının taleplerini karşılarken kapitalist sınıfın tepkisine neden olmaması mümkün mü? Panos Garganas: Bir orta yol yok. Avrupa Birliği, Avrupa Merkez Bankası ve IMF önceki hükümetlerle, borcu geri ödemek için Yunanistan bütçesinin her yıl, gayri safi milli hasılanın yüzde 4.5’ine denk bir fazlalık üretmesi gerektiğinde anlaştılar. Bu, işçi sınıfı için büyük fedakarlıklar demek ve bu yüz-
2010’da kemer sıkma politikaları uygulanmaya başladıktan bu yana sendikalar 32 kez 24 saatlik genel grev yaptı. den insanlar mücadele ediyorlar. Şimdi SYRIZA, Avrupa Birliği’yle bu bütçe fazlasını yüzde 1.5 oranına indirmek için müzakere etmek istiyor. Başarılı olsalar bile bu durum hâlâ işçi sınıfı için ızdırabın devam etmesi demek. Dengeli bütçe (daha da kötüsü fazla veren bütçe) neoliberalizmin temel doktrini. Ama Avrupa Birliği bütçe fazlası indiriminde anlaşmıyor, sert kesinti programının devam etmesinde ısrar ediyor. Antikapitalist bir pozisyon bu yüzden çok önemli. Kesintilere son verilip Avrupa Birliği’yle birlikte cehenneme gönderilmesi gerektiğini söylüyoruz. Yunanistan’daki mücadelenin bu yeni evresi hakkında ne düşünüyorsunuz? Antikapitalist solun ve hareketin ‘sol hükümet’ hakkındaki tutumu ne olmalı? Panos Garganas: Uzlaşmalar oldukça o kadar da sol bir hükümet olmadığı daha açık hale gelecektir ve daha fazla
insan mücadele etmek isteyecektir. İşini geri almak için, kapatılan hastane ve okulların açılması için, kapatılan devlet televizyonu ERT’nin işçilerin öz yönetimiyle yeniden açılması için devam etmekte olan işçi mücadelelerini destekleyecek bir sol muhalefete ihtiyacımız var. SYRIZA’yı destekleyenlerle birlikte harekete geçecek bir sol muhalefet ‘Avrupa kalesinin’ ırkçı politikalarını, göçmenler için toplama kamplarını, Ege’de ve Yunanistan- Türkiye sınırında birçok mültecinin ölümünden sorumlu olan FRONTEX devriyelerini sona erdirebilir. Muhafazakar yeni Savunma Bakanı’ndan gelen Kıbrıs ve Doğu Akdeniz ekonomi bölgesinde gerginliği yükseltecek herhangi bir girişime karşı çıkmalıyız. Yunanistan ve İsrail arasındaki ittifakın sona erdirilmesini istiyoruz. Ben bugün bu talepler etrafında bir hareket inşa etmenin uzun yıllardır olduğundan daha büyük bir ihtimal olduğunu düşünüyorum.
6
METAL GREVİ
GREV YASAĞINA KARŞI BİRLEŞİK MÜCADELE!
Metal işçilerinin grevi geçtiğimiz hafta perşembe günü 10
ayrı şehirdeki 22 fabrikada başladı. 19 Şubat’ta katılacak 18 fabrikayla birlikte toplam 15 bin işçinin greve çıkacağı süreç, MESS patronlarının imdadına yetişen AKP’nin yasağıyla son buldu.
Hükümet, daha önce defalarca yaptığı gibi, grevi “milli güvenliği bozduğu” gerekçesiyle erteledi. Erteleme fiili olarak yasak anlamına geliyor. Türkiye’nin işçi ölümlerinde Avrupa birincisi ve dünya üçüncüsü olması, 2014’te 1500’den fazla işçinin iş cinayetlerinde hayatını kaybetmesi “milli güveliği” bozmuyor. Metal işçilerinin hak arama mücadelesi ise bozuyor. Grevi yasaklayan Bakanlar Kurulu kararında, başta Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve Başbakan Ahmet Davutoğlu olmak üzere tüm AKP liderliğinin imzası var. Yoksullardan oy alan hükümet, her zaman olduğu gibi patronlara hizmet etti. Soma sonrası işçi hareketindeki kıpırdanma, geçtiğimiz yaz 6 bin kişilik Şişecam işçilerinin grevini, 2015’in başında ise 15 bin kişilik metal işçileri grevini beraberinde getirdi. Sendikalaşma oranları artıyor. Birleşik Metal-İş’in grevi, Türkiye’de uzun yıllar sonra görülen en kitlesel mücadele. Grev yasağının aşılması ve metal işçisinin kazanması, sınıf hareketinin bütünü açısından büyük bir kazanım ve moral olacak. Metal işçileriyle dayanışmak için hepimiz seferber olmalıyız.
Sosyalist İşçi diyor ki... Birleşik Metal-İş 60 gün içinde arabulucu aracılığıyla patronlarla uzlaşmazsa, toplu sözleşme görüşmeleri Yüksek Hakem Kurulu’na gidiyor. Buranın kararına ise işçilerin itiraz etme hakkı yok. Yani “erteleme” kararı fiilen grev yasağı anlamına geliyor. AKP, hiç umursamadan istediği grevi yasaklayabileceğini, işçi sınıfının mücadelesini böyle durdurabileceğini düşünüyor. Daha önce THY ve Şişecam grevleri de benzer yollarla yasaklanmıştı. Metal işçisinin yasağı sadece metal işçilerini değil, işçi sınıfının bütününü ilgilendiriyor. İşçilerin yaptırım gücü, üretim süreçlerindeki rollerinden gelir. Bunun için en etkili silah da grevdir. Grevin yasaklandığı yerde demokrasiden, eşit ve adil bir yaşamdan bahsedilemez. Bu yasak püskürtülmelidir! Yasağın püskürtülmesi için ne yapılması gerektiğini Ejot ve Paksan işçileri gösterdi. Fiili olarak fabrikalarını işgal ettiler, üretim yapmadılar. Ancak böyle yapan fabrika sayısı oldukça azdı, çoğunluk Birleşik Metal-İş’in genel merkezinin kararını takip etti. Fakat daha önemlisi, grev yasağına yalnızca metal işçilerinin değil, tüm emek örgütlerinin yanıt vermesi. Birçok
başka işkolunda da dayanışma grevleri örgütlenebilirse, hatta bir genel grev çağrısı olursa, patronların ve onların hükümetinin grev yasağı fiili olarak kırılır, “arabulucular” ve “yüksek hakemler” anlamsızlaşır. Bunun için, birincisi, işçilerin öfkesinin örgütlenmesi ve sendika bürokratlarına aşağıdan bir basınç oluşturulması için tartışmalı ve mücadele etmeliyiz. İkincisiyse, grev yasağının yıkıcı etkilerine karşı tüm sendikaların ve her sektörden işçinin harekete geçmesi için büyük bir dayanışma kampanyası örgütlemeliyiz.
TÜRKİYE
METAL İŞÇİSİ YALNIZ DEĞİLDİR
GÖRÜŞ Roni Margulies
MİLLÎ GÜVENLİĞİ BOZMAYALIM LÜTFEN
DSİP üyeleri grev başladığı andan itibaren metal işçilerinin yanında oldu. İlk gün Gebze’de sabah 10:00’da Cengiz Makina’nın önündeki buluşmaya katıldık. Buradan Yücel Boru işçilerinin yanına geçerek grev pankartını astık. Buradan yüzlerce işçiyle birlikte kentin merkezine yürüdük. Öfkeli metal işçileri yürüyüş boyunca “Açlıktan ölmeyiz, biz bu yoldan dönmeyiz”, “Fabrikalar MESS’e mezar olacak”, “Yaşasın onurlu mücadelemiz”, “Zafer direnen emekçinin olacak” ve “Birleşen işçiler yenilmezler” sloganları attılar. İzmir’de ise DSİP üyeleri Schneider Electric işçileriye dayanışmak için eylemdeydi. DSİP üyeleri Kadıköy Grev Dayanışması ile birlikte fabrikalarını işgal eden Ejot işçilerine dayanışma ziyareti gerçekleştirdiler.
Kesin bilemiyorum, ama anlaşılan Mustafa Kemal’in şöyle bir sözü varmış: “Cam üretmeyen bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir. Bardak, vazo ve kül tablası imal etmemek ilelebet payidar olmanın önünde bir engeldir. Şişe ve pencere camı milli güvenliğin en temel unsurlarıdır.” “Ne bildin?” diyecek olursanız, geçtiğimiz 12 yılda AKP hükümeti cam sektöründe Kristal-İş sendikasının tam dört grevini “millî güvenliği bozucu nitelikte” olduğu için durdurmuş.
İşçiler ne istiyor? Birleşik Metal-İş üyesi işçiler, öncelikle MESS’in dayatmalarını kabul etmiyorlar. Fabrikaları bu patronlar örgütünden çıkarak sendikayla her işyerinde birebir görüşmeye çağırıyorlar. Toplu sözleşmenin üç yıllık olmasına karşı çıkıyorlar. Üç yıllık periyot, düşük ücreti kalıcılaştırıyor. Metal işçileri insanca bir ücret ve daha iyi çalışma koşulları istiyorlar. Çalışma saatlerinin kısaltılmasını talep ediyorlar. Grevin AKP tarafından yasaklanmasının ardından birçok fabrikada öfke vardı. “Açlıktan ölmeyiz, biz bu yoldan dönmeyiz” diyen işçiler, kararlılıklarını ifade ettiler. Ejot ve Paksan işçileri fabrikalarını işgal ettiler. Sendikanın kararıyla grev pankartları indirtildi ancak bazı fabrikalarda işçiler işbaşı yapsalar da üretim yapmayacaklarını duyurdular. Bazı fabrikalarda ise iş yavaşlatma eylemi var. Birleşik Metal-İş, MESS’le aynı masaya oturmayacaklarını, arabulucu değil grev haklarını istediklerini duyurdu.
“Enflasyon %9,7 iken %3,7 zam öneriyorlar” “Enflasyon oranları ortada, yıllık 9.7 enflasyon açıklanırken bize teklif ettikleri zam 3.7. Sözleşmeyi de 3 yıla çıkarmak istiyorlar. Ayrıca esnek çalışma, istirahat sürelerinin ücretsiz sayılması, torba yasadan çıkan kiralık işçi uygulaması yüzünden grevdeyiz. Oylama getirdiler, sandık koydular, baskı yaptılar buna rağmen biz bütün işçiler, hiç fire vermeden başarılı bir şekilde tam sayı aldık. 22 fabrikada bunu başardık. Türk Metal Sendikası’ndaki işçilerin direnişe katkısı olursa Türkiye’de dengeler değişir. Bizim yaptığımız direniş onlara örnek olacak ve kırılmalar yaşanacak gibi gözüküyor. Grevi kazanmak için birlik olmalıyız.” Gebze’den metal işçisi Turgut Kaya
“AKP grevin karşısında” “Ben Recep Tayyip Erdoğan fanatiğiyim. Ama bu, koyun olduğum anlamına gelmez. Hükümetin bu greve karşı olduğunu biliyoruz. Duyumlar alıyoruz, Çalışma Bakanı MESS’le görüşüyor diye. Benim oyumla seçiliyor, niye MESS’le görüşüyor?” Yücel Boru işçisi Kadir
“Greve devam” “Grevin devam etmesini istiyoruz. İlk gün neyse şu anda da aynı şekilde devam ediyoruz. Kararın da bu yönde olmasını umut ediyoruz. Diğer fabrikalarla temsilcilerimiz görüşüyor. Onlar da aynı görüşte. Grevin sürmesini istiyorlar. Bir dakikada alınan kararla bunun yıkılmayacağını biliyoruz. Elimizden geleni yapacağız.” Ejot fabrika işgalinden grevci işçi Erdal
7
“Birlik olursak kazanırız!” “Bize emeğimizin karşılığını versinler. Metal işçisi ancak birlik olursa kazanabilir. Esnaf, işçi, emekli herkesten destek bekliyoruz.” Grevci Kroman Çelik işçisi
“Ne Bakanlar Kurulu ne hükümet bizi engelleyebilir”
Epey kafa yordum, cam ürünleri ile millî güvenlik arasındaki ilişkiyi çözemedim. Hangi silah camdan yapılır diye düşündüm, yok, bulamadım. Millî olmayan yabancı cam kullanmak çok tehlikeli midir diye düşündüm, pek de değil gibime geldi. Zaten şeffaf olan bir şey, bakınca görünmüyor, ha yerli ha yabancı. Benim anlamadığım şeyleri Atatürk genellikle anladığı için, böyle bir laf etmiş olsa gerek. Etmemiş olsa, haktan yana, yoksuldan yana olan AKP hükümeti niye ertelesin bu grevleri? Etmiştir muhakkak.
“43 saatte bir buçuk saat sandalyeler üzerinde şekerleme yaptım. Diğer arkadaşlarım da bu şekilde. Yüz saat de olsa yıkamaz kimse. Hak, hukuk, adalet yoksa işçi görülmüyorsa kesinlikle üretim yok. Bu bizim yasal hakkımız. Ne bakanlar kurulu ne hükümet bizi engelleyebilir. İşveren gücünü bizden alıyor. Üreten biziz. Biz yoksak işveren de yok. Beyaz yakalı da olsa.”
Ve Atatürk’ün dikkat çektiği millî güvenliğe önem vermeyen bir devletin bütün damarları kopar alimallah.
Ejot işçisi Ali
“Çocuklarımın geleceği için grevdeyim” İnsanca yaşam, insanca çalışmak ve insanca ücret istiyoruz. Birlikten güç doğar, işçiler birlik olursa yapamayacağımız hiçbir şey yoktur. Hakkımızı aramaya devam edeceğiz. Çocuklarımıza ileride ekmeğimiz için nasıl direndiğimizi anlatacağız.” Gebze’den bir metal işçisi
“Diğer sendikalardaki işçilere de umut olmak istiyoruz” “Gebze bölgemizde 18 işyerinde 5 bin üyemizin büyük bir kısmını greve çıkardık. Bütün fabrikalarda yüzde 100 katılım var. 25 yıl sonra ilk kez kitlesel bir greve çıkıyor arkadaşlarımız. Üyelerimizin dışında memur arkadaşlarımızdan da oy alarak ne kadar haklı olduğumuzu gösterdik. Grevimizi coşkulu bir şekilde sürdüreceğiz. 3 yıllık toplu sözleşmenin kabul edilmemesi, kazanılmış sosyal haklarımızın korunması ve yeni haklar elde etmek için mücadele içerisindeyiz. Diğer sendikalara, Türk Metal’e, Çelik-İş’e bağlı işçilere de umut olmak, onları yüreklendirmek istiyoruz. Grevi bu bölgede MESS’e bağlı 5 bin işçiyle başarılı bir şekilde devam ettireceğiz. Türkiye işçi sınıfı tarihine bir not düşmek istiyoruz.” Birleşik Metal İş Sendikası Gebze Şube Başkanı Necmettin Aydın
Bu hafta İsviçre’de olup bitenler konunun önemini bir kez daha vurguladı. Olay yerinde Doğu Perinçek ve Egemen Bağış ile birlikte bulunan Deniz Baykal, “Kimse bu olaya dudak bükmeye, küçümsemeye ya da Ermeni düşmanlığı gibi anlamaya, takdim etmeye kalkmasın. Türkiye hukukunu koruyor” dedi. Belli ki, dudak bükmenin, küçümsemenin ve olayı Ermeni düşmanlığı gibi anlamanın “millî güvenliği bozucu nitelikte” olduğunu düşünüyordu. E, tabii, bir milyon küsur kişiyi, kendi vatandaşını, durup dururken devletin âli çıkarları için öldür, sonra da bütün dünya sana “Bir milyon küsur kişiyi öldürdünüz” desin! Olur mu öyle şey! Türkiye tabii ki hukukunu koruyacak. Yoksa elbette millî güvenlik bozulur. Türkiye bugün hukukunu korumazsa, yarın öbür gün yine bir sürü vatandaşı öldürmek gerektiğinde ne yapacak? Güvenliksiz kalıverir vallahi! Baykal İsviçre’deki duruşmada Egemen Bağış’la yan yana oturması ile ilgili olarak, “Ne yapacağım? Orada birbirimizle kavga mı edeceğiz?” diye konuşmuş. Ben en çok buna sevindim. Her şeyden önce millî olmak gerekir. Bunu kavramaları çok güzel. Devletin bekası söz konusu olduğunda, AKP’lilik, CHP’lilik ve hatta Perinçek’lik bile teferruattır.
8
TEORİ
İŞÇİ SINIFINI ZAFERE GÖTÜREN MÜCADELE
ÇAĞLA OFLAS
Her yıl 10 milyon insanın açlıktan öldüğü, 1,2 milyar insanın temiz suya ulaşamadığı, savaşlardan ve katliamlardan oluşan kapitalizme karşı kitlesel mücadelelerin sayısı hızla artarken, başka bir dünyanın mümkün olabilirliğini ve bildiğimiz dünyanın alternatifini nasıl yaratacağımıza ilişkin sorunun yanıtını işçi sınıfının mücadelesi oluşturmakta. İşçi sınıfının kolektif üretimi sermayenin temelini oluşturur. İşçiler her gün faturalarını ödemek, beslenmek, giyinmek, kısacası yaşamlarını sürdürmek için işe giderler. Patronlar ise işçi sınıfının her gün rutin olarak sürdürmek durumunda olduğu kolektif faaliyetleri sayesinde kâr eder. İşçilerin yaşam mücadelesiyle patronların kâr hedefi, işçi sınıfı ile sermaye arasındaki çatışmaların temelini oluşturur. İşçi sınıfıyla burjuvazi arasındaki bu çatışma, hem günlük mücadelenin nasıl kazanılacağına hem de geleceğin nasıl inşa edileceğine verilen yanıtı da temelini oluşturmaktadır. Etkili bir mücadele yöntemi olarak grev Grev, sermayeye karşı işçi sınıfının gündelik mücadelesinde kullandığı en etkili mücadele yöntemidir. İşçiler çalışmadıklarında, grev yaptıklarında üretim durur, eğitim aksar, ulaşım durur, patronlar bir anda kâr olanaklarını yitirirler. Bu nedenle patronlar grevleri bertaraf etmek için tüm imkânlarıyla işçilerin üzerine gider. Grev öncesinde işçileri caydırmak için çeşitli baskı mekanizmalarını kullanan patronlar, grev esnasında da grevin etkisini azaltmak için her türlü yöntemi kullanırlar. Metal ve cam iş kolunda
gördüğümüz grev yasakları devreye girer. Devletin kolluk kuvvetleri askerler ya da polisler, hatta bazen bu da yetmez paralı hizmetkârları grev çadırlarına saldırırlar. Grev yapan işçileri toplumdan yalıtmak için medya harekete geçer, grev aleyhinde propaganda yaparak grev yapan işçiler üzerinde psikolojik bir savaş sürdürür. Siyasal bilincin oluşumunda grevlerin rolü Grev sürecindeki tüm bu yaşananlar, işçi sınıfının siyasal bilincinin oluşmasında önemli bir rol oynar. Grev yapan bir işçi, karşısında sadece patronu görmez. Polisi, orduyu, medyayı egemen sınıfa ait tüm kurumları görür; burjuva partilerinin, hukukun, hepsinin bağımsız kurumlar olmadığını ve aslında hepsinin sömürü mekanizmasının bir parçası olduğunu mücadele içinde gayet iyi anlar. İşçi sınıfı hafızasında en kalıcı olan ve bu nedenle de en değerli olan grev sürecidir. İşçi sınıfı grev sürecinde “kendi içinde sınıf” olmaktan çıkıp “kendisi için sınıf”a dönüşür. Patrona karşı mücadele ederken, sistemle birlikte tüm sömürü düzenine kafa tutar. Bu durum işçi sınıfına sistemle birlikte bütün zorlukları yenmenin gücünü ve güvenini kazandırır. Devrimin kalp sesleri Tek tek işyeri bazında ya da iş kolu bazında meydana gelen grevler, zaman zaman büyük kitle grevine dönüşebilir. Küçük bir zam mücadelesi büyük bir sınıf çatışmasına dönüşebilir, hareket hızla devrimcileşebilir. Ekonomik taleplerle başlayan kitle grevleri hızla siyasallaşarak büyük bir devrimin de tetikleyici gücü olabilirler. Başlangıçta grevleri koordine etmek için iş yerleri bazında kurulan grev komiteleri, milyonlarca işçiyi harekete geçiren, işçilerin
parlamentosuna dönüşebilir. Polonyalı devrimci Rosa Luxemburg, 1905 devrimi sonrasında kaleme aldığı Kitle Grevi, Parti ve Sendikalar adlı kitabında kitle grevlerini “devrimin kalp sesleri ve aynı zamanda en güçlü çarkı” olarak tanımlar. Gerçekten de hareketin her bir unsurunu oluşturan kadın ve erkek işçiler, yukarıdan herhangi bir siyasi grubun çağrısı ya da yönlendirmesi olmaksızın kendiliğinden harekete geçerek eski düzene ait ne kadar pislik varsa siler süpürür. Kapitalist devlet mekanizmasını parçalayarak yeni bir topluma giden yolu kendi eylemleriyle inşa eder. Tıpkı Rusya’da 1917 devriminde yaşandığı gibi: Rusya’da ücret artışı ve sekiz saatlik işgünü etrafında başlayan kitlesel grevler, Şubat’ta Dünya Kadınlar Günü kutlamaları sırasında Çar’ın devrilmesine yol açtı. Devrim, Bolşevikler için bile tam bir sürprizdi. Hareket kendiliğinden patlak verdi. Ekonomik taleple harekete geçen kitleler hızla siyasileşerek, mücadeleyi savaşa karşı genelleştirdiler, fabrikaları ele geçirdiler, darbeyi durdurdular ve iktidarı ele geçirdiler. Sadece Rusya’ da değil, işçi sınıfı pek çok ülkede kitle grevleriyle kapitalist sistemi defalarca sarstı: Almanya 1918-23, İtalya 1920, Fransa 1936 ve yine 1968, Macaristan 1956, Portekiz 1974, İran 1979, Polonya 1980, Rusya ve Doğu Avrupa 1989. Bugün, dünyada ve Türkiye’de yaşanan gelişmelere bakıp, işçi sınıfı mücadelesinin hangi aşamada ne tür bir sıçrama yapacağını kestirmek zor olabilir. Ancak bildiğimiz bir şey var: o da kapitalizmin krizi derinleştikçe işçi sınıfı da kapitalizme karşı mücadelenin öznesi olarak yerini almaktadır/alacaktır. Tam da bu noktadan hareketle, kitle grevleri işçi sınıfının geçerken uğradığı bir yer değil, devrime giden sürecin en belirleyici anıdır.
SINIF MÜCADELESİ
MESS’İN İMDADINA AKP YETİŞTİ:
MÜCADELENİN İÇİNDEN Faruk Sevim
METAL İŞÇİLERİ İKİSİNİ DE YENECEK! Milyonlarca yoksulun oylarıyla Türkiye’yi yöneten hükümet, seçmenlerinin değil patronların direktifleriyle hareket ettiğini bir kez daha ortaya koydu. Daha önce THY ve Şişecam grevlerinin yasaklama gerekçesi olan “millî güvenliğin bozulması”, Bakanlar Kurulu tarafından metal işçilerinin de önüne konuldu. “Erteleme” kararı, fiili olarak yasak anlamına geliyor. Yani AKP, işçilere “Patronlarla pazarlık etmeyeceksiniz. Taleplerinizi geri çekip MESS’in dayatmalarını kabul edeceksiniz” diyor. MESS’i grev oylamalarında sandığa gömen, fabrikalara da
gömmeye hazırlanan metal işçileri ise “Açlıktan ölmeyiz, biz bu yoldan dönmeyiz” diyor. AKP bu sefer hiç ummadığı kadar sert bir kayaya çarptı. İşçi sınıfı birleşirse kimse karşısında duramaz. Metal işçisinin patronların örgütü MESS’i ve patronların hükümeti AKP’yi yenmesi için var gücümüzle çalışacağız. Zafer direnen emekçinin olacak! DSİP Merkez Komitesi 30.01.2015
OCAK AYINDA EN ÇOK ÖLÜM SERVİSLERDE 2014’te milyonların öfkesini toplayan iş cinayetleri, Soma’dan sonra edilen sözlere rağmen devam ediyor. Ocak ayında en az 125 işçi çalışırken yaşamını yitirdi. İşçiler en çok trafik/servis kazaları, düşme, ezilme/göçüklerden dolayı can verdi. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin yayınladığı raporuna göre: n Trafik, Servis Kazası nedeniyle 41 işçi n Düşme nedeniyle 21 işçi n Ezilme, Göçük nedeniyle 15 işçi n Elektrik Çarpması nedeniyle 9 işçi n Patlama, Yanma nedeniyle 5 işçi n Kesilme, Kopma nedeniyle 5 işçi n Zehirlenme, Boğulma nedeniyle 4 işçi Diğer nedenlerden dolayı (kalp krizi, intihar, silahlı saldırı, çığ düşmesi, iç kanama) 25 işçi can verdi. Servislerde neden öldüler? Bu iş cinayetlerine tır, otobüs ve servis sürücülerinin günde 16-18 saate varan çalışma saatleri, dinlenme orta-
MARKS DİYOR Kİ Volkan Akyıldırım
ENTERNASYONELLE KURTULACAĞIZ “... İşçi sınıfının kurtuluşu ne yerel ne de ulusal bir sorundur; modern dünyanın bütün ülkelerini kapsayan toplumsal bir sorundur.” (Karl Marx, I. Enternasyonal’in tüzüğü) Enternasyonalizm, yani kapitalizmin bir parçasında değil bütün parçalarında kurtuluş fikri marksizmin temelidir. 1. Dünya Savaşı’nda kendi burjuvalarını destekleyen sosyal-demokrasi ve “tek ülkede sosyalizmin” mümkün olduğunu savunan stalinizm, egemen sınıfın fikri olan milliyetçilik virüsunu sosyalizme enjekte etti. Türkiye’de enternasyonalizm solun geniş kesimleri tara-
9
mından uzak oluşları, araç bakımlarının yaptırılmaması; yine işçilerin patronlar tarafından uygun araçla getirilmemesi, kapalı kasa kamyonetlerde, traktörlerde taşınmaları ya da hiçbir araç tahsil edilmeyip kendi imkanları ile işe gidiş-gelişlerini sağlamalarının istenmesi ve uygun yapılmayan duble yollar, kavşaklar, yüksek hızlı tren hatları neden oluyor. Geçen ay inşaat, taşımacılık, tarım ve enerji işkollarında işçi ölümleri yoğunlaşırken iş güvenliğinin sağlanması için hiçbir yaptırımla karşılaşmayan patronlar kazanmaya devam etti.
METAL GREVİ KAZANMALIDIR DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş sendikasında örgütlü olan binlerce metal işçisi MESS’in dayatmalarına karşı, Gebze’den Mersin’e kırk bir işyerinde grev kararı aldı ve bu işyerlerinin bir bölümünde 29 Ocakta grev başladı. Bir grup fabrikada ise grev 19 Şubatta başlayacaktı. Ama işçi düşmanı AKP hükümeti, daha ikinci gününde Bakanlar Kurulu kararıyla grevi 60 gün ertelediğini açıkladı. Sadece metal işçilerinin değil, işçi sınıfının geneli için olumlu bir dönemi başlatabilecek olan metal grevleri Hükümet tarafından aslında fiilen yasaklandı, çünkü ertelenen grevlerde, erteleme süresince taraflar anlaşamazsa, Çalışma Bakanlığı Yüksek Hakem Kurulunu devreye sokmakta, erteleme sonunda tekrar greve başlanamamaktadır. 1991 yılından bu yana böylesine kitlesel bir grev deneyimi yaşamamış olan metal işçileri için metal grevinin önemi ve anlamı büyüktür. Patronlar bunu iyi bildiğinden, işçilerin coşkusu ve kararlılığı karşısında hükümeti devreye sokarak grevi engelledi. Bakanlar Kurulu grevleri erteleyerek “milli güvenliğin”, sermayenin sömürüsünü ve işçilerin köleliğini güvence altına almak demek olduğunu bir kez daha gösterdi. Metal işçileri şimdi iki yıllık sözleşme ve ücret zammı taleplerinde daha da kararlıdır. AKP hükümeti bilmelidir ki, metal grevini yasaklamakla metal işçilerinin mücadelesini metal fabrikalarından diğer işyerlerine ve meydanlara taşımaktadır. Metal işçilerinin mücadelesinin amacını bir kez daha hatırlamak gerek: Birincisi, metal işçileri özgür toplu pazarlık düzeni istiyor, üç yıllık sözleşme dayatması istemiyor. İkincisi, insan onuruna yakışır bir ücret, insan onuruna yakışır çalışma koşulları istiyor. Üçüncüsü, yasaklanan grev haklarını geri almak istiyor. Birleşik Metal-iş yaptığı açıklamada, işveren örgütü MESS ile asla masaya oturmayacağını, yani erteleme döneminde anlaşma imzalamayacağını kamuoyuna duyurdu. Yüksek Hakem Kurulu tarzındaki arabuluculukları da kabul etmek istemediğini açıkladı. Yapılması gereken AKP hükümetinin ve MESS’in saldırılarına karşı, metal işçileri ile dayanışmayı büyütmek, bu grevin kazanmasını sağlamaktır. Diğer işyerlerindeki ve işkollarındaki işçiler mücadele için seferber edilmeli, birlikte mücadelenin önemi anlatılmalıdır. İşçi hareketinin büyümesi için işçi sınıfının mücadelesinin kazanması gerekir. Metal işçileri AKP Hükümetine ve işveren örgütü MESS’e dersini verecek, metal grevi kazanacaktır.
fından, Küba veya benzer bir ülkeden resmi bir devlet görevlisini kongrelere çağırmak, o çevre hangi tek ülke pratiğini benimsiyorsa oradan bir müzik grubunu şenliklere çıkartmak ya da başarılı olmuş bir gerilla hareketini kardeş ilan edip övünmek olarak anlaşılır.
ları bölgesel bir devrimin gerekliliğini hem emperyalist ilişkilerden hem de yerel egemen sınıfların işbirliğinden çıkartıyordu. 2011’de Tahir Meydanı’nında devrimin zaferini İspanya’da Öfkeliler’in meydanları zapt etmesi izledi.
Sosyalizmi, kemalizm ve stalinizmden öğrenen yerel sol geleneğin ulusalcı, bayrak ve vatan sever, rejim ve devlet savunucusu aşırı sağ poziyonlara sürüklenmesi, Marx’ın enternasyonalizm fikrinin reddinden kaynaklanıyor.
Arap devrimleri, egemen sınıfları ve emperyalizmi bölgesel düzeyde yenemediği için bugün karşıdevrimle boğuşuyor. Yunanistan’da Syriza’ya oy verip hükümete taşıyan işçiler, euro bölgesinde tek başına kurtuluşun olmadığını çok iyi biliyor ve Podemos’un yaklaşan zaferini kendi zaferleri olarak görüyor.
Elbette 21. yüzyılda ulusal politikaları ve yerel çözümleri savunanlar, ne taraftar ne dinleyici bulabilir. Marx’ın Komünist Manifesto’da anlattığı sermayenin uluslararasılaşması ile dünya çapında işçi sınıfının birliğinin, küresel kapitalizmi küresel mücadeleyle ortadan kaldırma gücü bugün tartışmasız bir gerçek. 2011’de Tunus’ta patlak veren devrim Kuzey Afrika’dan Ortadoğu’ya yayıldı. Suni sınırlarla bölünmüş Arap halk-
Enternasyonalizm bir niyet değil pratik mücadeledir. Her ülkede egemen sınıfı yenme kavgası, küresel dayanışma ve birlikte mücadele ile buluşursa güçlenir. Bu bütün ülkeleri kapsayan toplumsal bir sorun: Küresel ısınmayı ve savaşları durdurmak için dünya devriminin zaferine mecburuz.
10 MEKTUP&DUYURU
GEBZE’DE GREV SABAHI TOPLANTI DUYURULARI BEYOĞLU
CUMHURBAŞKANI SUÇ İŞLEYECEK Erdoğan, Başbakan Davutoğlu’na güvenemedi, seçimler için meydanlara iniyor. Cumhurbaşkanı seçildiği için “halka teşekkür” etmeyi bahane ederek anayasal suç işlemeye hazırlanıyor. Bundan önceki cumhurbaşkanlarının da pek çoğunun siyasi partilerle bağı vardı. Ancak köşke çıktıklarında bu kadar pervasızca davranmamışlardı. Erdoğan zaten cumhurbaşkanı olduğundan beri gittiği her yerde AKP’nin şefi olarak propaganda yapıyor. Bu durum bir yandan da hükümetin krizine işaret ediyor. Erdoğan, birkaç ay önce başbakan olarak atadığı Ahmet Davutoğlu’nun seçim kampanyasını yürütebileceğine inanmıyor. AKP’nin ideologları dahi Erdoğan ile Davutoğlu arasındaki çatlaklardan bahsediyor. Yolsuzluk ve rüşvet oylamalarındaki firelerle birlikte, Erdoğan partisini bir arada tutabilmek için işin ucunu bırakmıyor. Ozan Tekin
5 Şubat Perşembe, 19:00
RESMİ TARİHLE YÜZLEŞME ATÖLYELERİ 29 Ocak günü Birleşik Metal-İş sendikası öncülüğünde gerçekleştirilen grev için Gebze’de bulunan Cengiz Makine ve Yücel Boru fabrikalarının önündeydik. İlk adresimiz sabahın erken saatlerinden itibaren emek dostlarının ve sosyalistlerin yardımlaşmaya gittiği Cengiz Makine fabrikasıydı. Burada diğer sendikaların da gelmesinin ardından işyerinden çıkan işçiler çok coşkuluydu. İşçilerin fabrika içinden başlattığı yürüyüş kapıda sonlandı ve burada “İşgal, grev, direniş!” sloganlarıyla grev pankartı asıldı. “Açlıktan ölmeyiz! Biz bu yoldan dönmeyiz!” sloganı tüm işçilerin en coşkuyla attığı slogan olmuştu.
tik. İçerideki 300’den fazla işçi görkemli bir yürüyüşle fabrika önüne geldi. Sendika başkanı konuşma yaptığı sırada alandaki işçiler arasında durumlarını konuşuyordu. Hepsinin cümlelerine greve ve kendi mücadelelerine olan inançları yansıyordu. Buradan yürüyüşle Gebze Meydanı’na gidildi. Meydanda işçiler arasında bir zafer ve mücadele havası hâkimdi. Greve çıkacağız demişler ve bu kararlarının arkasın durarak fabrikaları boşaltmışlardı. Bu grev bize işçilerin yürüyüş sırasında hep bir ağızdan haykırdığı bir şeyi öğretiyor: “Birleşen işçiler yenilmezler!” Umut Mahir Özen
Buradan Yücel Boru fabrikası önüne git-
KADIKÖY’DE IRKÇILIĞA DURDE Merhaba , Kadıköy birçok etnik ve dini grubun bir arada yaşadığı ama aynı zamanda Türk milliyetçiliğinin ve ırkçılığın da çok yaygın olduğu bir yer. Geçtiğimiz Noel’de Yeldeğirmeni’ndeki Ortodoks kilisesi kundaklanmaya çalışıldı, birkaç aydır ırkçılar Pazar günleri (yani ayin günleri) çarşıdaki Rum ve Ermeni kiliseleri önünde stant açıyorlar, Fikirtepe’deki Suriyeli göçmenler ırkçı saldırılara maruz kalabiliyor, çöp toplayan Kürt ve Romanlar saldırıya maruz kalabiliyor. Yereldeki bu gibi olaylarda neler yapabileceğimizi; Kadıköy’de bir zamanlar azınlık olmayan Rum, Ermeni ve Yahudilerin hangi politikalarla azınlık bırakıldığını anlatmak için Kadıköy yerelinde Irkçılığa
ve Milliyetçiliğe DurDe Kadıköy adıyla bir aktivizm grubu kuruyoruz. İlk etkinliğimizi Kargaart ile birlikte Ümit Kıvanç sunumunda Hrant Dink Davası- Eriyen Adalet toplantısıyla yaptık. 31 Ocak’ta ise bir aktivistler buluşması düzenledik. Şubat ayı içinde ise yine kargaart ile birlikte izlek 2015// Yüzleşme teması kapsamında 10 Şubat Salı günü 20:30’da Torunlar Anlatıyor ve 26 Şubat Perşembe günü 20:00 Müslümanlaş(tırıl)mış Ermeniler başlıklarıyla söyleşiler düzenliyoruz. Durde Kadıköy aktivistlerinin 2015 yılında daha güçlü olması gerek. Desteklerinizi bekliyoruz. İletişim için: 05532066218 Kadıköy DurDe Aktivistleri
21 ŞUBAT 2015 KİTAPÇILARDAN VE SOSYALİST İŞÇİ DAĞITIMCILARINDAN ALABİLİRSİNİZ www.altust.org
6 Şubat
MÜSLÜMANLAŞTIRILAN ERMENİLER 20 Şubat
DİL SOYKIRIMI VE ASİMİLASYON 6 Mart
1964: RUM SÜRGÜNÜ SOYKIRIM VE ADALET, ÖZÜR VE TAZMİNAT DSİP Şişli İlçe Örgütü Rumeli Cd. Nakiye Elgün Sokak İkbal Ap. No: 32/1 Osmanbey
HAREKETLERİ Konuşmacı: Murat Ezer 29 Ocak Perşembe, 19:00 GREV YASAKLARINI NASIL AŞARIZ? Konuşmacı: Faruk Sevim Leyla Teras İstiklal Cad. Mis Sok. No:6 Kat:4 Beyoğlu FATİH
6 Şubat Cuma, 19:00 TÜRKİYE’DE TOPLUMSAL CİNSİYET POLİTİKALARI Konuşmacı: Meltem Oral Beyrut Cafe, Ali Kuşçu Mahallesi, At Pazarı Meydanı, No:7 KADIKÖY
5 Şubat Perşembe, 19:00 SYRİZA’DAN PODEMOS’A: DEĞİŞİM MÜMKÜN MÜ? Konuşmacı: Onur Devrim Üçbaş 12 Şubat Perşembe, 19:00 BİLİMKURGU VE ELEŞTİRİ Konuşmacı: Bülent Somay Serasker Cad., No: 88, Nergis Apt., Kat:3 ŞİŞLİ
BİZİ ARAYIN: Ankara 0532470150 Sincan: 05397440268 İstanbul Beyoğlu: 05368474650 Şişli: 05547307216 Fatih: 05053524099
SAAT: 15.00
TÜNEL MEYDANI
İzmir 05544602111
BARIŞA SÖZ VER KAMPANYASI SOKAĞA ÇIKIYOR!BARIŞ, ÇÖZÜM VE KARDEŞLİK İÇİN YÜRÜYORUZ...
CUMHURİYETE İŞÇİ
20 Mart 2015
Kadıköy: 05334479709
İSTANBUL
OSMANLI’DAN
Üsküdar: 05075550272 Karşıyaka: 0505822991 Tekirdağ 05332334150 Eskişehir 05543127196 Akhisar 05443270445 Üniversiteler 05397980171
6 Şubat Cuma, 19:00 MÜSLÜMANLAŞTIRILAN ERMENİLER Konuşmacı: Ferda Balancar 12 Şubat Cuma, 19:00 METAL GREVİNİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ Konuşmacı: Onur Devrim Üçbaş Nakiye Elgün Sokak No:32/3 Osmanbey ANKARA
5 Şubat Perşembe, 18.30 METAL GREVİ VE GREV YASAĞINA KARŞI DİRENİŞ Konuşmacı: Can Irmak Özinanır 12 Şubat Perşembe, 18.30 NASIL BİR HEGEMONYA MÜCADELESİ? Konur Sokak 14/13, Kızılay İZMİR
13 Şubat Cuma, 18.30 RUSYA’DA DEVLET KAPİTALİZMİ Konuşmacı: Ersin Damarsardı Karakedi Kültür Merkezi 1462 sk. 20/1 Alsancak
İKLİM&ADALET 11
NÜKLEER SANTRALE DE SİLAHA DA HAYIR! Sinop ve Akkuyu’da kurulacak iki nükleer santraller Türkiye’nin nükleer silah programı için mi? Prof. Dr. Hayrettin Kılıç, tasarı halindeki Nükleer Enerji Yasası’nda nükleer silahlarda kullanılan radyoaktif izotopların yer aldığını söylüyor. Nükleer santrallere karşı bir aktivist olan nükleer bilimci Prof. Dr. Hayrettin Kılıç, taslak halindeki nükleer yasasında yer alan maddeleri işaret ederek yaptığı uyarı bu ısrarın nedenlerini de ortaya koyuyor: Tasarıda nükleer madde olarak listelenen “Plütonyum-239”, “Uranyum-233” gibi radyoaktif izotoplar sadece nükleer silah programında kullanılıyor. Halk istemiyor, hükümet ısrarlı Başlıca enerji kaynağı olarak küresel ısınmaya sebep olan kömürü kullanan, güneş ve rüzgar enerjisi için uygun coğrafi koşullara sahip olmasına rağmen bunu tercih etmeyen AKP hükümeti toplumun ezici çoğunluğu istememesine rağmen iki nükleer santral yapmakta ısrar ediyor. Bu ısrarın ardında sadece büyük sermayenin ihtiyacı olan enerji değil nükleer silah programının da yer aldığına dair ilk somut bulgular Nükleer Yasa Tasarısı’nda ortaya çıktı. Yasada silah var Profesör Kılıç’ın, Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan saptamaları şöyle: n Tasarının 3. maddesinin “ı” fıkrasında; henüz resmi söylemde hiç bahsi geçmeyen nükleer silah programına dair niyetin işareti vardır. Bu fıkrada “nükleer madde” diye listelenen Plütonyum-239, Uranyum-233 gibi radyoaktif izotoplar aslında sadece nükleer silah programında
Batman’da kadın cinayetleri protestosu
kullanılan izotoplardır. n Aynı maddenin başka fıkrasında “radyoaktif atık tesisi” için bir açıklık getirilmemiş. Bu tesisin nihai bir depolama tesisi mi yoksa atıkların yeniden işlenerek içindeki Plütonyum-239’un çekildiği bir tesis mi olduğu belirsiz. n Nükleer Düzenleme Kurumu’na ilişkin esasların ele alındığı 10. maddenin birinci bendinde yeni kurulacak kurumun başbakana bağlı olacağı belirtiliyor. Dünyada halen nükleer silah geliştiren İran, Kuzey Kore, Pakistan, İsrail gibi antidemokratik ülkeler dışında, doğrudan Başbakanlığa bağlı bir düzenleyici kurumu olan ülke yok. n Aynı maddenin 2. bendinde “Kurumun (başbakanın) kararları yerindelik denetimine tabi tutulamaz. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi kurumun (başbakanın) kararlarını etkilemek amacıyla emir ve talimat veremez” deniliyor. Öyle ise bu kurum, nükleer silah programına odaklanmıştır ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti parlamentosu, ordusu, yurttaşları ile ulusal idari kanunların kapsamı dışında kalacak şekilde kurgulanan bir özerkliğe sahip olacaktır. n Kurumun gelirleri, hesap ve harcamalarının ele alındığı 13. maddede “Kurum, devlet ve kamu ihale kanununa tabi değildir” deniliyor. Yani bu kurum, nükleer silah programı için gerekli tasarım, yazılım, malzeme, ekipman elde etmek için İsrail, Pakistan, Hindistan ve İran gibi ülkelerin yaptığı gibi uluslararası karaborsada çeşitli alışverişlere girişecek ve hiçbir şekilde denetlenemeyecek. ‘Barışçı değil’ n Madde 21’de “kurum personeli görevleri sırasında öğrendikleri gizli bilgileri açıklayamaz” deniyor. Hiçbir demokratik ülkede barışçıl amaçlı bir nükleer enerji programının kapsamı bu çeşit bir gizliliğe tabi değildir. Bu seviyede bir gizlilik, ancak nükleer silah projesine dair olabilir. n Tasarıda “Nükleer tesis veya radyoaktif atık tesisi işletmek için lisans verilen kişi” ifadesi var. Türkiye ve Rusya arasında yapılan anlaşmaya göre atıkların Rusya’ya götürülmesi gerekiyor. O zaman bu kişi kim olabilir? Bu lisans, Plütonyum-239’un, atık işleme tesislerinde kullanılmış ve atık haline gelmiş yakıt çubuklarından üretilmesi için gerekli lisanstır. n Maddelerde “Kullanılmış yakıtların ve radyoaktif atıkların güvenli yönetimi sorumluluğu radyoaktif atığı üretene aittir” deniliyor. Bu durumda Akkuyu’da veya Sinop’ta Ruslar veya Japonlar açısından çıkacak atıkların sahibi olarak bir atık işletme tesisi lisansı alma, kurma ve işletme hakkı doğmakta. İki projede de Japon ve Rusların işleteceği, atıkların içinden Plütonyum-239 ayrıştırılmasının kanunen önü de açılıyor. Durdurmak zorundayız Türkiye, Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşmasına 1979 yılında, Nükleer Denemelerin Kapsamlı Yasaklanması Anlaşmasına 2000 yılında taraf olmuştu. AKP hükümetinin nükleer yasası ile bu anlaşma çiğnenirken sadece rayaoaktif ölüm değil savaş tehdide beliriyor. Kılıç’ın uyarıları nükleer santral istemeyenlerin bu çılgınlığı durdurmasının ne kadar önemli olduğunu ortaya koyuyor.
‘MAHALLENİN NAMUSU’ OLMAYACAĞIZ ASPURÇE GİZEM KILINÇ
Türkiye’de kadınlar ellerinde dövizler her yıl erkekler tarafından öldürülen kadınları anıyor. Öldürülmemek için, sıradaki kendileri olabilir diye direniyor. Bu yıl sadece ocak ayında 27 kadın erkekler tarafından katledildi. Geçen yıl 287 kadın öldürüldü. Düşünsenize sizi sevdiğini iddia eden, akşam yemek yapmadığınız için öldüren erkeklerle dolu bir dünyada yaşadığınızı? Peki tüm bunlar olurken devlet denilen aygıt ne yapıyor? Göz göre göre süren bu katliamı durdurmak için deliler gibi çalışıyor mu? Toplumal cinsiyet eşitsizliğine karşı adım atıyor mu? Hayır. Kadının devletçe muhatap alındığı tek kurumun adı ‘aile’ bakanlığına dönüştürüldü. Devlete göre kadınların varlığı bile tacize, tecavüze yol açıyor. Yakında “aman o da kadın doğmasaymış” minvalinde açıklamalar bekliyorum. Muhalefet partileri ne yapıyor peki? Hemen her ay bu taciz, tecavüz, şiddet ve cinayetler ile ilgili soru önergeleri veriyor, pek çoğu kabul edilmiyor. Sonra bir komisyon kuruluyor. “Kadına yönelik şiddetin sebeplerini araştırma komisyonu”. Bu komisyona katılan AKP’li bir milletvekili İsmet Uçma dedi ki “sizin gücünüz olsa erkekleri daha çok döversiniz, gelin şu kadın-erkek ayrımından kurtulalım, polis geldiğinde beyefendi ‘geçici hiddete’ kapıldığından şikayet edilince 6 ay uzaklaştırma alıyorsa bir şeyi yanlış yapıyoruz demektir,mahallenin namusu diye bir şey geliştirelim, o mahallede birine yönelik bir şey yapılıyorsa mahalleli gereğini yapsın.” Namus cinayetleri indirim almasın diye çırpınırken, ‘geçici hiddetleri’ sebebiyle kadınlar öldürülürken canımızı devlete değil mahalleliye mi emanet edeceğiz? Yok ya? Kadını erkeklerden koruması gereken başkaları değil, devlettir. Yılda 287 kadın öldürülebiliyorsa bunun sebebi devletin kadına karşı şiddeti önleme komisyonunda bile, bir kadının yediği dayaktan sonra sığındığı “aman canım abartma iki tokat atmış” diyebilen komşularıyla aynı kutsal aile algısının olmasıdır. Devlet kadınları aile oldukları için değil kadın oldukları için koruyana dek, öldürülen her kadının kanı ellerindedir. Kadınları öldürenleri ağır cezalarla yargılamadığınız müddetçe bizim de iki elimiz yakanızda!
DEVRİMCİ ANTİKAPİTALİST HAFTALIK GAZETE
Z Yayıncılık ve Tanıtım Hizmetleri Ltd. Şti. • Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Meltem Oral • Adres: Serasker caddesi, Nergis Apt, No:88, Kat: 3, Kadıköy, İstanbul • Baskı: Akademi Matbaacılık: Davutpaşa Cad. Güven Sanayi Sitesi, C Blok, No: 230, Topkapı/Istanbul - Tel: 0212 493 24 67-68-69 Yerel süreli yayın, haftada bir yayınlanır • www.sosyalistisci.org
18 NİSAN’DA SOKAKTAYIZ!
Önümüz bahar, okullarda ikinci dönem başlayacak. Ne şanslıyız ki bahara bazılarımız harçla borçla girecek. Hem de bu harçlar, kaldığın ders sayısı paralelinde katlanarak öğrenci cezalandırıyor. Harcı ödemede zorluk çeken öğrencilere verilen mesaj ise oyalanmamaları, öğrenimlerini çabucak bitirip üretim sürecine mi dahil olacaklarsa artık ne yapacaksa yapmaları. Yaşam için vazgeçilmez olan içtiğimiz sudan soluduğumuz havaya her şeye bir fiyat biçilirken, eğitim öğretimin giderek paralıya dönüşüyor olma durumu şaşırtıcı değil. Parasız, bilimsel, anadilde eğitim! Neoliberalizm, en temel hakkımız olan sağlığa ve eğitime göz dikmiş durumda. Eğitimin adım adım özelleştirilmesi karşımızdaki önemli sorunlardan biri. Harç ödemek bir yana devletin bütün öğrencilere bedelsiz burs vermesini talep ediyoruz. İstese devletin herkese bedelsiz burs verebileceğini saraylarından, tapelerinden, F16’larından, biber gazı stoğundan ve en çok da dillerden düşmeyen ‘büyüyen ekonomiden’ biliyoruz. Öğrenciler kampüslerde gündelik hayattaki tartışmalardan soyutlanmış şekilde yaşamaz.
SOSYALİZM SOHBETLERİ Meltem Oral
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNİ NASIL DURDURABİLİRİZ? Geçen Eylül ayında iklim hareketinin son yıllarda kaybettiği ivmeyi yeniden yakalamasını sağlayan önemli gösteriler gerçekleşti. Küresel ısınmanın gündelik hayattaki etkileriyle iklim değişikliğine karşı mücadelenin radikalizasyonu neredeyse doğru orantılı. İklim değişikliğiyle kapitalizm arasındaki bağların çok daha güçlü bir şekilde vurgulanması gerektiği bir dönemdeyiz. Bu vurgu salt bir entelektüel tartışma veya fikir jimnastiği için değil, dünya yoksullarının kaderini belirleyecek bir mücadelenin nasıl yürütüleceğini belir-
Genel politikadaki tüm tartışmaların öğrencilerde de yansıması var. Türkiye’de bizi sürekli AKP neoliberalizmiyle CHP ulusalcılığı arasında çekiştiren mevcut kutuplaşmayı yarmak istiyoruz. AKP’ye yenilmezlik atfeden ve her şeyin çok kötü olduğunu anlatan karamsarlardan farklı olarak mücadele edersek kazanabileceğimizi biliyoruz. Çünkü bütün duyularımız dünyanın dört bir tarafındaki direnişlere açık. Onlardan ilham alıyoruz. 2011’de canlı yayından diktatörlere karşı ayaklanan Ortadoğu halklarının devrimini izledik. İspanya’da meydanları dolduran on binlerce gencin öfkesini paylaştık. Yunanistan’da krizi gerekçe gösterip üniversiteleri özelleştirmeye çalışan hükümetlere karşı okullarını işgal eden, sokağa çıkan öğrencilerden öğrendik. Sadece ilham almıyoruz, Gezi deneyimini hatırladıkça kendimize de güveniyoruz. Özgürlükler arasında tercih yapmayan, neoliberal politikalara koşulsuz karşı çıkan Antikapitalist Öğrenciler olarak 18 Nisan’da İstanbul’da bu güvenle sokakta olacağız. lediği için önemli. Kısacası, sorunu nasıl açıkladığınız, çözüm olarak ne önerdiğinizi de belirliyor. Söz konusu iklim mücadelesi olduğunda yapacağınız açıklama sıradan insanlar için daha iyi bir dünya veya barbarlık arasındaki keskin bir bölünmeye denk düşüyor. Son yıllarda iklim değişikliğinin ‘insan eliyle’ gerçekleştiğine dair sayısız bilimsel rapor yayınlandı. Bazı bilim insanları, gezegenin sürüklendiği bu geri dönüşü olmayan yoldan en az hasarla kurtulabilmesi için çok daha radikal bir sosyal dönüşüme ihtiyaç olduğunu söylüyor. Bu noktada ‘insan eli’ tanımından ne kastedildiği önemli. Bilimsel raporlarda iklim değişikliğinin insan etkinliklerinden kaynaklandığına dair yer alan açıklamaları giderek böyle bir tanımın yerleşmesini sağladı. Tek tek bireysel davranışlarımızın ve yaşam tarzımızın iklim değişikliğine neden olduğu görüşü hareketin içerisinde de yaygın. Oysa aynı raporlar bu tanımın kapsamının bireysel davranışlarımız olmadığını da aynı açıklıkla ortaya koyuyor. Sera gazı artışının başlıca sorumlularından
ANTİKAPİTALİST ÖĞRENCİLER NE DİYOR? Dünyayı değiştirmek isteyen, insanın kârdan daha değerli olduğu bir toplumun var olabileceğine inanan, eğitimin ayrıcalık olmaktan çıkıp ücretsiz olmasını savunan, tüm ayrımcılıklara karşı olan öğrencileriz. Bütün dinlere ve mezheplere özgürlük isteriz. Irkçılığa tahammülümüz yok. Ermeni soykırımından utanç duyar, Hrant’ı kardeşimiz billiriz. Eğitim ve kamu kurumlarında başörtülü kadınlara yönelik ayrımcılığa karşı çıkarız. İlle de barış derken anadilde eğitimin temel bir hak olduğunu savunuruz. HES’lere, termik santrallerden nükleere doğayı tahrip eden her şeyden nefret ederiz. Göçmenlere yönelik ırkçı söylemlere geçit vermeyiz. Yolsuzluğunu aklamak için darbecileri sokağa salan hükümete yetti artık diyoruz İdil Ügüt biri fosil yakıt kaynaklı enerji sektörü. Kapitalist üretim ilişkileri, kâr hırsı ve şirketleri kollayan devlet politikaları karşı karşıya olduğumuz felaketin temel sorumluları. Dolayısıyla iklim değişikliğine karşı mücadele, satın aldığımız ürünlerin ‘yeşil’ olmasına, ekolojik pazardan alışveriş yapmamıza, yoksulların zaten şişkin faturalar yüzünden tutumlu kullanmak zorunda oldukları suyu ve elektriği daha da tutumlu kullanmalarına, yaşam biçimimizde fedakarlık yapmamıza bırakılamayacak kadar ciddi bir mesele. Her ne kadar bu ‘bireysel’ önemleri küçümsememek gerekse de. Devletlere enerji politikalarını değiştirmeleri için basınç yapacak bir hareket örgütlemeliyiz. Türkiye’nin ilk 500 şirketi listesinde birinci sıranın, kendisinden sonra gelenlere ciddi fark atan Tüpraş’ta olduğunu düşününce bile mücadelenin hattının ne olması gerektiği netleşiyor. İklim değişikliğinin sorumlusu kapitalizmdir. İklim mücadelesi de hedefine kapitalizmi almak zorunda. Sistemi değiştirmek gezegenin geleceği için bir zorunluluk.