kültür sanat yaflam›nda
flubat 2009
›ssn 1303-9113 •2009/2 • say› 82
2.25 YTL(KDV’li)
tavır a y l › k
s a n a t
d e r g i s i
Merhaba
Sahibi Tav›r Yay›nlar› Org. Reklamc›l›k ad›na Öznur Turan Genel Yay›n Yönetmeni Gamze Mimaro¤lu Sorumlu Yaz›iflleri Müdürü Cihan Keflkek Yaz›flma Adresi ‹stanbul Mahmut fievket Pafla Mah. Mektep Sk. No:4-B Okmeydan› - fiiflli - ‹stanbul Tel: (212) 238 81 46 Faks: 238 82 49 e-posta: tavir2007@gmail.com Ankara ‹dilcan Kültür Merkezi fiirintepe Mah. 8.Cad. No:222 / B Mamak – Ankara Tel: (312) 390 38 05 Hesap no (YTL) 1042- 30000 596147 Gamze Mimaro¤lu ‹fl Bankas› Parmakkap›/‹ST. Hesap no (EURO) 1042- 3010000 129062 Gamze Mimaro¤lu ‹fl Bankas› Parmakkap›/‹ST. Fiyat› (DÖV‹Z) Almanya: 5 Euro Fransa: 5 Euro Hollanda: 5 Euro Avusturya: 5 Euro ‹sviçre: 7.5 Frank ‹ngiltere: 4 Sterlin Bask› Bar›fl Matbaac›l›k Mücellit Ali Laçin Davut Pafla Cd. Güven Sanayi Sitesi C Blok No: 291 Topkap›- ‹stanbul Tel: (0 212 ) 674 85 28 Yerel süreli yay›n
Kimi uykudayd›. Bir daha uyanamad›lar. Kimi sokakta havas› çoktan inmifl plastik bir topun peflinde ba¤›ra ça¤›ra kofluyor, gülüyor, e¤leniyordu. Bir daha koflamayacak, bir daha gülemeyecek, bir daha “anne” diyemeyecekler örne¤in. Gazze’de yafl›yor olmakt› tüm suçlar›! Daha do¤rusu Filistin’de do¤mak, Filistinli olmakt›, tepelerine fosfor bombalar› ya¤mas›n›n sebebi... Gazze’den, Filistin’den, ‹srail’in tüm dünyan›n gözlerinin içine baka baka yapt›¤›, adeta bir soyk›r›ma benzeyen katliamdan söz ediyoruz. Y›k›lan, neredeyse tümüyle tahrip olan Gazze’den; analar›n hiç tükenmeyen a¤›tlar›ndan; dörtte biri bebeklerdençocuklardan oluflan yüzlerce ölüden... ‹flgalcinin vicdan› yoktur. Adalet duygusu da... ‹flgalcinin ahlak› da yoktur. Her yol mübaht›r onun için. Gözünü k›rpmadan öldürür karfl›s›na ç›kan›. Haks›zl›¤›n, suçlulu¤un prati¤idir elbette bütün bunlar. ‹srail denilen katilin, on y›llard›r Filistin’e, Filistinlilere uygulad›¤› zulmün, çektirdi¤i ac›lar›n küçük bir örne¤iydi Gazze... Arapça a¤›tlar kaplad› bir kez daha Ortado¤u’nun semalar›n›... Yeni kefenler biçildi delik deflik çarflaflardan, nevresimlerden... ‹flte iki-üç metre beyaz bezin bile lüks oldu¤u topraklarda, Filistin’in ölüleri çarflaftan bozma kefenlerle gömüldü. Yeryüzünde yaflanabilecek ne kadar ac› varsa, hepsinin Filistinlilerin bedenlerinde harman oldu¤u bu çöllerde, umudun kanla yeflerdi¤ine tan›¤›z. Çocuk generallerin iflgalcilere olan öfkesinden, analar›n yürek yakan feryatlar›ndan, kurfluna, bombaya karfl› sapanla dövüflülen bu kavgadan do¤acak günefl Filistin’e... Diren ey Filistin! Diren küçücük tabutlar aflk›na. Diren kanla sulanan kumlar aflk›na. Diren kutsal vatan aflk›na. Sen direnirsen dünya direnir! Sen direnirsen halklar direnir. Sen direnirsen umut daha da büyür. Diren! Yakam›za yap›fl›r yoksa ölülerimiz. Yenilmez öfkeleriyle ç›karlar karfl›m›za. Bakamay›z yüzlerine. Diren ey Filistin! Bin Gazze de yaflasan, bin defa ölsen de diren! ‹flgalcinin yüzü gülmesin diye; kumun alt›nda yatan on binlerce Filistinli rahat uyusun diye; çarflaflardan bir daha kefen biçilmesin diye diren! Yüreklerimiz seninle bir, yüreklerimiz seninle daha dirençli... Yüzümüz sana dönük. Yüzümüzü kara ç›karma! Gazze’de ölenlerle öldük, direnenlerle direndik. Ac› duyduk ölümlerden, onurland›k iflgalcilere karfl› direnenlerden... Adalet kavgas› sürüyor dünyan›n her yerinde. Bitmesine az kald›. Umut her geçen gün büyüyor. Umudunuzu büyütün siz de yüreklerinizde... Bir sonraki say›m›zda görüflmek dile¤iyle.... Hoflçakal›n... Dostlukla...
tavır
‹Ç‹NDEK‹LER
02/2009 8 5 6 8 11 15 16 17 20 24 27 31 33 38 41 42 43 44 46
MAKALE TRT 6 de¤il “TRT fiefl” fi‹‹R veselin hançev DENEME öyle mi katiller sürüsü? ÖYKÜ gazze’de güvercin olmak RÖPORTAJ sarkis çerkezyan ÖYKÜ kardan adam NOTA sevdan›za and olsun-grup yorum ‹NCELEME diziler ve emek sömürüsü B‹YOGRAF‹ gökçen efe ‹ZLEN‹M on parma¤›nda on marifet: theodora RÖPORTAJ y›lmaz onay RÖPORTAJ s›rr› süreyya önder ‹NCELEME ütopya ‹ZLEN‹M s›rlar› surlar›nda sakl› flehir: diyar-› bekir fi‹‹R mahmud dervifl fi‹‹R naz›m hikmet AYIN FOTO⁄RAFI ferhat eyübo¤lu S‹NEMA gençli¤e iyi bir ö¤üt: ayakta kal! HABERLER
gazze’de güvercin olmak
3
11 3 bir as›rl›k komünist: sarkis çerkezyan
17 diziler ve emek sömürüsü 3
38 3
3
kapak: 3
s›rlar› surlar›nda sakl› flehir: diyar-› bekir
makale
TRT 6 de¤il “TRT fiefl” kerim çetin
TRT kanallar›na geçti¤imiz haftalarda bir yenisi eklendi. TRT 6 yazan bu televizyonu siz siz olun "TRT Alt›" diye okumay›n. Ad›n› devletin koydu¤u bu televizyonu, Kürtçe telaffuzuyla okumal›s›n›z, yani “TRT fiefl” demelisiniz. Aksi halde bafl›n›z derde girebilir, bölücülük yapt›¤›n›z iddias›yla tutuklanabilirsiniz bile. Öyle ya devletten daha m› iyi bileceksiniz neye Türkçe neye Kürtçe seslenece¤inizi? TRT 1’e nas›l ki “TRT Yek” demek suç olacaksa TRT 6’ya da “TRT Alt›” demek suç olacakt›r. Bunlar iflin flakayla kar›fl›k anlat›m›d›r elbette. Ama bir dilin hayat›n içinde her flekildeki kullan›m›n› uzunca y›llar yasaklayan bir iktidar, o dilde yay›n yapan bir televizyon açt›¤›nda ayn› zihniyeti burada da gösterebilir, pekala. Yine yasakç› bir tutumla Kürtçeden baflka adland›rmalara ayn› tepkiyi gösterebilir. Bu yan›yla hiç flafl›rt›c› da olmaz. Daha düne kadar Kürt kimli¤ini yok sayan, bu dilde yap›lm›fl konuflmalar› “bilinmeyen bir dilde bir tak›m kelimeler” diye meclis tutanaklar›na geçirenler, bugün ne oldu da Kürtçe kanal açt›lar? Daha önce bir baflka kanalda günde yar›m saat fleklinde yapmak istedikleri bu yay›n› flimdi ne oldu da 24 saate ç›kard›lar ve bunun için ayr› bir televizyon kanal› kurdular? TRT fiefl gerçekten bir demokratik aç›l›m m›d›r? Kürtlere tan›nm›fl bir kültürel hak m›d›r? Yüzlerce y›ld›r sürdürülen asimilasyon ve imha politikas›n› terk edifl midir? Bu sorular›n cevaplar›n› bulmak için hem bu kanal›n yay›n politikas›na, hem bu kanal›n d›fl›nda Kürtlere yönelik di¤er tüm alanlardaki resmi politikaya bakmak gerekir.
Bilindi¤i gibi TRT, devletin resmi kurumudur. Ve buna ba¤l› olarak resmi devlet politikas›ndan ba¤›ms›z yay›n yapamaz. Bu yan›yla devletin her alandaki yaklafl›mlar› TRT’nin kanallar›na da aynen yans›r. TRT fiefl de bu mekanizma içinde bir kanal oldu¤una göre bunun d›fl›nda ele al›namaz. ‹ktidar›n Kürtlere karfl› nas›l bir inkâr ve imha siyaseti izledi¤ine bu ülke halklar› onlarca, yüzlerce y›l tan›k oldular. Eskiyi bir yana b›rakal›m, son on y›la, hatta onu da b›rakal›m son birkaç y›l içinde yaflananlara bakal›m, bu tablo hiç de¤iflmiyor. Hep yok sayma, ad›n› anmaktan çekinme, “Kürt” diyememe var. Bu kanal›n kurulmas› karar›n› alanlara, baflta Tayyip Erdo¤an olmak üzere, onun kabinesindeki bakanlara bakal›m, onlar›n söylediklerine, icraatlar›na bakal›m karfl›m›za yine hep ayn› tablo ç›k›yor: Kürt düflmanl›¤› ve inkârc› bir siyaset. Ülke halklar›n›n kimli¤ini ifade eden “mozaik” nitelemesine “Ne mozai¤i ulan mermer!” diyerek tepki gösteren, Kürtleri “da¤ Türk’ü” olarak niteleyenlerin en önemli sloganlar›ndan “Ya sev Ya Terk et” sözünü daha birkaç ay önce söyleyen bu baflbakand›. Kürtçe flark› çald›¤› için ceza alan radyo ve TV’ler yine ayn› baflbakan döneminde almaya devam ettiler bu cezalar›. Kürtçe konufltuklar› için haklar›nda fezleke ç›kar›l›p milletvekilli¤inden ç›kar›lmak istenen DTP’li vekillerin fezlekeleri ayn› yönetim döneminde haz›rland›. Kürtçe konuflan, Kürtçe yazan belediye baflkanlar› bu dönemde soruflturmalara u¤rad›lar. fiovenizm ve milliyetçilik bu yönetim
döneminde tavan yapt›. Ve kendilerini bu histeriye kapt›ranlar s›rf Kürt oldu¤u için de¤iflik yerlerde iflçileri, ö¤rencileri linç etmeye kalkt›lar. Bu örnekleri geçmifl zamandan bahsederek versek de, çok yak›n bir geçmifli ifade ettikleri ve hala sürmekte olduklar› için bugünün gerçekleri olarak kabul etmek durumunday›z. Bugün TRT fiefl’te baz› sanatç›lar “gülerek” flark›lar söylerken, baflka bir yerde, örne¤in bir hapishanede bir Kürt tutsak, s›rf ailesiyle Kürtçe konufltu¤u için görüfl cezas› al›yor. Bugün bu kanalda sinema filmleri “gençler de izleyebilsin” diye Kürtçe dublajlanarak sunulurken, baflka bir yerde örne¤in bir okulda anadilinde e¤itim istedi¤i için ö¤renciler okullardan at›l›yor, soruflturmalara u¤ruyor. Bugün bu kanalda ‘Kürt çocuklar› da gülebilsin’ diye çizgi filmler Kürtçe seslendirilerek yay›nlan›rken, baflka bir yerde örne¤in do¤u illerinin sokaklar›nda çocuklar postallar aras›nda, kurflun sesleri alt›nda ve yoksulluk içinde oynamaya çal›fl›yor. Kürtlerden bir özür oldu¤u söyleniyor bu kanal›n. Ama niyet gerçekten özür dilemekse hayat›n baflka alanlar›nda yaflanan hor görme, yok sayma, linç etme, dilinikültürünü yasaklama gibi tüm uygulamalarda da bir de¤iflim yaflan›rd›. Bunlar›n hiçbirisinin olmad›¤› bir ortamda sadece bu kanal›n aç›lmas› baflka fleylerin hedeflendi¤ini akla getiriyor. Y›llarca yok say›lan bu halk›n dilinde bir televizyon aç›lmas›, kuflkusuz Kürtlerin yüz-
fiUBAT 2009 | TAVIR | 3
makale
lerce y›ll›k kimlik savafl›n›n bir sonucu ve inkar politikalar›n›n iflas›d›r, bu aç›k. En az›ndan art›k yok say›lmamakta, kabul edilmekteler. Ama onlar› yok sayarak yok edemeyece¤ini anlayanlar, bu defa varl›klar›n› kabul ederek ama yine yok etme amac›n› hayata geçirmekteler. Bunu da yapt›klar› aç›klamalarda aç›kça belirtiyorlar zaten. Bu ülkenin baflbakan›, Kürtçe televizyonu demokratik bir aç›l›m, tan›nan bir kültürel hak olarak de¤il, direnifl çizgisini k›r›p yok etmek için kurduklar›n› aç›kça belirtiyor. Kürtler’in Roj TV’nin etkisinden kurtar›lmas› gerekti¤ini, devletini seven bireyler haline getirilmesi gerekti¤ini, bu televizyonun da buna hizmet edece¤ini söylüyor, gelen elefltiriler karfl›s›nda. Yani kurulufltaki as›l amac› da ortaya koymufl oluyor. Televizyonu açt›ran zihniyet böyle olunca, bu televizyonda nas›l bir yay›n çizgisi olaca¤› da ortaya ç›k›yor az çok. Türkçe yay›n yapan televizyonlar›n hali düflünüldü¤ünde, bu televizyonlar›n bir bütün olarak halk›n asimilasyonunda, apolitikleflmesinde, yozlaflt›r›lmas›nda nas›l bir rol oynad›¤› herkesin malumu benzer fleylerin bu kanalda da olaca¤› aç›kça görülüyor. Yar›flma programlar›, flov programlar›, sabah programlar›, diziler, haberler k›saca televizyonda gösterilen hemen her fley bu amaca hizmet ediyor. Gerçek sorunlar›ndan uzaklafl›p tozpembe hayallere dalacak; televizyonda izledikleri gibi bir hayata sahip olma düfllerine dalacak insanlar yarat›lmak isteniyor. Ve bu konuda ne kadar baflar›l› olundu¤u ortada... Televizyonlar›n böyle hayati bir rol oynad›¤› günümüzde, aç›lan Kürtçe televizyonun bunun d›fl›nda kalaca¤›n› sanmak safl›k olur. Bu kanallarda gördü¤ümüz her fley, daha da ucuz, daha da basit hale getirilerek, Kürtçe dublajlarla sunulacakt›r izleyiciye. Evet, bir yandan filmler, bir yandan çizgi filmler Kürtçe seslendirilmekte, bir yandan müzik programlar› yap›lmakta. Yani öyle ifl olsun diye de¤il, gayet ciddiye al›narak kuruldu¤u belli bu kanal›n. Öyle ki, devletin baflkalar› için uygulad›¤› yasaklar ve cezai yapt›r›mlar bu kanal› ba¤lamamakta. Türk alfabesinde olmayan “Q, W, X” gibi harfleri, yasak olmas›na ra¤men bu kanal kullanabiliyor. Ya da çal›nmas› yasaklanm›fl olan, daha önce o flark›y› çald›¤› için ceza alan radyo ve TV’ler olmas›na ra¤men, yasaklanm›fl flark›lar bu kanalda çal›nabiliyor. Yani daha önce uygulanan yasaklar bu kanal›n kap›s›ndan içeri giremiyor. Bu yasaklar›n bile çi¤neniyor oluflu, seslendirilen filmler, yap›lan programlar, hepsi bu kanal›n ne kadar ciddiye al›nd›¤›n› gösteriyor. Bu kanal ifl olsun diye de¤il, Kürtler sahiplensin ve seyretsin diye kurulmufl bir kanal. Kürtler seyretsin ki kendi gerçe¤ini çarp›k bir flekilde ö¤rensin. Kürtler seyretsin ki asimilasyon politikalar› art›k daha h›zl› bir flekilde etkili olsun. Kürtler seyretsin ki, haberlerden di¤er programlara kadar yap›lacak propagandayla direnme dinamiklerini yitirsin. Bu kanal›n Kürtçe’nin sorunlar›n› çözece¤ini, Kürtlerin gerçek ve do¤ru tarihini yans›tabilece¤ini sananlar ciddi bir yan›lg› içindeler. Bu televizyon ne Kürt ayaklanma ve isyanlar›n›, ne onlara uygulanan katliam ve bask›lar› do¤ru bir flekilde verebilir. Çünkü bu kanal, Kürtler’in tarihini ve bugününü kana bulayanlar›n kanal›. Her türlü ilhak, iflgal, imha ve asimilasyon karar›n›
4 | TAVIR | fiUBAT 2009
al›p uygulam›fl olanlar›n, tarihi en do¤ru haliyle verece¤ini kimse beklememeli. Kürtlerin bu kanal arac›l›¤›yla iktidar ve sistemle bar›flmas› sa¤lanacak, beyni flov programlar›yla, futbolla, ümmetçilikle doldurularak kendi gündeminden ve gerçe¤inden kopar›l›p, bir yan›lsama içerisine girmesi sa¤lanacak. Bu kanal›n bir devrim oldu¤unu savunanlar, Rönesans hareketine benzetenler ve bu yan›lsama ve körlük içinde destek sunanlar bilerek ya da bilmeyerek bu politikan›n hayata geçmesine hizmet ediyorlar. TRT fiefl, Kürt halk›n› gerçek kimli¤iyle, de¤erleriyle ve tarihiyle tan›flt›rmaktan çok, onun kendi kimli¤inden iyiden iyiye uzaklaflmas›na ve yabanc›laflmas›na hizmet edecektir. En az›ndan hedeflenenin bu oldu¤u ortadayken, kanal›n kültürel bir hak ve önemli bir ad›m oldu¤unu savunanlar›n bir kere daha ciddi bir flekilde düflünmesi gerekiyor. J
fliir
yafl›yorum veselin hançev çeviri: ataol behramo¤lu
Yafl›yorum Her yan›m Cay›r cay›r yan›yor, Yafl›yorum. Düflünüyorum ve hayk›r›yorum ac›dan. Ac› de¤il yüre¤imi yakan: Ac›m y›k›lmaktan. Yafl›yorum. Bir kirifl gibi titriyor her yan›m. Yafl›yorum. Atefller içindeyim, say›kl›yorum. Yafl›yorum. Ama titremem ateflten de¤il: Öfkesi oldu¤un yerde kalman›n. Yafl›yorum. ‹nsanlar, dakikalar ac› veriyor bana. Yafl›yorum. Yitik yollar için hayk›r›yorum. Yafl›yorum. ‹nsanlar, do¤umlar istiyorum, ölümler de¤il. Yafl›yorum. ‹çimde hayk›r›yorum döllenmifl dünya. Yafl›yorum. Ölece¤im hayk›rmasam ac›dan. Yafl›yorum. ‹nsanlar, tan›s›n› dinleyin ac›m›n: Yafl›yorum.
fiUBAT 2009 | TAVIR | 5
deneme
öyle mi katiller sürüsü? ümit zafer
“Vurun ulan, Vurun, Ben kolay ölmem. Ocakta küllenmifl közüm, Karn›mda sözüm var Haldan bilene” (Ahmed Arif)
Demek; teröre karfl› mücadele ediyorsunuz… Öyle mi, Ehud Barak?
yiz. Hay›r, ›l›ml› de¤iliz. Öfkemizle, ölülerimizle, özgürlük hasretimizle halk olman›n afl›r›l›¤›nday›z biz…
Sizin “terör” dedi¤iniz, bizim bafle¤mezli¤imizdir. Ki hayk›r›yoruz iflte bir kez daha: Fi- Demek; “Orant›l› güç” kullan›yorsunuz… listin’i bombalayabilir ama teslim alamazs›- Öyle mi, Hitler? n›z. 1948’den beri baflaramad›n›z bunu ve Krematoryumlar da orant›l›yd›, de¤il mi? Ve asla baflaramayacaks›n›z... dahas›, piyasa beyni ve borsa terimleriyle kiDemek; “uygar” dünyan›n de¤erlerini savu- barlaflt›rmaya çal›flt›¤›n›z katillik, size yak›fl›yor. Krematoryumlar›n orant›s› kadar yak›fl›nuyorsunuz… yor hem de… Öyle mi, Göbels? Ait oldu¤unuz bu alçakl›k makinas›n›n ad›y- Demek; sivillerin zarar görmemesi için elinizsa “uygarl›k”, insanl›¤›m›za and olsun ki, biz den geleni yap›yorsunuz… Öyle mi, fiaron? vahfli ve barbar kalaca¤›z daima… Demek; uluslararas› hukuka uygun hareket ediyorsunuz… Öyle mi, Olmert?
Siz, hep yap›yorsunuz bunu. Ki Sabra ve fiatilla’da yapt›¤›n›z da buydu. Peki, “sivil” kimdir? Sivil olmayan nedir? Hay›r, böyle bir ayr›m yok bizim aram›zda. Burada, direnifl var sadece…
Emperyalist çakallar›n orman kanunundan ibaret olan o hukukunuzu iyi tan›yoruz biz. Ki sizin o soysuzluk abidesi hukukunuzdur Demek; “Dökme Kurflun” ad›n› verdiniz opeac›lar›m›za sebep. Bizim enternasyonal hu- rasyona… kukumuz ise flunu der: “Cellatlar›n döktük- Öyle mi, Mofle Dayan? leri kan, kendilerini bo¤acak.” ‹flte o kadar… Katliamlar›n›za isim vermeyi, büyük a¤an›z Demek; afl›r› uçlarla ›l›ml›lar aras›nda ayr›m Amerika’dan ö¤rendiniz herhalde. Öyle olmal›. Biz ise, hayat›m›z›n özetine “‹ntifada” koyulmal›… diyoruz daima… Öyle mi, Tzipi Livni? Kendi halk›n›n katlini, akbabalar gibi izleyen Demek; afl›r› unsurlara karfl› operasyon yap››l›ml›lardan de¤iliz biz. Filistin’iz, Filistinli’yiz yorsunuz… ve biraz önce ölen üç yafl›nda bir bebe¤iz. Öyle mi, Mengele? Bombalar›n›z›n alt›nda can veren yüzlerce-
6 | TAVIR | fiUBAT 2009
O kanl› neflterle, “afl›r›” buldu¤unuz her fleyi bilincimizden temizlemeyi arzulad›n›z hep. Öyle ya, hakk›m›z› istemek, “afl›r›” bir fley size göre. Ve fakat, kesip atabilece¤iniz bir fazlal›k de¤ildir o. Çünkü biz, sizin “afl›r›” buldu¤unuz o direnifl iradesinden ibaretiz… Demek; meflru müdafaa hakk›n›z› kullan›yorsunuz… Öyle mi, Mussolini? Meflru olan Filistin’in direnme hakk›d›r. Ve o hakk›m›z›, sa¤›r zaman›n kula¤›na fedai naram›z› patlatt›¤›m›zda, nas›l kulland›¤›m›z› görürsünüz. Yine ve yeniden… Demek; herkes taraf›n› belirlesin… Öyle mi, Franco? Saf›m›z bellidir, insanl›¤› temsil eden dünya halklar›y›z biz. Ve flimdi Gazze’de, o büyük insanl›¤›n en güçlü taraf›y›z. Çünkü, bafltan afla¤› direnifliz… Demek; Amerika yönetimi, Filistin halk›n›n maruz kald›¤› insani durumdan derin flekilde endifleli… Öyle mi, Beyaz Saray? Ortado¤u’da kanl› ve kirli m›zrak ucunuz ‹srail’le dayat›rken bize B.O.P’unuzu; flunu unutmay›n ki, bir gün mutlaka defedece¤iz topunuzu. ‹flte as›l o zaman çalacak endifle saatiniz. Derin derin çalacak hem de… Demek; ‹srail’in Gazze’ye girifli sald›r› amaçl›
deneme
de¤il… Öyle mi, Avrupa Birli¤i? Öyle ya, sizin dilinizde “sald›rgan” olan hep biz Karakafal›lar oluruz. Ama siz, daima savunma pozisyonunda olursunuz nedense(!) Ve uygarl›¤›n›z› cesetlerimizin üstünde yükseltirsiniz. Ki sizin beslenme tarz›n›z ve tabiat›n›z bu…
Demek, daha kan›m›z dökülecek. Demek, daha çok “sivil” bebemiz ölecek. Demek, “orant›l›”s›ndan sürecek katliam. Demek, daha at›lacak çok tafl var. Ve demek ki, sa¤›r zaman› sarsacak avazlara ihtiyaç olacak… “Kirvem hallar›m› ayn› böyle yaz Rivayet san›l›r belki Gül memeler de¤il
Domdom kurflunu Paramparça a¤z›mdaki…” Paramparça a¤z›yla konufluyor Gazze. Ölü bebeler, boylu boyunca yatan k›p›rt›s›z anneler, kan s›zan yaralar, yafl› kurumufl gözler ve e¤ilmeyen bafllar yaz›yor flimdi tarihi. Ve tarih, Gazze’yi aln›ndan öperken “Kalbim senindir.” diyor. Kalbim senindir ey Gazze, kalbim senindir… J
fiUBAT 2009 | TAVIR | 7
öykü
gazze’de güvercin olmak... bahattin y›ld›z
Hüd adl› güvercin yine o dehflet gürültüyle uyand›… Titreyen bafl›n›, bulundu¤u kovuktan d›flar›ya ç›kard›.
bulamazken….”, “Çocuklar, çöplerdeki k›r›nt›lar› bile y e m e y e bafllad›…”;
Karanl›k gökyüzünden bir ahtapotun kollar› gibi yeryüzüne do¤ru sarkan, uçlar› atefl toplu ›fl›k halatlar› gözlerinde par›ldad›. Ac›l› ötüflüne, yan kovuklarda bulunan arkadafllar› da kat›ld›. Bir kanat mesafesi uzakl›¤›ndaki arkadafl›n›n gözlerinden akan yafla efllik etti… - “Toplant› zaman›!...” Emir ünlemli ses Güvercinbafl›’ndan gelmiflti. Toplant› yeri, ‹srail bombard›man›yla harabe haline getirilmifl olan Birleflmifl Milletler binas›yd›… Güvercinbafl›’n›n “Gazze güvenli de¤il, ‹srail’e geçmeliyiz.” önerisi tart›flmaya aç›ld›. - “Gazze’de Ölüm, ‹srail’de piknik var…”, - “Do¤ru ya…. Buran›n insan› su, yiyecek
8 | TAVIR | fiUBAT 2009
içerikli, tüylerinde sar› renk tonlar› yo¤un olan güvercinlerin konuflmalar› bu minvalde uzay›p gidiyordu… Hüd’ün akl›na, her günün sabah›nda elindeki ekme¤i ufalayarak kendisine ikram
eden dokuz yafllar›ndaki Kas›m’a, annesinin söyledi¤i, “O¤lum, güvercinleri merak etme. Onlar bir flekilde kar›nlar›n› doyurur, ekme¤ini onlara atma!” sözleri akl›na geldi. Gözler kendisine çevrildi… Kendi grubu ad›na konuflmas› bekleniyordu. - “‹ki gün önce birçok arkadafl›m demir kufllardan at›lan atefl toplar›yla kavruldu. Grubumdakiler genelin karar›na uyabilir…” - “Ya sen?...” - “Ben buray› terk etmeyece¤im.” Muterizler, s›ras›yla itirazlar›n› dile getirdiler: - “O çocuk için mi kalmak istiyorsun?...” - “Elindeki ekme¤i yiyerek aç çocu¤a zarar vermeye devam m› edeceksin?…” - “‹srail’de yüz binler kendi devletlerinin yapt›¤› k›y›m› protesto ediyor. Onlar›n ellerinden gökyüzüne sal›verilen bir bar›fl güvercini olabilme ihtimalini düflün…” Hüd, sesli m›r›ldand›. - “Bar›fl güvercini olabilme ihtimali?… Art›k bar›fl güvercini olmak da içimden gelmiyor…”
öykü
Hüd’ün grubundakiler hep birlikte seslendirdi; “Hüd neredeyse, biz oraday›z”›…
¤a zarar ver-
Bilmeseler havai fiflek sanacaklar› bombalarla ayd›nlanan gökyüzüne do¤ru süzülen büyük güvercin sürüsünü, Hüd ve grubu gözyafllar›yla izlediler bir süre.
Aniden gelen bir hisle gagas›n› çay barda¤›ndaki sudan ç›kard›. Gökyüzünden büyük bir gürültüyle süzülen ahtapot kollar›na bakt›. Bulunduklar› bölgeye do¤ru geliyordu…
Uyuyabilirlerse, uyuyacaklar› kovuklar›na geri döndüler… Gecenin insafs›z karanl›¤›ndan sabah›n ayd›nl›¤›na miras kalan; bomba, silah, uçak ve tanklar›n paletlerinden ç›kan kulak ve yürek paralay›c› fleytani seslerle, bu seslere kar›flan insan hayk›r›fllar›, ahlar›, inlemeleri ve beddualar›yla uyand›lar… Uzaktan ve yak›ndan gelen o sesler, korku ve gerilim dozu yüksek bir filmin fon müzi¤i gibiydiler. O’nun dama ç›kma saati geliyordu… “Kas›m’a gitmeliyim, Kas›m’a…” diye düflündü, Hüd. Bina duvarlar›n› kendisine siper ederek, seyirdi… Yan›lmam›flt›; Kas›m, evinin dam› üzerinde gökyüzünü tarayan gözleriyle kendisini ar›yordu… “Kas-s›m!... Kas-s›m!...” diyerek ötüflledi… Kas›m kendisini fark etmifl olmal› ki, sevinç 盤l›klar› atarak yerinde z›plamaya bafllad›… Elinde bulunan, tümün beflte biri kadar ekmek parças›n› göstere göstere ufalamaya bafllad›… Hüd, ekmek k›r›nt›lar›n›n yan› bafl›na yumuflak bir inifl yapt›. K›r›nt›lardan birini alaca¤› anda vazgeçti… Güvercinlerden birinin dün akflam söyledi¤i bir sözü an›msamas›yla engellemiflti kendini: “Elindeki ekme¤i yiyerek aç çocu-
sokakta görse içmeyece¤i kirli suya tereddütlü bakt›… Giderek artan susuzlulu¤unu gidermeli ve ikram› kabullenerek anneyi k›rmamal›yd›…
“Kas-s›m!... Kas-s›m” ötüflleri ve kanat ç›rp›fllar›yla onlar› uyard›… Onlar afla¤›ya do¤ru kaçarken, kendisi büyük bir h›zla ilerideki binaya do¤ru uçmaya bafllad›.
meye devam m› edecek-
sin?…” Yutkundu… Gagas›na ald›¤› büyük bir k›r›nt›yla, Kas›m’›n sol omzuna kondu. Kas›m, sevinçli flafl›rmalardayd›. Hüd, bafl›n› uzatarak gagas›n› Kas›m’›n a¤z›na yaklaflt›rd›. Kas›m’›n ürkekli¤i k›sa sürmüfltü… Birkaç gaga denemesinden sonra, Kas›m’›n aralad›¤› dudaklar›n›n aras›na k›r›nt›y› koymay› baflarm›flt›… Kas›m’›n annesinin sesi duyuldu... - “O¤lum, ya¤mur gibi bomba ya¤›yor, afla¤›ya gel!…” - “Anne bak, güvercinim bana ekmek yediriyor…” Yerden ald›¤› ekmek k›r›nt›s›n›, o¤lunun omzuna konup a¤z›na koymas›na bir an flafl›ran kad›n, a¤lamaktan k›zarm›fl gözlerinden sa¤anak halinde gözyafllar› akmas›n› engelleyemedi ve çocu¤una sar›ld›…
Büyük bir gürültü kulaklar›nda ç›rp›n›rken, dua eder gibi “Kas-s›m, kas-s›m” diye m›r›ldan›yordu. Bomba sesleri kesilmifl, insan hayk›r›fllar› egemen olmufltu ortama… Bask›n olan›; “Lanet olsun Katil ‹srail’e, Amerika’ya ve ‹flbirlikçilerine!” idi… Duvar› geçti, Kas›m’›n evine do¤ru se¤irtti. Bulam›yordu… Yükseldi, yükseldi… Kuflbak›fl› bakt›… Yoktu… Ya da göremiyordu… Yoksa?!?...
Hüd, ald›¤› k›r›nt›y› bu kez Kas›m’›n annesinin a¤z›na götürdü. Filistinli anne, duda¤›yla temas eden Hüd’ün gagas›n› öptü, öptü… Sulak öpüyordu; gözyafllar›yla ›slanan kurumufl dudaklar›yla öpüyordu… Filistinli anne, afla¤›ya inerek bir çay barda¤› dolusu su getirdi. Hüd, geçen aylarda
Güvercin literatüründe intihar
fiUBAT 2009 | TAVIR | 9
öykü
Öfke, nefret, elem ve keder; her biri ayr› mengeneler olmufl, bo¤az›n› s›kmaya bafllam›flt›… Hüd, gagas›n› k›rarcas›na yere vurmaya bafllad›. Dayanam›yor, kanatlar›n› ç›rpa ç›rpa kendi çevresinde dönüyor, yükselen toza ve dumana katk›da bulunuyordu. Arkadafl›n›n, “Hüd, üzgünüm…”le bafllayan sözlerini duymad›… Havaland›… Yukar›da gördü¤ü demir kufla do¤ru yükseliyordu. Arkas›ndan gelen güvercinlerin birço¤u, “Yapma!.... Yapma!...” diye ba¤›r›yorlard›. Biri, “Lakab›m›z Bar›fl, geleneklerimiz, yasalar›m›z…” derken, bir di¤eri; “Pamuk kadar beyaz ve yumuflak, Süleyman peygamberin kufl ismini ça¤r›flt›ran Hüd! Yapamazs›n!…” diyordu… Hüd’ü takip etmekten vazgeçen güvercinlere, uzun gagal› bir güvercin seslendi: “Hüd’ü yaln›z b›rakmayal›m… Bar›fl›n katillerine ölüm!...” Bu sözlerden destek alan gri renkli bir güvercin, “Filli zalimlerin üzerine ufac›k tafltan bombalar ya¤d›rarak onlar› bozguna u¤ratan atalar›m›z ve bar›fl ünvan›m›z ad›na, katil demir kufllara ölüm!…” diyerek ötüflledi.
“Hüd!...” Ak› k›z›la çalm›fl ve nemlenmifl gözlerin sahibinin, gagas›yla iflaret etti¤i yere odakland›… Birbiriyle yak›n temasta iki insan bafl› görüyordu… Bedenleri y›k›nt›lara göHarabe haline gelmifl evden yükselen toz mülü iki insan bafl›… Yak›nlaflt›… bulutu ile yang›ndan tüten dumandan nefes alam›yordu. Bir duvar y›k›nt›s›n›n üze- Yüzleri, gözleri kendi kanlar›yla s›val›yd›… A¤›zlar›ndan yay›lan kanl› kusmuklar›nda rine konarak alan› gözledi… ekmek k›r›nt›lar› vard›… “Kas-s››››m!... Kas-s››››››››››››mm!!!...” Burunlar›n›n alt›ndan geçirdi¤i kanatlar›, Yan›t› gelmiyordu… Yan›nda beliren arkadafl›, kendisine ses- soluklar›n› hissetmedi… lendi: dal›fl› denecek süratte afla¤›ya do¤ru inifle geçti. Hava ak›m›yla olan sürtünmeden bedeni yan›yordu sanki…
10 | TAVIR | fiUBAT 2009
Gidifl rotas›n›n az ilerisinde kanatlar›n› ç›rparak bekleyen güvercin sürüsünden kurtulmak için manevra yapan ‹srail pilotunun çabas› boflunayd›. Telsizden “Kufl sürüsünün sald›r›s›na u¤rad›m.” anonsunu yapt›¤› anda güvercinlerin kanlar›yla pervaneleri kanlanan savafl uça¤›n›n motorlar› durmufltu… Birleflmifl Milletler’in harabe binas›nda yap›lan toplant› sonras› ‹srail’e göç etmifl sar› renkli güvercinlerin, “Üzgünüz, olmamal›yd›, bar›fl etiketimiz lekelendi.” yorumlar›na kapal› olan Hüd ve grubundaki di¤er güvercinler, “Bar›fl fiehitleri!” sözlerine olanca duyarl›l›klar›yla aç›klard›… J
röportaj
bir as›rl›k komünist: sarkis çerkezyan tav›r
n›ndaki Ermeniler de¤iflik bölgelere göçe zorlan›yorlar. Sarkis Çerkezyan, 1916’da Suriye’de bu sürgün koflullar›nda dünyaya geliyor. ‹flte doksan küsur y›ld›r süren ve bizim röportaj›m›za konu olan bir hayat böyle bafll›yor.
Sarkis Çerkezyan 90 yafl›nda, Ermeni bir komünist. Ac›larla mayalanm›fl bir hayat›n, komünist dünya görüflünün ›fl›¤›yla nas›l ustaca deneyimlere dönüflebilece¤ini görüyoruz, Sarkis Amca’y› tan›d›¤›m›zda. Sarkis Çerkezyan’›n annesi Tokatl›, babas› ise Kayseri’nin Talas ilçesinde yaflayan Ermeni-
ler’den. Anne, 1900’lü y›llar›n bafl›nda KonyaKaraman’a ö¤retmen olarak gidiyor, baba ise Karaman’da banka sahibi ve ekonomik durumu iyi olan biri. Burada bir süre sonra yollar› kesifliyor ikisinin, bir daha hiç ayr›lmamak üzere... Anne, baba 1915’teki büyük Ermeni tehcirinde Suriye’ye sürülüyorlar baflka kafilelerle birlikte. O dönem Türkiye’nin dört bir ya-
Tehcir Y›llar› 1915 y›l›nda bafllayan Ermeni Tehciri’nde; Anadolu’nun en bat›s›ndan, Trakya’dan bafllayarak, ‹stanbul içindeki özellikle ayd›n-ilerici çevreyi kapsayarak, ‹zmit, Adapazar›, Bahçecik, Eskiflehir, Afyonkarahisar, Konya ve di¤er flehirlerdeki Ermeniler, kafileler halinde toplan›p sürüldü. Kimi kafileler trenlerle ülke d›fl›na sürgün edilirken, kimisi yollarda haftalarca yürüdü. Ve bu yollarda birçok kez sald›r›lara, katliamlara maruz kald›lar. Bir k›sm› açl›ktan, hastal›ktan öldü. Suriye çöllerine sürüldüler. Bu sürgünde yüzbinlerce Ermeni’den bahsediliyor. Erkeklerin büyük k›sm› katledildi. Kad›nlar›n, yafll›lar›n ve çocuklar›n ancak büyük sefalete, sald›r›ya ve açl›¤a dayanabilenleri ulaflabildi Arap çöllerine... Yollarda çekilen açl›k, görülen iflkence Suriye çöllerine kadar devam etti. Suriye’deki sürgün için belirlenen bölgede ise o kadar insan› bar›nd›racak koflullar yoktu. Ne yeterli bar›nak, çad›r ne de yeterli g›da vard›... Bu nedenle birçok Ermeni vatandafl› da bu koflullarda hayat›n› kaybetti. Bu, Ermeniler için büyük bir zulümdü. fiöyle diyor tehcir dönemini anlat›rken Çerkezyan: “Kafile yollarda k›r›la k›r›la Kilis’e ulafl›yor. Kilis’te karfl›lar›na ç›kan bela büyük: Tifüs salg›n› var muhacirler aras›nda. Babaannem orada tifüse yakalanarak hayat›n› kaybediyor. Karantina uyguland›¤› gerekçesiyle
fiUBAT 2009 | TAVIR | 11
röportaj
babaannemin cesedini sedye yerine kulland›klar› tahta bir merdivenin üzerine yat›r›p al›p götürüyor askerler. Babam, annesinin nereye götürüldü¤ünü, gömüldü¤ünü ö¤renemiyor bir türlü askerlerden. Babaannemin Kilis’in neresine gömüldü¤ünü hala bilmiyoruz, bir mezar› bile yoktur kad›nca¤›z›n.” 1914 Osmanl› nüfus say›m›na göre imparatorluk topraklar›nda yaflayan Ermeni say›s› 1.295.000'ti. Bu nüfusun tamam›na yak›n› bugünkü Türkiye s›n›rlar› içindeydi. Ermeni Kilisesi’nin vergi kay›tlar›na dayal› 1913 istatisti¤ine göre bu rakam 1.914.000 olmal›d›r. Bat›l› kaynaklarda genellikle 1.600.000 ile 1.800.000 aras› say›lara rastlan›r. Cumhuriyet döneminin ilk nüfus say›m› olan 1927 nüfus say›m›nda Türkiye'nin Ermeni nüfusu 100.000 civar›nda gösterilmifltir. 1922 tarihli ‹ngiliz kaynaklar›na göre ise 817.873 Ermeni, ülke topraklar› d›fl›na göç ettirildi¤i için o dönem Türkiye nüfusu içerisinde say›lmam›flt›r. Yukar›daki birkaç istatistik, san›r›m baz› konular›n anlafl›lmas›nda ipucu görevi görüyor. “Bir deli vard›.” diyor Sarkis Amca ve bir Ermeni ayd›n›n›n bafl›ndan geçen hikayeyi anlat›yor: “Balkan Harbi’ni yazan adam... Ermeni ayd›nlar›ndand›. O zaman ayd›nlar›n hepsini katlettiler. 287 tane ayd›n öldürdüler 1915’te. Bu adam, deli numaras›yla çad›rlar›n aras›nda gezerdi. Bir gün F›rat’›n kenar›nda babam ve bir Kayserili arkadafl› oturuyorlarm›fl. Babam bir de bakm›fl ki ‘deli’ geliyor. K›ç›n› ellersen keçi gibi ba¤›r›rm›fl. Kayserili deliye dönmüfl demifl ki, ‘Telafl yapma sorun yok. Çerkezo¤lu benim iyi bildi¤im yak›n bir dostumdur.’ Son-
ra deli numaras›n› b›rakm›fl. Oturmufl konuflmufllar. Savafl›n ne kadar sürece¤ini konuflmufllar. Ülkenin kriti¤ini yapm›fllar. Demifl ki ‘fiu Ermeni arabac›lar, askerin yükünü tafl›yorlar, Halep’e girip ç›k›yorlar. fiunlara söyleyin de beni Halep’e b›raks›nlar.’ Demifller arabac›lara, götürmüfller… Sonra gidifl o gidifl. Daha sonra ö¤renmifller ki; ‹ngilizler geldi¤inde Suriye’de idare de¤iflmifl, uzunca bir süre deli numaras› yapan kifli kendisine tahsis edilen özel bir odada çal›flmalar›n› yürütüyor. Ve ‹ngiliz ordusu taraf›ndan yetkilendirilmifl.” Tehcir bafllad›¤›nda ‹stanbul’dan da özellikle Ermeni ayd›nlar› flehirden ç›kar›ld›. 287 Ermeni ayd›n› zorla yaflad›klar› yerlerden kopar›ld›, bunlar›n hepsini s›ras›yla öldürdüler. Bahsi geçen “deli” de, asl›nda Aram Andonyan ad›nda bir Ermeni ayd›n›, yazar. Yola ç›kt›klar›nda bir yerde aya¤› k›r›l›yor, o bölgede b›rak›yorlar, di¤er muhacirlerin içine kar›fl›yor. Deli numaras› da o zamandan itibaren bafll›yor. Daha önce ‹stanbul’da 1913 y›l›nda “Balkan Harbi” adl› inceleme kitab›n› yay›nl›yor. Ard›ndan kendisinin de birebir yaflad›¤› Ermeni katliam›n›, kurtulduktan sonra yerleflti¤i Fransa’da “1915 Katliam›” ad›yla kitaplaflt›r›yor. Fransa’da ç›kan iki Ermeni gazetesinde editörlük yap›yor roman, öykü ve mizah türü eserlere imza at›yor. Hayat›n›n son y›llar›n› ise Paris’teki Nubaryan Ermeni Kütüphanesi’nde müdür olarak geçiriyor. Sürgünden Dönüfl Çerkezyan ailesi ve 1916’da dünyaya gelmifl olan çocuklar› Sarkis, o dönem Suriye’nin Ca-
“Öncelikle tarihi iyi bilmek laz›m, bir daha böyle ac› olaylar›n tekrar yaflanmamas› için, halklar aras›nda kardeflli¤in, dostlu¤un korunmas› için; bunlar güzel fleylerdir. Halklar›m›z›n da egemenlerin birbirine k›rd›rma politikalar›na alet olmamalar› için, bilinçlenmeleri, kendi tarihlerini ve ç›karlar›n› iyi bilmeleri ve asla unutmamalar› laz›m.”
12 | TAVIR | fiUBAT 2009
bul kasabas›nda iki y›l kadar kal›yorlar. 1918’de bölgeye ‹ngilizler’in gelifliyle birlikte onlar da yaflad›klar› topraklara geri dönebiliyorlar. Dengeler de¤ifliyor, sömürgeci ülkeler aras›nda bir tak›m düzenlemeler yap›l›yor. ‹ngilizler ve Osmanl› anlafl›yor. “Bu dönemde, babam ülkeye, Karaman’a dönmek istiyor. Yard›m almas› gerekiyor, araflt›r›yor ve en son bizim ‘deli’ye ulafl›yor. Aram Andonyan, ‹ngiliz karargah›nda yetkisi olan birisi. Büyük bir hasretle kucaklafl›yorlar, Andonyan’›n gözleri doluyor. ‘Bu benim kurtar›c›lar›mdan’ diyor arkadafllar›na, babam› kastederek. Evraklar düzenleniyor ve babam bizi de alarak ilk önce Adana’ya geliyor.” diye özetliyor Sarkis Amca, öyküsünün bu bölümünü... Tehcire gönderilmeden önceki dönemde, Adana’da ticaretle u¤raflm›fllar ve mülk sahibi olmufllar. Bunlardan biri de Adana’daki Tafl Ma¤azalar’m›fl. “Tehcirden döndükten sonra babas› dükkana gidiyor. Birkaç al›flverifl yap›yor. Kasada duran gence soruyor, buras› kime ait diye. Genç de, üstü bafl› paspal görünen bu adama “Gövderelio¤lu Sarkis A¤a” diye cevap veriyor. “Peki, ne kadar kira ödüyorsun?” diye bir soru daha soruyor babas›. Bunun üzerine genç sinirleniyor ve ters cevap veriyor. “Sana ne baba. Ald›¤›n bir toplu i¤ne, demirin batman›n› soruyorsun.” diyor. Oysa dükkan Sarkis Amca’n›n babas›na ait. Armanak Bezirciyan adl› birinin arac›l›¤›yla mülklerin kendisine ait oldu¤una dair dava aç›yorlar. Mahkeme de mülklerin babas›na ait oldu¤unu teyit ediyor. Daha sonra ‹çiflleri Bakanl›¤›’n›n bu tür mülklerin teslim edilmemesi konusunda bir emri var deniliyor ve talep reddediliyor. Bundan sonra olanlar› ise flöyle anlat›yor Sarkis Amca: “Sonra yetmedi, daha sonra döndü¤ümüz Konya Ere¤li’ye üç tane kiral›k katil geldi babam› öldürmeye. Babam›n arkadafllar› bunlar› fark etti ve Ere¤li’den gönderdi. Bunlar›n d›fl›nda baflka yerlerde de arazi ve çiftlikler vard› fakat bunlar›n hepsine el konuldu. Babam; tehciri ve yaflad›¤› bu y›k›mlar› düflündükçe sinirleri bozulurdu. ‘Ben isteseydim, 500 Ermeni gencinin alt›na 500 tane at verirdim, 500 kifliye de 500 tane mavzer verebilirdim. Keflke yapsaym›fl›m. Böyle olmazd›, adam gibi ölürdük. Yine anam›z› a¤lat›rlard› ama hiç de¤ilse böyle olmazd›.’ derdi. Babam ayn› zamanda; Konya’da bankac›l›k yaparken tehcir döneminde; ‘59 bin sar› liray›
röportaj
“Bir kardeflim gelmifl dünyaya. Annem tehcir koflullar›nda sabaha karfl› do¤um yapm›fl. Sonra jandarma gelmifl demifl ki çad›r› sökün. Babam demifl ki Asker Efendi, sabaha karfl› bir çocu¤umuz oldu. “Lan biz kökünüzü kaz›yoruz siz de çocuk mu do¤uruyorsunuz?” deyip k›rbac› vurmufl. Gö¤sündeki tütün tabakas›nda o k›rbaç›n izi vard›, o tabakay› saklar›m.” dönüflte alacaks›n›z’ sözüne kanarak paralar›n› b›rak›p gitmifl. Dönüflte bu paran›n bir kuruflu bile kendisine ödenmemifl.” Sarkis Amca’n›n bahsetti¤i, annesinin s›k s›k kederlendikçe söyledi¤i muhacirlik türküsü akl›m›za geliyor. Bir bölümü flöyle türkünün: Der Zor çöllerinde naneler biter Nanenin kokusu dünyaya yeter Bu ayr›l›k bize ölümden beter Dini bir u¤runa giden yi¤itler Dini bir u¤runa giden Ermeni Suvar›n da¤›nda bir sele miflmifl Ermeni muhaciri tifoya düflmüfl Kuvveti olanlar Sincar’a kaçm›fl Kuvveti olmayan çöllerde kalm›fl Yürüye yürüye geldik Arap köyüne Aç kala kala düfltük bizler evlere Mevlam Ermeni’ye sab›rlar vere Dini bir u¤runa giden yi¤itler Dini bir u¤runa giden Ermeni 1918’de tekrar Konya’ya dönmek nasip oluyor. Sarkis Çerkezyan’›n çocuklu¤u buralarda geçiyor. Bu dönemler marangozlukla u¤rafl›yor. Hep çevresindeki olaylara karfl› ilgili, sorgulayan, tart›flan, h›zla ö¤renen bir yan› var. Kendini, geçmiflini, halk›n›, Türkiye’yi daha iyi tan›yor ve her fleyi ö¤reniyor. Sonra sosyalizmi tan›yor. O dönem Konya’daki Köy Enstitüleriyle de temasa geçiyor. Oran›n marangoz ifllerini yaparken, bir yandan da oradan kitaplar al›p okuyor, birlikte tart›fl›yorlar. Yaflam›n›n ilerleyen dönemlerinde önemli bir yeri oluyor köy enstitülerinin. Art›k çocuklu¤u geride kalm›fl, gençli¤e çoktan ad›m atm›fl. Bu y›llarda, daha iyi okullarda okumas› ve kendini gelifltirmesi için ailesi taraf›ndan ‹stanbul’a
gönderiliyor. Ve bu zamandan sonra da Sarkis Çerkezyan için çok zengin, ilginç hat›ralarla dolu ‹stanbul hayat› bafll›yor. ‹stanbul Maceras› Okullu y›llar›n ard›ndan yine çocukluktan gelen mesle¤ini devam ettirmifl. Uzun y›llar açt›¤› marangozhanede çal›flm›fl. Art›k ‹stanbul’da yaflamaya bafll›yor Çerkezyan. ‹lk geldi¤i y›llardan bugüne küçük bir Ermeni cemaatinin yaflad›¤› Kumkap›’da evi. Biz de bu evinde ziyaret ediyoruz Sarkis Çerkezyan’›. Yafl› art›k 90’›n üzerinde. Yüzünde ac›lar›n, zorlu yaflanm›fll›klar›n oluflturdu¤u derin çizgiler. Yüzünde hep bir efkar havas› ama bir o kadar da s›cak gülümseyifl hakim. Elinden sigaras›n› hiç düflürmüyor. Y›llar boyu en iyi dostlu¤u ondan görmüfl gibi sar›l›yor sigaras›na. Yoksulluk, imkans›zl›klar yakas›na yap›flm›fl. Evi bu koflullar içerisinde gayet mütevaz›. Tek bir odada ömrünün geriye kalan y›llar›n› tamaml›yor Sarkis Amca. Ama yüre¤inde bir odaya s›¤mayacak kadar büyük bir dünya var. D›flar›yla ba¤› kopmam›fl. Birçok yere gidip geliyor. Eski arkadafllar› hala onu ziyarete geliyor. Diflçi olan o¤lu Ohannes Bey, onun her türlü ihtiyac›yla ilgilenmeye çal›fl›yor. Bunun d›fl›nda, çevresindeki baz› gençler ona gönüllü olarak yard›mc› oluyorlar. Evin hemen karfl›s›nda bir Ermeni kültür derne¤i var ve Ermeni gençler, yafll›lar orada bulufluyorlar, sohbet ediyorlar. Sarkis Amca’n›n çok sayg›n bir yeri var Ermeniler içerisinde. Arada bir Agos gazetesine gidiyor, evine birçok kez bizim yapt›¤›m›z gibi röportaj yapmak isteyenler geliyor. Evin bulundu¤u sokakta genelde Ermeniler oturmakla beraber, Afrika ülke-
lerinden gelen göçmenler, do¤udaki Kürt illerinden gelen Kürtler de kendilerine yer buluyorlar burada. Herkes iç içe yafl›yor burada. Halklar›n kardeflçe yaflayabilece¤ine en güzel örnek... Devletlerin sömürge, rant politikalar› devreye girmedikçe halklar dünyan›n her yerinde kardeflçe yaflayabilir, anlaflarak kararlar alabilirler. Tarih, insanl›¤a bunu hep gösterdi ve ö¤retti. Öyle eziyetler var ki Sarkis Amca’n›n yaflam›nda; hiç abart›s›z yaflam›n›n birçok kesitinden ayr› ayr› filmler çekilebilir. Çünkü ayn› zamanda bir dönemin, bir tarihin izleri var yaflam›nda. Onun hayat›, yaflad›klar› ayn› zamanda Anadolu’da bir asr›n tarihi gibi. Sohbetimiz koyulafl›yor Sarkis Amca’yla. Sorular›m›z› arka arkaya soruyoruz ona: Sosyalist düflüncelerle ve Türkiye’deki sosyalist hareketlerle ne zaman tan›flt›n›z? Komünist oldu¤umu hiç kimseye çekinmeden söyledim, flimdiye kadar. 80 küsur sene önce 1918’lerde bir Ermenistan Cumhuriyeti kuruldu. Taflnak Hükümeti. Ard›ndan 1920’de Ermenistan komünist oldu. Bizim vatan›m›zd›, sayg› duyuyorduk. Oralardan etkilendik. Güzel fleyler de yapt›lar. ‹ki sefer gittim Ermenistan’a. Kurulufl y›llar›nda Erivan denilen flehir, böyle toprakt›, Anadolu köyüydü. Sonra bir de komünistler döneminde gittim. O komünistler döneminde o Erivan nas›l yap›lm›fl. Dünya güzeli, en güzel flehri yapm›fllar. Her taraftan dantel gibi ifllenmifl. O binalar, koca koca apartmanlar… Halk orada mal› gibi oturuyor, hala oturuyorlar. (Bir of çekercesine diyor bunu, derin bir nefes alarak…) S›k› haberleflme imkanlar›m vard›. Öyle olduk ve çevremizi de öyle yapmaya çal›flt›k. Eminönü ilçesinde T‹P Baflkan› Mehmet Ali Aybar zaman›, fieref Y›ld›z’›n bir kitab› var orada bahsediyor o dönemlerden. Sol hareketin temsilcisiydim ben, onlar› ben e¤ittim. T‹P’li arkadafllar vard›. Onlarla görüfltük, sonra geliflti. Daha sonra TKP oldu¤unda onlar›n “At›l›m” gazetesini biz bas›yorduk 3 sene boyunca. Bizim marangozhanede. O kadar illegaldi ki, yurtd›fl›nda m› bas›l›yor diye sorarlard›. Bir Zihni Anadol vard›. Bir gün yüksek kald›r›mdan afla¤›ya do¤ru yürüyoruz. Taksim’deki mitingden indik geliyoruz köprünün üzerinde. Mihri Belli’yle de Türk Solu’nu ç›kar›yorlar. Dedi ki flu bizim dergiye bir yaz› yazsana. Dedim ben yaz› yazmay› bilmem. Bilmez olur
fiUBAT 2009 | TAVIR | 13
röportaj
musun ya dedi hiç de¤ilse mesle¤inle ilgili yaz fleklinde ›srar etti. Dedim ki, ya ben sana bir fley söyleyeyim; ben g›c›¤›m size niye Türk Solu diyorsun yani size ait bir sol. Halbuki bizim bildi¤imiz sol evrenseldir. Memlekete Migros geldi, Türk Migros dediniz. Pirelli geldi, Türk Pirelli dediniz. Bilmem ne geldi Türk... oldu. Bu halk›n yedi¤i tüm kaz›klar böylesi bir jelatine (Türk) sar›larak at›ld›. E¤er sizin solunuz sadece size aitse bizim ne iflimiz var burada? fiuna Türkiye Solu deyin de bize de bir yer olsun o¤lum dedim. Yani sizin hepinizde biraz biraz Atatürkçülük var. Yani milliyetçilik var. Sonra kafalar›na yatt› galiba Zihnilerin. De¤ifltirdiler ismini. O dönemin TKP’sinin gazetesi, At›l›m’› nas›l bas›yordunuz? Marangozhaneden matbaa m› yapt›n›z? O dönemi anlatabilir misiniz biraz? Yaklafl›k 3 y›l bast›k o gazeteyi. Bizim bir marangozhanemiz vard›. Ohannes’i de o zaman partiye ald›m ki insan›n evlad› en güvenilirdir diye, bir de baflka genç çocuklar vard›. Dükkan›n bodrumunda bir sarn›ç vard›, a¤z›nda bir kapak. Kapak kald›r›ld›¤› zaman sarn›ç ortaya ç›kard›. Bir gün sarn›ça girip kazmaya bafllad›m. Bir teksir makinesinin girece¤i kadar alan açt›m. ‹çerde gazete bas›l›rd›. Bir de yukar›da her bir çal›flan›n tezgah›n›n alt›nda dü¤meler vard›. Afla¤›ya herhangi bir durumda haber verilirdi. Makine dururdu, ses ç›karmas›n diye. Böyle böyle bas›lan gazete, paketlere koyard›k, üstüne de oyuncaklar koyard›k anlafl›lmas›n diye. Kargo flirketinin araçlar›yla birlikte oyuncak gönderiyormufl gibi bir hava yarat›rd›k. Baflka flehirlere böylece ulafl›rd›. Bir süre sonra ben dükkan› kapatt›m bir olaydan dolay›. ‹yi koku al›r burnum; dükkan› kapatt›k bütün klifleleri falan yakt›m hiçbir iz kalmad›, makineyi de fiiflli’de bir yere götürdük öyle dediler, pasaj›n içinde bir yere teslim ettik sonra bir gün u¤rad›m o çocu¤a Konyal›ya, o da biraz sola yatk›n. Ne var ne yok dedim. Ya Sarkis Abi dedi dün ‹stanbul polisi buradayd›. Niye, ne varm›fl dedim. Matbaa varm›fl dedi bütün marangoz dükkanlar›n› arad›lar dedi. Allah allah marangoz dükkan›nda matbaan›n ne ifli varm›fl dedim ama iyi hesap etmiflim, kuflu kaç›rd›lar böylece ellerinden.
mad›. Onun için bir de uyduruk bir komünist parti kurdular. Onu bir sefer de sa¤l›¤›nda Mustafa Kemal yapt›. Vakit kazanmak için. Bugün ise TKP’nin sadece ismi var. Bir gün insanlar geçmifli arayacaklar diye düflünüyorum. fiimdi bugün Güney Amerika’da bu hareketler bafllad›. Burada bugün herkes paran›n peflinde, her fley büyük sermayenin eline geçmifl. Bak›n size bir hikaye anlatay›m. Üç arkadafl var. Biri Kürt, biri Türk biri de Papaz Ermeni. Yaz günü s›cakta bu üç insan ba¤lar› geziyor. Üzüm yiyorlar. Sonra ba¤›n sahibi gelmifl. Bakm›fl üç kifliler, üçüne gücünün yetmeyece¤ini görüyor, fena bozuluyor. Konuflmalar›ndan, flivelerinden hepsinin aslen ne oldu¤unu anl›yor. Dönüp papaza “Hadi bu Türktür, mal›m›z can›m›z da ortakt›r afiyet olsun. Bu da Kürttür, müslümand›r nihayetinde. Ulan gavuro¤lu gavur sen niye yedin üzümü?” demifl. Bu laf Türk’ün de Kürt’ün de hofluna gitmifl. Yaln›z bafl›na papaz› bir güzel dövmüfl. Sonra dönüp Kürt’e: “Ulan k›ro” demifl, “flöyle böyle ama bu yediyse Türktür, kardeflimdir. Sen niye yedin k›ro?” deyip Kürt’ü dövmüfl. Bu sefer de Türk’ün hofluna gitmifl. Sonra dönmüfl Türk’e: “Lan sahipsiz ba¤a gelip ne zamandan beri üzüm yiyorsun?” diyerek Türk’e giriflmifl. Bu sefer Türk’ün akl› bafl›na gelmifl. Daya¤› yerken di¤erlerine dönüp “Eyvah biz bafltan Papaz’› dövdürmeyecektik” demifl. Babamdan kalma bir hikaye bu da.
Lenin ve Stalin dönemini yaflad›n›z. O dönemi biraz anlatabilir misiniz? Lenin’in bir “V›z gelir” öyküsü var. 1924 senesinde, Lenin’in abisini as›yorlar. Lenin’i de ö¤renci eyleminde yakal›yorlar. “Abin as›ld›, sen de as›lacaks›n. Böyle yapmay›n olmaz, karfl›n›zda koca bir duvar var. Gelip gelip o duvara kafan›z› çarp›yorsunuz.” diyorlar. Lenin de; “Sizin o duvar›n›z köhnemifl Çarl›k duvar›d›r. Y›k›lacakt›r bir gün, o duvar›n›z bize v›z gelir v›z” diyor. Naz›m’›n o fliiri de buradan geliyor. 2. Dünya Harbi bittikten sonra, Stalin bir ültimatom verdi Türkiye’ye. ‘‹ki komflu devlettik, komflunun birisinin evi yanarken, yandaki komflunun yanan atefle su atmas› laz›m. Bizim ülkemiz cay›r cay›r yanarken siz öyle yapmad›n›z’ dedi ve bafllad› örnekleri s›ralamaya. BöyGünceli takip edebiliyor musunuz, bugünün le bir serzenifli vard› Stalin’in. politik-ekonomik-kültürel durumu hakk›nda Tabi Ermeniler’in yaflad›¤› bu sürgünler uzun neler söyleyeceksiniz bize? Türkiye’de komünistlikten korkan kimse kal- y›llara yay›l›yor. Yok say›lm›fll›k, asimilasyon
14 | TAVIR | fiUBAT 2009
politikas›, soyk›r›ma varan katliam politikalar›... Anadolu’nun dört bir yan›ndaki co¤rafyalarda Ermeniler parçalanm›fl, dört bir yana savrulmufl olarak duruyorlard›. Kendi vatanlar›n›n, topraklar›n›n d›fl›nda baflka bir yerde yaflamak zorunda b›rak›lm›fllard›, ülkesizlerdi. Uzun y›llar sonra yaflanan bir geliflme Ermeniler’in yüre¤ine so¤uk bir su serpti. ‹kinci Paylafl›m Savafl›’n›n sonras›nda, 1946 y›l›nda Sovyet iktidar›, d›fl ülkelerde yaflayan Ermenilere bir ça¤r› yapt›. Art›k Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti diye bir ülke vard›. Kendi dilleriyle, kendi kültürleriyle, birarada yaflayabileceklerdi. Bu ça¤r› üzerine dünyan›n dört bir yan›ndan; Fransa, M›s›r, Suriye, Lübnan gibi ülkelerden 250 bini aflk›n Ermeni vatandafl› bu topraklara tafl›nd›. Türkiye’de de yo¤un bir ilgi gördü bu ça¤r›. Binlerce Ermeni ülke d›fl›na ç›kma talebiyle baflvurdu. Sarkis Çerkezyan, 2003 y›l›nda “Dünya Hepimize Yeter” adl›, yaflam›n› anlatan bir kitap yaz›yor. Bu kitaptan sonra birkaç defa takip etmifl polisler. Hatta bir keresinde arabay› üzerine sürüp çarpm›fllar, beyaz bir renault’la. Kazay› ufak s›yr›klarla atlatm›fl bu yafll› ç›nar. Birkaç defa da evlerinin cam›n› k›rm›fllar. Yine Sarkis Çerkezyan’›n kitab›ndaki “Sonsöz” bölümünden bir al›nt›yla bitirelim söyleflimizi: “Öncelikle tarihi iyi bilmek laz›m, bir daha böyle ac› olaylar›n tekrar yaflanmamas› için, halklar aras›nda kardeflli¤in, dostlu¤un korunmas› için; bunlar güzel fleylerdir. Halklar›m›z›n da egemenlerin birbirine k›rd›rma politikalar›na alet olmamalar› için, bilinçlenmeleri, kendi tarihlerini ve ç›karlar›n› iyi bilmeleri ve asla unutmamalar› laz›m. Paylaflamayacak ne var bu dünyada; dünya, üzerinde yaflayan tüm insanlara yeter de artar bile. ‹nsanlar aras›ndaki perdeler, din, dil, milliyet, tarikat vs. kald›r bunlar› ortadan, bak kal›r m›, ne sen ne de ben, sadece insan kal›r. … Ben hayattaki saf›m› iyi seçti¤ime inan›yorum. Komünist oldum. Bu yafla kadar hep insanlar›n iyili¤i için, düflmanl›klar› gidermek için çal›flt›k. Halklar›m›z›n bir daha benzer ac›lar yaflamamas› için, aralar›ndaki gereksiz perdelerin kald›r›lmas›na u¤raflt›k. Emeklerimin bofla gitmedi¤ini düflünüyorum. Halklar›m›z›n çekti¤i ac›lar›n tekrarlanmamas›, gelecek hiçbir neslin benzer y›k›mlar, k›y›mlar yaflamamas› en büyük dile¤im…” J
mektup
kardan adam birgül çay
Kardan adam amca, kardan adam amca, So¤u¤u senin kadar seven var m› bu dünyada, söyle? Gene de üflüdüysen çetik yaps›n babaannem sana, galiba daha çok kalacaks›n burada. Kardan adam amca, asl›nda al›p götürsem seni eve, yaln›z kalmasan diyorum burda... Ama Seyit Amcam da hiç sevmiyor ki kar›, bizim köyde bir kere çok kar ya¤m›fl, bi so¤uk olmufl bi so¤uk olmufl ki hiç sorma, hani biz okula gidemiyoruz ya, o kadar so¤uk olmufl... Seyit Amca’m›n kar›s› da gebeymifl o zaman. Vakti gelmifl, köyde doktor yok nerdeee... Kasabaya gitmek laz›m, takm›fl k›za¤a atlar› Seyit Amcam... O kadar so¤ukmufl ki hava, atlar›n diflleri birbirine de¤erek sesler ç›kartmaya, atlar tir tir titremeye bafllam›fl. Gidemez olunca k›yamam›fl Seyit Amcam da ç›kartm›fl atlar› k›zaktan, kah kendi sürmüfl kah da s›rtlam›fl kar›s›n› bir de daha do¤mam›fl bebesini. Ama daha fazla dayanamam›fl kar›s›... Kanlar bafllam›fl m› dökülmeye kar›n üstüne... Uffffffff... Bembeyaz kar›n üstünde k›pk›rm›z› kanlar, dersin Yusuf peygamberin yanaklar›... D›flar›dan bak›nca sanki öyle... Ama Seyit Amcama öyle gelmemifl tabi. Seyit Amcam›n var ya ondan sonra daha da hiç çocu¤u olmad›. O çocu¤unu da yaflatmad›, yetifltiremedi kasabaya. Genede ad koydu, mezar yapt› ha çocu¤a. Köyde flimdi mezar. Çocu¤un ad› da Bahar.. Geceleri uykusunda hep say›klar Seyit Amcam. Bir de ayak parmaklar›n› tutar uykudan korkuyla uyand›¤› vakit. Çünkü az daha kesmek zorunda kalacaklarm›fl ayak parmag›n›. Bir türlü inanamaz onu kurtard›¤›na... Babaannem de say›klar hep. fiimdi k›fl ya, sobay› bir odada yak›yoruz. Ee mecbur hepimiz s›k›fl›p bir odaya orada yat›yoruz da ben ordan biliyorum. Evin öbür odalar›n› kullanmak ne mümkün, dersin buzhane. Seni koysak oralarda yaflars›n be kardan adam amca.
Ben banyomu da orada yap›yorum. Romatizma var ya bende. Yaz›k diyor annem, fukaran›n bu yaflta romatizmas› var, hep nemdenmifl, rutubettenmifl, öyle dedi doktor. Çok seviyorum ben doktor amcan›n muayenehanesini; bi s›cak bi s›cak sorma gitsin. Önce flafl›rd›m görünce. Soba yok, bi fley yok, oda s›cak. Kalorifermifl ad›. Sordum anama. Bize de alal›m dedim, mutfakta bulafl›k y›karken ellerin buz gibi olmas›n dedim. So¤uktan k›pk›rm›z› olmas›n dedim ama, çok pahal›ym›fl. fiimdi daha da çok pahal› olmufl, “Nas›l alal›m?” diyor annem, “zaten zor geçiniyoruz...” Doktor amca çok zengin. Biz var ya, geçen k›fl neredeyse ölüyorduk, sobadan gaz ç›km›fl. Biz de uykuday›z ne bilelim, dalm›fl›z herhalde. O zaman gördüm iflte doktor amcan›n muayenehanesini. Bi uyand›m ki cennet gibi, s›cac›k içerisi. Yataklar, bembeyaz çarflaflar, doya doya bakt›m kara. Camdan, s›caktan bakt›m. Hep hasta olsam da kalsam orada keflke... ‹ki gün kald›k, bacaklar›m, hiç s›zlamad›, hiç a¤r›mad›.. Senin gözlerindeki kömür var ya, iflte o zehirlemifl bizi kardan adam amca. Belediye verdi onu bize. Ama babam dediydi, daha bakar bakmaz, “Bu çok adidir.” dediydi.. O madeni ya, anlar hemen. Ben de madene gitmifltim babamla, korktum ama, ç›kt›m hemen. Mezar gibi, hapis gibi. Sen de hapis gibisin be kardan adam amca, ayaklar›n yok gidemiyorsun hiçbir yere. Bizim ayaklar›m›z var ama param›z›n yetti¤i kadar yere gidiyoruz.. Buras› d›flar›s› ama hiç de¤ilse, orada nefes bile alam›yor insan. Amcalar türkü söylüyordu içerde. “Yeryüzü s›cak olsun diye dost Oysa bizim evde gülen yok. Yeryüzü s›cak olsun diyeymifl. Asl›nda birlik olsak diyorum kardan adam amca Sen nas›l ki tek bir kar tanesiydin, birleflip birleflip kocaman kardan adam oldun, biz de öyle birleflsek, belki so¤u¤un belini k›ramay›z ama yoksullu¤un belini k›rar›z be kardan adam amca Gene de bak ben gidiyorum eve, e¤er üflüdüysen söyleyivereyim, babaannem eldiven yaps›n sana... Eve yürüdü çocuk. ‹lk ayak izlerini kaplad› kar...o
Biz de dedim ya mecbur, hapis gibi hep bir odada kal›yoruz. Ders mers çal›flmak hak getire. Ablam hep zay›f al›nca, “Hep sizin yüzünüzden!” deyip a¤l›yor, üzülüyoruz tabi fiUBAT 2009 | TAVIR | 15
nota
sevdan›za and olsun grup yorum
Topra¤›n ve flafa¤›n, O flafaklar›n ›fl›¤› bize kimden arma¤an Gülümseyen gözlerle, O gözlerle yüre¤imizi harmanlayan
Hani suskun geceleri, O geceleri, karanl›klar› da¤›tan var ya O en güzel türküleri, O türküleri and içer gibi hayk›ran var ya
Kahraman yüz yirmi iki can yürüyor en önde Telafls›z, kayg›s›z, yar elinden tutar gibi Sevdan›za and olsun, sizlere sunaca¤›z Tertemiz sabahlar›, özgür bir vatan›
-N-
16 | TAVIR | fiUBAT 2009
inceleme
diziler ve emek sömürüsü funda deren
‹nsan› yaratan eme¤idir diyen ustalar, o eme¤i vahflice sömüren sistemin ad›n› da koydular: Kapitalizm… “Bu sistemde adalet yoktu. ‹nsan›n insanla olan iliflkisi gereksizdi. Neyin, ne zaman, nerede, hangi koflullarda, nas›l, kim ve kaç kiflinin eliyle ve ne miktarda üretilece¤ine karar veren patronlard›.”* fiartlar› koyan onlard› ve bu flartlar insan eme¤inin sömürüsünde mengene vazifesi görüyordu. Daha çok kar için, mengene daha çok s›k›l›yordu. Al›nterinin süzülüp posas›n›n çöpe at›ld›¤› bir düzenle karfl› karfl›yayd› art›k insanl›k. Üretilenin kullan›m de¤eri de¤il ne kadar tüketildi¤iydi önemli olan. Ve sahneye konan bu “tüketim ç›lg›nl›¤›” komedisinin perdeleri arkas›nda, metin yazarl›¤›n› yine bir avuç kapitalistin yapt›¤› “eme¤in katmerli sömürüsü” adl› bir trajedi oynan›yordu.
Dizi sektörünün dizginlerini ellerinde tutanlar, kar h›rs›yla reklam pastas›ndan en büyük pay› kapabilmek için azg›nlaflt›kça, çal›flana verilen de¤er azald›. Hatta kapitalizmin kendine has bir de¤eri olan de¤ersizlefltirme bu sektörde tam karfl›l›¤›n› buldu diyebiliriz. “Durun! Durum bu kadar vahim mi?” diye soranlara anlatacaklar›m›z var daha… Heyecanla çarpan iki yürek ve sektördeki çal›flma koflullar› Sabah kargalar bile uyanmadan kurulan setler, öyle bir hale geldi ki, deyim yerindeyse bir insan›n 24 saat çal›flmak zorunda b›rak›ld›¤› çilehanelere dönüfltü. Yo¤unluk, yorgunluk, uykusuzluk bir müddet sonra
dikkatsizli¤e yol açt›. Dikkatsizlikler kimi zaman irili ufakl›, kimi zaman önemli kazalara neden oldu. Öyle ki set ç›k›fl› yaflanan bir trafik kazas›nda iki set çal›flan› hayat›n› kaybetti. Kostüm yard›mc›lar› Tülay Ergeldi ve Zehra Sezgin’in “Sonbahar” dizi setinin ç›k›fl›nda geçirdikleri trafik kazas›nda yaflam›n› yitirmesi, bu sektöre emek verenlerin çal›flma koflullar›n›n a¤›rl›¤›n›n da göstergesi oldu. Asl›nda dünya standartlar›nda da 60 dakika olan diziler birkaç y›l öncesine kadar Türkiye’de de ayn› standartlarda çekiliyordu. Ancak dizilerin tutmas›, çekilen dizilerin maliyetlerinin di¤er yap›mlara göre ucuz olmas›, setlerde çal›flanlar›n ifl kaybetme korkusu ve elbette ki örgütsüzlü¤ü, yap›mc›lar›
Hayat›n› oyunculuk yaparak kazananlar ise bu oyuna gelmemekte kararl› art›k. Dizi oyuncular› ve bu dizileri ortaya ç›karan, setlerde çal›flan emekçiler, son dönemde mengenenin diflleri aras›nda en çok s›k›flanlardan… Bu derginin sayfalar›nda televizyon kültürü, o televizyonlar›n gözbebe¤i olan diziler ve bu diziler yoluyla toplumsal yaflamda yarat›lmaya çal›fl›lan dejenerasyon üzerine gök kubbe alt›nda yaz›lmad›k elefltiri b›rakmad›k. Ancak sorun bu kez farkl›. Daha do¤rusu dizilerdeki sorunlar, dü¤ümlenerek koca bir yumak haline gelmekte ve bu yumak, setlerde ter dökenleri de içine alarak uçurumdan afla¤› h›zla yuvarlanmakta.
fiUBAT 2009 | TAVIR | 17
inceleme
¤›t üzerinde kalan bu hukuki söylem nedeniyle bu iflin as›l emektarlar› yeniden gösterimlerden telif alam›yor. Bu haks›zl›¤›n yan›nda, çal›flma sürelerinden yak›nan oyuncular da isyan bayra¤›n› çektiler. Hele hele kamera arkas›nda haftada toplam 12 saat uyku uyuyarak çal›flan ve buna ra¤men sigortas›z çal›flt›r›lan, ço¤u zaman ödemeleri de yap›lmayan ve mesailerinin karfl›l›¤›n› alamayan set çal›flanlar› patlamak üzereydi. Ve tüm bu çal›flma koflullar›n›n sonucunda meydana gelen trafik kazas›nda, iki set iflçisinin hayat›n› kaybetmesi barda¤› tafl›ran son damla oldu.
dizi say›s›n› artt›rmaya yöneltti. Kanallar ise, reyting rekorlar› k›ran diziler sayesinde k›z›flan reklam piyasas›ndan daha fazla kar elde etmek için iki reklam kufla¤› ald›¤› diziye üçüncüyü, dördüncüyü s›¤d›rman›n derdine düfltü. Kenar›ndan köflesinden çekip uzat›lan dizilerin süresi 90 dakikaya kadar ç›kt›. Kanalla anlaflan yap›mc›lar›n flimdiki hedefi; belki üç, belki alt›, belki de bir senede çekilen bir sinema filmi uzunlu¤undaki 90 dakikay› dizi sektöründe bir haftada çekebilmek. Yöntem basitti; senaristler haftada bir film senaryosu yazacak; oyuncular o uzun replikleri ezberleyip oynayacak; set ekibi ise sabah›n ilk ›fl›klar›yla bafllay›p gece 2-3’lere kadar sürecek olan çekimleri gerçeklefltireceklerdi. Yapt›lar da. Baflta da belirtti¤imiz gibi para kazanma telafl›, iflini kaybetme korkusu vs. bu durumu bir yere kadar sineye çekmelerine neden oldu. Örgütsüzdüler çünkü. Büyük h›rs›zl›k ve ilk 盤l›k Yaflam›, insan eme¤inin sömürüsüne ba¤l› olan bu sistemin sonunu getirecek olan da, yine bu katmerli sömürü olacakt›. Çeliflkilerle ördü¤ü a¤›na yap›fl›p kalan sistemin tam ortas›nda setler hareketlenmeye bafllad›. ‹flitti¤imiz ilk 盤l›k senaristlerin 盤l›¤›yd›. Her hafta bir sinema filmi senaryosu yazmak kolay de¤ildi. Ayr›ca yap›mc›lar›n
18 | TAVIR | fiUBAT 2009
gelir paylafl›m›nda adil davranmamas› gibi bir durum da vard›. Senaristler metnini yazd›klar› diziden bir kez para kazan›rken, ayn› dizinin yüzlerce kez yay›nland›¤› kanallardan yüz milyonlar› cebe indiren yap›mc›lar oluyordu. Yani telif haklar› konusunda müthifl bir h›rs›zl›k vard› ortada. Oysa Fikir ve Sanat Eserleri Yasas›’na göre yazar, yönetmen ve besteciler, eser sahibi, oyuncular ve yap›mc›lar ba¤lant›l› hak sahibi say›l›yor, yap›m›n tüm gelirlerinden pay almalar› öngörülüyor. Ancak, ka-
Sorunun çözümünün bir araya gelmekte, yaflanan sömürüye karfl› sektöre emek verenlerin örgütlülü¤ünü yaratmakta oldu¤unu fark etti herkes. Sektörde ezen taraf olanlar, uygulad›klar› politikalarla, setlerde çal›flanlar› da¤›n›k, bireyci, eme¤ine yabanc›laflm›fl hale getirmeyi baflarm›fllard›. En baflta bu anlay›fl de¤iflmeliydi art›k. Sektördeki genç nesil kendi sendikas›ndan bihaber olarak çal›fl›rken, eskiler ise “ah”lan›p “vah”lanarak 1980 öncesi örgütlülü¤ün getirdi¤i haklar› yad edip durmaktayd›. Elbette Türkiye’de devrimci mücadelenin yükseldi¤i dönemlerde, sendikalardaki hareketlilik ve kazan›mlar da artm›flt›r. Ancak 12 Eylül cuntas›n›n kanl› parmakl›klar› ar-
inceleme
kas›na düflen sendikac›lar tüm y›lg›nl›¤› ve korkakl›¤›yla, ’80 sonras› sektörde çal›flan emekçileri yüz üstü b›rakt›lar. Bu anlay›flla hareket edenler, sömürü üzerine infla edilen bu düzenin plan ve projesine de katk›da bulunmufl oldular. Ve bu sürecin sonunda bir set emekçisi haftan›n her günü çal›flmak durumunda kalan, ailesiyle zaman geçiremeyen, sinema filmi izlemeye vakti olmayan, paras›n› alamayan, banyo bile yapamayan, gelece¤e dair güvencesi, umudu kalmayan bir insan haline geldi. ‹flinin devam edip etmeyece¤i dizinin alaca¤› reytinge ba¤l› olan sektör çal›flan›, kimi zaman y›llarca ayn› a¤›r koflullarda çal›flmak zorunda b›rak›l›rken, kimi zaman da birkaç bölüm sonra dizinin yay›ndan kald›r›lmas› sonucu, hiçbir sosyal güvencesi olmadan bir anda iflsiz kald›. Tarih ö¤retir “Oysa 12 Eylül öncesinde devrimci mücadele içerisinde yerini alan emekçiler, ödenen bedellerle birlikte önemli sendikal haklar kazanm›flt›. Bu mücadelenin bir sonucu olarak, çal›flma koflullar›n› sendikalar belirliyordu. Çal›flma sürelerinin ne kadar olaca¤›na, kaç kiflinin çal›flaca¤›na, paralar›n› ne zaman alacaklar›na, günlük çal›flma sürelerine yine sendika karar veriyordu.” ** fiimdi bu sendikalar›n bafl›nda gelen S‹NESEN, 12 Eylül askeri cuntas›ndan sonra sendikal mücadelenin önünün kesildi¤i, ard›ndan hem kadro hem de alanda sözü geçen insanlar›n sektörden uzaklaflt›¤›, bir k›sm›n›n bu ifli yapmaktan vazgeçti¤i gerçe¤ini ortaya koyuyor. Bir musibet ve sonuç Asl›na bak›l›rsa ülkemiz sektöründe yaflanan bu duruma dünyada da benzer örneklerle rastlanabiliyor. Örne¤in 2007 y›l›n›n son aylar›nda Amerika’da, Hollywood’da yap›lan grev hat›rlanacakt›r. 2007 y›l›n›n 4 Kas›m’›nda al›nan grev karar›yla dizi ve filmlerin metin yazarlar›, senaristler sektörde gelir da¤›l›m›ndaki adaletsizli¤i ve yap›mc›larla stüdyo sahipleri için yeni bir gelir kap›s› olan DVD ve internet ortam›ndaki gelirlerden kendilerine pay verilme-
mesini protesto etmifllerdi. Hollywood’da son 20 y›l›n en büyük grevi 14 hafta sürmüfl, grev sebebiyle pek çok TV dizisi yay›ndan kalkm›fl, film çekimleri aksam›flt›. Bu nedenlerden ötürü Alt›n Küre ödül töreninin dahi yap›lamad›¤› 2007 y›l›n›n sonunda Hollywood’un patronlar› tam 1 milyar dolar zarar etmifl ve senaristlerle anlaflmak zorunda kalm›fllard›. Bu zafer örgütlülü¤ün zaferidir. Egemen s›n›flar›n iktidar›n› sa¤lamlaflt›rd›¤› emperyalist devletlerde, geçmiflte ödenen bedellerin bir kazan›m› olan haklara sahip ç›kan halklar, eme¤inin sömürüldü¤ü noktada örgütlülü¤ün verdi¤i güçle bafl kald›rabiliyorlar. Dizi sektöründe yaflanansa bunun tam tersi bir durum. fiartlar sözünü etti¤imiz ülkelere nazaran daha a¤›r, ücretler daha düflük olmas›na ra¤men çal›flanlar›n feryad› atmosferin çeflitli katlar›na da¤›l›p gidiyor. Yank›lanm›yor yani. Meydanlardan taflm›yor. Bireysin çünkü. Tek bafl›nas›n. Güç de¤ilsin. Güçlü hiç de¤ilsin. Oysa sorun sistem sorunudur. Yoksa sadece bir yap›mc›n›n, sadece bir kanal›n, sadece bir medya patronunun keyfi bir davran›fl› de¤ildir söz konusu olan. Bankalar›, holdingleri, tanklar›, tüfekleriyle, iflleyifli, anla-
y›fl›yla önüne koydu¤u hedefler sonucunda bir araya gelmifl örgütlü bir güç var karfl›nda: Kapitalist devlet… Tavflan›n darg›nl›¤›ndan da¤ ne kadar haberdarsa, “birey”in yak›nmas›ndan sistem o kadar haberdar olacakt›r. Bu yüzden bir araya gelmek, meydanlar› doldurmak, tek ses olmak çok önemli. ‹nsanca yaflaman›n önündeki engelleri aflmak, t›kan›kl›klar› ortadan kald›rmak, güneflli güzel günlere yaklaflmak için örgütlenmek flart. Kitleye önderlik etmekte olan eme¤in örgütünün de bu s›n›f savafl›nda çok iyi konufllanmas› ve savafl› yükseltemedi¤i noktada kendini yenilemesi gerekmektedir. Sektörde çal›flan gençlerin sendikan›n varl›¤›ndan dahi haberdar olmad›¤› noktada, durumu yaln›z gençlerin apolitikli¤iyle aç›klamak haks›zl›k olacakt›r ne de olsa. Tüm bu sorunlar›n çözümü için bir araya gelen, meydanlar› dolduranlar›n alamayaca¤› hak, kazanamayaca¤› savafl yoktur. Hele hele bu mücadelenin içinde, art›k heyecanla atamayan iki genç yüre¤in “ahd”› da varken… (*) Karl Marks’›n tan›m›ndan al›nm›flt›r. (**) Sine-Sen örgütlenme uzman› Zafer Ayden J
fiUBAT 2009 | TAVIR | 19
biyografi
bir meçhul yi¤it: gökçen efe ümit zafer
“E¤ilmez bafl›n gibi Da¤lar bulutlu efem Gökler yoldafl›n gibi Sana ne mutlu efem” (Zeybek fiark›s›)
Bir meçhul yi¤ittir Gökçen Efe. Gözü kara, yüre¤i pek ve “vatan için can›m feda” diyenlerdendir. Tam da bu nedenle, tan›r bu toprak Gökçen’i. Öyle ya, kan› kar›flm›flt›r topra¤›n özüne ve ötesine. Ki topra¤›n ötesi, tarihin gülistan›d›r. Hayat›n her flafa¤›nda yeniden açmas› da bundand›r. Bu topra¤›n evlad›, sevdas› ve hasret hamal›d›r Gökçen Efe. Ve gövdesinin üstünde, e¤ilmeyen bir bafl tafl›yan kavgas›d›r. Ve flimdi anaca¤›m›z, Gökçen Efe’nin hat›ras›d›r. O kadim sevdam›z›n maceras›d›r. Troyal› Hektor’dan bu yana, iflgale direniflin duda¤›m›zda büyüyen bordo ezgisidir. Duyuyor musun? Nas›l da çarp›yor nice yürek, emperyalizme “Defol” derken. Nas›l da kardefl at›yor bu nab›z. Gökçen Efe’nin ölümsüzlü¤ü de bundand›r. Ve John Steinbeck yine hakl›d›r: “Biz biz oldu¤umuzu, geçmiflimiz olmadan nas›l bilece¤iz?” Duruma dair... Y›l 1919… Tablo; emperyalist iflgale maruz kalan Anadolu… Ve 21 May›s 1919 tarihli Sabah Gazetesi’nin bafll›¤› flu: “‹ngilizler zay›f ve bahts›z milletin koruyucusu, ‹slam âleminin büyük bir savunucusudur.” 22 May›s 1919 tarihli Alemdar Gazetesi’nde ise flunlar yaz›yor: “‹ngilizleri istiyoruz. Türkler kendi güçleri ile adam olamaz. ‹ngilizler elimizden tutarak bizi kurtaracak.” Hala var böyleleri. fiimdilerde Avrupa Birli¤i için çal›fl›yorlar. “‹ç dinamikler yetersiz, o halde memleketi kurtaracak olan AB’dir.” diyorlar sa¤da solda. Ki 1919’da da “manda” istiyorlard› böyleleri. Ve 23 May›s 1919 ta-
20 | TAVIR | fiUBAT 2009
biyografi
rihli The New York Times gazetesi, Amerikan emperyalizminin niyetinden bahseder: “Amerikal› bar›fl delegeleri, Türkiye’de bir Amerikan mandas›n›n kuruluflunu kuvvetle arzu ediyorlar. ABD bu f›rsattan yararlanarak geri kalm›fl ülke insanlar›n›n kendi ç›karlar›na uygun bir biçimde nas›l yönetilece¤ini Avrupa ve Asya’ya göstermifl olacakt›r.” Dün ve bugün, Amerika o kanl› yüzünü hep gösteriyor zaten. Afganistan’da, Irak’ta, orada burada nas›l yönetti¤ini görüyoruz iflte… Emperyalizm olur da, iflbirlikçisi olmaz m›? O gün de vard› böyleleri. Ve bak›n, dönemin gazetecilerinden Rauf Ahmet, 4 Haziran 1919’da neler yaz›yordu: “Amerikan mandas›n› tercih ediflimin sebebi, iki y›l yak›ndan gördü¤üm bu memleketin siyasi tarihinin güven verici olmas›d›r. Manday› Amerika kabul etmezse, ‹ngiltere veya baflka bir memlekete teklif edilmelidir.” Emperyalizme secde eden böylesi iflbirlikçilerin, halka zerre güveni yoktu elbette. Onlara göre halk; bald›r› ç›plak cahiller sürüsüydü… Do¤ruyu, e¤riyi halk ne bilsindi… En iyisi büyük devletlerin himayesi, yani mandas›yd›… Ama elbette, herkes böylesi iflbirlikçi kafalar tafl›m›yordu. Ve halk, buldu¤u her a¤›zdan hayk›r›yordu. Ki ilk Sultanahmet mitinginden sonra, bütün gösterileri yasaklasa da hükümet, bir yolunu buldu o “cahil” say›lan halk. Ve 30 May›s 1919’da “Dua edece¤iz” bahanesiyle yeniden Sultanahmet Meydan›’nda topland›. Yaklafl›k yüz bin kiflinin kat›ld›¤› bu mitingle “‹stiklal isteriz. Belalar›n sebebi, sald›r›lar karfl›s›nda isyan edilmemesidir.” denildi. Evet, isyan vaktiydi zaman. Baflka yolu yoktu. Ve isyan›n yolu, hep oldu¤u gibi, ateflin içinden geçiyordu yine. “‹stiklal isteriz” diyenler, istekleri u¤runa dövüfleceklerdi. Ama nas›l, kimle ve neyle? Bütün imkâns›zl›klar ve emperyalistler vard› karfl›lar›nda. ‹flleri zordu… Olsun, her zaman böyle olur zaten. Düflman, iç düflman ve yokluklar kuflat›r direnmek isteyeni. Ki e¤er gerçekten isteniyorsa istiklal, “Bafl e¤mektense bafl veririz” deniyorsa, yapacak çok fley vard›r daima. ‹flte bu bilinçle konuflur Denizli müftüsü Ahmed
Hulusi Efendi: “… Her ne pahas›na olursa olsun düflmana karfl› koymak gerektir. ‹flgal edilen yerlerin halk› için kavgaya giriflmek farz› ay›nd›r. ‹flgale u¤ramayan yerlerin halk› için de farz› kifayedir. Ben fetva veriyorum. Silah ve cephane azl›¤› veya yoklu¤u hiçbir zaman kavgaya mani olmayacakt›r. Hiçbir müdafaa vas›tas› olmayan birisi dahi yerden üç tafl alarak düflmana atmaya mecburdur.” Ahmed Hulusi’nin bu sözleri üzerine, sadece üç kelime söylenebilir: ‹flte o kadar! Ve lakin, iflbirlikçi yobaz tak›m› böyle demedi. Kirli yaygaraya bafllay›p kuflatt›lar Ahmed Hulusiler’in etraf›n›. Ve dediler ki, “Harp ve darp ile bu dava kazan›lmaz.” Peki, neyle kazan›l›rm›fl? Derler ki: “Düflmana direnilmezse kimsenin mal›na, mülküne, inanc›na iliflmiyorlar. Direnifl gösterilirse o yerlerin serveti de insanlar› da mahvoluyor. Buna gerek var m›? Koca düflman ordusuna üç befl bald›r› ç›plak zeybek ile karfl› durulur mu? Padiflah efendimiz bile direnmeye taraftar de¤ilken, size mi kald› memleketin kaderi?” Halk› hor gören bu gerici zihniyet, o gün bugündür, memleketin kaderiyle ilgilenmeyi “ayaktak›m›” olarak bakt›¤› halka yak›flt›ramaz. Ve kendi kaderlerini kendileri yazmak isteyenleri de tehdit ederler. ‹zmir valisi ‹zzet’in 25 Haziran 1919 tarihli aç›klamas› da böyledir: “Çete tertibi, gönüllü suretiyle teflebbüslere kalk›flanlar ve bunlara göz yumanlar çok büyük bir sorumluluk alt›na girdiklerini bilmelidirler. fiu kargaflal›k ve bunal›m hali, Tanr›’n›n ac›y›p yard›m etmesiyle yak›nda lehimize çözülecek…” ‹flte bu tablo içinde, Ege’deki halk güçlerini emperyalist iflgale karfl› örgütlemeye çal›flan M. fiefik’in söylediklerine kulak verme zaman› gelmifltir: “… Nüfuzlu zevat›n zeka ve idrakleri mücadelenin bir ak›ll› ifl olmad›¤›na inand›klar›ndan, bu teflebbüse fliddetle karfl› olduklar›n› Ayd›n’daki tecrübelerimizden anlam›flt›k. Bu sebepledir ki biz bu muazzam ifle kan›, siniri diri evlatlar› ile bafllamak mecburiyetini anlam›flt›k. ‹flte ‘Ha!’ dedi¤imiz zaman k›rk-elli kifliyi etraf›na toplayacak kadar nüfuz sahibi olan zeybek ruhlu, ehli vatana müracaattaki mec-
buriyet bu idi…” “… O zaman, ak›ll› geçinen herkes milli mücadelenin bir divanelik oldu¤u fikrinde. Bu sebepten ak›ll›lara müracaat etmekten ziyade silahla oynamay› itiyat edinmifl zeybeklere müracaat ihtiyac› has›l oluyor.” Bir atasözünün bugüne tafl›d›¤› hayat bilgisi flöyledir: “Ak›ll›, köprü ararken; deli, dereyi geçer.” Haliyle, bugünün AB’ci ulemalar› gibi o günde köprü arayanlar pek boldu. Arayan›n buldu¤u o köprülerin sahibi ise, dünden bugüne emperyalistler olmufltur hep. Ve o köprülerden geçenler, özgürlü¤e de¤il ama emperyalistlerin kuca¤›na ç›km›fllard›r daima. Ve lakin, kelleyi koltu¤a al›p dereyi geçenler de vard›r. Olmufltur ve olmas› tarihin yazg›s›d›r. ‹flte böylesi bir “delidir” bizim Gökçen Efe. “… ‹lk müdafaan›n belkemi¤ini efelerin teflkil eyledi¤ini de bilmekli¤imiz laz›md›r. Burada, bilhassa, meflhur Çak›rcal› Efe’nin eski arkadafllar›ndan Gökçen Efe’nin mühim rol oynad›¤› malumdur.” Öyle bir vakit gelmifltir ki “Art›k kalem de¤il, silah konuflacak” der Hasan Tahsin. Gerisini de Farabunda Marti söyleyecektir: “E¤er tarih kalemle yaz›lam›yorsa, silahla yaz›lmal›d›r.” Ve Gökçen Efe, iflte bu denli divanedir. Bizdendir, bizimledir ve “delilik”, halk›n içinde bakidir. Gökçen’e dair... Evvel zaman içinde, bir yoksul köylü çocu¤uydu Gökçen. Fata köyünde yaflar idi. Ege topra¤› bereketliydi ya, ball› incirleri nedense hep a¤alar, beyler yerdi. Köylü sefalet içindeyken, zevküsefa içinde yüzerdi paflalar. Yoksulluk, feci belayd›. Ocak söndürür, insan› savurur ve ezip geçerdi taze gelini, bebeleri, ihtiyarlar›... Haks›zl›k sultan, adaletsizlik vezir olmufl dolafl›rd› sokaklar›. Ve büyüdü Gökçen, nursuz u¤ursuz koflullar›n içinde. Büyüdü ac›s›, büyüdü açl›¤›, büyüdü h›nc› ve karard› gözü. Kimbilir, hangi alçakl›¤a isyan edip da¤lara ç›kt›. Öyle ya, adaletsizli¤in birike birike da¤ gibi oldu¤u yerde, da¤lara ç›kman›n yolu da döflenmifltir. Ve da¤lar, ça¤›r›r adam olan adam› kendisine. Gökçen de da¤lar›n yolunu tutar.
fiUBAT 2009 | TAVIR | 21
biyografi
mek yoktu. Ki ‹zmir’in iflgalini duyunca, Ödemifl’te bulunan askeri komutanl›¤a gelerek, k›zanlar›yla beraber savaflmaya haz›r oldu¤unu bildirdi. Hayata ve halka verilmifl bir sözdü efenin dilindeki. U¤runa ödenecek bedelin namus bilindi¤i bir sözdü hem de. Ve böylece Gökçen Hüseyin Efe, k›zanlar›yla beraber kuvay› milliye’ye kat›lm›fl oldu.
Kendisinden önce doruklar› mesken eyleyen flahanlar gibi t›pk›. Gelenektir bu. Haks›zl›k sineye çekilmez, hesap sorulur ve da¤lara ç›k›l›r. Gökçen de öyle yapar ve Çak›rcal›’n›n yan›nda yerini bulur. ‹zmir’in beylerine gölgelik olan aflufte kavaklar›n bile kula¤›n› çekip “yakal›m konaklar›” diyen Çak›rcal›’dan ö¤renir efeli¤i. Ve efeli¤in ilk kural› fludur ki; haks›zl›k sineye çekilmez, hesap sorulur. ‹kinci kural fludur ki; zalime karfl› mazlumdan yana olunur. Üçüncü kural da fludur; Efenin kellesi koltu¤unun alt›ndad›r… Ve kelle koltukta da¤lar› dolafl›r Gökçen. Uçan kufltan haber al›r haks›zl›¤› ve biner tepesine kahpeli¤in. Pefline düflse de Osmanl› ordusu, bulamaz nerede oldu¤unu. Saklar onu a¤açlar, kartallar, börtü böcekler ve yörükler… Ve gel zaman git zaman içinde, vatan iflgal edilmeye bafllan›r. Düflman çizmeleri ‹zmir’i çi¤ner. “Duyulur da durmak olur mu” zaman›d›r bu. Ve duyduklar› yeter Gökçen Efe’ye. Gayr› durdurak yoktur o mor cepkenli zeybeklere. Gökçen Efe, o s›ralarda otuz befl yafllar›ndayd›. Dürüst, mert bir efe olarak tan›n›yordu. Kitab›nda ölmek vard› ama sözünden dön-
22 | TAVIR | fiUBAT 2009
Gökçen Efe’nin iflgalcilere karfl› ilk eylemi bir bask›nd›. Kendi köyü olan Fata köyündeki iflgal güçlerine karfl›, 16 A¤ustos 1919 günü sald›r›ya geçti: “… Birinci Fata Bask›n›, iyi planlanm›fl ve icra edilmifl tipik bir gerilla harekât›d›r. Önce de¤iflik flah›slarla Yunan müfrezesi hakk›nda en son bilgileri almak üzere iyi bir keflif yap›ld›. Bulunduklar› yerler, kuvveti, emniyet tertipleri, ellerindeki silahlar detaylar›yla ö¤renildi. Elde edilen bu istihbarata göre, Gökçen Hüseyin Efe kuvvetleri alt› gruba ayr›l›p her birinin bu bask›ndaki görevleri, yaklaflma yollar›, bask›ndan sonra çekilme istikametleri, toplanma bölgeleri tespit edildi ve dolay›s›yla çok iyi bir plan yap›ld›. Plana göre Fata köyü bütün girifl ç›k›fl istikametlerinden kuflat›ld›. Saat 15:30’da bafllayan bask›n taarruzu 19:00 sular›nda bitti¤inde Yunan müfrezesinden üç dört kifli hariç hepsi öldürüldü. Gökçen’in müfrezesinden ise Adagümeli Mustafa Bey, Kahratl› Koca O¤lano¤lu Efe flehit oldu…” Savaflt› bu ve vurulup düflmek, s›radan bir görevdi. Nice zeybek bu son görevini yerine getirirken, kalanlar savaflmaya devam ediyordu. Ve 26 A¤ustos 1919’da iflgalcilerin Üçyol bölgesindeki müfrezelerine taarruz ediyordu Gökçen Efeler. Civardaki köylerinden ç›k›p gelen kad›nlar, ihtiyarlar da bu çarp›flmalara kat›l›p ellerinden geleni yapt›lar. Gökçen Efe’nin komutas›nda gerçeklefltirilen ilk Fata bask›n›ndan sonra, düflman güçleri köyü yeniden ele geçirdiler. Bununla da kalmay›p baflta Gökçen Efe’nin evi olmak üzere, birçok vatanseverin evini yak›p y›kt›lar. Halka zulmetmeye bafllad›lar. Bunun üzerine Gökçen Efe ve arkadafllar› harekete geçtiler. Ve Eylül’ün ilk haftas›nda yeniden Fata’ya taarruz ettiler. ‹flgal kuvvetleri epeyce zayiat verdikten sonra, kaçt›lar. Gökçen Efe, birkaç gün köylüsünün yan›nda kal›p moral verdi. Ancak Ödemifl, Tire ve Üç-
yol’dan gelen iflgal güçlerine karfl› siper savafl›na girmek istemedi¤inden yeniden da¤lara çekildi. Gökçen Efe, kalabal›k bir güçle dolaflmaktansa, zeybeklerini sekizon kiflilik müfrezeler halinde düzenledi. Böylece, ayn› anda birçok eylem yapma arzular›na uygun örgütlenmifl oldular. Birinci müfrezeye k›zanlar›ndan Mustafa’y›, ikinciye Sartl› Halil Efe’yi, üçüncüye de Kara Hüseyin Efe’yi komutan yapt›. Gökçen Efe’nin müfrezeleri gerilla taktikleri kullanarak iflgal kuvvetlerine ard› ard›na darbe vurdular. Ödemifl, Tire, Adagide civar›ndaki ikmal yollar›nda pusular kurup karakollar basarak düflmana epeyce zarar verdiler. Gökçen Efe güvenli yerlere çekilip savafl de¤il, “siyaset” yapan laf ebelerinden de¤ildi. Bütün varl›¤›yla savaflç› bir efeydi Gökçen. ‹kbal derdi, menfaat beklentisi yoktu. O’nun yegâne derdi, vatan›n mahzunlu¤una sebep iflgale son vermekti. Ki iflgalcilerin o “uygar” yüzünü bizzat görmüfltü. Tan›yordu düflman› ve elbette, iflgalciler de Gökçen Efe’yi iyi tan›m›fllard› art›k. ‹flgal kuvvetleri, Gökçen Efe ve k›zanlar›n› imha etmek için yeni bir operasyona girifltiler. Tire ve Adagide bölgesinden iki ayr› grup halinde harekete geçtiler. Tire’den bin kiflilik düflman kuvvetinin üstüne geldi¤inin haberi Gökçen Efe’ye ulaflt›. Bunun üzerine, iflgalcilerin geldi¤i istikamete zeybeklerini yerlefltirdi. Art›k, çarp›flmaya haz›rlard›. A¤›r silahlar ve bol cephane ile takviye edilmifl bin kiflilik düflman gücüne karfl›, elli zeybe¤iyle haz›rd› Gökçen. Silahlar› yetersiz, mermileri azd› belki ama onlar zeybekti. Da¤lar, rüzgâr, kar›ncalar, yani bu topra¤›n her fleyi Gökçen ve yoldafllar›ndan yanayd›. Çünkü, her bir parças›yla karfl›yd› bu iflgale bu toprak. Ve sonra, zeybeklerin mukaddes parma¤› dokundu teti¤e. Nas›l bir cay›rt› koptu öyle, bir duyan bir de biz biliriz. Kurflun sesi de¤il de, vatan›n ba¤r›ndaki h›nc›n hayk›r›fl›yd› adeta. Öteden beriden, a¤açlar›n ard›ndan, kayalar›n yamac›ndan “Haydin ülen” nidalar› ç›nlat›yordu ortal›¤›. ‹flgalciler flaflk›n ve korku içinde siper alma-
biyografi
ya çal›fl›yorlard›. Oysa silahlar› vard›, say›lar› çoktu, mermileri boldu. Ve lakin, yine de zay›ft›lar. Çünkü haks›zd›lar, çünkü iflgalciydiler. Karfl›lar›nda ise harmandal› oynar gibi savaflan zeybekler vard›. “Ak›ll›” zevat›n iflbirlikçi oldu¤u yerde, isyana kalk›flan delilerdi onlar. Ki bu u¤urda gelen ölümü duda¤›ndan öpecek denli, bu topra¤a al›fl›kt› hepsi. Gökçen Efe ve zeybekleri, mermilerinin bitmesine paralel, ölen ve yaralanan arkadafllar›n› omuzlay›p da¤lar›n koynuna çekildiler yine. ‹flgalciler epey a¤›r darbe alm›fllar, deyim yerindeyse ava giderken avlanm›fllard›. Öyle ki, zeybeklerin hangi a¤ac›n, dal›n, yapra¤›n sinesinden ç›k›p atefl ettiklerinin ve sonras›nda da nas›l kaybolduklar›n›n flaflk›nl›¤›n› yafl›yorlard› hala. Gökçen ve arkadafllar› ise, çoktan uzaklaflm›fllard› çat›flma bölgesinden. Gökçen Efe’nin direnifl kitab›nda durmak, dinlenmek yoktu. Neredeyse her gününü, düflmana yönelen bir eylem dolduruyordu. Bu çerçevede, Küçük Menderes nehri üzerindeki Ulad› ve Tayranl› köprülerinin tahribini de Gökçenler gerçeklefltirdi. Elde fazla imkân yoktu ama imkâns›z diye bir fley de yoktu. Ve Köyce¤iz Liman›’ndan bir biçimiyle elde edilen iki adet may›n, Gökçen Efe’ye ulaflt›r›ld›. Efe, bu eylem için zeybeklerinden Müselli ‹smail ile ‹lyas Çavufl’u görevlendirdi. Onlar›n komutas›nda Bay›nd›r Belediye Baflkan› Kara Ali, tahsildar Ali Efendi gibi Bay›nd›rl›lar da eyleme kat›ld›lar. ‹stihkamc› H›fz› Bey patlay›c›lar› köprüye yerlefltirirken, di¤erleri de güvenlik ald›lar. Ve sonra, Ödemifl’e giden demiryolunun üzerinden geçti¤i bu köprüler de tahrip edilmifl oldu.
kuvveti Kaymakç›’ya do¤ru sald›r›ya geçti. Gökçen ve k›zanlar› bu sald›r›y›, Gücenda¤› denilen mevkide karfl›lad›lar. Düflman›n top ve makineli tüfek ateflleri, zeybekleri yerlerinden sökemedi. Üç saat geçmesine ve oldukça eflitsiz bir karfl›laflma olmas›na ra¤men, çarp›flma sürüyordu. Çevrede bulunan di¤er zeybeklerin ve civardaki köylerden gelen halk›n kat›l›m›yla, direniflçilerin say›s› 800 kifli olmufltu. Kad›n erkek, yafll› genç köylüler Gökçen Efe’nin komutas›nda yi¤itçe savafl›yorlard›. Savafl bu, en akla gelmez olas›l›klar› bile bar›nd›r›r içinde. Ve sonra, kartal kanatl› bir efe son kez döner harmandal›nda. Ve sonra, gündüz vakti kayan bir y›ld›z gibi düfler Gökçen Efe. Ve sonra, yaras›ndan akan hayat kar›fl›r topra¤›n ötesine. Ve sonra… “… Muharebe bizim lehimize sonuçlanmak üzereyken sa¤ cenahta bulunan Bak›rl› Efe kuvvetleri kaçmaya bafllad›. Boflalan bu gedi¤e Yunan kuvvetleri süratle dald›lar. Bu kesimden fliddetli atefller gelmeye bafllay›nca Gökçen Efe, bu atefllerin Bak›rl› Efe taraf›ndan at›ld›¤›n› zannederek, kolunu kald›rarak gür sesiyle “Bak›rl› Atma” diye ba¤›rd›¤› anda hedef göstermifl oldu ve düflman makineli tüfeklerinden ç›kan mermilerle a¤›r flekilde yaraland›. Yan›nda bulunan Kahyao¤lu Mustafa Efe kendisini kol-
lar›na alarak tepenin arkas›na götürmek istediyse de kuca¤›nda öldü.” Savafl›n ortas›nda, yoldafl›n›n kuca¤›nda öldü Gökçen Efe. O’nun ard›ndan zeybeklerin komutanl›¤›n›, 50 yafllar›ndaki Yörük Halil Efe ald›. Ve savafl, devam etti bütün fliddetiyle. “Göz odur ki da¤›n ard›n› göre, ak›l odur ki bafla gelece¤i bile” der bir atasözü. Gökçen Efe de bafla gelecek her ihtimali göze alarak ç›kt›¤› bu yolda, da¤›n ard›nda gördü¤ü kurtulufla do¤ru yürüyor hala. Selam olsun o “deli” efelere ve bin selam bu topra¤›n “delilik” damar›na, gelene¤ine, umuduna…J
Kaynakça: Kutsal ‹syan – Hasan ‹zzettin Dinamo – Tekin Yay›nlar› ‹stiklal Savafl›nda Garp Cephesi Nas›l Kuruldu – Rahmi Apak – 1942 üneybat› Anadolu’da Kuvay› Milliye Harekât› – S›tk› Ayd›nel Kurtulufl Savafl› Günlü¤ü – Zeki Sar›han – Ö¤retmen Dünyas› Yay›nlar› *Bugün, ‹zmir’in Tire ile Ödemifl ilçeleri aras›nda “Gökçen” isimli bir yerleflim vard›r. Buras› Gökçen Efe’nin köyüdür. Köylüleri efelerinin hat›ras›n› yaflatmak için, köylerine O’nun ad›n› vermifltir. J
Bazen ayr› ayr›, bazen de bir araya gelerek eylemlerini sürdürüyordu zeybekler. Nerede, ne zaman ve nas›l vuracaklar› hiç belli olmuyordu. ‹flgalcilerin düzenli ordusu zeybek taktikleri karfl›s›nda, cin çarpm›fltan beter oluyordu. Ve böylece, hem kas›m ay›na gelindi, hem de düflman›n yeni bir taarruz gerçeklefltirece¤i haberi geldi. Bunun üzerine, yüz elli kiflilik zeybek kuvvetiyle iflgalcileri beklemeye bafllad› Gökçen Efe. 21 Kas›m 1919 günü, beflbin kiflilik düflman
fiUBAT 2009 | TAVIR | 23
izlenim
on parma¤›nda on marifet: theodora emine karaçay
Yönetmenli¤ini Haflmet Zeybek’in, yönetmen yard›mc›l›¤›n› Sibel Tomaç’›n, genel sanat yönetmenli¤ini Alpay Ekler’in yapt›¤› ve Tiyatro Merdiven oyuncular›n›n oynad›¤› Theodora’n›n ilk önce provalar›n› seyrettik. Aylar, günler boyu bütün enerjilerini ve zamanlar›n› ortaya koyarak Theodora’n›n provas›ndan provas›na bir kofluflturmaca içindeyken tan›d›k biz de Tiyatro Merdiven oyuncular›n›. Theodora’n›n provalar›n› da, sahne oyununu da Göztepe Halis Kurtça Kültür Merkezi’nde izledik. ‹lk provalar› izlerken yabanc›yd›k belki burada ama ortam›n canl›l›¤› ve oyuncu arkadafllar›n s›cakl›¤›yd› oradan ayr›l›rken geride bizde kalan… Onlarla oyunlar› üzerine, tiyatro üzerine yapt›¤›m›z sohbet kal›c› k›ld› dostlu¤umuzu… Merdiven oyuncular›, 20 y›ld›r amatör bir ruhla ama profesyonelce çal›flma yürüten bir tiyatro toplulu¤u olduklar›n› ifade ettiler. ‹dil Tiyatro Atölyesi olarak sürdürdü¤ümüz tiyatro çal›flmalar›m›z› paylaflt›k bizler de… Elbette provalarda oyunun bütünlü¤ü yoktu ama oyuna dair fikir veren, merak ettiren yanlar oldu. Provalar bitti ve oyun sahnelenmeye baflland›. Ve nihayet iki üç sahnelenmeden sonra izleyebildik Thedora’y›… Afla¤›da okuyacaklar›n›z bu izlenimlerin bizde yaratt›¤› duygular›n ka¤›da dökülmüfl halidir iflte... Zaman›nda adlar› neredeyse tanr›yla birlikte an›lan krallar, kraliçeler, imparatorlar, imparatoriçeler… Nedir bunlar›n büyüklükleri? Koskoca bir ülkenin bafl›nda tek bafl›na söz sahibi olmalar› m›? Yoksa hünerlerinin, becerilerinin çok olmas› m›? Ya da çok ak›ll›
24 | TAVIR | fiUBAT 2009
izlenim
olup, her fleyi k›l›f›na uydurmak için k›l›ktan k›l›¤a girip ç›kmalar› m›? Bu ruh haliyle kifliliksizli¤i, karaktersizli¤i, ahlaks›zl›¤›, namussuzlu¤u bafl tac› etmeleri mi yoksa a¤›r basan yan? Evet, evet do¤ru cevap bu olsa gerek... Vergi rekortmeni diye reklam› yap›larak önünde diz çökülen ve imparatoriçeler gibi yaflat›lan Manukyan de¤il miydi bu ülkede “en de¤erliler”den biri? Ayn› Manukyan, iflte ad›na ülke büyükleri denilenlere, içki sofralar›nda meze yapmad› m› gencecik k›zlar›m›z›? Amerikan askerleri gelece¤i zaman pembeye boyanan genelevlerin imparatoriçesi Manukyan’›n önünde e¤ilenler de ayn› ad› tafl›yan ülke büyükleriydi. Adlar› bats›n! Bu düflüncelere dalm›flken birden akl›mdan geçenleri derinlefltirircesine Theodora bir kez daha ç›kt› sahneye. Gülüyor, oynuyor, dans ediyordu bütün güzelli¤ini kullanarak, kendinden geçercesine. Kim miydi Theodora? Bu Latince bir kelimedir. Theo teolojiden gelir ve tanr› demektir, dora da vergi... Yani Theodora isim olarak “tanr› vergisi” demektir. Oyunda on parma¤›nda on marifet Theodora, hem flark›c›, hem mimus-pandomimusçu, hem de imparatoriçe… Nas›l bir hayat m›? fiöyle bir hayat; 27 sene fahifle, 20 y›lda imparatoriçe… ‹flte Theodora, yüzy›llar önce yaflam›fl ama ne fark› var
Manukyan ve onun gibi ad›na ülke büyükleri denilerek iktidar koltu¤una oturanlar›n? Demek ki burada marifet erdemli, adaletli ve ahlakl› olmak de¤il, erdemsiz, adaletsiz, ahlaks›z ve zalim olmakt›r. Yoksa bu sömürü çark› nas›l döner zalimden, zulümden yana? S›n›flar var oldu¤undan beri böyle de¤ilmi ki, diye içimden geçirirken, sahnedeki oyun ilerliyordu. Ve ilk aya¤a kalkan insandan bugüne bütün insanl›k tarihi, mitoloji ile bugün aras›nda ba¤ kurularak anlat›lmaya devam etti. Bu anlamda oyun boyunca ilk insan› ve sonras›n›, bütün insanl›k tarihinden sorumlu oldu¤umuzu ve geçmifli olmayan›n gelece¤i olamayaca¤›n› Thedora’n›n, Zeus’un, Bizans’›n, Roma’n›n, Osmanl›’n›n… o büyük imparatorluklar›n nas›l da y›k›ld›¤›n› gözler önüne serdi. Bozuk düzende sa¤lam çark olmaz misali... Ayn› flu atasözünde oldu¤u gibi bir de tabi: Keser döner sap döner, gün gelir hesap döner... ‹flte geçmifl ile bugün aras›nda gidip gelirken birden Theodora, Olimpus “kahramanlar›” tanr›lar›n omuzlar›nda yükseldi yukar›ya, bafl›nda görkemli sar› bir taç, üzerinde sar›k›rm›z› renklerde ete¤i olan flatafatl› bir elbiseyle… Burada kullan›lan görsellik ve sahne düzeni, iktidar koltu¤una oturtulacak dünün ve bugünün Theodoralar›’n›n o görkeminin
arkas›ndaki güçsüzlü¤ünü ve içten içe çürümüfllü¤ünü düflündürttü bana. Hat›rlad›m o anda, Osmanl› imparatorlu¤u da en güçlü göründü¤ü bir dönemde y›k›ld› diye… Bugün de neresinden tutsan elinde kalm›yor mu bu düzenin pislikleri? Sömürü çark› görüntüde dönmeye devam ediyor belki ama nas›l? ‹nsan hayat›n› hiçe sayarak, adaletsizce… Düflünsenize Tuzla tersanelerindeki iflçileri. Yak›n zamana kadar nas›l da ardarda öldüler. ‹fl kazas› dediler üstünü örtmek için ölümlerin. "Takdir-i ilahi" bile dediler sahtekarca. Kim inan›r bunlara? Filikalar›n güvenilirli¤ini denemek için a¤›rl›k olarak kum torbalar› koymalar› gerekirken, içine insan koydular ve öldürdüler iflçileri. Bugün iflçilerin "ölümü dost edindik" demesi bofluna m›? Veya gün›fl›¤› görmeden yeralt›nda çal›flan maden iflçileri… ‹hmalkarl›ktan kaç defa alt›nda kald›lar maden oca¤›n›n? Kaç defa öldüler? Düzenin insana biçti¤i de¤er bu iflte. Bayramda kendine pantolon almak için sokakta mendil satarken, zab›talar taraf›ndan kovalanan Bülent'in, caddenin ortas›nda arabalar›n alt›nda can vermesine ne denir? Yoksulluk, ac›, ölüm içiçe… Adalet mi bu? Öyle çok örnek var ki…
fiUBAT 2009 | TAVIR | 25
izlenim
lar kafamda. Oyunculardan biri sordu, “Özgürlük nedir?” diye. “Sokrates” dediler hep bir a¤›zdan. Ve bafllad›lar Sokrates’i anlatmaya… Soruyu bir anda sahneden seyirciye çevirdiler. “Sizler neyi tart›fl›yorsunuz?” Bu soru seyircileri düflündürtmeye yönelten bir soru oldu. Herkes düflündü bir an sessizce, belki adaletsizli¤i, belki açl›¤›, yoksullu¤u, belki hastane kap›s›nda rehin kalan küçük bir çocu¤u, belki umudu, belki umutsuzlu¤u, belki de hiçbirfleyi… ‹flte en kötü olan da bu; gerçe¤i görmemek, duymamak ve sessiz kalmak diye dald›m gittim bu düflüncelere… Bir an etraf›ma bak›nd›m, acaba fark eden oldu mu, diye. Bütün gözler sahnede ve oyuncular›n soruya verdikleri cevaplar dinleniyordu. “1950’li y›llar, Amerika’da McCarthy dönemi, Türkiye küçük Amerika, Amerika’da sanat kusursuz cinayet…” vb. söylenip geçilen bu k›sa cevaplar›n her biri asl›nda sayfalar dolusu anlat›labilecek yaflanm›fl tarihi, gerçekleri ortaya koyan konu bafll›klar›yd›. Tabi bugünü anlatan bir di¤er konu da kültürel dejenerasyon ve yozlaflt›rmaya hizmet eden televizyondan, medyadan bahsedilebilir belki diye düflünmeye bafllad›¤›m s›rada, oyuncular›n aras›ndan öykücü kad›n ç›kt› ortaya. Ve ritmik hareketlerle “Kar› arayanlar, koca arayanlar, her sabah televizyonda evlendirme programlar›n› izleyin…” tavsiyelerini e¤lenceli bir dille anlatt›. Sonra reklamlar geldi sahneye… Kay›t d›fl› ekonomi, kapitalizm… vb. arka arkaya s›ralan›rken yine bir flark› söylenmeye baflland› sahnede. “Herkes üç ka¤›t peflinde, demokrasine maflallah…” vb. sözleriyle birlikte sonunda oyuncular isyan ettiler ve seyircinin aras›na girip herkese, oyun boyunca anlatt›klar› “Truva kahramanlar›”n›n adlar›n› tekrarlatt›lar.
Sahnedeki oyun mesajlar›n› çok eski geçmifl tarih üzerinden vermifl olsa da ben öyle bir dalm›fl›m ki bugünün gerçe¤ine. Sahnedeki hareketlere uygun bendir, gitar ve oyuncular›n kendi ellerini yere vurarak ç›kard›klar› ahenkli müzikle birden sahneye odakland›m. Kula¤a hofl gelen bu güzel müzik eflli¤inde sahneden koro halinde insan› anlatan flark› sözleri yükselince, etkileyici bir bölüm diye düflündüm o anda. “Mitolojisi olmayan›n ideolojisi de olmaz.” sözü ilgimi çekti. Ben onu düflünürken tanr›lar (Apollon, Athena, Poseidon, Afrodit, ‹flçi Tanr›, Aris, Artemis…) Zeus’la birlikte kadeh kald›rarak tek tek kendilerini anlat›yorlard›. Ve bu tanr›lar art›k, insanlar›n onlara itaat etmedi¤inden flikayetlendiler Zeus’a… O anda bu gerçe¤i, “Bugüne kadar zor kullanarak itaat ettirdik.” sözüyle itiraf etti. Zeus öfkelendi tabi bu söze ama Zeus’un öfkesi çözüm de¤ildi. Giderek güçten düfltü ve Zeus’un sars›lmaz denilen düzeni y›k›ld›. Sahnenin sol taraf›nda ön koltuklarda birbirine zincirlenmifl olarak oturan köleler att›lar zincirlerini ellerinden. Tarihin yasas› da bu de¤il miydi? ‹nsanl›k tarihi bugüne do¤ru geldikçe daha da somutland› anlat›lan-
26 | TAVIR | fiUBAT 2009
Oyuncular yine sahnede ve oyun boyunca süren de¤iflik müziklere bu defa daha farkl› ezgisi olan bir müzik eflli¤inde “‹nsan insan, seviyor, düflünüyor, gerçek oyuncu bu…” sözlerini koro halinde söylediler. Oyun boyunca s›k s›k kullan›lan bu koro ve müzik gerçekten Theodora oyununa ayr› bir güzellik ve canl›l›k katm›fl diye düflündürttü beni. 2,5 saatlik Theodora, oyunun sonunda en güçlü mesaj›n› bütün oyuncular›n birlikte söyledi¤i “Tiyatro y›kan y›k›l›r.” sözüyle verdiler… “Bu kadar saat nas›l geçti, anlamad›k.” dercesine bak›flt›k arkadafl›mla. ‹flte burada özellikle oyun boyunca canl›l›¤›n›, hareketlili¤ini, ak›c›l›¤›n›, görselli¤ini koruyan bir sahnenin varl›¤›yd› bunu sa¤layan. Dekor, müzik, kostüm, ›fl›kland›rma, sahne akusti¤i, görselli¤i hepsi de birbiriyle uyum içinde bütün bir oyun boyunca… Tüm bu olumluluklar›n yan› s›ra, oyunun büyük bir bölümünde mitolojik yan›n a¤›r basmas› ve güncel olan›n geride kalmas› olumsuz bir yand›. Çünkü mitoloji insan›n gözünde soyut belki ama bugün, güncel olan hayat›n içinde, bizzat insanlar›n yaflad›klar› üzerine kurulu... Daha somut, daha yak›c›… Elbette belki yine geçmifl ile bugün aras›nda kurulan bir ba¤ olurdu ama bu sürekli “tanr›lar” üzerinden soyut bir anlat›mla yap›lmazd›. Dolay›s›yla vurgular ve mesajlar do¤rudan verilebilir, böylece daha sorgulat›c› olabilirdi oyun diye düflündük. J
röportaj
y›lmaz onay ve sosyalist gerçekçi düflünce... tav›r
“Toplumcu gerçekçilik ile sosyalist gerçekçilik ayn› fleydir. Ama toplumsal gerçekçilik denen bir fley var. As›l yanl›fll›k orada. Sosyalist gerçekçili¤i suland›ran bir kavram o. Toplumsal gerçekçilik, sadece toplumdaki gerçekleri görebilme yani elefltirel gerçekçilikle bitebilir. Orada s›n›rlanabilir toplumsal gerçekçilik derken. Yani toplumun ba¤r›ndaki sosyalist geliflmeyi görmez. Onun için ancak sosyalistler sosyalist gerçekçi olabilirler.”
Bize kendinizi tan›t›r m›s›n›z? Benim bitirdi¤im okul ‹TÜ’nün inflaat fakültesi. Ama daha okula bafllad›¤›m y›l, 1955’te hemen sanat kulübüne girdim. Orada tiyatro çal›flmalar›na kat›ld›m. Sonra Genç Oyuncular’›n tiyatro çal›flmalar›na kat›ld›m. Böylece Ankara’dayken Devlet Tiyatrolar›’n›n etkisindeydim ister istemez. Gençtim ama onu k›rma imkan›m oldu burada. Ondan sonra daha aç›lma imkan› do¤du. 1960’tan sonra, 19601970 aras›nda da Uluslararas› Tiyatro Festivali yap›l›rd›. Daha sonra ad› Gerçek Festival ve Bar›fl fienli¤i oldu. O da dünya ile tam iliflki içinde olmam› sa¤lad›, çok yarar› oldu bunun da. Hem tiyatromuzun geliflmesine de çok yarar› oldu. Çünkü o hareketlerin ard›ndand›r devrimci özellikteki tiyatrolar›n kuruluflu. Biraz da zemini oraya dayan›r. Ondan sonra Ankara’ya döndüm ben, 1960’ta bitirince. Ankara’da uzun y›llar Deneme Sahnesi’nde çal›flt›m. Ankara Deneme Sahnesi amatördü ama
o dönem amatörlük ba¤›ms›z olmak için amatör tiyatroydu. Yani ben ekmek param› baflka yoldan kazan›yordum ama edindi¤im ifl tiyatroydu ve Deneme Sahnesi çal›flmas›yd›, bunun gibi. Ve profesyonel tiyatrolarla, Ankara Sanat Tiyatrosu ile sürekli organik iliflki içindeydik. Bunun çok yarar› oluyordu tabi. Sonra o arada kat›ld›¤›m›z flenlik uluslararas› bir flenlikti. Yer Demir Gök Bak›r roman›n›n, Uzundere ad›yla yo¤unlaflt›r›lm›fl biraz daha baflka bir bak›flla sahnelenmifl olan oyununu yapt›k. Ve onunla büyük ödülü paylaflt›k. Arkas›ndan da ayn› festivale Güngör Dilmen’in El Parmaklar› öyküsünden yap›lm›fl oyununu götürdük. O da festivalin özel, ayr› bir alan›ndayd›. Ve onunla da onur ödülü ald›m. Bu flundan önemli, o festivali bir flekilde ikiye böldü. Jürinin yerli kanad› bizim oyunlar›m›za oy verdi, jürinin tutucu kanad› da Brezilya’n›n oyununa oy verdi. Bu 1965-1966’l› y›llar. Ayn› y›llarda ayn› oyunla ve daha önce Savafl oyu-
fiUBAT 2009 | TAVIR | 27
röportaj
vi hayata geçiren, ilk grev olay›n› yaflatan bir grevcinin tutuklanmas›n› ortaya koydu¤u için, uluslaras› mücadeleler tarihidir neredeyse o oyun. Tabi son derece güzeldir. Sonra iflçi oyunu oldu¤u anlafl›ld›. Bu da nas›l anlafl›ld›? Bizim sendikal organizasyonlar yoluyla, önce “Yusuf ile Menofis’i, arkas›ndan “Grev” oyunu, arkas›ndan da “Çimento” oyunuyla 16 bine vard› seyirci say›s›. Bu devam edebilirdi ama nas›l derler; Ça¤dafl Sahne devam edemedi ya da biz Ça¤dafl Sahne’de devam edemedik. O süreç de o flekilde kapand›. Ondan sonra zaten 12 Eylül geldi. Ama ben 12 Eylül gelmeden ‹flçi Kültür Derne¤i’ne kat›ld›m. Burada do¤rudan iflçi oyunlar› sahneledim. Bunu yazmak gerekiyordu, ön haz›rl›¤› yoktu çünkü. “‹flçinin Aç›k Oturumu”nu yazd›m ve sahneledim. Çok büyük dü¤ün salonlar›ndan mahallelere, spor salonlar›na ve bildi¤imiz tiyatro salonlar›na kadar sahnelendi. Bu da gösterdi ki, asl›nda biraz komplike gibi görünen temalar› tekrardan e¤er iyi sahnelerseniz iflçi ve emekçi halk tekrar alg›l›yor ve kat›l›yor. Bunlar› biz de yaflam›fl olduk.
“Sanat›n üretildi¤i alanda, sanat›n egemenli¤i yok. Mesele burada. Örgütlülük gerektiriyor. O örgütlülük de çok zay›flat›ld› tabi. Ama bence sosyalist gerçekçili¤in görevi, sosyalist gerçekçi sanat› üretene sahip ç›kmakt›r.” nuyla ‹stanbul Tiyatro Festivali’nde de dereceler ald›k. Derece almak önemli de¤il, oradaki yar›fl havas› ve tart›flmalard› önemli olan. Bu tart›flmalara bas›n da çok ilgi gösteriyordu. Ama arkas›ndan Süleyman Demirel’in sa¤ partisi iktidara geçince o festivalin önemi bitti. Çok yaz›k oldu. Arkas›ndan zaten biliyorsunuz 12 Mart geldi. 12 Mart’ta da ilk profesyonel reji çal›flmalar› yapt›k, bu arada Ankara Sanat Tiyatrosu’nda “ Hitler Rejimi’nin Korku ve Sefaleti”ni sahneledik. Bu befl gün oynayabildi. Bunu yasaklayacaklar› belliydi zaten. Ama, ilginçtir, tiyatro-
28 | TAVIR | fiUBAT 2009
nun faaliyetini yasaklad›lar, oyunu yasaklayamad›lar. Çünkü oyunu da yasaklamalar›, “Hitler faflizmi bizde de var.” demeleri anlam›na gelecekti. Onu yapamad›lar. Arkas›ndan Ça¤dafl Sahne’nin kurulufluna kat›ld›m ben. Ça¤dafl Sahne’de önemli iki fley yapt›k biz. Bir, oyunlar; Naz›m Hikmet’in Yusuf ile Menofis oyununu sahneledik. Naz›m Hikmet’in fliirleri ilk kez herhalde müziklendi. Ve hemen hemen ilk kez Naz›m Hikmet ile ilgili anlat› yap›ld›. Çok uzun kuyruklar olufltu kap›da ve onun fliirlerinin müziklenmifliyle yap›ld›. Yusuf ile Menofis oyunu; M›s›r’da ilk gre-
Bütün bunlar›n ard›ndan 12 Eylül geldi. Art›k istedi¤imiz oyunu sahneleme imkanlar› darald›. O yüzden yazmak, kaleme geçmek kald› sadece. Yazd›¤›m oyunlar oldu, çevirdi¤im oyunlar oldu. “Küçük Adam Ne Oldu Sana?”y› da sahneledik. Yazd›¤›m kitaplar da oldu. 12 Eylül’de iki ayr› gözalt›m oldu, hem de ayr› davalar›m oldu. Birisi Bar›fl Davas›’yd›. Oyunlar›mdan dolay› de¤il. Asl›nda bence oyunlar›mdan dolay›yd› ama hiç ad› öyle konmad›, özellikle konmad› galiba. Bir gözalt›, Demokratik Almanya büyükelçili¤i ile olan iliflkimden dolay›yd›. Bir gözalt› da “Gizli Türkiye ‹flçi Partisi faaliyeti yap›yor.” denilerek gerçeklefltirildi. Bunlar› da yaflad›k. Tabi ben üst üste bilmem kaç kere tezgaha çekilenler kadar yaflamad›m ama onun ne demek oldu¤unu anlad›m. O deneyimimi de “Hücre ‹nsan›” oyunuyla dile getirdim. Ondan sonra yurtd›fl› çal›flmalar› bafllad›. Yurtd›fl›nda sergilenecek oyunlar için yazmak gerekti. Bunlardan ilki “Ayakta Kalanlar”d›. ‹kincisi “Karagöz’ün Muammas›”, üçüncü olarak da, yurtd›fl› için yazmad›¤›m “Sanatç›n›n Ölümü”nü, Paris’te sahneleme durumu oldu. O da benim için ayr› bir deneyimdi. Daha sonra bunlar kitap olarak yay›mland›. Kitap çevirileri de yapt›m. Öykü çevirileri yay›mlad›m. Bu arada iki tane kendi roman›m
röportaj
var. Birincisi “Yaz›lar Filmatik”, ikincisi de “Oyun De¤il”... “Yaz›lar Filmatik” TRT taraf›ndan filme al›nd›. Devlet Tiyatrosu’na girdim. Devlet Tiyatrosu’nda çeflitli oyunlar sahneledim. Ama burada istedi¤im projeleri istedi¤im gibi yapamad›m. Bir tek “Küçük Adam Ne Oldu Sana?” istedi¤im bir projeydi ve ancak onun gerektirdi¤i altyap›yla u¤raflarak yapabildik ve bunun sonuçlar› da görüldü zaten. Onun d›fl›nda Devlet Tiyatrolar›’ndan emekli oldu¤uma memnunum. fiimdi çok iyi projeler olsa tabi yine oyun sahnelemeye devam ederim ama henüz olmad›. Bir tanesi mesela, Demokratik Almanya’l› bir yazar›n oyunu. Bu Hiroflima’ya ilk atom bombas›n› atan ekibin pilotunun yarg›lanmas›n› anlat›yor. fiöyle bir yarg›lama; bu pilot ne yapt›¤›n› fark edince kendi kendini ihbar etmek istiyor Nürnberg Savafl Suçlular› Mahkemesi’ne. Bunun üzerine ABD silahl› kuvvetleri müdahale ediyor ve bu adam› ak›l hastas› olarak enterne etmek istiyorlar. Bunu da baflar›yorlar ama kan›tlar›n hepsi bu duruflmada ortaya seriliyor. Ve en önemlisi de hiç gerek yokken atom bombas›n›n at›lm›fl olmas› gerçe¤i iyice ortaya ç›k›yor. Atom bombas›n›n at›lmas›n›n tek sebebi Sovyet kuvvetlerinin Japonya’ya do¤ru ilerliyor olmas›. Onu önlemek için at›l›yor. Ve bugüne de iyi ›fl›k tutar ama sahneleyemedik. Böyle bir proje duruyor. ‹flte ben buyum. Sanat-s›n›f iliflkisine nas›l bak›yorsunuz? Bu konuda benim en çok üzerinde durmak istedi¤im fley, iflçi s›n›f›n›n, emekçi s›n›flar›n de¤iflik katmanlar›n kendi kültürü sanat› vard›r. Ben bunu iddia ediyorum. Ama flöylesi iddiada bulunanlar da var. ‹flçi s›n›f› sanat› denilince illa kol iflçilerinin bizzat sahneye ç›kmas› gerekmez. Bu dar bir bak›flt›r. Oysa “Neden ben emekçi s›n›fa dahil edilmiyorum? Neden ben sanatç›y›m? Üstelik iflçi s›n›f› ideolojisini benimsememe ra¤men neden küçük burjuva oluyorum?” diyenlere çok rastlar›m. Ancak, böyle bütün beyaz yakal›lar› küçük burjuvaziye dahil ederseniz geride emekçi kalmaz. Oysa toplumlar›n ezici ço¤unlu¤u emekçilerdir. O halde ezici ço¤unlu¤un ç›karlar›na olan, ezici ço¤unlu¤un insiyatifinde olan sanat, eme¤in sanat›d›r. Yani iflçi s›n›f›n›n sanat›d›r. “Sanat›n s›n›fsal yan› yoktur, tarafs›zd›r” demenin kendisi de bir tarafl›l›¤› gösterir. Bir taraf›n icraat›d›r bu. Bunu diyen kifli zaten kendi taraf›n› belli eder. Bu iddiay› emekçinin sanat› olmas›n, geliflmesin diye söylerler. Bunun
gerçek olup olmad›¤›n› genellikle bizim elefltirmenlerimizden daha çok polisten ö¤renmek daha iyidir. Bir film vard› iflçilerle ilgili. Ve polis bu filmi flöyle elefltiriyor: “Orada iflçiyi ifllemiflsiniz ama iflçiyi bir tip olarak ifllemiflsiniz. ‹flçiyi tek bir kiflinin dram› olarak ifllememiflsiniz. ‹flte o zaman da bütün bir kesimin sorunu olarak getiriyorsunuz ve bunun için bu sanat olmaz. Bu sanat olarak iyi de¤il”... Polisin üzerinde durdu¤u ve buna izin vermem dedi¤i fley asl›nda Natüralizme karfl› Brecht’in gerçekçili¤inin tan›m›n›n yap›l›yor oluflundan... fiimdi e¤er sanat olmasa bu, tehlikeli olma durumu var m› acaba? Tehlike yoksa polis sana hiç engel olmaz o durumda. Sosyalist gerçekçilik nedir? Sosyalist gerçekçilik gerçekçili¤in kendisidir diyece¤im ben. Gerçekten gerçekçilik, gerçe¤in içinde, gerçe¤in yüzeysel görünümlerinin arkas›nda var olan› görebilmek ve bunu sahneye getirebilmek veya romana veya edebiyata veya müzi¤e getirebilmek. Gerçe¤in içinde sosyalist embriyon varsa, sosyalist geliflme varsa, embriyon olarak bile varsa bunu görmek laz›m ve bunun çok daha güçlüsü varsa bunu iyice görmek laz›m. Hatta tarihi, gelece¤i gösteriyorsa bu, bunu özellikle yapmak laz›m. ‹flte bu ikisini birlikte gerçe¤in, gerçekten bütün boyutlar› ile birlikte görüp getirebilen sanat tabiî ki sosyalist gerçekçi sanatt›r. Ama flu de¤il, “Gerçekçi olmayabilir ama sosyalist olsun yeter”de¤il. Bunu bofluna söylemiyorum. Lukacs’tan sonra bu söylem var. Çünkü biçim olarak 19. yüzy›l sonras› romanlar›n biçimi olacak diyor. Yani Natüralizmi savunuyor biçimde, yeter ki sosyalist içerik olsun diyor. Öyle olunca da meseleyi de getiremiyor. Meseleyi de getiremedi¤i zaman gerçekçilikten tamamen ç›k›yorsunuz. Yani zorlama bir flekilde sosyalistçe laflar etmekle hiçbir zaman sosyalizmi savunmuyor, seyirci üzerinde de etkili olam›yorsunuz. O yüzden seyirciyi bu noktaya getirmek gerekir. Ama ben yinede tabi en usta gerçekçilerimizden Brecht’in biriki sözünü getirdim. Buraya not etmifl, “Sürgünde Brecht” diye. fiöyle demifl: “Burjuva program› da gerçekçili¤e ihtiyaç duydu ve hala duyuyor. Süslemeli sanat haberleri karargah komutanl›¤›n›n kendisi için felakettir. Sahte siyasal durum raporlar›, borsa e¤rilerini periflan eder. Yani burjuvazi kendisi için gerçekçidir. Kendi konumu gere¤i burjuvazinin gizli raporlara ihtiyac› vard›r. ‹htiyac› olunca
ise aç›k raporlara. Yani iflçi s›n›f› hiç de gizli olmayan topluma karfl› gerçekçidir ve burjuvazi ise kendisi için gerçe¤in kullan›m›n› ister ama topluma yalanlar› getirir. Peki örne¤in tiyatroda gerçekçi sanat nedir öyleyse? ‹llizyonculuk mu, gözba¤c›l›k m›? Sürgün sömürücülü¤ü mü? Tümüyle akademik bir düzyaz› içinde bir zavall›l›k m›, ayn› anda yaflam›n kendisi gibi derinlemesine fark edilmez olmak m›?... Bunlar hep Natüralizmi tarif ediyor. Buna karfl›l›k gerçekçi sanat gerçekçili¤i düflün yap›lara karfl› getirmek, gerçekçi duymay›, gerçekçi düflünmeyi, gerçekçi eylem olarak yap›yorlar. fiimdi bunun üzerine sosyalist gerçekçili¤in tan›mlar›n› özet olarak veriyor. Ve dikkat edin ilk bir sürü maddede sadece gerçekçilik diyor belki. Gerçek sanat, mücadeleci sanatt›r. Gerçekli¤e de¤indi¤i insanl›¤›n ç›karlar›yla çeliflen yanl›fl görüfllere karfl› gerçek sanat sonuna kadar mücadele verir. Do¤ru görüfller olarak iktidar ve yürekten de¤indirdi¤i hisleri kuvvetlendirir. Gerçek sanatç›lar oluflma ve geçip gitme durumlar›n› vurgularlar. Bütün eserlerini tarihsel düflünürler. Gerçek sanatç›lar insanlar ve insanlar aras› iliflkilerin içindeki çeliflkileri sayarlar ve bunlar hangi koflullar içinde geçiyorlarsa o koflullar› da gösterirler. Gerçek sanatç›lar, insanlardaki ve iliflkilerdeki de¤iflimlerle ilgilenirler. Sosyalist gerçekçi sanatç›lar insanc›ld›rlar, yani insan dostudurlar. Sosyalist gerçekçi sanatç›lar yaln›z ele ald›klar› konulara de¤il, seslendikleri izleyici toplulu¤a da gerçekçi bir yaklafl›mlar› vard›r. Yani seyirci ile iliflki diyalekti¤i. Seslendikleri izleyici toplulu¤un e¤itim düzeyini ve s›n›fsal niteli¤ini gözeterek, s›n›f mücadelesinin durumunu da gözetirler.” Bunlar benim de kat›ld›¤›m ve Brecht’in bunu yazd›¤› tarihle flimdiki aras›nda çok da fark etmeyen bir tan›m.... Ama gerçeklerin unutturuldu¤u, bunun da yok edilmeye çal›fl›ld›¤› ortada. Örne¤in Bienali biliyorsunuz, tekrar gelecek ve ana konusu tekrar Brecht olmufl. Ve yay›nlad›klar› kadar›yla çok Brecht’e ihanet halinde de¤iller. Bu da çok önemli. Yani bir mecburiyet var. O kadar soyut, o kadar sanat olmaktan ç›kt› ki yap›lan ifller. Tekrar nihayet sanat›n kendisine Brecht’le bafllad›lar, anahtar› orada buldular. Ama gerçekçilik ihmal edilmifl, orada biz de onu iddia olarak Brecht’i Brecht yapan gerçekçiliktir diyece¤iz. Belki epik tiyatroyla özdefltirilir Brecht ama o zaten epik tiyatroyu da as›l gerçekçilik ad›na yürütmüfltür. Brecht’le özdefllefltirilecek bir yan
fiUBAT 2009 | TAVIR | 29
röportaj
varsa o da sosyalist gerçekçili¤idir. Gerçekçilik mücadelesidir. O anlamda dramatik tiyatroyu da, kat›l›mc› tiyatroyu da yerine göre savunmufltur. Bir cümlesini daha alay›m size kitab›ndan: Topluma karfl› sorumluluk tafl›makla kalmaz, toplumu da sorumlulu¤a çeker. Bu çok önemli. Evet sanat›n sorunu tek yanl› de¤ildir. Onun için yöntemler bulmak zorundad›r. Toplumu da sorumlulu¤a çekmek için. “Ben yapt›m kendi yapaca¤›m›, çekiliyorum” diyemez. Toplum mücadelesi bitmez bununla. Bu çok önemli. Bunun da alt›nda gerçekçilik var. fiimdi toplumla mücadele etsek, sizin mücadelenizde toplumculuk yok ki. Sonuç alm›yor. Sonuç almazsa da olmuyor. Toplumcu gerçekçi ile sosyalist gerçekçi demek ayn› fley midir? Neden farkl› söyleyifl biçimleri kullan›l›yor? Toplumcu gerçekçilik ile sosyalist gerçekçilik ayn› fleydir. Ama toplumsal gerçekçilik denen bir fley var. As›l yanl›fll›k orada. Sosyalist gerçekçili¤i suland›ran bir kavram o. Toplumsal gerçekçilik, sadece toplumdaki gerçekleri görebilme yani elefltirel gerçekçilikle bitebilir. Orada s›n›rlanabilir toplumsal gerçekçilik derken. Yani toplumun ba¤r›ndaki sosyalist geliflmeyi görmez. Onun için ancak sosyalistler sosyalist gerçekçi olabilirler. Sosyalist gerçekçilik ile toplumsal gerçekçilik ayn› fley de¤ildir.
list gerçekçili¤in bitmesini isteyenler var. O baflka bir fley. As›l önemli olan onlar›n gerçekçili¤i isteyip istemedi¤i belli de¤ildir. Örne¤in ben söylemiflimdir Ahmet Oktay, Toplumcu Gerçekçili¤in Kaynaklar› kitab›nda hep sosyalist gerçekçili¤e vurmufltur, sosyalist gerçekçili¤i savunanlara da vurmufltur. Öylesine çarp›k bir flekilde getiriyor ki, sosyalist gerçekçili¤i sadece Lukacs’›n iddialar› çerçevesinde tutuyor. Sadece Danov’un o günün prati¤i gere¤i getirdi¤i savlarla bir tutuyor. Ondan sonra bundan ibarettir diyerek sald›r›yor. Ve sanki Brecht sosyalist gerçekçi de¤ilmifl, Naz›m sosyalist gerçekçi de¤ilmifl gibi de bir kenara koyuyor. Bu iflte gerçekçi de¤il. Hay›r, yöntem de gerçekçi de¤il. Sosyalist gerçekçi hiç de¤il tabi. Yani elefltirel gerçekçiler de gerçekçidir do¤ru ama içinde var olan sosyalizmi göremedikleri için elefltiri düzeyinde kalm›fllard›r. Ama onunda ayr› bir de¤eri vard›r. Ama o kadard›r. Oysa sosyalist gerçekçilik gerçekten gerçekçiliktir diyorum. Ama bir fley var sosyalist olmayan gerçekçilik, gerçekçilik de¤ildir diyorum. Sosyalist gerçekçili¤i günümüz sanat›nda nereye oturtuyorsunuz? Bugün sosyalist gerçekçiler ne yap›yor? Gerçek anlam›yla sosyalist gerçekçi bir edebiyat ya da en genel anlam›yla sosyalist gerçekçi bir sanat üretiliyor mu? Az da olsa bugün örnekleri görülebiliyor. Öne ç›kar›lm›yor tabi. Var tabi ama birlikte bir tutum oluflturdular ve birlikte flunu yap›yorlar, flunu üretiyorlar diyecek bir güçlü durum çok yok. Çünkü sanat›n üretildi¤i alanda, sanat›n egemenli¤i yok. Mesele burada. Örgütlülük gerektiriyor. O örgütlülük de çok zay›flat›ld› tabi. Ama bence sosyalist gerçekçili¤in görevi, sosyalist gerçekçi sanat› üretene sahip ç›kmakt›r. Gerçek anlamda sosyalist gerçekçi sanat yap›lm›yor demeden, olan› görebilmek, olana sahip ç›kmak ve biraraya gelmeye çal›flmak, tabi örgütlü olmaya çal›flmakt›r ayn› zamanda. Bugün gerçekçili¤in mücadelesine girmek, onun ürünlerini vermek daha zordur. Çünkü daha karmafl›kt›r, yani gerçek daha karmafl›klaflt›r›ld›. Düpedüz yalana karfl› oldu¤u halde mücadele, pervas›z yalan söylemek daha kolaylaflt›r›ld›¤› ve teknolojinin bütün imkanlar›n› onlar kulland›¤› için gerçe¤i getirebilmek biraz daha zorlaflt›. Ama tek çare de bu, baflka çare de yok.
Sosyalist gerçekçilik bir ak›m m›d›r? Yoksa bir sanat anlay›fl› m›d›r? Ve bugün bitmifl midir? Sosyalist gerçekçilik bir tutumdur. Yani bu bir hayat tutumudur. Bu hem bir yaflam tarz›, hem de bir eylem tarz›d›r. fiimdi ak›md›r denildi¤i zaman, gerçekçili¤i de ak›m olarak sayar›z ve oradan yeni ak›mlar üretmek mümkün. Böyle bir numara yap›l›yor. Hay›r gerçekçilik zeten ak›mlar›n biri de¤ildir. Gerçekçilik bir tutumdur, içinde her türlü biçimi bar›nd›r›r. Yeter ki gerçekçilik ad›na olsun, gerçekçi olsun. Her türlü fanteziyi bar›nd›r›r. Neden? Yerine göre bir temay› de¤iflik fantezilerle ifllemek seyirciyi etkileme diyalekti¤ini de, o az önce söyledi¤im seyirciyi sorumlulu¤a çekme diyalekti¤ini de, o biçim en uygun biçim olabilir. Bu bak›mdan yeni biçimlerde üretmek gerekir her içerik için. Nas›l burjuva ekonomistleri Marks’a döndüler, isteyerek de¤il tabi mecbur oldular, iflte bu nas›l bir gerçekse ayn› flekilde sanatta da dedi¤im gibi Bienal’e Brecht meselesinin gelmesi de bir gerçektir. Sosyalist gerçekçilik, sanatsal yetkinlikte ve Yani sosyalist gerçekçilik bitmez ama sosya- üretimde k›s›rl›k yaratm›fl m›d›r? Sanatç›n›n
30 | TAVIR | fiUBAT 2009
geliflimini engellemifl midir? Sosyalist gerçekçilik, sanat›n özgürce üretilmesinin önünde bir engel midir? Tabi her zaman belli müdahaleler olmufltur. Diyelim insan›n kendi kendine müdahalesi olmufltur, mümkündür. Ama hiçbir zaman bunun getirdi¤i engel burjuvazinin sanata getirdi¤i engel kadar olmam›flt›r. Güya burjuvazi özgürlük veriyor denir, örne¤in devletin getirdi¤i yasaklar, engellemelere karfl› burjuvazi hiçbir engelleme getirmiyor, özel sektöre yapt›¤›n›z üretimle tam özgürsünüz zannediliyor. Hay›r, yay›nevinin patronuna yay›n yap›yorsunuz. Bu hiçbir fleyle de¤ifltirilemez. Tam esirsiniz demektir. Ama bunun fark›nda olunmaz. Bu bile bile de yok say›l›r. Bile bile de ona özgürlük denir. fiimdi öyle bir fley ki, liberalizm denilen fley ne kadar özgür ticaretse, ki de¤il görülüyor. Asl›nda tekelcilik oldu¤u bal gibi meydana ç›kt›. Onun gibi piyasaya mahkum olan sanat da o kadar özgürlükten mahrum, o kadar yoksun ve ba¤›ml›d›r. Ama kendini bir de özgür zanneden daha da kötüdür. Oysa sosyalist toplumlarda, üretimi de destekledi¤i için do¤rudan toplum, kamu, üretim yay›nevini mesela destekledi¤i için müdahale ediyor, flunu kabul ederim, bunu kabul etmem diyor. Ama o müdahaleler sonuna kadar tart›fl›labiliyor. Bunun örnekleri var. Örnekleri Demokratik Almanya aç›s›ndan var. Örne¤in “‹ki Bat› Diye Diye”yi çevirdim ben. ‹ki Almanya birlefltikten sonra Demokratik Almanya’n›n geçmiflini getiren ve savunan, gerçekten onun samimiyetini ortaya getiren bir kitap var. Orada görülüyor daha çok. Ayr›ca iflte zevkle yaflamaksa, o eski yaflant›lar var. O mücadele, o tart›flmalar var. Asl›nda ne kadar daha çok demokratik oldu¤u görülüyor.Ve bugün hiçbir fley söylememeyi, hiçbir fley göstermemeyi sanat edinen ve iflte tiyatroda beden çal›flmas› deyip bedeni sadece ses, ba¤›r›p ça¤›rma, kol ve bacaktan ibaret gösteren, bedende beyni yok sayarcas›na böylesine anlams›zl›¤a indirgeyen, hatta bazen anlam› aç›kça reddetmeye getirecek örnekler de var. Art›k gerçekten g›na getirdi. Ondan sonra da sanat bunal›mda, sanat olmal› m› olmamal› m›, sanat var m› yok mu’yu tart›fl›yorlar. Ayn› kesim tart›fl›yor ama. Dolay›s›yla kesinlikle flunu iddia ediyorum. Evet bazen tart›flmalar olmufltur, bazen engellemeler olmufltur ama her zaman daha özgür b›rak›lm›flt›r, her zaman daha yarat›c› ve üretken olmufltur sosyalist ülkelerde sanat. J
röportaj
s›rr› süreyya önder’le sinema ve sola dair... tav›r
1920’lerin bafl›nda, devrimden hemen sonra, Rusya, sinema sanayinde önemli bir sanatsal özgürlük ve muazzam bir geliflme gösterdi. Devrimin etkisi ile ortaya ç›kan bu yeni özgürlük ortam›nda, sinema alan›nda yeni tekniklerin bulunmas›na ve hikaye yap›lar›n›n yeniden düflünülmesine ve bugün de kullan›lan sinema dilinin ortaya ç›kmas›na yol açt›. Devrimden hemen sonra, “Devrimin temel amac›, kimli¤i olmayan y›¤›nlar içinde insan kimli¤i yaratmakt›.” denilerek büyük bir seferberlik bafllat›ld›. Bu, içlerinde Lev Kuleshov, Dzika Vertov, Vsevolod Pudovkin, Aleksandr Devzhenko ve Sergei Eisenstein’›n yer ald›¤› yeni bir film yap›mc›lar› kufla¤›n›n, önlerine koyduklar› bafll›ca amaçt›. Sosyalizm alt›nda eflitlikçi bir toplum yaratman›n coflkusu içinde ve sanatç›lar için devrimle birlikte gelen yeni olanaklarla bu film yap›mc›lar› e¤lendirici olmay› reddederek y›¤›nlar›n bilincinin geliflmesine katk›da bulunacak filmler yapt›lar. Bu dönemin en önemli filmleri; Eisenstein’›n “Devrim Üçlemesi: Grev, Potemkin Z›rhl›s› ve Ekim”dir. Bu üç film, hikayenin h›zl› çekimlerle anlat›lmas›, oyuncu olmayan kiflilerin kullan›lmas› ve örne¤in bir köylü karakteri için gerçek bir köylünün kullan›lmas› ve Marksist Film Teorisi’nin kullan›lmas› (Hikaye, merkezi bir karakter olmadan, kolektif eylemlerle ilerlemektedir.) ile bu yeni tekniklerin ve ideolojinin en önemli örnekleridir. K›z›l Ordu’da savaflm›fl olan Eisenstein dönem için flöyle der: “Devrim, bana hayattaki en k›ymetli fleyi verdi, beni sanatç› yapt›. Devrim beni sanatla tan›flt›rd›.” Son süreçte, özellikle sinema alan›nda çeflitli politik konularda filmler yap›l›yor ve insanlar bu filmler üzerinden yak›n siyasi geçmifl üzerine tart›flmalara giriyorlar. Hele de 12 Eylül’le ve hapishane gerçekli¤iyle öne ç›kan filmlerin yaratt›¤› tart›flmalar yo¤un bir flekilde sürdürülüyor. Sayfalar›m›zda daha önce çokça yer verdi¤imiz ve verece¤imiz politik sinema konusunda, bu geliflmelerin ›fl›¤›nda yönetmen S›rr› Süreyya Önder’le söylefli yapmaya karar verdik. Kendisine hem politik sineman›n bugünü hakk›nda, hem de geçmifli hakk›nda sorular sorduk. Son dönem sinemam›z›n öne ç›kan en önemli yönetmenlerinden olan S›rr› Süreyya Önder’in; sol düflüncenin sinemaya ve sinemam›za giriflinden Y›lmaz Güney’e; sol düflüncenin sinemaya nas›l bakmas› gerekti¤inden son dönem politik sinema örneklerinin nas›l anlafl›lmas› gerekti¤ine kadar, anlatt›klar›n› afla¤›da okuyacaks›n›z... Dünya sinemas›na sol düflüncenin girifli:
Politik Sinemada Dünya, Türkiye ve Y›lmaz Güney... Sineman›n temsil sanatlar›ndan biri olmad›¤›, insan› do¤rudan do¤ada, çevresinde, ortamlar›nda, düflüncelerinin ak›fl› içinde hareket halinde bir varl›k olarak resmedebildi¤i, do¤ay› bizzat seyircinin beynine iletecek bir cihaza –imaj-kadraj-montaj—sahip oldu¤u; bu sayede yaln›zca “düflünülebilir” olmakla kalmayan, “düflünmeye zorlayan” bir içeri¤e do¤rudan ifade kazand›rabilece¤i fikri, sineman›n ilk dönemlerinde bu ifli ciddiye alan sinema adamlar›n›, Gance’›, Eisenstein’›, Vertov’u sürekli olarak ziyaret etmifl olan bir düflünceydi. Öyle ki, sinemadan hem bir “kitle sanat›” olaca¤›, hem de düflünebilir belirlenmemifllik olarak kafalara, beyine bir Heidegger’in deyifliyle bir “noo-flok”, bir ak›l floku verebilece¤i umuluyordu. ‹flte sineman›n er-
fiUBAT 2009 | TAVIR | 31
röportaj
ken döneminin amac›: Düflünceyi floklamak, beyine, kortekse imajlar›n hareketini, titreflimlerini do¤rudan vermek... Böyle bir kavray›fl, klasik politik sinemay› da koflulland›r›yordu: Kitlesel bilinçlendirme sinemas›. Eisenstein, do¤ay› nesne, kitleleri ise özne haline getirecek ve insan-do¤a diyalekti¤ini temellendirecek bir sinema aray›fl›n› sürdürürken; “devrim sinemas›n›n” öteki kutbunda, diyalekti¤i bizzat do¤an›n ya da insan›n ikinci do¤as› ve çevresi olarak makinalar›n imajlar›nda ve ritimlerinde yakalamaya çal›flan Vertov yer al›yordu. Sinema kuram›, pek erken bir zamanda belki de psikolojiden daha güçlü bir “beyin araflt›rmas›” dal› haline geliyordu. Sineman›n do¤rudan bir iletim ortam› oldu¤u, dolay›s›yla sanat eflittir iletiflim, bir fikirler ya da mesajlar iletiflimi olarak sanat gibisinden mefhumlar› parçalayabilecek bir ayg›t oldu¤u böylece pek erken ortaya ç›kar “Sinema anlatmak zorunda de¤ildir, göstermek zorundad›r.” daha derinden yakalarsak, görülemezi, gözün göremedi-
32 | TAVIR | fiUBAT 2009
¤ini, alg›lanamaz› görülebilir, alg›lanabilir k›lmal›d›r.
si gibi olmam›flt›r.
Bugün politik sinemay› salt ideolojik mesajlar›na bakarak yarg›lamaya çal›flmam›z, t›pk› baz›lar›n›n Y›lmaz Güney sinemas› etraf›nda kopartt›klar› güdük içerikli tart›flmalarda oldu¤u gibi, olsa olsa sinemaya bafllang›ç döneminde duyulan bu samimi güvenin yitirildi¤i bir sinema kültürünün art›k hakim duruma geldi¤inin delilidir.
Modern politik sinema bir anlamda da ajitasyon(!) sinemas›d›r. Bunu popüler olma tuza¤›ndan kurtaran bir tek ölçü vard›r o da derdinizi genel dramaturjik yap›n›n içinde ne kadar baflar›l› kristalize etti¤iniz ve manipülasyondan uzak, bir gerçekli¤e sadakat durufludur… Bu anlamda popüler sinemay› bir zaaf olarak görmekle beraber ajitasyon için yukar›da belirtti¤im zaafa ve didaktikli¤e düflmeden yap›lmas›n› bir zorunluluk hali olarak de¤erlendirmekten yanay›m… Çünkü yoksul olmayanlar, bu ajitasyon mekanizmas›n› çok sinsi bir estetikle ve insanl›¤›n hayr›na olmayacak bir eksende tüm güçlü olanaklar›yla yap›yorlar.
Evet, devrim sinemac›lar›n›n sinemaya yapt›klar› yarat›c› ve kuramsal yat›r›m, tüm safl›¤› ve çocuksu gücüyle birlikte çoktan geride b›rak›lm›flt›. Sinema belki kitlelerin bir sanat› oldu ama kitlelere rüyalar›n› geri veren bir “e¤lence endüstrisi” olarak. Sineman›n bugün dünyada ve elbette Türkiye’de de sundu¤u bu muazzam entelektüel hiçlik, o muazzam s›radanl›klar silsilesi, onun art›k kolay kolay “politik düflünce” ortamlar›n› ziyaret edemeyece¤inin kan›t›d›r. Y›lmaz Güney’in filmlerini izledi¤imizde hemen tan›nan bir beyin etkisi bize bu onun filmi dedirtebiliyor. Güney, Brezilyal› yönetmen Rocha ile birlikte modern politik sineman›n kurucusudur. Bu sinema düflünce-bilinç-beyin üçlüsünde m›h gibi çak›lacak filmler üretir. Y›lmaz Güney bizim sinemac›lar›m›z içerisinde baflka ülke sinemac›lar›n› etkileyen tek adamd›r ve Modern Politik Sinema’n›n öncüsüdür. fiimdi bu ülkede onlarca sinema okulunda Y›lmaz Güney ve filmografisi üzerine kaç inceleme vard›r? Oysa “Umut” filmi Türk sinemas›n›n yap› tafl›d›r. Film, o güne kadar gelen anlay›fl› yer ile yeksan etmifltir ve ondan sonra hiçbir fley eski-
Son zaman politik filmleri:
Bu itibarla son dönem filmlerinde Sonbahar, Bahoz ve Gitmek filmlerini ayr› bir yerde de¤erlendiriyorum ve önemli üretimler olarak görüyorum. Hariçten gazel okumamak flart›yla ve sineman›n bilinen estetik kuramlar›n›n d›fl›nda tamamen yoldaflça elefltirilerim var. Bu elefltirilerden kendi üretimlerimi de vareste tutmuyorum. Hatta kendi üretimlerimde daha flefkatsiz yaklaflmaya çal›fl›yorum. Ancak tam da burada ay›rdedici yaklafl›m›n “yoldaflça ve samimiyet” ekseninde yatt›¤›n› düflünüyorum. Tav›r’daki arkadafllar›n “Sonbahar” filminde anlat›lan 19 Aral›k Faflist Katliam› ile alakal› gösterdikleri hassasiyeti çok iyi anlamak ve sayg› duymakla beraber, filme ve yönetmene fazlaca haks›zl›k ettiklerini düflünüyorum. Sonbahar filmi, Tav›r’daki de¤erlendirmeden daha farkl› okunup analiz edilebilirdi. Hem “yönetmenin niyeti” hem de “samimiyeti”nden kuflku duymad›¤›m› belirtmek de bir baflka yoldaflça borçtur benim için. Bu, kuflkusuz filmin zaaflar›n› ve eksiklerini yok saymak de¤ildir. Bu filmleri nas›l okumak gerekiyor? Bence üç temel süzgeçten geçirdikten sonra yarg›lar›m›z› kesinlefltirmeliyiz. Bu üç olgu; niyet, samimiyet ve gerçe¤e sadakat olmal›d›r.J
inceleme
ütopya ümit ilter
“Üzerinde ütopya diyar› iflaretlenmemifl bir dünya haritas›na göz ucuyla bile bakmaya de¤mez.” (Oscar Wilde)
“Hayal kurma!” diyebilir misiniz insanl›¤a? Derseniz, tarih size güler. Çünkü insanl›¤› büyük k›lan u¤runa dövüfltü¤ü güzel düfllerdir biraz da. ‹flte o gelecek düfllerinin genel ad›d›r, ütopya. Ve ne mutlu bize ki, yeteri kadar genç olan dünyam›z›n üzerindeki ütopya diyar› bellidir. Bakmas›n› bilene elbet… Sosyalist e¤itimci Makarenko hakl›d›r: “… ‹nsan önünde sevindirici bir fley bulamad›¤› sürece hiçbir dünyada yaflayamaz. ‹nsan›n yaflam›ndaki gerçek teflvik unsuru gelecekteki bir sevinç, yar›n için duyulan sevinçtir.” Makarenko’nun bu sözlerini insanl›k aç›s›ndan da okuyabiliriz. Ve diyebiliriz ki, tarihi ilerleten teflvik unsuru da insanl›¤›n yar›n için duydu¤u sevinçtir. ‹flte o sevinçlerin bir ad›na da ÜTOPYA denir. Ki bu yaz›, “uygarl›k tarihi ayn› zamanda ütopyalar tarihidir” diyen Oscar Wilde’›n bu sözünün ›fl›¤›nda bir sorunun cevab›n› arayacak. O soru fludur: Ütopyaya neden ihtiyac›m›z var? ALTINÇA⁄… Antik ça¤ ozanlar›ndan Hesiodos (M.Ö. 8–7 yy) içinde yaflad›¤› toplumsal koflullar› iki dizeyle özetler: “… Yeryüzünde bet bereketin kalkt›¤› / Ac› ve kederli bir yoksulluk ça¤› yafl›yoruz.” Özel mülkiyetçili¤in hâkim oldu¤u, s›n›flar›n bulundu¤u ve dolay›s›yla adaletsizli¤in, sömürünün geçerli oldu¤u bir ça¤›n elefltirisidir bu. ‹flte bu kederli yoksulluk ça¤›na alternatif ve insanl›¤›n ilk ütopyas› olarak “Alt›nça¤” düfllenmeye bafllanm›flt›r art›k. Ve böylece, ilkelkomünal yaflam›n belli belirsiz izleri “Alt›nça¤” olarak adeta kutsan›r: “Dünya o zaman hiçbir yerde / Ne erkek
köle görmüfltü, ne de kad›n köle” Alt›nça¤ ütopyas› için diyebiliriz ki, önünü görmek isteyen insanl›k, geçmifle bakarak gelece¤e dair hayal kurmaya çal›fl›r. Ve daha o ça¤da, köle ve efendinin olmad›¤› bir Alt›nça¤’› düfller. O’nu büyük yapan da iflte bu meziyetidir. Ki özgür yar›nlara dair düfl kurmay› becerebilen bir insanl›k, büyük insanl›kt›r. “… Düfl bir kere do¤mufltu, art›k bitmeyecekti. Gün gelecek, insan alt›n ça¤›n geride de¤il, ileride oldu¤unu görecekti. Ve alt›n ça¤ düflü, do¤an›n insana boyun e¤ece¤i, savafl›n ne oldu¤unu bilmeyen yeryüzünde herkesin özgür olaca¤› zamanlara giden uzun ve güç yolda insanlar›n arkadafl› olacakt›…” KADINLAR MECL‹S‹… Atina ile Sparta aras›nda süren Peleponez Savafllar›’n›n ard›ndan Antik Yunan toplumunda zenginler ile yoksullar aras›ndaki çeliflkiler iyice derinleflir. Yoksulluk ve sefaletin hâkim oldu¤u bu koflullar, ütopyalara da ebelik yapar. Ve dönemin komedi oyunlar› bu ütopyalar›n dili olur. Bunlardan günümüze kalanlar›n bafl›nda, Aristofanes’in (M.Ö. 450–385) “Kad›nlar Meclisi” oyunu vard›r. Bu eserde o günkü gerçekli¤e en “ayk›r›” fleyler gösterilerek varolan toplumsal yap› ti’ye al›n›r. Köleci, ataerkil sömürü toplumuna tutulan “ayk›r›” ayna ise fludur: Kad›nlar›n yönetti¤i eflitlikçi bir toplum… Aristofanes’in kara mizah olarak öngördü¤ü bu ütopya, oyunun kad›n kahraman› Praksagara’n›n diliyle ifade edilir: “Plan›m özetle
fludur: Herkes eflit olmal› ve topraktan eflit biçimde yararlanmal›d›r. Bundan sonra art›k, bir kimsenin çok zengin olmas›na karfl›l›k bir di¤erinin yoksulluk içinde bulunmas›na… son verilmelidir. Bunu de¤ifltirece¤iz ve herkes için eflit bir yaflam biçimi getirece¤iz.” Praksagara’n›n söyledikleri, ufuklar› ataerkil sömürü düzeniyle s›n›rl› olanlar için “olmayacak fley”dir elbette. Ve sorar böyleleri: “Bunu nas›l baflarabileceksin?” Cevab› ö¤reticidir Praksagara’n›n: “‹lk olarak para, toprak ve bütün zenginliklerin toplumun mal› olmas›n› sa¤lamak gerekir… Bu dedi¤im yap›l›nca ortada yoksulluk diye bir fley kalmayacak. Herkes ne istiyorsa, para karfl›l›¤› olmaks›z›n alabilecek.” Eseriyle arac›l›k etti¤i ütopyay› Aristofanes’in hor görmesi, bu hayalin k›ymetini düflürmez. Aksine, yaflanan toplumsal sorunlar›n nihai çözümünün nereden geçti¤ine dair Praksagara’n›n söyledikleri baki kal›r insanl›¤a… ATLANT‹S… Kölecilik üzerinde yükselen Atina’n›n devlet ve toplum yaflam›ndaki çürüme, Platon’u (M.Ö. 427–347) aray›fla iter. Ki Platon’un “Devlet” ve “Yasalar” isimli eserleri bu aray›fl›n ürünüdür. Varolan›n baflar›s›zl›¤›n› gören Platon, kendince nas›l olmas› gerekti¤ini eserlerinde tarif eder. Kurgulad›¤› “Devlet” bir ütopya örne¤idir. “Atlantis” ise kimi eserlerinde anlatt›¤› efsanevi bir ütopyad›r. Buna göre, insanl›k tarihinin bafllang›c›nda Atlantik okyanusunun ortas›nda var olmufl bir adaülkedir Atlantis. Eflitlikçi bir toplumsal
fiUBAT 2009 | TAVIR | 33
inceleme
hayat sürdürülen bu adada yoksulluk, iflsizlik yoktur. Platon, bu adan›n, en sonunda okyanusa gömülüp yok oldu¤unu yazar. Ve fakat bereketin ve mutlulu¤un hâkim olaca¤› Ada’n›n düflünü kurmaya devam eder insanl›k. Ta ki gerçe¤ini kurana dek… GÜNEfi ÜLKES‹… Bergama kral› 3. Attalos’un uyduruk vasiyetnamesini öne süren Romal›lar, M.Ö. 133 civar›nda ülkeye el koymak istediler. San›yorlard› ki, bu iflgale boyun e¤erdi herkes. Hay›r! Aristonikos önderli¤indeki bir grup Bergamal›, Roma tahakkümüne karfl› isyan ettiler. Ve sadece Bergama’n›n ba¤›ms›zl›¤› için de¤il, kölelerin kurtuluflu için de savaflt›klar›n› ilan ettiler. Kuracaklar› Günefl Ülkesi’nde efendi ve köle olmayacakt› art›k. Bu ça¤r›y› duyan köleler, yoksullar ve Roma’n›n zulmünden kaçan mazlumlar, Aristonikos’un saflar›na kat›ld›lar. “Günefl Ülkesi”nin ça¤r›s›, Roma ve iflbirlikçilerine ecellerini hat›rlatt›. Bu yüzden ve h›zla, Günefl Ülkesi’ni yok etmeliydiler. Bu amaçla, büyük bir ordu yollad› Bergama’n›n üstüne Roma. Dahas›, Anadolu’daki iflbirlikçi krallardan da destek ald›lar. Çarp›flmalar M.Ö. 129 y›l›na kadar sürdü. Ne yaz›k ki, daha sonra Aristonikos ele geçirilip Roma’ya götürülerek orada katledildi. Bu topraklar›n yi¤it evlad› Aristonikos’u öldürdüler ama Günefl Adam›z› yok edemediler. Ada bir ütopya olarak yaflad› insanl›¤›m›z›n o büyük bilinci ve gelece¤inde. Ve Anadolu’nun bir baflka yi¤idinin sözü ve eylemiyle bu günlere ulaflt›.: “…Ada’m batmaz, yok olmaz / Ada’m sadece karanl›k denizinde yerini de¤ifltirdi / Hepsi o kadar”
mutluluk içinde yaflad›¤›, eflitlik ve ortak mülkiyetin geçerli oldu¤u bir adaülkedir Günefl Adas›. Kölelik ve angarya yoktur. Her fley planl› ve düzenlidir. Günefl Adal›lar bütün bilimlerde ama özellikle astronomide çok üstündürler. Ki günefli kutsayan bir inan›fllar› vard›r.
GÜNEfi ADASI… Max Beer ilgili eserinde, “… ‹lk Ça¤’›n sonunda ve Orta Ça¤’da ‘Günefl Devleti’ sözü komünist devlet anlam›na geliyordu” der. Elbette, burada kastedilen “komünist devlet” kölecili¤in de¤il özgürlü¤ün, yoklu¤un de¤il bollu¤un, adaletsizli¤in de¤il eflitli¤in oldu- Tarihçiler, Diodore’un bu anlat›mlar›n›n ‹skender’in amirali Nearch’›n Hindistan an›la¤u bir Günefl Ülkesi anlam›ndad›r. r›ndan esinlendi¤ini düflünürler. Öyle ya da Ve tarihçi Diodore, “Tarihsel Kitapl›k” adl› de¤il ama önemli olan flu ki, Günefl Adas› bir eserinde, Jambulos isimli bir gezginin seya- ütopya olarak gelece¤i ayd›nlatan bir meflale hatnamesinden bahseder. Buna göre, Do- olmufltur. Ve yeri gelince de “Bütün savaflla¤u’ya giden Jambulos, Hint okyanusunda r›n ve anlaflmazl›klar›n kayna¤› olan özel Günefl Adas›’na rastlar. ‹nsanlar›n bolluk ve mülkiyeti istemiyoruz. ‹stedi¤imiz, sadece
34 | TAVIR | fiUBAT 2009
özgürlüktür” diyenlerin Catilina baflkald›r›s›ndan Spartaküs isyan›na, ütopyam›z u¤runa boyand›k al kanlara… BEDREDD‹N’‹N ÜTOPYASI… Egemenlerin sömürüsüne boyun e¤iflin gökyüzündeki ödülüne dönüflen cenneti, eme¤in hakk› olarak yeryüzünde kurmak isteyenlerin bafl›nda fieyh Bedreddin (1354–1420) gelir. Ve der ki: “…Tanr›, dünyay› yaratt› ve insanlara verdi. fiu halde dünyan›n topra¤› ve bu topra¤›n bütün ürünleri insanlar›n ortak mal›d›r. ‹nsanlar eflit olarak yarat›lm›fllard›r. Birinin mal toplay›p öbürünün aç kalmas› Tanr›’n›n amac›na ayk›r›d›r.” Ve Bedreddin’in hayali, kardeflli¤e dairdir:
inceleme
“Müslüman, Hristiyan, Musevi, Mecusi hep ayn› Tanr›’n›n kuludur. Hepsi kardefltir.” Bu kardeflli¤e engel olan zorbalara karfl› tavr› da nettir: “Zalim bir iktidar›n buyruklar›na uyulmamal›d›r. Saray, saltanat, yeniçeri, tekkeler hep bu zorbal›¤›n ürünüdür. Bu zorbal›¤a boyun e¤ilmemelidir.” Bedreddin, hayata dair her fleye bilimin ayd›nl›¤›ndan bak›lmas›n› ister. Ki ancak o zaman, cennet ve cehennem anlafl›labilir: “Vücut zerreciklerinin bir kez da¤›ld›ktan sonra yeniden bir araya gelmesine ve cesetlerin yeniden dirilmesine imkân yoktur. Her güzel fley cennet, her kötü fley cehennemdir.” Dünyay› cennet yapmak için yola ç›kan Bedreddin ve yoldafllar›, düflleri u¤runa yi¤itçe çarp›fl›rlar. Ölürler ama yenilmezler. Ütopyalar› baki kal›r ve “yarin yana¤›ndan gayr› her fleyde, her yerde, hep beraber diyebilmek için” yola ç›kan insanl›k, yürümeye devam eder… RIZA fiEHR‹… Bat›niAlevi felsefesinin ütopyas›, “R›za fiehri”dir. Toplumsal bir ütopya olmakla beraber, ayn› zamanda bir yaflam tarz›n›n ölçüsü say›l›r. Bu yan›yla, R›za fiehri hem gelecekte kurulacak olan komünal hayata ›fl›k tutar, hem de bu yolda nas›l yürünmesi gerekti¤ini anlat›r. R›za fiehri’nde kolektif bir hayat, üretim ve yönetim vard›r. Yönetim iflinin amac› ve anlam›, halka hizmet etmekten ibarettir. Emek, en yüce de¤erdir. ‹nsanlar aras›nda eflitlik, paylafl›m ve sevgi egemendir. Para geçerli de¤ildir. ‹htiyaç olan her fley, ortak üretimin bir gere¤i olarak, paras›z karfl›lan›r. Bu flehirde zengin ve yoksul, ezen ve ezilen yoktur. Kad›n, erkek aras›nda eflitlik vard›r. Asalakl›k, aç gözlülük kabul edilemez. Böyleleri bu flehirden uzaklaflt›r›l›r. Eline, beline, diline sahip olmak, flehirde geçerli olan ahlak›n özünü oluflturur. En büyük mahkeme, özelefltiri kurumudur. Efl deyiflle, insan›n kendi kendisiyle yüzleflmesidir. Bunu beceremeyenler bu flehirde bar›namazlar. Çünkü kimsenin tan›kl›¤› ve flikayeti olmaks›z›n kiflinin kendi özünü yarg›layabilme mahirli¤ine ulaflmas› olmazsa olmazd›r.
Ve R›za fiehri ütopyam›z, hayat›m›z ve hasretimiz olarak yolumuzu ayd›nlatmaya devam ediyor elbette… ÜTOPYA ADASI… Thomas More’un (1478–1535) “Ütopya” adl› eseri, hem dönemin ‹ngiltere’sinin elefltirisi, hem de öngördü¤ü alternatiftir. Ki bu durum, ütopyalar›n genel özelli¤ini de gösterir: Var olan toplumsal sistem elefltirilirken, olmas› gerekti¤i düflünülen de tarif edilir. O dönemin toplumsal koflullar›na dair, bir örnek vermek yeterlidir. Düflünün ki, koyunlar›n yünlerinden kâr elde ediliyor diye, verimli araziler koyunlar›n beslenmesine ayr›l›r. Oysa yiyecek bir tek arpa tanesine muhtaçt›r halk. Koyunlar› besleyen sistem, halk› açl›¤a mahkûm etmifltir. Ki bugünün benzeridir koflullar.
yal›lar farkl› dinlere inanabilirler. Aralar›nda hoflgörü, eflitlik ve sayg› vard›r. Dinsizlik suç de¤ildir. Görüldü¤ü gibi, Ütopya’n›n iki temeli vard›r: Özel mülkiyetin kald›r›lmas› ve dinsel hoflgörü… Ve bugünün dünyas›na bak›nca, bunlar›n insanl›¤›n hasreti olarak yerinde durdu¤unu görürüz. YEN‹ ATLANT‹S… Bilimin amac›n›n insanlar›n mutlulu¤unu sa¤lamak oldu¤unu düflünen Francis Bacon (1561–1626), bunun nas›l olaca¤›n› da “Yeni Atlantis” isimli eserinde aç›klamaya çal›fl›r. Yeni Atlantis, bir ada üzerinde kurulu olan
Thomas More, sömürü sisteminin bu sonuçlar›ndan rahats›zd›r. ‹flte o günlerde, Amerigo Vespuci’nin “yeni” k›tan›n yerlilerini anlatt›¤› seyahatnamesini okur. Vespuçi, karfl›laflt›¤› yerlilerin özel mülkiyeti bilmedi¤ini, her fleyi ortaklafla kulland›klar›n› ve aralar›nda efendiköle iliflkisi olmad›¤›n› anlatmaktad›r. Ve More; Platon’un Devlet’inden esinlendi¤i, Vespuçi’nin aktard›klar›ndan etkilendi¤i ve özel mülkiyetçili¤i elefltirdi¤i eserini, 1518’de yay›nlar. Kurgulad›¤› adaülkeye “ütopya” ad›n› vermifltir. Ve böylece, “ütopya” kelimesini de insanl›k diline kazand›r›r. Bu kelimenin kitab›m›zda yazan karfl›l›¤› “düflülke” demektir. Ütopya’da özel mülkiyet yoktur. Çünkü her türden kötülü¤ün kayna¤› olarak özel mülkiyeti görür More. Bunu ortadan kald›r›nca da toplumsal üretimin yaratt›¤› zenginlikler toplumun olur. Bu sayede açl›k ve iflsizlik korkusu çekmeden yaflar cümle Ütopyal›lar. Ki Ütopya’da ortaklaflmac› bir üretim ve paylafl›m vard›r. Para, gerekli ve geçerli de¤ildir. More’un bu konudaki bak›fl› aç›kt›r: “Özel mülkiyetin ve paran›n her fleyin ölçüsü oldu¤u bir toplumda adalet ve herkesi kapsayan bir refah sa¤lanamaz.” Ütopya’da çal›flma süresi alt› saattir. Ancak hasta, yafll› ve ö¤renciler çal›flmazlar. Ütop-
aristofanes
düflülkesidir. Buras› bir bilim adas›d›r. Ve Yeni Atlantis adas›ndaki hayat, bilginin ortaklaflac›l›¤› üzerine yükselir. Bruno’nun 1600 y›l›nda yak›ld›¤› düflünülürse, bu olaydan yirmi dört sene sonra kurgulanan bu ütopyan›n neden bilim adas› fleklinde tasarland›¤›n› anlamak zor olmaz. Ve bu adada olaylar›n nedenleri araflt›r›l›r, tabiat›n s›rlar› çözülmeye çal›fl›l›r. Bu çaban›n hedefi, insanlar›n do¤a üstündeki egemenli¤ini büyüterek mutlulu¤u sa¤lamakt›r. Nice bilim insan›n› yakan engizisyon karanl›¤›n›n tam tersi olarak düfllenmifl ve bilimi, hayat›n temeli yapm›fl bir ütopyad›r bu. Ve elbette, bizimdir. Çünkü bilimlerin daha fazla kâr etmek isteyen bir avuç tekelcinin ç›ka-
fiUBAT 2009 | TAVIR | 35
inceleme
nip ütopyadan vazgeçilebilir miydi? Hay›r! Ve insanl›¤›n ayd›nl›k kafalar›, emekçileri sömürüden kurtarmak için düflünmeye devam ettiler. ‹flte o kafalardan birini omuzlar›n›n üstünde tafl›yanlardand›r Saint Simon (1760–1825). Ve emekçilerin mutlulu¤unu, bir tür dinsel ba¤ ile birleflmifl bilim ve sanayinin sa¤layaca¤›n› düflünür. Düflüncelerini de 1803’te yay›nlanan “Cenevre Mektuplar›”nda dile getirir.
Tommasso Campanella
“… 1803 y›l›nda, Saint Simon’un kafas›na flöyle bir fley tak›l›yor: Bir anda Fransa, devlet adamlar›n›, bütün aristokratlar›n›, bütün papazlar›n›, bütün mülk sahiplerini yitirse ne olur? Fransa üzülür, oysa gene Fransa’d›r. Ama bir anda elli fizikçiyi, elli kimyac›y›, elli fizyolojisti, elli demircilik atölyesi flefini, alt› yüz çiftçiyi yitirse ne olur? Fransa, Fransa olmaktan ç›kar…”
r›na hizmet etti¤i günümüzün aksine, ancak Sömürüden beslenen asalaklar›n yok olmas›, bizim adam›zda insanlar›n mutlulu¤una ze- hayat›n bu sömürüden kurtulmas› demek olacakt›r. Ve ancak o zaman emekçiler mutlu min olacakt›r bilim… olabilir. Ki Saint Simon’un düflüncelerinin özünü, insanl›¤›n bu mutlulu¤a ulaflmas› geGÜNEfi ÜLKES‹… Tommasa Campanella (1568-1639), düflün- rekti¤i oluflturur… celeri nedeniyle otuz y›l zindanda tutuldu. ‹flte bu koflullarda “Günefl Ülkesi”ni düflledi ve CHARLES FOURIER… yazd›. Campanella’n›n bedeni tutsakt› ama Kapitalist toplumdaki yoksulluk için Fourier düflleri s›n›r tan›m›yordu. Duvarlar› afl›yor ve (1772–1837) flöyle der: “… Uygarl›kta yoksulokyanustaki bir adada bulunan Günefl Ülke- luk, afl›r› bollu¤un kendisinden do¤ar.” Kapitalizmin bu gerçekli¤ine, hayat›n içindeki si’ni ziyaret ediyordu. gözlemleriyle ulaflm›flt›r. Daha gençken, yaCampanella da kötülüklerin kayna¤›n›n özel n›nda çal›flt›¤› tüccar, fiyatlar› yükseltmek mülkiyet oldu¤u kan›s›ndad›r. Bu nedenle, için iki bin ton pirinci denize döker. ‹nsanlar›n Günefl Ülkesi’nde özel mülkiyet yoktur. Top- ihtiyaçlar›n› gidermeyi de¤il, kâr etmeyi helumsal eflitlik sa¤lanm›flt›r. Herkesin ifli var- defleyen plans›z üretimin yoksullu¤u do¤urd›r. Mutluluk paylafl›l›r. Birlikte üretilir ve du¤u sonucuna da benzeri gözlemleriyle hep beraber tüketilir. Tembellik suç olarak ulaflm›flt›r. görülür. Çal›flma süresi dört saattir. Geri kalan zaman bilim, felsefe, sanat ve din ifllerine “Phalanstere” ad›n› verdi¤i sosyalist koloniayr›l›r. E¤itime büyük önem verilir. Ve zu- ler düflleyen Fourier, düflüncelerini aç›klad›¤› lümsüz, sömürüsüz bir hayat› düflleyenlerin “Dört Hareketin Kuram›” eserini, 1808’de yagünefli, gelece¤i ayd›nlatmaya devam eder… y›nlar. Ki bu coflkulu adam hakk›nda, Engels, flöyle der: “… Burjuva dünyas›n›n maddi ve ahlaki sefaletini ac›mas›zca ortaya serer… FoSAINTSIMON… ‹nsanl›¤›n kadim hasretleri olan eflitlik, öz- urier yaln›zca bir elefltirmen de¤ildir, hep negürlük, kardefllik fliarlar›n› bayrak edinen fleli olan tabiat› onu tafllamac› yapm›flt›r, burjuvazi, iktidara gelir gelmez, tabiat›n›n hem de bütün zamanlar›n en büyük tafllamagere¤ini yapt›. Eflitlik yerine ayr›mc›l›¤›n›, öz- c›lar›ndan biri… Verili bir toplumda kad›n›n gürlük yerine ücretli köleli¤i ve kardefllik ye- kurtuluflunun ölçüsünün genel kurtuluflun rine de el att›¤› her yere alçakl›¤›n› götürdü. da do¤al ölçüsü oldu¤unu ilk söyleyen Bu durumda ne yap›lacakt›? “Tarih bitti” de- odur…”
36 | TAVIR | fiUBAT 2009
Koflullar›n olanca kötülü¤üne ra¤men, kendi içinde bu düzeni de¤ifltirecek güçlerin oluflmas›n› da sa¤lad›¤›n› tespit eder Fourier. Gelecekten yana umutludur ve umudu, nefleli k›lar onu… ROBERT OWEN… Ütopik sosyalistlerden Owen (1771–1858), sadece düflünüp yazmakla yetinmez. Düfllerinin gere¤ini hayat›n içinde somutlamaya çal›fl›r. Bunu deneyecek maddi imkânlar› da vard›. Çünkü Owen bir ifladam›yd›. Ve bulundu¤u toplumsal mevkiden, sistemin insanl›k d›fl› yüzünü net olarak görüyordu. Ki o tabloda açl›k, yoksulluk, uzun ifl saatleri ve yozlaflma vard›. Owen, iflte bu tabloyu, kendi yönetti¤i fabrikalardaki iflçiler için de¤ifltirmeye çal›flt›. Bir anlamda bunu baflard› da. Önce Manchester, sonra New Lanark’ta yönetti¤i fabrikalar›n çal›flanlar›yla bir model ortaya koydu. Kurgulad›¤› bu model içinde yer alan anaokullar› ve kooperatifleri, insanl›k Owen’a borçludur. Ki bunlar› hayata geçiren ilk kiflidir Owen. Üretim sonucu yarat›lan toplumsal zenginli¤in emekçilerin eseri oldu¤undan hareket eden Owen, bu zenginli¤in herkesin refah› için kullan›lmas›n› istiyordu. Bu u¤urda elinden geleni yapmaya çal›flt›. Ve giderek, hümanizm s›n›rlar›n›n ötesine geçmeye baflla-
Sir Thomas More
inceleme
d›. Ötesini de Engels anlat›r: “… Komünizme varan ilerleme, Owen’›n yaflam›nda dönüm noktas›yd›. Salt insansever olarak kald›¤› sürece, zenginlik, alk›fl, onur ve ün kazanm›flt›. Avrupa’n›n en popüler adam›yd›. Yaln›z kendi s›n›f›ndakiler de¤il, devlet adamlar› ve prensler de onu coflkuyla dinlerdi. Ama komünist teorilerle ortaya ç›k›nca durum de¤iflti. Ona göre toplumsal reform yolunu üç büyük engel kapat›yordu: özel mülkiyet, din ve o dönemki evlili¤in biçimi. Bunlara sald›racak olursa, kendisini nelerin bekledi¤ini biliyordu: Kanun d›fl› ilan edilmek ve tüm toplumsal konumunu yitirmek. Ama sak›nmaks›z›n sald›rmaktan geri durmad› ve beklenen oldu…”
yaflam alemini de kucaklayan kendi içersinde tutarl› bir materyalizmi; en kapsaml› ve derin geliflme ö¤retisi olarak diyalekti¤i; s›n›f mücadelesi ile proletaryan›n –yeni toplumun yarat›c›s›n›n– dünya tarihindeki rolünün kuram›n› aç›klar…”
Elbette, StSimon’dan Owen’a ütopik sosyaxxxxxxx listlerin toplumsal projelerinde hayal olarak kalmaya mahkum yanlar vard›. Ki “… Ne kadar ayr›nt›l› ifllenirse o kadar hayalcili¤e kaymak durumunda” diyordu Engels bu ütopyalar için. O ça¤ ve koflullar için böyle olmas› da kaç›n›lmazd›. Ve fakat böyle yanlar› var diye, Marx ve Engels taraf›ndan asla hor görülmedi ütopikler. Dahas› bu ütopyalara “ç›lg›n espriler” muamelesi yapan çokbilmifl burjuvalara, Engels’in diliyle cevap verir insanl›k: “… Biz ise, bu dar kafal›lar›n görmek istemediklerini, hayalci örtü alt›nda her yerden f›flk›ran dâhiyane düflünce tohumlar›na ve düflüncelere sevinmeyi ye¤leriz…”
Kapitalizmin o köhne zincirlerini k›rmak için 1871’de ayaklanan Komünarlar’dan bayra¤› devralan Bolflevikler, 1917’de Ada’ya ulafl›rlar. Sonra ard› gelir devrimlerin. Ki Ada’ya ulaflman›n tek yoludur devrim. Tam da bu nedenle, flöyle der Che: “Gelece¤i fethetmek devrimin stratejik ö¤esidir, bugünü durdurmak, de¤iflmesini önlemekse, ça¤dafl dünyada savunma konumunda bulunan gericili¤in karfl› stratejisidir.”
KOMÜN‹ST MAN‹FESTO… Görüldü¤ü gibi, Alt›nça¤’dan Owen’›n giriflimlerine kadar, ütopyalar, insanl›¤›m›z›n kadim özlemlerini içermifllerdir. Ama o hasretin nas›l vuslata erece¤i hakk›nda bilimsel bir cevap veremiyorlard›. Ki o cevab›n onuru Marx’a aittir. Lenin’in ifadesiyle: “Marx’›n bütün dehas›, öncelikle insanl›¤›n geliflmifl düflüncelerinde mevcut olan sorulara cevap vermesinde sakl›d›r.” Efl deyiflle, insanl›¤›n bilinci Marx zirvesine ulaflm›flt› art›k. Ve o zirveden Ada’ya ulaflacak yol görülüyordu. ‹nsanl›k tarihi boyunca oluflan ortaklaflmac› düflüncelerin, toplumsal koflullara paralel nitel bir s›çrama yapmas›n›n vakti gelmiflti. ‹flte o s›çrama Marx ve Engels’in eliyle ve “Komünist Manifesto” ad›yla 1848 fiubat›’nda gerçekleflti. Ve Lenin devam eder: “… Duru ve p›r›l p›r›l bir dehan›n yans›mas› olan bu yap›t yeni bir dünya anlay›fl›n›, toplumsal
Ve böylece, hayat› özel mülkiyetten ar›nd›rarak insanl›¤›n özgürlü¤ünü sa¤laman›n yolu aç›lm›flt›r. Bunun nas›l olaca¤›n›, kim taraf›ndan yap›laca¤›n› ve neden kaç›n›lmaz oldu¤unu anlat›r Manifesto. Ve flu düsturla biter: “Proleterlerin, zincirlerinden baflka kaybedecek fleyleri yok. Bir dünya var kazanacaklar›. Bütün ülkelerin proleterleri, birleflin!”
Ve gelece¤i fethetmenin Mahir’i b›rak›r avaz›n› hayat›n ortas›na: “Ben ne flural›y›m ne bural› / Adal›y›m adal›” Sonra Adal›lar türkü söyler, hep oldu¤u gibi bafle¤meden: “Uzat›n ellerinizi, ac›m›z son bulsun / Uzat›n ellerinizi, düfllerimiz gerçek olsun / Ekme¤i paylafl›r gibi, bir sevday› tafl›r gibi / Uzat›n ellerinizi” Ve uzand›kça o umutlu eller, ezgimiz yay›l›r düfllerimizin s›n›rs›zl›¤›nda. O düfller ki, u¤runa çarm›hlara gerildik. Hay›n ve karanl›k gecelerde aç ve ç›plak kalsak da, terk etmedik. Vazgeçmedik, u¤runa ölümlere gidip geldi¤imiz düfllerimizden. Her bir yenilgimizden bin ders ç›kart›p her defas›nda “bir gün mutlaka” diyerek savunduk düfllerimizi. Ve yürüdük hayata, halka ve hakikate Mahir olan›n ard›ndan. Ada’ya do¤ru yürüyoruz daima.
Makarenko di¤imiz Fidel, çok hakl›d›r yine: “Sadece cesaret, onur ve sab›rla savunulan düflünceler galip gelecektir.” Art›k bu yaz›n›n veda vakti gelmifltir. Elbette, bafllarken sordu¤umuz soru da cevaps›z kalmayacak: Ütopyaya neden ihtiyac›m›z var? Asl›nda, o büyük insanl›¤›n tarihsel yürüyüflünün kendisi, bu sorunun da cevab› say›lmal›. Dahas›n› ise Eduardo Galeano söyler: “Ütopya ufka benziyor. Ben iki ad›m at›yorum, o iki ad›m geriye gidiyor. Ben on ad›m at›yorum, o on ad›m geriliyor. Ufuk eriflilmezdir. O zaman neden ütopyaya ihtiyac›m›z var? fiu nedenle: Yürüyüflü sürdürebilmek için…” Ve insanl›k buraya kadar gelebildiyse, düfllerinin ard›ndan gitti¤i içindir. Ve insanl›k yar›nlara ulaflacaksa, yar›nlar u¤runa dövüflmeyi bildi¤i içindir. Ki bu yaz›n›n son noktas›n› da Halil Cibran koyar flimdi: “Düfllerinize güvenin, çünkü sonsuzlu¤un kap›s› onlarda gizlidir.” Kaynakça: Düflünce Tarihi-Orhan Hançerlio¤lu-Remzi Kitabevi ‹nsan Nas›l ‹nsan Oldu-M. ‹lin, E. Segal-Say Yay›nlar›
SONUÇ YER‹NE… Oscar Wilde hakl›d›r, ütopyas›z bir dünya haritas›n›n k›ymeti yoktur. Neyse ki, Küba ›fl›ldayan bir Günefl Ülkesi olarak onurland›rmaktad›r dünya haritas›n›. Ve bin selam ver-
Sosyalizm ve Sosyal Mücadelelerin Tarihi- Max Beer Komünist Manifesto - Marx, Engels - Evrensel Yay›nlar› Ütopyadan Bilime Sosyalizm - Engels - Evrensel Yay›nlar›
xxxxxxx
Bütün Yaz›lar - Mahir Çayan - Boran Yay›nlar›
J
fiUBAT 2009 | TAVIR | 37
izlenim
s›rlar› surlar›nda sakl› flehir: diyar-› bekir filiz tanya
Sonbahar yaklafl›yor, önümüz k›fl, belli ki uzun olacak, so¤uklar bast›rmadan son kez düflmeli yollara. Yoksa tüm k›fl, gidemedi¤imiz yerlerin düfllerini görmekle geçecek. Yollar ça¤›r›yor bizi, son bir kez düflmeli yollara… Önümüz Ramazan ama sonbahar›n en güzel ay›na denk geliyor: Ekim. Anadolu kentleri Ramazan’da gezmek isteyenler için güçlük ç›kar›r m› acaba, gitti¤imiz yerlerde aç kal›r m›y›z? Anadolu bizi nas›l karfl›lar derken kendimizi yollarda bulduk.
güldü “Ha burada her yer surdur” ‹yi ama nerede o surlar derken bulduk surlar›, gerçekten anlat›lanlardan çok daha ola¤anüstüydü, durduk kald›k, seyrettik ve surlar boyunca yürümeye bafllad›k, yollarda seyyar çi¤köfteciler vard›, ad›m bafl› denecek s›kl›kta. Me¤erse Ramazan’a özgü bir fleymifl seyyar çi¤köfteciler. Diyarbak›r’›n en kalabal›k yerindeyiz; Da¤kap›’da, art›k bu çi¤köftecilerin ifltah kabartan gösterilerine dayanamayarak –et yemememe ra¤men eme¤ini, al›nterini yo¤uran ustaya “Kolay gelsin, tad› nas›l?” diyoruz. “Abla siz ac›s›z›ndan al›n” diyor; arkadafl›m “Yok öyle çok almayaca¤›z, bi tad›ml›k” diyor, at›yor a¤z›na. Sokak ortas›nday›z ve daha iftar olmam›fl, dürtüyorum arkadafl›m›. “Oo çok güzelmifl iyi alal›m bi kaç tane” diyor o... Adam küçük bir paket yap›yor, “Siz yabanc›s›n›z, ikram›m›z olsun” diyor, paras›n› da alm›yor. “Ne iyi insanlar” diyor, turizm dan›flma bürosunda ald›¤›m›z haritayla devam ediyoruz yolumuza. Tarihi camiler, hanlar ve Cahit S›tk› Taranc›’n›n yaflad›¤› ev… Hepsi birbirinden güzel. Sokaklardaki telafl art›yor, iftar saati yaklafl›yor... Biz de birkaç yer daha görebilmek için h›zlan›yoruz…
Diyarbak›r’›n üzerindeyiz, uça¤›n alçalmas›yla askeri havaalan›n›n küçük karayeflil kutular› görünmeye bafll›yor, içimiz inmeden darald›. Bir pansiyonda konaklamak üzere alandan flehrin içerlerine do¤ru ilerliyoruz. Güzel bir akflamüzeri, insanlar telafl içerisinde kofluflturmakta, belli ki iftar haz›rl›klar› bafllam›fl. Pansiyona çantalar›m›z› b›rak›r b›rakmaz kendimizi sokaklara atmak istiyoruz. Ç›kmadan pansiyon sahibine yemek yiyece¤imizi, flehri görmek istedi¤imizi söylüyoruz, dehfletli gözlerle bize hararetli bir flekilde anlatmaya bafll›yor: “Aman dikkat edin bu s›ralar her yerde organ mafyas› geziyormufl, kaç çocu¤u kestiler geçenlerde…” Biz gülümsüyoruz “Ooo bizim ‹stanbul’da kaç türlü mafya var bir bilsen?” deyince hikayesi pek ra¤bet görmedi¤inden olsa gerek biraz Bal›kç›larbafl› semtindeki Dörtayakl› Minare’ye gelmifltik, minare dört tafl›y›c›n›n üzebozuluyor sanki. rinde camiden ba¤›ms›z, Anadolu’nun tek Ald›¤›m›z tariflerle düfltük yollara. Diyarba- örne¤iymifl. Haritaya göre çok yak›nlar›nda k›r dedikleri yer ne kadar da modern bir yer- say›lar› çok az kalm›fl Keldanilere ait bir kilise mifl yok yok gerçekten de ama bizim gözle- ve bir de Ermeni Kilisesi var. rimiz hep surlar› ar›yordu... Neredeydi bu surlar, hani Çin Seddi’nden sonra dünyan›n M.Ö.2000 y›llar›na kadar uzanan bir geçmifle ikinci büyük surlar›yd› (halen ayakta olan), sahip ve Tevratta da sözü edilen Asur kökenne zamand›r yürüyorduk ama sur falan yok- li bir etnik topluluk olan Keldaniler, Mezopotu ortada. Yolda birini çevirip sorduk, bize tamya topraklar›nda yaflam›fl, baflkentlerinin
38 | TAVIR | fiUBAT 2009
Babil oldu¤u bilinen çok eski bir etnik topluluk. Günümüzde say›lar› giderek azalmakta bir ço¤u göç etmek zorunda kalmakta. Tarihsel süreç içinde bir k›s›m Keldani, Do¤u H›ristiyanl›¤›’n›n bir mezhebi olan Nasturili¤i benimsemifller ve Nasturiler olarak da an›lmaktalar. Nasturiler d›fl›ndaki Keldaniler ise Katolik kilisesine ba¤l› H›ristiyanlard›r. Keldaniler, Diyarbak›r ve Mardin’de kiliselerinin vak›flar›n› da kurmufllar ancak, cemaatteki azalma nedeniyle bu kiliseler ifllerliklerini kaybetmifller. Bizim de görmek istedi¤imiz bu kilise, Diyarbak›r’da kalm›fl (birkaç aileden ibaret) Keldanilere ait bir kilise. Hava kararmak üzereydi onlar› da görmeden günü bitirmek istemedik, zaman kaybetmeyelim diye hemen bir dükkana girip kiliselerin yerini sorduk, adam aya¤a kalkt› çok hoflnut olmayan bir tav›rla “Gelin benimle” dedi, “nereden geldiniz, ne zamand›r buradas›n›z buralarda böyle yaln›z dolaflmay›n, o taraftan yürümeyin, sa¤›ma geçin, daha geçen tam burada bir çocuk kaç›rd›lar….” Anlatt› da anlatt›... Eh art›k biz de korku cumhuriyetini tan›maya bafllad›k galiba. Adam Keldani kilisesinin görevlisiymifl. Kilise, yaln›zca pazarlar› aç›km›fl, görmek isteyenler için aç›yorlarm›fl, Keldani cemaati, eskiden kiliseyi tamamen doldururmufl ama art›k o kadar az kifli kalm›fllar ki... Ve onlar da korkuyordu ama organ mafyas›ndan de¤il… Bize biraz ba¤›fl b›rak›rsak sevineceklerini, buradaki hiçbir kiliseyi devletin desteklemedi¤ini; tüm tadilatlar›, masraflar›n› kendi ceplerinden ve ziyarete gelenlerin b›rakt›klar› ba¤›fllardan karfl›lad›klar›n› anlatt›. Kiliseden ç›karken, “Burada bir tane daha eski kilise varm›fl o nerede?” diyoruz, ayn› uyar›larda bulunarak “gelin benimle” diyor…
Arad›¤›m›z kilise art›k tek bir cemaat üyesi bile olmayan eski bir Ermeni kilisesiymifl, çok dar sokaklardan geçiyoruz, abart›s›z ancak 3 kiflinin yan yana yürüyebilece¤i kadar dar ama biz tek s›ra halinde yürüyoruz ve bir kap›n›n önünde duruyoruz. Kap›y› bir kad›n aç›yor, kap› bir eve aç›l›yor, flafl›r›yoruz bu sefer korku cumhuriyetinin tam içindeyiz; bu hiç tan›mad›¤›m›z adam bizi nereye götürüyor, buras› kilise de¤il bir ev... Evin ortas›nda bir sofra kurulmufl, sofrada yeflil so¤an ve bulgur pilav› var, evin içinden geçip arka avluya aç›lan kap›ya götürüyor kad›n bizi, bir de ne görelim evin arka avlusu çat›s› olmayan bir kilise, ama kocaman bir kilise hayretler içerisindeyiz… sadece sütunlar ve 3 duvar kalm›fl bellikli ön cephe duvar›na bu ev yap›lm›fl. Kilisenin bahçesinde bir kuyu ve birkaç tarihi eser vard›, duvarlardaki süslemelerin bir k›sm› duruyor. Sütunlar hala ayakta, adam “Hadi acele edin!” diye sesleniyor bu arada da anlat›yor, “Zaman›nda buralar›n en büyük ve cemaati en kalabal›k kilisesiymifl ama hepsi gitmifller” diyor. Ve biz acelece ç›kmak zorunda kal›yoruz. Tekrar evden geçmek zorunday›z sofrada bir adamla çocuk oturuyor, kad›n ayakta gitmemizi bekliyor, rehberimiz bize dönüp “para verin” diyor ve kad›na belirlenmifl bir ücret ödüyoruz. Evden ç›k›yor ve
h›zl›ca dar sokaklardan ç›karak rehberi buldu¤umuz dükkan›n önüne geliyoruz. Adam, “Buralarda öyle bafl›bofl dolaflmay›n, herkesle konuflmay›n daha geçen gün bir çocuk kaç›rd›lar” dedi ve aceleyle dükkan›na girdi. Bizimle görünmekten hofllanmam›fl gibiydi ama biz gördüklerimiz karfl›s›nda flaflk›n, buruk bir flekilde ayr›ld›k. ‹ftar neredeyse olmak üzere, kofluflturmaca iyice h›zland›, lokantalar h›ncah›nç dolu... Bir banka oturup lokantalar›n iftar kalabal›¤›n›n da¤›lmas›n› bekliyoruz. Arkadafl›m ald›¤› çi¤ köfteyi yiyor. Tam o s›rada karfl› lokantadan, elinde iki bardak suyla bize do¤ru gelen bir çocuk görüyoruz. Sular› bize verip, “Abla Allah kabul etsin” diyerek ayn› h›zla lokantaya dönüyor. ‹ftarc›lar da¤›lmaya bafllay›nca, biz de yavafl yavafl yürümeye bafll›yoruz, kendimize bir Diyarbak›r ziyafeti çekece¤iz. Oras› m›, buras› m› derken baya¤› yürümüflüz. Arkadafl›m “Telefonumu bulam›yorum, bir çald›rsana” diyor. Çald›r›yorum, çald›r›yorum ama ses bizim çantalardan gelmiyor. “Bank, oturdu¤umuz bankta kald›” diyor. Koflarak banka gidiyoruz. Baya¤› da oldu ayr›lal›, kesin birisi alm›flt›r diyoruz ama gitti¤imizde telefonu bankta buluyoruz. Anlatsak, buna kimse
inanmaz diyerek kendimizi boflalm›fl lokantalardan birine at›yoruz. Ben et yemem zaten, o da yemek istemiyor. Çorba, salata vs. yiyoruz tam hesab› ödeyece¤iz, adam yüzümüze gülümseyerek “Bunlar ikramd›r zaten, paras› yoktur ki!” Haydaaa olmaz diyoruz, nuh diyor, peygamber demiyoruz, sonunda bir fleyler ödeyip ç›k›yoruz. Art›k saat epey ilerledi diyerek, ad›mlar›m›z› s›klaflt›rarak pansiyona do¤ru yollan›yoruz ama sokaklar çok sakin. Erkekler, kad›nlar yürüyüfle ç›km›fl ya da komfluya oturmaya gidiyor, flehir tiyatrosunun ›fl›¤› var, Esma Ocak Çay Bahçesi hala aç›k. Pansiyona vard›¤›m›zda görevliyi bizi bekler buluyoruz, organlar›m›z ve biz tam›z diye gülümseyerek salona geçiyoruz. Yan›m›za yaklafl›yor, “Siz kad›n oldu¤unuz için istedi¤iniz saatte dolaflabilirsiniz size bir fley olmaz ama biz ç›ksak o zaman gör… Benim annem anlat›r eskiden yani annem küçükken o gördü¤ünüz surlar›n büyük kap›lar› akflam olunca kapan›r, büyük sürgülerle, kilitlerle kilitlenirmifl, kapanmadan borular öttürülürmüfl, yoksa ki d›flar›da kald›n m› kald›n bi daha sabaha kadar giremezmiflsin içeri, gerçi o kap›lar da harap flimdi, siz görebildiniz mi kap›lar›?” diyor... Evet Mardinkap›’y› gördük ama adam›n anlatt›¤› bir masal gibi geldi bize, akflamlar› kap›lar› kapanan bir flehir…
fiUBAT 2009 | TAVIR | 39
izlenim
Sabah›n erken saatleri, günü verimli kullanmak istiyoruz, umudumuz kahvalt› yapacak bir yer bulabilmekte. Pansiyonda kalanlardan biri bir kahvalt› salonu tarif ediyor, Ramazan’dan önce gidermifl, belki aç›kt›r diyor. Tarif üzerine gidiyoruz, yeri buldu¤umuzda oldu¤umuz yerde kal›yoruz; Ahmed Arif kahvalt› salonu, bize bu flehir çok iyi gelecekti bunu taa bafl›ndan biliyorduk zaten. Kap›da genç bir kad›n kusura bakmay›n hemen çay› demlerim diyor, aman hemen olmas›n biz bu keyifli mekan›n tad›n› ç›karal›m, içerisi de fliir gibi döflenmifl, konuflmuyoruz birbirimizle, susuyoruz, telafl›n sesini dinliyoruz. Günü iyi de¤erlendirmek laz›m, elimize geçirdi¤imiz flehir haritas›yla ‹ç Kale’den bafll›yoruz gezmeye. Binalar›n bir ço¤u tadilatta, ortal›kta kimsecikler yok, ara s›ra tadilatta çal›flan iflçiler görünüyor ama onlara ald›rmadan keyifle dolafl›yoruz. Haritaya göre yak›nlarda Artuklu Saray› olmal› ama karfl›m›za y›k›k dökük harap, büyük bir bina ç›k›yor, kap›s› kalmam›fl ama tabelas› hala duruyor: “Diyarbak›r Ceza ve Tevkif Evi” Birden donup kal›yoruz, birbirimize oras› buras› m› yoksa diye bak›yoruz. ‹flte o zaman ne iflimiz var burada diyoruz, etrafta bizden ve birkaç iflçiden baflka kimse görünmüyor ve o s›radan o virane binan›n içerisinden bir adam ç›k›yor, art›k saray› falan unutmufl h›zl› ad›mlarla geriye dönmeye bafll›yoruz ve kendimizi sur içindeki insanlarla dolu sokaklara at›yoruz. Buraya gelmeden bir sürü tembihlendik “Aman sur içinde fazla gezme; cüzdan›na, çantana sahip ç›k…” Biz hepsini unutmufl, renkli küçücük evlere, sokaklar›ndaki kad›nlara, çocuklara dalm›fl gitmifltik. Ö¤len olmufl, çocuklar okullar›ndan dönüyorlar, hemen etraf›m›z› sar›yorlar, bir sürü sorular… Hepsiyle an› foto¤raf› çektiriyoruz. Bize evlerin aras›nda surlar›n üzerine ç›karan bir merdivenin oldu¤unu söylüyorlar ve pefllerinden gidiyoruz. Merdivenler çok dik dar ve korkuluksuz. Ben ç›kam›yorum, çocuklar ›srar ediyor “Manzara çok güzel, tüm Diyarbak›r’› görüyorsun” diyorlar ama yine de ç›kam›yorum, arkadafl›m ç›k›yor, bir evin duvar›n›n dibine çömeliyoruz çocuklar bana anlat›yor ben de manzaray› hayal etmeye çal›fl›yorum. Tam o s›rada pencereden bir kad›n ç›k›yor, öfkeli bir ses tonuyla çocuklara ba¤›r›yor. Kad›n Kürtçe bir fleyler söyledi ve çocuklar eve gittiler. San›r›m bir yabanc›yla konuflmala-
40 | TAVIR | fiUBAT 2009
r›ndan tedirgin oldu, bir korku cumhuriyeti var sanki, herkes temkinli, herkes flüpheci –biz hariç. Biz sur içinde dolaflmaya devam ediyoruz haritam›z elimizde sokak sokak geziyoruz Diyarbak›r’›, hanlar, camiler, kiliseler, eski evler ve Cahit S›tk› Taranc› Evi ve Cahit S›tk›’n›n ye¤eni olan flair Nam›k Taranc›’n›n vuruldu¤u sokak… ve nice faili meçhullerin flahidi Diyarbak›r; ac›lar› da, güzellikleri de ba¤r›nda tafl›yor. fiehirde dolafl›rken her yerde flairlerin, yazarlar›n izlerine rastl›yoruz, sanatç›s›na bu kadar sahip ç›kan bir flehir görmemifltik daha önce. Bir çok yere Ahmed Arif ismi verilmifl, Esma Ocak Çay Bahçesi var, çok etkileniyoruz. Sur içinde dar sokaklar› dolafl›rken bir okulun önünden geçiyoruz. Kap›da kuyruk var ama okula girmek için de¤il kap›n›n önündeki elle çevrilen küçük bir dönme dolaba binmek için… Akl›m›zdan neler geçiyor neler ama hiçbirisini söyleyemiyoruz, nedense biz de seviniyoruz, sanki zaman tüneline girmifliz kendi çocuklu¤umuza gelmifliz gibi. Sokaklarda rastlad›¤›m›z insanlara gitmek istedi¤imiz yerleri soruyoruz. Erkekler tarif ederken yüzümüze bakmaktan bile çekiniyorlar. Kendimizi çok rahat hissediyor, Ramazan olmas›na ra¤men fliflelerimizden rahatça su içiyor, hiç rahats›z edilmeden geziyorduk. Tarihi bir Katolik kilisesine gittik. Ç›karken bize kiliseyi gezdiren görevli, “Aman ara sokaklardan gitmeyin, flu yol direkt caddeye ç›kar” dedi. Biz sabahtan beri ara sokaklarda gezdi¤imizi ve oradan geldi¤imizi söyledik ama o kararl›yd›. Kendilerinin çok küçük bir cemaat oldu¤unu ve çok rahats›z edildiklerini, tedirginlik içerisinde yaflad›klar›n› söyledi. Korku cumhuriyetinin bir eleman› daha… Biz yine keyfimizi bozmad›k. “Direkt” caddeye ç›kan yoldan gitmedik, elimizde Suriçi’nin tüm sokaklar›n› gösteren haritam›z vard›. Di¤er tarihi eserlere do¤ru ara sokaklardan yolumuza devam ettik. Surlar›n üzerinden seyrediyoruz Diyarbak›r’›. Geldi¤imiz yerlerde kurak geçen bir yaz›n ard›ndan kalm›fl sararm›fl tarlalar ve kuru otlar vard› ama surlar›n üzerinden gördü¤ümüz bambaflka bir manzarayd›: Dicle’nin bereketi, bollu¤u Hevsel Bahçeleri’nden f›flk›rm›fl, bahçeler yemyeflil, ortas›ndan geçen su bile görünmüyordu. Hevsel Bahçeleri’nin bereke-
tinden ç›k›p, ›fl›lt›l› yüzünü gösteren Dicle, az ileride incisini tak›yor boynuna: On Gözlü Köprü... Uzaktan köprü, on gözlü ayaklar›n›n aras›na koyu renkli inciler alm›fl gibi duruyor. Yap›lmas› gereken bir fley daha vard›: On Gözlü Köprü’nün üstünden geçip K›rklar Da¤›n›n düzünden Diyarbak›r’a bakmak. K›rklar Da¤›’n›n düzündeyiz. Diyarbak›r’a bak›yoruz, surlar›na bak›yoruz, Hevsel Bahçeleri’ne, On Gözlü Köprü’ye bak›yoruz... Öylece kalm›fl›z, Mehmet Uzun’u düflünüyoruz. Romanlar›nda anlatt›¤› Diyarbak›r’la, önümüzde duran Diyarbak›r’› düflünüyoruz. Ahmed Arif’i, Esma Ocak’›, Cahit S›tk›’y›, Nam›k Taranc›’y› düflünüyoruz. Arabam›za binip, yolumuz oradan geçmedi¤i halde, yolumuzu Ba¤lar’dan geçiriyoruz, Musa Anter’i düflünüyoruz… Art›k son gecemiz, iki gündür Diyarbak›r’day›z ama sanki oral› olmufluz, içimizi bir burukluk kapl›yor. Pansiyona vard›¤›m›zda görevliyi kap›da bulduk. “Ben de sizi bekliyordum, burada sizden baflka kimse kalmad›. K›nam›z var hadi siz de gelin yaln›z kalmay›n” dedi. Çok yorgunduk ama bir e¤lence fena olmazd› hani. Çok yak›nda büyük aç›k bir alandayd› k›na ve müzik bafllam›fl, herkes halaya durmufltu. Kad›nlar›n k›yafetleri o kadar göz al›c› ve güzeldi ki… Zaten renksiz ve spor olan k›yafetlerimizle aralar›na kar›fl›p görüntüyü bozmak istemedik. Biz görevlinin peflinden erkekler k›sm›na oturduk. Son gecemizdi ve biz hayranl›k içerisinde renkli göz al›c› k›yafetleri ile kad›nlarla erkeklerin bir araya halaya durmas›na hayranl›k içerisinde bak›yorduk. Renkli, uyum içerinde insanlar›n tek bir vücut oluflu gibiydi dü¤ün halay›; herkes susmufl müzik konufluyordu. Müzik insanlar› bir s›raya dizmifl ve tek bir vücudun ahengiyle dans ediyorlard›, bitsin istemedik k›nalar›m›z› yakt›k, bize günlerce Diyarbak›r’› an›msatacakt› k›nal› ellerimiz. S›rlar› surlar›nda sakl› flehir, Diyar› Bekir; seni bir gören tekrar görmek isteyecektir, korku cumhuriyetinin surlar›n›n y›k›ld›¤› flehir; flairleriyle, yazarlar›yla hala yaflayan flehir; surlar›yla, halk›yla tarihe direnen flehir, selam olsun sana… J
fliir
gecede ayak sesleri mahmud dervifl çeviri: tavus hüsameddin
Her zaman Ayak seslerini duyar›z gecede yaklaflan, Ve kap› s›rra kadem basar odam›zdan, Her zaman, Bulutlar gibi süzülüp giden. Her gece yata¤›ndan Senin mavi gölgen mi onu uzaklara götüren? Senin gözlerin ülkelerdir ve ayak sesleri geliyor, Sard› bedenimi kollar›n Ayak sesleri, ayak sesleri Ah fiahrazad Gölgeler niçin kurtuluflumu resmeder? Gelir ayak sesleri girmez içeri. Bir a¤aç ol, Görebileyim gölgeni. Bir ay ol, Görebileyim gölgeni. Bir hançer ol, Görebileyim gölgeni gölgemde, Küller içinde bir gül. Her zaman, Ayak seslerini duyar›m gecede yaklaflan, Ve sen yerim olursun sürgündeki, Zindan›m olursun. Öldürmeye çal›fl beni ‹lk ve son olsun Yaklaflan ayak seslerinle Öldürme beni.
fiUBAT 2009 | TAVIR | 41
fliir
cevap numara dört naz›m hikmet
Bu yaz› gizli bir din halinde bir nevi Neofaflist bir ideoloji yapt›klar› halde bunu ikrardan sak›nanlara aittir. Böyle bir halt kar›flt›rm›yoruz, diyenler üzerlerine al›nmayabilirler. Onlar istiyorlar ki çift a¤›zl› baltalar›yla yuvarlans›n kafalar›m›z önüne yar›n o kara gömlekleri beyaz kordonlu golf pantolonlu kadrolar›n.. KARDEfiLER! Onlara sokakta rastlarsan›z e¤er ölümü görmüfl gibi çevirin bafl›n›z›. Kirpiksiz sar› gözler gözünüze bakarken arkadan s›rt›n›za bir b›çak girebilir... Onlar istiyorlar ki kara topra¤›n kalbi durana kadar biz pazarda kelepir bir mal gibi satal›m kafam›z›n ›fl›¤›n›, gücünü kolumuzun.. Kad›nlar›m›z› karfl›lar›nda oynatal›m. Ve dumanlanma¤a bafllay›nca gözümüzün bak›fl›, yavafllay›nca damarlar›m›zda kan›n ak›fl› karaya vurmufl bal›klar gibi köprü altlar›nda yatal›m.. KARDEfiLER! Onlara elleriniz dokunmuflsa e¤er yedi tas su dökün ellerinize. Y›rtarak bayraml›k gömle¤imi ben peflkir yapar›m size... Biz ayr› dillerde ayn› flark›y› okuyanlar, Biz ayn› yast›kta yatar gibi topra¤a bafllar›n› yan yana koyanlar,
42 | TAVIR | fiUBAT 2009
Biz, yüzümüzün derisi koyu aç›k yanm›fl diye, saçlar›m›z ayr› ayr› boyanm›fl diye barsaklar›m›z› birbirimizin avucuna dökerek birbirimizin g›rtla¤›n› diflimizle sökerek geberece¤iz... Ve kadrolar parlatarak kara gömleklerinin beyaz kordonlar›n› gömecekler kadife koltuklara golf pantolonlar›n›... KARDEfiLER! Onlar›n ad›na benziyorsa ad›n›z e¤er
ad›n›z› de¤ifltirin. Veban›n girdi¤i kap›dan girin onlar›n evine atmay›n ayak.... Onlar istiyorlar ki çift a¤›zl› baltalar›yla yuvarlans›n kafalar›m›z önüne yar›n o kara gömlekleri beyaz kordonlu golf pantolonlu kadrolar›n......
ay›n foto¤raf›
foto¤raf: ferhat eyübo¤lu
fiUBAT 2009 | TAVIR | 43
sinema
gençli¤e iyi bir ö¤üt: ayakta kal! sevgi duman
l› flekilleniyor. ‹nsanlar, Recep ‹vedik gibi filmlere kahkahalarla gülebilecek aflamaya hemen gelmedi; bu duruma uzun y›llar sonra getirildi. Düflünmeyen, üretmeyen, sorgulamayan insanlar› aflama aflama yaratt› bu devleti yönetenler. Sanat›n her dal›nda oldu¤u gibi, sinema da bu politikalar›n bir arac› olmaya devam ediyor hala günümüzde. Konumuza tekrar dönersek; karfl›m›zda iflte böyle b›çak s›rt› bir konuda, s›n›fsal çeliflkiler konusunda bir fleyler deme amac›nda olan mütevaz› bir film var: Ayakta Kal... Filmin ad›ndan da anlafl›laca¤› gibi; daima ezilen ve f›rsat eflitsizli¤inden kaynakl› hayata karfl› savaflta hep güçsüz düflen yoksul gençli¤e, idealist matematik hocas›n›n verdi¤i ilk hayat dersini izliyoruz beyazperdeden. Ö¤üt güzel ve anlaml›. Öyle olmal› gençlik gerçekten.
Bizim gibi ülkelerde b›çak s›rt› konulard›r s›n›fsal çeliflkilere dair olanlar... Öyle her senaristin, her yönetmenin harc› da de¤ildir aç›kças›... Her fleyden önce birikim ister bu konularda afl›k atmak; politik durufl, ideolojik netlik, sa¤lam bir dünya görüflü ve tabi ki hangi tarafta oldu¤unun somutlu¤u...
aflk›n bir izleyici toplayabiliyor. Veya Muro denilen rezillik milyonlarca kifliyi sinemaya çekerken, eli yüzü düzgün filmler b›rak›n bir kaç on bini, bazen gösterime girecek sinema bile bulam›yorlar. Eh bu durumun, sinemadaki tekelleflmeyle veya devletin politik-kültürel faaliyetiyle birebir ba¤›n› da ortaya koymak gerekiyor bizce. Hakim kültür, kapitalist, bencil-bireyci kültür olacak; insanlar yozlaflabildi¤i kadar yozlaflt›r›lacak, bütün insani de¤erler bir bir ortadan kald›r›lacak...
Politik konularda film yapmak zordur gerçekten. Hele de bizim gibi ülkelerde... Bir kere “pazar›” olmaz. Yap›mc›lar bu konular›n çok “satmayaca¤›n›” bilir. E tabi düflünün flimdi Sonbahar gibi politik bir film bir kaç on bin taraf›ndan izlenirken hepi topu; Recep ‹vedik gibi bir saçmal›k üç milyonu Yani her fley diyalektik olarak birbirine ba¤-
44 | TAVIR | fiUBAT 2009
Hayata belki flanss›z bafllan›yor ama bu duruma sessiz mi kal›nmal›, yoksa bu durumu de¤ifltirmek için inançl› bir kavgaya m› girmeli? Matematik hocas› ikincisini ö¤ütlüyor gecekondu mahallesinin çocuklar›na... Do¤ru da söylüyor, ezen-ezilen kavgas›n›n tarihi yeni de¤il, çok çok eskilere, s›n›flar›n do¤ufluna kadar uzan›yor. Bu kavgada kimin galip gelece¤i ise tamam›yla insan›n kendi seçimine ve bu seçim do¤rultusundaki çabas›na ba¤l›... Ali (Mehmet Aslan), bir devlet lisesi olan Baltaliman› Lisesi’nde okurken, ayn› zamanda di¤er arkadafllar› gibi çal›flarak hayat›n› kazanan biri. Arkadafl çevresi de yine
sinema
kendi s›n›f›ndan... Ayn› durumdalar yani. Ali, zenginli¤i tavanlarda seyreden bir kolej k›z›na, Yasemin’e (Sinem Kobal) uzaktan afl›k. K›z›n bir de kendisiyle ayn› s›n›fta okuyan ve yine kendisi gibi çok zengin bir afl›¤› daha var. Ali, bu zengin afl›kla daha sonra çok kap›flacak, filmin “s›n›f kavgas›” da bunlar›n kavgas› üzerinden anlat›lmaya çal›fl›lacakt›r... Evet, belki kliflenin de kliflesi bir durum sinemam›z aç›s›ndan ama zengin k›z-yoksul erkek öyküsünde insan› rahats›z eden bir fley yok filmde. Bu konu, sinemam›zda belki yüzlerce filmin ana temas› oldu; o kadar çok konu edildi ki etkileyicili¤ini bile çoktan yitirdi hatta ama s›n›flar aras› çeliflkiler hala devam ediyor ve yaflam›n zenginli¤inde böylesi durumlara da hala rastlan›l›yor. O konuda diyece¤imiz yok, konu yaflam›n içinden bir konu; ancak oyunculuk ve yönetim aç›s›ndan yaflanan sorunlar rahats›z edici boyutta. Art›k yönetmenden mi yoksa hepsi de genç ve deneyimsiz olan oyunculardan m› kaynakl› bu durum bilemiyoruz. Ancak ortada bir sorun varsa, bu en baflta senarist ve yönetmenin, sonra da oyuncular›n sorumlulu¤undad›r. Bir kere öykü çok güçlü bir öykü de¤il ancak senarist Selim Çiprut “‹zleyiciler sizin filminize neden gitsin?” sorusuna flöyle cevap veriyor, film gösterime girmeden önce yap›lan bir söyleflide: “Sinemay› sevdi¤inden gitmesi en büyük temennim... Onun d›fl›nda yaflam›m›zda olan ve y›llard›r her insan›n yaflad›¤› olaylar› ekranda görüp, kendilerinden bir fley bulmak için gitmeli. Bulacaklar›na da eminim.” Evet, bizim de kat›ld›¤›m›z bir temenni bu. Sinemaya sevdikleri için gitsin insanlar ve sinemada hep kendilerinden bir fleyler bulsunlar, uçuk kaç›k, hayattan ve gerçeklerden uzak konularda çekilmifl, ad›na film demeye dilin varmad›¤› befl para etmez ucubeleri izlemesinler. Çiprut’un sözlerine kat›lsak da, yine de senaryoda aksayan bir fleylerin oldu¤unu kendisi de filmi izledikten sonra görmüfltür herhalde. Bir k›z meselesi yüzünden süper zengin kolejlilerle gecekondu çocuklar›n›n birbiriyle kap›fla-
caklar› bir ortam›n olaca¤›n› düflünmüyoruz örne¤in. Hele de vars›llar›n art›k neredeyse gettolara hapsolup insan içine ç›kmad›klar› bir sürece do¤ru h›zla ilerlerken... Sonra yan öykülerden, Ali’nin annesinin ölümünden babas›n› sorumlu tutmas› ama babas›n›n asl›nda bununla hiç ilgisinin bulunmad›¤›n›n anlafl›ld›¤› yerler, filmin en duygusal sahneleri olmas› gerekirken ne yaz›k ki olam›yor, kimseyi duyguland›rm›yor. Filmde adeta bir yama gibi duruyor. Bir de, hem bir kenar mahalle lisesinde, hem zengin çocuklar›n›n okudu¤u kolejde, her biri adeta birer manken görünümündeki k›zlar›n, mini bile denemeyecek kadar k›sa eteklerle ve derin gö¤üs dekolteleriyle arz-› endam eylemeleri de neyin nesidir anlafl›l›r gibi de¤il... Filme ilgiyi(!) art›racak bir politikaysa bu, hiç de hofl durmuyor. Yozlu¤un geldi¤i boyuta vurgu yap›lacak ise e¤er, bunun da bir ölçüsü olmal›yd› de¤il mi? Sürekli derin gö¤üs dekoltelerine, bacaklara yönelen kamera insan› çileden ç›karacak kadar rahats›z ediyor gerçekten de...
Çiprut’u s›rf bu cesaretlerinden dolay› kutlamak m› gerekiyor bilemiyoruz... Ancak ya senaristin seçimi, ya da yönetmenin katk›s› olarak; filmin sonunda zenginlerin ve yoksullar›n birlikte sevinecekleri bir fley bulmalar›, s›n›fsal bar›fl›n mümkün olabilece¤i gibi bir yan›lg›ya yol açabilir diyor; gerçek yaflamda böyle bir fleyin asla mümkün olamayaca¤›n›, hayat›n gerçeklerinin bu kadar naif olmas›n›n olas›l›k d›fl› oldu¤unu vurgulamadan geçmeyelim. Ayakta Kal, her fleye ra¤men, tüm acemiliklerine, aksakl›klar›na, güçsüz senaryosuna ra¤men, son süreçte sinema ad›na üretilen saçmal›klar aras›nda, eli yüzü düzgün bir film olarak karfl›m›zda duruyor. Mesaj› do¤ru: Yaflam zorlu ama ayakta kalmas›n› bilecek, mücadele edeceksin, sonunda kazanacak olan sensin! J
Sonra o kavga sahneleri... Çok acemice çekilmifl sahneler bunlar. Aksiyon olarak olmas› gerekiyor belki ama bu kadar acemice olunca keflke olmasaym›fl diyor insan... Belki de filmin en önemli sahnesi. Yoksullar›n zenginlerden bir tür intikam alaca¤›, biriken öfkelerini yans›tacaklar› sahne olan maç bölümünün çok k›sa ve gerilimsiz olarak verilmesini, filmin eksileri aras›nda saymak gerekiyor bir de... Oyunculuklar vasat... Mehmet Aslan ve Sinem Kobal baflta olmak üzere, filmdeki tüm oyuncular gerçek birer karakter olam›yor ne yaz›k ki. Hayat›n içinde böyle karakterler yok; gördü¤ümüz, bildi¤imiz kadar›yla. Varsa da oyuncular bizi bu konuda ikna edemiyorlar. Sonuçta, s›n›fsal çeliflkiler üzerine çok da fazla film yap›lm›yor. Hele de gençlik filmi denilince, bol müzikli, dansl› ve cinsellik taflan filmlerin akla geldi¤i bir süreçte, gençler üzerinden bu çeliflkiyi vermeye soyunan Ayakta Kal’›, yönetmeni Adnan Güler’i, senaristleri ‹rfan Saruhan ve Selim
KÜNYE: Senaryo: ‹rfan Saruhan-Selim Çiprut Yönetmen: Adnan Güler Görüntü Yönetmeni: Ferhan Akgün Türü: Gençlik-Dram Oyuncular: Mehmet Aslan, O¤uzhan Y›ld›z, Sinem Kobal, Irmak Ünal.
fiUBAT 2009 | TAVIR | 45
haberler
‹dil Tiyatro Atölyesi, Engin Çeber’in mahkemesindeydi Engin Çeber’e işkence yapanlar›n yarg›land›ğ› dava, 21 Ocak’ta Bak›rköy 14. Ağ›r Ceza Mahkemesi’nde görülmeye başland›. Halk Cephesi’nin çağr›s›yla davaya destek olmak ad›na bir araya gelen insanlar, “Ferhat’› Vuranlar, Engin’i Katledenler Cezaland›r›lmal›d›r; Adalet İstiyoruz” yaz›l› pankart açarak Bak›rköy Adliyesi önünde bekleyişe geçtiler.
Mehmet Arslan’dan ödül töreninde protesto eylemi ha ne ler de gör dük le ri iş ken ce ile öldürülüyor; 16 yaş›nda Ferhat Gerçek gibi s›rt›ndan vurularak felç ediliyor, sokaklarda onlarca katliam yap›l›yor. İsrail, fos for bom ba la r›y la Fi lis tin li kardeşlerimizi yak›yor...
niyle duruşmalar üç güne yay›ld›. Davan›n ilk günü İdil Tiyatro Atölyesi de duruşma için haz›rlad›ğ› “Özür Değil Adalet İstiyoruz” isimli k›sa oyunu oynad›.
19 Aral›k 2000 tarihinde ‘Hayata Dönüş Operasyonu’ ad› alt›nda hapishaneler katliam›nda benzer bombalarla Bayrampaşa Hapishanesi’nde 6 tutuklu kad›n diri diri yak›l›yor.
Oyun, devletin sansür, bask› ve katliamc› yüzünü teşhir ediyor ve Ferhat Gerçek’in vurulmas›n›, Engin Çeber’in işkencede katledilmesini anlat›yor. ❏ Dergimiz çizerlerinden, karikatürist Mehmet Arslan, Ankara Pursaklar Belediyesi’nin düzenlemiş olduğu 1. Nasrettin Hoca Karikatür Yar›şmas›’nda Birincilik Ödülü’nü kazand›.
60 san›ğ›n yarg›land›ğ› mahkemede, ifadelerin uzamas› nede-
Mehmet Arslan ödülünü almak için gittiği Ankara’daki törende yapt›ğ› konuşmada ABD ve Avrupa emperyalizmini, Siyonizmi ve başta Türkiye’deki AKP hükümeti olmak üzere emperyalizmin Ortadoğu’daki diğer işbirlikçilerini, Filistin’de yaşanan katliamlardan dolay› protesto etti.
‹stanbul’da Ba¤ımsız Filmler Festivali 8. !f İstanbul AFM Uluslararas› Bağ›ms›z Filmler Festivali, 1222 Şubat tarihlerinde düzenlenecek.
!f Ankara ad›yla Ankara AFM Cep Sinemas›’nda devam edecek. Festivalde 70’e yak›n film gösterilecek.
Festival filmleri, Beyoğlu AFM Fitaş, AFM İstinye Park, AFM Caddebostan Budak ve Beyoğlu Emek Sinemas›’nda gösterime sunulacak.
Danny Boyle’nin filmi “Varoş Milyoneri/ Slumdog Millionaire” ve Darren Aronofosky’nin yönettiği, “Güreşçi/The Wrestler” festivaldeki en dikkat çekici filmler olarak değerlendiriliyor. ❏
Festival, İstanbul’un ard›ndan, 26 Şubat - 1 Mart tarihlerinde,
46 | TAVIR |ŞUBAT 2009
Sanatç›n›n as›l misyonunun yaşad›ğ› dönemi, halklar›n uğrad›klar› zulmü ve zalimlere karş› mücadelelerini anlatmak olduğu nu be lir ten Ars lan, hal ka karş› sald›r› politikalar›n›n ülkemizde de devam ettiğinden söz ederek, Yürüyüş dergisi dağ›t›rken s›rt›ndan vurulan 16 ya ş›n da ki Fer hat Ger çek’i ve Ferhat için adalet isterken hukuksuzca tutuklan›p hapishanede işkenceyle katledilen Engin Çeber’i hat›rlatt›. Arslan; “İşbirlikçiler ülkemizde de Siyonizmi aratmayan katliam ve cinayetler işliyorlar. Demokrasi mücadelesinde şehit olan karikatürcü Handala, direnen yurtseverler ve Naz›m’›n yoldaşlar› olan gençler, Engin Çeber gibi karakollarda, hapis-
Daha birkaç gün önce, İsrail’i protesto eden gençler, Ankara caddelerinde yerlerde sürüklenip coplan›yor.” diye konuştu. Sa nat an la y› ş›n da; Han da la’dan, Naz›m Hikmet’ten, Ruhi Su’dan, Y›l maz Gü ney’den, Mahzuni Şerif’ten, işgal alt›ndaki Afganistan, Irak, Filistin halklar›ndan ve direnişçilerden el ald›ğ›n› söyleyen Arslan, AKP hü kü me ti ve Kül tür Ba kan l› ğ›’n› temsilen ödülleri vermek üzere gelen görevlinin verdiği ödülü reddettiğini belirtti. Tepkisinin halk›n çoğunluğunun fikirlerini aktard›ğ›n› söyleyen Mehmet Arslan konuşmas›n›n sonunda ödülünü, “Direnen mazlum halklar, kahramanlar, direnişçiler ve demokra si mü ca de le sin de ya şa m› n› yitirenler ad›na; kurşun karş›s›nda kalemini eğmeyen, bükmeyen ve satmayanlar ad›na bu ra da bu lu nan, İs ra il’le suç ortakl›ğ›na bulaşmam›ş bir görev li den ve ya bir ko nuk tan almak istiyorum.” dedi. ❏
haberler
“Vatanda Nazım”a sansür devam ediyor Tunceli'de K›z Meslek Lisesi'nin düzenlediği "Naz›m Hikmet Şiir Gecesi"nde ustan›n şiirleri okunurken, şairin baz› şiirlerine Milli Eğitim Müdürlüğü'nce sansür uyguland›ğ› iddialar› üzerine, gecenin yap›ld›ğ› salon önünde toplanan Eğitim-Sen üyesi öğretmenler durumu protesto etti. Bir süre önce Tunceli Valisi Mustafa Yaman'›n talimat› üzerine “öğrenci ve öğretmenlerin duygu birliğini sağlamak ve özgüvenlerini geliştirmeleri” için Tunceli'deki okullarda yap›lan çeşitli etkinlikler kapsam›nda, K›z Meslek Lisesi’nde "Naz›m Hikmet Şiir Gecesi" düzenleme karar› al›nd›.
ğin düzenlendiği s›rada, EğitimSen üyesi öğretmenler, Naz›m Hikmet resimleri ile Kültür Saray› önünde durumu protesto etti. "Hepimiz Vatan Hainiyiz", "Hepimiz Naz›m’›z" sloganlar› atan öğretmenler ad›na aç›klama yapan Eğitim-Sen Tunceli Şube Başkan› Erkan Eslek, Milli Eğitim Müdürü Mehmet Y›ld›r›m'› istifaya çağ›rarak, fikirlerini öldüremediklerinin cesetleriyle uğraşanlar için Naz›m Hikmet’in "vatan hainliğine" devam ettiğini ifade etti.❏
Devran Düğün Salonu’nda düzenlenen y›lbaş› etkinliğine kat›larak, şark›lar türküler seslendirdi. 32 Ocak 2009: İkitelli Asya Düğün Salonu’nda “Başeğmeden” albümüyle ilgili söyleşi yapt›.
bümünü imzalayarak, albümle ilgili merak edilen sorular üzerine sohbet etti. 3 13 Ocak 2009: Eğitim-Sen 8
No’lu Şube’de yeni ç›kan albümleri “Başeğmeden”le ilgili söyleşi yapt› ve söyleşiye gelenlere k›sa bir dinleti verdi. 3 18 Ocak 2009: Frankfurt Ti-
33 Ocak 2009: Sultangazi Özgürlükler Derneği’nde düzenlenen söyleşide “Başeğmeden” albümüyle ilgili merak edilen sorular› cevaplad›. Söyleşi sonunda yeni albümünden şark›lar seslendirdi.
tabevi’nde yap›lan imza gününde imza vererek dinleyicilerinin sorular›n› cevaplad›. 38 Ocak 2009: Beyoğlu Mep-
tus Forum’da gerçekleştirilen konserinde 900 kişiye seslendi. 3 24 ocak 2009: İstanbul Kad›-
köy’de bulunan Seyhan Müzik’de düzenlenen imza gününde “Başeğmeden” albümünü imzalad›. 3 25 Ocak 2009: Kartal Malte-
pe’de bulunan Yol Kafe’de söyleşi yapt›. Söyleşiye yaklaş›k 70 kişi kat›ld›.❏
histo Kitabevi’nde yap›lan imza gününde “Başeğmeden”al-
Sine-Sen, 31. kurulu yıldönümünde örgütlenme ça¤rısı yaptı
Milli Eğitim Müdürü taraf›ndan gecede okunmas›na izin verdiği şiirlerin bir bölümünün yine sansüre tabi tutulduğu söylendi. Gecede, Naz›m Hikmet'e ait, "Mavi Gözlü Dev", “Mutluluğun Resmi", "Onlar", "Bu Memleket Bizim", "Kad›nlar›m›z" ve "Ne Güzel Şey Seni Hat›rlamak" isimli şiirleri okunurken; etkinli-
“Pandora’nın Kutusu”nun galası yapıldı
Görüntü yönetmenliğini Jacques Besse’nin, kurgusunu Franck Nakache’nin, özgün müziğini Jean-Pierre Mas’›n yapt›ğ› film, San Sebastian Film Festivali’nde
331 Aral›k 2008: Okmeydan›
33 Ocak 2009: Şişli Kelepir Ki-
Ancak gecenin provalar›n› izleyen Tunceli Milli Eğitim Müdürü Mehmet Y›ld›r›m'›n, gecede okunmas› planlanan Naz›m Hikmet şiirlerinin büyük bölümünü elediği ifade edildi.
Yönetmen Yeşim Ustaoğlu’nun son filmi “Pandora’n›n Kutusu”nun galas› Beyoğlu Emek Sinemas›’nda yap›ld›.
GRUP YORUM g ü n c e
Alt›n İstiridye (En İyi Film) ödülünün sahibi olmuştu. Antalya Film Festivali’nde ise filmdeki Güzin karakteriyle Övül Avk›ran En İyi Yard›mc› Kad›n Oyuncu ödülünü kazanm›şt›.❏
DİSK’e bağ l› Tür ki ye Si ne ma Emekçileri Sendikas› (Sine-Sen) kuruluşunun 31. y›ldönümünü, emeğin sömürüsüne karş› örgütlenme çağr›s› yaparak kutlad›. İstiklal Caddesi’nde bir yürüyüş yapan Sine-Sen üyeleri, dizi setlerinde yaşanan ağ›r iş koşullar›n›n bir sonucu olarak meydana gelen trafik kazas›nda kaybettikleri meslektaşlar› Tülay Ergeldi ve Zehra Sezgin’in ölümünü de protesto etti. "Sendika hak değil, haklar ödensin" pankart›n›n aç›ld›ğ› eylemde, "Setler Tuzla olmas›n", "Yaşas›n sendikal mücadelemiz", "Sigortal› çal›ş, sendikal› ol",
"Savaşs›z dünya, sansürsüz sinema" sloganlar› atan Sine-Sen üyeleri ad›na bas›n aç›klamas›n› okuyan kostüm şefi Hale İşsever, daha çok kar h›rs›n›n henüz sektör olamam›ş film üretim alan›n›, ahlak› ve kuralar› olmayan bir iş alan›na çevirdiğine dikkat çekti. Dünyada sinema üretiminde tüm çal›şanlar›n sendikal› olduğunu belirten İşseven, "Ama biz tek emek örgütümüz Sine-Sen'i tan›m›yoruz. İşlevinden ve yapt›r›m gücünden habersiziz. İnsani şartlarda çal›şmak istiyoruz." dedi. ❏
ŞUBAT 2009 | TAVIR | 47
haberler sa... kısa... kısa... kısa.. kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kıs
3Hrant Dink, Ölümünün 2. Y›l›nda An›ld› Hrant Dink, katledilişinin 2. y›l›nda, Lütfi K›rdar Uluslararas› Kongre ve Sergi Salonu’nda düzenlenen bir etkinlikle an›ld›. “Hrant Nar Tanelerini Sayd›, Biz Hrant’s›z y›llar›” slogan›yla başlayan gecede Dink’i anan dostlar›, Dink yaz›lar›n› okuyup seslendirerek onu hat›rlad›. Kardeş Türküler, Sezen Aksu, Özlem Taner gibi sanatç›lar›n sahne ald›ğ› gecede, Hrant Dink’in görüntüleri ve ses kayd› ekrana geldi. Gecede Ümit K›vanç’›n yönetmeni olduğu “19 Ocak’tan 19 Ocak’a 2 Y›l” isimli filmin gösterimi yap›ld›. Ezel Akay’›n haz›rlad›ğ› “Nar Çiçeğinin Hikayesi” ise, Hrant Dink’in “Ruh Halimdir” isimli yaz›s› eşliğinde sunuldu. Hrant Dink’in eşi Rakel Dink ise eşinin sadece daha demokratik ve daha özgür bir ülke özlemi içinde olduğunu vurgulad›. 3“İlk Roman” Yar›şmas› Düzenleniyor Everest Yay›nlar›, daha önce edebiyat›n hiçbir türünde kitab› yay›mlanmam›ş kişilerin kat›la-
cağ› “İlk Roman” isimli bir yar›şma düzenliyor. Everest Yay›nlar›, konuyla ilgili bir aç›klama yaparak, kat›l›mc›lar›n yar›şmaya ilk romanlar›yla kat›lacaklar›, yar›şmaya kat›lacak eserlerin de daha önce başka bir yar›şmada ödül almam›ş olmas› koşulunun arand›ğ›n› belirtti. Yar›şmaya son kat›l›m tarihinin 29 May›s 2009 olduğu aç›kland›. 3Alt›n Küre Ödülleri Verildi Geçen y›l Hollywood’da senaristlerin grevi nedeniyle verilemeyen Alt›n Küre Ödülleri’nin 66.’s›, Los Angeles kentinde düzenlenen törenle sahiplerini buldu. Gecede Slumdog Millionaire En İyi Film ve En İyi Yönetmen de dahil olmak üzere dört ödül al›rken; İngiliz oyuncu Kate Winslet En İyi Kad›n ve En İyi Yard›mc› Kad›n oyuncu ödülünü kazand›. Drama dal›nda En İyi Erkek Oyuncu ödülü, The Wrestler filmindeki rolüyle Mickey Rourke’a giderken; En İyi Yard›mc› Erkek Oyuncu ödülü, Batman-The Dark Night filmindeki rolüyle geçen y›l hayat›n› kaybeden Heath Ledger’›n oldu.
3Frans›z Film Endüstrisi’nde yaşanan ›rkç›l›k mahkum edildi. İngilizce filmlerin Frans›zca dub laj la r›n da si yah ak tör le re rol ver me yen Frans›z Film Endüstrisi, ›rkç›l›ktan mahkum oldu. Konuyla ilgili aç›lan tahkikat, casting direktörlerinin, siyah oyuncular›n belirgin bir aksanlar› olduğu ve beyazlar› seslendiremeyecekleri inanc›yla, siyahlar›n başvurular›n› asla kabul etmedikleri sonucuna vard›. Ayr›mc›l›kla Savaş ve Eşitlik için Yüksek İdare (HALDE) adl› kuruluş, tahkikat›n sonucunda Frans›z Film Endüstrisi’nde ayr›mc›l›ğ›n çok yüksek oranda olduğu sonucuna vard›. Beyaz aktörlerin, Denzel Washington ve Morgan Freeman gibi siyah oyuncular› da seslendirebilecek evrensel bir aksanlar› olduğu iddia edilirken, nadiren beyazlar› seslendirmek üzere seçilen siyah aktörlerin önyarg› ve ayr›mc›l›ğ›n kurban› olduğu ifade edildi. Frans›z dublaj stüdyolar› için çal›şan oyuncular›n yaklaş›k üçte birini siyahlar oluşturuyor. Ancak nadiren önemli roller alabilen siyahlar, “beyaz”lar›n dublajlar›ndan özenle uzak tutuluyor. ❏
DVD... VCD... AlBüM... DVD... VCD... AlBüM... DVD... VCD... AlBüM... DVD... 3ak’ın halleri
zuhal olcay ADA
48 | TAVIR |ŞUBAT 2009
3bekriya II suzan kardeş DMC
3günyüzü
3zeybekler diyarı
günyüzü Arda Müzik
ali çakar Seyhan Müzik