izollu

Page 1

2016 / SAYI: 22 İstanbul Valisi Vasip ŞAHİN

“İzollu Vakfı Gençlerimizi geleceğe hazırlama konusunda çok önemli birkurum”

Doç. Dr. İlhan ERDEM

“İzollu Vakfı gibi müstesna bir yapının varlığı değerlendirilmelidir.”

Yöremizden Kamıştaş Köyü

İZOLLU KÜLTÜR DAYANIŞMA VE SOSYAL YARDIMLAŞMA VAKFI


"İZOLLU VAKFINI DAHA HIZLI TAKİP EDEBİLMEK İÇİN WEB SİTEMİZİ ZİYARETE BEKLİYORUZ."

www.izolluvakfi.org

2


3


Vedat TOY İzollu Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı

NEREDE KALMIŞTIK ? 1995 senesinden beri vakıf çalışmalarımıza ve hizmetlerimize aynı heyecanla devam ettiğimiz arkadaşlarımızın teveccüh göstererek beni yeniden başkanlığa getirmeleri ile heyecanımın katlandığını sizlerle paylaşırken görevi kendisinden devraldığım Mehmet Çetinkaya kardeşimize teşekkürlerimi sunuyorum. Yapmış olduğu çalışmalarla yükselttiği çıtaya yetişmeye çalışacağımı da paylaşmak isterim.

Şu an 2015-2016 Döneminde vakfımız 444 öğrenciye burs imkânı sağlamaktadır. Bunun yanı sıra her ay bay ve bayan öğrenci toplantılarımız yapılmakta, birbirinden değerli konuşmacılarımız sayesinde öğrencilerimize tecrübe kazandırılması hedeflenmektedir.

Tarihimiz boyunca kurulan vakıflar sayesinde toplumsal yardımlaşma ve dayanışma sağlanmıştır. Nerede kalmıştık sevgili dostlar? Bizler de faaliyetlerimiz ile bu yolda devam etmeyi hedeflemekteyiz. Arzumuz bunu siz değerli Allah-u Teâlâ Bakara suresi 148. Ayette buyuruyor hemşerilerimizle başarmaktır. Önce Allah’ın ki; Ve li kullin vichetun huve muvellîhâ festebikûl sonra sizlerin desteği ile bu çalışmada muvaffak hayrât(hayrâti), eyne mâ tekûnû ye’ti bikumullâhu olacağımıza inancımız tamdır. Çalışmalarımızda eski cemîâ(cemîan), innallâhe alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun). dostlarımızı görmek ve onlara yer vermek de bizleri Meali; Herkesin yöneldiği bir yön vardır. Haydi, hep ayrıca memnun edecektir. hayırlara koşun, yarışın! Nerede olsanız Allah hepinizi bir araya getirir. Şüphesiz, Allah’ın gücü her şeye Değerli hemşerilerim Yüce Allah’ın izni ve sizlerin de destekleri ile bu güzel hakkıyla yeter. hayır yarışı yoluna devam edecektir. 20 yılı aşkın süredir bu emri ve ayeti rehber edindik. Bu vakıf hepimizin, Gayemiz müminin mümine faydalı olması sevdası Bu hayır hepimizin, ile Allah rızasını kazanmak idi. Kuruluşumuzdan Bu yarış hepimizin, itibaren bu amaç için var gücümüzle ve ilk günkü Bu gurur hepimizin, heyecanımızla çalışmalarımıza devam ettik. Bu çocuklar hepimizin, Vakfımıza başvuran yüzlerce öğrenciye burs imkânı sağladık. En güzel geri dönüşleri eğitim hayatında İzollu’muzun ve Türkiye’mizin geleceği için el ele bursiyerimiz olan, eğitimini tamamlayıp çalışma vererek yolumuza devam etmek temennisi ile hayatına atılan ve bugün bir zamanlar kendi gibi sözlerimi tamamlarken siz hayırsever hemşerilerimi vakfımızdan burs alan öğrencilerimize burs desteği saygı ve muhabbetlerimle selamlıyorum. sağlayan hayırsever kardeşlerimizden almaktayız. Yapmış olduğumuz hizmetin böylesine güzel meyvelerini toplamak bizlere mutluluk veriyor.

4


İZOLLU VAKFI DERGİSİ Yılda 2 defa yayımlanır İZOLLU VAKFI ADINA İMTİYAZ SAHİBİ Vedat TOY YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ İbrahim Halil KOCA EDİTÖR İbrahim Halil KOCA DERGİ YAYIN KURULU Ümmü Gülsüm ÖZBAYSAR İrem AKDENİZ Murat AKDENİZ Sultan KIRAN Yavuz CANSEVEN DANIŞMA KURULU ÜYELERİ Vedat TOY Ömer ÇETİNKAYA Nusret MUM Rauf AKDENİZ Celal ERTUĞRUL Coşkun ALAY Naci BAŞDEMİR Ahmet AYHAN Mehmet AKINCI HUKUK DANIŞMANI Ömer ÇETİNKAYA HALKLA İLİŞKİLER Emrah KAYADUMAN Reklam SORUMLUSU Emrah KAYADUMAN YAZIŞMA ADRESİ Atatürk Bulvarı Cad. No. 166/5 Lale Apt. Aksaray / İSTANBUL Tel. / Fax. 0212 520 75 55 Dergimizde yayınlanan yazıların tüm sorumluluğu ilan sahiplerine aittir. Kaynak Gösterilmeden Alıntı Yapılamaz. İZOLLU Dergisi süreli bir yayındır. Gönderilen yazıların yayınlanıp yayınlanmayacağı yayın kurulunun kararıdır. Gönderilen yazılar iade edilmez

İbrahim Halil KOCA Yazı İşleri Müdürü

EDİTÖRDEN İzollu Dergisi ellere değince, içimizde oluşan tarifsiz mutluluklarla herkese Merhaba; İzollu Vakfı'nın ruhunda olan güzellikleri sizlerle buluşturmanın heyecanı ile tekrar karşınızda olmanın sevincini yaşıyoruz. Vakıf'ta ilk günden bugüne hiç aksamadan devam eden aylık bursiyer öğrenci toplantıları eşliğinde gezintiye başlayacaksınız dergimizde. Eski ismi Gevenis olan Kamıştaş köyünün mezralarında gezinirken, Erenli Derneği'nin kurucusu Ahmet Ayhan ile iş hayatından notlar okuyacaksınız. İzollu Vakfı olarak gelenekselleşen gezilerimizden İzmit gezisinde trekking yaparken, öğrencilerimizden İrem Akdeniz'in "Bir Avuç Topraktan Bir Yığın Duvara" deneme yazısı sizleri düşündürecek. İzollu Bent köyünden hemşerimiz Doç. Dr. İlhan Erdem'i daha yakından tanırken, İzollu ile ilgili akademik projelerinden haberdar olacaksınız. "Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul! Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer. Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul! Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer." Yahya Kemal'in bu dörtlüğü anlatır tüm dünyaya İstanbul'un güzelliğini. İstanbul'da bulunan İzollular da dudaklarda bu dörtlüklerle yürür sokaklarda. İstanbul'un bu güzelliğini, Malatya'da valilik yaparak fahri hemşerimiz kabul ettiğimiz İstanbul valisi Vasip Şahin ile sizler için konuştuk. Tedavi yöntemleri arasında önemli bir yer alan akupuntur yöntemini hemşerimiz Dr. Kadir Keklik Bey'in yazısı ile sunduk. Ulu çınarın kökleri Kayı Boyu ile tarihte yerinizi alırken, hemşerimiz yazar Ramazan Kayan'ın kaleminden "Nasıl Bir Gençlik?" yazısını geçmişle bütünleştireceksiniz. İzollulu mezun bursiyerler sayfasında mezun öğrencilerimizden Ahmet Mustafa Zeren ile tanışırken, Hukuk fakültesi bursiyer öğrencimizden Ömer Ay'dan "İnsanın Dört Zindanı" yazısını okumuş olacaksınız. Baştan sona heyecanınıza heyecan katan konuları bitirirken Düşüş filmini izleyip, yöresel tatlarımızdan tatmaya devam edeceksiniz. Parmaklarımda sizlere güzel bir dergi ulaştırmanın heyecan titremesi eşliğinde; İzollu Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Vedat Toy Bey'e, İzollu Vakfı yönetim kurulu üyelerine ve tüm dergi grubu arkadaşlarıma sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.. Tekrar görüşmek ümidiyle. Sağlıcakla kalın...

5


İÇİNDEKİLER 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19

Vedat TOY

( İzollu Yönetim Kurulu Başkanı )

İzollu Vakfı Bağış Aralık Ayı Bursiyer Toplantısı Ocak Ayı Bursiyer Toplantısı Şubat Ayı Bayan Öğrenci Bursiyer Toplantısı Şubat Ayı Erkek Öğrenci Bursiyer Toplantısı Kamıştaş Köyü

Dernek Tanıtımı

Yuvacık Gezisi

20

İrek Akdeniz Bir Avuç Topraktan Bir Yığın Duvara

21

Emek Tecrübe ve Saygı: Kılıç Ustası Sencer Ağa

22 23 24

Röportaj Doç. Dr İlhan ERDEM

25

Memleketimizi Ne Kadar İyi Tanıyoruz ?

26 27

Malatyada Bir Cennet Köşe Ömer ÇETİNKAYA 6


Röportaj Vasip ŞAHİN

28 29 30

Eğitime İnanmak Yaram İçeride Yrd. Dç. Dr. Talat AYDAN

31

Akupuntur Dr. Kadir KEKLİK

32 33

Ulu Çınarın Kökleri

34 35

Nasıl Bir Gençlik Ramazan KAYAN

36 37

İzollu Mezun Bursiyerler İzollulara Sesleniyor

38 39

Türkiye 4.5 G ile Artık Daha Hızlı

40 41

Vakıf Kültürümüz

42

43 44 Sinema Sayfası 44 Düşüş Filmi 45

İnsanın Dört Zindanı Ömer AY

Yöresel Yemekler

7

46 47


Vedat TOY İzollu Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı

İZOLLU VAKFI YÖNETİM KURULU BAŞKANI SAYIN VEDAT TOY OLDU 28 Eylül'de gerçekleştirlen genel kurul toplantısı sonucu eski başkan Mehmet Çetinkaya bayrağı Vedat Toy'a teslim etti. Mehmet Çetinkaya, "gönül rahatlığı ile başkanlığı abi dediğim bir vakıf insanı olan Vedat Toy'a devrediyorum.Başkanlık sürem sona erdi diye vakfı hizmet aşkım ve şevkim bitmedi.Bu bir gönül işidir.Başkan olduğum süre içerisinde nasıl çalışmışsam bundan sonra da vakıf hizmetine devam edeceğim" diyerekten vakıf içerisinde aslolan hayırlı hizmetler yapmak olduğunu vurgulamış oldu. Bayrağı devralan Vedat Toy ise; İzollu’dan, imkânsızlıklardan dolayı köylerinden kopup gelen değerli hemşehrilerimiz gece gündüz çalışarak başarılı oldular. İşçi olarak girdikleri işlerin sahibi oldular. Ama insanlarını unutmadılar, yörelerini unutmadılar, diyerek yöre insanının vefasını vurgulamış oldu.

Yönetim Kurulu 2.Başkanı: Ömer ÇETİNKAYA

Yönetim Kurulu Üyesi: Celal ERTUĞRUL

Genel Sekreter: Nusret MUM

Yönetim Kurulu Üyesi: Naci BAŞDEMİR

Muhasip: Ahmet AYHAN

Yönetim Kurulu Üyesi: Kadir KEKLİK

8

Yönetim Kurulu Üyesi: M. Emin AKINCI

Yönetim Kurulu Üyesi: Çoşkun ALAY

Yönetim Kurulu Üyesi: Rauf AKDENİZ


"SİZLERDE HAYIRLARA ORTAK OLMAK İSTİYOR VE İZOLLULU ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNE BİR KATKIDA BENDEN OLSUN DİYORSANIZ;

İZOLLU VAKFINA BAĞIŞ YAPMAK ARTIK DAHA KOLAY.

CEP TELEFONUNUZLA; IZOLLUVAKFI10 yazıp 8071'e mesaj göndererek her ay düzenli olarak 10 TL bağışta bulunabilirsiniz." 9


İZOLLU VAKFI ARALIK AYI BURSİYER TOPLANTISINI BİLİM KOLEJİNDE GERÇEKLEŞTİRDİ Aralık ayında gerçekleşen bursiyer toplantısına katılım ve ilgi yüksekti. İzollu vakfının her ay sonu gerçekleştirilen bursiyer toplantısı bu ay Bilim kolejinde gerçekleştirildi. Toplantı başlangıcında öncelikle yemek yendi.Toplantının konuğu araştırmacı yazar Ramazan Kayan’dı. İzollu Vakfı ay sonu bursiyer öğrenci toplantısını sahiplenme hakkımız yok. ‘Ahiret dünyadan 26 Aralık Cumartesi günü Bilim Kolejinde yoğun kazanılır’dan hareket etmeliyiz. katılımlı bir toplantıyla gerçekleştirdik. 2- Arınmışlık: Kirli dünyadan nasıl arınabileceğimiz Toplantının açılış konuşmasında İzollu Vakfı Yönetim noktasında vahiylerle gelen temiz islamı temsil Kurulu Başkanı Vedat Toy, İzollu Vakfının kuruluş edebilmeliyiz.Gençlerimiz Üniversite hayatınızda tarihinden itibaren başlayan serüveninden,tek odalı farkınız arınmışlığınız,adaletiniz ve doğruluğunuz islamın temiz yüzünü bir han dairesinde temeli atılan İzollu Vakfı’nın şimdi olacaktır.İnsanlara dairesinde ve 500 öğrenciye burs veren bir kurum gösterebilmeliyiz. Çağın getirdiği tüm kirliliklere olmasının vermiş olduğu mutluluğu yaşadığımızı rağmen bu kirliliklerden kurtulma yolunu bulmalıyız. dile getirdi. Daha sonra sözü konuşmacı konuğumuz sayın Ramazan Kayan’a verdi. Tüm öğrencileri ve 3- Adanmışlık: Adanmadan adam olunmuyor. katılım gösteren misafirleri selamlayan Ramazan Hak veya hak olmayan davada kim adanmışsa Hoca; “ Vedat bey kardeşimiz bizleri gençlerle bir adanmışlık yolu sonucuna varır. Yüce hedeflere araya getirdi. Koşar adım gençlerle birlikte olan nasıl adanacağımız temel meselemiz olmalıdır. bu ortamda sizlerle birlikte olduğum inin çok Adanmışlıkla inşallah güzel günler göreceğiz mutluyum,inşallah yeni medeniyetin fotoğrafını diyerek sözlerini tamamladı.Daha Sonra Yönetim oluşturmaya vesile oluruz olmalıyız “ dedikten kurulu başkanımız Vedat bey tarafından kendisine sonra Gençlikle ilgili özellikle 3 kavram üzerinde plaket takdim edilmesiyle toplantımızı noktaladık. duracağını söyledi. Ramazan Kayan hocamızın Mavi Kırmızı adlı 1- Adam olmak; Türkçemize yansıyan şekli ‘Adem kitabına bu toplantı vesilesiyle sahip olmuş ve olmaktır’ Bildiklerimizin ve gördüklerimizin ötesinde okuma fırsatı bulmuş olduk. Bu kitap Mavi Marmara sonsuzluk vadır.Şahsiyetin oluşumunda belirleyici yolculuğumuzdan geriye kalan anılarımın “Şehit Furkan Doğanı” merkeze alarak yazıya dönüşmüş olan ahiret yaşamıdır. Sonlu bir yaşamda sonsuz bir yaşama nasıl geçiş halidir. "Bu çalışma, bir şehide olan şahitliğimdir." yapacağımız bizim temel hayat görüşümüzdür. diyen Ramazan Kayan hocamıza bizlere zaman Yüce kitap tevhid ve kıyamet kelimelerine vurgu ayırıp, toplantımıza katıldığı için teşekkür ediyoruz. yapmaktadır. Hiçbir maddi varlığı benimseme 10


OCAK AYI BURSİYER ÖĞRENCİ TOPLANTISI ENSAR VAKFINDA YAPILDI İzollu Vakfı bursiyer öğrenci toplantıları hız kesmeden devam ediyor.3O Ocak Cumartesi gerçekleştirilen bursiyer toplantısı Ensar Vakfı nda gerçekleştirildi.Toplantının konuşmacı konuğu Prof. Dr .Mahmut Bayık’tı. Ocak ayı toplantısının açılış konuşmasında İzollu Vücudumuzda bir terazi sistemi vardır. Terazi Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Vedat Toy yaptı. ise adaletin simgesidir. Biz bir şey yaparken Toy öncelikle öğrencilere ara tatilde olmamıza yaptığımız şeyin iyi olmasını isteriz. Örneğin bi rağmen katılım sağladıkları için teşekkür etti ve sözü hastayı ameliyat ederken önce kesiyorsun, bir savaş Prof.Dr. Mahmut Bayık’a bıraktı. yani. Ama sonucunda ona iyi gelecek onu tekrar yaşama bağlayacak bir şey yapmış oluyorsun. Bu ince dengenin hayatımızın her köşesinde yer etmesinin önemli olduğuna deyinerek sözlerini noktaladı. Konuşma bitiminde dinleyicilerden merak ettikleri soruları yanıtlayan Mahmut Bey mütevazı kişiliğiyle idol olabilicek bir profil yarattı.

Mahmut Bayık; konuşmasının başında öğrencilerimize hayat tecrübelerinden kısa anektotlar aktaracağını söyleyerek, cehalet sadece bilgiyle ölçülmez, insanlar herkesten muhakkak birşeyler öğrenir. İleride sizlerden ilham alacak birçok insan olacaktır tabi bunun olabilmesi için iyi birer insan olmak gerekir. Bana göre herşeyin başı sevgi ve saygıdır. Sevgi ve saygının olabilmesi için başta ailede huzur ve sevgi ortamının olması gerekir. Evdeki huzur ortamı kadar işte de huzur olması lazım.

Yönetim kurulumuz’un Doktor Mahmut Bayık’a plaket takdimiyle toplantı sonlandırılmış oldu.

Böylece hayatımız çok daha iyi şekilde ilerler.68 yılında tıp fakültesini kazanan Mahmut bey, 80 li yıllarda zor şartlarda okuduğunu, daha sonra Gata askeri hastahanesinde yağtığı çalışmaları Türkiye’nin her yerine yayıldığını belirtti.

11


ŞUBAT AYI İSTANBUL BAYAN BURSİYER ÖĞRENCİ TOPLANTISI İstanbul bayan bursiyer öğrenci toplantımızın şubat ayı konuğu sıcak ve akıcı sohbetiyle yazar Emine Şenlikoğlu'ydu.. Orada tanıştığı kişilere dahi davasını anlatmaya devam etti ve biz gençler için hapiste bulunduğu dönemde bir çok kitap yazmaya devam ettiğini belirtti. Daha sonra devam etmekte bulunan "Mektup" dergisinden bahsetti..

Konuşmasına ilk olarak döneminin en zorlu şartlarında verdiği mücadeleleri ve hayatından kısa kesitleri anlatarak başlayan Emine hanım Ailesi ile Beyoğlu'nda yaşadığı dönemlerde islamın kişilerden ne kadar uzaklaştırılıp soğutulduğundan,kendisinin böyle bir süreçte girdiği din arayışı sonucunda islam üzerine karar kılışından bahsetti. Modanın, çıplaklık olduğu bir dönemde tek başına verdiği tesettür mücadelesinde evden dahi kovulduğu fakat verdiği mücadelesinden hiç vazgeçmeyişini belirtti. İlk yazdığı eseri olan "Gençliğin imanını sorularla çaldılar." kitabından dolayı yargılanan Emine Şenlikoğlu hakimin özür dilemesi sonucunda bırakılacağını söylemesine rağmen davasına tekrar sahip çıkmış ve vazgeçmemiştir.

Kendisine soru sormayı bekleyen bir çok arkadaşımız Emine Şenlikoğlu'na sorularını yöneltti ve Emine Hanım hepsini büyük bir ilgiyle cevapladı. Sohbetimizin ardından öğrencilerimiz için getirdiği tüm kitapları ilgiyle ve güleryüzle imzaladı. Kendisiyle fotoğraf çekilmek isteyen arkadaşlarımızı kırmadan tek tek fotoğraf çekildi. Ardından vakıf adına hazırlanan plaketimiz kendilerine taktim edilerek toplantımızı noktaladık.

Bunun sonucunda 2.5 yıl hapse mahkum edilen Emine Şenlikoğlu öğrencilerimizin isteğiyle hapiste geçirdiği dönemden bazı anılarını anlattı.

12


ŞUBAT AYI İSTANBUL ERKEK BURSİYER ÖĞRENCİ TOPLANTISI Son olarak bugünün dünyasında harama bakmak teşvik ediliyor. Eğer bir insan gayri meşru şeylere bakmıyorsa anormal olarak ayıplanıyor. Arkadaşlar unutmayınız lütfen "Cennet ucuz değil, Cehennem de lüzumsuz değil" diyen Ahmet Bey konuşmasını noktaladı. Daha sonra Yüksek İstişare Kurulu Başkanımız Adnan Başdemir tarafından kendisine plaket takdim edilerek konuşmamızı noktaladık.

İstanbul erkek bursiyerlerimizin şubat ayı konuşmacı konuğu işadamı Ahmet Demir oldu. Konuşmasına kendisini tanıtarak başlayan Ahmet Bey, yaklaşık 20 sene Özbekistan’da yaşadığını 5-6 kişiyle başlayan ve daha sonra 4000 kişiye ulaşan bi şirketin kurucusu olduğunu bu sebeple insanlara ne yapıp ne yapmaması konusunda sürekli direktiflerde bulunduğunu belirtti. Hayatlarımız üzerinde rol modellerimizin çok büyük katkıları olmuştur. Kalbinizi ve aklınızı iyi donatmışsanız Allah size yardım ediyor. Üniversite öğrencilerimiz dahil okur yazar olmayan bi milletiz. Haftada bir kitap okumayan gençlik bana göre yaşamını boş geçirmiştir. Bu yüzden aranızda eğer kitap okumayan arkadaşlar varsa mutlaka kitap okumasını öneriyorum.

13


KAMIŞTAŞ KÖYÜ Kamıştaş köyü dört mezradan oluşun dağınık bir yerleşim birimidir. Bu mezralar Çolakxan, Gevenis, Mırtan ve Drejan’dır. Ayrıca Erenli ve Düzyol köylerindeki tarım arazileri için su ihtiyacını sağlayan kanal kaynağını bu köyden almaktadır. Erenli beldesinin içme suyunun bir kısmı da yine bu köyden sağlanmaktadır. Köyün iklimi bozkırdır. Yaz ayları kurak ve yağışsızdır. Kış aylarında ise soğuk ve kar yağışı görülür. Köyde geçim tarım ve hayvancılıkla sağlanmaktadır.

Eski ismi Gevenis olan Kamıştaş; önceleri İzollu ilçesine bağlı iken Malatya idari sınırların değişmesi ile Malatya merkez ilçesine bağlandı ve son olarak da büyük şehir yasası ile Malatya Battalgazi ilçesine bağlanarak Kamıştaş mahallesi olarak son halini almış oldu. Köyün adının nerden geldiği ve geçmişi hakkında yeterli bilgi yoktur. Osmanlı arşivlerinde çıkan belgelere göre çok eski bir yerleşim yeri olduğunu görüyoruz. 1520li yıllarda Gevenis(Kamıştaş) köyü verdiği vergilerle kayıtlarda yer almakta ve o dönemlerde 54 haneli yerleşik bir köy olduğu anlaşılmaktadır. Daha öncesine ait bir bilgi bilinmemektedir. Köyde konuşulan dil Kürtçe’dir.

Kamıştaş köyü dört mezradan oluşun dağınık bir yerleşim birimidir. Bu mezralar Çolakxan, Gevenis, Mırtan ve Drejan’dır. Köyde, Drejan’da bir Gevenis’te de bir adet olmak üzere iki adet cami mevcuttur. Köyde iki adet de ilkokul vardır. Bunlar; biri Gevenis mezrasında diğeride Drejan mezrasında yer almaktadır. Gevenis mezrasında yer alan okulda eğitim faaliyetleri, yetersiz öğrenci sayısından ötürü yapılmamaktadır. Oradaki öğrenciler de servisle Kıyıcak köyünde yer alan okula gidiş geliş yapmaktadırlar. Çolakxan mezrasında da bir tane sağlık ocağı mevcuttur lakin personel bulunmamaktadır.

İzollu’nun güneyinde yer alan köyün rakımı 1.300 m (4.265 ft). Malatya merkeze 45 km uzaklığındadır. Kale ve Pötürge ilçelerinin arasında yer alır. Kapıkaya (Turgut Özal) barajını besleyen derelerin bir bölümü bu köyden geçmektedir.

14


Mezralarda içme suyu şebekesi mevcuttur fakat başka bir alt yapı hizmeti bulunmamaktadır. Köyün yolları stabilize yoldur. Fakat yağışlardan ve yetersiz bakımdan dolayı problemlere sebebiyet vermektedir. Özellikle kış aylarında ulaşımda ciddi sorunlar oluşmaktadır.

yardımlaşma derneği kurulmuştur. Bunlardan biri Sultangazi diğeri de Bağcılar’da bulunmaktadır. Dağınık bir yapıya sahip olsa da köyün güzel bir görüntüsü vardır. Özellikle soğuk su kaynakları ve yüksek bir yer olması hasebiyle manzarası görülmeye değerdir.

Köyün nüfusu son yıllarda ki verilere göre 427dir. Köy, başta İstanbul olmak üzere büyük şehirlere göç vermiştir. Nüfusu zamanla azalmıştır. İstanbul’da, göç eden köy halkı tarafından iki tane kültür ve

15


ERENLİ DERNEĞİ KURUCUSU: AHMET AYHAN Özellikle ticarette helale ve harama çok dikkat etmek gerek. Ticaretin rızkı ve bereketi burada. Faiz işinden de uzak durulmalı. Ticarete başlayayım dereken faize bulaşırsan ilerde ciddi sıkıntılarla karşılaşmak kaçınılmaz oluyor ayrıca bir bereketi de olmaz o işin. Şahsım olarak kredi kartı kullanmam ailemde kullanmaz. İİzollu Dergisi olarak bu sayımızda iş adamı Sayın Liseyi de Malatya merkezde bulunan Malatya Ahmet AYHAN’ı ziyaret ettik. Yoğun iş hayatında bize İmam-Hatip Lisesi’nde okudum. Liseyi 1992 yılında zaman ayırmasından dolayı kendisine teşekkür ederiz. bitirdim. Aynı yıl İstanbul’a geldim. 1992-1993 yılları Soruları biraz geniş kapsamlı sorarak Ahmet Bey’in arasında serbest çalıştım. 1993 yılında tekstil işine girdik. Bu süreç 2003 yılına kadar devam etti. Bu süre zarfında da 1994 yılında Anadolu Üniversitesi İşletme Fakültesi’ni açıktan okudum ve 1998 yılında mezun oldum. 2000li yılarda imalat işine başladık ve bu yıldan sonra hem ihracat hem de iç piyasaya ürün satmaya başladık. 2010 yılında da inşaat sektörüne girdik. 2003 yılına kadar da birçok sivil toplum kuruluşunda bulundum. Ticaretle uğraşırken bu alanı da ihmal etmemeye özen gösterdim. 2003 yılında İstanbul Bağcılar’da yer alan Erenli Derneği’nin kurulmasında rol aldık ve Allah’a şükür kurduk. Yaklaşık sekiz yıl kadar dernek başkanlığı görevini yerine getirdim. Dernek dışında da birçok sivil toplum kuruluşunda yer aldım, şu anda da İYİLİKDER ve İzollu Vakfı’nda aktif olarak çalışıyorum. İş sektöründeki çalışmalarınızdan bahsedebilirmisiniz? - İnsanların memleketini bırakıp İstanbul’a gelmesinin sebebi iş kurup hayatta bir yerlere gelebilmektir. Köyümüzdeki birçok arkadaşım da İstanbul’a gelerek ticarete atılıp durumlarını düzelttiler eğer İstanbul’a gelmemiş olsalardı bu başarıyı ve kazancı yakalamaları çok zordu. İstanbul’da iş kurmak çok güç. İlk geldiğimiz zamanlarda dönemin şartları çok zordu. Beraber geldiğimiz arkadaşların kimi hamallık yaptı kimi atölyede işçi olarak çalıştı kimi Yeşildirek’de esnaf oldu kimi atölye açtı vs. bir şekilde iş hayatına girmeye çalıştık. Herkes gibi bizde ailemizi geçindirebilmek için iş imkânı aradık. İstanbul’a ilk geldiğim bir yıl serbest çalıştım ve 1993 yılında da ilk tekstil atölyesini açarak ticari hayata başladım. 2000li yıllara kadar sadece dikim işine baktık. Allah işimizi rast getirdi ve Yeşildirek esnafının yardımı ile imalata da 2000’li yıllarda geçtik, artık kendimiz üretip kendimiz dikiyorduk.

konuşmasını bölmek istemedik ve sorulara bağlı cevapların yanında değerli tecrübelerini de anlatmasını sağlamaya çalıştık. Şimdi sözü Ahmet Bey’e bırakalım. Geçmişiniz hakkında bize bilgi verebilir misiniz? - İsmim Ahmet AYHAN, 20 Haziran 1974 yılında şu an ki adı Erenli o zaman ki adıyla da Bahri köyünde doğdum. İlkokulu Bahri’de okudum.

16


Hem ihracat hem de iç piyasaya ürün pazarlamaya Bu vakıfta iki yıl kadar yönetim kurulunda bulundum başlamıştık. 2010 yılında da inşaat sektörüne girdik şu an da vakıfta muhasibim yani vakfın parasal ve o alanda da çalışmalara devam ediyoruz. yönüne bakıyorum. Bu sene iş sektöründe yaşanan sorunlardan dolayı öğrenci burslarını karşılayan İzollu Vakfı ile nasıl ve ne zaman tanıştınız? Vakfın arkadaşlar da maddi olarak sıkıntı yaşıyorlar çalışmaları ile ilgili düşünceleriniz nelerdir? haliyle bizde bursları temin edip yatırmakta güçlük çekiyoruz. Her şeye rağmen bu işlerle uğraşmak - Vakıfla yaklaşık sekiz yıl evvel tanıştım. Erenli gerçekten güzel çünkü bir beklenti olmaksızın derneğinde başkanlık görevini yaparken sadece Allah rızası için yapıyorsun. çevremdekilerden köyümüzün öğrencilerinin İzollu vakfından burs aldıklarını duydum. Yerinin Son olarak biz gençlere tavsiyede bulunacak Aksaray’da olduğunu öğrendim ve bir gün oraya olursanız ne söylemek istersiniz? gitmem gerektiğini düşündüm; çünkü “Bu insanlar gerçekten hayırlı bir işle uğraşıyorlar lakin bu -Ticarete girmek istiyorsan işlerin hep yolunda gerçekten zor bir iş olmalı işlerin yürümesi, burs gitmediğini bilmen lazım. Bu yüzden ticarete ücretlerinin karşılanması gibi bir sürü sorun var.” başlayınca mesela yüz liralık bir iş yapacaksan diye düşünmeden edemedim. Herhangi bir davet muhakkak köşede de bir o kadar paran olmalı ki işler olmaksızın kendim kalkıp vakfa gittim. O zamanlar ters gittiğinde düzeltme imkânın olsun. Yani, eldeki vakfın başkanlığını Sayın Adnan BAŞDEMİR imkânlara göre insan hareket etmeli. İmkânından yapıyordu. Gittiğimde orda arkadaşlar durumu fazla olan işe girmek büyük risktir. Bu yüzden imkân anlattılar bizzat gözlerimle de gördüm gerçekten ve risk dengesini iyi kurmak lazım. Ticarete girmek güzel bir işle uğraşıyorlardı. sadece para ile mümkün değil. Beceri ve cesarette lazım. Cesaret de yerinde ve yeterince olmalıdır. Yüzlerce kişiye burs veriyorlardı ama dikkatimi Yüksek riskli işlere girip eldeki imkânları kaybedip çeken bir hususu söylemeden geçmeyeyim; orda çıkmaza girmek ticarette an meselesidir. Buna dikkat herkes üzerine düşen vazifeyi zevkle yapıyordu yani etmek lazım. Özellikle ticarette helale ve harama severek isteyerek yapıyorlardı. Yani hayırlı bir işle çok dikkat etmek gerek. Ticaretin rızkı ve bereketi uğraşmak insana gerçekten de huzur veriyor olmalı. burada. Faiz işinden de uzak durulmalı. Ticarete Bende vakıftan burs alan köyümüzün öğrencilerinin başlayayım dereken faize bulaşırsan ilerde ciddi burslarını karşılamaya karar verdim. Tabi o zamanki sıkıntılarla karşılaşmak kaçınılmaz oluyor ayrıca maddi imkânlar ile bu imkânsız gibi bir durumdu. bir bereketi de olmaz o işin. Şahsım olarak kredi Bu konuyu imkânları olan arkadaşlarımla görüştüm kartı kullanmam ailemde kullanmaz. Her ne ihtiyaç sağ olsunlar onlarda ellerinden geleni yapacaklarını olursa ücreti nakit veririm kesinlikle kredi kartına söylediler. Böylece kendi köyümüzdeki gençlerimize başvurmam. Her alanda bu konuya dikkat edilmeli. faydalı olacaktık. Ayrıca vakıftaki arkadaşların İşin bereketinin burada olduğunu unutmamak yüklerinin hafiflemesi adına imkânımız ölçüsünde gerek. yardımcı olacaktık ve bizde oraya destek olunca vakfın başka ihtiyaç sahibi öğrencilere ulaşmasına Siz gençlerde bu hususlara dikkat edin. vesile olacaktık. İmkânım ölçüsünde vakfa maddi manevi destek olamaya çalıştım. İlk olarak bir bursu karşılayabildim.O zamanlar imkânımız o kadarına yetiyordu. Allah’a şükür işlerim iyiye gittikçe zamanla Allah o sayıyı arttırmayı nasip etti. İnşallah Rabbim daha fazla öğrencinin bursunu karşılayabilmemi nasip eder. 17


GELENEKSELLEŞEN İZMİT GEZİMİZ İzollu vakfı bursiyerleri ve yönetim kurulu üyelerimizden bazılarıyla İzmit Yuvacık’a huzurlu bir gezi yaptık. İzollu vakfı bursiyerleri ve yönetim kurulu doldurulmuş küçük jelatin veya plastikten toplardan üyelerimizden bazılarıyla İzmit Yuvacık’a huzurlu bir oluşan mermiler kullanan silahlarla belli bir parkur içinde oynanan bir takım ve strateji sporudur. gezi yaptık. Oyunun amacı ise verilen görevi gerçekleştirmektir. İzollu vakfı üyeleri ve öğrencileri ile hem kaynaşmak Buna "senaryoyu uygulamak" denir. Amaç belli bir hem de iyi vakit geçirmek adına hoş bir gezinti süre içinde karşı takımın kalesindeki bayrağı ele yaptık. Sabah erkenden çıktığımız yolculuğumuz geçirmek, bir rehineyi kurtarmaktır.Bizde bu kuralları yaklaşık iki saat sürdü. Yuvacık’a vardığımızda öğrendikten sonra guruplarımızı oluşturduk. bizleri doğayla iç içe nezih bir mekan karşıladı, saat Hararetli ve heyecanlı bir şekilde oyunumuzu henüz erken olduğundan öncelikle, hoş sohbetli oynadık. Gerçekten soluk soluğa ,bir saniyesinde samimi bir kahvaltı yaptık. Bu kahvaltı öğrencilere bile sıkılmadan oynadığımız bir oyundu. Gerçek aynı masada birbirlerini daha yakından tanıma olmadığını bilsek de bedenimize bir mermi isabet imkanı sağladı. Kahvaltımızı yaptıktan sonra biraz edeceği düşüncesi tabi ki bizleri biraz korkuttu tesisde vakit geçirdik daha sonra paintball oynama ancak oyunun verdiği keyifden az olan bir korku hazırlıklarına başladık öncelikle paintball oyununun olsa gerek,tutkuyla oynamaya devam ettik. ne olduğundan ve nasıl oynandığından bahsedelim biraz. Bizde her ne kadar oyunda kaybetsek/kazansak da yeni arkadaşlıklar kazanmış olmanın sevinciyle Paintball son 20 yıldır yaygın bir biçimde oynanan paintball alanından ayrıldık. Bu tesisden ayrılıp tekrar yola koyulduk ,yolda şarkılar ,türküler açıp oyuncuların rakip takım oyuncularını içi boya ile yolculuğumuzu daha eğlenceli hale getirdik ve 18


trekking yapmak üzere başka bir alana geldik. Trekking doğa yürüyüşü demektir. Bu zorlu yürüyüşün bitiminde, yolun sonunda bizleri, sıcak bir bardak çay bekliyordu. Çayımızı güzel bir sohbet eşliğinde ve o yorgunluğun verdiği keyifle içip tekrar yola koyulduk, akşam yemeği için başka bir mekana gittik. Gittiğimizde köfte ekmeklerimiz çoktan hazır edilmişti, yorulmuşluğun verdiği etki mi yoksa gerçekten yapanın el lezzeti mi bilmiyorum ama çok lezzetli geldi. Hele ki daha sonra yediğim ateşte kızarmış ekmek üstüne tereyağı, bal, hayatımda yediğim en iyi lezzetlerden biriydi. Orada da hoş sohbet ve muhabbet ettikten sonra artık evlerimize dönmenin vakti gelmişti. Bu harkulade geziden zihinlerimizde çok hoş manzaralar kaldı ve herkes için güzel bir gün yaşandı. Gerçekten düşünenin ve Mekan çok güzeldi, insanın sık sık bu şekilde doğayla emeği geçen herkesin takdir edilmesi gereken zevkli baş başa güzel bir gün geçirip rahatlaması gerekiyor. bir gezintiydi. Bu gezintiyle ilgili öğrencilerimizin görüşleri ile başbaşa bırakalım sizleri: Ümmügülsüm Özbaysar-İkizpınar Köyü(Hukuk Fakültesi): Yeni arkadaşlar edinip üstüne bide gün Zeynep Dursun-Mahmutdursun Köyü(Hukuk boyu eğlendiğimiz, yeni heyecanlar denediğimiz, Fakültesi): Gezi gerçekten çok güzel ve başından sonuna kadar nasıl geçtiğini anlamadığım eğlenceliydi,tekrarlarını bekliyoruz.Çok samimi ve bir geziydi. Bizler için ne kadar uğraşıldığı gezi sıcak bir ortamdı. Bizleri motive etti. boyunca gerçekleştirilen etkinliklerde kendini gösteriyordu. Yeni katıldığım bu vakıfta ilerleyen Ayşegül Akdeniz-Erdemli Köyü(sosyoloji): Böyle zamanlarda olacak yeni etkınlikleri sabırsızlıkla güzel şeylerin kaynaşmak adına her daim yapılması bekliyorum. gerektiğini düşünüyorum. Emeği geçen herkese teşekkür ederim.

19


BİR AVUÇ TOPRAKTAN BİR YIĞIN DUVARA Bir parça köy ekmeği yiyip mutlu olan insanla,lüks akşam yemekleri yiyip mutsuz olan insan arasında sadece bir bakış açısı ve düşünce farkı vardır. Bizler için hazine, sadece madeni paralar, üzerinde sayılar yazan kağıt parçaları olmamalıdır. Bizler için hazine ancak ve ancak biz olmalıyız. Bir parça köy ekmeği yiyip mutlu olan insanla,lüks akşam yemekleri yiyip mutsuz olan insan arasında sadece bir bakış açısı ve düşünce farkı vardır. Bizler için hazine, sadece madeni paralar, üzerinde sayılar yazan kağıt parçaları olmamalıdır. Bizler için hazine ancak ve ancak biz olmalıyız.

Bir parça köy ekmeği yiyip mutlu olan insanla,lüks akşam yemekleri yiyip mutsuz olan insan arasında sadece bir bakış açısı ve düşünce farkı vardır. Bizler için hazine, sadece madeni paralar, üzerinde sayılar yazan kağıt parçaları olmamalıdır. Bizler için hazine ancak ve ancak biz olmalıyız. Ben kocaman bir apartmanda oturup da karşı komşumu tanımıyorsam, üst katımda kim oturuyor bilmiyorsam problemi kendimde de aramalıyım. Acaba bizi bu Taşkentlere sürükleyen rüzgar, bizlerden neleri söküp aldı da bu denli değerlerimizi yitirdik, bağlarımız koptu? Aslına bakarsanız içinde bulunduğumuz zaman da mesele sadece şehirlerimiz için geçerli değil. Köylerimiz kasabalarımız için de geçerli. Bu köyde yaşayan insanlar genelde karşı köyde yaşayanları sevmiyor. Peki sebep? Bu köyle karşı köyü ayıran tek şey çoğu zaman bir dere. Kalplerimizi bu ayrılığa koyan, bizi alıp götüren bir dere olamaz değil mi? Bir parça toprak kavgası mı? Oysa ki toprak sıcaktı, insana sevmeyi, umut etmeyi, kendinden ödün vermeyi öğretmekti amacı. Toprak analarımıza benzetilirdi tarih boyunca, hep verir, hep doyurur darılmazdı bizlere..

Hepimiz kendimizi şehir hayatının kollarına bırakmış,bir koşuşturmacadır gidiyoruz.Peki bizleri yıllar öncesinde köylerimizden alıp,memleketimizden koparıp,bu Taşkentlere getiren,savuran rüzgar neydi?Eskiden küçücük köylerindeki toprak evlerinde,sıcacık yaşayan insanlar,şimdilerde kocaman taş duvarlar arasında neden yalnızlık çekiyor?Sizce de bu işte bir gariplik yok mu? Oysa ki çoğumuzun en büyük temennisi bunların bizi yüceltip,mutlu etmesiydi.Çocuklarımızı,eşlerimizi bu koşuşturmacanın içerisine belki isteyerek belki de istemeden bırakıyoruz.İstikbal sadece göklerde değil,bir de köklerdedir.İnsan hiçbir zaman kökünü yani nereden geldiğini unutmamalıdır ve aynı zamanda nereye gideceğini de. Bizleri alıp şehirlere savuran bu rüzgar, kim bilir birgün köylerimize doğru da savurabilir. Taşkentlerin soğuk esintisi yerini, toprağın sıcak kokusuna bırakabilir. İnsanoğlunun gözünü de ancak o sıcak toprak doyurur. Şimdi bizlerin kendimize sorması gerekir: Eskiler yokluk içinde de olsa neden bu denli mutluydu?Bizleri bu varlıkda mutsuz eden şey ne? Bizi yoktan var edene elimizdeki bu varlığa rağmen, şükürlerimiz mi azaldı, şükretmeyi mi unuttuk? Yoksa kanaat etmeyi mi ?

Sayın okur mesele ne toprak, ne dere, ne de taş duvarlardı. Biz yıllarca sorunu onlar sandık, onların maddiyatını aldık manevi olan kalbimize koyduk. Manevi bi şey maddi olan bir şeyi bu denli kaldıramazdı, kaldıramadı da.Hiç dönüp de kendimize bakmadık. Anadoludan kopup gelmiş bu yürekler bizlere içten içe ne anlatır? Çocukken ne derdi yüreğim, şimdi ne der? Suyun toprağa karışması gibi değil, iki suyun birbirine karışması gibi kavuşmak ister maneviyata yürek. Yani ki insan yoktan var edilebildiği gibi,onu yaradanın sahip olduğu tüm varlıkları bi anda yok edebileceğini de unutmasa,her daim bunu bilerek yaşasa, neyedir bu senlik benlik kavgası, düşünür durur. Ben şimdi sizlere az da olsa düşündürdüysem, ne mutlu bana. Sahi neyedir bu, senlik benlik kavgası? İrem AKDENİZ 20


EMEK ve TECRÜBEYE SAYGI: KILIÇ USTASI SENCER AĞA Saçı sakalı ağarmış olan Sencer Ağa tam bir kılıç ustasıydı. Kurduğu atölye hem bir üretim yeri hem de bir okuldu. Sencer Ağa oturduğu geniş minderden kalfa ve çıraklarının çalışmalarını dikkatle izliyordu. Harlı fırında korlaşan çeliğe şekil veren genç eller, ustaları Sencer Ağa’nın öğretisini yansıttıkça yaşlı kılıç ustası keyifleniyor, uzun yıllar yanında çalışan genç insanlara mesleğinin inceliklerini öğretmenin mutluluğunu yaşıyordu. Bilmekteydi ki bu dünyadan göç ettikten sonra bile ustalığı bu genç insanlarda yaşadığı

Diğer tamirlerden farklı bir yöntem uygulayacağım. Hem pahalı, hem de biraz riskli. Kabul eder misin? Genç savaşçının yüzü, ustanın sözleriyle aydınlandı. - Razıyım, yeter ki kılıcım istediğim gibi olsun, dedi. Sencer Ağa, kılıcı oturduğu minderin altına yerleştirdi, oturuş biçimini değiştirerek ve farklı hız ve ritimlerle iki kez oturup kalktı. Genç adam, şaşkınlıkla ustanın ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışıyordu. Usta, kılıcı kendisine uzattı. Kılıç düzelmişti. Genç adam, kılıcına şöyle bir baktı, havaya savurdu. Dengesini hissetti ve rahatladı. - Ne kadar ödeyeceğim? Usta, sakalını sıvazladı, kendinden emin bir tavırla: - On altın akçe, dedi. Genç adam şaşırdı, sonra birden hiddetlendi:

- Ama usta, yapılan işin tamamı iki darbe. Bu parayla yeni sürece ismi de kendisi de yaşayacaktı. bir kılıç alınır! On akçeyi ödemek istemiyorum. Hem bu Sencer Ağa bu düşüncelere dalmışken genç bir savaşçı kadarını ben de yaparım. Ne emek ne de sermaye harcadın. kılıç atölyesine telâşla girer. Atölyede çalışanlar yoğun çalışmalarına devam etmekteydiler. Başlarını işlerinden Sencer Ağa sakince genç adamı dinledi. Kılıcı tekrar şöyle bir kaldırıp müşterilerine saygıyla baktılar ve tekrar minderin altına koydu. Eski yamuk hâline getiren iki işlerine geri döndüler. Genç savaşçı, bu davranışlardan darbeyi oturup kalkarak vurdu. Kılıcı tekrar savaşçıya uzattı. muhatabının yaşlı usta olduğunu anlamıştı. Ona doğru yöneldi. Sencer Ağa’ya saygıyla yanaştı: Genç adam, bu sefer daha çok kızdı. - Son cenk çok zorluydu, dedi yamulan kılıcını göstererek. “Ben de yaparım” diye düşündü. Kılıcı hırsla çekip aldı. Sonra da; Yandaki konuk minderine oturup iki darbelik oturdu ve kalktı. Sonra muzaffer bir komutan edasıyla minderin - Tezden kılıcımı tamir ettirmek istiyorum, dedi. altındaki kılıcı çekti. Gözlerine inanamadı. Ata yadigârı kılıç ortadan ikiye bölünmüştü. Çaresiz gözlerle Sencer Ağa’ya Sencer Ağa, gönyesi bozulmuş kılıcı dikkatlice aldı; döndü. bir uzaktan bir yakından, farklı farklı açılardan küçük dokunuşlarla defalarca inceledi, inceledi. Genç adam, Usta, savaşçıya: bu uzun tetkik sürecini sessizce bir kenarda izlerken, bir - Ödemeni istediğim bedel iki darbe değil, 40 yıllık birikimdi taraftan Sencer Ağa’nın yüzünden bir şeyler anlamaya, evlât, dedi. diğer taraftan da sabırsızlığını göstermemeye çalışıyordu. AğıIda oğIak doğunca, derede otu biter. Oldukça uzun bir süre sonunda Sencer Ağa nihayet kılıcı (KaşgarIı Mahmud) minderin yanına koydu ve savaşçıya dönerek: - İş, ustalık gerektiriyor. 21


Doç. Dr İlhan ERDEM

İZOLLU İÇİN FARKINDALIK OLUŞTURAN İSİM DOÇ. DR. İLHAN ERDEM "Yine İzollu’nun tarihi, kültürü hakkında çalışmalar yapılmalıdır. Benzer çalıştaylar, paneller ve hatta sempozyumlar yapılarak ve bunlar yayımlanarak İzollu ile ilgili bir farkındalık oluşturulmalı ve bu değerler gelecek kuşaklara taşınmalıdır. Bu anlamda İzollu Vakfı gibi müstesna bir yapının varlığı değerlendirilmelidir. " Üniversitesi bünyesinde oluşturulan Yabancılara Türkçe Öğretimi Merkezi (İnönü- TÖMER) müdürlüğünü de yürütmekteyim.

"Yine İzollu’nun tarihi, kültürü hakkında çalışmalar yapılmalıdır. Benzer çalıştaylar, paneller ve hatta sempozyumlar yapılarak ve bunlar yayımlanarak İzollu ile ilgili bir farkındalık oluşturulmalı ve bu değerler gelecek kuşaklara taşınmalıdır. Bu anlamda İzollu Vakfı gibi müstesna bir yapının varlığı değerlendirilmelidir. "

Akademisyenliğe nasıl başladınız? Bu mesleğin olumlu ve olumsuz tarafları hakkında bilgi verir misiniz?

İzollu Bent Köyü'nden Doç. Dr. İlhan Erdem’le akademik kariyerini ve İzollu için yapılan akademik çalışmaları Akademisyenlik benim için hep bir hayaldi. konuştuk. Üniversiteyi bitirdiğimde öğretmenliğin benim için ideal olmadığının farkına vardım. Kendini yenilemek Bize kendinizi tanıtır mısınız? ve yeni hedefler oluşturmak için akademisyenliği tercih ettim. Çünkü akademisyenlik öğretmenliğin 1970 doğumluyum. Kale Bent köyündenim. İlk orta tersine dinamik bir süreci ifade eder. Araştırmak, ve lise tahsilimi Malatya’da yaptıktan sonra Balıkesir soruşturmak ve ilerlemek akademisyenliğin temelini Necatibey Eğitim Fakültesinde Türk Dili ve Edebiyatı oluşturduğu için benim hayat tarzıma uygundu. Öğretmenliği bölümünden 1992 yılında mezun oldum. Akdemisyenliğin sadece akademik ilerleme olarak Aynı yıl Hekimhan Lisesinde öğretmenliğe başladım. algılanmasının doğru olmadığı kanaatindeyim. 1994 yılında Malatya İmam Hatip Lisesine tayin oldum. Akademik çalışmalarla birlikte dünyayı algılamanızda, 1996 yılında İnönü Üniversitesi Eğitim Fakülesi Türk sorunlara bakış açınızda yaptığınız çalışmaların önemli Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği Bölümünde araştırma bir katkı sağladığını görüyorsunuz. Akademisyenlik bu görevlisi oldum. 2002 yılında doktoramı yapmak üzere anlamda insanın zihninde farklı ufukların açılmasına Gazi Üniversitesine görevlendirildim. 2007 yılında vesile oluyor. Böylelikle olaylar ve olgulara bakış açınız Türkçe Öğretmenliği alanında doktoramı tamamladım farklılaşıyor ve bu bakış açısını da insanlara hizmette ve tekrar İnönü Üniversitesine döndüm. 2009 yılında farklı şekillerde kullanabiliyorsunuz. Yardımcı Doçent ve 2014 yılında da Doçent oldum. Halen aynı görevde olup aynı zamanda İnönü 22


Akademsiyenlik uzun ince bir yolda ilerlediğiniz uzun soluklu bir süreçtir. Bu süreçte sabırlı olmanız, azimli olmanız gerekiyor. Bu azim ve sabrı göstermediğiniz zaman sıkıntılar yaşayabiliyorsunuz. Akademisyenliğin en zor taraflarından biri budur. Diğer zor bir tarafı da 365 gün 24 saat bu işle uğraşmak zorundasınız. Zaman sizin en önemli sermayeniz oluyor. Bu sermayeyi iyi kullanmak zorundasınız. Olumlu tarafından baktığınızda yukarıda da bahsettiğim gibi bu çalışmalar sürecinde kendinizi iyi yetiştirmek zorundasınız. Sadece akademik sorgulamalar değil sosyal, kültürel pek çok sorgulamalar yapıyorsunuz ve bu da sizin meselelere bakış açınızda ufuk açıcı oluyor. Zamanla meydana gelen bu birikimi de insanlara faydalı olmak maksadıyla kullanıyorsunuz.

Yine İzollu’nun tarihi, kültürü hakkında çalışmalar yapılmalıdır. Benzer çalıştaylar, paneller ve hatta sempozyumlar yapılarak ve bunlar yayımlanarak İzollu ile ilgili bir farkındalık oluşturulmalı ve bu değerler gelecek kuşaklara taşınmalıdır. Bu anlamda İzollu Vakfı gibi müstesna bir yapının varlığı değerlendirilmelidir. İzollu Vakfı’yla ilgili düşüncelerinizi de merak ediyoruz. İzollu Vakfı çok güzel hizmetler yapmaktadır. Bu vakfın en güzel tarafı da kucaklayıcı bir anlayışla başka hiçbir gizli gündeme ihtiyaç duymadan İzollu’ya hizmet etmesidir. Böyle olduğu için de yıllardır istikrarlı bir şekilde hizmetlerine devam etmektedir. Bu tür yapılarda istikrar çok önemlidir. Bu istikrarı da vakfın felsefesinde görüyoruz. Bu anlamda yaptığı ekonomik katkı tabii ki inkar edilemez. Yıllardır verdiği burslarla pek çok hemşehrimizin eğitimine katkı sağlamış ve iftiharla değinmek gerekir ki burs alan pek çok bursiyerin burs vermeye başladığı bir yapı oluşturulmuştur. İzollu Vakfının yaptığı işleri sadece ekonomik katkı olarak düşünmeyip sosyal ve kültürel bir ağ oluşturmasını ve insanlara hizmette bir farkındalık oluşturmasını da değerlendirmek gerekiyor. İzollu ile bağınız devam ediyor mu? Bir ilçe olarak Kale’ye bakışınızı da öğrenmek istiyoruz.

Biz sizi Malatya’da kültürel pek çok organizasyonda görüyoruz. Sosyal sorumluluk anlamında ne gibi görevlerde bulundunuz? İnsan belli bir noktaya ulaştığında sosyal sorumluluğunun da bilincinde olması gerekiyor. Toplum olarak sosyal, kültürel anlamda mesafeler katetmemiz gerektiğine inanıyorum. Bu noktada da topluma faydalı olacağımı düşündüğümden çeşitli sosyal projelerde zevkle görev alıyorum. Çeşitli STK’lar ve belediyelerle gerçekleştirdiğimiz pek çok projemiz oldu. Malatya’da ilk defa bir STK’nın düzenlediği eğitimle ilgili bir sempozyum yaptım. Farklı projelerde alanımla ilgili kurslar, seminerler, jüri üyelikleri, çalıştaylarda görev aldım ve alıyorum. En son Kasım ayında Yeşilyurt Belediyesiyle Sezai Karakoç’la ilgili geniş katılımlı ve çok verimli bir sempozyum yaptım.

Yukarıda da belirttiğim gibi ben Bent köyündenim. Ama şehirde doğduk ve büyüdük. Buna rağmen köyle irtibatımız hiç kesilmedi. Annem babam yıllardır kışın Malatya’da yazın köyde yaşıyorlar. Daha çok kaysıcıklıkla uğraşıyorlar. Gerek öğrenciyken gerekse öğretmen ve akademisyen iken yazları mesaimiz uygun olduğu için hiç köyden kopmadım. Her yaz gidip köy işleriyle uğraşmayı bir geleneğe dönüştürdüm. Köyde geçirdiğim günler benim için çok özel günler oluyor. Bildiğiniz gibi mesleğimiz gereği daha çok zihnen yorulan insanlarız. Zihinsel yorgunluğu atmanın en güzel yolu fiziksel aktivitelerde bulunmaktır. Bu anlamda köy işleri fiziksel olarak yorgunluk vermesine rağmen zihni dinlendirmek için çok güzel fırsatlar veriyor ve ben de bu fırsatı kaçırmıyorum. Doğayla beraber olmak çalışarak, çabalayarak üretici konuma geçmek müthiş bir manevi doyum sağlıyor. Özellikle kaysıyı dalından indirmek, onları toplamak, taşımak ve islim

Bu çalışmalar kapsamında BİLSAM derneğiyle beraber hazırladığımız Kale raporuna da özellikle değinmek isterim. Kale’nin sosyal, kültürel ve ekonomik envanterini çıkarmak için bir rapor hazırlandı. Bu rapor doğrultusunda Kale ilçemizde bir çalıştay düzenledik. Bu çalıştayda muhtarlarımızdan vatandaşlarımıza, bürokrasiden siyasetçilerimize kadar pek çok kişinin görüşü alındı. Yapılan bu görüşmeler daha sonra raporlaştırılarak yayımlandı. Benzer çalışmaların zaman zaman yapılarak Kale’nin gelişim serüveni, sorunları, bu sorunlara çözüm önerileri değerlendirilerek dinamik bir süreç oluşturulmalıdır.

23


damında kükürtlemek yorucu olmakla beraber zevk veren bir süreçtir. İslim damının kokusunu teneffüs etmek, yorgunluktan mecalsiz vücudunuzu toprağa bırakıp bütün zihni melekelerinizden vaz geçip tabiatla başbaşa olmak özellikle de artık yavaş yavaş akşam olup berrak gökyüzünde yıldızlarla buluşmak tarifi imkansız duygular yaşatıyor insana.

Sosyolojik anlamda şehirleşmede o şehrin mimarisi, kültürü ve sosyal hayatı yeniden şekillendiği için modern zamanlara ve kadim medeniyetimize uygun bir şehirleşmeyi de gerçekleştirmek gerekiyor. Bu anlamda İzollu Vakfı gibi yapıların ve bizlerin bu süreçte daha aktif olup bu yapılanmanın sağlıklı yürümesinde üzerimize düşen görevi yapması gerekmektedir.

Kale ile ilgili düşüncelerime gelince malumunuz Kale, yeni şehirleşmeye başlayan ve henüz bu süreci tamamlamamış bir ilçemiz. Kentsel dönüşümle beraber şehirde aynı zamanda sosyolojik anlamda da şehirleşmenin gerçekleşmesi gerekiyor. Bu açıdan baktığımızda hem bir kent merkezi oluşturmak ve aynı zamanda sosyolojik anlamda şehirleşmek için bu fırsatın iyi değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Bu röportaj ve samimi duygularınızı bizimle paylaştığınız için çok teşekkürler. Bana bu fırsatı verdiğiniz için ben sizlere teşekkür ediyor, çalışmalarınızda başarılar diliyorum.

24


Memleketimizi Ne Kadar İyi Tanıyoruz ? Hepimiz memleketimiz sorulduğunda göğsümüzü kabartarak “ Malatya İzolluluyuz ” demekteyiz. Ama genel olarak memleketimizle ilgili bildiklerimiz, gördüğümüz veya duyduğumuz bilgilerle sınırlı kalmakta. Aşağıda İzollu ile ilgili bazı istatistik detaylara yer vererek hemşehrilerimizi daha fazla bilgi sahibi yapmayı amaçladık. Bu yüzden İzollu sevdalısı hemşehrilerimiz için bazı bilgiler derledik. * İzollu’nun yüzölçümünün ortalama 192 km², ortalama yükseltisinin 722 metre olduğunu, * İzollu’nun matematik konum olarak 38 Kuzey enlemi ve 38 Doğu boylamının kesişim noktasında yer aldığını, * İzollu’nun yıllık ortalama sıcaklığının 14° civarında ve yağışların mevsimsel dağılımlarına bakıldığında kış ve ilkbahar yağışlarının eşit olduğunu, * En fazla yağışın nisan ayında en az ise temmuz-ağustos ayında düştüğünü ve bu iklimsel özellikler ile ilçemizin Malatya’da en ılıman iklime sahip bölge olduğunu, * Malatya’nın 20 Nisan 1984 anayasası 89. maddesi ile il, İzollu’nun da merkeze bağlı nahiye olduğunu, * İzollu, nüfusundaki artış ile yaşanan eğitim, ekonomi, turizm, sosyal hayattaki gelişmelere bağlı olarak ilçe seviyesine ulaştığını ve 1990’da 3644 sayılı kanunla ilçe olarak “Kale” adını aldığını, * İzollu’da resmi olarak 28 köy olduğunu, * En son verilere göre İzollu’da ikamet eden nüfusun 5975 olduğunu ve bu nüfusun; 2826’sını erkeklerin, 3149’unu kadınların oluşturduğunu, * Her haneye ortalama 3,34 kişi düştüğünü, * 80-84 yaş aralığında 192 kişinin, 85-89 yaş aralığında 51 kişinin ve 90 yaşın üzerinde ise 26 kişinin yaşadığını, * İzollu’da ikamet eden nüfusa kayıtlı olduğu ile göre en fazla Adıyamanlı (119 kişi), Elazığlı (91 kişi) ve Bingöllü (90 kişi) olduğunu, * İzollu’da son yıllarda dış göçlere bağlı olarak genç nüfusun azaldığını ve yaşlı nüfusun giderek arttığını, * Son yayımlanan verilere göre 64 doğuma karşılık 65 ölüm gerçekleştiğini ve bu ölümlerin %20’sinin 65-74 yaş arası, %60’ının 75 yaş üstü kişilerden oluştuğunu, * İzollu’da okuma yazma oranının %85’in üzerinde olduğunu, * İlçemizde 4’ü ilkokul, 4’ü ortaokul, 1 lise olmak üzere toplam 9 okul ve yükseköğretim düzeyinde İnönü Üniversitesi Kale Turizm ve Otel İşletmeciliği Meslek Yüksekokulu olduğunu, * Bu okullarda 220’si önlisans düzeyinde olmak üzere toplam 1123 öğrencinin eğitim gördüğünü ve 92 eğitim görevlisi olduğunu, buna karşılık ortalama her 12 öğrenciye 1 eğitim görevlisinin düştüğünü, * İzollu’da tarımda kullanılan temel makine olarak 336 adet traktör, 194 adet pulluk, 185 adet römork bulunduğunu, * İzollu’da tarım yapılan ortalama 570 hektar tarımsal alan bulunduğunu ve bu tarımsal alanların 490 hektarının her yıl işlendiğini, 50 hektarının nadasa (dönüşümlü ekim) bırakıldığını ve 20 hektarını ise sebze bahçelerinin oluşturduğunu, * İzollu’da her yıl ortalama 10.000 tonun üzerinde kayısı üretimi yapıldığını ve üretilen kayısının kurutularak bölge halkının temel geçim kaynağını oluşturduğunu, * Kayısıdan sonra en fazla tahıl olarak yonca (1290 ton), buğday (769 ton), meyve olarak domates (265 ton) ve salatalık (160 ton) yetiştirildiğini, * Ayrıca 77 ton dut üretimi yapıldığını ve üretilen dutların İzollu’nun meşhur dut pekmezinin yapımında kullanıldığını biliyor muydunuz... Murat AKDENİZ, Sultan KIRAN KAYNAKÇA: http://www.tuik.gov.tr/ilGostergeleri/iller/MALATYA.pdf , www.mgm.gov.tr Not: Yukarıdaki eğitim istatistikleri 2016 yılı güncel verileri olup diğer bilgiler TUİK’in 2013’te yayımladığı en güncel resmi verilerden alınmıştır. Ayrıca desteklerinden dolayı Kale Belediyesi, Kale Kaymakamlığı ve Kale İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’ne teşekkürlerimizi sunarız.

25


MALATYA’DA BİR CENNET KÖŞE: İZOLLU FIRATIN GÖZBEBEĞİ KALE

“Fırat pürüzsüzdü. Oradan karşıya geçen hiçbir kral yoktu.” “MÖ 8.yy İzoli Yazıtından”

çevresinin 2. Karakteri ya da yükselen burcu Mezopotamya kültürüdür.çünkü İzollu Anadolu kültürü ile Mezopotamya kültürünün karşılaştığı yer olmuştur.

Kadim Malatya şehrinin doğuya açılan ana kapısı olan Kale İlçesi (İzollu), buradan geçenleri kendine hayran bırakacak güzelliktedir. İlk defa görenlerin dikkatini çeken bu egzotik coğrafyanın kaysı bahçeleriyle süslü şirin ovası, bir deniz havası veren Karakaya baraj gölü ve Torosların devamı sayılan heybetli dağlarıyla görülmeye değer bir yerdir.

Kale (İzol) kuzeyi güneye, doğuyu batıya bağlayan bir düğüm noktası üzerinde bulunur. Fırat nehrinin doğu ile batıyı birbirinden ayırması, İzollu’ya stratejik bir önem kazandırmıştır. Yukarı Fırat bölgesinde İzollu, Fırat'ın geçilmeye elverişli olduğu bir kaç yerden birisidir.

Malatya ve çevresindeki geniş coğrafyada en eski yerleşim yerinin Kale’de Cafer höyük (yerel dilde Caferân) olduğu kabul edilmiştir. Günümüzden 9000 yıl öncesine tarihlendirilen Caferan Fırat nehrinin kenarında şirin kadim bir köy idi. Caferan Doğu Anadolu çanak çömleksiz Neolitik çağı konusunda teferruatlı bilginin elde edildiği tek kaynaktır. Caferan’dan çıkan kadın heykellerinin benzeri MÖ 6500 yıllarına tarihlenen Çatalhöyük’te (Konya) çıkmıştır.

Kuzey- Güney/ Mezopotamya- Anadolu, Müslüman AraplarBizans, İran- Yunan vb. sahaların kavşağında olmak her zaman iyi olmamıştır. Çünkü kültür ve halkların savaşlarında fatura yine bu coğrafyaya kesilmiştir. Malatya dünya tarihinde en çok yakılıp yıkılan şehirlerden biri olmuştur. Bir yönüyle de Malatya ve çevresinin dolayısıyla İzol’un tarihi daha çok bir sınır şehri tarihidir. Hâkimiyet kuranlar bölge coğrafyasına daha çok savunma ağırlık1ı olarak önem vermişlerdir. Bu da ikinci olumsuz durumdur. Bir sınır şehri olma hali Osmanlı dönemiyle sona ermiştir. Moğol mezalimi başladığında saldırıya açık olan yerler boşalmıştı. İzolluda da ciddi bi savunma yapacak tabii kale yoktu. Bu durum XIII. Yy.daki ıssızlaşmayı ve kültür yozlaşmasını açıklar.

Kernek meydanında Malatya müzesinde caferan’dan çıkan tarihi eserlerin tanıtıldığı kısmı bir göz atmanızı öneririz. Caferan köyü Pirot köyünün (Kıyıcak) hemen yanındaydı. Ne yazık ki burası da Pirot ile beraber sulara gömülmüştür. Fırat ile aynı paylaşan Pirot un kaderi birbirine benzer. Fırat en tatlı kavisini aldığı yerde baraja dönüştürülmüş, pirot ise yer değiştirmiştir. Uzun dönem Hititlerden sonra Asur, Hurri-Mitanni, Urartu, Med, Pers, Roma, Bizans, Emevi, Abbasi, Selçuki, Danişmend, Dulkadir (Zül’l-Qadir) ve Osmanlı dönemine şahit olan Kale ilçesinin asıl karakterini Hatti (Hitit) kültürü oluşturmuştur. “Şam (Suriye) ülkesinin mahallesi” sayılan Malatya ve

“Tumeiski önünde askerlerimin önünde karşıya geçtim.” İzoli yazıtından”

Hüseyin Çetiner, Malatya, Malatya 1993, s. 8. Fırat ismi Sümerce ‘Buranunu’dan gelmiş olmalıdır. Âsur dilinde Purattu, İbranice’de Perat, eski Fars dilinde Ufrâtu, Orta Farsçada Frât biçiminde geçer. Batı dillerinde ‘Euphrates’ olarak geçer. Fırat kenarındaki ‘Pirot’ (Kıyıcak) köyü ismini Fırat’tan almış olmalıdır. Bkz. Metin Tuncel, TDV İslam Ansiklopedisi, c. 13, Fırat maddesi, s. 31. Temel Britannica, İst. 1993, c.12, s. 20 Turgut Yiğit, Tarih Öncesi Ve Hitit Döneminde Isuwa Bölgesi, s. 243. İsuwa günümüzdeki Elazığ ve civarıdır.

26


Tomeiski kalesinden İzollu Manzarası

TARİHİ YER ADLARI Osmanlı sadrazamı Melek Ahmed Paşa (v. 1662)’nın önünde el bağlamayan İzoli Kürtleri” Evliya Çelebi Seyahatnamesinden Kale ilçesi eski metinlerde İzol/ İzoli olarak geçer. İzol yalnızca Fırat’ın Malatya değil Elazığ Baskil tarafı için de kullanılmıştır. Buna göre Fırat’ın her iki yakası da İzollu’dur. İsmin İzol aşiret isminden gelmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Osmanlı arşivlerine göre İzol aşireti 16. Yy. da göçebe olarak Erzurum’da yaylayıp, kışın Diyarbakır’da kışlamaktaydı. Daha sonra Malatya’nın Çobaş /Cubas nahiyesinde sakin İzollu Aşireti olarak bahsedilmektedir. Yine İzol aşiretinin bir kısmı Kömri nahiyesine (Kömürhan) bağlı görünmektedir. Miladi 1560 yılında yazılmış tahrir defterinde, Baskil’e bağlı İzollu köyünden bahsedilmektedir. Birgün Kale’nin belki de Baskil’in bir “dağ” köyüne yolunuz düşerse sakinlerinin aşağıdaki, yani Fırat ve civarı için “İzol” ismini hala kullandığına tanık olabilirsiniz.

İzollu da görülmeye değer yerlerden biri de Kömürhan’da Urartulardan kalma halk arasında adı Tümmi Şıkke olan Tomisa kalesidir. Kömürhan dinlenme tesislerinde meşhur kavurmadan tadarken Fırat nehrine küsmüş gibi duran Tomisa harabelerini görebilirsiniz. Fırat’a Hakim bir tepe üzerinde kurulan Tomisa kalesi bir Urartu uç kalesiydi.

İlçenin ismini aldığı Kale köyü W. Ramsay’ın eserinde‘Korne/ Corne’ olarak geçer. Bu bölgede adı geçen bazı kaleler Anadolunun en eski dili Luvi dilini yahut Hatti dilini hatırlatır: Abissa, Analiba, Tomisa, Meteita, Sasi gibi.

Yunan tarihçi Strabon’un (MS 21) ifadesine göre Melitene (Malatya) Kommagene’ye benzer. Çünkü her tarafında meyve ağaçları vardır. Üzümü Yunan şarabı ile rekabet eder. Melitene Sapnane’nin karşısında kurulmuştur. Kommagene ile arasında Euphrates (Fırat) nehri akar. Uzakta nehrin karşı kıyısında ‘Tomisa’ adlı önemli bir kale vardır.

16 yy. Osmanlı döneminde İzollu “Cubas” nahiyesine bağlıdır. Cubas günümüzde İzollu ile birlikte Pötürge’nin bir kısmı ile Malatya’ya kadar olan toprakları içine alıyordu. Cubas Nahiyesinin köyleri: Kara Mihmadlu, Bekirge/ Pökürge, Furucı (Fırıncı), Tilayit, Sevserek (Yaygın), Kara depe, Sahrınç, Abori, İrsini, Henadi (Gülenköy), Mermerik, Herekö, Tango (ikizpınar, Bent), Dumuti, İspendere, Nehrin, Germüri, Kasrik (Tepeköy), Şugurni, Yenice, Merepusi, Kozluk, Sergir, Uzun Oğlan, mezra-i Bulğuri (bulgurlu), mezra-i Postek Bağı, Meydancık, Teküder-i Sufla, Hormengi, Telli, Almalu, Salaklu, Gavanis(Kamıştaş), Haznedüz, Mağruni, Zarato, Bahri(Erenli), Kamuşlu, Samiti, Selvi, Aksekü, Day Köyü, Çörtek, Kamili, Veski, Kara Pusi.

Tomisa, Urartu kralı II. Sarduri’nin zaferini ebedileştirmek için İzollu’da Kömürhan mevkiinde yaptırdığı “İzoli Yazıtı”nda geçen 9 büyük kaleden biridir. Araştırmalara göre Tomisa civarında kadim bir şehrin var olduğu tespit edilmiştir. Ne var ki Fıratın kenarındaki Tumeiski / Tomisa da baraj altında kalmıştır. Kömürhan mevkiinde olan kaledir. Strabon, Antik Anadolu Coğrafyası (Geographika), XII, XIII, XIV, Çev. Adnan Pekman, İstanbul, 1993, s. 3.

5 6

Yine İzol topraklarının bir kısmını içine alan Kömi nahiyesi (Kömürhan) yerleşim yerleri: Sarsuk, Ribat-ı Kömi, Kazazi, Tortoni, Porsudun, Gürhane, Bahtı, İzoli, Mis. 9 kaleyi o ülkeden ayırıp kendi topraklarıma kattım: Huzani, Yaurahi, Tumeişki, Wasini, Aruşi, Maninui, Qulbitarrini, Taşe, QueraTaşe, Meluiani.

15 Ocak 1909 tarihli Tango köyü, Mezra Abdurrahm ’dan Bekir Be an Bey’in Mal gzâde atya sancağ ına hitaben bir yazısı

Mehmet ÇETİNKAYA

Kömürhan Köprüsü

27


Vasip ŞAHİN İstunbul Valisi

İSTANBUL'A KAR YAĞDIĞINDA ÖĞRENCİLERİN TWİTTER'DAKİ AMCASI :VASİP ŞAHİN

"Sizin de eğitim alanındaki hassasiyetiniz, burs teşvikleriyle gençlerimizi geleceğe hazırlama konusunda çok önemli bir yardımdır. Bu tarz çalışmalarınızın devamını diliyorum elbette." 1987 yılında bir yıl süre ile İngiltere'de inceleme "Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar; ve araştırmalarda bulundum. Daha sonra sırasıyla; Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar. Kastamonu - Küre, Malatya - Pütürge ilçelerinde İçimde tüten bir şey; hava, renk, eda, iklim; kaymakamlık, Muş Vali Yardımcılığı, Bolu - Mudurnu, O benim, zaman, mekan aşıp geçmiş sevgilim." İstanbul için yazılmış binlerce şiirlerden sadece bir Ankara - Kızılcahamam ilçelerinde kaymakamlık ve dörtlük yazan mısralar. Dünya kenti olması tüm Düzce'de Vali Yardımcılığı yaptım. dikkateleri üstünde topluyor İstanbul'un. İşte bu kadar kutsal bir şehrin valisi olmak ayrı bir önem 2003 yılında İçişleri Bakanlığı Hukuk Müşaviri ve arzediyor. İzollu Vakfı dergisi olarak Malatya'da valilik Sivil Savunma Genel Müdürlüğünde Daire Başkanı yapmış olup şuan İstanbul'da Vali olarak görev yapan olarak görevde bulundum, Eylül 2005 - Ağustos Sayın Vasip Şahin Bey'in makamına misafir olduk. 2008 tarihleri arasında İller İdaresi Genel Müdür Bu kadar yoğunluk içerisinde bizlere zaman ayırarak Yardımcısı, 5 Ağustos 2008 tarihinden itibaren ise röportaj isteğimizi geri çevirmediğinden dolayı İller İdaresi Genel Müdürü olarak görev yaptım. İzollu Vakfı Dergisi olarak sonsuz teşekkürlerimizi sunuyoruz. Sizleri İstanbul Valimizin içten cevapları 2010'un Mayıs ayında bir dönem Vali Yardımcılığı ile başbaşa bırakıyoruz. görevinde bulunduğum Düzce'ye Vali olarak atandım, 3 Ağustos 2012'de ise Malatya Valisi Bayburt’ta başlayıp şu an İstanbul’a uzanmış oldum. 16 Eylül 2014 günü yayınlanan kararname olan başarılarla dolu hikayenizi anlatır mısınız? ile İstanbul Valisi olarak atandım. Evliyim, üç çocuk babasıyım ve bir torunum var. 1964 Bayburt doğumluyum. Ancak çocukluk ve okul yıllarımı Erzincan'da geçirdim. İlk, orta ve Kayısı diyarı Malatya'da da görevde bulundunuz. lise eğitimimi Erzincan’da tamamladıktan sonra Malatya sizlere siz Malatya’ya neler üniversite eğitimi için İstanbul'a geldim ve İstanbul kazandırdınız? Üniversitesi Hukuk Fakültesinden 1985 yılında Malatya, görev yaptığım yerler arasında hayatımda mezun oldum. en müstesna yere sahip şehirlerden biri. Malatya’ya 1986 yılı Haziran ayında Erzincan'da kaymakam neler kazandırdığımı halkın takdirine bırakıyorum elbette. adayı olarak göreve başladım. 28


Fakat Malatya’nın bana kazandırdığı tecrübelerden ileriki meslek hayatımda her daim istifade ettim. Orada tanışma fırsatı bulduğum gönül dostları ile hâlâ görüşmekteyim. Bunun yanı sıra sizin gibi topluma hizmet etmeyi şiar edinmiş sivil toplum kuruluşlarının çalışmalarıyla da Malatyalılarla bir araya gelmeyi, gönülden kurmuş olduğumuz muhabbeti devam ettirmekteyim.

İnsana değer verme, birlik ve beraberlik içinde yaşama, sorunlara çözüm üretme noktasında örnek teşkil eden faaliyetlerin her zaman takipçisiyiz. Sizin de eğitim alanındaki hassasiyetiniz, burs teşvikleriyle gençlerimizi geleceğe hazırlama konusunda çok önemli bir yardımdır. Bu tarz çalışmalarınızın devamını diliyorum elbette.

İstanbul ile ilgili en önem verdiğiniz proje hangisidir? Projeden bahsedebilir misiniz? İstanbul’da vakit geçirdiğinizde huzur bulduğunuz dinlediğiniz yer olarak nereyi İstanbul'umuzda ikamet eden vatandaşlarımız müsterih söyleyebilirsiniz? olsunlar ki; biz gücümüzün yettiği ve yetmediğini de zorlayacak kadar halkımız için, kent güvenliği, ulaşım, İstanbul kelimelerin kifayetsiz kaldığı eşsiz enerji yenilenebilirliği ile çevre kirliliğinin önlenmesi, tarihi güzellikte bir şehir. İstanbul'un her yeri ayrı güzel ve kültürel değerlerin korunması gibi konularda başta ve değerli. Ayrıca manevi atmosferi çok yüksek. Büyük Şehir Belediyesi olmak üzere ilçe belediyelerimiz Her bir köşesi insanı kendine hayran bırakacak ile birlikte kamu kurum ve kuruluşlarımızla çalışıyoruz. kadar kıymetli. İstanbul eşsiz bir siluete sahiptir. Çok değerli İstanbulluların da verecekleri destekle Dünya mirası listesinde. İstanbul’u ayrı ayrı ele şehrimizi daha yaşanılabilir hale getireceğimize eminim. alabiliriz ancak bir bütün olarak tanımlayabiliriz. Bu aziz şehirde yaşayan tüm vatandaşlarımızı saygı, sevgi Çamlıca Tepesi, Boğaziçi Köprüsü, Suriçi Bölgesi her ve muhabbetle selamlıyorum. biri ayrı tarih içeren ve bütünleşerek İstanbul’un siluetini oluşturan yapılardır.İstanbul’u bir sembolle Üniversitelerde öğrencilere söyleşilerde tanımlayamazsınız. Semboller küçük şehirler için bulunuyorsunuz. Gençliğe ayrı bir önem verdiğiniz vardır. İstanbul’u yedi tepesinden soyutlayarak, görülüyor. Bizlerde İzollu Vakfı olarak 1995 yılından Suriçi’ni görmezden gelerek sembolleştiremeyiz. beri binlerce İzollulu öğrenciye hem burs imkanı İstanbul’un kendisi bir semboldür ve her yeri farklı tanıyor hem de kültürünü yaşatmaya çalışıyoruz. Bu bir güzelliktedir. bağlamda İzollulu üniversiteli gençlerle birlikte tüm gençlere tavsiyeleriniz nelerdir? Tek başınıza İstanbul sokaklarında gezerek halkın nabzını tuttuğunuz oldu mu? Nelerle Ders başarısının yanında, bilime ilgi duyan, sporu bir hayat karşılaştınız? tarzı olarak gören, sanatsal faaliyetlerde bulunan, elinden kitap ve gazete düşürmeyen, araştıran, düşünen ve Bir defasında şöyle bir anım var. Biz Sabiha Gökçen'e muhakeme edebilen, en az bir yabancı lisan konuşabilen, devlet büyüklerimizden birini karşılamaya gidiyoruz. ayrıca vatanına ve milletine faydalı olan bireyler olarak Arkadan bir ambulans sireni gelince yol verdik biz. O yetişmeniz ülkemizin müreffeh yarınları için çok önemli. emniyet şeridine girdi devam ediyor. Geride kalıyor geçiyor falan. Sonra bir baktık Boğaz Köprüsü'ne Malatya’da görev yaptığınız zaman diliminde İzollu giriyor. Güneşli tarafında başlamışsınız bu yolculuğa Vakfı çalışmalarını takip etme imkânınız oldu mu? ambulansla birlikte, arkadaşlara dedim ki durdurun Tavsiyeleriniz nelerdir? kontrol edin bakalım. Durdurdular ambulans boş. Ambulans şoförünün iddiası Maltepe'den hasta Sivil toplum kuruluşları, topluma yararlı hizmetleri almaya gidiyorum. Olacak şey değil, ceza yazdırdık. şahsi menfaat düşünmeksizin yerine getirmeleri Kuvvetle muhtemelen suistimaldi. Tekrarı halinde açısından her zaman desteklediğimiz kurumlardır. ehliyete el koymaya kadar gidiyor. Bu çakarlar konusunda da sürekli denetim yapıyoruz.

29


Vatandaşlara, bunları kullanma eğiliminde olan insanlara söylediğimiz şu, bunun takılmasın özel bir anlamı var. O görevin önemi ve aciliyetidir. Bunu suistimal etmeye başlarsak, vatandaşlar gerçek ihtiyaç halinde ikna olmayabilirler.

Twitter’ı, İstanbullulara en geniş mecrada ulaşabilme konusunda çağın vazgeçilmez bir gereği olarak görmekteyim.

Kişisel alanda kullanmaya vakit ayıramıyorum; önceliği her zaman İstanbul’a, İstanbulluyu Twitter’da "Vasip Amca " olarak fenomensiniz. ilgilendiren haberlere vermek hassasiyetlerim Sosyal medya hakkında düşünceleriniz arasında. nelerdir? Aktif olarak kullanıyor musunuz? Sizin için oluşturulan capsler hakkında ne Aklımda kalan tweetlerden birinde bir fotoğraf düşünüyorsunuz? galiba şöyleydi: ‘Öyle bir bakışı var ki sanki tatil edecek’ diye fotoğrafımın altına yazı yazmışlar. Bu Çocuklar gerçekten de çok sevimli ve zekice çok hoşuma gitmişti. tweet'ler yazıyorlar. Bazen cevaplayamayacağınız derecede zeka ürünü espriler yapıyorlar. Fenomen ifadesi iddialı fakat öğrencilerimizin kalbinde yer edinmek bizim için çok kıymetli.

30


EĞİTİME İNANMAK: YARAM İÇERİDE! "Kanaatimce eğitim vadisindeki diğer sorunlardan biri de problemin kaynağını kendi içimizde aramayışımızdır. Eğitimdeki“hâl-i pür melâl”imizin birinci derecedeki müsebbibi biziz. " Özellikle son yüzyılda modern toplumlarda eğitimin olmazsa olmaz bir değer olduğu, eğitimsiz toplumların cehalete sürükleneceği şeklinde bir inanç çerçevesinde vücut bulan bir söylemin hâkim olduğu söylenebilir. Olumlu yönde davranış değiştirme ya da bireyin zihinsel, sosyal, bedensel ve duygusal açıdan gelişme süreci olarak tanımlanan eğitimin yukarıdaki söylem bağlamında sağlaması yapıldığında bazen askerî ve sınai bazen de finans- entelektüel yetkinlik biçiminde dışavurumu gözlenen Batı medeniyetlerinin okul öncesinden lisansüstü eğitime kadar son derece sağlam eğitim politikalarının, öğretim programlarının ve kurumsal yapılarının olduğunu söylemek mümkündür. Bu perspektifle Türkiye’mize bir nazar eylediğimizde eğitimle en azından veli düzeyinde ilişkili olan sade vatandaştan üniversitedeki akademisyenlere kadar geniş bir toplumsal kesimin memleketin eğitim karnesinden, eskilerin deyimiyle “hâl ve gidiş” inden memnun olmadığı gözlemlenebilir. Eğitim gibi devasa bir konuyu bu yazının hacmi itibariyle bir sihirli değnek dokunuşuyla halletme iddiasında değilim. Sadece ilk planda lüzumlu gördüğüm birkaç hususu paylaşmak istiyorum.

Daha açık bir ifadeyle Talim Terbiye Kurulunun geliştireceği bir programda sanayideki kaporta işçisinin de konuyla ilgisinin, bilgisinin, hiç olmazsa konuya inancının olması gerekmektedir. Eğitimdeki başarımız beylik bir benzetmeyle “malzemecisinden teknik direktörüne “herkesin inanmasıyla ancak gerçekleşir. Anadolu’dan büyük şehirlere “ekmek parası” için giden gençlere genellikle parasının kıymetini bilmesi, en azından kenara bir şeycikler atması tavsiye edilir. Eğitimle ilgili güzel şeyler olsun istiyorsak aynı gence her gün yeni bir şey öğrenmeye çalış, her gün üç-beş yeni kelime öğrenmeden gözlerin kepenklerini indirmesin diyen velilere ihtiyacımız var. En yoksulu bile gün olur bir hin-i hacette lazım olur, kapımızı misafir çalar diye bir yumruk kadar kıymayı buzluğunda saklamasını bilen, komşusu açken tok yatmayı kendine zül addeden, kendi için istediğini sevdikleri için de istemeyeni hakiki manada iman etmemiş sayan, kuşlara evler yaparak bir “şefkat estetiği” sergileyen bir kültür ve medeniyet dairesine mensup bu milletin eğitim davasında geri kalmasına tahammül edilemez.

Eğitim fakültelerinde özellikle PISA sınavlarındaki başarısından mülhem Finlandiya eğitim sistemi bahse konu edilir ve genellikle de Finlandiya’nın eğitimdeki diriliş serüvenini anlatan, Grigory Petrov’un Beyaz Zambaklar Ülkesinde adlı kitabı okutulur. Kitabın konusuna bakıldığında öncelikle karşımıza bir ülkenin eğitimle var olacağına ve kalkınacağına iman etmiş bir kahraman çıkar. Söz konusu bu kahraman sadece kendisi inanmakla kalmaz, köylüsünden işçisine, memurundan öğretmenine, esnafından askerine bütün toplumsal kesimleri Topçu’nun ifadesiyle “maarif davası”na inandırmaya çalışır ve bu davasında muvaffak olur. Bu bağlamda Türkiye özeline bakıldığında öncelikle eğitime inanmış insanlara ihtiyacımız olduğunu ifade edebiliriz. Burada “üç beş inanmış adam” romantizminin kâfi gelmeyeceğini de belirtmek gerekir. Eğitim politikaları geliştirilirken, eğitimin ehemmiyetine dair çalışmalar yapılırken Finlandiya örneğinde olduğu gibi toplumun bütün kesimlerinin sürece dâhil edilmesi gerekliliğini vurgulamak isterim. 31

Son tahlilde eğitimdeki en büyük problemimizin eğitime inanmamak olduğunun altını çizmek gerekir. Kanaatimce eğitim vadisindeki diğer sorunlardan biri de problemin kaynağını kendi içimizde aramayışımızdır. Eğitimdeki “hâl-i pür melâl”imizin birinci derecedeki müsebbibi biziz. “Üç tarafı denizlerle, dört tarafı düşmanlarla kaplı bir memleketiz” edebiyatı, içinde hakikat danesi taşısa da bize sorunların asıl kaynağını tespit etmemizi engelleyen “kullanışlı bir kafa konforu vermekte” ve kendi içimizde tartışıp meseleye sahici çözümler üretmemizde bir kronik körlük oluşturmaktadır. Hassaten dost meclislerinde “mütemadiyen hamaset” biçiminde tezahür eden bu yaklaşımın bu topraklara ve bu toprağın insanlarına bir faydası olduğu söylenemez. Üstün olduğumuza inanıyoruz. İnandığımız için üstünüz. Başka bir üstünlüğümüz yoktur. Ve son söz: Biz Kitap’a inanırız. Yrd. Doç. Dr. Talat AYTAN


AKUPUNTUR “ Ayağına yolda yürürken çivi batan birisinin karaciğer rahatsızlığının geçmesi hiçte makul değildir, hele hele bilimsel hiç değildir. Ancak bir realite olarak böyle bir olay vardır. Biz kabullensek de, kabullenmesek de bu olay böylece gerçekleşmiştir.” Akupunktur, vücut yüzeyindeki bazı nokta veya noktaların iğnelenmesi ile hastalıkları tedavi etmeyi amaçlayan bir tedavi tarzıdır; ülkemizde daha çok ağrı giderilmesinde kullanılan bir tedavi şekli olarak bilinmektedir. Halbuki akupunktur sadece semptomları ortadan kaldıran değil hastalıkları tedavi eden bir disiplindir. Akupunktur noktaları, vücut yüzeyindeki (deride) çizgisel meridyenler, kanallar üzerinde yerleşmişlerdir. Bu noktalar, günümüzde iğne ile, basma ile, ultrasound, ışık veya elektrik akımı ile uyarılırlar. Akupunktur tedavisi bu noktaların etkilenmesine dayanmaktadır. Akupunktur, Latince bir kelime olup iğne manasına gelen acus ile delmek, iğnelemek manasına gelen punctura kelimelerinde türemiş, Batı dillerinde acupuncture halinde kullanıma girmiştir; Türkçeye iğnelemek olarak tercüme edilebilir. Akupunktur öğretisi, bir usta çırak ilişkisi içerisinde olup çok yaygın olmadığından, akupunkturla karşılaşmak bir baht işi olmuş, işitenlere hep esrarlı, biraz inanılmaz ama hep çekici gelmiştir. Bu yüzden de akupunktur, ilk karşılaştığı kişileri hep şaşırtmış, sonra da cazibesi altına alarak peşine takmıştır:

“Cambridge Üniversitesi’nde ve Westminster Hastanesi’nde doktor olarak yetiştikten sonra yurtdışına gitmeye karar verdim. İngiltere’de Ortodoks tıpla ilgili bilgilenmiştim, ancak diğer ülkelerdeki tatbikatları da görmek istiyordum. Bu düşünce ile seyahat ederken Strasbourg’da arkadaşlarımdan birisinde akut apandisit gelişti. Ortodoks tedaviye göre hemen ameliyata alınmalı idi. Ancak arkadaşım ameliyat ameliyat olmalı kabul etmedi. O bize, kendisinin özel doktoru ile görüştükten sonra onun direktiflerine göre hareket edeceğini söyledi. Doktoru onu şaşırtıcı bir metotla tedavi etti: Dizinin altındaki deriye iğne batırdı. On beş dakika içerisinde bulantısı, ağrısı, karındaki kaskatılığı tamamen geçti ve bu semptomlar tekrar geriye gelmedi. O, appendix’ini halen muhafaza ediyor.” Böyle gizemli tarafı olan akupunkturun tatbikatçılarının çoğunluğu Felix Mann gibi şaşırarak işin içerisine girmişlerdir. Alex Huxley’in dediği gibi “ Ayağına yolda yürürken çivi batan birisinin karaciğer rahatsızlığının geçmesi hiçte makul değildir, hele hele bilimsel hiç değildir. Ancak bir realite olarak böyle bir olay vardır. Biz kabullensek de, kabullenmesek de bu olay böylece gerçekleşmiştir.”

Mevcut tıbba başlangıçta çok aykırı gibi gözükse de tıbbi bilgilerimizi yeniden ciddi bir şekilde gözden geçirdiğimizde akupunkturun tıbbın yeniden yorumlanmasına sebep olacak bir geçmiş bilimidir. Geçmiş bilimidir, zira çok eski zamanlarda bu kadar noktanın, meridyenin ve prensiplerin ortaya çıkması geçmişte büyük bir medeniyetin yaşandığını düşündürmektedir. Hayret verici bir İngiltere’ye akupunkturu sokan ve Londra’da mükemmellikteki bir sistemle karşı karşıyayız: akupunktur polikliniği çalıştıra Dr. Felix Mann Mühendislikte Mısır piramitlerinin yeri neresi ise akupunkturla karşılaşmasını böyle anlatıyor: Tıpta da akupunktur böyle bir yere sahiptir; artı olarak günümüzde de kullanılmaktadır. 32


ilişkili olduklarının ve tedavide mühim olanın bütünlüğün muhafaza edilmesi olduğunu bildirmektedir.

Batı tıbbının mekanik bir bakışla bir makine olarak gördüğü insan vücudunu akupunktur ruh ile beraber düşünür: Eğer böbrekleriniz ile ilgili bir probleminiz varsa, korkuya açık, dalağınızla ilgili bir probleminiz varsa hep kötü şeyler olacakmış gibi kaygılı bir yapınız var demektir. Tedavi esnasında hem organ, hem de organın hastalanması ile ortaya çıkan psikolojik sorun çözümlenmeye çalışılır. Akupunktura göre her hastalığın kendisine has bir psikolojisi vardır. Batı tıbbında bedenin rahatsızlık veren kısmı tamir edilebilir ise edilir, yoksa alınır. Böylece hekimin işi biter. Eğer bu işlem sonucu bir ruhsal hadise oluşursa hasta başka bir hekime, bir psikiyatriste gönderilir. Böylece bir yaklaşım bedeni bile bir arada tutamamış, onu parçalara ayırmıştır. Uzman olan hekimler, bedenin sadece kendi uzmanlıkları ile ilgili kısmıyla ilgilenirler, hasta onlara göre göz hekimi ise sadece bir gözden, kalp hekimi ise sadece bir kalpten ibarettir. Akupunktur, bütüncül bir yaklaşımla, modern tıbba, insanın parçalarının tek tek toplamında oluşmadığını, her parçanın bütünü içerisinde birbiri ile

Akupunktur yanlış bir anlayışla mevcut tıbbın rakibi, alternatifi olarak görülmüştür. Akupunktur mevcut tıbbın bir rakibi değil onun bir tamamlayıcısıdır. Diğer bazı ülkelerde hekim olmayanlarca uygulanmasından dolayı hekimlerin tepkisini çekmiştir. Ancak ülkemizde akupunktur uygulaması için Sağlık Bakanlığı tarafından sadece hekimlere, kendi alanlarında kullanmak üzere diş hekimlerine ve veteriner hekimlere izin verilmiştir. Bu bakımdan ülkemizde böyle bir çatışma söz konusu değildir. Artık Türk hekimleri akupunkturu hastaların tedavisi için kullanmaya başlamışlar ve hastalarına hizmet verme alanlarını genişletmişlerdir. Akupunktur tedavisinin hastanelere girmesi ile akupunkturun etkilerini izah etmek için ve mevcut tıpla karşılaştırarak bazı yeni şeyler keşfetmek imkânı ortaya çıkacaktır. DR. KADİR KEKLİK

33


ULU ÇINARIN KÖKLERİ… BİR UÇ BEYLİĞİNDEN, CİHAN İMPARATORLUĞUNA UZANAN ŞANLI TARİH… Günümüzde gerek yapılan diziler, gerek filmler sayesinde ilginin artmış bulunduğu Osmanlı Tarihi’ni birde biz kaleme alalım dedik. Çoğu yerde aslından kopuk bir şekilde ele alınan şanlı Osmanlı Tarihi, aslında hepimiz için bir gurur kaynağı teşkil eder. Hepimiz biliriz ki her yiğidin hakkı değildir böyle bir ecdada sahip olmak. Bundan dolayıdır ki bizlere de bu tarihe sahip çıkmak düşer.

göçebe hayatı terk etmek amacıyla, başlarında Ertuğrul Gazi’nin bulunduğu yaklaşık 400 çadırdan oluşan Kayı aşireti, Karacadağ’dan çıktıkları yol sonucunda Osmanlı Devleti’nin temellerinin atıldığı Söğüt ve Domaniç’e gelip yerleştiler. Kayı Aşireti, bu devrede uç beyliğinden devletleşme mertebesine geçişin doğum sancılarına gebe bir vaziyette, Bizans’a karşı sürekli “gazâ” etmekle meşguldü. Anadolu’nun bu uç kısmı yerleşik bir yer edinmek dışında o tarihlerde Türkler için bir gaza diyarıydı. Ertuğrul Gazi’nin ilk dönemlerinin genel karakteri bir gaza yani kutsal savaş niteliği taşır. Kayıhanlıların şanını yüceltmek ve İslam’ın cihad emrini, cihan mefkûresini yerine getirmek isteyen Ertuğrul Gazi’nin batı Uc bölgesinde gaza hareketlerinde bulunmaya başlaması; ileride kurulacak olan devletin siyasi hayatında Uc geleneğinin yerleşmesine ve Bizans üzerine daimi gaza hareketlerinin yapılmasına vesile oldu. Döneminde gerçekleşen birçok fetihlerde, akınlarda Selçukluların yanında yer almış ve birçok isyanın bastırılmasında önemli bir rol oynamıştır.

Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye, günümüz türkçesi ile Büyük Osmanlı Devleti’nin soyu Oğuzların Kayı boyuna dayanır. Kayı akrabalık, hısımlık, yakınlık anlamı ifade eder. Çoğulu ise kayılar, kaylar olarak kullanılmaktadır. Kelime anlamı itibari ile ise güç ve kudret sahibi anlamına gelmektedir ve bu anlamını tarihin her sahnesinde en güzel şekilde göstermişlerdir. Anlamı olan güç ve kudret sahibi kelimelerinin hakkını, Oğuz boyları arasında her zaman ön planda bulunan aşiretlerden biri olarak, her daim Hakk için savaşarak vermiş bulundu. Göklerde her daim dalgalanmış olan ve zamanı gelince yerini Osmanlı sancağına bırakacak olan Kayı bayrağında gök mavisi renk üzerinde bir yay ve iki ok bulunmaktaydı. Kayıların amblemi olan (IYI) damgası Alaca Doğan’ı temsil ederdi. Ayrıca bu damganın kayı beylerinin sol avuç içlerinde de yer aldığı rivayet edilir. Bağımsızlık-güç-hakimiyet simgesi ise iki ok ve bir yaydan oluşur. Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan sonrada bu damga sikkeler üzerinde uzun bir süre kullanılmaya devam edildi.

Anadolu’da uzun bir mücadele hayatı geçiren Ertuğrul Gazi, tarihteki en büyük ve en uzun ömürlü bir Türk devletinin temelini atarak kurulmasını sağladı. Oğlu Osman Gazi’ye sağlam temelli küçük ama büyümeye aday, tecrübeli ve sadık kumandanlar ve iyi bir nam bıraktı. Oğlu Osman Gazi’ye bıraktığı en büyük mirası “ Cihad ve İlay-ı Kelimetullah (Allah’ın ism-i şerifini yüceltme İslam’ı yayma)” oldu. Türkiye Selçuklu Devleti’nin çöküşü ile hemen bağımsızlığını ilan eden Anadolu beyliklerinin hepsi kısa sürede tarih sahnesinden silinirken, Ertuğrul Gazi’nin stratejik dehayla idare ederek temelini attığı en küçük beylik olan Osmanlı Cihanşümûl Devleti 600 yıldan fazla hüküm sürdü, dünyanın en büyük devletleri arasında yer aldı. KİŞİLİĞİ…

624 yıl boyunca dünyanın birçok yerinde hüküm sürmüş olan bu büyük imparatorluğun başarılı tarihinin belirtileri kayı boyundan itibaren kendini göstermeye başlamıştı. İslam sancağını koruma, yaşatma şerefi Selçuklulardan sonra Kayı boyu ile devam edecekti. Boy hakkında ki en eski bilgi kaynaklarından birisi olan Oğuz-Name’de Kayıların, 750-1040 yılları arasında hüküm süren Oğuz Devleti’ni ilk zamanlar yönettiğini ancak zamanla yönetimin diğer boya geçtiği belirtilir. Tek amaçları Allah yolunda cihat olan Kayı boyuna Allah-u Teala bu şanlı Osmanlı İmparatorluğu’nun tohumlarını atmayı nasip edecek ve bu tohumlar koca bir çınar olarak tüm dünyaya hakim olacaktı. Bu büyük serüven Türkiye Selçukluları sultanı 1. Alaeddin Keykubat zamanında Kayı boyunun Horasan’dan çıkıp Ankara Karacadağ yakınlarına yerleşmesi ile başladı.

Ertuğrul Gazi hakiki bir Türkmen asilzadesi olup hayatını milletine adamış büyük bir dava adamıydı. Karakter ve karizmasıyla iyi bir teşkilatçı, kahraman bir kumandan olan Ertuğrul Gazi’nin hayatı, aşiretin idaresini eline aldığı günden itibaren daima göç ve mücadele içinde geçti. Zühd ve takva sahibi olan Ertuğrul Gazi cömert, şefkatli, dirayetli, adil, merhametli, açık yürekli, samimi, sabırlı ve faziletli bir insandı. İhtiyaç sahiplerini giydirip donatır, dul kadınlara fakirlere ve düşkünlere daima yardım ederdi. Hayırseverliği yanında güzel ahlak timsaliydi. Emri altındaki topraklarda yaşayan Hristiyan tebaa başta olmak üzere bütün halk tarafından çok sevilen ve sayılan bir idareciydi. Yiğitlik ve erliğin bütün vasıflarını şahsında toplayan Ertuğrul Gazi,

Bu sıralarda Kayı boyunun başında Osmanlı Devleti’nin kurucusu olan Osman Bey’in babası Ertuğrul Gazi bulunuyordu. Kendilerine yurt edinmek, 34


vakarlı, ilkeli ve dürüst idare anlayışı, ileri görüşlülüğü ve etkin devlet adamlığı gibi meziyetleri ile kendinden sonraki liderlere örnek oldu.

Osmanlı’nın kuruluşundan yaklaşık bir asır; Osman Gazi’nin doğumundansa 18 yıl önce yaşamış olmasına rağmen, Edirne Kütüphanesi’nde bulunan ve Efrani tarafından tercümesi yapılan “Ed-Dâiretü’n Numaniyye fi’d Devleti’l Osmaniyye” adlı eserinde, Osmanlıların kuruluşuyla ilgili bazı çarpıcı manevî müjdelere yer vermiştir.

Ertuğrul Gazi, 1281’de 93 yaşında iken Söğüt’te vefat etti. Türbesi Söğüt’tedir. Her yıl eylül ayının 2.haftası Pazar günü anma törenleri yapılmaktadır. Etkin devlet adamlığı gibi meziyetleriyle kendinden sonraki liderlere örnek oldu. OSMANLININ KURULUŞUNA DAİR MANEVİ İŞARETLER BELİRİYORDU… Ertuğrul Gâzi, daha oğlu Osman’ın dünyaya gelmesine aylar varken bir rüya görmüş ve “Osmanlı Devleti’nin” doğumunun ilk manevi işaretlerine şahitlik etmişti. Rüyasında, aş ocağında bir suyun kaynamaya başladığına; kaynadıkça çoğaldığına ve nihayet bir deniz haline gelerek yeryüzünü kapladığına şahit olmuştu. Rüyasını, Selçuklu Sultanı Üçüncü Alaaddin’in aynı zamanda katibi olan, alim zatlardan Abdülaziz Müstevfi’ye anlatacak; o da şöyle tabir edecekti: “Bir erkek çocuğun olacak ve onun soyundan gelenler yeryüzüne hükmedecekler.” Buradan hareketle diyebiliriz ki, Ertuğrul Gâzi bile, gelecekte kendi neslinden geleceklerin bir “ulu devlet” kurarak, dünyaya adalet ve insanlığı hakim kılacaklarına inanarak ebedî âleme göç etmişti.

Henüz ortada Osman Gazi ve Osmanlı Devleti’nin ismi ve nişanı dâhi yokken; Şeyh-i Ekber, cifir ilmi (harflere verilen sayı kıymetiyle geçmiş ve gelecek hâdiselere dair işaretler çıkarmak) ile onun yakın bir zamanda geleceğini müjdelemiştir. (Muhyiddin-i Arabî Hazretleri eserinde, sadece Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan bahsetmemiş, Osmanlılar devrinde meydana gelecek pek çok olayı asırlar öncesinden aynen haber vermiştir. Şam ile Mısır’ın fethedilip, Yavuz Sultan Selim’in Şam’a girmesiyle kendi kabrinin ortaya çıkarılacağını; Hafız Paşa’nın, dokuz ay boyunca kuşatmasına rağmen Bağdat’ı alamayıp, fethin 40 gün içinde IV. Murad’a nasip olacağı; Sultan Abdülaziz’in katledileceği gibi daha bir çok hâdiseyi rumuzlu (mânâsı gizli işaretler) bir biçimde bildirmiştir. Türkler hakkında ise, “Türkler için muzafferiyet ve saadet vardır” demiştir.)

Yazımızın başında da belirttiğimiz gibi her yiğidin hakkı değildir bu tarih ve bizler böyle şanlı bir tarihin kurucularının, izinden gelmiş evlatlarıyız. En azından bizlere düşen bu şuuru yitirmemek, geçmişimizi unutmamak ve hak ettiği değeri vermektir. Daha girişini yapmış bulunduğumuz Osmanlı Tarihi’nin, inşallah ilerleyen sayılarımızda devamını getirerek ilerleyeceğiz. Şimdilik sağlıcakla kalın…

İnsanlık tarihinin en hayret verici doğumlarından birine sahne olan Osmanlı Devleti’nin zuhurunu önceden haber veren, klasik kaynaklarda zikredilen diğer alâmetler de şunlardır: Türkmenler arasında kendisine Korkud Ata (namı diğer Dede Korkud) denilen ve pek çok kerametleri görülen hikmet sahibi bir pîr vardı. Hanların akıl danıştığı, hakanlara ve halka öğütler veren, sözleri itibar gören bir şahsiyetti. Bu zat, bir gün yanında birçok insanın bulunduğu bir esnada şöyle dedi: “Saltanat ve hanlık sonunda Oğuz Han’ın vasiyeti mucibince (gereğince) Kayı boyuna geçecek ve bu ailenin neslinden ilâ ahıri’z-zaman (dünyanın sonuna kadar) devam edecektir.” İbni Arabi Hz., Osmanlı’yı haber veriyor Muhyiddin-î Arabî Hazretleri (1165-1240),

KAYNAKÇA www.tefekkurdergisi.com/uluçınarınkökleriveertuğrulgazi / www.kayiboyu.com/oguzlarınunutulanyurtlar www.vikipedia.org/kayıboyu / www.tarihenotdüş.com/türkveosmanlıtarihi/kayıboyununanadoluyagelişi www.gülistandergisi.com / www.osmanlıcadergi.com / www.turkcebilgi.com/kayı www.tarihicihan.blogcu.com/kayı-boyu/ertuğrulgazi / www.bayraksevdası.com www.haberturk.com/623yıllıkosmanlıtarihinintemeli / www.biyografi.info/kişi/ertuğrul-gazi

35


NASIL BİR GENÇLİK?

Gençlik, toplumların hem geleceği, hem de acı ve asıl gerçeğidir… Yine gençlik toplumların hazinesi, hafızası ve hasılasıdır… Hülasa, gençlik sadece gençlik değildir, her şey olmasa da çok şeydir… Peki, Müslüman gençliğin anlamı ve farkı nedir? Müslüman gençlik: Merkez kişilik, denge insan, model şahsiyet, müteal kimlik demektir… Özne, öncü, özgün, özgür, önder, örnek duruşu ile varoluşun amacını çağa taşıyan, vahye tanıklığını tüm zamanlara ve mekânlara yayan sorumluluk demektir… Dolayısıyla Hakk’ın temsilcisi, rahmetin taşıyıcısı, hakikatın tebliğcisi bu gençliktir… Bu gençlik, iddiası, ideali olan ve bunu sürdürebilecek güçte irade sahibi olandır… Zorlu cenderelerde, kritik eşiklerde, kaygan zeminlerde ayakları yere sağlam basan; kimlik krizlerine, kıble kaymalarına maruz kalmadan ilkeli yürüyüşünü kararlılıkla sürdürebilendir… Kurtarıcı beklemeyen, bir kurtarıcı olma azmindedirler… Onlar piyasa koşullarına, yasal kurallara boyun eğip kulluğun gerekliliklerini ıskalamazlar… Popülizme prim vermeyen, konformizmin kulvarında kaybolmayan, statükoya eklemlenmeyen; yolu, yönü, yöntemi belli seferilerdir onlar… Onlar canlarının istediği gibi değil, Rablerinin istediği gibi yaşayanlardır… Her işte Allah’ı hesaba katanlardır… Duygulara göre değil, duruma göre de değil, değerlere ve doğrulara göre davranışlarını ve duruşlarını belirleyenlerdir… Yürek, bilek, idrak dengesini ve denklemini doğru kuranlardır… İnanç, bilinç, direnç bileşkesi sağlam olan bir gençlik… Bilgiçlik değil, bilgelik arayışındadırlar… Malumattan öte marifete tabidirler… Rivayetle yetinmeyip, riayet edenlerdir… Dünyayı değiştirme iradesini ve iddiasını kaybetmemiş, kararlı ve tutarlı bir hareketliliğin ismidir. Aidiyetinin farkında olan, mesuliyet bilinci ile mücadele ruhunu sürekli taşıyan şahitlerdir onlar… Toplumun umudu, ufku, vicdanı, yüreği olmak onların uhdesindedir… Aranan, beklenen ve özlenen nesil o nesildir… Çünkü onlar Allah’ın gücü ile güçlenmeyi, Allah’ın boyası ile boyanmayı, Allah’ın ahlakı ile ahlaklanmayı başarabilenlerdir… Alınlarındaki nişanları secde izindendir… Onlar gömleği arkadan yırtılanlardır… Zindanı zinaya tercih edenlerdir… İffet, izzet hikmet ve cesaret yüklü bir yürekle özgürlüğe yürüyenlerdir… Adale gücüne değil, adaletin gücüne inanırlar… Onlar ne saldırgan, ne de silik siniktirler… Yeryüzünün saygın ve etkin şahitleridirler… Ne ruhbanlaşır ne de radikalleşirler… Rabbanileşme yolunda emin adımlarla Rabbe doğru yol alırlar… Modernizmle kurtlaşmayan, despotizmin baskısı altında mankurtlaşmayan sadece kardeşleşme ideali ile dava ve davetlerini sürdürenlerdir… Ne liberalizmin “özgürleş” savrulmasına, ne de mistisizmin “nefsini öldür” donuklaşmasına tâbi ve taraf olmazlar… “Ol”manın ve “olgunlaş”manın derdindedirler… Varlıkla şımarmayan, tabularla şartlanmayan, daimi bir şükür ve şuur modunda maveraya kanatlananlardır… Müslüman gençliği daha net tanımak mı istiyoruz? Bu gençlik; nesne değil, öznedir… Sürüklenen değil, sürükleyendir… Belirlenen değil, belirleyendir… Renkten renge giren değil, renk verendir… Rüzgâra göre yön değiştiren değil, rüzgâr estirendir… Tarih olan değil, tarih yazandır… Ezberci değil, ezber bozandır… 36


Ümit eden değil, ümit olandır… Çukurlardan kurtulmak için çırpınan değil, çığır açandır… Diklenen değil, dik durandır… Bekleyen değil, beklenendir… Gören değil, gösterendir… Ortada değil, orta yoldadır… Sözü dolandıran değil, sözünde durandır… Gücün sözüne değil, sözün gücüne inanır… Sesini değil, sözünü yükseltendir… Çenesini değil, beynini çalıştırandır… Gururlu değil, onurludur… Akılcı değil, akıllıdır… Dünyacı değil, dünyalıdır… Silik ve sinik değil, saygındır… Sorunun değil, çözümün parçasıdır… Kendisi için değil, başkası için yaşayandır… Sahip olmayı değil, şahit olmayı önceleyendir… Gözü alış-verişte değil, alıp vermededir… Bu gençlik, gölge değil, kopya değil, müsvedde değil, aziz ve asil bir gençliktir… Adam gibi adamdırlar… Çünkü bunlar serada, saksıda değil, sahada yetişenlerdir… Evet, kimsenin gölgesi ve de gölge edeni değil, gösterişten uzak, görevlerinin başında gönül adamlarıdırlar. Onların şiarları belli, şuurları yerinde, şaibeden uzak şahsiyetlerdir… Ümmet denizine akan ırmak gibidirler… Günü gününü tutmayan, günü kurtarma derdinde olanlar değil… Her güne yeni bir umut ve ufukla uyanan ve yarınlara emin adımlarla yürüyenlerdir… Onların duracağı yer belli… Vuracağı yer belli… Susacağı yer belli… Susturacağı yer belli… Onlar sorunlarını aşan, sorumlulardır… Şimdi onları selamlama zamanıdır… Ramazan KAYAN

37


İZOLLULU MEZUN BURSİYERLER, İZOLLULARA SESLENİYOR İzollulu bursiyer mezunlarımızı sizlerle buluşturmaya devam ediyoruz. Bu sayımızda da Diş Hekimi Ahmet Mustafa Zeren'in hayat tecrübelerini dinliyoruz kendisinden. Merhabalar ben Ahmet Mustafa Zeren 1984 istanbul fatih doğumluyum . Aslında anılarımız bizim karakterimizdir. Kim olduğumuzu direk söylemez fakat ipuçları verirler . Hayatıma dair hatırladığım ilk şey Pierre loti caddesinde bulunan apartmanımızın merdivenlerinden koşarak indiğim.. sonrasında dedem Hamit Aydoğan’ın gedikpaşada deri sattığı dükkanında oturduğum ve balkonunun ne kadar yüksek olduğu , çaycı Nusret abinin yaptığı oraletler, Ablam ile oynadığımız oyunlar babamın öğretmenlik yaptığı otekstil meslek lisesinin bahçesinde yetişen Japon elmaları, annemle Almanca öğretmeni olarak çalıştığı Üsküdar İmam Hatip Lisesine beni götürürken vapurda yedirdiği döner ve rahmetli Mehmet Aydoğan’ın her bayram zorla verdiği bayram harçlıkları aklıma geliyor. İlkokula 1990 yılında şu an endüstüri mühendisi olarak çalışan kardeşimin doğduğu sene başladım (insanın kucağında gezdirdiği bebeğin bir gün iş güç sahibi adam olduğu gerçeğine inanamaması enteresan).İlk olarak kadırga ilköğrem okuluna ardından 3. Sınıfta Zeytinburnu çiftlik ilköğretim okuluna gittim. Ortaöğrenimime Güngören Anadolu imam- hatip lisesi ve Küçükçekmece lisesinde devam ettim . Lise öğrenimimi ise burslu olarak okuduğum Özel Devran Lisesinde tamamladım. Üniversite sınavının sonucunda 3. Tercihim olan İstanbul diş hekimliği fakültesine 2. olarak yerleştim.

Adeta benim için ikinci bir okul oldu vakıf. Ayrıca çok da güzel dostluklar kurduk. Unutmam bütün bu işleri beraberce yaptığımız dostlarım İhsan Karataş ve Kasım Yılmaz İle öğle yemeği için patlıcan domates biber alır vakıfta elektrikli fırında közler lavaş ekmekle yerdik. Bu esnada müzik kurslarına devam ediyor İSMEK in çeşitli organizasyonlarında ufak tefek konserler veriyor , okuluma kliniklerime devam ediyor hastalarımı takip ediyor ve okulumuzun öğrenci araştırma klübünde önce yönetim kurulunda ve başkanlık pozisyonunda çalışıyor kulüp bünyesinde bilimsel çalışmalar yapıyordum. Hatta 2005te yaptığımız poster sunumu ile Uluslararası Enfeksiyon Kontrol Federasyonu Kongresinde (IFIC- 2005) kıymetli dostum Burak Kale ile 3.lük bile kazandık. Çalışmalarımızı Öğrenci Araştırma Klübü Kongrelerinde sunduk .Ertesi sene başka bir çalışmayla American Dental Association(ADA)’ın düzenlediği yarışmaya katıldık bir derece alamasak da çok güzel dostluklar kurduk ve çalışmalarımızı sunma fırsatı bulduk. Koltuk altında bu kadar karpuz olunca okulumu ancak 2011 yılında bitirebildim ve iş hayatına Beyazıt civarında ufak bir muayenehanede atılmış bulundum. Muayenehane küçük bir işletme olsa da en ufak işiyle ilgili şahsi çaba istediğinden sosyal işlere bir süre ara verdim. 2012 senesinin mayıs ayında halen İstanbul Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Ortodonti Anabilim Dalı’nda doktora öğrenimine devam eden Nida Zeren hanımefendi ile hayatımı birleştirdim. Bu arada özellikle yurtdışında mezuniyet sonrası eğitimlerime devam ediyor, kongre , seminer ve fuarlara katılıyordum. 2 yıllık muayene tecrübesinin ardından üniversite ve sonrasında yaptığım yurtdışı gezilerden edindiğim vizyonla üniversiteden dostlarımla Özel Başakşehir Ortodonti Ağız ve Diş Sağlığı Polikliniğini kurduk. Kliniğimiz sadece hasta bakımı odaklı değil aynı zamanda okulumuzdan ve dünyanın ileri kliniklerinden aldığımız esaslara binaen bilimsel çalışmaların yürütülebileceği altyapıya sahip, vakfımızdan edindiğimiz ahlaktan esasla öğrenci arkadaşlarımıza kapısı her daim açık özellikle öğrencilere ücretsiz seminer ve kursların düzenlendiği seminer salonu ve yayın sistemi bulunan bir yapıda oluşturuldu..

“Her geceyi kadir bil, her geleni hızır bil “ derler ya karakter icabı olsa gerek genelde davet edildiğim her yere gider her insanla konuşur anlatılan her şeyi dinlerim. Annemin kuzeni değerli abim Aziz Aydoğan’ın ve Kadir Karaca’nın haberdar etmesi üzerine İzollu vakfının bursuna başvurdum . Kabul edilen başvurum üzerine ayda bir düzenli burs toplantılarına katılmaya başladım. Bu esnada okul derslerimin yanı sıra altunizade kültür merkezinde neyzen Ömer Erdoğdulardan ney eğitimi almaya ,İstanbul Büyükşehir Belediyesi Sanat ve Meslek Edindirme Kursları (İSMEK) bünyesinde derslere , koro ve nazariyat çalışmalarına katılmaya başladım. Müzik maceram da vakıf maceramla beraber üniversitenin ilk yıllarında başladı.. Vakıf toplantılarında mezun bursiyer ve yönetimdeki abi ve dostlarımla tanıştıkça henüz öğrenci iken pazartesi günleri hiç aksatmadan (ki vakfın en çok takdir ettiğim yönü budur) yaptıkları toplantılara katılma fırsatı buldum. O yönetim kurulu toplantılarında ne işler yapmadık ki çay da taşıdık sofra da kurduk kaldırdık , dergi editör yardımcılığı da yaptık tashih tasnif işleriyle de uğraştık dergi bütçesiyle de hatta hatta o dönem – devamı gelmese de – izolluda yapılan ilk şenlikte organizatörlük ,sayısız enkinlikte sunuculuk bile yaptık.

Bu sene gittiğimiz benim de yönetiminde bulunduğum yeni oluşumla Çağdaş Diş Hekimleri derneği’ni kurduk. Düzenlediğimiz sempozyum ve kurslarla ulusal çapta yüzlerce diş hekimine ulaştık. Onları teknolojinin son noktasıyla buluşturduk. 38


Öğrencilerimize de bu imkanı ücretsiz sunduk ve her ay düzenli toplantılarla sunmaya devam ediyoruz.

Tavsiyem öğrenci arkadaşların bu fırsatlar deryası önlerinden akıp giderken bakakalmamaları ellerindeki kapları doldurabildikleri kadar doldurmaları, vakıfta daha çok insan tanımaları. Vakıf çalışmalarını elimden geldiğince desteklemeye çalışıyorum ama vakıf çalışmalarını yürüten dostlarımın, abilerimin ne denli özverili çalıştıklarının farkındayım eleştirmenin de ne kadar kolay olduğunu biliyorum. Vakıf konusunda yapabileceğin en ağır eleştiri kendi yaş grubumdaki arkadaşlarım nezlinde kendime olabilir. Biz her vakfa gittiğimizde güler yüzle bizi orada karşılayan insanlar bulduk ama biz bu şekilde vakıftan uzak kalmaya devam edersek aynı güzellikleri ne yazık ki çocuklarımız yaşayamayacak.

Bu arada şahsen müzik çalışmalarına vefasızca olsa da devam ediyor, ara sıra davet edildiğim yerlerde ve dernek organizasyonlarında sunuculuk, moderatörlük yapıyor , başta almanya ve Amerika olmak üzere ülkemizin ve dünyanın her yerinde mesleki kurs seminer ve eğitimlere iştirak etmeye devam ediyor ,başta kendo olmak üzre çeşitli spor dalları ile ilgilenmeye devam ediyorum. Yıllar önce kapısından girdiğim İzollu vakfından kazandığım işletme, yönetim ve organizasyon yetenekleri sayesinde birçok kapı önüme açıldı .

Tüm izollulara en derin sevgi ve saygılarımla...

39


TÜRKİYE 4.5 G İLE ARTIK DAHA HIZLI Bu arada tamamlanan 4.5G ihalesinin ardından 1 km'den daha uzun tüneller ve konvansiyonel tren hatları, yakın bir gelecekte kapsama alanına alınacak. Böylece tünele girdiğinizde bağlantının kopması gibi sorunları artık yaşamayacağız. 4.5G KİMLER KULLANACAK 4G destekli telefonlar, 4.5G'yi kullanabilecekler. Piyasada son 1-2 senede çıkan telefonların çoğunda 4G desteği bulunuyor. 4.5G'den mahrum kalmak Dördüncü nesil kablosuz iletişim ağlarına genel istemiyorsanız, yeni telefon alırken özelliklerini olarak 4G adı veriliyor. Ülkemizdeyse 4G'nin daha kontrol etmenizde fayda var. gelişmiş bir sürümünün (LTE Advanced) kullanılacak olması nedeniyle, 4G yerine 4.5G kavramı kullanılıyor. HTC One M9, Samsung Galaxy S6, iPhone 6, iPhone 6 Standart 4G bağlantısı, 100Mbps hıza ulaşabilirken Plus, iPad Air 2 gibi cihazlar, 4G'yi, dolayısıyla 4.5G'yi 4.5G, bir başka deyişle LTE Advanced, 300Mbps destekleyen cihazlar arasında. (saniyede 37,5MB) ve üzerine ulaşabiliyor. Şu anki 3G şebekesi, yoğunluğun olmadığı zamanlarda PEKİ 4.5G NE ZAMAN HAYATA GEÇECEK 20-25Mbps'lik hızlara ulaşabiliyor. Ancak bu hızların kağıt üzerindeki teorik sayılar olduğunu belirtmekte fayda var. 4.5G'nin 5G'nin sunacağı 1.000Mbps'lik hızlara ulaşmadığını söyleyelim. Bununla birlikte 5G'nin dünya çapında 2020'de yaygın olarak kullanılmaya başlanacağı tahmin ediliyor. Bu yüzden 4.5G'nin 5G'yi beklerken ona hazırlık yapmamızı sağlayacağını da söyleyebiliriz. Web sayfalarında gezerken, haber okurken veya sosyal ağlarda gezerken zaten yeterince hızlı olan 3G ile yeni 4.5G arasındaki farkı her zaman görmeyebilirsiniz. Ancak 4.5G ile birlikte video ve müzik akış hizmetleri daha kesintisiz çalışacak. Skype ve FaceTime gibi uygulamalar ise daha yüksek görüntü kalitesiyle, takılmadan videolu sohbetler yapmanıza izin verecek. Büyük dosyaları indirirken 4.5G'nin farkını hemen hissedeceksiniz.

4.5G için beklemeniz gereken tarih, 1 Nisan 2016 Dördüncü nesil mobil iletişim teknolojisi, planlarda bir aksaklık olmaması halinde, Nisan ayında hizmete açılacak. 4.5G hizmeti verecek olan operatörlerin 2024'e kadar Türkiye nüfusunun yüzde 95'ine yeni bağlantıyı ulaştırması gerekecek.

4.5G frekanslarının dağıtılmasıyla birlikte 3G hizmetlerinin de kapasitesinin arması bekleniyor. 4.5G, beraberinde getirdiği VoLTE gibi teknolojiler Yani 4.5G kullanılmaya başlandığında 3G'de sayesinde sesli görüşmelerin de kalitesini artırıyor. yaşadığımız bağlantı sorunları da çözülebilir. Üstelik çağrı yaparken karşı tarafla bağlantı kurmanız da çok daha hızlı gerçekleşebiliyor.

40


4.5 G DEN 5 G YE GEÇİŞ NE ZAMAN OLACAK

Akıllı telefonumuzla fotoğraf paylaşırken, video 5G'yi çok yakın bir zamanda kullanmayacağımız izlerken, WhatsApp mesajları gönderirken, kesin. 2018'de testlerinin başlaması beklenen 5G'nin görüntülü görüşmeler yaparken hem daha dünya çapındaki kullanımı, 2020'de yaygınlaşacak. az takılma yaşayacak, hem de daha akıcı, bazı durumlarda daha yüksek kalitede bir tecrübe elde Önemli bir bilgi, yapılan ihalenin sadece 4.5G değil, edeceğiz. 4G destekli bir telefonunuz varsa veya aynı zamanda bir 5G ihalesi olması. Yani katılımcılar, almayı planlıyorsanız, 4.5G keyfi için sadece biraz ihalede hem 4.5G hizmetleri, hem de 5G teknolojileri daha bekleyeceksiniz. için gerekli izinleri almış oldular. Bir başka deyişle 5G'nin vakti geldiğinde, yeni bir ihale yapılmasına CHİP ONLİNE SİTESİNDEN ALINMIŞTIR. gerek olmayacak. 3G ile hayatımızdan memnun olabiliriz, ancak 4.5G bu memnuniyeti bir adım ileriye taşıyacak.

41


VAKIF KÜLTÜRÜMÜZ İyilik duygusu, şefkat ve merhamet hissi insanın hamurunda var. "Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim!" diyor Mehmet Âkif. Bu duyguyla hareket eden insanımız, çeşitli dernek ve vakıflar kurarak, ihtiyaç sahiplerine yardım etmeye çabalıyor. Vakıf müessesesi, insan fıtratında bulunan yardımseverlik, fedakârlık ve dayanışma duygularından beslenmektedir. Vakıf, bu duyguların kaynağı olan İslâm dininin oluşturduğu ortamda doğmuş ve gelişmiştir.

Ülkemizdeki vakıf üniversiteleri de aynı mantıkla kurulmakta ve eğitime başarı ile hizmet etmektedir. Vakıflar esas itibariyle ihtiyaç sahibi kimselerin faydalanması için kurulur. Ekonomik durumu iyi olanlar, vakıfların hedef kitlesi değildir. Bununla birlikte Ebû Yusuf Hazretleri, aile vakıflarında, vakıf kurucusunun aile fertlerinin de fakirlerle birlikte vakıftan faydalanmasına cevaz vermiştir. Bu fetvaya dayanılarak İslâm tarihinde ve özellikle Osmanlı döneminde çok sayıda aile vakfı kurulmuştur. Aile vakıflarında, vakıftan yararlanacak aile fertleri kalmayınca, vakıftan fakirler faydalanmaya devam ederler.

Dünya tarihinde vakfa örnek olabilecek ilk kurum Kâbe'dir. Kâbe ilk insan ve peygamber olan Hz. Âdem (as) tarafından yapılmış, Hz. Nuh (as) dönemindeki tufanda yıkıldıktan sonra Hz. İbrahim (as) tarafından yeniden bina edilmiştir. Hz. Davud (as) ve Hz. Süleyman (as) tarafından yapılan Mescid-i Aksa da en eski peygamber mescitlerindendir. Kâbe'nin mukaddesliği İslâmiyet'le birlikte artarak devam etmiştir.

Sadece ihtiyaç sahibi kimselerin (fakirler, muhtaçlar, öğrenciler, özürlüler vb.) faydalanabildiği vakıflara, hayrî vakıflar denilmektedir. İhtiyaç sahipleri ve vakıf kurucusunun aile fertlerinin dışında, vakıftan, vakıf görevlileri de faydalanabilir. Vakıf görevlileri, vakfiyede yer alan şekli ile maaş alabilir, vakfın bazı imkânlarından istifade edebilir. İslâmiyet'in ilk dönemlerinde vakıf görevlileri maaş almazdı. Zaman içinde âlimler, vakıf görevlilerinin maaş almasının caiz olduğuna dâir fetva vermişlerdir.

Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi ve sellem) bir hadîsinde geçen sadaka-i cariye mefhumu, vakıf olarak yorumlanmıştır: "İnsanlar ölünce amel defterleri kapanır. Ancak faydalı ilim, hayırlı evlât ve sadaka-i cariye bırakanlar bunun dışındadır. Onun amel defterine sadaka-i cariyeden faydalanıldığı sürece sevap yazılır." Medine devrinde Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem), Hayber'deki hurma bahçesini fakirler için vakfetmiştir. Hz. Ömer (ra), Hz. Osman (ra), Ebû Talha (ra), Cabir (ra) gibi sahabeler de Hz. Peygamber'in (sallallahu aleyhi ve sellem) sağlığında arazilerini vakfetmişlerdir.

Vakıf malı, yetim malı gibi özenle korunmalıdır. Yetim malı kendisine emanet edilen kişi, onu çoğaltacak tasarruflarda bulunabilir; ancak azaltacak herhangi bir tasarrufta bulunamaz. Aynı şekilde vakıf malı da mütevellilere emanet olarak verilir ve onun vakıf malını çoğaltacak tasarruflarda bulunmasına izin verilirken, azaltacak tasarruflarına izin verilmez. Devlet malı da aynen vakıf malı ve yetim malı gibi özenle korunması gereken mallar grubundandır.

Tarih boyunca insanımız eğitim, kültür ve bayındırlık hizmetlerini kurmuş olduğu vakıflarla gerçekleştirmiş, böylece hem sevap kazanmış hem de ülkesine hizmet etmiştir. Osmanlı medreseleri, aşhâneleri, hastaneleri vakıf geleneğinin tarihimizdeki en güzel örnekleridir. Osmanlı Devleti, vakıf kültürünün önemini bildiği için eğitim, kültür ve bayındırlık alanlarında vakıfların kurulmasını teşvik etmiş, günümüzde büyük oranda devlet tarafından yapılan bu hizmetleri özel sektöre -yani vakıflara- vermekten kaçınmamıştır. Bu maksatla vakıflara arazi tahsis etmiş, vergi gelirlerinin bir kısmını vakıflara bırakmış ve böylece eğitim, kültür ve bayındırlık hizmetlerinde özel sektörün gücünden faydalanmıştır.

Vakıf malına el sürmenin, insanı nasıl perişan edeceği ile alâkalı olarak Hz. Süleyman Aleyhisselam'ın bir serçe ile olan hikâyesi anlatılır. Süleyman Aleyhisselâm bir gün bir serçeyi azarlar. Üzülen kuş, Sü¬ley¬man Aleyhisselâm'a "Senin saltanatını ve sarayını mahvederim!" der. Süleymân Aleyhisselâm: "Senin gü-cün ne ki, benim sarayımı mahvedeceksin!" dediğin¬de, kuş ona şu cevabı verir: "Kanatlarımı ıslatır, bir vakıf toprağına sürerim. Sonra da kanatlarıma bulaşan vakıf toprağını senin sarayının damına taşırım. Böylece benim taşıdığım o vakıf toprağı, senin sarayını çökertmeye yeter!"

Osmanlı'nın eğitim ve kültür hizmetlerini vakıflar eliyle yaptırması, Amerika Birleşik Devletleri gibi bazı Batılı ülkeler tarafından da model olarak benimsenmiştir. Amerika Birleşik Devletleri'nin büyük üniversitelerinin önemli bir kısmı, vakıflar tarafından kurulmuştur.

Görüldüğü üzere vakıflar bir toplum için hayatî hizmetler yapan ve özenle korunması gereken kurumlardır. Seyhan KALKAN

42


İNSANIN DÖRT ZİNDANI İnsan mefhumu, entelektüel faaliyet alanında irdelenmesi gereken ilk konudur. Çünkü geliştirilen tüm fikirler insan içindir ve fakat insanın ne olduğu ne gibi özelliklere sahip olduğu bilinmeden girişilecek her türlü fikri faaliyet nakıs kalacaktır. Ali Şeriati de bu yüzden olacak ki; bir Müslüman ilim adamı, aydın olarak önceliği insana vermiş bu alanda çok önemli eserler bırakmıştır ardında. Biz de onun eserlerine hareket noktası alarak insanın “ne” olduğu, ne gibi özelliklere sahip olduğu, bu özellikleri gerçekleştirirken önüne ne gibi engeller çıkacağı ve bu engelleri nasıl aşacağı sorularına cevap arayacağız.

Yalnız insan olmak, insani özellikleri gerçekleştirmek yolunda beşerin önünde bazı engeller vardır. İnsanın dört zindanı olarak bahsettiklerimiz de bu engellerin ta kendisidir. Bunlar Şeriati’nin tasnifine göre; tabiat cebri, tarih cebri, sosyoloji cebri ve insanın kendi nefsi kaynaklı engellerdir. Şeriati bu sonuncusuna “kendim” zindanı demektedir. Tabiat cebri; doğal yasaların ve şartların insan üzerinde ki belirleyiciliğidir. Örneğin; bugün Afrika’nın bir çölünde yaşayan bir insan ile şehirleşmesini ve “modernleşmesini”yıllardır tamamlamış Amerika’nın bir şehrinde yaşayan insan bir midir? İnsan yaşadığı coğrafyaya maruz kaldığı doğal şartlara rağmen iradesini gerçekleştirebilecek midir? İşte her şey bu sorulara vereceğimiz cevaplarda kilitlenmektedir. Eğer natüralist bir yaklaşımla olaya bakacak olursak insanın doğa durumlarına kurtulamayacak biçimde bağlı olduğunu ve kişiliğine asla bunlardan bağımsız gerçekleştiremeyeceğine kabul etmemiz gerekir. Şeriati’ ye göreyse insan tabiata egemen yasaları, bu yasaların insan üzerindeki etkisini bilip tanımak yoluyla bu zindandan kurtulabilir. İnsan, tabiatı bilimle bilip tanıdığı ve yaratıcılık yeteneğiyle teknoloji ürettiği ölçüde bu zindanın zincirlerini kırar.

İnsan için kullanılan iki kavram mevcuttur. Bunlardan biri beşerdir ve insanın biyolojik boyutunu ifade eder. Yani beşerden anladığımız iki ayaklı bir canlı türüdür. Diğer kavram ise insandır. İnsan, tabiatın diğer tezahür ve olguların da olmayan nitelikleri kapsar. Beşer diye tabir ettiğimiz canlının olması gereken fakat olmayan yalnızca çaba sonucu elde edebileceği üstün özelliklerini ifade eder. Bu manadan beşerin amacı “insan” olmaktır. Yine insan olmak varıldığında son bulacak bir hedef değildir ve sürekli bir oluşu ifade eder. Beşer insan olmak yönünde daimi bir çaba ve gelişim süreci içinde olmalıdır.

İkinci zindan ise tarih zindanıdır. Tarihin insan kişiliği üzerindeki etkisi yadsınamaz ama kişiliğimiz belirleyen tek etken tarihsel olgu ve olaylar mıdır? Yine bu soruya vereceğimiz cevaba göre iki farklı yaklaşım ortaya çıkmaktadır. Evet diyecek olursak insanın tüm kişiliğini tarihin determine ettiğini(belirlediğini) kabul etmiş olur ve iradi seçimlere olasılık vermeyiz. Bu tarihselci bir yaklaşımdır ama cevabımız menfi yönde olacaksa insanın yine bu zindandan da kurtulabileceğini kabul etmeliyiz. Bunun yolu da yine bilimden geçer. Tarihin İnsan “ben”inin ve biz insanların fikri, iradi, hissi ve ahlaki yapısında ne gibi etkileri olduğunu anlayabilirsek bu zindandan da kurtulabiliriz.

Beşerin üstün hakikatini ifade etmek manasında “insan” üç ana, ayırıcı özelliğe sahiptir. Bunlar bilinçli, seçici ve yaratıcı olmaktır. Beşer kendini bildiği, seçim yapabilme aşamasına ulaştığı ve tabiatın sahip olmadığı şeyi yarattığı(Yoktan var etmek anlamında değil!) ölçüde insan olabilir. Bilinçli olmak; kendinin nitelik ve yaratılışını, evrenin nitelik ve yaratılışını, kendisinin evren ile ilişkisinin niteliği bilmek, algılamaktır. Seçim yapmak; doğada ve doğaya karşı, üzerinde egemen olan düzene karşı, hatta bedeni ve ruhi ihtiyaç ve zorunluluklarına, doğal ihtiyaçlarına, güdüsel çabalara karşı başkaldırabilmek ve tüm bu zorlayıcı etkenlere karşı kendi iradesine dayalı olarak tercih etmek, seçim yapabilmektir ki bu insanın başat, en üstün özelliğidir. Yaratıcı olmak ise; insanın Üçüncü zindan sosyoloji zindanı, yani her türlü ihtiyaç duyup da doğada bulamadığı şeyleri kendi toplumsal şartın zorlaması, belirleyiciliğidir. uğraş ve çabasıyla elde etmesidir. 43


Öyle bir yol olmalıdır ki kurtuluş yolu insanı tüm bu istek ve arzulardan aşkın, yüce kılsın. Bu yol Şeriati’nin deyimiyle aşktan, imandan, dinden başka bir şey değildir.

Toplumsal yapılar, kabuller, değerler bilinçli insan nazarında yıkılması mümkün olmayan ebedi, değişmez, egemen, kutsal, göksel, gayb âleminden inme gerçeklikler değillerdir. Tersine insanın üzerinde düşünebileceği, karar verebileceği, seçebileceği veya inkâr edebileceği fenomenler biçimindedir. Peki, bu nasıl mümkün olur? İnsan yine bu zindandan da toplumsal bilimler sayesinde, toplumsal düzenleri incelemek ve karşılaştırmak suretiyle kurtulabilir. Bu sayede toplumların ürünü olan insanlar, toplumların meydana getiricisi, inşa edicisi halini alırlar.

Çünkü ancak bu ideal, yüce değerlerdir insanı hesapçı, oportünist(faydacı) aklın üzerine çıkarıp yüceltebilir. İnsan ancak böyle yüce değerlere sahip olmalıdır ki başkaları için fedakârlık yapsın, kendi maslahatlarına başkalarınınkini, kendi hayatına başka insanların hayatını tercih etsin. Bu insanın ulaşabileceği en yüksek, en yüce mertebedir. İnsan ancak böyle aşkın ideallere sahip olduğu vakit Zindan olarak bahsettiğimiz tüm bu olguların kendi yararından, kendi arzularından vazgeçer ve insan üzerindeki etkileri kesinlikle inkâr edilemez. “kendim” zindanından kurtulur. Fakat anlatmak istediğimiz şudur ki; İnsan olmak yolunda, yani beşerlikten insan olma hedefine “Kendim” zindanından kurtulamayan insanın diğer doğru gösterilen çaba ile bu belirleyici güçlerden zindanları aşması da pek bir anlam ifade etmeyecektir. Çünkü insan teknoloji ile doğa zindanından, tarih kurtulabilinir. bilgisi ile tarih zindanından ve sosyoloji bilgisi ile İnsan benliği üzerinde tahakküm kuran 3 zindanı toplum zindanından kurtulup her açıdan refaha belirttik ve bu zindanlardan kurtuluşun bilimle erse dahi “kendim” zindanından kurtulup manevi mümkün olacağını ifade ettik. Ama öyle bir zindan yönünü de geliştirmediği sürece bir boşluğun ve daha vardır ki insan o zindanı içinde taşır. Bu “kendim” anlamsızlığın içine düşmesi kaçınılmazdır. Her zindanıdır. İnsanın kendi nefsinden kaynaklanan açıdan refaha erişmiş ama “kendim” zindanından ve onun iradesini gölgeleyen her türlü şeydir bu kurtulamamış modern insanında durumu tam zindan. Örneğin, para tutkusu, egolar, şehvet vs… olarak bu değil midir? Bu zindandan kurtuluş yolu en zorlu olanıdır. Ömer AY Çünkü bizzat insanın kendinde olan istekler, arzulardan kaynaklanır.

44


DÜŞÜŞ FİLMİ (The Fall)

Sizleri hayal dünyasının sınırlarını zorlayan bir filmle Oyuncularıylada dikkate değer bir film.Adam tanıştırmak istiyorum. ve kız kendi aralarında intikam peşindeki beş kahraman hakkında bir masal uyduruyorlar. Düşüş senaryosu ve görselliğiyle çok farklı bir Maskeli bir kabadayı, Afrikalı kaçak bir köle, Hintli film.Hem hastanede hem de küçük kızın hayal bir mistik, İtalyan bir bilimci ve bir bomba uzmanı, dünyasına açılan kapının ardında geçiyor. bir adaya sürgün edilmesiyle başlamış güzel bir serüven. Düşüş, akıl almaz sahnelerin rengârenk Filmin konusundan kısaca bahsedecek canlandırma planlarıyla harmanlandığı, filmler olursak;küçük kız Alexandria ağaçtan düşmüş arasında, izleyiciyi görselliğiyle yakalayacak, ve kolunu kırmıştır. Aşk acısı çeken ve intihar akıllardan kolay silinmeyecek bir yapıt. etmek isteyen bir dublörde köprüden atlayarak yaralanmıştır ve ikisi de aynı hastanede Filmde sıkılmamanızın sebeplerinden biride komik kalmaktadırlar.Dublör ve küçük kız arasında ilginç ve eğleneceğiniz bir senaryosunun olmasıdır. bir ilişki oluşur.Dublör Roy intihar etmesi için Filmde aşk,aksiyon,komedi,dram iç içe girmiş. gereken hapları elde etmek için küçük Alexandria Filmde her kültürden her inançtan bir parça alınıp ‘yı kullanmaya karar verir.Bunun içinde çocukların bir bütün gibi işlenmiş.Bence bu film insana en çok sevdiği şeyi yani masalları kullanır.Küçük adaletli olmayıda öğretiyor ,filmdeki iskenderin kıza anlattığı masalın sonu yaklaştıkça filmdeki ordusundaki herkese adaletli davranması bunun hikayenin sonuda yaklaşmaktadır. bir örneği.Herkesin hakkına saygı duyulması gerektiğinide öğretiyor. Bu filmin tüm sahneleri birer tablo ve tablonun içinde bir anlam gizli.Film, izleyici derinden Ayrıca bu film yirmialtı farklı ülkede çekilmiştir. etkileyen bir fotoğraf gibi.Aslına bakarsak filmin film tek kelimeyle mükemmel ,film içinde film tamda belli başlı bir senaryosu yok ama fazlasıyla üretmişler.Herkesin izlemesi gereken bir film ben güzel görünen bir film,görsellik mükemmel. hepinize tavsiye ediyorum. Filmin müzikleride bence gayet güzel,insan bu filmi izlerken içten içe filmin müziklerini Sonuç olarak film çok güzeldi ancak bu güzelliğin söylüyor ve replikleri tekrar ediyor.Film hem tadına izlerseniz daha iyi varacaksınız çünkü filmde hayal dünyasında,hemde bedenin olduğu yerde insana her şeyden önce bir görsel şölen sunuluyor. geçiyor,kısacası beyin ve beden farklı yerlerde .Bence film gayet güzel,doğrusu benim çok ÇEKİM YERLERİ hoşuma gitti.İzlerken hiçbir yerinde sıkılmadım ,tam aksiyon ve heyecan bitti diyorsunuz ki "Dead Vlei", Nabib Çölü, Namibya ayrı bir aksiyon ve heyecan başlıyor,e buda Jantar Mantar Labirenti, Jaipur insanda merak uyandırmıyor desem yalan olur. Charles Köprüsü, Prag, Çek Cumhuriyeti Butterfly Reef(Kelebek Kayalığı), Fiji Seneryo ile gerçek iç içe geçmiş gibi.Özellikle küçük Sumatra Adası kız aklında nasıl o kadar şey canlandırıyor doğrusu Andaman Adaları, Hindistan merak ettim.Kungusuyla da bence çok farklı bir film Pangong Gölü, Ladakh, Hindistan ,kendini bir yönüyle diğer filmlerden ayırıyor ancak Buland Darwaza, Fatehpur Sikri Sarayı, Uttar insan izleyince anlıyor bunu. Pradeş, Hindistan Agra[10] Dediğim gibi filmin en belirgin özelliğide Manyetik Tepe, Ladakh, India zaten görselliğin mükemmel olması.Aslında Lamayuru yakınında Ay manzarası, Hindistan şu anda birden kendinizi dublörün destanında Bali küçük kızın hayal dünyasında buluyorsunuz. 45


Chand Baori, Abhaneri Köyü, Rajastan Jodhpur, the Blue City, Rajastan Umaid Bhawan Palace Lobisi, Jodhpur, Rajastan Taç Mahal, Hindistan Capitoline Tepesi, Colosseum, Roma, İtalya Hadrian Villası, Tivoli, İtalya Aya Sofya, İstanbul, Türkiye İlk Özgürlük Heykeli, Jardin du Luxembourg Bahçesi, Paris, Fransa Valkenberg Hastanesi, Cape Town, Güney Afrika

46


SOSYETE KISIRI Yöremiz, kısırda da farkını göstermekten geri kalmamış ve bildiğimiz kısırlardan farklı olarak yeni bir tarif ortaya çıkarmış. Özellikle benim gibi aranızda da köfte severler varsa kısırın bu hali daha da ilginizi çekebilir. Gerçi hanımlar açısından biraz kalorili olsa da bir kereden bir şey olmaz diyerek kaçamak yapabiliriz. Bu yüzden fazla uzatmadan tarifimize geçsek iyi olacak. Şimdiden afiyet olsun.

Malum yöremiz kayısısı meşhur bir il, böyle güzel bir meyveyi de insan ne kadar çok yerde kullansa o kadar iyi diyerekten yola çıkmış hemşerilerimiz ve yine ağzınıza layık güzel bir tatlı ortaya çıkarmış. Elbet aramızda bilenlerimiz vardır fakat bilmeyenlerimizde mahrum kalmasın diyerekten sizlerin beğenisine sunuyoruz. Umarım tatlı yer tatlı konuşursunuz. Kolay gelsin şimdiden. Malzemeler 6 tane gün kurusu kayısı 2 su bardağı kıyılmış kayısı çekirdeği (1 bardak içine 1 bardak üzerine) 200 gr tuzsuz tereyağı yarım çay bardağı zeytinyağı 1 tane yumurta 1 paket kabartma tozu 1 paket vanilya 3,5 su bardağı un yarım su bardağı toz şeker

MALZEMELER: Hamuru İçin: 4 su bardağı yarma (yöresel) 1 tatlı kaşığı tuz Su Diğer Malzemeler: Yarım demet maydanoz Yarım demet yeşil soğan 2 çorba kaşığı salça 2 diş sarımsak 1 çay kaşığı tuz 1 çorba kaşığı nane Yarım çay kaşığı karabiber 1 tatlı kaşığı pul biber 1 çay bardağı zeytinyağı YAPILIŞI: Hamuru için yarma ve tuzu karıştırıp azar azar su ilavesiyle bir hamur yoğuralım. Hamurdan nohut büyüklüğünde minik toplar yapalım. Tuzlu suda haşlayıp suyunu süzelim. Büyük bir kaseye alıp içine salça, yağ, sarımsak ve baharatları koyup karıştıralım. Yeşillikleri ince ince kıyıp köftelerin içine koyup karıştıralım.

Hazırlanışı Kayısı çekirdekleri robottan geçirerek ezin. Kayısıları yıkayarak küp şeklinde doğrayın. Yağ ile toz şeker eriyinceye kadar karıştırın Sıvı yağ kayısı çekirdeği ve yumurta sarısını koyup karıştırın. Un vanilya ve kabartma tozu ilave ederek yoğurun. Yumurta büyüklüğünde parçalara ayırın ve yuvarlayın. Önce yumurta akına sonra çekilmiş kayısı çekirdeğine batırıp 180 derecede pişirin. Soğuyunca üzerine pudra şekeri serpin. Üzerine isterseniz haşhaş da batırabilirsiniz. Hamurun içine kayısı çekirdekleri de karıştıra bilirsiniz. AFİYET BAL ŞEKER OLSUN…

KOLAY GELSİN SEVGİLİ YEMEK SEVERLERR

ÇEKPARE 47


http://www.askazeytincilik.com/ 48


49


VİTRİN MOBİLYA TASARIM UYGULAMA TURİZM SAN. VE TİC. LTD. ŞTİ. ADRES : Modoko Sanayi Sitesi 5. Cad. No:282 Y.Dudullu - Ümraniye / İSTANBUL TEL : 0216 466 10 17 – 18 FAX : 0216 466 10 19 E-MAIL : info@vetrinaofis.com www.vetrinaofis.com

KURUCUMUZ

BEDRİ YILMAZ

REFERANSLARIMIZ

50

Projelerinize mimari hizmet verilmektedir.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.