izollu vakfi

Page 1

K Ü LT Ü R DAYA N I Ş M A V E S O S YA L YA R D I M L A Ş M A VA K F I - S AY I 2 5 Y I L : 2 0 1 7


İstanbul İşkembe

Ziya Gökalp Mahallesi, Atatürk Bulvarı, Bankalar Cad. 102/A Başakşehir/İstanbul - Tel:(0212) 671 09 90 www.istanbuliskembe.com.tr



BAŞKANDAN BAYRAK YARIŞINDA YENİ SOLUK!

Bir bayrak yarışıdır aslında insanın ve insanlığın hikayesi. Bizler İzollu Vakfı olarak bayrak yarışında safımızı iyilik ve güzellikten yana seçtik. Her bir vakıf üyemiz ve her bir gönül verenimiz bu yarışta üzerine düşeni yaptı. Amaç hep iyiye, güzele hizmet etmek, İzollu ve İzollulular için duvara bir tuğla daha koyabilmek oldu. Daha iyi yetişmiş, eğitimli ve ahlaklı nesiller için çabaladık hep. Bundan sonra da böyle olacak. Bu yarışta bayrak elden ele geçti. Yarışın şimdiki bölümünü ise biz devraldık. Yeni yönetim olarak, eski yönetimden aldığımız bayrağı hep daha iyiye, hep daha güzele ulaştırmak için çabalayacağız. Önceliğimiz her zaman olduğu gibi sizler olacaksınız. Her daim İzollu’nun ve İzolluluların yanında olmaya devam edeceğiz. Yeni eğitim ve öğretim yılının başladığı bu günlerde birinci önceliğimiz yine öğrencilerimiz olacak. Burs faaliyetlerimize ara vermeden devam edecek, daha çok öğrencinin ve ailesinin yarasına merhem olabilmek için gayret göstereceğiz. Ayrıca vakfımızın öncülük ettiği diğer hizmetleri de en ileri seviyeye taşımaya çalışacağız. Biz bu duygu ve düşüncelerle hizmet yarışında bayrağı devraldık. Başta görevi devraldığım eski vakıf başkanımız Vedat Toy ağabeyimiz olmak üzere, bütün vakıf üyelerine yapmış oldukları hizmetlerden dolayı tekrar tekrar teşekkür ederiz. Yeni yönetim olarak elimizden gelen çabayı sarfedecek ve İzollu için bu iyilik kervanını bir adım daha ileri taşıyacağız. Diğer yandan bizler, kuruluşumuzdan bu yana faaliyetlerimize gönül verenlerin katkıları sayesinde vakfımızı ayakta tutabiliyor ve faaliyetlerimize devam edebiliyoruz. İhtiyaç sahiplerine bu gönlü güzel insanların sayesinde el uzatıp, onların yaralarını sarabiliyoruz. Bu vesileyle vakfımıza ve çalışmalarına gerek maddi, gerek manevi desteklerini esirgemeyen herkese buradan bir kez daha teşekkürü borç biliriz. Vakıf çalışmalarında bundan sonra her birinizin desteklerini, yardımlarını ve önerilerini bekliyoruz. Çünkü biz daha güzel günlerin birlik ve beraberlikle sağlanacağını düşünüyoruz. Selam ve dua ile...

4

İZOLLU VAKFI DERGİSİ SAYI 25

ÖMER ÇETİNKAYA İZOLLU VAKFI BAŞKANI


EDİTÖRDEN YENİ SAYI YENİ HEYECAN! Yaklaşık 3 ay önce çıkarttığımız sayımızla birlikte olmuştuk en son. Kısa bir ayrılığın ardından sizlerle yeniden buluşmanın heyecanını yaşıyoruz. Bir kez daha merhaba! İzollu Dergisi olarak günlük koşuşturmacanın ve onca telaşın arasında bir nebze olsun rahat bir nefes alabileceğiniz, sıcak gündemin gerisinde ve gölgede kalmış, biraz daha soft ve biraz daha bizden diyebileceğimiz gündemi bir araya getirmeye çalıştık. Bu sayıda istedik ki, herkesin kendinden bir parça bulabileceği ve bir çırpıda okunabilecek bir dergimiz olsun. Bu duyguyla hazırladığımız dergimizde köylerimize yine ufak bir gezinti yaptık.Aluçlu Derneği’nin mi̇ safi̇ ri̇ olduk yöresini ve halkını kalkındırmak ayrıca gelenek ve göreneklerini yaşatmak için neler yaptığını dinledik. İçimizi ısıtacak, sıcacık, sevgi ve hasret dolu kelimelerin dile gelişine şahit olacaksınız bu sayımızda. Tadı damağımızda hatta ruhumuzda kalan yakın maziden hikayeler, hatıralar yüreğinizi sızlatacak. Yolu gurbete düşen herkes gibi sizler de bir “ahh” çekeceksiniz belki derinden. Çocukluğunuz, masumiyetiniz, geçmişe özleminiz canlanacak bir anda. Sadece ruhumuzda kalan manevi lezzetler değil, damak lezzetlerini de unutmadık dergimizde. Milli yiyeceğimiz olan ve yüzlerce çeşit yemeğiyle sofralarımızın değişmez lezzeti bulgurun çileli, bir o kadar da saygıdeğer yolculuğunu anlatacağız bu sayımızda. Sadece bunlar değil elbette. Her okuyanın kendine göre birşeyler bulacağı pek çok konu işledik. Sizlerin de severek okuyabileceği bir sayı çıkarmak için çalıştık. Bir dahaki buluşmamıza kadar sağlıcakla kalın. İBRAHİM HALİL KOCA

İZOLLU VAKFI DERGİSİ SAYI 25

5


KÜLTÜR DAYANIŞMA VE SOSYAL YARDIMLAŞMA VAKFI - SAYI 25 EKİM-KASIM-ARALIK YIL :2017

KÜLTÜR DAYANIŞMA VE SOSYAL YARDIMLAŞMA VAKFI - SAYI 25 EKİM-KASIM-ARALIK YIL :2017

8-9 İÇİNDEKİLER VAKIF YÖNETİMİNDE KAN DEĞİŞİMİ...........................................................8 YENİ YÖNETİM KURULUNU TANIYALIM......................................................10 VAKFIMIZ YENİ EĞİTİM YILINA HAZIR..........................................................12 GERÇEK BİR HAYAT HİKAYESİ......................................................................14

36-37-38

GÜNGÖREN’DEN SEVİNDİREN ZİYARET ...................................................17 YÜREĞİMİZDEKİ İZOLLU ...........................................................................18 ÇOCUK YETİŞTİRMEK BİR SANATTIR .........................................................20 ÖDÜLLER SAHİPLERİNİ BULDU .................................................................22 BİZDEN BİR HAYAT HİKAYESİ.....................................................................23 BURSİYERLERİN MALATYA BULUŞMASI....................................................24 DİLİN EHEMMİYETİ ÜZERİNE ...................................................................26

18-19

SOFRALARIN BAŞ TAĞCI BULGUR.............................................................28 BİR ÇOCUK BİR SON BAHAR......................................................................32 TÜRKİYE 10.SU İÇİMİZDEN ÇIKTI ...............................................................35 BİR DERNEĞİN, GEÇMİŞİ VE GELECEĞİ YAŞATMA MÜCADELESİ...............36 HANIMLAR DA VAKIF’TA OLMALI!............................................................39 MALATYA’NIN SEMBOLLERİ.....................................................................40 İZOLLU VAKFI 6. YİK TOPLANTISI...............................................................43 GURUR HİKAYEMİZ ..................................................................................44 SİİR ..........................................................................................................46 KİTAP TANITIMI - CÜMLE KAPISI...............................................................47 AMPUTE GURUR.......................................................................................48

6

İZOLLU VAKFI DERGİSİ SAYI 25

22


8-9

17 İZOLLU VAKFI ADINA İMTİYAZ SAHİBİ ÖMER ÇETİNKAYA

EDİTÖR YAZI İŞLERİ SORUMLUSU İBRAHİM HALİL KOCA inetkoca@gmail.com

38

28-29-30-31

DERGİ YAYIN KURULU EBRU GÜZEL ESMA ŞENGÜL İREM AKDENİZ MEHMET CÖMERT MURAT AKDENİZ EMRAH ASLAN

DANIŞMA KURULU

-19

32-33-34

VEDAT TOY ÖMER ÇETİNKAYA NUSRET MUM COŞKUN ALAY AHMET AYHAN KADİR KEKLİK REMZİ AYTEKİN FUAT AKDEMİR HACI BAYRAM ARPA

HUKUK DANIŞMANI ÖMER ÇETİNKAYA

REKLAM & HALKLA İLİŞKİLER SORUMLUSU SULTAN KIRAN

GRAFİK TASARIM

TABA REKLAM info@tabareklam.com

22

48-49

DERGİ YAZIŞMA YERİ

ATATÜRK BULVARI CAD. NO:166/5 LALE APT. AKSARAY / İSTANBUL İZOLLU VAKFI İLETİŞİM: 0212 520 75 55

İZOLLU VAFKI DERGİSİ SAYI 25

7


VAKIF YÖNETİMİNDE KAN DEĞİŞİMİ İzollu Vakfı'nın hizmet yarışında bir dönem daha sona erdi. Vakfımız, yeni dönem çalışmalarını Ömer Çetinkaya başkanlığında sürdürecek. Yeni yönetimin belirlendiği Genel Kurul toplantısı 18 Eylül 2017 tarihinde vakfımızın merkez binasında gerçekleştirildi. Adnan Başdemir, Bedri Yılmaz, Cemal Fırat, Hacı Toy, Hüsnü Aktaş, Mehmet Zeki Baykal, Muharrem Gökhan, Mustafa Taşkıran, Nazif Özbek ve Vedat Toy gibi kurucu üyelerin de katıldığı Genel Kurul'un ana gündem maddesi yeni başkanın seçimiydi.

TEK ADAY KATILDI, OY BİRLİĞİ İLE SEÇİLDİ Genel başkanlık seçimine Ömer Çetinkaya tek başkan adayı olarak katıldı. Yapılan seçimde ise Çetinkaya, oyların tamamını alarak oy birliği ile vakfın yeni başkanı seçildi. Böylece İzollu Vakfı'nın hizmet yarışında 2015-2017 yılları arasında 2 yıl başkanlık yapan Vedat Toy, bayrağı Ömer Çetinkaya'ya teslim etti. Yeni yönetim kurulunda Çetinkaya'nın yardımcılığını Ahmet Ayhan yürütecek. Nusret Mum Genel Sekreter, Hacı Bayram Arpa ise muhasip üyelik görevine getirildi. Vedat Toy, Coşkun Alay, Kadir Keklik, Remzi Aytekin, Fuat Akdemir, Emrah Aslan ve İbrahim Halil Koca ise yönetim kurulu üyesi oldular.

8

İZOLLU VAKFI DERGİSİ SAYI 25


887 ÖĞRENCİYE BURS

larla koştu. Bu öğrencilerden de 112'si mezun oldu.

Toplantıda ayrıca Vedat Toy başkanlığındaki 11'inci dönemin faaliyet raporu da okundu. İki yıllık dönemin en dikkat çeken faaliyeti ise öğrencilere verilen burslardı. 11'inci dönemde toplam 887 öğrenciye burs verildi. Bu öğrencilerden 182'si ise okullarından mezun oldu. Diğer yandan vakfımız sadece geçen yıl 443 öğrencinin yardımına verdiği burs-

Vedat Toy'un başkanlığında ayrıca farklı zamanlarda üyelerimiz ziyaret edildi ve kendilerine plaket verildi. Başlıca vakfımızın ve İzollu'nun tanımı için yayın yapan dergimizin 4 sayısı daha yayımlandı. "Vakfa vefa" konulu çok sayıda etkinliğe imza atılırken öğrenci buluşmaları, piknik ve iftar yemekleri ile de birçok kişi bir araya getirildi. Ayrıca İzollu İlçesi'nde ilkokul öğrencileri için resim, şiir ve kompozisyon yarışması düzenirken dereceye girinlere ödüller verildi. İzollululara yardım yarışında bayrağı teslim alan Ömer Çetinkaya ise vakıf geleneğini daha ileri taşıyarak, hizmetleri devam ettireceklerinin sözünü verdi.

İZOLLU VAKIF DERGİSİ SAYI 25

9


YENİ YÖNETİM KURULUNU TANIYALIM

ÖMER ÇETİNKAYA

1970 yılında Malatya'da dünyaya geldi. İlk ve orta öğretimini Malatya'da tamamladı. Yüksek öğrenimini İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde bitirdi. Bir süre serbest avukat olarak çalıştı. 2004-2009 döneminde İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde Meclis Üyeliği yaptı. Bu dönem içinde 5 yıl İ.B.B. Hukuk Komisyonu Üyeliği'nde bulundu. 29 Mart Mahalli İdareler Seçimi'nde Esenler Belediye Meclis Üyesi seçildi. Evli ve 4 çocuk babası olan Çetinkaya, İngilizce ve Arapça biliyor.

VEDAT TOY

1959 Malatya doğumlu olan Vedat Toy, 1972 yılından beri İstanbul Laleli’de hizmet veriyor. Laleli’nin dışında Beyazıt’ta, Merter’de, Çekoslavakya’da ve Rusya’da mağazaları bulunuyor. Rusça ve Arapça bilen Vedat Toy’un LASİAD dışında 15 ayrı STK’na üyeliği var. Eğitim gönüllüsü ve sevdalısı olan Malatyalı, sanayici ve tüccar Vedat Toy, 1997 yılında iyi eğitimli nesiller yetiştirebilmek için eğitim sektörüne girdi ve önemli bir projeye imza attı. Birkaç arkadaşıyla bir araya gelip özel kolej kurmaya karar veren Toy, o günlerden bugüne İstanbul Bilim Koleji’nin Yönetim Kurulu Başkanı sıfatıyla hizmetlerine devam ediyor.

AHMET AYHAN

1974 yılında Bahri Köyü’nde doğdu. İlkokulu Bahri Köyü’nde ortaokul ve liseyi Malatya İmam Hatip Lisesi’nde okudu. Lisans tahsilini ise Anadolu Üniversitesinde işletme bölümünde yaptı. 1992 yılında İstanbul’da halen devam ettiği tekstil sektörü ile iş hayatına atıldı. 2008’ de inşaat sektörüne de girerek, Ayhan Tekstil&İnşaat olarak ticari faaliyetlerine devam ediyor. 2015 yılında Başakşehirde İstanbul İşkembe Restauranta ortak olarak yiyecek&içecek sektöründe faaliyet göstermeye başladı. Bahçelievlerde ikamet eden Ayhan evli ve 3 çocuk babası.

HACI BAYRAM ARPA

1968 yılında Malatya’da doğdu. İlkokul tahsilini Çanakçı Köyü’nde yaptı. 1982 yılında İstanbul’a geldikten sonra ortaokul ve lise tahsilini İstanbul’da bitirdi. Lisans eğitimini Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi İşletme Bölümü’nde yaptı. Öğrencilik hayatı devam ederken aynı zamanda iş hayatına başladı ve 1994 yılında Arpaoğlu Gıda ve Sanayi şirketini kurdu. 1999 yılında ise tekstil sektörüne girip Merit Tekstil şirketini kurdu. 2012 yılında pizza keyfi işletmesini kurarak yiyecek içecek sektöründe yer aldı ve 2014 yılında da Limos Cafe Restaurant zincirini kurdu. Halen gıda, içecek ve yiyecek sanayiinde iş hayatıma devam ediyor.

NUSRET MUM 1974 İzollu Bahri Köyü’nde doğumlu.Malatya Ş.K.Ö.Teknik Lisesinde okudu. Üniversite eğitimini Fırat Üniversitesi Mühendislik Fakaültesi İnşaat Mühendisliği Bölümünde, Yüksek Lisans eğitimini İstanbul Kültür Üniversitesi’nde tamamladı. Yıldız Teknik Üniversitesi inşaat doktora programında özel öğrenci olarak dersler aldı.Üniversite öğrenciliğinin son sınıfında iken kurulan İzollu Vakfının, ilk burs alan öğrencilerdendir. 1997 yılından beri İstanbul Büyükşehir Belediyesinde çalışıyor. Evli olup iki erkek, bir kız çocuğu babası. İzollu Vakfı 2009-2011, 2011-2013, 2013-2015 ve 2015-1017 dönemleri Yönetim Kurulu Üyeliğinde bulundu.


COŞKUN ALAY

Malatya İzollu Habipuşağı Köyü’nde doğdu. İlk öğrenimini köyde, orta ve lise tahsilini Malatya’da yaptıktan sonra İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’ne başladı. Üniversite tahsilini 1987 yılında tamamladı. 1986 yılında denim kumaş pazarlama ile başladığı iş hayatına, 1990 yılında aile şirketi olarak imalatçı- ihracatçı olarak devam etti ve faaliyetlerine bu sektörde devam ediyor. Aile şirketinin iştiraki olan Pulsar İnşaat’ta mesai yapıyor. İzollu Vakfı haricinde bir çok dernek ve vakıfta üyelik ve yöneticiliği bulunuyor. Evli ve 3 çocuk babası.

KADİR KEKLİK

1973 tarihinde doğdu. Lise tahsilini Malatya Kubilay Lisesi’nde tamamlayan Keklik, daha sonra İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. Yüksek lisansını ise Beykent Üniversitesi’nde yaptı. Kadir Keklik Bayrampaşa Belediyesi Sağlık İşleri Müdürlüğü’nde çalıştı sonra da, Bayrampaşa Devlet Hastanesi Baş Hekim Yardımcısı olarak görev aldı. Halen aile hekimliğinde görev yapmaktadır. Kadir Keklik İngilizce bilmektedir.

REMZİ AYTEKİN

1974 yılında Malatya Tepebaşı Köyü’nde doğdu. İlkokulu İstanbul Eminönü’nde Tevfik Kut İlkokulu’nda, ortaokulu Gedikpaşa Ortaokulu’nda okuyup iş hayatına atıldı. Tekstil ile başlayan iş hayatına 2000 yılında son verdi. Ardından inşaat sektörüne girdi. Şuan AYTEK Gayrimenkul Yapı Şirketi olarak inşaat sektöründe faaliyet göstermektedir.

FUAT AKDEMİR

1969 yılında Malatya İzolu Tepebaşı Köyü’nde doğdu. İlk ve ortaöğrenimini İstanbul’da tamamladıktan sonra tekstil atölyesinde çalışarak iş hayatına atıldı. Askerlik görevini ifa ettikten sonra da kendi işini kurarak devam ettirdiği tekstil işini 2008 yılında bırakarak Alt Yapı Müteahhitliği şirketini kurdu. Halen bu işe devam etmekte olan Akdemir, evli ve 3 çocuk babası.

EMRAH ASLAN

1992 yılında Malatya’da doğdu. İzollu Çanakçı Köyü’ndendir. İlkokulu Esenler’de, liseyi Esenler İbrahim Turhan Lisesi’nde bitirdi. 2011 yılında Karadeniz Teknik Üniversitesi İşletme Bölümü’nde lisans eğitimine başladı. 2013 yılında Farabi Öğrencisi olarak lisans öğrenimine Yıldız Teknik Üniversitesi İşletme Bölümünde devam etti. 2015 yılında mezun olduktan sonra Gürbaşlar Grup’ta yönetici adayı olarak çalıştı. Ardından İstanbul Büyükşehir Belediyesi İştirakler Daire Başkanlığı’nda Mali İşler Koordinatör Yardımcısı olarak göreve başladı ve burada çalışmaya devam ediyor. Aslan, 2017 yılında da Marmara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yerel Yönetimler Bölümünden yüksek lisans diploması aldı.

İBRAHİM HALİL KOCA

1987 yılında Malatya İzollu Pirot Köyü’nde doğdu. İlk ve orta öğretimini Malatya’da tamamladı. Sonrasında yüksek tahsilini İstanbul Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümünde yaptı. Yine İstanbul Üniversitesi’nde yüksek lisans eğitimini sürdürmektedir. 2011 yılında mezun olduktan sonra Teknomia Bilişim Şirketini kurdu. Halen yazılım sektöründe çalışma hayatına devam ediyor. Aynı zamanda www.kayisiaski.com ve www.polettostore.com e-ticaret sitelerinin genel koordinatörlüğünü yapmaktadır. Evli ve bir kız çocuğu babası.


VAKFIMIZ YENİ EĞİTİM YILINA HAZIR

Üniversitelerde yeni eğitim ve öğretim yılı başladı. İzollu Vakfı olarak her yıl olduğu gibi bu yıl

da öğrencilerimizi yalnız bırakmadık ve bursiyer toplantılarımıza başladık. İstanbul’daki bursiyer toplantılarının birincileri hem kız hem de erkek bursiyerler için ayrı ayrı düzenlendi. Bursiyerlerimiz toplantılarda yönetim kurulu üyeleri ile bir araya geldi.

2017-2018 YILININ İLK TOPLANTILARI

Kız bursiyerleri bir araya getiren toplantımız, yönetim kurulu üyelerimizden Kadir Keklik’in

katılımlarıyla başladı. Kadir Bey konuşmasında vakfımızın bir yöresel vakıf olduğuna vurgu yaptı ve bu durumun hem avantajlı hem de dezavantajlı bir durum olduğunu belirtti. Kadir Keklik’in konuşmasının ardından öğrencilere söz verildi ve öğrenciler kendilerini tanıttılar.

12

İZOLLU VAKFI DERGİSİ SAYI 25


AĞABEYLERİMİZDEN ALTIN TAVSİYELER Bursiyer toplantılarına vakıf büyükleri Vedat Toy ve Adnan Başdemir ağabeylerimizin mesajları damgasını vurdu. Vedat bey konuşmasında vakfımızda bu kadar çok üniversiteli kız öğrencinin bir arada bulunmasından dolayı büyük gurur duyduğunu belirtti. Ardından İzollu Vakfı’nın öğrencilerine hayatlarında ve tüm çalışmalarında başarılar dileyerek sözü Adnan Başdemir’e bıraktı. Adnan Başdemir başarının çok çalışmaktan geçtiğine vurgu yaptıktan sonra düzenli yaşamın önemine de dikkat çekti. Düzenli bir hayatı benimsememiş bir öğrencinin başarılı olamayacağını belirten Başdemir, gençlerin öncelikle hayatta hedeflerinin, hayallerinin olması ve bu doğrultuda azim ve kararlılıkla çalışmaları gerektiğini söyledi. Vakfın önceki bursiyer öğrencilerinden örnekler veren Başdemir, bu doğrultuda vakıftan edinilen bilgilerin gerçek hayatta uygulanması gerektiğinin altını çizdi. Adnan Başdemir ayrıca, hayatta fark oluşturabilmenin üzerinde durarak şu ifadeleri kullandı: ‘’Günlük hayatta herkes yürür, fark oluşturmak sizin elinizde. Bu yüzden yürümeniz yetmez koşmanız lazım.’’ Konuşmasına İstanbul’da üniversite okumanın büyük bir ayrıcalık olduğundan bahsederek devam eden Başdemir, bursiyer öğrencilerden kendi branş alanlarına göre toplantılar yaparak vakıf adına çalışmalar yapmalarını istedi.Vakfın devamının öğrencilerin elinde olduğunu da belirtti. ‘’Bizler işimizi mümkün mertebe iyi yapmaya çalışıyoruz. Faaliyet ve çalışmalarımızdan dolayı Türkiye’nin en aktif ve başarılı vakfıyız. Bu durumun sebebi bizim çok çalışmamızdan kaynaklıdır.‘’ diyen Başdemir son olarak, bursiyer öğrencilere tavsiyelerde bulunarak sözlerini bitirdi. “Edebiyatın, şiirin, sanatın toplum ve kültür açısından önemli olduğu kadar bireysel yaşamınız adına da son derece önemlidir, sizler de hayatınızda bu tip çalışmaların yer etmesini sağlamalısınız.” ifadelerini kullandı. Toplantımız ikramlar ve sıcak sohbetlerle devam etti.. Esma ŞENGÜL

İZOLLU VAKFI DERGİSİ SAYI 25

13


GERÇEK BİR HAYAT HİKAYESİ Hepsi bize benziyordu. Bu toprakların çocuklarına… Tenleri kavruk, avuçları çizik, yürekleri buruk... Tıpkı Anadolu'nun milyonlarca genci gibi, onların da yoklukları, imkânsızlıkları, olmazları vardı… Ama aynı zamanda umutları… Hepsi üzerlerine düşen sorumluluğun farkındaydı. Değiştirmek için, makûs talihin onlara taktığı prangalardan kurtulmak için yeteri kadar güce sahip olduklarının da… Düzenin “değişmezlerine" inat bir şeyler yapmaları gerektiğini biliyordu bu gençler. Fakat aralarından bir tanesi vardı ki; O, sanki Abdurrahman Bin Avf 'dan devr aldığı bir davanın devamı için yaratılmıştı… Ziraat Mühendisi Salah Atiyye. Asr-ı Saadet'te yaşamadı üstelik. Bugünlerde yaşadı, bizimle aynı çağı paylaştı... Bu dokuz inanmış genç Mısır Dekahliye ilinin Meyyid Ramr Kasabası'na bağlı, fakirliğin, sefaletin içine batmış Tafhana Al Ashraf Köyü'nde bir araya geldiklerinde, kariyer yapmak, hayatlarını kazanabilmek için en mantıklı seçenek; terk edip gitmekti o diyarı… Öyle yapmadılar. Tıpkı hikayeleriyle büyüdükleri tüccar sahabeler gibi büyük bir şevkle ticarete atılma kararı aldılar; Tafhana Al Ashraf 'ın kuru topraklarında bir tavuk çiftliği kurmak için işe koyuldular. Babalarının eski ayakkabıları, ağabeylerinin küçülmüş elbiseleriyle büyüyen bu gençler, ellerinde avuçlarında paraya çevirebilecekleri ne varsa kullandı. Kullandı kullanmasına amma, her biri ancak 200 Pound kadar para bulabildi… Bu küçük miktar bile, onlar için çok büyük bir sermayeydi…

ALLAH’LA TİCARET Aynı zamanda, hem hedefledikleri rakama ulaşmak için, hem de eşit miktarda ortaklık hissesi dağıtabilmek adına onuncu bir ortak arayışları devam ediyordu. Lakin ne yapsalar boş, bir türlü o onuncu ortağı bulamadılar… Tam vazgeçiyorlardı ki, teşebbüsün mimarı, lideri Salah Atiyye çıka geldi. “Onuncu ortağı buldum!" diyordu Atiyye. Arkadaşları heyecanla sordu: “Kim o?". Atiyye o vakur duruşundan hiç ödün vermeden gülümseyerek: “Allah" dedi. “Allah Azze ve Celle onuncu ortağımızdır. Biz O'na aynı oranda, %10'luk bir hisse vereceğiz. O da bu hisse karşılığında bizi koruyacak, kollayacak, ticaretimizi bereketlendirecek."


Bir anlık şaşkınlık… Fakat tabi ki hiçbir ortak bu güzel teklifi reddetmedi. Şirket sözleşmesi tıpkı verdikleri söz de olduğu gibi düzenlendi; Allah(cc)'ın hissesi de resmi olarak hisselere eklendi. Elde edecekleri kârın %10'u Allah(cc) adına hayır, hasenat ve vakıf faaliyetlerinde kullanılacaktı. Allah(cc)'la ortaklık edip zarar etmek mümkün mü? Şirket, ticarete başladığı ilk günden itibaren esrarengiz bir şekilde, öngörülemeyen boyutlarda kâr elde ediyordu. Mümkün gözükmeyen siparişler alıyorlar, daha ilk yılında müesseseyi büyütüyorlar hatta kazançlarıyla hemen hayır faaliyetlerine başlıyorlardı… Tüm ortaklar tarifsiz bir hayret içerisinde olanları anlamlandırmaya çalışıyor, bir yandan da muazzam bir mutluluk yaşıyordu. Teşebbüs başarılı olmuştu… O küçük, talihsiz köyün çehresi değişmiş, gitgide güzelleşiyordu… Tüm bu mucizenin sebebine vakıf olan Salah Atiyye, bir kez daha topladı ortaklarını ve dedi ki: “Şüphesiz bu büyük bereket onuncu ortağımız Allah(cc)'ın lütfudur. Gelin, O'nun hissesini %20'ye çıkaralım?". Ortaklar saniye tereddüt etmeden Allah(cc)'ın hissesini %20'ye çıkardılar. Solmuş bir bozkır çiçeğini andıran Tafhana Al Ashraf, Atiyye'nin öncülüğünde kurulan bu şirket sayesinde çoktan orta ölçekli bir hastaneye, hem pozitif bilimlerin hem de İslami bilimlerin öğretildiği ilkokullara kavuşmuştu…

GARİPLERİN PATRONU...

Tüm bu vakıf hizmetleriyle oluşan giderlerin aksine, şirket müthiş bir ivmeyle büyümeye devam ediyor, şirket büyüdükçe ortaklar Allah(cc)'ın hissesini arttırıyordu. Talebe yurtları, liseler, üretim tesisleri birbiri ardına açılıyor, küçücük bir köyde, zorluklarla eğitimini tamamlamış genç bir Ziraat Mühendisi Salah Atiyye öncülüğünde doğan bu güneş, 90'lı yıllara gelindiğinde çevre köylere de ışık veriyor ve devasa bir kalkınma modeline dönüşüyordu… Bu inanması güç hadiseler zinciri devam ederken, Allah(cc)'ın işletme hissesi %50'yi buldu. Atiyye bir yönetim kurulu toplantısında ortaklarıyla şu cümleleri paylaştı: "Allah(cc)'ın hissesi arttıkça büyüyoruz. İşte alenen görüyorsunuz; demek ki biz hiçbir şey yapmıyoruz. Tüm bu başarı O'nun eseri… Bizleri sonsuz nimetleriyle rızıklandıran Allah Azze ve Celle'ye hamdolsun." Şirket olabildiğince büyüdüğünde; “artık beytülmal oluşturmalıyız" fikri ön plana çıkıyor ve hissedarlar, birçok farklı ihtiyacın giderilmesine yönelik bu vakfın temellerini de atıyordu. İş kurmak isteyenlere sermaye, ekipman, evlenmek isteyenlere çeyiz, çalışmak isteyenlere iş imkanı oluşturup tüm ihtiyaç sahiplerine yardım ediliyordu. Beytülmalı tamamlamaya son adım kalmıştı; Tafhana Al Ashraf 'a üniversite inşası… Köye Üniversite… Salah Atiyye üniversite inşasına onay için ilgili devlet birimlerine başvuruda bulundu. Fakat bu talep Mısır Devleti'nce reddedildi; sebep olarak köye yeterli ulaşım im-


kanının bulunmayışı gösterilmişti. Atiyye devlete reddedemeyecekleri yeni bir teklifle gitti; tren yolu ve istasyon inşaatını da şirketleri yapacaktı… Yaptılar da… O köyde şuan sayısız tesisin yanı sıra 4 üniversite binası var… Öğrenciler için tren biletleri, yurtlar bedava… Tam “30.000" öğrenci başka illerden eğitim için bu köye geliyor… Ya, hikaye böyle… Masal gibi gelse de sonuna kadar gerçek… Asr-ı Saadet gibi koksa da bugüne ait… Biliyorum, bir sonu olmalı. Hikayenin sonunda Salah Atiyye bir kez daha topluyor ortakları ve karar alıyorlar: “Bizzat şahitlik ettik, mülkün de, zaferin de sahibi Allah(cc). Tüm hisselerimizi O'na devrediyoruz… Biz O'nun şirketinde, O'nun işçisi oluyoruz. Tek bir şartla Ya Rabbi; bizleri Sen'den başkasına muhtaç etme." Ez cümle; Allah(cc) ortaklığında yapılan ticaret, içinde bulunduğumuz bu kanlı, acımasız, adaletsiz sistemin göbeğinde mucizeleri mümkün kılıyor. Hayıflanıyoruz ya hani; “İmkanımız yok a'bi, olsa neler yaparız" veya “sistem bu a'bi yapacak hiçbir şey yok, ayak uyduruyoruz" diyerek… Yanılıyoruz. Kuşkusuz bir iman ve cihat azminin önünde hiçbir engel duramıyor… Modern bir Sahabe ruhuyla adeta ekonomik ve sosyolojik bir devrime vesile olan Salah Atiyye Ağabeyimiz, bu cani kapitalist düzenin kalbine de bir ok gibi saplanıyor. Belki de bu sebepten ötürü O'nu hiç tanıyamadan yitirdik. Hacı Salah A'bi 11 Ocak 2016 tarihinde yalan dünyadan göç etti. Salah Atiyye'nin cenaze namazı yarım milyon seveniyle kılındı… Dengeler adına şişirilen kağıttan kaplanlar gibi “hayırsever işadamı" ünvanlarıyla onure edilmese de, saatlerce canlı yayınlar eşliğinde güzellenmese de, arkasında gerçek değerler bırakarak irtihâl etti ahirete… Keza umrunda da değildi; O ne yaptıysa Allah'ın(cc) rızasını kazanmak için yaptı… İlahi hesap gününde unvanların, iltifatların, şöhretin değil amellerin ve niyetlerin ağırlığı hareket ettirecek teraziyi… Belki bugüne kadar Salah Atiyye gibi tüm müteşebbislere hatta tüm insanlığa en doğru örnek sayısız kahramanı bizlerden sakladınız, unutturdunuz sandınız amma; sandıklarının anahtarlarının hesabını bilmeyen Karun'u kimse hatırlamıyor, Abdurrahman Bin Avf ise her garibanın kalbinde, zihninde, duasında… Salah Ağabey'de öyle kalacak. Ne sizi, ne de sahte hayırsever işadamlarınızı kimse hatırlamayacak… Ramazan KAYAN

16

İZOLLU VAKFI DERGİSİ SAYI 25


KARDEŞ İLÇE GÜNGÖREN’DEN SEVİNDİREN ZİYARET

Geçtiğimiz Ekim ayında İzollu’nun önemli misafirleri vardı. Kardeş ilçemiz Güngören’in Belediye

Başkanı Şakir Yücel KARAMAN ve beraberindeki heyet İzollu’da ve Malatya’da bazı temaslarda bulundu.

KARDEŞLİĞİ PEKİŞTİRDİLER

Güngören Belediye Başkanı Karaman’a İzollu’ya yaptığı ziyaret esnasında Başkan Yardımcısı Yaşar

Balcıoğlu ile Güngören Belediye Meclis Üyesi Turgay Gülşen de eşlik etti. Heyetin Malatya ziyaretinde en önemli durağı ise İzollu oldu.

Başkan Karaman ve beraberindeki heyet, İzollu Belediye Başkanı Cemal Akdemir’i makamında

ziyaret etti. Sıcak görüntüler eşliğindeki bu iade-i ziyaretin ardından heyet hizmete girmek için gün sayan hastane projesini ziyaret ettiler.

HASTANE PROJESİNDE SONA DOĞRU

Kardeş ilçelerin işbirliği kapsamında Güngören Belediyesi, Kale Toplum Sağlığı Merkezi Ek Bina

Entegre Hastanesi’ni İzollu’ya kazandırmak için yardım sözü vermişti. Ziyaret sırasında Başkanlar Akdemir ve Karaman, iki belediyenin işbirliğiyle yapılan ve inşaat aşaması bitmiş projeyi gezdiler. Tamamlanmak üzere olan çalışmalar hakkında bilgi aldılar.

Başkan Cemal Akdemir, İzollu’ya yaptığı hizmetlerden dolayı Güngören Belediye Başkanı Şakir

Yücel Karaman ve yardımcısına plaket takdim etti ve teşekkürlerini sundu.

GÜNGÖREN EKİBİNE KISA MALATYA TURU

Güngören’den gelen misafirlerin ziyareti bununla sınırlı kalmadı. Başkan Akdemir, misafirlerine

mini bir Battalgazi gezisi de yaptırdı. Heyet, ilçesiye ziyareti sırasında çok sayıda tarihi eseri gezdi.

Başkan Karaman ve beraberindeki heyet çalışmaları kapsamında Battalgazi Belediye Başkanı Sela-

hattin Gürkan ve ardından da Malatya Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Çakır’ı makamlarında ziyaret ettiler. İZOLLU VAKFI DERGİSİ SAYI 25

17


KARA LASTİKLİ ÇOCUKLARIN KOŞTUĞU, ÇAMURDAN YAPILAN BİR ARABAYI SABAH OLSA DA GÖRSEM DİYE YÜREKLERİ HEYECANLANAN ÇOCUKLARIN YUVASIDIR İZOLLU. İZOLLU, BEYAZ TÜLBENTLİ ANNELERİN ELLERİNDEKİ TESBİHLE SEHERİN O SERİNLİĞİNDE NAMAZ KILIP DUAYLA İŞE BAŞLADIKLARINI BİZE ANLATIR.

YÜREĞİMİZDEKİ İZOLLU İzollu, güneşin yürekleri ısıttığı, yıldızların geceye yoldaş olduğu, yüreğin sükuta erdiği topraklardır. Bizim orası diye başlanır ya söze, İzollu birçok hatırayı saklar sinesinde. Kara lastikli çocukların koştuğu, çamurdan yapılan bir arabayı sabah olsa da görsem diye yürekleri heyecanlanan çocukların yuvasıdır İzollu. İzollu, beyaz tülbentli annelerin ellerindeki tesbihle seherin o serinliğinde namaz kılıp duayla işe başladıklarını bize anlatır. Sütler sağılmıştır, yayık makinesinin sesi ev halkına adeta uyanın diyerek o meşhur sesiyle üstlendiği vazifeyi icra etmektedir. Hangi köye giderseniz gidin, her sabah bir hazırlık başlar ocaklarda. Ana yurdudur kimine bizim oralar, kimine ise baba yurdu. Birliğin, beraberliğin ve kardeşliğin yürekten yaşandığı yöredir bizim yöremiz. Duaların zırhına sığınmış, dilinde zikrin fikrine inanan, yüreklerindeki huşuyu artıran ninelerimiz var bizim. “Allah Ümmeti Muhammed’e yardım etsin senin de yardımcın olsun evladım.” diye uzaklara gidenlere ya da hatrını sormak için açılmış bir telefonu bu duayla uğurlarlar. Yol eskidir bizim oralarda, ağaçlar eski ve dağlar eskidir. Kimler gelip kimler geçmiştir oysa şöyle biraz yokladığımızda kalbimizi; aklımızı değil çünkü gönül yoklanır, zira gönüle dokunan yaşanmışlıklar kalır kalbimizde ve zihnimizde. Hani hafif tozlu kitapları karıştırmak gibi bir şey bu da, içindeki hazine aynıdır tozunu sildiğinde açar bağrını sana.

Şöyle yoklayalım mı kalbimizi ne dersiniz? Eskilerden kalan ilim insanlarıyla sohbetlerin, akşam çayına konu olduğu zamanlara gidiyor yüreğim. Ufacık bedenleriyle babaannelerinin, dedelerinin anılarını dinleyen masum evlatların gönüllerinde taht kuruyor hatıralar. Bir zamanlar Hazreti Ali diye başlanıp cenklerinin anlatıldığı odalarda gözler faltaşı gibi açılır ve pür dikkat kesilirdi misafirler. Evin içinde tüten ocağın başında bir de çay demlenir ve muhabbete muhabbet katılırdı adeta. Duttan yapılmış pestille, dalından koparılmış cevizin ağızlarda bıraktığı tadın eşliğinde gönüllerde şirin olurdu adeta. Günler günleri kovalar ve harman zamanı geldiğinde yine bir heyecan başlardı. Büyük bir tevazu ile haznesi dolu olan buğday başakları başlarını eğer ve biçilmeyi beklerdi. Yere düşmemesi için buğday tanelerine çok dikkat edilirdi. Zira toprak berekettir,


toprağa saygı topraktan gelen insana saygıdır. Hani bir de çift sürme esnasında uzun taşlı tahtanın üzerinde oturmak ve harman üzerinde ufak bir gezinti ne kadar mutlu ederdi bizleri. Dağların eteğinden gelen soğuk suyla birlikte, etli tereyağlı bulgur pilavı, soğuk bir bardak ayran ve mis gibi kokan yeşil soğanın verdiği o lezzeti unutmak mümkün müdür acaba? Çocuklar kaşıklarken pilavı, lokmalarına düşen bir kavurma parçasının verdiği mutluluğu yüzlerdeki tebessümlerde görmek gerekiyor. Bir de İzollu dağlarında, sırtına yüklenen azık çantasıyla birlikte önüne sürülen koyunların, keçilerin, ineklerin sorumluluğuyla bir Peygamber mesleği saygınlığında yapılan o çobanlık… Kimi zaman bu Peygamberlik mesleği evin en yaşlısına kimi zaman da haydi oğlum nidasıyla evin en küçük yüreğine nasip olurdu. Bir de unutmadan kandirik ağacından yapılan ve ucuna ya da dış yüzeyine verilen desenle

bir de çoban değneği çok önemlidir. Gidilir dağlara, gittikçe türküler söylenir ve yola yoldaş olunur. Kürtçe bir türkü yakar yüreği ve gözler bakar uzaklara. Acaba hangi hayaller kaplardı bedenimizi. Bak şu dağların arkası Malatya, şurası Elazığ, bak görüyor musun Fırat ne güzel akıyor. Yeşil bir örtü kaplamış sanki İzollu’yu. Sonra çantadan çıkar bir kara demlik zira yana yana ateşte kavrulmuştur o da. Soğuk bir pınar suyu, çalı çırpı… Düğümlenen bohça açılır. Sıcaktan erimiş tereyağı ve kar gibi çökelek, her zaman olmasa da kıpkırmızı bir domates elle ikiye ayrılır. Ekmekler közde ısıtılır. Nereye gitsen de ne yapsan da bu lezzeti aramakla geçer ömür… Bir de unutmadan bedeni ak ve pak eden abdestinizi aldığınızda vakit namazı da yere serilmiş toprak seccadesinde eda ettiğinizde kâinatın sanki sizinle zikre daldığını hissedersiniz. Hani İzollu demişken kayısı unutulur mu hiç. Yaz sıcaklığında güneşin kavurucu sıcaklığında dallar hafifçe dövülür mürdümle ve hılanın üstüne düşen kayısılar toplanır. Geçim kaynağıdır bu güzel meyve. Allah’ın İzollu’ya bahşettiği en güzel nimettir. Toplanır güneşe serilir, kurutulur ve satılır. Döktüğün alın terinin değeri yoktur aslında, yine de kazanılan o para bir soluktur ev halkına.

Bir de susamış topraklar vardır bizim oralarda. Hani derler ya su akar yolunu bulur. Dağ başından gelen su yolunu bulur ve toprağa kavuşur. Aşk vardır, toprakla su aşkı İzollu’da. Anadolu’dur İzollu, ana gibi sıcak, yüreği dağ gibi dimdik duran analar vardır İzollu’da. Yaşayan da size anneliği hissettirir ya da mezarının başına gidip okuduğunuz fatihayı ruhuna hediye eylediğiniz anneniz, masumca okşar yüreğinizi. Bakmayın beyaz tülbentli ninelerimizin ellerinin kırışık olduğuna, zira çizgiler yaşanmışlıkların kınasıdır ellerinde. Hayatın usul usul işlediği cesaret vardır annelerimizde. Vakarlı duruşuyla, söyledikleri nasihatleriyle yüreğimize nakış nakış işledikleri “İyi dostlar edinin ve dürüst olun.” diyerek bizleri gurbete uğurlayan babalarımız, dedelerimiz de vardı bizim. İzollu’ya her gittiğinizde gözlerinizi kapatın ve kendinizi o eşsiz maviliklerin yeşillikle buluştuğu, dimdik duran dağların vakarlı duruşuna bakın. Soğuk suyun yüzünüzü canlandırdığı anlarda, içtiğiniz bir bardak sütün mis gibi sıcaklığında yüreğinizi İzollu’ya dost eyleyin. Her köyü farklı bir hazineyi barındırır sinesinde, siz dost olun İzollu’ya.

Zira size çok şey söyleyecektir, ben size söyleyeyim mi? İzollu umut demektir, maziden atiye giden yolun ilk ve son durağıdır. Mazinin bütün duygularını bağrında saklayan şefkatli bir yoldaşdır. İzollu’ya dost olmanız duasıyla… EMRAH ASLAN


ÇOCUK YETİŞTİRMEK BİR SANATTIR

Çocuklar her durumu, gergin alie ortamını,sevilip sevilmediğini, sorunları

İnsan yaşamı, doğumdan ölüme kadar olan bir Hisseder süreçte gelişimsel olarak fakat ifade edemebelirli dönemler halinde dikleri için de kendi devam eder. Çocukluk, içlerine dönerler. ergenlik, yetişkinlik ve yaşlılık olarak dört ana bölüme ayrılabilecek olan insan yaşamının dönemleri, birbirinden kesin çizgilerle ayrılmış değildir. Her dönem, kendinden önceki dönemden etkilenir ve kendinden sonraki dönemi de etkiler. Hiç şüphesiz çocukluk dönemi insan hayatında çok önemli bir yere sahiptir. Kişilik gelişiminin temeli çocukluk döneminde oluşur. Çünkü çocukluk döneminde öğrenme ve keşfetme isteği oldukça fazladır. Tamamen yabancısı olduğu bir dünyaya gelen çocuğun ortama uyum sağlayabilmesi, yaşamayı öğrenebilmesi bu duruma bağlıdır. Oysaki gelenekçi aile yapılarımıza baktığımızda çocukluk döneminin daha çok göz ardı edildiği görülmektedir. Çocuktur anlamaz deyip kendi bildiğimizi yaparız. Aksine çocuğun gözünden hiçbir şey kaçmaz. Bebeklikten itibaren her şeyin farkındadırlar onlar. Hatta uzmanlara göre doğum öncesi dönemde bebeğin anneyi etkileyen tüm faktörlerden etkilendiğini deneysel olarak araştırıp belirtmişlerdir. Mesela anneler, yorgun olduklarında karnındaki bebeğin hareketlerinin arttığı gözlemlenmiştir. hissederler.

20

İZOLLU VAKFI DERGİSİ SAYI 25

Çocuklar her durumu, gergin aile ortamını, sevilip sevilmediğini, sorunları hissederler. Hisseder fakat ifade edemedikleri için de kendi içlerine dönerler. “Çocuktur anlamaz” dediğimiz birçok olayda aslında yavrularımızın bundan etkilendiğini bilmek gerekir diye düşünüyorum. Bu yazımızda çocuk yetiştirirken sıkça yaptığımız hatalardan bahsederek aslında doğru bildiklerimizin veya kolaya kaçma psikolojisi ile yaptığımız davranışların bizleri nasıl yanılttığına değinmiş olacağız.

ÇOCUK YETİŞTİRİRKEN SIKÇA YAPTIĞIMIZ HATALAR

Çocuk ne kadar sessiz sakinse insanlar tarafından o kadar çok kabul edilir düşüncesi yanlış bir düşüncedir. Evde veya toplumda “sen sus” veya “sen karışma” gibi sözlerimiz çocuğumuzun kuracağı her iletişimde sıkıntı yaşamasına sebebiyet verecektir. Bu bizlerin çok sık rastladığı durumlardır. Hemen hemen birçoğumuz bu duruma şahit oluyoruz. Bu durum sadece çocuğumuzu değil aslında toplumumuzu da etkilemektedir. Çocuklarımıza karşı susturucu değil teşvik edici olup, onları cesaretlendirmeliyiz. Bir de çok sık rastladığımız durumlardan bir tanesi de, anne veya babanın çocuğa örnek olmayıp, kendisinin yapmadığını evladının yapması için baskı kurmaya çalışması çocuklar üzerinde tesir etmeyecektir.


“ÇOCUKLAR ANNE BABANIN AYNASIDIR Evlatlarımız anne ve babalarını örnek alarak yetişirler. Onların yaptıklarını belirli bir yaşa kadar da doğru kabul ederler. Çok sık rastladığımız durumlardan bir tanesi de örneğin; kitap okumayan anne babanın çocuğuna kitap oku demesi. Telefon ve tabletle çok yoğun zaman harcayan anne babanın çocuklarına ‘‘telefonla tabletle çok yoğun zaman harcıyorsun’’ gibi yakınması vs. Örnekleri çoğaltmak mümkündür. Bu söylemlerin hepsi çocuğun öfkelenmesine yol açar. Bu ifadeler yerine aile bireylerinin günün belirli saatinde hep birlikte kitap okuması, birlikte sohbet ederek bu ortamı oluşturmaları çocuklarımız için daha yararlı olmaktadır. Unutmayın ki sizin evlatlarınız da yarının bir anne ve baba adayı olacaktır. Bir neslin yaşamının şekillenmesindeki rolünüzü asla unutmayın. Bir de çocuk söz dinlemediğinde ona bağırmalıyız ki yaptığının yanlış olduğunu anlasın düşüncesi de doğru değildir. Çünkü çocuğa sürekli bağırarak, ses yükseltmek ilk etapta davranışın geçici olarak önüne geçse de uzun vadede etkisizdir. Bu durum da yanlış olan davranışın doğrusu öğrenildiğinde değil de korku ve gelecek tepkiden kaçınıldığı için olacaktır. Bu durum çocuğun duygusal açıdan uzaklaşmasına sebebiyet verecektir. Çocukken güçsüz olan çocuk ergenlikten itibaren fiziksel olarak gelişecek ve anne babaya olan korkusunun azalması ile anne babalarından gördükleri şiddeti anne ve babasına gösterme eğiliminde olabilirler. ”Ben zor şartlar altında yaşadım çocuğum benim gördüğüm yokluğu görmesin” anlayışı da yanlış bir kanıdır. Oysa ki çocuklarımız geleceğin bireyleridir. Çocuklarımızın maddi manevi ihtiyaçlarını gidermemiz gerekir. Onları hayata hazırlamalıyız. Onlara manevi açıdan sevgiyi, ilgiyi, değer vermeyi hem göstermeli hem de yaşayarak öğretmeliyiz. Unutmayalım ki o tertemiz kalplere

ve beyinlere neyi öğretirsek hayatının her anında da o davranışları onlardan göreceğiz. Maddi anlamda onların her ihtiyacını gidermek ona yapabileceğimiz en büyük hata olacaktır. Zira doyumsuz ve her istediğini elde etme hırsına kapılan nesillerin yetişmesine sebebiyet veririz. Çocuklarımıza vermeyi öğretmeliyiz. Beslenme çantasına konulan iki çikolatanın birini arkadaşına vermeyi öğütlemeliyiz. Belirli bir yaştan sonra da emek gösterip

bir şeyi elde etmelerinin tadını onlara yaşatmalıyız. Çocuklarımıza özgüven aşılamalı, asla onları küçük düşürecek kıyaslamalara gitmemeliyiz. Çocuklarımıza güvenmeli onlara doğruyu, iyiyi ve güzeli bizler öğretmeliyiz. Çocuğa önem veren bir dinin mensupları olan bizler değil miyiz? Kuşu öldüğünde bir çocuğa başsağlığına giden Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in bu davranışı aslında bizlere çocuk yetiştirmede birçok şeyi öğütlemektedir. Yazımı Kuranı Kerim’de yer alan Kehf suresinin 46. ayetiyle bitiriyorum. ”Çocuklar dünya hayatının süsüdür.” BETÜL ÖZBAYSAR OKUL ÖNCESİ ÖĞRETMENİ

İZOLLU VAKFI DERGİSİ SAYI 25

21


www.izolluvakfi.org

ŞİİR VE KOMPOZİSYON YARIŞMASINDA DERECEYE GİRENLER;

ÖDÜLLER SAHİPLERİNİ BULDU RESİM DALINDA

ŞİİR DALINDA

1. İzollu İlkokulu 4/B sınıfı öğrencisi Solmaz KARABULUT

1. İzollu İlkokulu 6. Sınıf öğrencisi Mert İPEK

KOMPOZİSYON DALINDA

İzollu Vakfı’nın düzenlediği ‘Tarihiyle, Kültürüyle, Doğasıy2. İzollu İlkokulu 2. Bent Ortaokulu la Yaşayan İlçemiz Kale’’ konulu şiir ve kompozisyon renk4/A sınıfı öğrencisi yarışması, 5/A sınıfı öğrencisi Ceren BİRİCİ İremsu DELİKTAŞ li görüntülere sahne oldu. Malatya Kale Göl Otel’de düzenlenen törende 3. İzollu İlkokulu 3. Tahsin Başdemir Ortaokulu ödüller sahiplerini buldu. ŞİİR VE 4/A sınıfı öğrencisi Ayşe ÖTER

1. İzollu İlkokulu 4/B sınıfı öğrencisi Solmaz KARABULUT

Kale Belediye Başkanı Cemal AKDEMİR’in desteğiyle İlçe Milli Eğitim 2. İzollu İlkokulu Müdürlüğü’müzün düzenlediği ‘’ Tarihiyle,Kültürüyle,Doğasıyla4/AYaşayan İlçesınıfı öğrencisi Ceren BİRİCİ miz Kale’’ konulu resim, şiir ve kompozisyon yarışmasının birincileri belli oldu. 3. İzollu İlkokulu Derece alan Kaleli öğrencilerimize; Kale Belediye Başkanı Cemal AKDEMİR, 4/A sınıfı öğrencisi Kale İlçe Kaymakamı Mehmet GÜDER, Esenler Belediye Başkan Ayşe Yardımcısı ÖTER Ömer ÇETİNKAYA, Kale İlçe Milli Eğitim Müdürü Akın ERGEN, eski İzollu Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Vedat TOY ve İzollu Vakfı İstişare Komisyonu Başkanı Adnan BAŞDEMİR ödüllerini takdim etti. Başta eski İzollu Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Vedat TOY olmak üzere, Sayın BAŞDEMİR ve Sayın ERGEN, Kale Belediye Başkanımız Cemal AKDEMİR’e katkılarından dolayı teşekkürlerini iletti. Başkan AKDEMİR, ilçemiz gençlerinin böyle organizasyonlara ihtiyacının olduğunu belirterek, bu tip organizasyonlara Belediye Başkanı olarak her daim gerekli desteği sağlayacağını belirtti..

İZOLLU VAKFI DERGİSİ SAYISAYI 25 25 İZOLLU VAFIK DERGİSİ

2. İzollu ÇPAL’DEN 11/A sınıfı öğrencisi Şihap ŞİRELİ

KOMPOZİSYON YARIŞMASINDA DERECEYE GİREN 7/A sınıfı öğrencisi Aysun TOMRUK

RESİM DALINDA ÖĞRENCİLERİN BÜYÜK HEYECANI

22 22

1. İzollu ÇPAL’den 11/A sınıfı öğrencisi Şefika KIZILDERE

3. İzollu ÇPAL’den 11/A sınıfı öğrencisi Sevgi AKDEMİR

ŞİİR DALINDA

KOMPOZİSY

1. İzollu İlkokulu 6. Sınıf öğrencisi Mert İPEK

1. İzollu Ç 11/A sınıfı Şefika KI

2. Bent Ortaokulu 5/A sınıfı öğrencisi İremsu DELİKTAŞ

2. İzollu Ç 11/A sınıfı Şihap

ŞİİR VE YARIŞMASINDA

3. Tahsin Başdemir Ortaokulu 7/A sınıfı öğrencisi Aysun TOMRUK

3. İzollu Ç 11/A sınıfı Sevgi AK

RESİM DALINDA 1. İzollu İlkokulu 4/B sınıfı öğrencisi Solmaz KARABULUT 2. İzollu İlkokulu 4/A sınıfı öğrencisi Ceren BİRİCİ 3. İzollu İlkokulu 4/A sınıfı öğrencisi Ayşe ÖTER

3. Ta


BİZDEN BİR HAYAT HİKAYESİ İzollu Vakfı olarak bursiyerlerimizi hayatlarının hiçbir anında yalnız bırakmamaya özen gösteriyoruz. Bursiyerlerimizin okul yılları kadar, meslek hayatlarındaki başarıları da bizleri mutlu ediyor. Bu sayımızda mezun bursiyerimiz İlyaz Şahin'in kendi hikayesini kendinden dinliyoruz.

"Ben De Sizdenim’’

Her ay Malatya ’da bursiyerleri bir araya getiren, bizlerein kaynaşmasını sağlayan bu hayırsever insanlar, bizlere bin üniversiteden öğrenemeyeceğimiz karşılık beklemeden sevgiyi, iyilik yapmayı ve merhameti öğrettiler...

Pirot (Kıyıcak) Köyü'ndenim.Hani şu Fırat’ı ilk gördüğünüzde hafif sola baktığınızda yeşillikler arasında kalmış olan köydenim. 2013 yılından beri Adıyaman Üniversitesi'nde Kimya Mühendisi olarak çalışmaktayım. Laboratuvarlarımızda kullandığımız birçok cihazla devletimize, milletimize hizmet etmeye çabalıyoruz. 2004 yılında İnönü Üniversitesi Kimya Mühendisliği bölümüne başladığımda bir yan-

dan üniversiteyi kazanma sevinci, bir yandan nasıl okuyacağım kaygısı vardı. Çünkü maddi durumumuz üniversitede bir öğrenci okutmaya hiç de uygun değildi. Köyümüzdeki abilerimizden İzollu Vakfı'nın varlığını öğrendiğimde, tanıdığım olmadığı için bana burs vermeyeceklerini düşündüm. Ama burs talebim kabul görmüştü ve üniversite hayatım boyunca bir desteğim olacağı için çok sevinmiştim. Böylelikle İzollu Vakfı'yla tanışmış oldum. Her ay Malatya'da bursiyerleri bir araya getiren ,bizlerin kaynaşmasını sağlayan bu hayırsever insanlar, bizlere bin üniversiteden öğrenemeyeceğimiz karşılık beklemeden sevgiyi , iyilik yapmayı ve merhameti öğrettiler. Davet edilen konuşmacıların hayat tecrübeleri bizler için önümüzü aydınlatan birer fener oldu. Adeta vakfımız bizim için ikinci bir üniversite oldu. Tanımadığı insanlara kendi öz evlatları gibi sahip çıkan onları hem maddi hemde manevi anlamda destekleyen bu gönül insanlarına teşekkürü bir borç biliyorum. Hepsinden Allah razı olsun. 2008 yılında üniversiteyi bitirdiğimde bir çok insanın karşılaştığı gibi ben de işsizlikle karşılaştım. KOMPOZİSYON DALINDA ŞİİR DALINDA Yoğun arayışlarıma rağmen Malatya şartlarında kendi mesleğimde iş bulamadım. Ve İstanbul'a iş bulma ümidiyle gittim. İstanbul'da İzollu Vakfı'na uğradığımda yine yalnız olmadığımı hissettim. Başta Sayın Adnan 1. İzollu İlkokulu 1. İzollu ÇPAL’den 6. Sınıf öğrencisi 11/A sınıfı öğrencisi BAŞDEMİR ve Sayın Vedat TOY ağabeylerimiz olmak üzere vakfımızdan yine manevi destek gördüm. Mert İPEK Şefika KIZILDERE Benim hayatıma hem maddi hem de manevi anlamda değer katan kıymetli İzollu Vakfı'nın eski ve 2. Bent Ortaokulu 2. İzollu ÇPAL’DEN 5/A sınıfı öğrencisi 11/A sınıfı öğrencisi yeni bütün üyelerine canı gönülden teşekkür ederim. İzollu Vakfı'nda hizmet etmenin bir bayrak yarışı olİremsu DELİKTAŞ Şihap ŞİRELİ duğunu düşünüyorum. Rabbimizin bizlere de böyle ulvi görevler nasip edip ona daha çok yaklaşmayı nasip 3. Tahsin Başdemir Ortaokulu 3. İzollu ÇPAL’den etmesi duasıyla… 7/A sınıfı öğrencisi 11/A sınıfı öğrencisi

VE KOMPOZİSYON DA DERECEYE GİRENLER;

Aysun TOMRUK

Sevgi AKDEMİR

İlyas ŞAHİN - Kimya Mühendisi

İZOLLU VAFIK VAKFI DERGİSİ DERGİSİ SAYI SAYI 25 25 İZOLLU

23 23


BURSİYERLERİN MALATYA BULUŞMASI Yeni eğitim yılında Malatya’daki bursiyerlerimizi 28 Ekim’deki toplantıda bir araya getirdik. Toplantının konuğu Malatya Belediyesi Muhtarlık İşleri Daire Başkanı Murat Nalçacı idi. Nalçacı hayat tecrübesini 45 dakikalık konuşmasıyla bizlerle paylaştı ve önemli tavsiyelerde bulundu. Matematik bölümü mezunu olan Nalçacı bir süre öğretmenlik yapmış. Şimdi ise büyükşehir belediyesinin Muhtarlık İşleri Daire Başkanlığı görevini yürütüyor. Konuşmasının ana temasını “Hayat” olarak belirleyen Murat Nalçacı, hayatı sevmeyi vurgulayan bir şiirle başladı konuşmasına. Ardından halk arasında sıkça anlatılan bir hikayeyi anlattı. Bu hikayeye göre Cumhuriyet’in ilk yıllarında Sivas’a Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası getirilmiş.Halk, konsere gitmek için mecburi tutulmuş.Çıkışta ‘Nasıl buldunuz?’ sorusuna halkın cevabı ‘Sivas Sivas olalı böyle eziyet görmedi!’ olmuş. Murat Nalçacı bu kıssayı anlatıp “Umarım sizlere eziyet etmem.” diyerek sözlerine devam etti ve bazı kıssalarla hayat tecrübelerini bizlere aktardı.

ve hızla kuyuya iner. İpe sarılıp kuyuya inerken alt tarafta büyük bir yılan görür.Yılan hızla buna doğru tırmanırken “Ne yapacağım” der.Üstte aslan, altta yılan. O sırada iki tane fare biri beyaz diğeri siyah ipi kemirmeye başlar. Her yerden başı belada iken bir anda bir yüzünde ıslak bir şey hisseder. Bir arı bir damla bal yüzüne bırakır ve balın tadı damağında iken uyanır.Oh rüyaymış der. Bir seyyide gider rüyayı anlatır. “Rüyamın yorumu nedir?” der. Anlamadın mı der gülerek. Peşinden koşan aslan ölüm meleğidir. İçinde yılan bulunan kuyu Nalçacı konuşmasında dünyanın aslında senin mezarındır.Sarıldığın ip senin hayatındır. öte dünya için bir tarla olduğunu ve bu dünyanın Beyaz ve siyah fare gece ile gündüzdür, ömrünü keaslında “yalan dünya” olduğunu anlattı. Bir kıssayı mirirler. Peki ya o bal nedir dersen,dünyanın geçici örnek verdi. Meşhur kıssaya göre “Bir adam , Af- lezzetidir.Ölümün arkasında bir hesap olduğunu rika’da yürürken arkasından bir aslanın koştuğunu sana unutturur. görür. Hızla kaçarken tam önünde bir kuyu görür

24

İZOLLU VAKFI DERGİSİ SAYI 25


Nalçacı başka bir hikaye ile de bursiyerlerin dikkatini çekti. Bu hikayeye göre de bir adam Microsoft şirketine temizlik işi için başvurur.Çeşitli testlerden sonra başarılı olup işe kabul edilir. Kayıt işlemleri için adamdan e-mail adresi istenir fakat adamın e-mail adresi yoktur. Microsoft alay edercesine adamı gönderir ve işe almaz. Adam cebindeki bir miktar parayla ne yapacağım diye düşünür ve domates alıp yolda satar. Kazandığı parayı her gün katlar ve uzun bir süre sonra dünyanın sayılı zenginlerinden olur. Bir gün çocuklarına hayat sigortası yaptırmaya karar verir. Sigorta şirketindeki görevli seçenekleri kendisine sunmak için adamın e-mail adresini ister. Adam e-mail adresinin olmadığını söyleyince görevli çok şaşırır ve ‘Mail adresiniz olmadan bugünlere gelmişsiniz, ya olsaydı kim bilir neler yapardınız.’ deyince adam: ‘Microsoft’a temizlikçi olurdum.’der.... Konuğumuz Nalçacı konuşmasını doğruluktan ayrılmamak gerektiğini anlatan başka bir

hikayeyle sonlandırdı. Bu hikayeye göre Londra’ya tayin olan bir imamdan bahsetmişti.Bu imam Camiye her gün neredeyse aynı şoförün kullandığı otobüsle gidiyordu.Bir gün yol parasının üstünü aldıktan sonra şoförün 20 cent fazla paraüstü verdiğini fark etti.Çok küçük bir mebla olduğundan geri verip vermemek konusunda tereddüt etti. Tam inecekken şoföre döndü ve fazla paraüstünü iade etti.Şoför ‘Siz buraya yeni tayin olan imamsınız değil mi?’ dedi ,imam ‘Evet’ dedi şoför:’Size o para üstünü bilerek fazla verdim uzun zamandır sizi takip ediyordum.’ deyince imam :’Sana şükürler olsun Ya RAB az kalsın küçük bir mebla için bir insanın iman etmesine engel oluyordum.’ der. Malatya’da bursiyerleri bir araya getiren toplantıda hepimiz kıssadan hisselerle ders çıkardık. İzollu Kültür Dayanışma ve Sosyal Yardımlaşma Vakfı’nın bizleri buluşturduğu bu güzel toplantı yemek ve sohbetin ardından sona erdi. Tuğba KAYNACI

İZOLLU VAKFI DERGİSİ SAYI 25

25


www.izolluvakfi.org

DİLİN EHEMMİYETİ ÜZERİNE Sultan Abdülaziz döneminin sadrazam ve hariciye nazırı Keçecizâde Fuat Paşa, Avrupa’da diplomatların katıldığı bir toplantıda, “Dünyanın en güçlü devleti hangisidir?” sorusuna hiç tereddüt etmeden “Osmanlı İmparatorluğu!..” cevabını verir. “Nasıl olur?!.” denilince de, o büyük diplomat/devlet adamı tarihe not düşer: “Çünkü siz dışarıdan, biz içeriden, var kuvvetimizle yıkmaya çalıştığımız hâlde, o hâlâ ayakta duruyor!..” Türkçenin Sırları adlı eserinde (s. 1-2) bu diyaloğu aktaran Nihad Sâmi Banarlı, Fuat Paşa’nın “Biz içeriden yıkıyoruz!.” demesinin diplomatik zarafetten kaynaklandığını belirttikten sonra, “Siz dışarıdan yıkıyorsunuz!.” sözünün eksik olduğunu, bunun “Siz, hem dışarıdan hem de içeriden yıkıyorsunuz!.” şeklinde olması gerektiğini söylüyor. Banarlı, eserinin bir başka yerinde (s. 202), meramını daha açık cümlelerle anlatma yoluna başvurur: “Burada söylenecek ve kulaklarda küpe olması istenecek söz şudur: Türk milletini içinden yıkmak isteyenler onun önce dilini ve arkasından dinini devirmek yolundadırlar. Onun tarihteki en büyük zaferlerini, bu iki asil kaynağa bağlı oluşla kazandığını da, onlar, çok iyi bilirler. Yıkmak isteyişlerinin asıl sebebi, esasen budur.”

Nihad Sâmi Banarlı, dilin ehemmiyetini böyle anlatmıştır o güzel eserinde. Üstat Cemil Meriç de, Bu Ülke adlı eserinde (s. 86), “Kamus, bir milletin hafızası, yani kendisi; heyecanıyla, hassasiyetiyle, şuuruyla. Kamusa uzanan el namusa uzanmıştır.” diyerek dilin söz konusu ehemmiyetini, o kendine özgü üslûbuyla anlatmıştır. Milletler, dilleriyle var olurlar; aslında yıkılışları da yine dilleriyle olur. Çünkü dil, asırlar boyu süren milletleşme sürecinin kaydedildiği ve geleceğe taşındığı tek yerdir. Bu nedenle dile yapılacak her türlü müdahalenin o dili konuşan milletin geleceğiyle de doğrudan ilgisi ve ilişkisi vardır. Dil, canlı ve değişken bir varlıktır. Böyle olmakla birlikte, onun doğal olmayan müdahalelerden korunması elzemdir. Dil, kendi doğal seyri içinde zaten değişmekte ve kendini yenilemektedir. Zamanla, ihtiyaca binaen yeni kelimeler almakta veya türetmekte, bazen de artık pörsümeye başlamış ve kullanımını yitirmiş birtakım kelimeleri geride bırakmaktadır. Ama bütün bunlar doğal seyir içinde olmalıdır. Yoksa dışardan müdahalelerle dil değiştirilmeye ve dönüştürülmeye kalkışılırsa, onun bozulması ve yozlaşması kaçınılmaz olur. Bir dile giren veya o dilin kendi içinde doğan herhangi


www.izolluvakfi.org

bir kelime yeni doğan bir çocuğa benzer. Her çocuk gibi onun da büyüme, gelişme, yaşlanma ve neticede ölme gibi geleceğe dair mümkün evreleri vardır. Eğer bir insan şu veya bu yaşta hastalık veya kaza gibi herhangi bir sebeple ölürse buna kimsenin itirazı olmaz. Fakat aynı kişi, hangi yaşta olursa olsun, başkalarının müdahalesi ile ölürse yani katledilirse, onu öldürenler büyük bir cürüm işlemiş ve günaha girmiş olurlar. Kelimeler de şu veya bu kadar süre yaşayabilir; dilin doğal işleyişi içinde ömürlerini tamamlayabilirler. Fakat siz dışarıdan müdahale ile o kelimelerin ömrünü tamamlamaya kalkışırsanız, yaptığınız işin doğruluğundan söz edilemez artık. Çünkü bu durumda siz o kelimeleri kasten öldürmüş oluyorsunuz. Toplum hayatında bir insan çok kolay yetişmediği gibi, dilde de bir kelimenin yer etmesi, anlam ve çağrışım çerçevesini oturtması bazen on yıl-

lar bezen de yüz yıllar alabiliyor. Her kelimenin uzun bir geçmişi ve bu geçmiş zaman içinde tekâmül ederek oluşmuş bir anlam ve çağrışımlar çerçevesi vardır. Bir kelimenin bugün sahip olduğu anlam ve çağrışımlar çerçevesi, bazen uzun asırların ürünü olabilmektedir. Yüzyıllarca günlük konuşma dilinde, atasözü ve deyimlerde, şiir ve nesirde bir kuyumcu titizliğiyle işlenerek şekillenmiş herhangi bir kelimeyi cebren kaldırdığınızda, aynı zamanda onun sahip olduğu anlam ve çağrışımlar çerçevesini de yitirmiş

oluyorsunuz. Yerine koyacağınız yeni bir kelime ise, bu kelime ister başka bir dilden alınmış olsun ister aynı dilin kendi içinde ve kendi imkânlarıyla türetilmiş olsun, hiçbir zaman ötekinin yerini dolduramaz; onunla aynı anlam ve çağrışım zenginliğine kavuşması için belki uzun bir dönem titizlikle işlenmesi gerekecektir. Kısacası bir dildeki her kadim kelime, o dili kullanan milletin kadim kültür ve tecrübesinden belli bir bölümü beraberinde taşımaktadır. Kelimeleri doğal olmayan yollardan terk etmek, kültürü terk etmek demektir; tecrübeyi unutmak demektir. Banarlı’nın “dili yıkma”ya dönük faaliyetleri milleti “içinden yıkmak” olarak kodlaması, Cemil Meriç’in de “dile uzanan el”i “namusa uzanan el” olarak görmesi, bizlere dilin bu büyük ehemmiyetini hatırlatmakta ve her birimizi göreve çağırmaktadır. Görev, kendi dilimizi yeniden keşfetmek ve onunla tarih sahnesine yeni baştan çıkmaktır. “Zuhûru dâimâ gencînenin vîrânedendir hep” diyen Malatya asıllı Vak’a-nüvis Râşid Efendi, hazinenin daima yıkıntılar arasından çıktığını söyleyerek dilimizi nereden öğreneceğimiz hakkında bize yol gösteriyor. Urfalı Nâbî ise, “Sükûtum sanma aczimden, zebân-dânsızlığımdandır” diyerek temel sorunumuzun aslında “yetersizlik” değil, “dil bilmezlik”, yani kendimizi anlatamamak olduğunu söylüyor. Doç. Dr. Cafer MUM İnönü Üniversitesi


www.izolluvakfi.org

SOFRALARIN BAŞ TACI BULGUR Analı-kızlı'mız, içli köftemiz, fellah köftemiz, pilavımız, mumbar dolmamız, yaprak sarmamız, hatta ve hatta düğün ve cenaze yemeklerimiz... Dedelerimizden, nenelerimizden kalan damak mirasımız saymakla bitmez. Hepsinin ortak özelliği ise bulgurla yapılmış olmaları. Bulgur deyip geçmemek lazım. Belki kıymetini pek de bilmiyoruz. Ama bulgur binlerce yıldır sofralarımızın baş tacı.

400 BİN YILDIR VAZGEÇİLMEYEN YİYECEK İnsanoğlu 400 bin yıldır bulguru sofralarından eksik etmiyor. Pirinç ve makarnanın yaygınlaşmasıyla biraz geri plana itilse bile, son yıllarda bulgurun faydalarıyla ilgili ortaya çıkan yeni Bilgiler, binlerce yıllık bu besini yeniden gözde yemek haline getirdi.

Bulgur ülkemizin kültürüyle adeta bütünleşmiş durumda. Hatta öyleki dünyada "Türk pirinci" olarak da namını duyuruyor. Ancak Allah'ın bize bahşettiği bu nimet aslında sadece bizim coğrafyamızın değil, bugünlerde bazı yerlerde unutulmuş olsa bile, binlerce yıllık geçmişiyle bütün bir dünyanın ana besin maddelerinden biri olmuş. İnsanoğlu 400 bin yıldır bulguru sofralarından eksik etmiyor. Pirinç ve makarnanın yaygınlaşmasıyla biraz geri plana itilse bile, son yıllarda bulgurun faydalarıyla ilgili ortaya çıkan yeni bilgiler, binlerce yıllık bu besini yeniden gözde yemek haline getirdi. Yazılı kaynaklara göre bulgur, insanoğlunun tarihte bildiği ilk taneli yiyecektir. İncil'de geçen bilgilere göre bulgur, antik çağda Hititler, Babiller ve İsrailoğulları tarafından kullanılmış. Üstelik yine yazılı belgere göre insanoğlu 400 bin yıldır bu gıdayla besleniyor. İsmi zamana ve zemine göre farklılıklar göstermiş elbette. İsrailliler DAGAN, RomaIılar CEREALIS ,Ortadoğulular ARISAH, İncil de taneli yiyecek diye tarif etmiş. Antik çağda BOULGUR, BURGHUL,BURGHOUL, BALGOUR, diye bilinse de günümüzde Türkçe adı BULGUR olarak kalmış. Bulgurun sadece tadı ve kullanıldığı onca yemek kültür mirası olarak geçmemiş nesilden nesile. Fabrikasyon üretim öncesinde neredeyse bütün köy üretim aşamasında bir araya gelmiş, nesilden nesile ortak bir çalışma mirası da bırakılmış


www.izolluvakfi.org

TOPRAKTAN SOFRAYA BULGURUN LEZZET SERÜVENİ İlk önce bulgurun hammeddesi olan buğday toprakla buluşur. Toprak ise daha önceden sürülür, gübrelenir ve ekime hazır hale getirilir. Toprağın bağrında uygun şartların oluşmasını bekleyen buğday, gerekli nem ve ısı miktarına kavuşunca filiz açar. Ardından da boy verip başağa durur. Kavurucu sıcağı yemeden de olgunlaşmaz. Hasat dönemi ise ayrı bir hikayedir. Daha önceleri orak ve tırpan gibi ilkel diyebileceğimiz aletlerle; günümüzde ise biçer döverlerle toplanır buğday. Sonra taneleri saplarından ayrılıp temizlenir. Buğdayın, bulgulara dönüş hikayesi ise işte tam da bu noktada başlar. Geleneksel yöntemlerde bulgur yapımında kullanılacak buğday, iki ölçü su ile karıştırılarak büyük kazanlarda haşlanır. Buğday taneleri suyu emer, şişer. Taki kazanda su kalmayana kadar buğday ateşin üzerinde demlenir.

Bulgur, yakın zamanlara kadar bir ticaret maddesi

olmaktan uzaktı. Her aile kışa girmeden önce kendi bulgurunu hazırlar ve bir dahaki buğday hasadına yetecek kadar yiyecek

hazırlardı. Günümüzde kimi yerlerde hala bu gelenek

Bu şekilde haşlanan buğdaylar, örtülere dökülür ve dağıtılır. Kavuran güneşle olgunlaşan buğday taneleri, bu sefer bulgur olmak için güneşte kurutulur. İyice kurutulan haşlanmış buğday taneleri dibeklere alınır. Büyük taş havanlarda veya daha büyük taş havuzlarda DİNK'te üzerine su eklenip dövülür. Buğdayın ince kabukları çıkarılır. Günümüz modern tesislerinde ise artık daha büyük havuzlarda elektrik gücü ile döndürülen taşlar kullanılıyor. İnce kabuğu alınan taneler bir kez daha güneşte kurutulur. Ardından elenip kepeklerinden ayrılır. Buğday taneleri özel değirmenlerde öğütülüp, boylarına göre ayrılır. Sonra da köftelik, pilavlık, bulgur unu, gibi sınıflara ayrılır. Onca işlemden geçirilen bulgur ise onlarca yemekle birlikte sofralarımıza misafir, hatta baş tacı olur. Bulgur plavı başta olmak üzere, dolmalar, kısır, çiğ köfte, içli köfte, bulgur salatası, fellah köftesi, analı-kızlı gibi birçok yemeğin ana malzemesini oluşturur.

devam etmekle birlikte,

birçoğumuzun evine geleneksel yöntemlerle üretilen bu bulgurlar değil, fabrika

şartlarında üretilen bulgurlar giriyor.

Bizim, nasıl üretildiğini

pek de düşünmeden, bir

çırpıda yediğimiz bulgurun hikayesi ise aslında filmlere konu olabilecek türden.


BİR ŞİFA DEPOSU OLARAK BULGURUN FAYDALARI Fest-foad kültürüyle kıyaslanamayacak ölçüde sağlıklı olan Türk mutfağında bulgur, adeta bir şifa deposu olarak dikkatleri çeker. Tahıllar beslenme piramidinin tabanında yer alan mineral bakımından zengin önemli ve ekonomik bir karbonhidrat kaynağıdır. Bulgur da tahıl grubu içerisinde yer alan değerli bir besindir. Bulgurun hammaddesi olan buğday; öz, kepek ve endosperm olarak 3 bölümden oluşur ve gerekli olan besin öğelerinin birçoğu öz ve kepek bölümü içerisinde yer alır. Endosperm içerdiği karbonhidrat ve az proteinlerle buğdayın sadece enerji veren bir bölümdür. Buğdayın yapısında bulunan öz ve kepek; çinko, magnezyum, krom gibi mineralleri, diyet posasını, bazı fenolleri, fitatları ve selenyumunu; ayrıca da B12 dışındaki bütün B vitaminlerini içermektedir. Buğdaydan yapılan ürünlerde genel olarak bütün öz ve kepek bölümündeki mikro besinler ayrılmakta ve beyaz ekmekte de olduğu gibi bize yalnız buğdayın enerji veren bölümü ulaşmaktadır. Fakat bulgur tam tahıl tanımına uygun bir üründür; çünkü bu öğütülme aşamasını buğday, bulgur üretimi esnasında yaşamamakta ve protein, vitamin, mineral, diyet posasının, daha yüksek olduğu bir ürün ortaya çıkmaktadır. Ayrıca makarna ve pirince göre glisemik endeksinin daha düşük olması bulguru bu tarz gıdalar arasında daha da sağlıklı yapmaktadır. Kısaca bulgur; posa, lif açısından zengin, karbonhidrat değeri daha düşük ve protein değeri yüksek oldukça değerli bir gıda maddesi olarak bizlere ulaşmaktadır.


BULGUR MU, PİRİNÇ Mİ? Oldukça yüksek miktarda lif içermesi bulguru bağırsak çalışmasında önemli bir pozisyona getirmiştir. Liflerin ayrıca tok tutucu bir özelliğe sahip olması, bulgura kilo kontrolünde de önemli bir rol yüklemiştir. Dünya Sağlık Örgütünün belirttiği üzere günde 25-30 gr. civarında lif ihtiyacımız bulunmaktadır. 1 tabak bulgur bu ihtiyacımızı önemli miktarda karşılamaktadır. Yapısındaki B1 vitaminleri; sinir ve sindirim sistemimizin güçlenmesinde önemli rol oynamaktadır. Bulgur bütün bunların dışında yapısında içerdiği folik asit sayesinde hamile annelerin bebeklerinin zeka seviyesini ilerletme de oldukça gereklidir. Bulgurun glisemik endeksini düşük olması sebebiyle, bulgur uzun süre tok tutar, kana yavaş karıştığı için de diyetlerde kullanılabilecek bir üründür. Ayrıca şeker hastalarına da tavsiye edilir. Salatalarda, sıcak ve soğuk yemeklerde kullanılan bir malzeme olması nedeniyle de oldukça çeşitlilik sunan bir üründür. Bulgur özellikle çocukların adeta bayılarak yedikleri makarna ve pirinç ile de kıyaslandığında çok daha sağlıklı bir besin maddesidir. Bu sebeple çocukların BULGUR MAKARNA beslenmesinde uzmanlar da bulgura ayrı bir başlık açarlar. Bulgurdaki protein, kalsiyum, potasyum ve fosfor 338 329 338 pirinçten daha fazladır. B vitaminleri ve demirin miktarı 70,2 74,0 71,4 ise pirinç ve makarnadan üç kat daha yüksektir. Buğ12,2 6,7 10 dayın kaynatılması sırasında suya geçen mineral mad0,86 0,70 1,40 deler ve B vitaminleri, tane tarafından tekrar emildiği 8,2 3 5,2 için, bulgurun besin değerinde kayıp olmaz. 328,5 96,7 192,6 Potasyum (mg) Bulgur kepekli olması nedeni ile posa yönünden 14,8 3,7 12,2 iyi bir kaynaktır. Bulgurdaki kepek suda çözünmez. Bu 226 99 121 Fosfor (mg) yüzden şeker ve yağın emilimini azaltarak kan şekeri ve 1,30 0,60 1,60 kan yağlarının yükselmesini önler. Sindirim sisteminin çalışmasını hızlandırarak hareketsizliğin insan vücudu0,31 0,10 0,30 na getirdiği olumsuzlukların bir çoğunu engeller (kabı0,07 0,02 0,04 zlık, kalın bağırsak kanseri gibi). 0 0 0 Kolesterol


BİR ÇOCUK, BİR SONBAHAR Aidiyet neydi? Kan bağı ve akrabalıkla ilgili olmadığı kesin olan şey. Ruhani, kalbi bir şeydi. Küçükken giydiğim kırmızı pabuçlarıma karşı his-

Neredeyse manzarasız evi olmayan bu ilçede kendimi daha mutlu hissettiğim zamanlarda öyle afilli teknolojik aletler yoktu. Samimi el öpmeeri, kışın tavanı akan toprak evler, sıcak ekmeğe sürülen tereyağı kokusu vardır. İçinde narpuz otu olan katmer vardır.

settiklerimdi belki! Kırmızı kadife elbisemdi. Dedemin yanına her gidişimde kayısı ağacına benim için kurduğu salıncaktı. Erik ağacının en tepesindeki kara erikti. O zamanlar küçük ama büyük mutluluklar veren hayallerim vardı. Ben o eriğe ulaşmanın hayalini kurardım, dedem de her seferinde hayalimi gerçekleştirir, beni o ağacın sahibi yapardı. Dedem sayesinde bir erik ve bir kayısı ağacının sahibi olmuştum. Aidiyet duygusunu küçük yaşta damarlarımda hissetmeme vesile olmuştu benim ala gözlü dedem. Belliki İzollular kalpleriyle yaşayan insanlar camiasındandılar. Neredeyse manzarasız evi olmayan bu ilçede, kendimi daha mutlu hissettiğim zamanlarda öyle afilli teknolojik aletler yoktu. Samimi el öpmeleri, kışın tavanı akan toprak evler, sıcak ekmeğe sürülen tereyağı kokusu vardı. İçinde narpuz otu olan katmer vardı. Babaannemin sonbaharda yaptığı tarhananın hafif ekşimsi tadı vardı damaklarımda, hani şu içince hastalığı şıp diye geçiren, son anda ilaç olmaktan dönmüş şifalı yemek. Bir ineği vardı babaannemin herkes gibi. Dedemle ikisi ineği "gulemı" diye severlerdi. Bakarken arada söylenir ama ayranını içince hemen unutur, teşekkürlerini ve minnetlerini eksik etmezlerdi. İnsan çocukken yaşadığı her olaydan, aklına kazınan her türlü anıdan bir duygu kapar,


çizgisini oluşturur derler. Belki de minnet duygusunu o gün tam da orada dedem ve babaannemden öğrendim ben. Havası kadar ortamı da sıcak olan bu köyde sonbahar babaannemi d u y g u l a n d ı r ı r, dedemi ise ilginç bir şekilde mutlu ederdi. Bu insanların siniri de mutluluğu da en samimi duygularla yaşanıyordu. Öyle yapmacık üzüntüler ya da yapmacık mutluluklar yoktu. Yanlarına gittiğimde babaannem her daim ağrıyan dizlerine iki elini vurur belki de hayatımda duymadığım ve bu kadar aidiyet hissi vermeyecek olan sevgi sözcüklerini ardı ardına sıralardı bana. Babaannem üzülürdü sonbaharın gelişine. Çünkü sonbahar demek evlere çekilmek demekti. Tabiattaki her şeyin evine çekileceği gibi uzaklarda yaşayan her biri dört bir yana dağılmış evlatları da gidecekti evine. Dedem ise olaya hiç bu kadar spesifik bakmazdı. Onun için

sonbahar bir sonraki yeniden başlangıca hazırlık demekti. Bilirdiki evlatları bir dahaki bahara yine gelecek. Daha çok özleyecekti onları. Hoş babaannem de bilirdi ya, yine de kendini üzülmekten alıkoyamazdı işte. Sanırım babaannem kalbiyle yaşayan insanlar zümresinin daha büyük bir üyesiydi. Dedem mevsimlerden en çok güzü bile seviyor olabilirdi. Güz kimde meyve yoksa onu ayan beyan açığa çıkarırdı. Renksiz olan kendini bu mevsimde büsbütün belli ederdi. Dedem mevsimin bu samimi yönüne tutulmuştu kim bilir! Babaannemin duygusallığının bana ziyadesiyle aktarıldığını, yaşadığım birkaç olaya verdiğim tepkide düşünmedim değil. Kendi gibi beni de o zümrenin bir parçası yapmıştı. Yanından her ayrılışımızda, gözleri dolu dolu olur arabaya bindiğim an ağlamaya başlardı. Benim de boğazıma koca bir düğüm oturur, kendimi lunaparkta korkan ama bağırmamak için kendini tutan bir çocuk gibi hissederdim. Ne dendir bilmem ağlayamazdım işte. Ancak birkaç kilometre uzaklaştıktan, yol boyunca uzanan kayısı ağaçlarını inceledikten sonra boğazımdaki düğüm yavaş yavaş çözülürdü. Başka şeylere odaklanırdım, mesela Ağustos böceklerinin çıkardığı şiddetli sese. Bu ayrılış için dedemden bahsedecek olursak; Dedem gülerdi ala gözleri kısılır, nasırlı elleriyle yanaklarımı iki avucuna alır, "güvercinim" deyip koklardı beni. Kürtçe ‘’yine gel güvercinim’’ derdi. Dedem gülerdi gülmesine ama ben bilir ve hissederdim ki dedemin kısılan ala gözlerinde buruk bir üzüntü saklıydı. Milyonlarca endişe ve özlemi basit ve sade bir gülüşe, küçük bir yine gel güvercinim cümlesine sığdırmış adamdı dedem. Ben o kırmızı papuçlu ve elbiseli küçük kızken, sonbaharı bile onların yanında doyasıya


geçirememişken farkına varamazdım bu denli detayların. Varsam da dökemezdim kelimelere. Her ayrıntıyı incelerdim, dedeme hiç benzemeyen kahverengi gözlerimle. Küçük dünyamın penceresinden süzerdim yüzünde kırışıklıklar dolu olmasına rağmen sevmeyi bu kadar samimi şekilde başaran insanları. Her bir kırışıklık bir evladına duyduğu özlemi ifade etme biçimiydi belki. Zamanın dedeme ve babaanneme galip gelişiydi. Şimdiler de ise her ayrıntıyı özetleyecek o cümleyi arar dururum. Uzun paragraflar oluşturur, yüzlerce kelimeye başvururum ama hiçbiri çocukluğumda onları yaşamam kadar samimi ve opak değildir. Sizlere dedemin cebinde hep bulunan çakısıyla, bana elma soyuşunun hissettirdiklerini anlatmak için kıvranır dururum. Babaannemin İzollu'nun kızgın güneşine reçel sererken, salça sererken incelediğim detayları anlatma çabamdır bu yazı. Amcamın köye her gittiğimde zorlayarak yedirdiği tadı harika incirler. Sınırlı gidişlerim olmuştur ancak yazımda bu ilçeye olan aidiyetimin sınırlarını zorluyorum. Bana kan bağı ile gelen her datayı koparıp atıyorum. Unutmanın değil, burnunda tütmenin acısından bahsediyorum. Yine o küçük kırmızı elbiseli kız oluyorum, aradaki fark incelediği detayları biraz geç de olsa kelimelere dökmeyi daha iyi başarabilen bir kız belki. Büyüdükçe ne mi oldu? Anılar hatıramdan silinmeye, yok olmaya yüz tutarken kelime haznem genişlemeye ve artmaya devam etti. Detayları incelemeyi unuttum belki, hatırımdaki eski detayları anlatmaya koyuldum. Çünkü yenileri onlar kadar heyecan vermedi. Yirmi kilo arttım yarım metre uzadım ama büyüdükçe heyecanlarım küçüldü, eski merakım azaldı, içimde dolup taşacak bir şey eskisi kadar kalmadı. Kuşburnu ağacının meyvelerine diken takarak he-

likopter yapmayı öğreten amcamı uzun aralıklarla görür oldum. Babaannemin beni sırtına alarak okuduğu kürtce tekerlemelerin çoğunu unutmama ramak kaldı. İzollu'daki taze sebzelerle odun ateşinde yapılan, acı menemenin tadı damağımdan silinmek üzere. Dedemin gülmekten gözleri yeşerince ceketinin cebinden çıkardığı ütülü mendilini uzun zamandır ortalarda göremiyorum. Kayısı ağacına kurulu salıncağımdan aldığım hazzı İstanbul'daki hiçbir parkta alamadım. Hiçbirini onun kadar kendime ait hissetmedim. Kayısı çekirdeği çıkarırken ettiğimiz sohbetlerin tadını çoğu kez yakalayamadım. Şimdi sizlere kalkıp içi mutluluk dolu bir çocuk bayramı minvalinde yazılar, satırlar yazmak isterdim ama ben büyüdükçe birçok şeyim artarken, duygu yüklü pek çok şeyim de azalmaya,eksilmeye başladı. Bu eksiklikler üzerine neşesi bol mutluluk dolu bir yazıyı varsın siz kurgulayıp yazın. Ama şunu da unutmamak gerekirki, insan bir memleketten ve oraya ait sevdiklerinden ayrılınca değil, yeniden kavuşma ümitleri tükenince gerçekten mutsuz olur. Yeniden kavuşma ümitlerimizin tükenmemesi dileğiyle. Bol kayısılı günleriniz olsun diyorum. İrem AKDENİZ

34

İZOLLU VAKFI DERGİSİ SAYI 25


www.izolluvakfi.org

TÜRKİYE 10.SU İÇİMİZDEN ÇIKTI FURKAN BULDUR MEZUN BURSİYER Malatya toprağından çıkan her bir başarı öyküsü bizleri gururlandırıyor. Hele hele bir de bu başarı Kale’den İzollu’nun bağrından çıkmışsa göğsümüz daha ayrı bir kabarıyor. İşte o başarı hikayelerinden biri de Furkan Buldur’a ait. Furkan Buldur KPSS’de Türkiye 10’uncusu olarak çok büyük bir başarıya imza attı. Şimdi vakfımızın mezun bursiyeri Furkan’ın kendi ağzından hikayesini dinliyoruz.

AZİM VE BAŞARININ HİKAYESİ Adım Furkan Buldur. 1994 yılında İstanbul’un Küçükçekmece ilçesinde doğup büyüdüm. Aslen Malatya’nın Kale ilçesinin Bağlıca (Aşağı Mestikan) mahallesindenim. İlk ve orta öğrenimimin ardından 2017 yılında İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümünden mezun oldum. Lisans eğitimim boyunca kendimi geliştirebilmek adına birçok seminer, kurs ve sempozyuma katıldım. Özellikle kariyer hedeflerini gerçekleştirip saygın konumlara ulaşmış kişilerin tecrübelerinden faydalanmaya çalıştım. Bu noktada en önemli destek beni ve tüm İzollu Vakfı bursiyerlerini başarılı insanlar ile buluşturan İzollu Vakfı’na aittir. Bize sağladıkları imkanlardan ve desteklerinden dolayı İzollu Vakfı’nın değerli yöneticileri ve üyelerine çok teşekkür ediyorum. Lisans eğitimimin son yılında yakında mezun olma düşüncesinin heyecanı ve aynı zamanda mezun olunca yaşanacak meslek kaygısı sebebiyle Kamu Personeli Seçme Sınavı A grubuna hazırlanmaya karar verdim. Türkiye’de yapılan en zor sınavlardan biri olması, fikrimi değiştirmedi. Hedeflerimi belirledim ve ülkeme bu yolda daha iyi hizmet

edebileceğimi düşündüğüm için kararımın arkasında durarak çalışmaya başladım. Ancak seçtiğim bu yolda başarılı olabilmek için fazlaca fedakarlık yapmam gerekiyordu. Aynı anda hem lisans hem kurs eğitimi, diğer taraftan hazırladığım yoğun bir ders çalışma programını uyabilmek için fazlaca enerji ve motivasyona ihtiyacım oldu. Zaman zaman arkadaşlarımla buluşamadığım, kimi zaman akraba davetlerine icabet edemediğim için kötü ya da bıkkın hissettiğim anlar oldu. Sınav tarihi yaklaştıkça aynı evde yaşamamıza rağmen kütüphanede, okulda ya da kursta ders çalışmaktan ailemle bile vakit geçirmeye zaman bulamaz oldum. Sosyal aktivite yapmaya zaten vakit yoktu ve bir yola çıktıysak en iyisini yapmak gerekirdi. Yeri geldi gündemi bile takip edemedim ama sonuç olarak düzenli ve planlı çalışarak ve birçok sosyal faaliyetimden feragat ederek kararlılığımı bozmadım, sınava girdim. Bu zorlu yolculuğun sonunda sınav sonuçları açıklanınca emeklerimin karşılığını aldığıma ikna oldum. KPSS A grubunda P-39 puan türünde Türkiye 10.’su oldum ve 48 puan türünün 36 tanesinde sıralamada ilk 1000’de yer aldım. Sınava hazırlanacak olanlara tavsiyem bu süreçte sakin kalarak zihni sınava odaklamak ve inanılan yolda kararlılıkla çalışmaktır. Başarı hiçbirimiz için uzakta değil, sadece özverili olup ve öz yeterliliğimizin farkına vararak çalışmayı istemeliyiz. Bunun için yalnızca okulun son yılı değil, lisans eğitimi boyunca aktif olmak ve kendimizi geliştirerek alanımızda yetkin olmak gerekiyor. İzollu Vakfı bünyesindeki her öğrenci vakıf imkanları sayesinde çok daha avantajlı ve bir adım öndedir. Bunun için elimizdeki imkanları ve fırsatları iyi değerlendirmeliyiz. Bu süreçte elimden gelenin en iyisini yapmaya çalıştım. Vakfımız öğrencilerinin daha nice güzel başarılar elde edip iyi konumlara geleceklerine inanıyorum. Tüm arkadaşlarıma başarılar diliyor, sağlıklı ve huzurlu bir ömür temenni ediyorum.

İZOLLU VAKFI DERGİSİ SAYI 25

35


BİR DERNEĞİN, GEÇMİŞİ VE GELECEĞİ YAŞATMA MÜCADELESİ Buram buram burnumuzda tüter baba ocağı. Tek bir cümlelik haber, bir selam bizi alır götürür ana yurdumuza. Dört elimizle sarılırız o topraklara. İmkanlarımız ölçüsünde kalkındırmaya çalışır, bir taş üzerine bir taş koyabilsek kar sayırız dünya hayatımızda. Bu sayımızda köklerinin bağlı olduğu toprakları daha yaşanılır ve güzel hale getirmeyi amaç edinmiş Aluçlu Derneği’nin ve dernek başkanı Mehmet Deyan’ın misafiri olacağız. - Sayın Deyan kendinizden kısaca bahseder misiniz? İstanbul doğumluyum. Evliyim ve bir kız çocuğum var. İthalat-ihracat işleriyle uğraşıyorum. Tacikistan'da Ev-Yap ve Colgate ürünlerinin satışı ve dağıtımını gerçekleştiriyorum. Bunların yanı sıra yine Tacikistan'da inşaat alanında çeşitli faaliyetlerde bulunuyorum. 2 yılı yönetim kurulu üyeliği ve 6 senesi başkanlık olmak üzere toplam 8 senedir Aluçlu Derneği'nde hemşehrilerimize hizmet etmekteyim. - Aluçlu Köyü için dernek kurulması fikri nasıl gelişti? Derneğin kuruluş süreci nasıldı? Aluçlu Derneği eski, tarihi bir dernek. Çeşitli dönemlerde açılıp kapanmış olsa da, 1960'lara dayanan köklü bir geçmişi var ve bugün hala faaliyetlerini sürdürmekte. Aluçlu önceleri Pötürge'ye bağlıydı. Daha sonraları Kale ilçe olunca Kale'ye bağlandı. İnsanlar bölgede çok zor şartlar altında geçimlerini sağlıyorlardı. Vasıta yolu sadece İzollu'ya kadardı ve büyüklerimiz o yolda katırcılık yaparlardı. Yani Aluçlu'dan İzollu'daki hanlara giderlerdi. Zamanla büyüyen çocuklar İstanbul'a

36

İZOLLU VAKFI DERGİSİ SAYI 25

gönderilir ve Sultanahmet, Eminönü, Beyazıt gibi yerlerde hamallık yaparlardı. Bu şekilde kıt kanaat yaşayan Aluçlu insanı, hamallık yaparken ticareti görmüş ve öğrenmişler. Böylece Aluçlular'ın yaklaşık %60'ı kendi işinin sahibi olmuş ve iyi yerlere gelmiş. Derneğin kurulma hikayesi bu şekilde. Yani, esas olarak bir hanın bodrum katında derneğin çalışmaları başladı. Derneğimiz şu an İstanbul Güngören'de, kendi mülküne sahip bir bina ile hizmet vermektedir. - Kurulduğu günden bu yana dernek ne gibi faaliyetlerde bulundu? Hangi çalışmaları yürüttü? Aluçlu bir dağ köyü olduğu için eski dönemlerde ulaşım, elektrik, telefon gibi pek çok hizmet sıkıntılıydı. Derneğimiz 1960'larda telefon, yol ve şebeke suları için faaliyetlerde bulundu. Bizim dönemimizde ise, ortak çalışma ile devlet desteği alarak 2.5 milyon liralık bir bedelle köy yolları asfaltlandı. Aluçlu'da yaklaşık 4.000 hektarlık bir arazi bulunmaktaydı ancak arazide su yoktu. Su olmaması nedeniyle de ekim yapılamıyordu. 6 sene önce bir çalışma yaptık ve Almanya'dan bir fon getirdik. Çalışmalar sonucunda arazinin çok verimli olduğu, ancak Fırat Neh-


ri'nden su çekilip araziye pompalanması durumunda elektrik bedelinin çok yüksek olacağı söylendi. Ve yapılacak tarımla elektrik bedelinin karşılanamayacağı hesap edildi. Bir süre ara verdik, daha sonra tekrar çalışmalara başladık. Devlet desteği ile güneş enerji sistemi kurulmasına karar verildi. Araziye güneş enerji sistemi kurarak Fırat Nehri'nden su çekip alanı köylülere kazandırmayı amaçladık ve bu projeye "Köye Geri Dönüş Projesi" adını verdik. Yaklaşık 4 milyon liralık bedelle projeyi Aluçlu'ya kazandırdık. Muhtemelen önümüzdeki sene tesisin bitimi gerçekleşecek. Aynı zamanda o bölgede bir kooperatif de kurduk. Kooperatif, bu alanın sulanması ile ilgili protokolleri imzaladı. Bu bölgede arazisi olan köylerimizi kooperatife üye yaparak üretim yapmalarını sağlayacağız. Arazi, tarıma elverişli bir hale gelecek ve insanlar tarım, hayvancılık yaparak gelir elde edecekler. Amacımız burada bulunan ailelerin köylerine dönüş yapmalarına yardımcı olmak. - Aylık/yıllık planlarınızda önceliğiniz neler oluyor? Hangi projelere önem veriyor, öncelik tanıyorsunuz? Bizim özellikle üzerinde durduğumuz ve öncelik tanıdığımız konu; gençler. Aluçlulu büyükler örf ve adetlerine sahip çıkıyorlar ancak gençler, zamanın getirdiği zorunluluklara uyuyorlar. Amacımız, gençleri derneğe kazandırarak özlerine dönmelerine yardımcı olmak. Onları topluma kazandırmak.

- Gençler için ne tür faaliyetlerde bulunuyorsunuz? Özellikle gençlerin eğitimi için yapmakta olduğunuz çalışmalar neler? Aluçlu Köyü'nden üniversiteli 80 tane bursiyerimiz var. Başvuran herkesi kabul ettik. Bursiyer öğrencilerle kamp, söyleşi, okuma gibi çeşitli aktiviteler organize ediyoruz. Örneğin öğencilerle beraber film izliyor, filmlerle ilgili yorum ve eleştirilerde bulunuyoruz. Zaman zaman da konuşmacı çağırıyor ve söyleşi yapıyoruz. Amacımız, öğrencilere Aluçlu'yu tanıtmak, Aluçlu'nun örf ve adetlerini unutturmamak. Bunun nedeni ise, metropolleşen şehir yaşamında bireyselciliğin yaşanması. Biz bunun önüne geçmek istiyoruz. Özellikle Aluçlulu gençler ve dernek arasında bir bağ kurarak, derneğe faydalı olmalarını istiyoruz. - Şu an yaptığınız ve gelecekte yapmayı planladığınız proje ve çalışmalardan bahsedebilir misiniz?

İZOLLU VAKFI DERGİSİ SAYI 25

37


Maddi durumu yetersiz, babası vefat etmiş yetim çocuklara, üniversiteyi bitirene kadar her ay düzenli olarak yardımda bulunuyoruz. Bunun dışında belirlediğimiz bazı ailelerimiz var. Bu ailelere yılda bir iki defa maddi yardımlarda bulunuyoruz. Herhangi bir sıkıntısı olan hemşehrilerimizin problemini çözmek için de gerektiği zaman çalışmalar yapıyoruz. Derneğimiz, standart derneklerin verdiği cenaze, düğün, nişan gibi hizmetleri de vermekte, piknik organizasyonları düzenlemektedir. Ayrıca Aluçlu'dan 12 tane takım çıkartarak bir futbol turnuvası düzenliyoruz. 12 takımda yaklaşık 150 tane Aluçlulu genç bulunuyor. Her hafta pazar günleri toplanıyoruz. Bunların yanı sıra her yıl da kutlu doğum programları, aşure programları gibi organizasyonlarımız oluyor. İleriki zamanlarda ise belirli pilot bölgelerde öğrenci evi kurmak istiyoruz. Ancak nasıl olur, artıları eksileri neler olur onları hesaplıyoruz. Öğrenci evi hedeflerimizden biri ama henüz hazır değiliz. - İzollu'ya bağlı diğer köy dernekleri ile iletişiminiz nasıl? Ortak şekilde yürüttüğünüz çalışmalar var mı? Zaman zaman iletişimimiz oluyor. İzollu Vakfı ile istişare halindeyiz. Salkımlı Mestikan Derneği ve Erdemli Derneği, kardeş derneklerimiz. İzollu'ya bağlı diğer derneklerle de gerektiği zamanlarda görüşmekteyiz. Şu an herhangi bir dernekle ortak bir çalışmamız

yok fakat geçmişte futbol turnuvası gibi çeşitli ortak aktivitelerde bulunmuşluğumuz var. - Sizce İzollu'nun sosyal olarak gelişmesi ve yardımlaşması anlamında bu tarz köy derneklerinin ne gibi katkıları var, ne tarz katkıları olmalı? Eğer dernekler bencillikten vazgeçip yalnızca İzollu'ya hizmet etmeyi amaç edinirlerse, ilçemize hem maddi hem manevi anlamda katkıları olur. Fakat bencillik duygusuna sahip olduğumuz müddetçe bir yere gelemeyiz. Yani kurumların birbiriyle yarışması yerine hayırda yarışmalarını gerçekleştirirsek o zaman İzollu kazanır. Aynı zamanda şahısları da örnek almamız gerekir; Mahmut Erdoğan, Vedat Toy, Adnan Başdemir gibi. - İzollu Vakfı ile ilgili düşünceleriniz neler? İzollu Vakfı hayırda yarışan ve hayırda yarışmayı sevdiren bir kurum. Vakıf, gençleri İzollu'ya kazandıran ve onları hayata hazırlayan örnek bir kuruluştur. Bizim için değeri büyüktür. Yaptıkları çalışmalardan dolayı takdir ediyoruz. Vakıfta emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz.

Ebru GÜZEL

38

İZOLLU VAKFI DERGİSİ SAYI 25


HANIMLAR DA VAKIF’TA OLMALI!

Sevgili İzollulu hanımlar; Herkesin doğduğu topraklara bir vefa borcu olmalı…Ve her insanın doğduğu topraklara, hemşehrilerine faydalı olmak için yapabileceği bir şeyler de mutlaka vardır. Bu amaç ve niyetle vakıflar kurulmaktadır. Bizim de vakfımız İzollu Vakfı olduğuna göre vakfımıza sahip çıkıp, vakfımızın daha da güçlenmesini sağlamalıyız. Güçlü vakıflar demek, o yörenin ve yöre insanlarının güçlenmesi, kalkınması, refah seviyelerinin artması anlamına gelmektedir. Ülkemizin sosyal, ekonomik, kültürel ve yurt savunmasında vakıfların yardımları büyüktür. Bu kadar güzel hizmetlerin sürekliliğini sağlamak İzollu’lu olarak bütün hanımların görevidir. Hanımlar olarak vakfımıza sahip çıkmak, çalışmalarını desteklemek, daha çok kişiye ulaşmak hepimizin amacı olmalıdır. İzollular olarak yardımlaşma duygumuzu geliştirmek, dayanışmanın ve bir olmanın önemini unutmamak için vakfımızı biz hanımların da desteklesi gerekiyor. Benim de İzollu Vakfı ile tanışmama sevgili hemşehrim Doç.Dr.Nevra Dursun hanım vesile oldu. Kendisinin yoğun iş temposuyla çalışmasına rağmen büyük bir özveriyle hanımları bir araya getirmeye çalışması, bunun için büyük gayret göstermesi oldukça sevindirici. Sevgili Sultan’ımızın da hanımların bir araya gelmesi ve yapılan çalışmaların herkese ulaşması konusundaki emeğini de unutmak gerekiyor. İzollu Vakfı’na geldikten sonra tanımadığım hemşehrilerim olan hanımlarla tanıştım. Yapılan etkinlikler hem hanımlar olarak tanışmamızı hem de vakfımız için yardım toplanılmasına vesile ol-

maktadır. Bu nedenle yapılan etkinliklerin devamı olduğu kadar katılımların da yaygınlaştırılmasını sağlamamız gerekiyor. İzollu Vakfı’mızın düzenlediği kahvaltıya katıldığımda, vakıf olarak ne kadar güçlü olduğumuzu görmek beni çok sevindirse de hanımların katılımının azlığı ise bir o kadar üzmüştür. Daha önce ben de İzollu Vakfı’mızı uzaktan takip ediyordum. Katıldığım ilk toplantıdaki hanımların katılımlarının azlığı beni karamsarlığa değil, İzollu Vakfı’mıza daha da fazla sahip çıkmama sebep oldu. Kadın kolları olarak nadiren bir araya gelinmesi, yapılan toplantılara katılımın az olması sebebiyle güçlü ve istikrarlı kararlar alınamaması İzollu Vakfı’nın olduğu kadar yöre halkı olarak bizim de sorunumuz. Kadın kolları olarak daha çok hanıma ulaşmak ve İzollu Vakfı’mız için faydalı kararlar almak

için hepimiz gayret etmeliyiz. İzollu Vakfı hepimizin. Vakfımıza sahip çıkmak demek doğduğumuz topraklara ve insanımıza da sahip çıkmak demektir. Bunun için hanımlar olarak daha aktif olmamız gerekiyor. Sosyal medyanın aktif olarak kullanıldığı bu zamanda İzollu Vakfı’mızın aktivitelerini daha çok hanıma ulaştırmalıyız. Hanımların da İzollu Vakfı’mıza destek olmalarını, aktif olarak katkılarının olmasını sağlamalıyız. Bu konuda ben de elimden geleni yapacağım ve siz hanımların da elinizden geleni yapacağınıza inanıyorum. Düzenlenen etkinliklere katılalım ve İzollu Vakfı’mıza hanımlar olarak hep beraber sahip çıkalım… Av.Gülşen ALTUNTAŞ

İZOLLU VAKFI DERGİSİ SAYI 25

39


MALATYA’NIN SEMBOLLERİ Binlerce yıllık tarihi eserleri ve eşsiz doğal güzellikleri sunan turizm kenti... Kayısısı, sanayisi, dinamik ekonomisi, 800 bini aşan nüfusu, Türkiye’nin dört bir yanına açılan yolları, tarihi ve kültürel değerleriyle Malatya Doğu Anadolu’nun turizmde söz sahibi illerinden biridir. Şimdi sizlere Malatya’nın onlarca harika yerinden seçme 11 özel yerini takdim ediyoruz…

KANALBOYU Şehir merkezinde bulunan kanal, şehrin en kalabalık gezinti yerlerindendir. Burada daha çok cafe tarzı işletmeler yoğundur. Kanalboyu’nu görmediyseniz Malatya’yı görmüş gezmiş sayılmazsınız. Kalabalık yaz akşamlarında cadde trafiğe kapatılmaktadır.

ŞİRE PAZARI

Kayısısı ile meşhur Malatya’nın ticarette bir anlamda kalbinin attığı yerdir. Eski şire pazarı, Malatyalı ifadesiyle “çarşı içindedir”. Dışarıdan gelen ziyaretçiler hediyelik almak için buraya uğrarlar. Burada sadece kaysı ve mamulleri değil tut, kuru üzüm vb. gıdalar satışa sunulur.

MALATYA YENİ CAMİİ Yeni şehrin merkezinde bulunan en meşhur camidir. ilk defa görenler üçüncü minarenin neden yarım kaldığını sorarlar. Cami avlusundaki ihtiyarlara sorarsanız şöyle bir cevap alabilirsiniz. -Caminin ustası minareden düşüp can verince kalfası ustasına saygıdan minareyi yarım bırakmış. Üçüncü minarenin 1894 zelzelesinde yıkılan aynı yerdeki bir önceki caminin minaresi olduğu bellidir.


MALATYA ULU CAMİİ Şehir merkezine 8 km mesafede Eski Malatya mevkiinde, eski şehrin surları içinde bulunmaktadır. Kitabesine göre 621/1224 yılında inşa edilmiştir. Bu tarihe göre Alaeddin Keykubat döneminde yaptırılmıştır. Mimari yapı olarak İrani tarza benzese de yapı planı olarak dünyada tektir. Çünkü İran’daki Büyük Selçuklu dönemi dört eyvanlı derinlemesine ulu cami geleneğini Anadolu’da temsil eden tek örnektir. Kubbe manzarası, görenleri uzun süre baktırır. Çini süslemesi muazzamdır. Selçuki mimarisi tarzı olarak cami içinde bir bahçeyi andıran bölüm vardır. Bu kısım caminin ortası olmasına rağmen üstü açıktır. Buradaki yazılar ve çiniler orijinal ve enfestir.

SİLAHTAR MUSTAFA PAŞA KERVANSARAYI

Battalgazi İlçesi Alacakapı Mahallesi’nde, 1637 tarihinde IV. Murat döneminde yapılmıştır. Doğu’ya giden yollar üzerinde bulunan bu kervansaray, şehrin ticari yoğunluğunu göstermesi açısından önem taşır. Ticari olduğu kadar askerî fonksiyonu da bulunan han oldukça sağlam bir temel üzerine kurulmuştur. Sıralı dükkânların külliye halinde yer aldığı bir yapıdır. Eski Malatya’ya gidildiğinde mutlaka görülmesi gereken ikinci yerdir.

BEŞKONAKLAR Malatya’nın geleneksel konaklarının mimari özelliklerini taşıyan Beş Konaklar, Saray Mahallesi’nin Sinema Caddesi üzerinde bulunurlar. 1900’lü yıllarda inşa edilen bu konaklar, Malatya’da, sivil mimarinin en güzel örneklerini sergilerler. Sokağa cepheleri olan bu konaklar, yan yana yapılmış, ikişer katlı beş adet konaktan oluşur.

TAŞHORON KİLİSESİ

Malatya’nın Yeşilyurt ilçesi Çavuşoğlu Mahallesi’nde yer alan 18. yüzyılın ikinci yarısında Ermeniler tarafından yapılan kilisedir.


KANLI KÜMBET

Battalgazi İlçesi’nde namı-diğer Eski Malatya’da bulunan kümbetin ne için inşa edildiği tam belli değildir. Fakat kan kelimesinden mülhem idam yeri olduğu tahmin edilmektedir.

ASLANTEPE HÖYÜKĞÜ Malatya’nın 6-7 km kuzeydoğusunda yer alan tarihi tepe 30 metre yüksekliğiyle Türkiye’nin en büyük höyüklerindendir. MÖ 5000 yıllarından MS 1000 yıllarına kadar iskan görmüştür.

GÜNPINAR ŞELALESİ Şelale Darende ilçesinde Şuğul mevkiindedir. Halk arasındaki adı “Aşudu” şelalesidir. Düşme yüksekliği 25 metre olan dere 10 km sonra Fırat Nehrine akan Tohma çayına katılır.

NEMRUT DAĞI MİLLİ PARKI

Malatya-Adıyaman il sınırında bulunur. Pütürge’den de Kahta’dan da Nemrut Dağına yol gitmektedir. Devasa heykeller 2150 metre yüksekliğindeki Nemrut Dağı zirvesindedir ki sıcak yaz aylarında da buraya ziyerete gelirseniz yanınıza battaniye götürmeniz gerekebilir. Buraya dünyanın her yerinden bilhassa Kore ve civarından turistler enfes gündoğuşunu ve şiir gibi günbatımını serin havada seyre gelirler. Buranın mimarı Kommagene Kralı I. Antiochos’tur. O tanrılara ve atalarına minnettarlığını göstermek için yaptırdığı mezarı, heykelleri Helenistik Dönemin en görkemli kalıntılarından birisidir. Anıtsal heykeller doğu, batı ve kuzey teraslarına yayılmıştır. Doğu terası kutsal merkezdir ve bu nedenle en önemli heykel ve mimari kalıntılar burada bulunmaktadır. İyi korunmuş durumdaki dev heykeller kireçtaşı bloklarından yapılmıştır ve 8-10 metre yüksekliktedir. Varlığı keşfedilmekle beraber kral mezarı, henüz açılamamıştır. Mehmet Çetinkaya


www.izolluvakfi.org

İZOLLU VAKFI, 6. YÜKSEK İSTİŞARE KURULU TOPLANTISI İzollu Vakfı Yüksek İstişare Heyeti, Adnan rulu üyeleri vakıf faaliyetlerinin geliştirilebilmesi Başdemir başkanlığında 29.04.2017 Cumartesi için fikir ve önerilerde bulundular. günü Başakşehir İstanbul İşkembe’de toplandı. “Hüseyin Çetiner "Daha önce yönetim ku İzollu Vakfı Yüksek İstişare Kurulu Başkanı rulu üyesi olduğum dönemde değişik meslek dalAdnan Başdemir yaptığı açılış konuşmasında larında ön plana çıkacak 10 kişiye daha yüksek önemli konulara değindi. Başdemir; "Bir araya burslar vererek İzollu adının ön plana çıkmasını gelmek önemlidir. Ama daha önemlisi gelişim ve sağlayalım diye bir karar almıştık. Bana göre o çok değişime yönelik kararlar alıp, onu uygulamaktır. önemli bir düşünce idi. Onu yine faaliyete geçireBugün hepiniz işinizi gücünüzü bırakıp geldiniz. lim." dedi. Allah hepinizden razı olsun. Bizim vakfımızda herkese ihtiyaç var. Parası olan burs verecek. Olmayan Nihat Dursun, SMS ile bağış hattına işlerlik bilgisi ile katkı sunacak. Bakınız İbrahim Halil kazandırmayı teklif etti. Doç. Dr. Nevra Dursun ise Koca bizim bursiyerimizdi. Şu an bilgisayar şirketi kadın kollarının daha işlevsel olması için eşkurdu. Dergimizi hazırlayıp basımını yaparak bize lerin, kız çocuklarının ve akrabaların desteğe teşvik teslim ediyor. Hiçbiriniz İbrahim Bey'in yaptığı edilmesini istedi. çalışma verdiğimiz burslar kadar değerli değil diyemezsiniz. İmkanı olan burs versin olmayan da fikri Hacı Yaşar Arpa, "Daha önceki yokluk yılve düşünceleri ile vakfımıza destek olsun. Özetle ları ile bugün arasında çok fark var. Kıymetini burada herkesin yapabileceği bir şey var diyerek bilmek lazım." derken; Bent Derneği Başkanı Nedvakıf çatısı altındaki herkese teşekkürlerini iletti. im Karakaş ise "İzollu Vakfı İzollu köyleri ile alakalı kurulan derneklere ağabeylik yapsın. İzollu’da su Toplantıya misafir olarak katılan Prof. Dr. ve dağ sporları yapılabilir. İlçemizin reklamını yapMuhammed Nur Doğan, Birlik ve beraberlik ruhu mak zorundayız." ifadelerini kullandı. ile alakalı mesajlar verdi. Ayrıca "İzollu Vakfı’nın her yıl 500’e yakın talebeye burs vermesi çok önem- “Çok sayıda Yüksek İştişare Kurulu üyesi li bir gelişmedir. Ben vakfınız ile onur ve gurur yazılı ve sözlü olarak düşüncelerini ileterek İzolduydum." diyerek memnuniyetini dile getirdi. lu Vakfı'nın daha güzel işlere imza atması adına fikirlerini paylaştı. Toplantının devamında Yüksek İştişare Ku-

İZOLLU VAKFI DERGİSİ SAYI 25

43


GURUR HİKAYEMİZ İzollu’dan çıkan her bir başarı hikayesi aynı zamanda bizim de gururumuz oluyor. Sanki başarıya biz kendimiz imza atmışçasına seviniyoruz. Bu sayımızda hepimizi gururlandıran o başarı hikayelerinden birini daha paylaşacağız. Yazımızın baş aktörü Mehmet Alay’ın hikayesi ise Habipuşağı Köyü’nden başlayıp İstanbul’a uzanıyor. İşte kendi ağzından Mehmet Alay...

- Mehmet Alay kimdir? Kendinizi tanıtır mısınız?

1962 yılında İzollu, Habipuşağı köyünde doğmuşum. İlköğrenimimi aynı köyde, ortaöğrenimimi Malatya’da ve yükseköğrenimimi 1983 yılında Konya Selçuk Üniversitesi Fizik Mühendisliği bölümünde tamamladım. 1986 yılında askerlik görevimi yerine getirdikten sonra İstanbul’da ticaret hayatına başladım. 30 yılı aşkın bir zamandır sanayi ve ticarete devam ediyorum.

- İş hayatınızda hangi alanlarda faaliyet gösteriyorsunuz?

1986 yılında denim kumaş ticaretiyle başladığımız ticarette şimdi, konfeksiyon alanında aile şirketi olarak devam ediyoruz. Ayrıca denim kumaş ticareti, inşaat ve hayvancılık işlerini de farklı ortaklık yapılarıyla sürdürüyoruz.

- İş hayatına hangi şartlarda başladınız? Şu an şirketiniz hangi durumda?

Şahıs firması olarak başladığımız ticarete 1994 yılından beri aile şirketi olarak devam etmekteyiz. 1990 yılında 8 makine, 12 kişiyle Güngören’de bir binanın bodrum katında başladığımız konfeksiyon işimize bugün yaklaşık 200 kişi ile devam ediyoruz. Fason iş verdiğimiz atölyeleri de hesaba katarsak yaklaşık 1000 kişinin istihdamına vesile oluyoruz. Avrupa Birliği ülkeleri, Doğu Bloğu ülkeleri, Ortadoğu ve Türkiye iç piyasasının önde gelen firmalarına ortalama aylık olarak 120.000 parça üretim yapıyoruz. Denim kumaş ticaretinde Uzak Doğu ülkelerinden getirdiğimiz denim kumaşları ülkemizdeki önde gelen ihracatçı firmalara serbest bölgeden olacak şekilde ve iç piyasa firmalarına pazarlıyoruz. Hayvancılıkta; Kırklareli’de 700 sağma olmak üzere toplam bin 750 baş hayvanın bulunduğu, bölgede önde gelen hayvan çiftliğimiz bulunmaktadır. Çiftliğimizde günde 18 ton süt üretimi yapılmaktadır. Doğan erkek buzağılar da beslenerek besi danası olarak satılmaktadır. Ayrıca bu hayvanların yem ihtiyacı için yaklaşık 1.400 dekar arazimizde yem bitkileri üretimi yapıyoruz.

44

İZOLLU VAKFI DERGİSİ SAYI 25


İnşaat; konut üretimi ile başladığımız inşaat işinde şimdi, İkitelli OSB’de Türkiye’de “TRİOS 2023” adıyla örnek bir sanayi projesi ile devam etmekteyiz. Projemizde her kata ve bağımsız bölüme tır yanaşabilecek ve aynı zamanda trafiği de aksatmayacak şekilde planlanmış plaza görünümlü bir projedir. Projemiz; “sanayici hep kir-pas içinde çalışıyor” algısını yıkıp insanı öne çıkaran, günümüz ihtiyaçlarına cevap veren, şehir merkezinde ve yükselen arterde bir proje olarak öne çıkıyor. İki blok üretim atölyelerinin yanında sosyal alanlarının ve ofis katlarının olduğu bir blok ile projemiz çağdaş sanayiye örnek gösterilebilecek durumdadır.

- Bir iş adamı olarak bir gününüz nasıl geçiyor? Yani güne kaçta başlarsınız, kaçta mesai yaparsınız, mesai ne zaman biter ?

Sabah 8 gibi evden çıkarım ve benim için mesai bu saatte başlar. Haftanın 3 gününü tekstile, bir gününü hayvancılığa ve bir gününü de inşaata ayırırım. Aile şirketi olmanın avantajlarını çok iyi kullanmaya çalışıyoruz. Çünkü her bir işin sorumluluğu bir aile ferdindedir. Akşam 9 gibi eve varıncaya kadar mesai devam eder.

- İş adamı Mehmet Alay’ı biraz da olsa tanıdık ama, özel hayatında Mehmet Alay kimdir? Neler yaparsınız, özel bir hobiniz var mı?

Mehmet Alay olarak çalışırken, üretim yaparken, yeni bir işe başlarken hep şunu düşünürüm: Yapacağım işin ülke ekonomisine ne katkısı olacak, bu işle kaç ailenin geçimine katkı sağlayabilirim gibi düşünmüşümdür. Bir işin ekonomik boyutu kadar sosyal boyutunu da hep önemsemişimdir. Dolayısıyla bu düşünceye sahip olunca iş dışı zamanlarımı da vakıf ve derneklerde değerlendiriyorum. AKDAV ve İyilikder yönetiminde bulunuyorum.

- İş hayatınızda “olmazsa olmaz”, özellikle sizin bu günlere gelmenizde etkisi olan bir prensibiniz var mı? Doğru, düzenli ve özverili çalışınca Allah da başarıyı veriyor diye düşünüyorum. Biraz önce de söylediğim gibi, iş hayatında doğru olmak, küçük hesaplar yapmamak, düzenli olmak ve sebat etmek gibi ana prensipler sanırım bu güne gelmemizde etkili olmuştur.

- İzollu Vakfı ile ne zaman ve nasıl tanıştınız? Vakıf faaliyetleri hakkında ne düşünüyorsunuz? İzollu Vakfı’nın kuruluşunda bulunan birisiyim. Bölge gençlerine destek verilmesi ve ülkesine faydalı fertler olarak yetişmeleri için yapılan çalışmalar, eğitimler, seminerler vb. faaliyetlerde bulunması ve maddi imkanı olmayanlara burslarla destek olması taktire şayandır. Bu faaliyetlerin daha da geliştirilmesini ve devamlılık sağlanmasını dilerim.

- Biz gençlere ne gibi tavsiyelerde bulunmak istersiniz?

Gençler, bu ülkenin geleceğidir. Kendilerini eğitim hayatı boyunca iyi yetiştirmelerini, Dünya’yı iyi takip etmelerini, nerede olurlarsa olsunlar oranın en iyisi olmak için çalışmalarını, doğrudan sapmamalarını, sebat etmelerini tavsiye eder ve başarılarının daim olmasını dilerim. Murat AKDENİZ

İZOLLU VAKFI DERGİSİ SAYI 25

45


ÂTİYI KARANLIK GÖREREK AZMİ BIRAKMAK…

Alçak bir ölüm varsa, eminim, budur ancak. Dünyâda inanmam, hani, görsem de gözümle: Îmânı olan kimse gebermez bu ölümle. Ey dipdiri meyyit! “iki el bir baş içindir.” Davransana… Eller de senin, baş da senindir! His yok, hareket yok, acı yok… Leş mi kesildin? Hayret veriyorsun bana… Sen böyle değildin. Kurtulmaya azmin, niye bilmem ki, süreksiz? Kendin mi senin, yoksa, ümidin mi yüreksiz? Atiyi karanlık görüvermekle apıştın? Esbâbı elinden atarak ye’se yapıştın! Karşında ziyâ yoksa, sağından, ya solundan, Tek bir ışık olsun buluver… Kalma yolundan(…) Herkes gibi dünyada henüz hakk-ı hayâtın, Varken, hani herkes gibi azimde sebâtın? Ye’s öyle bataktır ki: Düşersen boğulursun. Ümîde sarıl sımsıkı, seyret ne olursun! Azmiyle, ümidiyle yaşar hep yaşayanlar; Me’yûs olanın ruhunu, vicdanını bağlar, Lâ’netleme bir ukde-i hâtır ki: Çözülmez… En korkulu cânı gibi ye’sin yüzü gülmez! Mâdâm ki alçaklığı bir, ye’s ile şirkin; Mâdâm ki ondan daha mel’un, daha çirkin Bir seyyie yoktur sana; ey unsur-i îman, Nevmîd olarak rahmeî-i mev’ûd-i Hudâ’dan, Hüsrâna rızâ verme… Çalış… Azmi bırakma; Kendin yanacaksan bile, evlâdını yakma! Evler tünek olmuş, ötüyor bir sürü baykuş… Sesler de: “Vatan tehlikedeymiş… Batıyormuş!” Lâkin, hani, milyonları örten şu yığından, Tek kol da, “Yapışsam..” demiyor bir tarafından! Sahipsiz olan memleketin batması haktır; Sen sâhip olursan bu vatan batmıyacaktır. Feryâdı bırak, kendine gel, çünkü zaman dar… Uğraş ki: Telâfi edecek bunca zarar var. Feryâd ile kurtulması me’mûl ise haykır! Yok yok! Hele azmindeki zincirleri bir kır! “iş bitti… Sebâtın sonu yoktur!” deme; yılma. Ey millet-i merhûme, sakın ye’se kapılma. Mehmet Akif Ersoy


www.izolluvakfi.org

Nazan BEKİROĞLU

CÜMLE KAPISI- NAZAN BEKİROĞLU Kelimeyle değil, cümleyle düşündüğümü fark ettim ben. Muhal farz bile olsa "Her şeyi özetleyecek bir cümle" tutkum, mana birimimin cümle olmasından. Karmaşık cümlelerle konuşmayı sevmem, öyle düşünmemden. Başka türlü anlatamıyorum, bu yüzden mazurum ben.Faturaların, makbuzların, ihbarnamelerin arkasına. Mektup zarflarının, davetiyelerin, program kartlarının boşluklarına. Peçetelerin üzerine.Kitapların kenar sularına, kapak içlerine. Defterlerin, sahifelerine değil kıyılarına köşelerine. Yazılıp da bırakılmış; bilinç kendine bile hırsız, kim bilir bazıları hatırlanmış da sonradan unutulmuş bunca cümleyi bir yerden bulup da çıkarmam. Burada böyle bir kapı açmam. Cümle kapısı: Kalbin kapısı. Sonra, sebebi malûm sırrı meçhul, yani bana muamma, tutup bu kapıyı kapatmam. Eğer beni okuyanla paylaşım isteği ve daha yakından tanışma beklentisinden değilse, defterimde kalan cümleden kurtulma isteğimden. Bir şey değil, yeni bir şey söylemek için. Demiş Nazan Bekiroğlu. Okurken bitmemesi için araya zaman koyduğum, bitirdiğim de üzülüp, dönüp baştan okuduğum bir kitap ‘’Cümle Kapısı.’’Herkes gibi ben de deneme türünden çok roman okurdum. Fakat bu kitap diğerlerine kıyasla çok farklı ve tamamiyle fikrimi değiştirdi. Tereddütle başlayıp tek solukta okuduğum bir kitap. Bu kitaptan sonra deneme türüne olan ilgim daha çok arttı. Kitap belli başlı bölümlerden ve yazarın bu bölüm başlıklarıyla ilgili düşüncelerinden oluşuyor. Sırasıyla Şems ve Mevlana, Hz. İsa,Necip Fazıl, hapishane, babalar ve oğullar ile ihanet temalarını işliyor. Hiç gecikmez yüzümüzün ve bedenimizin ihaneti. Hattat kolundan olur, nakkaş gözlerinden. Son ihanet kalbimizden gelir. Bir gün, hiç nedeni yokken usulca duruverir. Oysa kul yapısı bir cihaz hâlâ ses vermektedir veya şairin dediği gibi, kolumuzdaki saat hâlâ işlemektedir. Okurken cümlelerin dünyasında kaybolacağınız çeşitli denemelerden oluşan bu eserin cümle kapısından girdiğinizde bir çok kapı daha açılacaktır eğer meraklı biriyseniz. Türkiye Yazarlar Birliği 2003 Deneme Ödülü’ne layık görülen bu eser; bu ödülü derin tahlilleri ve araştırmaları edebi bir şekilde aktarmış olması ile fikrimce sonuna kadar hak ediyor.İlk başta anlaşılması zor olsa da okudukça kanınızı kaynatacak,kütürünüze kültür katacak bu eseri herkese tavsiye ederim. Keyifli okumalar… İrem AKDENİZ

İZOLLU VAKFI DERGİSİ SAYI 25

47


AMPUTE GURUR Son günlerde başarısından sıkça söz edilen gururumuz ampute milli takımını duymayanımız yoktur. Öncelikle kelime anlamıyla başlayalım. Ampute Fransızca amputé kelimesinden dilimize geçmiş ve Türkçede ameliyatla çıkarılmış anlamına gelir. Ampute futbol müsabakalarının kuralları futbol müsabaka kurallarından farklıdır. Oyuncuların tek bir bacağı ampute edilmişken, kalecilerin üst kısmında anputasyon bulunmaktadır. Oyuncular, maç sırasında koltuk değneği kullanmaktadır.Takımlar 1 kaleci, 6 oyuncudan oluşur ve kaleciler ise tek kolludur. Karşılaşmalar 25'er dakikalık 2 devreden ve 10 dakikalık devre arasından oluşur. Dünya'da ampute futbol, ll. Dünya Savaşı sonrası gaziler öncülüğünde başlamıştır.

KOL VE BACAKLARI YOK AMA YÜREKLERİ VAR Ampute milli takımımızın başarısı sadece bu seneye has bir şey değil. 2010, 2012, 2014 yıllarında gerçekleştirilen Dünya Kupası organizasyonlarında milli takımımız 3. olmuştur. 2004 ve 2008 Avrupa Şampiyonalarında 2. olmuştur.

Takım oyuncularının her birinin hikayesi birbirinden farklı. Ortak paydaları ise futbola olan sevdaları.

HER BİRİNİN HİKAYESİNDE AYRI HÜZÜN - Takım oyuncusu Ömer Güleryüz, bebek yaşta havale geçiriyor. Oluşan komplikasyon sonucu sol bacağı gelişmiyor ve kısa kalıyor. Bu engeline rağmen futbol sevdasından vazgeçmiyor. - Mehmet Yunsur ise tarlada çalışırken sol ayağını saman makinesine kaptırıp kaybetmiş. - Barış Telli 4 yaşında geçirdiği trafik kazasında sağ bacağını alt taraftan kaybediyor. Türkiye Ampute Futbol Süper Ligi'nde 6 yılda 160 gole imza attı. - Feyyaz Gözaçık Kayseri’de doğuştan tek bacağı olmamasına rağmen engelli bireylere yüzme öğreterek, hayata tutunmuş. - Alican Kuruyamaç trafik kazası sonucu sağ bacağını kaybetti. Bacağını kaybetmeyi futbol aşkına engel olarak görmeyen ve koyu bir Galatasaraylı olan Kuruyamaç, önce Gaziantep Ampute takımına sonra da Ampute Milli Takıma girerek ülkemize bu gururu yaşattı.


www.izolluvakfi.org - Fatih Karakuş 5 yaşında iken elektrik çarpması sonucu kolu dirsekten kesildi. - Kemal Güleş 11 yaşında mahallede arkadaşlarıyla bir inşaat yıkımını seyrederken kepçe üstüne düştü. - Selim Karadağ Ampute Futbol Milli Takımı'nın Malatyalı kalecisi. Doğuştan bir kolu kısa. - Muhammet Yeğen bir bacağı kısa doğdu. - Rahmi Özcan’ın sağ bacağı doğuştan kısaydı. 12 defa ameliyat oldu ve en sonunda dizden kestiler. - Serkan Dereli’nin ise sol ayağı doğuştan kısa. - Fatih Şentürk ise motosiklet kazasında sol ayağını kaybetti. Takım kaptanı Osman Çakmak vatani görevini Şırnak’ta yaparken Besta Vadisi’ndeki bir operasyonda mayına basar.Sol bacağı diz altından kopar. Rehabilitasyon merkezinde iken bir gün dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt ziyarete gelir ve sohbet sırasında Osman Çakmak Yaşar Büyükanıt’a şunları söyler "Komutanım, yine bölgeye gitmek istiyorum. Ben artık iyileştim." Büyükanıt'ın yanıtı şu olur: "Vatana hizmet için ille çarpışmak gerekmez. Ampute futbol oyna, milli takıma gir, öyle hizmet et." Zaten askerden önce futbolculuğu vardır. Yeteneklerini Ampute Milli Takımı'nda göstermeye başlar ve başarısını Avrupa şampiyonluğuyla taçlandırır.

MİLLİ SEVİNÇ

Almanya ile olan ilk maçta 7-0 gibi bir galibiyet aldık.

2. maçımız Gürcistan ileydi ve 9-0 gibi bir farkla yendik.

İspanya ile karşılaştığımız 3. maçtan 4-0 galip ayrıldık.

4. maç Türkiye 2 1 Rusya

Yarı final maçında Türkiye 2, Polonya 0...

Ve final maçında İngiltere’yi 2-1 mağlup ederek Avrupa Şampiyonu olduk.

Tüm oyunculara, bizlere bu duyguları yaşattıkları için teşekkür eder başarılarının devamını dilerim.

“ MEHMET CÖMERT


FOTOĞRAFLARLA İZOLLU

50

İZOLLU VAKFI DERGİSİ SAYI 25


Hayatı paylaşın Yaşamaya başlayın.

www.aytekyapiinsaat.com.tr

aytekyapı

aytekyap



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.