BÖLÜM BİR TUHAF YETENEKLER Jimmy başına gelecek olanların farkındaydı, fakat sıvışmak için çok geç kalmıştı. Georgie ona doğru bir hamle yaptı ve gümbürtüyle yatağın üzerine düştüler. Georgie hızlı davrandı ve kollarını Jimmy’nin boğazına doladı. Sonra parmaklarıyla Jimmy’nin kafasını bastırdı ve öne doğru eğilerek, üzerine çullandı. Hayır, yine mi, diye düşündü Jimmy. Yıllardır ablasının, onu bu şekilde, kıskıvrak yakalamasından kurtulamıyordu. Georgie, “Görünüşe bakılırsa hâlâ senden büyüğüm,” diye dalga geçti. Bu doğruydu. Jimmy büyümek için sabırsızlanıyordu, ama büyüme yolunda beklediği atılım bir türlü gerçekleşemiyordu. Yine de kolay kolay pes etmeyecekti. “Bana ne! Çık odamdan!” diye kükredi. “Bilgisayarına ihtiyacım var.” Georgie, Jimmy’yi serbest bıraktı ve kardeşinin çalışma masasının yanına oturdu. Sonra mümkün olduğu kadar sıradan bir biçimde, “ Westminster Köprüsü
2
gerçekten Westminster’da mıdır, yoksa Westminster yolunda mıdır?” diye sordu. Jimmy yüzünde kocaman bir gülümsemeyle, “Westminster Köprüsü’nde bir serseri bul,” diye önerdi. “O sana söyler. Ve muhtemelen senin gibi kokuyordur; gerçekten iyi arkadaş olabilirsiniz.” “Bu kadar yeter; işin bitti artık!” Georgie, yeniden Jimmy’nin üzerine çullandı. Bu kez onu daha fazla sıkıştırdı ve saçını çekti. Jimmy ablasının sadece dalga geçtiğini biliyordu, ama yine de canı acımıştı. “Anne!” diye seslendi. Bu durum karşısında Georgie, “Ben bir şey yapmadım!” diye bağırdı. Jimmy kollarını sallayarak ablasının sırtına birkaç tokat attı; fakat pek bir işe yaramadı. Sonra yan kapıdan bildik bir yumruk sesi ve ardından babalarının merdivenden gelen sesi duyuldu: “Yavaş olun. Bay Higgins’i rahatsız ediyorsunuz.” Georgie, “O garip adamdan nefret ediyorum!” diye homurdandı. Neredeyse sağır olduğunu iddia eden yan komşunun, böylesi bir sesi bile duyabiliyor olması ilginçti. Jimmy hâlâ mücadele ediyordu. Fakat sonra, neden olduğunu anlamadan, bir an için hareketsiz
3
kaldı. Birdenbire kolları hızla hareket ederek kız kardeşini havaya kaldırdı. Georgie dengesini kaybetti ve Jimmy’nin kafasını bırakmak zorunda kaldı. Ama Jimmy’nin kolu, hareketine devam ediyordu. Georgie, havada ters takla attı ve dosdoğru yatağın üzerine indi; aval aval tavana bakıyordu. İkisi de afallamıştı. Jimmy dik dik ellerine baktı. Sonra güldü ve saçlarını düzeltti. Georgie etkilenmemişti. “Bu da neydi böyle?” diye bağırdı, fakat Jimmy’yi yakalayamadan o, odadan kaçmış ve merdivenlere ulaşmıştı. Jimmy merdivenlerin yarısına geldiğinde ağırbaşlı bir şekilde inmeye devam etti ve nefesini tuttu. Annesi ve babası oturma odasında haberleri izlemekteydiler. Babası, soruyu özellikle herhangi birine yöneltmeksizin, “Niye bu kadar gürültü çıkardınız?” diye bağırdı. Jimmy kendinden oldukça memnun bir şekilde kanepeye oturdu. “Ablanın tarih projesi üzerinde çalışmak için sessizliğe ihtiyacı var,” dedi annesi, sert bir biçimde. Jimmy en doğru cevabı verebilmek için düşünürken Georgie atıldı: “Sadece şakalaşıyorduk, fakat Jimmy bir anda ciddi ciddi kavga etmeye başladı.”
4
“Yalan söylüyor!” Jimmy yeniden harekete geçmeye hazırdı, yukarıda başardığını bir kez daha denemek için can atıyordu, ama kafasına bir çikolata kâğıdı çarptı. Televizyon seyretmekte olan babasını görmek için eğildi, babası gülümsüyordu. Jimmy, annesine fark ettirmeden yangını körüklemenin asla mümkün olamayacağını biliyordu. Bu yüzden televizyona şöyle bir göz attı. Georgie, şaşkın ve kızarmış bir suratla, “Aman boş ver, odama gideceğim,” dedi. Jimmy, ablasının gerçekten sinirlenip sinirlenmediğini merak etti. Onu incitmiş miydi? Amacı onu incitmek değildi. Sadece bir kez de olsa onu pataklamak hoşuna gitmişti. Jimmy kendi kendine, belki daha sonra özür dilerim, diye düşündü. Özür dilemek zoruna gitmezdi, hatta ilk kez kazandığı için özür dilemek eğlenceli bile olabilirdi. Jimmy’nin annesi ve babası Georgie’nin merdivenlerden hışımla çıkışıyla ilgilenmediler. Haberlere yoğunlaşmışlardı. Ekranda Başbakan Ares Hollingdale’in, Downing Caddesi’nde yürürken çekilmiş görüntüleri vardı ve sonra daha bakımsız, fakat daha genç bir adam ekranda göründü. Jimmy bunlarla ilgilenmiyordu, çünkü Georgie’yi bir kez olsun alt etmenin heyecanı içindeydi. Yine de yavaşça annesini
5
ve babasını izlemeye başladı. Bu genç, pasaklı adam ekranda göründükten sonra, her ikisi de oturdukları yerde huzursuzca kıpırdanmışlardı. Sonra babası doğrudan Jimmy’ye baktı ve bir yetişkin gibi sakin ve ciddi bir sesle yeniden konuşmaya başladı: “Her zaman izlediğin abuk sabuk şeyler yerine, bunlara ilgi duymalısın. Birileri yeniden hükümete muhalefet olabilir.” Babası bir an için Jimmy’nin annesine baktı. Anne öfkeyle, “Hiç kimse, bu ülkede neler olacağını bilemez,” diye yanıtladı. Jimmy bu söz üzerine bir an düşündü ve hiç kimsenin, hiçbir ülkede ne olacağını bilemeyeceğini geçirdi içinden. Böyle bir şey söylemek çok saçmaydı. Hiç kimse gelecekte ne olacağını bilemezdi. Hemen sonra kapı çaldı. Jimmy’nin babası iç çekerek yerinden doğruldu. Karısı, “Beklediğin biri var mıydı?” diye sordu. Babası, çenesini sıvazlayarak bir süre dikildi. “Hayır,” dedi ve uzun adımlarla kapıya yöneldi. Jimmy’nin babası, meşrubat ve bira şişeleri için kapak üretiyordu. Eve sık sık müşterileri gelirdi. Görüşmeler her zaman uzun sürer, bazen gecenin geç saatlerine kadar devam ederdi. Jimmy, yattığında bile zaman zaman bağrışmalar duyardı.
6
Jimmy’nin annesi, “Şey diye düşünmüyorsun…” diyecek oldu, ama kocası çoktan odadan çıkmıştı. Annesi Jimmy’ye baktı. “Yukarı çık ve yatmaya hazırlan,” dedi yumuşak bir sesle. “Ne?” dedi Jimmy. “Daha çok erken! Ve haberleri izlemeye karar vermiştim.” Annesi cevap vermedi. Geri döndü, televizyonu kapattı ve birlikte kapıda ne olup bittiğini anlamaya çalıştılar. “Aa, siz miydiniz?” dedi Jimmy’nin babası. “Beklemiyordum…” “İçeri girebilir miyiz Ian?” Derin ve boğuk bir erkek sesiydi. “Hıı, tabi. Sizi beklemiyorduk...” Babasının sesi biraz gergin gibiydi. Diğer adam, babasının sözünü kesti: “Teşekkürler!” Ayak sesleri duyuldu ve sonra oturma odasının kapısı açıldı. İçeri giren adam uzun boylu ve yapılıydı. Jimmy’nin babasından daha uzundu ve kesinlikle daha dinç ve sağlıklı görünüyordu. Yanık tenli ve yakışıklıydı, ağzının sadece yarısıyla gülümsüyordu, odayı tarayıp Jimmy’yi bulan yarım bir gülümseme... “Merhaba genç adam. Sen James olmalısın.” Daha Jimmy cevap vermeden annesi, ikisinin arasına doğru atıldı:
7
“Lütfen…” dedi, adamın dikkatini başka yöne çekmeye çalışarak. “Oturun lütfen!” Adam, Jimmy’nin annesine baktı ve kravatını düzeltti. Uzun, siyah bir kravattı; babasının işe giydiği kravattan daha inceydi. Takım elbisesi de aynı renkteydi. “Helen, sizi yeniden görmek çok hoş,” dedi ve biraz önce babasının oturduğu yere oturdu. “Oğlan için geldik.” Bir sessizlik oldu. Jimmy adamların az önce söylemiş olduğu şeyi kafasında tekrarladı: “Oğlan için geldik.” Ne? Bu, kendisi, yani Jimmy Coates mu demek oluyordu? Jimmy odaklanabildiği ölçüde, yanlış bir şey yapıp yapmadığını hatırlamaya çalışarak son günleri hızla aklından geçirdi. Paniğe kapılmıştı. Dün ya da bir önceki gün yaptıkları bir yana, o sabah ne yaptığını bile hatırlayamıyordu. Sonra aniden kapı aralığında durmakta olan diğer adamı fark etti. Bu adam da tıpkı birinci adam gibi giyinmişti, ama onun kadar uzun boylu ve yanık tenli değildi. Jimmy’nin babası bir ona, bir diğerine bakıp duruyordu. “Erken geldiniz,” dedi. “Düşünmüştük de…”
8
Adam, “Biliyorum,” diyerek babasının sözünü yine kesti. “Yeni düzenleme böyle. Onu almaya geldik.” Adam doğrudan önüne bakarak söylemişti bunları. Ne Jimmy’ye ne de Jimmy’nin annesi veya babasına bakıyordu. Nihayet Jimmy’nin annesi konuştu ve bu, adamın beklemediği bir şeydi. “Kaç Jimmy…” dedi, sesi neredeyse bir fısıltı gibiydi. Boğazını sıkıca tuttu ve sonra bağırdı: “JIMMY KAÇ!..” Kısacık bir an için, Jimmy hareket etmedi. Herkes ona bakıyordu. Jimmy babasına baktı. Üzgün görünüyordu, fakat annesi gibi ürkmüş değildi. Annesinin sesindeki dehşet, Jimmy’nin bedenine yayılmış ve oradan kafasındaki karışıklığa bağlanmıştı. Nihayet Jimmy bacaklarındaki buzu çözdü ve kendini kapıya attı. Kapı aralığında durmakta olan adam, böylesine hızlı bir fırlayış beklemiyordu, Jimmy tüm ağırlığıyla kendisine çarpınca adam nefessiz kaldı. Jimmy, ön kapıyı açtı. Fakat ya dışarıda onu bekleyen takım elbiseli başka adamlar varsa?.. Kapıyı açık bırakarak geriye, merdivenlere doğru fırladı, basamakları çifter çifter tırmanıyordu. Soluk soluğa yukarıya çıktı ve hızla yatak odasına daldı. Georgie bilgisayarının başından, “Beni sinir etmek
9
için mi geldin?” diye söylendi, Jimmy cevap vermedi. “Kapıdaki kimdi?” Jimmy, kan beynine sıçramış olduğundan, ablasının söylediklerini zar zor duyabiliyordu. Sonra iri adamın basamakları ağır ağır tırmanışının çıkardığı düzenli ses, Jimmy’yi yüreğinden vurdu. Jimmy nefes nefese, “Polis çağır,” dedi ve yatağın altına daldı. Georgie güçlükle nefes alarak “Ne?” dedi. Jimmy kapının açıldığını duydu ve iki çift parlak, siyah ayakkabının dört adet akbaba gibi doğrudan kendine yöneldiğini gördü. Georgie, “Hey, kimsiniz?” diye bağırdı. “Gidin buradan!” Adamlardan biri, “Kızı aşağı indirin!” diye emir verdi. Georgie aşağıya götürülürken, çığlıkları yavaş yavaş sönüyordu: “Polis!.. Yardım edin!” Sonra Jimmy’nin yanında, yatağın altına doğru kötü kötü bakan bir surat belirdi. Bu, adamlardan daha uzun boylu olanıydı. Kocaman eli, Jimmy’yi omzundan yakaladı, dışarı sürükledi. Daha kısa boylu olan adam geri dönünceye kadar Jimmy boynunu
10
ovuşturdu. Aşağıdan hiç ses gelmiyordu. Herkes neden bu kadar sessizdi? “Beni neden istiyorsunuz?” diye sordu Jimmy. Uzun boylu adam, “Sen neden kaçıyorsun?” diye karşılık verdi hemen. “Kim olduğunuzu bilmiyorum,” dedi Jimmy. “Kim olduğunu bilmiyorsun.” İlk anda Jimmy, bunun bir dil sürçmesi olduğunu sandı. Sonra bundan pek emin olamadı. “Jimmy Coates’um ben. Benim adım Jimmy Coates, henüz bir çocuğum.” “Tamam Jimmy. Bizimle gelmen gerekiyor. Bana güvenebilirsin.” ‘Bana güven’ diyen bir adamda her zaman güvenilmeyecek bir şey vardır. Bu adamın gözleri çelik rengindeydi ve gömleğinin duruşu bile, kendisinin de çelikten yapıldığını gösterir gibiydi. Jimmy mümkün olduğu kadar öfkeli bir biçimde adama baktı, ne kadar sıkı bir çocuk olduğunu göstermek istiyordu. Ama bu bir oyun değildi. Jimmy’nin boğazı sıkıştı, midesinde bir şeyler doğru dürüst soluk almasını engelledi. Bu adamlarla birlikte gitmekten başka bir seçeneği yokmuş gibi görünüyordu. Belki Jimmy biraz fazla duraklamıştı. Uzun boylu adam elini ceketinin cebine daldırdı ve Jimmy’nin gö-
11
züne meşin bir tabanca kılıfı çarptı. Adamın eli ortaya çıktığında bir silah tutmaktaydı. Soğuk bir ses tonuyla, “Sadece bizimle gelmen gerekiyor,” dedi. Oysa Jimmy, gözünü silahtan alamıyordu. İlk kez bir silah görüyordu ve bu silah kendisine doğrultulmuştu. İçinde çöreklenmiş korku, aniden başka bir şeye dönüştü. Jimmy, çalışmaya başlayan bir makine gibi, ani ve şiddetli bir enerji hissetti. Bu enerji hızla, tüm vücuduna yayıldı. Daha önce hiç hissetmediği bir şeydi bu ve bunun hoşuna gidip gitmediğinin o anda ayrımında değildi. Sonra bu his, Jimmy’nin boynunun sağ tarafına fırladı ve başının tamamını sardı. O an düşünmeyi bıraktı. Zihni berraktı ve içindeki his, onun adına hareket etmeye başladı. Vücudunu bir yana eğdi, birden öne fırladı. Artık atış menzilinin dışındaydı. Adam toparlanamadan, Jimmy bir eliyle silahı, öteki eliyle adamın bileğini kavradı. Bileği sıkıca bükerek namluyu tavana doğru döndürdü ve adamın elini aşağı eğdi. Büyük bir tangırtı duyuldu. Silah yere düştü. Adam tetiği tutan acı içindeki parmağını sıkıyordu. Jimmy o kadar hızlı hareket etmişti ki, kısa boylu adamın müdahale edecek zamanı olmamıştı. Adam yeniden ileri atıldı. Jimmy, adamın kendisini yakalamak için umutsuzca yaptığı hamleden sıyrıldı, son-
12
ra silahı bir tekmeyle yatağın altına yolladı. Kapıya yöneldi, fakat adamların ikisi de oradaydı. Bir tanesi yaralı olmasına karşın saldırmaya hazırdı. Yüzündeki yarım gülümseme, yerini ekşi bir ifadeye bırakmıştı. Jimmy otomatik olarak, düşünmeden, içgüdüyle hareket ediyordu. Bir filmde bir oyuncuyu izler gibi... Adamların hareket ettiklerini gördü; gövdelerinin döşeme tahtasının üzerinde kımıldamasına bakarak onların gidecekleri yönü tam olarak kestirebiliyordu. Adamlar hantal bir biçimde ona doğru yürürlerken Jimmy yana seğirtti ve geri sıçradı. Vücudunu bir top gibi yuvarladı ve gözlerini sıkıca yumdu. Pencereyi paramparça edip geçerken adamlar şaşkına dönmüştü. Cam tuz buz olmuş, her yana dağılmıştı. Jimmy, kendisiyle birlikte camın da düştüğünü hissetti. Hava aniden soğudu. Gözlerini daha da sıkı kapattı ve yere çarpmayı bekledi. Jimmy bir taş parçası gibi yere düşerken, beyni yavaş yavaş yeniden çalışmaya başladı. Kafasından bir düşüncenin geçmesine yetecek zamanı vardı. Neden pencereden atlamıştı? Aşağıdan asfalt bir yol geçiyordu ve şimdi muhtemelen ölecekti ya da en azından vücudundaki tüm kemikler kırılacaktı. Sonra betona çarptı.
BÖLÜM İKİ YEŞİL ÇİZGİ Jimmy kıpırdamıyordu. Omzunun üzerine düşmüştü ve gözleri hâlâ kapalıydı. Cam parçacıkları, yağmur gibi her tarafa, Jimmy’nin tepesine de, yağıyordu. Camların, yanı başında duran arabanın üzerine düştüğünü duyabiliyordu. Sonra bazılarının yüzünün bir yanına çarptığını hissetti ve canının yanmasını bekledi. Neden kendinden geçmemişti? Belki de kendinden geçmişti, belki de hastanedeydi. Adamların kendisini almaya gelmeleri tamamen bir yanlış anlaşılmadan ibaretti ve her şey açığa kavuşmuştu. Jimmy bunun doğru olmadığını biliyordu. Göz çukurlarındaki cam parçacıklarını temizledi ve gözlerini açtı. Bir sokak lambasının ışığının ona göz kırptığını görebiliyordu. Neden canının hiç yanmadığını anlayamadı. Vücudunun değişik kısımlarını oynatmayı denedi. Her yerini istediği gibi hareket ettirebiliyordu. Gerçekten ölü olup olmadığından emin olmak için son bir deneme yapma amacıyla boynunu oy-
14
nattı. Göğe doğru baktı; evini ve kırık pencereyi gördü. Babam beni öldürecek, diye düşündü. Bir an için, komşu evin penceresinden Bay Higgins’in kemikli burnunun dışarıyı gözetlediğini sandı; gözleri hâlâ bulanık görüyordu. Sonra pencereden iki yüzün, kendisine bakmakta olduğunu fark etti. Bu iki adam beni gerçekten öldürmek istiyor, diye düşündü. Paniğe kapılmaya fırsatı olmadı ama. O tuhaf his, organlarını dolduran tropik bir dalga gibi yine harekete geçmişti. Bu kez kafasının bir yanına çullanıyor ve daha hızlı hareket ediyordu. Jimmy zihnini açık tutmaya çalıştı; bu duygu her ne ise, bedenini ona teslim etmek istemiyordu. Bu duygu onun hayatını kurtarmış olabilirdi, ama onu pencereden dışarı atlatmak gibi aptalca bir şeye, bir daha kalkışırsa sonuç aynı olmayabilirdi. Yine de onu durduramıyordu. Artık, düştükten sonra bir yerini incitmediğini bilerek, ileri fırlamak ve koşabildiği kadar hızlı koşmak istedi Jimmy. Fakat kıpırdamadan durdu. İki kafa pencereden çekilinceye kadar gövdesi olduğu yerde kaldı. Onu yakalamak için koşarak aşağı iniyorlardı. Şimdi koş lütfen, diye düşündü. Ama yoldan kalkmadı. Onun yerine dirseklerini göğsüne doğru çekti ve iki kez yuvarlanarak, arabanın altına girdi. Yer soğuktu ve süründükçe cam parçacıkları batıyordu. Arabanın alt takımlarını
15
bulmaya çalıştı, parmaklarıyla tutunabileceği bir yer buldu. Sonra gücünü sadece kollarından alarak tüm vücudunu asfaltın üzerinden yukarı doğru çekti. Ayak parmaklarını bir metal kıvrımın üzerine geçirdi ve bekledi. Üstü başı toz ve pislik içindeydi. Yağın kollarından aşağı aktığını ve yüzüne damladığını hissedebiliyordu. Yavaşça, aklından geçen düşüncelere yeniden dikkat etti. Eğer koşmuş olsaydı adamlar bir arabaya atlayıp onu takip edeceklerdi. Fakat hangi içgüdü ona, olduğu yerde kalmasını ve adamların bakmadığı bir anda arabanın altına yuvarlanmasını söylemişti? Sonra, arabanın altına sıkıca tutunarak içinde bulunduğu durumun saçmalığını düşündü. Bu güç nereden gelmişti? İki adam şimdi açık duran ön kapıdan koşarak çıkıyorlardı. Jimmy onların sadece ayakkabılarını görebildi yine. Kısa boylu adam, yolun bir tarafından öbür tarafına bakarak, “Ortada yok!” diye bağırdı. “Onu oturma odasından çıkarken durdurman gerekiyordu.” “Bana karşı güç kullandı.” “Anlamsız bir laf bu. Henüz bilmiyor.” “Madem öyle, senin parmağını nasıl kırdı? Pencereden dışarı nasıl atladı?” “Bunu raporuna yaz.”
16
Jimmy’nin kafası gittikçe daha fazla karışıyordu. Henüz neyi bilmiyordu? Sonra, bir telsiz cızırtısı duydu. “Oğlan dışarıda. Bir arama alanı tespit edin. Şu an görüş alanımızın içinde değil,” dedi adamlardan biri. Jimmy, evin yan sokağında park etmiş olan kamyonetin arkasına doğru bir çift ayağın koştuğunu gördü. “Ne yapıyorsun?” “Onu koklayarak bulmamı beklemiyorsun, değil mi?” Yanıt, “Köpekler işe yaramaz, ahmak şey!” şeklinde geldi. Fakat kamyonetin kasası çoktan açılmıştı. Jimmy havlama sesleri duydu ve otoparkla cadde arasındaki yolda, ikili kümeler halinde, yardıma gelen pençeler gördü. Sonra köpekler burunlarını yere daldırdılar ve Jimmy, lambanın ışığında onların yüzlerini ve salyalı ağızlarını gördü. Adamlardan biri, “Onlara çorap getirdim,” dedi ve tasmalarını çekerek köpekleri kendine yaklaştırdı. “Hadi oğlum. Aslan oğlum. Koş yakala.”