Bölüm 1 BAÞARILI BÝR GÜM Bazý þeyler diðerlerinden önce baþlar. Yaðan, bir yaz yaðmuruydu; ama yaðmurun kendisi bunun farkýnda deðil gibiydi. Bir kýþ fýrtýnasý gibi bardaktan boþanýrcasýna yaðýyordu. Bayan Sezgiye Kene, çarpýk çurpuk çalýlarýn yetersiz korumasýna sýðýnmýþ, evreni keþfediyordu. Yaðmur umurunda deðildi. Cadýlar kolay kururdu. Evreni keþfetme iþini; bir iple baðlanmýþ iki dal parçasý, ortasý delik bir taþ, bir yumurta, kendi çoraplarýndan teki –ki onda da bir delik vardý– bir topluiðne, bir parça kâðýt ve minicik kalmýþ bir kurþunkalemle yapýyordu. Sihirbazlarýn aksine, cadýlar pek az malzeme ile idare etmeyi öðrenirdi.
2
Malzemeler birbirlerine baðlanmýþ, bükülmüþ ve bir… aygýt yapýlmýþtý. Bayan Kene dürtüklediði zaman tuhaf tuhaf hareket ediyordu. Çubuklardan biri yumurtanýn tam ortasýndan geçiyor gibiydi ve tek bir iz býrakmadan diðer yandan çýkýyordu. “Evet,” dedi Bayan Kene alçak sesle, yaðmur, þapkasýnýn kenarýndan akarken. “Ýþte burada. Dünyanýn duvarlarýnda kesin bir dalgalanma. Çok endiþe verici. Muhtemelen bir baþka dünya burasý ile baðlantý halinde. Bu hiç iyi deðil. Oraya gitmeliyim. Ama sol dirseðime göre orada bir cadý var zaten…” “O zaman o cadý halleder,” dedi küçük ve þimdilik gizemli bir ses, ayaklarýnýn dibinden bir yerden. “Hayýr, doðru olamaz. O tarafta Tebeþir Bölgesi var,” dedi Bayan Kene. “Tebeþir zeminde iyi bir cadý yetiþmez. Tebeþir dediðin, kilden birazcýk serttir. Bir cadý yetiþtirmek için iyi, saðlam kayalara ihtiyacýn vardýr, inan bana!” Bayan Kene baþýný iki yana sallayarak yaðmur damlalarýný çevreye saçtý. “Ama genelde dirseklerim çok güvenilirdir.”* “Neden söz ediyorsun? Gidip görelim,” dedi ses. “Burada doðru düzgün iþ çýkaramýyoruz, deðil mi?” * Ýnsanlar “yüreðinin sesini dinle” gibi þeyler söyler, ama cadýlar baþka þeyleri de dinlerler. Böbreklerinizin size neler söyleyebildiðini bilseniz hayret edersiniz.
3
Bu doðruydu. Ovalar cadýlara iyi gelmezdi. Bayan Kene biraz otacýlýk yaparak, biraz kýsmetsizlik falý bakarak** birkaç kuruþ kazanýyordu ve çoðu gece ahýrlarda uyuyordu. Ýki kez de gölete atýlmýþtý. “Öylesine içeri dalamam,” dedi. “Bir baþka cadýnýn bölgesine olmaz. Bu asla, ama asla iþe yaramaz. Ama…” duraksadý, “Cadýlar hiç yoktan ortaya çýkývermezler. Bir bakalým…” Cebinden çatlak bir fincan tabaðý çýkardý ve þapkasýný eðerek siperliðine dolan yaðmur suyunu tabaða boþalttý. Sonra diðer cebinden bir mürekkep þiþesi çýkardý ve suyu karartmaya yetecek kadar mürekkep döktü. Yaðmur damlamasýn diye tabaðý avuçlarýnýn arasýna aldý ve gözlerinin sesini dinledi. Tiffany Sýzý ýrmaðýn kýyýsýnda yüzüstü uzanmýþ, alabalýk gýdýklýyordu. Onlarýn kahkahalarýný dinlemek hoþuna gidiyordu. Hava kabarcýklarý ile geliyordu kahkahalarýn sesi. Biraz ötede, ýrmak kýyýsýnýn bir tür çakýllý kumsala dönüþtüðü yerde, erkek kardeþi Wentworth bir ** Sýradan falcýlar size olmasýný istediðiniz þeyleri anlatýrlar; cadýlar ise siz isteseniz de istemeseniz de neler olacaðýný söylerler. Tuhaftýr, cadýlarýn fallarý daha doðru çýkar; ama sýradan fal kadar tutulmaz.
4
çubukla oynuyordu ve yapýþ yapýþ haliyle kesinlikle sopalýktý. Her þey Wenthworth’ü yapýþ yapýþ hale getirebilirdi. Yýkanýp, kurutulup temiz bir odanýn ortasýna býrakýldýktan beþ dakika sonra, Wentworth’ü yapýþ yapýþ bulurdunuz. Herhangi bir þeyden gelmezdi yapýþ yapýþlýðý. Öylesine yapýþ yapýþ olurdu iþte. Ama, kurbaða yemesine engel olabildiðiniz sürece bakýlmasý kolay bir çocuktu. Tiffany’nin beyninde, Tiffany isminden pek de memnun olmayan küçük bir kýsým vardý. Dokuz yaþýndaydý ve Tiffany isminin birlikte yaþanmasý zor bir isim olacaðýný hissediyordu. Üstelik, daha geçen hafta, büyüdüðünde cadý olmak istediðine karar vermiþti ve Tiffany isminin bir cadýya yakýþmayacaðýndan emindi. Ýnsanlar gülerdi. Tiffany’nin beynindeki bir baþka kýsým, “fýsýrtý” sözcüðünü düþünüyordu. Bu, çoðu insanýn kullandýðý türden bir sözcük deðildi. Parmaklarý alabalýðýn çenesinin altýný gýdýklarken sözcüðü kafasýnda evirip çevirdi. Fýsýrtý… Ninesinin sözlüðüne göre “alçak, yumuþak, mýrýldanýr ya da fýsýldar gibi bir ses” demekti. Sözcüðün tadý Tiffany’nin hoþuna gitmiþti. Aklýna, bir kapýnýn ardýnda önemli sýrlar fýsýldayan uzun pe-
5
lerinli insanlarý getiriyordu: Fýsýrfýsýrfýsýrfýsýrfýsýr…. Sözlüðü baþtan sona okumuþtu. Okumamak gerektiðini kimse söylememiþti. Bunun üzerinde düþünürken, mutlu alabalýðýn yüzüp gitmiþ olduðunu fark etti. O sýrada suda, yüzünden birkaç santim ötede baþka bir þey fark etti. Yuvarlak bir sepetti bu, yarým hindistancevizi kabuðundan büyük deðildi, delikleri týkayýp suyun üzerinde yüzmesini saðlayan bir þeyle kaplýydý. Yalnýzca on beþ santim boyunda, küçük bir adam, sepetin içinde ayakta duruyordu. Adamýn gür, düzensiz, kýzýl saçlarýnýn arasýna tüyler, boncuklar ve kumaþ parçalarý takýlmýþtý. Kýzýl sakalý da saçlarý kadar fena durumdaydý. Bedeninin kalanýnda, mavi dövmelerle kaplanmamýþ yerler, minik bir etekle örtülmüþtü. Adam yumruðunu ona sallayarak baðýrýyordu: “Amanýn! Çýþþarý ordan, seni kaçýk mini kýz seni! Yeþil kelleye tikkat! Ve sonra teknesinin yanýndan sarkan ip parçasýný çekiþtirdi. Bir an sonra bir baþka kýzýl kafalý adam nefes nefese suyun yüzüne çýktý. “Balýýa zaman yoh!” dedi ilk adam, ikinciyi tekneye çekerek. “Yeþil kelle geliyo!” “Amanýn!” dedi sudan çýkan, üzerinden sular akarak. “Biz giderski!”
6
Sonra minicik bir küreði kaptý ve çabuk çabuk kürek çekerek sepeti hýzla uzaklaþtýrdý. “Afedersiniz!” diye baðýrdý Tiffany. “Siz peri misiniz?” Ama yanýt alamadý. Küçük, yuvarlak tekne sazlarýn arasýnda kaybolmuþtu bile. Muhtemelen deðiller, diye karar verdi Tiffany. Sonra, karanlýk bir sevinç içinde, bir fýsýrtý iþitti. Rüzgâr yoktu, ama ýrmak kýyýsýndaki karaaðaç çalýlýklarý sallanmaya, hýþýrdamaya baþladý. Sazlar da öyle. Eðilmediler, yalnýzca bulanýklaþtýlar. Her þey bulanýklaþmýþtý, sanki biri dünyayý eline almýþ, sallýyordu. Hava fýþýrdýyordu. Ýnsanlar kapalý kapýlar arkasýnda fýsýldýyordu… Kýyýnýn hemen dibindeki su köpürmeye baþladý. Burasý çok derin deðildi; içine girse Tiffany’nin ancak dizlerine gelirdi. Ama aniden daha koyu, daha yeþil ve bir þekilde daha derin oldu… Tam birkaç adým gerilemiþti ki sudan; uzun, sýska kollar çýktý ve biraz önce durduðu yeri çýlgýnca pençeledi. Tiffany bir anlýðýna uzun, keskin diþleri, kocaman yuvarlak gözleri olan ince bir surat ve su bitkileri kadar yeþil, sýrýlsýklam saçlar gördü; sonra yaratýk yine derinlere gömüldü. Su, yaratýðýn üzerine kapanmadan Tiffany kýyýda,
Wenthworth’ün kurbaða pastasý yapmakta olduðu yere doðru koþmaya baþlamýþtý bile. Tam, köpüklü sular kýyýdaki kývrýmý dolanmýþtý ki çocuðu kaptý. Su bir kez daha kaynadý, yeþil saçlý yaratýk fýrladý ve uzun kollar çamuru pençeledi. Sonra çýðlýk attý ve suya düþtü. “Çiþim var!” diye haykýrdý Wentworth. Tiffany onu duymazdan geldi. Düþünceli bir ifade ile ýrmaðý izliyordu. Hiç korkmuyorum, diye düþündü. Ne tuhaf. Korkmam gerekir, ama ben yalnýzca kýzgýným. Yani, korkuyu kor–kýzýl bir top gibi hissedebiliyorum ama öfke, onun serbest kalmasýna izin vermiyor… “Wenny tuaalete gitçek iþte, gitçem gitçem gitçem!” diye çýðlýk attý Wentworth. “Git o zaman,” dedi Tiffany dalgýn dalgýn. Dalgalar hâlâ kýyýya vuruyordu. Bunu kimseye anlatamazdý. Herkes, keyifleri yerindeyse, “Çocukta amma da hayal gücü var!” derdi. Deðilse de, “Masal anlatma!” Tiffany hâlâ öfkeliydi. Bir canavar ne cüretle ýrmakta ortaya çýkardý? Özellikle de böylesine… böylesine… saçma bir canavar! Kim olduðunu sanýyordu o canavar kadýn?
8
Ýþte bu Tiffany, eve dönüyor. Ayaðýnda kocaman, aðýr botlar... Babasý tarafýndan sýk sýk onarýlmýþlar ve Tiffany’ den önce ablalarý tarafýndan kullanýlmýþ. Ayaðýndan sýyrýlývermesin diye kat kat çorap giymesi gerekiyor. Gerçekten büyükler. Tiffany bazen kendini, botlarý gezdirmenin bir yolundan ibaretmiþ gibi hissediyor. Sonra bir de elbisesi var. Ondan önce ablalarýna aitti ve annesi o elbiseyi o kadar çok kýsalttý, uzattý, çýkarttý ve giydirdi ki artýk atýlmasý gerekirdi. Ama Tiffany elbisesini seviyor. Eteði ta ayak bileklerine kadar geliyor ve ilk rengi her ne idiyse, þimdi beyaza çalan mavi renkte; ki tesadüf eseri bu, tam da yolun kenarýnda uçuþan kelebeklerin rengi. Tiffany’nin yüzü açýk pembe, kahverengi gözleri ve kahverengi saçlarý var. Özel bir yüz deðil. Onu izleyen biri olsa –örneðin bir tabaða doldurduðu siyah sudan izleyen biri– baþýný vücudunun geri kalanýna göre biraz iri bulabilir, ama belki büyüdükçe doldurur o kafayý. Þimdi yükselelim, daha yükselelim, ta ki yol bir kurdeleye, Tiffany ve kardeþi iki minik noktaya dönüþene kadar. Ýþte Tiffany’nin yaþadýðý yer burasý… Buraya Tebeþir diyorlar. Sýcak yaz ortasý güneþi altýnda, alçalýp yükselen yeþil otlaklar uzanýyor. Bura-
9
dan bakýnca, kýsa çimenlerin üzerinde aðýr aðýr hareket eden koyun sürüleri, yeþil bir gökyüzündeki bulutlar gibi süzülüyor. Orada burada çoban köpekleri, akanyýldýzlar gibi çimenlerin üzerinde koþturuyor. Ve sonra, gözler daha da yükselince, arazi uzun, yeþil bir tümseðe dönüþüyor, týpký dünyanýn üzerine uzanmýþ kocaman bir balina gibi… … ve çevresinde, tabaktaki mürekkep karasý renginde yaðmur suyu var. Bayan Kene baþýný kaldýrdý. “Teknedeki o minik yaratýk Nac Mac Feegle halkýndandý!” dedi. “Peri ýrklarý arasýnda en çok korkulaný! Küçük Özgür Adamcýklar’dan troller bile kaçar! Ve içlerinden biri kýzý uyardý!” “Cadý o kýz, o zaman, öyle mi?” dedi ses. “O yaþta mý? Ýmkânsýz!” dedi Bayan Kene. “Ona öðretecek kimse yok! Tebeþir’de cadý bulunmaz! Fazla yumuþak. Ama… kýz korkmadý…” Yaðmur durmuþtu. Bayan Kene baþýný kaldýrdý ve sýkýlýp suyu çýkarýlmýþ alçak bulutlara baktý. Sekiz kilometre kadar uzaktaydýlar. “Çocuða göz kulak olmak gerek,” dedi. “Ama tebeþir dediðin, üzerinde cadý yetiþmeyecek kadar yumuþaktýr…”
10
Tebeþir’de daha yüksek olan tek þey daðlardý. Mor–gri, keskin yamaçlý daðlarýn, yazýn bile zirvelerinden karlar sarkar. “Gökyüzünün gelinleri,” demiþti Sýzý Nine onlara bir kez. Konuþmasý, özellikle de koyunlarla ilgili olmayan bir þey söylemesi o kadar sýra dýþýydý ki Tiffany’nin aklýnda kalmýþtý. Dahasý, kesinlikle doðru bir þeydi söylediði. Kýþýn, hepsi beyazlara bürünmüþken ve kar serpintileri gelin baþý gibi dalgalanýrken daðlar týpký gelinler gibi görünüyordu. Nine, eski sözcükler kullanýrdý ve eski tuhaf deyimler bulurdu. Otlaða, Tebeþir yerine “yayla” derdi. Yaylalarda yeller soðuk eser, diye düþünmüþtü Tiffany ve sözcük aklýna yerleþivermiþti. Çiftliðe vardý. Ýnsanlar Tiffany’yi yalnýz býrakýrdý. Zalimlik ya da kötülük olsun diye yapmazlardý bunu, yalnýzca çiftlik büyüktü ve herkesin yapacak iþi vardý. Tiffany kendine düþen iþleri çok iyi yapardý ve böylece bir anlamda görünmez olurdu. Tiffany’nin iþi sütçülüktü. Ýyi bir sütçüydü de. Tereyaðýný annesinden daha iyi yapýyordu ve insanlar peynirinin ne kadar güzel olduðunu söylerlerdi çoðunlukla. Bu bir yetenekti. Bazen, köye gezgin öðretmenler geldiði zaman gidip onlardan biraz eðitim alýrdý. Ama daha çok karanlýk ve serin süthanede çalýþýrdý. Bundan zevk alýyordu. Çiftlikte bir iþe yaradýðý anlamýna geliyordu bu.
11
Babasý, çiftliði Baron’dan kiralamýþtý. Ýsmi de Yuva Çiftliði’ydi. Çiftliðin sahibi Baron’du; ama yüzyýllardýr Sýzý ailesi iþliyordu onu. Bu yüzden babasý zaman zaman, akþam bir bira içtikten sonra sessizce “Topraða sorsalar Sýzý ailesine ait olduðunu söyler,” derdi. Tiffany’nin annesi ona bu þekilde konuþmamasýný söylerdi, Nine’nin iki sene önceki ölümünden beri Baron, Bay Sýzý’ya karþý çok saygýlý davranýyordu, onun bu tepelerdeki en iyi çoban olduðunu söylüyordu ve köylüler bugünlerde Baron’un o kadar da kötü olmadýðýný savunuyordu. “Saygýlý olmak iþe yarýyor, zavallý adamýn kendi dertleri var,” derdi Tiffany’nin annesi. Ama bazen babasý, bu bölgeye dair belgelerde yüzyýllardýr Sýzý adýnýn (ya da Sancý, Aðrý, Yangý; yazýlýþý deðiþiyordu ama anlamý ayný kalýyordu) geçtiðini söyleyerek ýsrar ediyordu. “Bu tepeler bizim iliklerimize iþlemiþ, biz öteden beri çobanýz,” diyordu. Tiffany bununla gurur duyuyordu; ama tuhaf bir gurur... Çünkü atalarýnýn birazcýk gezdiði ya da zaman zaman deðiþik þeyler denediði gerçeði ile gurur duymak hoþ olabilirdi. Ama bir þeyle gurur duymalýydýnýz: Sessiz ve aðýr bir adam olan babasý, Tiffany kendini bildi bileli ayný espriyi yapardý; yüzlerce senedir, bir Sýzý neslinden bir sonrakine aktarýlmýþ olan espriyi.
Derdi ki, “Bir iþ günü daha bitti ve her yaným Sýzý” ya da “Yatýyorum Sýzý, kalkýyorum Sýzý” ya da “Tepeden týrnaða Sýzý olmuþum.” Üçüncü söyleniþinden sonra artýk gülünç gelmiyordu, ama her hafta en az bir tanesini söylemese Tiffany eksikliðini hissederdi. Gülünç olmalarý gerekmiyordu zaten, onlar baba þakalarýydý. Hem, nasýl yazýlýrsa yazýlsýn, Tiffany’nin atalarýnýn içi, burada kalmak için sýzlýyordu, gitmek için deðil. Mutfakta kimse yoktu. Annesi muhtemelen erkeklere öðle yemeði götürmek için koyun kýrkma aðýlýna gitmiþti. Erkekler bu hafta koyun kýrkýyorlardý. Ablalarý Hannah ve Fastidia da oradaydý, koyun yünlerini topluyor, genç erkekleri süzüyorlardý. Koyunlar kýrkýlýrken çalýþmaya can atarlardý. Koca, kara sobanýn yanýnda, bir kütüphaneye sahip olma fikrinden hoþlanan annesinin hâlâ, Sýzý Nine’nin kütüphanesi dediði raf vardý. Onun dýþýnda herkes “Nine’nin Rafý” derdi. Küçük bir raftý. Kitaplar; zencefil kristalleriyle dolu bir kavanoz ile Tiffany’nin altý yaþýndayken panayýrda kazandýðý çoban kýz biblosu arasýna sýkýþtýrýlmýþtý. Büyük çiftlik defterini saymazsanýz yalnýzca beþ kitap vardý. Tiffany’ye göre büyük çiftlik defteri ki-
13
tap sayýlmýyordu, çünkü onu kendiniz yazmak zorundaydýnýz. Bir sözlük vardý. Her sene deðiþen Almanak vardý. Onun yanýnda da Koyun Hastalýklarý kitabý... Þiþman bir kitaptý, ninesinin koyduðu ayraçlarla doluydu. Sýzý Nine, koyunlar konusunda uzmandý; onlar için, “Göz, diþ ve kemik torbasýndan baþka bir þey deðil bunlar, ölmek için devamlý yeni yollar arýyorlar” derdi. Diðer çobanlar hasta hayvanlarýna bir bakmasý için onu çaðýrmak üzere kilometrelerce yol yürürdü. Onlara göre Nine’de sihirli bir dokunuþ vardý, ama Nine hem koyunlar hem de insanlar için en iyi ilacýn bir kaþýk terebentin, iyi bir küfür ve bir tekme olduðunu söylerdi. Kitabýn her yerine, Nine’ nin kendi uydurduðu koyun ilaçlarýnýn tariflerinin yazýlý olduðu kâðýt parçalarý sokuþturulmuþtu. Çoðu tarif terebentin içeriyordu, ama bazýlarýnda küfür de vardý. Koyun kitabýnýn yanýnda Tebeþir Çiçekleri adlý ince, küçük bir kitap vardý. Otlaklardaki çimenler minik, karmaþýk çiçeklerle doluydu, örneðin çuha çiçeði ve çan çiçeði, hatta otlayan koyunlardan bir þekilde kurtulmuþ daha küçük çiçekler. Tebeþir’de, koyunlardan ve kýþ tipilerinden kurtulmak için çiçeklerin güçlü ve kurnaz olmalarý gerekirdi. Biri uzun zaman önce çiçek resimlerini boyamýþtý. Kitabýn iç kapaðýna düzgün bir elyazýsý ile “Sarah
14
Grizzel” yazýlmýþtý. Evlenmeden önce Nine’nin adý buydu. Ama Sýzý isminin Grizzel isminden daha iyi olduðunu düþünüyordu belli ki. Son olarak da Uslu Çocuðun Peri Masallarý Kitabý adlý eski püskü bir kitap vardý. Tiffany bir sandalyenin üzerine çýktý ve kitabý indirdi. Aradýðý sayfayý bulana kadar karýþtýrdý ve uzun uzun baktý. Sonra kitabý kaldýrdý, sandalyeyi yerine koydu ve çanak çömlek dolabýný açtý. Bir çorba tabaðý buldu, çekmeceye gitti, annesinin dikiþ dikerken kullandýðý mezurayý buldu ve tabaðý ölçtü. “Hmm,” dedi, “yirmi santim. Neden öyle demediler?” Kýzartma tavalarýnýn en büyüðünü, asýlý olduðu çengelden aldý. Bu tavayla ayný anda bir düzine kiþiye kahvaltý hazýrlanabilirdi. Çekmece dolabýnýn üzerindeki kavanozdan biraz þeker aldý ve onlarý eski bir kesekâðýdýna koydu. Sonra, Wentworth’ü somurtkan bir hayret içinde býrakarak onun yapýþ yapýþ elini tutup ýrmaða yollandý. Orada her þey yolunda görünüyordu, ama bunun onu aldatmasýna izin vermeyecekti. Bütün alabalýklar kaçmýþtý ve kuþlar ötmüyordu. Irmak kýyýsýnda, uygun büyüklükte bir çalýnýn yanýnda yer buldu. Sonra bir tahta parçasýný olanca
15
gücüyle yere, suyun kenarýna çaktý ve þeker torbasýný tahta parçasýna baðladý. “Wentworth, þeker!” diye baðýrdý. Kýzartma tavasýný kavradý ve çalýnýn arkasýna saklandý. Wentworth, þekerlerin yanýna koþtu ve torbayý almaya çalýþtý ama yerinden kýpýrdatamadý. “Benim çiþim var!” diye baðýrdý, çünkü genelde iþe yarayan bir tehditti. Tombul parmaklarý, düðümleri týrmaladý. Tiffany suyu dikkatle izliyordu. Koyulaþmýþ mýydý? Yeþermiþ miydi? Þuradaki yalnýzca bir su bitkisi miydi? O kabarcýklar yalnýzca kahkaha atan bir alabalýktan mý çýkýyordu? Hayýr. Kýzartma tavasýný tokaç gibi sallayarak saklandýðý yerden fýrladý. Çýðlýklar atarak sudan fýrlayan canavar, güm diye karþýdan gelen kýzartma tavasýna çarptý. Ýyi bir gümdü, iyi becerilmiþ bir gümün iþareti olan þu “oyoyoyoyoyoyoyoyoyoynnnnnngggggg” sesini çýkartmýþtý. Yaratýk bir an orada asýlý kaldý, suya birkaç diþ ve yeþil bitki parçasý düþtü, sonra yavaþça kaydý ve kocaman hava kabarcýklarý çýkararak battý.
16
Su berraklaþtý ve bir kez daha sýð, buz gibi soðuk, dibi çakýl taþlarý ile döþeli ayný tanýdýk ýrmak oldu. “Ben þeker istiyom iþte!” diye baðýrdý Wentworth. Þekerin olduðu yerde baþka hiçbir þeyin önemi yoktu onun için. Tiffany ipi çözdü ve þekerleri kardeþine verdi. Wenthworth þekerleri, her zamanki gibi çabucak yedi. Tiffany kardeþi kusana kadar bekledi, sonra düþünceler içinde eve döndü. Sazlarýn arasýnda, çok aþaðýlarda, küçük bir ses fýsýldadý. “Amanýn, Mini Bobby, bunu gördün mü?” “He ye. En iyisi biz giderski ve Koca Adam’a, kocakarýyý bulduumuzu söylerski.”