Kimse unutamaz sevdiÄ&#x;ini, Sevilene kadar
Sen güzel kadın Öyle bir gülüşün var ki İçimdeki küçük çocuğun duyduğu et tatlı gülüşe sahipsin.
Başlanması zor bir şiirin ilk satırları bunlar, bir şair için en zor işlerden biridir, sevdiği için ilk şiirini yazmak ve sevdiğine son kez şiir yazıp ona veda etmek. Hangisi daha zor derseniz bence öldürmesi daha zor. Neden diyeceksiniz? Bunu şöyle açıklamak daha makul geliyor bana. Bir sevdiğinizi kaybettiğinizde onu bir daha görmüyorsunuz. Artık o, geldiği yere gidiyor, yani toprağa. Evet, zor bir şey. Birkaç hafta kabullenemiyorsun öldüğünü, hatta senelerce belki. Resimlere bakıp eski anıları yâd getiriyorsun. Bunu küçümsemiyorum ama işin bir de diğer boyutuna bakmak gerekiyor. O da, şiirlerinde öldürdüğün kişiyi her gün karşında görüyorsun, selam veremiyorsun, konuşamıyorsun. Gidip konuşsan sana ters bir şey söyleyip moralini bozacağını düşünüyorsun, birde ona baktığında hatırlıyorsun eski anıları, resme gerek yok yani.
O karşında oturuyor ve sen ona bir şey diyemiyorsun ya, işte o an bir ah çekiyorsun, vücudun titriyor, gözlerin doluyor, bütün sinir hücrelerin boşalıyor, birkaç damla yaş düşüyor gözlerinin kenarından. Siliyorsun, görmesin diye. Bir de arkadaşlarının sorduğu o malum soru var ya, aslında cevabını biliyor sorarken çünkü oda aynısını yapar yeri geldimi. Sevdiği kişi gelse gözlerine baksa ellerini tutsa yüzüne gülse o malum soruya cevabı hayır mı olacak “Gel dese” gelmiyorum mu diyecek. Seni çok kızdırmıştır, belki aldatmıştır, yüzüstü bırakıp gitmiştir, belki seni kullanmıştır, belki seni oyalamıştır, hatta senle bir senesini geçirip her anında sana sevdiğini söyleyip, aşkım deyip, bir senenin sonunda “ sana aşık olamadım” demiş de olabilir. Ama o gülmesi gelip ellini tutması, onu geçtim ya senle konuşması bile senin ona dönmen için yeterli. Abarttığımı düşünüyor olabilirsiniz ama öyle aşklar var ki seni dövse seni yatağa atmayı bile teklif etmiş olsa, birkaç hafta ayrı kalıp o sürecin sonunda barışan kişiler var. Bana da doğrusu salakça geliyor, o aradaki sevgi ne derseniz deyin aşk deyin salaklık deyin o kişileri bir arada tutuyor.
Araya girmeye çalışırsan da arada yok olup gidiyorsun. Şimdi bana sorsalar o soruyu bende aynı cevabı veririm “Saçmalama ya o iş bitti yalvarsa bile gitmem”.Yazım aslında burada son bulmuştu, aklıma son anda şu dizeleri de eklemek geldi yanlış anlaşılmaları örtmek için. Evet, belki gel dese giderim ama eğer ondan sonra biri gelip gönlümün sahibi olmuşsa. O kişiyi de bırakıp bir yere gitmem. Bu ona acıdığımdan, ya da yüz üstü bırakacağımdan değil, ona duyduğum sevgiye ihanet edeceğimdendir.
Ve O gülüşünün altında neler yatıyor bilmek isterim Gelip gülüşlerinin içinde mülteci konumunda bile olmak isterim. Sonradan, gülüşlerinin kimliğine bürünür gülüşlerim. Düşünsene ya mutsuz olduğum zaman bir gülsen Gülüp, gömsen tüm mutsuzluğu, mutluluğun içine.
Belki içimdeki yaşlı adama da öğretirsin gülmeyi. Onun hayatı darbelerin içinde geçti. Ne askerler darbenin başkahramanıydı Ne de siyasiler
Darbenin en başında kadınlar vardı. Ne mermi kullandılar nede siyasi simge. Hepsi gözlerini kullandı darbelerini yaparken. Ve aynı seksenlerde olduğu gibi Biri sağdan astı biri soldan. Biri duygularımı astı biri aklımı.
Ama unuttukları bir şey vardı. İçimdeki çocuğu asmayı unuttu hepsi. O çocuk büyüdü, büyüdü ve seni sevdi. Bu sefer ne gözlerine bakıp sevdi, ne saçlarına Bu sefer bir gülüşün peşine takıldı bu masum çocuk. Gidişat belli, sevgi yolunun askeri bu çocuk. Ya şehit olup künyesini asacak şiirlerinin üstüne Ya da sevdiğini ismini yazacak o künyenin üstüne.
Çok şey istemiyorum senden Bana ölüm şiiri yazdırma yeter sevdiğim İnan toprak olmak daha kolay.
Ufuk Silik |Kimse unutmaz sevdiğini, sevene kadar.
Siyah Başlıklı Yazı
Bırakın artık bu ayakları. Hiç bir şey olmamış, yaşanmamış gibi davranmaktan bıkmadız mı? İçinize hapsettiğiniz kaç hece varsa yığın ortaya. Bütün hayallerimi tahrip ettiğiniz ne kadar kelimeniz varsa kusun oracıkta. Hazırım ben, buradayım. Hayallerimi parçaladığınız yetmediği gibi, mezarıma bir avuç toprak atarsınız ödeşiriz. Doğduğumdan beri üşüyor ellerim. Şehrin soğukluğundan değil, gözyaşı yağmurlarımdan. Ne kadar afilli görünürsem görüneyim sizi taşımak çok zor. Bildiğim veya bilmediğim ne kadar yalan, ne kadar palavra varsa atıyorum dışarı. İçime attıklarım kalbime dolanıyor. Benim için bu tarz şeyleri hazmetmek zor. Alıp götürüyor beni çok uzaklara Kaybedişlerimin ortasına oturup ağlıyorum. Bütün yalnız günlerim bulaşıcı hastalık gibi diğerine bulaşırken sıra dışı kusmalarım ve ağlamalarımın yersizliği ama olsun sonuçta kahramanlar bir kere ölür. Bütün savaşlar kanlıdır, nerede savaş varsa orada zulüm, ölüm, ağıt vardır. İşte ben tüm bunların ortasında hazırım yitirilmiş halimi tekrar yitirmeye.
Müthiş keskin bir bıçak ikiye bölüyor gülüşlerimi. İyi miyim? İnanın bilmiyorum. Böyle bitişlerde, daha doğrusu başlamamış tüm şeylerin sonunu biliyor olmam garipti. Gözlerim yalnızlık kokarken, ne yazsam anlaşılmıyor artık. Kurduğum hayalleri anlatmaya çalıştığım tüm heceleri yaktılar, kelimeleri kılıçtan geçirdiler. Bunları yaparken acımadılar. İskemleye oturdum, sustum ve bileklerimi uzattım. Payıma düşen kaç kesik varsa bıraktım oracıkta. Olanların ardından baktım ama göz bebeklerim anlam veremedi yaşanan onca şeye. İçindekileri döken yazar bozuntusu insana cehennem azabı yaşatmak, gerçekten büyük cesaret. Onlar elime kurşun koydular. Ben onları satırlarımda anlattım. Harflerimle dövdüm. Belki incittim. Karaladım. Ama pes etmediler. Bükülmeye, kırılmaya ramak kala çok susadım. Bir damla uzatan olmadı. Çünkü hayat fazlasıyla adaletsizdi.
Şimdi onca şeyden sonra söyleyin bana. Hayat orospuysa, Yaşadıklarım çocukları mıydı?
Cemre Bükrük
Avuntular
Avuntular
Ve aşk en dramatik sahnesine soyunurken, Ardından aralanıyor bir düş perdesi... Sürgün ruhların melodisi sarıyor etrafı Harfler bitap düşüyor. Fısıldıyorum. ' - Josephine, Sen nasıl bir kadınsın böyle ?' Gözlerinde adaletin ışığı, Elleri ise tutsaklığa en güzel sebep... Var olabilecek en içten gerçek; Bir o kadar da yok olabilecek kadar hayali... ' - Josephine, Benimle kal
Ebru Yenicevardarlı
İçten
Ben seni salçalı ekmek gibi sevdim, Sallaya sallaya düşürdüğüm elmalar gibi. Akşam ezanını bekler gibi bekledim seni gelmedin, Bahçeye kaçan plastik topum gibi. Yatmadan önce ettiğim duamdın, Yerken gözlerimin içinin güldüğü patlayan şekerim. Kız kaçıran almak için biriktirdiğim paramdın sen, Düştüğümde kanayan yaram. Mey buz kadar güzeldin, daha da güzel. İki elma için yediğim dayakta geldin aklıma, güldüm. Dayak arsızı oldum çıktım gözlerinde. Kaybettim tüm tasolarımı, misketlerimi Oyuncu kartlarımı, topacımı. Vazgeçtim artık komşu kızı, Mahalle maçları senden daha güzel. Çocukluğumdun sen benim, Seni sevmekte çocukluktu. Olur ya bir gün ararsın beni, Her zaman saklandığım yerdeyim, beklerim.
Oğuzcan Yüce
KİLİSE PAPAZI İLE SÖYLEŞİ
Dünyanın yuvarlaklığındansa Bu yuvarlak hareketler, Dünyanın düz olduğunu iddia edenler, Hepimizden zekiler. Keşke haklı çıksaydı En gerici kilise papazı; Siktir olup gitsem buradan Yollar dönüp dolaşıp, Yine bu karanlıkta boğulmuş yeri bulmazdı. Otur be sende bir yılların papazı, Bırak şu aforozu, endüljansı, Doldur en uzun ayinlik şarabını.
Dünyanın günahını çıkarsan, İsa yeniden doğar mı? Bırakın şu dogmatik yalanları, İnsan nasıl söyler, Kendi inanmadığını? Neden öldü insanlar savaşlarda? Belki de hepsi, Aşağılık bir otoritenin, Nüfus politikası. İnanmadığım için öldüreceksen beni, İnanıyorum derim. İstediğin yalanı, Kendi ellerimle veririm.
Biliyorum sıktım biraz canını. Ama şarap söyletti doğruları. Bundandır bizim dinde, Şarabın yasak olması.
Tuğçe Dilan Satar
Hayata Dair Notlar
Yalnız değilim etrafım insanlarla dolu fakat, ruhum yalnızlıktan kıvranıyor acılar içinde. Yüzüm gülücükler dağıtırken dört bir yana ruhum bin parçaya bölünüyor dayan diyorum dayan. Baş başa kalacağız az kaldı. Az kaldı çoğalmamıza. Herkesten uzaklaşmamıza az kaldı. Bir kalem bir kağıt yeter, kalabalıklaşırız. Sırtımızı dağlara yaslar yüzümüzü güneşe döneriz. Dünyanın işgüzar insanlarından uzak dururuz bir süre
Notlar 2
Milim ilerleyemiyorum hayatta. Yıllardır olduğum yerde sayıyorum. Dediler ki bir şeyi çok istersen olurmuş, bir şeyi istemek onu başarmanın yarısıymış. Hiçbir şeyi istemediğim kadar çok istedim. Olmadı, olduramadım. Zorla güzellik olmaz dediler sonra vazgeç dediler. Vazgeçmek. Vazgeçtim dedim kendime ama geçemedim. Geçemiyorum
Sema Aygün
Kısa Düşünceler
Gözyaşları
Gözyaşları ve sigara dumanları arasında boğuluyorum ne kadar afilli bir kelime su keder. Nereye koyarsan oraya yakışıyor. Ve ben senin yokluğunu sonu gelmeyen keder olarak dillendiriyorum. Prangalar vurulmuş su yüreğimde öyle bir mezar açtın ki seni defnetmeye hazırlarken kendimi buluyorum o çukurda. Sol yanımdaki sızı hayatıma hükmederken bütün sağlığımın bedenimin ellerimden kayıp gittiğini hissediyorum biliyorum ki küçük kıyamet bana çok daha fazla yakın.
Kısa Düşünceler 2 Kocaman bi seni seviyorum dolanıyor ayaklarıma şapşallaşıyorum aniden. Bana bakıyorsun ya ılık bir şarkı söylüyor midemde kelebekler, dondurmasını yere düşüren tüm çocuklara dondurma ısmarlayasım geliyor yeniden. Gülüyorsun ya; gördüğüm son şey bu olsun istiyorum, ölmek geliyor içimden. Beni seviyorsun ya; bacası tütüyor kulaklarımın. Sanki bu bir gemi, sen rüzgârsın, ben yelken.
Melike Türkmen
Bazı Dersler Şiir içindir
Kimse kızmasın sana Hata seni sevende, Pardon hoşlananda demeliydim. Nasılda kelimelerim seviyorum a gidiyor. Sadece kelimelerim olsa iyi gönlümde gidiyor Gitmemesi lazım, gitmemesi lazım… Bu gönlün seni sevmemesi lazım. Ama kimse kızmasın sana Hata seni sevende, sende değil. Kısır döngü başlıyor yine Sev, reddedil Düşün, hatırlanma Sadece bak ve merhaba diyeme Niye, nedenler soruları başlar aklını kurcalamaya. Hata sende değil, senden hoşlananda Yani seni sevmeye çalışında Yani bende, bende be kadın. Son bir şey daha Sen kırmızı giyme, o renk seni çok güzel gösteriyor.
Ufuk Silik|Şiir derste yazılmıştır, hatalar olabilir
Meรงhul ล iir
Gidişinin ardından durdum öylece, Anılarımdan uzaklaştın, ben sere serpe. Nisan sıcağında, buz kesti ümitlerim. Gözlerimi kıstım, daha iyi baktım. Hangi yüzündü geleceğime perde indiren. Hangi yüzündü onlarca anıları bir anda unutuveren? Anlayamadım... Bedenimi defnettim, gidişlerini örttüm üstüme. Bir daha hiç acımayacak kadar kalın... Çok sevmiştim aslında. Kalbimi çıkarıp eline verecek kadar, İte kaka oynatacak kadar nedenlerimi, Gururumu yerin dibine sokacak kadar. O, anlamadı...
Sigara dumanının paçasına yapıştım. Alkol desen, kanıma karıştı sorgusuzca. Hafif gözlerim de bozuldu, seçemiyorum artık insanları. Her dönüş yolunda, karıştırıyorum bedenini. En sessiz anımda vurdun, hıçkırdım. Sen düşerken kalbimden, Düşlerim düşlerinden düştü. Ölüm bile benden almaya cesaret edemezken seni, Nedenler çiğnedi geçti beni. Kalkamadım, yaralandım. Geceydi, sessizce ardına bakmadan gidişin var gözümün önünde.
Beynim narkoz aldı, yürüyemedim ardından. Nereye gitsem şimdi, korku dolu bakışlarımla, Adını bile hatırlayamıyorum darmadağın hafızamla. Şahane ölümler biçiyorum kendime, Adın olmadan! Çok karanlık, faili belli aslında ama meçhul Ölüm de belli ama zamanı meçhul... Cemre Bükrük
Elveda Jessica
Merhaba Jessica, Ardımda bıraktığım kadın… Sen bu satırları okurken; Bensiz bir sabaha gözlerini açmış olacaksın… Şuanda iliklerine kadar soluyorsundur yalnızlığı; Haklısın kadınım; ’ Tek başınasın.’ Şimdi; Biraz ürkeksin, biraz hırslı, biraz kızgın, biraz kırgın Ve en çokta yorgunsun. Düşünmekten, düşlemekten yoruldun. Ruhunun arınması gerek; Endişelenme Geçecek kadınım…
Başlarda anlamayacaksın; Direteceksin, Bağırıp çağıracaksın, Odana kapanıp ağlayacaksın, Belki de söveceksin; Gelmişime geçmişime… Ama sonra kadınım
Anlayacaksın ki; Bir yudum zehir içmeden yaşanmaz hayat.’ Elveda kadınım.
Ebru Yenicevardalı
-Kitap Değerlendirmesi-
Öğretmenim Mori'yle Salı Buluşmaları
Ögretmenim Mori’yle Salı Buluşmaları orjinal adıyla Tuesdays with Morrie, Mitch Albom'un en çok satan kitabıdır. 1997 yılının Ekim ayında New York Times'ta en çok satanlar listene girmiş ve altı ay içinde birinci sıraya yükselmiştir. 205 hafta gibi uzun bir süre bu listede yerini
korumuş, 42 dile çevrilmiş ve 14 milyondan fazla satmıştır. Kitabın çıkmasından iki yıl sonra kitap Mick Jackson'ın yönetmenliğinde sinemaya uyarlanmış, kitabın ana karakterleri olan Morrie Schwartz ve Mitch Albom'u sırasıyla Jack Lemmon ve Hank Azaria canlandırmıştır. Mitch Albom aynı zamanda kitabın anlatıcısıdır. Kitap, anlatıcının 1979 yılından üniversite mezuniyetini hatırlamasıyla başlar. Üniversite hayatında sevdiği birçok öğretmeninin yanında bir akıl hocası olarak gördüğü ve sosyoloji dersleri aldığı Morrie Schwartz'ın özel bir yeri vardır. Çünkü Morrie farklıdır. Mitch bunu ders anlatımlarından, öğrencileriyle kurduğu muhabbetlerden ve yaşam tarzından anlamıştır. Üniversite döneminde Mitch ve Morrie haftanın her salı günü buluşup hayata dair muhabbet ederler.
Mitch ve Morrie'nin son buluşmalarından 16 yıl sonra Mitch, Morrie'yi bir televizyon programında görür ve bağlantıyı koparmayacağına dair öğretmenine verdiği sözü hatırlar. Öğretmenini bulup yanına gittiğinde motor nöron hastalığına yakalandığını öğrenir. Morrie'nin sayılı günleri kalmıştır ve Morrie eskiden olduğu gibi her salı buluşup muhabbet etmelerini ister. Mitch bu teklifi geri çevirmez ve her salı Morrie ile buluşup hayata dair sohbet ederler.
Morrie ve Mitch'in tekrar buluşmasıyla başlayan kitap Morrie'nin ölümüyle son buluyor. Bu zaman diliminde Morrie ve Mitch arasında geçen konuşmalar birçok insana ilham kaynağı olabilir. Bazı konulara ilgisiz kalsanız bile bazı konularda kendinizi bulacağınızdan eminim.
Satır aralarında kaybolurcasına okuduğum kitap o kadar keyifliydi ki elimden bir an olsun bırakıp başka işlerle ilgilenmek istemedim. Morrie'nin hayata bakış açısı ve onunla Mitch arasındaki dostluk ilişkisi, Morrie'nin hayatının son anlarını yaşamasına rağman birçok insanın aksine o anları dolu dolu yaşaması beni kitaba bağlayan başlıca sebeplerdi.
Kitabı bitirdiğimde öğretmenimin bu kitaba neden bu kadar değer verdiğini anlamıştım. Tam hissedememiş olsam bile bu kitabın hayata bakış açımı değiştirdiğini, insanlara karşı beslediğim duyguları dizginlediğini fark ettim.
Umarım bu yazımı okuyup benim gibi fazla kitap okumayan birinin bile bu kadar kısa sürede bitirdiği bu kitabı alıp okursunuz. Bu dileğimle yazımı sonlandırıyorum. Görüşmek üzere...
Furkan Özden
-Film DeğerlendirmesiMan of Steel (Çelik Adam)
gelişmiş Yıllar önce gezegen Krypton'dan Dünya'ya getirilmiş olan Clark (Henry Cavill) sürekli kendisine 'Niçin buradayım?' sorusunu sormaktadır. Üvey anne babası Martha (Diane Lane) ve Jonathan Kent'in (Kevin Costner) değerlerine göre büyütülmüş olan Clark kısa süre içinde süper yeteneklere sahip olmanın çok zor kararlar almak anlamına geldiğini fark eder.
Dünya tam da dengeye ve istikrara ihtiyaç duyarken, saldırıya uğrar. Clark, yetenekleri barışı sağlamak için mi yoksa sonunda bölmek ve fethetmek için mi kullanılacaktır? Clark sadece dünyanın son umut ışığı olmak için değil aynı zamanda sevdiklerini korumak için de Superman olacaktır.
Film sıradan bir Amerika filmi gibi görünebilir. Uzaylıların Dünyayı istilaya gelmesi ve Dünyayı her zaman olduğu gibi Amerikalıların kurtarması. Bunun yanında istilaya gelen ırktan birinin kendi ırkı yerine insan ırkını kurtarmayı seçmesi. Bu senaryoya sahip birçok film var. O yüzden bu durum birçok kişinin bu filme verdiği puanı düşürebilir.
İşin diğer boyutu da böylesi efsane bir yapımı yeniden sinemaya uyarlamak oldukça zor bir iş. Sonuçta aynı olayı farklı tarihte ve farklı teknolojilerle filme alıp izleyiciye sunduğunuzda izleyici mutlaka yeni bir şeyler bekler. Sanırım yönetmenimiz Zack Snyder bu işi başarmış görünüyor. Senaristlerin arasında Christopher Nolan'ın da bulunması beni heyecanlandırmıştı ama ilk paragrafta dediğim gibi yapım kendini benzerlikten kurtaramamış.
Bu filme benzer senaryolara sahip birçok filmde Amerikan milliyetçiliği yapılır bu doğaldır. Sonuçta filmi Amerikalılar çekiyor. Ama dünyadan olmayan birinin Amerikan milliyetçiliği yapmasını pek aklım almadı. Çocukluğundan beri Amerika'da yaşıyor olabilir ama sonuçta Çelik Adam başka dünyaların insanı. Filmin açık uçlu olarka bitmesi beni sevindirdi. İlerleyen yıllarda seri devam ederse kelimenin tam anlamıyla manyak bir film olabilir. Bilim-Kurgu filmlerinde kilit nokta efektlerdir. Ses ve görüntü kalitesi olmadan bilim-kurgu olmaz. Bu filmde de görüldüğü gibi ses ve görüntü efektlerini dibine kadar kullanmışlar. Eğer imkânınız varsa filmi sinemada izlemenizi tavsiye ederim. Çelik Adamımız Henry Cavill'in mimikleri çok dikkat çekiciydi. Duygularını bağırarak belirtmesi insanın içini sızlatır cinstendi. Yani Henry Cavill'i bu film için kim bulduysa resmen nokta atışı yapmış. Bu adamı ben bu kadar beğendiysem kızların durumunu düşünemiyorum açıkcası. Olaya erkeklerin gözünden bakarsak kötü kadın rolünde Faora-Ul karakterini canlandıran Antje Traue'nun da göz ardı edilemeyecek bir çekiciliği vardı. Bir de üstünde o kadar görsel ve ses efekti eklenince insan doğal olarak gözünü üzerinden alamıyor.
Furkan
Ă–zden