Buhârâ’n›n Vabkent’inden Üsküdar’›n Sultantepesi’ne... P R O F .
M .
U ⁄ U R
D E R M A N
XIX. asr›n ikinci yar›s›nda, bizzât kendisi taraf›ndan Üsküdar’›n ilim, irfan, san’at ve fen merkezi hâline getirilen Özbekler Dergâh›’nda -neredeyse elli y›lfleyhlik makam›nda bulunan Hezârfen ‹brahim Edhem Efendi’ye (Resim:1) dair flimdiye kadar yap›lan neflriyatta1 yeralmayan baz› hususlardan bu tebli¤imizde bahsedilecektir. Önce Edhem Efendi’nin ecdâd› hakk›nda bâz› mülâhazalar›m›z› serdedelim: Hac› Hâce ad›yla da an›lan bu dergâh›n fleyhlerini s›ralayan Zâkir fiükri Efendi’nin Mecmûa-i Tekâyâ isimli eserinden ö¤rendi¤imize göre2, Edhem Efendi’nin büyükbabas› Muhammed Receb Buhârî’nin (ö.15 Zilhicce 1231/6 Kas›m 1816), kendisinden önceki fleyh Muhammed Taflkendî’nin yerine posta oturabilmesi için onun vefat târihî olan 1210/1795 senesinden evvel Üsküdar’a yerleflmifl olmas› gerekir. Receb Buhârî’nin o¤lu ve Edhem Efendi’nin babas› olan Muhammed Sâd›k Efendi’nin (ö.17 Receb 1262/ 11 Temmuz 1846) ise Buhârâ yak›nlar›ndaki Vâbkîne (Vabkent) beldesinde do¤du¤u, Edhem Efendi’nin dâmâd› Cemil Bey’in kaleme ald›¤› hâl tercümesinden anlafl›lmaktad›r3. Sâd›k Efendi’den sonra yerine kardefli Abdürrezzak Efendi (ö.24 Cemâziyelâh›r 1271/14 Mart 1855), onun vefât›yla da o¤lu ‹brahim Edhem Efendi (ö.20 fievval 1321/8 Ocak 1904) Özbekler Dergâh›’na fleyh olmufltur. fiu hâle göre, Sâd›k Efendi’nin 1210/1795 y›l›ndan önceleri Vabkent’de dünyaya geldi¤i âflikârd›r. Mart 2008’de Özbekistan’a yapm›fl oldu¤um seyahatte Vabkent beldesini de görmek imkân›n› buldum ve bunu sizlerle de paylaflmak istedi¤im için tebli¤imi böyle isimlendirdim. XII. yüzy›lda ‹slâmî kültür bak›m›ndan mühim bir merkez olan ve Buhârâ’n›n takrîben 20 km. flimâlinde yeralan Vabkent, bugün küçük bir kasaba görünüflündedir;etraf›nda da¤ bulunmayan bir düzlükte kurulmufltur. Târihî k›ymet tafl›yan yine ayn› asra âid bir minâre (Resim:2) d›fl›nda, Hâcegân silsilesi olarak an›lan Nakfl-bendî silsilesinde Abdülhâl›k Gucdüvânî ve Ârif
Ü S K Ü D A R
S E M P O Z Y U M U
V I
R.1- Hezarfen Edhem Efendi’nin Ressam Hüseyin Zekâi Pafla ( 1860-1919) taraf›ndan yap›lan ya¤l›boya tablosu (Özbekler Dergah›’ndan)
Rivgerî’den sonra üçüncü halkay› teflkîl eden Mahmud Fâ¤nevî’nin (ö.715/1315?) türbe ve dergâh›n›n bulunuflu (Resim:3-4) Vâbkîne’nin ehemmiyetini art›rm›flt›r. Burada do¤mufl olan Muhammed Sâd›k Efendi’nin, Üsküdar’a hicret etmeden önce, Fâ¤nevî dergâh›ndan feyz alm›fl olmas› da muhtemeldir. Fâ¤nevî’nin bizzât yetifltirdi¤i Ali Râmitenî ile bu silsile Muhammed Baba Semmâsî ve Emîr Külâl (ö.772/1370) s›ras›yla Muhammed Bahâüddin fiâh-› Nakflbend’e (ö.791/1389) kadar yürümektedir4. Bu seyahatimde, bahsetti¤im Hâcegân silsilesinin tamam›n›n Buhârâ’ya do¤ru s›ralanan türbelerini ziyâret imkân› buldu¤um cihetle bahtiyar›m. Bu bahsi daha uzatmadan Edhem Efendi’nin do¤um tarihine dâir bir görüfl serdetmek istiyorum. Dâmâd› Cemil Bey’in yazd›¤› hâl tercümesinde Hazret’in 1245/1829 y›l›nda dünyaya geldi¤i belirtilmifltir. Oysa eldeki bir belgeye göre bunu birkaç sene geriye çekmek lâz›m geliyor. 1970 y›l›nda, Edhem Efendi’nin torunu fieyh Necmeddin Özbekkangay’›n (1902-1971) bize arma¤an etti¤i bu belge, bilhassa Sultan II. Abdülhamîd devrinde (1876-1908) uygulanan dâhilî pasaport mâhiyetindeki Mürur Tezkiresi’dir (Resim:5). Edhem Efendi’nin 1313/1896 senesinde ç›kt›¤› Bursa, Manisa ve ‹zmir seyahati için kendisine verilen bu tezkirede sinni, yâni yafl› 71 olarak kay›dl›d›r ki, bu hesâba göre kendisinin 1242/1826 y›l›nda do¤mufl olmas› gerekir. Son olarak Edhem Efendi’nin bugüne kadar bahse konu edilmemifl vasiyetini dinleyicilerimle paylaflmak istiyorum. Bu mertebedeki bir irfan sâhibine takrîben 96
B U H Â R Â ’ N I N V A B K E N T ’ ‹ N D E N Ü S K Ü D A R ’ I N S U L T A N T E P E S ‹ ’ N E . . .
R.2- Vabkent’deki târihî minâre
97
Ü S K Ü D A R
S E M P O Z Y U M U
V I
R.3- Vabkent’de Mahmud Fa¤nevî mescid ve dergâh›
28 y›l maddî ve mânevî ezâ veren bu hâdiseyi, kendisinin hayrülhalefi Necmeddin Okyay (1883-1976) üstâd›m›n elimizde bulunan hât›ra defterinden aktararak tebli¤imi tamamlayaca¤›m. 1876’dan hemen önceki y›llarda oldu¤u kesin, ancak belirleyemedi¤imiz bir tarihte, bir Hindli dervifl Dergâh’a Hac mevsiminde misâfir olmufl. Hezârfen fieyhimizin ifl odas›nda bulunan eserlerini dikkatle inceledi¤ini gören Edhem Efendi, kendisine sordu¤unda bu Hindli derviflin mesle¤inin k›ymetli kumafllar dokumak oldu¤unu ö¤renmifl. Bunun üzerine Dergâh’da kumafl îmâl edilip edilemeyece¤i sualine de Hindli’den: “Ben tezgâhlar› târif ederim, beraberce yapar ve iflleriz” cevâb›n› alm›fl. Bunlar› îmal etmek Edhem Efendi için mühim bir mesele olmad›¤›ndan, derhal tezgâhlar› yap›p, sonra çal›flma¤a ve fevkâlade Hind kumafllar› dokuma¤a bafllam›fllar. Kumafllar Sultan Abdülazîz’e (1861-1876) gösterildi¤inde çok be¤enerek, saraylardan birinin, yeni yap›lan Hind kumafllar›yla döflenmesini irâde etmifl. Ancak sermayeleri bulunmad›¤›ndan, Edhem Efendi’nin tan›d›¤› bir Ermeni tüccarla ortak olmufllar. Saray döflenip de onlar tam paralar›n› alacaklar› s›rada, Sultan Aziz’in flehâdeti vukû bulmufl. Ortal›k bir ânda kar›flt›¤› ve siyâsî bir belirsizlik oldu¤u için, kendilerinin alacaklar› bulundu¤unu resmî mercîlere söylemekten çekinmifller. Edhem Efendi, o y›ldan bafllayarak çal›fl›p, çabalay›p son y›llar›na kadar flahsen her ne kazand›ysa, bunu orta¤›na olan borcunu kapamaya tahsis etmifl; nihâyet bir vasiyetnâme tanzîmine karar vererek: “ Kendisi de biliyor 98
B U H Â R Â ’ N I N V A B K E N T ’ ‹ N D E N Ü S K Ü D A R ’ I N S U L T A N T E P E S ‹ ’ N E . . .
R.4- Vabkent’de Mahmud Fa¤nevî türbesi
ki, ben u¤rad›¤›m zarar› ömrümce telâfi etmeye çal›flt›m. ‹fl odas›nda her ne var ise, hattâ mevcûd iki aded tornay› da sat›n; ne tutarsa götürüp vererek taraf›mdan helâlleflin. O da beni mâzur tutsun” demifl. Bu sözlere flâhid olan Necmeddin Okyay Hocam 30 Temmuz 1957 günü bahse konu vasiyetnâmeyi gördü¤ünü, öpüp bafl›na koydu¤unu hât›ra defterinde yaz›yor ve “Âlem bir kadeh gibi, ecel kadehdeki flaraba benzer; felek de kadehi sunan sâkî gibidir. Bu kadehden, bu sâkîden ve bu flarapdan âzâde olmak mahlûkatdan kimseye mümkün de¤il. Gözlerini flebnem misâli aç›p flu ibretler gülzâr›na bir bak da, sonunu düflünerek gözyafllar›n› dökmeye baflla. Gözün görmez, kula¤›n iflitmez oldu ve hâf›zan zay›flad›. Ey gönül, ölüm emrin geldi, art›k aç gözlerini” meâlindeki Farsça manzûmeden sonra yeralan Edhem Efendi’nin vasiyet metnini flöyle naklediyor: “Ey nûr-› dîdelerim! Vasiyet emri mesnûn-› mubârek ü müstahsenesi yaln›z agniyâ ve mâldâr ve sâhib-i iktidâra hâs olmay›p kâffe-i mü’minîn ve mü’minâtdan her bir ferd için lâz›md›r. Ale’l-husûs bu günahkâra ki, dünyan›n her nevi yongas›na kar›flm›fl ve gird ü gubâr mezbelesine bulaflm›fl ve vakt-i azîzini gafletle geçirip zâyi’ etmifl olan gafil-i ziyankâra elbette elzemdir. Çünkü mâldâr olanlar alaca¤›n›, verece¤ini ve hayr u hasenâta sarf olunaca¤›n› vasiyet edip bildirdikleri gibi, fakirler dahî hiç olmazsa yoklu¤unu ortaya koyup hakikat-i hâli bildirmeli ki, Rabbim Teâlâ bâkîde kalanlara ömr ü âfiyet ihsan buyursun. ‹flin mechûliyeti anlara mûcib-i zahmet olmas›n. Ammâ denilecek olursa ki; ‘Acâib, ne var ki, ne zahmet olacak?’ Evet, pek do¤rudur. Ammâ bâzan olur ki,o bir fley’in olmamas› dahî, mûcib-i zahmet ve bâis-i güft u gûy 99
Ü S K Ü D A R
S E M P O Z Y U M U
V I
R.5- Edhem Efendi’ye âid Mürur Tezkiresi
oldu¤u vard›r. Ne gibi, ey âlem bu ya, hakîkat-i ahvâli kimi bilir, kimi bilmezlenir. Acâib, bu adam bu kadar yafl yaflam›fl. Gece gündüz bofl durmay›p u¤raflmakla yaflayan adam›n bir fley’i olmamak olur mu? Olur ya... Bu müznib, öyle belli bafll› çal›fl›p zengin olmak yolunda bulunmad›m. Zamanla olan› dahî sarf ü mahv ettim. fiimdiki hâlde dünya mal›ndan hiç bir fleyim yokdur, ilâ âh›r...” ‹lmiyle, irfân›yla, san’at›yla ve bu davran›fl›yla büyükler kafilesinde ön s›ray› tutanlardan Hezârfen Edhem Efendi’yi hürmetle ve rahmetle anarak hatm-i kelâm eyliyor; tebli¤imle onun hâl tercümesine yeni katk›larda bulunabildi¤imi san›yorum. D‹PNOTLAR 1) Hüseyin Vassaf, Sefîne-i Evliyâ-y› Ebrâr, Süleymaniye Küt.Yazma Ba¤›fllar (2307), III, 213-214; M.U¤ur Derman, Türk Sanat›nda Ebrû, ‹stanbul 1977, s.32-40. 2) M.Serhan Tayfli / Klaus Kreiser, Freiburg 1980, s.76. 3) M.U¤ur Derman, a.g.e., s.32. Ancak bana gelen hâl tercümesi metninde bu kelime harekesiz oldu¤u için, kitapda Vabekne fleklinde yazm›flt›m. Lâkin y›llar sonra Britannica Atlas’da bu isme Vabkent olarak rastlad›m (s.129;40.02 N, 64.30 E); onun için ben de bu imlâya göre yazaca¤›m. Esâsen Buhârâ’da da ayn› telaffuz geçerlidir. Bununla beraber, beldenin eski ad›n› Vâbkîne (Vabkene) okunufluyla da gördüm (bk. Hâmid Algar, “Fa¤nevî”, TDV ‹slâm Ansiklopedisi, ‹stanbul 1995, XII, 73). 4) Hâmid Algar, “Hâcegân”, TDV ‹slâm Ansiklopedisi, ‹stanbul 1996, XIV, 431.
100