Azîz Mahmud Hüdâyî’de Sûret ve Mâna Mukkayesesi Y R D . D O Ç . D R .
N E C ‹ P
F A Z I L
D U R U
19 May›s Üniversitesi Ordu Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyat› Bölümü
Sûret ve mân da bir bak›fl aç›s›ndan karfl›t say›lan zâhir-bât›n, kesret-vahdet, gölge-›fl›k, nak›fl-nakkâfl, akis-ayna, mecaz-hakîkat gibi sembollerden olarak, tasavvufî metinlerde ifllene gelmifltir. Bu türden metinlerin neredeyse tümünün muhatab›n›n istidad›nca hisselenmesine izin veren katmanl› bir okumaya aç›k oldu¤u göz önünde tutulursa, sembollerin iflaret ettiklerinin de katmanlanaca¤› varsay›labilir. Hüseyin Vassâf’›n: “…efl’âr›, daima tesettür içredir fakat hakîkat-bîn olanlara vahdet-i vücûdu talimdir”1 dedi¤i Azîz Mahmud Hüdâyî, hem vahdet-i vücûd’u terennüm etti¤i bir k›s›m fliirlerinden, hem de içinde tasavvûfî makamlar›n anlat›ld›¤›, âyet ve hadislerin flâhid tutuldu¤u, Bâyezid-i Bistâmî, Abdülkâdir-i Geylânî, Cüneyd-i Ba¤dâdî ve Muhyîddîn ibn Arabî gibi büyük sûfîlerin sözlerinin nakledildi¤i, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin Farsça beyitlerinin flerh edildi¤i Vâk›ât’›ndan anlafl›ld›¤› üzere vahdet-i vücûd anlay›fl›na bütünüyle ba¤l›d›r.2 Hüdâyî’nin fleyhi Muslihiddîn Efendi’nin, Sadreddîn-i Konevî’nin Nüsûs’unu flerhetti¤i de bilinmektedir.3 Bahsi geçen isimlerden ekserinin bir flekilde Arabî mektebinden feyz ald›klar›n› göz önünde tutarak, mukayese edece¤imiz mefhumlar›n onlar›n eserlerinde nas›l anlafl›ld›¤›na bakmak isteriz. ‹bn Arabî ve takipçileri taraf›ndan oluflturulan ekberî irfan külliyat›nda da sûret-mâna sembolik anlat›m›na baflvurulmufltur. “Bu bir bak›ma zorunlu tavr›n sebebi, Vücûd’un ve mevcûdât›n ondan do¤uflunun mant›kî ve zihnî olmaktan ziyade tamamiyle s›rrî, keflfî ve manevî bir konu olmas› gerçe¤ine binaen ortalama befler idrâkine ancak bir tak›m sembollerin yard›m›yla sunulabilir olmas›ndan 275
.
Arka bahçe fiad›rvan girifli
.
dolay›d›r. Saf metafizi¤in dili zaten semboliktir…Bizim kültürümüzde de, gerek divan, tekke ve halk edebiyat›m›z›n temelinde ve gerekse mimarîmiz vb. gibi di¤er geleneksel sanatlar›m›zda hep bu mücerred tasavvufî hakîkatler sembolizminin yatmakta oldu¤u görülecektir.”4 Mücerret tasavvufî hakikatleri anlatmakta görünüfl itibariyle farkl› ve çeflitli sembol çiftleri kullan›lm›fl olsa da, hepsinin ayn› aflk›n-müteal mânay› dillendirdi¤i söylenebilir. fiu karfl›l›klar buna örnek olabilir: Mâna Sûret Zâhir Bât›n D›fl ‹ç Görünen Gizli Kesret Vahdet Çok Bir Zulmet Nûr Araz Cevher Cesed Rûh Befleriyet(Nâsutiyyet) Ulûhiyyet Âfâk (D›fl âlem) Enfüs (‹ç âlem) Mecâz Hakîkat Sadreddîn-i Konevî sûret’i flöyle tan›mlar: “…Âlem Tanr›n›n bilgi’sinin sûreti ve görünüflü (mazhar)dür; Tanr› âlemi kendi nefsinde ezelî olarak bildi¤i flekilde yaratm›flt›r. Var-olan her fley, iflte bu sûretle ortaya ç›km›flt›r. Tanr›n›n vücûd’u ile müsâv›k olabilecek (yani Tanr› kadar ezeli) bir vücûd bulunamaz..”Tanr›n›n Kâinat’› yaratmas› Genel-Varl›k’ta görülen “ilahi sevgi”, baflka bir deyiflle, Tanr›n›n gerek kendine gerekse Kâinat’a olan sevgi’sidir. K›saca Kâinat, Tanr›’n›n bir gölge’sinden ve O’nun bilgi’sinin bir “görünüfl”ünden ibarettir.”5 Yine Konevî, sûret-manâ, yerine, araz-cevher’i koyarak bu iki mefhumun iliflkisini flöyle izah eder: “…bir insan›n, içinde bulundu¤u bu cisimler dünyas›nda idrâk etti¤i her nesne, cevher ve arazdan yahut madde (heyûla) ve sûret’ten meydana gelmifltir. ‹mdi, cevher ancak araz ile meydana ç›kar; araz ise ancak cevher ile olur; t›pk› madde’nin sûret’le olmas› ve sûret’in de ancak madde ile meydana ç›kmas› gibi.”6 ‹bn Arabî, Vücûd’u bir daire biçiminde temsil ederek bir yar›s›n› kavs-i nüzûl, di¤er yar›s›n› kavs-i urûc olarak isimlendirir. Dairenin bafl›nda Lâ-Taayyün sonunda Mertebe-i ‹nsân-› Kâmil yer al›r. Dairenin sonu bafl›na ulafl›r. ‘‹nifl Kavsi’ vahdetten kesrete olan yolculu¤u, tecellîyi, ‘Ç›k›fl Kavsi’ kesretten vahdete yolculu¤u, seyr-i sülûk’u ifade eder. Bu bak›fl aç›s›ndan, “Hak vücûd’dur, eflya ise vücûd’un sûretleridir”7 277
.
‘Mâna’ sembolü ile özünde iflaret edilen Vücûd-› Mutlak olan Hakk’t›r, ancak muhatap istidad›n›n elverdi¤i ölçüde ç›k›fl kavsi boyunca dizilmifl bir üst nefs katman›n› ve nihâyet dairenin bafl›nda yer alan Mutlak Varl›k’› sezebilecektir. Vücûd silsilesinde ‘sûretler âlemi’yle kastedilen ulvî ve süflî cisimlerin ve insan›n âlemi olan son tecellî mertebesidir. Bu mertebe hislerin ve müflâhedenin âlemidir. Sûretler de Mutlak Vücûd’un tecellisinin mazharlar›d›r. Sûretlerin içindeki manâya ermek befl duyunun d›fl›ndaki Vahiy, ‹lham, Keflf, Vehb, Zevk, Müflâhede gibi bilme tarzlar›yla mümkündür. “…her bir manâ, evvelen kalbe hutûr eder. Ve ondan sonra dima¤a aks edip ak›l o maânîde tefekkür eder. Ve hutûr-› maânî insan›n kendi irade ve arzusuyla vâkî olan bir fley de¤ildir. Bu manîa bilâ-irâde kalbe gelir.”8 Mevlânâ Celâleddîn de, baflta Mesnevî’si olmak üzere Fîhi Mâ Fîh ve Dîvân-› Kebîr’inde sûret’e ve onun gerisindeki mâna’ya dikkat çeker ve görünüflle gerçe¤in birbirinden ay›r›m›n› yapamayanlar›n büyük yanl›fllara düflece¤ini flu beyitlerinde aç›klar: Sûret, sûreti olmayandan meydana gelir. Nitekim, duman da ateflten ç›kar Sen bu cisimden ibaret de¤ilsin, gözden ibaretsin. Can› görsen cisimden vazgeçersin. Kendine gel de sûrete tapma, sûret sözüne tak›lma, cins oluflu, sûretle arama. …Sûret önce hofl, latif görünür, fakat onunla ne kadar çok beraber bulunursan, ondan o kadar so¤ursun. Kur’ân’›n sûreti nerede; mânas› nerede! E¤er insan›n sûretinin mânas› giderse, cesedini evde bir an olsun b›rakmazlar. E¤er her görünen fley, göründü¤ü gibi olmufl olsayd›, o kadar keskin ve ayd›nl›k bir görüfle sahip olan Peygamber “Bana eflyay› oldu¤u gibi göster” diye feryat etmezdi. O, bununla demek ister ki: “Ey benim Rabbim! Gerçekten çirkin olan› güzel, güzel olan› ise çirkin gösteriyorsun; bize her fleyi oldu¤u gibi göster ki tuza¤a düflmeyelim ve her zaman yolumuzu kaybetmeyelim.9 Mevlânâ’ya göre görünüflle gerçek, sûret ile mâna aras›ndaki fark›, derin düflünen, sezgisi güçlü ve ilahî inâyete mazhar olan zevk ehli ay›rabilir.10
SÛRET‹N TUZAKLARI ve HÜDÂYÎ Hazret-i Hüdâyî, fliirlerinde bir çok sûfî ›st›lah›n›n yan› s›ra okuyucusunun/ müridinin dikkatini sûret ve mâna’ya çekmifltir: Kuru s›fat› ile birlikte de an›lan sûret, insan› esir edebilecek bir albeniye sahiptir. Sûret kelimesi ile birlikte daima, olma, tapma, sanma, geç, eyleme, ko olumsuz fiillerini kullan›r. Sûrete esir olmak veya tap›nmak, kuru sûretle iflin bitece¤ini sanmak ham hayalden baflka bir fley de¤ildir: Halâs olmak dilersen derd ü gamdam Esîr-i sûret olma geç sanemden 278
.
Azîz Mahmud Hüdâyî’nin onüç dilimli Tac-› fierif
Vücûda er ne istersin ‘ademden Gel Allâh’a murâd›n hâs›l olur (s. 121)1 veya, ‹ste nakkâfl› nakfla aldanma Kuru sûretle ifl biter sanma Cehl ile nâr-› gaflete yanma Cümleye asl olan inâyet imifl (s. 72) Hazret-i Hüdâyî, âlemdeki sûretlerin kalbe yans›y›p derinleflmeleri ve her yan› kaplay›p, hicab (perde) oluflturmalar›; böylelikle perdelerin karanl›klar›n›n birikmesiyle kalpte hakikatlerin tecellisine dair bir arzu kalmayaca¤›ndan12, sûrete tak›l›p kalma noktas›nda insan› (en baflta kendisi olmak üzere, sâlik, âkil, tâlib, dervifl, gâfil insan, tâlib-i dünya ve dost onun muhataplar› aras›ndad›r) uyar›r. Sûretler, rûhun geliflim ve bütünleflmesine engel ‘perdeler’ olarak da anlafl›labilir.13 Sûrete (zinet-i dünya, yemek, içmek, flehevî duygular) aldanan câhildir; nakkâfl› unutup, nakfla aldanan cahillik etmektedir, böyleleri gaflet ateflinde yanar; sûret bir sanemdir ve sanemse ‘ademdir; sûret, katre (veya dalga); manâ ise ummân’d›r. Var olmak isteyen ummâna kar›flmal›d›r. Âkil olan kifli yoklu¤un gölgesinde ikamet etmez: Geç Hüdâyî sûreti ma’nây› gör Katreyi ko lücce-i ummâna bak (s. 74) *** Mecâza bakma ey sâlik hakîkî matlaba azm et Ki zîrâ z›ll-i zâilde ikâmet eylemez âkil (s. 93) ‹nsan, fiebusterî’nin ifadesiyle iki gözünde var olan kuru a¤r›dan kurtulup,14 sûret engelini aflt›¤›nda/aflabildi¤inde mâna’ya, hakîkate, müsemmâya, Hakkânî vücûd’a erebilecektir: 279
.
Nukûfla bakma nakkâfla nazar et Mehâlikdir sanemlerden hazer et Ko esmây› müsemmâya güzer et fiuhûdun zirve-i ulyâya irgür (s. 53) *** Koyup Hüdâyî cân u ten Vahdet diyâr›na giden Fânî vücûdunu terk eden Bulmaz m› Hakkânî vücûdu (s. 41) Hakikat yolcusu mânay› keflfetti¤inde, matlab-› a’lâya eriflmifl demektir. Âkil kifli odur. Hüdâyî, flu beytinde de mânay›, efli benzeri olmayan bir inciye benzetir: Bulan bu dürr-i pâk-i bî-nazîri Ganîden fark eder lâ-büd fakîri Efendi eyleme sûret esîri Geçir sûretden ü ma’nâya irgür (s. 53) Alây›k, nakfl (nukûfl), mecâz, mülk kelimeleri ile de yine sûret mânas› murad olunmaktad›r. Vahdet s›rr›n› anlayabilenler (her fleyi Allâh olarak, Allâh’›n tecellîleri olarak görebilenler15) fânî alây›ktan (kulun Hakk’a giden yolunu t›kayan maddî ve nefsânî engeller16) geçebilirler: Vahdet flarâb›n kim içe Fânî alây›kdan geçe Ger haflr ola nice nice Ayr›lmaya mestân›m›z (s. 66) Bu âlem bir hayâl-i hâbd›r, çok uzun gibi zannedilen insan ömrü gerçekte ise bir ay gibi k›sad›r. Dünya ehli sarhofl oldu¤unun fark›nda de¤ildir, gördükleri asl›nda yaln›zca bir düfltür.17 Hüdâyî, hakîkat ile mecâz’›n ay›r›m›n› en iyi yapabilecek kiflinin ârif(i billâh) oldu¤unu söyledi¤i bir fliirinde, deniz simgecili¤inden yararlanarak, mâna’y› bir inciye, hakîkat’i de denize benzetir. Mâna incisine sadef olamayanlar›n ömrü telef olmufl demektir: Dürr-i ma’nâya ger oldunsa sadef Bulagör bahr-i hakîkatde fleref Eyleme sermâye-i ömri telef Ârif isen aç gözün merdâne bak (s. 79) Hakîkati keflfetme noktas›nda Hüdâyî, sâlike her fleyi örnek gösterebilmektedir. Görebilen bir göz için, pervâne’den de al›nacak dersler vard›r. ‹nsanî durumu aflmay› öneren bir fliirinde, Birlik’e ulaflmak için perr ü bâl’in yak›lmas› gere¤ine iflaret eder: 280
.
Görüp pervâneyi andan sebak al Köyünür nâr-› aflka perr ile bâl Mecâz› ko hakîkat bahrine dal Yürü bülbül yürü Dost illerine (s. 130)
NET‹CE: En afla¤› mertebedeki kiflileri, yani taayyün ve tenevvü vechesini müflâhede edenleri,18 bir basamak yukar› tafl›mak maksad›yla söylenmifl fliirlerinde Hüdâyî, katre veya dalgaya teflbih etti¤i sûreti, hakîkat umman› ile k›yaslarken asl›nda sûret’i tamamen yok saymad›¤›n› da göstermektedir. Haddizat›nda sûret (maddî nimetler vb.), kötü ve çirkin de de¤ildir. Kötü olan onlar›n i¤vas›na kap›l›p gitmektir. Bilge (ârif) kifli sûrette manây› görebilme, hem de sûretin ondan (mâna’dan) ba¤›ms›z bir fley olmad›¤›n› fehm edebilme zorunu baflarabilendir. KAYNAKÇA: Azîz Mahmud Hüdâyî, Necâtü’l-garîk fi’l-cem’i ve’t-tefrîk (Dr. Ali ‹slam Bey’in husûsî kitapl›¤›ndaki yazma.) Emiro¤lu, ‹brahim, Yanl›fl Düflünce ve Davran›fllar Karfl›s›nda Mevlânâ, ‹nsan Yay. ‹stanbul 2002. ‹zutsu, Toshihiko, ‹bn Arabî’nin Fusûs’undaki Anahtar-Kavramlar, Türkçesi: A. Yüksel Özemre, Kaknüs Yay., ‹stanbul 1998. Karakoç, Sezai, Makamda, Dirilifl Yay., ‹stanbul 1980. Kâflânî, Abdürrezzâk, Tasavvuf Sözlü¤ü, Çev.: Ekrem Demirli, ‹z Yay., ‹stanbul 2004. Keklik, Nihat, Sadreddîn Konevî’nin Felsefesinde Allah-Kâinat ve ‹nsan, ‹stanbul 1967. K›l›ç, M. Erol, Muhyiddîn ibnü’l-Arabî’de Varl›k ve Mertebeleri (Vücûd ve Merâtibü’l-vücûd), Yay›nlanmam›fl Doktora Tezi, Marmara Ünv., ‹stanbul 1995. K›l›ç, M. Erol, Sûfî ve fiiir-Osmanl› Tasavvuf fiiirinin Poetikas›, ‹nsan Yay., ‹stanbul 2004. Konuk, A. Avni, ‹bn Arabi-Tedbîrât-› ‹lâhiye Tercüme ve fierhi, Yay›na Haz.: Mustafa Tahral›, ‹z Yay., ‹stanbul 1992. fiebusterî, Gülflen-i Raz, Çev.: Abdülbaki Gölp›narl›, MEB Yay., ‹stanbul 1993. Tezeren, Ziver, Seyyid Azîz Mahmud Hüdâyî I, Hayat›-fiahsiyeti-Tarikat› ve Eserleri, ‹stanbul 1984. Tezeren, Ziver, Seyyid Azîz Mahmud Hüdâyî Dîvân’›, ‹stanbul 1985. Uluda¤, Süleyman, Tasavvuf Terimleri Sözlü¤ü, Marifet Yay., ‹stanbul 1995. Y›lmaz, H. Kâmil, Azîz Mahmud Hüdâyî –Hayat›, Eserleri, Tarikat›, Erkam Yay., ‹stanbul 2004.
281
.
D‹PNOTLAR 1 Mahmut Erol K›l›ç, Sûfî ve fiiir -Osmanl› Tasavvuf fiiirinin Poetikas›-, ‹nsan Yay., ‹stanbul 2004, s. 122. 2 Ziver Tezeren, Seyyid Azîz Mahmud Hüdâyî I, Hayat›-fiahsiyeti-Tarîkati ve Eserleri, ‹stanbul 1984, s. 18, 34; H. Kâmil Y›lmaz, Azîz Mahmud Hüdâyî –Hayat›, Eserleri, Tarîkat›, Erkam Yay., ‹stanbul 2004, s. 118-119. 3 H. Kâmil Y›lmaz, a.g.e., s. 48. 4 M. Erol K›l›ç, Muhyiddîn ‹bnü’l-Arabî’de Varl›k ve Mertebeleri (Vücûd ve Merâtibü’l-vücûd), Yay›nlanmam›fl Doktora Tezi, Marmara Ünv., ‹stanbul 1995, s. 203-204. 5 Nihat Keklik, Sadrreddin Konevî’nin Felsefesinde Allah-Kâinat ve ‹nsan, ‹stanbul 1967, s. 87. 6 N. Keklik, a.g.e., s. 167. 7 A. Avni Konuk, ‹bn Arabi-Tedbîrât-› ‹lahiye Tercüme ve fierhi, Yay›na Haz.: Mustafa Tahral›, ‹z Yay., ‹stanbul 1992, s. 62. 8 A. Avni Konuk, Tedbirât, s. 269. 9 ‹brahim Emiro¤lu, Yanl›fl Düflünce ve Davran›fllar Karfl›s›nda Mevlânâ, ‹nsan Yay., ‹stanbul 2002, s. 21-23. 10 ‹. Emiro¤lu, a.g.e., s. 26. 11 Hüdâyî’ye ait fliirlerin sayfa numaralar› flu esere aittir: Seyyid Azîz Mahmud Hüdâyî Divân›, Ziver Tezeren, ‹stanbul 1985. 12 Abdürrezzak Kâflânî, Tasavvuf Sözlü¤ü, Çev.: Ekrem Demirli, ‹z Yay., ‹stanbul 2004, s. 201. 13 Sezai Karakoç, Makamda, Dirilifl Yay., ‹stanbul 1980, s. 67-68. 14 fiebusterî, Gülflen-i Raz, Çev.: Abdülbaki Gölp›narl›, MEB Yay., ‹stanbul 1993, s. 12. 15 Süleyman Uluda¤, Tasavvuf Terimleri Sözlü¤ü, Marifet Yay., ‹stanbul 1995, s. 553. 16 S. Uluda¤, a.g.e., s. 38. 17 A. Mahmud Hüdâyî, Necâtü’l-garîk fi’l-cem’i ve’t-tefrîk, v. 2a. 18 Toshihiko ‹zutsu, ‹bn Arabî’nin Fusûs’undaki Anahtar-Kavramlar, Türkçesi: A. Yüksel Özemre, Kaknüs Yay., ‹stanbul 1998, s. 145.
282
.