yerlibilimkurguyukseliyor@gmail.com
1
Yerli Bilimkurgu Yükseliyor Dijital Dergisi’nin ilk sayısından hepinize merhaba! Derginin öncelikli amacı;
Yerli Bilimkurgu Yükseliyor
Facebook sayfasında tanıtımını yaptığımız, yerli bilimkurgu romanlarının incelemelerinin yanında; kısa öyküler, ülkemizde bilim alanındaki gelişmeler, film tanıtımları, çizgi romanlar, dünyadaki bilimsel gelişmeler, yabancı bilimkurgu yazarlarının tanıtımı, yabancı bilimkurgu roman incelemeleri, yönetmenler, anime eserler, film müzikleri ve nice konulara yer vermek. Yerli Bilimkurgu eserlerinin tanıtımının yanında, yabancı eserlere ve magazinsel haberlere de yer vermemizin sebebi, daha uzun soluklu bir dergiyi hayata geçirmek amacını taşımaktadır. Öncelikli konularımız Yerli Bilimkurgu Eserleri olacaktır. Dergimize katkıda bulunmak için, yazılarınızı, incelemelerinizi, çizimlerinizi, tasarımlarınızı, kısa öykülerinizi,
yerlibilimkurguyukseliyor@gmail.com adresinden bizlere ulaştırabilirsiniz.
YERLİ BİLİMKURGU YÜKSELİYOR
Genel Koordinatör HASAN ÖNAL Editör CANAN GÖL Görsel Yönetmen ESRA UYSAL Sanat Yönetmeni BURAK FEDAKAR Yayın Yönetmeni İSMAİL ŞAHİN Çeviri-Arşiv ARDA TİPİ Tasarım SEZAİ ÖZDEN - ZAZİ SANAT Web Tasarım - Dijital Tasarım ENDER GÖKÇİMEN - endergokcimen@gmail.com Yazarlar ESRA UYSAL İSMAİL ŞAHİN KUBİLAYHAN YALÇIN BURAK FEDAKAR CANAN GÖL HASAN ÖNAL ARDA TİPİ Katkıda Bulunanlar Prof.Dr. SERDAR EVREN DENİZ BİLGEN İSMAİL TEKİN
yerlibilimkurguyükseliyor@gmail.com 2
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Mayıs 2017 / sayı 1
BU SAYIDA Çağdaş Edebiyatın Bilinen İlk Bilimkurgu Yazarı; Samsatlı Lukianos Esra Uysal Kitap Şeçkisi; Metin Güçlü - Evrenin Türk Bekçileri İsmail Şahin Star Wars Evrenine Ezoterik Bir Bakış Kubilayhan Yalçın Bilimkurgu Sözcüğünü Türkçeye Kazandıran Kişi; Orhan Duru Genel Film Müzikleri İncelemesi; Yeni Bir Umuda Daha Adım Atmak Star Wars -The Force Awakens - John Williams Burak Fedakar 1.Yerli Bilimkurgu Yükseliyor Kısa Öykü Yarışması sonuçları 1.Yerli Bilimkurgu Yükseliyor Kısa Öykü Yarışması Birincisi Kıvırcık ve Sarı-Abdülkadir Doğanay 1.Yerli Bilimkurgu Yükseliyor Kısa Öykü Yarışması İkincisi Yeni Bir Başlangıç-Mustafa Özçınar 1.Yerli Bilimkurgu Yükseliyor Kısa Öykü Yarışması Üçüncüsü Kralın Dönüşü-Kenan Çetinkaya 1.Yerli Bilimkurgu Yükseliyor Kısa Öykü Yarışması Beşincisi Işınlanan Ruh - Semih Bulgur Yerli Bilimkurgu Yazarları ve Eserleri Listesi Canan Göl Bilimkurgunun Beslendiği Ana Damar, Bilim Değil, Hayaletlerdir! Deniz Bilgen Dünyanın, Bilinen En Eski Tapınağı, Göbekli Tepe Prof.Dr. Serdar Evren
yerlibilimkurguyukseliyor@gmail.com
3
Esra Uysal
Çağdaş edebiyatın, bilinen ilk bilimkurgu yazarı,
Samsatlı Lukianos
Samsatlı Lukianos (Lucianus of Samosata) bilinen ilk bilimkurgu yazarıdır. Gerçekçi ve sivri dilli yapısı ile tanınırdı. Retorikçi, hicivci, filozof ve ilk bilim-kurgu yazarı olan Lukianos, avukatlık ve sofistlik gibi farklı işlerle de uğraşmıştır. ”Gerçek Bir Hikaye (The True History)” isimli eserinde Ay’a yolculuktan ve gezegenler arası savaştan bahsetmektedir. 4
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Mayıs 2017 / sayı 1
K
omagene Krallığının içinde bulunan Samosata’da milattan sonra 120’li yıllarda doğup büyümüştür. Anadili Suryanice idi. Samsat Süryanicede “Güneş” anlamına gelen Şamişat’tan gelmektedir. Samosata şehri günümüzde Adıyaman’ın Samsat ilçesidir. Tarihi MÖ 3000 yıllarına uzanan köklü ve önemli bir yerleşim merkezi olan Samsat, baraj yapımı sırasında sular altında kalmıştır. Yeni Samsat bugün bulunduğu yerine kurulmuştur.
T
anrıların Konuşmaları, Deniz Konuşmaları, Öbür Dünyadan Konuşmalar, Ahirete Varış Yahut Tyrannos, Yosma Konuşmaları, Hermotimos Yahut Felsefe Çığırları, Düş Ya da Horoz, Sofra Yahut Lapithos’lar, Köpeksi, Zeus’un Bozulması, Toxaris Yahut Dostluk, Hadım, Timon Yahut Yalkız, Prometheus Yahut Kaukasus Dağı, Menippos Yahut Nekyomanteia, Kharon Yahut Seyirciler, İkaromenippos Yahut Göklerde Yolculuk, Yalanseven Yahut İnsansız, Birçok seyahate çıkan Lukianos’un gittiği yerler Tarih Nasıl Yazılmalı, Olmuş Bir Öykü. Ayrıca arasında Antakya, İyonya, Atina, İtalya, Galya, Roma
ve Mısır bulunmaktadır. Roma’da bulunduğu yıllarda Platoncu filozof Nigrinos ile tanıştı. İyonya’da kaldığı zamanlarda Yunan dili ve kültürünü öğrendi. Din ve felsefe eleştirileri yüzünden çok düşman kazandı ve geçim sıkıntısı çekti. Bu dönemde Mısır’a giderek çeşitli devlet hizmetlerinde çalıştı. Milattan sonra 180’li yıllarda öldüğü sanılmaktadır. Lukianosun yazmış olduğu düşünülen 80 kadar eser bulunmaktadır. Bunların arasında hicivsel diyaloglar, retorik yazılar, aşk romanları, ölüm sonrasını sorgulayan kitaplar vardır. Ayrıca Hristiyanlık anlayışı, uzun yaşam ve dengeli beslenme hakkında yazılarda yazmıştır. Roma dönemine eserleriyle damgasını vurmuş, önemli bir düşünürdür. Özellikle Homeros ve Platon’un eserleri üzerine çalışmıştı.
2008 yılında Adıyaman Üniversitesi Samsatlı Lukianos Lucianus of Samosata adlı uluslararası sempozyum düzenlemiş, yazarın daha çok kişi tarafından tanınması amaçlanmıştır. Lukianos’un dünya çapında en çok bilinen eserleri “Tanrıların Konuşmaları”, “Deniz Tanrılarının Konuşmaları”, “Ahirete Varış”, “Öbür Dünyada Konuşmalar”, “Gerçek Bir Hikaye (Yaşanmış bir öykü)”, “Tarih Nasıl Yazılmalı?” dır.
Eserlerinden seçmeler batıda ilk olarak 1499 yılında Floransa’da yayınlanmıştır. Ülkemizde “Tanrıların Konuşmaları: Seçme Yazılar” adı altında Nurullah Ataç’ın çevirisi ile 1944-1949 yıllarında eserlerinden seçmeler 3 cilt olarak yayınlanmıştır. Bu çevirilerde yer alan eserleri:
yerlibilimkurguyukseliyor@gmail.com
5
Aya seyahatten bahsettiği eseri The True History
“Gerçek Bir Hikaye”de günümüzden binlerce yıl öncesinden uzay yolculuğu ve gezegenler arası savaştan bahsetmektedir. Eseri, Roma İmparatorluğu döneminde milattan sonra 175 yılında kaleme almıştır. Söze dönemin filozoflarına sert atıflarda bulunarak başlamış. İnsanlara söyledikleri yalanları eleştirmiş. Şöyle diyor ilk sayfalarda “Bu öykünün her yerine, yazılarına türlü türlü inanılmaz şeyler, türlü türlü masallar katmış eski ozanların, Ormanda ilerlerken önlerine tunç bir direk tarihçilerin, feylesofların kulaklarını çınlatacak çıkmış. Üzerinde “Herakles’le Dionysos buraya sözler serpiştirdim.” dek gelmişlerdir.” yazıyormuş. O iki tanrıya da tapındıktan sonra yola devam etmişler. Ormanın içinde şaraptan ırmaklar, şarap tadında balıklar, gövdesinin üstü kadın olan üzüm bağları görmüşler. Burada başlarına gelenlerden korkup gemilerine kaçmışlar.
6
Bir gemi ile Atlantik Okyanusu’nda çıktıkları yolculuk ile başlıyor öyküsü. Okyanusun sonuna kadar gidip, yeni yerler görmek yeni insanlar ile tanışmak için çıkmışlar yolculuğa. Lucian ve elli arkadaşı yanlarına uzun süre yetecek erzak ve ihtiyaçlarını aldıktan sonra bir de kılavuz bularak, çektirme bir gemi ile çıkmışlar yolculuğa. Yolculuğun birinci gününün ardından çıkan fırtına gemilerini tam 79 gün sarsmış. Sekseninci gün bir adaya varmışlar. Adada çeşitli ağaçlar, bitkiler varmış. Kumsalda bir süre dinlendikten sonra otuz kişi gemi ile kalmış. Yirmi kişi onunla birlikte adayı keşfe çıkmış. www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Mayıs 2017 / sayı 1
Yeniden açıldıklarında bir fırtına çıkmış. Gemilerini havaya kaldırmış. Gemi yelkenlerin yardımı ile yedi gün yedi gece havada gitmiş. Sekizinci gün adaya benzer, parlak, yuvarlak bir toprak görmüşler. Adaya demir atıp çıkmışlar ve orada yaşayan kişiler, canlılar olduğunu görmüşler. Adaya çıktıklarında önce hiçbir şey görmemişler ama hava kararınca başka adalar da olduğunu görmüşler. Adanın içeriklerine ilerlemek istemişler ancak orada yaşayan kişiler tarafından yakalanmış ve ülkenin kralına götürülmüşler. Kral onlara bu adanın Ay olduğunu söylemiş. Kendisinin buraya nereden ve nasıl geldiğini anlatmış.
Kral onlara Ay kişilerinin Güneş kişileri ile savaşta Bütün hazırlıklar tamamlandıktan sonra Ay, Güneş olduğunu, bu savaşın neden olduğunu anlatmış. ve destek vermek için yıldızlardan gelen halklar Savaşı Güneş kişilerinin kazandığını ve yeniden çarpıştı. Büyük kayıplar verildi. savaşmak istediğini, isterlerse kendilerinin de bu savaşa katılabileceğini söylemiş. Lucian bu teklifi kabul etmiş. Bunun üzerine kral onları yemeğe davet etmiş.
Savaşın sonunda yapılan antlaşmanın iki ülkenin sınırına dikilecek bir direğe yazılması kararlaştırılmış. Gün doğarken savaş hazırlıkları başlamış. Ay kişilerinin binlerce askeri, mancınıkları, dev akbabalara ve değişik kanatlı canlılara binen binicileri varmış. Ve daha türlü türlü değişik canlılar savaş için getirilmiş. Hatta Büyük Ayı yıldızından gelen ve başka yıldızlardan gelecek olan askerlerde varmış. (Hikayenin bu bölümün içinde Lucian, Heredot’a göndermelerde de bulunmuştur.) Lucian savaş bittikten sonra Ay halkını anlatmış. Ay gezegeninde kadınların olmadığını, Aylıların kadınlardan doğmadığını ve çocuğun karından değil baldırdan doğduğunu anlatmış. (Görseller Türkçe baskıda yer almamaktadır. )
Kitap buna benzer inanılmaz olaylar ve fikirler ile dolu. Ay ve Güneş savaşının sonucunu yada savaşta daha ne çeşit canlıların bulunduğunu merak ediyorsanız kitabı baskısı bitmeden almanızı öneririm. Samsatlı Lukianosu araştırdığım birkaç gün benim için oldukça heyecanlı ve keyifli geçti. Yazarın bundan yaklaşık 1850 yıl önce böyle bir Çarpışma zamanı gelince kral birliklerini dizdi bakış açısına sahip olması inanılmaz. Birçok bilim ve emrindeki dev örümceklere Ay’dan Sabah kurgu eserine ilham kaynağı olduğu söyleniyor. Yıldızı’na kadar bir ağ örmelerini buyurdu. Böylece Günümüzde yaşıyor olsa nasıl eserler çıkarırdı yaya birlikler gelebilecekti. hayal bile edemiyorum. yerlibilimkurguyukseliyor@gmail.com
7
İsmail Şahin’in Kütüphanesinden
METİN GÜÇLÜ
EVRENİN TÜRK BEKÇİLERİ Nergiz Yayınları’ndan Ocak 2007 tarihinde çıkan ve Metin Güçlü tarafından yazılan “Evrenin Türk Bekçileri” isimli kitap, çevresi tarafından neredeyse deli olarak nitelendirilen Okan isimli bir gencin başından geçen olaylarla başlıyor. Kendisinde olağanüstü bir fiziki güç, önsezi ve telepati gibi yetenekler vardır ama ancak başından geçen olaylardan sonra bunların farkına varacaktır. Okan, Şile yolunda giderken virajın görünmeyen kısmındaki bir tehlikeyi hisseder. Taksi şoförü sert bir frenle arabayı durdurur. Yolun ortasında koskoca bir kütük durmaktadır. Kız arkadaşını taksiyle geri gönderir ve kendisi ormana dalar. Ormanda Şiba isimli bir genç kızla tanışır fakat Şiba bir Dünyalı değildir. “Galaksi Savunma Birliği”nin dünyayı korumakla görevli “Negrita” isimli uzay gemisinin komutanı olan bir Venüs’lüdür. Şiba ile Okan Negrita’ya döner. Okan artık “Galaksi Savunma Birliği”ne katılmıştır. Asıl macera bundan sonra başlamaktadır. Kitapta, birbirine bağlı olmayan dört macera vardır. İlk maceramız, başlığı olmamasına rağmen “PLİNKTON BELASI” diyebiliriz. Plinkton gezegeninden gelen ırkın dünyayı 8
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Mayıs 2017 / sayı 1
ele geçirmelerini engellemek için verilen mücadeleyi anlatıyor. Plinktonlular, dünya üzerinde önemli mevkilerde bulunan bazı kişileri önce zihinsel olarak ele geçirerek ve onların bedenini kullanarak örgütlenmektedirler. Bu kişiler emniyet müfettişi, eyalet savcısı, başbakan ikinci yardımcısı, denizaltı komutanı gibi mevkideler ve Plinktonlular bu kişilerle yer değiştirmiş durumdalar. Plinktonluların kendi aralarında farklı zihinsel güç kademeleri vardır ve kahramanlarımız ilk maceralarında bu Plinktonlularla mücadele ederek dünyadaki merkezlerini bulmaya çalışıyorlar ve merkezlerini yok ediyorlar.. Bu macera bana Robert A. Heinlein’ın “Kaybolan
Miras” ve “Merih’ten Saldıranlar” isimli eserlerini anımsattı. İkinci macera “JENA’lı KONUKLAR” adını taşıyor. Alaska’ya zorunlu iniş yapan bir Jena uzay gemisine yardım için yola çıkan Negrita’nın ve kahramanlarımız Okan ile Şiba’nın başından geçenler anlatılıyor. Negrita, Dünya’ya gitmek için kestirme bir yola girer fakat Santor’ların kontrolünde olan bir boyuta geçerler ve orada sıkışırlar. Okan ve Şiba gezegene iner, fakat gezegen ve üzerindekiler tamamen görüntüden
oluşmaktadır. İkilinin başlarından ilginç olaylar geçer. Santorların lideri boyuttan çıkmalarına yardım eder fakat bu sefer de bir zaman kayması meydana gelir ve kendilerini 2. dünya savaşının başlangıcında bulurlar. Aslında yaşadıklarının hepsi Santor liderinin bir oyunudur ve kahramanlarımız bir testten geçmişlerdir. Negrita dünyaya doğru yoluna devam eder. Fakat dünya yörüngesine yerleştirilen biri Rus, diğeri Amerikan iki savaş uydusu ile başları derde girer. Jena gemisi de bu uydulardan biri ile vurulmuştur ve Alaska’ya zorunlu iniş yapmıştır. Kahramanlarımız kılık değiştirerek yerlibilimkurguyukseliyor@gmail.com
9
o bölgedeki üs komutanı ile görüşür ve durumu anlatır. Hep birlikte Jena gemisine giderler. Gemi onarılır ve yoluna devam eder. Komutan Flaw, teknisyen Shena ve bizimkiler Negritaya döner. Komutan Flaw aynı zamanda bir astronomdur ve yaşadıklarına inanamaz. Daha sonra ise iki savaş uydusunun ise birbirini yok etmesi için ufak bir operasyon yapılır ve uydular imha olur. Üçüncü maceramız ise “BUZUL TEHLİKESİ” adında. Dünya kavurucu bir yaz günü ortasındayken hava sıcaklığı birden düşmeye başlar. Her yer donar, Avrupa, Amerika, okyanuslar buz tutar. Kahramanlarımız bu durumu çözmek için tekrar dünyaya inerler. Yine beden değiştiren uzaylılar vardır ama aynı zamanda Andromeda’dan gelen uzay gemileri atmosferde görünmez durumda beklemektedir. İkilimiz okyanusun ortasında buzların arasında şıkışıp kalan bir yolcu gemisinde ortaya çıkarlar. Şiba gemi telsizcisinin şaşkın bakışları arasında gemi telsiziyle Negrita ile bağlantı kurar. Negrita bir süre sonra geminin üzerine gelerek tüm yolcu ve mürettebat gemiye taşınır. İkilimiz daha sonra Avrupa’da bir otele giderler. Kendilerine verilen bilgi bulundukları yerin yakınından bir uzay gemisinin havalandığı şeklindedir. Araştırma sonucunda bir kimya tesisinden yüklü miktarda potasyum çalındığını öğrenirler. Bu arada Negrita atmosferde durumu kontrol altına almıştır ve Andromeda gemileri teker teker yok edilmektedir. Dünya ise yavaş yavaş ısınmaktadır. İkilimiz daha sonra iki uzaylının peşine düşer. Kısa bir Mars macerasından sonra, uzaylıları AnkaraKonya karayolu üzerinde ele geçirip dünyadan ayrılırlar Son maceramız ise “KAPLUMBAĞALARIN DEHŞETİ” Galapagos adalarında yaşayan penguenler birden bire ölmeye başlamıştır. O sıralarda ise Miami sahillerinde bir hareketlilik vardır. Önceki maceradan tanıdığımız komutan Flaw ise emekli olmuş, sahilde güneşlenmektedir. Birden bir şey dikkatini çeker ve ailesini uyarır. Kısa bir süre içinde tüm sahil bomboş kalmıştır. Denizden sahile doğru 10
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Mayıs 2017 / sayı 1
siyah bir dalga gelmektedir. Denizdeki tüm balinalar topluca intihar etmek için karaya vurmak üzeredir. Bir başka yerde ise, San Diego deniz üssüne bir yardım çağrısı gelir. Bir gemiye dev bir kaplumbağa çarpmış ve gemi su almaktadır. Önceleri şaka olduğunu zanneden üs yetkilileri haberleri izleyince durum araştırılır ve şaka olmadığı anlaşılır. Kaplumbağalar ise Acapulco’ya ulaşmış ortalığı yıkıp geçmişlerdir. Kahramanlarımız olayı araştırmak için dünyaya, Miami’ye gelirler. Oradaki görevli durumu anlatır ve olayı Flaw’un haber verdiğini söyler. Kahramanlarımız Flaw’u bulurlar. Flaw gördüklerini anlatır. Araştırmalara başlarlar. Kahramanlarımız Flaw’un ailesiyle birlikte Negritaya dönerler. Sorunun ay’dan kaynaklandığı anlaşılır. Aya iniş yapılır. Fakat ayda, üçüncü sistemden gelen bir gemi vardır. Amaçları dünyadan su alıp gitmek olan bu canlılar, gemilerini önce küçültüp dünyaya yollamışlardır. Geri dönüşte gemiler atmosferde beklerken, büyültme işlemi sırasında bir kaza olur ve büyültme cihazı dünyayı hedef alır. Kaza sonucu bazı hayvanlar etkilenmiştir. Kahramanlarımız bozulan cihazı onarırlar ve konuklarımız geri dönerler. O sırada aydaki Amerika üssünde devriye gezen iki asker ise gördüklerini unutmaya karar verirler. Dünyadakilerin “Galaksi Savunma Birliği”nden kesinlikle haberleri yoktur ama komutan Flaw ve ailesi, “Buzul Tehlikesi” macerasında uzaylıların bedenine girdikleri 3 kişilik aile ve yolcu gemisi kaptanı için “Galaksi Savunma Birliği”nin ve uzaylıların varlığını öğrenmek tam bir sürpriz olmuştur. Kitap için tam bir “Hard SF” örneği diyebiliriz. Uzaylı ırklar, madde veya enerji formundan diğer forma dönüşüm, gelişmiş uzay gemileri, düşünce okuma, zihin ele geçirme, telepati, başka bir canlının görüntüsüne dönüşüm, zamanda yolculuk vs…. Kısaca aradığınız her şey bu kitapta mevcut diyebilirim. Her ne kadar 1950-1960’ların tarzında yazılmış olsa da, böyle bir eserin ülkemizden de çıkması sevindirici bir durum. “Hard SF” türünü ister sevin, ister sevmeyin ama en azından yerli BK’ya destek olmak için bu kitabı alıp okumanızı tavsiye ediyorum.
Genel
Bilimkurgu Sözcüğünü Türkçeye Kazandıran Kişi
ORHAN DURU
Orhan Duru’nun Eserleri
(d. 18 Aralık 1933, İstanbul - ö. 25 Ocak 2009 İstanbul), Türk yazar ve gazeteci. Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi’nden mezun oldu. Mezuniyetten sonra bir süre aynı fakültede, asistan olarak görev yaptı. 27 Mayıs 1960 askerî darbesinin ardından kurulan askerî yönetiminin Ekim 1960’ta üniversitelerden ihraç ettiği 147 öğretim üyesinden biridir. Bir süre veterinerlik yaptı. Yazılarını ilk olarak Mavi dergisinde yayımladı. Gazeteciliği kendine meslek olarak seçti. Ulus, Cumhuriyet, Milliyet, Güneş ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. En son Interstar TV’de haber müdürlüğü yaptı. Bu görevden sonra, yazarlık yapmaya devam etti. Yazar ve çevirmen Sezer Duru’nun eşidir. Bir süredir tedavi gördüğü Surp Agop Hastanesi’nde 25 Ocak 2009 saat 02.30’da vefat etti. Orhan Duru ayrıca İngilizce science-fiction sözünü Türkçeye bilim-kurgu olarak tercüme eden, kullanan ve bu sözcüğü Türkçeye kazandıran kişidir. Bu kullanım daha sonra Türk Dil Kurumu tarafından resmîleştirilmiştir.
Bırakılmış Biri (1959), Denge Uzmanı (1962), Ağır İşçiler (1974), Yoksullar Geliyor (1982), Şişe (1989), Bir Büyülü Ortamda (1991), Kısas-ı Enbiya (1979), Kıyı Kıyı Kent Kent (1977), Hormonlu Kafalar (1992), İstanbulin (1995), Küp (2008), Amerikan Gizli Belgeleriyle Türkiye’nin Kurtuluş Yılları Düşümde ve Dışımda Yeni ve Sert Öyküler Fırtına Tango Geceleri Sarmal - Toplu Öyküler O Pera’daki Hayalet Kazı Durgun ve İşsiz
Çeviri-Uyarlama
O Pera’daki Hayalet (1996) Sierra Madre’nin Hazineleri (B. Traven’den), Gizli Tarih (Prokopius’tan), Çağdaş Fizikte Doğa (Werner Heisenberg’den) Durdurun Dünyayı İnecek Var (1968 - Antony Newley ve Leslie Bricuss’tan), Sınırdaki Ev (1970 - Slawomir Mrozek’ten), Üzbik Baba (1990 - Alfred Jarry’nin Kral Übü’sünden)
(Alıntı, Vikipedi) yerlibilimkurguyukseliyor@gmail.com
11
Kubilayhan Yalçın
Star Wars Evrenine Ezoterik Bir Bakış
Çağdaş bilim kurgu ve fantastik edebiyatın tarihsel
köklerini incelemek bir anlamda on dokuzuncu yüzyılın mason locaları ve/veya Teozofi derneklerinin koridorlarında kaybolmak demektir. 12
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Mayıs 2017 / sayı 1
Araştırmacı Marc Van Stone Denizler Altında Yirmi Bin Fersah ve Dünyanın Merkezine Yolculuk gibi kült romanların yazarı Jules Verne’in Gülhaç (Rosicrucian) ve masonik ezoterizm konusunda son derece bilgili olduğunu söyler. Michel Lamy, Jules Verne’in Gizli Mesajı: Masonik, Gülhaçcı ve Okült Yazılarının Deşifresi (The Secret Message of Jules Verne: Decoding His Masonic, Rosicrucian, and Occult Writings) kitabında Verne’in Hürmasonluk, Altın Şafak, Angelic Society ve Gülhaçlar gibi okült topluluklarla bağlantılarını araştırır, romanlarında bu toplulukların gizli ve kutsal sembollerini nasıl şifreli bir biçimde kullandığını açıklar. Sadece Dünyanın Merkezine Yolculuk bile, on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında, Teozofi hareketinin kurucusu Madame Blavatsky ve politik okültist Saint Yves D’alvaydre gibi figürlerin popülerleştirdiği, Oyuk Dünya Teorisi ya da Agartha-Shambhala mitlerinin bir versiyonundan başka nedir ki? (Not: Hepsi azılı birer okültizm meraklısı olan Hitler, Rudolf Hess ve Karl Haushofer gibi üst düzey Nazi liderleri de bu kayıp yeraltı uygarlıklarının(!)
yerlibilimkurguyukseliyor@gmail.com
13
peşindeydi.) Simya, Kabala, okültizm ya da kara büyü, sadece Jules Verne’in ilgi alanına girmiyordu tabii. Örneğin ülkemizde de büyük bir hayran kitlesine sahip J. R. R. Tolkien ve yakın dostu Narnia Günlükleri’nin yazarı C. S. Lewis’in Altın Şafak (Golden Dawn) adlı okült toplulukla ilişkileri vardı. Jim Morrison ve Jimmy Page gibi efsane rock yıldızlarının da hayranı olduğu bilinen büyücü, okültist, İngiliz MI6 ajanı, Thelema adlı sahte-dinin (pseudo-religion) kurucusu ve Ordo Templi Orientis adlı gizli topluluğun lideri Aleister Crowley de Altın Şafak üyesiydi. Yeri gelmişken: Tom Cruise ve John Travolta’nın da üyesi olduğu Scientology Kilisesi’nin kurucusu L. Ron Hubbard Crowley’nin Thelema dininin müridi ve bir O.T.O. inisiyesiydi. Hubbard gençlik yıllarında “ucuz roman” diyebileceğimiz, ikinci sınıf bilim kurgu romanları yazıyordu. Annesi de bir Scientology üyesi olan Philip K. Dick’in, The Turning Wheel adlı uzun öyküsündeki Elron Hu karakteri Ron Hubbard’ı hicveder: El-ron Hu(bbard). Yalnız tüm bu okült topluluklar ve karizmatik “edebiyat yıldızları” arasında bir isim var ki, Yıldız Savaşları hayranlarının oldukça ilgisini çekeceğini tahmin ediyorum: O da İngiliz politikacı, romancı, okültist ve İngiliz Gülhaç Topluluğu’nun (Societas Rosicruciana in Anglia) “Büyük Patronu” Sir Edward Bulwer-Lytton. Bu hayal gücü ve okült bilgisi geniş İngiliz asilzadesine geçmeden önce Yıldız
14
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Mayıs 2017 / sayı 1
Savaşları’nın yapım sürecinden bir anekdot paylaşmak isterim. 1977 sonbaharında, filmin yaratıcısı George Lucas, yakın dostu Steven Spielberg ve Stephen King uyarlaması Carrie ve Görevimiz Tehlike gibi filmlerin yönetmeni Brian De Palma’ya çekmeyi düşündüğü üçüncü filmiyle ilgili (Star Wars) bazı tasarımlarını gösterir. Spielberg filmin bir “büyük bir hit” olacağını söyler. Palma ise biraz alaylı bir şekilde: “What is this Force s–t?” der: “Bu Güç b.ku da nedir?”3 Yanıtı Jedi Ustası Obi Wan Kenobi şöyle veriyor: “Güç… Bütün canlılar tarafından yaratılan bir enerji alanıdır. İçimizden geçer, bizi sarmalar. Galaksi’yi bir arada tutar.”4 Güç, ona karşı alıcı/duyarlı olanlar tarafından bireysel olarak da kullanılabilir ve bu duyarlılığı (Force-sensitive) kandaki “midi-chlorian” seviyesi belirlemektedir. İmdi; Jules Verne’in Britanyalı çağdaşı olan Lytton’un (1803-1873) öne çıkan üç önemli romanı var: Pompei’nin Son Günleri (The Last Days of Pompeii), Zanoni ve George Lucas’ın Star Wars evrenini kurgularken beslendiği kaynaklardan biri olan Vril: Geleceğin Irkının Gücü (Vril: The Power of the Coming Race). İlk kez 1871 yılında yayımlanan The Coming Race romanının isimsiz anlatıcısı, bir madende işlenen cinayetin tetiklediği olaylar neticesinde kendini telepatik yeteneklere, gelişmiş bir teknolojiye ve Vril denen “elektro-spiritüel” (ya da elektro-ruhsal) bir güce sahip varlıkların yaşadığı bir yeraltı yerlibilimkurguyukseliyor@gmail.com
15
uygarlığında bulur. Kendilerine Vril-ya’lılar diyen bu meleksi varlıklar, binlerce yıl önce gerçekleşen büyük bir tufandan sonra bu karmaşık mağara ve tünel sistemleriyle birbirine bağlanan yeraltı kentlerinde yaşamaya başlamıştır. Bir ustanın rehberliğinde geliştirilen ve kontrol edilebilen, bu telekinetik Vril gücü, “yapıcı ve yıkıcı” amaçlar için kullanılabilmektedir. Bu ifadeler, özellikle Star Wars hayranlarının aklına Jedi ustaları, padawanlar ve Güç’ün Aydınlık (yapıcı) ve Karanlık (yıkıcı) tarafları gibi SW motiflerini getirmiş olmalı… Toparlarsak: Star Wars filmlerindeki “Force-Güç” teması, Batılı okültistlerin türettiği Agarta-Şambala mitlerinin temel olay örgüsü ve Nazilerin Vril motoru, Vril füzesi ve Vril gücüne sahip üstün insan ırkı yaratma projeleri gibi söylencelerin çıkış noktası bu romanda aranmalıdır. The Coming Race, Gelecek Irk adıyla Kyrhos Yayınları tarafından dilimize kazandırıldı. Ayrıca romanın İngilizce orijinalinin ücretsiz elektronik sürümlerine de internetten ulaşmak mümkün. Star Wars evreni, bundan çok daha kapsamlı ezoterik okumalara açık elbet. Bir örnek de dizinin yedinci bölümü Güç Uyanıyor’dan verip, bu kısa yolculuğumuzu sonlandıralım. Filmde İlk Düzen (First Order) adı verilen ve yıkılan faşizoid Galaktik İmparatorluk’un küllerinden doğan askeri ve siyasi bir yapılanma vardır. Yönetmen J. J. Abrams First Order’ın, İkinci Dünya Savaşı’ndaki yenilginin ardından Arjantin’e kaçıp, faaliyetlerini gizlice burada sürdürmeye devam eden Naziler’den esinlenildiğini söylüyor. İlginçtir; Jules Verne, Tolkien ve Crowley’in bir dönem üyesi ya da müdavimi olduğunu belirttiğimiz Altın Şafak topluluğunun The Orders olarak ifade edilen üç düzen ya da inisiyatik aşaması vardır. Hermetik Kabala kökenli ezoterik felsefelerin ve tarot, astroloji, geomancy gibi kehanet metotlarının öğretildiği “The First Order”, İlk Düzen; astral seyahat ve simya uygulamalarının yapıldığı The Second Order, İkinci Düzen ve Gizli Şefler’le doğrudan irtibata geçilen en yüksek düzey The Third Order,
16
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Mayıs 2017 / sayı 1
Üçüncü Düzen. Bu rastlantıları J. J. Abrams’a sorma şansım henüz olmadı ama(!), konunun peşini bırakmayacağımdan emin olabilirsiniz. Kaynaklar: 1-Clarke, Nicholas Goodrick. (2012). Nazizmin Gizli Kökenleri: Gizli Aryan Kültleri ve Nazi İdeolojisi Üzerindeki Etkileri. (Ali Cevat Akkoyunlu, Çev.). İstanbul: Kırmızı Kedi Yayınları. 2-Dick, Anne R. (2016). Philip K. Dick’in Peşinde. (Münevver Bayhan, Çev.). İstanbul: Alfa Yayınları. 3-http://nypost.com/2014/09/21/how-star-wars-was-secretly-george-lucas-protest-of-vietnam/ 4-http://starwars.wikia.com/wiki/The_Force 5-http://www.crystalinks.com/goldendawn.html 6-https://www.sfsite.com/01a/cr215.htm 7-https://www.innertraditions.com/the-secret-message-of-jules-verne.html
yerlibilimkurguyukseliyor@gmail.com
17
1.Yerli Bilimkurgu Yükseliyor Kısa Öykü Yarışması Birincisi
Abdülkadir Doğanay
KIVIRCIK ve SARI
Ölüm kapıdaydı. Karanlık dört bir yandan soğuğu çağırıyordu. Tehlike alarmları çığlıklara karışırken çoktan unutulmuş eski dualar tekrar gün yüzüne çıktı. Uzaktaki ormanları aleve verdiler; birbirlerini ezdiler, yağmaladılar, yalvardılar. Bir kadın kendini alnından vurdu. Bir yaratık sinir krizi geçirip yere yığıldı. Delirmiş gözler o karanlık noktaya sabitlendi. Biraz sonra tüm halk evlerine çekildi. Çünkü gecenin soğuğu ormandaki alevlerden daha çabuk gelecekti. Buz her şeyi yutmadan önce şehir derin bir sessizliğe gömüldü. Anne saçlarını kesmeye karar vermişti... Kaskımın filtresini açıp etrafa baktım. Tüm gezegen koca bir kar küresini andırıyordu. Binalar buz kalıpları içindeydi. Sokaktaki yaratıklar gözlerindeki dehşetle donup kalmışlardı. Yaşam bitmişti, renkler ve anılarda öyle. Tufan sadece korkuyu uyuşturamamıştı. Uzaktaki göl ve yanmış ağaçlar, hatta fıskiyelerden akan su bile donmuştu. İnce buz üstünde kaymamaya dikkat ederek yürüyordum. Işınlanma icat edilince büyük bir enerji gereksinimi doğdu. Kara tahtanın başına geçen matematikçiler de bir hesap yaptılar; insanlığa bir yıldız gerekiyordu. Böylelikle hem gerekli enerjiyi sağlayacak, hem de 18
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Mayıs 2017 / sayı 1
kendi güneş sistemimizi kuracaktık. Yıldızı galaksinin daha uygun bir yerine ışınlamak uzun vadede maliyeti azaltacaktı. Sonunda kendimize bir yıldız seçtik ve onu ışık yılları uzağa ışınladık. Sonra bir gün hiç hesapta olmayan bir şey fark ettik; kar küresini... Bu sistemde daha önce yaşama rastlamamıştık. Yıldızı ışınladıktan bir ay sonra yanıldığımızı fark ettik. Bu gezegen canlıydı, en azından eskiden. Yirmi yıldır radyo sinyallerimizi takip ediyor, bizden gizlenmek için holografik projektörler kullanıyorlardı. Neyin geldiğini asla anlayamamışlardı.
Buraya onları araştırmaya ve varsa sağ kalanları öldürmeye gelmiştik. Kimsenin bundan haberi olmamalıydı. Amerika’nın keşfi Aztek ve İnka’ları, nükleer enerji Hiroşima’yı, ışınlanmaysa koca bir gezegeni yok etmişti. Sıradan insanlar bu vicdan azabıyla yaşayamazlardı. Üniversiteye doğru ilerledik. Biçimlendirilmiş beynim gördüğüm tüm uzaylı yazılarını çeviriyordu. Bizi izlemiş; savaşlarımızı, şiirlerimizi, kimliğimizi öğrenmişlerdi. Sanki korkunç bir tablonun içinde yürüyordum. Donmuş insanlar taş heykeller gibiydi. Ben dokundukça vücutlarının bir parçası kopup yere düşüyordu. İrkilip onlardan uzaklaştım.
yerden. Kandela silahsızım der gibi ellerini havaya kaldırdı: “Korkmana gerek yok. Ben sadece bir hologramın.” Nefesimi toparladım. Ne demek istediğini bir süre sonra anlayabildim. Rahatlayıp ayağa kalktım. Kandela devam etti: “Gezegenin tüm bilgi birikime sahibim. İstediğini sorabilirsin.” “Gezegende kaç kişi kaldı?” diye sordum. “Silahları var mı?”
Tebessüm edip yukarı çıkan merdivenlere yürüdü. Eliyle gel dercesine bir işaret yapınca peşinden Onların en eski inançlarında güneş şefkatli bir anne gittim. Üst kattaki daha geniş bir odaya daldık. Güneş gibi tasvir ediliyordu. Her gün doğumunda kıvırcık sisteminin devasa bir modeli vardı. ve sarı saçlarından kopardığı bir telle gezegenini ısıtan bir anne. Bu yüzden her yılın ilk günü yerli “Sizinle ilgili her bilgiyi burada topluyoruz.” dedi kadınlar saçlarından bir tutam kesip güneşe saygı için hologram. Sonra sanki ilgisi dağılmış gibi yapıp eline toprağa gömüyorlardı. Bunları bilgi bankasındaki eski aldığı bir kitabı kurcalamaya başladı. yazıtlardan öğrenmiştim. “Soruma cevap vermedin.” diye çıkıştım. İdam mangasını kuzeydeki düzlükleri araştırmaları için görevlendirdim. Onlar gidince yalnız başıma “Yönettiklerimi neden öldürdünüz?” diye sordu bana. devam ettim. Bu bölüm daha önce incelendiği için Sanki başka biriydi. korkmuyordum. Üniversitenin içine girdim. Okuma odaları ve anlam veremediğim bazı bölümler yerin Halkım yerine yönettiklerim anlamına gelen metrelerce altına, deniz tabanına kadar uzanıyordu. kelimeyi kullanması dikkatimi çekmişti: “Ne demek Koskoca şehir bir gemi gibi suyun üstüne inşa edilmişti. yönettiklerim?” Silahım önde ben arkada koridorlarda gezdim, dehlizlere girdim, odaları dolaştım. Hayatta kalabilenlerden ufak bir direnç bekliyorduk. Ya gölgelerin arasından ya da bir yarıktan fırlayıp üstümüze atlayacaklardı. Fakat bir grup yerli emrimdeki beş bin askere karşı koyamazdı. Zafer muhakkak bizim olacaktı.
Yine tebessüm etti: “Bu gezegeni ben yönetiyordum.”
Saydam denebilecek yüzü birden bana doğru döndü. Bir çığlık atıp geriye fırladım. Resim yavaşça ayaklarını uzatıp duvardan çıktı. Artık üç boyutlu bir hale gelmişti. Üzerine birkaç el ateş etmeme rağmen bir faydası olmadı. Işınlar içinden geçip duvara saplanıyordu.
Bir savaş ilanı gibi gelmişti. Titreyen gözlerimi ona çevirdim: “Ne demek istiyorsun?”
“Sen sadece bir kandıramazsın.”
illüzyonsun.”
dedim.
“Beni
“Sizin için bir illüzyonum.” dedi Kandela. “Ama buradakiler için onların hologram tanrıçasıydım. Geniş bir salona daldım. Kıyıda köşede birbirine sokulup Soruna gelecek olursak; bu gezegende kimse kalmadı.” donarak ölmüş cesetler vardı. Kafamı sağa çevirince alev gibi parlayan bir surat gördüm. Yaklaşınca sadece Bir daha tebessüm etti. Tam salondan çıkmak için bir duvar resmi olduğunu anladım. İki metre boyunda, kapıya yönelmiştim ki belli belirsiz bir sesle çok tanıdık görünüşe göre kadındı. Daha iyi inceleyebilmek için bir şiir okumaya başladı. Shakespeare’in dizeleri kaskımdaki ışığı artırdım. Uzun ve sarı saçları iki yana sanki can buluyordu. Yerime raptiyelendim, kanımın bir sarmaşık gibi uzanıyordu. Kızıldan sarıya kayan bir donduğunu hissedebiliyordum. renk paletinde dalgalanan saçlar o kadar canlıydı ki “Bizi yaralarsanız, kanamaz mıyız? Gıdıklarsanız sanki üzerini örten ince buz katmanını eritiverecekti. O gülmez miyiz? Zehirlerseniz ölmez miyiz? an anladım; bu kadın güneş tanrıçası Kandela’ydı. Ve bize zulmederseniz, öç almaz mıyız?”
“Uzaklaş benden!” diye bağırdım mevzi aldığım
“Güneşimizi çaldığınızda” dedi Kandela: “tüm ışınlanma enerjimizi de kesmiş oldunuz. Bu gezegendeki herkesi ölüme mahkûm ettiniz.”
yerlibilimkurguyukseliyor@gmail.com
19
“Ne laf geveliyorsan söyle artık!” Sinirlenmeye başlamıştım. Dünya küresini avuçlarının içine aldı: “Ama bilmediğiniz bir şey var; burası sadece bir koloni gezegeni. Bundan başka on iki toz zerresinde daha yaşıyoruz.” Olduğum yere çöktüm kaldım. “Ya- yani…“ Hiçbir şey söylemedi ama bu sefer yüzünde acı bir tebessüm vardı. Bu defa Nazım Hikmet’ten bir alıntı yaptı: “Ya ölü yıldızlara hayatı götüreceğiz, ya da dünyamıza inecek ölüm.” Elindeki dünyayı yere attı. Gözünde nefreti gördüm. Ben bir köşede meczup gibi titrerken saçlarından bir tel koparıp iki parmağının arasında tuttu. Bana dikili gözlerini hiç ayırmadan saç telini dünya maketinin üzerine bıraktı. Onun düşüşünü izledim, sanki hiç bitmeyecek gibiydi. Ardından telsizden bir anons duydum: “Burası Mars kolonisi, Kızıl Vadi ‘den sesleniyorum. Sesimi alan herkese bildiriyorum; Dünya’ya kimliği belirsiz nükleer silahlar ışınlandı. Kayıp çok büyük. Dünya düştü. Tekrar ediyorum Dünya düştü!” Duyduklarımı hazmetmeye çalışıyordum. Farkında olmadan ölümcül bir ışınlanma savaşını, kozmik bir kan davasını başlatmış olabilir miydik? Kadın bir saç telini daha dünyaya bıraktı. Sonra bir tane daha, bir tane daha... Artık hiçbir şeye tepki veremeyecek kadar çaresizdim. Orada sessizce oturup kıvırcık ve sarı saç tellerinden devasa bir yumağın oluşmasını seyrettim...
Son
20
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Mayıs 2017 / sayı 1
1-Abdülkadir Doğanay - Kıvırcık ve Sarı (Birinci)
12-Mustafa Özçınar - Yeni Bir Başlangıç (İkinci)
2-Aynur Türk - Tek ayak, Tek Meme
13-Nezahat Çağdaş - Tesbih Taşları
3-Burak Katipoğlu - Kısa Mesafe
14-Nur İpek Önder Mert - Gölgelerin Dünyası
4-Burak Yüksel - Bilim ve Kurgu
15-Onurkas Balaban - Kyūseishu
5-Burcu Güler - Sadece Yalnız Adam
16-Özgür Hünel - İhtiyarlar Nereye Gider
6-Cem Can - Anibal Deneyi
17-Sakıp Şeng - Mavi Dalga
7-Emirhan Karahasan - Kaptanın Işınlanma Günlüğü
18-Semih Bulgur - Işınlanmanın Ruhu
8-Gökhan Cılam - Günlük
19-Süleyman Sönmez - Mülteci
9-İsmail Yiğit - 2023 Nolu Sandık
20-Umut Karcı - Hikaye
10-Kenan Çetinkaya - Kralın Dönüşü (Üçüncü)
21-Varlık Ergen - Son Veba
11-Metin Uçar - İlk Işınlanan İnsan
yerlibilimkurguyukseliyor@gmail.com
21
Burak Fedakar
YENİ BİR UMUDA DAHA ADIM ATMAK!
STAR WARS The FORCE AWAKENS John Williams
1980 yılının hava durumunu hatırlayamadığım bir pazar sabahında,
Şişli Kent sinemasında anne ve babamla izlediğim ilk Yıldız Savaşları Yeni Bir Umut filminde, benim içinde, tüm yaşamımın müzik zevkini belirleyecek adımların temeli atılmıştı. 22
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Mayıs 2017 / sayı 1
Tarifi imkansız ve belkide bir daha hiç aynı hazzı alamayacağım bir keyif ve büyülenmişlikle izlediğim bu ilk filmin beni en çok etkileyen iki anından biri Darth Vader’ı ilk görüşüm ve diğeri de filmin açılış anındaki olağanüstü temasıydı. İlerleyen yıllarda aynı heyecanı elimden geldiğince klonmaya gayret ederek Star Wars hayranlığımı gerek film, gerekse film dışı malzemelerle bugüne kadar ayakta tuttum ve sanırım son nefesime kadarda beyin damarlarıma sağlam bir şekilde işlenmiş olarak ayakta tutmaya devam edeceğim! Star Wars, özellikle benim kuşağımı, bütün dünyada inanılmaz bir etki alanı içine almıştı. Şahsım içinse bütün bu hayranlığın merkezinde her zaman John Williams vardı. Seriye hayat veren ana tema ve diğer unutulmaz besteleriyle Williams, 43 yıllık hayatımda film müzikleri konusunda yüzlerce besteciyi takip etmeme sebep olan yaşayan bir efsane haline geldi. Bugün 84 yaşında olmasına rağmen halen, besteci ve orkestra şefliği kimliğini, formundan kaybetmeden başarıyla devam ettiriyor.
Efsanenin
yaratılmasında George Lucas kadar etkisi olan usta besteci, geçtiğimiz yılın sonunda, serinin yedinci filmi The Force Awakens ile tekrardan bagetini eline alarak Londra Senfoni Orkestrasının başında ana temayla harmanladığı yeni besteleriyle karşımıza çıkıyor. Senfonik müzik konusunda bugün yaşayan en önemli isimlerden biri olan Williams, ilerlemiş yaşına rağmen yeni bestelerle desteklediği yepyeni albümüyle kulaklarımızın pasını silmeye namzet bir işe imza atıyor. En başta belirtmekte fayda var, bestecinin yaşını ve orkestra başında gösterdiği performansı
göz önüne alacak olursak eğer, serinin geçmiş albümlerine kıyasla ciddi yorgunluk emareleri görmeyi bekleyenlerin yanlış düşüncelere kapıldıklarının göstergesi bir albüm var karşımızda! Bu filmde, özellikle ikinci üçlemede yoğun bir şekilde kullandığı orkestra haricinde koroyu, tek bir parça dışında kullanmayı tercih etmemiş. A New Hope filminde de kullanılmadığını düşünürsek, yüksek ihtimalle filmin yönetmeninin özellikle istemediğini varsayabiliriz. Williams, klasik ve ikinci üçlemeye hayat veren sayısız karakter temalarına burada yenilerini ekleyerek serinin müzikal yapısını zenginleştirmeye devam ediyor. Özellikle, yeni kadın kahramanımız Rey ve son model kötümüz Kylo Ren için bestelediği temaları merkez nokta alarak filmin bütünlüğüne yayıyor ve bunların desteğiyle, filmdeki eski göz ağrısı kahramanlarımızın klasik üçlemeyle unutulmazlar arasına giren temalarıyla birleştirerek, yeni üçlemenin ilk ayağını sağlam bir temel üzerine oturtuyor. Final parçasında Jedi Steps ve gücün temasını birlikte kullandığı ve orkestranın yavaş yavaş zirve yaptığı beste, dinleyicinin tansiyonunu ciddi biçimde yükseltmeyi başarıyor.
yerlibilimkurguyukseliyor@gmail.com
23
anlaşılacağı üzere çöl gezegeni Jakku’da hurdacılık yapan Rey’i, hem bize tanıtıyor, hemde filmin asıl önemli temasını ilk kez dinlettiriyor. Yumuşak geçişlerin, keman ve flüt eşliğinde yapıldığı bir geçiş bestesi bu!
M ain Title And The Attack On The Jakku Village adıyla giriş yapan açılış parçamız, her
zamanki efsane temayla başlıyor ve filmin önemli bir karakteri olan Direniş pilotu Poe ile tanışıyoruz. Ana tema arkasından, orkestra hız kesmeden yaylı çalgılar eşliğinde hareketli sahnelerin işaretini veren bir tonda devam ediyor ve İlk Düzen Fırtına Birliklerinin Jakku Gezegenine yaptıkları saldırı üzerine gerilim düzeyini arttırıyor. Hemen bu anda Kylo Ren’in köy baskını sonrası gezegene inişi sırasında nefesliler eşliğinde ilk önemli temasını işitiyoruz. Karanlık tarafı fazlasıyla hissetmemize olanak veren bu önemli tema eşliğinde devam eden parça, filmin en çok sevilen karakterlerinden yeni robotumuz BB8’in, yoldaşı pilot Poe tarafından kendisine emanet edilen önemli bilgilerle olay yerinden kaçmasıyla son buluyor.
Iüzerine Can Fly Anything; karakter tanıtımının hareketli bir parçayla tansiyonu arttırıyor. Bestecinin yaylı partisyonlar üzerine nefeslileri sonuna kadar ayakta tuttuğu bir parça, burada ise diğer önemli karakterimiz Finn devreye giriyor ve esir tutulan Poe ile İlk Düzen’in devasa Yıldız Destroyerinden bir Tie Fighter çalarak kaçmalarıyla nihayetleniyor.
R ey Meets BB-8; Rey ve BB-8’in ilk tanışma anını içeren hafif tonda ilerleyen bir
geçiş parçaşı. unu takip eden ikinci parçamız, filmin Bunu takip eden Follow Me, hafif tonlarda en önemli karakterini karşımıza çıkarıyor. başlayıp Rey ve Finn’in tanışmasının The Scavenger isimli parça, adından da ardından, kendilerini kovalayan Fırtına
B 24
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Mayıs 2017 / sayı 1
Birliklerinden kaçış anıyla beraber tempo uzun bir kaçıp kovalamaca sahnesinin tüm kazanıyor ve bu hareketli parça, Millenium yoğunluğunu, nefesli ve yaylı enstrümanların Falcon’un devreye girmesiyle, nefesli Agitatosu eşliğinde keyifle dinliyorsunuz. çalgıları kullanarak ana temanın küçük bir kesiti ile son buluyor.
T hat Girl With The Staff; Kylo Ren’in yoğun ve karanlık psikolojisini hissettiren, R ey’s Theme; filmin en önemli teması. Kadın karakterimizin filme damga vuran bu
teması muhtemelen albüm için hazırlanmış bir versiyon. Giriş anı Ennio Morricone tarzı Spagetti Western havasında başlayarak yaylıların önderliğinde orkestranın tüm enstrümanlarının eşlik ettiği parça Adagio bir giriş yaparak, ilerleyen kısımlarda Affettuoso (Taşkın bir duyguyla) ile parçanın sonunu getiriyor. Bu tema son yıllarda bestecinin yaptığı en başarılı çalışmalardan biri.
bir önceki hareketli tema sonrası, bir nevi karanlık ve daha ağır bir tempoyla dinleyiciyi daha kaotik duygulara yönlendiren bir parça.
T he Rathtars, ilk göz ağrımız Han Solo ve Chewbacca ile yeni kahramanlarımızın ilk karşılaşma anı oluyor. Bulundukları yük gemisinde Rathtars isimli yaratıkların, kahramanlarımızı ve onların peşindeki gangster çetelerini kovalayıp mideye indirmeye çalıştığı hareketli sahnelerde Agitato tarzına dönüşle orkestra bir kez daha havalanıyor.
T he Falcon; adından da anlaşılacağı üzere orkestranın ayakta olduğu bir parça, yerlibilimkurguyukseliyor@gmail.com
25
T he Starkiller; First Order (İlk Düzen) olarak anılan, imparatorluğun küllerinden
doğmuş fanatiklerin, faaliyete geçirdiği yeni ölüm yıldızını ilk kez kullandığı anı simgeleyen, başta sona Dolendo (üzüntülü) bir tempoda ilerleyen, yaylı çalgıların egemenliğinde başarılı bir tema.
F inn’s Confession; Rey ve Finn arasında geçen yumuşak bir sahnenin arkasına döşenmiş bir geçiş müziği.
K ylo Ren Arrives At The Battle; bir önceki hüzünlü temanın ardından gelen yoğun
çatışma ortamını haber veren bir parça. Kylo’nun teması çevresinde, temposu hiç düşmeyen, Williams’ın hareketli parçalarda özellikle ağırlık verdiği yaylı ve nefesli çalgı uyumunun mükemmel bir örneği!
M az’s Counsel; bir başka yeni ve önemli bir karakteri karşımıza çıkartıyor. Efsane
Yoda’nın ırkından Maz ile tanışıyoruz. Ancak besteci bu karakter için özellikle yeni bir tema yapmamış. Filmin bu noktası, özellikle Rey açısından izleyicide soru işaretleri bırakan kilit sahneler içeriyor. Adagio ilerleyen parça, bitişini gücün temasıyla ve yaklaşan tehlikenin işaretini verircesine canlı bir tempoyla sonlandırıyor.
26
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Mayıs 2017 / sayı 1
T he Abduction; Rey ve Kylo’nun ilk karşılaşma anı ve karamsar bir temanın
eşliğinde, Rey’in esir düşmesi ve Kylo’nun gemisiyle uzaklaşırken Finn’in hayranlık uyandıran canhıraş bir şekilde haykırarak arkasından koştuğu sahneyi layığıyla tamamlayan bir parça
H
an and Leia; ilk gördüğümüzde tüylerimizi diken diken eden bir sahnenin üzerine, tüm sinema tarihinde yazılmış belkide en güzel aşk temalarından birini dinliyoruz. Huşu içinde ilerleyen bu bildik tema hiç kesilmeden Rebels teması eşliğinde devam ediyor ve Gücün temasıyla sonlanıyor.
sonra ortaya çıkan, imparatorluk kalıntısı İlk Düzen’in karşısına çıkan Direnişçilerle aynı çizgide olduklarını söylersek sanırım yanlış olmaz. Onları temsil eden bu parça albümün en başarılı çalışmalarından biri. Wagner ya da Holst tarzı, temposu yüksek bir marş diyebiliriz buna.
S noke; duygularımızı ayağa diken şovenist marşın ardından, adımlarınıza dikkat edin,
kendinize o kadar güvenmeyin diyen bir tempoyla üçlemenin yeni kötülükler efendisi Snoke ile tanıştırıyor bizi. Albümdeki parçalarda koro kullanılmadığından bahsetmiştim. Koro olarak kabul edersek insan sesinin kullanıldığı tek parça bu! İtici ve kötü bir karakteri tanımlamak açısından baştan aşağı sinsi ve rahatsız edici bir tema, ancak itiraf etmeliyim ki, Return Of The Jedi filmindeki İmparatorun teması insanın içine daha fazla işleyen ve etkileyen bir temaydı.
On The Inside; finale doğru giderken M arch Of The Resistance; klasik üçlemede Direniş ekibinin Yıldız Katilini yok etmek asiler olarak bildiğimiz grubun imparatorluk için yaptıkları hazırlık aşamaları için ara bir yıkılıp, cumhuriyetin ilanından otuz yıl parça. Yer yer hareketlenen ve filmin yeni yerlibilimkurguyukseliyor@gmail.com
27
temalarını harmanlayan bir çalışma.
S
cherzo For X-Wings; özel efekt açısından belkide tüm seri içinde en başarılı olarak kabul edebileceğimiz uzay ve gezegen üzerinde yapılan X-Wing ve Tie Fighter çarpışmaları üzerine her zamanki besteci farkıyla mükemmel bir parça. Andantino ve Animato tonlarda ilerleyen, nefeslilerin biraz daha ağır bastığı başarılı bir tema.
T orn Apart; filmin en can alıcı sahnesini içeren, baştan sona Dolendo tempoda
ilerleyen ve sinema tarihinin, en etkileyici sahnelerinden biri olarak gördüğüm ve fazlasıyla etkileyen bu üzücü bölüm üzerine Williams orkestrayı en can alıcı biçimde kullanıyor.
F arewell And The Trip; final öncesi bir ara geçiş ve dinlenme istasyonu vazifesi görüyor.
Yine tüm temaların bir arada kullanıldığı Animato (canlı) bir tonda ilerleyen, Han ve Leia’nın temasıyla birleşerek, gücün temasını kullanan parça, finale doğru son adımını, Rey’in temasıyla birlikte umut dolu he Ways Of The Force; filmin diğer ve bir kapanışla atıyor. önemli can alıcı sahnelerinden birini daha temsil ediyor. Rey ve Kylo’nun ışın kılıcı düellosu, muhteşem bir görsel şölen eşliğinde her iki karakterin ana temalarını kullanarak kulaklarımıza bayram ettiriyor. Williams’ın en başarılı olduğu işlerden biri olan temaları harmanlama yöntemi bu parçada doruğa erişiyor ve bitişi gücün teması yapıyor.
T
T he Jedi Steps And Finale; albümün belkide en can alıcı noktası! Burada film içinde kullanılmayıp, son sahneye saklanan Jedi Steps teması çok başarılı bir beste. Rey
28
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Mayıs 2017 / sayı 1
basamakları tırmanırken, bizimde resmen heyecanımızı santim santim tırmandırıyor ve olağanüstü Force Theme’in devreye girişiyle efsane sahne noktalanıyor. Star Wars ana temasının, “şimdilik bu kadar, bir sonrakine kadar heyecan ve merakınızı ayakta tutmaya devam edin” dercesine görkemli kapanış başlangıcıyla beraber, her zamanki gibi film için bestelenen Rey, Kylo, Resistence March ve nihayetinde Jedi Steps eşliğinde bütün temaların arzı endam ettiği jenerik müziğiyle The Force Awakens görkemli bir kapanış yapıyor.
değil, sadece müzikal kısmını hedef aldım ve bunca yıllık Williams hayranı ve film müzikleri üzerine fazlasıyla deneyimli biri olarak bu albüm, Hans Zimmer ve tayfasının Hollywood film müzikleri piyasasını ele geçirdiklerini ve bu sektörün, altın çağ kabul edilen 1950’li yıllardan 2000’li yıllara kadar sinema filmlerine can veren orkestral senfonik müzik tarzından iyice uzaklaşmaya başladığını kabul edersek, albüm gerçek anlamda ilaç niyetine oldu dememiz yanlış bir tanımlama olmaz sanırım
Star Wars , The Force Awakens, önümüzdeki aylarda büyük bir ihtimalle
double albüm olarak piyasaya sürülebilir. O albümü elde etmek mümkün olursa, saniyesi saniyesine bütün filmin yoğunluğunu hissederek, bu kısa incelemeye yeni eklemeler yapılabilir. Albümün tamamını dikkatlice dinlediğinizde ve yeni temaları daha fazla hissettiğinizde, bir Star Wars filmine ve John Williams’ın kariyerine fazlasıyla yakışan bir albüm olduğunu görmek, bunca yıldan sonra, özellikle benim gibi dinozor olarak kabul ettiğim neslim adına heyecan verici. Tabi ki görüşlerime itibar etmeyecek kişiler muhakkak olacaktır. Ancak burada filmi
e l n i z i s ç ü G i l i g v e s n olsu dostlar! yerlibilimkurguyukseliyor@gmail.com
29
1.Yerli Bilimkurgu Yükseliyor Kısa Öykü Yarışması İkincisi
Mustafa Özçınar
Yeni Bir Başlangıç
Garip bir uyuşukluk hissinin ardından karnınızda uçuşan kelebekler. Mutlak sessizliği takip eden bir uğultu. Gözünüzün önüne çekilip dünyanızı bir anda karartan perde, sayısız noktadan alev almışçasına paramparça olup dağılırken herşeyin eski haline dönüşü.Yeni neslin bu deneyimi hiç yaşamadığını, hatırlayabilecek kadar eskilerin ise artık aranızda olmadığını elbette biliyorum. Yıllar öncesinde kalan bu ilkel ışınlanma deneyimini sizlere neden anlattığımı merak ediyor olmalısınız. Işınlanma sizler için alışageldiğiniz bir ulaşım aracı olsa da bu teknoloji geliştirilmeye başlandığında bizler için bir ölüm kalım meselesiydi. Birazdan anlatacaklarım tarih kitaplarınızda okuduklarınızdan çok farklı olacak.
30
iki metrelik bir mesafeyi kateden bu sinek işlem sırasında ölmesine rağmen tarihe geçmişti. Annemin ekipteki bilim insanlarından biri olması sayesinde çalışmalar ve kullanılan cihazlar konusunda herkesten fazla ve erken bilgi sahibi olabiliyordum. Çıkış kabini minicikken varış kabininin daha büyük ve hantal olması Beni, yani büyük bilim insanı Maya’nın elektronik dikkatimi çekmişti. Annem bunun sebebini açıkladığı dehası olarak bilinen oğlu Ankor’u iyi tanıdığınızı zaman beynimde bir şimşek çakmıştı. ve 142 yaşında olduğumu bildiğinizi sanıyorum. Bildiklerinizin eksik olduğunu söylemeliyim. — Çıkış kabininde canlıyı tarayıp onun moleküler yapısını ana bilgisayarımıza yüklüyoruz. Varış kabininde ise 2286 yılı, insanoğlunun bin yıllardır hayalini kurduğu bu yapıyı ve ışınlanma anındaki tüm biyokimyasal ve ışınlanmanın gerçekleşebileceğine inanmaya biyoelektriksel süreçleri o anki halleriyle yeniden inşa başladığı sihirli bir yıldı benim için. O zamanlar ediyoruz. Bu yüzden varış kabini çok daha büyük. henüz 14 yaşında bir çocuktum. ilk ışınlanan canlının bir sinek olduğunu daha dün gibi hatırlarım. Demek bu iş böyle yapılıyordu. Küçük bir çocukken, Laboratuvarda bir masadan ötekine kadar topu topu 3 boyutlu yazıcıya nasıl bir parça üreteceğini bir veri
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Mayıs 2017 / sayı 1
dosyasıyla yüklüyordum. Işınlanmada ise bu bilgi o anda elde ediliyordu. Ama her halükarda varış kabininden çıkan şey bir kopya idi. Demek ki ben ışınlanırsam aslında yok olmuş olacaktım. Diğer kabinden çıkan şey ise benim tıpa tıp bir benzerim olacaktı. Anneme bunu da sordum. Önce güldü. Sonra biraz düşünüp cevap verdi. — Vücudumuzu oluşturan atomlar, ortalama üç dört ayda bir neredeyse tümüyle yenilendiklerinde biz de değişiyor muyuz? Işınlanmada bireyi yeniden oluşturuyoruz ama o andaki duygu ve düşüncelerini oluşturan biyokimyasal ve biyoelektriksel verileri de kullandığımız için varış kabininden çıkan aynı kişi oluyor. Bu cevap beni tatmin etmemişti. Bir insanın ruhu ve duyguları, hormonlar ve enzimler gibi türlü çeşitte biyolojik doku ve proteinlerin yapılarında saklanabilir miydi? Ayrıca çıkış kabinindeki yolcu neden yok oluyordu? Bilgiyi alıp diğer tarafta yeniden üretim için kullanmaya tamam da aslını neden ve ne hakla yok ediyorduk? Annem bunun çok karmaşık bir açıklaması olduğunu söylemişti. Dünyada bu olayı biraz olsun anlayabilen sayılı bilim insanı varmış. Sanırım aynı canlının belli bir anından sadece bir tane var olabiliyormuş ve biz onu anlamak için tararken o yapı bozunuma uğruyormuş. Biz yeni bir kopya yaratırken asıl örneği korumayı başaramıyormuşuz. Bu nedenle, çıkış kabininde biçimsiz ve hayatiyetini kaybetmiş bir protein püresi bırakmaktansa güçlü manyetik ve ses ötesi dalga demetleriyle örneği parçalayıp buharlaştırıyorduk. Bu bana yanlış geliyordu. Bilim şehidi o sinekten insana geçiş bir günde gerçekleşmedi. Dokuz ay boyunca, farklı canlı türleri üzerinde yapılan sayısız çalışmadan sonra insanlar üzerinde denemelere izin verildi. Aslında belki de dokuz yıl gerekirdi bu aşamaya geçiş için ancak zamanımız daralıyordu. Enkaz haline gelen dünyamızdaki yaşanabilir bir kaç üsten, radyasyon ve zehirli gazlardan etkilenmeden, Mars’taki üslerimize insanları taşımalıydık. Bunun için roket kullanamıyorduk. Roketlerimiz için yeterince yakıt bulamamamız bir yana onları üretebileceğimiz tesis ve hammaddemiz de yoktu. Kaynakları yetersiz kalan üslerin nüfuslarını bir an önce azaltmalıydık. Taradığımız biyolojik örnekleri Mars’a taşıyabiliyorken dünyadaki örnek çeşitliliğini arttıramıyorduk. Elimizde olmayan gıda ve bitkiler için ansiklopedik bilgilere sahiptik ama o anki biyolojik
süreci aynen kopyalayamazsak elimizde sadece ölü bir örnek kalıyordu ki bu da malzeme ve vakit kaybı demekti. Keşke daha fazla bitki ve hayvan çeşidini yaşatabilse ve saklayabilseydik. Ayrıca artık yeterince temiz hava ve suyumuz da kalmamıştı. Denemelerde öncelikle ileri yaştakiler ve sağlık durumları iyi olmayanlar kullanıldı. Bunların başlarına gelenleri biliyorsunuzdur. İlk bir ayda neredeyse kimseyi sağ salim Mars’taki üslere ulaştıramadık. Bazıları manyetik fırtınaların etkisiyle iletimi geciken verilerin kurbanı olurken diğerleri varış kapsüllerine vardıklarında kalp krizi veya inme geçirip öldüler. Hafızası yerine gelmeyip bitkisel hayata girenler de oldu. Bu kötü başlangıçtan sonra gün be gün ilerlemeler kaydettik. Her başarısız deneme bize bir şeyler öğretiyor ve aksaklıkları düzeltip yola devam ediyorduk. Vaktimiz daralıyordu. Öyle ya da böyle ölüp gidecektik. Zehirli ve yıkık bir dünyada çürüyüp gitmek ile bize yeni bir umut olan Mars yolunda atomlarına ayrılıp dağılma ihtimali arasında seçim yapmak kolaydı. Birisinde mutlak ölüm varken diğerinde az da olsa umut vardı. Babamı yıllar önce büyük savaşta kaybetmişiz. Sonraki yıllarda kız kardeşim de üç yaşındayken çiçek hastalığından ölmüş. Kökü çoktan kazınmış olan bu virüs, savaştan sonra laboratuvarlardan çalınıp kullanıldığı için yeniden kurbanlar almaya başlamış. Annemin tek hedefi, kalan bir avuç insan ile birlikte ailesinin hayatta kalan tek ferdini yani beni Mars’a gönderip kurtarmaktı. En büyük sorunumuz, verileri Mars’taki üsse ulaştıran antenlerimizin manyetik fırtınalardan etkilenmeleriydi. Elimizde topu topu üç sağlam anten kalmıştı. Manyetik fırtınalar her ne kadar önceden kesin olarak belirlenemese de belli dönemlerde azalıyorlardı. Annem benim ışınlanmamı böyle bir döneme saklıyordu. İlk ışınlanmamı, aradan geçen bir asıra rağmen daha dün gibi hatırlıyorum. Işınlamadan önce cihazın zamanlayıcıları ve kabin kapılarını gizlice yeniden programlamıştım. İşlem sorunsuz gerçekleşti. O gün bu işlemin hafıza kaybı yaratmadığı nadir insanlardan birisi olduğumu da anlamıştım. Kısacık bir karanlık ve hissizlik anından sonra tıpa tıp bir kopyam Mars kolonimize ulaşmıştı. Ben ise, mutlu ve heyecanlı olan annemin dalgınlığından
yerlibilimkurguyukseliyor@gmail.com
31
yararlanarak, çıkış kabinini gizlice terkedip çalışma odama gitmeyi başarmıştım. Üsteki herkes Mars’a gönderilene kadar bu işlemi kendi başıma defalarca tekrarladım. Tabii bunları yaparken kopyalarımı Mars’a değil dünyadaki üssümüze gönderdim. Kendisini sona saklayan annem, bir kopyası Mars’a ulaştığında hala çıkış kabininde olduğundan, ışınlanmanın gerçekleşmediğini sanmıştı. Ortaya çıkıp gerçeği açıkladığımda önce inanamamıştı. Kendini toparladığında beni tekrar göndermek istemişti ama ben bunu reddetmiştim. Dünyada kalarak orayı yeniden yaşanabilir hale getirmek için çalışırken bir yandan da siz Mars’takileri izlemeyi sürdürdük. Annemi ve son kopyasını toprağa vereli neredeyse otuz yıl oldu. Ben ve hayatta kalan on bir kopyam son hazırlıkları tamamladık. O zamana kadar biz çoktan ölmüş olacağız ama dünya, kurduğumuz cihazlar sayesinde, on yıl içinde radyasyon ve toksik gazların etkisinden arınmış olacak. Bu, anayurdunuza dönüp yeni bir başlangıç yapmanız için size yolladığımız bir davettir.
32
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Mayıs 2017 / sayı 1
Son
Kitap okumayı sevenlerin, Gerçekten kitap okuyanların sayfası... yerlibilimkurguyukseliyor@gmail.com
33
1.Yerli Bilimkurgu Yükseliyor Kısa Öykü Yarışması Üçüncüsü
Kenan Çetinkaya
Kralın Dönüşü
“Hazırsak başlayalım arkadaşlar.” Meriç izole edilmiş odaya bakarak konuştu. Fotonla başlayan deneyler şimdi Anadolu bozkırının ortasında gizli bir yeraltı üssünde kalem, plastik, demir parçaları ile başlamış derken şimdi canlı organizmaları da içine almıştı. Üssün diğer ucundaki odaya nesneler hasarsız ışınlanabiliyordu. Tarih 2054 yılının Kasım ayının 12. gününü gösteriyordu. Meriç elinde tuttuğu kalemi birkaç defa çevirdikten sonra ağzına götürdü. Bu kurşun kalem ilk ışınladığı nesneydi. Sadece on metre öteye kadar gönderdiği kalemi tılsımlıymışçasına yanında taşıyordu. “Meriç Bey başlayabiliriz.” Göstergeleri inceleyen Ziya diğerinin işaretini bekledi. Ardından Ziya izole edilmiş odanın camlarına bakıp içeride ki maymunu kontrol etti. Hayvan sakinleştiricinin etkisinde olduğu için boş gözlerle etrafına bakınıyordu. Meriç koruma gözlüklerini taktı, önündeki düğmeye basarak geri sayımı başlattı. 34
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Mayıs 2017 / sayı 1
“5-4-3-2-1-0” Odayı kaplayan ışık o kadar güçlüydü ki camların siyah olması bile etkisini azaltmadı. İçeriyi kaplayan beyaz ışık son anda yeşil bir renge büründü. Ardından normale dönen odaya baktıklarında maymun artık yerinde yoktu. “Bu neydi Ziya?” “Bilmiyorum. İlk defa böyle bir ışık belirdi.” Aceleyle on metre ileride olan ilk ışınlanma odasına bağlandılar. “Samet maymunda belirgin bir zarar var mı?” Ziya
bağlantı düğmesine tekrar bastı. O sırada ekrandan diğer odayı izleyen Meriç endişeyle Ziya’ya baktı. “Samet sana söylüyorum.” Diğer taraftan gelen sesin şaşkınlığı belli oluyordu. “Efendim hiçbir şey yok henüz.” Meriç gözleri ekranda bir şeyler aranıyordu. “Hala gelmedi Ziya!” “Anlamadım Meriç, ne dedin?” “Yok işte kayboldu.” Meriç kendisini koltuğa bırakıp kalemini parmakları arasında çevirmeye başladı. Ziya görevlilere hiçbir şekilde odaya girmemelerini söyledi. Her iki odada karantinaya alındı. Meriç elinde ki kalemi kulağının üzerine yerleştirdi. “Sence ne oldu Ziya?” Ziya diğerinin yanındaki koltuğa bıraktı kendisini. “Taramalar yapılsın anlaşılır. Büyük ihtimalle atomlarına ayırdık Kralı.” “Kralı uyuşturmakta iyi ettik. Umarım acı çekmemiştir. Ama diğer deneklerde böyle bir şey olmamıştı.” “Bilemiyorum. Ama eğer güvenlik sorun olursa deneyleri kısa bir süreliğine durdurmalıyız.” Bu sırada Meriç’in bakışlarını fark edince geri doğru çekilip:
“Evet. Geldi.” “Hayır onu demedim. Kral sanki bana baktı Ziya.” Meriç ekrana daha bir yaklaştı. Bu sırada Kral küçük drone kameralar tarafından yakından izleniyordu. Su kaybının olacağı düşünülerek küçük bir kol ona doğru su borusunu uzattı. Normalde buna alışık olan Kral bir müddet aleti izledi. Ardından suya uzanıp içmeye başladı. Bir an duraksayıp bekledi. Şapırdattığı ağzına geniş bir gülümseme yayıldı. Sonra tüm gücüyle içmeye devam etti. “Kameraları vücuduna yaklaştırsınlar Ziya. Bir gariplik var. Ve sakın içeriye kimse girmesin.” “Samet kameraları iyice yaklaştırın.” Ziya’nın sesi gürdü. “Peki efendim.” Samet kameraları iyice yaklaştırdı. Dört farklı kamera aynı anda diğerinin etrafında dönüyordu. Kral iştahla suyu içerken kameraları izliyordu. “Üç dakika on bir saniyedir ortada yoktun. Şimdi buradasın ama neredeydin?” diyen Meriç görüntüleri ekrana vererek incelemeye başladı. Kral ise suyu içmeyi bırakmıştı. Oyun oynayan bir çocukmuşçasına neşeyle kameraları yakalamaya çalışıyordu. “Şunları görüyor musun Ziya?” “Yanık izlerini mi diyorsun? Evet diğerlerinden biraz fazla olmuş. Ama çok acı vermiş gibi durmuyor.”
“Kısa bir süreliğine sadece.” Dedi Ziya.
“Hayır onu değil. Boynuna bak. Oradaki izleri görüyor musun?”
“Tamam. Tamam.”
Ziya da ekrana iyice sokuldu.
“Raporlara göre radyasyon olması gereken düzeyde, ayrıca…”
“Evet, sanki tırmalanmış gibi gözüküyor. Samet Kral’ın ellerine odaklanır mısın?”
“Efendim, efendim.” Ses Samet’indi. Meriç hemen ekrana baktı. Kral oradaydı.
Kameralardan ikisi yakın çekim alarak ekrana Kral’ın parmaklarını yansıttı.
Ziya ve Meriç birbirlerine bakakaldılar. Kral hareketsizce etrafına bakınıyordu. Gözleri bir an kendisini izleyen Meriç ile karşılaşınca Meriç irkildi.
“Meriç?”
“Bunu gördün mü?
“Sanki kendisi yapmış gibi duruyor. Şunlara baksana tırnaklarının içinde deri parçaları gözüküyor.” yerlibilimkurguyukseliyor@gmail.com
35
Bir drone boyun kısmında durdu.
Ziya.”
“Şimdi daha belirgin. Boynunu neden bu kadar çizmiş olabilir ki?”
Bu sırada kamera ıslanmış ve aşağı doğru akan su Kral’a kadar geliyordu. Kral dronelerden ikisini yakaladı. Elleri arasında ki aletlerden çıkan kıvılcımlar Kral’ın vücudunda gezindi. Diğer iki dronu geri çekti Samet. Kral biraz hareketlendi. Arkasında duran platforma doğru ağzından bir miktar daha su fışkırttı. Birkaç saniye beklemişti ki makineden ona doğru gelen kıvılcımlar yüzünden titremeye başladı. Ayağa kalkıp kameraya baktı.
Ziya ellerini saçları arasında gezdirdi. Sonra; “Bilemiyorum belki de ışınlamanın verdiği acıdan ya da psikolojik baskıdan olabilir. Oksijensiz bir ortamda soluksuz kalınca içgüdüsel bir hareket yapmış olabilir.” Dedi. “Ama nasıl bir yere gitti ve nasıl hayatta kalabildi. Yani birkaç dakikadan fazla yaşayamaz.” “Tabi dünya da herhangi bir yere gitmediyse.”
“Kahretsin oyun oynarken kendisini kızartacak bu. Samet elektriği kes çabuk.” Ziya ayağa kalkmış endişeyle bakıyordu.
“Haklısın Ziya isteğimizin dışında bir yere göndermiş olabiliriz. Verileri nasıl?”
“Samet çabuk odayı soyutla kameralarda dahil tüm enerjiyi kes.”
Ziya şimdi önündeki verilere bakıyordu. Meriç birkaç defa daha seslendiyse de diğeri duymamışçasına hala ekranla ilgileniyordu. Meriç diğerine yavaşça dokundu.
Bu sırada ıslak duvar üzerinden zigzaglar çizen bir şey tırmanırcasına kameraya da doğru yönelmişti. Elli santimetreyi aşmayan enerji dalgası yukarı doğru çıkarken odadaki tüm enerji kesildi. Zigzag karanlıkta belirsizce parlayıp yok oldu.
“İyi misin?” “Meriç Kral’ın üzerinde ki enerji miktarına bir bak. Bu bu imkânsız. Sanki…” “Küçük bir jeneratör gibi. Ama vücudu buna nasıl dayanıyor?” “Dayanmıyor. Hücreleri parçalanıyor. Birkaç dakika içinde tamamen yok olacak. Enerji miktarı ilk geldiğinde daha fazlaymış.” “Çabuk alarm ver. Odayı steril hale getirmek için hazır olsunlar.”
Diğer odada Samet ayakta istemsizce titriyordu. Ardından vücudundan çıkan elektrik dalgası diğer bir ekip üyesinin üzerinde belirdi. Samet yere yığıldı. Zigzaglar çizen elektrik dalgası ardından çoğalarak makineler ve insanlar üzerinde gezinmeye başladı. Garip cızırtılar arasında oradan oraya koşturan bir çocuk gibi hareket eden dalgalar bir enerji kaynağında durup ardından çoğalarak çıkıyorlardı. Kaynak ne kadar büyükse o kadar zigzag beliriyordu.
Ziya hemen bir düğmeye bastı. Kral bulunduğu platformdan aşağı indi. Sağ bacağını yerde sürüklüyordu. Tüm odayı sürünerek dolaştı. Sonra köşelerden birisinde yüzü duvara gelecek şekilde oturdu. Birden tüm gücüyle ağzında ki suyu tepesinde duran kameraya doğru fışkırttı.
Meriç imha düğmesini açıp parmağını yerleştirdiğinde Ziya da aynı şeyi yaptı.
“Ne yapıyor öyle?”
“Haklısın. Olabilir.”
“Bunu daha önce de yapardı. Bakıcısıyla arasındaki bir oyun bu.” Ziya içindeki acıma duygusunu tüm ağırlığıyla hissetti.
Tüm üssü karantinaya alan düğmeye bastıklarında yerde kurumuş gözlerle bakan Ziya ellerini ona doğru uzatmıştı. Meriç kalemi elinden düşürdü. Zigzag şimdi ona doğru geliyordu.
“Hayır o kamerayı hedef alıyor gibi geldi bana 36
“O şey neydi?” Ziya merakla Meriç’e baktı. O da anlamadığını belirtircesine bakıyordu.
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Mayıs 2017 / sayı 1
“Bunu yapamayız. Eğer bu şey enerjiyle besleniyorsa patlamadan çıkacak enerji onu daha çok besleyecektir Ziya.”
Son
yerlibilimkurguyukseliyor@gmail.com
37
Canan Göl
İlk Çıkardıkları Kitabın Tarihine Göre Sıralanmış,
Bilimkurgu Yazarlarımız ve Eserleri Bu sayıdaki listeyi, ilk çıkardıkları kitabı 2000 yılından önce olan yazarlara ayırdık.
Yerli Bilimkurgu Yükseliyor grubu olarak, ülkemizde
yerli bilimkurgunun yükselmesi için bilimkurgu alanında çalışmalar yapan yazarların ve eserlerinin tanınması birinci önceliğimizdir. Hep birlikte yerli eserlerimizi tanıyıp, bilmeyen diğer tüm insanlara göstermek zamanıdır.
Bu liste ülkemizde şimdiye kadar yayınlanan yerli bilimkurgu kitapları hakkında bilgi sahibi olunması için hazırlanmıştır. Liste sürekli güncellenmektedir. Bu nedenle eksik olduğunu düşündüğünüz, bilimkurgu eserlerini, yerlibilimkurguyukseliyor@gmail.com üzerinden bize ulaştırabilirsiniz. 38
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Mayıs 2017 / sayı 1
Rüya mı? Hakikat mı? 1943
Dr. Vedii Bilgin Hataylı
Merih’e Yolculuk 1966 Orhan Yüksel
Gezegenler Savaşıyor 1970
Gezegenler Savaşıyor 2.Baskı - 1970
Arena 1971
Metin Atak
yerlibilimkurguyukseliyor@gmail.com
39
Ölüm İlahları 1970
Yokoluş 2011
Arılar Tarikatı 2015
Hadzabe 2016
Sargon:Denekler Uyanıyor 2016
Sargon:Onbirinci Boyut 2016
Kayıp Klan 2016
Gezegen Erna 2017
Yıldızların Çocukları 2017
Mustafa Ali Targaç
Koloni 2016
40
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Mayıs 2017 / sayı 1
Uzay Yolu 1973
Renkli Ülkeler 1976
Tarihin Başladığı Gün 1979
OBİ JS 927 1980
Tanrıların Kenti 2002
Unutulan Gezegen 2002
Büyülü Bahçelik 2009
Gizemler Okulu 2009
OBİ JS 927 2.Baskı - 2009
Obi Öze Dönüş 2009
Tanrıların Kenti 2.Baskı - 2009
Selma Mine
yerlibilimkurguyukseliyor@gmail.com
41
Selma Mine
Tarihin Başladığı Gün 2.Baskı - 2009
Unutulan Gezegen 2.Baskı - 2009
Hedef:Başka Dünyalar 2010
Mikrop Savaşı 2010
Yıldızlara Yolculuk 2010
Büyük Dava 2016
Bargan’ın Dönüşü 1979
Refik Özdek
42
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Mayıs 2017 / sayı 1
Uzay Çocukları 1980
Ahmet Tural
Yoksullar Geliyor 1982
Fırtına 1997
Işın Çağı İnsanları 1984
Işın Çağı Çocukları 35.Basım - 2013
Düşümde Ve Dışımda 2003
Orhan Duru
Gülten Dayıoğlu
yerlibilimkurguyukseliyor@gmail.com
43
2000’li Yılların Öyküleri 1991
Başkan Oyunu:2000’li Yılların Öyküleri - 1991
Dağın Ötesi 1996
Planımız Katliam 2001
Toso:Dağın Ötesi 2006
Koyun Paradoksu 2009
Dönüşüm 1995
Evrenin Kapısı 1997
Haldun Aydıngün
Boğaziçi ve Ötesi 1999
Fatih Çatallar
44
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Mayıs 2017 / sayı 1
Son Tiryaki 1996
Müfit Özdeş
Son Vermişler: Bir Bilimkurgu Üçlemesi - 1996
Sabri Gürses
Sonsuzluğun Sırrı 1997
Aydoğan Yazıcı Bülent Tanyolaç
yerlibilimkurguyukseliyor@gmail.com
45
Hayalet Kentin Kadınları 1997
Yollar Nereye Düşer 2009
Nurcihan Doğuç
Embriyogenesis 1997
Özlem Ada
Uzaya Kaçış 1997
Halil Kocagöz
46
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Mayıs 2017 / sayı 1
Uzaya Kaçış 2.Baskı - 2012
Cam Dünya 1998
Gurur Asi
Yıl 2046:Uzay Anıları 1999
Yıldızlardan Bile Uzaklarda - 2011
Aydın Boysan
Uzay 3981 1999
Dr. Mehmet Mutlu
yerlibilimkurguyukseliyor@gmail.com
47
Geyşa Android Şirketi 1999
Sahte Uygarlık 1999
Zühtü Bayar
Konunun başında söylediğimiz gibi, gözümüzden kaçan eserlerimizi,
yerlibilimkurguyukseliyor@gmail.com adresinden bize ulaştırabilirsiniz. Gelecek sayıda;
2000’li yıllarda basılan kitaplarda kalın, bilimle ve kurgularıyla kalın.
48
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Mayıs 2017 / sayı 1
görüşene dek hoş
yerlibilimkurguyukseliyor@gmail.com
49
Hasan Önal
?
Yerli Bilimkurgu Yükseliyor’un En’leri ve Neleri
Neler Yapmışız Neler Paylaşmışız Neler Konuşmuşuz
-Yıllar sonra amcamı görmeye gidiyorum... Çok heyecanlıyım yaa - Kim senin amcan? - ... Predator
50
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Mayıs 2017 / sayı 1
Kısa Öykü Yarışması yapmıştık...
yerlibilimkurguyukseliyor@gmail.com
51
den haber in is d e k in r’ e g in Schröd
geldi...
Resim Yarışması düzenlemiştik...
” . . ! n a a yı om la
“Yaş
lmuştu :O
ikaye bu h ir b ç n ü rk ü k o ç ail Yiğit,
İsm
52
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Mayıs 2017 / sayı 1
) : n e B ıştım
m z a Y r Şii
Resim yaptı gönderdi bize...
yerlibilimkurguyukseliyor@gmail.com
53
U G R U K BİLİM e l i b z i m i ’ ş i t s o Akr ! k ı t r a r va Kahramanlar yarattık :)
:)
54
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Mayıs 2017 / sayı 1
şiz! :)
nlemi i D i y e B m i a manı N
- Hocam saç ekiminde kafatası açılıyo muydu yaa...!!??
En S
) : s r a tar W
Uzay Danış
) : n a m t En Ba
yerlibilimkurguyukseliyor@gmail.com
55
Bu sayının YAZANI
Deniz Bilgen
Bilimkurgunun Beslendiği Ana Damar Bilim Değil; Hayaletlerdir!
Çoğu insan tarafından benimsenen ve kabul edilen görüş bilimkurgunun beslendiği ana damarın bilim olduğu konusunda varılan görüşbirliğidir. Yazılan, sinemaya çekilen vb birçok konuda önemli yer tutan bu görüşü destekleyen önemli kanıtlar da vardır. Uzaylıların Amerika Birleşik Devletleri topraklarına inmesi ya da ABD’li karakterlerin dünyanın (Çoğu insan tarafından benimsenen ve kabul edilen görüş bilimkurgunun beslendiği ana damarın bilim olduğu konusunda varılan görüşbirliğidir. Yazılan, sinemaya çekilen vb birçok konuda önemli yer tutan bu görüşü destekleyen önemli kanıtlar da vardır. Uzaylıların Amerika Birleşik Devletleri topraklarına inmesi ya da ABD’li karakterlerin dünyanın (uzayın, zamanın veya bilimkurguda geçen mekanın) tam ortasında kalmasıdır. Bu görüş aynı zamanda teknolojik olarak ileride olan ulusların dünyaya ne varsa bizde var demesiyle de örtüşür. Bilinçaltlarında oluşan bilimkurgu yazma isteğini bizimki saçma olur diyerek ötelenmesiyle sonuçlanır. uzayın, zamanın veya bilimkurguda geçen mekanın) tam ortasında kalmasıdır. Bu görüş aynı zamanda teknolojik olarak ileride olan ulusların dünyaya ne varsa bizde var demesiyle de örtüşür. Bilinçaltlarında oluşan bilimkurgu yazma isteğini bizimki saçma olur diyerek ötelenmesiyle sonuçlanır. 56
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Mayıs 2017 / sayı 1
Örneği daha da vurgulamak açısından geçmişle bugün arasında bir kıyaslama yapmak fena olmaz. Çok değil, 250 yıl önce bilimadamlarına 350 metre boyunda, 100 bin ton ağırlığında nükleer enerjiyle çalışan gemilerin varlığından söz etseniz muhtemelen yeriniz tımarhane olurdu. (O dönemin en modern gemisi HMS Victory 57 metre boyunda ve 2000 ton ağırlığındaydı) Eğer zamanda yolculuk yapsaydık ya da gelecekbilimci olarak o günlerde bunu söyleseydik başımıza gelenler sürpriz olmazdı. Nitekim, 20’lerde roket bilimiyle uğraşanlarla dalga geçen bilim dünyası, 1950’lerde tüm dünyaya 4 bilgisayarın yeterli olacağını düşünüyordu. Bu satırların amacı bilimi yerden yere vurmak veya eleştirmek değil. Tam tersine bilime ihtiyacımız var bu yadsınamaz bir gerçek. Fakat bilim insanoğlunun mantığıyla sınırlı. Bu sınırlılık günün koşullarına uygun sebep sonuç ilişkisi içerisinde olduğunda insanoğlunun hayalgücü zincire vuruluyor. Oysa bilimsel etiğin oluşturulmasında, farklı senaryoları üreten bir türdür bilimkurgu. Bunun da sebebi yazının başında bahsettiğimiz hayalgücünün hayaletlerine dikkat çekmesidir. Çünkü bilimkurgu, insanın kökenlerinde yeralan, bugün unutulmuş ve çeşitli baskılarla hapsedilmiş gerçek insanı anlatır. Bilimkurguda tek sınırın hayalgücü olması, zamandan ve mekandan farklı senaryoların üretilmesine olanak sağlar. Tıpkı insan vücudundaki hücrelerimizin aynı yaşta olmayıp, farklı hızlarda yenilenip yokolması gibi farklı yüzyıllarda doğmuş eski ve yeni pek çok düşünceye evsahipliği yapar bilimkurgu. Geçmişe karışmış, uzaklarda kalmış kuşakların deneyimlerini anlatır. Bu deneyimler bilinçaltımızda varolan fakat unuttuğumuz hayaletlerdir. Bu hayaletleri bulup çıkarmak, ortaya koymak ve yorumlayıp analiz etmek bilimsel olarak onyıllar belki de yüzyıllar alır. Bilimkurgu ise bunu rahatlıkla gerçekleştirip okuyucuyu fikirlerin gerçek yaşamdaki yansımalarıyla yüzleştirir. (Asimov’un Ben
Robot romanında bahsedilenlerin 100 yıl önceki kölelik sistemiyle ilgisi yok diyenlerin tezlerini dinlemek isterim) http://gph.is/18AjLmH Hayalgücünün hayaletleri olarak nitelendirdiğimiz, bugün unutulsa da bilinçaltında varlığını sürdüren deneyim ve düşüncelere iyi bir örnektir kölelik kavramı. Tarihte uzunca bir süre kölelerin kaynağı olarak görülen Rusya halkına Slav denmektedir. Dağınık halde yaşayan Slavları, Romalılar, Vikingler, ve pek çok uygarlık köle olarak kullandı. Yoksa siz İngilizce köle anlamı taşıyan Slav(e) sözcüğünün farklı bir yerden mi geldiğini düşünüyorsunuz? Peki bunların bilimkurguyla ne ilgisi olabilir? Rusça’da çalışma anlamına gelen – rabota- ile robot sözcüğü arasındaki benzerlik geçmişin geleceğe yansımasındaki bir başka ilginç örnek.
Bu yansımayı ortaya çıkaran ve insanoğlunu kendi gerçekliği ile yüzleştiren bilimkurgu bu bağlantıların ortaya çıkmasında önemli rol oynuyor. Mantık zinciri kurmak istersek şu da önemli bir örnek olarak karşımıza çıkar. Üretim, hizmet, sağlık vb birçok konudaki işleri mekanik kölelere bırakmayı hedefleyen robot teknolojisi ile Roma İmparatorluğu’nda yaygın düşünce olan özgür insanlar başkasının işini görmez düşüncesi arasındaki bağlantı oldukça ilginçtir. Bütün bunlar, bilimkurgunun gelecek öngörüsünde hayalgücümüzde sıkışan, günlük yaşamda ete kemiğe bürünemeyen ama bir şekilde dönüşerek gizli kalan deneyimlerimizi ortaya çıkarması açısından önemlidir. İnsan ile teknoloji hiçbir sonuç doğurmayan karşılaşmalar ziyan edilmiş bir fırsatı içinde barındırır. Çünkü bilimkurgu, bilimin gittiği yolu sorgular, yol gösterir veya olası tehlikelerine dikkat çeker...
yerlibilimkurguyukseliyor@gmail.com
57
Paylaşımlardan
Prof. Dr. Serdar Evren
Dünyanın, Bilinen En Eski Tapınağı,
Göbekli Tepe
Dünyanın Bilinen En Eski Tapınağı Göbekli Tepe: Açıkhava Gözlemevi mi? Bir Kuyrukluyıldız Çarpması İnsanların Yerleşik Düzene Geçmesine Neden Olabilir mi? Birbirinin içine geçmiş bu iki soru, son yıllarda astroarkeologların ilgisini çeken bir alan haline geliverdi. Arkeolojik kalıntılarda rastlanan ve gökyüzüne yönelik olduğu sanılan bazı duvar resimleri veya çizimler, neolitik dönemi yeniden sorgular duruma geldi. Yaklaşık 14500 yıl önce dünyamız soğuk buzul bir çağdan daha ılık bir buzul döneme geçiş yaptı. Ancak Grönland’daki buzul örneklerinden çıkarılan 58
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Mayıs 2017 / sayı 1
sonuçlara göre bu dönem sırasında sıcaklıklar aniden değişti. Bu ani değişimle birlikte insanlar Neolitik Devrim olarak adlandırılan dönemde yerleşik düzene geçiş yaptı. On yılı aşkın süredir bilim insanları bu süreci tartışıyor; acaba bu sırada dünya sıcaklığını arttırabilecek düzeyde, dünyaya bir kuyrukluyıldız çarpmış olabilir mi diye düşünüyorlar. Önceden de önerilen bu varsayım yeni bulunan arkeolojik bulgularla yeniden gündeme gelmiş görünüyor.
Sıcaklıkların aniden değiştiği dönem, “Genç Dryas” dönemi olarak bilinir ve adını “Dryas Octopetala” isimli, soğuk ortamlarda yetişen bir çiçekten alır. Bu çiçeğin o dönemde bütün Avrupa’da görüldüğü tahmin ediliyor. Kabaca 12500 yıl önce başlayan bu dönem yaklaşık 1200 yıl sonra, yine aniden son bulmuştur.
Bu eşleşme tahminleri tabii ki yalnız bir olasılık. Sütunlarda mitolojik kaynakların olasılıklarına ek olarak avcılık ve göç desenleri işleyen resimlere de rastlanıyor. Çevre koşullarının taşlara resmedilerek yansıtılması, bizler için yıllarca üzerine çalışmamız gereken birer ipucu olarak kalıyor.
Çoğu bilim insanı, nispeten daha ılık bu dönemin dünya dışı bir dış etkiden kaynaklanabileceği üzerinde duruyor; bu yüzden astroarkeolojik çalışmaların önemine vurgu yapıyor. Öte yandan konunun bizimle ilgisi ise, bildiğimiz üzere Göbekli Tepe’deki dikili taş sütunlar, dünyanın şu ana Ekteki fotoğraflar Göbekli Tepe yerleşim alanındaki taş kadar bulunan en eski tapınak alanıdır (MÖ 10890). sütunlara ve Dryas Octopetala çiçeğine aittir. Grönland buzulları için yapılan tarihleme çalışmaları Göbekli Tepe yerleşim alanının tarihlemesi ile uyum sağlamaktadır. Göbekli Tepe’de bulunan taş sütunların üzerindeki resimler, çizimler veya oyuntular, diğer kazı alanlarında bulunanlara hiç benzemiyor. Sütunlar üzerindeki değişik memeli hayvanlar veya akbaba gibi kuş türlerine ilişkin oymaların anlamı henüz tam olarak netlik de kazanmış değil. “Akbaba Taşı” olarak da bilinen 43 nolu sütun arkeologların özel ilgisini çekiyor. Böylesi bir şekil “ölümü temsilen” tahrip edici büyük bir olayı belirtmek için yapılmış olabilir deniyor. Diğerleri ise gökyüzündeki takımyıldızlarla eşleştiriliyor. Bilgisayarlarda gökyüzü programları kullanılarak MÖ 10950 yıllarına geri dönüp yıldızların konumları saptanıyor ve şekillerin büyük oranda eşleştiğine dikkat çekiliyor. O zaman bu tapınağı “belki de zamanın gözlemevi olarak da kullanılan bir yeridir” diye düşünebiliriz. Taşlar üzerindeki kabartmalar takımyıldızları temsil ettiği gibi, merkezde bulunan oyularak oluşturulmuş çember de Güneş’i temsil edebilir. Güneş’in burçlara göre çizili konumu, karbon tarihleme yöntemi kullanılarak hesaplandığında o yıllarda “Yaz Gündönümü”ne denk geliyor.
yerlibilimkurguyukseliyor@gmail.com
59
1.Yerli Bilimkurgu Yükseliyor Kısa Öykü Yarışması Beşincisi
Semih Bulgur
Işınlanan Ruh
Gezegen Birliği’nin soyadlarını kaldırmasından sonra, rakamlarla kodlanmaya hala alışamadım. Ben dünya vatandaşı Semih ARB023. Bu aralar, göğsümü yarıp fışkıran bir sevinç yaşıyorum. Amarus uzay istasyonunda ki yer çekimsiz platformda, uzay tenisi oynayacak bir talihli kadar şanslıyım. Bunu sadece dünya piyangosunu kazanmış bir kişi yapabilir. Her gün manyetik yollarla, vakum kanallarıyla 10 dakikadan fazla bir sürede gittiğimiz Beşiktaş’a, yarın saniyenin milyonda birinde gideceğiz. O kadar heyecanlıyım ki bir haftadır uyuyamıyorum. İşte bu son gece, gözümü bile kırpamıyorum. Yarın ışınlanıyoruz! Işınlanma yeni Hükümetin en büyük seçim vaadiydi ve binlerce deneyden, onlarca helak edilen kobay insandan sonra artık gerçek oldu. Babam bana verdiği sözünü tutup gezegen birliğinden, beraber ışınlanmamız için onay çıkardı. Bölge başkanı olarak onu kıramadılar ve böylece benim hayalim de gerçekleşmiş olacak. İlk kurulan ışınlanma kabinleriyle yarın Pendik’ten Beşiktaş’a uçuyoruz. Bir haftadır ışınlanmayı inceliyorum ve Gezegen 60
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Mayıs 2017 / sayı 1
Birliği ileri teknoloji laboratuvarlarında eğitim alıp maket ışınlanma kulübeleriyle denemeler yapıyoruz. Profesör X’te bana her türlü bilimsel desteği veriyor. Birkaç kez kedi, köpek, fare ışınlama denemesi yapmıştım. Acemilik zamanlarında, zavallı hayvanlar biraz erimiş, yanmış hâlde bazen de kolları kafalarında, göbekleri popolarında olarak karşı kulübeden çıktılar. Ancak zamanla kobaylarımı tek parça hâlinde ışınlamayı başarabilmiştim. Laboratuvarda aklıma takılan bir soruyu profesöre sordum; “Hocam, şimdi atom altı parçacıkları, hücreleri başka bir manyetik alıcıya gönderebiliyoruz. Bu tamam ama insanın canını ve ruhunu nasıl gönderebiliyoruz?”
Profesör çılgın, deli, garip hareketlerini ve saçlarını büküp kendi kendine yaptığı konuşmalarını bitirdikten sonra cevap verdi; “ Semih’çiğim, şimdi sen buradan Birlik Kulelerinin sanal gerçeklik salonlarına yürüyerek gittiğinde, ruhun da seninle birlikte gelmiyor mu? Geliyor! İşte ışınlanmada da bu gerçekleşir, sadece ışık hızı gibi çok büyük bir hızda hareket edersin, ruhunda bir enerji olduğundan, bu onun için sorun değildir seni takip eder.” Bakalım benim ruhum bedenimi takip edebilecek mi? O gün gelmişti en sonunda, ışınlama kabinlerine varmak üzereydik, magnakopter bizi ışınlanma kabininin üst platformuna bıraktığında heyecandan dizlerim titriyor ve dev hızlandırıcıların derinden gelen titreşimiyle, ayakta bile duramıyordum. Biraz sonra DNA kodlarım parçalara ayrılıp atom altı hızlandırıcılardan geçecek. Ardından ışık hızında karşıdaki bir parçacık dedektörü tarafından toplanıp birleştirilecek. Bu ne muhteşem bir şey! Kabinin yüzlerce hortum, transistör, düğme, dijital ekrandan oluşan parlak metalik kapısını açtık ve babamla birlikte ürkek adımlarla içeriye girdik. Derinden bir yerlerden soğutma türbinlerinin titreşimli kokkunç homurtusu geliyor, ben de onunla birlikte titriyorum. Girer girmez görüşü sıfıra indiren bir sis ile birlikte müthiş bir donma hissettim sanki bir anda kuzey kutbunun ortasına atılmıştık. Biraz sonra duman üzerimizi yalayıp kabinden çıktı ve atmosfer normale döndü. Hani çocukken, uçan kaykayınızla bir kulenin tepesinden kaymak istersiniz, ayağınızın birini uzatıp o boşluğu, birkaç saniyelik o derinliği hissedersiniz… Onun gibi tatlı bir heyecan bu. Tepemizde sarkıtlarda zaman zaman minik şimşekleri andıran elektrik sıçramaları oluşuyor ve gözlerimi kamaştırıyor. Bu bilinmezlik, ne olacak korkusu bütün bedenimi sarıyor. Ya parçalanıp, yanıp, eriyip uçup gidersek! Işınlanma esnasında moleküler transfer reaktörünün Güneş’in yüzeyi kadar yani 5000 ° C’ye ısındığını biliyordum. Soğutma sisteminde olacak ufak bir tıkanıklık veya sızıntıda cesedimizin küllerini bile
bulamazlar. Bu kokuların ardından hiçte rahatlatıcı olmayan dijital bir ses, “Öncü taramanız bitmiştir, halkadan çıkabilirsiniz. 2012 - T – 85R elektro ark yörünge spektrumlu ışınlanma kabinine hoş geldiniz! Şimdi arkanızdaki masalara uzanın, kollarınız ve ayaklarınız vücut tarama bantları ile sarılacaktır. Sağlık kontrolünden sonra merkezdeki dairenin ortasına geçip kartınızla, şifrenizi girdikten ve son taramadan geçtikten sonra lütfen hareket etmeden ışınlanmayı bekleyin. İyi yolculuklar!” dedi. Ruhsuzca konuşan bu robotik tırtıklı ses, Ay Otobüsü mekiklerinin yörüngeye girdiklerinde karşılaştıkları ateş duvarı ve korkunç titreşim gibi beni daha da heyecanlandırmıştı. Babam kartını yerleştirdi, şifresini girdi ve kabininin neresinden çıktığını anlayamadığım bir robot kolu babamın yüzüne doğru hızlıca ilerleyerek, gözlerine odaklandı. Robot kolunun ucundaki çelik kafesin içindeki cam küre, dev bir göze benziyordu. Bu tepegöz robot, bakışlarını size dikiyor ve merkezinden çıkan bir ışın ile retinanızı tarıyor. Babamdan sonra aynı işlemler bana da uygulandı. Kendimi ameliyat masasında hissettim. Sanki cerrah robodoktorlar etrafımı sarmışlardı da, robot kollarından çıkan neşterleri gözüme sokar gibi uzatıyorlardı. Sistemin kimliğimizi onaylamasından sonra ışınlanma için hiçbir engel kalmamıştı. Tepegöz ile yaşadığım ürpertici sahne bu dönüşü olmayan yol tüylerimi diken diken edip heyecanımı zirveye ulaştırdı. Önce minik minik başlayan elektrik arkları, birleşip öyle güçlenmişti ki her çakışta deprem oluyor gibi her yanımız sallanıp savruluyordu. Derinlerden gelen titreşimli korkunç bir sesle kasılıp kaldım konuşamıyor, hareket edemiyor hatta düşünemiyordum. Kabinin içi yavaş yavaş kırmızıya döndü ve tabandan başlayarak beyaz bir duman her yanımızı sardı, hiçbir şey göremiyorduk, sanki beyaz bir karanlığa dalmıştık. Önce Dünya kadar ağır ve yoğun bir şekil de yere doğru çakılma hissi sonra uzay gibi geniş, hafif, yerlibilimkurguyukseliyor@gmail.com
61
sonsuz bir rahatlama hissi yaşıyorum. Bedenim, adi bir kayıt cihazının görüntüleri gibi gidip geliyor. Ellerimi kaldırdım, uzayıp bükülerek saydamlaşıyorlar. Yumruk yapmaya çalıştım parmaklarım elimin üstünden dışarı çıktı. Sanki bedenim gitmişti de ruh halinde kalıvermiştim. Işınlanırken madde boyutu ile enerji boyutu birbirine girer; bir taştan bir avuç su alabilirsiniz, buzdan bir kaşıkla çorbanızı karıştırabilirsiniz, biraz güneş ışığıyla yıkanabilirsiniz, duygu, sevgi, aşk, kin, nefret, öfke gibi ruh hallerinde de dalgalanıyorum. Bildiğimiz dünyaya göre farklı, çelişkili, tuhaf kabus, rüya karışımı halüsinasyonlar, hayal aleminden, buralarda olmayan başka boyutlardan sahneler çıkıyor karşınıza. Kendimi teknolojinin kollarına bırakmış, ışıl ışıl ışınlanırken, bilinçaltıma yerleştirdiğim hayattan, ölümden ve bilemediğim boyutlardan gelen şeylerin harmanlandığı tuhaf bir rüyaya dalmıştım. Bir üşüme, bir yanma nöbetleri geçirerek uzamaya devam ettim, bir ip, bir tel, bir saç kılı kadar incelmiştim. Kendimi milyarlarca boncuktan oluşmuş bir tespih ipi gibi hissediyordum, tüm hücrelerim tane tane yan yana dizilmişti. Bir şeyler oluyor, sona geliyorduk san ki, zamanın sonuna! Anlar anılar geçiyor gözümün önünden bir buğu, bir sis, bir nur; ve uzaktan gelen sesler duyuyorum bunlar, dünyadan değiller anlatamam, anlayamazsınız… Bölge başkanı ve oğlunun ışınlanmasının ertesi günü, gökyüzüne yansıyan üç boyutlu holovizyon haberlerinde, dünya dijital bir sesten şunları duyuyordu; “Başkanın oğlu Semih ARB023’ün kalbi Cuma günü gerçekleşen ışınlanmaya dayanamadı ve belki de ruhu cennet gezegeni ile cehennem gezegeni arasında düzleme ışınlandı. Cenazesi Cumartesi günü öğleden sonra vasiyetine uygun olarak kademeli hızlandırıcılarla ışık hızına çıkarılarak, uzaya fırlatılacaktır. Bütün sevenlerini Semih’e rahmet için Evrenin Nuru’na dua etmeye çağırıyoruz! İyi günler, Gezegen Birliği Flaş haberlerden Meltem ROB022.” Son 62
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Mayıs 2017 / sayı 1
yerlibilimkurguyukseliyor@gmail.com
63
64
www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Mayıs 2017 / sayı 1