Yerli Bilimkurgu Yükseliyor Dergisi / sayı 20

Page 1

www.yerlibilimkurgu.com

1


Facebook sayfasında ve İnternet sitemizde tanıtımını yaptığımız, yerli bilimkurgu romanlarının incelemelerinin yanında; kısa öyküler, ülkemizde ve dünyada bilim alanındaki gelişmeler, film ve çizgi film incelemeleri, çizgi romanlar, film müzikleri incelemeleri, yerli ve yabancı bilimkurgu yazarlarının tanıtımı, yabancı bilimkurgu roman incelemeleri, film yönetmenleri, anime eserler, bilgisayar oyunları ve daha pek çok konu Yerli Bilimkurgu eserlerinin tanıtımının yanında, yabancı eserlere ve magazinsel haberlere de yer vermemizin sebebi, daha uzun soluklu bir dergiyi hayata geçirmek amacını taşımaktadır. Öncelikli konularımız Yerli Bilimkurgu Eserleri ve Kısa Öykü Yarışması katılımcılarının öyküleridir. Dergimize katkıda bulunmak için, yazılarınızı, incelemelerinizi, çizimlerinizi, tasarımlarınızı, kısa öykülerinizi,

yerlibilimkurguyukseliyor@gmail.com adresinden bizlere ulaştırabilirsiniz.

Dergimiz; tanıtım, bilgilendirme ve gönüllü yazarların - çizerlerin desteği ile şekillenmektedir. Kâr amacı gütmez.

YERLİ BİLİMKURGU YÜKSELİYOR

Genel Koordinatör/Editör ESRA UYSAL Sanat Yönetmeni BURAK FEDAKAR Yayın Yönetmeni İSMAİL ŞAHİN Çeviri-Arşiv ARDA TİPİ Yayın Danışmanı SELMA MİNE Tasarım SEZAİ ÖZDEN - ZAZİ SANAT Web Tasarım - Dijital Tasarım ENDER GÖKÇİMEN - endergokcimen@gmail.com Yazarlar SELMA MİNE KUBİLAYHAN YALÇIN ESRA UYSAL BURAK FEDAKAR İSMAİL ŞAHİN ARDA TİPİ MUHİTTİN YAĞMUR POLAT Katkıda Bulunanlar ÖZGEN BERKOL DOĞAN KÜTÜPHANESİ - CEM KILIÇ - YUNUS EMRE EROĞLU - ÖZLEM BUKET DURU MÜFİT ÖZDEŞ - MURAT K. BEŞİROĞLU - Ş. YÜKSEL YILMAZ - BURAK ERDOĞDU - COŞKUN HEPYONAR GÜRHAN ÖZTÜRK - AYSUN ERDOĞAN - GÜRKAN AKPINAR - MEHMET BARIŞ ALBAYRAK CEM CAN - ÇETİN UÇAR - HAKKI ANIL FINDIKÇIOĞLU - HASAN TAŞDELEN - CEYLAN YILMAZTÜRK FİRDEVS SONGÜL ÖZDEN - NURAY BULAT - SEYHAN YILDIZ YILDIRIM - EKİN ERTARAKÇI KİTAPLA MUHABBET FACEBOOK GRUBU - VOIDRUNNER - PARADİGMA POLİSİYE - BUCA BELEDİYESİ BUCA BELEDİYESİ TARIK AKAN KÜLTÜR MERKEZİ kapak illustrasyonu SEZAİ ÖZDEN

www.yerlibilimkurguyukseliyor.com - www.yerlibilimkurgu.com yerlibilimkurguyükseliyor@gmail.com 2

www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Aralık 2018 / sayı 20


Aralık - sayı 20

Bilimkurgunun Felsefesi ISAAC ASIMOV

6-7

Kriptonlu Musa O Bir Kuş... O Bir Uçak... O SUPERMAN KHY BLOG KUBİLAYHAN YALÇIN

8-15

Kısa Öykü Uzun Boylu Çocuk MURAT K. BEŞİROĞLU

16-20

Ayın Kitap İncelemesi 2000’li Yılların Öyküleri HALDUN AYDINGÜN İSMAİL ŞAHİN

22-24

28-32

4.Yerli Bilimkurgu Yükseliyor Kısa Öykü Yarışması

Kafes

CEM CAN

34-35

Kütüphanemden Seçtiklerim ESRA UYSAL 36-37 3.Yerli Bilimkurgu Yükseliyor Kısa Öykü Yarışması Mars’a Yerleşmek ÇETİN UÇAR

38-40 Günümüze Işık Tutan Bilimkurgu Filmleri ve Dizileri 1970-1990 - Yazı Dizisi - 18 SELMA MİNE 42-58 Roman / Bölüm-9 Son İnsan GÜRHAN ÖZTÜRK

Sokak Röportajlarında Editörün Gelecekten Anıları - 13 Toplantı SELMA MİNE 74-76 3.Yerli Bilimkurgu Yükseliyor Kısa Öykü Yarışması Kontrpiye

HAKKI ANIL FINDIKÇIOĞLU

78-80

Bilgisayar ve Video Oyunlarında Bilimkurgu:

Esra Uysal’ın Not Defterinden ESRA UYSAL 26-27 Biyografi - İnceleme STAN LEE ÖZLEM BUKET DURU

Kriptonit İşlemeyen Notalar JHON WILLIAMS BURAK FEDAKAR 68-73

60-67

SUPERMAN

MUHİTTİN YAĞMUR POLAT 82-86 Roman Bölüm-3 Kapının İncisi AYSUN ERDOĞAN

88-92

Kısa Öykü Bir İnanç Hikâyesi DÖNGÜ ÇAĞDAŞ BOZKURT 94-98 Kısa Öykü Solungaç GÜRKAN AKPINAR

100-102

Yerli Bilimkurgu Yükseliyor’un Öne Çıkan Paylaşımları ESRA UYSAL 104-107 Bilimkurgu Yazarlarımız ve Eserleri SEZAİ ÖZDEN

108-111

Kısa Öykü - Bölüm-2 Filler ve Piller BURAK ERDOĞDU

112-117

Roman - Bölüm-6 Yıldız Avcısı ARDA TİPİ

118-119

Mikro Çizgi Roman SEZAİ ÖZDEN

120

www.yerlibilimkurgu.com

3


Tüm satış noktalarında!

Bu seçki, Özgen Berkol Doğan’a ithafen yazılmıştır. 4

www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Aralık 2018 / sayı 20


www.yerlibilimkurgu.com

5


Bilimkurgu Yazarları Dizisi - 8 Bilimkurgu’nun felsefesini derinleştiren dahi yazar ve bilim insanı

Isaac Asimov Isaac Asimov (d. 2 Ocak 1920 – ö. 6 Nisan 1992), Yahudi asıllı Amerikalı yazar ve biyokimyacı.

ek çok konuda yapıtları olmasına karşın, bilim kurgu eserleri ve popüler bilim kitapları ile tanınmıştır. Kurgu olmayan çok sayıda eserinin yanı sıra fantezi dalında da yazmıştır. Dewey Ondalık Sınıflandırma sistemindeki felsefe hariç tüm ana dallarda eserleri vardır. Asimov ortak görüşle bilimkurgu dalının ustasıdır. Robert A. Heinlein ve Arthur C. Clarke ile birlikte yaşadığı dönemde “üç büyük” bilim kurgu yazarından biri olarak kabul edilmiştir.

P

K

esin doğum tarihi bilinmeyen Asimov’un doğum tarihi resmi kayıtlarda 2 Ocak 1920’dir. Rusya’da Smolensk yakınlarındaki bir kasabada Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Asimov, ailesi ile birlikte üç yaşındayken Amerika Birleşik Devletleri’ne göç etti. New York kentinde büyüdü. 20 yaşından önce bilim-kurgu öyküleri yazmaya başladı.Columbia Üniversitesi’nden 1939’da mezun oldu ve kimya dalında doktorasını aynı üniversiteden aldı. Daha sonra Boston Üniversitesi’ne geçti. Burada 1979’da profesör oldu. 26 Temmuz 1942’de Gertrude Blugerman ile evlendi. Bu evliliğinden iki çocuğu oldu. 1973’te ilk eşinden boşanan Asimov, aynı yıl Janet Jeppson ile evlendi. 1983’te olduğu by-pass ameliyatındaki kan naklinde kendisine verilen enfekte kan nedeniyle AIDS’e yakalandı ve 6 Nisan 1992’de bu hastalık yüzünden öldü. AIDS’ten öldüğü gerçeği ölümünden on yıl sonra kamuoyuna açıklandı. 6

www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Aralık 2018 / sayı 20

azarlık kariyerine bilim kurgu ile başlayan Asimov, popüler bilim kitapları ve şiir kitapları da yayımladı. 1941’de yayımlanan Nightfall adlı kısa bilim kurgu öyküsü, en ünlü bilim kurgu öykülerden biri oldu. Bu öykü 1968’de Amerikan Bilim-Kurgu Yazarları adlı kuruluş tarafından o zamana dek yazılmış en iyi kısa bilim kurgu öyküsü seçildi. Asimov, Vakıf (İng: Foundation) ve Robot dizi kitapları ile de büyük ün kazandı.

Y


Kazandığı Ödüller Nebula Best Short story (aday) (1965) : Founding Father Nebula Best Short story (aday) (1965) : Eyes Do More Than See Nebula Best Novel (kazandı) (1972) : The Gods Themselves Hugo Best Novel (kazandı) (1973) : The Gods Themselves Hugo Best Novellette (aday) (1975) : That Thou Art Mindful of Him Nebula Best Novellette (aday) (1976) : The Bicentennial Man Hugo Best Novellette (kazandı) (1977) : The Bicentennial Man Nebula Best Novel (aday) (1982) : Vakıf’ın Sınırı Hugo Best Novel (kazandı) (1983) : Vakıf’ın Sınırı Hugo Best Novel (aday) (1984) : The Robots of Dawn Nebula Best Short story (aday) (1986) : Robot Dreams Hugo Best Short story (aday) (1987) : Robot Dreams Hugo Best Novellette (kazandı) (1992) : Gold Yapıtları Not: Asimov kitaplarının Türkçe çevirilerinde, (özellikle eski basım kitaplarda) orijinal isimlere sadık kalınmamış olduğu için, bazı baskılar bilgilendirme amaçlı olarak parantez içinde verilmiştir. Bilim Kurgu Kitapları • Robot Serisi: Çelik Mağaralar (Ölü Gezegen) The Caves of Steel Güneşin Tanrıları The Naked Sun Şafağın Robotları The Robots of Dawn Kurtarıcı Robots and Empire • Galaktik İmparatorluk Hikâyeleri: Tanrılar ve İmparatorlar The Currents of Space Sonsuzun Tohumları (Asi Gezegen Tyrran) The Stars, Like Dust Zamandan Kaçış (Uğursuz Gezegen Galactica) Pebble in the Sky • Vakıf Öncesi: Vakıf Kurulurken (İmparatorluk Kurulurken)Prelude to Foundation Vakıf İleri (Erişilmez İmparatorluk) Forward the Foundation • Vakıf Üçlemesi: Vakıf (İmparatorluk) Foundation

Vakıf ve İmparatorluk (Altın Galaksi) Foundation and Empire İkinci Vakıf (Gizli tanrılar) Second Foundation • Vakıf Sonrası: Vakıf’ın Sınırı (Galaksi Çöküyor) Foundation’s Edge Vakıf ve Dünya Foundation and Earth

Seri Harici Hikâyeleri Asterisk * işaretli hikâyeler Vakıf ve Robot serileri ile küçük bağlantılar taşır. Sonsuzluğun Sonu * (Evrenin Çanları) The End of Eternity Kan Damarlarında Yolculuk Fantastic Voyage Hedef Beyin * Fantastic Voyage II: Destination Brain İntikam Tanrıçası * Nemesis Galaksi Şeytanları Nightfall İşte Tanrılar The Gods Themselves

Kısa Hikâye Kitapları Üç Robot Yasası Robot Öyküleri Antolojisi Ben Robot I, Robot Dünya Hepimize Yeter Earth Is Room Enough Marslılar (Uzayın Bekçileri)The Martian Way and Other Stories Karadul Bulmacaları (Puzzles of the Black Widowers) Melezler Venüste Güle Güle Dünya Son Öyküler Gold

Popüler Bilim Kitapları Dolu Dolu Yaşadım Bilim ve Buluşlar Tarihi Dün Bugün Yarın Patlayan Güneşler Üstnovaların Taşıdığı Gizler Yeryüzü ve Uzay Uzayın Sınırları Bilinmeyen Tehlike İnsanlığın Geleceği Dünyamızı Tehdit Eden Felaketler Dünya Dışı Uygarlıklar

Alıntı - Vikipedi

www.yerlibilimkurgu.com

7


Kubilayhan YALÇIN - KHY Blog

-

K RİPTONLU MUSA: . .

-

-

-

O Bir Kus..… O Bir Ucak..… O

N

azilere bağlı SS birliklerinin haftalık gazetesi Das schwarze Korps’un 25 Nisan 1940 tarihli sayısında şöyle bir başlık göze çarpıyordu: Jerry Siegel greift ein!, “Jerry Siegel Saldırıyor!” Hayır; Jerome “Jerry” Siegle, General Patton ya da Eisenhover gibi Nazilerle savaşmış bir komutan falan değildi. O, çalışma arkadaşı Joseph Shuster’la birlikte dünyaca ünlü çizgi roman kahramanı Superman’in yaratıcılarındandı! Fakat makalede Siegle’a hakaretler ediliyor, onun fiziksel ve zihinsel olarak “sünnetli” olduğu söyleniyor, adı “Jerry Israel Siegel” olarak yazılıyor, kahramanı Superman’in de “fiziksel olarak aşırı gelişmiş, zihinsel olarak az gelişmiş” bir figür olduğu vurgulanıyordu.1 8

www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Aralık 2018 / sayı 20


Peki Siegle Nazileri bu kadar kızdıracak ne yapmıştı?

25

Nisan tarihli bu makaleden yaklaşık iki ay önce, Amerikan Look Magazine dergisinin 27 Şubat 1940 tarihli sayısında, Superman Savaşı Bitirse Ne Olurdu? (What If Superman Ended the War?) başlıklı kısa bir macera yayınlanmıştı. Maceranın sonunda Superman Hitler ve Stalin’i yaka paça Milletler Cemiyeti’ne (League of Nations, bugünkü BM’nin öncülü uluslararası kuruluş) getirip, hâkim karşısına çıkartıyordu. Aşağıda bu kısa maceradan bir sayfa görülüyor:

Superman Hitler’e Aryan ırkçılığını ima ederek: “Çenene sert Ari olmayan bir yumruk indirmek isterdim ama buna zaman yok!” diyor.

Jerry Siegel greift ein! başlıklı yazıya Siegle’ın fotoğrafı ve Nazileri çileden çıkaran What If Superman Ended the War? macerasından bir bölüm eklenmiş. Tabii Superman’in Hitler’i ensesinden tutup götürdüğü kısımlar değil.

Siegel’ın soyadı Davud’un Yıldızı eklenerek yazılmış. www.yerlibilimkurgu.com

9


izgi roman ya da genel olarak popüler kültür, bugün olduğu gibi İkinci Dünya Savaşı yıllarında da etkin birer propaganda aracıydı. Look Magazine’de yayınlanan bu macera, açıkça Amerikan devleti tarafından Nazilere karşı kullanılan kültürel bir silahtı. Naziler de Amerikalılar’a “elinizi gördük” deyip sert bir yanıt vermişti. Yeri gelmişken: Nazilerin ünlü propaganda bakanı Goebbels’in “Bu Superman bir Yahudi” dediği rivayet edilir. Ama bir şey kesindir: O tarihlerden sonra Superman ve benzer materyalin Nazi Almanya’sına girmesi yasaklanmıştır. Bununla birlikte Superman, kendi çizgi evreninde İkinci Dünya Savaşı boyunca Nazilerle mücadele etmeye devam eder.

Ç

Yahudi bir geçmişi var. Nesillerin okuduğu, sayısız filmi yapılan çizgi kahraman Süpermen, her ikisi de Yahudi olan Jerry Siegel ve çizgi roman ressamı Joe Shuster tarafından yaratılmıştı. Ünlü kahramanın yaratıcısı Siegel, zamanında basına, Süpermen’i Avrupa’da savaşta Naziler ve faşistler tarafından Yahudilere neler yapıldığını öğrendikten sonra esinlendiğini belirtmişti.”2 Şimdi Superman’in bu dinsel arka planına bir göz atalım…

***

M

usa Peygamber’in travmatik çocukluk öyküsünü bilmeyen yoktur: Tevrat’ta ya da İslami kaynaklarda ismi verilmeyen bir Firavun, İsrailoğulları’nın giderek çoğalıp güçlenmesinden endişe etmeye başlamıştır. Ve uğursuz bir kehanete göre de, yine İsrailoğulları’ndan dünyaya gelecek bir erkek çocuk Firavun’un saltanatına son verecektir. Bunun üzerine Firavun, Çıkış 1:22’de karşımıza çıkan şu korkunç emri verir: “Her doğan erkek çocuğu ırmağa atacaksınız; ve her kızı sağ bırakacaksınız.”3

Peki gerçekten Superman klişelerinde ya da genetik kodlarında Yahudi inanç ve kültürünün bir etkisi var mı? Türkiye’de yaşayan Yahudi toplumuna yönelik yayın yapan Şalom gazetesinin bu soruya net bir yanıtı var. Gazetenin internet sitesinde 11 Ekim 2016 tarihli Süpermen Yahudi köklerine geri dönüyor başlıklı yazıda şöyle deniyor: “Bilinenin aksine Süpermen’in 10

www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Aralık 2018 / sayı 20

Tam da o günlerde Amram ve Yohevet adlı, Levi kabilesine mensup bir çiftin erkek çocukları olur. Fakat paranoyak Firavun’un askerleri bölgede jinekolojik bir terör estirmektedir: Son derece ilkel yöntemlerle hamile kadınlara erken doğum yaptırtıp, erkek çocukları nehre atmaktadırlar. İşte böyle bir ortamda Amram ve Yohevet oğullarını ancak üç ay gizleyebilir. Ardından onu sazdan bir sepete koyarak Nil Nehri’ne bırakırlar. Amram’ın kız kardeşi Miryam, çocuğun akıbetini merak ettiği için sepeti takip eder. Nehir kenarında banyo yapmakta olan Firavun’un kızı ve maiyeti sepeti bulur ve çocuğu kurtarırlar… Asıl adı Kal-El olan Superman de Musa ile benzer bir kaderi paylaşır. Kalburüstü bir bilim insanı olan Jor-El ve eşi Lara Lor-Van, tıpkı Amram ve Yohevet gibi, yok olmakta olan Kripton gezegeninden oğulları


Kal-El’i kurtarabilmek için onu bir rokete koyup Dünya’ya gönderirler. Musa’nın harç, zift ve sazdan yapılma sepeti, Superman’ın çizgi-evreninde küçük bir rokete, galaksilerarası bir uzay aracına dönüşür. Musa’yı tesadüfen Firavun’un kızı bulmuştur, KalEl’i de Kansas’lı Kent çifti. Superman’ın üvey ailesi hakkında ilk bilgiler 1939 yılında, Action Comics’te yayınlanan maceralarda ortaya çıkıyor. Fakat 39 yılının birinci sayısında Kal-El’i bulan kişi olarak sadece Mary Kent ismi veriliyor. Hatırlarsanız Mary ya da İbrani versiyonuyla Miryam (Meryem), Musa’nın babası Amram’ın kız kardeşinin de adıydı. Musa’nın öyküsünün devamında Miryam, Firavun’un kızına gidip, çocuğa onun adına bakacak uygun bir ebenin olduğunu söyler ve Musa’yı alıp annesi Yohevet’e teslim eder.

Thomas ve Martha Wayne adlı bir çift bulur ve çocuğun adını Clark değil Bruce koyarlar. Bruce Wayne zaman içinde süper güçlerini keşfeder ve Batman adlı bir kahramana dönüşür… Superman’in 1930’ların sonunda yayınlanan maceralarından birinde Jor-El, Kripton halkını başka bir gezegene tahliye etmek için bir gemi, bir “Ark of space” yapacağını söyler: “I’ll build a ship… An Ark of space! We’ll transport our planet’s entire populace to another world!”5 Jor-El “Ark of Space” derken Nuh’un Gemisi’ne gönderme yapıyor. İngilizcede Nuh’un Gemisi, “Noah’s Ark”, “Nuh’un Sandığı” şeklinde geçer. Fakat Superman okuyan okumayan hemen herkesin bildiği gibi Jor-El Konsey’i ikna edemez ve Kripton’dan sadece oğlu kurtulur. Superman biyografisinde karşımıza çıkan dini göndermeler sadece Nuh’un Gemisi’yle sınırlı değil. Kal-El ismine de bir göz atalım… The Jerusalem Post yazarı Jay Klein, Moses vs Jesus: The Superman Metaphor (Musa, İsa’ya Karşı:

George Lowther’ın 1942 yılında yayınlanan romanı The Adventures of Superman’de (Superman’in Maceraları) Çelik Adam’ın üvey anne ve babasının adları Eben ve Sarah Kent olarak geçiyor. Aynı addaki TV dizisinde ise (1948) John ve Mary Kent oluyor. Zaman içinde de Martha ve Jonathan Kent’e dönüşüyor.4 Yıllar içerisinde bin bir çeşit Superman varyasyonu ve alternatif evreni yaratıldı. Mesela Superman: Speeding Bullets öyküsünde Kal-El’i

Superman Metaforu) adlı makalesinde, İbranice Kal-El’in (‫לק‬-‫“ )לא‬Tanrı’nın Sesi” gibi anlamlara geldiğini ve bu sıfatın İbrani peygamberler için kullanıldığını söylüyor.6 Yukarıda da bahsettiğimiz Şalom gazetesinin Süpermen Yahudi köklerine geri dönüyor başlıklı haberinde de Kal-El hakkında şunlar ifade ediliyor: “Karakterin orijinal ismi, evi olan Kripton gezegeninde Kal-EL’dir. İbrani bir fonetiğe sahip olan bu isim, içinde Tanrı’nın adını da barındırmakta. Tevrat’taki birçok karakterin ismi EL eki ile bitiyor. Raşel, Daniel gibi. EL eski İbranicede Tanrı’nın adlarından biri. Keza İsrail havayolları ELAL ‘göklere doğru’ demektir. Burada gökler aynı zamanda Tanrı manasında.” Yukarıdaki www.yerlibilimkurgu.com

11


listeye, Samuel, Michael (Mikail) Raphael (İsrafil), Gabriel’i de (Cebrail) ekleyebiliriz… İbranice kal sözcüğü “ses” dışında “hız, atiklik, çabukluk” gibi anlamlara da geliyor. Tabii insan ister istemez Superman’in de hızlı ve atik bir Kriptonlu olduğunu düşünmeden edemiyor… Superman hayranlarının gayet iyi bildiği gibi Kriptonlu Kal-El’in, Dünya gezegeninde süper güçlere sahip olmasının sebebi sarı Güneş ışınlarıdır. Çelik Adam’ın bir anlamda gücünü Güneş’ten alması, bana Güneş Tanrı Sol Invictus ve kadim Güneş Tanrı kültlerini çağrıştırıyor.

Goldstein’ın giriş cümlesi de tebessüm uyandırıyor: “Superman, elmalı çörek kadar Amerikalı, şöyle ki her ikisinin de kökeni Orta Doğu.” Superman logosu, kahramanın ilk maceralarının yayınlandığı 1930’lu yıllardan bu yana sürekli rötuşlara uğradı. Aşağıdaki tabloda logonun evrimini görebilirsiniz.

Rich Goldstein, The Daily Beast haber sitesinde yayınlanan Superman is Jewish: The Hebrew Roots of America’s Greatest Superhero (Superman Yahudidir: Amerika’nın En Büyük Süper Kahramanının İbrani Kökenleri) adlı yazısında Çelik Adam’ın göğsündeki logonun da zannedildiği gibi S harfi değil, İbrani alfabesinin on ikinci harfi Lamed olduğunu iddia ediyor.7

İbrani Alfabesinin on ikinci harfi Lamed 12

www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Aralık 2018 / sayı 20


indirgenemeyeceğini, onun Hiper-Amerikan bir figür olduğunu öne sürenler de var. Çok da haksız sayılmazlar. Noah Berlatsky’nin Superman May Tell A Jewish Story — But It’s Not The One You’d Expect (Superman Bir Yahudi Öyküsü Anlatıyor Olabilir- Ama O Sandığınız Kişi Değil) adlı makalesinde işaret ettiği gibi: Ne de olsa Kripton Yahudilerin anavatanı değil!

*** Çelik Adam’ın spiritüel babalarına gelirsek…

Superman’in ortası Yin-Yang’ı çağrıştıran başka bir logosu. Ters üçgen okültistlerce su elementinin simgesi olarak kabul edilir.

Her ikisi de 1914 doğumlu olan Siegel ve Shuster, Amerika’ya göçmen olarak gelmiş Yahudi ailelerinin çocukları. Siegel Rus, Shuster HollandaUkrayna kökenli. Günümüzde, dünyaca ünlü süper kahramanların hemen hepsinin yaratıcısı geçen yüzyılın başlarında “Amerikan Rüyası”nın peşine düşmüş göçmen Yahudi ailelerinin çocuklarıdır. Örnek mi? Mesela bu yazıyı kaleme aldığımız günlerde hayatını kaybeden, Örümcek Adam, X-Men, Hulk, Iron Man, Dr. Strange gibi karakterlerin yaratıcısı, Romanya kökenli Stanley Martin Lieber ya da nam-ı diğer Stan Lee… Sonra Kaptan Amerika’ya hayat veren Jack Kirby (asıl adı Jacob Kurtzberg) ve Joe Simon (Joseph Henry Simon). Ve Batman’in babaları Bob Kane (Robert Kahn) ve Bill Finger.

Kabalistler Lamed’i “gökyüzünde uçan bir kule” (tower in the air) olarak tarif ediyor.8 Lamed’in kendinden önceki on bir harfe göre bazı ayrıcalıkları var. Mesela, Türkçe dâhil Latin alfabesi kullanılan tüm dillerde harfler, sözcükler, hayali bir alt çizgi, başka bir deyişle soldan sağa giden bir hat üstüne yazılır. İbrani, Tibet ve Sanskrit alfabelerinde ise sözcükler hayali bir üst çizgi baz alınarak yazılır. Lamed işte bu çizginin de üstüne yazılan, Tanrı’ya yükselmek, bir olmak şeklinde özetlenebilecek anlamlara sahip bir harf.9 Tüm bunlarla birlikte, Superman’in, yaratıcılarının kökeni ne olursa olsun salt Yahudiliğe

Jerry Siegel ve Joe Shuster www.yerlibilimkurgu.com

13


Bilimkurgu meraklısı yazar Siegel ve çizer Shuster’ın yolları, kolej yıllarında Cleveland’da buluşuyor. İkili, Avrupa’da faşizmin yükselişe geçtiği, İkinci Dünya Savaşı’nın yaklaştığı ve 1929 ekonomik krizi sonrası yaşanan Büyük Buhran (The Great Depression) döneminde bilimkurgu yazarı olmak için yayınevlerinin kapısını aşındırıyor. Siegel ve Shuster’ın çizgi roman tarihindeki ilk “Superman” başlıklı macerası The Reign of the SuperMan, 1933 tarihinde Science Fiction adlı bir fanzinde yayınlanıyor. Fakat bu Superman, Frankenstein imitasyonu bir ucube. Öyküde bir meteor aracılığıyla “üstün insan” yaratmak isteyen “çılgın bilim insanı” Profesör Ernest Smalley, tıpkı Mary Shelley’in Frankenstein’ına benzer bir canavar yaratır.10 Bu açıdan baktığımızda Superman’in düşünsel kökleri Frankenstein’ın, hatta Stan Lee’nin söylediği gibi Hulk’un da esinlenildiği, yine bir Yahudi miti olan Golem’e uzanıyor.

Profesör Smalley’in bu ucube Superman’inin kariyeri çok uzun sürmez. Siegel ve Shuster zaman içinde, çeşitli dergi ve gazetelerde yayınlanan Spy ve “Hayalet Dedektif” Dr. Occult gibi karakterler de yaratır. Superman’in özel yeteneklere sahip bu Dr. Occult karakterinden geliştiğini söyleyebiliriz.

Siegel ve Shuster, Superman adını Nietzche’nin Böyle Buyurdu Zerdüşt’ü ile popüler olan Übermensch kavramından esinlenmişti. Zerdüşt’ün Türkçe çevirilerinde genel olarak “üstinsan” ya da “üstün insan” olarak geçen bu kavram İngilizceye de çoğunlukla Superman olarak çevrilmişti. Mesela George Bernard Shaw’un Man and Superman (1903) adlı bir oyunu var.

14

www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Aralık 2018 / sayı 20


*** Bazı Superman klişelerine değinerek bu kısa yolculuğu tamamlayalım. Yunanca krypton “gizli, saklı” gibi anlamlara geliyor. Bazı araştırmacılar Clark Kent kişiliğiyle kripto-Yahudilik arasında da bağ kuruyor. Anti-semitik saldırılara uğrayan Yahudi göçmenlerin de, yaşadıkları topluma adapte olmak için isim değiştirdikleri bir vaka.

uperman’in modern çizgi roman formatında ve fasikül halinde yayınlanan ilk macerası Haziran 1938’de Action Comics dergisi tarafından basıldı. Aradan geçen yaklaşık seksen yıllık zaman zarfında Çelik Adam’ın süper güçleri, biyografisi, kostüm, logo vb. klişeleri dönüşüp bugünkü halini aldı. (Mesela ilk zamanlarda Superman uçmaz sadece sıçrardı!). Bu dönüşüm sürecinin bittiği, Superman’in evrimini tamamladığını söylemek zor. Siegle’ın da bir vesileyle yazdığı gibi, kahramanın sınırsız güçlere sahip olması, birçok farklı maceraya, çeşitlemeye olanak tanıyor.

S

Kanada doğumlu çizer Joe Shuster bir süre The Toronto Daily Star adlı bir gazetede çalışmıştı. The Daily Star, Superman’in alter egosu Clark Kent’in ilk maceralarda çalıştığı gazetenin de adıydı. Malum daha sonra bu gazete The Daily Planet (Gezegen Günlüğü) oldu. Clark Kent’in adı aktör Clark Gable ve Kent Taylor’ın bireşiminden oluşuyor. Superman’ın yaşadığı şehir de Fritz Lang’in kült bilimkurgu filmi Metropolis’ten. Clark’ın çekingenliği, utangaçlığı kendi deyişiyle gençliğinde çok utangaç olan Siegle’dan geliyor. Superman’in sevgilisi Louis Lane’in adı da Siegle’ın lise yıllarında umutsuzca âşık olduğu bir kıza ait. Soyadı da aktris Lola Lane’den esinleniliyor. Çizgi edecek…

roman

soruşturmalarımız

devam

Dipnotlar https://research.calvin.edu/german-propaganda-archive/superman. htm http://salom.com.tr/haber-100686 supermen_yahudi_koklerine_ geri_donuyor.html Kitabı Mukaddes (1997). s. 57-58. İstanbul: Kitabı Mukaddes Şirketi. http://www.wikizeroo.net/index.php?q=aHR0cHM6Ly9lbi53aWtp cGVkaWEub3JnL3dpa2kvSm9uYXRoYW5fYW5kX01hcnRoYV9L ZW50 https://content.ucpress.edu/chapters/8741002.ch01.pdf https://www.jpost.com/Blogs/Jay-Bird/Moses-vs-Jewsus-TheSuperman-metaphor-520295 https://www.thedailybeast.com/superman-is-jewish-the-hebrewroots-of-americas-greatest-superhero https://www.chabad.org/library/article_cdo/aid/137084/jewish/ Lamed-Teachers-and-Students.htm https://gnosticteachings.org/courses/alphabet-of-kabbalah/739lamed.html https://www.lambiek.net/artists/s/shuster_j.htm

www.yerlibilimkurgu.com

15


Kısa Öykü

Murat K. BEŞİROĞLU

Uzun Boylu Çocuk

1.

“Çocuğun aklı havada, kime benzedi bilmem” dedi İffet. “Kime benzeyecek, tevekkel annesine” diye cevap verdi Gülçehre. “Annesinin de aklı havada ama bunun gibi değil” dedi İffet kestane yapraklarını pişireceği mısır ekmeğinin altına dizerken. “Babası askerde talim sırasında öldü diyorlar. Duy da inanma” dedi İffet. Kulpundan tuttuğu yayığı, içindeki süte hınca varmış gibi şiddetle çalkalıyordu. “Gökten iner gibi gelip bu köye yerleşmelerinden belli işin içinde bir çapanoğlu olduğu. Neyse bize de bir ekmek kapısı çıktı, fena mı” dedi Gülçehre. “Elimize tutuşturdukları üç kuruş para. Ben el kapısında çalışacak bir kişi değilim ama yokluğun gözü kör olsun” dedi İffet. 16

www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Aralık 2018 / sayı 20

Gülçehre mısır ekmeği hamurunun üzerini kestane yapraklarıyla kaplayıp yer ocağındaki közün içine gömerken “Karnın tok, sırtın pek. Haline şükret” dedi. “11 yaşındaki çocuk köyün en uzunu oldu. Tevekkel anası da uzun ama şöyle böyle. Belli ki babası uzunmuş bunun” dedi İffet, içindeki süt katılaşmaya başladığı için çalkaladığı yayık artık ağırlaşmıştı. “Çok gıybet yaptık, yetim bir çocuk neticede, günahtır. Anasının durumuna bakılacak olursa öksüz bile sayılır” dedi Gülçehre. “Kötülüğümüzden söylemiyoruz ki, maksat vakit geçsin” dedi İffet. Kudret Hanım koltuğunun altında bir demet süpürge otuyla birlikte mutfağa girdi. “Kolay gelsin kızlar” dedi her zamanki neşesiyle. “Kolaysa başına gelsin Hanım Abla” diye cevap verdi İffet.


“Bu otlar burada dursun, çoluk çocuk ellemesin, dönüşte süpürge yapacağım. Çayı koyun, sofrayı hazırlayın, hemen yiyip çıkmamız lazım, Rıfat’la beraber Engin’i doktora götüreceğiz” dedi Kudret Hanım. “Hayırdır inşallah, yaramaz bir durum yok, değil mi?” diye sordu İffet. “Komşular bu çocuğu bir doktora gösterin diye tutturdu. Ona baktıracağız” dedi Kudret Hanım. Engin sarışın, düz saçlı, dal gibi ince uzun bir çocuktu. İri kahverengi gözleri ve sivri bir çenesi vardı. Başı çenesinden yukarıya doğru genişlediği için bazı arkadaşları onu okulda “tilki” diye çağırıyordu. Oysa Engin kendi halinde, naif bir çocuktu, sınıfın haylazlarıyla işi yoktu, tam bir çalışkan öğrenciydi. 1956 model bir Chevrolet’nin içinde şehre gidiyorlardı. Engin, otomobili süren Rıfat dayısı ve anneannesi Kudret Hanım ile ilgilenmiyor, Chevloret’nin stabilize yolda keskin virajları nasıl döndüğünü, sert esen rüzgârın yolun kıyısındaki kavak ağaçlarını nasıl eğip büktüğünü, gökyüzündeki bulutların hangilerinin periye, kurda ya da Tanrı’ya benzediğini ayırt etmeye çalışıyordu. Önceki gün Tanrı’yı gökyüzünde sırtüstü uzanmış keyif çatan yaşlı bir adam olarak gördüğünde çok heyecanlanmıştı. Ancak çok geçmeden bulutların biçimi rüzgârın etkisiyle bozulunca heyecanı kursağında kalmıştı. “323 kere 442 kaç yapar?” diye sordu dayısı durduk yerde. Engin sıkkın bir tonla “142.766” diye cevap verdi. “O kadar da değil. Kafadan atıp söylüyorsun” dedi Rıfat. Coşkulu, neşeli bir adamdı, iki çocuğunun yanı sıra Engin’e de babalık yapıyordu.

“Sağlamasını yapıp da söyledim” dedi Engin.

“Nurperi bu çocuğu yetimhaneden almış

olmasın, anasına benzememiş, zehir gibi çünkü bu” dedi Rıfat. “Nurperi’yi çocukluğundan beri kıskanırsın, küçük kardeşin büyüğünü kıskandığını ben sende gördüm” dedi Kudret Hanım. Doktor Engin’i muayene edip bir şikâyeti olup olmadığını sormuş, herhangi bir test yapmaya gerek duymadan “soyaçekim” diyerek işin içinden çıkmıştı. Kudret Hanım ile Rıfat, Engin’in babasının kim olduğunu bilmediğinden doktorun bu teşhisini mecburen doğru kabul etmişlerdi. Dönüş yolunda şiddetli bir yağmur bastırmış, bu durum Engin’in içinin sevinçle dolmasına yol açmıştı; yolun kıyısından akan suların oluşturdukları girdapları, Chevrolet’nin sileceklerinin ön camdaki suları silmeye yetişememesini ilgiyle izliyordu. Konağın bahçesine girdikleri sırada yağmur kesildi. Engin yağmurun ardından açan güneşle birlikte ortaya çıkan ıslak toprak ve çimen kokusunu severdi. Nefesleriyle ahırları dört ayaklı birer soba gibi ısıtan inekleri, kümeslerine girip sıcak yumurtalarını aldıkları tavukları, zincirini koparırcasına çekiştirip durmaksızın havlayan kurt köpeğini, arkadaşı, sırdaşı ve kuzeni Kemal’i de severdi. Yine de içinde hiç dolmayan bir boşluk, yüreğinde adını koyamadığı bir hasret vardı. Hava karardıktan sonra Engin boynuna astığı dürbünden bozma teleskobuyla tepedeki çimenliğe doğru yürümeye başladı. Hava öylesine duru ve gökyüzünde yıldızlar o denli parlaktı ki fenere ihtiyaç duymadan önündeki patika yolu rahatlıkla seçebiliyordu. Tepeye ulaşmadan önceki son virajda karşısına ortalığı bir fener alayı gibi aydınlatan ateş böcekleri çıktı. Daha önce hiç bu kadar ateş böceğini bir arada görmemişti. Aniden atılarak bir tanesini yakalamaya çalıştı. Ateş böceğine dokunduğunda hiç beklemediği bir olay gerçekleşti: Eli yandı. Yanındaki ağacın dalından kopardığı ıslak bir yaprağı avcunun içine merhemmiş gibi sürerek yoluna devam etti. Gökyüzünde kimi www.yerlibilimkurgu.com

17


kırmızıya, kimi maviye çalan irili ufaklı binlerce yıldız vardı, Engin’i en çok da samanyolunun görüntüsü etkiliyordu. Tepeye ulaştığında kendisini sırt üstü çimlerin üzerine bırakıp teleskopuyla gökyüzünü izlemeye başladı. Yaptığı rastgele bir gözlem değildi. Havanın açık olduğu akşamlarda gökyüzünün belirli bir bölgesini tarıyor, özellikle parlak yıldızlara dakikalarca bakıyordu. Bazen aynen kendisinin parlak yıldızları incelemesi gibi, uzaydan birilerinin de dünyayı seyrettiği duygusuna kapılıyordu. Gün içinde kendisini en iyi hissettiği dönem yıldızlarla adeta koyun koyuna geçirdiği bu zaman dilimiydi. O gece gördüğü ilk yıldız kaymasının ardından kalkıp evin yolunu tuttu, gece yarısını geçirdiğinde anneannesi kızıyordu. Konağa vardığında herkes yatmıştı, girişteki idare lambasının yanından geçip ahşap merdivenlerden yukarı çıkmaya başladı. Üst katta yanan tek gaz lambasının ışığında kuzeninin de yattığı arka odaya girdi. El alışkanlığıyla pijamalarını bulup üzerine giydi ve yatağına yattı. Ortalık o denli sessizdi ki gecenin içinde sadece ahşap çıtırtıları ve uzaklardan gelen kurt ulumaları duyuluyordu. Babasının kim olduğunu ve onu neden terk ettiğini düşünürken yatağının yün kokulu sıcaklığı içinde derin bir uykuya daldı.

2.

İsmran federasyonu samanyolunun merkezine yakın bir noktada doğarak zamanla Güneş sisteminin de bulunduğu dış kollara kadar uzanabilecek teknolojiye ulaşmıştı. Federasyonun ismi bilinçli yaşamın birbirlerinden bağımsız olarak geliştiği 6 ayrı gezegenin ilk harflerinden oluşuyordu. Yıldızlararası seyahati başaran ilk başaran uygarlık olan İona sakinleri diğer gezegenlerdeki canlıları da bilimsel bilgiyle donatmış, öte yandan gelişen süreçte olası bir savaşı önleyecek güç farkını kendi lehlerine koruma becerisini göstermişti. Federasyon üyeleri, aralarındaki biyolojik ve kültürel farkları bilimin evrensel birleştiriciliğiyle dengeleyerek hızlı bir gelişim temposu yakalamıştı. 18

180 bin yıl kadar önce üzerindeki canlılardan www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Aralık 2018 / sayı 20

örnekler almak üzere dünyaya robotlarını gönderdiler. Proje bilimsel olmaktan çok eğlence amaçlıydı, zira o sırada İsmran uygarlığı zamanda yolculuk yapabiliyor ve ışık hızının binlerce kat üzerindeki hızlarla seyahat edebiliyorlardı, bilim adına öğrenebilecekleri pek fazla şey kalmamıştı. Dünyaya gönderilen İsmran robotları, Sibirya’da 25 kilometrekare taban alanına sahip bir fanus ürettiler ve bu dev yapıyı Kuzey Buz Denizi üzerinden uçurarak Kuzey Avrupa’ya getirdiler. Robotlar 17 ailenin bulunduğu bir avcı-toplayıcı klanı o sıralar konakladıkları Norveç kırsalında gözlerine kestirdiler. Onları altlarındaki toprak ve çevrelerindeki tüm canlılarla birlikte Sibirya’da ürettikleri fanusun içine koyup uzaya taşıdılar. Atmosfer basıncı, yerçekimi, hava, güneş ışığı, mevsimler gibi öğeler fanusun bağlı olduğu sistem tarafından kontrol edildiğinden avcıtoplayıcılar durumu uzunca bir süre fark etmediler bile. İsmran uygarlığı halkları iki ayakları üzerinde yürüyen bu gelişmiş maymunları çok sempatik buldu, hayatlarını ve birbirleriyle etkileşimlerini konu alan belgesel reality show karışımı yapımlar uzunca bir süre izlenme rekorları kırdı. Ancak çevre savunucuları daha önce bir gezegenin üzerinde serbestçe dolaşan canlıların uçtan uca bir saatte yürünebilen bir fanus içinde yaşamasına karşı çıktılar. Daha en başında bu ekosistemin dünyadan alınıp getirilmelerinin gereksiz olduğunu savunanlar da vardı ki yüzde yüz haklıydılar. Geri götürülüp alındıkları yere konulmaları söz konusu olamazdı çünkü açılan çukurda çoktan yeni canlılar yaşamaya başlamıştı. Uzun tartışmaların ardından fanustakilerin üzerinde yaşam olmayan bir başka gezegene yerleştirilmesi kararlaştırıldı. İsmran uygarlığının gelişmiş gezegen mühendisliği sayesinde dünyaya 39 ışık yılı uzaklıktaki ZSN-314 yıldızının çevresinde dolaşan ZSNP-5 gezegeninin dünyaya benzetilmesi bir yıl bile sürmedi. Fanusun içindeki canlılar bu gezegene nakledildi ve insanlık henüz uzay yolcuğunu keşfetmeden ikinci bir gezegende kolonileşmiş oldu. İsmran uygarlığı hızla gelişmeye devam etti, yüzbini aşkın yeni galaksiye yayıldıktan sonra, yeni ulaşılan galaksilerin diğerlerine benzediğine ve evrenimizin sıkıcı bir yer olduğuna karar verdiler. İsmran uygarlığı


ısrarlı bir biçimde başka evrenlerin varlığını araştırmış ancak somut bir sonuca ulaşamamıştı. Binlerce yıldır ağ üzerinde birer enerji paketi olarak hayatını sürdüren İsmran bireyleri meşgul olabilecekleri yeni bir şey olmadığı için kitleler halinde varlıklarına son vermeye başladılar. Neyse ki kara deliğin olay ufkunda yaşayan bir İsmran kolonisi evrenimizdekilerden onlarca kat karmaşık formlar ortaya çıkmasını sağlayacak kararlı yeni bir evrenin fizik kurallarını ortaya çıkarabilirdi. Galaksinin merkezindeki dev karadeliğin içinde yeni evren oluşturuldu, İsmran uygarlığı halkları kendi oluşturdukları bu yeni evrene göç ettiler. Bu arada ZSNP-5 gezegenindeki insanlar çoktan unutulmuştu. ZSNP-5 gezegeni dünyaya kıyasla daha küçük ve soğuktu. Gezegen M-tipi cüce bir yıldız olan ZSN314’in çevresindeki dönüşünü 8 günde tamamlıyordu. Gezegenin yıldızına olan mesafesi dünya ile güneş arasındaki mesafenin otuzda biriydi. Bu nedenle avcı toplayıcı kuzenlerimiz ZNSP-5’e ilk bırakıldıklarında gezegenin göğünde kıpkırmızı iri bir güneş görerek büyük bir korkuya kapılmışlardı. Yerçekiminin dünyadakinin üçte ikisi kadar olduğunu da hemen fark etmişler, çocuklar oldukları yerde keyifle zıplamaya, büyükler ise korku içinde gökteki ruhlara dua etmeye başlamışlardı. ZNSP-5 gezegeninin yeni sakinleri homo sapiens türünün eşsiz uyum yeteneği sayesinde sekiz bin yıl gibi bir sürede tüm gezegeni doldurmuştu. Yerçekiminin görece az olması nedeniyle boylarının zaman içinde uzaması dışında dünyadakine paralel bir evrim sürecinden geçmişlerdi. Dünyadaki kuzenlerine kıyasla iki yüzyıl kadar önce uzaya çıkabilmiş ve dünyayı keşfettiklerinde büyük bir heyecana kapılmışlardı. Ingrum personel değerlendirme kurulunun yaptığı oylamada dünyaya yapılacak ilk keşif seferine katılmasına karar verilen son personeldi. Sıradışı askeri yeteneklerine rağmen sorumsuz bir kişiliğe sahip olması üyelerde tereddüt yaratmıştı. Ingrum’un mürettebata dahil edilmesini savunanlar zorlu dünya

yolculuğunda böylesine gözüpek ve risk alabilen bir kişinin ekibe fayda sağlayacağını düşünmüşlerdi. Ne de olsa mürettebatın sıradan bir üyesi olacaktı ve yıldız gemisi kaptanı Ostania’nın disiplinli yönetimi altında zararlı bir eylem gerçekleştiremezdi. Işık hızının yüzde altmışına ulaşabilen yıldız gemisinde mürettebat derin bir uykuya dalmış ve güneş sistemine yaklaşıldığında uykudan sağlıklı bir biçimde uyanmıştı. Yıldız gemisinden havalanan Dostluk adındaki mekik binbir türlü aksiliğin yaşandığı bir iniş serüveni sonrasında Türkiye’nin Sovyetler birliği sınırına yakın bir bölgeye zorunlu iniş yapmıştı. Görünmezlik özelliği sayesinde Nato ve Sovyetler Birliği radarlarına yakalanmayan araç yere iner inmez Kaçkar dağlarının eteklerindeki bir çam ormanının içine gizlenmişti. Burada dünyadaki radyoları dinlemeye, yer kabuğu, atmosfer özellikleri ve canlıları araştırmaya başlamışlardı. Mürettebat bir yandan da iniş süresince sondada oluşan hasarları tamir ediyordu. Uzay yolculuğu sırasında düzene harfiyen uymak zorunda kalan Ingrum dünyaya indikten sonra bir parça rahatlamıştı. İniş ekinin başkanı bir jeoloji profesörüydü. Prof. Sekula asker kökenli komutan Ostania’nın her dakikası planlanmış çalışma anlayışı yerine esnekliğe ve yaratıcılığa da yer bırakan bir yönetim tarzı benimsemişti. 1.98 boyuyla ZNSP-5 gezegeni ölçülerine göre kısa boylu bir adam Ingrum dünyalıların kültürlerini çıplak gözle izlemek için yakındaki köyü gizlice gözetleyecekti. İnsanlarla teması kesinlikle yasaktı, eğer kaza eseri fark edilirse görünmezlik giysisini aktif hale getirerek derhal mekiğe dönecekti. Aksi bir davranış tüm seferi tehlikeye atabilirdi. Köyü gözetlemeye başlamasının ikinci gününde köyün üst yamacında çiçek toplayan bir genç kız gördü. Giysileri köydeki kızlara pek benzemiyordu, kent kökenli olması muhtemeldi. Kızdan hoşlanmıştı, onunla etkileşime girerse dünya kültürünü daha yakından tanıma fırsatı yakalayabilirdi. Bu elbette kendisinin bile inanmadığı bir bahaneydi, Ingrum www.yerlibilimkurgu.com

19


çapkın bir adamdı ve yıldız gemisinde komutan Ostania ona göz açtırmamıştı. Geminin ana bilgisayarı birçok dünya dili gibi Türkçe’yi de bir haftaya kalmadan öğrendi ve personelin beyinlerine gömülü çipler üzerinde bir servis olarak yayınladı. Ingrum ertesi gün Nurperi’nin karşısına elinde bir demet çiçekle çıkıverdi. Beynindeki çipin yardımıyla ona Norveçli bir gezgin olduğunu, bu dağları kendi ülkesine çok benzediğini için sevdiğini söyledi. Söylediği aslında bir bakıma doğruydu, ataları 180 bin yıl önce Norveç’ten ZNSP5’e göçmüştü. Nurperi böylesi bir davranış karşısında biraz korktu, hatta ilk anda kaçmayı düşündü, ama bunun kendisini bir aptal gibi göstereceğinden endişe ettiği için yerinden kımıldamadı. Birkaç saniye sonra böylesine komik bir aksanla konuşan ve sürekli sırıtan bir adamdan zarar gelmeyeceğine karar verdi ve “Türk erkekleri tanımadıkları bir kıza çiçek vermezler, bu bizim kültürümüzde ayıp karşılanır” dedi. Ingrum “Özür dilerim”, diyerek çiçekleri Nurperi’nin elinden almaya yeltendi. Nurperi bu tuhaf davranış karşısında kendisini gülmekten alıkoyamadı. Bunun üzerine Ingrum çiçeği vermenin yanı sıra almanın da yanlış olduğunu anlayarak girişiminden vazgeçti. Nurperi “Her gezdiğin yerin dilini öğrenir misin?” diye sordu.

“Dil öğrenmeye yatkınım galiba” dedi Ingrum.

“Dilersen seni köy ahalisiyle tanıştırabilirim” dedi Nurperi. Ingrum bir anda telaşa kapılarak, “Aslında utangaç bir insanım, senin karşına çıkma cesaretini nasıl gösterdim bilmiyorum, senden zarar gelmeyeceğini düşündüm herhalde” dedi. “Dev gibi adamsın, birilerinden korkman ilginç aslında” dedi Nurperi şaşırarak. 20

“Birkaç gün daha buralardayım, varlığımdan www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Aralık 2018 / sayı 20

kimseye söz etmezsen sevinirim, Türkçe bildiğimi öğrenince birçok insan evine davet ediyor, ben de kimseyi kırmak istemiyorum” dedi Ingrum. Nurperi ile Ingrum üçüncü kez gizlice buluştuklarında önce öpüştüler, ardından Ingrum’un ormandaki çadırında gençlik heyecanının coşkusuyla seviştiler. Her ikisi açısından da bir oyun gibi başlayan ilişki kısa zaman içinde gezegenler arası bir aşka dönüşmüştü. Birkaç gün sonra mekik üzerindeki tamir işlemleri tamamlandı ve kalkış hazırlıkları planlanan zamandan önce başlatıldı. Dünyadaki yüksek yerçekimi ekibi yormuş, Prof. Sekula hazır uygun hava koşullarını bulmuşken bir an önce havalanmak istemişti. Ingrum Nurperi ile vedalaşmak için köye gitti, görünmezlik giysisini aktive hale getirerek köyün içlerine kadar girdi ancak onu ne evinde ne de başka bir yerde bulamadı. ZNSP-5 gezegenine döndükten sonra Ingrum Nurperi’yi uzun süre aklından çıkaramadı. Diğer taraftan Nurperi’nin hamile kalmış olmasına ihtimal vermiyordu çünkü ilişkiden sonra ona gebeliği önleyici bir ilaç vermişti. İlaç bir biçimde işe yaramamış, milyonlarca kilometre ötede bir çocuğu olmuştu. Ne Ingrum ne de Nurperi yaşadıklarını kimseye anlatmamış, ZNSP-5 gezegeninde aniden patlak veren savaş dünyaya yeni bir sefer yapılmaması sonucunu doğurmuştu. Ingrum zamanla elbette Nurperi’yi unutmuş, çapkınlıklarına 72 yaşında beyin kanamasından ölene kadar devam etmişti. Nurperi 96 yaşına kadar yaşayan Kudret Hanım’ın koruyucu kanatları altında kendi halinde bir yaşam sürdü. Engin ise sonradan içlerinde ZSNP-5 gezegeninin de bulunduğu birçok yaşanabilir gezegeni keşfeden dünya çapında bir astronom oldu.


Murat K. Beşiroğlu / Ogox - 2016

Murat K. Beşiroğlu / Aşkın Algoritması- 2018

www.yerlibilimkurgu.com

21


Ayın Kitap İncelemesi

İsmail ŞAHİN

2000’li Yılların Öyküleri Haldun AYDINGÜN Baskı Yılı/Yeri: Temmuz 1992 İstanbul Sayfa Sayısı: 138 Yayınevi: Yayınevi yayıncılık Bu sayımıza konuk olan kitap

Haldun Aydıngün’ün “2000’li Yılların Öyküleri” isimli öykü kitabı.

Kitapta yedi öykü bulunmaktadır ve açılışı yetmiş bir sayfalık uzun bir öyküyle yapıyoruz..

1 – Başkan Oyunu Anne-baba sevgisinden mahrum olarak yetiştirilmiş, beslenmesi düzenlenmiş,

ve

eğitimi

hatta

bilgisayar

“alışmasın”

diye

programlarıyla kucağa

bile

alınmamış, sokağa bile çıkmamış, sürekli bilgisayar oyunlarıyla yetişmiş Murat isimli bir çocuğun hikâyesi bu. 22

www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Aralık 2018 / sayı 20


Çok zeki ve derslerinde çok başarılı olmasına rağmen

ortada düşman görünmemektedir. Bütün işlemler

evlerinin karşısındaki marketten bir ekmek almayı bile

bilgisayarlar

beceremeyen bir çocuktur Murat.

sinyaller değerlendirilmekte ama sinyallerin gerçek

Bir yazılım şirketi en zeki çocukları, öğrencileri bulmak için “Başkan Oyunu” isimli bir simulasyon programı

üzerinden

yürütülmektedir.

Alınan

bir düşmandan mı yoksa yanıltma amaçlı gönderilen modüllerden mi geldiği belli değildir.

geliştirir. Sanal bir ülke yönetimi üzerine olan bu

Kaptan genel karargâha rapor gönderecektir ama

simulasyonu kimse bitirememiştir şimdiye kadar.

bu raporu bilgisayar üzerinden değil, özel korumalı

Bir vakıf, Murat’ın okuldaki başarılarından haberdar olur ve “Başkan Oyunu” için seçilir. Murat’a

ufacık bir kapsüle koyarak beyaz bir güvercinle göndermektedir.

simulasyon için bir terminal vermişlerdir. Murat artık tamamen bilgisayar başında sanal bir âlemde yaşamaktadır. Bu arada ergenlik çağındadır ve bazı duyguları ilk defa yaşamaktadır. Simülasyondaki bir karaktere âşık olmuştur. Simulasyonda bazı ters giden olaylar olur. Murat “Başkan” olarak tüm yetkileri elinde toplar ve duruma müdahale eder. Simulasyonda darbe girişimi yapılacaktır ama Murat sorunu halleder. Simulasyon normal seyrinde devam eder. Fakat Murat simulasyonu tamamlamıştır ve Murat Ankara’ya, Milli Eğitim Bakanlığına davet edilir. Kutlamalar yapılır, Harvard’da okumaya hak kazanır. Ankara’da iken kendisini “Başkan Oyunu”na seçen vakıftan görevliler gelmiş ve programı silip terminali geri götürmüşlerdir. Murat eve geldiğinde annesi kendisine sarılır ancak Murat bir an önce sanaldaki

3 – İnsansı - Android Torin, eşi Leyla’nın cenazesini görmek üzere morga gider. Yanında arkadaşı Tsetu vardır. Leyla hayattayken Tsetu’dan söz almıştır. Eğer kendisine veya Torin’e bir şey olursa bir kopya yapılmasını istemiştir. Birkaç gün sonra Tsetu Torin’e Leyla’nın android bir kopyasını yapabileceğini söyler ve bir süre sonra Leyla’nın bire bir kopyası Torin’in karşısındadır. Torin ve android Leyla eskisi gibi birlikte hayatlarına devam ederken, Torin Leyla’nın öldüğünü ve aslında bir robotla yaşadığını kabullenir. Leyla eve gelir ve yatak odasında Torin’i hareketsiz yatarken bulur. Torin ölmüştür. Cenaze töreninde Leyla, Tsetu’dan aynı kendisi gibi Torin’in adroid bir kopyasını yapmasını ister.

sevgilisi Dora ile baş başa kalmak istemektedir. Odasına girdiğinde terminali göremeyince annesinin daha önce hiç duymadığı canhıraş bir feryat koparır.

4 – Teyp Kasetleri

Günümüzde sıkça rastlanan bilgisayar ve sanal dünya

Gülçin uzun zamandır gitmediği anneannesinin evine

bağımlılığının –ki oyun yüzünden intihar edenler bile

gider ama sıkılır. Evin içinde dolaşmaya başlar ve

var– 1992 tarihli bir öyküde yer alması çok hoş.

sessizce çatı katına çıkar. Eski eşyaları, eski tarihli gazeteleri, katalogları görür. Daha sonra küçük bir kapıyı farkeder ve içeri girer, ışığı yakar ve etrafı

2 - Denizde

inceler. Yerde iple bağlanmış bir kutu fark eder.

Uçsuz bucaksız bir denizde ilerleyen bir savaş

merakların ve kaseti alır. Dedesi kayıt yapmıştır ve

gemisinde geçen bir öykü. Bir savaş vardır ama

Gülçin’le konuşmaktadır. Ama ilginç olan dedesi

Üzerinde

“torunum

Gülçin’e”

yazılıdır.

Gülçin

www.yerlibilimkurgu.com

23


Gülçin doğmadan önce ölmüştür ve torunlarını hiç görmemiştir. Gülçin diğer kasetleri dinledikçe şaşırır. Kasetleri

dinlediği

zamanlar

üzerindeki

elbise,

saçlarının şekli vs. dış görünüşü nasıl ise dedesi aynen söylemektedir. Son kaseti dinlediği gün 18 yaşına girmiştir Gülçin. Dedesi artık gidicidir ve son kez konuşmaktadır. Gülçin ağlamaya başlar, dedesi şimdi ağladığını görüyorum der. Son sözü Allahaısmarladık

7 – Uyanış Çocuk sabah uyandığında henüz güneşin ortalığı aydınlattığını fark eder. Kapıyı açar ama parlak bir güneş ışığıyla karşılaşır. Salondaki bütün eşyalar eskimiştir ve çürümüştür. Odadaki karanlık camların iyice kirlenip çamurla kaplı olmasındandır. Annesinin ve babasının evde olmadığını görür. Koşarak odadan dışarı çıkar.

olur.

Merdivenlerden düşerken elini kanatır ve pijamasından

Gülçin ağlayarak odadan çıkar ve kapıda kuzeni

ama kimseler yoktur. Asfalt parçalanmış, arabalar

Murat’la çarpışır. Murat da aynı kasetlerden bulmuş ve

hurdaya dönmüş, her yer insan boyu otla kaplanmıştır.

dedesiyle konuşmuştur.

Marketler, pahalı mağazalar bomboştur. Giyecek arar

kolayca ufak bir parça yırtarak elini sarar. Dışarı çıkar

fakat hepsi paramparça olmuştur. Markette yiyecek bir şeyler arar fakat bulamaz. Eski bir köşkün bahçesindeki

5 – Karşılaşma

cılız ağaçlar büyümüştür ve meyve doludur. Güneş

Sinan, babasıyla beraber havaalanına gitmektedir.

gördüğü su birikintisinden kavanozun birini doldurur.

Arabada babası konuşmaya başlar. Üniversitede

Diğer kavanoza ise meyvelerden koyar. Hava iyice

yıllarında laf olsun diye bir sanayi atıklarından

kararmadan kendi evine döner ve uyumaya başlar.

sentetik yiyecek üretmeyle ilgili çalışmalar yapar. Projeyi çeşitli ciddi bilim dergilerine gönderir. Gelen cevaplar olumludur. Hocaları bile şaşırır. Sonunda Amerika’da gider. Artık ünlü olmuştur. Çalışmaları N4 projesi olarak geliştirilir. O sırada Afrika’da açlık o kadar artmıştır ki birçok bebek 3 yaşına varmadan ölmektedir. N4 ile yaşam süreleri 27 yıl artmıştır. Ancak 30 yaşında ölmektedirler. Projeyle ilgili olarak konuşurlar. Sinan’ın babası Afrika’ya N4 neslinden bir aileyi ziyarete gidecektir.

6 – Telefon Jülide, özel haber bırakma servisini kurmuştur. Sürekli gezen, seyahat eden, çapkınlık eden kişiler bütün haberleşme işlerini Jülide ile halletmektedir. 35 kişinin özel haberleşme işlerini yürütmektedir.

24

www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Aralık 2018 / sayı 20

batmak üzeredir. İki kavanoz bulup, daha önce asfaltta

Tekrar uyandığında şehrin kalabalığını ve araçlardan yükselen korna seslerini duyar. Annesi salonda oturmaktadır ve neden erkenden kalktığını sorar. Çocuk akşamki gördüğü rüyayı anlatır. Annesi bir daha korku filmi seyretmemesini söyler. O sırada elini fark eder ve sargıyı açar. Elindeki kesik acımaktadır. Koşarak odasına gider ve yatağının kenarında birisi meyve diğerinde ise yarıya kadar su dolu olan iki kavanoz durmaktadır.


www.yerlibilimkurgu.com

25


Esra UYSAL’ın Not Defterinden Ölümcül Makineler (2018)

Film

Büyük bir yıkımın ardından kurulan yeni düzende hayatta kalmaya çalışan insanların hikâyesini konu ediyor. Medeniyeti yok eden büyük felaketin ardından yıllar geçmiştir. Artık hiçbir şey eskisi gibi değildir. İnsanlar kendilerine yeni bir yaşam biçimi geliştirmiştir. Yeryüzünde hareket eden büyük şehirler, dünyada dolaşarak daha küçük olan kasabaları vahşice yağmalamaktadır. Tom Natsworthy, yürüyen büyük şehirlerden olan Londra’nın alt sınıfındandır. Tehlikeli kaçak Hester Shaw ile karşılaşan Tom Natsworthy artık hayatta kalmak için savaşmak zorundadır. Bu iki farklı insan hayatlarının değişmesine neden olan bir ittifak kurar. Yollarının kesişmesi beklenmedik olan bu ikilinin kurduğu ihtimal dışı ortaklık, dünyanın kaderini değiştirecektir.

Süre: 128 dakika. Tür: Bilimkurgu, Macera, Aksiyon Yönetmen: Christian Rivers Senaryo: Fran Walsh, Philip Reeve Oyuncular: Hera Hilmar, Hugo Weaving, Robert Sheehan. Müzikler: Junkie XL

Çok Çağı (2018) “İki farklı dünya. Birisi kül tepelerinin ardında, susuz, denizsiz, şiirsiz, aşksız, insansız Beta. Diğeri yemyeşil, gecesiz, kışsız, şiirli, şarkılı, düşlü, renkli Alfa. İki dünyayı buluşturansa gittikçe sönen Güneş. Beta’yı küle çeviren Elitler nükleer felaketin yaklaştığını anlayınca Alfa gezegenine göç ederek, sayıca kendilerinden çok olan Çirkinleri, Beta’da kaderlerine terk ederler. Yüzyıllar sonra Güneş’in sönmeye yüz tutması iki halkı yeniden buluşturur. Çirkinler Kusursuzlara, Elitler Mutlara dönüşmüştür. Kusursuzlar yapay zekâlarla yaşarken, Mutlar doğayla buluşur ve ilkel komünal yaşama geçer. Evrenin geleceği iki dünyanın sil baştan yazacağı hikâyeye bağlıdır. Yazar: Arzu Eylem Yayınevi: Nota Bene Yayınları Sayfa Sayısı: 184 26

www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Aralık 2018 / sayı 20

kitap


The Crossing (2018) Savaştan zarar gören mülteciler küçük bir Amerikan kasabasına sığınma tale binde bulunurlar. Fakat insanların kaçtıkları savaş henüz yaşanmamıştır. Hükümet bu göçün ardındaki gerçekleri ortaya çıka gizemli rmayı çalışır ancak artık hiçbir şey esk isi gibi olmayacaktır.

dizi

Etkileyici bir dizi ancak bir sezonla ekra

nlara veda etti.

Süre: 11 Bölüm - 42 dakika. Tür: Macera, Dram, Bilimkurgu. Yönetmen: Jay Beattie, Dan Dworkin Oyuncular: Steve Zahn, Natalie Martin ez, San

drine Holt, Rick Gomez, Jay Karnes

p kita

Halk Dünya Mühendisleri (2018) Bilimkurgu türünün ustalarından biri olan Larry Niven, “Halka Dünya” serisinde hayranlık uyandırıcı bir kurgusal evren sunuyor. Halka Dünya Mühendisleri’nde bu deha ürünü yapay dünyayı keşfe çıkarken, mühendislerinin hangi ırktan olduğunu merak etmekten kendinizi alamayacaksınız. Yazar: Larry Niven Çevirmen: K. Ümit Kayalıoğlu Yayınevi: Panama Yayıncılık Sayfa Sayısı: 464

www.yerlibilimkurgu.com

27


Biyografi - İnceleme

Özlem Buket DURU

Stan Lee

On Yaşında Shakespeare Okuyan Çocuktan, Çizgi Roman Devliğine Uzanan Bir Hayat

Evvel

zaman içinde, kalbur saman içinde, aslını isterseniz 30’lu yılların başındaki Manhattan’da bir çocuk, küçük evinin mutfağında yemek yiyor, bir yandan kitap okuyordu. Annesi yemek masasında kullanması için ona bir kitap standı hediye etmişti, çünkü çocuk tam bir okuma bağımlısıydı ve eline harçlık geçtiğinde soluğu kitapçıda alıyordu. 10 yaşındayken Tom Swift, Hardy Boys gibi kendi yaş grubu için yazılan serilerin ötesinde Shakespeare, Arthur Conan Doyle, Charles Dickens, Émile Zola okuyordu! Bir merakı da, erkek kardeşiyle dönemin efsane aktörü Errol Flynn’in filmlerini izlemekti, ve ileride, en önemli karakterlerinden birini onun suretinde çizecekti. Bu çocuk çizgi roman ilahı olarak anılacak Stan Lee’ydi, daha doğrusu biz öyle bilecektik. 28

www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Aralık 2018 / sayı 20


G

erçek adı Stanley Martin Lieber’di ve Romanya asıllı Yahudi bir ailenin ilk oğlu olarak dünyaya gelmişti. Her aile gibi onlar da o yıllardaki büyük ekonomik bunalımdan etkilenmişlerdi ve terzi olan babası artık düzenli iş alamıyordu. Lee’nin ergenlik yılları annesiyle babasının kanepede uyuduğu, kendisinin de erkek kardeşiyle aynı odayı paylaştığı iki göz bir apartman dairesinde geçti ve şartlar onu öğrenciliğinde çalışmaya zorladı. Okumayı bu kadar seven biri olarak, günün birinde muhteşem bir roman yazmayı planlıyordu. Aldığı ilk işlerden biri yazarlıktı ama beklediğiniz gibi değil; bir gazete için ölüm ilanlarıyla, yerel verem dispanserinin duyurularını kaleme alıyordu. Yemek kuryeliğinden tutun, tiyatroda yer göstericiliğe kadar pek çok ufak tefek işte çalıştı, ama kendi ifadesine göre hayatını değiştiren şey, New York Herald Tribune gazetesine yazılarını yollamak oldu. Gazete her hafta liseler arası bir yarışma düzenliyor ve en iyi makaleyi yazanı seçiyordu. Lee ödülü üç kere üst üste kazanınca gazete ona yazıp, “Biraz da başkalarına müsaade etsen?” diyecekti. “Neden bu yarışmalara katılacağına, profesyonel yazarlığı düşünmüyorsun?”

1939

’da, 17 yaşındaki Stanley Böylece amcasının yardımıyla Martin Goodman tarafından kurulmuş Timely Comics’de işe girdi: 1960’larda bizim bildiğimiz Marvel Comics’e evrilecekti. Burada yazılan hikâyeleri okuyup düzeltmelerini yapıyordu, ama tek görevi bu değildi, getir götür işlerine bakıyordu. Çalışanlara öğle yemeği taşımaktan, son hale getirilmş çizimlerden kurşun kalem izlerini temizlemeye kadar her türlü ayak işini yapıyordu ve haftada sekiz dolar alıyordu. Jack Kirby ve Joe Simon ile de burada tanıştı. Çizgi roman dünyasında ilk çıkışı da KirbySimon ikilisinin yarattığı Captain America’nın 3.sayısı ile olacaktı: Captain America Foils the Traitor’s Revenge’de gerçek adını değil, Stan Lee olan takma adını kullanmıştı, çünkü o günlerde herkes çizgi romanları aşağı görüyordu ve asıl ismini kullanmaya utanmıştı. İleride büyük romanını yazdığında, kimsenin “Aaa, bu çizgi roman yazarı değil miydi?” demesini istemiyordu. Sizin anlayacağınız, süper kahraman olarak kendine bir isim almıştı, ama henüz süper kahraman olduğunun farkında değildi. Yıllar sonra, Stan Lee’yi gerçek ismi yapacaktı.

1941’de çıkan Mystic Comics’in 6. sayısı Destroyer’da ise artık karakter de yaratmaya başlamıştı.

Kariyerindeki ilk büyük adım da o yıl geldi. Kirby ile Simon, büyük patron Martin Goodman ile anlaşmazlığa düşüp, rakip firmaya geçtiğinde, Stan Lee artık baş editördü. Henüz on dokuz yaşında olmasına rağmen, onda “iş kafası” dediğimiz şey ve tabii ki büyük bir heves vardı. En büyük avantajı, yine kendi ifadesine göre hızlı, dolayısıyla üretken bir yazar olmasıydı. Verdiği bir röportajda “Belki en iyisi değildim, ama en hızlısıydım,” demişti. Bu özelliği ileride çok işine yarayacaktı. Hikâyelerinin altına kendi isminden türettiği sahte yazar isimleri koyarak okurları Marvel’ın kalabalık bir yazar kadrosu olduğuna inandırmıştı, aslında hepsini yazan kendisiydi. Amerika 2. Dünya Savaşı’na girdikten bir süre sonra, 1942’nin başlarında Stan Lee de orduya yazıldı. Ancak ordu onun için kariyerine ara vermek değil, geliştirmek için başka bir fırsattı: Signal Corps’a giren Lee, ilk başta telgraf yollarını onarıyor ya da komünikasyon ekipmanlarını tamir ediyordu. Daha sonra askerler için yazılan eğitim filmlerinin metinlerini hazırlamaya başladı, hatta sloganlar buluyor, ordu broşürleri için çizgi roman kareleri hazırlıyordu. Size şöyle www.yerlibilimkurgu.com

29


söyleyeyim; birliğinde ileriki yıllarda üç Oscar kazanacak ünlü İtalyan yönetmen Frank Capra, hemşehrisi diyebileceğimiz New York’lu karikatürist Charles Addams (Addams Family’nin yaratıcısıdır), sonradan Dr. Seuss olarak bilinecek çocuk romanı yazarı Theodore Geisel vardı. Yani, askere gitmek bugün bile pek çok kişinin kabusuyken adam tarihin en korkunç savaşında orduya giriyor ve duruma bakın. Dünyanın en şanslı insanlarından biri değil mi sizce de?

Timely Comics’deki yerini geçici olarak Vincent Fago doldurmuştu ve ama Lee hâlâ hikâye yazıyordu. Her hafta Lee’ye ne yazılması gerektiğine dair mektup geliyor, ve o da haftanın sonunda yazdığı hikâyeyi postalıyordu. Bir keresinde deadline’ı kaçırmamak amacıyla ofisin kapalı olduğu bir gün, kendi posta kutusunu tornavidayla açıp, içindeki mektubu aldığı için neredeyse askeri mahkemeye çıkacaktı, ama kurtuldu.

Savaş bittikten iki yıl sonra, 1947’de eski fotomodel Joan Boocock ile evlendi. Çizgi roman tarihinde çığır açan hikâyelerini yazmasını da ilk olarak eşi sağlayacaktı.

30

www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Aralık 2018 / sayı 20

1940

’ların ortaları Altın Çağ’ın zirvesiydi ve çizgi roman satışları çok iyi gidiyordu. Ancak okurun ilgisini çekebilmek için hikâyeler gitgide daha korkutucu ögeler içermeye başlayınca, tepki de gecikmedi. Demokrat senatörlerden biri çizgi romanların gençlerin ahlâkını bozduğunu ve asi davranışlarını körüklediğini iddia edince, kendine psikiyatristler ve muhafazakar ebeveynlerden oluşan büyük bir taraftar kitlesi oluştu. Tepki büyüdükçe büyüdü, her karakter de bundan nasibini aldı; Batman’le Robin homoseksüel ilan edildiler. Çizgi roman endüstrisi de, çareyi kendilerine bir tüzük çıkarıp, Amerikan hükümetiyle anlaşmakta buldu ve tabii ki “hükümet onaylı” bu tüzük çerçevesinde yazılmış hikâyeler, okurların çoğuna sıkıcı geldi. Televizyonun da yayılmasıyla insanlar zaten okumaktan soğumaya başlamıştı, bu darbe de gelince çizgi roman satışları neredeyse üçte birine düştü. Peki, batan endüstrinin yardımına kim koştu dersiniz? Hem de literal olarak? Flash!

1957

’de, Julian Schwartz Flash’i yarattı ve arkasından gelen Justice League of America ile büyük başarı elde etti. Martin Goodman, Lee’den de böyle bir süper takım yaratmasını istedi. Timely Comics, artık Atlas Comics’e dönüşmüştü ve Lee otuz beş yaşındaydı, artık oturmuş bir kariyeri vardı, ama komedi hikâyeleri yazmaktan çok sıkılmıştı. Statükocu kahramanlar da ona çekici gelmiyordu doğrusu. Bu noktada eşi devreye girerek, “İnsanların istediklerini değil, kendi istediğin hikâyeleri yaz!” dedi. Lee de bunu dinlemeye karar verdi ve Jack Kirby’yle birlikte 1961’de Fantastik Dörtlü’yü yarattı. Karakterler Kirby’nin daha önce DC’ye çizdiği Challengers of the Unknown’dan devşirmeydi, ama çok daha fazla derinlik katılmıştı.


Fantastik Dörtlü dönemi için devrimdi: O güne kadar süper kahramanların çoğu ciddi bir etik anlayışa sahip insan üstü varlıklardı ve kimlikleri gizliydi. Romantik ilişkileri olsa da, çift hayat yaşamanın baskısıyla ya uzun sürmezdi, ya da trajediyle biterdi. Oysa Fantastic Four bir aileydi. Gizli kimlik yoktu. Her aile gibi kavgaları, hataları ve vardı, kusurlu kişiliklere sahiptiler ama buna rağmen birbirlerini affetmeyi de biliyorlardı, çok daha insancıldılar. Radyasyona maruz kalıp bedenleri değiştikten sonra dahi oturmuş bir düzenleri vardı ve tam süper kahraman olmaktan çok, bilim insanıydılar. Ayrıca, kendinden tiksinen “The Thing” vardı. Anında popüler olduklarını söylememe gerek yok. Bundan gaz alan Lee ve Kirby, yaratıcılıklarını konuşturarak Gümüş Çağ’a damgasını basan “kusurlu kahraman” ekolünü oluşturacak karakterleri bir bir hayata getirmeye başladılar; Hulk, Thor, Lee’nin bir zamanlar hayranı olduğu Errol Flynn’in suretinde çizdiği Iron Man, ve peşinden tabii ki “farklı” olduğu için toplumun dışına itilen X-Men geldi. Aynı dönemde Bill Everett’le birlikte yarattığı Daredevil, bir kavramdan karakter yaratmanın bence zirvesidir; bekçisi olduğu adalet gibi kördür, ama Superman gibi herkesi duyabilir. Ama en popüler olan, tabii ki yine geçenlerde kaybettiğimiz Steve Ditko’yla beraber yarattığı Örümcek Adam’dır. Bu karakterlerin hepsinin kusurları vardı: Tony Stark alkolikti ve gerçek anlamda “kalpsiz”di. Peter Parker hem okuluyla, hem de kendi iç sorunlarıyla boğuşan bir ergendi.. En önemlisi de, Stan Lee’nin kahramanlarının insan olarak doğması ve belli bir yaşa kadar normal yaşamlar sürmesiydi: Doğaüstü güçlerini sonradan kazandıkları için insanlıkları baki kalıyordu. Ayrıca, Lee’nin bütün o klasikleri okuyarak geçirdiği çocukluk dönemi, her karakterin kendi konuşma kültürü ve biçimi olmasını sağladı: Spider Man’in düşmanlarının sinirini bozmak için makine gibi konuşması, Thor’un kullandığı eski İngilizce deyimler, ya da karikatürize şairane cümleler (İngilizce buna dime-store poetry denir, tırt şirri anlamına gelir), küçük yaştan itibaren edindiği zengin kültürün dışavurumuydu.

yapılanlar “Çizgi Romanda Marvel Devrimi” olarak anılacaktı. Bence buradan çıkarılması gereken bir diğer ders de, iki rakip şirketin yaratıcılıklarının birbirlerini nasıl desteklediği ve batan endüstriyi muhafazakarların elinden nasıl birlikte kurtardıkları olmalı.

1960

’larda, Lee artık Marvel Comics’in lokomotifi haline gelmişti; art direktörlük yapıyor, yeni hikâyeler yazıyor ya da yazılanlara editörlük yapıyor, hayranlardan gelen mektuplara cevap yazıyor ya da yazılan cevaplara moderatörlük ediyordu, aynı zamanda Stan’s Soapbox (Stan’in Sabun Kutusu) isimli bir köşe yazıyordu. Bu köşeye yazdığı yazıları “Excelsior!” sözcüğüyle bitirirdi. “Excelsior!” New York’un resmi mottosuydu ve Stan Lee, yıllar sonra bunun “Daha büyük zaferler için, daima ileri!” anlamına geldiğini söyleyecekti. Peki bütün bu işlere nasıl yetişiyordu? Aslında, o dönemde pek çok çizgi roman stüdyosunun kullandığı bir yöntemi uyguluyordu: Bütün bir senaryo yazmak yerine, bir çizerle beyin fırtınası yapıp yazılacak çizgi romanın kısa bir özetini çıkarıyordu, sonra çizer özete bağlı kalarak sayfaları dolduruyordu. Lee de çizim teslim edildiğinde konuşma balonlarını dolduruyordu. Böylece her çizer hikâyeye katkıda bulunabiliyordu. Lee bunu o kadar etkili bir şekilde uyguladı ki, bu yöntem çizgi roman tarihine “Marvel metodu” olarak geçti.

Bu insani duygularla iç fırtınalar, çizgi roman kahramanları için çok büyük yeniliklerdi ve bu www.yerlibilimkurgu.com

31


1963

’te yine Kirby ile çeşitli karakterlerini bir araya getirerek, bugünkü milyar dolarlık pazarı yaratmış The Avengers’ı kaleme aldılar. Birlikte yaptıkları son iş, 1978’de basılan “The Silver Surfer: The Ultimate Cosmic Experience”dı. Üzücü olansa, daha sonra Kirby ile kimin hangi hakkı alacağı konusunda anlaşamamaları ve Kirby’nin yarattıklarından prim alamamasıydı. Kirby’nin 94’teki vefatından sonra mirasçıları Marvel’a dava üzerine dava açmaya devam etti, nihayet 2014’te anlaştılar ve isim haklarını kazandı.

1980

’de, Lee Marvel karakterlerini yeni bir mecraya tanıtmak üzere, Los Angeles’a taşındı. Ancak ilk çabalar hayal kırıklığıydı. Nihayet oyuncak firması Toy Biz işe el attı ve 1992’de bugünkü yetişkinlerin hatırladığı X-Men: The Animated Series ortaya çıktı ve beş yıl devam etti.

1990

’larda Lee artık Marvel’dan ayrılmıştı, ancak hâlâ onursal başkandı ve yılda bir milyon dolar alıyordu. Peki, emekli mi oldu dersiniz? Asla, 1998’de Peter Paul’le birlikte internet tabanlı bir şirket olan Stan Lee Media’yı kurdu. Nitekim 2002’de, haklarının verilmediği gerekçesiyle Marvel’a dava açtı. Marvel adına çalıştığı için karakterlerin telif hakkı ona ait değildi, ancak Marvel filmlerden kazanılacak paranın yüzde on pay vermeyi kabul etmişti ve Lee onların sözünü tutmadığını söylüyordu. 2005’te iki taraf kendi aralarında anlaşmayı tercih etti. Lee, üniversitelerde ders verdi, çocuk programları ve süper kahraman serileri yaratmaya devam etti. Enerjisi dur durak bilmiyordu ama ne yazık ki o da hepimiz gibi faniydi. “Daha çok film yapmak istiyorum,” diyordu, “Daha çok televizyon programı yapmak istiyorum, daha çok DVD, daha çok ders vermek istiyorum,

32

www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Aralık 2018 / sayı 20

yaptığım her şeyden daha fazla yapmak istiyorum, ama zaman.. Zaman yetmiyor…” ek az yazar hayatı boyunca karakterlerinin dünyaya yayıldığını ve sinemaya uyarlandığını görmüştür, kendisinin bu zevki fazlasıyla tattığını söyleyebiliriz. Yazdığı çizgi romanlardaki arka planlara karakter olarak kendisini de eklerdi, Marvel karakterleri beyaz perdeye aktarıldığında da bu adeti bozmayıp, cameo yapmaya başladı. Sanırım dünyanın en sevimli cameo’larının ona ait olduğunu söylersem, kimse karşı çıkmayacaktır. Çocukluğunda çok istediği gibi “büyük bir roman” yazamamıştır belki, ama karakterleri belki yazıdan çok daha güçlü yollarla dünyanın dört bir yanına yayılmış, hele de görselliğin bunca güçlü olduğu bir çağda herkesin aklına kazınmıştır. Bir kahramanın “tutması” için mükemmel olması gerekmediğini dünyaya göstermiş olması bile kendi başına muazzamdır. Yarattığı karakterler, yediden

P

yetmişe milyonlarca insan için ilham kaynağı olmuştur. 95 yıllık dolu dolu bir ömrün ardından, vefatı üzerine tüm sosyal medyanın eşi görülmemiş şekilde tek bilek tek yürek halinde onu anması da bunun ispatıdır.

Işıklar içinde uyusun.


www.yerlibilimkurgu.com

33

Gรถrsel: http://marvel.wikia.com/wiki/File:Iceman_Vol_3_1_Stan_Lee_Box_Exclusive_Variant.jpg


4.YBKY Kısa Öykü Yarışması - Alternatif Tarih

Cem CAN

KAFES

“Bu tam bir delilik.”

“Peki, bu işi kimin adına yapacaksın?”

“Evet, biliyorum ama yapmak zorundayız. Hiç merak etmiyor musun? Bir kere bile gök yüzüne bakıp orada ne olduğunu düşünmedin mi?”

“Bir ülke adına olmayacak. Kendi adıma, insanlık adına yapıyorum. Bundan sonra atabileceğimiz adımları düşün.”

“Evet, bunu düşündüm. Hatta beraber sorguluyoruz ama bu diğerleri gibi değil. Kısa bir süre için basit bir delik açmayacağız. Uzun sürecek ve büyük olacak.”

“Ne uğruna? Dünya Nikola Tesla’nın muhteşem buluşlarından sonra daha yaşanabilir bir yer oldu. Yaptığı kuleler sayesinde her yerde bedava enerji var. Ücretsiz elektrik, ücretsiz iletişim.”

“Farkındayım. İşin güzelliği burada. Eğer başarırsak kanıtlamış olacağız. Sana ihtiyacım var. Şimdi benimle misin, değil misin?”

“Bu kadar büyütme. O adam çok büyük bir girişimcinin, küçük bir otel odasında kafayı yiyerek ölümüne sebep oldu. Eğer Edison’u engellemeseydi her şey çok daha farklı olurdu. Zavallı ihtiyar en son güvercinler ile konuşuyormuş.”

Hayatım boyunca tanıdığım en iyi mühendislerden bir tanesi tam karşımda düşünceli bir şekilde duruyordu. Vereceği cevap tüm planımı değiştirebilirdi. Ya bu işi erteleyecektim ya da onunla birlikte muhteşem bir şeyin altına imzamızı atacaktık. “Şu planı bir daha göster bana,” dedi sonunda sessizliği bozarak. “Peki bu işi nerede yapmak istiyorsun?” Tabletimde bir dünya haritası açtım ve parmağımı artık yerini ezberlediğim noktaya koydum. “İşte tam burada.” “Uluslararası sular. Çok akıllıca,” dedi ve gözlerimin içine baktı. “Hiç mi korkmuyorsun? İkinci bir dünya savaşı çıkabilir. Neredeyse yüz yıldır süren dünya barışı bozulabilir. Japonya ile Amerika arasında süren soğuk savaşı gerçeğe çevirebilirsin.” “Bu kadar korkma Ruslar Amerika’nın yanında. Onların Çin ile arası iyidir. Çinlilerin arası da Japonlarla iyidir. Bir şekilde denge yeniden kurulur.” 34

www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Aralık 2018 / sayı 20

Karşımda oturan dostumun suratı değişmişti. Bazı mühendislerin Nikola Tesla’ya edilecek kötü laflara hiç tahammülü yoktu. Şimdi endişeden çok öfke vardı gözlerinde. “Tamam. Seni rahat bırakıyorum. İyice bir düşün. Bu işi yapabilecek birkaç kişiden birisin ve sana tüm imkanlarımla destek olacağım.” Görüşmeden sonraki birkaç gün geçmek bilmemişti. Bütün ekip çalışmalara titizlikle devam ederken büyük gün geldiğinde başarımız tek bir adama bağlıydı. Daha önce küçük denemeler yapmıştık ve başarılı olmuştuk ama bu sefer farklıydı. Tarih bunu görmezden gelemeyecekti. Üçüncü günün sonunda elektrikli bir otomatik taksi fabrikamızın önünde durdu. Vereceği tüm cevaplara hazır olduğumu düşünüyordum. Ama yine de beni şaşırtmayı başardı. Araçtan iner inmez bagajdan büyük


bir bavul ile birlikte bilgisayarını çıkardı. Yorgun gözüküyordu.

Artık herşey hazırdı. Tüm ekip nefesimizi tuttuk ve beklemeye başladık.

“İyi misin?” diye sordum.

“Evet, evet. Son birkaç gündür fazla uyumadım. İstediğin tüm hesaplamalar ve yapılması gerekenler bu çantanın ve bilgisayarın içinde,” dedi. Sevinçten yerimde duramıyordum. İzin vereceğini bilsem gidip üzerine atlardım ama o öyle biri değildi. Her ne olursa olsun mesafeyi korumayı başarırdı.

“Sana sarılmak istiyorum,” diyebildim.

“Farkındayım ama lütfen yapma. Gerçekten çok yorgunum.” Hızlıca konferans salonuna geçtik. Sistemi kurduk ve tüm ekibe anlatmaya başladı. Heyecanla dinliyorduk. Tesla kafesinde, 10 dakika boyunca 100 metre çapında bir yarık olacaktı. Bu bizim için yeterli büyüklükte ve süredeydi. Anlatım bittiğinde aklımda tek bir soru vardı. “Bu yarık nelere sebep olacak?” Herkes büyük gün için çalışmasına geri döndüğünde, bilgisayarını toplamakta olan arkadaşımın yanına gittim. “Bu büyüklükte bir yarık ve bu sürede neler olabilir?” “Bilemiyorum. Dünyanın her tarafında radyo dalgaları etkilenecek. Elektrik kesintileri olacak. Tam olarak nereleri vuracağını hesaplayamıyoruz. Umarım ne yaptığını biliyorsundur.” En ufak bir tereddütüm yoktu. “Tabii ki biliyorum. Farklı bir çağ başlatacağız. Artık gökyüzüne bakma zamanı geldi. Gereğinden fazla burada oyalandık. Stephan Hawking’in söylediklerini duydun. Bu gezegende ömrümüz sınırlı. Buradan dışarı çıkmanın bir yolunu bulmak zorundayız.” “Birleşmiş Milletlerin yasakladığı roket teknolojisi ile oynuyorsun. Bu çıkış yolu, tüm dünya barışını tehlikeye atmak anlamına gelse bile mi?”

“Evet.”

Konferanstan sonraki 10 gün çok hızlı geçmişti.

Kalkışa 10 dakika…

“Artık geri dönmüyoruz,” dedim kontrol merkezinde bulunanlara. Büyük bir alkış koptu. “Şartlar elverişli ve biz bu fırlatışı bugün yapacağız.” Büyük salonda konuşulan son şey bunlar olmuştu. Sonrası tam bir sessizlik.

Kalkışa 5 dakika…

Bilgisayarların ekranlarında uyarı mesajı belirdi. Ardından tüm sessizliği bozan bir gürültü geldi gökyüzünden. Tesla kafesinde tam üstümüzde bir delik açılmıştı ve 10 dakika daha o şekilde kalacaktı.

5,4,3,2,1…

Ekibimden bir kişi koşarak yanıma geldi.

“Elon, bunu görmelisin. Çabuk gel.”

Koşarak binadan dışarı çıktık. İşte gidiyordu. Devasa büyüklükteki roketimiz uzaya doğru süzülüyordu. Yasak bir teknoloji sayesinde geç de olsa hayallerimize kavuşacaktık. Motorların parlaklığı günümüzü aydınlatmayı başarmıştı. Binanın içerisinden bir uğultu yükseldi. Hızlıca tekrar içeri girdim. “10 saniye önce Tesla Kafesinden dışarı çıktık, Elon.” bizi engelleyecek hiçbir şey yoktu. Dünyanın dışına uzaya çıkmayı başarmıştık ve her şey yolunda giderse dünya yörüngesinde ilk defa insan yapımı bir şey dönmeye başlayacaktı.

“Tüm radyolarda biz varız Elon.”

“Herhangi birini açın ve sesi dışarı verin.”

“Son dakika haberi için yayınımıza ara veriyoruz. Çılgın girişimci ve Edison otomobillerinin üreticisi Elon Musk, bugün bir roket ile Tesla Kafesini geçerek dünya yörüngesine ulaştı. Birleşmiş Milletler henüz bir açıklama yapmazken, bundan sonra dünya yörüngesinde bir adet Edison Roadster otomobil yer alacak. Bunun ne işe yarayacağı ise hâlâ gizemini koruyor.” www.yerlibilimkurgu.com

35


Esra UYSAL

Kütüphanemden Seçtiklerim

Son Tiryaki Müfit ÖZDEŞ

Bir türlü çalıştırılamayan aile yadigârı bir transfer makinası, dünyayı dev bir et besi çiftliği olarak gören uzaylı bir yaratık, sigaranın tamamen yasaklandığı Dünyadan kaçan bir tiryaki, insanoğluna âşık olan bir peri kızı, tüm yaşayanların acısını çekmesi için yapılmış bir robot, başka bir olasılık düzeyinden gelen ve Dünyalı erkeklere bayılan bir kadın, uzaydan geldiğini iddia eden bir ayyaş, dünyanın yok olan yüzeyinden yeraltına kaçan ve orada “mükemmel” bir düzen kuran insanlar... Son Tiryaki’nin masal-bilimkurgu evreninde tanışacaklarınızdan bazıları. “Hardcore” bilimkurgudan peri masalına, Aziz Nesin hikâyelerinin tadını andıran ve son derece Türkiye’ye özgü mizahi bilimkurgu öykülerinden karanlık bir anti-ütopyaya kadar değişik alt türlerde yirmi üç öykü. İlk kez 1996’da yayımladığımız kitabın bu genişletilmiş basımı özellikle yeni kuşak okurlarımız için... Basım Yılı: 2018 / Genişletilmiş ikinci basım Birinci Baskı: 1996 36

www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Aralık 2018 / sayı 20


Kırmızı Top

Mehmet Barış ALBAYRAK Hüznün ve yalnızlığın ikliminden; uyum sağlayamayanların, ötekilerin, toplumun kenarında kalmışların dünyasından keskin bir gülümseme. Siber uzay, yapay zekâ, Antik felsefe, bilgisayar oyunları ve gündelik hayatla örülmüş on kısa öykü, incelikli bir mizah ve şiirsel bir dille aktarılıyor. Tünelin sonunda ışık var. İhtiyacımız olan, ümit, hoşgörü, doğaya saygı ve bilgelik. Mehmet Barış Albayrak’tan kahramanın sonsuz yolculuğuna bir katkı. Gonca Mine Çelik’in resimleriyle…

Basım Yılı: 2018

www.yerlibilimkurgu.com

37


3.YBKY Kısa Öykü Yarışması - Başka Gezegenlerde Yeni Yerleşim Yerleri Kurmak

Çetin UÇAR

Mars’a Yerleşmek

“Solucan-305 model aracınız kontrol edildi, zaman yolculuğuna hazır efendim” “Sağol Hasan, solucan deliğindeki yolculuğuma başlayabilirim artık. Kendinize iyi bakın, umarım sağ salim ve mutlu haberlerle dönebilirim buraya.” İstanbul, Uzayda Yaşam Araştırmalar Merkezi (UYAM) Başkanı; “Görevini başarıyla tamamlayacağına inancımız sonsuz Hüseyin. Bu görevin insan türü için büyük önem taşıyor, gelecekte neler olduğunu öğrenip şimdiden insan türünün yok olmaması için tedbirler almaya çalışmalıyız” “Haklısınız Başkanım. Bu göreve titizlikle hazırladım kendimi.” “O halde uğurlayalım seni. Yolun açık olsun, iyi şanslar Hüseyin.” “Sağolun Başkanım ve ekip arkadaşlarım, görüşmek üzere, hoşçakalın.” dedim ve iki kilometre 38

www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Aralık 2018 / sayı 20

çapındaki solucan deliğinin içine girdim. İçeride girişe yakın bir yerde beni bekleyen aracıma doğru yürüdüm, pilot kabininin kapısını açtım, pilot kabinine oturdum. Gerekli kontrolleri yaptıktan sonra aracı çalıştırdım. Geleceğe doğru zamanda yolculuğum bu şekilde başladı.” Kaptanın seyir defterine şunları yazdım : “Yıl: 2120, Solucan-305 model aracımla 2250 yılına, Muğla’nın Bodrum ilçesi-Gümbet Beldesi’ne zamanda yolculuk yapıyorum”

3 Hafta sonra

Solucan deliğindeki yolculuğum problemsiz sonlandı. Aracımı solucan deliğinin içinde çıkış kapısına yakın bir yere park ettim. Pilotluk elbiselerimi çıkarıp araçta bıraktıktan sonra araçtan çıktım, çıkış kapısına doğru yürüdüm. Delikten çıktım, geldiğim yer Gümbet’in ıssız bir tepesiydi, yaz sıcağı vardı ve


buradan denizi görebiliyordum. Başkan’ın bana harcamalarım için verdiği 100 gram altını, en yakın kuyumcuda bozdurarak para ihtiyacımı temin ettim. Tatilci olduğum belli olsun diye cebimdeki parayla kendime üst-baş aldım. Geceleri plajda uyuyor, gündüzleri araştırmamı yapıyordum. İnsanlarla yaptığım diyaloglarda Dünya’nın hangi riskler ve tehditler altında olduğunu anlamaya çalışıyordum. Akşamları plaj tesisinden kiraladığım bilgisayar tabletini kullanarak internete bağlanıyordum. İnternetteki haber siteleri, dergiler ve araştırma konumla ilgili siteleri tarıyor ve ihtiyacım olan bilgileri temin etmeye çalışıyordum.

2 Hafta sonra

Görevim sona erdi, raporumu biraz önce şöyle tamamladım : “ABD’de yönetimi ele geçiren yapay zekalı robotlar, ABD’deki bütün insanları köleleştirmişti ve bütün dünya’yı nükleer savaşla tehdit ediyorlardı. Salgın hastalıklar ve savaşlar sonucu 4 milyar insan hayatta kalabilmişti. Ülkelerde ekonomik kriz kronikleşmişti, bir türlü çare bulunamıyordu. Bu nedenle ülkeler, diğer gezegenlerde yerleşim yerleri oluşturmakta çok geç kalmışlardı. Kısacası; İnsanlık yok olma tehdidi altındaydı.” Metroyla solucan deliğinin olduğu bölgeye gittim. Issız tepeye vardıktan sonra kolumdaki cihazdan solucan deliğinin yerini buldum, deliğe girdim, aracım beni bekliyordu. Üç hafta yolculuktan sonra aracımla Uzayda Yaşam Araştırmaları Merkezi (UYAM) ‘a vardım. Aracımı park ettikten sonra solucan deliğinin giriş kapısından çıktım, sağ salim geri döndüğümü gören herkes çok sevindi. “Ancak haberler çok kötü” dedim. Araştırma raporunu Başkan’a ilettim ve sorularını cevapladım. Başkanım kötü haberlerden hiç memnun olmadı; “Bir şeyler yapmalıyız, insanlığın yok olmaması için şimdiden tedbirler almalıyız. Dünyaya yakın ve yaşam için en uygun olan gezegende koloniler

oluşturmalı ve başka uygun gezegenler bulmak için keşfe çıkmalıyız” dedi.

6 Ay sonra

Saat 14.00’te Başkan’la randevum vardı.

Uzayda Yaşam Araştırma Merkezi‘ndeyim. Başkan; “Hoş geldin Hüseyin, yeni bir görev için hazır mısın?”

“Tabii efendim, hazırım.”

“Aferin Hüseyin, biliyorsun, gelecekle ilgili haberler güzel değil. Gelecekte dünya’da ciddi bir nükleer savaş tehdidi var ve bu tehdide karşı insanlığı yok olmaktan kurtarmak için kurumumuz (UYAM) diğer ilgili ülkelerle de anlaşarak ilk etapta Marsta yerleşim bölgeleri kurulmasına karar verdi. MARS’ın insan yaşamına uygunluğunu tespit etmek için seni Mars’a gönderiyoruz. Mars’taki Kızıl Otel’de sana yer ayırttık. Bir ay süresince orada uzmanlarla çalışacaksın. Bir aylık araştırma sonucu senden kapsamlı bir “Mars Raporu” hazırlamanı istiyorum. Haydi aslanım, hemen hazırlan.”

“Hemen, Başkanım”

2 Hafta sonra

UYAM’ın Başkan;

ışınlanma

istasyonundayım.

“Hüseyin, bu görevi de en iyi şekilde başaracağına inanıyorum. Mars’ta elde edeceğin araştırma sonuçları insanlığın yok olma tehlikesini en aza indirgeyen tedbirlerin alınmasında kullanılacak. Yani bu görev, insanlığın bekası için oldukça hayati bir önem taşıyor. Mars’ta bu bilinçle çalışacağından eminim” “Tabii efendim, bu göreve de her zaman olduğu gibi titizlikle hazırlandım, insan türünün geleceği söz konusu.” “O halde sana kolay gelsin Hüseyin, bir ay sonra görüşürüz” www.yerlibilimkurgu.com

39


“Sağolun Başkanım, hoşçakalın herkese, ışınlanmaya hazırım artık” dedim ve ışınlanma odasına geçtim. Bir görevli; “Bütün ışınlanma verilerinizi ve bölge varış koordinatlarınızı araç bilgisayarına yükledim, birkaç saniye içinde Mars’taki Bilimsel Araştırmalar Merkezi’ne ışınlanmış olacaksınız, kolay gelsin” dedi ve düğmeye bastı.

Birkaç saniye sonra

Şu anda karşı taraftaki ışınlanma odasındayım. Mars Bilimsel Araştırmalar Merkezi, ışınlanma İstasyonu görevlileri beni karşıladılar. İçlerinden birisi; “Selam Hüseyin, ben code-290 , hoşgeldin Mars’a. Yeni görevinde başarılar dilerim. Bir ay boyunca asistanlığını ben yapacağım” dedi benim yapay zeka robot asistanım.

“Merhaba 290. Tanıştığımıza memnun oldum.”

Asistan robotla metroya bindik, Kızıl Otel’e vardık. O akşam odalarımıza yerleştik. Kızıl Otel Mars’taki dört adet beş yıldızlı otelden en büyüğüydü. Mars turizme açılmıştı, ancak henüz yerleşime açılmamıştı. Bunun nedeni dünyadaki savaşlar ve salgın hastalıklar neticesinde ekonomik krizin de kronikleşmesiydi. Bundan dolayı ülkeler uzay araştırmalarına ve kolonileşmeye fon ayıramamışlardı. Asistanım code-290’dan Mars ile ilgili bütün bilgileri detaylarıyla alıyordum. Code-290 ‘a uzman kişilerle görüşmem için randevular ayarlamasını ve “Mars’ta yaşam” konulu bir konferans organize etmesini istedim. Ayrıca Mars’ta yaşam ve Mars’a yerleşme ile ilgili yayınlanmış bütün rapor, makale, araştırma ve haberleri temin etmemde bana yardımcı olmasını istedim. Bir ay boyunca bütün eserleri inceledim, notlar aldım. İnsanların Mars’ta koloniler oluşturabilme yeteneği ve Mars gezegeninin yaşam için uygunluk derecesi hakkındaki araştırma sorularına cevap bulmaya çalıştım. 40

www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Aralık 2018 / sayı 20

1 Ay sonra... Mars raporumu tamamladım, artık hazırım evime dönmeye. Herkesle vedalaştıktan sonra ışınlanma odasına geçtim ve oradan birkaç saniye sonra kendimi Uzayda Yaşam Araştırmaları Merkezi’nin ışınlanma odasında buldum. Başkan ve görevliler beni görünce çok sevindiler; “Başkanım, güzel haberlerle geldim. Yerleşim yerleri oluşturmak için Mars oldukça uygun bir yer. İnsan yaşamı için bütün şartlar uygun ve oksijen, su, tarım, enerji, sıcaklık, iletişim …….vs. gibi kritik sorunlara da çözüm bulunmuş durumda. “ dedim.

Başkan çok sevindi;

“Aferin Hüseyin. İnsan türünün yok olmaması için son derece önem taşıyan bu raporu üst kurumlara bildireceğim, onlar Mars’a yerleşmek için gerekli adımları hemen atacaklar.”


www.yerlibilimkurgu.com

41


Selma MİNE Selma Mine’nin Kaleminden, 1970-1990 Arası ve Sonrası Ülkemizde Gösterime Giren ve Günümüze Işık Tutan Bilimkurgu TV-Sinema Filmleri ve Dizileri

Yazı Dizisi - 18

ZAMANDA YOLCULUK Zaman Girdapları - 2

Z

amanı da bir enerji türü olarak kabul edersek, oluşan girdaplar, kaymalar, delikler, hatta zaman kapısı vb… her tür durum, bu enerji alanında meydana gelen değişimler ve manyetik yapılardır. Bir de bunlar, başka kuramlarla desteklenirse daha keyifli hale gelir: Dolayısıyla bir hikâyemiz daha var:

Alice’s Adventures in Wonderland (Alis Harikalar Diyarında) Yazar, matematikçi ve fotoğrafçı, İngiliz Charles L. Dodgson’un (1832-1898) Lewis Carol takma adıyla kaleme aldığı çocuk öykülerinden “Alice’s Adventures in Wonderland” (1865) ve “Through the LookingGlass” (1871) adlı öykülerini bilmeyen yoktur. İlk kez 1951 Walt Disney yapımı “Alis Harikalar Diyarı’nda” karton filmde, şiirlerden ve sıkıcı hikâyelerden sıkılan Alis, bahçede oturup hayaller kurarken, üzerinde şık bir ceket ve elinde saat, toplantıya geç kaldığını söyleyen iri beyaz bir tavşanın peşinden, bir Tavşan Deliği’ne (Rabbit Hole) dalar; kendini harika bir dünyada bulur. Yönetmen: Clyde Geronimi, Wilfred Jackson, Senaryoya uyarlama: Winston Hibler, Seslendirenler: Kathryn Beaumont (Alice), Ed Wynn (Mad Hatter), Richard Haydyn (Tırtıl) Tavşan Deliği deyimi, daha sonra, kuantum sıçramaları ve evrenler arası bağlantı geçitleri için de kullanılmıştır. Bilimsel-Belgesel Dramalar: «What the #$*! Do we (K)now?» (Ne Biliyoruz ki?-2004)

ve «What the Bleep!? Down the Rabbit Hole» (Bip de nedir? Tavşan Deliğine Dal!..-2006) Lewis Carol, çağdaşı İngiliz yazar Edwin Abbott (1838-1926)’in ‘un hem iki boyutlu evreni anlattığı hem de Kraliçe Victoria Dönemi’ni eleştirdiği «Flatland» (Düzülke) adlı eserinden ilham almış görünmektedir. Çünkü Düzülke’yi despotça yöneten kupa kraliçe, şövalyeler, hatta ordu oyun kartlarından oluşmuştur. Üstelik zamana bağlı çay partileri, saçma sapan konuşmalar ve büyük kargaşa da İngiliz aristokrasisinin eleştirisidir.

Zaman kuramları, 1980 sonrası filmlerde daha açıklanabilir tarzda ortaya konmuş ve fanteziden biraz daha bilim kurguya dönüştürülmeye çalışılmıştır. Yine de zaman yolculuğu hâlâ fantezi yanını korumaktadır. 42

www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Aralık 2018 / sayı 20


Timerider: The Adventure of The Philadelphia Experiment Lyle Swan (Filadelfiya Deneyi) (Zaman Süvarisi: Lyle Swan’ın Macerası)

1982 ABD yapımı filmin yönetmeni William Dear, Senaryo: William Dear, Michael Nesmith, Oyuncular: Fred Ward, Belinda Bauer, Peter Coyote. Lyle Swann, tanınmış bir çöl motosiklet yarışçısıdır. “Baja 1000” dâhil her tür araçla ülke çapında yarışlara katılmaktadır. Tek teknik sorunu hızdır. Zaman yolculuğu üzerinde çalışan ve bazı eşyaları geçmişe gönderen bir çalışmaya katılır. Meksika çölünde, hız ivmesini aşınca, yaratılan enerji alanından geçer 5 Kasım 1877’ye gider, kendini kaçakçıların, hırsızların ve katillerin arasında bulur. Deneyden sorumlu olan bilginler, kısa zaman sonra neler olduğunu fark ederler. Swann ise umursamaz. Zamanına geri döner. Bir doğal kaynakta yüzme molası verirken, Poster Reese taratından yönetilen yasadışı bir çetenin içine düşer. Reese, Swann’nın motosikletini çalmayı kafaya takar. Kanunsuzlar, San Marcos’taki küçük bir köye kadar Swann’ı izlerler. Ancak yerli halk onun kırmızı giysisinden ve kirli motosikletinde ürker. İspanyolca “İblis” anlamına gelen “El Diablo” olduğunu sanırlar. Orada kendisine güvenilir bir sığınak bulan Cilaire Cygne adlı güzel bir kadınla tanışır.

1984 ABD yapımı filmin yönetmeni: Stewart Raffill, Senaryo: Wallace C.Bennet’in öyküsü ve Charles Berlitz’in kitabı üzerine. Oyuncular: Michael Paré, Nancy Allen, Eric Chrismas. II.Dünya Savaşı sırasında bir anti-radar veya görünmezlik deneyimi Philadelphia Limanında ABD Deniz Kuvvetleri’ne ait bir destroyer üzerinde yapılmıştır. Büyük tribünlerle elde edilen manyetik alan sonucu gemi kısa bir süre gözden kaybolmuş, tekrar belirmiştir. Bir denizci, kendisini gelecekte bulduğundan söz etmiştir. 1943’de ABD Destroyerinde yapılan gerçek bir deneyin sinemaya aktarılan öyküsü. Philadelphia Deniz Üssü’nde, manyetik alan çalışmaları yapılır ve 2 denizci kendilerini 40 yıl sonraki bir dünyada, 1984 yılında buluverirler. Kendilerine yardım eden kıza da içlerinden biri âşık olunca iş güncel bir öyküye dönüşüverir

www.yerlibilimkurgu.com

43


Selma Mine’nin Kaleminden, Günümüze Işık Tutan Bilimkurgu Filmleri ve Dizileri

Master of the Universe: He-Man

The Wall (Duvar)

(Evrenin Hâkimi)

1987 ABD yapımı filmin yönetmeni Gary Goddard, Senaryo David Odell, Oyuncular: Dolph Lundgren, Frank Langella, Meg Foster. Eternia Gezegeninde, Thenorianlı çilingir Gwindor’un yaptığı kozmik anahtarı kentin çevresinde kullanan Skeletor, Grayskull Şatosu’ndaki savaşı kazanır. Bu anahtar, sesle çalışan bir makinedir ve zaman tüneli yaratarak paralel evrenlere geçiş kapısı açmaktadır. Skeletor, Büyücü Kadın’ı tutsak eder ve Evrenin Büyük Gözü’nün açılmasını; en büyük gücün kendinde toplanmasını beklemeye başlar. Evrenler arası kapı açılır ve kötülük Dünya’ya akmaya başlayınca He-Man devreye girecektir. İyilik ve kötülüğün savaşını anlatan, çizgi filmden sinemaya aktarılmış, fantezi, korku, macera ve aksiyon yüklü bir film. Yine de çizgi roman havasından kurtulamamış… sevenlerine… 44

www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Aralık 2018 / sayı 20

Alacakaranlık Kuşağı, 1989, 3.Sezon, 23.Bölüm. Yönetmen: Atom Egoyan, Senaryo: J. Michael Straczynski, Oyuncular: John Beck, Patricia Collins, George R. Robertson Hapı yutmuş bir askeri test pilotu, diğerlerinin içinden geçtiği ancak geri dönmediği bir enerji alanından geçmeye gönüllü olur. Diğer tarafta Cennet Bahçesi’ni keşfettiğinde, diğerlerinin yerini saptayabilecek midir? Dönüş yolunu bulacak mıdır? Eğer başarırsa, geriye dönen yine kendisi mi olacaktır?


BİR KAPI VARSA, ANAHTARI DA VARDIR “Ali Baba ve Kırk Haramiler” öyküsünü okumayan veya dinlemeyen var mıdır acaba? Hele harami başının bir dağın önünde durup da “Açıl Susa’m Açıl!” dediğini bilmeyen de yoktur. “Susa” yol demektir. Veee… dağın bir bölümü kayar, mağara girişi açılır. Ya da günümüz bakış açısıyla, sesle çalışan bir sistem devreye girer. Bu mekanik de olabilir, elektronik de… O zaman neden ses anahtarıyla açılan bir kapı veya ses enerjisiyle açılan bir zaman girdabı olmasın? Bu konuda yine en güzel örnek, biraz daha geriye dönüp bakarsak, Dr.Who dizisiyle karşımıza çıkmakta: ZAMAN ANAHTARLARI. İleride, “Paralel Evrenler” bahsinde göreceğimiz üzere, 6 tane de PARALEL EVREN ANAHTARI olacaktır.

The Keys of Marinus

(Marinus’un Anahtarları)

Dr.Who Dizisi. 1964, 1.Sezon, 21-26.. Bölümler. Yönetmen: John Gorrie, Senaryo: Terry Nation. Oyuncular: William Hartnell (Dr), William Russel (Ian), Jacqueline Hill (Barbara), Carole Ann Ford (Susan) Tek bir ad altında , ancak altı hafta botunca her biri farklı isimler alan bölümlerden ilki «The Sea of Death» (Ölü Deniz) adlı öyküde, Marinus gezegenine giden Dr.who ve arkadaşlarına Arbitan denilen biri tarafından, onları uzay-zamanda değişik yerlere götürecek güçlü bir makinenin dört anahtarı verilir. «The Velvet Web» (Kadife Ağ), Birinci anahtarın peşinde, Doktor ve arkadaşları Morphoton’un cennet gibi görünen kentine ulaşırlar; ancak Barbara, çok geçmeden burada yaşayanların göründüklerinden çok daha farklı olduklarını düşünmeye başlar. «The Screaming Jungle» (Çığlık Atan Cengel/ Orman), İkinci anahtarın araştırması, gezginleri, balta girmemiş bir ormana götürür. Orada Ian ve Barbara, hızla büyüyen bitkilerin tehdidi altında kalırlar. «The Snows of Terror» (Şiddetli Kar Yağışı), Üçünü anahtarı araştırırken, kötü niyetli tuzakçı Vasor ve bir mağarada, esrarlı Buz Savaşçılarının sistem muhafızları ile karşılaşırlar. «Sentence of Death» (Ölüm Hükmü), Doktor ve ekibi, Millennius’un kentinde alıkonurlar. Ian, dördüncü anahtarı çalan katil ile orada karşılaşır. «The Key of Marinus» (Marinus’un Anahtarı). Doktor ve arkadaşları, gerçek katillerin yerini belirlemek ve Vood ile son kez yüzleşmek için yola çıkmadan önce dördüncü anahtarı bulmak zorundadır.

www.yerlibilimkurgu.com

45


Selma Mine’nin Kaleminden, Günümüze Işık Tutan Bilimkurgu Filmleri ve Dizileri

Beastmaster 2: Trough the Portal of Time (Canavar Terbiyecisi 2. Zamanın Girişi İçinden Geçiş)

Stargate

(Yıldız Geçidi)

1991 ABD + Fransız ortak yapımı olan filmin yönetmeni Sylvio Tabet, Senaryo: Andre Norton’un romanı ve Paul Pepperman’ın karakter yazılı üzerine, Oyuncular: Marc Singer, Kan Wuhrer, Sarah Douglas.

1994 Fransız + ABD yapımı filmin yönetmeni Ronald Emmerich, Senaryo: Dean Devlin, Ronald Emmerich; Oyuncular: Kurt Russel, James Spader, Jaye Davidson.

Arok denilen ülkede Dar, büyülü güçleri (telepati) sayesinde hayvanlarla konuştuğu için Beastmaster olarak anılan kahraman bir savaşçıdır.

1928’de Mısır kazılarında garip bir cisim bulunur. Günümüzde, Dilbilimci Dr. Daniel Jackson, kadim hiyeroglif üzerinde çalışan esrarengiz bir kadın tarafından, askeri bir üsse davet edilir. Şifreleri çözünce, bu cismin, evrenin uzak bir köşesindeki bilinmeyen bir gezegene açılan bir kapı olduğunu keşfeder. Dr. Jackson, oraya Albay Jonathan “Jack” O’Neil komutasında giden bir askeri ekibe katılır.

Garip bir yaratık, ona geçmişiyle ilgili bir bilgi verir. Kral Zed’in oğludur ve erkek kardeşi de kötü başrahip tarafından kaçırılarak şeytana hizmet için yetiştirilmiştir. Dünyayı yok etmek istemektedir ve onu Sonbahar Ekinoksunda öldürmezse, bu felaket gerçekleşecektir. Bir süre sonra ülkedeki isyancılar, ihanet eden cadı Lyranna tarafından zor durumda bırakılır. Komutan Arklon’un ordusu, isyancıları yok ettikten sonra Lyranna onu Dünya’nın en güçlü adamını yapmayı teklif eder. Kimsenin hayal edemeyeceği bir uzay zamanda yaşadığından söz eder. Arklon’un şatosunda Lyranna, California’daki Los Angeles kentine paralel bir geçit açar. Long Beach yakınında, Stratejik Araştırma ve Geliştirme Merkezi vardır. Burada, dünyayı kontrol edebilecek “nötron ateşleyici” adlı çok tehlikeli bir silah bulunmaktadır. Akrlon, öte tarafa geçerek silaha sahip olmaya, kadını da kraliçesi yapmaya karar verir. Bunu da gerçekleştirir. Derken Dar da geçidi bulur ve macera başlar… 46

www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Aralık 2018 / sayı 20

Tekerleğe benzer cismin üzerine kazılı burç sembolleri, belli bir sıralamaya göre işaretlenince, boşlukta bir enerji girdabı açılır. Bu girdap onları, Eski Mısır’ı, firavunlar çağını anımsatan, piramitlerin ve Güneş Tanrısı RA’ya tapan ilkel kabilelerin olduğu bir gezegene iletir. Bir süre sonra, “Yıldız Geçidi”nin esrarı çözülmeye başlar. Bu aslında dönüşü olmayan bir kapıdır; çünkü buradan gelen kişiler, Dünya’da büyük kıyım yapmışlardır. Bu yüzden de geliş kapatılmış ve kapı çöle gömülmüştür. Ta ki yeniden bulunana dek… Daha sonra film, dizileştirilmiştir: *1997-2007 «Stargate» TV Dizisi (10 Sezon) *2009-2011 «Stargate Universe» TV Dizisi (2 Sezon)


New Generations (Yeni Nesil)

Crossworlds

(Dünyalararası Geçit)

*New Generations, Star Trek VII – (Yeni Nesil - 1994); Yönetmen: David Cartner, Senaryo: Dizinin yaratıcısı Gene Roddenberry, Rick Berman, Oyun ekibi, yeni dizinin devamıdır: Patrick Steward (Yzb. Jean-Luc Picard), Jonathan Frakes (1.Subay William Riker). Brent Spiner (android DATA), Michael Dorn (donanmadaki ilk Klingon subayı Wolf), Maria Sirtis (Yarı betazoid Deanne Troi), Gates McFadden, (Dr.Beverly Crusher), Le Var Burton (Başmühendis Geordi La Forge), Wil Wheaton, (Dr.Crusher’ın oğlu Wesley) Konuk Sanatçılar: William Shatner (Amiral James T.Kirk), James Doohan (Başmühendis Scotty), Walter Köenig (Güvenlik Subayı Pavel Chekov): Konuk Oyuncular: Malcolm McDowell (Soran), Alan Ruck (Yzb. Harriman), Jacqueline Kim (Demora), Jenette Goldstein (Bilim Subayı), Thomas Kopache (Yardımcı Subay) 23.yy. sonlarında, yeni onarımdan çıkan Yıldız gemisi «Atılgan-B», eski mürettebat çarkçı Pavel Chekov, Başmühendis Montgomery Scott ve onur konuğu efsanevi Kaptan James T.Kirk ile uzaya açılır. Yolculuk başlar başlamaz bilinmeyen bir uzay aracı tarafından esrarengiz şekilde çekilen iki gemiden yardım sinyali alırlar ve onları kurtarmak üzere harekete geçerler. Olağanüstü yeteneği ve engin tecrübesi ile Kirk, gemilerden birini kurtarmayı başarır; ancak ortadan kaybolur.

1996 ABD yapımı filmin yönetmeni: Krishna Rao, senaryo: Krishna Rao, Raman Rao. Oyuncular: Rutger Hauer, josh Charles, Stuart Wilson. Liseli delikanlı Joe, babasının başka bir boyuttan olduğunu; aile yadigârı bir kolyenin, dünyalar arası geçidi açan bir kristal anahtar olduğunu keşfeder. Arkadaşı Laura, anahtarı denemek ister ve baş düşmanı Ferrs’in fedaileri saldırıya geçince de yardım ve kılavuzluk etmesi için yarı emekli maceracı A.T’ye sığınırlar. Sonuçta Joe, baş düşmanı Ferris’e karşı, boyutlar arası dünyayı kurtarma savaşına girişir.

78 yıl sonra Yzb. Jean-Luc Picard ve yeni nesil «Atılgan-D» mürettebatı, tüm yıldız sistemini yok etmeyi kafaya koymuş Dr.Tolian Soran adlı çatlak bir bilginle karşılaşırlar. Bu, 78 yıl önce Atılgan-B karşısında hezimete uğrayan ve intikam yemini eden kişidir. Onları bu musibetten, zamanda kaybolan ve o mekânda tekrar ortaya çıkan Amiral James T.Kirk, kurtaracaktır. www.yerlibilimkurgu.com

47


Selma Mine’nin Kaleminden, Günümüze Işık Tutan Bilimkurgu Filmleri ve Dizileri

Worlds Apart (Ayrı Dünyalar)

Worlds Apart

GEÇMİŞE BÖYLE de GİDİLİR

Haydi, bir tane de «Outher Limits» (Sınırların Dışı TV Dizsi, 2.Kuşak:1996, 2.Sezon, 10.Bölüm) ‘den bir örnek sunalım: Yönetmen: Brad Turner, Senaryo: Chris Dickle, Oyuncular: Bonnie Bedelia (Nancy), Robert Ito (Albay Raymond), Michael MacRae (Greg)

Gelecek bölümlerde değişik örneklerini sunacağımız “Geçmişe Yolculuk” konusundan birkaç öykü çalalım, dedik; çünkü geçmişe gidişler, bugünkü konumuza daha uygun. Sözgelimi zamanın içinden geçmek veya ölümsüz bilgi dalgalarını kullanmak gibi… Aniden sebepsiz açılan zaman geçidi… kadim kilitlere takılan anahtarlar ile açılan zaman tünelleri de fantezinin başka bir yönü olmalı…

Bir astronot, istikrarsız bir uzay bükümü (solucan deliği) sayesinde yabancı bir gezegene sert iniş yapar. Dünya ile mucizevi şekilde iletişim kurar. Dakikalar, saatler ne ki, Dünya’da 20 yıl geçmiştir. Eski kız arkadaşı, onun kayboluşundan sonra harekete geçmiştir ve şimdilerde uzay ajansının başındadır. Astronot, bir uzaylı yaratık tarafından saldırıya uğrayınca, uzay ajansı bir kurtarma işleminin kazanımları ve tehlikeleri konusunda tartışmaya başlar. Conceiving Ada 48

www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Aralık 2018 / sayı 20


Conceiving Ada

Time Tracers

(Ada’yı Ortaya Çıkarma)

(Zaman İzleyiciler)

1997 ABD + Alman ortak yapımı olan filmin yönetmeni Jynn Hershman-Leeson, Senaryo: Jynn Hershman-Leeson, Eileen Jones. Oyuncular. Tilda Swinton, Francesca Fandany, Timothy Leary.

1997 ABD yapımı filmin yönetmeni Bret McCormick, Yazar: Ted Newsom, Oyuncular: Rocky Patterson, TJ Myers, Tyler Mason.

Bir bilgisayar dehası olan Emmy Coer, ölümsüz bilgi dalgaları tarafından geçmişle bağlantı kurma yöntemi geliştirir. Bilgisayar dili fikrini bulan ve “değişik işletim” olasılıklarını ortaya koyan Ada Lovelace’in dünyasına ulaşmaya çalışır. Ada’nın fikirleri, 19.yy.da bir kadının hayatındaki gerçeklerden dolayı bastırılmış ve dikkate alınmamıştır. Emmy, ölümü aşarak, kendi DNA’sını geçmişe göndererek, Ada’yı günümüze getirmek üzere bir plan yapar. Ancak bu durum dallanıp budaklanırsa ne olacaktır?

5.000 yıl önceye ait insan yapısı bir kalıntının keşfi, bir araştırmacıyı Kronos Projesine yönlendirir. O dönem insanlarına, zamanın içinden, çılgın bir multimilyarder tarafından deneysel bir cihaz gönderildiğini ortaya çıkarır. Kronos deneyimi, Sivil Savaş alanını İleri teknolojili sabotaj ve aldatmayı Jurassic Çağa taşırken; yıkıcı olaylar, zamanda dalgalanma, paradoks, evrimi engelleyici bir değişim ve bildiğimiz evrenin tahribini de içermektedir.

www.yerlibilimkurgu.com

49


Selma Mine’nin Kaleminden, Günümüze Işık Tutan Bilimkurgu Filmleri ve Dizileri

Time Gate: Tales of Saddle Traps (Zaman Geçidi: Saddle Traps’ın Masalları)

OYUN İÇİNDE OYUN Yoksa bu iş bir oyunla mı başladı? Oyunu biz mi kurduk, yoksa baştan kurulmuş bir oyuna girip çıkmakta mıyız? Belki de kendi yazıp kurguladığımız bir şey… Sanki bir tiyatro oyununda kuliste sırayı beklemek ve tam yerinde sahneye çıkmak gibi mi, zamanda yolculuk? Farklı Zaman, farklı mekân, farklı oyuncular, ama AYNI OYUN!

Jumanji

1999 ABD yapımı filmin yönetmeni Dan Golden (as Sam Silver), Senaryo: Louise Dunkirk, Oyuncular: Amy İndsay, Kim Yates, Nicholas Franklin Bray. İki güzel kadın, tarihi bir Vahşi Batı kasabasını ziyaret ederken, bir zaman geçidi açılır ve onları bir yüzyıl önceye, gerçek Vahşi Batı’ya götürür. Yanlışlıkla bir genelevde kendilerini bulurlar ve gerçek kovboy gibi davranmak isterler. Ne var ki onların erotik tavırlarıyla, kısa zamanda kasabadaki yerel kovboyların tarzı tavrı değişir. Ne zamanki yerel idareci ölür, onlar suçlanır. Cinayetle suçlanmadan önce, zamanlarına geri dönmeleri şarttır. Lara Croft: Tomb Raider 50

www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Aralık 2018 / sayı 20


Jumanji

Lara Craft: Tombraider

1995 ABD yapımı filmin yönetmeni Joe Johnston, senaryo: Jonathan Hensleight, Greg Taylor. Oyuncular: Robin Williams, Kirsten Dunst, Bonnie Hunt.

2001 ABD, UK, Japon, Alman ortak yapımı filmin yönetmeni Simon West. Öykü: Mike Werb, Sara B. Cooper. Oyuncular: Angelina Jolie, John Voight, Iain Glen.

1969’da oniki yaşındaki Alan Parrish, esrarengiz ve tehlikeli bir masa oyun olan “Jumanj”yi bulur. O ve arkadaşı Sarah Whittle, o gece onunla oynarlar. Tarifname der ki: “Zar 5 veya 8 gelene kadar Jungle (cengel)’da beklemelisin”. Alan, büyülü bir güçle oyunun içine çekilir ve Jumanji’nin balta girmemiş ormanlarında gözlerini açarlar.

Bir lordun yetim kızı olduğu halde, macera düşkünlüğü ve pervasız tavrı ile tanınan arkeolog Lara Croft, bir gece, evinde bir ses ile uyanır ve gizli bir bölmede, belli bir zamana ayarlanmış bir saat ile karşılaşır. Aslında bu, zamana hükmedecek bir aygıtın parçası olup, ölen babası tarafından oraya saklanmıştır. Diğer parçası ile birleştiğinde, 5.000 yıldan beri ilk kez, gezegenler arası bir zaman tüneli açılacaktır. Onun elinde olduğunu öğrenen Illuminatiler, malikâneyi basıp da parçayı çalınca, İngiltere’den Uzak Doğu’ya, Orta Amerka’ya ve Kutba kadar uzanan müthiş bir macera başlar!

26 yıl sonra, iki başka çocuk Judi ve Peter, oyunu bulur. İçlerinden biri 5 atar ve Alan Parrish, 38 yaşında bir avcı olarak geri dönüp onların yanında belirir. Ancak kendisiyle birlikte sık ormanda kaybolan Sarah’ı bulması ve oyunu bitirmesi gerekmektedir. Üçü birden tekrar oyuna döner. Bu kez ormandaki tüm hayvanlar, zaman geçidinden geçerek kente yayılırlar. Kasabayı onlardan kurtarmak için her defasında zar atarak oyuna devam etmek zorundadırlar. Ta ki Sarah’ı bulana ve oyunu sonlandırana kadar…

(Mezar Yağmacısı)

Ne yazık ki iki parça kötülerin elinde birleşir ve bu kadim tılsım, Uzak Doğu’daki bir tapınakta yerine oturtulunca çalışmaya başlar. Zaman girdabı oluşur. Ölüm-dirim çatışmasında, tercih tılsımdan yana mı, yaşamdan yana mı seçilecektir?..

www.yerlibilimkurgu.com

51


Selma Mine’nin Kaleminden, Günümüze Işık Tutan Bilimkurgu Filmleri ve Dizileri

Zathura: A Space Adventure

The Girl in the Fireplace

2005 ABD yapımı filmin yönetmeni Jon Favreau. Chris Van Allsburg’un kitabından senaryo: David Koepp. Oyuncular: Josh Hutcherson, Jonah Bobo, Dax Shepard.

Dr.Who Dizisi. 2006, 2.Sezon, 4.Bölüm. Yönetmen: Euros Lyn, Senaryo: Steven Moffat, Oyuncular: David Tennant (10.Dr.), Billie Piper (Rose), Noel Clarke (Mickey), Sophia Myles (Reinette)

Danny ve Walter, ebeveynleri eğlenceye gittiklerinde evde tek başlarına kalan, ablalarının da umursamadığı iki kardeştir. Oyalanmak için, eski bir sihirli masa oyunu olan Zathura’yı oynamaya karar verirler.

Doktor, Rose ve Mickey, 51.yy.da, sahipsiz görünen bir uzay aracında belirirler. Mürettebatı araştırırken, motorların halen çalışmakta olduğunu keşfederler. Tüm enerji, zaman ve uzayda iki taraflı kapı açan bir “Zaman Penceresi”ni beslemektedir. Bu güç onlar için 18.yy. Paris’ine bir geçit açmıştır. Orada Doktor, Reinette adlı genç bir kızla karşılaşır ve onu, yatağının altına gizlenen bir yaratıktan kurtarır.

(Zathura: Bir Uzay macerası)

Ne var ki, daha ilk hamlelerinde, içlerinde bulundukları ev ve ablaları ile birlikte uzaya savrulurlar. Her ne kadar uzayda yol alsalar da evde yerçekimi ve hava vardır. Oyun dışına çıkmak isteseler de, tarifnameye göre oyun başladıktan sonra durdurulamaz. Her hamlelerinde, ne olduğunu anlayamadıkları ve açıklayamadıkları yeni yeni tehlikelerin içinde kendilerini bulurlar. Sözgelimi evde beliren her kişi veya varlık, bir sonraki hamlede görünmez olmaktadır. Giderek zaman duygusunu da yitirirler. Ancak uykuları gelince ve yatmak üzereyken, yiyecekleri olmadığını fark ederler. Dünyaya dönmenin tek yolu, devam etmek ve oyunu bitirmektir… 52

www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Aralık 2018 / sayı 20

(Şöminedeki Kız)

Birkaç yıl sonra onu genç bir kadın olarak tekrar görür. Reinette, gelecekte Versay Sarayında, kralın sevgilisi Madame de Pompadour olacaktır. Çok geçmeden, geminin, genç kadının hayatının önemli dönemeçlerini etkilediğini, aynı zamanda aralarında eşsiz bir bağın gelişmekte olduğunu fark eder. İyi de, 51.yy.da tüm bu macerayı izleyen kimdir?


The Impossible Planet (Çaresiz Gezegen)

The Lake House (Göl Evi)

2006 ABD yapımı filmin yönetmeni Alejandro Agresti, Senaryo: Davşd Auburn, Oyuncular: Keanu Reeves, Sandra Bullock, Christopher Plummer. Dr.Who Dizisi. 2006, 2.Sezon, 8.Bölüm. Yönetmen: James Strong, Senaryo: Matt Jones, Oyuncular: David Tennant (10.Dr.), Billie Piper (Rose), Danny Webb (Mr.Jefferson) Doktor, her zaman Tardis’i yanında bulundurur. Derin uzayın herhangi bir yerindeki bir Kara Delik’te kaybolması, bir parça can sıkıcıdır. Yine de ona yakalanmak ve içine düşmek o kadar kolay değildir. Doktor ve Rose, bir Kara Delik olay ufku yörüngesine kapılan bir gezegenin Uzay İstasyonu’na indiklerinde, insan benzeri mürettebat ve hizmetlileri ile karşılaşırlar. Ufak bir sorunları vardır: İğrenç görünümlü bir Oodlar topluluğu, koridorlarda dolaşmakta ve bedensiz bir ses “Canavar uyanıyor” diye tekrarlamaktadır

Hayatında bir değişiklik yapmaya karar veren Dr. Kate Forster stajını tamamladığı yerel İllinois hastanesinden ayrılarak hasta trafiğinin yoğun olduğu Chicago’da bir hastanede çalışmayı kabul eder. Geride bırakmaktan üzüntü duyduğu tek şey kiralamış olduğu güzel evdir. Kate şehre doğru yola çıkmadan önce evin bir sonraki sakini için posta kutusuna bir not bırakır. Evin yeni kiracısı Mimar Alex göl evinin posta kutusu aracılığıyla yazışmayı sürdürürken, inanılmaz ve imkânsız bir şekilde iki ayrı yılda yaşadıklarını fark ederler. Birinin anımsadığı, diğerinin ise hatırlayamadığı anılar... Birbirlerine değen, ama farkına varılamadan geçip giden güzellikler... ve bunların bir yerinde, sadece bir an içinde verilecek bir kararın önemi!.. An’ın Gücü!.. Paralel zamanlara ve yaşamlara değişik bir bakış açısı: Aynı anda farklı ortamlarda değil de; aynı ortamda, farklı zamanlarda yaşanan lirik bir aşk öyküsü www.yerlibilimkurgu.com

53


Selma Mine’nin Kaleminden, Günümüze Işık Tutan Bilimkurgu Filmleri ve Dizileri

The Time Treveller’s Wife

Land of the Lost

2009 ABD yapımı filmin yönetmeni Robert Schwentke, Audrey Niffenegger’in romanından Senaryo: Bruce Joel Rubin. Oyuncular: Eric Bana, Rachel McAdams, Ron Livingston

2009 ABD yapımı komedi filmin yönetmeni Brad Silbering, Senaryo: Chris Henchy, Dennis McNicholson. Oyuncular: Will Ferrel, Danny McBride, Anna Frie.

Henry DeTamble, bir Chicago kütüphanesinde Clare Abshire ile karşılaştığında, ikisi de genç adamın bir zaman gezgini olduğunu anlarlar. Ancak Clare, onun hakkında daha fazlasını bilmektedir. Buluştukları yer ve zaman gerçekte mevcut değildir. Henry, sanki onunlaymış gibi, genç kadına âşık olur; ancak zaman yolculuğu sırasında kendisinin devamlı kaçınılmaz yokluğu, ve sonra kendi gelecekleriyle ilgili bilgiyi arttırarak geri dönmesi, Clare için her şeyi daha da zorlaştırmaktadır.

En son keşif gezisinde, Paleontolog Dr.Rick Marshall, araştırma asistanı Holly ve hayatta cahil kalmış Will ile birlikte uzay-zaman girdabına kapılır. Bu paralel evrende, üçlü, Chaka adlı bir ilkel ile arkadaş olurlar.

(Zaman Yolcusunun Karısı)

54

www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Aralık 2018 / sayı 20

(Kayıp Ülke)

Bu tehlikelerle dolu evrende dinozorlar, böcek gözlü kertenkele insanlar ve fantastik yaratıklar karşılarına çıkar. Zamanlarına dönmek için uğraşırlarken, hem evreni korumak hem de paralellerine geçmek zorundadırlar.


Star Trek - The Future Begins (Yıldız Kervanı-Gelecek Başlıyor)

terk etmeyi reddeden hamile eşinin de bulunduğu mürettebatın gemiyi boşaltmasını emreder. Sonra da Romulan gemisine çarpmaya hazırlanırken, mekikte doğum yapan eşinden bir oğlu olduğunu öğrenir. Kendi babasının adı Tiberius, eşi Winona’nın babasının adı da Jim’dir. İletişim kesilir, gemi Narada’ya çarpmak üzereyken, Romulan gemisi zaman atlamasıyla kaybolur 25 yıl sonra, Kaptan Christopher Pike tarafından Riverside tersanesinde yapılan USS Atılgan (Enterprise)’ın yeni mürettebatı düzenlenmektedir. James T.Kirk de kaptan Pike’a gider ve mürettebata katılmak istediğini söyler. Asi ruhlu genç subay Kirk, soğuk ve mantıklı yapısıyla Vulcanlı subay Spock ve diğerleri…

2009 Alman + ABD ortak yapımı filmin yönetmeni: J.J. Abrams, Senaryo: Roberto Orci, Alex Kurtzman, Gene Roddenberry. Oyuncular: Chris Pine (Kirk), Zachary Quinto (Spock), Leonard Nimoy (İlk Spock), Simon Pegg (Scotty), Karl Urban (Dr.McCoy), John Cho (Sulu), Zoe Saldana (Uhura), Anton Yelchin (Çehov), Bruce Greenwood (Pike), Ben Cross (Sarek), Clifton Collins Jr. (Ayel) Yıl: 2233. James Kirk’ün doğduğu gün, ateşkes müzakeresi için Romulan Kaptanı ile buluşmaya giden babası Tğm. George Kirk’ün uzay gemisi USS Kelvin, uzayda bir ışık fırtınası keşfeder. Sonradan bunun bir Karadelik olduğu anlaşılır. Büyük bir Romulan gemisi olan Narada, farklı bir zaman hattı kullanarak ortaya çıkar. Gelişmiş silahlara sahip Narada, Kelvin’e ateş açar ve hasar verir. Narada’nın Romulan 1.subayı Ayel, Kelvin’e fırsat tanır ve kaptanı Richard Robau’ya Narada’ya bir mekikle gelmesini ister. Kaptan Robau, komutayı 1.Subay George Kirk’e bırakarak Narada’ya geçerken 15 dakika kadar beklemesini, kendinden bir haber almazsa, yıldız gemisinin tahliyesini emreder. Robau, Kelvin’in monitörlerinde izlenirken Narada’ya çıkar. Ayel, özel bir gemiyle ilgili onu sorguya çeker. Bu, Robau’nun tanımadığı Elçi Spock’a aittir. Narada’nın kaptanı Nero, bir şey söylemeden, arkadan onları dinlemektedir. Daha sonra Robau’yu vurup öldürür. Kevin’den bu tespit edilir. Kirk, Kelvin’e ateş emrini verir. Geminin tahribatı artıp da durum kötüleşince, aralarında

Üç yıl sınra, Narada uzayın ücra bir köşesinde, Nero komutasında beklemektedir. Öte yandan Atılgan gemisi de Işık fırtınasına yakalanır ve Kirk, babasının yaşadığı Kelvin olayını hatırlar. Benzer bir tuzağa doğru sürüklenmektedirler. Narada tarafından tahrip edilen yedi Yıldız Donanma gemisi karşılarına çıkar. Narada, Atılgan’a da saldırır ve onu ağır yaralar. Yeni bir Romulan imparatorluğu kurmayı hedefleyen Kaptan Nero’nun amacı, kara delik teknolojisini kullanarak gelecekten geçmişe gitmek; melezlendikleri Vulcan, Vulcan yandaşı gezegenler ve Dünya’yı yok etmektir. Böylece mevcut olan her şey değişecek; hem elçi Spock hem de Kelvin gemisi kaptanı George Kirk doğmamış olacaktır. Bütün bunları engellemek ise Atılgan’ın sorumlu kaptanlığını üstlenen Mr.Spock’a kalacaktır.

***

Star Trek fenomeni geri döner de Harikalar Diyarı dönmez mi? Yazılışından 145 yıl sonra, öykü gerçek aktörlerle bir kere daha çekilir. Alis bu kez Tavşan Deliği’nden geçip “Wanderland”e değil “Underland”e gidecektir. 10 yıl sonra da, aynı ekip, bu kez Lewis Caoll’un diğer ünlü öyküsü «Through the Looking Glass» adlı öyküyü filme alır. Alis, ışınlama aygıtı kullanarak geçmişe gider; ama zamanı değiştiremeyeceğini anlar. Üstelik yürüyen saat-insan ile temsil edilen zaman, insanın ne kadar mekanikleşerek canavarlaştığını vurgulamaktadır. www.yerlibilimkurgu.com

55


Selma Mine’nin Kaleminden, Günümüze Işık Tutan Bilimkurgu Filmleri ve Dizileri

Alice in Wanderland

(Alis Harikalar Diyarında)

2010 ABD yapımı filmin yönetmeni Tim Burton, Öykü: Lewis Caroll, Senaryo: Linda Woolverton. Oyuncular: Mia Wasikowska (Alice), Johhy Deep (Mad Hatter), Helena Bonham Carter (Kızıl Kraliçe). Mütevazı ve yalnızlığı seven 19 yaşındaki Alis, mankafa bir İngiliz Asilzadesiyle nişanlanır. Evlilik konusunda esin karara varmak için, nişan partisinden kaçar. Bahçede, garip bir tavşanın göründüğü bir deliğe düşer. “Underland” (Toprakaltı) denilen garip ve gerçeküstü bir yere ulaşır. Çocukluğunda gördüğü kâbuslara benzer konuşan hayvanlar, berbat kraliçeler ve şövalyeler, saygın bando-mızıkacılar ile dolu bir dünyada kendini bulur. Alis, korkunç şapşal şiirleri eserlerden ayıklamak ve hak eden kraliçenin tacını kurtarmak için burada olduğunu fark eder.

56

www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Aralık 2018 / sayı 20

Alice Through the Looking Glass (Alis-Aynanın İçinden)

2016 ABD + UK ortak yapımı filmin yönetmeni James Robin, Öykü: Lewis Caroll, Senaryo: Linda Woolverton. Oyuncular: Mia Wasikowska (Alice), Johhy Deep (Mad Hatter), Helena Bonham Carter (Kızıl Kraliçe). Alis, Harikalar Diyarı’na geri döner ve Delişmen Hatter’ı çok hasta bulur. Beyaz Kraliçe, ona, Hatter’ı kurtarabileceğini söyler. Sadece geçmişe gitmesi; kötü niyetli Kızıl Kraliçeyi bulması ve Zaman olarak bilinen, saat-adam gibi yürüyen bir yaratıktan Harikalar Ülkesini kurtarması gerekmektedir. Bunu yapmak için, Chronosphere denilen bir ışınlama aygıtına ihtiyacı vardır. Zaman içinde gerilimli ve tehlikeli bir yolculuktan sonra, neden Kızıl Kraliçe ile Beyaz Kraliçe’nin birlikte olamadıkları hakkında bilgi sahibi olur. Geçerli olan gerçek ise Delişmen Hatter’in ailesi ile ilgilidir. Alis, geçmişi değiştiremeyeceğini anlar, hatta daha fazlasını da öğrenecektir.


Robot of Sherwood (Sherwood’un Robotu)

World Enough and Time (Yeterince Yer ve Zaman)

Dr.Who Dizisi. 2017, 10.Sezon, 11.Bölüm, Yönetmen: Rachel Talalay, Senaryo: Steven Moffat, Gerry Davis. Oyuncular: Peter Capaldi (12.Dr), Pearl Mackie (Bill), Matt Lucas (Nardole)

Dr.Who Dizisi. 2014, 8.Sezon, 3.Bölüm. Yönetmen. Paul Murph, Senaryo: Mark Gatiss, Oyuncular: Peter Capaldi (12.Dr), Jeanna Colerman (Clara), Tom Riley (Robin Hood), Her ne kadar Doktor, onun bir efsane kahraman olduğunu söylese de, Clara, Sherwood Ormanına gidip, Robin Hood ile karşılaşmak istemektedir. Tardis, Ortaçağ İngiltere’sine iner ve ormanda, Robin Hood olduğunu iddia eden biri ile karşılaşırlar. Hâlâ bâkire Marian ile evli olduğunu anlatmaktadır; ama yanlış giden bir şeyler vardır. Olaylar, efsaneye uymamaktadır. Giderek Nothingham Şerifi’nin de robotları yöneten bir uzaylı olduğu ortaya çıkar. Hatta Robin de gelecekten zamanlama hatasıyla bu yüzyıla düşen uzay gemisindeki bir robottur.

Arkadaşlık ilişkisi, Doktor’u, hayatının en zor kararlarından birini vermeye yöneltir. Bir Kara Delik’in Olay Ufku’na yakalanan dev bir uzay gemisinde, korumak için söz verdiği birinin ölümüne şahit olur. Hatasını bağışlatmak için herhangi bir yol bulabilecek midir? Henüz olaylar kontrolden çıkmış mıdır? Bu sefer, zaman, Zaman Lordu’nun düşmanı durumundadır.

www.yerlibilimkurgu.com

57


Selma Mine’nin Kaleminden, Günümüze Işık Tutan Bilimkurgu Filmleri ve Dizileri

Parallel

Kaynakça: *KONULARINA GÖRE BİLİMKURGU ve FANTASTİK FİLMLER, http://www.x-bilinmeyen.net/SinemaD/ *GELECEĞİN EFSANELERİNİ YARATMAK, Çağdaş Sanat Bilim Kurgu:1, Selma MİNE, X-BKD Yayını, Kitap:21, İstanbul 2010 *GÖRSEL SANATLARDA BİLİMKURGU, Sinema – Tiyatro – Resim – Müzik, Çağdaş Sanat Bilim Kurgu-3, X-BKD Yayını, Kitap:23, İstanbul 2011

*İLGİLİ INTERNET SİTELERİ

*SİNEMA ve TV FİLMLERİ; FİLM ve TV DİZİLERİ, Çağdaş Sanat Bilim Kurgu-2, Selma MİNE, X-BKD Yayını, Kitap:22, İstanbul 2010

GELECEK SAYI:

2018 ABD yapımı filmin yönetmeni: Isaac Ezban, Senaryo: Scott Blaszak, Oyuncular: Kathleen Quinlan, Ami Ameen, Alyssa Diaz. Bir grup arkadaş, tesadüfen farklı evrenlere açılan bir ayna bulurlar. Fakat çok geçmeden, hayatlarını daha iyi duruma getirmek isterken, aksine daha beter ve tehlikeli bir hale soktuklarını kavrayacaklardır.

Zamanda Yolculuk: ZİHİNSEL YOLCULUKLAR-1 *Turn Back to Clock *Berkeley Square, *The House in the Square *Twilight Zone Dizisi: *Walking Distance, *A World of Difference, *A Stop at Willoughby. *Back There, *Static, *The Rip Van Winkle Caper, *Showdown with Rance McGrew, Of Late I Think of Cliffordville. *The Incridible World of Horace Ford, The 7th Is Made of Phantoms, *Ninety Years Without Slumbering, The Long Morrow. *Slaughtergouse Five, *Toute Une Vie

58

www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Aralık 2018 / sayı 20


www.yerlibilimkurgu.com

59


Roman - Bölüm 9

Gürhan ÖZTÜRK

Son İnsan

KİTAP 1- DEĞİŞİMİN YENİ HALKASI

İnsanoğlu en başından beri yanıtları arayıp durdu. Çoğu zaman yanıtların kendi benliğinin içinde olduğunu sandı. Çoğu zaman da yanıtları yıldızların arasında aradı. Ama en başta anlamadıkları şey ortada tek bir yanıt olmadığıydı. Herkesi tatmin edecek tek bir yanıtın hiçbir zaman olmaması yine de insanoğlunun soru sorma heyecanını elinden almaya yetmeyecekti. Ne de olsa bu insanlık için bir yolculuktu ve son insan da gelip geçene kadar yolculuğun sonu gelmeyecekti…

SON İNSAN’IN ÖNCEKİ BÖLÜMLERİNDE: Gizli bir üssün yer aldığı bir adada özel insanları eğitmek üzere görevlendirilen kişi olarak Tuğgeneral Serhat Seçkin seçilir: “Görevi başarabileceğime bile emin değilim. Buradaki dosyalarda sıra dışı yeteneği olduğuna inanılan on iki tane kişi var ve benim onlardan askeri düzende eğitim görmüş ufak çaplı bir ordu hazırlamam bekleniyor.” Tek başına gerçekleştireceği bu görevde özel insanların yetenekleri onu hem korkutmaktadır hem de şaşırtmaktadır: “Peki, bana kaç tane onlardan dünyamızda yaşadığını söyleyebilir misin?” “Sayılamaz kadar çok fazlalar, milyonlarca kişi aramızda yaşıyor ve ben de onlardan biriyim.” Kendisine Kedi Oğlan diyen gizemli bir gencin, General’in Leydi Kuzgun ismini kullanan arkeolog

60

www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Aralık 2018 / sayı 20


dostuyla geçmişte karşılaştıkları ortaya çıkar: “Bir dakika bu genci tanıyorum ben. Emin değilim ama sanki bu gençle ben yıllar önce karşılaşmıştım,” “Nerede ve ne zaman?” “Yirmi yıl önce, Mısır’da. Sizinle ilk tanıştığımız andan yaklaşık bir iki dakika sonra bu genç yanıma gelmişti ve benimle konuşmuştu.” Kedi Oğlan’ı özel kılan yeteneği ile karşılaştığında, General sandığından biraz daha zorlanacağı bir durumla karşı karşıya olduğunu fark eder: “Bu zamanda gidişler sadece nesneler üzerinde mi işe yarıyor? Yani insanlar üzerinde hiç bunu denedin mi?” “Kendi üzerimde denemiş olmam sayılır mı?”

Bölüm 9 - MARKER

(29.06.2015 - 2. Gün)

Tesis bir haftalık eğitim için hazır hale getirilmişti. Eğitim alanı olarak binanın arka tarafındaki geniş alan ayrılmıştı. Oraya gerekli araç ve gereçler getirilmişti. Bunlar arasında hedef tahtaları, spor aletleri ve askeri eğitim için gerekli olabilecek benzer aletler yer alıyordu. Ayrıca zaten binanın içerisinde de bir spor salonu vardı, orada isteyenler eğitim dışındaki zamanlarda spor aletleriyle vakit geçirebiliyorlardı. Daha kimse oraya uğrayamamıştı. Akşam yemeğinden sonra herkes odasına çekilmek zorunda kalmıştı. Saat sekizde General herkesin uyanması gerektiğini, kahvaltının sekiz buçukta, eğitimin de dokuz buçukta başlayacağını bildirmişti. Kahvaltıda pek fazla konuşan olmamıştı. Herkes eğitimin nasıl olacağını merakla bekliyordu. Kimse bu meraktan dolayı da fazla bir şey yiyememişti, domates, peynir ve zeytin gibi bilindik gıda çeşitleriyle

kahvaltılarını yapmalarının ardından peşinden arka bahçeye geçmişlerdi.

General’in

General, Kuzgun’un bile yüzüne bakmıyordu. Disiplini elinden bırakmaya niyeti yoktu. Bir daha onun burada lider gibi davranmasına müsaade etmeyecekti. Evren hâlâ odasında hapisti, onun zaten buradaki amacı diğerlerinden biraz daha farklıydı. General onun eğitim sürecinden nasibini almamasından ötürü kimsenin ona laf edeceğini sanmıyordu. Çünkü Evren, daha çok korunması gereken bir paketti burada. Diğerleri ise insanlığa sunulması gereken armağanlardı. General görevini en kısa bu şekilde açıklayabiliyordu. Aslında General, Kedi Oğlan’ı da eğitime almayı istemiyordu. Bir tek onu akşam yemeği konuşması etkilememiş gibi görünüyordu. Herkes dünkü konuşmanın ardından biraz daha saygılı şekilde davranmaya başlamışlardı General’e. Rüyacı bile artık düşmanca tavırlarını bırakmıştı. Rüyacı ve Kuzgun dâhil, herkes General’in diyeceklerini beklerken Kedi Oğlan umursamaz bir halde etrafına bakıyordu. General onunla ilgilenmedi, çünkü onun özel yeteneğinin sınırlarını görmek istemiyordu. General hayali bir savaş sahnesi anlatarak başlamıştı ilk derse: “Düşmanın sayısının fazla olması bir asker için önemli değildir. Çünkü bunu düşünmesi için komutanlar ve subaylar getirilmiştir zaten savaş bölgesine. Sizin için en önemli kural: Savaş anında düşünmeyeceksin, sadece emirleri uygulayacaksın.” Efla tekerlekli sandalyesiyle öne çıkarak: “Benim düşünmediğim bir an yoktur ki, öncelikle düşman askerlerinin gelebileceği yerleri hesaplamam ardından da kurşunların vücuduma isabet edebilecek noktaları belirlemem gerekiyor” diye konuştu. “İyi, sen düşünebilirsin. Sana izin veriyorum. Zaten buraya düşün diye getirildin sonuç olarak,” diye karşılık verdi General. Onun sportif etkinliklere katılmayacağı tahmin edilebilen bir durumdu. General’in eğitim sürecinde ona ne tür aktiviteler yaptırabileceği de merak konusuydu. “Bu durumda askerler bir hiç oluyorlar, yani diyorsunuz ki askerler düşünmezler, emirleri uygularlar. Bu durumda onlar düşünemedikleri için yoklardır,” diye söze karıştı Kedi Oğlan. Gruptan biraz uzakta duruyordu. En yakınında Bay Fend vardı, bir tek ona www.yerlibilimkurgu.com

61


karşı bir yakınlık duyuyor gibiydi. Bunda Bay Fend’in kendine has yeteneğinin de etkisi olabilirdi tabi. “Ne demek istedi bu ya?” diye sordu Starfell yanında duran Kara Altın’a. Starfell aralarında askeri bir eğitime en uygun giyinen kişiydi. Gri bir atlet ve askeri desenli pantolonu vardı. Diğerleri rahat kıyafetler giymişlerdi. Leydi Kuzgun üzerine siyah bir penye geçirmişti. Özellikle eğitimin nasıl olacağı daha tam belli olmadığı için rahat bir spor ayakkabı giymeye özen göstermişti. Starfell ile Manuel’in ortasında duruyordu. Manuel ise sürekli Kuzgun’a bakıp duruyordu. Ama Kuzgun sadece “günaydın” demekle yetinmişti, bir daha da dönüp bakmamıştı. Yanında Manuel’in çizim çantası da vardı. General getirmesini istemişti. “Ya boş ver, he de geç…” dedi alayla Kara Altın, Starfell’in sorusuna. Starfell’in diğer tarafında da o vardı. Burada espriden anlayan biri olarak gördüğü asker arkadaşının yanından ayrılmaya pek niyeti yok gibiydi. Kara sakalıyla durumdan keyif alarak olacakları izliyordu. “Askerlikte felsefeye yer yoktur,” diye bağırdı General. Kedi Oğlan anlaşılan bilerek General ile alay ederek onun sabrını test ediyordu. Ama General, Rüyacı’da olduğu gibi geri adım atmayacaktı ve zaten zar zor elde ettiği disiplin ortamının bozulmasına izin vermeyecekti. “Şimdi bugünkü dersimizde disiplin ve sorumluluk kavramlarını size anlatacağım.” diye sözüne devam etti pek de hevesle onu dinlemeyen öğrencilerinin yüzlerine tek tek bakarken. Daha farklı bir şey bekledikleri belliydi. Ama askeri eğitimin temeli oluşturan şey disiplindi ve bu grupta olmayan belki de en temel şey de buydu. “Sözlük anlamını da soracak mısınız sınavda?” diye sordu Kedi Oğlan. “Bugün senin derdin ne, Kedi Oğlan? Biraz dilini geri planda tutsan diyorum,” diye uyardı Klik. Grubun en genci olan Klik, eğitimin nasıl olacağını en çok merak edenlerdendi. Kedi Oğlan’ın tavrına iyice sinir olmaya başlamıştı. General bu gözlemi ile biraz daha kendine güvenmeye başlamıştı. Kedi Oğlan’ın hareketleri sadece kendisini sinir etmiyordu. “Sen de başını sallayıp durma, anladık istediğin 62

www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Aralık 2018 / sayı 20

zaman müzik dinleyebiliyorsun. Hava atıp durma,” diye karşılık verdi Kedi Oğlan, Klik’e. İşte bu karşılık tam da General’in arzu ettiği bir şeydi. Grup arkadaşlarıyla da anlaşamayan birisiyle eğitim yapmayı yüksek ihtimalle onlar da istemeyecekti. Bu yüzden bu fırsatı iyi değerlendirdi. “Kedi Çocuk!” diye bağırdı, bilerek ismini yanlış demişti. “Cezalısın, yanındakilere sataşamazsın. Şimdi buraya gel…” Kedi Oğlan pek ismi üzerinden yapılmış alaya bozulmamış görünüyordu. General’in yanına gelerek: “Geldim işte! Ne var yani, bu işi sizin dışınızda ciddiye alan başka biri var mı?” diye konuştu. “Askerlikle dalga mı geçiyorsun, kedi kuyruklu?” diye arkadan bağırdı Starfell. İki elinde de parlak ışıklar belirmişti. General, Starfell’in öfke patlamalarını çok yakından bildiği için tartışmanın daha da büyümeden durdurulması gerektiğini biliyordu. “Kedi Çocuk, çık git odana. Anlaşıldı, seni de Evren gibi odanda bir hafta kilitli tutmamız gerekecek,” diye uyardı General ve parmağıyla binayı gösterdi. “İyi, bir hafta sonra görüşürüz,” dedi alay ederek Kedi Oğlan ve tesisin içine girdi. O sırada tartışmanın gidişini pek de eğlenceli bulmadığı için dikkatini başka şeylere çeviren Kara Altın eline geçirdiği taşları altına çevirip duruyordu. Starfell: “Eline geçirdiğin her nesnenin ait olduğu elementi değiştirmen şart mı?” diye sordu. Belli ki yine öfkelenmişti ve sataşacak yer arıyordu. Kara Altın onunla öfkeliyken dikkatli konuşulması gerektiğini biliyordu. Yine de kimseden korkusu yoktu Kara Altın’ın, hayat bir espriden ibaretti onun için. “Senin de her öfkelendiğinde karşındakini güneş enerjisi oluşturabilme kapasiten ile tehdit mi etmen gerekiyor?” diye karşılık verdi umursamaz bir şekilde Kara Altın ve altına çevirdiği taşları ceplerine doldurdu. “Bugün, grupta yer alan kişilerin yeteneklerini sınayacağız,” diye devam etti General. Kedi Oğlan gidince daha rahatlamıştı. Yanında getirdiği tabancayı çıkarttı ve Marker’a seslendi: “İlk sende sıra.” Marker tabancayı yakaladıktan sonra hemen incelemeye başladı. Silahların çoğunun teknik


özelliklerini iyi bilirdi. Tabancayla iyi bir uyumu olduğunu fark eden arkadaşı Klik dikkatli gözlerle Marker’a bakıyordu. “B6 model, hem de paslanmaz mat. Çift hareket mekanizmalıdır bunlar. Tutuşu da iyidir. Gövdesi siyah polimer kaplıdır. Ağırlığı boş şarjörlüyken 800 gram gelir, anlaşılan bu boş değil,” diye silah konusundaki bilgisini konuşturdu. Bir tek bu açıklamalardan Klik etkilenmiş görünüyordu: “Polis akademisinde iyi eğitiyorlar anlaşılan.” General, Marker’ın silahlar konusundaki özel hobisini bildiğinden bu konuda hevesini kırmamak için lafını bitirmesini beklemişti. Silahlar konusunda zaten grupta güvenilir iki kişi var gibiydi. Bu yüzden o ikisine bu konuda özel ilgi gösterilmesi gerekiyordu. Marker’a arka bahçede önceden hazırlanmış olan hedef tahtalarını gösterdi: “Şu arkanda gördüğün hedef tahtalarının tamamını fazladan kurşun harcamadan tam isabet yapabilecek misin?” Marker buna şaşırmış gibiydi, emin olamadı ve: “Bu kadar mı?” diye sordu. General elbette Marker’ın yeteneğini biliyordu, görmesine gerek yoktu. Polis akademisindeki eğitmenleri ondaki doğaüstü yeteneğin sıradan bir insanın yapabileceğinden daha fazlası olduğunu fark etmeleriyle Marker’ın da özel insanlardan biri olduğu anlaşılmıştı. Gözleri basit olarak açıklamak gerekirse oldukça gelişmişti. Bunu daha sonra gözünü inceleyen doktorlar damar tabaka ve etrafındaki sinir ağının normalden daha yoğun bir şekilde bulunmasıyla alakalı olduğunu söylemişlerdi General’e. İlk başta gece hayvanlarında olduğu gibi ışığın ilk kırıldığı yer olan korneanın onda daha gelişmiş yapı olduğu düşünülmüştü. Korneanın arkasından damar tabakanın bir parçası olan düz kaslardan oluşan iris ve göz merceği geliyordu. Işık ikinci defa bu mercekte kırılıyordu, doktorlara göre Marker’da bu mercek kısmı normal insanlara göre daha çok ışığı geçirebiliyor ve bu sayede hem karanlıkta daha net görebiliyor hem de uzaktaki nesneleri de çok rahat bir şekilde görebiliyordu. Marker, bulunduğu yerden hiç kıpırdamadan tabancayı ateşledi. On kurşunu da harcadıktan sonra herkes tesisin arka tarafına rastgele dizilmiş hedef tahtalarına başını çevirdi. Hepsi de tam ortadan delinmişti.

“Tam isabet!” dedi General başıyla Marker’ı tebrik ederek. Kedi Oğlan, tesisin yemekhane kısmında oturuyordu tek başına. Bir saat boyunca hiç kıpırdamadan beklemişti. Diğerleri ara vermişlerdi ve çoğu acıktığı için soluğu yemekhanede almıştı. Mutfaktan bir kaç aperatif şey hazırlayıp gelen de vardı, yemekhanedeki çerez makinelerinden bir şeyler almayı düşünen de. “Marker, yeteneğin gerçekten de muhteşem,” diye yorum yapıyordu Manuel. “İstersen sen de tüm hedef tahtalarına tam isabet yapabilirsin, çizmen yeterli,” diye karşılık verdi Marker gülümseyerek. Marker grupta ilginin kendi üzerinde olmasından memnun olmuştu. Ama bu durumun geçici olduğunu da biliyordu. Diğerleri de yeteneğini gösterdikçe ilginin bu sefer başkasına geçeceğini tahmin ediyordu. Manuel, Kedi Oğlan’ın sağında yer alan sandalyelerden birine oturmuştu. Kocaman bir masa olduğu için herkes bulduğu boş bir sandalyeye yerleşiyordu. Çoğu Kedi Oğlan’a selam verme gereği duymamıştı pek fazla. Bir tek Leydi Kuzgun yanlarından geçerken Manuel ve Kedi Oğlan’a selam verip geçmişti. O daha acıkmamıştı, bu yüzden odasına gidip biraz kestirmek istiyordu. “Şu çizimlerine bakabilir miyim, sakıncası yoksa?” diye sordu Kedi Oğlan birden. Manuel birisinin onunla sohbet etmesinden mutluluk duyduğu için karşısındakinin kim olduğuyla ilgilenmemişti. “Yanımdaki çantada sadece iki üç çizimim var, diğerleri odamda duruyor. İstersen bunlara bakabilirsin, ama çoğu eskidir. Hatta birinin yirmi yıllık bir mazisi var. On üç yaşında mı ne çizmiştim.” “Otuz üç yaşında mısın? Hiç göstermiyorsun.” “Sen kim bilir kaç yaşındasın, ama yirmi yaşında gösteriyorsun kendini.” “Ben de unuttum yaşımı,” dedi Kedi Çocuk gülümseyerek. Sonra Manuel’in çizimlerini incelemeye başladı. Merakla bakıyordu. Bu durum Manuel’in hoşuna gitmişti. En son ne zaman böyle birisi çizimlerine merakla bakmıştı, hatırlamıyordu. Bir tanesi Kuzgun’un çalıştığı galeriye gelmesinden önce www.yerlibilimkurgu.com

63


çizdiği çizimiydi. Anahtarının yerini unuttuğu için onu bulduğu bir anı çizmişti ve gerçek olmuştu bu çizimi. Bir tanesi de sokak kedisini çizdiği çizimiydi. Bu çizimi sayesinde sadece nesnelerin değil canlı varlıkların da çizimleri üzerinden konumlarını değiştirebildiğini keşfetmişti.

“Ne yaptı ki o?”

Çizimleri dikkatle inceliyordu Kedi Oğlan. Birden bir tanesini görünce duraksadı ve şaşkınlıkla: “Bunu sen mi çizmiştin?” diye sordu. Ses tonunda bir tehdit hissediliyordu. Çizimde çölde kumların aniden çökmesiyle ortaya çıkmakta olan bir piramit vardı.

“Diğerleri de kim?”

“Evet, ilk çizimlerinden biridir,” diye dürüstçe yanıt verdi Manuel. Birden o tehditkâr ses tonu daha gaddarca bir hale büründü. “Sen mi benim planlarımı bozan kişisin yani? Bunca yıl seni aradım ve şimdi seni dibimde buluyorum.” “Anlamadım. Ben ne yapmışım?” “Senin yüzünden o kadar insanın uğraştığı emek boşa gitti. Her şeyi mahvettin,” diye ayağa kalktı birden Kedi Oğlan ve Manuel’i sol kolundan yakaladı. “Ne oluyor orada?” diye bağırdı yan masada oturan Kara Altın. Çerez makinesinden ikide birçok beğendiği baharatlı cipslerden alıp duruyordu. Şimdiden beş tanesini bitirmişti bile ve kara sakalı iyice yağlanmıştı. Leydi Kuzgun daha odasına gidememişti, koridordan gürültüyü duyup yemekhaneye girdi: “Kedi Oğlan, ne oldu gene?” “Biz de anlamadık,” diye yanıt verdi Starfell. Mutfaktan kendine hazırladığı meyve salatasından yiyordu. Fit bedenine özen gösteriyor gibiydi. Kedi Oğlan garip bir lisanda sözler söylerken Manuel’in acı çektiği anlaşılıyordu: “Ne yapıyorsun? Bıraksana beni…” “Bu nece konuşuyor yahu?” diye sordu Kara Altın. Kuzgun ise bu lisanı tanımıştı ve Kedi Oğlan’ın yanına doğru ilerledi. İkisinin arasında sadece ikisinin anlayabileceği bir diyalog yaşanmaya başlandı. “Onu bırakmalısın, Kedi Oğlan.” “Hayır!” 64

www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Aralık 2018 / sayı 20

“Her şeyi mahvetti.” “Neyi mahvetti?” “Benim ve diğerlerinin hayatını.”

“Halkım.” Leydi Kuzgun daha fazla yaklaşmaya başladığında Starfell: “Kuzgun, geri çekil. Onu kızartabilirim,” diye bağırdı. “Hayır, Starfell. Ben iyiyim,” diye uyardı Kuzgun. Kimsenin zarar görmesini istemiyordu. Kedi Oğlan birden diğer eliyle Kuzgun’u kolundan yakaladığında Kara Altın: “Artık bir şeyler yapma vakti geldi,” diye Starfell’e bakış attı. “Hayır, durduramıyorum. Bırakamıyorum. Kontrolden çıktı,” diye bağırdı Kedi Oğlan. Sol eliyle Manuel’i, sağ eliyle Kuzgun’u sıkıca tutuyordu ve anlaşılan gücünün etkisiyle kendisi de artık hareket edemez olmuştu. General pompalı tüfeğiyle yemekhaneye girdi ve tüfeği Kedi Oğlan’ın başına doğrulttu: “Bırak onları yoksa yemin ediyorum senin beynini patlatırım…” General Serhat: “Beni sınamaya kalkma, Kedi Çocuk!” diye bağırdı pompalı tüfeği kararlı bir şekilde Kedi Oğlan’a doğru doğrulturken. “Beni öldürmen gerekecek, çünkü kontrolümden çıktı. Eğer beni vurmazsan onları kaybederiz. Öldür beni!” diye belirtti Kedi Oğlan ağlamaklı bir sesle. Sanki karşılarındaki sabah eğitimde gördükleri kişi değildi, daha masumane bir hale bürünmüştü. Kedi Oğlan, Kuzgun ve Manuel’i sıkıca tutmaya devam ederken birden Kedi Oğlan’ın bulunduğu zeminin şekli değişmeye başladı. Yemekhanenin beton zemini, çimene dönüşürken diğerleri de zeminin değişmesiyle geriye doğru çekilmeye başladı. “Bu tesis ne zaman inşa edilmişti?” diye sordu Efla. Tekerlekli sandalyesiyle diğerlerinden daha yavaş hareket ediyordu.


“Beş yıl önce inşa edilmeye başlanmıştı,” diye yanıt verdi General. “Kedi Oğlan bulunduğumuz yeri geçmişe gönderiyor, baksanıza! Tesisin daha inşa edilmediği bir zaman dilimine yolluyor etrafı…” diye açıkladı Efla. General, Efla’nın dediğine hak vermişti. Zemin katın altında da bir kat vardı, cephane ve gerekli durumlar için hapishane görevi görecek odalar yer alıyordu. Ama o kısım toprağın altındaydı ve beş yıl öncesinde bu tesisin geri kalanı gibi mevcut değildi. O yüzden o kısımlar da dâhil Kedi Oğlan’ın gücüyle tüm tesis sanki hiç yapılmamış bir hale dönüşüyordu.

başka taraflarına düştüler sert bir biçimde. General, elindeki pompalı tüfeği bırakıp Kuzgun’a doğru koştu. Ne olursa olsun değerli bir dostuydu Kuzgun ve onun zarar görecek olmasından çok korkmuştu. Onu yerden kaldırırken: “İyi misin?” diye sordu. Kuzgun başını çevirdiğinde herkes şaşırmıştı. Çünkü buraya geldiğindeki gibi görünmüyordu. Daha gençti. General’in ilk defa piramidin önünde kendisiyle karşılaştığı yaşındaydı. “Ne oldu? Neden bana öyle bakıyorsunuz?” diye sordu Kuzgun anlamsız bakışlarla.

Efla’nın da bulunduğu zemin değişime uğramaya başladığında o da Kuzgun ve Manuel gibi Kedi Oğlan’ın etkisi altına girmişti.

“Sanırım Kedi Oğlan biraz daha sana dokunsaydı altını değiştirmek zorunda kalacaktık,” diye yorumda bulundu Kara Altın.

Starfell Kuzgun’un tehlikede olmasıyla beraber hâkim olamadığı öfkesine yenik düşmeye başlamıştı ve öfkesinin neticesi olarak ellerinde enerji birikiyordu. Ozan’ın ona dediği gibi öfkesini başka bir yere odaklaması gerekiyordu ve o da Kedi Oğlan’a odaklandı. Kedi Oğlan birden havalanmaya başladı. Starfell kendisinden yayılan enerjiyle nesneleri ya da kişileri zarar vermeden telekinetik olarak hareket ettirebildiğini görmüştü. İlla bu enerjiyi zarar vermek için kullanmasına gerek yoktu. Manuel ve Efla, Kedi Oğlan’ın etkisinden kurtulmuştu, ama Kuzgun hâlâ Kedi Oğlan ile beraber havaya yükseliyordu.

Efla ise tekerlekli sandalyesinden düşmüştü. O da Kedi Oğlan’ın meydana getirmiş olduğu güç alanının içerisinde kalmıştı. Bedeninde bu yaşadığı travma ne gibi bir etkiye sebep olmuştu kimse bilemezdi. En kötüsünü akıllarına getirmek istemeyen Bay Fend değneğinden destek alarak arkadaşının yanına gitti. Marker da peşinden yardıma gelmişti. Efla’yı ayağa kaldırırken Marker: “Ayak parmaklarını oynatabilmen normal mi?” diye sordu Efla’ya birden.

Starfell Klik’e dönüp: “Onları ayırabilecek güçte düşük miktarda elektrik yollayabilir misin?” diye sordu. Klik olumlu manada başını salladıktan sonra vücudundan ellerine doğru bir elektrik akımı oluşmasını sağladı. Starfell’in belirttiği gibi az miktarda elektriği ellerinde biriktirdikten sonra fırlatmaya hazırdı. Efla: “Hayır, o yetmeyecektir. Az bir miktar daha elektrik biriktir ellerinde,” diye uyardı. Kedi Oğlan’ın gücünün etki alanından kurtulduğu gibi kendisine gelmişti. Klik, Efla’nın uyarısıyla biraz daha elektrik biriktirdi iki elinde: “Bu kadarı yeter sanırım.” Kedi Oğlan ve Kuzgun’a elektrik şoku verilmesiyle Kedi Oğlan, Kuzgun’u bıraktı ve İkisi de yemekhanenin

Efla, Marker’ın yardımıyla yavaşça dengesini sağlayarak ayağa kalkmaya çalıştı ve başardı. Artık yeniden yürüyebiliyordu. Bay Fend mutlulukla: “Bu gerçekten de bir mucize!” diyebildi ve Efla’ya sarıldı. Sanki kendisi sakatlığından kurtulmuşçasına sevinçliydi. “Hayır, sadece sınırlarını aşan birinin bize yaşatmış olduğu bir oyun,” dedi General ve yere bıraktığı pompalı tüfeğini yeniden aldı. Başını ovalayan Kedi Oğlan: “Herkes iyi mi?” diye sordu. General ona yaklaşarak: “Herkes iyi, senin dışında,” dedi. Sesinden gerçek duygusu anlaşılmıyordu. “Ben iyiyim ama sadece biraz başım ağrıyor,” diye karşılık verdi Kedi Oğlan. General’in o soruyu samimi olarak sorduğunu zannetmişti anlaşılan. “Bence bir kere daha düşün,” dedi General ve hırsla pompalı tüfeğin arka tarafıyla Kedi Oğlan’ın başına vurdu ve onu bayılttı. www.yerlibilimkurgu.com

65


“Bunu neden yaptın?” diye bağırdı Kuzgun. Yeni sesine alışmaya çalışıyordu. Artık görünüşüyle beraber sesi de gençliğindeki haline dönmüştü. “Biraz kafa dinleyelim, dedim sadece.” Yarım saat sonra her şey normale dönmüş gibiydi. Starfell, General’in emirleri gereği Kedi Oğlan’ı odasına götürmüştü. General, bir süre Kedi Oğlan’ın odasının kapısında Starfell’in ne olur ne olmaz beklemesini istemişti. Kuzgun, bu yeni durumuyla ilgili Starfell ile konuşmayı çok istemişti ama General nedense ikisini birbirlerinden uzakta tutmaya çalışmaya başlamıştı bu son olayın ardından. Starfell’in öfkesinden çekinen General, Kuzgun’a iyice bağlanan Starfell’in durumunun daha da kötüleşebileceğini düşünüyordu. Kara Altın: “Her taraf yine tesis, yani geçmişe dair bir şey bulamadım. Aslında belli bölgelerin çimenlik olarak kalması fena olmazdı. Arada bir ayağımız çimen görürdü,” diye belirtti. Kuzgun: “Geçmiş artık geride kaldı, gelecek ise çok yakınımızda…” diye konuştu. Bu bilgece sözleri artık genç bedenine uymuyordu. “Sen önce bir kendine bak, sen geçmişin birer sembolüsün şu anda,” diye karşılık verdi Kara Altın. Kuzgun, Kara Altın ile tartışmak istemediğinden başka bir şey demedi. Çerez makinelerinden birinin önünde duran Manuel’e yaklaştı: “Daha iyisin ya…” “İyi olmaya gülümseyerek.

çalışıyorum,”

dedi

Manuel

Kuzgun ve Efla’nın genç yaşlarına dönmüş olmalarına rağmen Manuel’in yaşının aynı kalması herkesi meraklandırmıştı, ama kimse bu konuda bir şey demedi. Zaten gereksiz yorumda bulunmanın kimseye yararı olmayacaktı bu durumda. “Yeni bir çizim yaptım, ama gerçekleşmesi için bu sefer beklememiz gerekecek,” dedi birden Manuel Kuzgun’a. “Ne kadar zaman gibi?” diye sordu Kuzgun merakla. “Bayağı bir,” diye yanıt verdi Manuel fısıltı dolu bir sesle. Çizim cebindeydi, ama kimseye göstermeyecekti. 66

www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Aralık 2018 / sayı 20

Kuzgun da buna saygı gösterdi ve çizimi göstermesini istemedi. Kara Altın ise söyleniyordu kendi kendine: “Şu yaşadıklarıma bak yahu, korkuyu bile kum tanesine dönüştürebilecek güçteyim ama şu anda gücümle bu tesisin tamamını mesela altına dönüştürsem neye yarar. Korku ilk defa bu kadar keskin ve acımasızdı, altınla da kandırabileceğimi sanmıyorum.” Bay Fend: “Korkuyu kuma dönüştürdün diyelim, ama bu korkuyu yok etmeni sağlamaz. O yine korkudur,” diye belirtti düşüncesini gülümseyerek. Kara Altın da ona dönüp baktı ve keyifle bu felsefi açıklamaya gülerek karşılık verdi. Aralarındaki düşmanlık bitmişti. Zaten Kara Altın kimseye kin tutamazdı. Onu polislere yakalatan değnekli garip bu adama karşı bile kini kısa sürmüştü. “Hey, General’i gören oldu mu?” diye sordu Klik. Marker ile beraber Starfell’in geride bıraktığı meyve salatasını bitirmekle meşguldü. O sırada General Serhat tesisin dışında jetin bulunduğu alandaydı. Jet ses çıkartmadan havalanabiliyordu ve son teknoloji kalkanları sayesinde görünmez olabiliyordu. Prototipti ve sadece bu proje için özel olarak hazırlanmıştı. Onlar eğitim alanındayken jet önceden ayarlandığı üzere otomatik olarak kalkışa geçmişti ve tam da söylendiği saatte geri gelmişti. Jetin içerisine giren General içerideki koltuklardan birinde oturarak General’i bekleyen tek bir kişiyle karşılaştı. Zaten tahmin ediyordu kimin geleceğini. Yaşlı bir adamdı ama üst rütbeli biri olduğu anlaşılabiliyordu. “Sizce daha vakit var mı, başkanım? Yoksa zamanı geldi mi?” diye sordu General, yaşlı adama. Karşısında eğiliyor ve saygıda kusur etmemeye çalışıyordu. Yaşlı adam yaşına rağmen oldukça dinç görünüyordu. Bu yüzden de yaşını tahmin etmek olanaksızdı. Yaşlı adam derin bir nefes aldıktan sonra: “Kedi Oğlan konusunda zaten en başından uyarılmıştın. Hazırlıklı olman gerekiyordu. O bu projenin en önemli elemanı,” diye açıkladı. “Evren değil miydi insanlığın geleceği için önemli olan ve projemizin de temel taşlarından biri aynı zamanda?”


“O bilim insanlarının ve akademisyenlerin teorisi sadece, ben onlardan daha ileri görüşlü biriyim ve elli yıl sonrasını değil yüz elli yıl sonrasını düşünmek benim işim. Şimdi içeri gir ve bir daha da ben arayana kadar görüşme talep etme! Vakit konusunda da ben seni bilgilendireceğim…” “Siz nasıl isterseniz, başkanım!” dedi General. Yaşlı adam eliyle git işareti yapınca da General başka bir şey diyemeden jetten indi. Neden bu kadar sinirlenmişti anlam verememişti. Oysaki General eğitimin ilk günüyle ilgili raporu yüz yüzeyken verilse daha iyi olur diye düşünmüştü. Yaşlı adam, General’in jetten indiğine emin olduktan sonra cebinden bir kolye çıkardı ve ona özlemle baktı. Bu Leydi Kuzgun’un yıllar önce bir kazı çalışmasında bulduğu kolyenin aynısıydı. “Kaderimizden kaçamayız, küçük kardeşim!” dedi gülümseyerek yaşlı adam. Jet tekrardan sessiz sedasız havalanırken güneş de batmak üzereydi ve sıra dışı yetenekleri olan insanların eğitimlerinin ilk günü, tesise gelişlerinin de ikinci günü böylece bitmişti. Ama daha bugünün bir de akşamı vardı ve sürprizlere gebe bir şekilde onları selamlıyordu akşamın getirdiği yıldızlar.

GELECEK BÖLÜMDE:

Kedi Oğlan kendisine bir sırdaş buluyor: “Rüyamda bir piramit vardı. Bu yıllar önce çizdiğim piramide benziyordu. Sonra bir kolye vardı.” “Sana kolye ve başka bilmek istediğin şeyler varsa her şeyi anlatacağım, ama önce sana güvenmem gerekiyor. Manuel sana güvenebilir miyim?” Kuzgun, General’in onlardan sakladığı gerçeklerin peşine düşüyor… “Bize yalan söyledin. Böyle bir proje filan yoktu. Bizi ellerinde kukla gibi oynatmalarına izin verdin...” Starfell, sakin kalmak için çaba sarf ediyor… “Hey, birbirimizin arkasını kollamamız gerekmez mi? Burada güvenebileceğimiz çok fazla kişi yok!” “Zaten her zaman yalnızdım. Şimdi de birisine ihtiyacım yok!” www.yerlibilimkurgu.com

67


Bilimkurgu Film Müzikleri Dizisi - 15 Burak FEDAKAR

Kırmızı Pelerinin Gücü, Mavi Kostümün Ruhu!

Kriptonit İşlemeyen Notalar

John Williams

Uçmak

,insan türünün tüm çağlarda erişmek istediği ideallerinden biri. Geçtiğimiz yüzyılda kısmen erişti bu isteğine uçan makineler icat ederek. Hâlâ da bu makineleri geliştirmeye devam ediyor. Uçmak ve sınırsız güç, herkesin elde etmek istediği ve kitleler üzerinde mutlak hakimiyet kurma hayalleriyle ulaşılmaya çalışılan bir çabadır tüm bir ömür boyunca. Hep daha fazla isteriz ve o fazlalara ulaşamadığımız noktada hayallerimiz girer devreye. Hayalleri yazıya dökeriz, çizgiyle anlatırız, hareketli görüntülerle yaratmaya çalışırız. Genelde bu hayalleri iyi amaçlar için yaratır ve kullanırız. Her daim bir engel çıkartırız hayallerin karşısına ve nihayetinde engeli gücümüzle aşmasını biliriz. İnsanlık hangi seviyede olursa olsun bu ideallerinden hiçbir zaman vazgeçmeyecek gibi görünüyor ve her gün yeni bir hayalle karşımıza dikilmeye devam ediyor.

68

www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Aralık 2018 / sayı 20


EVRENİN EN GÜÇLÜ ÇELİK ADAMI! inema tarihi unutulmaz süper kahramanların hikâyeleriyle her dönem perdede arzı endam etti. Kapitalist dünya düzeninin, kendisine karşı mücadele eden kahramanlarını da yaratan aslında bu düzenin kendisi oldu hep. Düzeni sağlayan, kötülerle amansız mücadelelere giren ve sonunda mutlaka bir şekilde kazanan, çocuklar kadar büyüklerin de rüyalarını süsleyen süper kahraman furyasının içinde en önemli isim olarak karşımıza tartışmasız çelik adam Superman çıkıyor! 1933 yılında ilk defa yaratılan ve 1938 yılında ilk olarak DC okuyucusuyla tanışan Kripton Gezegeni’nin yaşayan son üyesi olarak dünyamıza gelen ve çiftçi bir ailenin Smallville Kasabası’nda yetiştirdiği Clark Kent takma isimli, gücünü güneşimizden alan çelik adam lakaplı Superman! Başta en ünlü düşmanı Lex Luthor olmak üzere sayısız farklı karakterle mücadele eden, mavi kostümü, kırmızı pelerini ve uçma yeteneğiyle adeta bir iyilik timsali olarak her olaya yetişme çabasında bir adam ve Clark Kent olduğu zamanlarda Metropolis kentinin en büyük gazetesi Daily Planet’da çalışan ünlü bir gazeteci. Aynı gazetede beraber çalıştığı Lois Lane’e deliler gibi aşık ve sadece kalın çerçeveli bir gözlükle

S

nasıl oluyorsa tanınmayan ve o koca pelerini kıyafetinin içine nasıl gizlediği hâlâ çözülemeyen çelik adam Superman’in maceraları 80 yıldır popülaritesinden hiçbir kayba uğramadan devam etmeyi sürdürüyor. 1978 yılında Richard Donner yönetiminde, Christopher Reeve’nin kostümü giyip Superman rolüne büründüğü andan itibaren beyaz perdenin süksesi en yüksek süper kahramanı mertebesine yükselen çelik adam, bu filmden önce de beyaz perdede görünmüş olmasına rağmen asla bu kadar ilgi görmemişti. Kuşkusuz filmin bu kadar ilgi görmesinde, bir yıl öncesinde Star Wars’un sinema tarihini kökünden değiştiren başarısı önemli bir rol oynamıştır. Bütün bunlara ek olarak efsane besteci John Williams’ın unutulmaz ana temasıyla Superman adeta kimliğini bulmuştur ve bu müzik onunla özdeşlemiştir. Filmin ardındaki büyük başarının önemli bir bölümü John Williams’ın notalarına aittir dersek abartmış olmayız.

1976

yılında filmin çekimlerine başlandı ve yönetmen Donner Omen filminde beraber çalıştığı Jerry Goldsmith ile yeniden beraber çalışmak istediyse de zamanlama sorunları yüzünden projeden ayrılmak zorunda kalan Goldsmith yerine John Williams ile anlaşma sağlandı. Williams’ın besteleri çok beğenildi ve o yıl Akademi Ödülleri’ne aday gösterildi ancak ödülü Midnight Express ile Giorgio Moroder aldı. 1973 Fiedler On The Roof, 1975 Jaws ve 1977’de Star Wars ile heykeli üç defa kazanan Williams bu kez ödülü alamasa bile ortaya çıkarttığı unutulmaz besteyle klasikler arasına bir tema daha katmayı başarmıştı. www.yerlibilimkurgu.com

69


GERÇEK BİR MÜZİK DEHASI

J

ohn Towner Williams, 08 Şubat 1932

tarihinde New York’ta dünyaya gelir. Babası ünlü caz ustası Johnny Williams ve annesi Esther Williams’dır. Müzik, daha küçük yaştan itibaren bir parçası olmuştur. Yedi yaşından itibaren piyano dersleri almaya başlamış, kısa sürede trombon, trompet ve klarnet çalmayı öğrenmiştir. 1948 yılına gelindiğinde ailece Los Angeles’a taşınırlar. Bu tarihten sonra babası özellikle film müziği orkestralarında çalışmaya başlar. Williams lise grubunda çalar ve besteler yapar. UCLA’da piyano ve kompozisyon dersleri alır. Piyanist Bobby Van Eps’den özel eğitim alan Williams ilk ciddi piyano sonatını 19 yaşında besteler.

70

1952

yılında Birleşik Devletler Hava Kuvvetleri’ne atanır ve görev gezisinin bir parçası olarak hizmet bantları için müzik düzenlemeye başlar. 1954 yılında terhis olmasının ardından, Julliard Müzik Okulu’nda Rosina Lhevinne’nin piyano öğrencisi olarak bir yıl geçirdikten sonra New York’taki kalış süresince çeşitli gece kulüplerinde caz piyanisti olarak çalışır. Daha sonra, vokalist Vic Damone’ye eşlik eder. Efsane besteci Alfred Newman’la çalışır ve babasının o zamanki üyesi olduğu Hollywood’daki Morris Stoloff’un Columbia Pictures personel orkestrasında piyanist olarak yer alır. Orkestrasyon yeteneği keşfedilen Williams, tanınmış stüdyo bestecileri tarafından bu yönde çalışması için cesaretlendirilmiştir. Bu arada, ciddi müzik çalışmalarını Hollywood’da Arthur Olaf Anderson ve ünlü İtalyan besteci Mario Castelnuovo-Tedesco ile sürdürmeye devam eder.

www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Aralık 2018 / sayı 20

1960

’da Televizyon dizileriyle score müzik dünyasına ilk adımını atan Williams, efsane olma yolunda emin adımlarla ilerlemeye başlamıştır. Müzikal açıdan çok yönlülüğü nedeniyle pek çok farklı ödül kazanmaya başlar. Caz kombinasyonları, dans grupları ve senfoni toplulukları için müzikler yazar. 1950’lerin sonundan başlayarak Williams’ın televizyon kariyeri iyice hız kazanır. Dedektif serisi Johnny Staccato’da caz piyanisti olarak görünür. “M-Squad”, “Wagon Train” ve “Chrysler Theatre” gibi şovlar için müzik besteler ve nihayet 1974’te genç yönetmen Steven Spielberg’le yolları Sugarland Express’de kesişir ve bugüne kadar devam eden efsanevi bir ortaklık da başlamış olur. The Towering Inferno, Earthquake, The Poseidon Adventure, Black Sunday ve The Fury gibi son derece popüler felaket ve korku filmlerinin ardından Williams Hollywood’un en tanınmış isimlerinden biri hâline gelmeye başlar.


1980’de Boston Senfoni Orkestrası yönetimi, John Williams ile Boston Pops’un on dokuzuncu şefi olması için üç yıllık bir sözleşme imzaladığını açıklamış ve çoğunlukça, hiç kimsenin saygıdeğer Arthur Fiedler’in yerini alamayacağı düşüncesi genel bir kabul görmüş olsa da, John Williams seçimi coşku ile karşılanmıştır.

1970

’lerin ortasından itibaren özellikle Spielberg’le çalıştığı filmlerle inanılmaz bir hızla kariyer tırmanışına geçer. İlk Oscar ödülünü, uyarlama müzik dalında 1973 yılında Damdaki Kemancı filmiyle kazanır. 1975 yılında, Spielberg’in dehasını konuşturduğu Jaws filmine yaptığı belki de tüm zamanların en ürkütücü bestesiyle ikinci Oscar heykelciğini kazanır. 1977 yılına geldiğimizde Dünya sinema tarihinin en muazzam fenomenlerinden biri olan George Lucas harikası Star Wars’la üçüncü heykelciği kazanması hiç de zor olmaz. 1982 yılına kadar dinen Oscar fırtınası, Spielberg klasiği E.T. ile yine canlanır ve besteci dördüncü kez ödülü kazanmayı başarır. 1994 yılına kadar yaşanan suskunluğun ardından yine bir Spielberg klasiği olan Schindler’s List ile beşinci ve şimdilik son ödülüne uzanan besteci aynı zamanda Oscar’a en fazla aday gösterilen isim olma ünvanını da elinde bulundurmaktadır.

Albümün kaydı

1978 eylül, ekim ve kasım aylarında Denham’da ki Anvil stüdyolarında Londra Senfoni Orkestrasıyla birlikte gerçekleşti. Orkestrayı bizzat John Williams yönetmiştir. Kayıt mühendisliğini Eric Tomlinson’un yaptığı kayıtlar filmin çekimleri tamamen bittikten sonra en sona bırakılmıştır. Warner Music tarafından çeşitli zaman aralıklarında yayınlanan albümün en kapsamlı olanı 2005 yılında piyasaya sürülen otuz beş parçalık olanıdır. Albümün içeriğinde filmde kullanılmayan besteler yer almaktadır. Bugüne kadar milyonlarca kopyası satılan Superman Soundtrack albümü koleksiyoncuların vazgeçilmezi olmayı hâlâ sürdürmektedir.

Williams, bestelediği soundtrack’lerin kayıtlarının yanı sıra, aynı zamanda orkestra düzenlemelerini de yapmıştır ve yıllar geçtikçe Atlanta, Dallas gibi şehirlerin senfonik orkestralarıyla klasik müzik yapmak için şef olarak anlaşmalar imzalamıştır. www.yerlibilimkurgu.com

71


ALBÜM

açılış parçası Prelude and Main Title March, orkestranın bütün enstrümanlarının aynı anda girişiyle başlıyor. Durağan giriş, yaylı ve nefeslilerin uyumlu ilerleyişiyle bizi ana temaya hazırlıyor ve ana tema vurmalı ve yaylılar eşliğinde ilerlerken trompetlerin devreye girmesiyle unutulmaz beste başlıyor. Baştan sona temposunu koruyan parçanın en önemli özelliği tema içinde farklı bir tema barındırması. Aynı parça içinde ana temanın birkaç nota farkıyla değişmesine tanıklık ediyor kulaklarımız ve parça görkemli bir şekilde sonlanıyor.

ikinci parçası. Lois ve Clark daha doğrusu Superman’in aşk temasını dinliyoruz burada. Yaylıların ağırlığında flüt destekli ilerleyen parça inişli çıkışlı temposuyla sinema tarihinin en güzel aşk temalarından birini dinletiyor bize. Ara bestelerle dinamik ve başarılı bir şekilde ilerleyen albümün otuzuncu parçası Finale And End Title March ana temanın kulaklarımızda arzı endam ettiği bir beste. Otuz birinci Love Theme From Superman ile bir kez daha aşk temasını dinliyoruz. Otuz ikinci

Parçalar, filme uygun olsun diye kronolojik sırada ilerliyor. Sahne sahne bütün müzikler kullanılmış albümde. İkinci parça The Planet Krypton’un yükselerek ilerleyen müziği bize Strauss’un Zarathustra girişini hatırlatıyor. İlerleyen parçalar özellikle geçiş vazifesi gören besteler. Sahneler arasında uyum sağlayan müzikler ana temanın aralarda sıkça kullanılmasıyla destekleniyor. Beşinci parça The Trip To Earth özellikle yaylıların ağırlıkta olduğu, nefeslilerin aralarda yaylılara destek verdiği bir parça. Ana temanın desteğini de alan parça albümün en iyilerinden biri. Dokuzuncu parça The Fortress Of Solitude albümün en uzun parçası. Superman’in ailesiyle ilgili gerçekleri öğrendiği Yalnızlık Kalesinde geçen parça inişli çıkışlı yapısıyla değişken bir beste. On altıncı parçaya kadar süren besteler ağırlıklı olarak ana tema destekli ilerliyor. Sahnelere uygun bestelenmiş müziklerle ilerlemeye devam ediyoruz. On altıdan itibaren arka arkaya üç adet alternatif versiyon beste geliyor. Bunlar albüme özel ve filmde yoklar. The Planet Krypton farklı bir versiyonla çıkıyor karşımıza. On yedinci parça Main Title March ana temanın direkt devreye girişiyle başlıyor ve alternatif bir Superman ana teması dinliyoruz. On sekizinci parça Superman March ana temaya daha ağır bir giriş yaparak farklı bir rotaya giriyor. Nefeslilerin ağılıkta olduğu ve tabii ki yine ana temanın devreye girişiyle filmde yer almayan bir parça daha dinliyoruz. Yirmi birinci parça The Flying Sequence albümün en uzun 72

www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Aralık 2018 / sayı 20

parça Margot Kidder’in sesinden Can You Read My Mind isimli beste olarak karşımıza çıkıyor. Yalnız Kidder burada şarkıyı söylemiyor, aşk teması geri planda çalarken Kidder şiir tarzında okuyor sözleri. Bu parçanın Amerika ve Avrupa müzik listelerine girdiğini hatırlatmakta fayda var. Alternatif bestelerle devam eden albümde, otuz beşinci parça Theme From Superman ile son kez ana temayı dinliyoruz ve görkemli bir kapanışla albüme noktayı koyuyoruz.

SONUÇ

John Williams kuşkusuz çağımızın en önemli bestecilerinden biridir. Hayal dünyamızı şekillendiren besteleriyle neredeyse elli yıldan fazladır iç içeyiz. Özellikle 70’li yılların başından itibaren fırtına gibi esmeye başlayan ve hiç durmadan yükselen kariyeriyle pek çok yeni bestecinin idolü haline gelen usta isim aldığı sayısız ödülle kariyerini pekiştirmiştir. Hâlâ Oscar tarihinin en fazla aday gösterilen ismi olmayı


sürdürmektedir. 70’li yıllara dönecek olursak tekrar, kariyerinin Fidler OnThe Roof filmine yaptığı uyarlama beste ve kazandığı En İyi Uyarlama Müzik Oscar’ıyla hızla yükseldiğini düşünürsek, 1975 Jaws, 1977 Star Wars ve yine aynı yıl Close Encounters Of The Third Kind filmleriyle artık dünyaca tanınan bir besteci haline gelmesi, Superman için biçilmiş kaftan olduğunu fazlasıyla kanıtlamıştır. Dönemin müzik tarzını ele alacak olursak eğer, 70’ler ekolüne yatkın ama klasik müziğin ağır bastığı bir albüm var karşımızda. Film müziklerinde daha duygusal ve daha akılda kalıcı müziklerin bestelenmeye başlandığı bir dönem bu ve dönemin öncülerinden biri de John Williams oluyor haliyle. Albümün ana teması bugün bile duyulduğunda “Superman’in müzikleri bu” diyen müziksever sayısı hâlâ az değil! Zengin bir müzikaliteye sahip albümde Londra Senfoni Orkestrasının etkisi çok fazla, tabii bunda John Williams’ın orkestrayı etkin bir şekilde

onuç olarak 1978 yapımı bir klasik olarak Superman filminin yine klasik olarak kabul edilen müziklerinin yer aldığı bu albüm, John Williams kariyerinin en başarılı işlerinden biri olarak unutulmazlar arasına çoktan girdi. Son olarak albüm, türün meraklıları tarafından kesinlikle arşive katılmayı hak ediyor diyerek yazımıza Superman’in daha doğrusu Christopher Reeve’nin sözleriyle son verelim,

S

“Hayallerimizin çoğu ilk başta imkansız görünür. Sonra olanaksız görünürler, irademizi topladığımızda ise imkansız görünenler kaçınılmaz olurlar.”

idare etmesi çok önemli. Otuz beş parçanın genelinde ana temanın hakimiyetini görüyoruz. Aşk temasının olduğu bölümler özellikle o dönemin aşk şarkılarını hatırlatan bir havaya sahip. Parça geçişleri gayet yerinde ve bütün müzikler sahnelerine uygun besteler olarak kesinlikle sırıtmıyorlar. Yer yer bazı parçalar atonal bir havaya girmesine rağmen, allegro (Hızlı) tarzı bestelerin yoğun olması albümün dinlenebilirlik ortalamasını oldukça yükseltiyor. Kendini tekrar eden bazı parçalar yok değil ama bu durumu filmin içinde yer alan bütün besteleri kullandıklarını düşünürsek makul karşılamamız gerekir.

www.yerlibilimkurgu.com

73


Selma MİNE Sokak Röportajlarında Editör’ün Gelecekten Anıları - 13

Toplantı H

er ne kadar gitmek istemesem de, Âfet’imi kırmak, üzmek, incitmek… aklımın ucundan geçmediğinden dolayı… son dakikada belki bir sürpriz engel çıkar umuduyla bekliyorken; çizim masama kurulmuş olan Minka1 sessizliği bozdu: -Onlara “Yerli Bilimkurgu Yükseliyor” adına soruların hazır mı? -Ne bileyim, aklıma bir şey gelmiyor. Ben başka yerdeyim, sen ne diyorsun? -Gerçek dünyaya dön, patron. Birazdan arayıp da bulamadığın bir olay yaşayacaksın! Başka yerleri bırak, buraya odaklan. Bu kadar heyecan yeter… -Elimde değil, Minka’m, bu benim doğal yapım… O da bunu sevdiğini söylüyor; ama ben memnun değilim. Minka, kamerasını sağ bacaklarına yaslayıp kaykıldı: -Senin doğallığını sevmesi bir suç mu? Ben de bu yanını seviyorum, zaten! -Ciddi misin? -Beynime yalan söyleme programı yüklenmedi… acaba ben de mi bir çip taktırsam?2 -Benimle dalga geçme! 1 Minka: Örümcek biçimli Mini Kamera 2 Kim Ne Derse Desin, Selma Mine, Sokak Röportajlarında EDİTÖR’ün Gelecekten Anıları -12, YBKY e-dergi, Sayı:20, Kasım 2018

74

www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Aralık 2018 / sayı 20

-Haydiii… o kargaşada seni nasıl gördüğünü öğrendin ya… daha ne istiyorsun? Galiba mutlulukla gülümsedim: -O güzelim mavi-yeşil gözleri doğalmış… Beni olduğum gibi görüyormuş… Bunu bildiğin halde benden gizledin… Aşk olsun.3 -Onun kucağına başını dayamışken, kendin sorup öğrenmen daha akıllıca olmadı mı yani? Bu minnacık yapay zekânın beni alt etmesine hem kızıyor hem de eğleniyordum. -Sorulara gelelim, dedi sol ön bacağı ile masada tempo tutarken. Omuzlarımı kaldırdım: -“Hiç âşık oldunuz mu?” diye sorardım. -Saçmalama… bana sorsan, neyse ne… Bunlar yarı insan yarı makine. Üstelik Âfet de sana âşık… -Mekanik kalp takılanlara ne demeli? -Olsun… kalp ile âşık olmak, eski bir inanç. Oysa aşk, duygu denilen biyolojik tepkimelerin ve hormonal devinimin sonucu ortaya çıkan bir enerji akımı... O enerjiyi ben de üretebiliyorum… İnsansılar4 nasıl seviyorlar sanıyorsun? 3 ŞÖLEN, Selma Mine, Sokak Röportajlarında EDİTÖR’ün Gelecekten Anıları-11, YBKY e-dergi, Sayı:19, Ekim 2018

4 İnsansı: Android, Humanoid. İnsan biçimli robot yapay zekâ.


-Hmmm… Bu soru, eğer orada bir İnsansı varsa işe yarar; bana hatırlat. -Başka? -“Beslenme ihtiyacınız var mı?” Veya… “Nasıl besleniyorsunuz?” diye sorabilirim. Minka, öfke diyebileceğim bir tavırla doğruldu. Kamerasını yüzüme dikti, bir süre beni seyretti. -Sen aç mısın? diye sordu, sonunda. Gitmeden önce bir şeyler atıştırıp yakıt al, böyle olmayacak! Nerede yanlış yapmış olabilirdim ki? Kapının cıngılı ile “şükürler olsun” sorgulama bitti. Ekran göstergesine baktım: Âfet’im kapıdaydı ve Minka, uzaktan kumandaya atlayıp, tepeme vurmak istercesine, tüm gövdesi ile kanadın açılma komutuna yüklendi. Sonra da uzun sıçrayışlarla onu karşılamaya gitti. Günün modasını yansıtan pırıltılı giysileri içindeki bu güzel varlık, doğallığım dışında, bende ne buluyordu bilmem. Belki de siborglar, insanlar gibi; insansılar da siborglar gibi olmak istiyorlardı. İşte bu… sormam gereken asıl soru buydu. Tabii onları kızdırıp bir yerlerimi kırdırmazsam!..

***

Toplantının yapılacağı, Çamlıca’daki dev kulenin tepesindeki döner restorana, eski tip otomobil modelinde bir uçan araç ile gittik. Son zamanlarda otolarda yeni dalga, nostaljik araçlardan yanaydı. 300 yıllık klasiklerin uyarlamaları kapış kapış gidiyordu. Restoranın açık kısmında bir grup sohbet ederek çevreyi seyrediyor; arada, rampalara konan araçlardan inenleri karşılıyorlardı. Aracımız boşalan bir rampaya kondu. Grup bize doğru hamle ederken, Âfet’im onlara el sallıyordu. -Merhaba arkadaşlar… Birbirinden güzel ve yakışıklı siborglar, yarı merak, yarı kıskançlık ile beni karşılarken; kendilerinden birinin yüzde yüz doğal birine nasıl tutulduğunu da sorguluyor olmalıydılar. Belki de bana öyle geliyordu…

Çünkü ben de güzel sevgilimi hepsinden acayip kıskanıyordum. Bu duyguyla nasıl başa çıkacağımı da bilemiyordum. Gerçekten de, aşırı duygularımı dizginlemek için beynime bir çip taktırsam, 5 O.B.E.N.22 beni sevmeyecek miydi? Yoksa o beni hiç kıskanmıyor muydu, hayranlarımdan? İçeride gerçekten de keyifli bir kalabalık vardı. Bir şeyler atıştırıyor ve ayakta sohbet ediyorlardı. Henüz yemek masalarına geçilmemişti. Birden, bir grup genç kız çevremi sardı. -Ben içecek bir şeyler alayım, diyen Âfet’im yanımızdan ayrıldı.

Hayranım olduğunu söyleyen biri: dedi.

-Duydum ki, 19. Seçki’yi hazırlıyormuşsunuz, -18’i okudunuz mu?

-Eveeett, dedi birkaçı bir ağızdan. Hatta antika kitap baskısından da edindik… Sizden imza alacağız, herhalde… Vay canına, bunu beklemiyordum, doğrusu. -Bize öykü gönderebilirsiniz, diye mırıldandım, bana uzatılan kitap ve kalemlerin arasından. Bir başkası: -Ben öykü yarışmasına da katıldım, ama beğenilmemiş, seçilmedi, diye kıkırdadı. -Tekrar eminim.

deneyin…

mutlaka

başaracağınıza

-Sezai Abi, ben de seni bekliyordum! Amanın, bu bizim eski kameraman Salih değil miydi? İşte korktuğum başıma gelmişti. -Korkma, beyni yeniden programlandı, diye mırıldandı, Minka. Elimde mi? Bacaklarımın bağı kesilmişti. Bir yere yaslanmasam, olduğum yere yığılacaktım…

5 O.B.E.N 22: Âfet’in kot adı.

www.yerlibilimkurgu.com

75


Yaslandığım da pek sağlam bir sürme pano değilmiş meğer… veya ben kötü yüklenmiştim. Rayından çıkıverdi ve üst tutaçlar kırılarak tepeme düştü. Salih bana doğru hamle etti: -Sezai Abi, ne oldu? Başın mı döndü? Ondan kurtulmaya çalışırken, biri kolumdan tutup düşmemi engelledi. Yukarlardan bir ses: -Tamamen doğal bir bedene sahip olmak nasıl bir duygu? diye sordu. Ben ki uzun boyluydum, bu benden de uzun biri olmalıydı. Gözlerimi kaldırdım. Gerçekten de kusursuz diyebileceğim yakışıklı bir genç, gülümseyerek beni süzüyordu. Bakışlarında hayranlık mı vardı, kıskançlık mı, kestiremedim. -Hiç düşünmemiştim, diye başımı ovuşturarak yanıtladım. Ama böyle abuk sabuk kazalarda insanın canı epey acıyor… Güldü: -Bizim de canımız acıyor, inanın.

Bırakın da biraz nefes alsın, konuğumuz! Evet, işte bu… İşte bu!.. Beni kıskanıyordu… İçkilerimizi yudumlayıp camın ardındaki kenti, Boğazı, köprülerin ışıklarını seyrederken; soruları benim değil de, Turan’ın ya da T.U.R.A.N-31’in bana sormakta olduğunu fark ettim. Çoğunlukla da kusursuz doğal bedenler üzerinde duruyordu: -Kusursuzlar, tüp bebeklerden elde ediliyor; çünkü önceden DNA yazılımındaki kusurlar düzeltiliyor veya siliniyor. Siz de öyle olmalısınız… -Her aileye bir tane tüp bebek izni var, diye güldüm. Ailemdeki tek şanslı da benim! Yine de kendimi kusurlu buluyorum. -A, yapmayın! -Heyecanıma hâkim olamıyorum, bazen… -Belki de doğrusu budur! -Ona bakarsanız doğal yoldan doğan ablam ve kızkardeşim, benden daha sakinler. Gerçi bir kaza sonucu, geçenlerde ablam da sibernetik parçalarla desteklendi… yani sizler gibi oldu. -Aramıza hoş geldi…

yardı:

Âfet’im, elinde içki kadehleri ile kalabalığı

-Ah, evet… sonunda tanışmışsınız. Bu, arkadaşım T.U.R.A.N-31, ya da “Siborgların Dünyası” e-dergisi editörü Turan. Bu da “Yerli Bilim Kurgu Yükseliyor” e-dergisi editörü Sezai. -Sadece Sezai, diye güldüm. Kod adı yok… -Benim de eski patronum! diye göğsünü yumrukladı, Salih. Eskiden birlikte sokak röportajlarına çıkardık. Şimdi -çenesiyle işaret etti- kızların ellerindeki antika kitapların basımevinde çalışıyorum. Doğrusunu isterseniz, sabır isteyen ama daha eğlenceli bir iş!.. -Buna sevindim! diye homurdandım.

açtı:

Âfet’im, hayranlarıma omuz atarak bana yol -Kızlar, imzalara daha sonra devam edersiniz.

76

www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Aralık 2018 / sayı 20

Nihayet yapıştırdım:

fırsat

-Ya siz? Siz desteklendiniz?..

bana nasıl

geçmişti. sibernetik

Sorumu parçalarla

Turan, neşeli bir kahkaha attı: -Aksine… Ben bir Yapay Zekâlı İnsansı olarak yapıldım. Yavaş yavaş parçalarımı biyolojik organlarla değiştirerek siborglaşıyorum. Hedefim… tamamen İnsan olana dek bu işlemi sürdürmek!.. Ne dediğini anlamamış gibi yüzüne baka kaldım. Omuzumdaki Minka, kulağıma neşeyle fısıldandı: -Bak, arayıp da bulamadığın fırsat karşında… Sor “aşkı, beslenmeyi…” Tam sana göre…


Selma MİNE’nin BİLİM KURGU FİLM DESTEKLİ ÇEŞİTLİ KONUŞMA PROGRAMLARINDAN ÖRNEKLER

www.yerlibilimkurgu.com

77


3.YBKY Kısa Öykü Yarışması - Başka Gezegenlerde Yeni Yerleşim Yerleri Kurmak

Hakkı Anıl FINDIKÇIOĞLU

Kontrpiye

)

))

))

Güzel

bir yaz gününün sabahında, henüz güneş insanı gölgelere kaçırmak için ortalığı kızıştırmamışken, tatlı bir esintinin içerisinde kıyısında oturduğunuz denizin dalgalarını seyrettiğinizi düşünün. İşin romantizmini bir tarafa bırakacak olursak, karşınızda belki hırçınca ya da sakince kıyıyı döven, sizin esintilerin içerisinde ilgisizce bakarak hayallere daldığınız dalgaların varlığını ses dalgalarından ve yansıttığı ışıktan algılarsınız. Bu ışık da ses de dalga özelliği taşır, yine de dalga özelliklerinin temelleri birbirinden oldukça farklıdır. Ama evrenin neresine giderseniz gidin, sesin ve ışığın dalga özellikleri hep aynı fizik ilkelerine uyacaktır.

İşte belki siz bir deniz kıyısında sakince otururken, evrenin başka bir yerinde insanoğlundan çok farklı bir yaşam formu aynı fizik ilkelerini kullanarak hem görsel hem de işitsel iletişim halindeydiler. Şimdilik konuşan sadece tek ses vardı ve kendisi ile aynı yaşam formundan olan diğerlerinin iletişim cihazlarından sesini duyu organlarına ileten ses dalga78

www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Aralık 2018 / sayı 20

))

ları, bir insan tarafından duygusuz olarak tarif edilebilecek bir tonda geliyordu. Sesindeki monotonluk resmiyetine değil, atalarının insanoğlundan daha uzun ve oldukça farklı geçmişine dayanıyordu; -Cisim, anakütleçekimsistemine* girdikten bir süre sonra tespit edilmiştir. Dış sistem yörüngelikayaçlar* üzerinde araştırma yapan araçlarımızdan birinin tarayıcı cihazları vasıtası ile varlığından haberdar olunmuş ve bölgedeki detaylı taramalarımız sonrası yeri tespit edilmiştir. Dış sistem görevini tamamlamış atıl durumdaki bir kütleiletici vasıtası ile tespit edilen cisim dış yörüngelikayaçlardan birinin yörüngesine yerleştirilmiş ve kütleiletici yörünge yerleşimi sonrası yaşamyapısal* kirlilik nedeni ile ayrıştırılmak için dış uzaya yönlendirilmiştir. Son çıkan ses dalgasının hemen ardından frekans ve hız bakımından farklı karakteristiklere, yine de aynı monotonluğa sahip bir başka ses iletişime geçti; -Olası yaşamyapısal kirlilik göz önünde bulundurulduğunda bu keşfedilen cismin anakütleçekimsis-


temi konumu herhangi başka bir akılbirlikyapı* tarafından keşfedilebilir mi? Konuşan ses her ne kadar bu yaşam formuna özgü monotonluğa sahip olsa da sorunun içeriğinde bir miktar endişe olduğunu iddia etmek abartı olmazdı. İlk konuşan uzaylı gecikmeden açıklamalarına başlamıştı; -Cismin boyutları göz önünde bulundurulduğunda ana yörüngelikayaca 2 ikincil uydu mesafesi yaklaşıma kadar tespit edilememesi oldukça yüksek bir olasılık. Fakat cisim yaydığı temelyapıyüksekparcacık* nedeni ile alıcılarımız tarafından tespit edilmiştir. Tespit edilmesi sonrası cisimden ana yörüngelikayaca ulaşacak herhangi bir emareyi engellemek için yeterince zaman olduğu hesaplanarak, ışınımdalgaboyu ve ışınımfrekansı* skalası boyunca tarama yapılmış ve cismin varlığını gösteren tüm emareler ana yörüngelikayaç birincil uydu mesafesinde engellenmiştir. Dış yörüngekayaç araştırma akılbirlikyapısı dışında herhangi bir akılbirlikyapı tarafından tespiti mümkün değildir. Soru soran ses karakteristiğini kaybetmeden ama endişe izleniminden sıyrılmış olarak -O zaman en son araştırma sonuçlarınız nedir? diye sordu. -Öncelikle, cisim yüzeyinde yüksek miktarda yaşamyapısal kirlilik tespit edilmiştir. Bu nedenle şu an için araştırmalarımız sadece dış yörüngelikayaç yüzey araştırmalarında kullanılan uzakötesitarayıcı* kullanımı ile sınırlı. Kullanılan ekipman ile görsel veri toplanmakta ve yaşamyapısal kirlilik üzerinde, cismin elektronpaylaşmalı* malzemeden yapıldığını düşündüğümüz ana gövdesi üzerinde maddebileşimsel* analizler yapılmaktadır. Görsel analizler birçok uzman tarafından incelemeye alınmıştır. Gözsiniriuyarıcılarınızı* takarsanız görsel analiz sırasında toplanan verilerden bazılarını görebilirsiniz. Görsel veri analizi sırasında ilk göze çarpan, cisim genelinde yaşamyapısal kirlilik, gözberisi sınırının altında* sayıları milyonları bulan küçük yaşamyapısal formlar. Cismin dış yüzeyinde

bu yapıların çeşitliliği çok az iken, cisim iç hacminde karşılaşılan çeşitlilik, anakayaçdışıyerleşimlerde* gördüğümüz çeşitlilikten oldukça fazla. Şu an için henüz numune alma aşamasına geçilmediğinden dolayı bilgimiz sınırlı ama kullandığımız cihazlarla yapılan maddebileşimsel analizlerde yaşamyapısal kirliliğin kaynağı yaşam formlarının karbon tabanlı bir yaşam formu olduğu kanaatini vermekte. Bu sefer başka bir ses araya girmişti. Bir insan evladı bu toplantı denebilecek organizasyonda yer alsaydı dikkat kesilmediği müddetçe birinin kendi kendine konuştuğunu sanırdı. Arada tek fark kelimeler arasında duraklamalardı; -Asıl bulgularınızdan bahsedecek misiniz yoksa henüz açıklanma kararı verilmedi mi? -Bilgilendirme için yeterince gözlem yapıldığı düşünülmektedir. Bu nedenle sesdalgasıaktarımı* programı içerisindedir. Yaşamyapısal kirlilik ile ilgili elimizdeki en ilginç bulgu cisim iç hacminde yapılan görsel analizler sırasında ortaya çıktı. Cisim iç hacmi içerisinde yer alan kapalı bir bölmede parça parça yaşamyapısal yığın bulunmuştur. Bu yığınlar yoğun bir maddebileşimsel deformasyona uğradıklarından görsel formlarını yüksek derecede kaybettikleri öngörülmektedir. Fakat görsel verilerin uzman kontrolleri sırasında hazırlanan raporların çoğunda, bahsi geçen yığınların yaşamsal fonksiyonlarını kaybeden evrenalgı* derecesi bize yakın veya az ihtimalle bizden yüksek karmaşıkbeyinsinirbağlantılı* yaşam formu oldukları yönünde görüş bildirilmiştir. Ayrıca cisim dış yüzeyinde tespit edilen bir adet altın disk** üzerindeki düzençizgisel* şekiller göz önünde bulundurularak inceleme amaçlı alınmış ve yaşamyapısalarındırma* işleminden geçirilmiştir. Uzmanların yaptığı ilk incelemelerde altın plakanın bir çeşit verisaklayıcı* olduğu ve verilerin karmaşıkbeyinsinirbağlantılı yaşam formu tarafından oldukça ilkel bir cihaz aracılığı ile okunabildiği keşfedilmiştir. İncelemeler devam etmekte ve altın plaka üzerindeki veriler de analizlere tabii tutulmaktadır. Şu ana kadar altın plakadan öğrenebildiğimiz, konu ciwww.yerlibilimkurgu.com

79


sim yakınsaksistemlerden* biri olan III.OotY kütleçekimsistemi* içerisinde anakütleçekim ötesi yörüngekayaç programı içerisinde incelenmiş 3. Yörüngekayaçtan geldiğidir. Tüm teknik ayrıntılar verialıcı’larınıza gönderilen verilerde mevcuttur.

Işınımdalgaboyu ve ışınımfrekansı: Elektromanyetik spektrum

Sanki o toplantı için söylenmesi ve duyulması planlanan her şey o an bitmiş gibi herkes durakladı. Bu duraklama ortamda biranda bir sessizlik yaratmamıştı, sadece olabildiğince yavan bir vızıltı sona ermiş gibiydi. Bir insan için uzun, toplantıdaki uzaylılar için yeterli bir zaman sonra, diğerlerinden çok farklı bir ses veya tek bir ses olmaya çalışan farklı ses dalgası kaynakları bir ağızdan konuşmaya başladılar.

Maddebileşimsel: Kimyasal

Mutlak temsili karar vericiler* olarak bir kanaate varmışızdır. Cisim üzerinde tüm gerekli analizler tamamlansın. Cismin geldiği anakütleçekim ötesi yörüngekayaç, dış yörüngekayaç kapsamlı yerleşimyeriinceleme testine tabi tutulsun. Dış yörüngekayaç inceleme çalışmaları kaynaklarımızı ciddi miktarda tüketmekte. Bu bahsettiğiniz yörüngekayaç yüksek uzmanentegresi* tarafından uygun bulunur ve değerlendirmeyi geçer ise, yüksek uzmanentegresinden konu yörüngekayaç yaşamyapısal istila ve anakayaçdışı yerleşim planlarını sunmalarını bekleyeceğiz. Veri aktarımı bitmiştir.

Sesdalgasıaktarımı: Brifing

Uzakötesitarayıcı: Bir çeşit uzaylı uzay drone’u Elektronpaylaşmalı: Metal

Gözsiniriuyarıcı: Bir çeşit uzaylı görüntüleme cihazı Gözberisi sınırı altı: Mikroskopik canlılar sınıfını belirleyen ayrım Anakayaçdışıyerleşimler: Bizim açımızdan Dünya dışı yerleşim.

Evrenalgı: Zeka Karmaşıkbeyinsininrbağlantılı: Oldukça kısa bir ifade ile “zeki” Düzençizgisel: Geometrik Yaşamyapısalarındırma: Sterilizasyon Verisaklayıcı: Kayıt cihazı denebilir. Yakınsaksistem: Uzaylı güneş sistemine yakın bir dışgüneş sistemi Kütleçekimsistemi: Dışgüneş sistemi

Notlar: *Anakütleçekimsistemi: Uzaylı güneş sistemi Yörüngelikayaç: Gezegen Kütleiletici: Taşıyıcı, kargo gemisi Yaşamyapısal: Biyolojik Akılbirlikyapı: Organizasyon Temelyapıyüksekparçacık: Radyasyon 80

www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Aralık 2018 / sayı 20

Mutlak temsili karar verici: Muhtemelen meclis benzeri bir siyasi organizasyon Uzmanentegresi: Uzaylı bilim adamlarının oluşturduğu bilimsel komite **Altın disk: 1977 yılında fırlatılan Voyager uzay araçlarında bulunan altın plakların bir kopyası


www.yerlibilimkurgu.com

81


Commander64 Günlükleri

Muhittin Yağmur POLAT

Bilgisayar ve Video Oyunlarında Bilimkurgu:

D

82

eğerli bilimkurgu severler bu sayıda belli başlı Süpermen oyunlarına değineceğim.

www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Aralık 2018 / sayı 20


Superman (1979)

Supermen: The Game (1985)

John Dunn tarafından tasarlanan ve Atari 2600 için Atari firması tarafından yayınlanan bir aksiyon macera oyunudur. Warren Robinett’in Adventure oyunu için geliştirdiği prototip kod temel alınarak yapılmıştır ancak Adventure oyunundan daha önce yayınlanmıştır. Retro Gamer dergisi tarafından “oyun alanı olarak çoklu ekranları kullanan ilk oyun” olarak nitelendirilmiştir (wikizeroo).

Fernando Herrera tarafından tasarlanan ve Commodore 64 için First Star Yazılımı tarafından 1985 yılında ABD’de yayınlanan bir video oyunudur. Avrupa’da bir çok ev bilgisayarına da adapte edilmiştir. Oyunda Superman ya da Darkseid karakterini kontrol ediyoruz. Süperman olarak Metropolis vatandaşlarını Darkseid’den kurtarmaya çalışıyoruz. Darkseid’i kontrol ediyorsak Metropolis vatandaşlarını yeraltınızdaki bölgemize çekmeye çalışıyoruz. (wikizeroo).

Oyunda görevimiz ise Lex Luthor tarafından yok edilen bir köprüyü tamir etmek, Luthor’u ve onun suç ortaklarını ele geçirmek, Clark Kent’e kimliğine geri dönmek için bir telefon kulübesine girmek ve ardından en kısa zamanda Daily Planet’e dönmektir. (wikizeroo. net)

Superman (1987) DC Comics karakterine ve aynı ismindeki ilk iki filmine dayanan bir video oyunudur. Nintendo Entertainment System için geliştirilmiştir. Oyun, yana kayan aksiyon oyunudur ancak bulmacalarla da zenginleştirilmiştir. Oyunda, Metropolis şehrini kötü Lex Luthor’dan ve Krypton gezegeninden sürülen bir suçlu çetesinden kurtarmak için Süpermen’i kontrol ediyoruz (wikizeroo). www.yerlibilimkurgu.com

83


Superman: The Man of Steel (1989)

D.C. Comics ve First Star Software’den lisans alınarak Tynesoft Computer Software tarafından yapılan bu aksiyon oyununda ve tüm insanoğlunu ve kaçırılan Lois Lane’i iki süper kötüden (Darkseid ve Lex Luthor) kurtarmak için mücadele ediyorsunuz. Oyun; Amiga, Amstrad CPC, Apple II, Atari ST, BBC Micro, Commodore 64, DOS, Electron, MSX, ZX Spectrum platformları için piyasaya sürülmüştür.

Superman (1988) Taito tarafından piyasaya sürülen bir arcade (jetonlu oyun makinesi) oyunudur. DC Comics’in Superman karakterini temel alır. Oyuncu olarak, dünyayı kötü İmparator Zaas’tan korumak için beş seviye boyunca savaşması gereken Süpermen rolünü üstleniyoruz.

84

www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Aralık 2018 / sayı 20

Oyun 3D uçan, havai dikey kaydırma ve yan kaydırma dâhil olmak üzere farklı eylem odaklı bölümlerden oluşmaktadır. Bölümler, hikâyeyi anlatan çizgi romanlar ile bağlantılıdır. Oyuncu Superman’ı kontrol eder ve rakiplerini yenmek için dört süper gücünden birini kullanır. Enerjisi kullanıldıkça tükenmekte ve yeniden üretilmesi gerekmektedir. Rakiplerle çarpışma, yaşam enerjisinin azalmasına yol açmaktadır (mobygames).


The Death and Return of Superman (1994)

Super NES ve Genesis için Sunsoft tarafından yayınlanan bir beat’em up video oyunudur. DC Comics’in The Death of Superman (Süpermen’in Ölümü) çizgi roman serisine dayanmaktadır (wikizeroo). “Doomsday”i sadece Süpermen durdurabilir. Ne yazık ki bunu yaparaken Superman kendini öldürür. Her biri gerçek kahraman olduğunu iddia eden diğer dört karakter ortaya çıkar. Hikâyeye Süpermen, Steel, Eradicator, Cyborg Superman ve Superboy’dan birisini seçerek başlıyoruz. Her karakterin farklı hareketleri var, bu yüzden oynarken her biri için farklı stratejiler uygulamamız gerekiyor (mobygames).

Superman: The New Adventures (1999)

Superman

Genelde Superman 64 olarak da adlandırılan, Titus Interactive tarafından Nintendo 64 için geliştirilen ve yayınlanan bir macera video oyunudur. Oyun, televizyon dizisi Superman: The Animated Series’e dayanmaktadır. 3 Boyutlu grafikler kullanılan ilk Superman oyunudur (wikizeroo).

Superman, arkadaşlarını Metropolis’in sanal versiyonunda tuzağa düşüren Lex Luthor’un elinden kurtarmaya çalışmaktadır. Luthor tarafından hazırlanan çeşitli görevleri ve bulmacaları tamamlamak zorundadır. Oyunda Süpermen yürüyebilmekte, uçabilmekte, düşmanlarla savaşabilmekte ve büyük nesneleri taşımak için süper güç kullanabilmektedir. Superman’ın Heat Vision, Freeze Breath ve X-Ray Vision gibi diğer süper güçleri, yalnızca belirli düzeyde güç toplanmasıyla kullanılabilmektedir. Eğer Süpermen Kriptonite yakınsa, sağlığı azalmaktadır. Superman tüm sağlığını kaybederse, kurtarması gereken bir karakter saldırıya uğrarsa ya da görevi süresi içinde tamamlayamazsa göreve tekrar başlamak zorunda kalacaktır (wikizeroo).

Superman: Shadow of Apokolips (2002) 2002 yılında PlayStation 2 ve Nintendo GameCube konsolları için piyasaya sürülen bir video oyunudur. Infogrames Sheffield House tarafından geliştirilmiş ve Infogrames tarafından Atari markası altında Warner Bros. Interactive Entertainment ve DC Comics ile birlikte yayınlanmıştır. DC Comics’in karakteri Superman ve televizyon dizisi Superman: The Animated Series’i temel almaktadır (wikizeroo). Intergang’ın yeniden başladığına inanan Superman, Metropolis’te kargaşaya neden olan varlıkların aslında Intergang’ın eski yöntemlerini kullanan bir grup robot olduğunu öğrenir. Bu “Interbotlar”ın Çelik Adamı ciddi şekilde yaralayacak hatta öldürecek kadar güçlü olan çok yüksek dereceli silahlara erişimleri vardır. Daha sonra www.yerlibilimkurgu.com

85


“Interbotlar”a emir veren liderin Darkseid ile gizlice çalışan Lex Luthor olduğunu ortaya çıkar. Silahların da Apokolips’ten geldiğini anlayan Superman, Luthor’un liderlik ettiği çok sayıda düşmanla ve “Interbotlar”la savaşmakta ve silahlarını yok etmeye çalışmaktadır. Bu

2: DC Super Heroes (2012), Injustice: Gods Among Us (2013), Lego Batman 3: Beyond Gotham (2014), Infinite Crisis (2015), Injustice 2 (2017), Lego DC Super-Villains (2018) gibi oyunlarda da Superman görülmektedir (wikizeroo).

arada Luthor “Interbotlar”ı rahatça kullanabilmesine engel olan Superman’i öldürmeleri için Parasite, Metallo ve Livewire ile anlaşmıştır (wikizeroo).

Superman Returns (2006) Aynı isimli filmi temel alan bir oyundur. Süpermen olarak Metropolis üstünde uçuyor, insanları kurtarıyor, doğal afetler, yangınlar ve süper kötülerle savaşıyoruz. Metropolis, her yerine uçabileceğiniz ve herhangi bir zamanda herhangi bir yan görevi yerine getirebileceğiniz geniş bir açık dünya olarak sunuluyor. Ana hikâye görevlerinin yanı sıra, kurtarmamız gereken 200 yavru kedi ve söndürmemiz gereken birçok yangın da var (mobygames). Yukardakilerin haricinde çeşitli platformlar için üretilmiş pek çok Superman oyunu bulunmaktadır. Ayrıca, Justice League Task Force (1995), Justice League Heroes (2006), Mortal Kombat vs. DC Universe (2008), Justice League Heroes United (2009), DC Universe Online (2011), Lego Batman 86

www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Aralık 2018 / sayı 20

Bir daha ki sayıda yeni bir konuda görüşmek dileğiyle, sağlıcakla kalın.

Kaynakça https://www.gamespot.com http://www.mobygames.com http://www.wikizeroo.net https://www.gamespot.com http://www.amazon.com Lapetino, T, 2016. Art of Atari. Dynamite Entertaintment. ISBN: 9781-5241-0103-9


Yerli Bilimkurgu Oyunu

www.yerlibilimkurgu.com

87


Roman - Bölüm 3 / Korkunun Sebebi Ne?

Aysun ERDOĞAN

Kapının İncisi etmiş beş mevcutlu son sınıf öğrencileri, kendi sınıflarında öğretmenlerini büyük bir heyecanla bekliyorlardı. Fazla beklemek zorunda kalmadan okulun öğretmenleri ve rütbeli subaylar sınıfa girmişlerdi. Tüm öğrenciler yerlerinden kalkıp, hazır ol durumuna geçmişlerdi. Öğrenciler merak içerisinde sınıfa giren yüksek rütbeli subaylara bakıyorlardı. Öğretmenlerinin hemen arkasından sınıfa giren Albay rütbeli subay ise içlerinden en çok dikkat çekeniydi.

Y

Birlikte geldiği subaylardan daha genç görünüyordu. Uzun boyu ve kendine ait otoriter bir havası vardı. Yanından geçtiği çocukları, bir bakışıyla rahatlıkla etkileye biliyordu. Tabi bunda üniformasının ve sahip olduğu albay rütbesinin de epey bir payı vardı. Uzun ve düz olan burun yapısı, kısacık kesilmiş koyu kahverengi saçları ve esmer teni birbirlerine uyumlu görünüyordu. Genelde uzay gemilerinde görev yapan personel, güneş görmedikleri için tenleri beyaz veya beyaza yakın olurdu. Koyu renk bir tene sahip olabilmek için ise aileden gelen koyu renk pigmentlere ihtiyaç vardı. Albay, yeşil gözleriyle tek tek öğrencileri süzdü. Onların yüzlerinde ki çocuksu ifadeyi gördü. Henüz büyümemiş ama çocuk da sayılamayacak olan bu genç bedenler, çok kısa bir sürede büyüyecekler ve uzay filosunda taze beyinler olarak yer alacaklardı. 88

www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Aralık 2018 / sayı 20

Albaydan başka dikkat çeken, yüzbaşı rütbeli genç bir adam daha vardı. Bu kişi henüz yirmili yaşlarında gösteriyordu. Bir doksan boylarında ve iri bedeni ile öğrencileri etkileyen bir kişiydi. Onun sarı saçlarını ve mavi gözlerini gören bir kişi rahatlıkla Alman yada Norveçli bir subay olduğunu düşünebilirdi. Fakat omuzunda taşıdığı Türk bayraklı üniforma onun milliyetini şüphe götürmez bir biçimde açıklıyordu. Sıranın en önünde duran Burcu, bakışlarını bu iri yarı genç adamın üzerinden bir türlü alamıyordu. Yanında ki arkadaşı Helga’yı dürterek; “Ne kadar yakışıklı, ben de onunla birlikte uzaya çıkmak istiyorum”, dedi. Helga ise arkadaşının bu şıp sevdi havalarından bıkmış olarak ona doğru döndü. “Sınavdan elli üç puan almış birini uzaya çıkarmayacaklarını sen de biliyorsun. Boşuna heveslenme cicim.” deyip kıkırdamıştı. Sınıfa giren diğer üç kişinin ise, kendi öğretmenlerinden pek de farkları yok gibiydi. Elli yaşını çoktan aşmış ve bir türlü emekli olmayı becerememiş subaylardı bunlar. Öğrencilerin sınıf öğretmeni Ayla Hanım, çocuklara KAPININ İNCİSİ adlı uzay gemisinde görev yapan ve aynı zamanda çocukların eğitimlerinden de sorumlu olacak yeni öğretmenlerini tanıtmak için bir adım öne çıkmıştı. Ama öncelikle ayakta hazır ol


vaziyetinde bekleyen çocukların yerlerine oturmaları için gerekli olan emri vermişti.

“Herkes yerine otursun.”

Bugün önemli bir gündü. Dört yıl boyunca aynı eğitimi almış olan bu çocuklar, artık görev yapacakları yerleri belirlendikten sonra ömürlerinin geri kalanında bu bölümlerde hizmet etmek için eğitim alacaklardı. Yılların vermiş olduğu deneyim ile söze başladı. Çocuklar. Siz de biliyorsunuz ki bugün Kapının İncisi uzay gemisinde eğitim alacak olan ve yer hizmetlerinde de yetiştirilecek olan öğrencileri açıklayacağız.” Ayla hanım, sözlerinin iyice anlaşılması için tane tane konuşuyordu. Biraz bekledi. Çocukların söylediği şeyleri iyice kavramasını istiyordu. “Sınavdan almış olduğunuz puanlar neticesinde ve sizlerin de tercihleriniz doğrultusunda gerekli olan bölümlere yerleştirilecek siniz. Tercihlerinizi sınıfa girmeden önce idareye vermiş olmanız gerekiyordu. “ Dikkatle öğrencilerini izleyen Ayla hanım, sınıftan hiç bir itiraz gelmeyince, sözlerine kaldığı yerden devam etmeye başlamıştı. “Uzay gemisinde öğrenimini devam ettirmek için aranızdan otuz sekiz arkadaşınız seçildi. Diğerleri ise yer hizmetleri için eğitim alacaklar.Kapının İncisi isimli uzay gemisinde görev alacak öğrencileri söylemesi için, geminin kaptanı Albay Hakan Çelik ve diğer subay arkadaşları burada bulunmaktalar. Şimdi sözü Albay Hakan Çelik’e bırakıyorum. Buyurun Albayım, çocuklar sizi dinliyorlar.” öğretmeni Ayla hanım sözünü bitirince yerine oturdu. Ayla hanım sakin bir insandı. Ender sinirlenen bir tipti. İlerlemiş yaşının da bunda epey bir katkısı vardı. Oturduğu yerden Albay Çeliği izlemeye başladı. Albay Hakan Çelik bir adım öne doğru çıkmış ve öğrencilerin sandalyeleri arasında dolaşmaya başlamıştı. Tüm öğrenciler merak içinde ona doğru bakmaktaydı. Yavaş yavaş çocukların oturdukları sandalyelerin arasında yürürken, bir yandan da gür sesiyle konuşmaya başlamıştı.

“Öğretmeniniz Ayla hanımın da dediği gibi benim adım Albay Hakan Çelik. Kapının İncisinin kaptanıyım.” Eli ile sarışın genç arkadaşını göstererek; “İkinci kaptanım Yüzbaşı Rıza Aslan. Onunla iyi geçinir seniz iyi olur, çünkü yaşı size en yakın olan eğitmeniniz o olacak.” Albayın son sözleri sıralarında heyecanla oturan çocukların gülüşmelerine sebep olmuştu. “Diğer arkadaşlarımız ise Baş çavuş Üstün Bilge, geminin ana reaktöründen ve Kapının İncisinin asıl güç kaynağı olan Hadron parçalayıcısından sorumlu arkadaşımız. Gemimizin doktoru, Fatih Canbey. Yolculuk boyunca sizinle o ilgilenecek. Çavuş Selami Okur. Gemiye kabul edilen öğrencilere uzayın haritalandırılmasını ve kolonilerimizin nerede ve hangi ulusun hizmetinde olduğunu öğretecek.” Sözlerinin burasında durmuş ve çocukların yüzlerini incelemeye başlamıştı. Çoğu heyecanlıydı. Bir an önce uzaya çıkıp göreve başlamak için sabırsızlanıyorlardı. Bunu bakışlarından rahatlıkla görebiliyordu. Yıllar önce kendisi de onlar ile aynı durumdaydı. Konuşmaya devam etti. “İçinizden otuz sekiz zeki ve istekli gençleri belirledik. Bu kişiler bizimle birlikte uçsuz bucaksız uzayın derinliklerine seyahat edecekler. Hepinizin bildiği gibi bu bir öğrenci gemisidir. Başınızda on iki tane eğitmeniniz olacak. Bu eğitmenlerin bazıları şu anda buradalar. Her biri kendi konularında uzmandırlar. Gemide herhangi bir sorun çıkarsa bu eğitmenleriniz tarafından çözülecek. Şimdi masanızın üzerine bırakılmış olan görev çubuklarını, okuyucudaki yerlerine yerleştirin. Seçmiş ve seçilmiş olduğunuz bölümleri öğrenin. “ Öğrenciler büyük bir merakla, görev çubuklarını masalarının kenarında bulunan okuyucudaki yerine yerleştirmişlerdi. Öğrenci masasına monte edilmiş olan bilgisayar ekranları birden bire canlanmışlardı. Her biri ayrı renkteydiler. Bu renklerin ortasındaki yazıda ise, öğrencinin nerede görev alacağı belirtilmişti. Albay Çelik, daha fazla beklemeden söze başladı, “Yeşil renkler, yer hizmeti verecek olan gurubun rengidir. Diğer renkler ise uzay gemisinde görev alacak olan öğrencilerin bölümlerini belirtmektedir. www.yerlibilimkurgu.com

89


Kırmızılar, geminin hareketini sağlayan reaktörlerde öğrenim görecekler, Beyazlar, sağlık ekibinde; morlar, her türlü teknik donanımla ilgilenecekler; Siyahlar ise kaptan köşkünde olacak olanları gösteriyor.Bunlar, iletişim, uzay gemisi pilotluğu ve kaptanlık eğitimi alacaklardır.”

Oktay, ekranda ki renkten hiç memnun değildi. Kızgın bir ifadeyle, ekranda ki siyah renge ve üzerinde yazan “kaptan, pilot” yazısına bakmaktaydı.

Oktay gözünü bile kırpmadan Albaya cevap vermişti.

Ahmet ise kendi ekranındaki kırmızı renge hayranlıkla bakıyordu. Başını çevirip Oktay’ın ekranında ki siyah rengi gördü. Tam Oktay’ı tebrik etmek için ağzını açacaktı ki, Oktay’ın kızgın yüz ifadesiyle karşılaştı. Arkadaşını çok iyi tanırdı. Ne zaman yüzünde bu ifade belirse, arkasından çok kötü şeyler gelirdi. Onun bir öfke krizinin tam ucunda olduğunu anlamıştı. Arkadaşını ümitsizce sakinleştirmeye çalıştı. “Şişt... kendine gel oğlum. Nerede olduğunu unutma.” Oktay, kızgınlıktan kıpkırmızı kesilmiş yüzüyle Ahmet’e doğru baktı. Arkadaşında ki sert bakışlardan susması gerektiğini anlayan Ahmet, ona hiç bir şey söylemeden önüne dönmüş ve olacakları beklemeye başlamıştı. Sınıf öğretmeni, memnun bir yüz ifadesiyle Albay Çelik’e ve arkadaşlarına baktı. “Artık otuz sekiz öğrencimiz size emanet. Onları ne zaman isterseniz alabilirsiniz Albay. “ Hakan Çelik, Ayla hanıma hafifçe gülümsemişti. Nazik bir şekilde; “Teşekkür ederim Ayla hanım”, diyerek çocuklara doğru dönmüş ve gür sesiyle konuşmaya başlamıştı. “KAPININ İNCİSİ, iki gün sonra, yani pazartesi akşamı saat yirmi de hareket edecektir. Bu süre zarfında evlerinize gidip ailelerinizle hasret giderin. Bir daha uzun bir süre böyle bir şansınız olmayacak. Zira yolculuğumuz bir yıl sürecektir. Bu süre içerisinde hem Kapının İncisinde, hem de Konak-1 adlı çok uluslu uzay üssünde eğitiminizi tamamlayacaksınız. Uzay gemisine seçilen öğrenciler iki gün içinde Kapının İncisinin bulunduğu 7 numaralı hangarda olmaları gerekmektedir.” 90

www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Aralık 2018 / sayı 20

“Ya gelmezsek?”

Bu soruyu küstah bir şekilde Oktay söylemişti. Albay Çelik, Oktay’a dik dik baktı. “Bu sorunun cevabını gerçekten istiyor musun?” diye Oktay’a sordu.

“Evet.”

Albay Hakan Çelik, Oktay’ın yanına doğru yavaşça ilerlemekteydi. Hem yürüyor, hem de Oktay’ın sorusuna cevap veriyordu. “Şu ana kadar edinmiş olduğun tüm haklardan mahrum edilirsin, ayrıca sana verilen görevi yapmadığın için de okul ile tüm ilişiğin kesilir, sana yapılan bütün masrafları ailen okula ödemek zorunda kalır. Ödemediği taktirde ise, senin yaşın tutmadığından ebeveynlerinden biri hapse girer. Umarım cevabım tatmin edici olmuştur.” Verilen bu cevap karşısında tüm öğrenciler, dehşete düşmüşlerdi. Albay tüm öğrencilerin zamanında uzay üssünde olacağından artık emindi. Yalnız Oktay’dan emin olamıyordu. Bu çocuk her türlü deliliği yapabilecek kapasitede birisiydi. Yer hizmetlerinde çalışmak için dilekçe verdiğini biliyordu. Onu uzay gemisine aldırtmak için üstlerine çok dil dökmüştü. Şimdi ise tam da beklediği gibi kendisine baş kaldırmış ve hesap soruyordu. Durum çok nazikti.

Tüm sınıfa hitap ederek;

“Soru soran arkadaşınız hariç herkes dışarı çıksın. Toplantı bitmiştir.” Ters giden bir şeylerin olduğunu fark eden öğrenciler, aceleyle sınıflarını terk etmeye başlamışlardı. Albayın otoriter sesi çocukları etkisi altına almış ve hiç kimse emri ikiletmeden dışarı çıkmıştı. Sınıftaki herkes dışarı çıkınca Albay Çelik, Oktay’ın yanına gitmişti. Sakinliğini korumaya özen gösteriyordu. Çünkü karşısındaki bu çocuk bir öfke krizinin tam ucunda bulunuyordu. Çocuğun normalde beyaz olan yüzü öfkeden kıpkırmızı olmuştu. İncecik dudakları iyice gerilmiş ve yüzünde zor seçiliyordu. “Aynı babası gibi.” diye


düşündü Hakan. Oktay’ın babasıyla eski bir dostluğu vardı. Çocuk pek çok yönüyle eski dostuna benziyordu. Buna, öfke nöbetleri de dahildi. Fakat Hakan Çelik bu durumla nasıl baş edeceğini çok iyi biliyordu. Sakinliğini koruyarak Oktay’a sordu.

“Seni rahatsız eden şey nedir?”

Oktay, adeta ateş saçan gözleriyle Albay Çelik’e bakıyordu. “Benim yer hizmetlerinde görev almak için dilekçe verdiğimi biliyor olmalısınız efendim.” Albay Çelik, çocuğun kendisine sorduğu soruya çok sakin olarak cevap vermeye devam etmişti.

“Evet.”

Oktay verilen bu cevap karşısında daha da öfkelenmişti. Albayın sakinliği onu daha da çok öfkelendiriyordu. Dişlerini sıkarak, kısık bir ses tonuyla; “O zaman ben niye uzaya çıkıyorum?” diye albaya sordu. Albay Çelik, Oktay’ın sorusuna gülümseyerek cevap verdi. “Seni tanıyorum. Babanı da bilirdim. Kaybolmadan önce onunla eski bir dostluğumuz vardı. O kaybolduğun da ben de oradaydım. Annen ve senin yanında bulunuyordum. O zamanlar sen daha altı yaşındaydın. O zamandan aklımda kalan ve hiç unutmadığım, annenin sana söylediği bir söz vardı. “Uzaydan nefret ediyorum, babanı bizden aldı, seni de benden almasına izin verme,” . Ben çocuk olsaydım ve annem de beni bu telkinlerle büyütmüş olsaydı, her halde ben de senin gibi uzaydan korkardım ve oraya gitmemek için elimden geleni yapardım. “ Oktay çok şaşırmıştı. Karşısında hem kendini hem de babasını tanıyan biri vardı. Önce ne söyleyeceğini bilemedi. Albayın kendi hakkında ki tespiti o kadar doğruydu ki, ister istemez inkar etme yolunu seçti. “Benim uzaydan korktuğumu da nereden çıkardınız. Üstelik annem de beni sizin söylediğiniz şekilde büyütmedi. Daima her konuda cesur olmamı söylerdi.”

Albay Çelik gülümsedi. Karşısında henüz on yedi yaşında olan, fakat içinde fırtınalar kopan ve büyük bir insan gibi davranmaya çalışan bir çocuk vardı. “Korkuyorsun. Hem de ölesiye... Uzay senin için büyük bir kara delik. Ve sen bu büyük delikten çok korkuyorsun. “ Oktay, Oturduğu sandalyeden ayağa kalktı ve Albay Çelik’e yaklaştı. Boyu albaydan kısa olduğu için başını kaldırmak zorunda kalmıştı. Gözlerini albayın gözlerine dikti ve kelimeleri üstüne basa basa söyledi.

“Ben uzaydan korkmuyorum.”

Albay Çelik, Oktay’dan istediği tepkiyi almıştı.

“O zaman bunu ispatla. “

Oktay, Albay Çelik in kendisini tuzağa düşürdüğünü anlamıştı. Ya uzaydan korkmadığını ispat etmek için kendisine verilen görevi kabul edecekti ya da korktuğunu kabul edip, yer hizmetlerinde çalışacaktı. Ve o uzaydan çok korkuyordu. Albay, Oktay’ın yaşadığı ikilemi fark etmişti. Çocuğun üstüne gitmeyip, biraz alttan almaya başladı. “Okuduğunuz dönem boyunca pek çok sınavdan ve psikolojik testlerden geçtiniz. Seni inceleyen psikoloji doktorunuz, senin uzaya karşı bir korku geliştirdiğini bizlere anlattı.” “Tüm öğrencilerinizle bu kadar yakından ilgilenir misiniz?” “Tüm derslerini iyi bir puanla geçerek ısrarla yer hizmetlerinde çalışmak isteyen bir arkadaşımın oğlu olursa; evet, ilgilenirim.” Oktay başını yere indirmişti. Bu adam neredeyse onun ciğerini okuyordu. Üstelikte babasının arkadaşı olduğunu söylemişti. Babası hakkında bilmediği pek çok şeyi ondan öğrenebilirdi. Annesi, Oktay’a babasının uzay görevleri aldığı zamanları anlatmamıştı. “Sen zaten uzaya çıkmayacaksın. Öğrenip de ne yapacaksın,” diye hiç bir şey söylememişti. Babasının görev başında neler yaptığını ve nasıl kararlar aldığını hep merak etmişti. Şimdi ise bu merakını giderebilecek bir fırsat doğmuştu. Bunu kaçırmak istemiyordu. Ama UZAY www.yerlibilimkurgu.com

91


bütün haşmetiyle karşısında duruyordu. Kendisini onun yanında küçücük bir zerre gibi hissediyordu. Bu güvenli Dünya gezegeninden ayrılıp, uzayın karanlık bilinmezliğine doğru gitmek ona çok zor geliyordu. Artık pes etmişti. Babasına duyduğu özlem ve onu tanımadaki merakı, uzay korkusunun önüne geçmişti. Albaya sakince sordu.

“Korkumu nasıl yeneceğim?”

“Bu konuyu daha önce düşündük. Uzay gemisine seninle birlikte okul psikologunuz da gelecek. Şu anda seni en iyi tanıyan psikolog o. Bu yüzden seni tanımayan biriyle çalışmayı uygun bulmadık. Üstelik arkadaşlarının da doktor hanımın gemi de bulunmasından fazlasıyla memnun olacaklarını sanıyorum.” “Tamam. Gemiye bineceğim. Ama arkadaşlarımın benim korkumu fark etmelerini nasıl engelleyecek siniz?” “Gemiye doktor hanımla birlikte bineceksin. Revirde onunla duracaksın. Arkadaşlarına da senin doktor hanıma yardım etmek için yanında bulunduğunu söyleriz.”

Çocuk nihayet ikna olmuştu.

“Pekala. Sizinle geleceğim.”

Oktay’ın kalbi, demir bir yumruk tarafından sıkılıyor gibiydi. Verdiği karar onu bir yılan gibi sarmış ve sıkıyordu. Kalp atışları hızlanmıştı. Soluk alıp vermekte sanki zorlanıyordu. Sandalyesine oturdu. Soğuk soğuk terlemeye başlamıştı. Albay kapıya doğru ilerlemiş ve kapının hemen dışında kendisinin çağrılmasını bekleyen Doktor Tülay Işık hanımı içeriye almıştı. Ona Oktay’ı işaret ederek; “Ona ne yapman gerekiyorsa yap. Daha şimdiden korku tüm bedenini sardı.” Genç kadın Oktay’a baktı. Çocuğun durumu hiç de iyi gözükmüyordu. Fısıltıyla albaya; “Bunu yapmak zorunda mısınız? Bu çocuğu niçin bu kadar zorluyorsunuz? Eminim ki elinizde Oktay’dan daha iyi öğrenciler vardır. Onları niçin kullanmıyorsunuz?” 92

www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Aralık 2018 / sayı 20

Albay Çelik, Doktor Tülay hanıma sert bir şekilde bakmıştı. “Lütfen doktor hanım. Herkes kendi işini yapsın ve asla benim işime de karışmayın.” Doktor Işık, Albay Çelik’i ikna edemeyeceğini anlamıştı. Albay, Oktay’ın babasının kim olduğunu öğrendikten sonra ısrarla toplantılarda bu çocuk üzerinde yoğunlaşmıştı. Tüm uyarılara rağmen onun uzay gemisine bindirilmesini istemişti. Ve bu isteğinden de vazgeçecek gibi görünmüyordu. Genç kadın daha fazla ısrarın yararsız olduğunu artık anlamıştı. Açık ela rengindeki gözleri, Oktay’ın kilerle birleşti. Çocuk yardım istercesine ona bakmaktaydı. Çocuğa cesaret vermek ister gibi hafifçe gülümsemişti. Gülümsediği zaman ağzının kenarında hafif bir kayma olurdu. Öğrenciler onun bu haliyle dalga geçerlerdi. Fakat bu hafif çarpık gülüş Oktay’ın içine hafif de olsa su serpmişti. Kadın kendisine yaklaştıkça Oktay da kendisini daha çok güvende hissediyordu. Doktor Işık, Oktay’ın yanına gelince ona elinde tuttuğu küçük şişeyi uzattı. Oktay bu şişeyi daha önce de görmüştü. İçinde sakinleştirici etkisi olan ilaç vardı. Bu ilacı defalarca kullanmıştı. Elini uzatıp, Doktor Işık’ın uzattığı şişeyi almış ve kapağını açarak içinde ki ilacın keskin kokusunu koklamaya başlamıştı. Çok kısa bir süre içerisinde ilaç etkisini göstermiş ve sakinleşmişti. Şimdi kendisini daha iyi hissediyordu. Başını kaldırıp Doktor Işık’ın yüzüne doğru baktı. Kadının kendisine hafifçe gülümsemesi, onu biraz daha rahatlatıyordu. Bakışları, kadının dalgalı sarı saçlarına doğru kaydı. Ömründe gördüğü en güzel saçlar, kendi doktoruna aitti. Gülümsedi. “Şimdi daha iyiyim Doktor hanım, teşekkür ederim.” Oktay’ın hareketlerinde ki ani değişim Albayın dikkatinden kaçmamıştı. Yirmili yaşlarının sonunda bulunan bu genç hanım belki farkında değildi ama, Oktay fena halde bu kadına tutulmuş görünüyordu.

Devam edecek...


Kolektif - 2005

www.yerlibilimkurgu.com

93


Kısa Öykü

Çağdaş BOZKURT Bir İnanç Hikâyesi

Döngü

“Anne’’

“Efendim oğlum?’’

“Dünyayı sarsacak bir buluşun eşiğindeyim ama başarsam bile kimseye söylemeyeceğim desem, bana ne dersin?’’ Lavabonun önünde, duyduğu cümleyi gayet sakin karşılayan kadın; kilit vurmuş durgun tavrının gölgesinde çizdiği kararlı duruşuyla, bir yerde hayranlık uyandırıyordu. Kirlileri bulaşık makinesine yerleştirirken, önündeki camı delip geçen güneş ışınlarının; atom bazında çıkardığı parlaklık bile sakinliğini bozamamıştı.

“Bunu yapacaksan bir bildiğin vardır derim.’’

Hayata pozitif açıdan bakma konusunda üstün bir yeteneğe sahip Burak ise, olumsuz düşüncelerden darbe almayacağını hissettiren bu görünmez kalkanıyla; masada kahvaltısını yapıyordu. Onun bu güçlü düşünce yapısının altında aslında naif bir basitlik saklıydı. Kafasında bir fikir olgunlaştıysa eğer, bunun bir takıntı haline gelmesine asla müsaade etmezdi. İyi ya da kötü en azından deneyimleyip, kabuk bağlamış bir ‘keşke’ye çevirmemek temel felsefesine dönüşmüştü. Hayatı zorlaştırmaktan çok basite indirgeyip gerçekleri fazla ciddiye almamak, mutluluğu insana daha kolay 94

www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Aralık 2018 / sayı 20

servis ediyordu. Keyifli tavrıyla tebessüm etti. “Ama buluş konusunda gerçekten ciddiyim.’’

“Buna eminim.’’

Duyduklarına, gözü kapalı bir inanç besliyormuş ya da bunların tek kelimesini dahi ciddiye almamış gibi iki zıt düşünce yapısı; sanki kadının beden dilinde bütünleşmişti. Hangisinin doğru olduğunu anlayamayan Burak, ‘Anne,’’ dedi. “Ben ciddiyim.’’ Bu defa elindeki işi bırakıp, oğluna doğru yüz seksen derecelik tutarlı bir dönüş yaptı kadın. Bu durum, Burak’a yapay bir sinir ağına sahip robotun hareketlerini hissettirmişti. Emin, net ve kararlı. Uzun kırçıllı saçlarını kulağının arkasına kıstırdığı gibi, avuç içlerini masanın yüzeyiyle buluşturan kadın; kendinden emin tebessümü altında gözlerini oğluna dikti. “Bugüne kadar yaptıklarınla ve zekanla sen ciddiye alınmayı daima hak ettin. O yüzden her ne yapacaksan, bunu başaracağına şüphem yok. Öğrenmesem bile olur. Hatta sana hamileyken tanıştığım birine de söylediğim gibi; ben çocuklarıma her zaman inanacağım.’’ Annesinin söylediklerini Burak zihninde kısa bir incelemeden geçirdi. Şimdiye dek fizik alanında matematiğin kullanımı konusundaki araştırmaları,


gerçekten onun söylediklerini destekleyecek uluslararası ödüllerle taçlandırılmıştı. Fakat kapıdan içeri adımını atmak üzere olduğuna inandığı böylesi uçarı bir bilimsel gerçeği duysa, içtenlikle yükselen bu övgü dolu sözlerin yerini; su götürmez bir uzaklaşma, yabancılaşmış gözlerin alması muhtemeldi. Yine de annesinin her defasında bıkmak nedir bilmeyen sorgusuz sualsiz, takdire şayan inancı da Burak’ı büyülüyordu. Kadın sanki gözlerini hayata tek amaç uğruna aralamıştı; oğluna koşulsuz destek sunmak. Kahvaltısının ardından giyinip okuduğu üniversitenin yolunu tuttu Burak. Annesinin omuzları üstünde elde ettiği özgüvenin, adımlarını hızlandırdığını biliyordu. Ve bugün kararlıydı, ne tepki vereceğini umursamadan; yardımına ihtiyaç duyduğu bilirkişiyi sonunda konuya dahil edecek cesareti yüreğinde alevlendirmişti. Kampüse vardığında hemen aradığı binayı bulup, doğrudan dikkatini verdiği odaya yöneldi. Her adımıyla senkronize şekilde yükselmeye başlayan heyecanı, sanki bir uyarı veriyordu. Hedef noktasına vardığında oda sahibinin tabeladaki ismini gördü.

‘Prof. Dr. Semih Berkan’

Adam, ‘Genel Fizik Anabilim Dalı Akademik Personel’ çatısı altında, okulun demirbaşlarındandı. İki boyutlu yapılar, karbon nanoyapılar; polaron, elektronfonon etkileşmesi gibi konular üzerine yoğunlaşmış, uzmanlığıyla çıktığı basamakları göz kamaştırıcı bir kariyere dönüştürmüştü. Derin bir nefes alıp kapıyı tıklattıktan sonra, ‘Gel’ çağrısıyla içeri girdi. Masa başında altmışlı yaşlarında kır saçlı bir adam, parmakları kenetlenmiş halde öğrencisini karşılamıştı

“Hoş geldin.’’

Burak ne yapmak üzere olduğu gerçeğiyle o an yüz yüze gelince, doğal olarak küçük çaplı bir panikten kurtulamadı. Gerçekten alacağı tepkiyi bile bile, kendini düşüreceği o utanç verici duruma hazır mıydı? Diğer taraftan bunu yapmazsa, onu bir çıkmaza sürükleyecek ‘keşke’; hayat felsefesi olan basit

mutluluğu kesinlikle alaşağı edecekti. “Sizinle önemli bir konu hakkında konuşmam gerek,’’ sözüyle kırılgan cesaretinin yolunu kesti. Profesör, “Seni dinliyorum,’’ dese de meraksız, sakin tavrı konsantrasyon bozuyordu. İçinde taşmak üzere olan evrensel karmaşayı daha fazla tutamayan Burak tek nefesle, ‘‘Zamanda yolculuk yapmanın bir yolunu buldum,’’ dediği gibi, hızlanan kalp çarpıntısının akışında sürüklendi. Hemen ardından gelecek umarsız, bıyık altından alaycı tavırdaydı sıra; göremedi. Sakin tavrı bozulmayan profesör, ‘Devam et,’’ diye karşıladı. Ancak senaryo beklediği gibi gerçekleşmemişti. Başına geleceklere emindi ve buna göre savunma cümlesi dilinin ucundaydı. Elbette işittikleri o kadar dayanaksız gelmiş olmalıydı ki, herhangi bir tepki vermeye gerek bile duymuyordu. Fakat bu geri adım atması için yeterli etkiyi yaratmadı. “Şey… Tamam.’’ Kendine birkaç saniye zaman tanıyıp konuya adapte olmak için ellerini ovuşturdu. ‘‘Kuantum dolanıklığı hakkındaki bazı teorik çalışmalarım, kâğıt üzerinde başka bir durumu görmem için önemli bir kaynak oldu; solucan deliklerinin matematiksel olarak yer tespitinin yapılabileceğini fark ettim. Önce bunu sadece bir ihtimal dahiline aldım ama kullandığım verilerin konum saptaması yapacağını hiç ummamıştım.’’ Neredeyse nefes almadan bir solukta konuşuyordu. ‘‘Bildiğiniz üzere solucan delikleri manyetik alanın gerekli koşulları sağladığı herhangi bir noktada, izole edilmiş bir polar alan olarak; değişik çaplarda ortaya çıkabiliyor. Gerçekleştirdiğim gidişat yolunda sonuç açık, tespit mümkün. Fakat formüler bazda bunu tam bir dengeye oturtamıyorum.’’

‘‘Bu konuda sana yardımcı olabilirim.’’

Ve tahmin edilmesi zor bir karşılık daha… Ne demekti bu? Burak beklemediği istek dolu böylesi bir desteğin karşısında, kendisini uzay boşluğunda sürüklenirken buldu. İnkâr yok muydu? Ya acınası bir tebessümle teoriyi çürütmeye çalışmak? Şaka mıydı www.yerlibilimkurgu.com

95


bu? Yoksa dalga geçmek için zemin mi hazırlıyordu? Hayır, bunu asla yapmazdı.

önemlisi zaman yolculuğunun anahtarı olabileceği konusunda önemli bulgulara ulaşılmış durumda.’’

Profesör, “Sinem Girgin’’ dedi. ‘‘Tanıyorsun değil mi?’’

“Ama bu sadece bir teori.’’ Fizik öğretmeni cümlesini bitirir bitirmez, profesöre hızlı bir bakış attı. Kurduğu göz temasında sanki derin bir anlam sezinleniyordu.

Üniversitenin el üstünde tutulan bir başka dâhisi… Matematik evreninde eğer bir çıkmaza düşüldüyse, kampüs sınırları içerisinde herkesin yolu mutlaka onunla kesişirdi. ‘Matematiksel Fizik Ana Bilim Dalı’ bölümünün tabiri caizse, ‘ayaklı bio-yapay zekâsı’ olarak tanınırdı. Burak, “Evet’’ diye cevap verdi. “Sana istediğin cevabı verecektir.’’ Cep telefonuyla gerçekleştirdiği kısa bir konuşmanın ardından profesör cihazı kapattı. “Bizi kırmadı, hemen geliyor; birazdan burada olacak.’’ Bekleyişi misafir koltuğunda geçiren Burak, çok sürmeden fizik öğretmeninin içeri girdiğini gördü. Bu gereğinden fazla hızlıydı. Kadın, Burak’la göz göze gelince bir an odanın ortasında durup; çekingen, ürkek bakışlarını ona sabitledi. ‘‘Burak’ın önemli bir konu hakkında yardımına ihtiyacı var,’’ diyerek profesör doğrudan konuya girdi. Zorlukla gözlerini Burak’tan ayıran genç fizikçi, “Ne hakkında,’’ diye sordu. Geçen birkaç dakikalık sürenin ardından Semih Berkan konuyu genel çerçevede açıkladı. Ama hâlâ sakin tavrı konuya göre rahatsız edici seviyesini koruyordu. Sinem Girgin, “İyi ama solucan delikleri kısaca, uzay-zamandaki çok uzak mesafeleri birbirine bağlayan köprülerdir,’’ dedi. Sonra kaşlarını çatıp, ‘‘Yoksa…’’ “Evet,’’ diyerek cümleyi devralan Burak, konuşmanın devamından emin görünüyordu. ‘‘Egzotik madde. Bildiğiniz üzere solucan deliklerinin çökmeden önce belirli bir süre açık kalmasına olanak tanıyan egzotik madde, bu süreyi yeteri kadar uzatabiliyor ve durağanlık yaratarak geçişi mümkün kılıyor. En 96

www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Aralık 2018 / sayı 20

Burak, ‘‘Fakat çok güçlü bir teori,’’ diye yanıt verdi. “Bakın, doğa bir şekilde kendi içinde buna izin veriyor. O yüzden geçitleri kullanmanın mümkün olduğuna inanıyorum. İşte bu noktada önemli olan solucan deliğinin yerini tespit etmek.’’ Yüzünde kendinden emin, hafif bir tebessüm belirdi. “Ve kurduğum denklemi gördüğünüzde bana hak vereceksiniz, tek istediğim tıkandığım yerden sonuca ulaşmanız.’’ Sonraki birkaç gün, Burak uykunun haram olduğu bir sabırsızlığın pençesinde gelecek olan cevabı bekledi. Haber sonunda ulaşır ulaşmaz soluğu yeniden profesörün odasında almıştı. İçeri girdiğinde, iki öğretmeni de odada görünce umudu daha da yeşerdi. Belli ki elde edilen cevap, kayda değer bir görüşmeyi hak ediyordu. Sinem, “Solucan delikleri konusunda haklı olabilirsin,’’ diyerek sabırsızca konuya girdi. Saklamaya gerek duymadığı heyecanı altında, ‘Yani denklemi belli bir dengeye oturtabildiniz’ diye tahminini sundu Burak. “Bununla kalmadım. Eğer haklıysan yer tespiti de yaptım.’’ Profesör masa başında elleri yine kenetlenmiş halde, “Şehirdeki eski bir depo,’’ dedi. “Denkleminin barındırdığı bütün kimyasal ve fiziksel etkileri yoğun olarak açığa vuruyor. Veriler, elimizde bulunan cihazla eşleştirildiğinde; depoyu bariz şekilde işaret ettiğini gördük.’’ Kendini misafir koltuğuna teslim eden fizik öğretmeni, “Ancak hangi zamanlar ortaya çıktığı ise, büyük bir muamma,’’ diye soludu.


Odanın içindeki üç bilim aşığı adına bu problem, artık yapılması gerekenin önünde bir engel oluşturacak önemi çoktan yitirmişti. Plan belliydi. Eldeki imkanlar dahilinde, bir oda büyüklüğündeki bu terk edilmiş depo; sonraki birkaç gün içerisinde yaşanabilir hale getirilmişti. Temizlenmiş, halı serilmiş; divan konulmuştu. Son olarak 7/24 kayıt yapan kablosuz üç kamera farklı açılardan odanın içindeki yerini almıştı. Deney başlamadan profesör, daha önce uyarı niteliğinde yönelttiği sorusunu deponun önünde yineledi. “Eminsin değil mi? Sürdürebileceğimiz bu üç veya dört gün içinde ne olacağının ucu kapalı.’’ Burak’ın verdiği cevapsa değişmemişti. ‘Bunu bir ‘keşke’ye dönüştüremem.’’ Bilgece bir tebessüm eden profesör, “Pekâlâ,’’ diyebildi. “O vakit, söylenecek fazla bir şey kalmadı. Sinem hanım ve ben seni vardiyalı şekilde evimden takip edeceğiz. Kendisi şu an başladı bile. Yiyecek ve içecek ihtiyaçlarını da düzenli şekilde karşılayacağız. Hemen yan tarafta zaten ücretli, halka açık bir tuvalet var.’’ Gergin ortamı yumuşatmak ister gibi tebessüm etti. “Solucan deliğini yakalama ihtimaline karşı bu durumun dışında depoyu terk etmesen iyi olur.’’ Egzotik maddeyle tepkimeye girecek ve manyetik solucan deliğini umulan çapta görünür kılacak oval, Amerikan futbol topunu andıran cihazla; Burak odadaki ilk gününe başladı. Aslında yapay bir solucan deliği oluşturmak umuduyla tasarlanmış bu prototipe, profesörün nasıl ulaştığıysa hâlâ gizemini koruyordu. Yalnızca iki örneği vardı. Amerika’nın, Berkeley şehrindeki Kaliforniya üniversitesinden ona ulaşmak adına uzun zaman önceden, üniversiteler arası planlanmış karşılıklı bir konferans süreci gerekiyordu. Çok uzun zaman önce… İlk gün tamamen sıradan geçti. Kitap okuma, bilgisayardan film seyretme, ara ara kestirme… Yorucu geçen takibin ardındansa genç fizikçi yerini ikinci gün profesöre bıraktı. İçten içe saçma gelse bile, yine de olası durumun gerçekleşebileceği an; düzenli ekrana bakma dürtüsünü uyandırıyordu ve bu da oldukça yorucuydu.

Aktif haldeki cihazın yanında divana uzanmış olan öğrencisiyse, gördüğü kadarıyla ikinci günden elindeki kitabı bitirecek gibiydi. Profesör yanındaki su dolu bardağı bir ara alıp yudumladı. Gözleri tekrar ekrana kaydığındaysa; suyu aniden püskürttü. Çünkü artık ekranda yalnızca bir halı, masanın üzerindeki dizüstü bilgisayarı görülüyordu. Kulağında çınlayan boğuk bir ses, hafif bir baş dönmesi ve kısa sürede kendine geldi. Depo yoktu. Çimenlerin üzerindeki divanda uzanırken, elinde kitap; güneşin yakıcı ısısı altında masmavi gökyüzüne bakıyordu.

Yani …

Gerçekleşmiş miydi?

Kalbi yerinden fırlayacakmış gibi heyecanla kitabı bırakıp ayaklandı Burak. Şimdi sakin olmalı ve planladıkları gibi imkân varsa, ilk önce hangi zaman diliminde olduğu konusunda tarihi öğrenmeliydi. Dikkatlice çevresini kolaçan edip gördüğü, ‘bakkal’ yazılı küçük bir dükkâna yöneldi. Dışarıdaki gazetelerden birinin üzerindeki tarih…

’26 Haziran 1994’

24 yıl öncesi…

Olamaz!

Güçlü bir aydınlanma…

Olgunluk…

Ve şimdi her şey rayına tek tek oturuyordu.

Annesinin yıllarca tek çocuğuna olan o kusursuz inancı… Böylesi tehlike içeren bir proje için, ailesinden habersiz ona izin veren iki öğretmenin sunduğu koşulsuz destek… Bu bir döngüydü. Nasıl düşünememişti? Bilinen koşullar altında hiçbir denklemin açıklama getiremeyeceği bir döngü… Kalplerinde yeşerttikleri inançla 3 kişiyse, gerçekten onca yıl bu sırla mı yaşamıştı? Mümkün müydü? Eğer bu doğruysa … www.yerlibilimkurgu.com

97


Görünüyordu ki sıra ondaydı. Şimdi neden burada olduğunu ve kaçınılmazda ona düşen rolü çok iyi biliyordu. Burak kuşkusuz inançla ailesinin o dönemde yaşadığı eve hareketlendi. Karnı hafif şişmiş hamile bir kadını, evin bahçesindeki bankta; güneşin tadını çıkarırken buldu. Annesi! Bastırmaya çalıştığı heyecanıyla yaklaşıp, yanına usulca oturdu. “Güneş oğlunuza iyi gelecektir.’’ Kadın şaşkınlık içinde, tanımadığı bu adama bakıp hafifçe gülümsedi. “Oğlan olduğunu nereden çıkardınız?’’ Karşı tebessümle, “Bir tahmin sadece,’ dedi Burak. Annesinin böylesi genç halini görmek, açıklanamaz bir duygu karmaşası yaratmıştı. “Ve size şöyle bir bakıyorum da… Şey… Bakışlarınızdaki kararlılık eminim çocuğunuza da yansıyacak. Ona inanmaktan asla vazgeçmeyin.’’ Kadın kaşlarını çatarak, “Elbette vazgeçmem,’’ dedi. Sonra karnını hafifçe okşadı. “Ben çocuklarıma her zaman inanacağım.’’ Döngü gerekeni yapıyordu. Burak genç annesine içtenlikle son kez bakıp, kadının merak dolu bakışlarına aldırmadan uzaklaştı. İkinci adresi belliydi. Bu tarihte hâlâ orada olmalıydı. Üniversiteye ulaştığında kırklı yaşların ortasındaki profesörü bina girişinde gördü. Derin bir nefes alıp yavaşça yaklaştı. “Merhaba.’’

“Bir öğrencinize yardım etmenizi isteyecektim, bundan 24 yıl sonra.’’ “Anlayamadım,’’ dedi genç fizikçi kaşlarını kaldırdığı alaycı tebessümüyle. Burak vücuduna dolan garip, sonsuz bir özgüvenle kendini tamamen arınmış; özgür hissediyordu. “Size çok önemli bir keşifle 24 yıl sonra bir öğrenciniz gelecek. Ona inanmanız her şeyden önemli. Ayrıca ileride tanışacağınız Sinem Girgin isimli bir fizikçiye de durumu açıklamanız şart. Onun yardımına ihtiyacınız olacak. Sakın unutmayın!’’ Profesör aynı alaycı tavrını değiştirmeden, “Peki, bu öğrencimin adı neymiş?’’ diye sorduğunda, uzaklaşmaya başlayan yabancının durduğunu ve arkasını dönerek içtenlikle gülümsediğini gördü.

“Burak.’’

Sonunda kampüsten ayrılır ayrılmaz organlarında aniden içe doğru bir çekim, bir çökme hissetti. Ardından vücuduna yayılan his kaybı… Elleriyle başlayan, tıpkı asitli bir içeceğin baloncukları gibi vücudunun; molekül halinde dağılmaya başladığını gördüğünde, Burak gözlerini kapattı ve gülümsedi. Doğanın açığını yakalama gururuyla kendisini ona teslim etmişti.

Henüz gür saçları ona ihanet etmemiş Semih Berkan, “Merhaba,’’ diye karşılık verdi. “Birini mi arıyorsunuz?’’

24 Yıl Sonra…

“Anne’’

“Sizi arıyordum. Duyduğum kadarıyla öğrencilerinize olan inancınız, onlara büyük şevk katıyormuş.’’

“Efendim oğlum’’

Durumu tam anlamayan profesör, “Teşekkür ederim,’’ dedi bozuntuya vermeden, karşısındaki yabancıyı tartıyordu. “Benden bir şey mi isteyecektiniz?’’ 98

www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Aralık 2018 / sayı 20

“Dünyayı sarsacak bir buluşun eşiğindeyim ama başarsam bile kimseye söylemeyeceğim desem, bana ne dersin?’’


Çağdaş Bozkurt / Bağlantı - 2017 www.yerlibilimkurgu.com

99


Kısa Öykü

Gürkan AKPINAR

Solungaç

Bir

hafta önce keşfedilen, Dünya’nın on bir bin ışık yılı uzağında bulunan Karman isimli yıldız ve yörüngesindeki altı gezegen, bu sabah itibarıyla tüm dünyaya duyuruldu. Keşfi yapan Rayat Karman’ın yaptığı açıklama, tüm dünyada şok etkisi yaratmıştı. Zira Karman’ın yörüngesinde, içten dışa doğru üçüncü sırada yer alan ve şimdilik Larkum ismi verilen gezegenin ESI değeri 0,93’tü. Bu, şu ana kadar ulaşılan en yüksek değerdi. Yapılan bu keşifle birlikte, dünya dışında bir yerlerde yaşam olup olmadığı meselesi doğal olarak tekrar gündeme gelmişti, üstelik her zamankinden daha da büyük bir heyecanla. Kafalarda oluşan soru işaretlerini gidermek için Larkum’a bir gemi gönderilmesi kararı ise Zolyac tarafından biraz önce alındı ve sürpriz bir şekilde ekibe dahil olduğumu öğrendim. Şaşırmıştım, çünkü bilgisayarın başında fazlasıyla iyi olmama rağmen bir gün sahada görevlendirilebileceğim aklıma gelmezdi. 2034’ün Ağustos ayı, sadece dünya için değil, benim için de bir kırılma noktası olacak gibi görünüyordu.

uzayla ilgili hemen her türlü konuda ilk müdahaleleri yapmak üzere on yıl kadar önce kurulmuş bir oluşumdu. İnsan ırkının uzay merakı, belli bir yerden sonra zorunluluk halini de almıştı, zira Dünya’nın durumu her geçen gün biraz daha kötüye gidiyordu. Burada da Zolyac’ın faaliyetleri devreye giriyordu tabii. Doğal olarak, burası bir şirketten çok daha fazlasıydı. Yöneticilerinin kim olduğu tam olarak bilinmeyen, devasa fonlarla desteklendiğini anlamanın zor olmadığı, hakkında olumsuz şeyler yazıp çizenlerin akıbetlerinin pek de hoş olmadığı, adeta kendine has bir dünya olan bu yapıyla ilgili politik konular bir yana; dünyanın en parlak beyinlerinden pek çoğunu bünyesinde barındıran ve Dünya’daki altı üssünün tamamı birleştirilerek, dört yıl kadar önce bu devasa uzay istasyonuna taşınan Zolyac’ın, tarihte ilkleri yaşamaya fırsat vermesi gibi bir durum da söz konusuydu. Mars’a yerleşen ilk insanların adları tarihe çoktan kazınmıştı. Ancak şimdi, çok daha büyük bir hadiseye tanıklık etme şansımız vardı.

100

Devletler üstü yetkilerle hareket eden Zolyac, www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Aralık 2018 / sayı 20

Ekibe neden seçildiğimi ilk etapta pek


anlayamamıştım, zira bu labirentte benzen çok daha zeki veya daha tecrübeli insanlar vardı. Ancak bilimsel açmazlara karşı ortaya koyduğum pratik yaklaşımları büyük bir keyifle dinleyen, bir hücre hakkında bile iki saat konuşabildiğim çok kıymetli bir hocaya sahiptim ve bu göreve dahil olmam için bana referans olduğunu öğrendim. Ayrıca o da benimle geliyordu ve benim için büyük bir şanstı bu. Toplantı salonuna doğru hızlı adımlarla ilerlerken, etraftaki koşuşturmaya gözüm takılmıştı. Sanki on dakika sonra büyük bir savaşa girecekmişiz gibi bir hava vardı her yerde. Dünyaya benzeyen bir gezegene ilk gidişimiz değildi bu ama nedense her defasında aynı heyecan yaşanıyordu. Elbette bunun en temel sebebi, şu ana kadar hiçbirinde canlılığa dair bir bulguya rastlanmamış olmasıydı. Salona girdiğimde, içeride en az elli kişi olduğunu gördüm. Herkes hazır görünüyordu, ben hariç tabii. Sebepsiz bir gerginliğin vücudumu sardığını fark ettim. Neyse ki bir süre sonra Aras Hoca yanımda belirdi. “Gergin görünüyorsun.” dedi, hafifçe tebessüm ederek. “İyiyim.” diye yanıtladım. Yalan söylediğim kolayca anlaşılabiliyordu.

da doğurmamıştı. Kimi zamanlar dünyanın çeşitli yerlerindeki üniversitelerde misafir öğretmen olarak dersler verirdi, tabii öğrencilerin yoğun ilgisi sebebiyle bu derslerde yer bulabilmek pek de mümkün olmazdı. Elbette, böylesine önemli bir rehberiniz olduğunuzda işler daha da kolaylaşıyordu. Benim en büyük merakım ise, başka bir gezegende bir canlıya rastlarsak nasıl bir tepki vereceğimiz idi. Karşımızda bizden daha gelişmiş bir uygarlık mı bulacaktık, yoksa sadece garip görünümlü böceklerle mi karşılaşacaktık? Diğer taraftan, karşılaşacağımız bu uygarlık bize nasıl bir tepki verecekti? Belki de daha ilk saniyeden çatışmaya başlayacaktık. Tüm bu belirsizliklerin can sıkmaması mümkün değildi. Gerginliğimi Aras Hoca da anlamıştı tabii. Sanki kafamdan geçenleri okuyormuş gibi, “Belirsizlikler beni de ürkütür.” diyerek girdi söze, “Ancak korku denilen şeyi en çabuk aşması gerekenler de yine bizleriz.” “Biliyorum hocam.” diye yanıtladım, “Sadece, umarım bu işin sonunda somut bir şeylere ulaşabilir ve ortaya çıkacak şeylerin altından kalkabiliriz. Elimiz boş da dönebiliriz tabii, lakin eğer bir şey bulabilirsek, işte o zaman ne yapacağımızı bilemiyorum.”

“İyi halin bu mu? Dikkatini toplamanı tavsiye ederim, birazdan yola çıkıyoruz.”

“Yapacak çok fazla bir şey yok. Kimse var mı diye bakıp geri döneceğiz. Bu ziyaretin öncekilerden farklı olmasını da bekleme.”

“Emin misiniz?”

“Hayır, ama yine de bekleme.”

“Hemen mi gidiyoruz?”

Kaşlarını çattı, “Randevun mu vardı?” dedi. Başımı sağa sola salladım, “Yok.” dedim.

“O halde sorun yok.”

Aras Hoca, günümüz dünyasında deha olarak görebileceğimiz kişilerden biriydi. On dört yaşında üniversiteyi bitirmişti. Yirmi yaşına geldiğinde, kendi formüllerini oluşturmaya başlayan bir bilim insanıydı artık. Otuzunda ise, Zolyac’ın kıdemlilerinden biri olmuştu ve üç yıldır da oldukça parlak bir grafik çiziyordu. Belki de zekasının bir yan etkisi olarak, olduğundan on yaş daha büyük görünüyordu. Lakin bu onu daha da karizmatik yapmaktan başka bir sonuç

Aras Hoca başka bir şey söylemedi, ben de cevap vermedim. Böyle düşünmesini tuhaf karşılamadım tabii. Öyle ya da böyle, neler olacağını hep birlikte görecektik. Biraz sonra toplantı başladı. Bir saat kadar süren toplantıda, önemli bilgilerin üzerinden tekrar geçildi, her zaman yapılan uyarılar yinelendi, sonra da yola çıktık. On bir bin ışık yılı uzaktaki Larkum’a aşağı yukarı dokuz saatte ulaştık. Büyük bir gürültüyle yüzeye indik. Dünya’dakine benzer bir atmosfere ve yer çekimine sahip olan, kendi etrafında dönme hızı Dünya’nınkine hayli yakın olan, ayrıca www.yerlibilimkurgu.com

101


canlılığın en temel gereksinimi olan suyu bünyesinde barındıran bir gezegene indiğinizde, etrafta ağaç veya hayvan, hatta insana benzer canlılar aramanız işten bile olmuyordu. Şanslıydık, çünkü fırtına da yoktu. Yine de talimat gereği giysilerimizi çıkarmamıştık. Elli kişilik ekip, gruplar halinde dört bir yana dağıldı. Aras Hoca ve ben, yanımızdaki diğer iki kişiyle birlikte ilerlemeye devam ediyorduk. Etrafta ağaç veya ot yoktu. Su birikintilerini dikkatle inceliyor, bir hareketlilik görmeye çalışıyorduk. Biraz sonra bir göl ile karşılaştık. Gölün ortasında suyun titreştiğini fark ettik, fakat bunun doğal bir olay olup olmadığını anlayamadık. Nedense burada balık veya balığa benzer bir şeyler bulacağımızı düşünmeye başlamıştım. Zira insan gibi kompleks yapılı bir organizmadan ziyade, balık gibi nispeten daha basit yapılı diyebileceğimiz bir canlıya rastlamamız daha olası geliyordu bana. “Ben gidip bakacağım.” dedim. Aras Hoca somurttu, “Dikkatli olmakta fayda var.” dedi, “Burası bir tür bataklık bile olabilir.” “Sanmıyorum.” dedim, kendimden emin bir şekilde. Su yeterince temiz görünüyordu. Yavaşça gölün ortasına doğru ilerlemeye başladım. Suda hareket eden bir karartı görmemle çığlık atmam bir oldu. Telsizden “Hemen buraya gelin.” diye bağırdım, “Burada bir şey var.” Tabii bu konuşmayı herkes işitmişti. “Ne oldu?” dedi Aras Hoca. Onun da sesi heyecanlı geliyordu. “Hareket eden bir şeyler var.” dedim, “Ne olduğunu tam olarak göremiyorum.” Hemen yanıma geldiler. Kafamı suyun içine sokup etrafa bakmaya başladım. Siyah bir şeyin hareket ettiğini gördüm. O kadar heyecanlanmıştım ki, ne yapacağımı dahi bilmiyordum. “Görüyor musunuz hocam?” dedim. Aras Hoca da bir müddet inceledikten sonra “Evet.” dedi, “Eğer gemiden ufak bir parça dökülüp de buraya düşmediyse ki hiç sanmıyorum, bunun ne olduğunu ben de merak etmeye başladım.” Kısa süre içinde herkes olduğumuz yere geldi. Hemen gölün içinde aramalar yapmaya başladık. Fakat göl hayli büyük ve derindi. Yine de on beş dakika kadar sonra ekipten biri, elinde içi su dolu bir kavanozla geri 102

www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Aralık 2018 / sayı 20

geldi. “Bulduk.” diye bağırıyordu, “Sonunda bulduk.” İnanması güçtü ama kavanozun içinde bir balık vardı. Herkes avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı. Tarihte ilk kez, dünya dışında bir yaşama ulaşmıştık. Gölden çıktık. Herkes kavanozun etrafında toplandı. “Sadece bir tane mi?” dedim, endişeli bir ses tonuyla, “Başka yok muydu?”

“Sadece bunu bulabildim.” dedi adam.

“Mutlaka başka balıklar da olmalı.”

Aras Hoca tekrar yanımda belirdi, “Varsa onları da buluruz.” dedi. Önce bunu Dünya’ya geri götürmeliyiz. Tekrar geri döndüğümüzde, buraya herkesi getireceğiz. Artık yeni odak noktamız bu gezegendir.” Balığı bir süre inceledim. Tıpkı Dünya’daki hayvanlar gibi o da simetrikti. Onun da iki gözü vardı, ancak gözleri kafasının üst tarafında kalıyordu ve açıkçası bu görüntü biraz ürkütücüydü. En fazla yirmi santimetre kadardı ve simsiyahtı. Tabii en büyük arzumuz, balığın dokuz saatlik yolculuğumuz esnasında ölmemesiydi. Zira Dünya’ya ilk kez başka bir gezegenden bir canlı götürmüş olacaktık ve bu canlının yolda ölmesi kadar kötü bir şey olamazdı. Öyle ya da böyle, 12 Ağustos 2034 gününü herkes hatırlayacaktı, zira bugün tarih sahnesinde yepyeni bir sayfa açılmış ve evrende yalnız olmadığımız notu düşülmüştü.


www.yerlibilimkurgu.com

103


Esra UYSAL

Yerli Bilimkurgu Yükseliyor’un En’leri ve Neler’i

Neler Yapmışız Neler Paylaşmışız Neler Konuşmuşuz

?

:( Stan Lee aramızdan ayrıldı :( 104

www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Aralık 2018 / sayı 20


Insight 6 Mars’a başarılı bir şekilde iniş yaptı.

20. sayıyı yayınlamanın mutluluğunu yaşadık.

İlk baskısı 1996 da Metis Yayınevinden çıkan. Müfit Özdeş’in Son Tiryaki kitabı 22 yıl aradan sonra genişletilmiş baskısıyla tekrar basıldı.

www.yerlibilimkurgu.com

105


Teğmen Halil’in maceraları tüm hızıyla devam ediyor.

Fotoğraf Yarışmamız devam ediyor.

Çok doğru 106

www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Aralık 2018 / sayı 20


Türkiye’de bilimkurgunun gelişmesi için herkes elinden geleni yapıyor. Ş.Yüksel Yılmaz’a ve Buca Belediyesi’ne katkılarından dolayı teşekkür ederiz.

Airbus Foundation ve Autodesk tarafından

birlikte

düzenlenen

“Design for Space Travel” (Uzay yolculuğu

için

tasarım)

küresel

öğrenci tasarım yarışmasında, Gazi Üniversitesi

Endüstriyel

Tasarım

Mühendisliği son sınıf öğrencisi

Furkan Günal, Fusion 360 ile gerçekleştirdiği “Horizon-2” isimli projesi ile 18 - 25 yaş arası gençlerde birincilik ödülünü kazandı. www.yerlibilimkurgu.com

107


Sezai ÖZDEN

Bilimkurgu Yazarlarımız ve Eserleri Karma Liste Yerli Bilimkurgu Yükseliyor ekibi olarak, yerli eserlerin tanınması birinci önceliğimizdir. “Yerli Bilimkurgu olur mu hiç!”, “Yerli bilimkurgu kitabı var mı?” “Bizimkiler bilimkurgu yazamaz!” diyenler için onlarca eseri toparlayıp arşiv haline getirdik. Herkesin kolaylıkla ulaşabileceği internet sitemizde, tarihlerine göre sıraladık. Eserlerimize sahip çıkma zamanının geldiğini düşünüyoruz. Pek çok eser sessiz sedasız basılıp, raflardaki yerlerini alıp bir süre sonra unutuluyor. Bilimkurguya yeterince değer verilmiyor. Dileğimiz, ülkemizde üvey evlat muamelesi gören bilimkurgu eserlerinin, bilinmesi ve ötelenmemesi. Biliyoruz ki kısa bir süre içinde, bu eserlerin çoğu film veya dizi olarak karşımıza gelecekler. Buna inanıyoruz. Bu liste ülkemizde şimdiye kadar yayınlanan yerli bilimkurgu kitapları hakkında bilgi sahibi olunması için hazırlanmıştır. Liste sürekli güncellenmektedir. Bu nedenle eksik olduğunu düşündüğünüz, bilimkurgu eserlerini, yerlibilimkurguyukseliyor@gmail.com üzerinden bizlere ulaştırabilirsiniz.

108

www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Aralık 2018 / sayı 20


Son Tiryaki 2018

Müfit Özdeş

Kırmızı Top 2018

Mehmet Barış Albayrak

Külleri 2018

Semih Erelvanlı

www.yerlibilimkurgu.com

109


Çok Çağı 2018

Arzu Eylem

Papatya Tarlasında Rönesans 1 - 2018

Gizem Çetin

Trey 2016

Ümmü Gülsüm Atasoy

110

www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Aralık 2018 / sayı 20


Güneş Hırsızları 2014

Doğu Yücel

Yitik Öyküler Kitabı 2011

M.İhsan Tatari

3.Türden Yakın İlişkiler 2005

Uğur Uludağ

www.yerlibilimkurgu.com

111


Kısa Öykü - Bölüm 2

Burak ERDOĞDU

Fareler ve Piller

Farekent

, yuvarlak tünellerin içinde, birkaç yüzyıldır Siyah Tablet’e pil olmaya direnenlerin içinde yaşadığı bir koloniydi. Hoparlörden dans müziği yükseliyordu. Dans vaktiydi. İsteyen insanlar kendilerine yakıştırdıkları bir partnere doğru usulca seğirttiler ve giyildikleri dönemde pahalı olan kumaşlardan dikilme elbiseleri içerisinde dans etmeye başladılar.Kimisinin sırtında kaleşnikofu vardı, kimisinde bazı antik kesici ve delici silahlar, vahşi olmak zorunda kalan yanlarını törpülemek için özgürce dans edip birbirlerine kur yapmaya başladılar. Milan dış dünyadan tecrit edilmiş halde olmalarına rağmen hayata tutunmaya çalışan bu kollektif çabaya burun kıvırıp odasına doğru yöneldi. Şuan hayata tutunmak ve her şeye rağmen yaşamak fikirleri ona çok ama çok uzak geliyordu. Hem de bu fikirlerin Farekent’de bu denli meşhur olmasının baş sorumlusu kendisi olmasına rağmen. Öz evladından utanan bir baba gibiydi. Tek istediği odasına kapanmak ve ölene kadar rahatsız edilmemekti. 112

www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Aralık 2018 / sayı 20

Milan’ın başkanı olduğu Yüce Konsey tarafından yönetilen Farekent’te sıradan bir gündü… Farekent binlerce hücreden oluşan karmaşık bir şehirdi. Her biri birbirinden farklı yuvarlak kubbeli odalarının henüz hepsi keşfedilmş değildi ve sürekli yeni katılanlar için yer vardı .Sıkı bir işbölümüyle idare edilen şehirde herkesin belli bir görevi vardı ve merkezi sinir sistmini andıran bu kusursuz yapı tek bir merkez tarafından yönetiliyordu. Yüce Konsey. İnsanları sıkı bir işbiliğine koşarken yaratıcılıklarını korumalarını sağlayan ve özellikle teşvik eden yönetimin bunu başarabilmesinin tek bir sebbi vardı. Yoğun dış tehdit! Hiçbir kollektif oluum yeterince güçlü bir dış tehdit yoksa bireysel özgürlüğe müsaade ederek gelişemezdi. Bunun tarihta Farekent’ten başka örneği yoktu. En azından 22. Yüzyıldan sonraki bilinen tarihte…3. Dünya Savaşından önceki tarih belgelerdeki ağır tahribat nedeniyle pek erişilebilir değildi. Tiyatro ve dans en büyük eğlenceleri olan bu keyif düşkünü ve çalışkan halk aynı zamanda şarap içmeyi çok severdi. Farekent sanat düşkünü zeki


insanların kardeşçe eziyet çektikleri dünyanın en mutlu şehriydi. Dans ediyorlardı, kadınlar fileli eteklerini ve kıvır kıvır saçlarını savuruyor ve müziğin ahengiyle sarhoş oluyorlardı. Farekent mutluydu. Milan hoparlörden yayılan müziği kısıp Farekent’in kaderini değiştirecek konuşmasına başladığında insanlar yakın gelecekte olacaklardan habersiz müziğin ritmine kapılıp gidiyorlardı. Milan derhal odasına gitmiş de kimseyle muhattap olmadan, bir insan öldürmenin azabını içinde duymadan mikrofona sarılmıştı. “ Beni dikkatle dinleyin.” Farekent bugünün artık sıradan bir gün olamayacağını anladı. Milan’ın midesine kesif bir sancı oturdu. Yüzünü buruşturdu ve terini sildikten sonra sesindeki titremeye mani olmaya çalışarak devam etti. “Teslim olmayı öneriyorum.” Birden söyledi. İnsanların tepkisini düşünmeden onları buna hazırlamadan, onca yıldır omuzunda taşıdığı sorumluluğun yüküyle feryat edercesine, isyanla ve pişmanlıkla ancak bunların hiçbirisini sesinin rengine yansıtmadan… “Silahlarımızla, Şehir’den yüzyıllar boyu çaldığımız erzaklarımızla, tuttuğumuz sırlarla birlikte teslim olarak pil olmayı kabullenmeye çağırıyorum sizi… Evet sizi Şato’nun sözünü tutacağına inanmaya çağırıyorum” İnsanlar birbirlerine sokuldu. Sığınacak bir liman ararcasına yakınlaştılar. Puslu gözlerle yaslı simalarını gizlemeksizin öylece kalakaldılar ve kulaklarına inanmak istemediler. Yakınlaşarak gerçeği bükebilecekmişçesine sokuldular birbirlerine. Farekent’in sonu mu gelecekti acaba? Hayır Pil olamazlardı, bu düpedüz kölelikti ve bedenlerini satmaktı. Diğer insanların huzuru için, medeniyet için veya başka bir şey için bunu yapmayacaklardı. Bunlar ilk şok ile hissettikleri tepkilerdi. Milan uzun ve ince parmaklarıyla kaşe paltosunun fazla derin olmayan iç cebinden bi tane filtresiz sigara çıkarttı ve yaktı. Uzun uzun ciğerlerine çekti. Rahatlamıştı. Ne zamandır böyle kuş gibi hissetmemişti. Cebindeki sigaranın buruşuk paketiniin

üzerindeki anlamsız sembollere göz gezdirdi. Antik bir dildi, İngilizce, şimdilerde ingilizce bilen tek bir kişi bile kalmamıştı ancak bir zamanlar Şato’dan bile güçlü olabileceği söyleniyordu. Onlar da medeniyetlerinin sonsuza dek süreceğini sanmışlardı. Ne tuhaf şey ama. Zihninden başka şeyler geçebilmesine hayli sevindi. Ve konuşmaya devam etti. Bu kez daha yumuşak bir ses tonuyla, sakince ve sigarasının tadını vararak. Omuzlarından devasa bir yük kalkmıştı ve konuşmasından hemen anlaşılıyordu. “Farekent’in yaşamasını bilen güzel insanları sizlere son kez hitap ediyorum. Referandumdan ne sonuç çıkarsa çıksın Yüce Konseyin başında artık ben olmayacağım. Kazanamayacağımız bir savaşı vermenin kimseye faydası yok. Belki birkaç kişi daha pil olmaktan kurtuluyor ancak bunun ötesine gidemiyoruz. Evet yüzlerce yıl azıcık nüfusumuza yetecek kadar gıda giysi ve yaşam malzemesi stoklamış olabiliriz. Onlar bitince ne olacak? Zarar veriyoruz zarar. İnsanlığa zarar veriyoruz. İnsan yaşamını özgürleştirmek için çıktığımız bu yolda zafer yok. Daha çok şiddet var. Bir yere varmayan kör bir şiddet… Lağımın içinde yaşıyor, kokuşmuş havayı soluyor, ilkel giysiler giyiyor ve güneş bile görmeden yaşayarak buna özgürlük diyoruz. Üstelik halk bizden nefret ediyor. Onlara da zarar veriyoruz. Beğenmesek de despotça da bulsak biz onların enerji kaynaklarını elinden alıyoruz. Karşılığında birkaç insanı “sözde” kurtarmanın yanında ne veriyoruz. Onlara ne öğretebiliyoruz! Ben Farekent’e inanmıyorum.” Milan sustu ve Farekent’e sükunet çöktü. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Tiyatroda oyun sergilenmeyecekti o gece ve oprera sanatçıları şarkı söylemeyecekti. Dans edilmeyecekti, mazgallardan güneşin batışı seyredilmeyecekti ve kimse birbiriyle şakalaşmayacaktı. İnsanlar sevişmeyecekti sevgililer kur yapmayacaktı, selamlaşmayacaklardı. Yabancılaşarak midelerini burkan bulantıya usulca teslim olacaklardı, hepsi bu… Olağanüstü uzunlukta bir gecenin sabahında Farekent’in gözündeki fer sönmüş insanları kenti dörde bölen büyük ve yuvarlak bulvarların kesiştiği www.yerlibilimkurgu.com

113


büyük meydanda buluştular. Yapay güneşler tarafından yaratılan titrek ve soğuk jeneratör ışığının altında en güzel giysilerini giymiş halde bir yakınlarını kaybetmişçesine asık bir suratla bir araya geldiler. Hepsi bir çırpıda referandum olsun bitsin istiyordu ve bir yandan da hissediyordu. Zeki insanlara has bir sezgiyle hepsi referandumdan ne sonuç çıkarsa çıksın eski günlerin bir daha geri gelmeyeceğini biliyordu. Milan o basit ve can alıcı soruyu sordu. İnsanlar da düşünceleri doğrultusunda elini kaldırdı veya kaldırmadı. Elini kaldırmayanların sayısı kaldıranlardan daha fazlaydı. Bunu herkes görebildi. Farekent referrandum sonucunda teslim olmayı reddetmişti. Özgürlük şuuruyla veya mücadele azmiyle değil, nedensiz bir statüko talebiydi, ataletti bu veya dirençti. Ya da o bile değil belki de. Birbirlerinden ayrılmak istememek ve düzeni koruma talebi. Böyle şeylerdi işte. Ulvi değerler ve idealler ışığında reddedilmedi referandum. Milan omuzlarını silkti ve oldukça kısa konuştu. “Farekent teslim olmayı reddetmiştir.” Kalabalık sessizce dağıldı. Yüce konseyin üyeleri şaşkındı kimsenin Milan’a neler olduğuna dair bir fikri yoktu. Milan sessizce odasına seğirtti. Yüce Konseyin hiçbir üyesiyle göz göze gelmek istemiyordu, dar omuzları sindi ve önüne düştü, onu ince boynu takip etti ve ağır aksak adımlarla sessizce, kocamış bir asker gibi savaş meydanını terk etti. Yol üzerinde bir şarap mahzenine uğradı ve kendisine ayrılan şişelerden bir tanesini alıp odasına öyle geçti. Yıllanmış şarap tozlu şişenin içinde koyu kızıl rengiyle son derece cezbedici görünüyordu. Koltuğunaa oturdu ve kendinde bulamadığı erdemi şaraptan dilendi. Ne yapaağını düşünmüyordu. Aslında gayet iyi biliyordu ne yapacağını. Zor bir kararı alma sürecinde cesaret toplama işi değildi onunki. Yapmak zorunda kalacaklarının katılığını yumuşatmak için içiyordu hepsi bu. Referandum sonuçlarını hiçe sayacaktı. Kendince yüksek gördüğü idealleri uğruna ömrü 114

www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Aralık 2018 / sayı 20

boyunca sadık kaldığı prensipleri çiğneyecekti. Hem bu ilk kez olmuyordu ki, bu hafta bile ilk kez değildi. Ateşli bir hümanizm savunucusuyken yine aynı yüksek idealler uğruna masum bir polisi öldürmemiş miydi? Şimdi de Şehrin çıkarları için Farekent’i uyulması elzem tüm kurallarıyla beraber feda edecekti. Yüksek idealler uğruna prensip çiğneyebilmek! Belki de sahip olduğu tek prensip buydu. Hayır… Usulca güldü, çünkü bir zamanlar bu prensibi de çiğnemişti. Sadece şarabını içti. Artık başka hiçbir şey düşünmeyecekti. Hayatın getirebileceği en büyük lüks olan sadece yaptığı işe odaklanabilmenin hazzına vardı. Şarabı hiç de nezaket kurallarına uygun olmayan bir şekilde şişeyle kafaya dikti ve ağzını sertçe sildi. Telefonu eline aldı ve bekledi. Telefon denilen garip ve çağ dışı bir cihazla Şato ile iletişim kurulabiliyordu. Kim tarafından kurulduğu bilinmeyen bu ilkel cihaz, manyetik alan çağının öncesine ait bir teknolojiile çalışıyordu. Elektrik adı verilen, şimdilerde sadece görsel amaçlarla veya muhimmat olarak kullanılan bu şeyi Milan iletişim için kullanıyordu. Milan bilinen tarihten çok daha fazlasının yaşandığını bu nasıl çalıştığını bir türlü anlayamadığı cihaza her baktığında bir kez daha anlıyordu. “Evet ne istiyorsun?” Milan irkildi ve sessizce bekledi. Konuşamadı sanki gizemli bir güç gelip dilini düğümlemişti. O sözcükler dudaklarından bir türlü dökülemiyordu. Onun yerine Emeral konuşmaya devam etti. “Milan sensin biliyorum, dün az daha yakayı ele veriyordun. Kökünüz kurumak üzere, kuru inat ediyorsunuz, bunu sen de çok iyi biliyorsun. Teslim olun ve hepinizi ömür boyunca köle olmakla onurlandırayım, Siyah Tablet’e pil olabilmenizi sağlayayım.” Emeral halkla konuştuğu üslubu takınmadı. Pil olabilmenin onur ve şerefinden dem vurmadı. Teröristlerle böyle konuşulmazdı, daha direkt bir iletişim dili kullanmak gerekirdi. Elbette tiranlarla da öyle. “Teslim olacağız, Farekent’in kapısını açacak ve gelmenizi bekleyeceğiz.” Seçtiği her eylemde seçemediklerinin bulantısını duymak, bu da Milan’ın lanetiydi. Telefonu


kapatır kapatmaz midesi kasıldı ve şarap akciğerlerine doldu. Boğulma hissi ve ona eşlik eden bulantı. İşte tüm sahip olduğu buydu. Hafiflemiş hissetmedi, suçluluk da… Sadece bulantı vardı. Neyi seçerse seçsin omuzlarına binen sorumluluk var olduğundan beri sadece bulantı vardı. Asla kaçamadığı ve beraber yaşamayı öğrenemediği yoğun sorumluluk başka bir şey hissetmesine bir türlü müsaade etmiyordu. Şimdiye kadar seçtiği özgür yollar… Farekent’in nemli duvarlarından daha beter ve kasvetli bir hapishaneydi. Milan kimseye haber vermeden kapı nöbetini devralacak ve kapıyı açıp bekleyecekti. Çok uzaklarda Emeral çocuk gibi mutluydu. İçten içe delicesine korktuğu ancak sahip olduğu korkunç iktidar nedeniyle bunu asla belli edemediği Farekent’in direnişçileri sonunda teslim oluyordu. Okyanus üzerinde onun gücünün üzerinde tek bir güç kalmamıştı. Asit lekeleriyle bezeli yağlı ve irin kaplı sağlıksız koluyla telefonu kapattı. Bugün halkın onu görmesine izin verecekti. Bugün tedbiri bırakabilirdi. İktidarını korumak için kimliğini gizli tutmasına artık gerek yoktu. Böylesine kolay elde edilen bir zafer karşısında halen temkinli ve disiplinli davranabilmek hiçbir liderin harcı değildi. Eni boyunda denk olan saman rengi, yumuşak ve ödemli gövdesini fizik kurallarına meydan okuyan bir atiklikle koltuğundan kaldırdı. Kırmızı ve yuvalak bir tuşa bastı ve dış dünyaya bir kapı açıldı. Uzun yıllardır odasından ilk kez duşarıya çıkıyordu. Pillerden gelen yaşam enerjisiyle beslendiği odadan çıktığını kimse görmemişti. Kimse iktidarı nasıl ele geçirdiğini hatırlamıyordu ve bu böyle kalmaya devam edecekti. Emeral onunla göz göze gelmenin şaşkınlığı içerisinde olan kurmaylarına sanki dudak uçuklatıcı bir çirkinliğe sahip değilmiş gibi herhangi bir sakinleşme süresi tanımadan konuşmaya başladı. “Şehre gidecek, halkı silahlandıracak ve farekente saldırıp onların hepsini öldüreceğiz.” Kurmayların şaşkın bakışları arasında Şato’nun balkonuna doğru garip ve bol kıyafetiyle parlak zemini süpürerek ilerledi. Balkona ulaştı ve sterilize edilmemiş mikroplu havayı ciğerlerine çekti.

Yaşaması için hayli zararlı olan bu doğal havayı uzun süre teneffüs etmesi zaten su toplamış olan çeyrek kapasiteyle çalışan ciğerleri için epey zararlıydı ancak kimin umurundaydı. Ses ve görüntü yükselticileri hazırlattı, Şehrin her bir noktasından görülebilmek istiyordu. Şehir’de yaşayıp da onu görmeyen kimse kalmasın istiyordu. “Fareler teslim olma kararı aldılar. Şehrin sırtında bir kambur gibi yaşamaya devam edemeyecekler. Bugün kutsal bir gün. Sizler tarihi bir ana tanıklık edeceksiniz. Sizlerden beklentim silahlarınızı kuşanmanız ve ömrünüz boyunca içinizde tutuğunuz tüm şiddeti Farekent’in üzerine kusmanız. Lağıma inin ve medeniyet için öldürün. Karşınıza çıkan tüm teröristleri tek tek katledin. Onlar insanlığın sinesinde bir ur misali çöreklendiler, yok edilmeleri gerek. Bu tarihi fırsattan yararlanın adınızı tarihe yazdırın. İsminiz sonsuza dek bu şerefle birlikte anılsın. Silahlarınızı kuşanın büyük savaş başlıyor!” Emeral balkondan içeri girdi. Girişinde büyük harflerle “Batarya Odası” yazan odanın içerisinde saf su dolu kapsüller içinde başları öne eğik elleri iki yana açılmış hareketsiz duran pillere baktı. Değişmesi gereken kimi pil hücrelerinin sararmış duvarlarında usulca göz gezdirdi. “Çok yakında sizlere yepyeni binlerce pil daha katılacak o zaman gücümü hayal bile etmek istemiyorum.” Dedi… Neyse ki onu kimse duymadı, Şehir’de yaşayan hiçkimse pillere ve Siyah Tablet’e adanan enerjinin Emeral’in gücünü beslediğini bilmiyordu. Emeral’in sorgulanmaz gücü ve gözlerden uzak yaşamı bu ilişkinin şimdiye kadar kurumasına engel olmuştu. Şehir insanlarına telekinezik, termobarik, plazmik, elektromanyetik başka olmak üzere yıllardır bir kez dahi kullanmadıkları, işlerliğini test edebilmek için uzaylı saldırısı veya olası bir Farekent işgalinden medet umdukları silahlarını kullanabilmeleri için eşsiz bir fırsat doğmuştu. Barış içerisinde yaşayan ve asla en ufak bir şiddet eylemine dahi karışması beklenmeyen zararsız görünümlü sözde pençeleri törpülenmiş www.yerlibilimkurgu.com

115


evcil insanların gözünü kan bürüdü. Göz bebekleri yuvalarında dönenip durdu ve kan için deliren aman bilmez savaşçıları andırır oldu. Polisler çoktan lağıma inen kapakları açmıştı. Onbinlerce insan oluk oluk yer altına akmaya başlamıştı bile. Senkronize edilmiş onbinlerce meraklı göz samimi bir vahşetle Farekent’in gizemli girişini aramaya koyulmuşlardı. Sel olmuş akan kontrolsüz güruh sürekli arayan gözleriyle kapının yerini bulmaya çalışıyor ve karşılaştığı her bir çıkmaz sokakta daha çok sinirleniyordu. Dünyanın kalbine inen korkunç adım sesleri tüm Farekent’te yankılanmaya başladı. Fareler daha o anda hiçbir şeyden haberleri yokken varlıklarının birazdan son bulacağını anladılar. Milan Farekent’in kapısının önünde hazır bekliyordu. Uğultuları duydu. Bu kadar hızlı olamazlardı. Kapıyı açarken ellerini böyle çabuk tutmalarından Emeral’in sözünü tutmayacağını anladı. Farekent’i yok etmeye geliyorlardı. Belki içlerinden çok azını sağ bırakırlardı ona da umudu yoktu ya… İnsanlar yıllardır bastırdıkları korkunç şiddeti kusmaya geliyorlardı. Öldürmeye hevesli gözü dönmüş kişiliksiz koca bir güruh… Yaklaşan adımların çınlamasında ölümün ekşi tadı vardı. Milan’ın midesi buruldu hissettiği buydu, buruşuk kekremsi ve rahatsız edici bir tat. Milan bunu çok sevdi, hissetmek güzeldi, acıyı ve kötüyü hissetmek insan olmanın bir parçasıydı. İliklerine kadar korkuyordu ve yaptığından pişmandı, bütün bu duyguları öleceğini bilmenin ekşiliği ile harmanlayarak kucakladı. Onları kabullendi ve doya doya hissetti. Duyuları alınmış bi şekilde inanmadan yaşayan birisi için en kötü duygular bile ödül gibiydi. Yaşadığını duyumsadı, bu en son ne zaman olmuştu hatırlayamıyordu. Tüm hislerin ardında huzur vardı, derinlerde gizlenen ve varlığını göstermek istemeyen utangaç bir huzur. Sadece yeterince uzun süre duygularına odaklanabilen insanların orada olduğunu anlayabileceği titrek ve nazlı bir huzurdu bu. Milan huzuru bulmuştu, ölüm kokan ayak seslerinin git gide yaklaşmasına rağmen… 116

www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Aralık 2018 / sayı 20

Şehrin insanları şiddetlerini akıtmak için kontrolsüzce birbirlerini eziyor Farekent’e yaklaştıklarını düşündükçe vahşileşiyorlardı. Aralarında lağımın dar koridorlarında ezilerek ölenler oldu .Güruhtan onları ciddiye alan kimse olmadı, şiddet bir kere gözlerde parladı mı yönü çok da bir şey ifade etmiyordu. Yumuşak etle gevşemiş bedenlere basarak ilerlediler, kimisi böğürüyor ve hatta uluyordu. Milan Fareler’e döndü ve bağırdı.” Yolun sonu kardeşlerim, size ihanet ettim ve birazdan benim hatam yüzünden öleceksiniz. Aydınlığı değil belki ama bu karanlığı beraber bölüşeceğiz. Sizi aldattım, beni sakın affetmeyin. Tüm sorumluluk benim. Birazdan geberip gideceğiz ne diliyorsanız onu yapın. Hayat çok kısa ve şu an her şey eskiden olduğundan daha anlamsız” Milan elinde sıkı sıkı tuttuğu kemanı havaya kaldırdı ve çalmaya başladı. Farekent bunun olacağını içten içe çok iyi biliyordu. Bu kaçınılmaz sondu. Dönüşü olmayan yoldu, bu mukadderattı… Kadınlar özel günler için sakladıkları elbiselerini giyiyorlar ve makyajlarını tazeliyorlardı. Hoparlörden dans müziği yükselmeye başladı. İnsanlar zarifçe kendilerine uygun bir eş arama yarışına giriştiler ve dans etmeye başladılar. Tiyatroda oyun oynanmaya başladı, çocuklar şakalaştılar ve kimi çiftler zevkle sevişmeye başladılar. Şehrin homurtulu kakafonisine tahammül etmelerinin tek yolu sanat ve eğlenceydi. Onlar da dürtüsel bir tepkiyle bunu yaptılar. Milan Farekent’in girişinde usulca çalmaya devam etti. Tuvalini boyayan insanlar, meditasyon yapanlar, tembel tembel mazgal hizalarına uzanıp güneşi seyrederek şarap içenler, meditasyon yapanlar ve şarkılar söyleyenler Milan’ın kemanının hoş tınısına kendilerince eşlik etti. Kimse son anlarını kin ve nefretle boğuşarak geçirecek kadar bonkör değildi hayata karşı. Yaşamak böyle savrulacak şey değildi. Onlar her anını sıkı sıkıya değerlendirmenin bir yolunu arayan yaşam ciimrileriydi ve para cimrisi, kıyafet cimrisi, mal cimrisi diğer insanlar gibi cimrisi olduğu şeyi son damlasına kadar suyunu çıkarırcasına savunacaklardı. Farekent unutulmaz bir şekilde yok olacaktı bunu biliyorlardı. Destanlar her zaman zaferle yazılacak


değildi ya. Bazen destansı ölünebilirdi. Milan bunların hiçbirini düşünmeden çaldı. Sadece çaldı ve çaldı… Derken şehrin insanları Farekent’in özenle saklanmış kapısını buldu ve oluk oluk akmaya başladı. Milan ise sadece çalıyordu. Etinin kavrulduğunu ve kömürleştiğini hissetmedi çünkü o sırada orada değildi müziğe dönüşmüştü… Şehrin gözü dönmüş insanları farelerin arasına sızdı ve tek tek yok etmeye başladı. Yanlışlıkla birbirlerini de öldürdüler ve tabiki bunu hiç önemsemediler. Sanat ve bilimle törpülemedikleri şiddet dolu doğalarını sonunda açığa çıkartabilmişlerdi. Sarhoş edici bir mutluluğa boğulmuşlardı. An be an Farekent’te müziğin sesi kısılırken homurtuların gürültüsü artıyordu. Sanat ve şiddet arasındaki denge şiddetin lehine bozuluyordu. Farekent’in ışığı Şehrin insanları tarafından soğurulmaya devam etti. Artık neredeyse sadece karanlık vardı. Farelerin büyük çoğunluğu ölmüştü. Neredeyse yaşayan kimse kalmamıştı. Tam o anda mucize gerçekleşti. Şehrin insanları bir an durdu ve kulak verdi. Titrek bir müzik yükseliyordu. Ne güzel bir sesti bu! Ne olduğunu merak ettiler ve sesi sevdiler. Daha çok dinlemek istediler. Duraksama böylece uzadı. Etraflarına baktılar. Duvarlarda resimler ve şekiller vardı. Anlamadıkları ancak bakarken haz duydukları şeyler. Adını koyamayıp anlamlandıramadıkları bu güzellik karşısında şaşırdılar ve bocaladılar.Alışık olmadıkları farklı bir tatmin hissi duymaya başladılar. İçlerinde fareleri taklit etmeye başlayanlar bile oldu. İnsanlar öldürseler mi taklit mi etseler bilemedikleri bir grup insanla birlikte öylece kalakaldığında bütün gerçekliği sindirecek kadar kuvvetli bir gürültü duyuldu. Siyah Tablet hareket ediyordu. Kimsenin neden ve ne zaman geldiğini bilmediği devasa şey birden çekti gitti. Kimse neden geldiğini bilmiyordu ve niçin gittiğini bilmeyecekti…

Son

www.yerlibilimkurgu.com

117


Roman - Bölüm 6

Arda Tipi

Yıldız Avcısı

K

apanan göz kapaklarımın ardında olanca pusuyla loş bir manzara belirmeye başlamıştı. Kemanın zarif tınıları, açık pencereden gelen esintiyle bir olmuş, karşımda asılı, gün ışığında bile zihnimi rüyalara sürükleyen o Sebastian Pether tablosuna taşıyordu beni. Ayaklarımın neredeyse uykuyla uyanıklık arasında kurulu o diyarın nemli topraklarına dokunduğunu 118

www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Aralık 2018 / sayı 20

görsel: artuk.org

hissedebiliyordum. Bastığım zemini görmek için öne eğdiğim başımı kaldırdığımda, göldeki yansımasını Narcissus misali hayranlıkla seyreden peçeli bir dolunay, ve omzunda onun ışığıyla eski günlerindeki ihtişamını hayal eden harabe bir katedral beni geceye davet ediyordu. Adımlarım bu efsunlu manzaranın sisli derinliklerini keşfetmek için kalbine; ay ışığında


titreşen göle yönelmişti. Kulaklarım ise bu görsel şiirin satır aralarını okumaya çoktan başlamıştı bile; meltemin çalılardaki hışırtısı, cırcırböceklerinin bildik serenadları, kurbağaların sükuneti delen hasbihalleri... Göle yaklaşırken kıyıdaki yıkık katedralin gül penceresinin bir göz gibi beni izlediği hissine kapılmıştım bir an. Ama bu, genelde rüyalarda karşılaşılan türden bir tekinsizlik duygusundan ziyade beklenen bir misafirin hissettiği rahatlığı yaratmıştı sezgilerimde. Ona dokunabilmek, duvarlarındaki günden kalma ılıklığıyla el sıkışabilmek amacıyla yakınına doğru yürüdüm. Avuçlarımın, duvarı kaplayan sarmaşıkları yararak temas ettiği o yaşlı, mağrur taş tuğlalar belki sesleri olsa, bu görkemli hayaletin geçmişini anlatırlardı bana destanlarıyla. Ama belki de bir sese ihtiyaçları yoktu bile; bu bir rüyaydı ve rüyalarda imgeler ile sesler birbirlerine dönüşebilirlerdi. Hatta aklımdan geçen şey, hatta hatta aklımdan geçtiğini bilmediklerim bile kendilerini var edebilirdi. Eğer öyleyse sahnenin sahibi Ay ile konuşmayı tercih ederdim. Elimi duvarın üzerinden kaldırdığım an, arkamda, çalılık ve gölün birleştiği girintiye yakın sayılabilecek bölgede, suyun içinde birinin varlığını hissettim. Arkamı döndüğümde resimdeki balıkçının, çoktan bağlayıp terketmiş olduğu kayığını, onun ilerisinde de, ıslak, uzun saçları ay ışığının altında parlayan, yüzü Ay’a, sırtı ise yarı bana dönük bir kadının gölde yıkandığını farkettim. Onu daha iyi görebilmek için bulunduğum toprak yükseltiden çalıların ardına gizlenerek yavaşça gölün sığ kısmına indim. Yüzünün görebildiğim kadarı tanıdık geliyordu ama kim olduğunu anımsayamamıştım. Ona seslenmeyi düşündüm, sonra ürkütebileceğimi düşünerek vazgeçtim. Yüzünü bana dönene kadar çalıların ardından izlemeyi sürdürmeye karar vermiştim. Ancak ne kadar beklediğimi bilemiyorum, bulunduğum tarafa dönmüyordu. Sanki Ay’la konuşurcasına bakışları hep ona dönüktü, arada sırada başını suya sokup çıkarıyordu sadece. Belki bir ‘nympha’; su perisi kurmuştu bilinçaltım, kimbilir. Neden bilmiyorum, düşüncelerimi duymuşçasına irkilmiş ve önce gözlerini, sonra da başını saklandığım yere doğru çevirmeye başlamıştı ağır ağır. O an hafif

bir tedirginlik, ardından da o bahsettiğim, rüyalara has tekinsizliği hissetmeye başlamıştım. Yüzünü tamamen döndüğünde onun bugün tanıştığım Anna’ya çok benzediğini farkettim. Vücudunun ve başının konumunu bozmadan, bulunduğum yere doğru bir timsah edasıyla yüzmeye başlamıştı. Su ne kadar sığlaşırsa sığlaşsın vücudu ve başının alt kısmı suyun içinde kalıyordu. Bu beni çok korkutmuştu. Bununla beraber, o loşlukta farkedebildiğim bir tebessüm de vardı yüzünde. Yine de saklandığım yere iyice yaklaştığında hissettiğim tekinsizlik zirve noktasına ulaşmış ve ben de panikleyerek uyanmıştım. Gözlerim yavaş yavaş açılırken Anna’nın yüzü iyice bulanıklaşmış şekilde hâlâ önümde duruyor gibiydi. Görüşüm netleştiğinde bunun rüyama sahne olan duvarımdaki tablo olduğunu farkettim; ‘Ayışığında Göl ve Gotik Kilise Harabesi’ adlı eseriydi Sebatian Pether’in. Gözlerimi ovuşturarak kolumdaki saate baktım; sabahın 4’ünü gösteriyordu henüz. Tekrar uyumayı denemektense işlerimi bitirmenin daha iyi olacağını düşünerek mutfağa gidip kahve hazırlamaya koyuldum. Klasik olanın sağlıklı olmasının yanısıra daha soylu ve ince bir zevk olduğuna da inandığımdan Türk kahvesini tercih ederdim içeceğim zaman. Bakır cezvedeki sıcak suya eklediğim koyu kavrulmuş kahveyi karıştırırken ortasında oluşan küçük girdap kısa süreliğine hipnotize etmişti beni; sanki zihnim gördüğüm rüyanın içine çekilmişti tekrar, tüm o sarhoş edici kompozisyon, ve Anna’nın ay ışığı altındaki ıslak yüzü... Gözlerimin önünden tekrar geçiyorlardı bir bir. Kahvenin taşıp ocağa dökülmesiyle çıkan cızırtıyla gerçek dünyaya geri döndüm. Cezvede kaldığı kadarını kahve kupama koyup tekrar salona yönelmiştim çalışmak üzere. Tekrar uyuyakalmamak için kitaplarımı ve diğer belgeleri masanın üzerine taşıdım bu sefer; ‘Galaksiler ve Kozmoloji’, ‘Gök Mekaniği’, ‘Güneş Sistemi Fiziği’, yardımcı kaynak olarak da Stephen Hawking’in ‘Kara Delikler ve Bebek Evrenler’i.

www.yerlibilimkurgu.com

119


Sezai ÖZDEN

120

www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Aralık 2018 / sayı 20


www.yerlibilimkurgu.com

121


122

www.yerlibilimkurguyukseliyor.com / Aralık 2018 / sayı 20


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.