Aralık • Ocak 2011
Sayı: 1
Prof. Dr. Cihan Okuyucu
Rafet Orhan’la
Yeşil Vadiye Yolculuk Uğur G. Yalçıner
Küresel Güç Küresel Marka Ahilik Kardeşlik
Ahi Evran
Hz. Mevlana
Aziz Yeniay
Küçükçekmece Küçük İstanbul Cihan Demirel
Biz Arsa Değil Mutluluk Satıyoruz
Birlikte bir adım daha ileriye... Rafet ORHAN Yönetim Kurulu Başkan›
YEŞİL VADİ DERGİSİ bugün sizlere merhaba diyerek hayata geçiyor. Umuyor ve diliyoruz ki YEŞİL VADİ DERGİSİ bizleri birbirimize daha da yaklaştıran, seslerimizi duyuran, dostluk ve hissiyatlarımızı paylaştıran sayısız güzelliklere vesile olur. YEŞİL VADİ AİLESİ olarak, arsa ofisi sahasını, doksanlı yıllardan bugüne, asli ve ihtisas konumuz olarak belirleyerek çalıştık. Arsa ofisi sektörüne yeni bir soluk ve nefes katmaya çalıştık. Sadece yaşadığımız günü değil, geleceğimiz içinde ‘’ Ölmeyecekmişiz gibi ‘’ kendimizi yenileyerek geliştirdik, ürettik. Umutlarımız için, Ülkemiz için, Çocuklarımız için sürekli koştuk. Ve şimdi bir adım daha atıyoruz. Yeşil Vadi, yıllardır sizden gelen istek ve talepler doğrultusunda inşaat için kolları sıvıyor. Bize güç veren, öncelikle sizlerle olan birlikteliğimizdir. Bu oluşan beraberlik, bir sevgiye dönüşerek, yeni projeler üretme cesareti verdi. Yeni projeler yeni dostluklar, tabiî ki yeni kazançlar demekti. Bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonrada kazandırmaya devam edeceğiz. 2011 Yılına girdiğimiz bu günlerde hazırlanan dergimizle, sizlere daha yakın olmanın heyecanını ve sevincini, yine öncelikle sizlerle paylaşmak çok güzel. Sizlere kavuştuğumuz, buluştuğumuz ilk sayımızda, hepinize sağlık, huzur ve mutluluklar niyaz ediyor, dostluk başarı ve beraberliklerimizin daim ve güçlü olmasını diliyorum. Yeşil Vadi Dergisi için emek veren tüm arkadaşlarıma, ayrıca aramıza katılarak bilgi ve birikimlerini bizlerle paylaşan Turan Yaş ‘a teşekkür ediyor, başarılar diliyorum. Giderek güçlenen ve büyüyen ortak çatımız YEŞİL VADİ AİLESİ olarak, sizlerden duygu, düşünce ve hissiyatlarınızı bizlerle paylaşmanızı, dergimizin öncelikle bunun için var olduğunu bilmenizi istiyorum. Tekrar hepinizi, şahsım ve tüm YEŞİL VADİ AİLESİ adına selamlıyor, Allah‘a emanet ediyorum.
ARALIK • OCAK 2011
1
14
Rafet Orhan
Yeşil Vadiye Yolculuk
Aralık • Ocak 2011 Sayı: 1
İki Aylık Dergi
Sorumlu Genel Yayın Yönetmeni Turan YAŞ turanyas@yesilvadidergisi.com
Yeşil Vadi Ümit, Sevgi ve Hayat
Yayın Danışma Kurulu Rafet Orhan Cihan DEMİREL Emin ERTUĞRUL Katkıda Bulunanlar Ersin TÜRAY Melih YAMAK Kemalettin ERSÖZ Fatih DEMİRAL Hüseyin ORHAN Reklam ve Pazarlama Kadir ÖZEK kadirozek@yesilvadidergisi.com
Küçükçekmece Küçük İstanbul
Küresel Güç Küresel Marka
Ahilik Zanaatta Kardeşlik
Tarihi Lezzet Üstadı
Biz arsa değil mutluluk satıyoruz
2010-2011 Küresel Raporu
Prof. Dr. Cihan OKUYUCU
İstanbul Sinop Spor
Hukuk Av. Erdal ÖZCAN erdalozcan@yesilvadidregisi.com Muhasebe, Finans Gül Peri AYDIN peri@yesilvadidergisi.com
İçindekiler
04 Uğur G. Yalçıner 08 Ahi Evran 20 1888 Hacı Abdullah 26 Cihan Demirel 30 Ekonomik Rapor 34 Hz. Mevlana 38 Ramazan Aşçı 46 Aziz Yeniay
Fotoğraf Abdullah GÜLMEZ abdullahgulmez@yesilvadidergisi.com
Tasarım ve Baskı Elma Basım Yayın Ltd. Şti. Halkalı Cad.No.164 B-4 Blok, Küçükçekmece, 34295 İstanbul www.elmabasim.com elma@elmabasim.com
Bir dostluğun, idealle buluşmasının adı oldu YEŞİL VADİ DERGİSİ. Sevgi ve güvenin, üretme gücü ile birleşmesinin meyvesi. Geçmişin tecrübelerinden ders alarak, ufka bakan, inançlı ve azimli bir yapılanmanın hayat buluşu. Yeni ümitlere, keşiflere ve birlikteliklere kanat açışın eseri. El ele verildiğinde, dağların ovalara, yeşil vadilere nasıl dönüştüğünün örneği. Bu ilk sayı ile sizlerle buluşmak, hepimiz için heyecan verici. Her iki ayda bir sizlerle olacağımız YEŞİL VADİ DERGİSİ, sadece kurumsal dergi olmanın ötesinde, entelektüel ve gündemi yakalayan bir anlayışla hazırlandı. YEŞİL VADİ DERGİSİ, ansiklopedik hazır bilgilerden değil, kendi araştırmalarına dayalı, sıcak ve yeniliklere dönük bir yayın politikasını amaç edindi. Bu kararın, zorlu ve maliyetinin yüksek olacağının farkındayız. Ancak FARKLI ve SIRA DIŞI olmanın maliyetini, çok çalışarak ödemek zorundayız. Bizi motive edecek, yorgunluklarımızı unutturacak, sadece sizlerin ilgisi ve sevgisidir.
YEŞİL VADİ DERGİSİ, tazeliğini kaybetmeyen her zaman başvurabileceğiniz bilgi hazinesi şeklinde tasarlandı. Diri, heyecan verici, içinde emek ve aşk olan, her aşamasında sıcak, samimi ve sevecen yöntemler benimsendi. İsmi gibi, insanı yeşil vadilere, ruha sükun veren hoşluk diyarına götürebilsin diye… Tüm yazı ve makaleler, araştırmalar söyleşiler, konusunda uzman ve ustalaşmış kıymetli şahsiyetlerle buluşularak oluşturuldu. Ülkemizin ve coğrafyamızın zenginliğini dergimize sığdırmak mümkün değil, bu nedenle pek çok kişi ve konuları diğer sayılarımızda bulabileceksiniz. Her şeye rağmen, eksik ve noksanlarımızın olacağını bilerek, şimdiden sevgi ve hoşgörünüzü bekliyoruz. İnanıyoruz ki daha iyilerini-güzellerini zamanla birlikte başaracağız. Başarı ve mutlulukları beraberce görebilmek adına hepinize sıhhat ve afiyetler diliyor, selam ve sevgiler sunuyorum.
Turan YAŞ Genel Yayın Yönetmeni
Yayın Türü: Yaygın Süreli
Sahibi Yeşil Vadi Arsa Ofisi Ltd. Şti. Yönetim Kurulu Başkanı Rafet ORHAN rafetorhan@yesilvadidergisi.com
Yönetim Yeri Sefaköy, Gültepe Mah. Mor Sok. No. 2E-5 Üzeri, Beşyol, Küçükçekmece, 34295 İstanbul Tel : 0212 444 2 772 – 0212 592 01 02 http : www.yesilvadidergisi.com mail : info@yesilvadidergisi.com
Aziz Yeniay’la
Küçükçekmece Yeşil Vadi Dergisi olarak ilk sayımızda, ilçemizin belediye başkanı Aziz Yeniay ile birlikteyiz. Nezaket ziyareti anlamı da taşıyan söyleşimiz esnasında, ilk dikkatimizi çeken şey, başkanın güleryüzü ve konukseverliğiydi. Yoğun ve yorucu bir program dönüşü, birazda rahatsız olmasına rağmen söyleşimizi sürdürmek isteyişi, çok hoş ve güzeldi. Aziz başkanla böylesi sıcak bir ortamda mülakatımıza başlarken, siz değerli okuyucularımızın da ilgiliyle ve zevkle okuyacağını umuyor, diliyoruz.
Küçükçekmece ilçesi, kendi içinde ulaşım alt yapısını ve diğer alt yapılardaki sorunlarını da büyük ölçüde çözdü. İlçemizde sadece İstanbul’un değil Türkiye’nin “en” lerini kendi içerisinde barındıracak şekilde kültür- sanat projeleri gerçekleştirildi. 3 adet Kültür ve Sanat Merkezimizin 2 tanesi Türkiye’nin en modern tiyatro salonlarını ve aynı zamanda kendi eğitim ordularını bünyelerinde barındırmaktadır. Bunların yanı sıra yeşil alanları da unutmamak gerekir, ilçede 2.5 milyon m2 aktif yeşil alan bulunmaktadır.
AZ‹Z YEN‹AY Küçükçekmece Belediye Başkanı
4
Aziz bey, eskilerin ’’tığ gibi‘’ dediği tarzda sportmen bir görünümünüz var. Alışık olduğumuz şişman, durağan, asık suratlı ve ulaşılmaz başkan jargonu ile örtüşmüyor. Bu biraz farklı Aziz Yeniay’ı anlatırmısınız? Teşekkür ediyorum, Türkiye olarak artık hepimiz sağlığımıza dikkat ediyoruz ve etmeliyiz. Başbakan’ımız belki buna en güzel örnek. Aslında fizikimizi çalışma tarzımıza, tempomuza borçluyuz. Özel bir gayret yada çabaya doğrusu gerek kalmıyor.
de özel anlamda ilgi ve sevgi bekliyor. Mahallelerimiz var, parklarımız var, yaşlılarımız var, engellilerimiz var, çocuklarımız talebelerimiz, okullarımız var, bayanlarımız var ve hepsi farklı şartlarda ağır bir hayat yaşıyor.
Sabah erken güne başlıyoruz. Yükümüz çok ağır ve 24 saat yetmediği için bir güne birkaç günlük yükü işi sığdırmak zorundayız. İnsanlarımız bizden hem hizmet, hem
İşte bizi ‘’ tığ gibi ‘’ sportmen yapan, gerçekler bunlar. Ülkemiz için, İstanbul için, Küçükçekmece için bu sürat ve performansımızı korumaya mecburuz.
ARALIK • OCAK 2011
Sayın başkan, göreve geldiğiniz 2004 yılından bugüne; Altyapı, yeşil, sosyal donatılar ve her açıdan baktığınızda, yapılanlar ve yapılacak olanlarla ilgili neler söylemek istersiniz ? On yıl öncesiyle şuandaki Küçükçekmece’yi hem algı itibariyle, hem de yatırımlar itibariyle kıyaslamak mümkün değil. Geçmişte bu bölgeler, daha çok kenar semtler diye nitelendirilen yerlerdi. Ancak bugün İstanbul’un tam merkezi, akciğeri, kalbi mesafesindeki noktada bulunmaktadır. Başta ulaşım aksları, gümrük yolları ve otoyolları olmak üzere, ilçenin alt yapısının önemli ölçüde tamamlandık. Bunun dışında Küçükçekmece bugün, kültür sanat, spor, çevre alt yapısına yapılan yatırımlarla ilçemizde yaşayan ve yeni gelen insanların profillerini hızla değiştirmektedir.
Ciddi anlamda göç almış, bolca gecekondusu olan bir yerdi Küçükçekmece. İşimizin, yükümüzün ağır olduğunu biliyorduk ve geldiğimiz andan itibaren kolları sıvadık, koşmaya devam ediyoruz.
Spor alanında da çok fazla yatırım gerçekleştirdik. 2 tanesi Yarı Olimpik yüzme havuzu olmak üzere, irili ufaklı 70’in üzerinde yatırım yapıldı. Küçükçekmece artık saraylarla anılmakta, Boğaz’ a kardeşin geldiği bir yer olarak anılmakta. Bundan sonra da turizmle anılacak, sanatla anılacak, finansla anılacak, büyük holdingleri ve şirket merkezleri ile anılacak. Dünyanın en büyük keşiflerinden birisi olan, Küçükçekmece Göl havzasındaki kayıp kent Bathonea ile anılacak. Bunlarla ilgili planlamalarımız büyük ölçüde tamamlanmış durumda. Değerli başkan, Küçükçekmece’yi gelecekte nas›l konumlandırmak istiyorsunuz. Hayallerinizdeki Küçükçekmece’den, plan ve projelerinizden bahsedermisiniz? Ayamama ve Halkalı koridoru, Maslak aksına alternatif turizm- ticaret bandı olarak düşünülmektedir. Yoğun bir yatırımcı ilgisi ile karşı karşıyayız, bir kısmı buralarda yatırım yapmaya başladı. Önümüzdeki günlerde büyük Holding Merkezleri, 5 yıldızlı oteller ve bunun gibi inşaatlar başlayacak. Bu arada Küçükçekmece Gölü gibi müstesna bir değere sahibiz. Göl ve çevresini Uluslararası Su Sporları Merkezi haline gelmesi ve yine aynı şekilde canlıların yaşam alanı olduğu gerçeğiyle de hareket ederek, bu bölgenin turizm amaçlı hareketliliğinin sağlanması için çalışmalarımız bulunmaktadır. Yine göl çevresinde çok ciddi inşaat projeleriyle birlikte, başlattığımız kentsel dö-
nüşüm çalışmaları, ilçemizi tamamen değiştirerek yüz akımız oldu. Değerli başkan, İstanbul’un 39 ilçesinde 662.000 nüfusla ikinci sıradasınız ve sayısız zorluklarla karşı karşıyasınız. Buna rağmen büyük bir vizyonla, hedefinizi çok yüksekğe koyuyorsunuz. Bunun kilometre taşlarını, özellikle en yenileri, Yeşil Vadi okuyucuları için özetlermisiniz? Kentsel risklerden arındırılmış bir Küçükçekmece hedefliyoruz. Depremle ilgili önümüzdeki 5 yıllık plan içerisinde alternatif güçlendirme metotları üzerinde çalışıyoruz. 2011 yılı, bu manada depremle ilgili faaliyet yılı olacak, birçok proje bazlı çalışma sonuçlanmış olacak. Dolayısıyla risklerin minimize edildiği, hatta ortadan kaldırıldığı, sürdürülebilir bir yönetimin hakim olduğu Küçükçekmece’yi konuşmak mümkün olacak. İnsanların yaşamaktan mutluluk duyduğu, huzur kenti haline gelecek, işi ve aşı olan, başka bölgelere ihtiyacı olamayan, eğitimiyle, kültürüyle, sağlığıyla, sporuyla, yeşil alanlarıyla, gölüyle, deniziyle kendi ihtiyaçlarını kendi bünyesinde karşılayan, ancak bununla yetinmeyen tüm İstanbul’a servis yapan, diğer ilçelerin de ihtiyaçlarını
ARALIK • OCAK 2011
5
PROJELERiMİZ karşılayan, tüketen değil üreten bir ilçe olmayı planlıyoruz. İkitelli bölgesinde 15.500 m2’lik alan üzerinde düşündüğümüz Atatürk Eğitim ve Sağlık Kompleksinin projesi tamamlanmış olup, inşaatına başlanmış durumdadır. Lise kısmında 30 derslik, 4 laboratuar, kütüphane, kapalı spor salonu ve çok amaçlı gösteri salonu, bilgievi kısmında 5 derslik, kütüphane, sağlık ocağı kısmında ise 13 muayene odası, acil odası, 2 aile danışma ve laboratuar mevcuttur. Diğer projelerimizden birisi de Halkalı bölgesinde oluşturulacak Türkiye’nin en büyük Arena’sı projesidir. Halkalı’da, açık hava sahnesi düzenleme projesi kapsamında 5.300’ü tribün olmak üzere toplamda 30.000 kişi kapasiteli amfi tiyatro, çok amaçlı salon, spor salonu ve 234 kişilik seminer salonu ile araçlık kapalı otopark olarak tasarlanmıştır. Yine Türkiye nin ilk doğa dostu kamu binası olacak yeni binasında, doğal aydınlatma ve minimum karbondioksit salınımı yapılması planlanmaktadır. Sayın başkan, Yeşil Vadi Dergisi olarak tüm okurlarımız adına teşekkür ediyor, başarılar diliyoruz. Bende ilk sayınızda beraber olduğumuz için başta sizlere, okurlara ve herkese başarı ve mutluluklar diliyorum.
6
ARALIK • OCAK 2011
TÜRKİYE ‘NİN A M Ş A L MARKA B SERÜVENİ
KÜRESEL GÜÇ İÇİN
KÜRESEL MARKA
u araştırma dosyasını, siz değerli YEŞİL VADİ DERGİSİ okurları için hazırladık. Markalaşma denilince öncelikle akla gelenleri ve önemini-anlamını araştırdık. MARKA ‘nın Türkiye ve Dünya açısından gelişimini, serüvenini takip ettik.
MARKA denilince tabii ki anlamını kısaca belirtmemizde fayda var. Bir ürün yada teşebbüsü yada hizmeti, menşei anlamında ayırt edici, fiziki-sembolik-sözcük yada işaretlerle belirleme işleminin adı diye özetleyebiliriz. Bu genel tanım ve girişten sonra, önemi ve değeri ile ilgili birkaç noktanın altını çizmemiz gerekirse, her yönüyle hayati önem arz etmektedir dersek mübalağa etmiş olmayız. Örneğin çok benzer kalite-ayardaki aynı gramaj veya miktardaki bir maddeyle ( Mesela deri ) imal edilerek satılan bir ürün, değişik marka ve adlarda çok farklı hatta mukayese edilemez derecede fiyatlarla satılabilmektedir. Diyebiliriz ki marka ve markalaşma, sadece bir gelişme ve modernitenin çok ötesinde, sanayi ve ekonominin en öndeki görünen penceresidir. Bireylerin, dolayısı ile ülkelerin kişi başına düşen milli gelirini ve paylarını belirleyen önemli zenginlik kriteridir. Daha açık ve net bir ifadeyle, markaları olan ülkelerin daha zengin ülkeler olduğunu söylersek yanlış olmaz.
Uğur G. YALÇINER
1956 Yılında Trabzon’da doğdu. 1979 Yılında ODTÜ Makine bölümünü bitirdi. 1986 –1992 Yılları arasında WIPO danışmanlığı yaptı. 1994 – 1999 Döneminde TPE Başkanı olarak çalıştı. 1995 yılında “Economist” dergisi tarafından Türkiye’de yılın en başarılı bürokratı seçildi. Halen PEM Başkanı ve Yalçıner Danışmanlık Ltd. Sahibidir.
8
ARALIK • OCAK 2011
Mesela Almanya; Mercedes, BMW, Volkswagen, Audi, Opel, Porsche gibi markaların sahibi ve sadece bu markalardan BMW ‘nin toplam yıllık cirosu ( 2007 Yılı Cirosu 56 Milyar Euro ) Türkiye’nin toplam ihracatına (2007 Yılı İhracat toplamı 105 Milyar US Doları) çok yakın. Bu çarpıcı örnek, bize bir markanın anlamını ve önemini, bir ülkenin kaderini nasıl etkilediğini anlatmaya sanırım yeterlidir. Globalleşen Dünya‘da, rakamlar dışında sağladığı statü ve prestij değerleri de üzerine ilave ettiğinizde, MARKA‘nın yerinizi nasıl belirlediğini artık anlatmaya bile gerek kalmaz. YEŞİL VADİ DERGİSİ olarak MARKA TÜRKİYE başlıklı araştırmamız için,
Türk Patent Enstitüsü Önceki Başkanı ve Yalçıner Marka Patent Danışmanlık Şirketi Yön. Krl Başk. Uğur Yalçıner’i Ankara‘daki ofisinde ziyaret ettik. Kendisi aynı zamanda Patent Vekilleri Derneği (PEM) Başkanı. Ayrıca Türkiye partneri oldukları Thomson Compumark ile birlikte İstanbul Crown Plaza‘daki sempozyumu da sizler için takip ettik. Bu yaptığımız söyleşi ve geniş araştırma dosyasını, sürecin nasıl işlediğini, gelişmelerin yeterli olup olmadığını, Sayın Uğur Yalçıner‘e Türkiye ve Dünya ölçeğinde tüm yönleriyle neredeyiz diyerek başlıyoruz. Dünyadaki marka ve markalaşmaya baktığımızda, Türkiye’nin son yıllarda aldığı mesafeyi azımsamamak
ARALIK • OCAK 2011
9
gerekiyor ancak yeterli olduğunu söylemek için çok erken. Marka başvurularının ayda 6.000 civarında olduğunu düşünürsek, önceki yıllara göre ciddi bir yükseliş olduğunu anlamak zor olmaz. Bu bilinç ve sayısal artışı konuşurken, sektörde Çantacı diye tabir edilen kapıdan satış – marka tescili yapanları da anmamız gerekiyor. Bu insanlar, bir yandan markalaşmayı hızlandırırken diğer yandan da doğru anlaşılması – anlatılması – uygulanması gerekliliğini ihmal ederek, küçük bir araştırma ( Searc ) işlemini Marka Alınmış gibi takdim etmektedirler. Halbuki bu yaptıkları işlem sadece başvurudan ibarettir ve reddedilme ihtimali en az bir yıl sürecek takip bitene kadar hep devam edecektir. Bir yıl civarı süren bu Marka Tescil işlemi, sertifika alınana, duvarınıza asılana kadar bitmiş sayılamaz.Düşününki siz markaya, bir yıl boyunca ciddi masraflar-riskler alarak yatırım yapıyorsunuz fakat bir yılın sonunda her şey boşa gidiyor, adeta dünya başınıza yıkılıyor… Bir önemli husus da marka tescillerinin hemen hepsinin sadece Türkiye ile sınırlı olmasıdır. Halen Avrupa ve Dünya ölçeğinde tescilli markalarımız, hatta bu konudaki bilinç seviyemiz çok sığ bir vaziyettedir. Halbuki Küresel Bir Güç Olabilmek için Küresel Markalar Gerekiyor. Bunu gerçekleştirmek için ciddi bilgi, ciddi takip, ciddi organizasyon-istikrar en başta olmazsa olmazlardandır. Pek çok yasa ve uygulamalarda olduğu gibi, MARKA konusunda da Ülkemiz, Avrupa ve Dünya Uluslar Topluluğunda, karşılıklı koruma – sınırlandırma – yaptırım gibi ortak anlaşmalar ve yükümlülüklere taraftır. İşte bu nedenlerle; ekip, bilgi ve takip yanında istikrar, tecrübe ve birikimlerde gerekir diyoruz. Sayın Uğur Yalçıner, Markalaşma serüvenimizde TPE en belirleyici
10
ARALIK • OCAK 2011
kurum. Gerek TPE, gerekse başta Hükümet olmak üzere, Türkiye tüm kurumlarıyla konuya nasıl yaklaşıyor? Sizce verilen destekler, yapılan uygulamalar çok yönlü bakıldığında nasıl gözüküyor? Öncelikle TPE’nin ve diğer kamu kurumlarının markalaşma konusundaki çalışmaları ve desteklerinin son derece etkili olduğunu belirtmek isterim. Markalaşmanın temelinde markanın tescil edilmesi yatar. Tescilin sadece kendi ülkemizde değil markanın üzerinde kullanılacağı mal ve hizmetlerin pazarlanacağı tüm ülkelerde tescilli olması gerekir. Aksi takdirde tescil edilmemiş markaya yapılacak yatırımlar o markayı tescil ettirmiş kişiye yarar sağlayacaktır. Markanın tescilli olması da yeterli değildir. Tescil edilmiş markanın tescil edildiği tüm ülkelerde kullanılması da gerekir. Kullanımın gerçekleşmesi için tanıtım yapılması şarttır. Bu açıdan bakıldığında önemli bir maliyet sözkonusudur. Bugün TPE tescil işlemlerini sağlarken diğer kamu kurumları da teşvikler kapsamında hem tescil masraflarının hem de diğer masrafların karşılanmasına destek vermektedirler. Bu da sonuç olarak olumlu gelişmelerin sağlanmasına yardımcı olmaktadır. Sayın Uğur Yalçıner, gerek başkanı olduğunuz dernek (PEM) gerekse partnerlik yaptığınız Thomson Compumark ile birlikte toplantıseminerler ile ciddi anlamda konuya derinlik kazandıran çalışmalar yapıyorsunuz ki bizde izledik ve etkilendik. Konuya ticari işletmeler, girişimciler ve akademik entellektüelite hatta medya açısından bakarsak yaklaşımlar nasıl? Yeterlimi? Neler yapılabilir ilave olarak? Başkanı olduğum Patent ve Marka Vekilleri Derneğimiz (PEM), özellikle vekillik mesleğinin ülkemizde ge-
lişmesi ve uluslararası standartlarda hizmet verilmesini sağlamak için yoğun bir çaba göstermekte. Bu çabalar vekillik hizmetlerinden yararlanmak isteyen Türk firmaları ve bu hizmetlerden yaralanmak zorunda olan yabancı firmalar için büyük önem taşıyor. Zira vekillik mesleği sınai mülkiyet sisteminin ayrılmaz bir parçası. Amacımız vekillerin tüm firmalara en iyi biçimde hizmet vermelerini sağlamak. Bu işin bir boyutu. Bunun yanısıra şirketimin Thomson Compumark ile olan işbirliği yurtdışında tescilli markası olan veya markasını yurtdışında tescil ettirmek isteyen Türk firmalarına ve bu firmalara hizmet veren marka veklillerine yeni yollar açmıştır. Dünya çapında marka araştırma ve izleme hizmetlerinin doğrudan kendi dilimizde yorumlanarak verilmesi sağlanmıştır. Tüm bu çalışmaların şu an için yeterli olduğunu söyleyemeyiz. Bu hizmetlerin yaygın olarak kullanılması önemle gerekiyor. Sevgili Uğur Bey, Biraz OHIM hakkında biraz (genel) bilgi verirseniz iyi olur, ayrıca; Yetkileri ve hakkındaki eleştiriler (Eleştiriye kapalı ve Katı oluşu, ulaşılabilirlik güveni-
lirlik gibi) hakkında birkaç önemli nokta sizce nelerdir? Kısa adıyla OHIM, açık adıyla Organization for Harmonization in the Internal Market, (İç Pazarda Uyum Ofisi) Avrupa Birliğinin marka ve tasarım tescili işlemlerini yürütmekle yetkili kuruluşudur. OHIM, Avrupa’da marka ve tasarım tescili ve bu alandaki içtihatları oluşturan kurumdur. Vermiş olduğu kararlar tüm Avrupa Birliği’nde kabul görmektedir. Bu da hem görevleri hem de yapısı itibariyle doğaldır. Sınai Haklar sistemi, açık (Aleni) bir sistem olduğundan, OHIM’ de tüm faaliyetleri ile kamuya açık bir kurumdur. Sevgili Uğur Bey, Anket soruları ve sorulara verilen cevaplara baktığımızda, ortaya çıkan tabloyu nasıl değerlendirmemiz gerekir? Örneğin Türkiye bu anlamda çok ucuz yada ucuz veya normal diyebilirmiyiz? Amerika, Avrupa, Asya, Ortadoğu ve Afrika ve Ortadoğu’ya baktığımızda, en belirgin ayırt edici fark sizce nedir? Bu farkın izahı, yorumu hakkında neler söylemek istersiniz? Türkiye’deki marka tescili ücretlerinin, dünyadaki ülkelerle kıyaslandığında son derece düşük olduğu görülmektedir. Özellikle Ortadoğu ülkeleri ile kıyaslandığında, ücretle-
ARALIK • OCAK 2011
11
rin çok daha düşük olduğu açık biçimde ortadadır. Türkiye’deki tescil işlemlerindeki formaliteler ABD, Avrupa ve Asya ülkeleri gibi son derece basittir. Ancak işlemlerdeki karmaşıklık ve ofisler tarafından istenen belgeler açısından en zor olan ülkeler Ortadoğu ülkeleridir. Uğur Yalçıner‘e teşekkür ediyoruz. Sizlerle paylaştığımız bu özet bilgiler yanında sayısız detayları, teferruatları zaman-zeminin yetersizliği ve benzeri nedenlerle yazamıyoruz. Zaten amacımız, bizimde-sizinde bir marka uzmanı olmamızı sağlamak değil. Asıl görevimiz yol, prensip ve üslubu belirlemek, genel çerçeveyi çizebilmek, zamanlama ve yol haritasını hazırlayabilmek gibi, sürece katkıda bulunabilmekti. Konuyu ve uzmanlarını bir nebzede olsa sizlerle buluşturabilmekti. Tabii bu konu çok önemli ve ciddiye alınması gerekli olduğu için belki ilerde tekrar üzerinde durmamız gerekebilecektir. Marka, adeta bir Dünya ve biz bu Dünya hakkında önemli ayrıntılar elde ettikçe sizlerle paylaşmaya devam edeceğiz. Diyebiliriz ki bugün sadece başlangıç yaptık ve konunun öneminin altını çizmeye çalıştık.
Marka Tescili Öncesi ve Sonrası ? Marka Tescili Öncesi ve Sonrası ? Tescil Başvurusu Öncesi Tescil Başvurusu Öncesi
Tescil İşlemleri
Tescil Sonrası İşlemler
Tescil İşlemleri
Tescil Sonrası İşlemler
Tescil
Başvuru •
Başvuru Marka ön Araştırması
• •
Benzer Markaların Kullanım Marka ön Araştırması Araştırması
•
Benzer Markaların Araştırma Kullanım Araştırması
(SEARCH) Araştırma (SEARCH)
Tescil İzleme (WATCH) İzleme
•
Benzer Marka Yayınları
•
Benzer Marka Yayınları
(WATCH)
YALÇINER DANIŞMANLIK
Grup ve BAŞVURU BAŞVURUÜCRETLERİ ÜCRETLERİ DEĞERLENDİRME YALÇINER DANIŞMANLIK Grup- 1 - 1ARAŞTIRMA ARAŞTIRMA ve DEĞERLENDİRME 1 1Kelime ücretleri(Analiz (Analiz Hukuki Görüş Hariç) Kelime11sınıf sınıf araştırma araştırma ücretleri veve Hukuki Görüş Hariç)
Grup - 1 ARAŞTIRMA ve BAŞVURU ÜCRETLERİ DEĞERLENDİRME 1 GrupGrup 1 Hariç) Grup 11 Grup 1 Kelime 1 sınıf araştırma ücretleri (Analiz ve Hukuki Görüş
Araştırma Araştırma Araştırma Araştırma ÜLKE ÜLKE 1 kelime 1 1 Grup 1 1 kelime 11 Grup 1 11 kelime kelime sınıf (€) (€) Araştırma sınıf (€) Araştırma sınıf sınıf (€) ÜLKE ÜLKE 1 kelime130 1 130 ÇEK CUM. ABD 1 kelime787 1 ÇEK CUM. ABD 787 sınıf (€)124 BİRL. ARAP EMR. POLONYA sınıf (€)495 BİRL. ARAP EMR. 124 POLONYA 495 ÇEK CUM. 130 BULGARİSTAN 116 ABD AVUSTURYA 787 450 AVUSTURYA 450 BULGARİSTAN BİRL.ESTONYA ARAP EMR. 124 100 116 JAPONYA POLONYA 495 400 JAPONYA 400 ESTONYA İTALYA AVUSTURYA 450 330 BULGARİSTAN 116 97 100 KAZAKİSTAN İTALYA 330 KAZAKİSTAN SUUDİ ARABİSTAN JAPONYA 400 281 ESTONYA 100 95 97 HINDISTAN SUUDİ ARABİSTAN 281 SINGAPUR İTALYA 330 244 HINDISTAN KAZAKİSTAN 97 95 95 MEKSİKA SINGAPUR 244 RUSYA SUUDİ ARABİSTAN 281 225 HINDISTAN 95 90 95 MEKSİKA MAKEDONYA GÜNEY KORE SINGAPUR 244 224 RUSYA 225 MEKSİKA 95 86 90 SURİYE MAKEDONYA KANADA RUSYA 225 219 GÜNEY KORE 224 MAKEDONYA 90 75 86 ÇİN SURİYE UKRAYNA GÜNEY KORE 224 200 SURİYE 86 70 75 KANADA 219 YUNANİSTAN ÇİN TAYVAN KANADA 219 180 ÇİN PORTEKİZ 75 40 UKRAYNA 200 YUNANİSTAN 70 ROMANYA UKRAYNA 200 150 YUNANİSTAN 70 19 ENDONEZYA TAYVAN 180 PORTEKİZ 40 FİLİPİNLER TAYVAN 180 150 PORTEKİZ 40 OHIM Ülkeler/OHIM ? ROMANYA 150 TUNUS ROMANYA 150 150 ENDONEZYA 19 ENDONEZYA 19 ALMANYA time basis FİLİPİNLER 150 MISIR FİLİPİNLER 150 149 OHIM Ülkeler/OHIM ? OHIMARJANTİN Ülkeler/OHIM - ? TUNUS 150 TAYLAND TUNUS 150 140 ALMANYA ALMANYA time basistime basis MISIR MISIR 149 149 ARJANTİN ARJANTİN 30 Ülke toplam 5911 TAYLAND TAYLAND 140€ 140Ülke başına 197 €
WIPO
World Intellectual Property Organisation Dünya Fikri Mülkiyet Teşkilatı 14 Haziran 1967 Tarihinde kurulmuş, Aralık 1974’ te Birleşmiş Milletlerin resmi bir organı olmuş. Türkiye, 12 Mayıs 1976 Tarihinde üyesi olmuştur. Bugün Türkiye ile WIPO arasında imzalanıp hayata geçen 11 anlaşma mevcuttur.
EPC - EPO
EPC, European Patent Convention Avrupa Patent Sözleşmesi EPO, European Patent Office Avrupa Patent Ofisi Avrupa Patent Sözleşmesi (EPC) 5 Ekim 1973’de imzalanmış, bu sözleşemeye dayalı olarak Avrupa Patent Ofisi (EPO) 1978 yılında kurularak yürürlüğe girmiştir. Türkiye 1 Kasım 2000 tarihinde bu sözleşmeye imza koymuştur.
OHIM
Office for Harmonization in the Internal Market İç Pazarda Uyum Ofisi Sınai mülkiyet anlaşmasına dair Paris sözleşmesine 1925 yılında imza koyan Türkiye, 1934 Londra ve 1960 Lahey (Meşhur, kabul gören) anlaşmalarına Türkiye çekinceli tavırla yaklaşmış, taraf olmamıştır. Sadece Türkiye değil 70 yıl boyunca neredeyse hiç yeterli ilgi görmeyen Lahey anlaşması yerine, 1999 yılında Cenevre sözleşmesi (WIPO önderliğinde hazırlanarak) imzalanmış ve bu yeni protokole Türkiye 2005 yılında imza koymuştur.
ÜLKE ÜLKE
3030 Ülke toplam 5911 € €Ülke Ülke başına 197 €197 Ülke toplam 5911 başına
YALÇINER DANIŞMANLIK
€ YALÇINER DANIŞMANLIK
12
ARALIK • OCAK 2011
YALÇINER DANIŞMANLIK
Hatırlarsanız, bu anlaşmaya Çin uzun bir süre direnmiş ve başta Amerika olmak üzere tüm Batı ile ilişkileri gerilmiş, ciddi büyük krizler yaşanmıştı. Yeni Dünya Düzeni denilen Küresellik kavramına en gerçekçi örnekler, bu anlaşmalar olsa gerektir. Gelecekteki savaş sebepleri artık sınır ihlallerinden değil, bu türden anlaşma ve protokoller olacaktır dersek kehanet yapmış olmayız.
PEM
Patent Marka Vekilleri Derneği
Ve İlk Adım Çerkezköy Kapaklı Bu yolculuğumuzda Kapaklı’nın bizler için ilk olmak gibi özel bir anlamı var. Yeşil Vadinin ilk projesi, Çerkezköy’ün şirin beldesi Kapaklı ‘da hayat buldu. O zamanlar Kapaklı, nüfusu az, imkanları kıt ve sosyo ekonomik açıdan yeni gelişmeye başlayan bir bölgeydi. Yeşil Vadi‘nin buradaki çalışmaları başka yatırımcı şirketleri de etkiledi. Kısa bir sürede Kapaklı, yeni bir cazibe merkezi, gözde bir yatırım aracı şekline dönüştü. Bu projemizden bir süre sonra Yoncalı, daha sonra Misinli projesi başladı. Her proje, kısa bir zaman diliminde bitiyor ve diğer projelerimiz için güce, enerjiye dönüşüyordu. Tabi bunların yaşandığı zaman dilimini de (doksanlı yılların sonu ve ikibinli yılların başı ) hatırlamamız gerekiyor.
Her insanın hayatı, bir hikayesi var muhakkak. Tarihi ve Medeniyetleri oluşturan Kavimlerin, Milletlerin hikayelerinde olduğu gibi. Gecelerimiz ve gündüzlerimiz oldu, karanlık sokaklardan geçtik. Ancak bir farkla davrandık hep, oda ışıklar ve işaretler bırakmaktı bizden sonra gelenlere… Rahatça, korkusuzca geçsinler bu yollardan istedik… Yeşil Vadi Yolculuğu Her insanın hayatı, bir hikayesi var muhakkak. Tarihi ve Medeniyetleri oluşturan Kavimlerin, Milletlerin hikayelerinde olduğu gibi. Bizlerde herkeste olduğu gibi yola çıkarken minik adımlarla yol aldık. Gecelerimiz ve gündüzlerimiz oldu. Tek bir lamba-ışık olmayan sokaklardan geçtik ama bir farkla… Geçtiğimiz yollarda karanlıklara ve kavşaklara ışıklar ve işaretler bıraktık ki bizden sonra gelenler rahatça, korkusuzca geçsinler bu yollardan.
Anneler, babalar ve aileler asla hüzünlenmesin, endişe etmesin, başlarına bir şey gelmesin istedik. Emek ve birikimlerini, alın terlerini en az kendimiz kadar kutsal saydık. Sektörün bilinmezliklerini, doğru bilgiyle tüm müşterilerimize, herkese açıkladık. İmarı-İskanı-ifrazıproje ve planlamayı izah ederek, tarla-arsa gibi kavramları anlatmaya başlayınca bize kızanlar, sonra aynı aydınlık yoldan kendileri de yürüyerek bizlere hak verdiler.
ARALIK • OCAK 2011
15
mi bilenler söyleme son verir. Hepimiz biliyoruz ki Dünyamız büyümüyor, bilakis ( Kullanım açısından ) giderek küçülüyor ancak nüfusumuz giderek artıyor. Biz müşteri ve dostlarımızın önüne, yolları – parkları – sosyal donatıları planlanmış ve kazandıracak projelerle çıktık, çıkmaya devam ediyoruz. Şimdi iki yeni proje ; Çorlu Marmaracık ve Saray Pazarcık ile yatırıma – kazanca davet ediyoruz. Yerinizi seçin, tapunuzu alın, ilk ağacınız-fidanınız bizden. Bir dikili ağacım bile yok diyen kimse kalmasın. Orta gelir düzeyine, garantili yatırım imkanı sunan Yeşil Vadi Arsa Ofisi, hemen tapu ve uygun ödeme imkanlarıyla, sizlerin mutluluğu için çalışmaya devam ediyor.
Mutlu Müşteri Odaklı Kurumsallaşma
16
Faizler Bitti, İMKB Riskli, Garanti‘ciler için Gayrimenkul ve İlla da ARSA…
Kapaklı, Yoncalı, Misinli ve Şimdi de Çorlu Marmaracık, Saray Pazarcık...
Bildiğiniz gibi o dönemlerde, Türkiye defalarca krizler yaşadı ve bedeller ödedi. Ekonominin amiral gemileri olan faiz – döviz – borsa sayısız müteşebbisi zora soktu yada batırdı. Her şey bir yana, bugün artık reel bankacılık getirilerinin yok denilecek seviyelerde oluşu, gayrimenkule dönüşü hızlandırdı. 1999 Yılında 1,7 TL olan ABD doları, bugün 1,5 TL civarında. % 100 ‘lerin üzerindeki faiz-repo geliri bugünlerde % 7 ‘ler civarında. Halbuki 1999 yılındaki bir gayrimenkul değerinin, hele arsa anlamında nerelere geldiğini düşünürsek, sanırım fazla izaha bile gerek kalmaz. Şehirleşme ile beraber, küçük bir arsanın-parselin, 3-5 daireye, dükkana dönüştüğünü şahsen veya çevremizde bizzat yaşayarak gördük. İnsanoğlu da yaşadıklarına itibar eder, güvenir ve inanır. Bu gerçeklere baktığımızda, paranın gideceği iki adres var. Birincisi teşebbüs diğeri de gayrimenkul yani toprak… Teşebbüs, sanayi-ticari yatırım, ciddi birikimler ve riskler taşıyor. Ancak gayrimenkule yatırım böyle değil. Yeter ki doğru zamanda, doğru adrese yatırım yapın. Kadere müdahele edemeyiz, sadece elimizden geldiğince, bilgi ve birikimlerimizi sizlerle paylaşırız. Bir şey almanız, bizden almanız gibi beklentimiz olmaksızın, gönül kapılarımızın sizlere sonuna kadar açık olduğunu bilmenizi isteriz.
Bildiğiniz gibi bundan yaklaşık on sene evvel, Çorlu ve Çerkezköy bölgesindeki büyüme istidadı pek bilinmiyor, ciddiye alınmıyordu. Biz buraların değer kazanacağını anlatarak, projelerimizi tanıtıp satmaya başladıktan bir süre sonra bölge, hızlı bir şekilde prim yapmaya başladı. Özellikle son birkaç sene içinde ciddi değer artışları yaşandı. Biz bunları söylerken, İstanbul’un kentsel dönüşümlerini, fiziki, sosyolojik ve coğrafik nedenlerle dışarıya açılma mecburiyetini görerek söyledik. Ayrıca bölgenin sanayi ve altyapı anlamında büyümesini, havakara-raylı taşımacılığı gibi dev projelerin başlatılmasına dayanarak konuştuk. Şimdide bildiğiniz gibi İstanbul’a 3.Havaalanının Çorlu’ya kurulacağı, açıklandı. Zaten bildiğiniz gibi 3. Boğaz köprüsü Bulgaristan otoban inşaatı çalışmaları hızla sürerken, diğer yandan raylı taşımacılık, marmaray ile birleşerek yeniden inşa ediliyor. Hızlı tren, otoban ve duble yollarla beraber havaalanları, Çorlu, Çerkezköy, Saray bölgelerine ciddi bir değer artışı katacak gözükmektedir.
ARALIK • OCAK 2011
Zaten ekonomi, sanayi ve nüfusuna baktığınızda, son yıllardaki büyüme rakamları her şeyi anlatmaya yetiyor. Tabiî ki araştıran ve cesur – atak davranarak yatırım yapanlar kazanıyor. Ünlü düşünür Emerson diyor ki ; Eyle-
Günümüzde, müşteri memnuniyeti yada insan merkezli anlayış diye özetlenen yükselen değerleri, dost ve müşterimizle birlikte paylaşarak daha da yücelttik. Başkalarının kaybını kazanca dönüştürmek gibi kolaycılığı değil, yenilikler ve projeler üreterek kazandıran olmayı tercih ettik. Evet belki bu zordu ve uzun bir yoldu fakat doğrusu da buydu. Bir kez-an değil, sürekli el ele yürüyebilmek için buna mecburduk. Bugün eğer bir marka olma yolunda, sağlam adımlarla yürümeye hızla devam edebiliyorsak, işte bu ilke ve prensiplere, zorlu ve uzun yolu seçmemize binaendir… Kendimizi geliştirmeye, kazandığımızı tekrar yatırıma dönüştürerek, kalıcı ve istikrarlı sürecimizi kesintisiz sürdürmeye devam ediyoruz. Daha da önemlisi, müşterilerimize tarla-arazi ile arsa arasındaki farkları, tapunun hisseli yada müstakil-ifrazlı oluşunu, imar ve iskanın anlamını aktarıyor, bilgilendiriyoruz. Tarım arazilerinde, bölgesel ve genel kısıtlamalar olan yerlerde ( Doğal-tarihi sit ve Milli park gibi ) tarlaarazi almakla, bizden alınacak yerlerin bambaşka ve alakasız şeyler olduğunu tek tek belgelerle izah ediyoruz. Üzülerek müşahede ediyoruz ki bu konuda insanlarımız yeterince bilgiye sahip değil. Yaşanılan pek çok üzücü hadiselerin altında da bu konudaki bilgi eksikliği yatmakta, olduğunu, evini - bahçesini aldığını zanneden insanlarımızın aslında sadece toprak aldığını görmek bizleri de üzmekte. Bugün basılarak size ulaşan, hayat bulan dergimiz, kurumsal yapımızı güçlendiren ve anlattığımız çalışma ve ilkelere, gayretlere güzel bir örnektir.
Son Sözümüz Merhaba Hz. Mevlana, aklı olana az söz yeter diyor. Bizde sözü uzatmadan, sizleri bıktırmadan, münasip bir şekilde noktalayalım istiyoruz. Yıllardır olduğu gibi, bundan sonrada sizler için güzel eserler üretmeye devam edeceğiz. Unutulmak istemiyorsan, ya okunacak şeyler yaz, yada yazmaya değer şeyler yap diyor Benjamin Franklin.
ARALIK • OCAK 2011
17
hiEvran Ahilik Kardeşlik
Ahi Evran adı, aslında onun meşhur olan ünü-ünvanıdır. Adı Mahmud bin Ahmed olup, uzun yıllar boyu hizmetleri ve olgunluğu-kemalatı sebebiyle Şeyh Nasırüddin lakabı konmuştur. 1171 yılında bugünkü İran sınırlarındaki Hoy kasabasında doğduğu ve 12 Nisan 1261’de vefat ettiği bilinmektedir. Doğduğu yere nispetle Mahmud El Hoyi denmiştir. Büyük Selçuklu Hükümdarı Tuğrul Beyin idaresindeki bu bölge, halen İran’ın kuzeyinde olup Türkmen olma hüviyetini sürdürmektedir. Yaşadığı tarih ve coğrafya, yeryüzünün en kritik dönemlerinden birine şahitlik etmektedir. Bazı tartışmalar olsada ittifak edilen görüşe göre Türk kabul edilen Cengiz Han, o zamanki Türki topraklar diye adlandırılan Orta Asya steplerinden aşağıya, Orta Doğu-Arabistan sınırlarına ve batıda Adriyatik Denizine, tüm Avrupa’ya kadar yakmadık ve yıkmadık bir yer bırakmamıştır. Harzemşah Devletini, Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklu Devletini, Abbasi Hilafetini yıkarak, İslam Coğrafyasını ve o zamanki bilinen Dünya’yı derinden sarsmıştır. Bir istisnası varki Konya’dır. Şehrin surlarının önünde Hz. Mevlana ile karşılaşmaları ve Konya’yı ona bağışlayıp misafiri olduktan sonra geri dönmeleri çok manidardır. Belki ilerde bir zamanda – sayımızda nasip olursa, Konya ve Mevlana başlığı altında bu konuyu derinlemesine inceleyebiliriz.
Tarihin bu kısmını özetleyerek geçtik çünki sadece bu asrı, bir hafta hatta bir ay konuşsak ve yazsak bitiremeyiz. İzleri ve tesirleri öylesine derindir ki İslam‘ın ve tüm Ehl-i Kitabın yeryüzünden silineceği endişeleri konuşulur olmuş, Cengiz Han için Deccal denmiştir. Bu tarihsel girişe - başlangıca ara vererek, günümüzde Ahi Evran ile alakalı gelişmelere, yapılanlara yada yapılamayanlara bakalım isterseniz. Türkiye, her sene olduğu gibi yine bu senede Ekim ayının ikinci haftasını, Ahilik Haftası olarak kutladı. Bu etkinlikler yıllardır, 02.07.1988 Tarihli ve 19860 Sayılı Resmi Gazetede yayınlanan kanun ve yönetmelikle Kültür Bakanlığı bünyesinde yürütülmektedir. Bir diğer önemli gelişmede 2006 yılında kurulan Ahi Evran Üniversitesi ‘dir. Ahi Evran hakkındaki Cumhuriyet tarihinin tüm kazanımları ve kalıcı - önemli olarak mütalaa edebileceğimiz faaliyetlerine, her yıl yapılan anma törenlerini de ilave edebiliriz. Daha ötesinde ciddi, Ulusal ve Uluslararası platformlarda ses getirecek büyük bir değer, bilgin ve mütefekkir olarak anlatmaktatanıtmakta ne yazık ki acze düşmüşüz. Bilim dünyasında, iş ve sanayi aleminde, insan ve sevgi odaklı bir trend yaşanırken, geri dönüşü ve getirisi olan aktivitelerde yetersiz kalmışız. Bugün dahi, medya ve sivil toplum gücünü, bilimle ve kamu menfaatlerimizle birleştirerek, kamu adına faaliyet gösteren kurumlarımızla birlikte ortak bir strateji geliştiremiyor, önemli kazanç ve geri dönüşü sağlayamıyoruz. Ahi Evran gibi elması-cevheri, Nasreddin Hoca gibi sanat ve medyatik bilgeyi, Mevlana gibi Yeryüzü ilim ve hikmet deryasını göremiyor, hakkıyla anlatamıyoruz. Birkaç asırdır yaşadığımız bocalama, kendimize olan güven ve bazı eksik yönlerimizden kaynaklanmaktaydı ancak artık bunların geride kaldığını da söylemek zorundayız. Bu nedenle yapılan tüm çalışma ve faaliyetleri, derinden ve gerçekçi şekilde incelemek, neden-niçin ve nasıl gibi soruları sormak zorundayız. Ahi Evran’ı bilmek ve tanımak için tarihe tekrar dönmemiz gerekiyor. Aldığı eğitim ve hocalarını, Hoy‘dan Maveraünnehir - Horasan’a, oradan Bağdat’a, Bağdat’tan da Konya‘ya seyahatlerini anlamamız gerekiyor. Siz değerli Yeşil Vadi Ailesi ve Okurlarıyla
Ahi Evran Haftas›
Birkaç konuşma ve törenle geçiştirilmeyecek önemde ve bir haftaya sıkıştırılamayacak kıymettedir. Kapsamı ve hitap ettiği kurum ve oluşumların biriside TOBB iken, niçin umursamadıklarını yada neleri yapmadıklarını araştırmalı, tartışmalıyız. Sanat ve sanayinin birlikteliği, ticaret ve esnaflığın ayrılmazlığı ortadayken, TESK ‘in katıldığı bu etkinlikte TOBB ‘un gelmemek gibi bir lüksünün olup olmadığını birileri cevaplamalıdır. Sanayi ve Ticaret Bakanımızla birlikte Kültür Bakanımızın da olması, sizce de gerekmezmiydi? Tabii, Meclis Başkanı Sayın Mehmet Ali Şahin’in katılımı ve yaptığı konuşmayı da takdir etmemiz gerekiyor. Diyorki ; Anadolu’ya gelen Horasan Erenlerinin kiminin Mevlana olup aşk dilinde anlattığını, kiminin Yunus Emre olup sevgi dilinde söyleyeceklerini söylediğini, kiminin Hacı Bektaş Veli olarak diyeceklerini hoşgörü dilinde anlattığını, kiminin ise Nasrettin Hoca olduğunu ve mesajını mizah dilinde verdiğini görmekteyiz. Ahi Evran Veli’nin de kardeşlik, doğruluk ve dayanışma dilinde söyleyeceklerini söylediğini, aslında hepsinin de vermek istediği mesajın; Yaratılanı severiz, yaratandan ötürü, şeklinde özetleyebiliriz. TBMM Başkanı ayrıca; Ahi Evran‘ın Anadolu’da sosyo-ekonomik bir düzen kurduğunu, sanayi ve ticaretin yetişmesi-gelişmesini sağlarken, aynı zamanda da birlik-dirlik ve ahlaki değerlerinde korunmasına çalıştığını ifade etti. Sanayi ve Ticaret Bakanı Sayın Nihat Ergün ‘de, Ahiliğe verdikleri önemin nostalji ve romantizmin ötesinde olduğunu, geleceğimizi inşa ederken Ahiliğin ihyasının önemli olduğunu söyledi. TESK Başkanı Bendevi Palandöken’in konuşmasının ardından, ŞEDD (Sıkıca Ahilik kuşağı) bağlanıp, sembolize edildi.
ARALIK • OCAK 2011
21
bir önemli hususu da paylaşmak istiyoruz ki yaptığımız bu geçmişe yolculuk daha da anlaşılır olsun. 2000‘li yıllardan, 12. ve 13. Asra bakarken, o tarihte yaşayanlardan farklı-avantajlı bir yanımız var hepimizin. Bizler bugün, kişiler ve hadiseleri üç boyutlu bir perspektifle gözlemleyebiliyor, birbirleriyle olan zıtlık ve benzer-etkileşim noktalarını fark edebiliyoruz. Onların içinde yaşadıkları ortamların sebepsonuç ilişkilerini, analizini çok daha doğru kıstaslarla yapabiliyoruz. Böylece geçmişi, tortu ve kalıpları aşarak anlamak imkanı buluyoruz. Bu bizlere, tarihi yaşayanlarından bir adım daha ilerde yorumlamak fırsatını veriyor. Bunu değerlendiremeyenler, Hz. Mevlana’yı Ahi Evran ya da Yunus’la, hatta Cengiz Han ve Selçuklu Hükümdarları ile kavga halinde gösterebiliyor, konuları magazinleştirebiliyorlar. Şems-i Tebrizi’yi Ahi Evran ‘ın hemde Alaaddin Çelebi’yi ( Mevlana ‘nın oğlu ) kullanarak öldürttüğü gibi, hayal dünyalarını vehimlerine teslim edebiliyorlar. Bu aslında, bütün bir Dünya ‘nın kaderini etkileyen sürecin büyüklüğünü, yaşananların vahametini anlamamaktır. Ayrıca buna, batı orjinli araştırmacı ve tarihçilerin menfi bakış açılarını ve anlamaktaki acizliklerini de eklememiz gerekir. Biz yine Ahi Evran’a, o tarihi günlere geri dönelim. Yine kendisi gibi İran Rey kasabasından olan Fahreddin Razi‘den Kelam, Tefsir ve Mantık dersleri aldı. Daha sonra Horasan’a giderek Yesevi Ekolüyle tanıştı. Oradan Bağdat ‘a geçerek Abbasi Halifesi Nasır b.Müstedi Lidinillah ve hocası Evhaüddin Kirmani ( Daha sonra kızı Fatma Bacı ile evlenerek damadı oldu ) ve Şihabüddin Sühreverdi ile görüştü. Fütüvvet Teşkilatını yeniden ihya etmek isteyen Abbasi Halifesi Nasır b.Müstedi Lidinillah ve Kayınpederi
22
ARALIK • OCAK 2011
Evhaüddin Kirmani ile birlikte 1205 yılında Anadolu’ya, Kayseri’ye geldi. Burada Fütüvvet Teşkilatından ilham alarak Ahilik müessesesini kurmaya başladı. Ahi Evran Derki; Ey Ahi ! (Kardeşim) Alışveriş bilmeyen, haram lokmadan kurtulamaz. Haram lokma yiyen, ibadetlerin lezzetini duyamaz, zahmetleri boşa gider. Sonunda pişman ve azaba düçar olur. Kısa zamanda, tüm Anadolu’da esnaf ve sanatkarları birlik olmaya, tek çatı altında birleştirmeye başladı. Eşi Fatma Bacı ‘da (Fatma Ana) hanımlarla ilgileniyor, onları eğitip yetiştiriyor ve BacıyanBacıyani Rumi (Anadolu Kadınları) adlı bir grubu kuruyordu. Ahilik ve Bacıyan Anadolu’da zamanla öylesine kökleşti ki Osmanlı’nın kuruluşunda önemli bir yeri olan Şeyh Edebali dahi Ahilik geleneğinin gönül erlerinden birisi oldu. İslam Alemindeki eskiden beri mevcut olan ; Afv, mertlik, cömertlik, yiğitlik, mürüvvet gibi üstün ahlakı temsil eden Fütüvvet Teşkilatı yerine, daha da geliştirdiği Ahi Teşkilatını inşa etti. Ahi geleneği, bu üstün ahlak ve erdemlere ilaveten, herkes için sanat sahibi olmak, dayanışma içinde yaşamak gibi kurumsal büyük bir çatı - organizasyon meydana getirdi.
Günümüzde, STK-Etik-Gönüllülük diye bilinen insan odaklı anlayışın adeta 13.yüzyılda inşasını başarmıştı. Ahiler, 13.asırda yaşanan Cengiz Han saldırılarına karşı cesurca savaştılar. Osmanlı Beyliği kurulurken de ilk koşanlardan oldular. Yazılı ve fiili büyük bir medeniyetin kuruluşunda öncü oldular. Ahi geleneği öylesine kurumsallaştı ki, tüzükleri, çalışma esasları, elbiseleri, törenleri… her şeyleri öylesi-
Ahi Evran diyorki; Ahi (Talebe, çırak) ve Şeyh (Usta) helalinden kazanmalı, hepsi sanat sahibi olmalı, cömert olmalı, ilim sahiplerine büyüklerine hürmet, sevgi ve saygı duymalıdır. Namazlarını zamanında kılmalı, zenginlere değil fakirlere itibar ve sevgi göstermeli. Üç şeyi açık olmalı; birincisi eli, ikincisi kapısı, üçüncüsü sofrası. Üç şeyi de kapalı olmalı; Gözü, dili ve beli. ne inanarak hayata geçti ki; Fatih Sultan Mehmed Han, İstanbul’u fetih için yola çıkabileceğini, zamanının geldiğini, Edirne (Eski Başkent) çarşısında alış-verişe çıktığında Ahiler’den anladı ve inandı. Siftahını yapan esnafın, ikinci istekte, onuda komşumdan alınız demesi Genç Sultanı, Sultan Mehmed ‘i çok sevindirdi. Şükürler etti… Ahi Evran, bir süre Anadolu’da Kayınpederi Evhaüddin Kirmani ile birlikte vefatına değin seyahat ettiler. Vefatından sonra kendisi de Kayseriye yerleşti ve orada debbağ (Dericilik) ustası oldu. Bu tarihten sonra herşey değişmeye, ülke karışmaya ve saltanat kavgalarına sahne oldu.
II.Gıyaseddin Keyhüsrev, suikast sonucunda Sultan I.Alaaddin’i öldürdü ve dostluğu bulunan Ahi Evran ve pek çok Ahiyi de hapse attı. Ahi Evran beş yıl tutuklu kaldıktan sonra, 1245 yılında II.İzzeddin Keykavus iktidara gelince serbest kalır. Bu nedametli yıllar onu sarsar. Bir müddet Denizli’ye gider ancak Sadreddini Konevi‘nin isteği-davetiyle tekrar Konya ‘ya gelir, yerleşir. Kendisine tahsis edilen hangahında, bir süre dersler verir ve Konya‘da yaşar. Ancak Ahi Evran‘ın desteklediği II.İzzeddin Keykavus ile farklı düşünenlerin saltanat kavgaları, düşünce farlılıkları onu iyice rahatsız eder ve Şems-i Tebrizi‘ninde ölümünden sonra Konya‘da duramaz olur. Yanında Hz. Mevlana’nın oğlu Alaaddin Çelebi ile beraber, Seyfeddin Tuğrul idaresindeki Kırşehir‘e gitmek zorunda kalır. Bir süre sonra o zamanki adı Gülşehir olan Kırşehir’de 93 yaşına kadar yaşar. 1233 yılından itibaren MogolCengiz Han eğemenliğini kabul eden Anadolu Selçuklu Devleti, artık iç karışıklıklarla iyice karışmış,
saltanat kavgalarıyla da zayıflamıştır. Baskılara dayanamayan yeni Kırşehir Emiri Nureddin Caca, karışıklıkları bastırmak bahanesiyle Ahi Evran ve pek çok sevenlerini öldürmüştür.
Ahi Evran adı ile alakalı bir hadisede, o tarihte ve bölgede, Evran diye bilinen büyük bir yılanın onu gördüğünde itaat etmesi, sakinleşmesidir. Dikkate şayan olan, Evran kelimesinin anlamının da ölçen - biçen keşfeden olmasıdır. Böylesi tevafuk ile ismiyle müsemma oluş, bir lütf-u ilahi olsa gerek.
1888‘den Günümüze
Hacı Abdullah, Tarihi Lezzet Üstadı
Hacı Abdullah Korun, Yemeği yenilir, sohbeti dinlenir nadide insan. Taksim İstiklal‘de bir lezzet üstadı. Eskimeyen İstanbul‘da Ahi Evran‘ın yüz akı, lezzet duayeni. Sağlığı, lezzeti kaliteyle birleştiren ve dostluğuyla pekiştirip pişiren bir İstanbul beyefendisi. 26
ARALIK • OCAK 2011
torunlarımız göremedi fakat her nesil, farklı bir güzellik ve çeşitlilikyenilik yaşıyor. Hacı Abdullah Lokantası olarak bizler, yaşamın o boyutunu geri getirmesek de mutfağını ve lezzetlerini korumaya, yaşatmaya gayret sarf ediyoruz. İşimize sadece ticaret değil, sanat ve sorumluluk olarak bakıyoruz.
Kendisini şahsen ve yakinen tanıyanlar bu sözlerime hak verirler. Bu nedenle uzaklardan, başka il ve ilçelerden hatta ülkelerden gelenleri de görürsünüz muhakkak gittiğinizde. Bursa Heykel Ünlü Caddesi No. 7 adresinde halen faal 1867 Bursa İskender Fahri İskenderoğlu’nun 4. Kuşaktan Oğlu Süleyman Bey’de olduğu gibi... Aslında Türkiye için bu markalarımız-ustalarımız, birer servet değerindedir. Her birisi asırlık çınar gibi, Ülkemizin sadece mutfağını-lezzetini değil; nezaketini, sevgi, bilgi ve bilgeliğini de yaşatan-aktaran kültür temsilcilerimizdir. Geçmişle geleceği buluşturabilen, erdemle gelişmişliği birleştirebilen, modernite ile tarihi uzlaştırabilen bilgeliğe ve hoşgörüye her zaman (Hele bu günlerde) muhtacız. Tarihi markalarımız, lezzetlerimiz ve şahsiyetlerimiz, aslında yolumuzu aydınlatan ışıklar gibidir. Onların sayesinde dilimiz ve damağımız tatlanır, kalbimiz ferahlanır. Tarihin süzülmüş, imbikten geçmiş özleridir, bunu hemen girerken, konuşurken hissedersiniz. Tabii öncelikle okurlarımız adına, YEŞİL VADİ Ailesi adına teşekkür
ediyoruz Hacı Abdullah Korun’a. Bizimle birlikte olduğu ve kıymetli görüşlerini, tecrübelerini paylaştığı için. Siz değerli YEŞİL VADİ Okurları adına, Hacı Abdullah Lokantası’nı mutfağımızı, lezzetlerimizi, eskimeyen İstanbul‘umuzu Beyoğlu‘muzu konuşacağız. Değerli Abdullah bey; İstanbul, Beyoğlu İstiklal ve lezzet denilince bizlere neler söylemek istersiniz? Evet, beylerin-efendilerin oturduğu namütenahi semtlerden olan
Beyoğlu, gezmek ve alış veriş için gelinmeden birkaç gün evvelden hazırlanılan değerde, anlamdaymış. En güzel elbiselerin giyildiği, en güzel bir günün geçirileceği duygularla ziyaret edilen bir semtmiş burası. Şimdide öyle belki ancak eski tarihi günlerdeki sükunet, bilgelik ve kültürel-folklorik çeşitlilik halen yok. Kibarlık ve efendilik, renk ve kültürel zenginlikle birleştiğinde inanılmaz oluyor. Biz bunları gördük ve yaşadık. Belki çocuklarımız,
Sevgili Abdullah bey, Tarih dedik ve Beyoğlu’ndan bahsettik. Tarih ve lezzeti-mutfağı da sevgili okurlarımız için anlatırmısınız ? 1888 ‘den günümüze, mutfağımız adına neler söylemek istersiniz ? Neredeydik, neredeyiz ve sizce nereye gidiyoruz-gitmeliyiz ? Sevgili Turan kardeşim, Türkiye’de bugün bilinen tüm yöresel, bölgesel yemek çeşitlerimiz on binin üzerindedir. Kaybolan, unutulanlar ise altı bin civarındadır. Bin yedi yüzlerin sonuna doğru tanışıp mutfağımıza giren patlıcandan, yaklaşık 280 çeşit yemek yapıyorken bugün sadece yetmiş kadarı bilinmektedir. Bugün tas kebabı olarak tanıdığımız lezzetimiz, seferlerde askere-orduya, KUL AŞI ismiyle ( Kumanya ) olarak dağıtılırmış. Bunu şimdilerde Avrupa’da Gulaş diye görmekteyiz.
ARALIK • OCAK 2011
27
Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde “Karaköy Rıhtımı’nda” “Abdullah Efendi” adıyla bir lokanta açılır. Lokantanın işletme ruhsatı bizzat “Sultan II. Abdülhamit Han” tarafından verilir.
rımız var. Böylece tarihi lezzetleri, sağlık ve sanatsal bir görsellikle, yarınlara taşımaya gayret ediyoruz. Bununla da yetinmiyor, bir yandan araştırmalara, diğer yandan bilgilerimizi paylaşmaya devam ediyoruz. Muhtelif üniversite ve platformlarda faaliz ve ayrıca kapımız-gönlümüz her daim açıktır.
Bu bilgi ve tarihsellikten günümüze gelirsek, bizler mutfağımızda her gün yaklaşık 150 çeşitle hizmet vermekteyiz. Gördüğünüz vitrinlerde, 1970’li yıllardan komposto ve konservelerimiz var. Strelize ve sağlıklı olarak vakumlayarak servise hazırlar. Belki pek çok kişi onları süs sanıyor halbuki yıllnamış Fransız şarapları gibi bizimde yıllanmış doğal ve leziz kompostola-
28
ARALIK • OCAK 2011
Sorunuzun, neredeyiz ve nereye gidiyoruz-gitmeliyiz kısmıyla alakalı, özetle şunları söyleyebilirim. Yapılanlar yeterli değil ancak bilinç oluşmaya, gelişmeye başladı. Üniversiteler, STK ‘lar ve Özel Sektör, işbirliği yaparak projeler üretmeli ve hayata geçirmeli. Medya ve Kamu adına hareket eden herkes, Hükümet dahil üzerlerine düşenleri yapmalıdır. Mutfak; sağlık, kültür, sanat, tarih, tıp, bilgi ve teknolojinin ortak alanıdır. Evet, Mutfak Bakanlığı kurulsun demiyoruz ancak mutfağımız dahil, Türkiye’yi marka yapacak tüm zenginliklerimizi ihtiva eden bir yeni oluşum, geniş bir çerçeve gerekmektedir. Bu bakanlık yada birkaç bakanlığın dahil olduğu Başbakan ‘a bağlı enerjik bir yapılanma ( Genel Müdürlük gibi ) olabilir. Ayrıca üniversite acilen kurulmalı yada teşvik edilmelidir. Bugüne kadarki, bazı üniversitelerin sembolik bölümler açması, yetersiz ve kalıcı çözümden
çok uzaktır. İlaveten kurs ve benzeri diğer çalışmalar, can suyundan öteye geçmeyen faaliyetlerdir. Son olarak, biz elimizden gelenleri yapmaya her zamanki gibi varız, hazırız. Avrupa ‘da Gastroenteroloji 1832 yılında, Türkiye ‘de ise 1975 yılında ana bilim dalı olarak kabul edildi. Yine aynı yıllarda üçyüz bin civarı nüfusa sahip olan İstanbul ‘da yaklaşık yarısı kadar kayıtlı esnaf ve (Loncalara kayıtlı Ahi) sanatkar vardı, bugün ise bu rakam onda biri dahi değil. New York, Paris, Londra, Milano gibi kentlerde olmanın gereğine inanıyorsak, zeminini ve gereğini yerine getirmek zorundayız. Artık yemeğin-mutfağın, bir ihtiyaçzarureti aşarak, sanat-kültür ve sağlık gibi anlamları da kapsadığını anlamalıyız. Sevgili Abdullah bey, mutfağın tarihi ve önemi hakkındaki doyurucu sözlerinize teşekkür ediyoruz. Dilerseniz, değerli okuyucularımız için birazda güncel şeyleri konuşalım. Örneğin insanlarımız günümüzde, sağlığı-lezzeti ve tasarrufu hepsini birlikte istiyorlar. Gözedile ve keseye uygun olsun diyorlar. Bunu başarmak mümkünmü ? Bilgi ve araştırma aşkı-hevesi gerekiyor öncelikle. Zamanımızda, pek çok nedenlerle maliyetler cid-
di oranda yüksek. Doğal, naturel beslenmenin kıymeti, giderek artan oranda anlaşılıyor ve zor olmakla birlikte bu mümkün. Paylaşma ve yardımlaşma kültürümüzün halen kuvvetli olması bunu biraz kolaylaştırıyor. Hepimizin taşrada-köyde yakınlarımız ve akrabalarımız var. Ulaşım ve nakliye imkanları, doğalnaturel malzemeye hemde ucuza kavuşmamızı sağlıyor. Tabi bu bir taşımalı çözüm modeli. Asli çözüm, bahçeli evlerde kendimizin yetiştirmesi, mevsimsel beslenme ve doğal yöntemler. Son çözüm belki bize gelmeleri ancak kent yaşamı ve ulaşım zorlukları buna engel. Biz fiyatlarımızı çok yüksek tutmasak ta zaman ve imkanlar yetersiz kalabiliyor. Değerli Abdullah bey, Yeşil Vadi Dergisi okurlarına, son söz anlamında neler söylemek istersiniz ? Mutfağımız ve doğal beslenme hayatiyet taşıyor. Her yıl Amerika ‘da milyonlarca insan obezite oluyor
ve hatta ülkemizde de bu giderek yaygınlaşmaya başladı. Ayak üstü bilinçsiz beslenme kültürü, bizde de giderek sağlığımızı tehdit etmeye başladı. Bolca gelişigüzel değil, bilinçli az yemeği tercih etmeliyiz. Bir tarhana çorbası ve birkaç kayısı yada kuru üzümle dahi çok sağlıklı yaşamak mümkün. Dikkatli ve prensipli olmak, aslında hem ekonomik hemde sağlıklı yaşamın sırrı. Bende bunu, sizin vesilenizle YEŞİL VADİ Ailesi ve Okurları ile paylaşmak istedim. Ayrıca derginizin hayırlı olmasını diliyor, selam ve sevgiler sunuyorum. Bizde sevgili Abdullah Korun Abiye teşekkür ediyoruz. Dünya’nın her yerine, kişi ve kurumuna bir vesile bizleri tanıtan, saray yemekleriyle kendinden bahsettiren, yüz akı olma başarılarının devamını diliyoruz. Uzun ömürler, sağlık ve afiyetlerle. Yıllanmış şaraplar içemesek de kompostoyu en yakın zamanda gittiğimizde içeceğiz, sözünü aldık…
1915 yılında ise Abdullah Efendi Lokantası, Karaköy Rıhtımı’ndan Beyoğlu’na taşınır. İstiklal Caddesi üzerinde bulunan Rumeli Han’ın zemin katında hizmetine devam eder. Abdullah Efendi burada da Usta’dan Çırağa devredilmiştir.
ARALIK • OCAK 2011
29
Biz arsa değil mutluluk satıyoruz.
Cihan DEMİREL
Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Genel Satış Koordinatörü
Gayrimenkul sektöründe yelpaze çok geniş. Türkiye büyüyor ve buna paralel insanların tercihleri çeşitleniyor. Pazar er meydanı gibidir, herkes bilgisi, gücü ve kısmeti kadar alır satar. Kimisi bina, kimisi arsa, kimisi de geleceği alır satar. Biz mutluluk satıyoruz. Çünkü anladık ki hepimiz alır satarken, çalışır koşarken aslında sadece mutluluğun ve huzurun peşindeyiz. 30
ARALIK • OCAK 2011
Cihan bey, Yeşil Vadi Arsa Ofisi sağlam adımlarla büyümeye devam ediyor. Büyümenin yükü, bir firmada genellikle satış ekibinin üzerinde taşınır. Yeşil Vadi satış ekibinin kurucu lideri olarak başarınızı, stratejinizin dününü ve bugününü anlatırmısınız ? Bizler Yeşil Vadi olarak arsa ofisimizi hayata geçirdiğimizde, sektörel anlamda mesleğimizi en mükemmel şekilde icra ediyorduk. Arsa ofisi sahasında bir ilk, sıra dışı yeniliklerde öncü olmuştuk. Fakat hedefimiz çıtayı yukarı, daha yukarıya çıkarmak oldu hep. Gayrimenkul sektöründe yelpaze çok geniş. Diğer bir açıdan sektör, ekonominin lokomotifi durumunda. Türkiye büyüyor ve buna paralel insanların tercihleri çeşitleniyor. Pazar er meydanı gibidir, herkes bilgisi, gücü ve kısmeti kadar alır satar. Kimisi bina, kimisi arsa, kimisi de geleceği alır satar. Sonra gördük ki hepimiz alır satarken, çalışır koşarken, aslında sadece mutluluğun ve huzurun peşindeyiz. Evet, artık biz mutluluk satıyoruz.
Cihan bey, bunu biraz açarmısınız? Arsayı satarken birlikte mutluluğu da sunabilmek çok iddialı bir söylem. Doğrusu mutluluğu herkes arıyor, tarif ediyor. Ayrıca talibi çok, sahibi yok... Yani şimdi Yeşil Vadi Arsa Ofisi, aynı zamanda bir mutluluk ofisimiw? Yeşil Vadi, yıllardır binlerce müşterisiyle aslında mutluluğu yaşatmaya başladı bile. Geçtiğimiz dönemlerde, dört beş bin liraya alınan yerler şimdilerde kırk elli bin lira değerinde. Görevimiz bugün kolları sıvayıp, mutluluğu elle tutulan müşahhas bir hale getirmektir. Bu yeni satış stratejimiz, Mutlu Satış – Mutluluğu Satış Konsepti üzerine inşa edilecektir. Mutlu satış, insana özgü istek ve duyguların doyuma ulaşması demektir. Başta doğru bilgi, sonra bu bilgiyi ideallere çevirecek parametreleri ortaya koyacağız. Nedir bunlarw? Doğruyu anlamak için kıyas edebilecek bilgiler. Fakat öncelikle de bilginin güvenli-güvenilir olması şart. Bir diğer husus, karar süreci sonrasında
sahip olabilmenin önünü açabilmek, her bütçeye uygun esnek ödeme planları oluşturmak. Bütün bunlar, anlattığımız mutlu satış konseptinin fiziki, reel alt yapısıdır. Fakat biliyoruz ki insanlar sadece ekonomik, reel gerçekliklerle mutlu olamıyor. Bir mülke, eve yada arsaya sahip olmak yeterli değil. Bunun yanında sosyolojik, kültürel, insani ve vicdani beklentileri de var hepimizin. Benzer duygularımız, tutkularımız, hobilerimiz ve korkularımız var. Kimimiz okumayı, bazılarımız gezmeyi, bir kısmımız spor yada avcılığı tercih ediyor. Bu nedenle Yeşil Vadi yeni satış stratejisini, mutluluk üzerine inşa etmektedir. Mutluluğu en kapsamlı, en geniş en gerçekçi anlamlarıyla realize eden bu yeni konseptin sloganı;
BİZ ARSA DEĞİL MUTLULUK SATIYORUZ cümlesiyle özetlenmiştir.
ARALIK • OCAK 2011
31
İnsanlarımızın doğru bilgiye ulaşmaları için, ücretsiz ve halka açık düzenleyeceğimiz konferanslarda, konuşmacı Belediyeden, Oda’dan, Üniversitelerden konunun uzmanları olacak. Bizler her konuda yardımcı olmaya hazırız. Herkesin bir arsası, evi, dikili ağacı olsun istiyoruz. 32
ARALIK • OCAK 2011
Cihan bey, bu anlattığınız mutluluk satış stratejisinin dayandığı, Yeşil Vadi Arsa Ofisi Yeni Konseptinin yol haritasından bahsedermisiniz ? Sürecin tarihi, uygulama tarzı, modeli gibi önemli konu başlıkları, sanırım daha iyi anlamamızı sağlayacaktır. Önce bilgi demiştik. İnsanlarımızın doğru bilgiye kalplerinde tereddüt kalmaksızın ulaşmaları için, ücretsiz ve halka açık düzenleyeceğimiz konferanslarda konuşmacı, konunun uzmanları olacak. Yatırımı, genel ve projeler bazında belediye, üniversite ve diğer resmi kamu görevi icra eden yetkililer anlatarak bir anlamda en yetkili ağızlardan eğitim alınmış olacak. Çünkü insanlarımız rahat değiller, kafalarında sürekli soru işaretleri var ve bu onları gerçekten mutsuz ediyor. Bizi tanımaları, bilmeleri veya tavsiyeler ne kadar olursa olsun, zihinlerde her zaman bir şüphe kalması çok normal. Herhangi bir toprakla, ilçe-belde yada bölgeyle bizim projelerimiz arasında fark var. Herhangi bir arazi, toprak yada tarla ile bizim projemize konu olan parseller bambaşka. Fakat bunu biz değil, kamu adına görev yapan resmi ağızlar anlatır, izah ederlerse çok daha etkili, güzel olur. Örneğin tüm müşteri ve insanımıza açık ücretsiz ilk konferansı, Mart 2011 gibi yapmayı hedefliyoruz. Konuşmacı davetlimiz, Büyükşehir yada ilçe belediyemiz, Oda başkanımız veya Üniversiteden bir akademisyen olabilir. Finans konusunda da gerek uzmanlarından gerekse bizler her konuda yardımcı olmaya hazırız. Bir samimi dilek olarak, herkesin bir arsası, evi ve dikili ağacı olsun istiyoruz.
Grafik II.A.2 BazÕ AB Ülkelerinde Büyüme OranlarÕ (Yüzde)
VIX (Ocak 2009 - Eylül 2010)
15
20
Türkiye
Kaynak: Reuters
Küresel Ekonomik Gelişmeler
II. KÜRESEL EKONOMñK GELñìMELER
Küresel krizin hem geliümiü hem de geliümekte olan ülkelerdeki hane halklar×n×, firmalar×
2009 ve 2010 Yıllarına baktığımızda, AB Ülkeleriyle Türkiye 11,7 oran×nda büyüdükten sonra 2010 y×l×n×n ikinci çeyreùinde de beklentilerin üzerinde, A. DÜNYA EKONOMñSñNDE GENELgözükmekte. DURUM arasındaki açıkça Özellikle yüzde 10,3’lük birfark büyüme h×z×n× yakalam×üt×r. Y×l×n ilk çeyreùinde olduùuLetonya, gibi ikinci ABD’nin en büyük yat×r×m bankalar×ndan Lehman Brothers’×n iflas×yla 2008 y×l× Litvanya, gibibirdoğu blokundan AB ‘ye birlikte yeni giren çeyreùinde de Estonya iç talep kaynakl× büyüme gözlenmiütir. 2010 y×l×n×n ilk yar×s×ndaki Eylül ay×nda, 2. Dünya Savaü×ndan bu yana yaüanan, en büyük krizle karü× karü×ya yüksek oranl× mukayese büyümede ekonomideki toparlanman×n bir öncekiışığında, y×l×n ayn× ülkelerle bile edilemez. Buyan×s×ra rakamlar kal×nm×üt×r. Al×nan birçok tedbire karü×n, küresel finansal krizin yaratt×ù× güven kayb× dönemindeki düüük seviye etkili olmuütur. Türkiye’nin AB ilededevam eden müzakerelerinde yaşadık2008’in son çeyreùi itibariyle reel sektör üzerinde etkili olmaya baülam×ü ve 2009 y×l×n×n Mevsimsel takvimsel etkilerden ar×nd×r×lm×ü GSYHçok ise y×l×n bir önceki ları içinvesanırım söylenecek sözü ve ilk ABçeyreùinde ‘nin cevaplailk aylar×nda bu etki daha da derinleümiütir. (Bkz. Kutu: Küresel Kriz Nas×l Ortaya Ç×kt× ?) çeyreùe göre yüzde 0,4 oran×nda zay×f bir büyüme kaydetmekle birlikte, bunu ikinci yacağı ciddi, samimi gerekçeleri belki de hiç yok.
ve bankac×l×k sektörünü etkisikrizi alt×naönlemek almas×, küresel finans Ardından AB, bu giderek finansal için 500piyasalar× Milyarüzerindeki Euro
Türkiye ekonomisi, 2010 y×l× ilk çeyreùinde bir önceki y×l×n ayn× dönemine göre yüzde
yoùun stresin devam etmesine neden olmuütur. MSCI (Bkz. VII. Mali Piyasalar)
ve IMF ‘de 250 Milyar Euro ile toplam 750 Milyarlık destek paketi açıklamak zorunda kaldı. Yunanistan, Portekiz, keskin bir düüüü görülmüütür. Ancak, 2008 y×l×n× büyük kay×plarla kapatan borsalar×n İrlanda, İspanya ve İtalya, bu krizin aktörlerindi. Ayrıca 2009 y×l×n×n ilk aylar×nda toparlanmaya baülamas× ve krizle mücadeleye yönelik Euro dışında kalan İngiltere de ciddi miktarda bankaarzaçıkuluslararas× mutabakat×n yükselen piyasa ekonomilerini içeren bir görünüm etmesi larını finanse etmek zorunda kaldı. Dubai ve Asya KrizEndeks, assonucu, endeks 2009 y×l×n×n ilk çeyreùinden itibaren yükseliüe geçmiütir. lında Uzakdoğu ve Ortadoğu’yu Dubai piyasalardaki olumlu havay× yans×tacak biçimdeetkiliyor, 2010 y×l× Nisan ay×n×nkrizi. sonlar×na kadar Yllk Ekonomik Rapor 2010 endeksi’nde de 2008 y×l× sonlar×nda tüm dünya borsalar×ndaki düüüülere paralel olarak,
çeyrekte bir önceki çeyreùe göre yüzde 3,7 oran×nda büyüyerek telafi etmiütir. Grafik II.A.1
Türkiye’nin de aralarında bulunduğu ve Asya’nın başı çektiği birçok gelişmekte olan ülkede belirgin bir canlanma gözlenirken, başta AB ülkeleri olmak üzere, gelişmiş ülkelerde ve Doğu Avrupa’da büyüme verileri zayıf seyrini devam ettirmektedir. Bu çerçevede, dünya ekonomisinin de son aylarda bir yavaşlama sürecine girdiğine ilişkin işaretler gelmektedir. Buna göre, yılın ikinci yarısında, küresel ekonomideki toparlanmanın daha zayıf olacağı düşünülmektedir.
yükseliü trendini sürdürmüütür. 2010 May×s ay×nda ise Avrupa’da yaüanan bütçe aç×ù× ile Grafik II.A.4 borçlanma krizi ve söz konusu krizin finans piyasas×na yay×lmas×na iliükin endiüelerin
Mevsimsel ve takvimsel etkilerden ar×nd×r×lm×ü GSYH büyüme h×z×nda son üç çeyrekte G-20 Washington VIX (2008 Ocak-AralÕk) zirvesi ivme kazand×ù× görülen azalma eùiliminin tersine döndüùü ve büyümenin ikinci çeyrekte ABD Senatosu ABD'de 168 milyar dolarlÕk önlem paketi
70
50
6 5
4,8
4
4,2 2,7
3
Euro Bölgesi 3. Çeyrekte de küçülerek resesyona girdi
02 Kas 08
02 Eki 08
02 Eyl 08
02 A÷u 08
02 Tem 08
02 Haz 08
02 May 08
02 Mar 08
0
ABD Hükümeti AIG'nin %80 hissesini denetim altÕna aldÕ
G-7 Washington Zirvesi
02 Nis 08
Northern Rock KamulaútÕrÕldÕ
37
øngiltere ve AB önlem paketi açÕkladÕ
30
10
6,4
7
Moody's ve S&P Lehman Brothers'Õn Fannie May ve kredi notunu düúürdü Fredie Mac'a el koyuldu
40
20
7,1
8 Lehman Brothers iflas baúvurusunda bulundu
Fed Bear Stearns'in JP Morgan'a satÕúÕnÕ onayladÕ
60
sonra, MSCI’da aüaù× yönlü bir hareket gözlemlenmiütir.
2,2
2
13 1,7
1,5
1 0
02 Ara 08
80
giderek artmas×, tüm dünyada piyasalar× olumsuzTahminleri etkilemiütir. Özellikle bu dönemden 2010-2011 IMF Büyüme
AB 200 milyar euroluk kurtarma paketi açÕkladÕ
850 milyar dolarlÕk kurtarma paketini onayladÕ
görülmektedir. 90
02 ùub 08
Ağır bir resesyona ve finansal sektörün yeniden yapılandırılmasına neden olan 2001 bankacılık krizinin ardından, 2008 yılından itibaren bozulan küresel ekonomik koşullar Türkiye’de de reel sektörü ve beklentileri olumsuz etkilemiştir. Uygulamaya konan kamu destekleri ve önlem paketlerinin katkısıyla, 2009 yılının ikinci yarısından itibaren piyasaların normalleşme sürecine girdiği gözlenmektedir. 2009 yılının sonlarına doğru belirginleşen toparlanma eğilimi, 2010 yılında da devam etmiştir. Ancak, bu toparlanma süreci hızlı ve düz bir çizgi üzerinde gerçekleşmemiş, bir takım iniş çıkışlara sahne olmuştur. AB Bölgesi ekonomilerindeki sorunların tam olarak giderilememesinin yanında, ABD’deki toparlanmanın da istenilen güçte olmaması, küresel risk unsurlarının çok daha belirginleşmesine neden olmuştur.
02 Eyl 10
Estonya Almanya
02 A÷u 10
Fransa 2010-Ç2
2010-Ç1
02 Haz 10
Litvanya øngiltere 2009-Ç4
02 Tem 10
øtalya
02 Nis 10
øspanya
02 May 10
Letonya
Kaynak: Eurostat, TÜøK
02 ùub 10
-20
02 Mar 10
-12,5 -16,8
G-20 Toronto Zirvesi
GM øflas edebilece÷ini AçÕkladÕ
02 Ara 09
0
02 Oca 10
10
02 Eki 09
-2,0
-9,5
-15
Avrupa Birli÷i Borç Krizi
30
02 Kas 09
-2,0
02 Eyl 09
-2,9
-0,5
2,0
02 A÷u 09
-2,7
1,7
02 Haz 09
-0,2
-0,1 -1,3 -2,8 -3,0
1,2
AB ve IMF'nin 750 +110 milyar euroluk paketi
Dubai Krizi
02 Tem 09
1,7
G-20 Pitsburgh Zirvesi
40
02 Nis 09
-10
-3,9 -5,1
1,4
1,1
50
6,0
02 May 09
0,5
0
3,7
3,5
G-20 Londra Zirvesi
02 ùub 09
5
-5
60
11,7 10,3
10
02 Oca 08
2009 yılında Türkiye ekonomisi yüzde 4,7 küçülmüş ve işsizlik yüzde 14’ler düzeyine çıkmış, arkasından aynı yılın ikinci yarısındaki toparlanmayla beraber 2010 yılının ilk altı ayında yüzde 11 büyüme ile dünyada dördüncü, G-20’de ikinci olmuş, küresel krizden kaynaklanan kayıplar da bir anlamda telafi edilmiştir.
Grafik III.B.1
02 Mar 09
Ekonomik Raporu
Küresel Ekonomik Gelişmeler
Büyüme
02 Oca 09
2010
Kaynak: IMF
Kaynak: Reuters
Dünya
Geliúmiú Ülkeler 2010
Euro Bölgesi
Geliúmekte olan Ülkeler
2011
Dünya önce finans piyasalar×n× sonra da reel ekonomileri etkisi alt×na alan ciddi bir krizle
Diùer yandan finansal kriz sebebiyle uygulanan ek mali düzenlemelerin, Euro Bölgesi’nde
karü× karü×ya kalm×ü ve 2009’un ilk aylar×ndan itibaren özellikle geliümiü ülkelerde iktisadi Dünya, 2008 Küresel krizle birlikte, başta ABD ve AB faaliyet büyük ölçüde yavaülam×üt×r. ABD ve Euro Bölgesi baüta olmak üzere bir çok Ülkeleri olmak üzere derinden sarsılmıştır. ABD’nin en geliümiü ülke ard× ard×na resesyona girmiütir. Geliümekte olan ülkelerde ise büyüme büyük yatırım bankalarından Lehman Brothers’ın iflasıyyavaülam×üt×r. la birlikte 2008 yılı Eylül ayında, 2. Dünya Savaşından bu yana yaşanan, en büyük krizle karşı karşıya kalınmıştır. Ayrıca Northern Rock, Fed Bear Stearns, AIG, Fannie May ve Fredie Mac gibi pek çok şirkette iflas başvurusu yapmış yada yapacağını ilan etmiş, el konulmuştur. Önce ABD 850 milyar dolarlık bir kurtarma yardım paketi açıkladı. Mortgage ve diğer finansal yenilik de denilen borçluluk yükselişi, iyimser politikalar, düşük faiz ve enflasyon gibi istikrarlı dönemde meydana gelmesi düşündürücüdür.
Bütün bu yaşananlardan sonra, Türkiye ve Dünya gebüyüme öngörülmektedir. Genel çerçevede ise geliümiü ülkelerde mütevazi bir büyüme nelinde bir Geliümiü hava esmekte, nümüzdeki dönemperformans× iyimser beklenmektedir. ülkeler için yüksek kamu borçlar×, iüsizlik ve de, dünya ekonomileri genelinde ve büyüme bankac×l×k sektöründeki sorunlar en önemli problemlercanlanma olarak özetlenebilir. öngörülmekle birlikte, gelişmiş 2011 y×l×nda geliümekte olan ülkelerde özellikle büyümenin bir miktar azalmas× ülkelerdeki ve ülkeler aras×nda yüksek bütçe açıkları ve zayıf büyüme performansı nefarkl×laümas× beklenmektedir. Ayr×ca bu ülkelerde büyümenin Asya ve Güney Amerika’daki baz× önemli ekonomiler önderliùinde olacaù× öngörülmektedir. 11deniyle oluşan mali ve finansal kırılganlıklar kaynaklı belirsizlikler sürmektedir. Küresel talebin dengelenmesi ve yap×sal reformlar, gelecekteki büyümenin desteklenmesi
2011 büyümesini olumsuz etkilemesi beklenmektedir. ABD’de nispeten daha iyi bir
aç×s×ndan büyük önem taü×maktad×r. Bu çerçevede, d×ü fazla veren ülkelerde iç talebe yönelme eùiliminin devam etmesi, aç×klar veren ülkelerde mali düzenleme ve Yukardaki şemadan dad×üanlaşılacağı gibiiseIMF öngörüfinansal sektör reformlar×n×n talebi dengelemesi önem arz etmektedir. sü, başta Türkiye olmak üzere gelişmekte olan ülkeler Bugünkü koüullarda orta vadede güçlü, sürdürülebilir ve dengeli küresel büyüme için için ciddi avantajlar taşımaktadır. Budabirgösteriyor ki iddial× ve bütünleyici politika çabalar×na ihtiyaç olduùu bir gerçektir. Küresel ekonomide Türkiye’ye gelen yabancı sermaye artacaktır. belirsizliklerin bir süre daha devam etmesi kaç×n×lmaz görünmektedir. Gelecek dönemde
baüta küresel dengesizlikler olmak üzere yüksek kamu borçlar× ve bütçe aç×klar× gibi 16
34
ARALIK • OCAK 2011
ARALIK • OCAK 2011
35
geliümeler önemli rol oynam×üt×r. Bu yüksek büyüme döneminin yaratt×ù× cari aç×ù×n finansman×nda ise uygulanan doùru politikalar ve küresel likidite bolluùu sayesinde sorun yaüanmam×üt×r. Ekonomideki büyüme, küresel krizin de etkisiyle 2008 y×l×nda önemli oranda h×z kesmiü, y×ll×k büyüme oran× yüzde 0,7’ye kadar gerilemiütir. Türkiye ekonomisi, 2008 y×l×n×n son çeyreùinden 2009 y×l×n×n son çeyreùine kadar süren bir daralma süreci yaüam×üt×r. Söz konusu daralma 2009 y×l×n×n ilk çeyreùinde derinleümiü, 2009 y×l×n×n ikinci çeyreùinden itibaren h×z kesmeye baülam×üt×r. 2009 y×l×nda ekonomi yüzde 4,7 daralm×üt×r. Grafik III.A.1 GSYH Büyüme OranlarÕ (Yüzde) 15 12 9 6 3 0 -3 -6 -9 -12 -15
w w w.elmabasim.com
2002-Ç1 Ç2 Ç3 Ç4 2003-Ç1 Ç2 Ç3 Ç4 2004-Ç1 Ç2 Ç3 Ç4 2005-Ç1 Ç2 Ç3 Ç4 2006-Ç1 Ç2 Ç3 Ç4 2007-Ç1 Ç2 Ç3 Ç4 2008-Ç1 Ç2 Ç3 Ç4 2009-Ç1 Ç2 Ç3 Ç4 2010-Ç1 Ç2
Türkiye giderek değerlenen, bölgesinin umut vaat eden bir ülkesi. Yüksek karlılık ve getiri fırsatlarına bolca sahip bir konumda. Özellikle gayrimenkul, inşaat en çok yatırım çeken sahalar. Büyüme şampiyonu olan hizmet sektörü burada en önemli husus belki.
Kaynak: TÜøK
TUİK tarafından hazırlanan verilerden de anlaşılacağı gibi 2008 yılındaki GSYH düşüşü, 2009 yılında yerini hızlı yükselişe bırakmıştır. Bütün bu rakamlar ışığında, siyasal ve ekonomik istikrar, hukuki ve sosyal alanlardaki standartların gelişimi, bilimsel ve teknolojik sahadaki ilerlemeler, yabancı yatırımları hızla arttırmaktadır. Bölgede giderek artan işbirliği, güven ve dostluklar bu
36
süreci hızlandırmaktadır. Genç kalifiye nüfusu, tarihi birikimleri, Türkiye’nin elini güçlendirmeye devam ediyor.
ARALIK • OCAK 2011
Küresel gelişimden etkilenerek, önceki dönemlerde kaybedilen zaman ve imkanların, bir süredir devam eden istikrarla geri kazanılması sanırım herkesi ümitlendirmektedir. Bizlerde bu güzel gelişmelerin artarak 29 büyümesini sadece izlemiyor, kendimizi de geliştirerek yeni fırsatlar ve imkanlar sunuyoruz. Yeşil Vadi, sektördeki konumunu kuvvetlendirerek, inşaat gibi kendi alanında projeler üreterek, istikrarlı çalışmasını sürdürmeye, müşterilerini kazandırmaya teşvik etmektedir. Geçen seneye nazaran çok daha mutlu, sağlıklı ve huzurlu olmanızı diliyoruz.
Müşterimizin rüyas bizim rüyamz, müşterimizin gözündeki prlt bizim gözümüzdeki prltdr.
Elma Basım Yayın ve İletişim Hizmetleri San. Tic. Ltd. Şti. Halkalı Cad. No:164 B-4 Blok Sefaköy - K.Çekmece İstanbul 34295 Tel: (0212) 697 30 30 Fax: (0212) 697 70 70
Mevlana Prof. Dr. Cihan OKUYUCU
Fatih Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı 1999-2008 Dönemi Bölüm Başkanıdır. Halen Yıldız Üniversitesinde Öğretim Görevlisidir
38
ARALIK • OCAK 2011
Değerli Hocam, bildiğiniz gibi bu sene Şeb-i Aruz törenleri 7-17 Aralık yerine, 1-17 Aralık tarihlerinde yap›l›yor. Bir başka ifadeyle Şeb-i Aruz etkinlikleri on günden 17 güne çıkarılıyor. Yine bu sene katılımın büyük bir artışla altmiş bini geçeceği öngörülüyor. İlginin böylesine artmasını, insanların ırk-renk-din ve dil ayırt etmeksizin, Hz. Mevlana‘ya böylesine coşkuyla yönelmesini nasıl yorumluyorsunuz? Hz. Mevlana‘ya olan bu sevgi ve ilgiyi, Yeşil Vadi Okuyucuları için biraz daha yakından anlatır mısınız? İzniniz olursa bu sorunuza, konuyu biraz geniş tutarak cevap vereceğim. Ta ki her yıl akın akın Konya’ya gelen bu insanların, Hz. Mevlana’da
ne aradıkları ve ne buldukları daha iyi anlaşılabilsin… Asrımızın büyük düşünürlerinden Toynbee, İkeda ile yaptığı kitaplaşmış uzun söyleyişinde (Yaşamı Seçin, Ankara Üniv. Yay.) günümüz insanlığının içinde bulunduğu şu temel paradoksa dikkat çeker. Bu çağın insanı olan bizler, atalarımıza göre çok daha bilgiliyiz fakat daha ahlaklı değiliz. Bu yüzden erişmiş olduğumuz bilgi ve teknoloji bir silah gibi yine kendi kendimizi tehdit eder hale gelmiştir. Yaşadığımız iki cihan savaşı, bütün dünyayı tehdit eden ekelojik felaketler, sapkın alışkanlıkların yol açtığı salgın hastalıklar, adaletsizliklerden beslenen ve hızla yayılan terör hareketleri, toplumun hücresi mesabesindeki aile kuru-
lum kendi dini değerlerine bağlı kalarak evrenselleşebilir mi? Başka kültürlerle yan yana ve barış içinde yaşayabilir mi? Sözgelimi İslam, böyle bir paylaşıma açık mıdır?
munun dağılması… Sadece bir toplumun değil bütün insanlığın ortak meselesi olan bütün bu problemlerin altından ancak tüm ülkelerin dahil olacağı bir insanlık projesiyle kalkılabilir. Medeniyetimizin kendi kendisini mahvetmemesi için bu bilgiyi kaldıracak bir ahlak omurgasına ihtiyacı vardır. Diğer taraftan mademki dünya global bir köy haline gelmiştir, ahlaki değerlerin de bütün insanların paylaştığı ortak hümaniter değerler olması lazım gelir. Peki ama bu ortak değerleri nereden bulacağız? Düşünürümüz bunun için en iyi kaynağın yine mevcut büyük dinler ve bilhassa İslam olduğu fikrindedir. O halde sorumuz şu olmalıdır? Globalleşmenin zaruretine inanan bir fert yahut top-
Bunun cevabına geçmeden önce isterseniz, günümüzde artık kesin bir ihtiyaç haline gelen evrensel insani değerler ve evrensel barış fikrinin ortaya çıkış serüvenini kısaca özetleyelim. Yukarıda kendisinden iktibasta bulunduğumuz Toynbee, insani değerlere saygı bakımından imparatorlukları milli-ulus devletlere tercih ettiğini söylüyor. Ona göre bir çok dini ve etnik unsuru bünyesinde barındıran imparatorluklar tabiatı gereği müsamahalıdırlar. Roma, Bizans ve Osmanlı siyasi yapılanmaları insani hakları kabul bakımından modern anlayışa oldukça yakındırlar. Bu yapılarda farklı dil ve dine mensup insanlar devletlerine daha çok vatandaşlık bağıyla bağlı idiler. Halkının çoğu Hristiyan’lardan oluşan Bizans döneminde, Roma vatandaşlığı bilinci yerini daha çok ümmet bilincine terketti. Aynı çağlarda İslam dünyası için de yine asli mensubiyet hissinin,
dinden kaynaklanan ümmet bilinci olduğu söylenebilir. Orta Çağdaki Haçlı-İslam savaşları bunun bir yansımasıdır. Ancak Orta Çağ sonlarında Avrupa’da yaşanan mezhep savaşları Batının ümmet bilincinde derin kırılmalara yol açtı ve din bazı aydınların gözünde toplayıcı değil parçalayıcı bir olgu olarak algılanmaya başladı. Bu anlayış, Hobbs ve Locke gibi ilk liberalleri, kaynağı din olmayan yeni insani değerler arayışına itti. Diğer taraftan Batıda milli devletlerin ortaya çıkması da bu sekülerleşme eğilimini güçlendirdi. Toynbe bu dönemde dini değerlerin boşalttığı alana, seküler ulusal değerler ikame edilişine şu ilginç örnekleri veriyor. Dindeki Peygamberin yerini Milli Şef alır, dinin kutsal kitabı yerini şefin kitabına terkeder, sözgelimi ezan ve minare gibi dini simgeler, yerini bayrak ve milli marş gibi simgelere bırakır, Allahın arzı anlayışından bir millete ait dokunulmaz ve değiştirilmez milli sınır anlayışına geçilir vs. Milli bencilliğe cevaz veren bu anlayış, Batıda Hitler ve Mussoli’nin şahsında tecessüm etmiştir. 19.Yüzyılın enternasyonal-
ARALIK • OCAK 2011
39
içinde yaşama kültürünün, bütün insanlık için bir zaruret olduğunun kanıtlarıdır. Ancak bu tür projelerin yaşama şansı, onların ancak kucaklayıcı bir anlayışa yaslanması durumunda mümkündür ve işte Hz.Mevlana ile benzer sufilere ihtiyaç da tam bu noktada ortaya çıkmaktadır. Zira onlar bu konu üzerinde çok düşünmüşler ve olayı güncel tabiriyle içselleştirmişlerdir.
Mevlânâ Celaleddin-i Rumi Belhi BELH, 1207-1273 Lakabı; CELALEDDİN Ünvanı; MEVLANA, HÜDAVENDİGAR, RUMİ… Babası; Muhammed Bahaeddin Veled, Annesi; Mü’mine Hatun, Eşi; Gevher Hatun’dan Oğlu; Sultan Veled ve Alaaddin Çelebi
sosyalizmini, sınıf esasına dayansa bile, millet üstü bir değere yaslanması bakımından, bir insanlık projesi olarak algılayabiliriz. 20.Yüzy›ldan itibaren globalleşen dünyada evrensel değerlerin yeniden yükselişe geçtiğini görüyoruz. Bunun tipik misali, uluslararası mahkemenin iki dünya savaşı karşısındaki farklı tavrıdır. Birinci dünya savaşından sonra savaşa sebep olan Almanyayı yargılamak üzere toplanan Milletler Cemiyeti, bu ülkenin yargılanamayacağını, çünki her ülkenin milli menfaatleri doğrultusunda hareket etme yetkisine sahip olduğuna hükmetmişti. Ancak 2.Dünya Savaşından sonra
40
ARALIK • OCAK 2011
aynı cemiyet, evrensel değerlere yaslanarak Almanya’yı savaş suçlusu ilan etti. Milletler Cemiyetiyle birlikte her iki savaşın merkezi konumundaki Avrupada da ortak bir Avrupa ruhu inşa etmek yönünde ciddi çabalar ortaya çıktı. 1957 Roma antlaşmasıyla temeli atılan Avrupa Topluluğu, 1992 Maastricht anlaşmasıyla resmi bir hüviyet kazandı. Avrupa Birliği vatandaşlığı bilincine temel olacak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi birlik mensuplarınıbağlayıcı bazı temel prensipler belirledi. Bu ortak prensipler özetle; Demokrasi, insan hakları ve temel hürriyetlere saygı ve hukuk devleti prensiplerinden ibarettir. Bütün bu çabalar, birlikte ve saygı
Peki hocam bu içselleştirme hakkında somut örnekler verebilir misiniz? Kim ne demiş, ne yapmış. Bilhassa Hz.Mevlana böyle bir insanlık projesine hangi fikirleriyle katkıda bulunmuş ve bulunabilir? Sözgelimi 13.Yüzyılın tanınmış sufilerinden olan Aşık Paşa’ya göre insanlık bir bedene benzer, her insan da birbirlerini tamamlamaları bakımından bu bedenin uzuvları gibidir. Bu insanlık bedeninde; Hz.Adem ayak, gemi yapan Nuh el, Tanrı ile konuşan Musa dil, Davut kulak, İbrahim göz, her dilden anlayan Süleyman gönül, ölüleri dirilten İsa ruh, peygamberlerin sonu olan Hz.Muhammed başı temsil eder. Şairin bu benzetmelerden asıl amacı insanın bir parçası olduğu diğer insanlara karşı görevlerini hatırlatmaktır. İnsanda iki göz vardır ama bunlar birlikte bakarlar, birlikte uyurlar, birlikte gülüp birlikte ağlarlar. İnsan da böylece başkalarının acısına sevincine ortak olmalıdır. Sufiler arasında çok yaygın olan bu fikir, en iyi ifadesini yine 13. asrın şairi olan Şeyh Sadi’nin şu mısralarında bulmuştur:
Beni adem aza-yı yek-digerend Ki ez-aferineş zi-yek gevherend Çü uzvi be-renc avered ruzigar Uzvha-yı digerra nemaned karar (İnsanlar bir beden ve her insan bu bedenin azası gibidir. Çünki insanların hepsi aynı kaynaktan gelmektedir. Eğer bedendeki bir organ hastalanırsa diğer organlar da rahatsız olur.) Buradaki mesaj açıktır:Sen de bir organ hükmündesin; o halde hemcinslerinin acılarına lakayt kalma! Hz. Mevlana, insanların görünen farkların ötesindeki ortaklıklarını, nefis bir nükteyle dile getirir. Mesnevideki bir hikayeye göre biri Türk, biri Arap biri Rum ve diğeri Acem olan dört kişi birlikte yolculuk etmektedir. Karınları acıkınca ortak yiyecek almak isterler. Her biri kendi dilince üzüm ister. Ancak birbirlerini anlamadıkları için farklı şeyler istediklerini zannederler ve aralarında kavga çıkar… Neticede hepsinin dilini bilen biri, üzümü getirip ortalarına koyunca hepsinin yüzü güler ve aslında aynı şeyi istediklerini anlarlar. Böylece Hz.Mevlana, insanlar arasında dilleri aşan bir dil, bir insanlık dili olduğunu ifade etmek ister. Bir anlamda Hz.Mevlana, bu diller üstü dili bilen kişinin kendisidir. Nitekim şöyle der; “Bizim bu dilden başka bir dilimiz, Cennet’ten, Ce hennem’den başka bir yerimiz vardır. “ (Rubailer, 304, 306, 344) Bu diller üstü dilden kastın ortak insani özellikler olduğunu söyleyebiliriz. Dinimiz ve dilimiz ne olursa olsun
ARALIK • OCAK 2011
41
ayna olması bakımından değerli bulur. Yunus’un ifadesiyle prensip şudur;
Yaratılanı severiz yaratanından ötürü
bütün insanlarla ortak doğrularımız ve yanlışlarımız, ortak insani kodlarımız bulunmaktadır. Farklı olan sadece bunları ifade ediş biçimimizdir. Bu mısralarda şair aslında bütün İslam sufilerinin anlayışına tercüman olmakta. Sufi için kainat Tanrı’nın evi ve mevcut her şey Tanrı’nın halkı olmakta. Hal böyle olunca yaratılmışlar arasında bazılarını beğenip bazılarını beğenmemek, sonuçta Tanrı’nın eserine ve isteğine karşı gelmek demektir. Bütün insanlar Tanrı’nın ailesi hükmünde olduğuna göre insan kendisi için istediğini başkası için de istemelidir. Yunus bütün dinlerin bu evrensel hakikat için geldiğini söylüyor:
Sen sana ne sanırsan ayruğa da anı san Dört kitabın manası budur eğer var-ise
(Kendin için ne istiyorsan başkası için de onu iste. Dört kitabın da özü özeti budur.) Şimdi ortak bir insanlık projesi için bundan daha iyi bir reçete düşünülebilir mi? Peki hocam, işin burasında hümaniter değerlerin kaynağı bir problem olarak karşımıza çıkıyor. Mevlana hümanist midir, eğer öyleyse bu nasıl bir hümanizm? Bazıları hümanizmi bir değerler karmaşasına yol açmasından hareketle reddediyorlar, siz ne dersiniz? Zahiri benzerliğe karşı klasik hümanist anlayışla sufi hümanizminin hareket noktaları bakımından farklı olduğunu söylemek gerekir. Hümanizmde insana duyulan sevgi yine insan kaynaklıdır. Sufi ise insanı bütün varlıklar arasında Tanrının güzelliklerini en iyi yansıtan bir
42
ARALIK • OCAK 2011
Mevlana Tanrıyı güneşe, bütün varlıkları ve insanları ise güneşin ışığını yansıtan aynalara benzetir. İnsan aynadaki ışığı sevmekle gerçekte güneşi sevmiş olur. Çünkü ışık güneşten ayrı değildir. Bunun tersi de doğrudur. Güneşi seven onun ışığını yani yarattıklarını da sevmek durumundadır. Yoksa kendi kendisiyle çelişmiş olur. Mevlana bu fikri aşk konusuna da başarıyla uygular. İslam edebiyatlarının meşhur hikayesi Leyla ile Mecnun’da aşk önce tamamıyla insanidir. Mecnun Leyla’yı sevmektedir, o kadar... Ancak zamanla Leyla kabından taşmaya ve bütün kainatı kaplamaya başlar. Artık Mecnuna her şey Leyla gibi görünmektedir. Gece onun saçlarıdır, yıldızlar dişleri, ay yanağı, güneş gülümseyişidir. Leyla’nın sokağından geçen bir köpek bile onunla ilgisi bakımından sevgili ve sevimlidir. Kısacası Mecnun Leyla’da gördüğü güzelliği artık bütün yaratılanlarda görmeye ve sevmeye başlar. Böylece Leyla gaye olmaktan çok evrensel sevgiye ulaşmanın basamağı olmaktadır. Sorunuzun ikinci kısmına gelince... Günümüzde ana sorunumuz bir yandan kendi farklılıklarımızı ve yerel kültürlerimizi korurken diğer taraftan nasıl evrensel bir barış tesis edebileceğimiz konusudur. Mevlananın şu beyti bu konuda oldukça fikir vericidir:
Hem-çü pergarim der-pa der-şeriat üstüvar Pay-ı diğer seyr-i heftad ü dü-millet miküned (Bir ayağım sımsıkı İslamın üzerinde, diğer ayağımla 72 Milleti dolaşıyor ve kucaklıyorum.) Bu sözler bize “Vaymarlıyım ve dünya vatandaşıyım yani bir milliyetim var ama aynı zamanda dünyanın adamıyım.”diyen Göthe’nin sözlerini hatırlatmaktadır. Demek ki burada hem kendisi kalmak hem hem kendini aşmak sözkonusudur. Peki bu mümkün mü ? Şekil olarak hayır, ruh olarak evet. Mevlâna, insanlığın birliğini, dinlerin ve kültürlerin şekil birliğinde aramaz. Ona göre şekil, çeşitli renk ve desendeki kaplara benzer. Mana ise sudur. Dış gözü kabı, iç gözü ise suyu görür. Aslolan kapta değil suda bir olmaktır. Kısacası herkes kendi dininin şeklî yapısını korumalı ama özdeki müşterek noktalar üzerinde diğer din mensuplarıyla dostça, sıcak alakalar kurmalıdır. Rûmî’’nin diğer dinlere yönelik bu tutumu bazan onun dinler üstü bir şahıs gbi algılanmasına yol açmıştır. Aslında onun fikirleri
Kur’an’ın Hûd suresi 118-119. ayetlerindeki esprinin şiire dökülüşüdür. Bu ayetlere göre, Allah dileseydi tüm insanlık bir tek ümmet olur, bir tek imanda birleşirdi ama Allah insanları kendi seçimlerinde serbest bırakmıştır. O halde diyebiliriz ki günümüzde muhtaç olduğumuz evrensel değerlerin pek çoğunu kendi bünyesinde barındıran İslam sufizmi, bu prensipleri dine rağmen değil doğrudan doğruya dinin kendisinden almaktadır.
hitabının böylesi hakim oluşunu ve farklı zaman dilimlerindeki farklı konumlardaki ve bambaşka dertbeklenti-özlemleri olanlara aynı derecede yaklaşımını, onlara çare oluşunu özetle; Herkesin aradığını bulabilmesini nasıl izah ediyorsunuz ? Bir şiirinde Mevlana bunun cevabını kendisi mealen şöyle veriyor; “Ömür libasımız faniyse ne gam. Biz öyle eskiyecek, pörsüyecek güzellerden değiliz. Manamızla, mesajımızla ebedi genciz biz ”
Görülüyor ki Rûmî, 7 asrı aşkın bir zaman önce, bugün bile ulaşamadığımız bir kozmik-evrensel kültüre, bir kültürler üstü düzeye ( Transcultüral state ) ulaşmış ve bunun gereklerini de yaşamıştır. Nicholson, Rûmî’nin - İlahî Komedya’sında, İslam Peygamberi’ni Cehennem’de tasvir eden - Dante’ye üstünlüğünden bahsederken, şöyle der: “ Rûmî, Dante’nin doğumundan birkaç yıl sonra öldü. Fakat, Hıristiyan şair, çağdaşı Müslüman şairin ulaştığı enginlik, merhamet ve hoşgörüden uzaklardadır.” Rumi’nin inandığı değerleri kendi hayatına tatbik ettiğini ondan bahseden bir çok kaynaktan öğreniyoruz. Çok sayıdaki örnekden sadece bir tanesini hatırlayalım:
Hak, Baki olduğu gibi Hak Kelamı’da bakidir. Peki Mesnevi ? Madem ki o da “ Mağz-ı Kuran” olarak vasfedilmiştir; O’da baki... Tuzlaya düşen at, tuz olur. Bala batan sinekten geriye bir şey kalmaz. Ebediyyet ırmağından yıkanan bahtiyarlar da o ırmağın malı olur giderler. Madem ki kuru yaş ne ararsan Kuran’da var. Ve madem ki Kuran, her çağa konuşur, her insana aradığını verir. İlham testisini Kuran ırmağından dolduran Hz. Mevlâna’ nın sözlerinin her çağa seslenmesine niye şaşmalı, değil mi?
Bir sema meclisinde sarhoş bir Hıristiyan yalpalayarak Mevlâna’ya çarpıyor ve sürekli onu rahatsız ediyordu. İçerdekiler adamı engellemeye kalktılar. Mevlana buna razı olmadı ve dedi ki: “Dokunmayın ona. Şarabı o içmiş, sarhoşluğu sizler yapıyorsunuz. ”Mevlâna ve diğer sufilerin “yalnız başkalarını düşünme” diyebileceğimiz sevgisi ancak nebilere ve velilere mahsus olan karşılıksız ve ayrımsız bir sevgidir. O insana toprak gibi, güneş gibi, su gibi olmayı öğütler. Toprak, güneş ve su insanlığın ortak nimetleridir. Su hiçbir kirden iğrenmez ve bütün kirleri temizler. Yağmur din ve dil seçmeden bütün tarlalara yağar, güneş her bacadan girer. “Benim tekkem âlem, medresem dünyadır.” diyen Rûmî de kendisini insanlığa adayan böyle büyük ruhlardandır. Gandhi’nin pek sevdiği şu Mesnevi beyti, Hz. Mevlana’nın bir nevi var oluş gayesi ve hikmetidir:
Ma-bera-yı vasl kerden amedim Ne bera-yı fasl kerden amedim (Biz bölmeye, parçalamaya gelmedik. Biz ayrılanları buluşturmaya, uzak düşenleri kavuşturmaya geldik) Hz. Mevlana’nın mesajlarına baktığımızda ( Yaklaşık 800 yıla rağmen ) bu kadar diri ve günümüze-insanlara
Hz. Mevlana ‘yı konuşurken hayatı, sözleri-felsefesi ile birlikte sanırım getirdiği ritüelleri-gelenekleri de anmamız gerekir. Konuşurken, gezerken, yerkeniçerken ve giyinirken yeni bir anlayış, farklı bir iklim yeşerdi KONYA şehrinde. Bu iklimde yeşerenlerin belki de en önemlisi Sema. Özellikle Şeb-i Aruz törenlerinde icra edilen ve günümüzde Mevlana sevenleri için toplantı ve anmalarda icra edilen, Sema Ayini hakkında neler söylemek istersiniz? Malum olduğu gibi sema’ da, semahane de Hz. Mevlâna’dan önce vardı. Ama sema onun benimsemesiyle popülerleşti. Ancak bu sema, ilahi cezbenin tabii bir dışavurumu, bir ruh taşkınlığıydı. Yeri, zamanı, seremonisi yoktu. Zamanla bu ruh kalıba girdi, libasa büründü. Ruhu olan her şey güzeldir, ruhsuz olan her şey çirkin. Sema da aynı böyle, icra edenlerin ruh zenginliği miktarınca bir mana ve değer kazanıyor veya kazanamıyor. Umarım bu güzel kalıp aynı güzellikte bir ruha kavuşsun ve seyredenleri de ilahi alemlere kanatlandırsın. Hz. Mevlana denildiğinde, akla gelenlerin en başında Şems-i Tebrizi geliyor. Okadar ki Şems ve Mevlana için Aşık-Maşuk ifadesi Darb-ı Mesel oluyor. Hakkında bu kadar konuşulan ve bazı soru işaretleri-esrar perdeleri varmış gibi takdim edilen Şems- Mevlana birlikteliği hakkında neler söylemek istersiniz? O hali bilmek muhal. Anlatabilmek hayal ötesi hayal. Ama büsbütün cevabsız bırakmamak için diyebilirim ki eğer birbirinin hem annesi hem çocuğu olan iki kişi varsa bunlar Mevlana ile Şemstir. Mevlana Şems’te, Şems de Mevlana’da doğdu, vesselam.
ÖĞRENDİM Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum. Işığı gördüm, korktum. Ağladım. Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim. Karanlığı gördüm, korktum. Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi. Ağladım.
Okumayı öğrendim. Kendime yazıyı öğrettim sonra... Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana... Gitmeyi öğrendim. Sonra dayanamayıp dönmeyi... Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi...
Yaşamayı öğrendim. Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu; Aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu öğrendim.
Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yaşta... Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım. Sonra da asıl yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine vardım.
Zamanı öğrendim. Yarıştım onunla... Zamanla yarışılmayacağını, zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim...
Düşünmeyi öğrendim. Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim. Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek olduğunu öğrendim.
İnsanı öğrendim. Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu... Sonra da her insanin içinde iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim. Sevmeyi öğrendim. Sonra güvenmeyi... Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu, sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu öğrendim. İnsan tenini öğrendim. Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu... Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim. Evreni öğrendim. Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim. Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek gerektiğini öğrendim. Ekmeği öğrendim. Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini. Sonra da ekmeği hakça bölüşmenin, bolca üretmek kadar önemli olduğunu öğrendim.
44
ARALIK • OCAK 2011
Namusun önemini öğrendim evde... Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu; gerçek namusun, günah elinin altındayken, günaha el sürmemek olduğunu öğrendim. Gerçeği öğrendim bir gün... Ve gerçeğin acı olduğunu... Sonra dozunda acının, yemeğe olduğu kadar hayata da “lezzet” kattığını öğrendim. Her canlının ölümü tadacağını, ama sadece bazılarının hayatı tadacağını öğrendim. Ben dostlarımı ne kalbimle nede aklımla severim. Olur ya ... Kalp durur ... Akıl unutur ... Ben dostlarımı ruhumla severim. O ne durur, ne de unutur ...
Hz. Mevlana
Sinop’lular, Çareyi Bulmuşlar! Bir Sinop Spor’da İstanbul’da Kurmuşlar… Anadolu’nun tüm şehirleri gibi, Sinop ili de göç vermiş İstanbul’a. Güzel yurdum insanı, sevdiklerini ve özlemlerini de taşımışlar beraberlerinde kentlere. İşte İstanbul Sinop Spor Kulübü, böyle bir aşkın, özlemin eseri… Öncelikle gençliği konuşuyoruz. Enerji ve dinamizm dolu çocuklarımızın, sokaklarda ve dört duvar aralarında nasıl sıkışıp kaldığını, kimisinin bilgisayarlara, bazen de karanlık sokaklara daldıklarını ve buralarda onlardan bazılarını kaybettiğimizi anıyoruz… Halbuki gelişmiş ülkeler, sporun her dalını ihya ederek adeta her köşede bir tesis inşa etmişler. Kültürel ve sportif faaliyetlere, böylesine büyük bir hayatiyet atfederek söze başlayan Ramazan Aşçı, okulda yaşadığı bir anısını anlatıyor.
Ramazan Aşçı, Selefi Hüseyin Demirkol gibi bir eğitimci. Eski - ilk kuruluş adı, Sinop Özlem Spor, şimdi İstanbul Sinop Spor Kulübü. Bir avuç insanın samimi gayretiyle kurulmuş. Herkes destek vermiş. Ve şimdi bu sene, Ramazan Aşçı başkanlığında yeni bir yönetim işbaşına gelmiş. İstanbul Sinop Spor’ un yeni başkanı Ramazan Aşçı ile konuşuyoruz. Kendisi Sinop Erfelek doğumlu ve bir evvelki selefi Hüseyin Demirkol gibi oda bir eğitimci aslen. İdealleri için, hırs ve aklını duygu ve sevgiyle birleştirebilen yetenekli bir insan olduğunu, biraz konuştuğunuzda anlayabiliyorsunuz.
46
ARALIK • OCAK 2011
Okulun güvenlik kamerasından, bir öğrencinin koridor duvarını tekmelediğini gördüm. Bir, iki, üç durmadan tekmeliyordu yeni boyanmış duvarı… Bayağı yükseğe attığı tekmelere bakan, sanır ki Matrix gibi duvara tırmanacak… Dayanamadım ve hızla o koridora giderek öğrenciyi tuttum. Doğrusu sinirliydim ve tam sert bir tepki gösterecektim ki çocuktaki masumiyeti, dalgınlık ve boşluktaki gibi gözlerini gördüm. Durduğumda sakinleştim ve sordum; Niçin deminden beri tekmeliyorsun duvarı? Çocuk o ana kadar yaptıklarının farkında bile değildi. Sınavlar, duvarlar ve betonlar arasına sıkışan çocuklarımız, stresle dolmuş, yaptığını bilemez olmuştu. İşte bir kez daha anladım ki gençlere yeşil alanlar, sahalar ve aktiviteler gerekiyor.
Kırları ve yeşil vadileri özleyen insanlık, özellikle gençlerimiz SOS veriyor. Bir eğitimci, bir aile reisi olarak, spora desteğin sağlık, ahlak, erdem olduğunu, bu bilincin yayılması gereğini düşündüm hep. İstanbul Sinop Spor Kulübü Başkanı olmaya doğru giden yol belki de böyle başladı…
Başkanın öncelikli hedefi yeni yatırımlar, genç yetenekler Başkan anlatmaya devam ediyor. Ramazan bey yönetime gelirken, bir şey vaat etmiyorum ama ben ve arkadaşlarım, İstanbul Sinop Spor için en iyisi ne ise yapmaya gayret göstereceğiz diyor. Aslında yönetime gelerek, büyük bir sorumluluk aldığının farkında ve vaatte bulunmasa da konuşmalarından-projelerinden hareketle, istikbal vaat ettiğini söyleyebiliriz. İlk ve orta öğretim düzeyinde yetenek arayışında ve şimdiden yarınlar adına, beş tane umudufutbolcusu var. Hedeflerinin 25 olduğunu ve bu gençlere sahip çıkarak, burs vererek uzun soluklu bir yürüyüşe başladıklarını anlatıyor. Bu sene haziran ayında kulüp bünyesine katılan saha ve antrenman tesisleriyle beraber, yapılan çalışmalar semerelerini vermeye başlamış. İstanbul Sinop Spor Kulübü, İstanbul Süper Amatör Liginde şimdiden ikinci sıraya yükselmiş. Başkan Ramazan Aşçı, hedeflerinin keşfettikleri yetenekleri eğiterek, hem kendi kulüplerinde oynamalarını hemde 2.ve 3.liğlere transferlerini yaparak adlarını duyuracaklarını anlatıyor. Bizde Yeşil Vadi Dergisi-Ailesi olarak, sizler adına tebrik ediyoruz kendisini. Diliyoruz ümit ettikleri hedeflere biran evvel ulaşırlar.
Sayın başkana, bu projeleri ve çalışmaları için bütçelerinin ne kadar olduğunu, bunun yeterli yada yetersizliğini sorduk. Bu yılki bütçelerinin yetmiş bin lira olduğunu ve az olmakla beraber yine de çok şeyler yapıldığını ve şu ana kadar yapılanları ve sağlanan başarıları, beş yüz bin liralık bütçelerle dahi yapamayanların olduğunu ifade etti. Bir başka önemli husus, İstanbul’ da yaşayan Sinop’ lular, onların destekleri ve konumu. Başkan bize, İstanbul’ da yaşayan Sinop nüfusunun misliyle fazlalığından, katılım ve işbirliklerinin güzelliğinden bahsediyor. Sporcuları ile beraber büyük bir aile – çınar olduklarını, futbolcuların anne ve babalarıyla bizzat tanışarak yakından ilgilendiklerini bizlerle paylaşıyor. Aslında bu, tabana inerek tavana kadar yürüyen bir sistemi kurabilmek, herkesin arzusu ve hayali. Ne diyebiliriz ? Hadi başkan görelim seni… Sadece bu yeterlimi ? Hayır, doğrusu şu ; Azimli ve samimi gayretlerinizi kutluyoruz, bize de bir görev, yapabileceğimiz bir şeyler varsa seviniriz diyoruz… Başarıya giden yolda, hadi arkandayız yürü-koş diyerek, sadece seyredildiğinde sonuca ulaşanın az, yolda ruhunu teslim edenlerin çok olduğunu hepimiz biliyoruz. Herkesin koşamasa da yanında yürüyebileceğini, koşanlara su verebileceğini ve bu anlamda Yeşil Vadi Ailesi olarak elimizden gelen bir şey olduğunda bundan imtina etmeyeceğimizi belirterek başkana açık söz veriyoruz. Açık çek biter, yada uçar gider ama söz bakidir. Yeşil Vadi, tarihinden ve inancından aldığı bu emaneti, sözün her şeyden değerli olduğunu yaşadı, yaşıyor ve Allah ömür verdiği sürece yaşamaya devam edecek.