Yolda Sayı 02 Nisan 2015

Page 1

NİSAN 2015

02

SEYAHAT SANATI DERGİSİ

YOLDA

BABUSSOR’DA AŞK

ENİS BATUR’UN FRANSA’SI

NEW YORK UNDERGROUND

Yıllardır dünyayı gezen iki özgür ruhun Mardin’de kesişen hikâyesi

45 yıllık seyahatlerin deneyimiyle Sartre’ın ülkesinden edebi notlar

AIDS’liler, evsizler ve çetelerle stil başkentinin görünmeyen yüzü Ücretsizdir, okuyabilirsiniz


02 yolda.net


AŞK “YOLDA” HAYAT BULUR Gezmek ve aşık olmak birbirine çok yakın kavramlar. Aşık olanlar kendi içinde bir yolculuğun serüvenini yaşar. Hisler yoğunlaşır, renkler belirginleşir. Yaprakların hışırtısı ya da bir balıkçının çabası anlam kazanmaya başlar. Saatler, geceler ve gündüzler uzar gider... İnsan, aşık olduğu kişiyle paylaştığı anları arttırmak ister. Git gide yürekler odalara, evlere, şehirlere sığmaz hale gelir. Bu duygular hissedildiğinde, artık YOLDA olmanın zamanı gelmiştir. Çünkü, aşk YOLDA hayat bulur. Paradoks şudur: Aşktan canı yananlar da yollara düşmek ister. Hazindir, ama yılların yaşanmışlığı bir gecede sona erebilir. İnsan, aniden elinde kahrolası bir bavulla, kaldırım kenarında, taksi beklerken kendini bulabilir. Nereye mi gitmek gerekir? Bu sorunun yanıtı yoktur. Ama YOLDA olmak yine de insana iyi gelir. Yolda kalın, /yolda.net

Melih Uslu

/yoldadergisi /YoldaDergi YAYIN KURULU Melih Uslu, Filiz Altun, Uğur Biryol, Adalet Ç., Güler Emektar, Barış H. Bedir FOTOĞRAF EDİTÖRÜ Y. Emre Çaylak (New York) GÖRSEL YÖNETMEN Banu Akparmak KATKIDA BULUNANLAR Bahar Akıncı, Muhsin Akgün, Haluk Çobanoğlu, Ekaterina Pokrovsky REKLAM VE İÇERİK ÖNERİLERİ İÇİN yoldadergi@gmail.com Her hakkı saklıdır. Dergi içeriği kaynak gösterilmeden kullanılamaz.

yolda.net 03


BABUSSOR’DA AŞK Uzun yıllar fotoğraf ve sanat aşkıyla dünyayı gezen iki özgür ruhun Mardin’de aşka dönüşen çarpıcı hikâyesi. Yazı: BAHAR AKINCI

Şimdi size anlatacağım hikâye birbirini büyülü Mardin’de bulan iki özgür ruhun yaşadıkları üzerine... Can Bulgu, Almanya’da okuyup İsviçre’de yaşamış; İspanya’da sokak sanatçılığı yapmış; Fransa ile İspanya arasındaki ünlü hac yolunu yürüyerek geçmiş bir mimar. Can, 2013 yılında yürüyerek İstanbul’dan Mardin’e geliyor, çok etkilendiği bu şehirin en iyi bakır ustasının yanında çıraklığa başlıyor. Emel Ernalbant ise dünyada tanıdığım en iyi kadın fotoğrafçılardan biri. Seyahat dostum, iş arkadaşım, sırdaşım... Travel and Leisure, Vogue ve Bone Magazine’in de aralarında olduğu bir 04 yolda.net 01 yolda.net

çok iyi dergiye fotoğraf çekiyor, içerik üretiyor. Bir gün Tayland’ta, diğer hafta Amsterdam, Berlin ya da Buenos Aires’te. Ve Emel bir gün çekim için Mardin’e geliyor. O bakır ustasının atölyesinde Can’la tanışıyor. Çok değil dört ay sonra evleniyorlar. Şimdi içini aylarca ugraşıp yeni baştan yarattıkları, yapımında bütün mahallelinin seferber olduğu Eski Mardin’in Babussor Mahallesi’ndeki bu şahane taş evde yaşıyorlar. Emel ve Can aynı zamanda Mardin’e yolu düşen gezginlere “airbnb” denilen internet platformu üzerinden ister yüksek tavanlı, kuzineli, acayip güzel banyolu

odalarını; ister evin tamamını kiralıyor. İkisi de gezginlere göz, kulak, kalp oluyor. Emel ve Can’ın binbir emekle yaptıkları evlerinin tanıtımını yapmak gibi bir dertleri yok. Bilen bilsin, kitleselleşmesin istiyorlar. Ben yine de evin linkini ve fotoğraflarını sizin için paylaşacağım. Yan sayfada bu harika çiftin Babussor Mahallesi’nde kendi elleri ile restore ettikleri masal taş evlerinden detaylar görebilirsiniz. Özellikle sağ alt köşedeki banyo inanılmaz. İster oda ister ev olarak kiralayabiliyorsunuz. İşte bu da muhteşem evin linki: www.airbnb.com/ rooms/5461766.


yolda.net 02


SEYAHATLER ÇEKİYOR İÇİM* 1 Bir gece gözünüzü bozkırda kapatıp, yeşilde açmanın hazzını ya da yeşilden, bozkıra dönmenin sızısını daha derin hissediyorsunuz. Yazı: ADALET Ç.

06 yolda.net 01 yolda.net


Bazı duyguları anlatmanın yolu yoktur. Belki de benim kelime dağarcığım o kadar geniş değil diye… Sadece herkesin “başında kavak yellerinin estiği” bir zaman dilimi olduğunu biliyorum. Yaşınız 18 ya da 58 olsun ama illa vardır. Misal şu an sözünü verip yetiştirmem gereken yazıyı yazmak yerine oturdum bunu yazıyorum, çünkü aklımı bunu anlatmayı istemekten alıkoyamıyorum.

Çok değil geçtiğimiz yazdı, 2014 Haziran… Ben çalıştığım inşaat firmasından alabildiğine sıkılmış, durduk yere herkesle kavga eden insana dönüşmüş, dönüştüğüm insanı artık sevmediğime inandığım bir sabahta istifa etmiş, sana üç gün izin diyen müdürüme “yok öyle yağma ben bu sefer kesin gidiyorum” diyeli epey uzun zaman olmuş. Seferdeyim… Gideceğim diyordu içim, İstanbul kahrettin beni

sende kahrol diye beddualar ediyordum sanki duamla yaşıyormuş gibi koca şehir. Her yanın anı, her yanın mezarlık… Orada onunla bunu yapmıştık, şurada dolaşmayı çok severdi, burada çalardı, burada sarhoş olmuştuk… Biz birkaç arkadaş son iki sene de çok insan gömdük. Bir kısmımız kafayı yedi, bir kısmımız dirayetli çıktı, ben yola düştüm. İstanbul dedim bana mezar olamayacaksın, ben gidiyorum. yolda.net 07 yolda.net 02


Ben şehri, şehir beni istemiyordu. Hayatımda ilk defa bu kadar uzun işsiz kalıyordum (bir ay) ve aklım yoldaydı. Elbette gitmeyi istememin tek nedeni bu değildi. Hiç bir şey değişmiyordu şehirde. İşe yetiş, yaptığın işten nefret ettiğin için sosyal hayata yetiş, içkiyle sosyalleş derken beş saat uyku, sürekli yorgun, mutsuz, huysuz ve huzursuz hayata sahip olmaya çalış. Hayır, ben değildim oydu benim sahibim ve mutsuzdum başı sonu çok mutsuzdum. İnsanların çiğliklerinden, kadınların erkeklerin beden ve sosyal statü seviciliğinden, inceliksiz yaşamlardan, toplumsal olaylara aşırı duyarlı bireysel hayatlarında alabildiğince duyarsız insanlardan ve git gide onlara benzemekten rahatsızdım. Evrene söylediğiniz kelimelere dikkat edin, gerçeğiniz oluyorlar. İnsan ben gibi inatçıysa eğer bir şeyi yüksek sesle söyledi mi sonrasında başına ne geleceğini pekte düşünmeden kendini dediğinin içinde bulabiliyor. Boynumun köküne boşuna kazıtmadım ya “hayat kısa” diye. Hayat kısa. Uzun 08 yolda.net 01 yolda.net

yaşamak ülkenin hem sağlık hem sosyal politikalarına uygun değil üstüne üstelik. Ölmeden evimize girdiğimiz ya da yolumuza devam ettiğimiz her gün şanslıyız. Ben gideceğim dedim sesimin karşılığını Erdem Şenocak verdi… Kendisine minnetim sonsuz benim aklım onun sayesinde kurtuldu. Hadi kalk gel Şirince’ye Tiyatro Medresesi’ne dedi, sana burada yapacak iş buluruz. Olur dedim, geliyorum. Ve benim yolculuk hikâyesi daha oraya giderken başladı. Şirince’ye yola çıkmadan bir gece evvel kalkıp Bandırma’ya gittim. Sonra üç arkadaş bir araba koyulduk İzmir yoluna, bir gece zorunlu konaklamalı olmazsa olmaz maceralı bir yol hikâyemiz oldu. Arada kaçtım Şirince’den, Bandırma’ya İzmir’e birkaç gün sonra hep geri döndüm. Gel gelelim hayat öyle bana pekte güler yüz gösteren bir şey değil. İstanbul’da

bıraktığım hayatta ufak tefek aksaklıklar olduğu için kalkıp şehre geri dönmek zorunda kaldım. Ben şehri, şehir beni istemiyordu. Hayatımda ilk defa bu kadar uzun işsiz kalıyordum (bir ay) ve aklım yoldaydı. Hoop kendimi bir an yine Bandırma’da üstüne Bodrum’da, Turgutreis’te, Gümüşlük’te buldum. Bir yola düşerken orada kendime her daim ufak tefek de olsa bir iş çıkarıyorum. Sorana serserilik değil de bahanemi söyleyeyim diyorum. Sonra bir şans çıktı yolum Karadeniz oldu. Artvin, Rize, Trabzon dolaştım durdum üç ay… Çalışmak için gittiğim proje yöneticileriyle anlaşamadık ve İstanbul’a geri dönmek zorunda kaldım. İstemeye istemeye hatta duruma epey öfkelenerek. Elimden gelen bir şey yoktu. Karadeniz’den dönerken seslendim dağlara, taşlara, derelere, ulu ulu ağaçlara “beni unutmayın geri döneceğim, ben buraya


ŞEHİRLER ARASI yolları gece giderseniz, kalacak yer arama sıkıntınız da olmuyor hem.

geri dönene kadar hep gideceğim.” O yolculuk 18 saat sürdü, Arhavi-İstanbul otobüsü bilir ki çok ah ettim, çok gözyaşı döktüm. Cepte oldukça az para, koca şehir, sokağa çıksan yirmi lira kesin harcıyorsun bu böyle olmayacak dedim. Gel diyen herkese gider oldum önce Bodrum-Turgutreis, sonra Ankara… Ankara’da bir akşam dost sohbetinde çok özledim ben oraları derken kendimi otobüs bileti alırken buldum yine Rize, Artvin, Trabzon… Bu sefer iş güç nedeniyle değil gerçekten gezmeye gidince bambaşka şeyler buldum. Dönme isteği daha da büyüdü içimde. Bir yerde duracaksam orada duracağım diyor içim. Elbet

biliyorum ki hayat bu, neler neler değişir dönüşür insanın hayatında. Trabzon’dan İstanbul’a dönmeyi almadı içim. Ayaklarım büyük şehre gitmiyor. Taşra gerçekliğini her türlü seviyorum çünkü. Şimdi yine birkaç gün Ankara’da durup sonrasında çizdiğim başka bir rotayla devam edeceğim ama o kısmı şimdilik sürpriz. Şehirlerarası yolları gece giderseniz kalacak yer arama sıkıntınız da olmuyor hem. Bir gece gözünüzü bozkırda kapatıp, yeşilde açmanın hazzını ya da yeşilden, bozkıra dönmenin sızısını daha derin hissediyorsunuz. Buralar uzun mevzular anlatacağım…

Bu yazının başına aslında Karadeniz’den bahsetmek için oturdum ama önce hikâyeyi anlatmam gerekiyordu sanırım, kendi kendini yazdı yazı engel olamadım. Bu ilk olsun, ikincisini yazmaya da bahanem olsun. Yollardayım, gören bilen, duyan, okuyan olsun…** * “Son Kuşlar”, Sait Faik Abasıyanık ** Bu yazı, adaletcavdar. wordpress.com adresinde yayınlanmıştır.

yolda.net 09 yolda.net 02


ENİS BATUR’UN FRANSA’SI Enis Batur, 18. yüzyıldan itibaren Fransız kültüründen yoğun biçimde etkilenen Türk entelijansiyasının son halkalarından biri. Fotoğraf ustası Ara Güler’le birlikte imzaladığı “İstanbul des Djinns” ile Fransa’da; “Paristanbul”, “Türk Edebiyatında Paris” ve nihayet “Paris, ecekent” ile Türkiye’de kültürel hayata yeni bir soluk kazandıran yazar, iki ülke arasındaki 300 yıllık kültürel etkileşimin kodlarını deşifre ediyor. Yazı: MELİH USLU

Enis Batur, Cumhuriyet sonrası modern Türk edebiyatının en renkli kalemlerinden biri. İlk kez 1971 yılında Paris’e giden yazar, dört yılı aşkın bir süre Fransa’da yaşadıktan sonra İstanbul’a yerleşti. 1982 yılında Çağdaş Kent Dergisi’ni çıkaran Batur, “İstanbul’dan Göreme’ye Kültür Mirasımız” adlı ekleri Milliyet Gazetesi için yönetti. 1987’de Şehir Dergi’sini çıkaran ekibin başında yer aldı. 1990 sonrası şehir monografilerine yöneldi. İstanbul ile ilgili metinleri, Fransa’da Omnibus’un İstanbul kolektifinde yayınlandı. 1995’den başlayarak, kişisel bir Seyahatnâme kurmaya yöneldi. “Kesif” adlı eseri önce Türkçe’de, ardından çift dilde Fransa’da yayımlandı. Bir yıl sonra günışığına çıkan, iç ve dış yolculuk eğrileri üstüne kurulu roman denemesi “Acı Bilgi” sıcağı sıcağına Fransa’da yayımlandı ve geniş yankı topladı. Bunu, farklı Avrupa kentlerini çentikleyen “Şehren’is” izledi. 10 yolda.net

FRANSA’YI ANLAMAK Halen, önümüzdeki aylarda yayınlanacak “Korsika, Bretagne” ile yolculuk günlüklerini kapsayan “Yüzdoksan Gün” ve “Pasaport Damgaları” adlı kitapların üzerinde çalışan yazar, “Şu ana kadar 50-60 kez gitmişimdir” dediği Fransa’nın önemli avantajlarından birinin kültürel hayatı başkentine havale etmemiş olmasında görüyor. Batur’a göre Türkiye, İstanbul ve Ankara’ya çok bağlı olarak gelişen bir ülke. Burada sadece sosyo-ekonomik yönleri değil, kültürel hayatı da kastediyor. Batur, “Fransa öyle değil. Fransa’daki bütün büyük taşra kentleri kültürel açıdan olsun, yaşam zenginliği açısından olsun merkeze bağlı olma durumunu yenmiş yerleşimler. Dolayısıyla çok iyi bir yemek ya da opera izlemek için başkente gitmek gerekmiyor. Anıtsal bir takım yapıları görmek için ya da en son modayı

izlemek için de öyle... Bu listeyi rahatça uzatabilirsiniz.” diyor. EDEBİYATLA GELEN Enis Batur, “Fransa’da edebiyat ve sanatı dikkatle incelediğiniz zaman taşranın itici gücünü görebilirsiniz” diye söze başlayıp devam ediyor: “Birçok önemli yazar, şair ve düşünür Paris’ten geçmiştir şüphesiz; ama diğer şehirlerin de yetiştirdiği çok sayıda isim var. Örneğin, Gustave Flaubert’in Paris’le pek fazla ilgisi olmamış. Ya da Akdeniz sahillerinden ya da kuzeyden de çok önemli isimler çıkmıştır.” Fransa’yı ve Fransızları anlamak için edebiyatın tek başına yeterli olamayacağını, ancak yine de çok önemli bir kaynak olduğunu sözlerine ekleyen yazar, Fransa’yı meşhur Fransız tatlısı milföye benzetiyor. Bu benzetmenin en önemli nedeni, kuşkusuz milföyün onlarca katmadan oluşması. Son 14 yıldır yılın neredeyse yarısını


© Muhsin Akgün


© Ekaterina Pokrovsky

Fransa’da geçiren yazar, bir ülkenin ya da şehrin ruhuna inmek için kısa süreli orada kalmanın yeterli olmadığını söylüyor. Batur, “anlamak için yaşamak gerekir.” diyor. Çünkü, yaşamadığınız zaman insanların yaşamlarına yönelik önyargılarınız gelişiyor. Fransızlarla ilgili yargıların her zaman doğru olmadığını, onları tanıdıkça net bir şekilde anlayabiliyorsunuz. SARTRE’DAN BUGÜNE Batur’un öğrencileriyle hazırladığı ve bir atölye çalışmasını gözler önüne seren “Yol-cu-luk” başlıklı kitap, yayın hazırlığı aşamasında. Son derece üretken bir fikir adamı olarak tanınan Enis Batur’un entelektüel dünyasında Fransa her zaman önemli bir yer tutmuş. Öyle ki, JeanPaul Sartre’ın ülkesini, her şeyden önce, Aydınlanma Çağı’yla başlayan anlamıyla “özgürlük” düşüncesiyle eşleştiriyor. “ Bu konuyla ilgili başka neler söyleyebilirsiniz” diye sorduğumuzda, özgür akıl faktörünü çok önemsediğini söylüyor. Fransa’nın bireylere, düşüncelerini ifade etmek 12 yolda.net

Özgür akıl faktörünü önemseyen Batur, Fransa’nın bireylere, düşüncelerini ifade etmek ve harekete geçirmek için gerekli ortamı sunduğunu söylüyor.

ve harekete geçirmek için gerekli olan ortamı sunduğunu anlatıyor. TAŞRANIN ZENGİNLİĞİ Batur, bütün bunların yanı sıra, Fransa’nın yaşama kültürünün çok önemli olduğunu anlatıyor. Fransız mutfağının giderek geliştiğini söyleyen yazar, Fransa’nın geriye doğru değil, özenle ve kuşaktan kuşağa tazelenen bir mutfağı olduğunu aktarıyor. “Ayrıca şunu unutmamak lazım” diye ekliyor: “Fransa, Paris’ten ibaret değil. Fransa büyük kentleri ve önemli bölgeleriyle bir çekim alanı yaratıyor.” Fransa’da her bölgenin kendine ait özellikleri olduğunu söyleyen yazar, Akdeniz tarafının ayrı, Atlantik kıyısının bambaşka çekici özellikleri olduğunu ifade ediyor. Fransız taşrasında son derece hoş yaşam biçimlerinin

gözlenebildiğini kaydeden yazar, sözlerine şöyle devam ediyor: “Özetle şunu söyleyebilirim ki, taşra hayatı sönük değildir, Fransa’da. Ama Paris tabii, uluslararası anlamda önemli bir şehir. Öyle ki, tabaka tabaka farklı zenginliklere açılıyor. Bir de Paris, her meşrepten insana talebine göre karşılık vermeyi biliyor. Kültür düşkününe kültür, moda meraklısına moda ya da yemek severlere farklı tatlar sunabilen bir şehir.” Enis Batur’a keyifli görüşleri için teşekkür edip veda ediyoruz. * Enis Batur’un fotoğrafını YOLDA Dergisi ile paylaşan Muhsin Akgün’e teşekkür ediyoruz. ** Bu söyleşinin bir bölümü, Le Figaro Gazetesi’nin 4 Mart 2015 tarihli ekinde yayınlanmıştır.


yolda.net 02


ÇAĞLAYAN’IN

LAZ KONAKLARI Karadeniz, farklı yaşam kültürünün tezahürünü mimarisinde de gösteriyor. Çağlayan (Abu Viçe) Vadisi’ndeki konaklar bunun en önemli göstergesi.

Yazı: UĞUR BİRYOL

14 yolda.net


Rize’nin mimari biçimleri hemen hemen her vadisinde farklılık gösteriyor. Fırtına Vadisi’nde, yani Çamlıhemşin’de Rusya gurbetinden kazanılan paralarla yapılan konaklar ne kadar özgünse, Rize merkezdeki ya da İkizdere’deki konaklar da birbirinden mimari stil olarak ayırt edilebiliyor. Rize’nin bir başka ilçesi Fındıklı’da da mimari yaşamın en önemli biçimlerinden konaklar farklı yapı stiliyle hemen ön plana

çıkıyor. Kırsal mimarinin önemli örneklerini barındıran Çağlayan (Abu Viçe) vadisinde yer alan 30’a yakın konak günümüze kadar gelebilmeyi başarmış. Elbette bir kısmı yıkılmış ancak çoğu günümüze ulaşabilmiş, bir kısmı da adamakıllı restore edilmiş. SÜRGÜLÜ PENCERELER, KİREMİT ÇATILAR Fındıklı’nın kırsal mimarisinin bu çağa tanıklık Laz konakları Karadeniz’e değer katıyor,

ancak böyle bir mimarinin yanında yapılan “ucubeleri” görünce insan sormadan edemiyor: Tarihten hiç mi ilham alınmaz? eden yapıları hakkında biraz daha detaya girersek, evler genellikle iki katlı, zemin kat ahır, birinci katsa yaşam alanı olarak düzenlenmiş. Çatı örtüsü olarak kiremit kullanılmış olan yapılarda, pencereler sürgülü olarak tasarlanmış. Bu pencerelerde ayrıca dışa açılan çift yönlü tahta kapaklar yer alıyor. Göz yolda.net 15


dolmalı ya da “taşgöze” de denilen evlerin hem dış görünüşü hem de iç planları birbirine oldukça benziyor. Ancak her birinin yakınına vardığınızda birbirinden ayırt edici özelliklere sahip olduğunu görüyorsunuz. Bir kısmı büyük bacalara sahipken bir kısmında ahşap ve taş detayları ön plana çıkıyor. ÇOK ODALI DOLMA TAŞ EVLER Gelgelelim evlerin en önemli özelliklerinden biri, genişçe bir alanı kaplayan “taşlık” denen sistem. Zevk sahibi Fındıklılı aileler konaklarının bahçelerini çiçek bahçesine çevirmişler. Eve girişteki bu renk cümbüşü elbette evin içine dair de bir fikir veriyor. Oldukça sade döşenmiş evlere girildiğinde evin ana yaşam alanı olan hayat bölümüne girilmiş oluyor. Laz konaklarında evin diğer odaları aşağı oda, köşe oda, yukarı oda, karanlık oda, köşk oda Mabeyin (evin 16 yolda.net

büyüklerinin yattığı oda), büyük oda ve iç hayat gibi isimlerle adlandırılıyor. Evdeki odaların bu kadar çok olmasının nedeni ailelerin geniş aile olmasından kaynaklanıyor. O zamanlar kardeşler çocuklarıyla hep bir arada yaşamayı tercih ediyorlardı. Evlerin pencere sistemleri de oldukça ilginç. Pencereleri oldukça ferah olan bu yapılarda, pencerelerin yükseklikleri ortalama 1.50 metreyi, genişlikleri ise 90 santimi buluyor. Evlerin ahşap kısımlarının arasına yerleştirilen taşlar derelerden kesilen taşlardan oluşuyor. Dışarıdan bakıldığında oldukça estetik bir görüntü arz eden taşlar standart bir biçimde yerleştirilmiş. Coğrafyanın şekillendirdiği çok belli olan bu konaklarda yaşam tarzı, eski günlerde olduğu gibi hayvancılıkla ve tarımla değil, sayfiye olarak ön plana çıkıyor. Çoğu konak sahibi yazları

© Uğur Biryol

Göz dolmalı ya da “taşgöze” de denilen evlerin hem dış görünüşü hem de iç planları birbirine oldukça benziyor.

evlerine gelip açıyor, bazıları yaz - kış yaşamayı tercih ediyor. Evlerin önünde geniş çaylık alanlar ve ekili araziler de var elbette. Evlerde kullanılan yapı malzemeleri zorunluluğu maddi külfetten kurtarmaya dönüştürmüş. Ayrıca, evlerin en önemli özelliklerinden biri, kullanılan taş malzemelerin nemi betona nazaran daha az çektiği. Böylece bu evlerde yaşayanlar, yörede sıkça rastlanılan romatizmal hastalıklardan bir nebze olsun kurtulmuş oluyor. Bir de bu evler, yazın daha serin kışın ise daha sıcak oluyor. Laz konakları bulundukları bölgeye değer katıyor, ancak ne yazık ki yüzyıllardır orada durmalarına rağmen mantar gibi türeyen çok katlı binaların yapılmasına mani olamıyor. Böyle bir mimarinin yanında yapılan “ucubeleri” görünce insan sormadan edemiyor: Tarihten hiç mi ilham alınmaz?


Laz konakları Karadeniz’e değer katıyor, ancak böyle bir mimarinin yanında yapılan “ucubeleri” görünce insan sormadan edemiyor: Tarihten hiç mi ilham alınmaz?

yolda.net 17


NEW YORK UNDERGROUND

Yazı: HALUK ÇOBANOĞLU

Fotoğraflar: Y. EMRE ÇAYLAK

ŞEHRİN “ÖTEKİ” YÜZÜ

Her tür insani hırsın simgeleştiği, hayallerin tümünün gerçekleştiği bir dünya New York; “Amerikan Rüyası”nın başkenti. Düş gücünün sınır tanımadığı, herşeyin alınıp satıldığı bir modern zaman metropolü. Paranın varsıllaştırdığı yer üstü insanları, yoksullaştırdığı yer altı insanları... Ve madalyonun diğer yüzü, kentin dibi; metro. Her gün milyonlarca kişiyi sırtlayan, binlercesine de barınak olan New York metrosu, bitmek bilmez insan seliyle coşkun bir ırmağın akışını andırıyor.

18 yolda.net


AIDS MAHCUBİYETİ Metroda AIDS’li olduklarını, ellerindeki kartonlara yazarak duyuran dilencilerin, evsiz - barksız insanların, bir yandan yolculardan gözlerini kaçırması, diğer yandan polisi kolaçan etmesi karşısında insan nasıl bir tepki vermesi gerektiğini şaşırıyor çoğu zaman. Bu görüntülere tanık olunca, kendinizi New York’ta değil, bir “üçüncü dünya” ülkesinde sanabilirsiniz.

YA EVSİZLER?

New York’ta başınız dönerek Manhattan’ın gökdelenlerini izleyip, yerlerde karton kutularda “yuvarlanan” evsizleri görmezlikten gelebilirsiniz. Hatta ünlü 5. Cadde’nin biraz ilerisinde yer alan, herşeyi beyaz görenlerin dünyanın suç ve bela merkezi ilan ettiği siyahların Harlem’ini de... Kiliseleri, gospel ve dans eşliğindeki pazar ayinleri, insanı büyüleyen mimarisi ile New York’un kozmopolit formülasyonunun sahne bulduğu metroyu yok sayabilmek ne kadar mümkün?

“HAYAL”DEN GERÇEKLER

Sosyo - ekonomik sistemin yer altına göçe yolladığı insanlar metroda var oluyor, metronun karanlığında özgürleşiyor. Sihirbazlarla çalgıcılar, satıcılar, şovmenler, dilenciler, rocker’lar ve müptelalar bu yer altı dünyasının demirbaş üyeleri halinde yaşamlarını sürdürüyorlar. Herşey bir hayal dünyasında yaşanır gibi, ancak bir o kadar da gerçek. yolda.net 19


Doğu Karadeniz’den Kapadokya’ya, Van Gölü’nden Antalya’ya sisli yaylalar, volkanik kıvrımlar ve eşsiz sahillerin peşinde unutulmaz yol hikâyeleri toplamak için öneriler.

TÜRKİYE’NİN EN GÜZEL 5 YOLU Hazırlayan: FİLİZ ALTUN

01 DATÇA’DAN KNİDOS’A Çam ormanlarıyla kaplı yamaçlar, her virajda bir görünüp kaybolan pırıl pırıl deniz, dantel kıyılarda süzülen yelkenliler ve saklı kumsallar… İlçe merkezine gelmeden sağa ayrılan sapak, Eski Datça’yı gösteriyor. 20 yolda.net

Yeni Datça’dan önceki son sürpriz ise tarihi yel değirmenleri. Şehir merkezinden Knidos’a uzanan yol, ıssız ada tadında manzaralarla dolu. Mesudiye sapağının devamı yarımadanın en güzel koylarından Hayıtbükü ve Palamutbükü’ne uzanıyor. Yazıköy yolundan ulaşılan Knidos ise Anadolu’nun en güzel antik şehirlerinden biri.

02 ASPENDOS’TAN KÖPRÜÇAY’A Antalya - Alanya yolu üzerindeki Belek sapağı, Aspendos Antik Tiyatrosu’na çıkıyor. Taşağıl Yolu’nda her virajda deniz seviyesinden biraz daha yükseliyoruz. Beşkonak ile Bolaşan köyleri arasında uzanan


04 UÇHİSAR’DAN KIZILÇUKUR’A Dev bir masal parkını andıran Kapadokya, Türkiye’nin en güzel manzaralı yollarını barındırıyor. Hareket noktamız olan Uçhisar, dev bir peribacasının yamacına kurulmuş. Yanı başındaki Güvercinlik Vadisi ise doğal tünellerle süslü. Göreme’de bulunan Açık Hava Müzesi, UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’nde. Ürgüp’e beş kilometre uzaklıktaki Mustafapaşa’nın tarihi konakları meşhur. Avanos’ta seramik atölyelerinden birine uğrayıp ustaların yardımıyla çömlek yapmayı deneyebilirsiniz. Kaya kiliseleriyle dolu Çavuşin’den sonra günbatımı keyfi doğru adres Kızılçukur.

05 DOĞUBEYAZIT’TAN VAN’A Yol hikâyemiz, Doğubeyazıt’tan başlıyor. İlçeye beş kilometre uzaklıktaki İshak Paşa Sarayı’nı görmek heyecan verici. Dağın yamacındaki yüksek bir tepeden yüzyıllardır ovayı izleyen saray, Osmanlı döneminde tam 99 yılda tamamlanmış. Yolculuk boyunca Ağrı Dağı’nın heybetli silüeti bize eşlik ediyor. Şelalesiyle ünlü Muradiye geride kalınca, Van Gölü’nün göz alıcı mavisiyle tanışmaya hazır olun. Kahvaltı keyfinden sonra Van Kalesi’ni keşfedebilirsiniz.

Köprülü Kanyon’un girişindeki Oluk Köprü, 27 metre yüksekliğinde. Akdeniz’in en büyük doğal servi ormanına sahip bölgede nadir görülen yüzlerce bitki ve hayvan türü yaşıyor. Kuyucak Dağı’nın vadileriyle çevrili Köprülü Kanyon’un etrafındaki ormanlık tepeler manzaralı parkurlarla dolu. Yol üzeri atıştırma önerimiz ise keçi peynirli yufka.

03 ÇAMLIHEMŞİN’DEN ZİLKALE’YE Rize - Çamlıhemşin yolu, göz alıcı bir yeşilliğin içinde ilerliyor. Fırtına Deresi’nin oluşturduğu Hemşin Havzası, Doğu Karadeniz’in cennet doğasını en iyi hissedebileceğiniz yerlerden. Çamlıhemşin’in asıl sürprizi ise Rize’nin karakteristik

evlerinin bir araya geldiği Konaklar (Makrevis) Mahallesi. Ormanlar ve sislerle kaplı dik bir dağın yamacı asırlık konaklarla dolu. Çatköy Verçenik rotası, bulutların üzerindeki yolculuğun devamında. Bu yemyeşil vadi, kemerli taş köprüleri, kır lokantaları, gizemli manastırları ve evlere erzak taşıyan minik teleferikleriyle Kaçkarların kalbi gibi. yolda.net 21


© instagram/barishasanbedir

‘’Çürüyen değerlere, yok olan güzelliklere karşı, çoğu kez kırlara, köylere gitmek gerekir. Çünkü, insanın aradığı yalnızlık ve doğadır. Piemonte kırları, tepeleri ve Po Irmağı kıyıları başlı başına bir şenliktir. Kent, yazları bomboş kalır. Oysa kırsal alanlar hep cıvıl cıvıldır.’’ AĞUSTOSTA TATİL - Cesare Pavese


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.