Şubat 2018 / 1 . S a y ı
Konu: Kimlik
A b d u l l a h E m r e A L A D A Ğ - A y s u n - D d D O Ğ R U - H a n d e A L Ç İ N - H l m Ş İ M A K S A K A L L I - M u s t a f a K A Ü m t D İ Z D A R - Yu n u s Ö Z D E N - Z a f
e m K AYA - G ü l a y Ş E k - İ b r a h m S A R e r TA Ş K I R A N
Birden Aylık Kültür Sanat Fanzini Şubat 2018 E-posta:
birdenfanzin@gmail.com
İnstagram: @birdenfanzin Twitter:
@birdenfanzin Editörler Mustafa KASAR Zafer TAŞKIRAN
Yazanlar Çizenler Abdullah Emre ALADAĞ Aysun Didem KAYA Gülay DOĞRU Hande ALÇİN Hilmi ŞİMŞEK İbrahim AKSAKALLI Mustafa KASAR Ümit DİZDAR Yunus ÖZDEN Zafer TAŞKIRAN Kapak Tasarımı Zafer TAŞKIRAN
Abdullah Emre ALADAĞ Ezek el 25 : 17 Ardımdan s renler bağırtmayın Bu b r kaçış değ l sayın Bekç Bey Sadece kovanlara bakmaya, Ölü çocukların yuvalandığı Her peteğ füze şekl nde olan Kovanlara bakmaya g d yorum Ölümden kelepçeler hep m z n el nde Kulaklarımızda Yankee Doodle yankısı Bekley n b raz ... Seyyar cellatlar kol gez yor benl ğ mde Aforoz ed lmey k m stemez k ? Bana doğrulttuğun "sen" s ml namlu Evet, "sen" Bekç Bey Gün gelecek ve vuracak sen O kovanlar boşalırken üçer beşer Şakağımdak 45 mm'l kle Alacağım ölü çocukların nt kamını Bekle ! 13.02.2018 17:50 Kadıköy Çayyaş (Abdullah Emre Aladağ)
Abdullah Emre ALADAĞ BİR PAZARLAMACININ AŞIRI SIRADAN BİR GÜNÜ Kapıyı çaldım. Elimde son bir ürün kalmıştı. Satıp bu haftaki hedefimi tamamlayacaktım. Ama bir türlü de satamamıştım. Bugün çaldığım onuncu kapıydı bu. Elimden dokuz müşteri kaçırmıştım. Daha doğrusu beşi beni dinleme teşebbüsünde dahi bulunmamıştı. Çünkü onlara göre bir “soyguncu” veya “dolandırıcıdan” bir farkım yoktu. Ne söylersem söyleyeyim, bir anlam ifade etmiyordu onlar için. Ne satmak istediğim ürün dikkatlerini çekiyordu ne de bu ürünü satmak için gö sterdiğim çaba. Onları bu ürünün ne kadar iyi olduğuna inandırma çabam ya hep “Teşekkürler, ihtiyacımız yok.” ya da, daha kötüsü, suratıma çarpılarak kapatılan bir kapıyla yarım kalıyordu. Halbuki o kapı açılmadan evvel bir sürü borçla, geçim derdiyle ve pazarlama departmanındaki patronun baskısıyla cebelleşen sıradan bir insandım. Herkes gibi. Seven -sevilen, bir anne-babanın evladı olan, aşk acısı çeken, arkadaşlarıyla eğlenen, yeri gelince ağlayan yeri gelince de gülen. Fakat o kapı açıldıktan sonra artık pazarladığım ürüne sarsılmazca inanan bir pazarlamacıydım. Sanılırdı ki, bu ürüne hayrandım. Hayır, hayır … Sanki bu ürüne tapıyordum! Çünkü neyi satıp pazarlayacaksam o şey kimliğimin önüne geçiyordu artık. Ürün bir put, bir meta olup tanrılaşıyorken, be nse gittikçe ufalıyor, insan komutu veya kuvveti olmadan hiçbir halta yaramayan bu alet karşısında kaçınılmaz bir acziyetle baş başa kalıyordum. Bunları düşünürken kapı birden bire açıldı. Karşımda minyon tipli, keskin yüz hatlarına sahip, biraz da olgunca bir kadın duruyordu. Gözleri bana kenetlenmişti. Meraklı ve ilgili bakışlarıyla karşı karşıyaydım. Hemencecik sordu : -
Buyurun, kimsiniz, birini mi aramıştınız ?
-
Ee, merhabalar hanımefendi. Kalkanoğlu Pazarlama Şirketi’nden geliyorum. Yüzde yüz yerli mal ı bir çay demleyicisi imal ettiler geçenlerde. Belki haberlerde duymuşsunuzdur. Bu ürünü sizler için ayağınıza getirdik. Bu ürünün özelliği sadece yüzde yüz yerli olması değil. Aynı zamanda su haznesine kaynatmak için su konulduğunda suyu bir yandan kaynat ırken diğer yandan arıtma mekanizması sayesinde arıtır.Çayınız daha sağlıklı ve temiz olur böylece. Bir de çay demleme ve çayı süzme konusunda muadillerine göre daha verimli. Bu özellikler sayesinde çayınızı hem daha temiz hem de daha çabuk bir şekilde yap abilir ve keyifle içebilirsiniz. Kadın beni dinledi.Sonra sıcak bir tebessümle :
-
Anlıyorum, elbette ki çok kullanışlıdır. Fakat siz kimsiniz ? Kimliğiniz, hikayeniz benim için önemli olan şu anda. Biliyorum, elinizdeki ürünü satmak zorundasınız ama tahmin ediyorum ki tüm hayatınız bu iş değil. Lütfen içeri buyurun. Hem yorulmuşsunuzdur da. Dinlenmiş olursunuz. Çok şaşkındım. Pazarlamacılık kariyerim(!) boyunca ilk defa böyle bir tavırla karşılaşıyordum:
Üründen çok karşısındaki insan merak eden, önemseyen birisi. Kim olduğumla ilgilenen bir insan. İşin doğrusu bu durum beni gerçekten sevindirdi, heyecanlandırdı.
Abdullah Emre ALADAĞ Önce içeriye buyur etti. Elimdeki çay demleyiciyi aldı ve sanırsam mutfağa doğru gitti. Sonra geldi yanıma. Birlikte oturma odasına geçtik. İki tane genişçe kanepe vardı, k ıpkırmızıydılar. Bir tane de kapının yanında 72 ekran tüplü televizyon. Ben bir kanepeye oturdum, ev sahibi hanım da diğerine. Sohbet etmeye başladık. Sorular soruyordu. Kim olduğuma dair : Ailem, kendim, eğitim hayatım, kariyerim, bugüne kadar yaşadığım sıkıntılar, gönül işleri, arkadaşlar vesair. Ne varsa anlattım. Büyük bir dikkatle dinliyordu beni. Dinlerken yer yer sıcak bir tebessümle karşılık veriyo rdu anlattıklarıma. Sonra bir ara kalktı. ve mutfağa gitti. Elinde bir tepsiyle geldi. İki bardak çay v ardı tepsinin üzerinde. Tepsiyi bıraktı ve ikimize birer sehpa çekti. Çayları ikram etti. Çaydan bir yudum aldım. Çok güzeldi. Bergamotlu… Sonrası ben başladım sorular sormaya. Adı Nesibe’ymiş. Kırklı yaşlarının sonlarında, e vli ve iki çocuk annesi. Normalde psikologmuş ama ikinci çocuğu da doğunca işi bırakmış. Ev hanımlığı yapıyormuş şimdilerde, malum. Eşi de antropoloji bölümün de hocalık yapıyormuş. Kitap okumayı çok seviyormuş Nesibe Abla. Aynı zamanda da yazıyormuş. Yazmayı da çok seviyormuş. Hatta kı sa hikayeleri varmış. Bir blogda yayınlıyormuş.Eşiyle üniversitede tanışmış. Bir şiir dinletisi esnasında. O dinletide şiir okuyanlardan biriymiş Gazanfer Abi. Gitmiş ve tanışmış onunla. Önce arkadaş olmuşlar tabii. Sonrasında da olaylar gelişmiş. Böyle böyle anlattı. Soruları sordukça bazen, hatırlamak için olsa gerek, düşünüyor bazen ise soruları bekletmeden cevaplıyordu. Güzel güzel sohbet ediyorduk. Bir ara saate baktım. Birkaç saat geçmişti. Hafiften de yorgundum. Eve gidip dinlensem iyi olacaktı. Nesibe Abla’dan müsaade istedim. Sağ olsun, anlayış gösterdi.Ürünü istediğimde içtiğimiz çayı onunla demlediğini söyledi. Memnun olduğunu ve söylediklerimde haklı olduğumu da ekledi. Biraz muzipçe gülümseyerek ürünü kullanmak için almak zorunda olduğuna dair şaka yaptı. Gülümsedim. Sonra da bana fiyatını sordu. Söyledim. Hemen gitti cüzdanını aldı. Hediye olduğunu söyledim. Açıkçası ilk istediğimde biraz utanmadım değildi. Ama yine ısrarla ödedi parasını çay demleyicinin. Teşekkür ettim hem alışveriş hem de bu güzel sohbet için. “Rica ederim” dedi. Aslında yaptığım işin zorluklarını kestirebildiğini ve de benim de diğer insanlar gibi bir hayatım olduğunun bilincinde olduğunu söyledi. Ardından söylediği şu cümleleri unutmuyorum : -
Ne iş yaparsan yap, hiçbir şey s enin önüne geçmesin. Ne yaptığın işin kendisi, ne bir eşya, ne de başka bir insan. Çünkü sen de bir birey, bir insansın. Sen de diğer insanlar gibi varlığı mukaddes olan ve dokunulmaz olansın. Kendine has ve özelsin. Bunu unutma.
Bunları söyledi. Gülüms edim. Teşekkür ettim. Unutmayacağımı söyledim. “Görüşürüz. Gazanfer Abi’ye çok selamlar. Ve çocuklarınıza.” dedim. “Elbette, ne zaman ister gel, bekleriz.” dedi. Sonra kapı kapandı ve ben de evime doğru yola koyuldum. Farkına varılmanın ve güzel bir insan tanımanın sevinciyle …
Aysun Bul (un) ma Çabaları "Düşünme" eylemini fark e m edeli sanırım kendimi çok bulmayaçalış m. "Kendimi bir kalıp içine koymaya çalış m" ibaresi daha doğruolacak. Evet, kendimizi bir kalıba oturtmaya çalışmak. Çünkü bunu kendim dışında başkalarında dafark e m . Kalıba sokma çabamız var kendimizi. "Hayır ya, ben değişkenim, ben uçarıyım, abiben zaten birine de tutunamıyorum, kök salamıyorum ya. " vs. vs. derken dahi dengesizliğin bir kalıbını yaratmaya çalışıyoruz kendimizce. Niye olabilirdi bu diye düşündüm. Üstelik düşündüğüm yerler somut gerçekliklerdi. Yatağımda uzanırken, bir şeyler içerken, kedimi severken, tuvale e otururken, pencere kenarında, ders dinlerken ve ders anla rken. Göl kıyısında çıplakayakla yürürken, güzün o güzel renkli kuru yapraklara ça r çutur basarken, süs havuzunda akan klorlu suya hipno ze olmuşbakarken, çamaşırları makinadan aldığımda, balkondaki kuşun yumurtalarına özenli bakmasına daldığımda bu arayışı hep düşündüm ben. Bulmayı düşünmedim ama. Oraya daha gelmedim. Çünkü kendimi bulmam için önce kendimi kaybetmem gerekiyordu ve bunu da insanların ve tüm güzel "şey"lerin arasında dalarak yapabilirdim.
Bu kolay olmadı tabi. Çekingendim çünkü ve bir o kadar da temkinli idim. Bu yüzden bir kalıbın içinde durdum yıllarca. Kalıp dediğim bir ev veyine, kalıp dediğim, henüz bana yakışık olduğunu bilipbilmediğim karakterimdi. Kendimi epey bir zaman bunun içinesıkış rdım. Sahi neden kalıp ? Kimse küçük prensin seyahat e ği gezegende yaşamıyor. Hepimizin bir evi bir kalıbı var ne cede. Bak m. . Gölün o kum taban içinde bir kalıbıvardı. Kumru yavrusu varlığı oluşmadan önce ince bir kabuk - kalıptaydı. Annem kalıp içindeki pirinçleri oradan alıp tencere denen kalıbın içine koyuyordu. Su, süs havuzunun içinde kalıptaydı. Su , "klor “ un içine de hapsolup pek de içilecek ve de sağlıklı olmayan bir su halini alıvermiş . Balık akvaryumdan kurtulduğunu sanıp daha büyük kalıplar içine giriyordu. Bulunduğun kültürden farklı biryapıda olduğunu fark e ysen ve ar k buna isyan edip çekip gidiyorsan bir "marjinal kalıp" içine hapsolmuştun. O al an altaküçümsediğimiz monoton hayat bir yana; her gün içinde bulunduğun ‘’kaos“ un da bir düzeni vardı. Ben buradan, kalıplardan kalıplara seker iken bu durum içinde empa yapmaya çalış ğımıfark etmiş m. Ancak kendimi bir başka "şeylerin" yerine koyarak/ düşünerekanlayabilirdim. Kimlik almak deyimi açıkçası aklıma hiçgelmemiş . "Ulan yeni çıkan çipli kimlikleri almak için bile en az 2 ay sonrasına randevu veriyorlar "demiş m. -‘’Bekle öyle al, gel. ‘’ Diyorlardı resmen.
Aysun Küçükken adına empa dediğim ama aslında kimlik bulma çabalarımın olduğu zamanlardan birinde hep bir kedi olmak istemiş m. Bir sabah küçük bir koli çi inde uyanmak hayata ve var olmak. Kendimde mırıl dan başka hiçbir ses duymamak belki de sadece mırıl duymak. Hemde bir annekedi. 4 5 tane mis kokulu yavrularımınolduğu. Bize belki yanlış öğre ler. Kuş metaforu çok kullanıldı. Uçmak, özgürlük vs. Lakin kuşbakışı ile hiç bir şeyin detayına ve derinineinemezdim. Koklayamazdım en önemlisi! Bir şeye ‘’Kedigözü’’ hizasından bakmak bana her türlü seçeneğisunuyordu. Onları harmanlamak, bir yaşamsebebi, öğrenme sana oluşturmak ar k benimelimdeydi. Ama bu sefer kendimi empa ve düşünme yolu ile kedilerin yerine koyduğumda bu sefer karıncaları merak ediyordum! Ne yazık ki burada sonlandıracağım çünkü onları bilecek kadarbüyüyemedim!
Bu yazımı kaç defa yazdım sildim, anlatamam. Çünkü her defasında "bitmiş" geliyordu. Bence böyle olmamalıydı. Bu süreçte sevgiliye mektup gibi hisse m. Bu mektubu "kimliğe" yazıyordum. Kimlik benim bir nevi sevgilim olmuştu. Ben bunları kendimeyazdım. Evet, kendime! Buradaki kalıp aslında benmişim. Değişken olan bir kalıp diyebilirim buna. Natamam olan birkaynak: ben! Kimliğin kaynağı neydi? Düşünme mi? Kalıp mı yoksa empa mi? Bunu ben bilemem. Bilirsem tamam olurum. Ama ucu hep açık kalmalı. . Sahi sizce neydi? Ucu açıkkalsın, ucu size de dokunsun. Hep beraber natamam olalım.
Didem KAYA İnsan değişir mi? Günlerden Pazar. Soğuk, yağmurlu, karanlık ve kasvetli bir hava var dışarıda. Yataktan kalkmak, perdeleri açmak dahi istemiyorum. Bütün gün avuçlarımın arasında sıcacık bir bardakla pineklemek is yorum. Kahval yapmasam da olur. Biraz peynir - ekmek yeter. Sonra çerez, abur cubur... Kitap okuyabilirim ya da bir film izle rim. Biri bana sesleniyor galiba: " Anneeee acık m, bana krep yapar mısın? " Açılsın perdeler, geri gelsin renkler. Yüzüme de kocaman bir gülümseme alalım. İşte şimdi hazırım: "Hemen yapıyorum canım." Uzmanlık alanım olmamasına rağmen ruhsal hastalıklara hep ilgi duymuş, bu hastalıkların normal saydığımız insanların oluşturduğu topluluktaki yansımalarını gözlemlemeyi sevmişimdir. Malum delilikle dâhilik arasında ince bir çizgi vardır ,‘’normal’’ dediğimiz insan tam da bu çizgidedir ve bu insanlar deliliğe dâhilerden daha yakındır kanımca. Mu ağa doğru ilerlerken işte bu sınırda tanımlanan ; "normal olan " ile ayrımı çok zor yapılan bir ruhsal bozukluk geldi aklıma: ‘’Diss osiya f Kimlik Bozukluğu’’. Daha çok bilinen adıyla ‘’Çoklu Kişilik Bozukluğu’’ Kişinin iki ya da daha fazla farklı kişilik özellikleri göstermesi olarak tanımlanır. Ana kimlik "çekirdek kimlik", diğer kimlikler ise "alter kimlik" olarak isimlendirilir. Tabi bu bozukluğa sahip olan kişiler bu kimliklere çoğunlukla bilinç dışı olarak bürünürler. Peki ya bizler? Bizler de bu bozukluktaki gibi çekirdek ve alter kimliklere sahip değil miyiz? Tek farkımız biz bu kimlikleri bilinçli olarak oluşturuyor ya da oluşturmaya mecbur bırakılıyoruz. Tıpkı benim de bu pazar günü çekirdek karakterimin arzularına rağmen, tamamen bilinçli bir şekilde oluşturduğum diğer karaktere bürünmek ‘’zorunda’’ olmam gibi. Sadece bu değil büründüğüm karakterler. Annemle babamın yanında bambaşkayım tabii, eşimleyse çok daha başka. Samimi arkadaşım farklı bir ben anla rken, pek sevmediklerim yaka silker benden. Normalde çok sıcak ha a belki biraz fazla samimi bir insan iken; iş yerinde daha mesafeliyim. Çünkü işim bunu gerek rir ama arkadaşlar arasında bu hallerim keyif ge rir, kahkaha ge rir.
Didem KAYA Hepsinin de farkındayım ve bütün karakterleri bilinçli olarak oluşturuyorum, oluşturuyoruz. Bilinçli kimlikler oluşturmak... Böyle düşününce korkutucu geliyor insana. Sanki hepimizin evinde maskelerimizi sakladığımız bir dolap varmış ve her gün bize en uygun gelenini takıyormuşuz gibi. Aslında oluşturduğumuz tüm kimlikler bulunduğumuz topluluktan ve eski tecrübelerden biçim alır. Ana karakter hep oralarda bir yerlerdedir ama üzerine eklenen özellikler , o toplulukta kabul görmeyecek veya bizi zayıf düşürecek temel özelliklerimizi maskeleme k içindir. Takılan bu maskelerin tamamı en baskı n, en güçlü, bulunduğumuz toplumda bizi amacımıza ulaş racak en doğru kimliği besler, öne çıkarır. Çekirdek kimlikten uzaklaşmadıkça bu bir tehdit değilmiş gibi görünse de karanlık bir kimliğin bu şekilde gizlenebilmesi ye si, hayal kırıklıklarımızın da en büyük mimarı olsa gerek. Kişi ana kimliğinden ne kadar uzaklaşmışsa özüne döndüğünde yaratacağı hayal kırıklığı o kadar büyük olmaktadır. İşte bu nedenlerledir ki ben inanmam; insan değişmez. İnsan çeşitlenir. Ha bu arada; Krepler hazır!
Gülay DOĞRU Kim’lik ve Ben’lik K ml k, b z m k m olduğumuza l şk n b r kavramd ır. Bu kavrama l şk n soruşturmamızı öncel kle, k ml ğ n nasıl oluştuğu; k nc olarak da, nasıl ortaya konduğuna l şk n, varlık sebeb ve varoluş koşulu altında inceleyebiliriz. Öncelikle k ml ğe da r etimolojik b r araştırma yapmak sted ğ m z,dili ve düşünce dünyasınısıkı sıkıya bağlayan kültür tar h n n k büyük d l Arapça ve Lat nce b ze yardımcı olacaktır. Arapça ’da kimlik ‘‘olmak dd asında olan nsan’’ anlamına gelen ‘’hüv yet’’ sözcüğüyle karşılanır. Hüv yet n köken ‘’ne’l k’’ anlamındak ‘’mah yett r’’. Mahlûk, mahlas, mahkûm heps n n köken mah yet n bağlı olduğu hüv yet yan k ml kt r.Latince ’de se aynı ve özdeş anlıma gelen ‘’ dent’’ kökünden türem ş ve aynılık olarak çevrilen ‘’identitam’’ kel mes bulunur. Ş md bu ‘‘aynılık’’ ç nde ‘‘ olmak dd asında olan nsan’’ anlamındak k ml k le b l nçl l ğ m z n çinde, başkasından, toplumdan etk lenmem z ve b l nçdışı unsurlar tarafından bel r len yor olab leceğ dü şünceler n b r arada değerlend rmeye çalışalım. Kimlik, birçok insani sahada kullanılan b r kel med r. S yas k ml k, toplumsal k ml k, d n k ml k, psikolojik kimlik, bireysel kimlik vd. gibi. Tüm bu alanlar içerisindeKim-l kl ğ m zle beraber aslında ortaya çıkan çıkacak olan ben-ligimizdir. Çünkü ‘‘Ben kimim?’’ ya da ‘‘ Sen k ms n?’’ sorusu ardından ‘’Ben’ m’’ cevabını get r r. Ortaya konan Ben siyasi, dini, ahlaki, toplumsal bir ‘’Ben’’ olabilir. Bu soru cevap b rl ktel ğ n göz önünde bulundurarak ‘’K m’l k ve Ben’l ğ’’ beraber ele almalıyız. Bu soru ve cevap b rl ktel ğ se nsan b l nçl l ğ ne dayanır. İnsanın b l nçlenme durumunun başlangıcına l şk n Nerm Uygur Lat nceden hareketle nsan le bebek arasındak farkı bel rten tesp t oldukça öneml d r. Lat ncede yen doğana , nsan (hom ne) değ l, ‘‘ nfans’’ den r. İnfans, konuşmaya, henüz d l olmayan anlamına gel r. İnfans konuşmaya başladığında, söze karıştığında yan nesneyle ve Başkasıyla let ş me geçt ğ anda ‘‘ nsan olma dünyasının eş ğ nden içeri’’ atlar. Böylece insan konuşmaya başlamasıyla nfanstan nsana evirilecektir. Bu durumda bizim b r k ml ğe a t olmamız, Benl k oluşturmaya başlamamız başka olan nesneler daha da öneml s d ğer insanlarla iletişime geçmemiz sayesi nde gerçekleşir ve b u gerçekleşme de konuşma ve bili ncin oluşumuyla ortaya çıkar. B l nç hem yönel msell k hem refleks yon esaslarına uygun ş görürken, Ben’ başkasından ayırmaya çalışır. Bu düşünce farklı b l nç tanımları yla beraber, düşünce tarihinin başlarından ber Aynı olan Başka olan üzer nden anlaşılır hale gel r, b l n r ya da bet mleneb l r. Platondan ber süregelen bu düşünsel gelenek varoluş felsefes filozoflarının düşünceler nde daha bel rg n hale gel r. K erkegaard’ın, Marcell’ n, Sartre’ın, Camus’nün düşünceler yanında; Heidegger, Marleau Ponty, Lev nas, Lacan, Deleuze g b modern ve post modern filozoflar da Ben’ n ortaya çıkışını Başka ya da Ötek olan üzer nden değerlend r rler. Çünkü insan kendini ortaya koyarken, ahlaki, siyasi, toplumsal, bireysel kimlikleriyle var olurken dünya içinde ve d ğer nsanlar tarafından kuşatılmış b r şek lde yaşamaktadır. Bu kuşatılma durumunun yanında nsanın b l nc yle oluşturduğu ve ortaya koyduğu k ml k düşünces arasında bazı paradokslar vardır. Bu paradokslardan b r ‘’Theseus’un Gemisi’’ paradoksudur. Yunan m toloj s nde, b r kahraman ve At na kralı olarak adı geçen Theseus’un kullandığı gem , ölümünden sonra, onun adını ölümsüz kılmak ç n kullanmaya devam edenler n yıllar geçt kçe gem ye a t esk yen her b r parçayı sökerek tamir etmeleri ya da yerine yeniparça koymaları efsanes ne dayanır. Bu durumda neredeyse yen den nşa ed lm ş ve değ şt r lm şgemi hala ‘‘Theseus’un Gemisi’’ olarak mı kalacaktır yoksa artık o yepyen bambaşka b r gem m d?r İnsan k ml ğ ya da benl ğ n d ğer nsanlarla l şk s sonucunda ortaya koyuyorsa, ç nde bulunduğu şartlar, l şk ler n n n tel ğ , bağlamı vd. davranışlarını, tavrını, tutumlarını etk leyecekt r. Bu durumda b z arkadaşımıza ya da kardeşimize
Gülay DOĞRU çer s nde değ ş me uğrar g b görünür. Tecrübeler m z, acılarımız, yaş antılarımız ve duygularımız birçok sefer ‘‘Sen’’ ya da ‘‘ O’’ olana farklı b r ‘’ Ben’le yaklaşır. Bu farklılaşma zaman bağlamında düşünüldüğünde geçm ştek Ben le ş md k Ben aynı değ ld r. Sonuçta hiç birimiz on yıl öncek kend m zle aynı değ l zd r. Üstelik şimdiki Ben ’le gelecekteki Ben ’de aynı olmayacaktır . Tekrar Theseus’un Gem s paradoksuna döndüğümüz de, zaman ç nde k ml ğ m z oluşturan Benl ğ m zdek b r takım attığımız ya da değ şt rd ğ m z göz önüne alındığında Benl k ve K ml ğ n sürekl l ğ mümkün değ l g b görünmekted r. Yine de bu paradoksun çözümü, k ml ğ n sürekl l ğ n sağlayan ‘‘Bellek’tir. Bellek, geçm ştek Ben m z le Geleceğe doğru Ş md de bulunan Ben’ m z arasında b r köprü vaz fes görür. Böylece değ ş yor dah olsa k ml k sürekl ve kes nt s z olarak Benl ğ m z n dışa vurumunu oluşturur. Bilinçli kimlik oluşturmaya yönel k b r d ğer düşünce, Freud ve Lacan gibi psikanalist düşüncelerden doğar. Bu anlayışta k ml ğ m z ortaya koyan Benl ğ m z, b l nc m z n üstünde yer alan b r takım düşünce ya da olaylarla oluşur.B l nc n önem n sarsıntıya uğratan, b l nç konusunda adeta b r Kopern k devrimi gerçekleşt rm ş olan Freud’un b l nçdışına l şk n görüşler , aslında Bel ğ m z b r bölümünün b z henüz doğmadan önce oluştuğunu söyler. Lacan k ml ğ n oluşumunu en azından doğum sonrasına taşıyarak daha ılımlı hale get rm ş g b dursa da, nsan değ l de infans durumunda var olan ve henüz b l nc n oluşmadığı ayna evres yle ele alacaktır. Sartre ’ye göre bu tür düşünceler nsan b l nçl l ğ ve yönel m yok saydığından dolayı özgürlüğün kötüye kullanımı olarak yorumlanır. Y ne de ps kanal st kanadın bu görüş leri kimlik oluşturma sürecinde bireyin çevresiyle münasebetinin ne kadar önemli olduğunu göster r. İnsan- çevre, İnsan-dünya ya da insan- nsan l şk s olarak n teleyeb leceğ m z bu durum,kimlik oluşum sürecine ilişkin ironik bir noktaya işaret eder. ‘‘Ben’’ aslında Sen, O, anne, kardeş, arkadaştan oluşan ‘‘B z’’ topluluğunun ç nde yaşamaktadır. Bu topluluklar toplumu nşa ederken, hem toplumu hem topluluğu nşa eden ayrı b rer Benl k olarak ele alab leceğ m z b reylerd r. Buna rağmen ken di topluluğunda ya da yaşadığı toplum içerisinde kendini (kendil ğ n ), Ben ni (Benl ğ n ) tam anlamıyla ortaya koyamaz. Bu şu demektir: ‘‘Sen K ms n?’’ sorusuna vereceğ m ‘‘Ben’im’’ cevabı toplumiçindeki-ben olarak ortaya konacağı ç n h çb r zaman kend -benimle örtüşmeyecektir. Kendi-benim olarak k ml k ben m dünyayı algılama b ç m m olarak varken; toplum -içinde-ben olarak kimlik Sen’le olan ilişkime gönderme yapar. İron k olansa, kendi-Ben m olarak oluşturduğum k ml k, büyük oranda ya bulunduğum topluluğu destekleyenya da karşı çıkar b r tavır ç nde gel şm ş olmasıdır. Geld ğ m z bu noktada k ml kl e ilgili bu toplum -birey ironisi , Theseus’un Gemisi paradoksu bağlamında b ze çıkış noktası gösterecek olan Deleuze’n n ‘’hal ne -geliş’’ olarak kavramlaştırdığı durum olab l r. Bu anlayış açısından baktığımız Benl k tanımlanmamıştır ve k ml k sürekl olmayla karakter ze olmaz. B z yaşadıkça haline-gel yoruzdur. Yaşantı hal , hal ya da durum içinde benl ğn ve k ml ğ bel rley c s d r. Ancak zaman ç ndek her yaşantı yen br bel rlemede bulunacaktır. Şüphes z k ml kle lg l söylenecek daha b rçok düşünce mevcuttur. Aralarında bulunan karşıtları düşünerek özell kle ele aldığım bu düşünceler n arasında k ml ğ n ne şek lde ortaya konab leceğ ve nasıl oluştuğuna l şk n soruşturma hala bel rs zl ğ n (bu yazının sonun da ve şimdi) hala korur gibi görünür. Çünkü tez-ant tez b rl ğ çer s nde d yalekt k olarak şlerm ş g b görünen bu düşünceler, birbirini yok ederek arada hep b r boşluk bırakır. Yine de her türlü belirlenim ya da belirlenememe durumu içerisinde de olsa k ml ğe gönderme yapan ‘‘Ben k m m?’’ ve ‘’Sen k ms n’’ sorusu tüm l şk ler m z n dolayısıyla hayatımızın temel ve b z b rb r m ze bağlayıcı sorularıdır. Uygur, N. (2001). D l n gücü. İstanbul: Yapı Kred .
Hande ALÇİN Biz kimiz? Oturmuş. D z kapaklarının üzer nde ler ger sallanıyor, kafasınıçev rd ğ yönlerden bihaber dalmıştı çok uzaklara. Boğuk ve kısık b r ses ona sank r t m tutuyordu. Pencereden g ren rüzgâr, perdeler ruhuna çarparcasına sallıyorken dudaklarındak ıslaklığı kapıp götürüyor; geriye o yakıcı tuzu bırakıyordu. Daha dem ncek bağır çağır çer alındı. Tutuklu mu? Hayır, değ l. 6. kattaki anneden yadigâr evinin balkonundan,ona her sabah bakmak ç n gelen ablası tarafından zorla hatta b raz da hırpalanarak odaya sürüklend sadece. Eller kanlı. Hayır, hayır intihar etmedi. Ablasının her gün sefer tasına koyup get rd ğ ve yemes ç n zorladığı yemekler vardı fırlattığı teps de. Özenle serv s ed lm ş porselen tabakların kırık parçalarını balkondan fırlatmak sterken b r m ktar kırmızı sıvı syanı başardı ama 'o' y nebaşaramadı. Evet, y ne sadece kend s n n anladığı, b rleşt ğ nde anlamlı b r cümle edemeyen, üstel k araya Latincenin de karıştığı kel melerle adeta tükürüyordu durmadan olamadığı benl ğ ne... Her gün öğlen 1'de sevg l s yle buluştuğuaklına geld ve gülümseyerek hızlıca kalktı yerinden. Sertçe s ld gözler n . Yırtık pırtık p jamalarının üstüne çekt ğeski uzun siyah paltosu tam uyumu sağlamıştı.B r kırmızı ruju eks kt onu da aynaya bakmadan-pek aynaya bakamazdı- sürüp terl klerle sokağa fırlarken ablasına: - ‘’Ben eczaneye geçiyorum sen kapıyı çekers n.’’ Sokak kapısından çıkarken ayağına takılan k tapla r, kasetler, kırık tabak çanak parçalarına merakla baktı, baktı, baktı. ‘’İlg nç’,’ diye geçirdi içinden, ama m llet n del l kler ne ayıracak vakt olmadığını hatırlayıp b r an önce yet şmes gerekt ğ n düşündü. Hızlandı. Etrafta lg nç bakışlar sezd , aldırmadı. Eczanen n yolunu tuttu ama önce sevg l s yle buluşacaktı aynı yerde, aynı saatte. Buluştu mu? Hayır. Yoktu. Gelmemişti. Durakladı, etrafa yüksek sesle k küfür salladı. Neden gelmemişti ki yoksa bir şey mioldu? B r an ç nde tanıdık ama ne olduğunutanımlayamadığı b r acı h ssett . Başı döndü. İnsanlar, arabalar, korna sesler , satıcıların bağrışmaları, çocukların gülüşler ... Sendeleyerek bir avluya g rd etraf kalabalıktı herkes onu görüyordu evet sesler de duyuyor ama h çb r şey algılayamıyordu. Birkaç dakika kalabildi orada. Kend ne gelmeye çalıştı ama z hn bulanık... Olmuyordu. Avludan çıktı, yola düştü eczanes ne koştu çok yakındı. Okul le pazar yer n n kes şt ğ sokağın başındak lk dükkâna doğru yola koyuldu. İçer g rd , şaşkın, daha ağzını açmasına z n vermeden: - ‘’Had Safiye, had kızım’’ d yen b r amca onu dışarı çıkartmayaçalışıyordu. -‘'Eczane? '’ -‘'Ben m eczanem, laçlarım nerde? Ne yaptınız eczaneme, s z dava ed cem!’ diye ' bağırıyordu ş md de dışarı alınırken.
Hande ALÇİN B rkaç dak ka önce sevg l s n n her gün buluştukları yere gelmey ş n s nd remem şken ş md yıllarca okuyup hak ett ğ mezun yet d plomasını gururla duvarına astığı eczanes n yer nde bulamayışıyla belk de -o farkında olmasa da- b n nc kez yıkıldı. B rkaç okul çocuğu alay ederek - ‘’Safiye, bi aspirin versene hahhaaha...'’d ye ağız dolusu gülüyor, birbirlerine işaret ederek onu göster yor, bazıları paltosunu çek şt r yordu.Onları tam geçiştirirken az ötede bir avuç koca adam üzer ne doğru gel yor, - ‘'Safiye, lacım olur musun?‘' d yerek yanağından makas almaya çalışıyor, gülüşüyorlardı. Safiye. Küfürler ederek bağıran, ağlayan, kırmızı rujunu yüzüne gözüne bulaştırmış b r kadın... Kimdi Safiye? Eczacı... Sevgili... Kadın... Deli... . . . Sahi kimdi? Sah p olduğumuz k ml kler m z b raz da y t rd kler m z m d r? Hep kazanılan tarafımızmış g b görünenkimlik, kaybettiklerimiz olabilir mi? Ailemiz, sevg l m z, mesleğ m z, aklımız ,egomuz, cinsiyet algımız, yönel mler m z ve daha b rçokları... Eks ld ğ m zce k ml k ed n yor olab l r m y z düşündüğümüzün tam aks ne? H ç stemesek de b r el m zden kayıpgidenler öbür elimize bir zahiri giysi vermiyor mu? G y n p o avluda toplandığımızda herkese ver len g ys n n b r başka olduğunu görüp şaşırmıyor muyuz? Ayna konusuna hiç girmeyelim. Safiye aynaya baksa bile sizce yırtık pırtık p jama, esk palto, terl kve kırmızı rujuyla sokakta olduğunun farkında olur muydu? Sanmıyorum. Peki, bu giysileri ona kim verdi? Efendim? Kendisi seçmiş olabilir mi dersini? Yoksa biz mi verdik? Kim bu Safiye, biz kimiz?
Hilmi ŞİMŞEK
İbrahim AKSAKALLI Kimsin sen? Kişiyi kişi yapan kim olduğu mudur yoksa onun kim olarak görüldüğü müdür? - Bak kardeşim sen benim kardeşimsin o halde sen kardeşsin. - Ama ben seni tanımıyorum ne kardeşi? Yanlış biliyorsun ben senin kardeşin değil meslektaşınım. - Olsun ben seni kardeş olarak görüyorum. Ne yap ğın neci olduğun beni ilgilendirmiyor. Bu ne şimdi kardeş mi, meslektaş mı? Kendimizi nasıl gördüğümüz mü nasıl göründüğümüzmü? Ya da karma bir formül mü var? İnsan var oluşundan beri kendini ve çevresini tanımaya, tanımlandırmaya çalışıyor. Benkimim, o kim, bunlar ne, etra mızda neler var? Ancak adlandırarak aktarabiliriz zaten. Ben bir şeyi biliyorsam bunu başkasına adlandırmadan, kimlikleş rmeden nasıl anlatabilirim. Anlatmalıyım çünkü sosyal bir canlıyım. Kalabalıkların içinde bir kişiyim ama bir bütünün tamamlayıcı parçalarından biriyim. "Ben kimim?" Evet, asıl soru tam da bu. Ben doğumumla, kültürümle, aşklarımla, acılarımla maddi ve manevi tüm havuzumla benim ve benzersizim. Diğerlerinin bana benzemediği gibi bende onlardan farklıyım. Beni ben yapan yerdeyim. Bu benim kimliğim. Kimin nasıl gördüğü, dışarıdan nasıl göründüğüm onlar için beni tanımlarken ben kendimi kendimce tanımlar, adlandırır,kimliklendiririm. Bununla birlikte özetler ve adımı söylerim: "Kevi n Prince Boateng". Kimlik evrenseldir ve kişiyle ve nesneyle sınırlandırılamayacak kadar büyüktür. Kurumkimliği, şahsi kimlik, kültürel kimlik vs. topluluk halinde de bir kimliğimiz vardır. Kurum kültürü bununiçin en güzel örneklerdendir. A-kurumunda çalışanlar çok neşeli. Buradan anlarız ki A-kurumunda neşeli bir ortam var fakat bu kurumda herkes neşeli olmaya bilir bu bir genellemedir.‘’Artvinliler’’ çok çalışkandır. Artvin üst kimlik ben Artvinli olarak çalışkan değilim. Ben tembelimfakat üst kimliğim Artvinli olarak çalışkan görülür ve beni özde tanıyana kadar bu şekilde tanımlarlar. Yani kişi önce üst kimliği ile tanımlanır daha sonra kendisini kanıtlar evet ben öyleyim veya hayır üst kimliğim beni tanımlamıyor der. Önyargılar ile kimlikleş rmek belki de yararlıdır değil mi?Bir düşünelim belki de zararlıdır. Ne dersiniz? Her iki açıdan da bakıldığı zaman insan kısıtlanmamalı. İnsanlara, kurumlara, nesnelere bir şans verin ve kendi kimliklerini kendileri yazsın. Anlatsınlar bize kim olduklarını. Daha kötüsünü söyleyeyim mi tabi ki kimliksiz kalmak. Sakın kimliksiz kalmayın bence. Tanı n kendinizi, çizginizi çizin o koca resmi de alıp evinizin başköşesine asın. Herkes bilsin evet sen o’sun. Şimdi sana soruyorum sen kimsin, kimsin sen?
Mustafa KASAR
Ölümsül Kimlikler ‘’ K ml k öyle b r çırpıda ver lmez, yaşam boyunca oluşur ve değ ş r.’’ Amin Maalouf
Hepimizin katbekat sarındığı, her bir ka n diğerini her şeyden sakladığı, birbiriyle hiç ama hiç benzeşmeyen ve o anda ruhumuzda yankılanan sesleregöre renk ve biçim değiş ren kimliklerin en üs e kalanını görürüz biz. Ve hayat; ışıl lı bir şimşek gibi çakarak bütün o sesleri ikiye bölerek en derine iner. Ve bizler nedense en çok kendi derinliğimizde gizlenmiş olandan korkarız, ama merak da ederiz o çok korktuğumuz şeyi, korku-merak birbirine karışır, kendi içimize doğru bir adım a p sonra geri çekiliriz. Tam bu noktada Cesare Pavese bize seslenir: -‘’Gizlice korkulan her şey gerçekleşir sonunda.’’ Hem derinimizdekini gizlemek için, hem de onu apaçık ortaya koyacak olan sesleri ararız. O derinlerde kendi üstlerine kilitlenmiş seslerin nılarına dokunur, sevecen bir kadından ö eli bir çığlık, uçarıbir adamdan ürkek bir nı duyar ve şaşırırız.
Mustafa KASAR Ve hayat tüm seslerin sahibidir, ışıl lı bir şimşek gibi çakarak bütün osesleri ikiye böler ve nıyı en derinden duyabilmek için kendi içimize doğru bir adım atmakgerekir. Cesare n korkusunu, telaşını sevecen bir kadının, aklın şaşkınlığını, uçarı bir adamın ürkek nısını ele vermek gerekir, görünmeyenin görünür olmasına, dokunul(a)mayanın dokunulabilir kılınmasına ih yaç vardır.Amin Maalouf ‘’Ölümcül Kimlikler’’ adlı eserinde insanın bilincine şöyle seslenir: ‘’ Evet, haya aki her adımda bir hayal kırıklığı, umutsuzluk, aşağılanma yaşıyorsunuz. İnsanın kişiliği bütün bunlardan nasıl olur da örselenmeden çıkabilir? Kimliğinin tehdit al nda olduğunu insan nasıl hissetmez? Nasıl, başkalarına ait, başkaları tara ndan konmuş kurallara dayanan bir dünyada, kendisinin bir öksüz, bir yabancı, bir asalak ya da bir parya gibiolduğu bir dünyada yaşadığı hissine kapılmaz?’’ Kuralların daya ldığı ve bilmenin derinliği ve sığlığındahissederiz çoğu zaman giz olan şeyi. Gizlenenin hemen yanında durur, en acıyacak yerdir o; en derinde duran ve belki gibi dokunur oraya ve haz üçgeninden acıyı, acıdanhazzı, yalnızca hayat yara r. Tüm bu konuların ortaklığında başarı ile acı arasında bir araf noktadan bahsetmek is yorum. Hazırlıksız ve kırılgan bir ruhun taşıyamayacağı kadar büyük bir acı ile başarının insana biç ği kimlik ile nasıl yaşam bağı kurulabilirdi?Başkalarına göre yeterince iradesiz, cesur algılansanız da, hayalinizdeki kimliğin peşinden koşuyor, ona ulaşmak için bütün şekilleri değiş rmeye razı oluyorsunuz.Benliğiniz benlik gibi gözükmüyor size flu bir camın ardından. Çoğu zaman birbirini takip eden endişeler, ö eler, sevinçler ar k yerlerinde değiller.Gökkuşağı gibi yedi renge bürünse de kimliğiniz yerli yerinde duruyor, bazen de büyük ve yakıcı bir beyazlığın içinde solup kayboluyor. Tek bir görüntünün parıl sı başkabütün ışıkları sönükleş rip, bizi başka bir kimliğe itebilir. Çoğu tanımsız, ih yaç odağı dışında var olabilen yapıda belirirler. İşte bu yüzdendir ki yaşam ile acı arasındaki o ince naif bağda yaralarımızve binlerce soru işaretli kimliklerimiz ile var/yok oluruz. Ezcümle:
‘’Yaraların hissedilmesi için tanımlanmaya ih yaçları yoktur.’’ Amin Maalouf / Ölümcül Kimlikler
Ümit DİZDAR
Yunus ÖZDEN # Makineler Düşünebilir Mi? Alan Turing yarım asırdan biraz daha uzun bir süre önce bunu sorduğunda, yapay zekâ insanlar için bugün olduğu kadar gündelik bir konu değildi. Düşünmek, 1950lerde Mind adlı dergide yayınlanan Alan Turing'in "Computer Machinery and İntelligence" makalesiyle ar k bilişsel ve nöral bir konudan daha fazlası oldu. Bu sorunun cevabının arayışında Turing'in önerdiği ve Turing'in II. Dünya Savaşı sırasında Almanların mesajlarını şifrelemekte kullandığı Enigma adlı cihazı çözdüğü dönem leri anlatan filme de adını veren Imita on Game, diğer adıyla Turing Tes neydi, makineler bu tes geçebildi mi? Turing önce bir "Imita on Game" adında bir par oyunu önerdi. Oyun bir kadın, bir erkek ve bir adet cinsiye değişebilen hakemden oluşan oyuncularla oynanan bir oyundu. Oyunda hakem, kadın ve erkek oyuncuyu görmeden yazışarak ile şim kurması gerekiyordu. Hakemin görevi bu yazışmada diğerlerinin cinsiye ni tahmin etmek . Bu esnada kadın oyuncu hakemi yanıltmaya çalışırken, erkek oyuncu doğru yanıtları bulması için yardım etmeliydi. Turing burada kadın oyuncunun yerini bir makine aldığında hakemin yanılmasının mümkün olabilir mi sorusunu sorduğu noktada, henüz cevabı olmayan bir soru öne a lmış oldu. Makineler düşünebilir mi? Bundan sonrabu tes geçmek için çeşitli yazılımlar sıraya girdi. ELIZA psikologları taklit e , PARRY diye başka bir yazılımsa aksine bir şizofreni. Her ikisi de tes geçmede başarısız oldu. Loebner ödülü adında bir yarışma ile bu süreç desteklenmeye başladı, her yıl Turing Tes kriterlerinde yapay zekâ problemini çözmeye yönelik bir teşvik oluşmuş oldu. Buna benzer yazılımlar ve teşviklerle çeşitlilik ar . Bir gün CLEVERBOT adında tonlarca yazışmadan sağlanan bir veriyle kendini insan kabul e rmeye çalışan bir yazışma botu çok yaklaşmış . Turing bu sorunun cevabının arayışında hakemi yanıltmaya çalışan bir kadın gibi düşünmesini beklemekteydi ve henüz bunu başaran olmasa da, yapay zekâ ve bunu ilgilendiren alanlarda çok önemli aşamalar kaydedildi. Şuan BrownÜniversitesi Analistleri ve MIT robotlara soyut düşünmeyi öğretme çalışmaları bu konuda ne kadar ileri gidildiğinin en bariz örneklerinden biri. Kim bilir belki bir gün makineler de bir insan gibi düşünebilir. Ne dersiniz?
Zafer TAŞKIRAN