Bisikletle Gürcistan-ZS2

Page 1



2012 yazında Gürcistan’da geçirdiğiğimiz harika günlerin fotoğrafları ve de notlarıdır. Anlatmak istediğimi ön söz için ayrılan bu sayfaya sığdıramayacağıma karar verdim. Anlatılmak istenen devam eden sayfalardadır. Sözün özü turun kendisidir. Keyifli okumlar….

Yazı ve Fotoğraflar Ali BABİ

www.zamaninseyyahi.blogspot.com alibabi@yandex.com







Damal-Ahıska:Gürcistan Öncesi Ilgar Dağını Aşmak Kolay Olmadı Şu anda Damal'dayız. Gece iyi uyuyamadık çünkü yanında çadır kurduğumuz tesisin köpeği gece boyunca çadırımızın dibinde havlayıp, hırlayıp durdu. Dün akşam muhabbet ettiğimiz Garip Kerem Abi kurtların sık sık bölgede görüldüğünü, zaman zaman da yerleşim yerlerinin yakınlarına indiklerini söyledi. Bizi uyutmadığı için köpeğe pek kızamadık. Belki de yaklaşan bir kurdu uzaklaştırmaya çalışıyordu. Sabah 6.30 da uyandık. Bugün Gürcistan’a girip, sınıra yaklaşık 20 km mesafede olan Akhaltsikhe’ye(Ahıska) varmayı planlıyoruz. Orada çalışmak üzere bulunan birkaç dostun yanında konaklayacağız bu gece. Peynir, ekmek, domates ve peynirden oluşan kahvaltımızı yaptıktan sonra konakladığımız tesisin sahibi, Damal’ın sıcak yüzü Garip Kerem Abi’ye teşekkür ettik. Birkaç hatıra fotoğrafı alıp Damal’dan ayrıldık. Bugün önümüzde 2550 metrelik Ilgar Dağı Geçidi var. Çam Geçidinden sonra geçitlerden korkmaya başladım. Olsun ama geçitler geçilmek içinse biz de geçeriz. Ilgar Dağı’ndan önce Atatürk’ün siluetinin oluştuğu Yukarı Gündeş Köyü’nden geçtik. Oradaki karşılaştığımız köylülerin dediklerine göre siluet 17.30 da oluşmaya başlıyormuş. Henüz öğle bile olmuş değil. Keşke akşam saatlerinde geçip de görebilseydik ulu önderin dağlara düşmüş gölgesini.



Ilgar Dağı’nda büyükbaş hayvan sürüleri Aşağıdan bakınca Orhan Abi’nin Ilgar Dağı’na doğru tırmanmakta olduğunu görmekteyim. Arayı daha fazla açmadan basalım pedala. 5 gündür pedal çevirmemden olsa gerek fazla zorlanmadan 2550 metrelik Ilgar Dağı Geçidi'ni aştım. Aşınca da, "Ben, ney mişim be!" deyip kendimi gazladım. Beş günde 2. dağ geçidi. Bu gazı kendime vermeseydim önümdeki yokuşta su kaynatmaya başlardım. Ilgar Dağı’nda yine Ardahan’ın her yerinde görmüş olduğumuz büyükbaş hayvan sürülerini gördük. Çobanlarla ayak üstü lafladık. 1000 hayvanlık sürüye sadece 2 kişi bakıyormuş. Çok normal çünkü bölgede ufacık bile ekili dikili alan yok. Gözünüzün gördüğü yer yemyeşil mera. Bu 1000 hayvanlık sürü köyün yarısı imiş. Yaklaşık 1000 hayvandan oluşan başka bir sürü daha varmış. Bir amcada Ilgar dağının bir bölümünü devletten üç aylığına kiralamış 8000 TL karşılığında. Köye ait sürüdeki hayvanları kendi bölgesine sokmamak için uğraşıyordu. Ilgar Dağının zirvesindeki Şehitler Çeşmesi’nden suyumuzu doldurduk. Geçitten aşağıya doğru inerken Posof’a doğru harika manzaralarla karşılaştım. Posof’tan sonra inişli çıkışlı bir yolla Türkgözü Sınır Kapısı’na vardık. Girişte bir fotoğraf almaya çalışırken geçmemiz için kapıyı bize açan memur bizi yabancı zannetti ve anlamayacağımızı düşünerek, beklediğimiz için bir küfür savurdu. Efendiliğimizden taviz vermeden Türkçe cevap verince bulunduğu kulübeden dışarı çıkıp yanımıza geldi. Mahcup bir eda ve sözlerle buradan sürekli yabancı bisikletlilerin geçtiğinin ve gördüğü ilk Türk bisikletlilerin bizler olduğunu söyleyip tebrik etti. Ardından bir polis noktasında ufak bir kağıda, adımızı, doğum tarihimizi ve kimlik numaramızı yazıp onaylattık. Sınırın Gürcü noktasında kimlik kontrolünden geçtikten sonra sınırdaki tüm işlemlerimizi 10 dakika içinde halledip, bir kuruş ödemeden ve herhangi bir aramaya maruz kalmadan Gürcistan topraklarında yol almaya başladık. Vale’ye doğru yolun sağı solu vişne ağaçlarıyla kaplı.



Ahıska(Akhaltsikhe) Yorulmuş ve sıcaktan harareti yükselmiş olan biz bisikletlileri cezbeden bu vişnelerin tadına baktık elbette. Vale’de Sovyetlerin yaptığı geniş caddeler ve eski binalar dikkatimizi çekti. Vale’den sonraki kent olan Akhaltsikhe(Ahıska) bugünkü son durağımız olacak. Orada çalışmakta olan Mahir, Serkan ve Gökhan bizi misafir edecek bu gece. Onlar akşam üstü işten çıkacaklar ve işten çıktıktan sonra buluşacağız. Biz şehre erken bir saatte vardık ve kente hakim bir tepe üzerinde bulunan kaleyi ziyaret ettik. Kalede hummalı bir restorasyon çalışması var. İçeride bir kaç çalışan dışarı çıkmamız gerektiğini el kol hareketleriyle anlatmaya çalışsalar da gizlice yüksek bir kuleye çıkıp bütün kenti fotoğraflama şansım oldu. Ardından şehri fotoğraflamak için aşağıya doğru indik. Şehri gezdikten sonra bir mekanda Gürcistan’a özgü meyveli gazoz, gözlemeyi andıran haçapuri ve tuzlu alabalık yedik. Yemeğimizi yedikten sonra Mahir ve Gökhan bizi almaya geldi. Eve varana kadar, onlar araba ile önde, biz bisikletle arkada şehir içinde akşam akşam hızlı bit tur attık. Sovyetler döneminden kalan bir apartmanın 1. katına bisikletlerimizle girdik. Burası Mahir, Serkan ve Gökhan’ın evi. Varınca duşumuzu aldık, aklandık, paklandık, çamaşırlarımız yıkadık. Bu arada Gürcistan’a girince telefonum kapandı. İletişim şart. Yarın öncelikle para bozdurmam ve faturasız bir Gürcistan hattı almam gerekiyor. Bunları halletmemiz için sabah saatin 10 olmasını bekleyeceğiz çünkü mesai saat 10.00 da başlıyormuş. Ben kendimi yorgun hissettiğim çıkmadım ama millet dışarıda. Saat 11.00. Ali yatar. Yarın ola, hayır ola. Gün Sonu Notları *Gürcistana girişler kimlikle yapılabiliyor. Sınırdaki tüm işlemlerimizi 10 dakikada hallettik. Herhangi bir aramaya maruz kalmadık. *Telefon hattınızı yurt dışında kullanmak istiyorsanız, yurt dışına çıkmadan önce kullanıma açtırmanız gerekiyor.




Ahıska-Khashuri:Tiflis Yolundayız Sabah saat 8.20 de Orhn Abi beni uyandırdı. Kalktığımızda Mahir, Gökhan ve Serkan çoktan evden ayrılmışlardı. Saat 9.00’da bir gürcü anahtarı almak için eve gelecekmiş. Anahtarı teslim ettikten sonra yola çıkacağız ancak saat 9.00 oldu henüz gelen giden yoktu. Gürcü ancak saat 11.30’da gelebildi. Kaldığımız evin anahtarını teslim etikten sonra çarşıya çıkıp üzerimizdeki dolarları Gürcistan larisine çevirdik. Kendime bir Gürcistan hattı aldım. Ve 18 lari yükledim. Bununla Türkiye’yi 5 dakikası 1 Lariden arayabileceğim. İyiki avea hattım Gürcistan’a girince kapandı. Aveayı kullanmış olsaydım çok daha pahalı görüşecektim. Saat12.oo gibi Ahıska’dan yola çıktık. Bugün oldukça geç kaldık onun için fazla kilometre yapmayı düşünmüyoruz. Hedefimiz 50 km ilerideki Borjomi. Borjomi’de bir milli park bulunmakta. Kamp kurabileceğimiz uygun alanlar vardır diye düşünüyorum. Borjomi’ye kadar yine her yerde ceviz ve vişne ağaçlarını gördük. Bana kalırsa Gürcistan vişne krallığı. Yine birkaç yerde vişne molası verdik. Sağımızda gürül gürül akan bir nehir ve nehrin etrafında içinde domuzların dolaştığı yeşile boğulmuş köyler var. Borjomi’ye ulaştığımızda milli park danışma merkezine uğradık. Milli park görevlisi park içinde kamp kurabileceğimizi söyledi ancak vakit oldukça erken. Biraz daha ilerleyelim istedik ne de olsa Gürcistan’da her yer kamp alanı. Ben önde, Orhan Abi benim 1,2 dakika gerimde ilerlerken fotoğraf çekmek için ana yoldan 10-15 metre kadar sağa girdim.


Gürcistan’ın doğası bizim Karadeniz Bölgesi’ni andırıyor Bulunduğum noktayı, dolayısıyla beni Orhan Abi’nin görebileceğini düşünüyordum fakat Orhan Abi beni görmeden yoldan pedal çevirdi gitti. Peşinden hemen pedallamay başladım ancak Orhan Abi’yi yakalamak ne mümkün. Yol bol virajlı olduğu için Orhan Abi hemen gözden kayboldu. Beni önünde sanıp, yakalamaya çalıştığı için hızlı sürüyor olmalı. Bu şekilde 1 saat kadar yol aldıktan sonra karşıdan gelen polis arabasını durdurup, bir bisikletli görüp görmediklerini sordum. 2 km ileride gördüklerini söylediler.Önümde olduğundan emin olduktan sonra var gücümle bastım pedala. Onu Khashuri girişinde beni beklerken buldum. Khashuri’den su ve meyveli gazoz aldıktan sonra şehir dışında çadır kurmaya uygun alan bulmak için pedallamaya başladık. Şehirden çıkalı henüz 1 km bile olmadan sol tarafta tam da aradığımız alanı bulduk. Mekan on numaralık bir mekan. Ağaçlık; çadır kurmak için çok uygun. Yakınlarında bir benzinlik var; burada su ve tuvalet ihtiyacımızı gidereceğiz. Yakındaki köyden olduklarını düşündüğüm köylüler ineklerini otlatıyor. Üç beş yaşlı kadında oturmuş ağaçların dibine, akşam serinliğinde muhabbet ediyor. Hava kararmadan önce ispirtolu ocakta pişirdiğimiz çorba ve makarna ile karnımızı doyurduk. Hava kararmaya yüz tutmuşken çadırlarımız kurduk. İnsanların daha fazla ilgisini çekmemek için çadırlarımızı genelde erken saatte kurmamaya çalışıyoruz. Bulaşık için benzinliğe su almaya gittim. Tuvalete girdiğimde tuvalette musluk olmadığını görünce çok garipsedim. Çadırların yanına döndüğümde bulaşıkları yıkadık ve yattık. Yarın Tiflis’e ulaşmayı düşünüyoruz. Yol yaklaşık 130 km fakat bizi fazla zorlamaz diye tahmin ediyorum. Yarın ola, hayır ola.


Khashuri’de kamp alanımız Gün Sonu Notları *Gürcistan’dan alacağınız faturasız bir telefon hattıyla Türkiye’yi aramak, Türkiye’de kullandığınız hattan aramaktan çok daha uygun fiyatlı olacaktır. *2. gün Gürcistanın her yerinin çadır kurmak için uygun olduğunu gördük. *Bence, Gürcistan’dan Türkiye’ye getirilebilecek tek şey olan meyveli gazozların tadına bakın.

Khashuri çıkışında çadırlarımızı kurmadan önce meyveli gazozların tadına bir kez daha baktık.





Başkentteyiz: Khashuri-Tiflis Bugünkü yolumuz yaklaşık 130 km. Fazla zorlu değil ancak oldukça uzun bir yol olduğu için erken kalktık. Bisiklet turlarında sabah serinliğinde yol almanın güzelliğini öğle sıcağında anladığımız için erken kalkmak zorunda hissediyoruz. Gece birkaç defa uyandım ama uykumu almışım.Damal’dan sonra bu gecenin havası bana iyi geldi. Damal’da yağmurla birlikte soğuk esen bir rüzgarla mücadele ettikten sonra 2 metrekarelik çadırım bana 5 yıldızlı otel konforu yaşattı. Uyandık, kahvaltımızı yaptık, çadırlarımız topladık ve yola koyulduk. Bugünkü öncelikli hedefimiz Gori ve ardından Tiflis. Gori’ye kadar yol dümdüz olduğu için genelde Orhan Abi ile arka arkaya pedalladık. Gori’ye doğru kısa bir yokuş görünce Orhan Abi dayanamayıp fırlayıp gitti ve gözden kayboldu. Gori’den sonra genelde iniş olan bir yolla Tiflis yakınlarındaki Mtskheta’ya vardık. Bu kent ana yolun sağına düşüyor. Burada da Gürcistan’ın her yerinde olduğu gibi birkaç kilise var. Bu kiliseleri gördük ve bir tanesini ziyaret ettik. Kilisede ayin vardı. İçerisi oldukça kalabalıktı. Gürcüler dinlerine bağlı insanlar. Kiliseye girerken kilisenin bahçe kapısını öpüyorlar. İçeri girerken yine kapıyı öpüyorlar. İçeri girince de içeride ne varsa öpüp el sürüyorlar. Bir de içeri girerken kadınlar başlarını örtüyorlar. Başı açık olarak ve şortlu olarak gelen turistleri örtünmeden kiliseye almıyorlar. Hatta içeride üç beş siyah etek giymiş erkek turist görünce şaşırdım biraz. Ben şortlu olarak gelsem etek giyeceğime, içeriye girmemeyi tercih ederdim. İçeride fotoğraf çekmek yasak olduğu için daha çok kiliseyi dışarıdan bol bol fotoğrafladım.


Jvari Manastırı Bu arada Orhan Abi dışarıda bisikletlerin başında bekliyor. Benim işim bitince nöbeti ben devralacağım, O da kiliseyi gezecek. İşim bittiğinde nöbeti devralıp bisikletlerin başında beklemeye başladım. Kilisenin kapısında on kadar dilenci kadın var. Tabureleriyle gelmişler. Anlaşılan her gün, gün boyu burada bekliyorlar. Görüldüğü kadarıyla da iyi kazanıyorlar.Orhan abi çıktıktan sonra 10 km kadar ileride olduğunu düşündüğümüz Tiflis’e doğru pedal çevirmeye başladık. 10 km sonra Tiflis’e, 20 km sonra da şehir merkezine vardık. Tiflis şehir merkezinde hummalı bir çalışma var. Bir yandan yeni binalar dikiliyor, diğer yandan eski binalar restore ediliyor. Anlaşılan gürcüler kurtuluşu turizmde görüyorlar. Bacalısını göremedik ama bacasız sanayi düzlüğe çıkarır bu ülkeyi eğer doğru politikalar üretilirse. Şehir merkezine varınca öncelikle bir hostele yerleştik. Her zaman sıcak suyu var, çay kahve sınırsız. Geceliği 25 lari(30 TL). öncelikle duş aldık. Bisikletleri uygun bir yere bıraktıktan sonra şehri dolaşmak için dışarıya çıktık. Nehrin karşı tarafına geçtik. Tepedeki başkanlık sarayı çok ihtişamlı görünüyor ancak sarayın hemen arka sokağındaki evlerin ve insanların hali içler acısı. Evler eski, insanlar sokaklarda yatıyor. Aslında Gürcistan’ı özetleyen bir tablo. Başkanlık sarayının üst taraflarında tarihi görünümlü ancak yeni yapılmış olan büyük bir kilise var. Bu Gürcistan’da görmüş olduğumuz en büyük kilise. Zannediyorum aynı şekilde Gürcistan’ın da en büyük kilisesi. Buranın da içine girdik ancak içi, sanki dışını gördüğümüz kilisenin içi değil. İçeride sanki öyle büyük bir yapıya girmiş havasını hissetmiyorsunuz. İçerisi oldukça kalabalık ve yine bir ayin var. Gün batmadan önce ve sonra kilisenin dışarıdan fotoğraflarını çektik. Güneş battıktan sonra 3 kişi çan kulesinde birden çok çanla, aralıksız 15 dakika kadar değişik ezgiler oluşturdular.


Tifliste kale yakınlarında bulunan camiyi mutlaka ziyaret edin.

Adamlar aşmış. Bunlardan sonra din dong, din dong diye çalan çanlar çok basit gelmeye başladı artık bana. Ancak, bana hiçbir şey rast makamında okunan bir ezanın verdiği huzuru veremez. Kiliseden ayrıldıktan sonra otelimizin de olduğu nehrin karşı tarafına geçmek için karanlıkta uzunca bir süre yol aradık. Sonunda bir köprü bulduk ve karşıya geçtik. Nehir boyunca uzun bir yürüyüş yaptık. Tok karna olsaydı daha iyi olacaktı ancak yemek yemek için oldukça geç kaldık. Bir taraftan karnımızı doyuracak bir mekan arıyorduk fakat saat ilerlediği için mekanların çoğu kapanmıştı. Başkanlık sarayının yakınlarına yeni, modern görünümlü bir köprü yapıp ışıklandırmışlar. Gece oldukça cafcaflı görünen bu köprüyü fotoğraflayıp, köprünün üzerinden karşı taraftaki parka geçtik. Bu park içinde müzik eşliğinde su ve ışık gösterilerinin sunulduğu bir havuz ve ve gösteriyi seyreden insanlar vardı. Köprü civarı Tiflis’in gece, atan damarı gibi. Oldukça kalabalıktı. Köprü civarından ayrıldıktan sonra bir süre karnımızı doyurmak için mekan aradıysak da başarılı olamayıp sonunda bir börekçiden haçapuri alıp mideye indirdik. Ardından hostele döndük ve çadırdan sonra yatakta yatma lüksünü tatmanın zevkine varıp, yorgun bedenlerimizi dinlendirmeye aldık. Yarın 5032 metrelik yüksekliği ile Gürcistan’ın ikinci büyük dağı olan Kazbek Dağı eteklerindeki Kazbek’e(Stepantsminda) gideceğiz. Buraya gidiş dönüş için 3 gün ayırıp bisikletle yolculuk yapmak istiyorduk fakat minibüsle 1 günde gidip dönebileceğimiz öğrenince 2 gün kazanmak için minibüsle gitmeye karar verdik. Yol oldukça bozuk ve sürekli tırmanarak gidilen bir 150 km. Bize belki 3 gün yetmeyebilirdi de. Minibüsle gidip gelmek iyi bir fikir gibi duruyor şimdilik. Yarın sabah erken kalkıp ilk Kazbek minibüsüne yetişmemiz gerekiyor. Erken dönmemiz durumunda Yarın yine Tiflis’i gezeceğiz.


Bana kaleyi gezdiren Renan. Tiflis'te doğup büyümüş. Buna rağmen oldukça güzel bir Türkçesi vardı

Tifliste 2. gün/gece Kazbek’ten erken dönünce dün yarım kalan Tiflis gezimize devam edelim dedik. Öncelikle daha önce fotoğraflarını gördüğüm ve kale dibinde olan camiyi bulmam lazım. Kaleye doğru yöneliyoruz ve uzaktan gördüğüm caminin minaresi aşina geliyor gözlerime. Camiye varınca burada da hummalı bir restorasyon çalışmasının olduğunu görüyorum. Hemen abdest alıp ikindinin vakti geçmeden eda ediyorum. Namazımı bitirdikten sonra yanıma Renan geldi. Renan Azaerbaycanlı imiş. Babası taksici imiş. Burada doğup büyümüş ancak çok güzel bir Türkçesi var. Camiden çıkıp birlikte kaleye doğru yol almaya başladık. Bana kaleyi gezerken rehberlik yaptı. Akşam namazı vakti gelince namaz kılmak için camiye gitmek istedi. Giderken para vermek istedim ancak almadı. Çok akıllı bir çocuk. Üstüne üstelik, bir de “Koy cebine Onu Abi.” demez mi! Son cümleyi kurmasaydı iyi olacaktı ama neyse. Hava iyice kararınca ışıklar içindeki Tiflis’i fotoğrafladım. Arkasından akşam namazı için camiye uğrayıp oradan da hostele döndüm. Yarın birkaç ufak tefek işimiz var. Bu işleri hallettikten sonra iki gece kaldığımız Tiflis’ten ayrılacağız.


Kaleden Tiflis

Gün Sonu Notları *Khashuri Tiflis arası bizi fazla zorlamayan bir yoldu. Gori ile Tiflis arasındaki yolun asfalt kalitesi şimdiye kadar gördüklerimin en iyisiydi. *Tiflis’e doğru yaklaştığınızda ana yoldan ayrılıp sağa sapın ve Mtksheta’yı mutlaka görün. *Gürcistan öyle söylendiği gibi ucuz bir ülke değil. Bizim millet kafayı arabaya, alkole ve akaryakıta takmış. Bu ülkede bu üçü ucuz olduğu için her şey ucuz zannediliyor. *Tiflis’te kaleye çıkın, şehri hem gündüz, hem gece mutlaka seyredin. Kale dibinde bulunan camiyi ziyaret etmeden dönmeyin. *Kalenin dışında başkanlık sarayının arkasındaki kiliseyi, ışıklı köprüyü görün, eski Tiflis sokaklarında dolaşın.





Tiflis-Kazbek Yolu

Dağların Gölgesi: Kazbek’e Yolculuk Sabah erken kalkıp hazırlandıktan sonra şehrin biraz dışında kalan, Kazbek minibüsünün kalktığı garaja doğru yol almaya başladık. Kazbek’e gidiş dönüş için 3 gün ayırıp bisikletle yolculuk yapmak istiyorduk fakat minibüsle 1 günde gidip dönebileceğimizi öğrenince 2 gün kazanmak için rotamızın bu bölümünü minibüsle gitmeye karar verdik. Özgürlük Meydanı civarındaki hostelimizden Tiflis-Kazbek minibüslerinin kalktığı garaja metro ile gideceğiz. Orhan Abi dün metro kartı almıştı 6 Larilik. Bir biniş 50 Tetri bu arada. Kartı okutup metro durağına girdik. Önümde hayatımda gördüğüm en uzun yürüyen merdiven var. Metroyu neden bu kadar derinden geçirdiler anlayamadım. Dakikalar süren yürüyen merdiven yolculuğumuz ile sonunda aşağıya inebildik ve çok beklemeden gelen trene atlayıp, 6 durak ilerideki Didube İstasyonu'nda indik. İstasyonun hemen yanındaki garajdan kalkmak üzere olan Kazbek( Orijinal yazılışı Kazbegi, diğer adı stephantsminda; ancak bir kaç türkçe kaynakta Kazbek şeklinde yazılmış olduğu için burada da böyle yazdım.) minibüsünün en önünde kendimize yer bulduk. Hareket etmeden önce kişi başı 10 Lari yol ücreti ödedik. En öne oturmamız iyi oldu çünkü buradan yolu daha iyi görebilecek ve daha kolay fotoğraflayabilecektik. Kazbek yolu oldukça zorlu ve bozuk bir yolmuş. Yılın bazı günlerinde 6 saat sürebiliyormuş. Yolun Gudairi’den sonrası çok bozuk. Çukurlar ve keskin virajlarla dolu toprak bir yol. Bu yol askeri araçlarını Kafkaslara taşımak amacıyla ruslar tarafından açılmış. Güney Kafkasya ile Rusya'yı bağlayan tarihi askeri yoludur.


Gudairi yakınları Tiflis-Kazbek Yolu Hala o dönemde Ruslar tarafından yapılan kar tünelleri kullanılıyor. Bölge kışın çok yağış alan bir bölge ve çığ tehlikesi olduğu için bir çok yere kar tünelleri yapılmış. Bu bozuk ancak harika manzaralara sahip yolda geçen 2 saat 15 dakikalık yolculuğun ardından Kazbek’ ulaştık. Minibüsten inince bir kadın minibüsten inen turistlerin ve bizim elimize bir pansiyonun kartvizitini tutuşturdu. Bizim kalmaya niyetimiz yoktu ancak kadın uzatınca ayıp olmasın diye aldık. Tam ayrılacakken kartviziti veren kadın "1 Lari" demesin mi! Teşekkür edip geri verdim kartviziti. Kasaba merkezinden 6,5 kilometrelik dik, toprak bir yolla ulaşılabilen bir tepeye çıkacağız. Bu tepede bir kilise var ve tepeden bütün Kazbek kasabası görülebiliyor. Biz araç yolunu değil de daha dik bir şekilde çıkan ve yürüyenler için en kısa ulaşım yolu olan patikayı kullanarak 1 saat 25 dakikada tepeye vardık. Tepeden aşağısı ve karşıda yükselen başı dumanlı dağlar muhteşem görünüyor. Kazbek Dağı zirvesi belli belirsiz hemen yanımda ve çok etkileyici. Dışarıdan aşağıdaki kasabayı, karşıki dağları, Kazbek Dağı’nı ve kendimizi fotoğraflayıp kilisenin içine girdik. Bu kilisede de şimdiye kadar gördüğümüz bütün kiliselerde olduğu gibi yine bir ayin vardı. Kiliseye girerken kadınlar başlarını örtüyor. Şortuyla gelmiş kadın ve erkek turistlere siyah bir etek giydirmek suretiyle kilisenin içine giriş izni veriliyor. Ben diz altına kadar inen bir pantolon giydiğim için sorun olmadı ancak Orhan Abi’yi şortuyla içeri girdiği için Onu uyarmışlar. Orhan Abi de tabiî ki etek giymeyip dışarı çıkmayı tercih etmiş. Daha önceki kilisede gördüğüm gibi burada da siyah etek giymiş erkek turistler vardı ancak ne olursa olsun Türk erkeği etek giymez.


Kazbek’ten tepedeki kiliseye yürüdük. Orhan Abi tepeden Kazbek’in bulunduğu vadiyi fotoğraflarken

Tepedeki işimiz bitince inmek için, çıkarken kullandığımız dik ve bozuk patikayı kullanmayalım istedik; genelde araçların kullandığı yolu kullanarak kasaba merkezine indik. Ben haçapuri ve artık neredeyse bütün çeşitlerinin tadına bakmış olduğum meyveli gazozlardan aldım. Bunlar için 10 Lari ödedim. Yemekten sonra 15.30’ da kalkan minibüse binip Tiflis’e doğru yola koyulduk. Minibüste 20 kişi var. Yol uzun, tehlikeli ve meşakkatli. Sallana sallana ilerleyen minibüste bir ara dalmışım. Birden ani bir frenle ileri geri gidince sarsılıp uyandım ve bir kadının çığlığı da yükseldi aynı anda. Orhan Abi’ye sordum “Ne oldu?” diye. An itibariyle yanımızdan geçmekte olan araçla saniyeler önce kafa kafaya gelmişiz. Üzücü bir olay yaşamadan aşağıya doğru inmekteyiz neyse ki. Bu anlardan bir süre sonra bir çeşme başında mola verdik. Mola anında yirmili yaşlarında birisi yanıma geldi bir şeyler söylüyor. Ben hemen, ingiliş dedim. Genç adam bize gerekmez ingiliş dedi. Adam türkçe konuşuyormuş ama ben yeni farkediyorum. Bizim Türkçe konuştuğumuzu farkedince selam vermek istemiş. Mola boyunca onunla konuştuk. Adı Nadir. Azerbaycan Türkü imiş. Gürcistan'da doğup büyümüş. 13 yıl evvel çalışmak için Rusya'ya gitmiş ve bu süre zarfında hiç ailesini görmemiş. Kazbek yakınlarındaki Rusya-Gürcistan Sınır Kapısı'ndan giriş yapmış. Kazasız belasız bir şekilde Tiflis’e erken bir saatte vardık. Garajda Nadir'le vedalaşıp Tiflis'in dün göremediğimiz yerlerini görmek üzere Didube İstasyonun'dan metroya bindik. Bindiğimiz istasyondan bir soraki istasyon olan Avlabari İstasyonu'nda indik.


Gergeti Üçleme Kilisesi

Kısa Kısa Gün Sonu Notları *Tiflis-Kazbek(Stephantsminda) arası 150 km. Yolun bir kısmı iyi olsa da Gudairi’den sonrası çok bozuk. *Kazbek minibüsleri yaz şartlarında Kazbek’e yaklaşık 2,5 saatte varıyorlar. Ulaşım ücreti 10 Lari(11 TL). Yani bu ülkede ucuz olan şeylerden birisi de ulaşım. *Tiflis-Kazbek arası şu ana kadar manzarası ve doğası ile Gürcistan’da beni en çok tatmin eden yol oldu. Gürcistan’a gidenlerin bir şekilde bu yolu kullanmasını hararetle tavsiye ederim. *Kazbek'ten tepedeki kiliseye çıkmak isteyenlere manzaranın tadını doya doya çıkarmak için yürüyerek çıkmalarını tavsiye ederim.



Tiflis-Khashuri: Yolda olmak; ya da olmamak… Bugün hostelde dinlenebildiğimiz kadar dinlenip çok erken olmayan bir saatte yola çıkalım, sonrada yol üzerinde uygun bir yerde çadır kuralım istiyoruz. Tiflis’e gelirken Orhan Abi’nin bisikletinin jant tellerinden birinin kopuk olduğunu fark etmiştik. Aslına bakarsanız bisiklet ne yapsın. Adam çok fazla yük taşıyor; ancak çantasında gereksiz hiçbir şey yok. Çamaşır ipi ve mandalı dahi var. Başlangıçta bana gereksiz gibi gelmişti. Ancak rüzgarlı ve yağmurlu bir havada çamaşır ipini ve mandalları kullanmak zorunda kalınca yola çıkarken alınacaklar listesine bunları da ekledim. Yola çımadan önce bir bisikletçide jant telini değiştirmemiz lazım. Orhan abi internetten bisikletçinin yerini araştırdı. Tekerleği ve yedek jant telini alıp bisikletçiyi bulmak üzere dışarı çıktı. Yanına yedek jant teli almış Allahtan. Yoksa 28 jantlık teli her yerde bulmak kolay olmaz. Burada iş yerleri saat 10.00 dan önce açılmıyor bu arada. Orhan Abinin 11.00 da döneceğini varsayarak dışarı çıkıp daha önce alışveriş yaptığımız börekçiden haçapuri ve benzerlerinden alıp hostele geri döndüm. Saat 11 sularında Orhan Abi’den mesaj geldi. Bisikletçiyi bulmuş fakat usta saat 13.00’da gelecekmiş. Bu gün en erken ssat 14’te yola çıkabileceğiz anlaşılan. Yeterince vaktim varken sökülen birkaç eşyamı dikmek için hostelde görevli olan kızdan iğne iplik istedim. Tam anlayamayınca bir kağıda iğne iplik resmi çizince hemen bulup getirdi. Dikiş nakış işini halledince lariler suyunu çektiği için biraz dolar bozdurdum.(1 dolar = 1.63 lari). Sonra bir parka oturup defterime 2 gündür yazamadığım yol notlarımı yazdım. Saat 14.00’da hostele döndüğümde Orhan Abi’yi yola çıkmak üzere hazır buldum. Sabah aldığım haçapurileri mideye indirdikten sonra saat 15.30 gibi yola çıktık. Yol henüz dümdüz olduğu için Mtskheta’ya çok çabuk vardık. Burada konaklamayı düşünüyorduk ancak vakit henüz çok erken olduğu için devam etmeye karar verdik daha güzel yerler bulmayı ümit ederekten. Devamında çadır kurmaya uygun bir yer bulduysak da yine devam ettik. Yol üzerinde bir yerden kayısı ve kırmızı erik topladık birer kilo kadar. Bu turda hiç yemediğimiz kadar kayısı, böğürtlen ve vişne yedik. Biz mide derdine düştüğümüz anlarda yağmur da atıştırmaya başladı. Yağmur çok bastırmadan bir an önce uygun bir yere çadırlarımızı kurup ıslanmasak iyi olur diye düşünürken bir benzinliğin karşısında Orhan Abiyi beni beklerken buldum. Aslında Gori’ye kadar varabilirdik ancak bu havada şansı çok zorlamak lazım. Damal’da yakalandığım kuvvetli dolu yağışında sığınacak bir yer bulamamış ve yarım saat boyunca dolunun dinmesini beklemiştim. Aynı olayı bir daha yaşamasam iyi olur. Yağmur yağarken bir şekilde çadırları kurduk ve bisikletler hariç tüm malzemelerimizle birlikte hemen içlerine girdik. Çok şükür fazla ıslanmadık. Yağmurun önce şiddeti arttı sınra kısa süreliğine durdu. Durduğu anlarda yol üzerinden bir marketten aldığımız malzemelerle akşam yemeği faslını hallettik. Devamında çadırlarımıza çekildik. Hava durumlarında yarın hava yağışlı gösteriyor ancak alabildiğimiz kadar yol alabilmeyi umut ediyoruz.

Ertesi Gün Sabah kalktığımızda hava kapalıydı. Yağmur geldi gelecek gibiydi. Bir an önce toparlanıp yağmur yağmazken yol almak istiyoruz. Kahvaltımızı yaptık, yakındaki benzinlikten sularımızı doldurduk ve yola çıktık. Bu günki hedefimiz Tiflis’e gelirken çadır kurduğumuz Khashuri yakınlarındaki mekan. Bu mekan ağaçlar arasında, yeşillik, hoş bir yer. Yakınında benzinlik ve bakkal da var. Çadırlı konaklamalarda, çadır kurulacak alanda suyun bulunması büyük avantaj ve tercih sebebidir. İçmek, yemek yapmak, bulaşık ve temizlik için bol bol suya ihtiyacımız oluyor.



Birlikte top oynadığımız çocuklarla

Bunun için su varsa, ve de temizse o yer gerçek anlamda bir kamp alanıdır artık. Gori’yi 3-5 kilometre geçmiş olmamıza rağmen Orhan Abi bir müzeyi görmek için Gori’ye geri döndü. Ben kamp alanında onu beklemek üzere yola devam ettim. Orhan Abiden ayrıldıktan sonra sadece 5 dakika kadar yağmur altında kaldım ancak donuma kadar ısslandım. Bir otobüs durağına kendimi atmıştım ama iş işten geçmişti. Bir süre durakta dinlenip ıslanan kıyafetlerimim kurularıyla değiştirdim. Kamp alanına vardığımda matımı yere serip yarım saat kadar kestirdim. Devamında Orhan Abi de geldi. Acıkmış olduğumuz için öncelikle yemeğimizi yedik. Devamında çadırlarımıza çekildik. Yemek esnasında bisikletime bindirdiğim yakındaki köyden çocuklar futbol oynamaya çağırdı ancak bir süre sonra biraz daha büyükçe çocuklar topun sahibi küçük çocuğu kızdırınca, küçük çocuk topunu alıp gitti. Arkadaş madem top küçük çocuğun, niye kızdırıyorsun onu, gönlünü hoş tutsana küçük çocuğun, istiyorsa forvete geçir. Bu kısa top tepme işinden sonra biz de tekrar çadırlara gelip yattık. Zaten pek maç yapasımız yoktu yorgunluktan ötürü. Yarın Kutaisi’ye varabilir miyiz bilmiyorum ancak en azından Zestafoni’ye kadar gitmek istiyoruz. Hayırlısı.



Kutaisi şehir merkezi

Khashuri-Kutaisi: Düzenli Şehir -KutaisiSabah kalktığımda nedendir bilmem üzerimde bir ağırlık vardı. Zar zor uyku tulumumun içinden çıkabildim. Elimi yüzümü yıkamak için çadırdan dışarıya çıktığımda yağmur hafif hafif atıştırıyordu. Yağmur atıştırdığı için kahvaltımızı biraz ilerimizdeki bir çardağın altında yaptık. Zannediyorum yakındaki köyün sakinleri özel günlerde bu çardağın altındaki masanın etrafında toplanıyorlar. Ardından bisikletlerimizi hazırlayıp yola koyulduk.Yağmur yola yeni çıktığımız anlarda şiddetini artırınca yağmurluk görevi gören battal boy bir çöp poşetini sırtıma geçirdim.Ancak yağmur çok kısa sürünce çıkarıp çantaya koydum tekrar kullanmak için. Khashuri’nin merkezine vardığımızda Başında ay yıldızlı bir Türkiye şapkası olan Azerbaycanlı bir çocukla yeni muhabbete koyulmuştuk ki, çocuk bizi uyardı lastiklerinizin havası boşalmış diye. Aynı anda, aynı yerde patlayan lastiklerin tamiriyle uğraşırken Süleyman(Azerbaycanlı çocuk) bize yardım etti. Süleyman 10 yaşında imiş. Uzun süredir Gürcistan’da yaşıyorlarmış. Buna rağmen oldukça güzel bir Türkçeye sahip. Babası Antalya’da çalışıyormuş. İşimiz bitince Süleyman’a teşekkür edip vedalaştık. Şükür, bugün de Türkçe konuşan birisiyle karşılaştık Gürcistan’da. Genelde iniş olan bir yolla Zestafoni’ye erken bir saatte vardık. İki gündür bisikletimin arkasında bir tanesini bile kırmadan taşıdığım 5 yumurtayı kırıp öğle yemeği faslının üzerinden geçtik Zestafoni’ye nazır bir tepede. Zestafoni’den sonra yine yemyeşil bir coğrafyada huzur içinde pedallayarak Kutaisi’ye vardık. Kutaisi oldukça büyük ve güzel bir şehir gibi duruyor ancak şehir içinde uzunca bir süre yol almamıza rağmen henüz şehir merkezini gösteren bir tabela ile karşılaşmadık.


Yolda karşılaştığımız Azerbaycanlı Çocuk Süleyman lastik tamiri sırasında bize yardımcı oldu. Şapkasına gurban olduğum... Kutaisi’de öncelikle şehir merkezine ulaşıp; sonrada uygun fiyatlı bir hostel bulmak istiyorduk. Şehir merkezini gösteren bir tabela ile karşılaşamayınca Türkiye’ye otobüs bileti satan bir yazıhaneki görevli gürcü kıza şehir merkezini sorduk; ancak kız çok uğraştı ama bir türlü tarif edemedi. Sonunda gönüllü olarak arabasıyla bizim önümüzden oldukça karışık ve uzun bir yoldan şehir merkezine kadar giderek bizi şehir merkezine ulaştırdı. Gün batmak üzereyken Kutaisi’nin merkezinde ufak bir tur attık. Bana Tiflis’ten daha güzel bir kent gibi geldi. Caddeler daha geniş, binalar daha bakımlı. Birkaç yere kalacak yer sorduk. Tarif edilen yeri ararken tabelası bile olmayan Rus yapımı bir binaya fiya sorduk. Kişi başı 70 Larilik(85 TL) fiyatı duyunca dudağım uçukladı ve hemen uzaklaştık olay yerinden. Kim demişti bana “Gürcistan ucuz.” diye! En azından duş alabileceğimizi düşünerek Kutaisi girişinde görmüş olduğumuz Türk tır parkına gitmeye hazırlanırken yolumuz üzerindeki bir otele de fiyat sorduk. Başlangıçta 35 Lari olan fiyatı 25 Lariye indirdik kahvaltıdan feragat edip. Odamız oldukça yüksek tavanlı, 3 kişilik ve klimalı. Fiyatına göre fena bir yer değil. Bisikletlerimizi arka bahçeye bırakıp duşumu aldım. Elbiselerimi yıkayıp astım. Akşam yemek yemek için şehir merkezine gittik. Yemek yediğimiz mekanda Türkçe bilen bir gürcüden yarın gideceğimiz yol hakkında bilgi aldık. Gece karanlığında şehri dolaştık, fotoğraf çektik. Bu işleri bitirince yatmak üzere otelimize döndük. Zaten bugün daha fazla yoruldum sanki. 111 km yol yaptık ve hava çok sıcaktı. Dinlenmemiz lazım. Yarın dinlenmek için öğlene kadar yatmayı düşünüyoruz. Eğer ulaşabilirsek Tsegeri’ye kadar pedallamayı planlıyoruz.


Kutaisi-Tsageri:Zor Yolların başlangıcı Bugün yeterince dinlenebilmek için çok aceleci davranmıyoruz. Çok erken olmayan bir saatte kalktık. Ben otelde çalışan rus kadından kahvaltı için birer bardak çay istemek için otelin mutfağına gittim. Kadın yarım yamalak ingilizcesi ile sallama ya da normal çaydan hangisini istediğimizi sorduktan sonra ben normal çay istediğimizi söyledim. Normal çay ile çay demleyip ben getireceğim dediktan 15 dakika sonra bir çaydanlık çay ile odamıza geldi. Doya doya çay içtik ve kahvaltımızı yaptık. Kahvaltıdan sonra arka bahçeye çıkıp yola çıkmak için hazırlanmaya başladık. Bu sırada otelde çalışan Rus kadın, kendi bisikletini yanımıza getirdi. Kadının bisikletinin havası inmiş lastiğine hava bastık. Birkaç hatıra fotoğrafı alıp yola çıkmaya hazır haldeyken benim arka lastiğin patlak olduğunu farkettim. 5 dakika içinde patlak sorununu halledip yola çıktık. Bugün kendimizi çok yormayalım istiyoruz. Öncelikle Tkasaltubo'ya varacağız. Sonra da, nerede uygun bir kamp alanı bulursak, oraya konacağız. Kutaisi oldukça güzel ve büyük bir şehir. Eskiden nüfusu çok daha fazla imiş ancak Rusların kenti terketmesiyle bugün nüfusu azalmış. Kentin yerleşim alanı oldukça geniş. Tkasaltubo'ya giden yolu bulana kadar en az on kişiye sorduk. Gürcistan'da Türkçe bilenler ingilizce bilenlerden daha fazla. Tkasaltubo yolunu ararken ne İngilizce, ne de Türkçe bilen birisiyle karşılaştık. Yer adını söylediğimizde, insanlar elle işaret ediyorlar. Ama sonunda Tkasaltubo yolunu ve tabelasını bulduk. Yol üstünde bir yerde böğürtlen molası verdik.




Tsageri yakınlarında yol kenarlarında domuz bebeleri

Gürcistan'a bugünlerde gelmekle çok iyi etmişiz. Bütün yol boyu her taraf çeşit çeşit meyvelerle dolu. Vişne, armut, erik, kayısı ve daha nicelerinin tadına bakmakla kalmadık, doya doya yedik. Tkasaltubo'dan sonra yolun kalitesi bozulur diye düşünüyordum ama öyle olmadı. Yer yer yorucu yokuşlar olsa da, yolun kalitesi son derece iyi. Bugünkü yolun manzaraları çok beğendim. Gürcistan'ın kalbinden geçiyoruz tabiri caiz ise. İnişli çıkışlı yollardan geçerek yolun solunda harika görünümler sunarak akan bir şelalenin yanında uzunca bir mola verdik. Biz dinlenirken, bir araba durdu ve içinden üç dört genç indi. Bu gençlerden birisi yine harika Türkçe konuşuyordu. Yine Tükçe konuşabildik çok şükür. Şelaleye kadar çok güzel olan yol birden bire bozuldu. Yaklaşık 10 kilometrelik bozuk, ancak yine harika manzaralar sunan yol eşliğinde Tsegeri girişine vardık. Bütün Gürcistan'da olduğu gibi burada da alemde olan Gürcü vatandaşlar var. Bir grup yolumu kesip durdurdu beni. Karpuz ikram ettiler. Büyük bir iştahla yediğimi görünce bir dilim, sonra bir dilim daha getirdiler. Bira da vermek istediler. Alkol kullanmadığımı hareketlerle anlatmaya çalıştım. Erik suyu sandığım bir şey daha verdiler elime; ancak boğazımı yaktığı için ancak bir yudum alabildim. Bu candan insanlara teşekkür edip yanlarından ayrıldım.


Tsageri Yolu’nda bir şelale Tsageri'nin merkezine vardığımızda İnglizce bilen bir polise, çadır kurabileceğimiz bir yer sorduk. O da 20 km ileride Lentekhi'de otel olduğunu söyledi. Zannediyorum, anlamadı çadır kurmak istediğimizi. Biz de mecbur yola devam ettik ileride çadır kurabileceğimiz bir yer bulabilmek ümidiyle. Bu sıralarda polis aracı da ağır ağır giderek bize eşlik etmekteydi. Bir ara, acaba bizi Lentekhi'deki otele yerleştirene kadar bize eşlik mi edecekler diye düşündüm ama Tsageri çıkışında bize el sallayıp geri döndüler. Polis aracı geri dönünce, hava kararmaya yüz tutmuşken dere kenarına, yoldan gözükmeyecek bir yere çadırlarımızı kurduk. Hava kararmadan önce yemeğimizi yiyip çadırlarımıza çekildik. Mestia' ya kadar 180 km olan yolun 75 kilometre kadarını almak istiyoruz yarın. Bunun için iyi dinlenip uykumuzu almalıyız ve erken yola çıkmalıyız. 75 km bir gün için çok değildir ancak şu anda dağlık, engebeli ve yolları oldukça bozuk bir coğrafyadayız. Birde Shkhara Dağı dibinde, 2635 metre yükseklikteki Zagari Geçidi var. Bu geçidi aşmak hiç de kolay olmayacak; ancak yarın aşıp da, geçidin öteki tarafındaki Ushguli Köyü'ne ulaşabilirsek ne ala. Yarın ola hayır ola.



Tsageriden çıktık yola, Orhan Abi önümüzdeki dağlara meydan kurcasına(Üstte), Temmuz ortasında karşılaştığımız buzullar(Karşı sayfada)

Tsageri-Zagari Geçidi:Sıradışı Bir Deneyim Dün akşam üzeri nehir kenarına kurduğumuz çadırlarımızı çok erken saatte topladık. Bugün, diğer günlere göre çok daha erken kalktık; çünkü bugün gideceğimiz yolun büyük kısmı oldukça bozuk ve yol boyunca sürekli yükseleceğiz. Bozuk yollarda sürekli yokuş çıkmak anlamına geliyor bu. Gürcistan'a gelmeden önce araştırdığımız kadarıyla, bu yoldan sadece arazi araçları geçebiliyormuş. Tüm bunlara rağmen şimdilik bir sorunumuz yok. Patika olsa bile bize yeter. Çünkü bisikletin gidemeyeceği yer yok. Kahvaltımızı yapıp hemen yola çıktık.Yola çıktıktan kısa bir süre sonra ileride bir kaç evin bulunduğu bir köyün içinden geçerken; tam karşımdan hızla bana doğru koşmakta olan hayvan gibi bir köpeği görünce yolun sağında oturan bir kaç kadının yanında durdum ki köpeği tutsunlar. Benim durduğum andan hemen sonra köpek soluk soluğa kalmış bir şekilde yanımıza geldi ve kadınlardan biri köpeği boynundan tuttu, kızdığını belli etmek için köpeğe bağırdı. Kadının köpeği tutuyor olmasıyla rahatlayınca; kadınlara "gamarcoba(merhaba)" deyip şirinlik yaptım; pedala basıp yoluma devam ettim. Henüz çok gitmemişken köpeğin hırıltısını kulağıma gelir gibi oldu, gittikçe daha net duymaya başladım hırıltıyı ve yine dibimde hırıldarken buldum kuçukuçuyu. Yolun düz olmasından da faydalanarak son vitese alıp var gücümle pedala bastım. Haysiyetsiz hayvan 500 metre kadar peşimden geldi en azından ve beni sabah sabah yordu. Bir ara hiç peşimi bırakmayacak zannettim; ama sonunda o da diğerleri gibi pes etti.


Bu manzaralar karşısında çoğu zaman kendimizi bir yağlıboya tablonun figürü sandık Aslında şimdiye kadar, bisiklet sürerken peşime çok köpek takılmıştır; ancak hiç birisi, hiç bir şekilde ne bana ne de bisikletime zarar verdi. Bisikletin dönen tekerlekleri onları rahatsız ettiği için bir süre peşimden koşuyorlar, sorumluluk alanlarını terk ettiğimde peşimi bırakıyorlar. Bazen onlarla karşılaştığımızda, bisikletten inip yürüyerek devam ettiğimizde de peşimizi bıraktıkları olmuştur. Tüm bunlara rağmen köpekleri seviyorum. Tabi tüm köpekler peşimize takılmıyor; onun için efendiliğinden taviz vermeyip bize zorluk çıkarmayanları daha çok seviyorum. Devamında Lentekhi’ye varmadan önce bisikletli Fransız bir çiftle karşılaştık. Bir aydır Gürcistan’da pedallıyorlarmış. Şu anda bizim Batum’a kadar kullanacağımız rotayı tersten geçmekteler. Yolun çok zor olduğunu fakat doğanın muhteşem olduğunu söylediler. Anladığım kadarıyla adamın yaşı 66, kadınınki 64. Bu yaşta bu coğrafyada pedallamak yürek ister, güç ister, bacak ister en önemlisi . Saygı duydum bu çifte. Henüz sıcak hava üzerimize çökmemişken Lentekhi’ye vardık. Lentekhi kasaba büyüklüğünde bir yer. Lentekhi’den sonra küçük birkaç köy ve yayla var Zagari Geçidi’ne kadar. Daha ileriden bulamayacağımızı düşünerek Lentekhi’de ekmek almaya karar verdik. Alış veriş yaptığımız bakkalcı kadına ekmek dilimler gibi yapıp ekmek istediğimi anlatmaya çalıştım. Kadın anlamış gibi yapıp biraz sonra arkadan bir yerden domates getirdi. Domates istemediğimi anlatmaya çalıştım. Kadın tekrar arka tarafa gidip geldi. Bu sefer elinde ekmek ile geldi. Kadının önünde büyük bir abaküs var. Abaküs üzerindeki boncukları dizerek 4 Lari ödememiz gerektiğini bize anlattı. Aslında daha aşağılarda ekmeği 1 lariden almıştık ama burası dağlık bir bölge. Zannediyorum bunun için ekmeğin fiyatı 2 katı.


Yine, yolu işgal etmiş bir sürü ile karşılaşıyoruz. Lentekhi'den sonra asfalt yol bıçakla kesilmiş gibi bitti. Biz de yolun nerede bozulacağını merak ediyorduk. Gittikçe yol daha çok bozuldu. Yol üzerinde bir çok yerde dizimize kadar su dolu olan çukurlar var. Buralardan geçerken ıslanmak kaçınılmaz elbette; ancak en azından eşyalarımızı temiz ve kuru tutalım diye uğraş veriyoruz. Yol bazı yerlerde kayalar oyularak yapılmış. Bu bölümlere yola sürekli irili ufaklı taş parçaları düşüyor. Yolun bazı bölümlerinde kayalara monte edilmiş insan portreleri gördük. Bu gürcülerde bir gelenek. İnsanlar trafik kazası, taş düşmesi gibi çeşitli nedenlerle orada hayatını kaybetmişler ve hayatını kaybeden insanın anısına, hayatını kaybettiği yere mevtanın bir portresi ve dolap gibi bir şey iliştirilmiş. Dolap mum yakmak ve içine bir şeyler bırakmak için kullanılıyor zannediyorum. Bulunduğumuz coğrafya Gürcistan'ın en yüksek dağlarının olduğu bölge. Temmuz ortasında olmamıza rağmen yolumuzun sağında ve solunda zirvesi karlarla kaplı olan bir çok yüksek doruk var. Gürcistan bize inanılmaz güzellikler sunmaya devam ederken, birden bire karşımızda bulutların arkasına gizlenmiş gibi heybetli bir dağ belirdi. Bu diğerlerinden çok farklı. Bunun 5203 metrelik yüksekliği ile Gürcistan'ın en yüksek dağı olan Şhkhara Dağı olduğunu anlamamız fazla zamanımızı almadı. Şhkhara Dağı eteklerinde bir çeşmenin başına ulaştığımızda elimizi yüzümüzü yıkadık. Orhan Abi, çeşmenin yakınlarında konaklamamızın iyi olacağını , vaktin epey ilerlediğini söylese de ben devam etmekten yana tavır alınca devam etmeye karar verdik. Güneşin batmasına 2-3 saat ya var ya yoktu; çeşme yanına çadır kurmak dinlenmek için iyi bir fırsat iken geçidi aşabileceğimizi düşündüm.


Yolda bize bin bir çeşit çiçek eşlik ediyor. 2-3 saattir sürekli yükseliyoruz; buna rağmen geçidi aşabilmiş değiliz. Orhan Abi 5 dakika kadar önümde gidiyor. Onu bu ormanlık ve dağlık coğrafyada ara sıra görebiliyordum; ancak hava artık iyice karardığı için benim görüş mesafem sadece 5- 10 metre ve Orhan Abi artık gözden kayboldu. En son yarım saat önce önümden giderken görmüştüm. Karanlık içerisinde, çok yorgun olmamızdan dolayı düşe kalka gittiğimiz yolun sağı ve solu dik yamaç, yolu bazen gürül gürül akan dereler kesiyor. Çadır kurmaya müsait alanımız yok; ama artık bir yerlerde durup, çadırımızı kurmamız lazım. Artık bir yerde Orhan Abi'yi beni beklerken bulmak istiyorum. Hem çok yoruldum ve hem de zifiri karanlık çökmeye başladı. Orhan Abi'nin aşağılardaki yaylada, çeşme başına çadır kurma teklifini keşke hiç düşünmeden kabul etseymişim diye düşünmeye başladım. Bir süre sonra Orhan Abi'yi karanlıklar içinde beni beklerken buldum. O anda ne kadar sevindim, anlatamam. Ben, "Yeter artık abi, bir yerlere çadır kuralım." demeye kalmadan o hemen oracığa çadır kurmayı teklif etti. Anında eveti yapıştırdım. Yolun soluna, sadece 2 çadırın sığabileceği bir alana el yordamıyla çadırlarımızı kurduk. Geçide çok yaklaştığımızı ve bulunduğumuz yerin 2500 metrenin üzerinde olduğunu düşünüyorum. Çadırları kurduk, bir de açlık var. Karanlık çökmüş, onu nasıl halledeceğiz. Bu saatten sonra makarna ve çorba pişirecek durumda değiliz. Kendi çadırlarımızda, elimizdeki yiyeceklerle karnımızı doyuralım diye karar aldık.



Temmuz ortasında olmamıza rağmen yolumuzun sağında ve solunda zirvesi karlarla kaplı olan bir çok yüksek doruk var. Sabahın ilk saatlerinde kamp alanımız. Dün karanlıkta, kamp yeri bulmada niçin çok zorluk yaşadığımızı bu fotoğraf çok iyi anlatıyor. Çadırın içi, dışarıya göre daha karanlık. Bunun için hem el fenerimi hem de çadır fenerimi yaktım. Işıkları yakmamla birlikte karşı ki tepeden üstümüze güçlü bir projektör ışığı tutuldu ve ışık bir süre üzerimizde kalıp söndü. Karşı ki tepe dediğime bakmayın, bize oldukça uzak bir mesafe. Bunların avcı, çoban ya da bulunduğumuz bölgenin Rusya sınırına yakın olmasından dolayı asker olabileceğini konusunda bir kaç tahmin yaptıysak da; inin cinin top oynadığı bu coğrafyada, gecenin bu vaktinde bu ışığın kimin işi, ne işi olduğunu anlayabilmek için öncelikle yarına sağ salim çıkabilmemiz gerekiyor. Işığı ve dikkatleri tekrar üzerimize çekmemek için bir daha kendi ışıklarımızı yakmadık. Karanlıklar içerisinde yan tarafta eriyen kar sularıyla oluşmuş dereciğin suyuyla abdest aldım; ama su çok soğuk ve ben çok üşüyorum. Yükselti fazla, elim ayağım donuyor neredeyse. Yanımda karanlıklar içerisinde devasa kütleler yükseliyor belli belirsiz. Yarın sabah daha net görebileceğiz dibine sığındığımız bu dağları ve nasıl bir yere konduğumuzu. Yatmadan önce yanımda taşıdığım bütün kıyafetlerimi üzerime giydim soğuktan donmamak için. Sonra da tulumun içerisine girip uyumaya çalıştım. Tulumun içi ısınmaya başladı ve benim artık gözlerim kapanmak üzere. Yarın öncelikle çok yakınlarında olduğumuzu düşündüğüm geçidi aşacağız. Sonra dağın diğer tarafında bulunan avrupa kıtasının en yüksek köyü olan Ushguli Köyü'ne ineceğiz ve Mestia'ya kadar pedal cevireceğiz nasipse. Bir de karşı ki tepelerden üzerimize tutulan projektör ışığının ne olduğunu anlamaya çalışacağız. Yarın ola hayır ola.



Zagari Geçidi-Mestia:Başka Bir Dünyadayız Geçidi aşamadığımız ve karanlıkta kaldığımız için dün çadırlarımızı bu engebeli , dağlık coğrafyada daracık bir yolun solunda bulduğumuz ufacık bir alana kurmuştuk. Dün karanlık basınca üşümeye başladığım için çantamda temiz ve kirli giysi namına ne varsa üzerime giymiştim. İyi ki giymişim; zira gece yüksek rakımın soğukluğundan fazla etkilenmedim. Sabah başımı çadırdan dışarı çıkardığımda ne kadar güzel bir yere çadır kurduğumuzu gördüm ve karşımdaki heybetli dağların karşısında yüreğim tarifsiz mutluluklara garkoldu. Şu anda 2600 metre civarında bir yerde olduğumuzu tahmin ediyorum. Yanımızda zirvesi karlı sıradağlar yükseliyor. Dakikalarca seyrettim ve seyretmeye doyamadım karşımdaki tabloyu. Dağlarda beni kendine çeken bir şey var sanki. Dün gece güçlü bir projektörle bize ışık tutulan tepede birkaç karartı var. Bunların ne olduğundan emin olmak için çadırımdan fotoğraf makinemi çıkardım; yaklaştırarak fotoğrafını çektim ve bize ışık tutulan bölgede 2 adet askeri çadır bulunduğunu öğrenmiş oldum. Bulunduğumuz bölge Gürcistan-Rusya sınırı olduğu için karşıki tepede iki çadırdan oluşan bir gürcü karakolu varmış. Rusya ile sorunları olan Bir Gürcistan’da, en azından Rusya sınırında kuş uçmaz kervan geçmez bir yere çadır kurmak çok mantıklı gözükmese bile bizim için güzel bir tecrübeydi. Her şeye rağmen bu geceyi kazasız belasız olarak atlattık. Hatta çok güzel bir gece geçirdik.


Kahvaltımızı yaptıktan sonra çadırlarımızın yanından birkaç arazi aracı geçti dikkatlice. Aslında sabah uyanınca çadırlarımızı çok da güvenli bir yere kurmadığımızı fark ettim. Yolun üzerine kurmuşuz resmen. Gece buradan bir araç geçecek olsaydı; vay halimize! Yine de daha önceki hayatımda bu kadar güzel bir yerde sabahlamadığımı belirtmem gerekiyor. Gündüz vakti ara sıra yanımızdan 4*4 arazi araçları geçiyordu; ancak gece vakti tek bir araç geçmedi üzerine çadırlarımızı kurduğumuz yoldan. Zaten gecenin köründe Tsegeri’den bu yana bu yola benzeyen şeyi kullanmak oldukça tehlikeli olur. Manzarayı doya doya seyrettikten sonra çadırlarımızı ve eşyalarımızı istemeyerek de olsa topladık. Burayı çok sevmiştik; fakat yolcu yolunda gerek. Geçidin tepe noktasına doğru tırmanmaya başladık. Tepeye doğru ilerleyen yolun sağı solu rengarenk çiçeklerle dolu. Sanki bu dünyada olmadığını hissettiriyor bu güzeller, insana kendini. Yola çıktıktan sonra yarım saat kadar yol alınca 2700 metreye ulaştık ve geçidi aştık. Bu yükseklikte çadır kurmaya daha müsait olan düzlük alanlar varmış. Eğer dün biraz daha vaktimiz olsaydı da; buraya ulaşmış olsaydık çadır kurabilirdik geçidin tepe noktasına. 2700 metre civarında kalıcı buzullar var. Dünden bu yana sürekli dağların zirvelerinde görüyorduk ama temmuz ortasında bu buzullarla karşılaşmak ve onların soğukluğuna dokunmak bizi şaşırttı ve bu bizim için hoş bir sürpriz oldu. Hoş sürprizlerle karşılaşarak yol almaya devam ediyoruz ve artık alçalıyoruz. Orhan Abi’nin jant sorunlu olduğu için kontrolü elden bırakmadan ağır ağır iniyor. Ben ara sıra basıyorum. Ara sıra da durup fotoğraf çekerken Orhan Abi’yi bekliyorum. Derken Avrupa’nın en yüksek köyü olan Ushguli’yi tepeden görüyoruz.


Köydeki eski evler ve neredeyse her evin yanında bir tane olan uzun, yüksek savunma kuleleri dikkat çekiyor. İnsanlar bir baskın sırasında bu yüksek yapılara çıkarlarmış ve düşmanlarını kulenin en üst katının pencerelerinden attıkları oklar ve diğer silahlarla püskürtmeye çalışırlarmış. Bunların yerine çok daha sağlam ve daha çok kişi tarafından korunan ortak bir kaleleri olsaydı daha mantıklı olurdu diye düşünüyor insan. Buradaki insanlar bütün Gürcistan’ın kırsal bölgelerinde olduğu gibi hayvancılıkla geçiniyor. Büyükbaş hayvancılığın yanı sıra az miktarda küçükbaş hayvancılık da yapıyorlar. Şu anda etrafımızda dolaşan domuz sürülerine de baktıklarını belirtmeme gerek yok sanırım. Gürcistan'ın kuzeybatı bölümümnde yer alan bulunduğumuz bu bölge Svaneti Bölgesi olarak adlandırılıyor. Bu bölgede yaşayan svanlar bölgenin yerli halkıdır. Kafkas Dağları’nın en yüksek on tepesi bu bölgede yer alır. Gürcistan’ın en yüksek dağı olan Shkhara (5.201 m), Svaneti’dedir. Diğer zirveler Tetnuldi (4.974 m), Şota Rustaveli (4.960 m), Uşba (4.710 m ) ve Ailama’dır (4.525 m). Ushguli'den Shkhara’nın zirvesi çok güzel bir şekilde görülebiliyor. Shkhara Dağı’nı kendine fon edinen tarihi bir kilisenin Gürcistan’a özgü mimarisi fotoğraf açısından bulunmaz nimetler sunuyor. Bu köyde bir süre oyalandık; fotoğraflar çektik; temmuz ortasında karlı dorukları seyretmenin zevkine vardık. Orhan Abi’nin havası inen lastiğini şişirdik ve Mestia’ya doğru yola koyulduk. Ushguli-Mestia arasında çok sayıda köyden ve yayladan geçtik. Yolun kalitesi Ushguli’den sonra biraz düzelmiş olsa da yer yer bizi zorlayacak derecede bozuk. Bu bozuk yolda ilerlerken Orhan Abi’nin bagajı kırıldı.




Ushguli Köyü'nde farklı bir mimari var. Bu yapıların bu güne kadar, bu şekilde kalabilmiş olmaları, modern(!) mimarinin henüz buralara ulaşamamış olması bir mucize. Bu durum Orhan Abi’nin canını oldukça sıktı; ancak tel, çivi ve bant yardımıyla bagajın kırılan demirini bir şekilde birleştirip kontrollü bir şekilde yola devam ettik ve bu şekilde Mestia’ya ulaştık. Orhan Abi geçen sene Uludağ'dan inerken yine bagajı kırdığı için bundan sonra alüminyum bagaj kullanmam diyor. Mestia’dan sonra yol asfalt. Bundan sonrası bizim için yolculuk daha rahat geçecek gibi gözüküyor. Mestia savunma kuleleri kendine özgü mimarileriyle dikkat çekiyor. Mestia'ya köy değil de kasaba demek gerekir artık. Her tarafta inşaatlar var. Bir kaç büyük otel ve yapımı devam edenler de var. Mestia'da ufak bir hava alanı bulunuyor. Tiflis'ten buraya küçük uçaklar geliyormuş. Orhan Abi, daha önce bir yerden okuduğuna göre bahçesine çadır kurulan bir evin olduğunu söylüyor. Evi bulabilmek için bir kaç kişiye adres sorduk ve evi bulduk. Bu sırada yan taraftaki evin bahçesinden yaşlıca bir adam bize el etti. Biz de o tarafa yöneldik; az sonra genç bir kadın çıkageldi-İrma- İrma iyi ingilizce konuşuyor. Bizden çadır başı on Lari isteyip çok mu diye ekledi. Tabiki çok dedik. Öyleyse 7 olsun dedi. Biz 5 dedik, sonra 6 Lari'ye anlaştık. (Evin tam adresi: Boris Kakhiani Sokağı, Numara 27). Pansiyonun banyosunu kullanacağız. Suyun ısınmasını beklerken acıkan karnımızı doyurduk. Gidip bakkaldan yoğurt ekmek ve meyveli gazoz aldım. Günler sonra yoğurt yemek bizim için ayrıcalıklı bir durumdu.


Lamara Kilisesi

Duşumuzu alıp temiz çamaşırlar giymek bize iyi gelecek. Duşumuzu aldık, kirlenen elbiselerimi yıkadım. Bir de ayakkabılarımı da yıkadım; çünkü derelerden ve içi su, çamur dolu çukurlardan geçerken suyun, çamurun seviyesi ayak bileğimi geçtiği için ayakkabılarım çamur içindeydi. Devamında çadırıma girdim. Birkaç sayfa not aldım ve uykum geldi. Uyumak çok zor olmuyor böyle günlerin sonunda. Uyumak zor olmadığı gibi uykunun kalitesi son derece iyi oluyor kuru bir matın üzerinde olmama rağmen. Yarın Orhan Abi ile yolarımız ayrılacak. Benim Türkiye’de işlerim olduğu için izin istedim. O da olur dedi. Onun zamanı olduğu için birkaç gün Mestia’da kalacak. Yorulduğumuz için biraz dinelenecek, biraz da çevre gezileri yapacak. Ben yarından itibaren yola tek başıma devam edeceğim.


Mestia-Zugdudi: Masal Yolu Bugün Türkiye’de ve Gürcistan’da günlerdir birlikte pedalladığım yol arkadaşım Orhan Abi ile yollarımız ayrılacak. Benim Türkiye’de hemen halledilmesi gereken birkaç işim olduğu için ara vermeksizin yola devam etmem gerekiyor. Orhan Abi’nin acelesi yok. İki ya da daha fazla gün Mestia’da kalıp etrafı gezecek. Bu arada dinlenmiş olacak tabi. Günlerdir ara vermeden yoldaydık. Son iki gün fazlasıyla efor sarfettik ve çok yorulduk. Bu ara ona iyi gelecek. Fakat benim önümde bu gün alınması gereken Zugdudi’ye kadar 138 kilometrelik yol var. Bu kadar yolu alabilir miyim bilmiyorum; fakat en azından almaya çalışacağım. Daha önce bir günde daha fazlasını almıştım; fakat söz konusu bisikletle yol almak olunca yolun, havanın ve rüzgarın durumu çok önemli. Zamanım olsa birkaç gün kalabileceğim yerdi Mestia. Turizmin etkisiyle hafiften otantik doku zarar görse de kesinlikle Gürcistan’ın görülmesi gereken yerleri listesinin üst sıralarında yer alıyor. Tarihi evleri, savunma kuleleri, gürül gürül akan buzuldan yeni kopmuş gelmiş soğuk suları, sırtını dayadığı karlı dağları ve daha bir çok özelliği Mestia’yı davetkar kılıyor. Sabah kalkınca paçaları sıvayıp bahçesinde çadır kurduğumuz pansiyonun yanından akan derenin berrak suları içine daldık. Dün akşam kendi banyomuzu yapmıştık. Sıra canavarları banyo yapmaya geldi. Son iki gündür geçtiğimiz yollar çok bozuktu ve yer yer derelerin ve çamurlu suların içinden geçmiştik. Bunun sonucunda da bisikletlerimiz toz toprak içindeydi. Derede yıkandıktan sonra bir parladı, bir açtı, kendine geldi canavarlar. İnsan kendisi temizleniyor ve yol arkadaşının kirli olmasına gönlü razı olamıyor işte. Ne yapalım!


Karlı dağlar önünde ufak bir mola... Bisikletimi temizledikten sonra çadırımı topladım. Heybemi ilk günkü kadar temiz ve pak bisikletime yükledim. Orhan Abi ile bu turda birlikte yaptığımız son kahvaltımızı yaptık. Ona ancak bir çay demlemeye yetecek kadar kalan ispirtoyu teslim ettim. İspirto az kaldığı için bendeki çayı ve şekeri istemedi; kullanamayacağını düşünerek. Ben bunları başka turlarda kullanmak için eve götüreceğim. Kahvaltıdan sonra Orhan Abi ile vedalaştık. Günlerdir birlikte yol almıştık Orhan Abi ile. Daha önce kendisiyle iki günlük bir Uludağ turunda birlikte pedallamıştık. Yani birbirimizi çok iyi tanımıyorduk bu turun öncesinde. Bisiklet bizi yollarda bir araya getirdi; başka insanları, başka coğrafyaları ve de başka coğrafyalarda birbirimizi tanımamızı sağladı. Bu tür yolculuklar en başta eğlence ve heyecan için yapılır ama yapılması zorluklar içerir. İnsan zorluklar karşısında değişir ve karşısındaki insanı gayri ihtiyari kırabilir. Biz günlerce birlikte yol aldık. Çok güzel bir ülkede çok güzel yerlerden geçtik ve birbirimizin kalbini hiç kırmadık. Sanırım en güzeli de bu oldu. Artık yalnız bir şekilde güzel bir asfalta sahip yolda pedallamaya başladım. Dünden farklı olarak bu gün asfalt bir yolda bisiklete biniyorum; fakat yol yine dünkü ve önceki günler gibi harika manzaralara sahip. Yol boyunca karlı dağları, yeşil vadileri, yayla evlerini, köyleri ve savunma kulelerini fotoğraflamak için defalarca durdum. Derin vadilerden, her yerinden tepeme toprak rengi sular akmakta olan zifiri karanlık tünellerden geçtim. Bazı tüneller sadece kayalar oyularak yapılmış. Bu tüneller benim için ilginç olduğu kadar korkutucu da.


Yoldaş savunma kuleleri önünde Yolun bir tarafında gürül gürül akmakta olan bir nehir sanki bana yol arkadaşlığı yapıyor ama galiba o benden daha hızlı. Bir tarafımda da sürekli dik bir yamaç oluyor. Bu yamaçlardan yol üzerine sürekli irili ufaklı taşlar düşüyor. Yolun bir yerinde yol üzerine oldukça fazla kaya düşmüş. O anda orada bulunan işçilerin uğraşları bunun çok taze bir olay olduğunu düşündürüyor bana. İşçiler yolu ancak bir araç geçecek kadar açabilmiş. Buna rağmen yol üzerinde geçişi zorlaştıran oldukça büyük bir kaya yatmakta. İşçilerle işaretlerle konuşmaya çalışıyoruz. Bana dinamit kablosunu gösteriyorlar. Bam,güm gibi sözcüklerle kayayı patlatacaklarını anlatmaya çalışıyorlar. Bu yol tüm tehlikesine karşılık muazzam güzelliğiyle beni yolcusu olduğuma sevindirdi. Mestia’dan bu yana sürekli nehrin sağından gidiyordum. Elimdeki haritaya göre bir yerde nehrin karşısına geçmem gerekiyor ama tam olarak nerede karşıya geçmem gerekiyor bilmiyorum. İnşallah bir tabela ya da yolu sorabileceğim ve doğru cevap alabileceğim birileri ile karşılaşırım. Bir süre sonra gerçekten de yolun karşı tarafına bir köprüyle bağlanılıyor fakat gözlerim, karşıya geçtiğim takdirde Jvari’ye ya da Zugdudi’ye ulaşacağımı anlatan bir tabela göremediği için köprüden karşıya geçmeyip yine nehrin sağından yoluma devam ettim. Nehrin sağından devam ederken yolun asfalt kalitesi bir süre sonra ciddi bir şekilde bozuldu. Oysaki Mestia’dan bu yana kullandığım 50 kilometrelik yolun asfalt kalitesi oldukça iyiydi. Bilgilerime göre Zugdudi oldukça büyük bir yerleşim yeriydi. Dolayısıyla Mestia-Zugdudi arasında çok güzel bir yol vardı. Benim henüz ancak yarısını kat ettiğim bu yolun birden bire bozulması hayra alamet değildi. Tüm bunları düşünürsek yanlış yola sapmış olabilirim. Belki de bir süre önce görmüş olduğum köprüden karşıya geçmiş olmam gerekirdi. Neyse biraz bekleyeyim.


Bir mola anı Nadiren de olsa yoldan araç geçiyor. Eğer birileri gelirse yolu sorarım. İnsanlar İngilizce ya da Türkçe bilmeseler bile gideceğimiz yeri söylediğimiz de hemen yardımcı olmaya çalışıyorlar ve işaretle bize nereye gitmemiz gerektiğini gösteriyorlar. Bir süre hem dinlenmek, hem atıştırmak hem de bulunduğum yoldan geçecek bir araca doğru yolda olup olmadığımı sormak amacıyla beklemeye başladım. Dinlendim, bir şeyler atıştırdım; fakat yolumun doğru olup olmadığını sorabileceğim herhangi bir araç gelmeyince köprünün yanına döndüm. Bir süre önce görmüş olduğum köprüden karşıya geçip nehrin solundan pedallamaya başladım. Sanırım artık doğru yoldayım. Birkaç kilometre gitmeme rağmen yolun kalitesi hala aynı. Birilerini bulsam da doğru yolda olduğumu teyit ettirsem diye düşünürken önüme küçük bir köy çıktı. Yol kenarında ufak bir bakkalda bekleyen yaşlı bir kadına “Zugdudi” dedim. Bana eliyle devam etmekte olduğum istikameti gösterdi. Böylelikle doğru yolda olduğum teyit edilmiş oldu. Gözlerim marketteki Türk malı gıda ürünlerine takıldı. Ben de 3 adet Ülker metro ve bir de Hazal marka bisküvi aldım adres sorduğum yaşlı bakkal sahibinden. Ülker’i biliyoruz da Hazal diye bir marka varmış ve adamlar yurt dışına açılmış; bu dağ başındaki köye benden önce ulaşmış arkadaş! Çok takdir ettim doğrusu! Tabi bu ürünler buraya bavul ticaretiyle geliyor; orası ayrı mevzu! Bu köyden sonra gün boyu yanımda bana yol arkadaşlığı yapan nehrin sularının biriktirildiği Enguri Pool (Barajı)’na ulaştım. Bu Gürcistan’da görmüş olduğum debisi, durumu baraj yapmaya müsait olan sayısız akarsuya rağmen görmüş olduğum ilk baraja benzeyen baraj. Daha önce nehrin önü kesilerek oluşturulmuş derme çatma, basit birkaç elektrik üretim tesisi görmüştük.


Bu deliklerden geçtik Ülkede fazla baraj olmamasının sebebi nüfusunun sadece 5 milyon ve sanayisinin de fazla gelişmemiş olması. Bu sebepler elektriğe olan ihtiyacı en az seviyeye indiriyor. Barajın bulunduğu bölgede oldukça güçlü bir rüzgar var. rüzgar o kadar güçlü ki birkaç defa düşme tehlikesi yaşadım. Baraj boyu ilerlerken yine karanlık, tepesinden sular akmakta olan birkaç tünelden geçtim. Tünelin içinde göz gözü görmüyor. Sadece tepeden düşen suyun sesi duyuluyor. Tünelin tepesinden akan çamurlu sulardan korunmak için oldukça fazla mücadele etmeme rağmen çok da başarılı olamadım. Tünelden çıktığımda Mestia’da günler sonra yıkamış olduğum kıyafetlerim çamur lekeleri içindeydi. Erken davranmışız; eve varınca yıkamak varmış. Ancak yarım gün temiz kıyafetle yolculuk yapabildim. Barajdan bir müddet sonra artık bir Gürcistan klasiği haline gelen müthiş güzellikte bir şelaleyle karşılaştım ansızın. Bu ülke böyle. Her köşeyi döndüğümüzde ağzımızı sonuna kadar açan doğal bir güzellikle karşılaşıyoruz. Şelaleden sonra yanımdan Türkiye-53- plakalı bir araç geçti. Yanımdan geçen bu araç Tiflis yolunda gördüğüm tırlar dışında, gördüğüm tek TR plakalı araç. Ne amaçla buradalar, nereyi gördüler, nereye gidiyorlar; merak ettim doğrusu. Bir süre sonra baraj kapaklarının bulunduğu bölgeyi gösteren bir tabelayı görünce sağa sapıp 200 metre kadar gittim. Baraja hakim bir noktaya varınca biraz önce yanımdan geçen TR-53- plakalı aracın da orada olduğunu gördüm. Aracın arka kapağı açılmış, üç portatif sandalyeye biri erkek üç kişi, beş çayı modunda oturmuş, bir şeyler içiliyor. Selam verdim, hemen davet edildim. Çay, neskafe ve oralete kadar sayılan bir çok çeşit arasından neskafeyi seçtim. Aracın arkasında bu kadar çok içecek çeşidi, çadır, piknik tüpü gibi envai çeşit malzeme var.


Asma köprüler çok iş görüyor buralarda(Üstte), Tünele benzeyen delikler(Sağda) Aracın sahibi 45 yaşında Ordulu maden işçisi bir abimiz. Rusyaya gitmiş, Gürcistan’a daha önce bir çok defa gelmiş, gezmek istediği yerlerin yapmak istediklerinin olduğunu söylüyor. İki Gürcü bayan arkadaşı ile Mestia’dan geliyorlarmış. Mestia’da bir gece pansiyonda kalmışlar, kişi başı 35 Lariden. Bu akşam Poti’de sahile çadır kuracaklarmış. Ordulu, Gürcistan’da gezmek amacı ile bulunan benim gördüğüm ilk Türk. Onlar da gelirken beni görmüşler ve Türk olduğuma hiç ihtimal vermemişler. Sözün özü; yollarda daha fazla Evliya Çelebi torunu görmek istiyoruz. İkram ettikleri içecek, gönülden yapılan üç beş kelam için bu ekibe teşekkür edip yola devam ettim. Bir müddet sonra bir araç beni Türk usulü selamlayıp uçtu gitti kendi yolunda. Vakit ikindiyi geçti. Konaklamak için bir yer bulmam lazım. Barajdan sonraki bir kasabadan ekmek ve yoğurt alıp 28 kilometre ilerideki Zugdudi’ye hava kararmadan önce varmak için var gücümle pedala bastım. Zugdudi’den önce çadır kurmaya müsait alanlar bulduysam da yoluma devam ettim. Zugdudi’ye vardığımda artık hava iyice kararmıştı. Bir bakkaldan kavun alıp şehir dışına doğru sürdüm canavarı, çadır kurabileceğim bir yer bulabilmek umuduyla. Yarım saatlik bir sürüşten sonra yol kenarındaki birkaç evin arkasındaki çayırlık alanı gözüme kestirip çadırımı kurdum. Burası deniz seviyesine yakın bir yükseklikte ve son iki güne göre çok sıcak. İki gece önce karların üzerinde bir yerdeydim. Ne oldum değil; ne olacağım demek gerekiyormuş. Bir de adamın canına okuyan sivrisinekleri hesaba katınca bana karnımı doyurup hemen çadıra girmek düşer. Zaten çok yoruldum. Bisikletimi hemen çadırımın yanındaki elektrik direğine kilitleyip çadırıma girdim. Yorucu bir gün olmasına rağmen 138 kilometreyi devirip müthiş yerlerden geçtim. Güzel bir gündü. Yarın Batum’a kadar pedal basacağım. Batum, Gürcistan bisiklet Turu’mun son durağı olabilir. Batum’da Eyüp Hoca (biraderin arkadaşı) ile buluştuktan sonra programımı yeniden şekillendireceğim. Yarın ola hayır ola.



Zugdudi-Batum: Ve Yolun Sonu… Dün yol alırken karanlığa kalmıştım ve Zugdudi çıkışında bir yere en müsait alana çadırımı kurmuştum. Çadırımı kurduğum yer yola hiçbir yüz metre. Yol ile aramda eski; fakat oldukça gösterişli, 3 katlı tripleks görünümlü üç ev var. Bu evlerin varlığı çadır kurduğum bölgenin güvenli olabileceği kanısı oluşturdu bende. Gece ayak sesleri ve konuşmalar duymuştum. Sabah uyandığımda çadırımın hemen yanından daha arkalara doğru giden bir yol olduğunu gördüm. Gece sıcaktan dolayı ara ara uyandım. Çünkü çadır kurduğum yer deniz seviyesine oldukça yakın. Oysaki 2 gece önce 2700 metre yükseklikte donmaktan kurtulmuştuk. Çadırımdan çıktığımda yine yakınlarımda hiçbir inek otluyordu. Yolun yakınındaki evlerden kadın, çoluk, çocuk ellerinde tuvalet kağıtlarıyla evlerin arkasındaki köhne, baraka tarzı bir yere girip çıkıyorlar. Herhalde tuvaletleri dışarıda. Evlerin tüm ihtişamına rağmen evlerde ihtiyaçlarını giderecek bir yerleri yok mu acaba bu insanların. Derken beni şsizliğe rlar ve kadınlardan 2 tanesi yanıma geliyorlar. Bir şeyler soruyorlar bana. Büyük ihtimal kimsin nereden geliyorsun anlamında. Ben de hemen saydırıyorum -“Türküm, Türkiye, Im Turkish, I’m from Turkey”. Biraz yaşlıca olan kadın hemen söz alıyor. -Aaa, Sen Türk müsün? Ben Türkiyede çalışıyorum. Çok seviyor ben Türkiye’yi -Tükçeniz çok güzel. -20 sene oldu, Ben Türkiye’ye gidip geliyor. Diğer kadın da giriyor muhabbete O da Türkiye’de çalışıyormuş, bebek bakıyormuş. Sonra başka bir kadın geliyor. O da muazzam Türkçe konuşuyor. O da Türkiye’de çalışıyormuş. Sonra ufak bir kız geliyor yanımıza. Bana “Meraba” diyor. Güzel şey yolda olmak ve uzaklarda, Gürcü küçük bir kızdan sabah sabah sıcacık bir merhaba almak. Onun annesi de Türkiye’de çalışıyormuş.


Türkiye’de çalışan gürcüler oldukça fazla. Avrupa’da olduğu gibi bizde de yüksek şsizliğe rağmen bazı işleri yapacak kişi yok. Gürcü kadınlar; çocuk, hasta bakıcılığı, ev temizliği, hizmetçiliği; erkekler ise döküm ve inşaat gibi ağır işlerde çalışıyorlar. Mevzuat gereği Türkiye’de 3 ay kalıp Gürcistan’a girip, bir gün kaldıktan sonra yeniden Türkiye’ye dönüyorlarmış. Türkiye’de 1000 liraya bir hastaya bir ay baktıramazsın. Doktorun ayda 350 dolar civarında kazandığı Gürcistan’da bu parayı üç ayda kazanamazsın. Çalışmaları yasa dışı; ancak durum böyle olunca alan memnun, satan memnun gibi görünüyor. Muhabbet devam ederken çadırımı da topladım. Yola çıkmaya hazırım artık. Yaşlıca olan kadın. -Türkiye’de çayı çok seviyorlar. Gel çay içelim bahçede. -İşim acele, çok teşekkür ederim. İçmiş kadar oldum. Hiçbir şey beni, bu kadar güzel Türkçe konuşmanızdan ve sıcak davetinizden daha fazla mutlu edemez.-Burada ne dediğimi tam olarak anlamadılar ama bunu ifade etmek mecburiyetinde hissettim kendimi. Sonra 3-5 kişi daha geliyor ben ayrılırken. Hep birlikte bana el sallıyorlar. Yaşlıca olan kadın; “Senin yolun açık olsun.” Diyor. Küçük kız giderken yine “Meraba” diyor. Yanağını sıkıp, gülümseyerek başlıyorum pedal basmaya. Batum bizi bekler. Elimdeki haritaya göre Batum’a 144 km var. Yol düz olduğu için bu kadar yolu alabilirim. Zugdudi’den sonra yol boyu kaynamış mısır satan kadınlar var. Bir tanesinin önünde durup 1 Lariye bir kaynamış mısır aldım. Biraz da dinlendim. Yol boyu Sovyetler döneminden kalan gösterişli evler var. Khobi’den sonra Batumi yazan bir tabela görüyorum. Sanırım benim haritamda olmayan daha kestirme bir yol buldum. Bu yol sayesinde yolum 10 km kadar kısalıyor. Poti’de denizle buluşuyorum. Poti’den sonra deniz boyu devam ediyor yolculuğum. Yola 200 metre kadar olan bir kumsalı gözüme kestiriyorum. Uçsuz bucaksız bir kumsal ama benden başka hiç kimse yok koskoca sahilde. O anlarda kendimi çok özel hissettim. Daha önce hiçbir plajda tek başıma denize girmemiştim. Denize girmem iyi oldu. Çünkü hava çok sıcak olduğundan dolayı hararetimin ibresi 140’ı vurmaya başlamıştı.


Eyüp Hoca ile Batum’da Biraderin bir arkadaşı var Batum'da, Eyüp Hoca, Türk Konsolosluğu'nda çalışıyor. Edebiyat öğretmeni, geçici görevlendirmeyle Gürcülere Türkçe öğretmek üzere gelmiş. Eyüp Hoca'yı aradım. Bir işi için Trabzon'a gitmiş. Akşam üzeri dönecekmiş. Dönünce beni arayacak. Batum'a biraz erken vardım. Batum sahilleri kalabalık. Kıyı boyu güzel bisiklet ve yürüyüş yolları var. Trafiği hareketli. Son zamanlarda yeni oteller ve kumarhaneler yapılmış. Buraların daimi müşterileri tabiki Türkler. Eski binalar restore edilmiş. İnşaatı devam eden gökdelenler var. Yeni yapılan bu binaların şehrin dokusuna pek uyduğunu söyleyemem. Batum Türk kaynıyor. Türkçeyi öğretmişiz Batumlulara. Dilenciler Türkçe dilenmeyi bile öğrenmiş. Caminin yanında bir tanesi "Allah rızası için bir Lira versene." diye dileniyor. Caminin yanındaki sokak boydan boya Türk lokantalarıyla dolu. Bu lokantalar haçapuriden bıkmış Gürcüler tarafından da çokça tercih ediliyor. Bunun dışında çok güzel bir botanik parkının olduğunu biliyordum; ama görmeye fırsatım olmadı. Akşam üzeri Eyüp Hoca geldiğini haber verdi. Bir yerde buluştuk. Yanında kayınçosu Yusuf da var. Gezmeye gelmiş. Yusuf benim için "İşsiz güçsüz bir lise öğrencisi işte, geziyor." diye düşünmüş. 27 yaşında olduğumu, 2 yaşında kızı olan bir sınıf öğretmeni olduğumu öğrenince biraz şaşırsa da Yusuf'un beni daha genç görmesi hoşuma gitti. Eyüp Hoca beni eve davet etti. Yok mok dediysem de Yusuf'la birlikte yalnız olduğunu belirtti. Misafir ağırlamak için son derece müsait ve istekli tavrını görünce ben de kabul ettim seve seve. Bu arada Batum'un bazı noktalarından Avea çekiyormuş. Eyüp Hoca; "Bizim odaların birisinin penceresinden çektiği için ben Türkiye'yi Avea ile arıyorum; Çok hesaplı oluyor." diyor. Bunu duyunca cüzdanımdan avea hattımı çıkarıp pencere kenarından evi aradım; doya doya konuştum. Güzel ev sahipliğinden ötürü teşekkürler Eyüp Hoca'm.


Batumda buna benzer oteller yükselmiş son zamanlarda Eyüp Hoca'nın evinde güzel bir dinlendikten sonra yarın otobüsle Türkiye'ye dönmeye karar verdim. Ertesi gün Batum'u tepeden gören bir yere çıktık. Makinenin pilleri bittiği için tepeden Batum'u fazla fotoğraflayamadım maalesef. Şehir merkezini dolaştık. Bir mekana girip bir de haçapuri'nin yumurtalısını denedik. Bizim yumurtlı pideyi andırıyor tadı ve şekli. Zannediyorum Gürcüler bütün hamur işlerine haçapuri diyor. Daha önce yediğimiz haçapurilerden birisi peynirliydi ve gözlemeyi andırıyordu. Bir tanesi de talaş böreğini andırıyordu; fakat bunların hepsinin adı haçapuri. Yumurtalı haçapuriyi peynirlisi kadar sevemedim ama idare eder. En azından tadına bakmış olduk. Batum gezmesinin ardından Ankara'ya Türk lirasıyla otobüs bileti aldım. Türk Lirası Batum'un hemen hemen her yerinde geçiyor bu arada. Ankara'dan aktarma ile Bursa'ya geçeceğim. Sarp sınır kapısı ana baba günü gibi. Çok kalabalık ve karmakarışık. 1 saatte zor geçtik Türk tarafına. Oysaki Türkgözü'nden bisikletlerimizle geçişimiz o kadar hızlı olmuştu ki farklı bir ülkeye geçip geçmediğimiz konusunda pek emin olamamıştık. Böylece harika bir Gürcistan bisiklet turunun sonuna geldik. Şimdi turu değerlendirmeyeceğim şurası şöyleydi burası böyleydi diye. Değerlendirmelerimi zaten 11 bölüm içinde yaptım.


Batum Sahilleri

Enlere bakalım, Gürcistan Bisiklet Turu'nun Enleri *En uzun, günlük etap, Mestia-Zugdudi(138 km) *En zor etap, Tsageri-Zagari Geçidi. *En güzel etap, seçim yapamıyorum. *En derslik olay, hiç bir tura yazlık tulum ile gitme. *En şaşırtan olay, Bütün Gürcistan'da Türkçe bilen Gürcülerle karşılaşmamız. *En çok domuz; köylerde ve her yerde. *En zorunlu kamp yeri; Zagari Geçidi 2700 metre. *En güzel kamp yeri: Zagari Geçidi, 2700 metrede. *En soğuk gece; Zagari Geçidi 2700 metre. *En farklı tat, armutlu gazoz. Yine de limonlu Uludağ sodayı tek geçerim. *En farklı mimarı yapılar; savunma kuleleri. *En güzel haçapuri, Kazbegi'de(Stepantsminda) *En büyük yalan: "Gürcistanda her şey ucuz." *En görülesi yerler;Borjomi, Tiflis, Kazbegi, Mtskheta, Kutaisi, Ushguli, Mestia, Batum *En güzel karşılaşma: Temmuz ortasında buzullarla karşılaşmamız, birdenbire karşımıza çıkıveren isimsiz şelaleler ve karlı zirveler. *En tırstığımız an; Rusya sınırında, gece vakti kurduğumuz çadırlarımıza, bir sınır karakolundan güçlü bir projektörle ışık tutulduğu zaman. *En iyi, tur dostu: Orhan Kılıç. *En ilgi çeken bisikletli, Orhan Kılıç *En hızlı bisikletli, yine Orhan Kılıç. *En misafirperver; Mahir, Serkan, Gökhan,-Akhaltsikhe-, Eyüp Hoca-BatumTeşekkürlerimle... *En büyük, Bursaspor, her zaman her yerde.




Gürcistan Bisiklet Turu Rotamız

Yazı ve Fotoğraflar Ali BABİ www.zamaninseyyahi.blogspot.com alibabi@yandex.com



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.