Dünü ve Bugünüyle
HARPUT ( Sempozyum: 24-27 Eylül1998-
Elazığ)
II Yayma Hazırlayan: Doç. Dr. Fikret KARAMAN Elazığ Müftüsü ve Sempozyum Tertip Heyeti Başkanı
'ftirklye Diyanet
Vakfı
ll
isıarn Araştırmaları Merkezi
Kütüphanesi Dem. No:
32. 62.3
Tas. No:
ELAZIG 1999
'1 )
TÜRKİYE DİYANET VAKFI ELAZIG ŞUBESi YAYINLARI NO: 8
isteme Adresi
Türkiye Diyanet Vakfı Elazığ Şubesi (İl Müftülüğü)
Telefon
(0-424) 212 30 75- 218 27 69- 233 66 41
Fax
218 69 14
Bu Kitap; Türkiye Diyanet Vakfı Yayın Matbaacılık ve Ticaret İşletmesi Baskı Tesislerinde hazırlanmıştır. Sokak No: 55 Kızılay1ANKARA Tel: 418 59 49- 425 27 75
Bayındır
ARAP BABA TÜRBESi VE TÜRKLERDE MUMYALAMA GELENEGİ
Prof. Dr. Hakkı ÖNKAv•ı
Peygamberin inşa ettirdigi mescidin bitişigindeki odalardan birine defnedilmesinin verdigi ilhamla, islam dünyasının muhtelif merkezlerinde görülenlere benzer tarzda, Anadolu'da Selçuklular döneminde de, kurucusunun mezarını bünyesinde bulunduran bir yapılar dizisi oluşmuştur. Yaptır dıgı camiin veya medresenin mihrap duvarı önüne defnedilme gelenegi, Selçuklular döneminde, - henüz mezar yapılarının çogunun izole oluşları nedeniyle - teşekkül etmemiş görünmektedir. Yukarıda zikredilen grubu temsil eden yapılardan bir bölümü, binarım saçak seviyesi üzerinde yükselen piramidal veya konik çatılı üst gövdeleriyle özellikle vurgulanır; diger grup ise, içinde yer aldıgı yapının sadece bir bölümünü işgal etmek veya ona bitişik olarak düzenlenmiş olmak gibi özellikle sınırlıdır. Arap Baba Türbesi bu sonuncu grupta ele alınabilecek türbelerdendir. Yapı, bilindigi gibi, aynı adı taşıyan veya Alaca Mescid diye arıılan ve giriş açıklıgı üzerindeki Arapça kitabesinden 1279-1280 yıllarında inşa edildigi anlaşılan mescide bitişik olup iki katlı bir düzenlemeye sahiptir. Mescide batıdan bitişik eserin 5.72 x 2.92 m. ölçillerindeki üst katı, güney kuzey istikametinde uzanan dikdörtgen plarılı bir mekan olup üzeri sivri kavisli bir beşik tonazla örtülüdür. Dogrudan dışarıya açılan bir kapısı bulunmayan türbenin üst katına mescitten ulaşılır ve burası, güney ve kuzeyde altlı - üstlü düzenlenmiş doguda ise bir niyaz penceresi mahiyetinde mescide açılan pencerelerle aydınlatılmıştır. Son yıllardaki onarımlarda yeniden sıvanan üst katın, bugünkü durumuyla, fazla bir özellik göstermedigi söylenebilir. Girişi arka cepheden verilmiş, yine dikdörtgen bir plana sahip alt kat, hem farklı örtüsü hem de mumyasını günümüze kadar ulaştırabilmesi bakımından standart Selçuklu türbelerinden ayrılır. Arap Baba Türbesi gibi dikdörtgen planlı ve çogu eyvan tipindeki türbelerin örtüleri sivri kavisli beşik tonozdur. Kemah'taki merkezi ayaklı Mengücek Gazi Türbesinin cenazelik katının Arap Baba Türbesindekini andıran örtüsü dikkate alırınıa dıgında, Bursa kemerli beşik örtüsüyle türbemiz, emsalleri arasında tek örnek olma özelligine sahiptir. ı•ı Dokuz Eylül Ün. İlahiyat Fak.
296
Arap Baba Türbesi gibi. Selçuklular döneminde inşa edilmiş birçok türbe, cenazelik, mumyalık veya crypta adlarıyla da anılan bir alt kat ihtiva ederler . Bu katların mumyalanmış cesedierin konulması maksadıyla inşa edildiklerinde ve türbelerin bünyelerinde böyle bir fonksiyonu haiz olarak yer aldıklarında şüphe. yoktur. Bizatihi mumyalarını koruyan türbelerin yanısıra, mumyaların içine yerleştirildiği ahşap tabutların çürümesini önlemek üzere, bu katlarda ızgaraların mevcudiyeti ve hava cereyanını sağla mak için küçük pencere ve menfezlere yer verilmesi de bu katların bu fonksiyonunu gösteren diğer işaretlerdir. Peki, niçin mumya?
Tarih boyunca, değişik toplumlar ölen insanın bedenini ortadan kaldır mak için farklı metodlar uygulamışlardır. İnsanlık tarihinde bütün toplumlar ölülere saygı duymamış ve bazı toplumlar onları basitçe çürümeye terk ederken bazıları köpek balıkiarına atıyor b'azıları etoburlara ikra:tn ediyorlardı. Bu arada toprağa verme, yakma metodları da kolayca hatırlanacak tır.
Belki de cesedin kokuşmasını önlemek kaygısıyla uygulanmaya başla nan mumyalamanın bu fiziki amacı kadar ebedi hayata dikkat çekmesi de arzu edilmiş olmaktadır. Çin'in güneyinde 2100 sene öncesine ait Prens Li - Chu - Tsang'ın karısının mumyasındaki gibi bazı başarılara rağmen, bu alanda Mısır'daki yüksek dereceye, öteki medeniyetler asla ulaşamamıştır. İnsan vücudunu ölümsüzleştirme hususundaki Mısırlıların gayreti heyecan vericidir-. Onların bu konuda yaptıkları öteki toplumların yapabildiklerini çok aşar. Bu bakımdan eski Mısırlıların mumya teknikleri üzerinde kı saca durmak yararlı olacaktır. Uzmanlar arasında tam bir ittifak olmamakla beraber mumyalamanın uygulama sırasının aşağıdaki tarzda olduğu anlaşılmaktadır.
- Beynin
çıkarılması
- İçorganların çıkarılması - Vücudun ilk yıkanışı - İçorganlarla ilgili muamele - Vücudun suyunu giderme - İkinci yıkanış - Kafatası ve boşlukların daldurulması - Tırnak, göz ve bazı organlarla ilgili özel muamele - Su gidermeden sonra masaj ve yağla ovma - Göğüs plakının konuşu - Bandajlamadan önce son - Bandajlama
hazırlıklar,
reçineyle vücuda yapılan
işlem
297 Ucu egik veya spiral bronz uzun kancalar yardımıyla. daha çok burundan girilınek suretiyle önce beyin alınıyordu. Bir gözün çekirdegini çıkart mak ve gözün üst duvarını genişletmek şeklindeki diger bir metodla arka kafada 2 cm. genişliginde açılan bir delik vasıtasıyla beynin alınması, çok az uygulanmıştır. Bütün cesedierin beyni alınmış degildir. Bu metod pahalı mum~alamalara mahsus idi. Beyin alındıktan sonra. mumyacılar içorganlara yöneliyorlardı. Arka taraftan kasıgın üstüne kadar uzanan 1O cm .lik düşey bir yarık açılıyor ve teknisyen eli ile bagırsagı dışarı çıkarıp açıyor ve bölüyordu. Sonra sıra, mide, karaciger ve dalaga geliyordu. İçorganları karınzarı takip ediyor, böbrekler bazen çıkarılıyordu. İçi boşaltılmış karın boşlugu, gögüs boşlugunu da boşaltmayı gerekli kılıyordu ve bunun için diaframı kaldırmak icabediyordu. Yemek ve nefes boruları ile akciger çıkarılıyordu. Mısır'da mumyalama. henüz emekleme devrinde iken dahi içorganların çıkarıldıgı bilinmektedir. Kalp özel bir ihtimam gerektiren bir objeydi ve daima yerinde bırakıl mıştır. Bir kaza sonucu akcigerle birlikte sökülüp gelirse, özerıle yerine yerleştiriliyar ve bazen arkadan dikiliyordu. Mısırlılar için kalp. zihni, duygusal ve fiziki hayatın merkezi, melcei idi. Ferdin şahsiyeti de orada meknuz idi. Öbür dünya mahkemesinde kalp. büyük adalet (hakikat) terazisi üzerine konulup hesap verecekti. Bu bakımdan kalbin hüküm gününde bulunması zorurılu idi. Kalp ayrıca, ebedi hayatta koruyucu unsurların halelendigi mahaldi. Vücuttan çıkarılan organlar ayrı bir uygulamaya tabi tutuluyordu. Bunlar yıkanıyor ve sonra vücut için yapılacak olan gibi natron içine konuyordu. Kurutma sonrasında sıcak reçine zamkına bulanıyor ve metrelerce bez bantlarla. kundaga sarılır gibi, ihtimarola sarılıyordu. Bunlarla dört paket oluşturuluyor ve dört kavanoza konuyordu. Dört sayısı. içorganları himaye edici dehalar olan Horus'un dört oglundan ileri gelmektedir. İçorgan paketleri. köpek - maymun. şahin, insan ve çakal başlı kapakları olan ve "kanop vazoları" diye anılan kaplara konuluyordu. Bu vazolar, alçıyla kapagı mühürlendikten sonra. küçük tabutlar tarzında, mezarında ölüyerefakat ediyordu. İçorganların. ilahi vücuttan çıkacak sıvıyla canlanacaklarına inanı lıyordu.
Bu işlemler tamamlandıktan sonra, sıra. ebedi korumayı saglayacak cesedi kurutma arneliyesine geliyordu. Araştırmacıların en çok tartıştıkları husus, cesedi kurutınada hangi yöntemin uygulandıgıdır. Gerçekten insan vücudunun ihtiva ettigi % 75 oranındaki suyu çıkarıp atmaga nasıl muvaffak olunacaktır? Kesif güneş sıcagı ve sıcak kumun, cesedin tabii bir mumyalamaya imkan verdigi müşahede edilmiştir. Ancak bu bir ilk defni zaruri kılar ki. bunun Eski Mısır mezar ayinleri ile ilgili olarak bilineniere uymadıgı açıktır.
298 Cesedin ateşle kurutulmuş. olabileceği ileri sürülmüş olmakla birlikte. bunun geniş ölçüde uygulanamayacağı kabul edilmektedir. Kurutma arneliyesinin kireçle yapılmış olabileceği iddiası ise, yapılan sayısız kimyasal analizlerden sonra çürütülmüştür. Mumyalar ve mumyalama sırasında kullarıılan objeler üzerinde yapılan pek çok araştırma. bunlarda natronda bulunan unsurların tesbitine imkan vermiştir. Antikiteden beri. mumyaların kurutulmasında asıl etken olduğu ileri sürülen natron, "Vadi-i Natrun" denilen bölgedeki bazı göllerin ilkbahar sularının çekilmesiyle kalan bir billur deposudur(ıı. Günümüzde hala çamaşırı ağartmak için kullanılır. Sodyum karbonat natrona özel niteliğini kazandırmaktadır. Bu özelliği ile natron, etleri yağlı vücuttan kurtarıyordu. Bunun bir solüsyon olarak mı yoksa kuru durumda mı kullanıldığı hususundaki tartışmalar da büyüktür. Güvercirıler üzerinde. natronlu solüsyon. tuzlu solüsyon. kuru natron ve tuz ile yapılan denemeler sonucunda, cesedin sudan arındırılmasının kuru natronla yapıldığı isbatlanmıştır. Buna göre cesed. hafifçe eğik bir mumyalama yatağı üzerine konuyor, vücuttan çıkan su natrorıla karışıyordu. Dış gibi vücudun içinin de sıvıdan arın dırılınası gerektiğinden karın ve göğüs boşluğuna küçük natron torbaları yerleştiriliyordu. Ayrıca. biraz ahşap talaşı sıvının emilmesine yardım ediyordu. Böylece kurutulan cesedin boşluklarını doldurmaya sıra geliyordu. Bunun için kafatası içindeki boşlukla başlanıyor ve reçine ve likenle ıslatılmış çamaşırlar sokuluyordu. Karın boşluğu ise kuru liken veya reçineli çamaşırın balyalarıyla doldurulabiliyordu. Bazı hallerde soğanın kullanıldığı da görülüyordu. Mumyacıları uğraştıran bir husus da gözlerdi. Bunun için siyahla boyanmış bez parçalarının. küçük soğanların, siyah taşın kakıldığı beyaz taş 'ların. balmumunun ve altınyaldızlı mermer tozunun göz protezleri olarak . kullanıldığı müşahede edilmiştir. Ve nihayet cesed yüzlerce metre bezle bandajlanarak tabutlar içine yerleştiriliyordu.
*** ve Şibe kurganlarından çıkarılan cesedierin mumyalanmış olmaları. Hun Türklerinin ·bu ameliyeyi bildiklerini ortaya koymuştur. Cesedierin ilkbaharda veya sonbaharda kurganlara konulması ve kurgan yapımı nın zamana ihtiyaç göstermesi, bazı hallerde ölürrün mezara konuncaya kadar tahnidini gerektiriyordu. Bu neviden cesetlerin incelenmesi sonucunda. hepsinde olmamakla birlikte bazı cesetlerin kafatasında açılan delikle beynin çıkarıldığı tesbit edilmiştir. Boşalan kafatasına kokulu otlar. kozalak ve toprak dolduruluyordu. Pazırık
(1 J Bunda. değişik oranlarda, sodyum karbonat, sodyum bikarbonat, sodyum klorür (bilinen tuz) ve sodyum sülfat bulunmaktadır.
299 suretiyle içorganların çıkarıldığı ve karın boşluğunun ağaç kökleri, kokulu otlar ve toprakla doldurulduğu müşahede edilmiştir. Ayrıca vücudun muhtelif yerlerinde, özellikle el ve ayaklarda, omuzlarda ve kaba etierde görülen derin yarıklar, bınalardan çürümeyi önleyici bir solüsyonun vücuda zerk edildiğini tahmine imkan vermektedir,., Bu solüsyonun terkibi tesbit edilememiştir. Cesetlerin
karın kısımları yarılmak
Böylece Mısırlılarınkine benzer bir metodla Hun Türklerinin de, özellikle önemli şahısların cesedierini mumyaladıkları ve böylece öbür dünyadaki hayata hazırladıkları anlaşılmaktadır. Bu eski Türk adetinin islamiyetten sonra da devam ettiğini, mumyalarını hillen muhafaza eden Selçuklu türbelerinden anlıyoruz. Esasen Selçukluların, islamın temel prensipleriyle çatışmaması durumunda, islam öncesi gelenek ve göreneklerini uygulamaya devam ettiideri görülür. İslamda cesedin toprağa verilmesi, hem Kur'andaki bir ayetin işareti hem de Peygamberin uygulaması nokta-inazarından esas olmakla birlikte, eski geleneğe bağlı kalınarak toplumun ileri gelenlerinin cesedierini mumyalamakta herhangi bir sakınca görülmemiştir. Hatta Merhum Prof. Dr. Osman Turan'ın yayımladığı bir vakfiyeden, bunun aristokrat zümreye inhisar etmediği, dindar ve yoksul müslümanların ölümlerinde mumyalanabilmeleri için vakıf tahsis edildiği anlaşılmaktadır. Yukarıda zikredildiği üzere, Arap Baba Türbesi gibi mumyasını günümüze ulaş tırmış Selçuklu türbelerinin mevcudiyeti, bu dönemde, geleneğin sürdürüldüğünün bir kanıtı olduğu kadar, mumyalama tekniğinin kalitesi hakkın da da bir fikir edinmemize inıkan vermektedir. Mumyalama geleneğinin Beylikler Devri ile Osmanlıların ilk döneminde de sürdüğünü bazı kayıtlardan öğreniyoruz. İbni Batuta, Seyahatnamesinde, Manisa Beyi Saruhan'ın ölen oğlunun cesedinin tahnit edildiğini ifade ettikten sonra birçok hükümdar için de aynı şeyin yapıldığını gördüğünü kaydeder. Aksaray'da vefat ederek içorganlarının gömüldüğü yerde adına bir makam türbesi yapılan ve na'şı Konya'ya gönderilen IL Kılıç Arslan'ın kine benzer bir tarzda Kosova'da şehid düşen I. Murad Hüdavendigar'ın içorganlarının gömüldüğü mahalde sonradan bir makam türbesi inşa edilmiş ve cesedi Bursa'ya sevkedilmiştir. İçorganların çıkarılması, bu hükümdarların cesedierinin bir tahnit arneliyesine tabi tutulduğunun işareti olarak kabul edilmelidir. Edirne yakırılarında, bir av esnasında hastalanarak vefat eden Sultan Çelebi Mehmed'in ölümü kırk gün kadar gizlenmiş ve tahnit edilmiş cesedi Bursa'ya nakledilmiştir. Diğer taraftan Fatih Sultan Mehmed'in cesedinin de tahnit edildiğini bir vesikadan öğreniyoruz. Fatih'in son seferinde onun maiyetinde bulunan Kasım adında birinin Sultan Il. Bayezid'e yazdığı bir arizada, Sultan'ın cesedinin üzerinde üç gün üç gece mum yanmadığını, cesedin ihmal edildiğini ve bir ustası ile birlikte kendisinin cesedin içorganlarını temizlediğini ifade eder. Ölümündenondokuz gün sonra defnedilen Fatih'in cesedinin de tahnit arneliyesine tabi tutuldu-
300 ğ;u anlaşılıyor.
Keza, içorganları öldüğ;ü Sigetvar'da gömülen ve vefatından sekseniki gün sonra İstanbul'a getirilerek defnedilen Kanuni Sultan Süleyman'ın cesedinin de aynı muameleye tabi tutulduğ;undan şüphe edilemez.
Bütün bu örnekler muvacehesinde ileri sürdüğ;ümüz cesedierin tahnit edilerek cenazelik katlarında muhafaza edildiğ;i husUsundaki kanaatimizi, karşıt bir görüş, adeta teyid etmektedir. 1446 yılında tanzim edilen vasiyetnamesinde "cesedimi zir-i zemin etmP.yip sünnet mucibince yire gömeler" ifadesiyle Sultan Il. Murad cesedinin toprağ;a verilmesini arzu etmektedir. Böylece, II. Murad, kendinden evvelki hükümdarlarla bizzat şahidi olduğ;u babasının cesedine yapılanın aksine na'şının cenazelik katına konulmamasını ve toprağ;a verilmesini vasiyet ederek önceki uygulamalara baş kaldır maktadır. Benzer bir ikaz Sultan Il. Bayezid tarafından yapılır. II. Bayezid'in "cesedimin şeriat alıkamma ve dini icaplara göre defnedilmesi" şek lindeki vasiyeti de aynı endişeden kaynaklanıyor olmak icab eder. Zamanla bu görüş ve anlayışın hakim olduğ;unu ve buna bağ;lı olarak tahnit uygulamasından büyük ölçüde vazgeçildiğ;ini ileri sürmek mümkündür. Esasen bu anlayışın paralel yansıması, XVI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, Osmanlı türbe mimarisinde de takip edilebilmektedir. Son olarak tabii mumya meselesine kısaca değ;inmek istiyorum. Toplumumuzun bir bölümü, türbelerdeki mumyalı cesedlerin, herhangi bir tahnit arneliyesi yapılmaksızın, Tanrının bir lütfu olarak, bozulmadıkları inancını taşı.ı:ı:aya mütemayil görünmektedir. Romalı genç kız ile Rahibe Therese d'Avila (1582) örneklerinde olduğ;u gibi, ortamın müsaid olması durumunda tabii mumyalamanın mümkün olduğ;u kabul edilir. Ancak bunda, ön koşul cesedin toprağ;a verilmiş olmasıdır. Oysa bizim örneklerimizde, cesed toprağ;a verilmeksizin tabutlar içinde mahzene konulmaktadır. Dolayısıyla bir mumyalaina arneliyesine tabii tutulduklarından şüphe edilemez. KAYNAKÇA ı. Leca. Ange-Pierre. Les Mornies. Paris, 1976. 2. Önkal, Hakkı, Anadolu Selçuklu Türbeleri, Ankara, 1996. 3. Ragon. Michel. L'Espace de la Mort, Paris, 1981.