Sohbet Karbuz'un Enerji Sohbetleri - Kitap - Book - Gas&Power

Page 1

Sohbet Karbuz’un

ENERJİ SOHBETLERİ

Tüm Yazıları


1



SOHBET KARBUZ Adı ve soyadından cinsiyeti ve uyruğu pek belli olmayan Sohbet Karbuz, 1965 yılında İstanbul’da doğdu ama kendisi aslen Rize Pazar’lıdır. Lise öğrenimini Kabataş Erkek Lisesi’nde, Lisans ve Yüksek Lisans eğitimini İTÜ Endüstri Mühendisliği bölününde tamamlamıştır. Doktorasını Avusturya’da Viyana Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri bölümünde yapan Karbuz, Viyana’da bulunan İleri Araştırmalar Enstitüsü’nde de Ekonomi eğitimi almıştır. Paris’teki Akdeniz Ülkeleri Enerji Şirketleri Birliği’nde (OME) halen Petrol ve Gaz Direktörü olarak çalışmaktadır. OME’ye katılmadan önce yine Paris’te Uluslararası Enerji Ajansı’nda yedi sene görev yapmıştır. Daha önceki yıllarda Türkiye, Almanya, Avusturya ve İtalya’da çeşitli kurum ve kuruluşlarda araştırmacı ve yönetici olarak çalışmıştır. Temel ilgi alanları petrol ve gaz piyasaları, enerji güvenliği ve jeopolitiği, enerji modelleri olan Karbuz çoğu yurt dışında yayınlanmış bir çok kitap, kitap bölümü, akademik ve bilimsel yayın kaleme almıştır.

2


Sohbet Karbuz’un ENERJİ SOHBETLERİ Tüm Yazıları Gas&Power

3


Sohbet Karbuz’un Enerji Sohbetleri Editör: Emin Emrah Danış Kapak ve Sayfa Tasarımı: Ersin Güleç © 2019 Baskı ve Cilt: İRM Dijital Baskı ve Matbaacılık San. ve Tic. A.Ş. Şerifali Mah. Şehit Sok. No: 49, 34775 Y. Dudullu - Ümraniye / İstanbul Tel: 0216 466 74 98 Faks: 0216 385 58 05 www.irmbaski.com

4


ENERJİ SOHBETLERİ

5


6


ÖNSÖZ Gas&Power’da Ocak 2015’ten bu yana kaleme aldığım petrol ve gaz piyasalarındaki gelişmeler ve merakımı celbeden konulardan oluşan makalelerin bir araya getirildiği bu kitap benim için bir övünç kaynağı. İlk yazımda aynen şöyle demiştim: “Tereciye tere satılmayacağından amacım, sizleri az buçuk bilgim ve tecrübemle, bazen pek yelken açılmamış sahillerde dolaştırmak, bazen ufka doğru sizlerle birlikte yol almak, bazen de uğrayacağımız limanlarda yeni lezzetler keşfetmek olacak.” Bu amacımı yerine getirebildiysem ne mutlu bana. Yolculuğumuz esnasında sürçülisan ettiysem affola! Bu kitabın ortaya çıkmasında rol oyanayan bir çok kişiye teşekkür borcum var. Öncelikle 5 yıl önce beni Gas&Power’da yazmaya teşvik ettiklerinden ötürü Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Sayın Fatih Dönmez’e ve Enerji Şirketler Grubu Başkanı Sayın Sertaç Komsuoğlu’na teşekkürlerimi arz ederim. Geçtiğimiz 5 yıl içinde Sayın Emin Kaya’dan aldığım “Sohbet Bey, yeni makalenizi önümüzdeki bir kaç günde gönderebilir misiniz?” mesajları adrenalin seviyemi hep arttırmıştır. Bu kitaptaki makaleleri geceleri ve/veya hafta sonları yazdığımdan, herhalde benim devrik cümlelerim ve imla hatalarım da onun adrenalin seviyesini arttırmıştır. Hakkını nasıl ödeyebilirim bilmiyorum. Sağ olsun, var olsun. Makalelerimi bir kitapta toplama fikrini ortaya atıp başına iş alan Emin Emrah Danış’a da emekleri için minnettarım. Kapak dizaynından tutun basıma hazır hale getiren Ersin Güleç’e de büyük bir teşekkür borçluyum. Ve bana daima sıcak ve yakın ilgi gösteren Gas&Power çalışanları. Muhteşemsiniz. Son olarak, uzunluğuna bakmadan yazılarımı sabırla okuyanlara da saygı ve hürmetlerimi sunarım. Kalın sağlıcakla.

Sohbet Karbuz Paris, 23 Eylül 2019

7


İÇİNDEKİLER 2015 Enerjisi................................................................................................................11 Enerji Hayattır.............................................................................................................15 Avrupa Enerji Birliği....................................................................................................19 Doğu Akdeniz Gazı....................................................................................................27 Başlamadan Biten Kaya Gazı Devrimi Üzerine.......................................................33 Avrupa’da Kaya Gazı Karşıtlığı Duvarı Yıkılabilir Mi? .........................................37 Yaptırımlar Sonrası İran Gazı...................................................................................41 Çin Borsası’nın Yarattığı Paniğin Düşündürdükleri..............................................49 Mısır Gazı ve Zohr Keşfiyle Bölgede Değişen Planlar...........................................55 LNG Piyasalarında Değişen Dinamikler.................................................................61 Çevir Gazı, Yanmasın! ..............................................................................................67 İsrail Gazı Mevcut Koşullarda Neden Türkiye’ye Gelemez?...................................73 İran Yaptırımları Sonrası Petrol Fiyatları................................................................79 Uluslararası Doğal Gaz Fiyatları ve Fiyat Mekanizması Nereye Gidiyor?..........85 Hub Olacağım Demekle Hub Olunmaz..................................................................91 Petrol ve Gaz Devleri ile Tosttaki Peynir.................................................................97 Doğal Gazın Teneke Çağına Mı Giriyoruz?..........................................................103 12 Maddede Güney Kıbrıs Doğal Gazı..................................................................109 Lübnan Gazına Hazırlıklı Mıyız?............................................................................115 Petrol ve Gazın Geleceği İçin Sırada Ne Var?.......................................................121 Doğu Akdeniz Gazı ‘Reloaded’...............................................................................129 OPEC Kararının Düşündürdükleri........................................................................133 Avrupa Birliği Gaz Arz Güvenliğine En Büyük Tehdit........................................139 Doğu Akdeniz’de 5 Sıcak Gelişme .........................................................................143 Yerli Enerjide Yeni Bir Döneme Mi Giriyoruz?....................................................149 Bir Gaz Arz Güvenliği Masalı..................................................................................155 Doğal Gazda Yaklaşan Üçüncü Devrim: Yanan Buz...........................................159 Doğu Akdeniz’den Irak’a Rus Enerji Şirketleri.....................................................165 Orta Doğu, Petrol ve Horozların Savaşı................................................................171

8


Gaz Boruda Durduğu Gibi Durmaz......................................................................175 Doğu Akdeniz Jeopolitiğinde Doğal Gazın Dayanılmaz Ağırlığı......................179 Kıbrıs.........................................................................................................................187 Avrupa Doğal Gaz Arz Talep Dengesi ve Beraberinde Getirdiği Sorular.........191 Kuzey Akım-2 Avrupa’da Kimin Borusunun Öttüğünü Mü Gösterecek?........195 Trump Yaptırımlarının Perde Önüne Tepeden Bir Bakış...................................203 LNG Sektörü Dallanıp Budaklanıyor....................................................................217 Ağrı Kesici Gibi Hazar Anlaşması..........................................................................223 IMO Regülasyonunun Çarpmasına 18 Ay Kala...................................................231 Rus Gazıyla Rekabeti Daima Rusya Kazanır.........................................................235 Doğu Akdeniz Gaz Forumu....................................................................................241 Petrodolar Savaşında Bilinmez Bir Diyara Doğru...............................................249 Cezayir.......................................................................................................................255 Petrol ve Gaz Endüstrisi Dijital Dönüşümün Neresinde?...................................263 Doğu Akdeniz Gazı Kıyamet Koparmaya Değer Mi?.........................................269 Petrol Piyasasının Cıvatası Mı Çıktı?.....................................................................275 Küçük, Minik, Minnacık Ölçekli LNG...................................................................281

9


10


2015 Enerjisi 7 Ocak 2015 Çok değerli Gas & Power okuyucuları… Bu sayıdan itibaren sizlerle yurtdışı petrol ve gaz piyasalarındaki gelişmeler ve merakımı celbeden konular üzerinde enerji sohbetleri yapabileceğim için hem mutlu hem de heyecanlıyım. Teşviklerinden ötürü Sertaç Komsuoğlu’na ve Fatih Dönmez’e huzurunuzda teşekkür ederim. Tereciye tere satılmayacağından amacım, sizleri az buçuk bilgim ve tecrübemle, bazen pek yelken açılmamış sahillerde dolaştırmak, bazen ufka doğru sizlerle birlikte yol almak, bazen de uğrayacağımız limanlarda yeni lezzetler keşfetmek olacak. Sürç-ü lisan edersek şimdiden affola! Fala inanma, falsız da kalma sözüne istinaden bu ilkyazımda 2015 yılı enerji piyasalarına ilişkin görüşlerimi ve beklentilerimi aktarmaya çalışacağım.

Zorlukları fırsata çevirmek 2015 yılında dünya enerji piyasalarında önemli sismik sarsıntılar ve hatta fay kırılmalarıyla karşılaşabiliriz. Ülkeler ve şirketler için önemli olan, beklenen ve beklenmeyen bu tip gelişmelere ne kadar hazırlıklı oldukları ve bu sisli ortamda karşılaşabilecekleri zorlukları fırsatlara çevirebilme hızı ve kabiliyetidir. Global piyasaları yakından takip etmek ve iyi okuyabilmek bu yüzden çok önemli. Bu kısa yazıda ayrıntılara girmek mümkün olmadığından cımbızla seçtiğim bir kaç konunun altını çizmek istiyorum. Çin’in 13. Beş Yıllık Kalkınma Planı’nın (2016-20) ayrıntıları merakla beklenirken, Aralık ayında Paris’te gerçekleştirilecek Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı (COP 21) bu sene çok konuşulacak. Avrupa’da doğal gazın geleceği konusu daha hararetli tartışılırken, Av-

11


rupa doğal gaz boru hatları savaşında sürekli ofsayta düştüğü gerekçesiyle Vladimir Putin tarafından saha dışına alınan Güney Akım’ın yerine ısındırılmadan oyuna sokulan Türk Akım’ın nasıl bir performans sergileyeceği merakla izlenecek. Bu arada, Avrupa Birliği’nin ön ayak olduğu, Akdeniz’de bir gaz hub’ının oluşturulması konusu yavaşça ivme kazanırken, 25 Ocak’ta yapılacak seçimler sonrasında Yunanistan’ın gaz hub yarışında nasıl bir tempo izleyeceğini göreceğiz. Merakla beklenenler listesinde, Şubat sonunda Londra’da açıklanması beklenen İran’ın petrol ve gaz arama, üretim ve saha geliştirme kontratlarına ilişkin yeni düzenleme de yer alıyor. Dolayısıyla, geçtiğimiz aylarda yabancı firmaların Tahran’a yaptıkları ziyaretlerin, önümüzdeki dönemde giderek yoğunlaşacağına tanık olacağız. Tabii ki nükleer müzakerelerde bir terslik yaşanmaz ise. ENI-KOGAS konsorsiyumunun Güney Kıbrıs açıklarında Onasagoras bölgesinde yaptığı sondaj Aralık ayı sonuna doğru hayal kırıklığıyla sonuçlandı ama sondaj platformu 55 km. uzaklıkta bir başka bölgede (Amathusa) pek yakında çalışmalara devam edecek. Dolayısıyla Kıbrıs sorunu bu yıl daha da pekişecek. Aralık ayında İsrail Antitröst Komiseri’nin Nobel Enerji ve Delek Grubu’nu kartel oluşturmakla suçlaması sonrasında Leviathan sahasının geliştirilmesi yeni bir belirsizlik sürecine girdi. İsrail’de Mart ayında yapılacak seçimler öncesinde yapılan bu hamle, yasal/idari düzenlemenin güvenliğini nihayet ön saflara taşıyarak en azından arz - talep güvenliği kadar önemli bir konu olduğu bilincinin oluşmasına yardım edecek. İsrail’in yılan hikâyesini andıran doğal gaz politikası -daha doğrusu politikasızlığı- bir başka boyutta Lübnan için de geçerli. Şu ana kadar tek bir kuyu bile açılmamış münhasır ekonomik sahasında yapılan sismik araştırma sonuçlarını öne sürerek çok zengin petrol ve doğal gaz kaynaklarına sahip olduğunu iddia eden Lübnan, 5 kez ertelediği ilk petrol/doğal gaz arama ihalesini henüz açamadı. Bu sene açılması ümit edilen ihalenin çekiciliğinde yasal/idari düzenlemenin güvenliği bence önemli bir rol oynayacak. Yeni yılda da petrol fiyatları dünya enerji gündeminin en üst sıralarında yer almaya devam edecek. Üç haneli rakamlardan paraşüt takmadan düşen petrol fiyatlarının ne zaman dibe vuracağı merakla beklenirken, piyasadaki volatilite ve belirsizlik devam edecek. 30 Aralık 2014’te ABD Ticaret Bakanlığı’nın 1974 yılından beri uygulanan ham petrol ihracatı yasağının üstesinden nasıl gelinebileceği konusundaki prosedürü açıklaması, piyasalarda yeni endişelere yol açtı. Bu endişelerin fiyatlara nasıl yansıyacağını hep birlikte göreceğiz. Eğer ABD, ham petrol ihracatını serbestleştirirse WTI Ekim 2010’da Brent’e kaptırdığı uluslararası benchmark liderliğini bence tekrar alacak.

12


Brent petrolü ortalama 82 dolar olur 2014 yılında Brent petrolünün varil fiyatı 99,3 dolar, WTI’inki ise 92,6 dolar olarak gerçekleşti. 2015 yılı için Brent petrol fiyat tahminim 1. Çeyrekte 67 dolar, 2. Çeyrekte 77 dolar, 3. Çeyrekte 89 dolar, 4. Çeyrekte 95 dolar, yani 2015 yılı ortalaması için beklentim 82 dolar. Brent ile WTI arasındaki fiyat farkının 4 dolar olacağı varsayımıyla 2015 yılı WTI petrol fiyat ortalaması tahminim 78 dolar. Haklısınız, bu rakamlar piyasalardaki beklentilerin üstünde! Ayrıca, 2015 yılı altın ons fiyat ortalamasının 1271 dolar olacağını yani bir ons altın fiyatının 15,5 varil Brent petrole eşdeğer olacağını tahmin ediyorum. Ne alaka diyeceksiniz. Yine haklısınız! 2015 yılı doğal gaz fiyat ortalamasını Henry Hub için 4,1 dolar/MMBtu, NBP için ise 52 p/therm (yani Henry Hub’ın nerdeyse iki misli). Ham petrol fiyatlarının düşmesiyle petrol endeksli doğal gaz fiyatları bu yıl için daha cazip hale gelecek. Mesela Asya piyasası için benchmark kabul edilen Japonya’nın LNG ithalat fiyatının 2015 yılının ikinci çeyreğinden sonra 10 dolar/MMBtu’ya düşmesi bekleniyor. Aralık ayında Japonya’da tekrar başbakanlığa seçilen nükleer yanlısı Shinzo Abe eğer servise girmeye hazır olan 4 nükleer reaktörü de bu sene devreye sokarsa, yılın ikinci yarısından sonra arz fazlası nedeniyle Avrupa LNG fiyatlarında da aşağı yönlü bir hareket görebiliriz. Diğer yandan Avrupa piyasalarında petrole endeksli boru gazı önümüzdeki aylarda spot LNG fiyatlarından düşük olabilir. Tüm bu fiyat tahminlerimin yanlış çıkması ümidiyle hepinize sağlık, mutluluk, huzur ve enerji dolu bir yıl dilerim.

Sezar ve Brütüs OPEC’in ‘swing producer’ denen dengeleyici üretici rolü son mu buluyor? sorusu 5 Haziran 2015 tarihinde yapılacak 167. olağan OPEC toplantısı öncesinde ve sonrasında tartışılmaya devam edilecek. Fakat şu var ki Suudi Arabistan’ın Sezar’lığı, hem Brütüs’ler klübü olarak da adlandırılabilecek OPEC’te hem de dünya petrol piyasalarında artık tehdit altında. Nazım Hikmet’in dediği gibi: “Ne ben Sezar’ım, ne de sen Brütüs’sün. Ne ben sana kızarım, ne de zâtın zahmet edip bana küssün. Artık seninle biz düşman bile değiliz.”

13


14


Enerji Hayattır 6 Şubat 2015 Enerji nedir? Uluslararası Enerji Ajansı’nda çalıştığım günlerde enerji istatistikleri bölümüne alacağımız adaylarla yaptığımız mülakatlarda sorduğum ilk soruydu bu. Pek çekingen ve sıkılgan genç bir Japon bayan, önündeki kağıda Japonca bir karakter çizerek şu cevabı vermişti: Enerji hayattır! Japonca’da enerjiyi ifade eden karakterin aynı zamanda hayat anlamına geldiğini de eklemişti. Dünya Ekonomik Forumu’nun 10 yıldır yayınladığı Global Riskler raporlarının üçte ikisinde enerji, etkisi en yüksek beş global riskten biri olarak görülmüştür. Enerji (fiyatları) bu sene altıncı sıraya düşmüştür. Ekonomiyle ilişkili riskler ilk defa bu sene en önemli beş risk listesinde marjinalleşirken jeopolitik riskler ilk beşe girmiştir. Ayrıca, ekonomik risklerden iklim değişikliği ve su krizlerini de kapsayan çevreyle ilgili risklere doğru bir kayış gözlemlenmiştir. Yani dolaylı da olsa enerji daima en önemli global risklerden biri olagelmiştir. Dünya Enerji Konseyi’nin geçtiğimiz ay yayınladığı “The 2015 World Energy Issues Monitor” başlıklı raporu ise en önemli 40 enerji konusunu belirsizlik etkisi ve global aciliyeti boyutlarıyla incelemektedir. Tahmin edeceğiniz gibi enerji fiyatları liste başında yer alıyor. Enerji fiyatları deyince de insanın aklına hemen petrol fiyatları geliyor. Belki hiçbir enerji kaynağının şimdiye kadar insanoğlunun yaşamına petrol kadar dahil olmadığındandır. Petrol fiyatlarının 7 ayda izlediği aşağı yönlü seyre takılıp kalınca tarım ürünleri, metal ve kıymetli madenler fiyat endekslerindeki düşüşü ihmal eder hale geldik. Ayrıca, son zamanlarda Asya spot LNG ve UK NBP spot doğal gaz fiyatları arasındaki yakınlaşma da nedense medyamızda pek yer almadı. Halbuki 27 Ocak’ta Asya spot LNG fiyatı 8.0 dolar/milyonBTU iken UK NBP spot gaz fiyatı 6.8 dolar/milyonBTU idi. Petrol fiyatları konusunda yorum yapmak uzmanlara daha kolay

15


geliyor herhalde. Son 10 yıldır enerji kelimesinin yanına güvenlik kelimesini ekleyerek enerji güvenliği terimini de kullanır hale geldik. Enerji güvenliği terimini nereye çekerseniz oraya gider nasılsa. Enerjinin jeopolitiği, enerji politikaları ve enerji stratejileri konularında da çok sayıda “uzman” var. Bunlardan kaçının jeopolitikanın tarifini yapabileceğini, kaçının politika ile strateji arasındaki farkı anlatabileceğini gerçekten çok merak ediyorum. Strateji kelimesini ağzımızda sakız yapmamıza rağmen kaçımız klasik veya çağdaş bir kaç büyük stratejist sayabiliriz acaba? Burada sadece teoriden bihaber olan, kW ile kWh arasındaki farkı dahi bilmeyen kimselerin göstereceği yolun ne kadar dikkate alınması gerektiğini belirtmek istiyorum. Aksi takdirde bize gün ışığıdır diye gösterilen tünelin sonundaki ışığın gerçekte karşıdan gelen trenin ışığı olduğunu anladığımızda iş işten geçmiş olur. 28 kafadan ses çıktığı kapı komşumuz Avrupa Birliği’ni örnek vereyim. Avrupa Komisyonu şimdiye kadar enerji konusunda birçok politika ve strateji dokümanı hazırladı. Doğal gaz ve elektrik bu raporlarda büyük bir yer teşkil ediyor. Rusya’ya olan bağımlılığı azaltalım, sera gazı emisyonlarını düşürelim ve elektrik üretiminde yenilenebilir enerji kaynaklarının payını mümkün olduğunca arttıralım diye çıkılan yolda bir de bakıldı ki karşıdan tren gelmesi bir yana tünel çatırdamaya başlamış. Yani şu anda enerji sektörü yanında enerji yoğun ağır sanayi başta olmak üzere ekonominin birçok sektörü risk altında. Ne demek istediğimi bir kaç yıl sonra hep beraber göreceğiz. Enerji hayattır demiştik. Üzerinde titizlikle durulması gerekir çünkü ülkelerin meydana gelebilecek kalıcı krizlere ayak uydurabilmeleri ve ayakta kalabilmeleri uzun vadede nasıl politikalar izleyeceklerine bağlı olacaktır. Bu nedenle uzun vadeli devlet politikalarının ve gerçek anlamda stratejilerinin olmadığı ülkeler ileride en ağır darbe alacak ülkeler olacaktır. Bir İspanyol atasözü şöyle der: İdeal denen şey bir yıldıza benzer. Ona hiçbir zaman ulaşamayız ama tıpkı denizcilere olduğu gibi bize de yolumuzu gösteren odur. Cumhuriyet kurulduğu sırada fakir, yıkık, teknolojide geri kalmış, temelde tarıma dayanan, tam anlamıyla dışarıya bağımlı ve yarı sömürgeleşmiş bir koloni ekonomisi niteliğinde olan ülkemizin sanayileşmiş çağdaş bir ekonomiye geçmesi büyük enerji kullanımını gerektirmekteydi. Bunun bilincinde olan Mustafa Kemal Atatürk şöyle demişti: “Enerji sanayileşmenin ve kalkınmanın temel taşıdır.” Tüketilecek enerjinin mümkün mertebede yerli kaynaklardan üretilmesi gerektiğinin önemini de vurgulayan Atatürk yerli enerji kaynaklarını ortaya çıkarıp değerlendirmeyi bir görev olarak nitelemişti. Fakat enerji konusunda stratejik bir vizyon geliştiremedik. Kaleme alınmış amaçların ve hedeflerin hükümetlerle, hatta aynı hükümetteki bakanlar ve diğer üst kademe bürokratlarla değişmediği yerleşmiş bir devlet

16


politikası da tam anlamıyla oluşturamadık. Ekonominin ve sosyal yaşamımızın en önemli girdisi ve vazgeçilemez bir unsuru olan enerjinin, talebi karşılayacak miktarda, zamanında, kesintisiz, güvenli bir şekilde ve ucuza temini, gerçekçi ve etkin bir planlamaya ve bu planın ciddi şekilde uygulamasına bağlıdır. Bu çerçeveden bakıldığında bence Dış İşleri Bakanlığı web sitesinde halen yer alan ve Türkiye’nin Enerji Stratejisi başlığını taşıyan Ocak 2009 tarihli (Haziran 2006’daki versiyon herhalde kaldırıldı) doküman maalesef gerçek anlamda bir strateji dokümanı olmaktan çok uzak. Biz nedense her şeyi bilen bir millet olarak geçiniriz. Eleştirmeyi sever fakat özeleştiri yapmaktan kaçınırız. Ayrıca herkesin bizim gibi düşünmesini bekler, bizim gibi düşünmeyenleri kötüler, hatta dışlarız. Neden General George Patton’un ‘Herkes aynı şeyi düşünüyorsa, kimse düşünmüyor demektir’ sözüne hiç değer vermeyiz? Güney Akım projesi iptal olduktan sonra ortaya atılan Türk Akım projesini duyduğumda aklıma ilk gelen şey 1912 yılında kurulan ve isminden başka Türk unsuru içermeyen Turkish Petroleum Company ve Sun Tzu olmuştu. Saçma bir düşünce belki. Milattan önce dördüncü yüzyılda yaşamış olan ve gelmiş geçmiş en büyük stratejistlerden biri olarak kabul edilen General Sun Tzu adamlarına savaşa gitmeden önce düşmanlarını tanımalarını öğretmişti. Savaş Sanatı adlı eserinde Sun Tzu der ki: ‘Başkasını ve kendini bilirsen, yüz kere savaşsan tehlikeye düşmezsin; başkasını bilmeyip kendini bilirsen bir kazanır bir kaybedersin; ne kendini ne de başkasını bilmezsen, her savaşta tehlikedesin’. Bu yazıya enerji hayattır diye başlamıştım. Yarınlarımızı planlarken gelin hep beraber hayati bir unsur olan enerjiye gereken önemi verelim ve bu konuda gereken her şeyin en iyisini yapmaya çalışalım.

17


18


Avrupa Enerji Birliği 17 Mart 2015 Avrupa Komisyonu, Avrupa Birliği’de (AB) tek bir enerji piyasası oluşturmaya yönelik ‘Enerji Birliği` paketini 25 Şubat 2015 tarihinde açıkladı. Bu yazıda, enerji birliği nedir, nerden çıktı, ne amaçlanıyor, neleri içeriyor konularını açıkladıktan sonra aklıma takılan bazı sorulara naçizane verdiğim cevapları sizlerle paylaşacağım. Avrupa Enerji Birliği aslında Aralık 2009’da Polonya eski başbakanlarından Jerzy Buzek’in kurulmasını önerdiği Avrupa Enerji Topluluğu fikrinin şekil değiştirmiş halidir. Buzek ve Avrupa Komisyonu eski başkanlarından Jacques Delors ayrıca 5 Mayıs 2010’da ortak bir bildiri yayınlayarak Avrupa’nın daha güçlü, daha derin ve ortak bir enerji politikasının olması gerektiğini ve bunun da Avrupa Enerji Topluluğu’nun oluşturulmasıyla sağlanabileceğini iddia etmişlerdi. Biraz daha geriye gidildiğinde 2006 yılında Polonya’nın Enerji NATO’su önerisiyle karşılaşıyoruz. Polonya Başbakanı Donald Franciszek Tusk, 10 Nisan 2014 tarihinde Avrupa Komisyonu’na Avrupa İçin Enerji Birliğine Doğru Yol Haritası başlıklı bir çalışma sunmuştu. 21 Nisan 2014 tarihinde Financial Times gazetesinde kaleme aldığı bir makaleylede bu konudaki görüşlerini kamuoyuna yansıtmıştı. Tusk, Ukrayna krizine tepki olarak AB’ne çağrıda bulunarak enerjide Rusya’ya olan bağımlılığının Avrupa’yı zayıflattığını ifade etmiş, Avrupa Merkez Bankaları Birliğine benzer bir enerji birliği kurulmasını önermişti. Donald Tusk, 30 Ağustos 2014’te AB Konsey Başkanlığına seçildi. Ondan iki hafta önce de AB’nin yürütme organı olan Avrupa Komisyonu Başkanlığı’na enerji birliği fikrini destekleyen Lüksemburg eski Başbakanı Jean-Claude Juncker seçildi. Juncker, Avrupa Parlamentosu’na sunduğu Politika Rehberinde 10 madde üzerine odaklanacağını belirtmişti. Bu maddelerden biri iklim değişikliğini dikkate alan esnek bir enerji birliğiydi.

19


Junker Avrupa Enerji ve İklim komiserliklerini tek çatı altında birleştirdi ve oluşturulan yeni yapıya İspanya eski başbakanı Miguel Arias Cañete’yı getirdi. Junker ayrıca Komisyonda 7 yeni başkan yardımcılığı oluşturdu. Bunlarda biri Enerji Birliğinden sorumlu başkan yardımcılığıydı. Bu göreve eski Slovak diplomat Maros Sefcovic atandı. Avrupa Komisyonu’nun 2015 Çalışma Programı, 16 Aralık 2014 tarihinde Avrupa Parlamentosu tarafından kabul edildi. Programda belirtilen politik yatırım yapılacak 10 öncelikli alandan biride haliyle Avrupa Enerji Birliği yolunda ilk adımın atılmasıydı. Avrupa Komisyonu, Enerji Birliğine ilişkin çalışma başlattığını bir basın açıklamasıyla 5 Şubat 2015’te kamuoyuna duyurarak geniş bir halkla ilişkiler kampanyası başlattı. Nihayet 25 Şubat 2015’te Enerji Birliği Paketi adı altında AB enerji birliği ve iklim değişikliği çerçeve stratejisini ve eylem planını açıkladı. Beş boyuttan oluşan Avrupa Enerji Birliği’nin temel hedefi, mevcut sistemi aşağıdaki beş boyut çerçevesinde yeniden yapılandırmak. • Dayanışma ve güven esaslı arz güvenliği • Tamamen entegre olmuş bir Avrupa enerji piyasası • Enerji verimliliği yardımıyla enerji talebinin azaltılması • Avrupa ekonomisinden karbon ağırlığını çıkarmak ve AB’yi yenilenebilir ve düşük karbon teknolojilerinde dünya lideri yapmak • Araştırma, inovasyon ve rekabet yatırım yapılarak düşük karbon enerji teknolojilerinin piyasaya kazandırılması konusundaki gayretleri artırmak. Arz güvenliği boyutunda ifade edilenler aslına bakılırsa Komisyon’un Mayıs 2014’teki Avrupa Enerji Güvenliği Strateji’nde ifade edilenlerin daha kararlı ve kapsamlı bir sentezinden oluşuyor. Ana lokomotif iç pazarın tamamlanması ve enerjinin daha verimli tüketilmesi. Bunun yanında arz kaynaklarının ve yollarının çeşitlendirilmesi, üye ülkelerin daha sıkı işbirliği içinde hareket emesi, küresel enerji piyasalarında AB’nin ağırlığını artırmak için enerji ve iklim diplomasisini güçlendirip arz güvenliği için önem arz eden ülkelerle daha sıkı işbirliği yapmak ve gaz tedariki anlaşmalarında daha şeffaf bir yapı oluşturmak konularında bir dizi alt amaçlar gerekçeleriyle sıralanıyor. Rekabetçi ve işleyen bir Avrupa iç enerji piyasası oluşturmak için ülkelerin birbiriyle fiziksel altyapı bağlamında tamamen entegre olması ve üye ülkelerin AB üçüncü iç enerji piyasası paketini tam anlamıyla uygulaması gerektiğine dikkat çekilirken enerji politikalarını geliştirme sürecinde üye ülkelerin komşularıyla koordineli bir şekilde hareket etmesi ve nihai tüketicilerin daima ön planda tutulması gerektiği belirtiliyor. Komisyon, enerji verimliliğinin bir enerji kaynağı gibi değerlendiril-

20


mesi gerektiğini savunuyor. Bu nedenle üye ülkelerin enerji politikalarında enerji verimliliğine öncelik vermeleri gerektiğini ifade ediyor. Avrupa enerji talebinde ısıtma ve soğutma amaçlı kullanılan enerjinin en büyük kalem olduğunu belirten Komisyon bu yüzden binalarda enerji verimliliğinin artırılması, benzer şekilde ulaşım sektöründe daha verimli ve az karbon salınımı sağlayan bir sisteme doğru yönelinmesinin gerekliliğine işaret ediyor. Avrupa ekonomisini karbondan arındırmak başlığı altında, iddialı bir iklim politikasının Enerji Birliği’nin entegre bir parçası olduğu belirtilerek AB’nin yenilenebilir enerji konusunda dünya lideri olması hedefleniyor. Bunun için de AB’nin daha aktif bir iklim diplomasisi izlemesi ve iyi işleyen bir emisyon ticaret sistemine sahip olması gerektiğinin altı çiziliyor. Enerji Birliğinin başarıya ulaşabilmesi ve Avrupa enerji sisteminin transformasyonunda kilit bir boyut olarak görülen araştırma ve inovasyon konusunda dört öncelik sıralanıyor. Bunlar, yenilenebilir enerji teknolojileri; akıllı ev aletleri, akıllı şebekeler, akıllı şehir ve ev otomasyon sistemleri gibi tüketicilerin enerji dönüşümüne dahil olacağı uygulamalar; verimli enerji sistemleri ve enerji nötr evler; daha sürdürülebilir bir ulaşın sistemi. Karbon depolama ve kullanma yanında nükleer teknolojide Avrupa’nın liderliğini devam ettirmesi de alt başlıklar olarak sıralanıyor. Enerji Birliği’nin yol haritası başlıklı bir başka doküman –meli/-malı gibi ifadelerle dolu 6 başlıkta AB’nin enerji ithalat bağımlılığından doğan zorlukların nasıl üstesinden gelinebileceği veya en azından azaltılacağını sergiliyor. İlk başlık, AB’nin ortak altyapı projelerinin gerçekleşmesini hızlandırmak ve gerekirse kaynak-güzergah çeşitlenmesine ve Avrupa gaz piyasasının entegrasyonuna katkı sağlayacak projelere yapılan finansman miktarını yüzde 75’e çıkarmak. İkincisi, üye ülkeler arasında dayanışmayı arttırarak herhangi bir kriz zamanında acil eylem planlarını devreye sokarak hiç bir üyeyi yalnız bırakmamak. Üçüncüsü, AB’nin hükümetler arası anlaşmalarla ilgili kuralları revize ederek üçüncü ülkelerle olan müzakerelerde üye ülkelerin ellerini güçlendirmek için Komisyonu müzakerelere gözlemci olarak dahil etmek. Böylece gerek hükümetler arası anlaşmalarda gerekse ticari anlaşmalarda AB kurallarına uyum taahhüt altına alınacak ve kurallara uymayan şartların yer almasına müsaade edilmeyecek. Komisyona göre petrol fiyatına endeksli gaz fiyatı, al-ya da-öde gibi koşullar da bunun içine giriyor. Diğer yandan, AB üretici ve transit ülkeleriyle yapılacak enerji anlaşmalarında elindeki bütün dış politik enstrümanlarını kullanacak. Komisyon ayrıca kriz zamanlarında ve tek tedarikçiye bağlılık durumunda AB veya bölgesel düzeyde gönüllülük esasına göre talep birikimi sağlanarak (Dünya Ticaret Örgütü kuralları

21


ve rekabet kanunlarını zedelemeyecek şekilde) toplu alım yapılmasının üye ülkelerin pazarlık pozisyonunu güçlendireceğini savunuyor. Dördüncüsü, AB’nin yerli enerji kaynaklarının geliştirilmesi. Buna temiz kömür teknolojileriyle kömür rezervlerinin değerlendirilmesi, kaya gazı ve kaya petrolü gibi kaynakların temiz ve güvenli bir şekilde değerlendirilmesi ve nihayet yenilenebilir enerji kaynaklarının yaygınlaştırılması giriyor. Beşincisi, enerji arz tedarikinde çeşitlendirme. Burada alternatif ve yeni tedarikçilerle ilişkilerin geliştirilmesi ki bu kapsamda potansiyel LNG ithalatı nedeniyle ABD, Kanada ve Avusturalya ile Güney Gaz Koridoru nedeniyle Hazar ve Akdeniz bölgesinde Azerbaycan, Türkmenistan, Irak ve İsrail ile işbirliğin pekiştirilmesi gerektiği belirtiliyor. Avrupa Komisyonu’nun LNG, gaz depolaması ve ayrıca Orta ve Doğu Avrupa’da ve Akdeniz’de yeni gaz hub’ları oluşturulması konularında kapsamlı olarak çalıştığını da burada belirtmekte fayda var. Altıncısı, Enerji Topluluğu (Energy Community)’nun genişletilerek buraya üye ülkelerin AB piyasalarına entegrasyonun teşvik edilmesi. Burada ilginç olan bir konu Ukrayna’nın transit doğal gaz boru hatlarının modernizasyonunda AB’nin desteğinin önemine yer verilmesi. Rusya Devlet Başkanı Putin Ukrayna yoluyla Avrupa’ya sevk edilecek Rus gazının miktarını sıfıra indirmeyi amaçladığını defalarca söylemesine karşın AB’nin Ukrayna gaz transit sisteminin modernizasyonuna kilitlenmesi acaba Beyaz Akım veya AGRI projeleri hayata mı geçirilecek sorusunu doğuruyor. Komisyon, enerji birliği paketi altında yukarıda bahsettiğimiz strateji çerçevesi yanında iki ayrı bildirge daha yayınladı; AB’nin iklim konusunda hedeflediği katkıyı belirten Paris Protokolü ve tüm üye ülkelerin komşularıyla olan elektrik hat bağlantılarının 2020’ye kadar en az kurulu güçlerinin yüzde 10’una karşılık gelecek seviyeye getirilmesi hedefi konusunda kaydedilen ilerlemeyle ilgili bilgi içeren Bildirge. Bu yüzde 10 hedefi aslında AB liderleri tarafından 2002 yılında koyulmuştu. Konuyu dağıtmamak için bunlara girmeyeceğim. Bu uzun girişten sonra aklıma takılan sorulara verdiğim cevapları sizinle paylaşayım. Niçin Enerji Birliği sorusuna AB’nin kısa cevabı şöyle: Başka çare yok! İklim değişikliği ve enerjiden sorumlu Avrupa Komiseri Miguel Arias Cañete Avrupa Enerji Birliği’nin AB’nin güvenli, rekabetçi ve sürdürülebilir eksenli enerji ve iklim politikasına yeni bir yön vereceğini ve uzun vadeli net bir vizyon kazandıracak iddialı bir proje olacağını belirtiyor. Uzun cevap ise şöyle: Avrupa Birliği enerji stratejisi üç temele dayanmaktadır: Güvenli ve emin enerji arzının temini, enerji fiyatlarının makul düzeylerde olması için rekabetçi bir enerji piyasası yaratılması, sera gazı

22


emisyonlarının azaltılarak sürdürülebilir enerji koşullarının sağlanması. Bunun için rekabetçi, birbiriyle entegre olmuş ve sürdürülebilir tek enerji piyasasının yaratılması gerekiyor. Fakat halen ortak enerji pazarının kurulamamış olması, üye ülkeler arasında entegrasyonun tamamlanamamış olması, tek bir tedarikçiye olan aşırı bağımlılık, AB’de kullanılan enerjinin yarından fazlasının ithal edilmesi, giderek eskiyen enerji altyapısı vs bunu engelledi. Maros Sefcovic’ın işaret ettiği gibi, mevcut AB enerji politikaları hiçbir anlamda sürdürülebilir değil ve acilen yeniden düzenlenerek daha rekabetçi, sürdürülebilir ve güvenli enerji piyasası için Enerji Birliği oluşturmalı. AB’nin yerli enerji kaynaklarının müştereken en iyi şekilde değerlendirilebilmesi, ülkeler arasında bağlantıların tam anlamıyla kurulması ve tedarikçilerle müzakerelerin mümkün olduğu kadar tek bir elden ve ağızdan yapılabilmesi için bir enerji birliğinin oluşturulması gerekiyor. Avrupa enerji birliği uygulanmaya hazır bir proje mi? Belki çok uzun vadede. Enerji giderek politikleşen bir konu olduğundan üye ülkelerin enerji birliğine bakışı da farklı olacak. Bir enerji birliği için üye ülkeler arasında AB enerji politikalarının uyumlu hale getirilmesi konusunda konsensüs sağlanması gerekiyor. Bu da 28 enerji bakanı ve 28 düzenleyici kurum arasında görüş birliğinin sağlanması demektir, ki sokakta buna ‘ölme eşeğim ölme’ derler. Enerji Birliği, enerji alanındaki egemenlik haklarından Lizbon Anlaşması çerçevesinde (madde 194) feragat etmek istemeyen üye ülkeler tarafından bir direnişle karşılanacak. Avrupa Komisyonu’nu daha güçlü bir hale getirme felsefesine üye ülkelerin ‘hay hay’ diyeceğine şahsen inanmıyorum. Enerji Birliği’nin çobanı kim olacak? Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’ndan bu yana Avrupa’daki en iddialı enerji projesi olduğu ifade edilen Enerji Birliği uzun ince bir yola çıktı ama henüz ortada çobanı yok. Eğer gerçekten böyle bir birlik kurulursa AB çapında bir düzenleyici kurumun da denetçilik yapması gerekir. Bu görevi ENTSO-E ve ENTSO-G (Avrupa Elektrik ve Doğalgaz Aktarım Sistemleri Operatörleri Ağı) destekli ACER mi yoksa Avrupa Komisyonu mu yapacak henüz belli değil. Enerji Birliği eski köye yeni adetler mi getiriyor? Aslına bakılırsa, enerji birliği paketinde bahsedilen konuların çoğunluğu AB içinde zaten mevcut ama uygulamasında aksaklıkların olduğu şeylerden oluşuyor. Herkesi memnun etme bağlamında kapması geniş tutulan Enerji Birliği, önceden var olan hedeflerin bir bütünlük içerisinde daha güçlü bir şekilde yaşama geçirilmesini amaçlıyor. Avrupa enerji piyasalarının yeniden dizayn edilmesi belki yeni adet gibi görünebilir ama temelde mevcut sistemin işleyişindeki aksaklıkların düzeltilmesi ve iyileştirilmesine dayanıyor. Eğer yeni bir adet varsa o da kömür kelimesinin metinde hiç yer almaması. Enerji Birliği tutarlı bir proje mi? Pek değil. Enerji Birliği geniş bir vizyon çiziyor ama pek sağlam ayakları olmadığı gibi, olanlar da yere pek

23


sağlam basmıyor. Örneğin, o kadar fazla yeşil ekonomi, verimlilik ve yenilenebilir enerjiden bahsetmesine rağmen önerilen eylemlerin önemli bir bölümü Rusya’ya gazda olan bağımlılığı azaltmak ve gaz arz güvenliğini arttırmak üzerine. Projenin hayata geçirilebilmesi için önümüzdeki 5 yıl içinde 1 trilyon avrodan fazla yatırım harcaması gerektiği söyleniyor. Bunun önemli bir bölümünün kamu fonlarından ve desteklerinden geleceği işaret ediliyor. Yani birlik vizyonunda göz bebeği olarak gösterilen nihai tüketicinin sırtına yüklenecek. Hani AB’nin üçüncü enerji paketinin açıkça belirttiği yatırımların piyasa esaslı olması prensibi? Enerji Birliği’nin öne sürdüğü 5 ortak amaç serbest piyasa mekanizmasıyla gerçekleştirilebilir mi? AB’de enerji kaynaklarının, teknolojilerinin ve şirketlerin rekabeti esasına uyumlu elektrik ve gaz pazarı henüz oluşturulamadı. Hala yüksek karbon fiyatlarının özel sektör yatırımlarını teşvik edeceğine inanan Komisyon, Avrupa Birliği Emisyon Ticareti Sistemini 2018 itibariyle reforme etmeyi planlıyor. Bu sene sonuna doğru açıklanması beklenen yeni yenilenebilir enerji paketi de şu anda tonu 7.7 avro civarında seyreden karbon fiyatının yükseltilebilmesi için ticarete arz edilen karbon miktarının kısılması dahil bazı önlemleri ele alarak karbon fiyatının artırılması konularına değinecek. Yerse! Enerji Birliği ile en büyük çevreci rolüne soyunan AB, sanayide rekabetçi konumunu nasıl sürdürecek? Bu konu haliyle çok merak ediliyor. AB’nin iklim değişikliği konusundaki politikaları yüzünden sanayideki enerji girdi maliyetlerinin 2008’den bu yana yılda yüzde 3,5 arttığı bir ortamda enerji yoğun ürünlerde AB’nin dünya ihracatındaki payı zaten azalmaya başlamışken ilerideki yıllarda daha da kan kaybetmesi kaçınılmaz gözüküyor.

Eylem planı Komisyonun eylem planı –cek/-cak, -ceğiz/-cağız’la dolu şu 15 konudan bahsediyor: • Mevcut enerji yasalarının tam anlamıyla uygulanması; • Hükümetler arası anlaşmaların AB yasalarıyla tam olarak uyuşması ve daha şeffaf hale getirilmesi; • Doğru enerji altyapısının oluşturulması; • AB elektrik piyasasının yeniden dizaynı; • Enerji düzenlemesinin daha etkin hale getirilmesi; • İç piyasa entegrasyonu yolunda bölgesel işbirliği yaklaşımlarının geliştirilmesi; • Enerji maliyet ve nihai fiyatlarında şeffaflık; • 2030 yılı için belirlenmiş olan en az yüzde 27 enerji tasarrufu hedefine

24


ulaşmak; • Binalarda enerji verimliliğini artırmak; • Ulaşım sektöründe enerji verimliliğini arttırmak ve ulaşım sektöründe karbon ağırlığını düşürmek; • AB’nin 2030 enerji ve iklim paketini hayata geçirmek ve uluslararası iklim müzakerelerinde AB’nin ağırlığını koymak; • Yeni bir yenilenebilir enerji paketi hazırlayarak yenilenebilir enerjinin payını en az yüzde 27’ye çıkarma hedefini gerçekleştirmek; • Enerji ve iklim tabanlı araştırma ve inovasyon yaklaşımları geliştirerek ekonomik büyüme ve istihdama katkı sağlamak; • Mevcut tüm politika enstrümanlarını kullanarak enerji ve iklim konularında AB’nin elini güçlendirmek ve tek bir ağızdan konuşmak.

Yol çok uzun Gelelim sadede. Enerji Birliği paketi, AB’nin doğalgaz tedarikinde Rusya’ya bağlılığına ve bu bağlılıktan kaynaklanan tehdit risklerine karşı bir cevap oluşturmak bahanesiyle bizdeki torba yasalar gibi daha önceden var olup da henüz gerçekleştirilemeyen konularla beraber birçok diğer konunun da yeniden makyaj edilip içine atıldığı ve büyük bir pazarlama kampanyasıyla görücüye çıkarıldığı bir yeni bir pakettir. Tek bir enerji politikası geliştirilmesi ve üye ülkelerin buna uyması yanında Enerji Birliği’nin başarılı olabilmesi için mevcut yasal, düzenleyici bütün aksaklıkların giderilmesi, tüm mevzuatın güncellenmesi ve güçlendirilmesi ve en önemlisi uygulamada başarı gerekir. Tek ve rekabetçi bir pazarda enerjinin üye ülkeler arasında serbestçe dolaşıp fiyatların doğru piyasa sinyalleri vererek rekabetçi ortamda oluşması için üye ülkeler arasındaki vergi sistemlerinin, enerji verimliliği ve yenilenebilir enerji üretimine verilen desteklerin de standartlaştırılması gerekir. Sözün kısası, AB’nin enerji birliğiyle vizyonunu çizdiği gibi bir sisteme sahip olması için daha çok ekmek yemesi lazım. Komisyon, Enerji Birliği planı çerçevesinde bir dizi rapor ve yasa teklifi hazırlayacak. Planın yürürlüğe konabilmesi için Avrupa Konseyi ve Avrupa Parlamentosu’nun onayı gerekiyor. Bakalım 19-20 Mart 2015 tarihlerindeki AB zirvesinde ne olacak.

25


26


Doğu Akdeniz Gazı 4 Mayıs 2015 Bildiğiniz gibi, doğal gaz çoğunlukla metan gazından ibarettir. Aslında zehirli olmayan metan gazına belli bir süre maruz kalındığında iki temel belirti baş gösterir: Baş dönmesi ve baş ağrısı. Doğu Akdeniz’deki doğal gaz keşifleri ve akabindeki gelişmeleri böyle özetlemek pek yanlış olmasa gerek. 2009 başından günümüze kadar İsrail ve Güney Kıbrıs açıklarında keşfedilen yaklaşık 1,2 trilyon metreküp (tcm) doğal gaz haliyle baş döndürücü bir etki yarattı.

Keşfedilmemiş 3,5 tcm doğal gaz ve 1,7 milyar varil petrol Hatırlanacağı gibi, Amerika Birleşik Devletleri Jeoloji Kurumu’nun Mayıs 2010’de, Doğu Akdeniz Levant Baseninin (çoğunlukla Israil, Gazze Şeridi, Güney Kıbrıs ve Lübnan açıklarını kapsar) petrol ve gaz potansiyelini değerlendirdiği çalışma heyacanların artmasına neden olmuştu. USGS’nin bu çalışması, Levant Baseninde teknik olarak çıkarılması mümkün ama henüz keşfedilmemiş 1,7 milyar varil petrol ve 3,5 tcm doğal gaz olduğunu öngörmekteydi. Buna ilaveten Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) resmi kaynakları ise GKRY’nin ilan ettiği münhasır ekonomik bölge sularının Levant Baseni dışında kalan bölümünde en az 1 trilyon metreküp daha doğal gazın olduğunu iddia etmekteydi. Lübnanlı yetkililer tarafından telaffuz edilen Lübnan sularında 3,4 tcm doğal gaz ve 850 milyon varil ham petrol olduğu iddiası her ne kadar abartılı olsa da ise iştah kabartıyordu. Suriye ve Lübnan açıklarında şimdiye kadar hiç arama kuyusu açılmadı.

27


İlk ihale 2013’te açıldı Suriye, azalan petrol üretimini dengelemek ve gaz ithalatını düşürmek için 2011 yılında 3 parseli kapsayan deniz arama ruhsatları ihalesini açmış ama bu ihale gerek talep gelmemesi gerekse ülkedeki kriz yüzünden askıya alınmıştı. Fakat 2013 yılı Aralık ayında Suriye Petrol Bakanlığı söz konusu üç parselden biri için Rus Soyuzneftegaz ile petrol ve gaz arama, geliştirme ve üretmeye yönelik bir anlaşma imzaladı. Tahmin edebileceğiniz gibi bu konuda şimdiye kadar hiç bir gelişme kaydedilmedi. Lübnan, deniz alanlarında petrol ve doğal gaz aramacılığı için ilk ihale sürecini 2013 yılında başlatmıştı. Ancak bu ihale süreci, önce yeni hükümet kurulamadığı, sonra cumhurbaşkanı seçilemediği, dolayısıyla belirlenen 10 parselden hangilerinin ihaleye çıkarılacağı ve ihaleye katılacak şirketlerle yapılacak anlaşma modeli bir türlü onaylanamadığı için planlandığı şekilde gitmedi. Bugüne kadar 5 kere ertelenen ihalenin ne zaman gerçekleştirileceğini kestirmek zor çünkü neredeyse 1 yıldır Cumhurbaşkanı seçilemeyen bir atmosferde 3 saatle sınırlı bakanlar toplantısında (ki gündemi genelde Suriye oluşturuyor) 24 bakanın parseller ve anlaşma modeli konularında fikir birliğine varma olasılığı çok düşük. Ben şahsen 2023 yılından önce Lübnan sularında doğal gaz veya petrol üretilebileceğini sanmıyorum.

Rezerv üretime dönüşürse keşif anlam kazanır Kağıt üzerinde petrol veya gaz varlığı pek bir şey ifade etmez. Kuyu açmadan da keşif yapılamaz. Eğer keşfedilen alandaki rezerv üretime dönüştürülebilirse yapılan keşif bir anlam kazanır. Bu da bulunan rezervin ekonomik ve teknik olarak çıkarılabilmesine, sahanın beklenen finansal net getirisinin doyurucu olmasına, sahanın üretime geçiş aşamasına gelmesi için yapılacak saha geliştirme maliyetine ve bu maliyetin finansmanına, üretilen miktarın yurtiçi ve yurtdışı pazarlara ulaştırabilmek için gerekli alt yapı ve taşıma olanaklarına ve bunların maliyetlerine, üretilen petrol veya gazın satış fiyatına, ruhsatlandırma işlemlerindeki istikrara, politik atmosfere, enerji ve mali politikalara, düzenlemenin güvenliğine ve benzeri etmenlere bağlıdır. İsrail tüm bunlara mükemmel bir örnek oluşturmakta.

Problemler şirketlere bıkkınlık vermeye başladı Noble ve Delek konsorsiyomunun İsrail’de başına gelenler herhalde pişmiş tavuğun başına gelmemiştir. Vergi ve ihracat politalarındaki sürüncemeler, saha geliştirme süreçlerinde karşılaşılan sıkıntılar, düzenlemedeki zig zaglar, derken İsrail Antitröst komiseri Prof David Gilo’nun Nisan sonrasına ertelediği Noble Energy ve Delek Grubu’nun kartel olup olmadıklarına ilişkin kararı gibi sonu gelmeyen bir dizi problemler şirketlere artık bıkkınlık vermeye başladı.

28


İsrail sularındaki petrol ve gaz arama çalışmaları durma noktasına geldi Şu anda Noble Energy tahkime gitmeyi göze almış durumda. Durum öyle bir hale geldi ki şirket, 2016 yılında sona erecek Ruth C parselindeki operatör lisansını düzenlemedeki belirsizlikleri gerekçe göstererek Mart ayı sonunda iade etti. Yine Mart ayında Filistin Elektrik Üretim şirketi (PPGC), Leviathan sahası ortaklarıyla yaptığı gaz alım satım anlaşmasını antitröst kurumunun tutumu dahil diğer konularda süregelen belirsizlikler nedeniyle iptal etmişti. Sonuç olarak Tamar sahasının ikinci faz geliştirme süreci, Güney Batı Tamar sahasının geliştirilerek üretime sokulması, Kariş ve Tanin sahaları ve de en önemlisi Leviathan sahasının geliştirilmesi konusundaki nihai yatırım kararları askıya alındığı gibi İsrail sularında petrol ve gaz arama çalışmaları durma noktasına geldi. Dolayısıyla Ürdün’de Arab Potash Company, Bromine Company ve Ürdün Ulusal Elektrik Şirketi (NEPCO) ile, Mısır’daki LNG tesislerini kullanmak için BG ve Union Fenosa Gas şirketleriyle, ayrıca Mısır’daki Dolphinus Holdings Limited ile imzalanan gaz satışına ilişkin mutabakat zabıtları ve niyet mektuplarının geleceği de tehlikeye girmiş oldu.

Umutlar G. Kıbrıs’daki Afrodit sahasında yoğunlaştı GKRY’de de durum pek iç açıcı olmamasına karşın sorunların temelinde İsrail’dekinin tersine yer üstünden ziyade yer altındaki nedenler yatıyor. 2011’de keşfedilen Afrodit sahasındaki gaz miktarı 200 bcm’den Kasım 2014’te 129 bcm seviyesine indirildi. Eni-Kogas konsorsiyumu, açılan iki kuyuda da ticari miktarda gaza rastlanmaması üzerine Mart ayı sonunda sondaj planına ara verdiğini açıkladı. Bu arada Fransız Total şirketi 10 ve 11 numaralı parsellerde yaptığı jeolojik araştırmalarda sondaj yapmaya değer bir hedef bulamadığını öne sürerek faaliyetine son vermek istedi ama rica minnet GKRY hükümetinin ısrarı üzerine bölgede kalarak çalışmalara devam edeceğini belirtti. Durum böyle olunca Vasilikos’ta yapılması düşünülen LNG tesisi planları da suya düşmüş oldu. Yani Güney Kıbrıs’ta artık tüm umutlar Afrodit sahasının üretime geçirilip, üretilen gazın iç ve dış piyasalara ulaştırılmasına yoğunlaştı. Bu konuda Mısırlı yetkililerle bugünlerde devam eden Afrodit sahasındaki gazın bir boru hattıyla Mısır’a getirilmesi konusundaki görüşmelerin yakın bir zamanda sonuçlanarak saha geliştirme planının, dolayısıyla nihai yatırım kararına ilişkin çalışmanın bu yıl içinde tamamlanması öngörülüyor. Bir kaç yıl önce Asya dahil uluslararası pazarlara ciddi miktarda gaz sevkiyatı yapabilme olasılığı yüzünden Doğu Akdeniz bölgesine “game changer” olarak bakılıyordu. Bırakın miktar kısmını bir tarafa, ihracat altyapısına sahip olmayan Doğu Akdeniz’de gazın nasıl ihraç edilebileceği halen çözüm bekleyen bir muamma olmaya devam etmekte. Özetle, masada birçok seçenek bulunsa da hiçbiri en ön safta değil; çünkü her seçenek keş-

29


fedilen rezervlerin üretime dönüştürülmesine bağlı olmakla beraber politik, finansal ve güvenlikle ilgili bir çok zorluklar içermekte. İsrail ve/veya Kıbrıs gazının Türkiye’ye gelebilmesi için iki koşulun önümüzdeki bir iki yıl içinde sağlanması gerekir: İsrail ile ilişkilerin normalleşmesi ve Kıbrıs sorununun çözümü. Yoksa, akıllı köprü arayıncaya kadar deli dereyi geçer ve sona kalan dona kalır. Doğal gaz keşifleri bölgede on yıllardır var olan baş ağrısını aslında daha da arttırdı. Münhasır ekonomik bölgelerin tanımı etrafında yoğunlaşan baş ağrısı ise herkesi en fazla rahatsız edeni.

MEB sorunu daha uzun bir süre devam edecek Israil’in Lübnan’la olan ve yaklaşık 850 km2 yi kaplayan Akdeniz’deki Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) sorunu muhtemelen GKRY, ABD ve AB’nin arabuluculuk yapmasıyla çözülecek. Gazze Şeridi ile İsrail arasındaki deniz ablukası bağlantılı MEB ve 30 milyar metreküp gaz rezervine sahip Gaza Marine gaz sahasının geliştirilmesi konuları da bir şekilde ABD ve İngiltere arabuluculuğuyla çözülebilir. Fakat Türkiye, Yunanistan, KKTC ve GKRY dörtlüsünün MEB sorunu daha uzun bir süre devam edecek gibi gözüküyor. Burada kilit Kıbrıs sorunu. Dört ayrı anahtarla Kıbrıs kilidinin açılması kolay değil. Martin Luther King’in Kıbrıs sorunu kadar eskiye dayanan “bir rüyam var” konuşması, geçen süre zarfında Amerika’yı değiştirmesine rağmen Kıbrıs sorununda maalesef hala dişe dokunur bir gelişme kaydedilemedi. Kıbrıs’taki iki halkın denizdeki doğalgaz ve petrol kaynaklarının nasıl değerlendirileceğine, gelirin nasıl ve hangi formatta paylaşılabileceğine birlikte karar vermesi en mantıklı ve kalıcı çözümü beraberinde getirir görüşü hala yaygın. Eğer AB, ABD ve BM arabuluculukta daha aktif rol oynar, Türkiye sert söylemlerini yumuşatıp daha uzlaşıcı tutum izler, GKRY görüşme masasından ayrılmak için her şeyi bahane etmez, Yunanistan akılcı bir politika izler ve en önemlisi geçmişte yapılan hatalar zinciri devam etmez ise kalıcı bir çözüm için fırsat yaratılmış olur. Türkiye’nin yayınladığı NAVTEX (seyir bildirimi) 6 Nisan’da sona ermiş, ENI-KOGAS konsorsiyumu adına sondaj yapan Saipem 10000 platformu ve Barbaros bölgeden ayrılmış, BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Danışmanı Espen Barth Eide müzakerelerin yeniden başlaması için Kıbrıs’a gitmek üzereyken, nihayet hava tekrar yumuşuyor izlenimi oluşmuşken bu ay başında GKRY’nin sözde Ermeni soykırımını inkar etmeyi suç sayan bir yasa çıkarması ortalığı yeniden gerdi. Rum kesiminin Eide’yi 7 Nisan’da Rum Haber Ajansı’na yaptığı açıklamalar nedeniyle çiğ yeme teşebbüsüne karşı bizlerin sessiz kalması da açıkçası beni gerdi. Aslına bakılırsa, Doğu Akdeniz’e kıyıdaş ülkeleri tek paydada toplayan enerji konusu, dikkatli ve akılcı bir şekilde ele alınmadığı için maalesef bir-

30


leştirici yerine ayrıştırıcı bir araç haline dönüştürülüyor. Enerji ekseninde karşılıklı meydan okumaların artması, Orta Doğu’nun güvenliği ve istikrarına karşı da ciddi bir tehdit oluşturmakta, çekişmeleri daha karmaşıklaştırmakta ve sorunları artırmaktadır.

Yaşanan sorunlar yeni bir güç dengesini şekillendirdi Bölgedeki ülkeler arasındaki geçtiğimiz yıllarda yaşanan sorunlar, değişen ulusal çıkarlar doğrultusunda değişen ilişkileri de beraberinde getirdi ve yeni bir güç dengesinin şekillenmesine yol açtı. Arap baharı rüzgarının esmesiyle gittikçe yalnızlaşan Israil, bölgede ittifak arayışlarına girdi ve doğal gaz keşiflerini bu arayışta katalizör olarak kullanarak GKRY ve Yunanistan ile yakınlaştı. Enerji eksenli yüksek diplomasi trafiği ile pekişen bu ilişkilerin bahis konusu üç ülke arasındaki ekonomi, siyasi ve askeri yakınlaşmayı da arttırması bekleniyor. Benzer şekilde Mısır da Temmuz 2013 sonrasında Yunanistan ve GKRY ile enerji, ekonomi, siyasi ve askeri ilişkilerini pekiştirmeye başladı. Yakın bir zamanda bu dörtlüye (yani Yunanistan, GKRY, İsrail ve Mısır) Rusya da katılırsa hiç şaşırmayalım. Komşularla sıfır problem politikasıyla bölgesel ve global güç olma yolunda kollarını sıvayan ülkemiz ise maalesef gittikçe artan sıfır politika ve sıfır komşu yorumlarına mazur kalıyor.

Doğu Akdeniz en karmaşık politik bölgelerden biri Petrol ve gaz kaynakları dünyanın en karmaşık politik bölgelerinden biri olan Doğu Akdeniz’de çekişmeleri tetikleyip daha da karmaşıklaştıracak, var olanları alevlendirecek ve zaten gergin olan bu bölgeye yeni kaygılar ekleyebilecek olsa da, bölgesel işbirliği, istikrar, enerji güvenliği ve bölge refahı açısından bir fırsattır. Enerji konusunun böyle bir fırsata çevrilmesi bölgedeki ülkelerin ve dış güçlerin samimi ve yapıcı bir diyalog kurarak, dengeli fakat pragmatik bir yaklaşım oluşturmalarına bağlıdır. Bu da bölge ülkelerinin gerçek derinliği olan, miyopik politikalardan uzak, tutarlı ve akılcı bir ortaklık stratejisi anlayışı çerçevesinde hareket etmelerini gerektirir. Bir Afrika atasözü “Eğer hızlı gitmek istiyorsan, yalnız git! Eğer uzağa gitmek istiyorsan, hep beraber git!” der. Eğer hep beraber gitme tutumu takınılmış olsaydı İsrail Gazze Şeridi’nde bulunan Gaza Marin doğal gaz sahasının bir an önce değerlendirilmesini kolaylaştırır, şu anda bir enerji krizi yaşayan Mısır’dan şimdiye kadar ithal ettiği 4,6 bcm doğal gazı aynı fiyattan Mısır’a geri vererek eski defteri kapatıp, Mısır’da atıl duran yıllık toplam kapasitesi 19 bcm olan sıvılaştırılmış doğal gaz ihracat tesislerini kullanarak geçici de olsa İsrail gazının dış pazarlara açılmasını kolaylaştırır, bölge ülkeleri ihtilaflı yerlerde ortak arama ve üretim faaliyetlerinde bulunur, ihracat alt yapı sistemlerini geliştirir ve nihayet 2020 sonrasında bölge gazının Kıbrıs üzerinden veya denizden Türkiye’ye ve diğer pazarlara bağlantısı sağlanırdı.

31


Annem, olsa ile Musa bir araya gelmez der. Ne demek istediğini hala tam olarak kavrayabilmiş değilim ama temelde “eğer”lere pek bel bağlamamak gerektiğini ifade ediyor. Geçtiğimiz aylarda İsrail ve Yunanistan’daki seçimler sonucu yeni hükümetler kuruldu, KKTC’de seçimler yapıldı, Haziran ayında da Türkiye de seçimler olacak. Kim bilir? Bakarsınız, olsa ile Musa bir araya gelir ve Doğu Akdeniz gazı bölgede barış, istikrar ve refahı yaygınlaştırma yolunda olumlu bir dinamik yaratır.

32


Avrupa’da Başlamadan Biten Kaya Gazı Devrimi Üzerine 5 Haziran 2015 Geçtiğimiz 10 yıl içerisinde Amerika’da kaya gazı üretimi 12 kat artarak konvansiyonel gaz üretimini geçti. Kaya gazı üretiminde kaydedilen büyük gelişmeler ve ileri teknolojinin yoğun bir şekilde kullanımı geniş kaya gazı rezervlerinin üretime açılmasını ve üretim maliyetlerinin rekabet edilebilir oranlara çekilmesini sağladı. Üretimdeki bu hızlı artış ve makul seviyedeki maliyetler haliyle enerji alanında önemli bir değişime yol açtı ve aynı zamanda dünya enerji gündeminin en tartışmalı konularından biri haline geldi. Avrupa’da da birçok ülke kendi kaya gaz potansiyelini araştırmaya ve özellikle olası bir üretiminin ulusal gaz pazarlarında ve enerji güvenliklerindeki etkilerini hesaplamaya başlamıştı. Ama çeşitli nedenlerde evdeki hesap çarşıya uymadı.

Avrupa’daki kaya gazı maliyetleri Amerika ile karşılaştırıldığında Avrupa’daki kaya gazı rezervlerinin daha derinde bulunması ve daha kompleks bir jeolojik yapı göstermesi dahil bir çok konudaki zorluklar ve belirsizlikler nedeniyle hâlihazırda Avrupa’daki kaya gazı üretim maliyetleri için makul bir tahminde bulunmak pek mümkün gözükmüyor. Birim başına üretim maliyeti, kullanılan malzeme, donanım ve hizmetlerin fiyatına bağlı olsa da bu maliyeti azaltmanın yolu sahadan alınacak verimin artırılması ve bunun için kullanılacak teknolojinin maliyetinin minimum düzeyde tutulmasından geçiyor. Avrupa’daki üretim maliyetlerini tahmin etmek zor.

Teknolojik gelişmeler maliyetleri azaltabilir Diğer taraftan, gelecekte gaz fiyatları ile petrol fiyatları arasındaki ilişkinin nasıl seyredeceği, Ar-Ge dahil fiyat noktasında devlet sübvansiyonu olup olmayacağı da kaya gazı üretiminin geleceğini belirlemede rol oyna-

33


yacak. Şu anki tahminlere göre Avrupa’daki başa baş maliyet miktarının Amerika’dakinin en az iki katı olacağı beklenmektedir. Teknolojik gelişmeler maliyeleri azaltabilir. Ancak bunun ne zaman gerçekleşebileceği konusu oldukça belirsiz. Aslına bakılırsa şu ana kadar yapılan Avrupa’nın kaya gazı potansiyeli ve muhtemel kaya gazı üretim miktarı konularındaki değerlendirmeler gerçekçilikten ve güvenilir olmaktan oldukça uzak. Amerikan Enerji Enformasyon Dairesi tarafından Haziran 2013’te yapılan bir değerlendirme Avrupa ve Akdeniz bölgesinde teknik olarak işletilmeye müsait 5,6 trilyon metreküp kaya gazı potansiyeli olduğunu göstermesine rağmen şimdiye kadar yapılan kaya gazı üretimi yolundaki faaliyetlerden iyi haberler gelmedi. Kaya gazı çıkarma işlemini yasaklayan ilk ülke: Fransa. Bunun temel nedeni, saha verilerinin kalitesinin yetersizliği ve mevcut verilerin çok çeşitlilik arz etmesi, dahası, Avrupa’da potansiyel kaya gazı üretiminin kaynaklara erişimle yakından ilgili olması. Bunda da şirketlerin faaliyet göstermek, daha açık söylemek gerekirse hidrolik çatlatma tekniğini kullanmak için gerekli lisansı almakta günden güne daha fazla zorlanması. Avrupa’da kaya gazı kaynaklarının geliştirilmesi ve hidrolik çatlatma tekniğinin kullanılması birçok ülkede yasaklanmış durumda. Avrupa’nın ikinci büyük kaya gazı potansiyeline sahip olduğu varsayılan Fransa, Temmuz 2011’de kaya gazı çıkarma ve hidrolik çatlatma işlemlerini kanun dışı ilan ederek yasaklayan ilk ülke oldu. Sonraki yıllarda, diğer Avrupa ülkeleri de Fransa’yı takip ederek kaya gazı çıkarma ve hidrolik çatlatma işlemlerini yasakladı.

Mevcut kuyuların ticarileştirilmesi oldukça zor Kaya gazı konusunda en fazla ılımlı olan ülkelerde bile ticari üretim henüz gerçekleşmiş değil. Avrupa’da en büyük kaya gazı potansiyeline sahip olan Polonya birkaç yıl önce bölgenin yükselen yıldızıydı ama sondaj yapılan kuyularda ciddi bir teknik başarı sağlanamadı. Mevcut kuyuların ticarileştirilmesi de oldukça zor görülüyor. Bunlar yetmiyormuş gibi hükümet oyun kurallarını da değiştirdi ve nihayetinde neredeyse bütün büyük şirketler ülkeyi terk etti.

İngiltere ve Danimarka ümitlerin bağlandığı iki ülke İngiltere, bir süredir bölgede büyük umutların bağlandığı iki ülkeden biri. Ancak, çevreci yasaların Ocak 2015’teki kaya gazı düzenlemeleri ile ağırlaştırılması, İskoçya Parlamentosu tarafından dayatılan erteleme (moratoryum) ve Galler Parlamentosu tarafından suyla çatlatma tekniğinin yasaklanması kaya gazının ülkedeki geleceğini iyice belirsizleştirdi. Umut bağlanan diğer ülke ise Danimarka. Ancak, ülkede kaya gazı araştırma lisansına sahip tek şirket olan Total bu lisanslardan birini kuyu açmaya değecek bir potansiyel olmadığı gerekçesiyle bırakmayı düşünürken diğer lisans bölgesinde Mayıs başında başladığı kuyu açma faaliyetini bir gün sonra

34


Danimarka enerji düzenleme kurumunun Total’in kullandığı kimyasalları onaylamaması nedeniyle durdurdu. Onay sonrasında faaliyetin devam etmesi bekleniyor. Sonuç olarak, birçok uzmanın ve kurumun beklediği Avrupa’da bir kaya gazı üretimi patlaması gerçekleşmedi. Avrupa’da üretilecek kaya gazı miktarı büyük miktarlarda olmasa dahi konvansiyonel gaz üretimindeki düşüşü biraz da olsa dengeleyebilir ve böylece ithalatı bir nebze de olsa azaltarak Avrupa’nın enerji güvenliğinin sağlanmasına bir katkı sunabilirdi.

Yatırımcılar çekiliyor Aksine, son yıllarda birçok yatırımcı yatırımlarını bölgeden çekmeye başladı. Bu yavaş gelişim, hatta bazı durumlarda hiçbir ilerleme sağlanamaması birçok farklı faktör, birtakım belirsizlik ve engellerle açıklanabilir. Bunlar jeolojik verilerin yetersiz oluşu, zorlayıcı jeopolitik şartlar, test yapılabilecek kuyuların sayısındaki azlık, gittikçe katılaşan çevreci yasalar ve hukuki düzenlemeler, gelişmiş rekabetçi hizmet piyasasının henüz oluşmamış olması; mali, yasal sistemlerin ve denetleme mekanizmalarının düzensiz yapısı, işletme prosedürünün uzunluğu, gaz boru hatlarına erişimin karmaşıklığı, kamuya ait olan maden işletim hakları, suyla ilgili potansiyel problemler, 2014 yılının ortasından itibaren petrol fiyatlarındaki düşüş ve belki de en önemlisi yetersiz toplumsal kabul, artan kamusal baskı ve Avrupa Birliği kurumlarında daha sert düzenlemelerin gerçekleştirilmesi için devam eden müzakereler olarak gösterilebilir.

Avrupa’da kamuoyunun kaya gazı üretimine olan karşıtlığı beş ana başlık altında toplanabilir: 1. Hidrolik çatlatma ve sondaj için gerekli olan su miktarı ve yer altı sularının kirlenme olasılığı konusu, 2. Çatlatma sırasında meydana gelebilecek metan gazı sızmasının iklim üzerinde oluşturabileceği etkiler, 3. Çatlatma işlemiyle birlikte yerin altında oluşabilecek sismik hareketlilik, 4. İnsan sağlığı ile ilgili riskler ve diğer olumsuz etkiler, 5. Kaya gazı faaliyetlerinin, saha çevresindeki bireysel ve toplumsal yaşam düzeninde, ekonomik faaliyetlerin yapısında, fiziki ve sosyal çevrenin değişmesinde yol açabileceği bozulmalar. Yukarıda bahsettiğimiz nedenler sadece Avrupa ülkelerine mahsus değil tabi ki. Dünyanın en büyük dördüncü kaya gazı rezervine sahip olduğu tahmin edilen Cezayir’de bile gelecek vadeden başarılı sondaj işlemlerinin duyurulmasından ardından (Aralık 2014’te) ülkede geniş çaplı protestolar gerçekleşti.

35


Duvarların yıkılması gerek Tüm bunlar bize Avrupa’da kaya gazı devrimciğinin gerçekleştirebilmesi için toplumsal bir mutabakata varılmasının ve bazı duvarların yıkılmasının gerekli olduğunu gösteriyor. Sorun da burada zaten. Bu nasıl sağlanacak? Bunu bir sonraki yazımda değerlendireceğim.

36


Avrupa’da Kaya Gazı Karşıtlığı Duvarı Yıkılabilir Mi? 6 Temmuz 2015 Avrupa’da başlamadan biten kaya gazı devrimi başlıklı bir önceki yazımda yatırımcıların bölgeden çekilmeye başladığına değinmiştim. Haziran ayında ConocoPhilips’in de çekilmesiyle artık Polonya’da kaya gazı faaliyetini sürdüren büyük çaplı bir şirket kalmadı. Kalanlar ise planlanandan çok daha az sondaj yapacaklar. Böylece Avrupa’da kaya gazı konusunda umutla bakılan iki ülke kalmıştı: İngiltere ve Danimarka. İngiltere’de Cuadrilla Resources şirketinin kaya gazı üretim başvurusuna haziran ayı sonunda gürültü ve araç trafiğinde yol açacağı artış nedeniyle izin verilmemesi ve Danimarka’da Total şirketinin hala beklemede tutulması bu umutları da götürdü. Yazımda ayrıca, Avrupa’da kaya gazı devriminin gerçekleştirebilmesi için toplumsal bir mutabakata varılmasının ve bazı duvarların yıkılmasının gerekli olduğunu söylemiş, bunun nasıl sağlanabileceğini bu sayıya bırakmıştım.

Gasland adlı belgesel büyük darbe indirdi Kaya gazı üretimine çevrecilerden gelen tepkiler artarak devam ediyor. Hidrolik çatlatma için gerekli olan suyun temini ve bu suya katılan kimyasal maddeler sebebiyle içme sularının kirlendiği iddiaları bu tepkilerde en öne çıkan konular. Bunlara ek olarak kaya gazı karşıtları yer sarsıntısı, doğal yaşamın bozulması ve yerel halkın ağır vasıta araç trafiği ve sondaj çalışmalarından rahatsız olması konularında endişeli. Bu çevresel ve sosyal konular kaya gazı sektörünün gelişimi açısından son derece önemli. Şimdi biraz geriye dönelim. Kaya gazı karşıtlığının popüler bir aktivite haline dönüşmesinde Gasland adlı bir belgesel (2010 yılındaki versiyonu Oscar ödülüne aday gösterilmişti) önemli bir rol oynamıştı. Josh Fox imzalı bu belgesel musluk suları alev alan bazı bölge sakinlerinin gösterildiği birçok dramatik sahne içermekteydi. Bu dramatik sahnelerin birçoğunun kaya gazı faaliyetlerinden kaynaklanmadığı sonradan bilimsel olarak ispat-

37


landıysa da (örneğin Colorado Petrol ve Gaz Komisyonu raporu) sonuçta 15 bin dolarlık bir bütçeyle çekilen film, milyar dolarlarla ifade edilen petrol ve gaz sektörüne çok büyük bir darbe indirdi. Petrol ve gaz sektörünün son derece pasif kalması, bilgilendirme faaliyetlerinde hem çok geç hem de yetersiz kalması ve şeffaflık politikası izlemede önceleri tereddüt etmesi sanki protestocular haklıymış gibi bir izlenim yarattı. Sektörün bu hatası ve bazı şirketlerin yanlış uygulamaları, aslına bakılırsa şu anda var olan toplumsal baskının ve birçok ülkede hidrolik çatlatma faaliyetlerine getirilen erteleme ve yasaklamaların doğrudan sorumlusudur. Kamuoyunun endişesinin artmasında ve toplumsal baskıların yaygınlaşmasında bazı ünlü isimlerin de desteğini alan kaya gazı karşıtı aktivistlerinin yoğun çabalarını da unutmamak gerekir tabii ki. Bu çabalara yeşilcilerin verdiği destek de eklenince Avrupa’da kaya gazı gulyabani gibi görülmeye başlandı ve bugünkü duruma geldik. Gerçi yeşil kelimesinin birçok insanda doğanın renginden ziyade Amerikan dolarının rengini çağrıştırması da bunda önemli bir rol oynadı ama gelin o konuya girmeyelim.

Araştırmalar, birçok riskin azaltılabilecek nitelikte olduğunu doğruluyor Toplumu doğru bilgilendirmek ve şeffaflığı arttırmak amacıyla sektör tarafından kurulan www.energyindepth.org ve www.fracfocus.org gibi portalları artık birçok ülkede görmek mümkün. Avrupa’nın en büyük ikinci kaya gazı potansiyeline sahip olduğu tahmin edilen ama eski cumhurbaşkanı Sarkozy tarafından üretimi yasaklanan Fransa’da bile var (www.chnc.fr). Tüm bu çabalar yavaş yavaş meyvelerini göstermeye başladı ama alınacak daha çok yol var. Diğer taraftan, kaya gazı faaliyetlerinin ve özellikle hidrolik çatlatma tekniğinin riskleriyle ilgili söylemlerin birçoğunun gerçeklerden uzak olduğu da artık saygın kurumların yaptığı bilimsel çalışmalarla da ortaya konulmaya başlandı. Son zamanlarda yapılan bilimsel araştırmalar bahsedilen birçok riskin azaltılabilecek nitelikte olduğunu doğruluyor. Örneğin; ABD Çevre Koruma Ajansı’nın 4 Haziran’da yayımladığı bir çalışmada hidrolik çatlatma faaliyetlerinin içme suyu kaynakları üzerinde yaygın sistemik etkilere yol açmadığı saptandı. Ajansa göre, hidrolik çatlatma işlemi su kaynakları açısından birtakım potansiyel riskler taşısa da endüstriyel standartlara uygun olarak yapıldığında içme sularını etkileme riski bulunmuyor. Bu sonuç dünya çapında saygın bir kurum olan US Geological Survey’in bu yıl içinde yayımladığı iki rapordaki bulgularla da uyuşuyor. Bu bize kaya gazı üretiminin çok masum bir faaliyet olduğunu ispatlamaz şüphesiz. Aksini iddia eden bir sürü rapor da var.

38


Avrupa’da kaya gazı karşıtlığının en önemli sebeplerinden biri yanlış bilgilenme ve bilgi kirlenmesi. Çünkü kaya gazı denilince verilen bilgiler çoğu zaman kafa karıştırıcı ve hatta çelişkili olmaktan öteye gidemiyor. Bu da sağlıklı bir tartışma ortamı oluşmasına engel oluyor. Örneğin, hidrolik çatlatma eskiden beri kullanılan bir teknoloji olmasına rağmen halk tarafından bilinmiyor ya da yeterince anlaşılmış değil. Aslına bakılırsa, kaya gazı üretiminden kaynaklanan sorunlar konvansiyonel doğal gaz üretimi esnasında da görülüyor ama kaya gazı üretimi için daha geniş alan kullanımı (işlemin boyutu) ve açılan kuyu sayısının fazlalığı (yoğunluk) üretim sahaları civarında yaşayan insanlar için daha ciddi bir sorun olarak görülüyor. Bir diğer kafa karışıklığı ise ABD’deki çevresel düzenlemeler ile Avrupa’daki düzenlemeler hakkında yaşanıyor. Sanki Amerika’da kaya gazı üretimi ile ilgili her konu detaylı ve sıkı bir şekilde düzenlenmiş ve bu yüzden başarı kaydedilmiş gibi bir algı var. Aksine, bazı alanlarda Avrupa’daki düzenlemeler Amerika’dakilere göre çok daha sıkı. Fakat şu var ki Amerika’da gerekli görülen konulardaki güncellemeler Avrupa’ya nazaran çok daha hızlı yapılıyor.

Hükümetlerin kaya gazı faaliyetlerini yasaklamalarının nedeni toplumda kabul görmemesidir Örneğin, Şubat 2015’te Amerika’da hidrolik çatlatma tekniği ile ilgili temel düzenlemelerle şu konulara standartlar getirildi: Kuyuların inşası ve sağlamlığının test edilmesi, suyun içinde kullanılan tüm kimyasalların kamuoyu ile paylaşılması, çatlatma işleminden sonra kullanılan suyun çevreye zarar vermeyecek şekilde muhafazası, açılan kuyuların jeolojik yapısı, derinliği gibi detayların kamuoyu ile ve gözetim yapacak kurumlarla paylaşılması. Tüm bu düzenlemelerin getireceği maliyetlerin toplam sondaj maliyetinin yaklaşık yüzde birine denk geleceği tahmin ediliyor. Hükümetlerin kaya gazı faaliyetlerini yasaklamalarının en önemli sebebi toplumda kabul görmemesidir. Bu bağlamda aşağıda belirtilen temel konulara daha çok önem verilmesi (gerekirse yeni yasal düzenlemeler getirilerek), sıkı güvenlik tedbirlerinin getirilmesi ve takibinin yapılması önerilmektedir: • Kaya gazı üretimi ile ilgili tüm risklere ilişkin sorulara tatmin edici cevaplar verilerek toplumla paylaşılmalı ve böylece toplumsal bir diyalog ortamı geliştirilmeli. Örneğin; “Yer altında oluşturulan çatlaklar en fazla ne kadar derinleşebilir?”, “Çatlatma işlemi en fazla kaç ölçeğinde bir deprem meydana getirebilir?”, “Kaya gazı kuyularındaki sızıntı olasılığı nedir?” gibi; • Açılan kuyulardaki çimentolamaya yüksek standartlar getirilmeli ve kontrolü yapılmalı; • Hidrolik çatlatma tekniği hakkında bilgi vermek amacıyla çevresel konularla ilgili bir veri tabanı oluşturulmalı, bilgiler sürekli güncellenmeli ve

39


kamunun bunlara ulaşımı sağlanmalı; • Kaya gazı faaliyetlerinde kullanılan kimyasallar açıklanmalı ve bunların ne türden sorunlara yol açabileceği belirtilmeli; • Sondaj işlemleri öncesinde ve sonrasında yer altı sularının kimyasal ölçümleri yapılmalı; • Çatlatma işleminden sonra yüzeye çıkarılan suyun idaresi (depolanması ve yeniden yeraltına enjekte edilmesi gibi) gözetim altında tutulmalıdır. Bu liste uzayıp gidiyor aslında. Dolayısıyla, kaya gazına olan karşıtlığın azaltılabilmesi için ilk yapılacak iş toplumda bir güven ortamının oluşturulmasını sağlamak ve kaya gazı faaliyetlerinin çevreye vereceği muhtemel zarar riskini en aza indirerek yapılabileceğini göstermektir.

Kaya gazı karşıtlığı duvarını yıkabilme çok zor ile imkansız arasında Suyla çatlatma tekniği toplumdaki kaya gazı karşıtlığının belki de en önemli sebebi olduğu için üretici şirketler bu tekniğin yerini alabilecek alternatif çatlatma teknolojileri ya da “susuz” çatlatma tekniği arayışı içinde. Çatlatma işlemlerinde su yerine sıvılaştırılmış karbondioksit, propan jeli ve nitrojen kullanımı kaya gazı sanayisinin üzerinde en çok durduğu alternatifler arasında. Birkaç yıldır çeşitli ARGE şirketleri bu konu üzerinde çalışıyor ancak henüz ticarileştirilebilmiş değil. Şirketler ayrıca hidrolik çatlatma esnasında kullanılan su miktarının azaltılması ve atık suyun arıtılıp tekrar kullanılması konularına da yoğunlaşmış durumda. Yeni düzenlemeler, teknolojiler, güvenlik tedbirleri, sıkı kontroller, vesaire, birçok sorunu çözebilir ancak kaya gazına yönelik kamuoyu tepkisini azaltmaya yine de yeterli gelmeyebilir, ABD haricinde. Bu bizi can alıcı bir noktaya getiriyor: mülkiyet hakları rejimi. ABD’de toprağın altında bulunan her şey arazinin sahibine aitken Avrupa’da yeraltı kaynaklarının sahibi devlettir. Yani, ABD’de arazinizde kaya gazı bulunuyorsa çıkarım haklarını enerji şirketlerine verip köşeyi dönme şansınız varken, Avrupa’da arazinizin çerez parasına kamulaştırılıp özel şirketlere peşkeş çekilmesi pekâlâ mümkündür. İnsanlar sizce hangisinde “kaya gazına hayır” demeye daha meyilli olur? Diyeceğim şu ki, en yeni teknoloji ve teknikler kullanılsa da, bir sürü yasal düzenlemeler getirilse de, sıkı güvenlik tedbirleri alınsa da, şahıslara pay hakkı verildiği bir ara formül geliştirilmediği sürece bilinen kaya gazı kaynaklarının genelde yerleşim yerlerine yakın olduğu Avrupa’da kaya gazı karşıtlığı duvarını yıkabilme olasılığı çok zor ile imkânsız arasında bir yerde bence. Ya sizce?

40


Yaptırımlar Sonrası İran Gazı 3 Ağustos 2015 Nükleer müzakerelerin tatlıya bağlanarak İran’ın uluslararası sisteme yeniden dahil olmasının politika, ekonomi ve enerji alanlarında bölgesel ve küresel çapta yaratacağı etkiler hakkında müthiş bir spekülatif malzeme enflasyonu yaşıyoruz. Bu anlaşmanın ne derece uygulanacağını, başarılı olup olmayacağını ileriki yıllarda hep birlikte göreceğiz ama şu bir gerçek ki, onay süreçlerinde pürüzler çıkmaz ise enerji alanında en önemli bariyerlerden olan finans, bankacılık, teknoloji ve sigortacılık konularındaki kısıtlamalar önümüzdeki yıldan itibaren kaldırılmaya başlanacak. Böylece enerji sektörü dahil hem İran ekonomisinde hem de İran ile iş yapanların ekonomilerinde yeni bir dönem başlayacak. Belki de bu yüzden Viyana’da P5+1 ve İran arasında 14 Temmuz 2015 tarihinde varılan anlaşmanın aslında nükleer mi yoksa ekonomi anlaşması mı olduğunu sorgulayanlar var. Hiç şüphesiz petrol ve gaz sektörü ekonomiye güç kazandıracak sektörlerin başında yer alacaktır. Dünyanın en büyük dördüncü petrol rezervine, doğalgazda ise en büyük rezervine sahip olmasına rağmen uzunca bir süredir yaptırımlara maruz kaldığından kolları ve kanatları kesilen İran petrol ve gaz sektörünün global piyasalara açılmasıyla birlikte İran ekonomisinin önemli bir dönüşüme sahne olması beklenirken, üç haneli milyar dolarla ifade edilen sektörün yatırım ihtiyacının doğuracağı fırsatlar doğal olarak herkesin başını döndürüyor. Geçen seneden beri Tahran’ı mesken tutan Avrupalı ve Asyalı firmalar gibi Türk iş çevreleri de bu büyük pastadan pay almayı umut ediyor. En son verilen rakamlara göre İran petrol ve gaz sektöründe yaklaşık 50 proje için 2020 yılına kadar 185 milyar dolarlık yatırım gerektiği öngörülüyor. Sadece upstream gaz sektörü için ifade edilen tutar 60 milyar dolardan fazla.

41


Üvey evlat muamelesi gören İran doğal gazı Müzakereler başladığından beri İran’ın petrol sektörü ve muhtemel bir anlaşmanın global piyasalara nasıl yansıyabileceği konuşuluyor. Ben ise bu yazımda üvey evlat muamelesi gören İran doğal gazının yaptırımlar sonrası dönemde kısa, orta ve uzun vadeli çerçevelerden bakıldığında hangi piyasalara, nasıl ve neden ihraç edilebileceğini incelemeye çalışacağım. Bunun için önce iki bileşenden oluşan İran’ın ileride ne kadar gaz ihraç edebileceğine bakmamız gerekir. Birinci bileşen, İran’ın ileride ne kadar gaz üretebileceği, ikincisi ise üretilen miktarın ne kadarının iç piyasada tüketileceğidir.

İran’ın doğal gaz üretimi kademeli olarak artacak İran dünyanın en büyük dördüncü (ABD, Rusya ve Katar’ın ardında) satılabilir gaz üreticidir. İran, Mart 2014-Mart 2015 aralığında (İran hicri yılı) 229 milyar metreküp (bcm) doğal gaz üretti. Bunun 12 bcm’i flare hattında yakıldı ve 34 bcm’i petrol sahalarına enjekte edildi. Dolayısıyla satılabilir üretim miktarı 183 bcm (İran’ın resmi rakamlarıyla uluslararası istatistikler arasında farklıklar olduğunu burada hatırlatmakta fayda var). Dünyanın en büyük doğal gaz sahalarından olan Güney Pars sahası İran’ın toplam brüt gaz üretiminin yaklaşık yarısını karşılıyor. İran Ulusal Gaz Şirketi, şu anda günlük ortalama 660 milyon metreküp (mcm/d) olan brüt gaz üretiminin 6. Beş Yıllık Kalkınma Planı (2015-2020) sonunda 1000-1100 mcm/d olmasını bekliyor. Bu süre içerisinde Güney Pars sahasındaki üretimin 350 mcm/d’den 800-850 mcm/d’ye çıkması amaçlanıyor. Yani Güney Pars sahasından çok şey bekleniyor. Güney Pars sahasının daha önceleri açıklanan 24 faz yerine 29 fazda geliştirilmesi planlanıyor. Yurtiçi ihtiyacı karşılamayı amaçlayan ilk 10 faz tamamlandı ama henüz tam kapasite faaliyet göstermiyor. Faz 12 yeni bitti. Faz 15-16 önümüzdeki aylarda devreye girecek. Kalanlarının ise önümüzdeki üç beş yıl içinde tamamlanması planlanıyor. İran’ın henüz tamamen devreye sokamadığı birçok doğal gaz sahası daha mevcut (Kish, Kuzey Pars Laban, Gülşen, Ferdevs gibi). Bunun yanında son bir kaç yılda keşfedilip henüz geliştirme çalışmaları başlamamış olan gaz sahaları da mevcut (Faruz B, Madar, Hayyam ve özellikle Hazar Denizi’ndeki Serdar Jangal gibi). Hepsi yatırımcı bekliyor. Burada rakamlara girmek istemiyorum ama orta ve uzun vadede hiç kuşkusuz İran’ın brüt ve satılabilir gaz üretiminde çok ciddi artışlar kaydetmek gayet mümkün. Yabancı şirketler derhal devreye girerse İran’ın brüt gaz üretiminin 2020 yılında 400 bcm’e çıkması zor da olsa mümkün.

42


Talepte beklenen artış en az üretim artışı kadar önemli Bence “İran ileride ne kadar gaz ihraç edebilir?” soruna cevap aramak için üretimden ziyade İran’ın gaz talebinin nasıl bir seyir izleyeceğine odaklanılmalı. Çünkü İran dünyanın en fazla gaz tüketen dördüncü ülkesidir. Son 10 yılda İran’ın net gaz üretimi iki katına çıkarken yurt içi gaz tüketimi de aynı oranda arttı. 2014-2015 mali yılında 50 bcm’den fazla gaz elektrik üretimi için kullanıldı, 32 bcm sanayide ve 91 bcm ise konutlarda. Bunlar büyük rakamlar. İran’ın elektrik tüketimi çok hızlı artıyor, tüm şehirler henüz doğal gaza bağlanmış değil, sanayide gaz sıkıntısı var. İran’da petrol harici ihracat gelirinin yüzde 40’ını oluşturan petrokimya sektörüne çok önem veriliyor. Geçtiğimiz mali yılda İran toplamda 60 milyon ton üretim kapasitesine sahip petrokimya tesislerine yeterli gaz sağlayamadığı için ancak 45 milyon ton üretim yapabildi. Şu anda 67 adet öncelikli olarak tamamlanmayı bekleyen petrokimya tesisi var. Eğer bunlar gerçekleştirilebilirse ülkenin petrokimya kapasitesi ikiye katlanacak. 2025 yılı kapasite hedefi ise 180 milyon ton. Ayrıca, İran’ın petrol üretiminin yarısının yaşlı sahalardan geldiğini, bu sahaların ömrünü uzatabilmek ve çıkarılan petrol miktarını maksimize edebilmek için enjekte edilen gaz miktarında ciddi artışlar beklendiğini de unutmamak gerekir. Geçen sene İran’ın petrol sahalarına enjekte ettiği ve flare hattında yaktığı gaz miktarı toplamı Türkiye’nin gaz tüketimine eşdeğer. Eğer bu iki konuda ciddi önlemler alınmaz ve yukarıda değindiğimiz nihai tüketim sektörlerindeki artış kontrol altına alınmaz ise ihracat planları büyük sekteye uğrayabilir. Bunlara rağmen İranlı yetkililer 2020’de dış piyasalara potansiyel olarak 200 mcm/d, yani 73 bcm, gaz ihraç edilebileceğini iddia ediyorlar. Potansiyel kelimesi burada kilit çünkü ne kadar gaz ihraç edilebileceğini belirleyecek en önemli faktörlerden biri de ihracat alt yapısıdır. Gaz talebindeki

43


artış hızı yavaşlatılsa dahi yeterli alt yapının olmaması ihracat miktarını kısıtlayacaktır.

İran’ın gaz ihracat opsiyonları ve yolları Bildiğiniz gibi İran gazının en büyük ve en pahalı alıcısı biziz. Ermenistan sattığı 1 bcm’den az gazın bir miktarını elektrik olarak geri alıyor. Türkmenistan’dan ithal ettiği gaz özellikle İran’ın kuzeyinde mevsimsel pik talebi karşılıyor. Azerbaycan’dan ithal edilen gaz ise Nahcivan’a sattığı gazla eşdeğer, yani swap yapıyor. Potansiyel ihracat artışı ihtiyacı duyulduğunda kısa ve orta vadede İran ilk öncelikle yakın pazarlara odaklanmak isteyecektir. Doğal olarak ilk yanaşacağı ülke Türkiye’dir. Altyapı nasılsa mevcut ve kapasitesi de arttırılabilir. Bu nedenledir ki Cumhurbaşkanımızın İran’a 7 Nisan tarihinde yaptığı ziyaretin bir hafta sonrasında İran Petrol Bakanı Zanganeh Türkiye’nin ithalat miktarını ikiye katladığı takdirde satacağı yeni 10 bcm için fiyat indirimine gideceği şeklinde bir açıklama yapmıştı. Çocukluğumda yaz aylarında İstanbul Mahmutpaşa’da tezgâhtarlık yapardım. İran’ın yaptığı teklif bana o zamanlarda Mahmutpaşa meydanda “ikizlere takke” satan bir abinin çok kullandığı bir sözü anımsatmıştı: “Anan güzel mi?” İsviçreli EGL firmasıyla 2008 yılında yapılan mutabakat zaptı gereği Türkiye üzerinden geçecek bir boru hattıyla Avrupa’ya yıllık 30 bcm civarında gaz satma planları hala havada. Güney Pars doğalgaz sahasından Türkiye’ye 1800 km, artı Türkiye ayağı, artı Avrupa ayağı dikkate alınırsa Pars, IGAT-9 ya da nasıl adlandırılırsa adlandırılsın böyle uzun bir boru hattıyla, gelecekteki gaz talebi muallak olan ve baş ağrısı yaratacak bir ton kuralları bulunan Avrupa Birliği pazarlarına gaz satarak para kazanmak, üstüne üstelik gaz fiyatları da dikkate alınırsa pek akılcı olmaz herhalde. Fakat İran’ın Avrupa pazarını ihmal edeceğini düşünmüyorum.

Çin anlaşmayla niye bu kadar çok ilgileniyor? Türkiye İran’ın tek kapısı değil tabii ki. Diğer kapılar da mevcut. Bundan 20 sene önce İran ve Pakistan iki ülke arasında bir boru hattı projesini imzalamışlardı. 1999’da Hindistan da bu projeye destek vermişti. Güney Pars doğalgaz sahasından Pakistan sınırına kadar olan 900 km’lik hat yapıldı. Pakistan sınırında inşaat Mart 2013’te başlamış ama 700 km’lik hat için finansman konusunda sıkıntıya düşülünce ve biraz da ABD’nin baskılarıyla ertelenmişti. Hindistan ayağı ise ABD’nin Hindistan’ı sıkıştırması nedeniyle iptal edilmişti. İran-Pakistan anlaşması yıllık yaklaşık 8 bcm gazı kapsıyor. Çin devlet şirketi CNPC’nin proje maliyetinin önemli bir kısmını açıklaması ve Gwadar’dan İslamabad’a gidecek boru hattının daha sonra Pakistan’ın kuzey sınırından Çin’e kadar uzanabileceği konusundaki yeni planlar projeyi tekrar canlandırdı. Aralık 2014 diye planlanan gaz akışının 2017’den önce gerçekleşmesi tahmin edilmiyor. Peki, Çin niye bu kadar ilgileniyor?

44


Bildiğiniz gibi ABD, Türkmenistan ve Hindistan’ı Afganistan ve Pakistan üzerinden bağlayacak bir gaz boru hattı projesini (1735 km, 33 bcm/y, 10 milyar dolar) destekliyor yıllardır. Asya Kalkınma Bankası, TAPI olarak adlandırılan bu projenin fizibilitesi için maddi destek veriyor. Hindistan Başbakanı Narendra Modi 11 Temmuz’da İran nükleer müzakereleri sonuçlanmadan bir kaç gün önce Rusya ve Orta Asya’yı içeren ziyaretler zincirinin Türkmenistan ayağında “haydi TAPI’yi yapalım” demesi beklenirken, tohumları 10 yıl önce ekilen “Türkmenistan-İran-Umman-Hindistan arasında bir boru hattı projesini neden yapmıyoruz” dedi. MEIDP (Middle East to India Deepwater Pipeline), bazen de SAGE (South Asia Gas Enterprises Pvt Ltd), olarak bilinen bu proje (1300 km, 11 bcm/y, 5 milyar dolar) İran’ın Chabahar limanı ile Hindistan’ın Porbandar limanını Umman sahilindeki Ras Al-Jafan yoluyla bağlamayı planlıyor. Proje, yaptırımlar, teknik ve teknolojik zorluklar, ABD’nin karşı çıkması ve finansman zorluğu nedenleriyle kağıt üstünde kalmıştı. Hindistan neden bu projeyi canlandırmak istiyor? Hele de geçtiğimiz Mart ayında Birleşmiş Milletler’in Pakistan’ın kıta sahanlığını 200 milden 350 mile çıkarmasıyla hesaplarını 200 mil üzerinden yapan SAGE boru hattı projesi Pakistan ile sürtüşme yaratma olasılığı yüksek iken. Gazın Umman’a ulaştırılması tekrar gündeme geldi. Şunu da belirtelim ki 2008 yılında Umman ile yapılan mutabakat zaptında Umman körfezinin altından geçecek bir boru hattıyla İran gazının Umman’daki Qalhat LNG tesisini beslemesi ve iç piyasaya da gaz vermesi öngörülüyordu. Yıllık 10 bcm İran gazının planlanan 400 kilometrelik kara ve denizaltı boru hattıyla Umman’a ulaştırılması geçen yıl yeniden gündeme gelmiş ancak iki ülke arasındaki görüşme trafiği geçtiğimiz Mayıs ayından itibaren hızlanmıştı.

40 bcm’lik ihracat altyapısına sahip olabilir İran’ın Birleşik Arap Emirlikleriyle yaptığı gaz alım satım anlaşması konusunda da yeni bir gelişme kaydedilmedi. (Katar ile Dolphin boru yüzünden yaşanan gerginliğin biraz tırmanması lazım). Suriye ile imzalanan mutabakat zabıtları gereği İran’dan Suriye’ye Irak üzerinden gaz satmak ve bu amaçla yapılması düşünülen boru hattında da malum nedenlerden dolayı bir gelişme yok. Ama Irak’a gaz satma konusunda epey yol alındı. Bağdat ve Basra bölgelerindeki bazı termik santrallere gaz verme amacını güden anlaşma gereği yapılması kararlaştırılan boru hatlarından Mansuriye’ye olanı (İlam-Bağdat hattı, 100 km, 9 bcm/y) hazır ama güvenlik konusu hala önemli bir engel, hele bugünlerde. Gaz akışı çok yakında 5 mcm/d ile başlayıp sonraları 25 mcm/d ye (yani 9 bcm/y) çıkartılacak. Basra’daki termik santrallere satmak için yapılan anlaşmanın miktarı ise 35 mcm/d (yaklaşık 13 bcm/y). Bu gazı taşıyacak boru hattının 590 km’yi kapsayan İran ayağının yap-işlet-devret

45


tipindeki kontratı henüz imzalandı. Kısacası İran bir kaç sene sonra Türkiye, Pakistan, Irak’tan oluşan üç pazara boru hatlarıyla yılda toplam 40 bcm gaz satabilmesine olanak sağlayacak ihracat alt yapısına sahip olacak.

LNG’de yabancı yatırımcıya ve zamana ihtiyaç var İran sadece boru hatları yoluyla ihracat yapmayı düşünmüyor. İran’ın 2005-2009 yıllarını kapsayan 4. Beş Yıllık Kalkınma planında, yapılması amaçlanan 6 LNG tesisiyle İran’ın yıllık 70 milyon ton LNG ihracat kapasitesine ulaşması hedefleniyordu. Ama yaptırımlar dahil bir çok nedenden dolayı Pars LNG ve Persian LNG rafa kaldırılırken bir çoğu da suya düşmüştü. İran LNG projesini İran’ın ulusal gaz şirketi NIGEC kendi başına tamamlamaya çalıştıysa da bugüne kadar projenin ancak yarısını gerçekleştirebildi. Bugün İranlılar Alman Linde firmasıyla yıllık 10 milyon ton LNG kapasiteye sahip olacak projeyi yeniden hayata döndürmenin müzakerelerini yapıyor. Yakında şüphesiz Shell ile yüzer LNG (FLNG) konusunda görüşmeye başlayacaklar. Unutmamak gerekir ki Shell’in İran’a yaptırımlar nedeniyle askıya aldığı 2,3 milyar dolar borcu bulunuyor. LNG İran için son derece stratejik bir konu. Fakat bunun için teknoloji sahibi yabancı yatırımcıya ve zamana ihtiyacı var. Bence İran kısa ve ortada vadede kısa boru hatları yoluyla yakın komşularına ihracata başlayacak. Sonra daha uzun boru hatlarıyla Asya piyasalarına uzanmaya ve en nihayet LNG vasıtasıyla da Avrupa dahil uluslararası piyasalara erişmeye çalışacak. İran’ın kısa ve orta vadede Rusya ile açık bir rekabete gireceğini sanmıyorum. Belki uzun vadede.

Yatırımcılar İran gaz sektörüne akar mı? Her şey İran’ın gaz pazarını yatırımcılara cazip hale getirmesine, bu da çoğunlukla yasal, mali ve enerji düzenlemelerinin öngörülebilir, çekici ve teşvik edici olmasına ve ayrıca mevcut bürokrasinin ciddi şekilde azaltılmasına bağlı. Bu sene sonuna doğru açıklanması beklenen ve upstream sektöründe kilit rol oynayacak İran’ın yeni petrol kontratı (IPC)’nın nasıl gözükeceğini henüz bilmiyoruz. IPC şüphesiz üretim paylaşım anlaşması şeklinde olmayacak çünkü İran anayasasına göre özel ve yabancı şirketlerin doğal kaynakları sahiplenmesi mümkün değil. İranlı yetkililere göre IPC’de kontrat süreleri daha uzun tutulacak ve yabancı yatırımcılar için Bağdat hükümetinin servis kontratlarından daha cazip koşullar içerecek. Ne olursa olsun politik risk yine de yatırımcıların aklından çıkmayacak. Daha müzakereler tatlıya bağlanmadan bir buçuk sene önce özellikle Avrupalı firmalar İranlı enerji şirketleriyle görüşmelere başlamıştı. İranlı yetkililer bunu bugün teyit etmekten kaçınmıyorlar. Bence İran önceliği özellikle teknik donanıma ve teknolojiye sahip , cebi derin büyük yabancı

46


firmalarla beraber çalışmaya verecek. Muhtemelen Çin, Hindistan ve Rus firmalarla işbirliğini pekiştirirken önce Avrupalı sonra da Amerikalı firmaları sektörüne çekecek. Herhalde bu ve yukarıda değindiğim konular 23 Kasım 2015 tarihinde İran’ın ev sahipliğini yapacağı, genel sekreteri İranlı olan Gaz İhraç Eden Ülkeler Forumunun üçüncü zirvesinde kapalı kapılar ardında da olsa da ele alınacak.

Türkiye ve İran doğal gaz sektörü Türkiye’nin İran gaz sektöründe rolü ve önemi deyince ilk aklıma gelen şey, Türkiye ile İran arasında Güney Pars gaz sahasının 22, 23 ve 24 no.lu fazlarının TPAO ve NIOC işbirliğinde geliştirilmesi konusunda 2007 yılında imzalanan ama çeşitli gerekçelerle uygulanamayan anlaşma oldu. (Bahsedilen fazların geliştirilmesi İranlı şirketlere verildi ve şu ana kadar işin yüzde 70’e yakını bitti). Bizim basınımızda İran’ın da TANAP’a katılmasıyla Türkiye’nin bölgesel enerjiyi değil küresel enerjiyi yönlendireceğine dair haberler de var. Hatta TANAP’a İran’dan gelecek bir hattın da bağlanabileceğini ifade edenler var. Bunun için Güney Pars’tan sadece Türkiye sınırına kadar 1800 km. boru döşenmesi gerekir. Buna sınırdan TANAP’a bağlantı için gerekli mesafeyi de ilave edersek astarı yüzünden pahalı bir projeyle karşı karşıya kalabiliriz. İran illaki TANAP’ta pay sahibi olmak (İran ulusal petrol şirketi NIOC zaten Şah Deniz sahasında hissedar) ve gazını TANAP yoluyla Avrupa’ya satmak istiyorsa, o zaman Hazar Denizi’nde keşfettiği sahaları bir an önce geliştirerek üretime geçirip Azerbaycan’daki Şangal terminaline bağlaması bana daha mantıklı geliyor. Laz kafası işte ne yaparsınız! Bizde niye boru döşeme takıntısı var onu da hala anlamış değilim. Her şeyi boru olarak görüyoruz nedense. Basınımıza göre İran’ın boru hattı vasıtasıyla doğu yönlü ihracatı için Pakistan hattı, batı yönünde ise Türkiye tek rota olarak öne çıkıyormuş. İran doğalgazının Avrupa’ya iletilmesinde Türkiye kritik ve stratejik öneme sahip bulunduğundan Türkiye’nin eli enerji merkezi olma yolunda daha da güçlenirmiş. (Herhalde İran gazının Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınması ve Türkmen gazının İran üzerinden Türkiye’ye aktarılması ihtimali kast ediliyor). Ayrıca, İran pazarı için yarış veren ülkelere karşı Türkiye bir adım öndeymiş (İran Başbakan Yardımcısı Viyana’da Temmuz sonunda “AB şirketleriyle 2 milyar dolardan fazla yatırım anlaşması yaptık” derken bizimkileri atladı herhalde). Yanlış anlaşılmasın, eleştiri yapmıyorum. Nasıl olsa sonunda ‘haticeye değil neticeye bakacağız’ değil mi? Bildiğiniz gibi yaptırımlar döneminde Türkiye, BM kararlarına uyacağını ancak AB ve ABD taleplerine uyma zorunluluğu olmadığını dile getirerek İran’la ticari ilişkilerini dinamik tutmaya çalışmış, hatta petrol ithalatını kısmasına rağmen İran’dan aldığı doğalgaz ithalatının bedelini İran Ulusal Gaz Şirketi’ne Halkbank üzerinden yapmıştı. Buna rağmen Türkiye’nin bir-

47


çok konuda tereddüt etmesi nedeniyle karşılıklı ilişkiler istenen seviyelere gelememişti. Türkiye ayrıca Suriye, Irak ve Yemen’e müdahale gibi konularda İran’la ters düşmüştü. Ben, yaptırımlar sonrası dönemde İran ile enerji işbirliğimizin artacağına, ancak İran gaz sektöründe yapılacak büyük ve önemli yatırımlarda Türkiye ve Türk firmalarının Tahran’ın önceliği olmayacağını düşünüyorum. Dolayısıyla Türkiye’nin İran için değil de İran’ın Türkiye için rolü ve önemine bakmak gerekir belki de. Yazım çok uzadı. Siz okumaktan, ben de AZERTY düzenindeki Fransızca klavyede QWERTY Türkçe yazmaya çalışmaktan yoruldum. Bir sonraki sayıda görüşmek üzere…

48


Çin Borsası’nın Yarattığı Paniğin Düşündürdükleri 8 Eylül 2015 Sevgili erkek kardeşim borsacı olmuş olsaydı doğum günü ona zehir olacaktı. 24 Ağustos 2015 Pazartesi günü finans piyasaları sert düşüşler, yüksek volatilite ve aşırı panikle sarsıldı. Çin’in Şangay borsasındaki yüzde 8,5’lik düşüş (2007’den bu yana en sert düşüş), tüm dünya borsaları ve emtia piyasalarında büyük bir satış dalgası yaratmıştı. ABD’deki Dow Jones endeksi telefonda kardeşimin doğum gününü kutladığım bir kaç dakika içinde paraşütsüz düşmekteydi. Hatta endeks, seansın açılışını takiben 3,5 saatte tarihindeki en büyük iniş çıkışı yaşadı. Birçok borsada kayıplar yüzde 5’i aşarken, S&P 500 enerji endeksi son 4 yılın en düşük seviyesine, 22 ham maddenin işlem gördüğü Bloomberg Emtia Endeksi Ağustos 1999’dan sonraki en düşük seviyeye indi. Kömür fiyatları son 12 yılın, bakır ve alüminyum fiyatları 6 yılın, petrol fiyatları ise son 5 yılın en düşük seviyesine indi. Piyasalardaki endişeyi ifade eden VIX endeksi dudak uçuklattı. Bizdeki yansıması da malum. Çapı ve derinliği yüzünden 24 Ağustos’u derhal “Kara Pazartesi” olarak niteleyen piyasa yorumcuları bunun yeni bir krizin başlangıcı mı yoksa aşırı verilmiş bir tepki mi olduğunu tartışırken, borsalar ve petrol fiyatları bir iki günde toparlanmaya başladı ve haftayı gülerek bitirdi. Gel de çıldırma! Ben Çin uzmanı değilim. Bir kara kutu gibi olan Çin ekonomisini okumak oldukça zor: Şeffaflık pek yok, istatistikler güvensiz, derine girmek bir ömür ister. Bu yazıda sadece düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Piyasaların cıvatası mı çıktı? Şangay borsasında bir kaç aydır devam eden düşüş Çin Merkez Bankası’nın 11 ve 12 Ağustos’ta sürpriz şekilde Yuan’ı iki kere üst üste devalüe etmesi (%3,2) sonrasında hızlanmıştı. Yuan’ın devalüe edilerek ABD doları karşısında zayıflatılması ve bunun Çin’in dış ticaretinin yüzde 40’ını gerçek-

49


leştirdiği birçok bölge ülkesinin döviz kurunda yarattığı etki, Asya ekonomilerinin büyüme hızında bir yavaşlama sinyali olarak algılandı ve global çapta endişelere neden oldu. 25 Ağustos’ta Çin Komünist Partisi ana yayın organı olan People’s Daily’nin ilk sayfası dahil hiç bir sayfasında borsadaki çöküşten ve yarattığı etkiden bahsedilmese de endişeleri azaltmak amacıyla Çin Merkez Bankası hemen faiz oranını düşürdü ve borç almayı kolaylaştırdı (Kasım 2004’ten beri beşinci kez). Sağlanan likidite Haziran ortasından bu yana yüzde 30 değer kaybetmiş olan borsaya yönlendirilince ülkedeki hisse senedi değerleri 28 Ağustos’ta toparlandı. Nihayetinde, atılan adımlar büyümeye dair endişeleri ortadan kaldırmasa da piyasaları biraz rahatlattı ve hisse senetlerinin ülke ve küresel çapta değer kazanmasını sağladı. 3 Eylül’de İkinci Dünya Savaşı zafer kutlamaları için dünya liderlerini evinde toplayacak Çin’in ekonomik, askeri ve diplomatik açıdan bir dünya gücü olduğu gösterisini gölgelemesi de düşünülemezdi herhalde.

Çin’de yaşanan bir ekonomik kriz değildi Lee Iacocca’nın “fasulye sayıcısı” olarak tabir ettiği birçok finans uzmanı Çin’de yaşananların bir ekonomik kriz olduğunu iddia ediyor. Çin’de yaşanan bir ekonomik kriz değildi. Her şeyden önce Çin’de ekonomik aktivite ile borsalar arasında yüksek bir ilişkinin bulunduğunu söylemek doğru olmaz. Dolayısıyla borsadaki sarsıntının ekonomik büyümeyi ciddi bir tehdit altına soktuğunu söyleyemeyiz. Çin’de bankaların ve finansal kurumların çoğu devlet kontrolünde veya devletin olduğu için gerçek anlamda finansal panik beklemek pek mümkün değil. Finans sektörünün çökmesine müsaade edilmeyeceğinden sektörün arkası sağlam. Dolayısıyla finansal kriz de pek olası değil. Bu yüzden borsada yaşananlar ekonomiyi vurmadı. Bu arada Çin ekonomisinde bazı yapısal sorunların olduğunu da kaydetmek gerekir. Ekonomisi iki yıldan fazla süredir yavaşlama sinyali veren Çin’de sanayi üretimi, ihracat ve ekonomik büyümeyle ilgili verilerin son zamanlarda beklentilerin uzağında kalması endişelere neden oluyordu. Mali ve para politikaları kullanılarak bu sorunların üstü kapatılmaya çalışılıyordu. Ekonomiyi durgunluğa sokmamak için iç tüketimi arttırma politikasına ağırlık verilirken, akıtılan parayla borsa ayakta tutulmaya çalışılıyordu. Hâlihazırda 3,5 trilyon dolarla en fazla döviz rezervi bulunduran ülke olduğundan faiz oranlarındaki düşüşün Çin’in makroekonomik dengelerinde ciddi hasara yol açması pek olası değil. Fakat yine de Avrupa ve ABD’de fasulye sayıcılarını arkasına alan bir çok politikacı Çin’in global büyümeyi tehdit ettiğini iddia ediyor. Avrupa ve ABD’de ekonomik büyüme yaratmak Çin’in bir görevi olmadığına göre bu politikacıların kendi ülkelerindeki becerisizliklerini Çin’e yüklemeleri ve faturasını Çin’e kesmeleri çok abes kaçıyor.

50


Çin neden Yuan devalüasyonuna gitti? (a) İhracatı artırmak ve ekonomiyi düzeltmek için; (b) Yeni bir kur savaşları başlatmak için; (c) Rekabetçi ve daha piyasa odaklı bir kur rejimine geçerek ekonomik reformları hızlandırmak için; (d) IMF’yi Yuan’ı SDR sepetine dahil etmeye zorlamak için; (e) Hiçbiri. Ekonomiye canlılık kazandırmak ve düşen ihracat ve sanayi üretimi büyüme oranlarını yukarıya çekerek hükümetin büyüme hedefi olan yüzde 7’nin altına düşmemeye çalışmak ilk başta oldukça mantıklı bir neden gibi geliyor. Ancak Yuan’ın devalüasyonunu hemen Çin’in ekonomik koşullarına kilitlemek pek doğru değil. Doğru, ihracat oldukça zayıfladı ama hala dış ticaret fazlası çok büyük. Dünya ekonomisinin hala zayıf olduğu ve 2009 yılından bu yana ilk defa bu yılın başından beri dünya ticaret hacminin azaldığı bir ortamda dış piyasalara nasıl daha fazla mal satacak? Ayrıca unutmamak gerekir ki Çin’in izlediği politika yatırım tabanlı ve ihracat eksenli büyüme stratejinden tüketim ekonomisine ve servis sektörüne yönelmeye doğru kayıyor, yani Çin ekonomisi yapısal bir dönüşüm yaşıyor. Bu yüzden doğal kaynaklara ve dış pazarlara yaptığı yatırımları azaltma isteği yaygın. Dolayısıyla (a) şıkkı pek akılcı değil. Döviz kuru savaşları yaratmak pek işine gelmez çünkü bu beraberinde politik ve ekonomik maliyet gerektirmesi yanında kendisini de kırılgan yapar. Yani (b) şıkkı yarardan çok zarar içerebileceğinden pek inandırıcı değil. Çin, serbest piyasa ekonomisine geçme yolunda birçok reform yapmasına rağmen döviz piyasasına dokunmayarak sabit döviz kuru sistemini devam ettirmekteydi. Rekabetçi ve daha piyasa odaklı bir kur rejimine geçerek ekonomik reformları hızlandırmak yıllardır ABD ve IMF tarafından Çin’e telkin ediliyordu. Dolayısıyla Çin bir bakıma kendisine önerileni yaparak dolara sabitlenen Yuan’ı kelepçeden kurtarmak ve piyasaya daha uyumlu bir döviz kuruna dönüştürmek istemiş olabilir. Her ne kadar zamanlama ve uygulama şekli yanlış olsa da (c) şıkkı makul bir seçenek gibi gözüküyor. (d) Şıkkını biraz açmak gerekir. Bildiğiniz gibi, Ağustos 1971’de ABD Başkanı Nixon doların altınla bağını kopararak bugünkü küresel finans sisteminin temelini atmıştı. Chavez, Kaddafi ve Saddam Amerikan dolarının rezerv para olma özelliğini kaybetmesini ve dünya ticaretinde başka bir alternatifin kullanılmasını istiyorlardı. Onlara sonradan Putin de dahil olmuştu. Ancak doların yerini alabilecek dişe dokunur bir aday yoktu ve gelişemedi. Fiziki olarak tedavülde olmadığından SDR’ın da yeni rezerv para birimi olması pek olası değildi.

51


Ya Yuan? Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ve Politbüro’nun en çok önem verdiği hedeflerden biri Çin para birimi Yuan’ın IMF’in Özel Çekim Hakkı (SDR) sepeti içine dahil edilerek uluslararasılaştırılması ve rezerv edilen para birimi haline gelmesidir. SDR şu anda 4 temel uluslararası para biriminden (dolar, euro, yen ve sterlin) oluşmaktadır. Son zamanlarda Yuan bazlı mal ticaretindeki artışı da bir yere kaydetmekte fayda var. Avrasya’da Çin’in büyük projelerini ve bu projelere finansmanın nereden geleceğini (mesela Asya Altyatırım Kalkınma Bankası gibi) düşünün hele.

Nihai kararın yıl sonunda verilmesi bekleniyor Çin tarafından Yuan’ın SDR’ye dahil edilmesi konusundaki teklif 2010 yılında IMF tarafından reddedilmişti. Fakat sonraları konu tekrar gündeme gelmişti ve IMF tarafından değerlendirme altındaydı. IMF, 4 Ağustos’ta yayınladığı bir notta Yuan’ın SDR’ye dahil edilmesi konusundaki kararı ertelediğini söylerken 19 Ağustos’ta bunu teyit etti. Bu iki tarih arasında Yuan devalüe edildi. Nihai kararın bu yıl sonunda verilmesi bekleniyor. Belki Çin dünyayı sallayabileceğini ve global ekonominin vidasını istediğinde sıkıp gevşetebileceğini göstermek istedi. Bakalım IMF ne karar verecek.

Devalüasyon FED’e ayar vermek için yapılmış olabilir Sonuç olarak (d) şıkkı biraz komplo teorisi koksa da söz konusu ülke Çin olduğundan olası bir seçenek. Sonuç itibariye bu soruya net bir cevap bulamıyorum. Aslına bakılırsa yapılan devalüasyon (ki büyük çaplı bir şey değildi zaten) dolara, dolaylı olarak da Amerikan Merkez Bankası’na (FED) tabiri caizse bir ayar vermek için de yapılmış olabilir. Eğer böyleyse Yuan devalüasyonunun devamı gelebilir. Global piyasalarda son zamanlarda yaşanan erimenin bir nedeni de doların güçlü olmasıdır. Global piyasalar sağır sultan Fed’e bir şekilde ‘güçlü dolar bizi öldürüyor, faizleri yükseltme’ diye haykırıyor. Yuan’ın devalüasyonu ve Amerikan ekonomisinin şu anki durumu FED’in Eylül’de beklenen faizleri artırma olasılığını da azalttı çünkü zayıflayan Asya para birimleri ve güçlü dolar, ABD’nin 45 milyar dolara yaklaşan ticaret açığını daha da kötüleştirebilir.

Cevap bekleyen çok soru var Yani 7 yıldır sürdürülen sıfıra yakın faiz oranları politikasının değişeceği beklentileri bir süre daha beklentiler listesinde kalmaya devam edebilir. Cevap bekleyen daha bir sürü soru var. Mesela, Ağustos ayına kadar altın depolayan Çin, neden birden yüklü miktarda altın satmaya başladı. Neden Amerikan hazine bonolarını elden çıkarıyor? 2015 başından Temmuz sonuna kadar Çin 100 milyar dolardan fazla tutarda Amerikan Hazine

52


Bonosu sattı. Neredeyse bir o kadar daha Ağustos ayında sattı. Çin bu satışı hızlandırır mı, başka ülkeler de Amerikan Hazine Bonolarını ellerinden çıkarır mı, büyük miktarda elden çıkarma söz konusu olursa ne olur? Bir düzenlemesi olmayan uluslararası para akışının saniyeler içinde bir piyasadan diğerine kayabildiği bir ortamda faiz arbitrajını (carry trade) tersine çevirerek ABD’nin 10 yıllık tahvil faizinde artışa neden olabilir mi? Tahvil faizi artarsa yeni bir QE gelebilir mi? Gelirse bu sefer ne olur? Bu sorular petrol ve gaz sektörü için de çok önemli.

Çin’deki gelişmeler petrol ve gaz sektörü için neden önemli? ABD’den sonra dünyanın en büyük ekonomisi olan Çin aynı zamanda dünyanın en büyük fabrikası, dolayısıyla en büyük hammadde tüketicisidir (özellikle petrol, çelik, kömür, alüminyum, nikel, bakır vs). Çin’de ekonominin büyüme hızın yavaşlaması demek üretimin ve hammadde ihtiyacının azalması demektir. Çin’in hammadde ithalatının yavaşlaması fiyatları aşağıya yönlendirip ihracatçı ülkeleri olumsuz etkileyebilir. Dünya ticaret hacminin 2009’dan sonra ilk defa bu yılın ilk yarısında yavaşlama sürecine girmiş olduğu göz önüne alındığında Çin’in hammadde ithalatındaki değişimin ne anlama geleceği kabak gibi ortaya çıkıyor. Çin’den finansal piyasalara ve emtia fiyatlarına yayılan paniğin petrol fiyatlarını da alaşağı etmesi son dönemlerde petrol fiyatlarının arz-talep dengelerinden ziyade finansal piyasa etkilerinden kaynaklandığını gösterdi (Bakır için de aynısı söylenebilir). Yani Ağustos ayının son haftasında petrol fiyatlarında yaşanan ani gerilemeyi ve çıkışı fiziksel piyasa koşullarına bağlamak doğru değil bence. 24 Ağustos Pazartesi günü Batı Teksas petrol fiyatı Şubat 2009’dan, Brent petrol fiyatı Mart 2009’dan sonraki en düşük seviyelerine indi (40 ve 45 doların altına) ama Cuma günü yıllardır görülmeyen bir zıplamayla 45 ve 50 doları aştı. Doğal gaz fiyatları Çin borsasının sallanmasına tepki vermezken uzunca bir süredir aşağıya doğru yuvarlanan kömür fiyatları ise 24 Ağustos’ta son 12 yılın en düşük değerine indi. Hatta son zamanlarda zaten zor durumda olan kömür devi Glencore hisseleri dibe vurdu. Kömür fiyatlarında izlenen düşüşteki temel etmenler arasında Çin’in iklim değişikliği konusundaki atağı ve kirlilik nedeniyle kömür tüketim hızını azaltma politikası yanında, Hindistan’ın azalan kömür talebi ve ABD’de kömürü hızla ikame eden kaya gazı öne çıkmaktadır. Düşük petrol ve gaz fiyatlarının ihracatçı ülkelerin ekonomilerine verdiği zarar malum. Düşük fiyatlar birçok petrol ve gaz üreticisi ülkeyi yatırımcıları teşvik amacıyla politika değişikliğine gitmeye itiyor. İngiltere’de arama ve üretim sektörüne verilen destek ve vergi kesintileri, Mısır’da şirketlerle olan kontratlarda özellikle fiyat konusunda radikal değişikliklere gidilmesi, Meksika’da ulusal petrol şirketi Pemex’in monopol durumuna son

53


verilmesi bunun bazı örnekleri. Sene başından beri düşük fiyatlar petrol ve gaz sektöründe mali disiplini ön plana çıkararak harcamaların kısılmasına, yatırımların ertelenmesi yanında birleşme ve satın almaların (Mergers and Acquisitions) artmasına neden oluyor. 2015 yılının ikinci çeyreğinde birleşme ve satın almalar 260 milyar dolara ulaştı. Sektörde dünyanın önde gelen şirketlerinden Schlumberger, Ağustos sonunda 14,8 milyar dolara rakibi Cameron International’ı satın alacağını duyurdu. Böylece 2015 yılı birleşme ve satın almaların en aktif olduğu yıl olacak.

Düşük fiyatlar yatırımları erteliyor Sonuç itibariyle Şangay borsasından esen rüzgar global piyasaları çalkalandırdı ve büyük bir belirsizlik atmosferi içine soktu. Çalkantı şimdilik durulma izlenimi verse de piyasalardaki seyir halen çok dalgalı. Endişeler ve huzursuzluk devam ediyor. Felaket tellallığı yapmak istemiyorum ama durum hiç de parlak değil. Global bir önlem alınmadığı takdirde, havadan yaratılan elektronik para (ekonomi jargonunda buna quantitative easing yani parasal genişleme diyorlar) ile zaten kumarhane haline gelmiş olan bugünkü modern finansal piyasalarda şişirilen balon elbet bir gün patlayacak. Geçmişteki krizler buna örnek. Buna rağmen makroekonomik teorilerde ve modellerde halen finans sektörünün göz ardı edilmesi veya arka planda tutulmasına bir anlam veremiyorum.

Şirketler gelişmeleri yakından takip etmeli Mevcut sistem, borsada işlem gören bir şirketin ucuz ve kolay borçlanmanın mümkün olduğu bir ortamda yatırım ve üretimini artırmadan kendi hisselerini satın almak yoluyla hisse senedinin değerinin arttırılabilmesine çanak tutuyor. Bunun yanında, faizlerin düşük olduğu bir ortamda yaratılan elektronik paranın spekülatif amaçla kullanılmasına göz yumarak borsaları şişirmek ve reel ekonomide önemli bir gelişme olmaksızın güllük gülistanlık bir hava yaratmak mümkün hale gelmiştir. Söyleyeceğim o ki, pompala-şişir-boşalt sistemine açık bir sistemde belirlenen fiyatlarla yaşamını sürdüren petrol ve gaz şirketlerinin global piyasalardaki gelişmeleri piyasadaki oyuncular kadar yakından takip etmesi şarttır.

54


Mısır Gazı ve Zohr Keşfiyle Bölgede Değişen Planlar 12 Ekim 2015 Bundan tam 5 yıl önce bu vakitler Kahire’deydim. Geçmişten geleceğe Mısır’ın enerji sektörünü konu alan bir kitap yazıyoruz. Kitabın petrol ve doğal gaz bölümlerini ben kaleme aldığımdan 2010 yılı başından beri hemen hemen her ay Kahire’ye gidip petrol ve gaz konularında faaliyet gösteren tüm kamu kurum ve kuruluşlarıyla görüşüyorum. Görüştüğüm yüzden fazla insandan bazısı teknik bilgisiyle, bazısı tecrübesi ve konuya hakimiyetiyle, bazısı açık sözlülüğüyle, bazısı sıcak kanlılığı ve yakınlığı ile bazısı mükemmel İngilizcesiyle, bazısı vizyonuyla, ama sadece bir ikisi tüm bu özellikleri içermesiyle beni etkilemişti. Bunlardan birisi, yaptığımız görüşmelerde tüm üst yönetim kademesini bir araya getiren Ganoub El Wadi Petroleum Holding Company (GANOPE)’nin Yönetim Kurulu Başkanı Şerif İsmail’di. Evet, Mısır’ın bugünkü (Eylül sonu) Başbakanı olan Şerif İsmail. “100 yıldır petrol arayıp üretmemize rağmen Mısır’ın jeolojisini henüz net olarak bilmiyoruz” diyordu Şerif İsmail. Aynı yerlerde dönüp dolanmaktan ziyade bakış açısını değiştirip yeni ve bakir alanlara yönelinmesi gerektiğini, bunun için de gerekli ortamın sağlanmasının şart olduğunu ekliyordu.

Mısır’da ticari miktarda petrol 1909’da keşfedildi Mısır’da ilk petrol sondajı 1886 yılında başladı. Açılan kuyuda petrol ve gaz emarelerine rastlanmasına rağmen bulunan miktar ticari üretim yapmaya yeterli değildi. Ticari miktarda petrol ilk defa 1909 yılında keşfedildi ve bir yıl sonra petrol üretimine başlandı. Mısır, ticari doğal gaz üretiminin başladığı 1975 yılına kadar petrol devrini yaşadı. 1975 ile 2003 arası petrol ağırlıklı bir hidrokarbon devri oldu. 2004 yılından sonra ise gaz ağırlıklı döneme girilmişti. Hızla artan doğal gaz üretimi Temmuz 2003’te Mısır’ı gaz ihracatçısı ülkeler arasına soktu. Mısır, 2004 yılı itibariyle de LNG ihraç etmeye başladı.

55


Mısır bu sene LNG ithal etmeye başladı Mısır, 2010 yılından itibaren net petrol ithalatçısı durumuna düştü. 2011 yılı Ocak ayında Kahire’nin Tahrir meydanında başlayan gösteriler sonrasındaki süreçte siyasi belirsizliğin ve bozulan ekonominin de etkisiyle ülkede doğal gaz arama, saha geliştirme ve üretim sektörleri ağır darbe aldı. Gaz üretimi yerinde saymaya ve hatta gerilemeye başladı. 2010 yılında gerçekleştirilen 60 milyar metreküp (bcm)’den fazla üretim 2014’te 50 bcm’in altına indi. Tüketim ise hızla artmaya devam ediyordu. Öyle ki, 2010 yılında 45 bcm iken 2012 ve 2013’te 50 bcm’in üzerine çıkmıştı. Bu arada gaz ihracatı sürekli düşmeye başlamıştı. 2014 yılı ortasından sonra ihracat tamamen durdu. Gaz talebi karşılanamadığından çimento dahil bazı sektörlerde kömür kullanılmasına izin verildi. Elektrik sektörüne verilen gaz miktarında da kısıntıya gidilince elektrik kesintileri kronikleşti. Nihayetinde gaz tüketimi 2014’te 50 bcm’in altına indi. İhracatın durması ve yıllık 36 bcm kapasiteye sahip ihracat alt yapısının atıl kalmasını bir yana bırakın Mısır bu sene LNG ithal etmeye başladı. Mısır şu anda 2 adet yüzer doğal gaz depolama ve yeniden gazlaştırma gemisi (FSRU) kiralamış durumda. İlki Nisan ayında teslim alınan Hoegh LNG’nin 14 milyon metreküp/gün, ikincisi ise 30 Eylül’de teslim alınan Norveçli BW Gas Group’un 21 milyon metreküp/gün kapasiteli gemisidir. Bu tesislerle LNG ithal etmek amacıyla Mısır hükümeti Aralık 2014’ten bu yana birçok şirketle LNG ithalat anlaşması imzaladı. Bunlardan bazıları ikili anlaşmalar, bazıları da açılan iki uluslararası ihale sonucunda gerçekleşti. İlk ihale 67 LNG kargo, ikinci ihale ise 45 kargo içindi.

7 milyon tondan fazla LNG ithal etmesi bekleniyor Mısır’ın Temmuz 2015 ila Haziran 2016 tarihleri arasında 7 milyon tondan fazla LNG ithal etmesi bekleniyor. İlaveten, Mısır’ın EGAS şirketi 30 Temmuz’da Ürdün’ün Akaba limanında devreye sokulan FSRU vasıtasıyla temin edilebilecek LNG’nin de Arap Gaz Boru hattı (AGP) yoluyla Mısır’a ulaştırılması konusunda görüşmelere başladı. Hatta Mısır’da atıl duran BG ve Union Fenosa Gas’ın yıllık toplam kapasitesi 19 bcm olan LNG tesislerine ve iç piyasaya Güney Kıbrıs ve İsrail’den gaz temin etmek amacıyla birçok niyet mektubu ve mutabakat zaptı bile imzalandı. Ben ise, İsrail ve Güney Kıbrıs gazının Mısır’da atıl duran LNG tesisleri yoluyla dış pazarlara veya Mısır iç piyasasına satılmasının ancak 2020’lı yılların başlarına kadar mümkün olduğunu iddia ediyordum. Haliyle, bizim kitaptaki Mısır’ın keşfedilmemiş doğal gaz potansiyeli tahminim (ki Mısır ulusal Doğal Gaz Şirketi EGAS’ın tahmininden bile fazlaydı) ve gaz üretim projeksiyonlarım haklı olarak eleştirilmeye başlandı. Öyle ya, yukarıda ana hatlarını verdiğim karamsar tabloya rağmen er ya da geç Mısır tekrar gaz

56


ihraç eder hale gelecek diye iddia etmek abes kaçıyordu. Ve 30 Ağustos 2015. İtalyan Eni şirketinin Mısır sularında 850 bcm gaz içeren bir saha keşfettiğini öğreniyorum. Yüzümde hafif bir tebessüm beliriyor.

Yabancı yatırımcıyı geri kazanmak için gereken hamlelere geç kalındı Mısır’ı gaz ithalatçısı durumuna sokan temel neden, biriken borçlar ve cazip olmayan gaz fiyatı yüzünden arama, saha geliştirme ve üretim sektöründeki faaliyetlerin yavaşlaması ve darboğaza girmiş olan enerji sektöründe geciken reformlardı. Mısır hükümeti yabancı yatırımcıyı geri kazanmak ve gaz arama-üretim sektörünü çekici hale getirmek için gereken hamleleri birçok nedenden ötürü hem çok geciktirmiş hem de gereği şekilde yapamamıştı.

BP-BG konsorsiyumu Mısır hükümeti ile 12 milyar dolarlık anlaşma imzaladı Geçen yıldan beri yapılan hamleler kendisini yeni yeni göstermeye başladı. Geçtiğimiz Mart ayında BP-BG konsorsiyumu Batı Nil Deltası’nda toplamda 140 bcm gaz içeren bazı sahaları geliştirmek için Mısır hükümeti ile 12 milyar dolarlık bir anlaşma imzaladı. 2017 yılında bitmesi planlanan saha geliştirme işlemleri sonrasında yıllık 12 bcm gaz üretileceği tahmin ediliyor. Mart 2015’te BP ayrıca Doğu Nil Deltası’nda 140 bcm gaz potansiyeli olduğu tahmin edilen Atoll sahasını keşfetti. Bu arada Mısır hükümeti Total, RWE, BP, Shell, Apache and Edison gibi şirketlerle önceden 2,5-2,65 dolar/milyon Btu (88-93 dolar/1000 m3) olan gaz alım fiyatını 3 doların üzerine çekti. Hatta Temmuz ayında Eni ve Edison ile yeni keşfedilen sahalardan üretilecek gazın alım fiyat aralığını 4 ila 5,68 dolara çıkarttı. Bunlara ilaveten, Shell ve Apache şirketleriyle kaya gazı pilot üretimi (Apollonia projesi) için Aralık 2014’te yapılan anlaşma çerçevesinde üretilecek gaz fiyatı 5,45 dolara çıkarıldı.

Arama, saha geliştirme ve üretim sektörü canlandı Mursi hükümetinin devrildiği Temmuz 2013’te yabancı şirketlere olan 6 milyar dolardan fazla borcun yarısı geçtiğimiz Ağustos ayına kadar kapatıldı. Ayrıca, geçtiğimiz yıllardan beri üst üste açılan petrol ve gaz arama-üretim ihalelerinin de yardımıyla ülkede arama, saha geliştirme ve üretim sektörü canlanmaya başladı. Bu canlanma, önceden keşfedilmiş ama saha geliştirme çalışmalarına başlanmamış veya başlanıp tamamlanmamış çok önemli bazı sahaların da 2020 öncesinde üretime sokulmalarına destek verecektir.

57


Talep cephesinde yapılması gereken daha çok şey var Sadece arz cephesinde hamleler yapmak yeterli değil tabii ki. Talep cephesinde de önemli adımların atılması ve hayata geçirilmesi gerekiyor. Devlet bütçesinin dörtte birini oluşturan enerji sübvansiyonlarının azaltılmasıyla gaz ve elektrik talep artışını frenlemek yeterli olmadığından (ki buna rağmen enerji sübvansiyonlarının bu yıl 10 milyar doları aşacağı tahmin ediliyor) alternatif ve yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelindi. Nükleer santral kurarak elektrik üretiminde gittikçe şişen gazın ağırlığını azaltmak için Putin’in Şubat 2015’te Kahire ziyaretini takiben Ruslar ile anlaşmaya varıldı. Diğer yandan, ülkenin enerji bileşenine kömür de dahil edilerek enerji bileşiminin çeşitlendirilmesi yoluna gidildi. Talep cephesinde yapılması gereken daha çok şey var, özellikle de enerjinin etkin kullanımı ve savurganlığın önlenmesi. Bence Mısır’ın doğal gaz sektörünün geleceğini yer altı faktörlerden ziyade yer üstü faktörler belirleyecektir. Eğer sektör kalifiye insanlar tarafından başarılı şekilde yönetilmez ise sektörü bugün içinde bulunduğu zor durumdan Zohr sahası bile kurtaramaz.

Saha geliştirme maliyeti 7 milyar doları aşacak Şimdi gelelim Mısır’ın enerji tarihine geçmesi yanında Doğu Akdeniz bölgesinin enerji ve jeopolitik dinamikleri açısından da son derece önemli olan Eni’nin Shorouk parselinde keşfettiği Zohr gaz sahasına. Eni’nin yaptığı açıklama Zohr sahasında 850 bcm gaz bulunduğunu (in place) ifade etmekteydi. Bunun yüzde 75’inin çıkarılabilir gaz olduğunu varsayarsak sahanın gaz miktarı 638 bcm’e karşılık gelir. Yıllık gaz üretim miktarının 2530 bcm olacağı tahmin ediliyor. Üretimin başlama tarihi konusunda çeşitli spekülasyonlar yapılsa da sahanın 3-4 yıldan önce tam kapasite üretime geçmesi mümkün gözükmemektedir. Saha geliştirme maliyetinin ise 7 milyar doları aşacağı tahmin ediliyor. Eni’nin bu kadar büyük bir doğal gaz sahası keşfettiğini öğrenen Shell şirketi yönetimi herhalde biraz pişmanlık duymuştur. Royal Dutch/Shell şirketi, içinde Shorouk parselinin de yer aldığı Nemed adı verilen çok büyük bir parseli 2011 yılında bırakmadan önce, Zohr sahasının bulunduğu parselin güney batı köşesinde bir kuyu açmış fakat bir şey bulamamıştı. Zohr sahası parselin kuzey doğu köşesinde keşfedildi. Mısır hükümeti devasa Nemed parselini daha küçük parsellere bölerek 2012 yılında uluslararası ihaleye açmıştı. İtalyan Eni şirketi, Nisan 2013’te Shorouk adı verilen 9 numaralı parseli almış ve Ocak 2014’te Mısır hükümeti ile anlaşma imzalanmıştı.

58


Zohr sahasının sınır tespit çalışması henüz yapılmadı Zohr sahası Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY)’nin tek taraflı olarak ilan ettiği münhasır ekonomik bölge sınırına 6,5 km uzaklıkta olup GKRY’nin Fransız Total şirketine verdiği 11 numaralı parselin tam karşısındadır. Zohr sahasının sınır tespit çalışması henüz yapılmadığından (ikinci kuyu 2016 başında açılacak) Zohr’un GKRY tarafına uzanıp uzanmadığı henüz bilinmemektir. Eğer uzanıyorsa GKRY ve Mısır arasında Aralık 2013 tarihinde yapılan, sınırlardaki hidrokarbon kaynaklarının kullanımına ilişkin anlaşma devreye girecektir. Fransız Total şirketinin GKRY’nin 11 nolu parseline ilişkin anlaşması Şubat 2016 tarihinde bitecek. Total’ın bu sene başında bıraktığı ve 11 numaralı parselin hemen yanında bulunan 10 numaralı parsel şu anda sahipsiz. Total’in ne yapacağını önümüzdeki aylarda hep birlikte göreceğiz. Peki ya GKRY ve İsrail gazının Mısır’da atıl duran LNG ihracat tesislerine ve Mısır iç piyasasına yönlendirilmesi planlarına ne olacak? Aslına bakılırsa Kıbrıs ve İsrail’den Mısır’a ihracat amaçlı gönderilmesi planlanan yıllık toplam gaz miktarı (yaklaşık 7 bcm Afrodit’ten, 7 bcm Leviathan’dan, 4,5 bcm Tamar’dan) Mısır’ın LNG kapasitesinden zaten fazlaydı. Zohr sahasının keşfiyle birlikte bu tesislerinin 2020 sonrasında da atıl kalması pek olası gözükmemektedir. Olayın bir de ticari boyutu var tabii ki. Kıbrıs ve İsrail gazının 5,5 dolar/milyon Btu’dan aşağı satılmayacağı yolunda birçok endikasyon var. Halen sonuçlanmayan İsrail’deki gaz regülasyonuna ilişkin sorun da buna dahil. Bu fiyata gazın boru hattıyla LNG tesislerine ulaştırma maliyeti, LNG tesislerinde sıvılaştırma maliyeti, LNG taşıma maliyeti ve yeniden gazlaştırma maliyeti eklendiğinde (kar hariç) ortaya çıkan fiyat bugün Avrupa ülkelerinin ithal ettiği LNG fiyatından yüksek olacaktır. Kısaca özetlemek gerekirse, global LNG piyasasında ileriye yönelik beklentiler ve petrol ve gaz fiyatlarında değişen dinamikler de dikkate alındığında, Afrodit ve Leviathan sahalarının geliştirilerek üretime sokulması ve Tamar sahasından gelecek gazla beraber Mısır’daki LNG tesisleri yoluyla dış piyasalara ihracı penceresi yavaş yavaş kapanmaktadır. İsrail’in vergi ve ihracat politikalarındaki sürüncemeler, saha geliştirme süreçlerinde karşılaşılan sıkıntılar, enerji düzenlemelerinde yaşanan zig zaglar ve sonu gelmeyen problemler nedeniyle bir türlü devreye sokulamayan Leviathan sahasından Mısır’a gaz ihracatı artık opsiyon olmaktan çıkmaktadır. Tamar gazının Mısır’a getirilmesi opsiyonu ticari manada pek cazip olmasa da halen açık. Fiyat uygun olmuş olsa bile Tamar gazını almayı planlayan BG’nin Mısırlı EGAS şirketi aleyhine açmış olduğu tahkim davasını düşürmeden böyle bir ticaretin gerçekleşmesi pek olası değildir. Yani İsrail gazı boş bir treni kaçırmak üzeredir. Kıbrıs gazı için durum az da olsa daha iyimser. Afrodit sahasındaki ga-

59


zın bir boru hattıyla Mısır’a getirilmesi konusu halen gündemde. BG Egypt ile GKRY yönetimi arasında tam bir sene önce başlayan müzakereler Eylül sonunda devam ederken, Afrodit sahasının geleceğine ilişkin nihai kararın da yakın bir zamanda verilmesi bekleniyor. Bakarsınız, Zohr sahasına 35-40 km uzaklıkta olan Afrodit sahasının Zohr’la eş zamanlı olarak geliştirilip bir boru hattıyla iki sahanın birbirine bağlanması yakında gündeme gelir. Belki Leviathan’dan Afrodit’e bir hat çekilir ve GKRY’nin Vasilikos’ta LNG ihracat tesisi kurma planları tekrar gündeme gelir.

60


LNG Piyasalarında Değişen Dinamikler 13 Kasım 2015 Uluslararası Enerji Ajansı, Fukuşima nükleer santrali kazası ertesinde yayınladığı raporda doğal gazın altın çağından bahsediyordu. Geçtiğimiz dört sene içindeki gelişmeler gösteriyor ki bu altın çağ dünya gaz tüketiminin yaklaşık üçte birinin gerçekleştiği eski Sovyet Cumhuriyetleri ve Avrupa dahil bir çok bölgeyi teğet geçti. Ucuz kömür ve yenilenebilir enerji kaynakları dünyanın birçok ülkesinde doğal gazın önünde bir set oluşturmakta. Durum böyle olunca Ajans’ın başında bulunan Fatih Birol bile Eylül ayında herhalde yatırımcıları kast ederek altın çağın birçokları için gerçekten ziyade bir rüya olduğunu ifade etti. LNG yatırımcıları şüphesiz bunların arasında yer alıyor.

LNG talebi cephesinde birbiri ardına kötü haberler geliyor LNG, 2014 yılında küresel gaz tüketiminin yüzde 11’ini, küresel gaz ticaretinin ise üçte birini oluşturmuştu. Japonya, Güney Kore ve Çin dünya LNG ticaretinin yüzde 60’ını gerçekleştirmişlerdi. Yani Asya kıtası LNG ticaretinin altın kapısı. Son 10 yılda ortalama büyüme hızı yüzde 6,5 olan küresel LNG ticaretinin bu sene sadece yüzde 3 civarında büyümesi bekleniyor. Birçok analist önümüzdeki 5 yılda LNG ticaretinin yüzde 40 artacağını öngörse de talep tarafında birbiri ardına kötü haberler geliyor. Boru gazı ithalatının artması nedeniyle Çin’in LNG ithalatının bu sene yüzde 4 düşmesi bekleniyor. Mevcut kontratlar dikkate alınırsa Çin’in LNG ithalatının 2020 yılına kadar artması gerek. Peki, Çin ihtiyacından fazla olan ama kontratlar nedeniyle ithal etmek zorunda olduğu miktarı nasıl eritecek? Az sonra. Japonya’nın LNG talebinin 2020’de 15 milyon ton (Mt) düşmesi bekle-

61


niyor. Japonya Enerji Bakanı’nın Eylül ayında yaptığı bir açıklamada LNG ithalatının 2014’teki 89 Mt’dan 2030 yılında 61 Mt’a ineceği belirtilmişti. Temel varsayım ise bu sene yeniden devreye sokulan iki nükleer reaktöre ilaveten önümüzdeki 5 yılda 15 reaktörün daha uzun vadede ise daha fazla reaktörün devreye sokulacağı.

Gaz talebinde yatay seyir bekleniyor Bir iki yıldır kışların beklenenden sıcak, yazların da beklenenden serin olması, ekonomik büyümenin yavaşlaması, nükleer ve ucuz kömürden üretilen elektriğin artması gibi nedenlerle Kore’nin LNG ithalatı düşmüştü. Gaz talebinde önümüzdeki yıllarda yatay seyir bekleniyor. 2018 yılına kadar toplam kurulu gücü 6,6 GW olan 5 nükleer reaktörün de devreye gireceğini dikkate alan KOGAS şirketi, en azından 2020 yılına kadar uzun vadeli yeni bir kontrat imzalamayacağını açıkladı.

Arz cephesinde ise patlama bekleniyor Talep tarafında iç açıcı olmayan haberlere karşın arz cephesinde önümüzdeki en azından 5 yılda bir patlama yaşanacak. Global LNG ihracat kapasitesi geçtiğimiz 10 yılda ikiye katlanarak geçen yıl 245 Mt’a ulaşmıştı. Bu sene sonunda 250 Mt’a çıkacak. Global olarak şu anda inşa halinde bir düzineden fazla tesis var. Eğer planlandıkları sürelerde bitirirlerse global LNG ihracat kapasitesi 2016’da 12 Mt, 2017’de 33 Mt, 2018’de 62 Mt daha artacak. Toplamda 2020’ye kadar 130 Mt yeni LNG ihracat kapasitesinin devreye girmesi bekleniyor. Nisan 2014’ten beridir devre dışı kalan fakat 2015 sonunda tekrar devreye alınacak 5,2 Mt/y kapasiteli Angola LNG de cabası. Ayrıca, şu anda nihai yatırım kararı verilmiş veya önümüzdeki bir buçuk yıl içinde verilecek olan projeleri de hesaba katarsanız başınız döner. Çünkü, sadece nihai yatırım kararı alınmış projeleri ele aldığınızda 2025 yılı toplam kapasitesi 400 Mt olan bir global LNG ihracat kapasitesiyle karşılaşırsınız. Bu şartlarda birçok LNG projesinin ertelenmesi veya iptal edilmesi düşünülmesi gerekirken, BG’nin ABD’deki Lake Charles projesi ve Shell’in Avustralya’daki Arrow projesi haricinde iptaller ve ayrıca bir kaç tarih öteleme haricinde henüz büyük çaplı bir tepki gelmedi. Shell, Eni, BP, Exxon, Woodside gibi devler hala üzerinde çalıştıkları projeler için 2016 yılı sonuna kadar nihai yatırım kararı alacaklarını iddia etmeye devam ediyorlar. Hemde bazı analistlere göre Mozambik, Tanzanya ve Avustralya’daki LNG projeleri için gerekli başa baş noktası 12 $/MMBtu iken. Kanada’daki projeler için 9$’dan bahsediliyor. Buna rağmen projelerin ertelenmesine pek sıcak bakılmıyor, çünkü erteleme demek yapılan kontratların, harcanan emek ve paranın, alınan izinlerin boşa gitmesi yanında rakiplere uzun vadede avantaj sağlamak anlamına da geliyor. LNG arz talep dengesini özetlemek gerekirse, talep cephesinde en bü-

62


yük Asya pazarında bırakın umut verici sinyalleri peşi ardına kötü haberler gelirken, LNG ihracat kapasitesinde büyük miktarda artış bekleniyor. Piyasadaki bu karamsar tablo nedeniyle LNG üreticileri ve yatırımcılarının derdi öylesine büyük ki rahmetli Barış Manço’nun dediği gibi kendilerini ‘hıyar’ gibi hissediyor herhalde. Şarkıyı hatırlatayım: “Hani ince kıyım doğrasalar beni Akdeniz cacık olur diyorum / Ve hatta Atlas Okyanusu ve hatta Hint Okyanusu/ Ve hatta hatta Büyük Okyanus bile cacık olur diyorum/ Böyle cacığa rakı mı dayanır.” Dayanır, ancak bunun için oyunun kurallarını değiştirmek gerekir. Şimdi müsaadenizle biraz abartılı gözükse de -cek, -cak lı cümlelerle bunun nasıl olacağını izah etmeye çalışayım.

LNG fiyatları önümüzdeki 5 yılda eski seviyelerinin yanından bile geçmeyecek İnşa ve proje aşamasında bu kadar çok LNG ihracat tesisinin olmasının temel nedeni, artan gaz üretimi ve LNG ticaret hacmi yanında petrol fiyatlarına endeksli LNG fiyatlarının iyi kar getirmesiydi. Geçen sene başından beri gerek Asya piyasasının beklenenin çok altında performans göstermesi, sonrasında da petrol fiyatlarındaki büyük düşük nedeniyle LNG fiyatları da aşağı doğru yuvarlanmaya başlamıştı.

LNG fiyatlarının 2017’de 4 $’a düşeceği iddia ediliyor Henry Hub gaz fiyatı bu sene başından beri genel olarak milyon Btu başına 3 doların (3 $/MMBtu=106 $/bin metreküp) altında seyrediyorken 26 Ekim’de 2 $’ın altına indi. Ekim ayında Asya spot LNG piyasa göstergesi olan Platts JKM (Japan/South Korea Marker) 6,7 $/MMBtu’ya düştü. Yani İngiltere NBP fiyatıyla hemen hemen eşitlendi. NBP gaz fiyatının 2016’da 6,2 $ ile dip yaptıktan sonra 2020 yılına doğru 6,7 $’a gelmesi bekleniyor. Diğer yandan LNG fiyatlarının 2017’de 4 $’a kadar düşeceğini 2020’den önce de 8 $’ı görmeyeceğini iddia edenler var. Hatta ve hatta Cheniere Energy CEO’su Lübnan doğumlu Charif Souki, Sabine Pass LNG tesisinden Avrupa’ya 4,4 $’a LNG satabileceğini iddia ediyor ki bunun 41 cent’ini taşımacılık gideri olarak varsayıyor. Bu arada akla gelen ilk soru LNG taban fiyatını neyin belirleyeceği. Genel görüş kömürle rekabet edebilecek kadar düşük ancak ABD LNG projelerinin ayakta kalabilecek ve hatta Rusya boru gazıyla rekabet edilecek kadar yeterli düzeyde.

LNG, doğal gaz sektörünün globalleşmesine lokomotiflik edecek Cheniere Energy CEO’su Charif Souki, aynı petrolde olduğu gibi yakın bir zamanda global bir LNG piyasasından bahsedeceğiz diyor fakat devamı-

63


nı getirmiyor. Bunun için iki önemli şart gerekir. Birincisi, Asya ve Avrupa LNG fiyatlarının birbirine yakınlaşması ki bu neredeyse sağlanmış durumda. Eskiden olduğu gibi Asya ve Avrupa LNG fiyatları arasında büyük makas yok artık. Örneğin, İspanya ve İngiltere’nin Ekim ayında ithal ettiği LNG’nin fiyatı 6,4 $-6,5 $/MMBtu aralığında iken, Çin, Japonya ve Kore’nin ithalat ortalaması ise 7,1 $-7,2 $/MMBtu aralığındaydı. İleriki yıllarda bölgesel fiyatlar birbirlerine yakınlaşırken fiyatlardaki değişkenlik (volatility) de artacak ve LNG piyasası daha dinamik hale gelecek. Singapur’un Güney Doğu Asya’nın LNG hub’ı olmak amacıyla ekim ayında ortaya attığı yeni LNG spot endeksi de, eğer başarılı olursa, buna önemli katkı sağlayabilir. Diğer yandan, Avustralya Asya piyasasına, Kuzey Amerika ise Avrupa ve Latin Amerika piyasasına hakim olabilir. Henry Hub bechmark haline gelirken ABD kaya gazı üreticileri belki de “swing producer” haline, Avrupa piyasası ise LNG hacmi için takas noktası haline gelebilir. İkincisi, spot LNG ticaret hacmi artacak. Bildiğiniz gibi her ne kadar spot LNG satışları artıyor olsa da LNG ticaretine uzun vadeli kontratlar hakim. Şu anda inşa halinde bulunan LNG ihracat tesislerinin çoğu uzun vadeli al-ya da-öde şeklindeki kontratlarla garanti altına alınmış durumda. Gerisi ise yeni alıcı bulmak zorunda. Alıcılar uzun vadeli kontrat yapmak istemediklerinden satıcılar mecburen spot, kısa ve orta vadeli kontratlar yapmak zorunda.

Spot ve kısa vadeli LNG ticaret hacmi artacak 2014 yılında 1 yıl ve daha az vadeli kontratlarla satılan LNG miktarı toplam LNG ticaretinin yüzde 16’sına karşılık gelmişti. Spot ve 4 yıldan az süreli kontratların payı ise yaklaşık yüzde 30’du (toplamda 70 Mt). Önümüzdeki 5 yıl içinde bu oran yüzde 45’i geçecek. Bunun birçok nedeni var. Yüzer doğal gaz depolama ve yeniden gazlaştırma gemilerinin (FSRU) hızla yaygınlaşmasıyla birçok ülke kısa sürede daha az masrafın altına girerek LNG ihraç edebilir hale geldi. Haliyle bu gemilerle yapılan ithalat kısa vadeli kontratlarla olmakta. Bugün 20 tane FSRU hizmet veriyor. Önümüzdeki 5 yıl içinde bu sayısının en azından 40’a çıkması bekleniyor.

Spot ve kısa vadeli LNG piyasası canlanacak Japonya ve Kore dahil Asya pazarındaki bazı ülkelerin toplamda 50 Mt olan uzun vadeli kontratları 2020 civarında sona erecek. Bu kontratlardan bazıları talepte beklenen azalma nedeniyle haliyle yenilenmeyecek. Sonuç itibariyle spot ve nispeten kısa vadeli LNG piyasası canlanacak. Katar’ın bile spot ve kısa vadeli LNG faaliyetlerini arttırmasına bu nedenle pek şaşırmamak gerekir. BG, global LNG ticaret hacminin önümüzdeki 10 yılda yüzde 4 ila yüz-

64


de 6 arasında büyüyeceğini bekliyor. Asya kıtası bu artışta önemli rol oynayacak diyor BG. Ya olmaz ise? İşte o zaman spot LNG’de yeni taban fiyatları görebiliriz. Japonya’nın spot LNG alımları Fuuişima kazasından sonra artarak yüzde 30’a çıkmıştı. Ancak nükleer santrallerin tekrar devreye sokulmasıyla önümüzdeki yıldan itibaren uzun vadeli kontratlar ülkenin beklenen gaz talebini karşılamaya yetecek. Dolayısıyla spot LNG’ye pek ihtiyacı olmayacak. Nükleer santraller daha hızlı bir şekilde hizmete sokulurlarsa bu sefer mevcut LNG kontrat miktarı talebi aşacağından Japonya piyasaya spot LNG satmak zorunda kalacak. Çin ve Kore’nin bu yolu seçmek zorunda kaldığını düşünün bir kere! Geçtiğimiz Eylül ayında arz fazlası nedeniyle PetroChina ve Cnooc üç LNG kargosunu yeniden satış için piyasaya sürdüğünü de dikkate alın. Bu da bizi bir başka sonuca götürüyor: Kontrat yapıları değişecek.

LNG kontrat yapıları değişecek Yıllardır uluslararası LNG ticareti temelde petrol fiyatına endeksli uzun vadeli kontratlara dayanıyordu. Bu yapı değişmeye başladı. Artık alıcılar uzun vadeli kontratlarla kendilerini bağlamak istemediklerinden uzun vadeli kontratlar orta vadeye, orta vadeliler ise kısa vadeye dönüşecek. Yapılan kontratlarda esneklik artacak. Uzun vadeli kontratlarda bile teslim yeri hükmüne esneklikler getirilecek. Çünkü artık LNG piyasası, oyunun kurallarının alıcı tarafından belirlendiği bir piyasa haline geldi. Örnek olarak, Japonya’nın en büyük iki LNG ithalatçısı satın alınan kargoların başka bir piyasaya satılmasını engelleyen maddeler içeren bir LNG kontratı imzalamayacak. Japonya, ayrıca LNG kontratlarında petrol fiyatına endeks yerine yeni bir hibrid formül yapısına yönelecek. Uzun vadede petrol fiyatına endeks ortadan kaybolacağından gazın gazla rekabeti artacak.

LNG yatırımcılarının çıkış yolu Fiyatların düşük, rekabetin büyük olduğu bir sektörde oyunun kurallarının da alıcılar tarafından belirlenmesini hiçbir yatırımcı istemez herhalde. Bu yüzden LNG talebini artırmak gerekir. Doğal gazın enerji karışımındaki yerini genelde piyasa değil politikalar belirlediğinden önce politikacıları ikna etmek gerek. Bunun için doğal gazın (dolayısıyla LNG) yenilenebilir enerji kaynaklarıyla bir olup kömüre savaş açması gerekir. Bu savaşı zaten açılmış durumda ama Paris’teki COP21 iklim değişikliği konferansında daha net şahit olacağız. Politikanın önemli rol oynayacağının güzel bir örneğini de önümüzdeki sene başında Avrupa Birliği Komisyonu’nun açıklayacağı birliğin LNG stratejisi dokümanında göreceğiz. LNG talebini artırmanın bir diğer yolu da yeni kullanım sahaları geliştirmek. Şu sıralarda pek önemsenmeyen ancak üstünde harıl harıl çalışılan deniz ve kara ulaşımında LNG kullanımı konusu bunun güzel bir örneği.

65


Eğer yukarıdaki şıklar tutmaz ise ayakta kalabilmek için yapılması gereken şey kar marjlarında fedakârlıklarda bulunmaktır. Uluslararası petrol ve gaz şirketlerinin çoğunluğunun petrolden fazla gaz ürettiği göz önüne alınırsa bu konunun ne kadar hassas olduğu ortaya çıkar ki benim bile yazımı bitirmeme neden olur. Bir sonraki sayıda görüşmek üzere...

66


Çevir Gazı, Yanmasın! 14 Aralık 2015 Türkiye’nin sürekli sınır ihlali yaptığı gerekçesiyle 24 Kasım’da bir Rus savaş uçağını düşürmesini takiben iki ülke arasında yaşanan siyasi gerilim, birbirini takip eden tansiyon yükseltici sert açıklamalar neticesinde tırmanarak devam ediyor. Futbolda “haticeye değil neticeye bak” diye bir tabir vardır. Yapılan sınır ihlalleri uluslararası hukuk ve askeri temayüllere göre bir tecavüz sayılır mı sayılmaz mı konusu olayın hatice kısmında önemli bir yer teşkil ediyor. Eğer tecavüz olarak kabul edilirse 17 saniyenin veya herhangi bir sürenin hiç önemi yoktur çünkü tecavüzün azı çoğu olmaz! Sınır tecavüzünde bulunan yabancı bir savaş uçağı vurulur mu vurulmaz mı, vurulursa hangi şartlar altında vurulur konuları da olayın hatice kısmında kalıyor aslında. Netice şu ki, bir Rus savaş uçağını düşürdük ve düşürme olayı ölümle sonuçlandı. Soğuk savaş döneminde bile böyle bir durum olmamıştı.

Yeni Enerji Bakanımız kendisini kaynayan bir kazanın içinde buldu Rusya derhal Türkiye’ye yönelik bir dizi kararlar aldı, sonrasında da kapsamlı bir yaptırımlar paketini açıkladı. Alınan kararlar ve yaptırımların arasında enerji konusunda dikkati çeken somut bir şey yoktu. Ancak, “Rusya doğalgazı keser mi, Türk Akımı ve Akkuyu Nükleer Santralleri ne olacak?” konuları medyanın gündeminden eksik kalmadı. Bu arada Rus savaş uçağının düşürüldüğü gün Başbakanımız 64. hükümeti açıkladı. Yeni Enerji Bakanımız da kendisini birdenbire kaynayan bir kazanın içinde buldu.

67


Mersin Akkuyu nükleer santral projesi herhalde biraz daha ötelenecek Kuzey Akım 2 projesinin hayata geçirilme olasılığı arttıkça Türk Akımı projesinin gerçekleşme olasılığı zaten ters orantılı olarak düşüyordu. Dolayısıyla Avrupa Birliği ile Rusya’nın boru hatları konusunda verdikleri mücadelenin sonucu bir bakıma Türk Akımı projesinin de akibetini belirlemekte rol oynayacak. Yap işlet modeli ile Ruslara verilen ve Türkiye’nin ilk nükleer santrali olarak planlanan Mersin Akkuyu Nükleer Santral projesi herhalde biraz daha ötelenecek veya akibeti pek hayırlı olmayacak. Rusya’nın Karadeniz’de bir LNG tesisi kuracağı açıklaması konusu titizlikle takip edilmelidir. Blöf veya değil, bu konu ipleri çok daha gerebilir.

Üzerinde en fazla durulan konu Rusya’dan aldığımız doğal gaz Türkiye ile Rusya arasındaki enerji ilişkilerinde karşılıklı bağımlılık söz konusu ise de kimin kime daha fazla bağımlı olduğu hararetle tartışılıyor. Türkiye’nin doğalgaz arzının yaklaşık yüzde 55’ini karşılayan Rusya’nın en büyük müşterilerinden biriyiz. Rusya, Türkiye’nin kömür ve petrol ithalatında da önemli bir yere sahipken Türkiye Rusya’nın kömür ve petrol ihracatında en ön sıralarda yer almıyor. Yani fiziksel miktar olarak baktığımızda Türkiye Rusya’ya daha bağımlı olsa da ticaretin parasal değerine baktığımızda aynı şeyi söyleyemeyiz. Diğer yandan, kısa vadede Rusya’dan aldığımız petrol ve kömür ihtiyacımızı alternatif kaynaklar ve güzergahlardan karşılayabilme olanağımız varken doğalgazda böyle bir olanağımız yok. Dolayısıyla, üzerinde halen en fazla durulan konu Rusya’dan aldığımız doğal gaz. Cumhurbaşkanımız ‘gerekirse doğalgaz almayız’ derken, Başbakanımız, Rusya’nın doğalgazda bir kesintiye gitmesini düşünmediğini çünkü uluslararası hukuktan kaynaklanan karşılıklı taahhütlerimiz olduğunu ama en kötü ihtimale de hazırlık olmamız gerektiğini ifade etti. Günlük hayat akışını TV dizilerine kilitlemiş halkımızın kafası tüm bu gelişmeler üzerine allak bullak olur tabii ki. Bir tarafta felaket senaryoları, diğer tarafta ise kaygı duyulmaması gerektiği yönünde kanaatler ortalıkta dolaşmaya başladı. Tüm bu iyimser ve kötümser senaryolara eklenen jeopolitik boyut bazen en ön, bazen de geri saflarda yer aldı. Kaygı duyulmaması gerektiği konusundaki söylemler genelde hükümetin alacağı tedbirler ve hayata geçirmeye hazırlandığı B ve C planlarından dolayı Rus gazına alternatif tedarik tedbirleri geliştirilmesi ki bundan Azerbaycan ve İran’dan ilave boru gazı alımı ile ek LNG alımı kast ediliyor. Doğalgaz depolama tesislerinin stratejik bir yatırım olarak ele alınacağı, tüketim kısmında ise doğal gaz santralleri ve sanayi tesislerinde ikinci yakıtla üretime geçmeye hazır olmaları, gerekirse barajların yedek rezervlerinin

68


elektrik üretimine kanalize edileceği, orta vadede Marmara Ereğlisi LNG terminalinde 4. tank yatırımıyla 2019 sonunda günlük gaz gönderim kapasitesinde yüzde 30 artış sağlanacağı, Kuzey Irak gazı ve Türkmen gazının ek kaynak sağlayacağı, Türkiye’nin enerji hub’ı olma nihai hedefini zedelemeyeceğini gibi kalemleri kapsıyor.

Kamuoyu bilgilendirmesinde daha atik davranılabilirdi İki uç senaryo arasındaki uçurumun birçok nedeni var. Bunlara girmek istemiyorum. Ancak şunu belirtmeliyim ki 24 Kasım veya hemen akabinde Enerji Bakanlığı veya EPDK, Türkiye’nin temel enerji istatistikleri ve Rusya’nın enerji ticaretindeki yeri konusunda kamuoyunu aydınlatmak amacıyla 1-2 sayfalık bir bilgi notu yayınlamış olsaydı çok makbule geçerdi. Benzer şekilde özel sektör ve sektörü temsil eden kuruluşlarımız da böyle bir bilgi notu içeren basın bülteniyle kamuoyunu bilgilendirmede daha atik davranabilirdi. Gaz konusunda örneğin EPDK’nın 62 sayfalık Doğal Gaz Piyasası 2014 Yılı Sektör Raporu’nun can alıcı noktaları 1-2 sayfada özetlenebilir ve kamuoyuna sunulabilirdi. 24 Kasım’dan bu yana Rus gazı ve Türkiye konusunda haber yapan, makale yazan, medyada görüş bildiren insanların sizce kaç tanesi EPDK’nın bahsettiğim raporunu veya ETBK Enerji İşleri Genel Müdürlüğü’nün “Aylık Enerji İstatistik Raporu” dahil diğer periyodik raporlarını veya ETBK Strateji Geliştirme Başkanlığı’nın “Dünya ve Ülkemiz Enerji ve Tabii Kaynaklar Görünümü” başlıklı raporlarını duymuş, biliyor ve okumuştur? Nedense toplum olarak olaylara bir bütün olarak, daha makro açıdan ve uzun vadeli bir perspektifle bakmaktan biraz yoksun olmamız bir yana, tek gözle bakma alışkanlığımız var. Gündemdeki Rus gazı konusu bunun güzel bir örneği aslında.

Rusya’nın gazı kesmesi stratejik bir hata olur Ne Türkiye Rusya’ya ‘doğal gazını almıyorum’ ne de Rusya ‘vanaları kapatırım’ diyebilir. Ortada kontratlar ve o kontratlardaki yükümlülükler ve müeyyideler var. Bırakın kontratları bir yana, son 10 yıldır güvenilir tedarikçi olma konusunda imajı haklı ya da haksız kötüleşen Rusya’nın Türkiye’ye gazı kesmesi stratejik bir hata olur. Yoksa bazı kişilerin iddia ettiği gibi Rusya ekonomisi için maliyetinin yüksek olmasından falan değil. Rusya’nın elindeki koz, eğer sert bir kış veya başka nedenlerden ötürü ilave gaza ihtiyaç duymamız halinde Rusya’nın bunu göndermeme serbestisidir. Ukrayna ile bugünlerde tekrar kızışan doğal gaz konusunu Rusya kasten krize çevirirse, Ukrayna’nın daha önce yaptığı gibi Avrupa ve Türkiye’ye giden transit gazı kendi iç piyasasına sevk ederek kış aylarında bizi zora sok-

69


ması veya Rusya’nın mücbir bir sebeple gaz akışını durdurma riski çok düşük de olsa yabana atılamaz. Sorun da burada zaten. 25 Kasım’da Gazprom, yeni ön ödeme yapılana kadar Ukrayna’ya doğalgaz tedarikini durdurduğunu açıklamıştı. Ukrayna’nın yeraltı depolarında Kasım sonunda yaklaşık 16 bcm gaz bulunuyordu. Diğer yandan, Polonya, Macaristan ve Slovakya ile son bir kaç yılda yaptığı boru hatları bağlantıları sebebiyle Ukrayna gaz ithalatında Rusya’ya artık eskiden olduğu gibi bağımlı değil. Rusya bugün Ukrayna’ya sattığı gazı kesse bile Ukrayna bunu depolarındaki gaz ve diğer komşularından alabileceği gazla rahat telafi edebilecek durumda. Bu yüzdendir ki Ukrayna 2016 başına kadar Rusya’dan gaz almayacak. Amma velakin, kış çok sert geçerse ve 27 Kasım’da Rusya’nın Ukrayna’ya kömür ihracını durdurması nedeniyle ortaya çıkabilecek kömür açığı gaza olan talebi artırırsa durum farklı bir şekil alabilir. Şimdilik Gazprom’a ‘sana ihtiyacım yok, ben Avrupa’dan gazımı alırım’ tavrını takınan Ukrayna’daki gelişmeleri bu nedenle dikkatli takip etmek gerekir.

Yeterli doğal gaz depolama kapasitesinin olmaması en zayıf noktalardan Kontrat altına alınmış olan yeterince miktarda gaz temin hacmine ve bu miktarı taşımaya elverişli gaz ithalat altyapı kapasitesine sahip olunması, özellikle Türkiye gibi tüketimde mevsimsel değişikliklerin yüksek olduğu ülkelerde gaz tedarik güvenliğini garanti etmez. Bu açıdan bakıldığında, yeterli doğal gaz depolama kapasitesinin olmaması, Türkiye’nin doğal gaz sisteminin en zayıf noktalarından biridir. Tüm planlanan yer altı depolama projelerinin gerçekleştirilmesi halinde toplam doğal gaz depolama kapasitesi 12 bcm civarında olacaktır. Bununla birlikte, bu projeler bile tedarik güvenliği ile ilgili sorunları çözmeye yeterli değildir. Dolayısıyla herhangi bir arz kesintisi durumunda tüketimi 45 gün boyunca karşılayabilecek doğalgaz depolama tesislerine sahip olan Avrupa Birliği ile bu sürenin teorik olarak iki hafta olduğu ülkemizi karşılaştırmak da pek adil değil bence. Gerek kaynak çeşitliliğinin sağlanmasında gerekse arz-talep dengesizlikleri ve pik talebin karşılanmasında kritik rol oynayan LNG’ye yüklenmemiz de serbest bir gaz piyasamız olmadığından bugünkü şartlarda pek makul değil maalesef.

İlave gaz getirmek de sanıldığı gibi kolay değil Önümüzdeki haftalarda İran ve Azerbaycan’dan ilave gaz getirmek de sanıldığı gibi kolay değil. Yunanistan’a gaz ihracatını durdurmak kısa vadeli çareler sepetine dahil edilebilir ama miktar olarak dişin kavuğunu doldurmaz. Yunanistan ve Bulgaristan ile olan boru hatları bağlantılarımızdan ters akışla gaz getirmek de ayrı bir dert. Kuzey Irak Kürt Bölgesi, Doğu Akdeniz hatta Türkmenistan da potansiyel alternatif doğalgaz tedarikçileri arasında yer almasına karşın bunların hiçbiri bugün için yaramıza merhem olamaz çünkü hepsi orta ve uzun vadeli projeler.

70


Yani, sistemin zaten zorlandığı kış aylarında Rus gazı akışında yaşanacak muhtemel bir kesinti veya azalmaya karşı elimizde bu makalenin başlığı olan tek bir çare kalıyor; çevir gazı, yanmasın! Yani, tüketicilerin fedakârlık yapması. Zaten bu süreçte Devlet yetkililerimiz Milletimizin gerekli fedakarlıkları göstermeye hazır bir millet olduğu şeklinde beyanatlar verdi.

Herkesin, bugün gelinen noktadan çıkarması gereken dersler var Biraz özeleştiri yapalım istiyorum. Siyasetçisinden bürokratına, akademisyeninden özel sektöre, çevrecisinden sade vatandaşa kadar herkesin, bugün gelinen noktadan çıkarması gereken dersler olduğuna inanıyorum. Örneğin, uzun vadeli bir perspektife sahip iyi bir enerji plan, politika ve stratejisine sahip olup uygulamış olsaydık bugün bu kadar endişe etmezdik. Arama ve üretimden nihai kullanıcıya kadar her aşamayı kapsayan güvenilir, serbest, kendini geliştiren, teknoloji inovasyonu yapan ve ekonominin diğer sektörleriyle entegre bir sistemden bahsediyorum. Eğer böyle bir ulusal görüşümüz, duruşumuz ve tavrımız olsaydı, bugün tezek tartışmaları yaşanmazdı. Enerji tüketim kültürümüzü değiştirerek enerjiyi etkin kullanma alışkanlığına sahip olma (yani enerji savurganlığının önüne geçerek, enerji tasarrufunu yaygınlaştırmak ve enerjiyi verimli kullanan teknolojilere yönelmek) yönünde önemli bir mesafe kaydetmiş olurduk. Hangi alternatif kaynaklardan nasıl ithalatı artırabilirizi değil, ulusal üretimimizi nasıl daha yukarıya çıkartırızı konuşurduk. Petrol ve doğal gaz kaynakları bakımından fakir bir ülkeyiz söylemini ağzımıza almaz, yeni bir bakış açısıyla karada ve denizde aranmadık yer bırakmazdık. Kükürt ve toz oranı yüksek, ayrıca çevreye zararlı diye kendi linyitimize tu kaka diyeceğimize, 193 üniversiteseye sahip bir ülke olarak yerli teknolojiyle geliştirilmiş temiz kömür santrallerinden ve linyit kaynaklarımızdan nasıl daha fazla yararlanırızı konuşurduk. TPAO’nun Afganistan pazarına girmesinden ve TÜBİTAK’ın Uganda’ya teknoloji götürmesinden daha çok gururlanırdık. Yenilenebilir enerji kaynaklarımızı en doğru ve akılcı şekilde kullanmak bir yana teknoloji ihracatında pazar payımızı nasıl arttırırızı konuşurduk. Akkuyu nükleer santrali tehlikeye girer mi diye tartışacağımıza elektrik üretiminin bir kısmını çoktan nükleerden sağlardık. Enerji diplomasisinde sürünün peşine takılan değil, sürüyü peşine takan bir rol oynardık. Enerji güvenliğini ulusal güvenlik meselesi olarak kabul eder, ona göre geleceğimizi şekillendirir, ithalata bağımlı kırılgan bir yapıya sahip olmazdık. Herkesin görüşüne başvurup değerlendirerek nasıl daha serbest, şeffaf ve iyi bir enerji piyasası yaratabilirizi konuşurduk. Enerji taşıma, dağıtım

71


ve iletim sistemimiz dahil daha bir çok konuda herhalde farklı bir yerde olurduk. Demek istediğim şu ki, 60 yıldır enerji güvenliğini ulusal güvenlik meselesi olarak ele alan, uzun vadeli bir perspektife sahip (5-10 yıl değil, en az 20 yıl), iyi enerji plan, politika ve stratejileri geliştirip uygulayamadık (iyi derken bu terimlerin gerçek manada kullanılmalarını kast ediyorum). Yoksa bugün çok daha farklı bir konumda olurduk. Hal böyle olunca; çevir gazı, yanmasın!

72


İsrail Gazı Mevcut Koşullarda Neden Türkiye’ye Gelemez? 15 Ocak 2016 2016, Doğu Akdeniz’de politik ve ticari kararlar yılı olacak. Son zamanlarda gündeme gelen İsrail gazı Türkiye’ye ne zaman gelecek sorusunun cevabı da bu yıl netliğe kavuşacak. İki aydır yerli ve yabancı medyada İsrail gazının bir boru hattıyla yarınla 2020 arasında bir zamanda Türkiye’ye geleceğine ilişkin tonlarca haber, yorum ve makale yer aldı. Ancak bunların neredeyse hepsi İsrail gazı neden Türkiye’ye gelemez sorusunu teğet geçtiğinden bari ben bir şeyler söyleyeyim dedim ve aldım kalemi elime, başladım bu satırları yazmaya.

İsrail gazının Türkiye’ye gelmesi için temelde iki politik, iki hukuki ve iki ticari koşulun yerine getirilmesi gerekir. İki politik koşul İsrail ile Türkiye arasındaki politik ilişkilerin normalleşmesi ve Kıbrıs sorununun çözülmesidir. İki hukuki koşul Kıbrıs adasının Münhasır Ekonomik Bölgesi ve boru hattı yapmak için gerekli Hükümetler Arası Anlaşmadır. İki ticari koşul ise Leviathan sahası için nihai yatırım kararının verilmesi ve gerekli finansmanın sağlanmasıdır. Bu koşullardan bazıları birbirlerini kısmi olarak kapsıyor gibi gözükse de ben böyle bir ayrımı tercih ediyorum. Gelin sizle bu başlıklar etrafında bir beyin jimnastiği yapalım.

İsrail gazının Türkiye’ye gelebilmesi için en kısa zamanda İsrail ile Türkiye arasındaki politik ilişkilerin normalleşmesi ve Kıbrıs sorununun çözülmesi gerekir. Politik ilişkilerin normalleşmesi için Türkiye’nin ileri sürdüğü 3 şartın ilkini (özür dileme) yerine getiren İsrail, ikincisi konusunda (hayatını kaybedenlere tazminat verilmesi) istenileni vermeye hazır olduğunu, üçüncü

73


şartın ise (10 yıldır Gazze’ye uyguladığı ablukanın kaldırılması) kabul edilemez olduğunu net ve açık bir şekilde belirtmiş, hatta Gazze’ye asıl fenalığı Mısır’ın yaptığını işaret etmişti. Türk ve İsrailli politikacılar medya aracılığıyla birbirleriyle ağız dalaşı yaparken 17 Aralık’ta İsrail’de yayınlanan Haaretz gazetesi İsrail Başbakanı Netanyahu’nun özel temsilcisi ve Mossad Başkanı ile Türk Dışişleri Bakanlığı Müsteşarının Zürih’te gizli bir toplantı kapsamında buluştuklarını ve ilişkileri normalleştirmek için 5 maddeli bir ön mutabakata varıldığını manşetten duyurdu. Mercek altına alınan ve herkesin ilgisini çeken beşinci madde, iki ülke arasında nihai anlaşmaya varıldıktan sonra doğal gaz konusunda iş birliğine gidileceğini belirtiyor. Ayrıca, İsrail gazının Türkiye’ye satılması ve bir boru hattının inşasından bahsediyor. Durum böyle olunca sanki İsrail gazı hemen Türkiye’ye gelecekmiş gibi bir algı oluştu. Yurtiçi piyasasının tek bir boru hattıyla beslenmesini (Tamar-Ashdod boru hattı) ulusal güvenlik sorunu yapan İsrail, gaz ihracatını tek bir kanalla (boru hattı) yapar mı? Sizce İsrail söz konusu boru hattını ileride çıkabilecek politik problemlerden soyutlayabilir mi? Sizce gerek İsrail gerekse Türkiye böyle bir hattı özel sektör girişimidir deyip ileride olası politik yaptırımdan soyutlayabilir mi? Sizce İsrail dün dündür deyip ilişkilerde yeni bir sayfa açar mı?

Hattın geçeceği ülkenin izni gerekli Bir an için İsrail ile Türkiye arasındaki ilişkilerin iyileştiğini ve hatta yeni bir altın çağa girdiğini varsayalım. Bu boru hattı nereden geçecek? Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) tek taraflı olarak ilan ettiği münhasır ekonomik bölgeden. Burada iki problem var. Birincisi; Türkiye, Kıbrıs Cumhuriyetini tanımadığı için Güney Kıbrıs’a GKRY diyoruz. Diğer yandan KKTC’yi bizden başka resmi olarak tanıyan yok. İkincisi, Türkiye ve İsrail, 1982 tarihli Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne (UNCLOS) taraf değiller. Taraf olmamaları sorun değil ama söz konusu deniz hukukuna göre boru hattının rotası konusunda hattın geçeceği ülkenin rızası ve izni gerekli. Gerekli izinler alınırken hattın GKRY, dolayısıyla AB, kural ve kanunlarına uyumluluğu gerekli. Boru hattının çevresel etki değerlendirmesi raporu (ÇED), hattın geçeceği ülkenin resmi makamlarına onay için sunulmalı. Böyle bir raporda GKRY terimi mi kullanılacak? Kaldı ki, GKRY böyle bir boru hattına karşı olduğunu çeşitli platformlarda defalarca dile getirmişti.

Boru hattını geçirmeye zorlayamaz Hatırlamak gerekirse Türkiye ile KKTC Eylül 2011’de kıta sahanlığı ve açık deniz petrol ve doğal gaz aramacılığına dair anlaşma imzalamışlardı. Kasım 2011’de TPAO’ya 7 blok için verilmiş olan arama ruhsatlarından

74


altı tanesi GKRY’nin tek taraflı olarak ilan ettiği münhasır ekonomik bölge alanlarını kapsamaktadır. Yani Leviathan sahasından Türkiye’ye çekilecek bir boru öyle ya da böyle GKRY sularından geçecektir. Türkiye, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni resmen tanısa bile boru hattını geçirmeye zorlayamaz.

Birleşik Kıbrıs Federasyonu’nun Münhasır Ekonomik Bölgesi neresi olacak? Birçok kişi sanıyor ki Kıbrıs sorunu çözülürse boru hattının Kıbrıs sularından geçmesini zorlaştıracak nedenler de ortadan kalkar. Kıbrıs konusunda geçtiğimiz 6-7 aydır kaydedilen olumlu gelişmelerin devam etmesi halinde kalıcı bir çözüme ulaşılabileceği inancı giderek yaygınlaşıyor. Adada yaşayan iki toplumun Birleşik Kıbrıs Federasyonu veya başka bir isim altında tekrar birleşmesi konusundaki kararın bu yıl alınacağını iddia edenler de var. Peki, Birleşik Kıbrıs Federasyonu’nun (veya her neyse) münhasır ekonomik bölgesi (MEB) neresi olacak? Ben şimdiye kadar bu konuda herhangi bir açıklama yapıldığını görmedim ve duymadım.

Ulusal güvenlik nedeni GKRY’nin tek taraflı ilan ettiği MEB, uluslararası çevreler ve AB tarafından tanındığından ve yeni Kıbrıs AB müktesebatına tabi olacağından bence yeni Kıbrıs’ın MEB’si GKRY’nin halihazırdaki MEB’si olacak. Ben şahsen Türkiye’nin ulusal güvenlik nedeniyle buna göz yumacağını hiç sanmıyorum. Yani aslında hem Kıbrıs sorununun çözülmesi gerekiyor hem de yeni Kıbrıs’ın MEB’sinin taraflarca ve Türkiye tarafından kabul edilmesi gerekiyor. Bu ise, şart olmasa da Ege ve Akdeniz’de Yunanistan ile Türkiye arasındaki deniz sınırları problemlerinin çözümünü gerektirebilir. MEB konusu bizi diğer hukuki koşula getiriyor: Boru hattı yapmak için gerekli Hükümetler Arası Anlaşma (HAA). Eğer Kıbrıs sorunu çözülmezse veya Türkiye Kıbrıs Cumhuriyetini tanımazsa boru hattı için HAA yapılamaz ve çevresel etki değerlendirmesi (ÇED) onaylanamaz.

Boru hattı öncesi iki ticari koşul HAA ve ÇED olmadan uluslararası finans kuruluşları büyük bir olasılıkla projeye mali destek vermeyeceklerdir. Hattı yapmaya istekli şirketlerin milyar dolarla ifade edilen böyle bir boru hattı projesini kendi ceplerinden finanse edeceğini pek sanmıyorum. Bu da bizi boru hattı yapımı öncesinde gerçekleşmesi gereken iki ticari koşula getiriyor: Leviathan sahası için nihai yatırım kararının alınması ve gerekli finansmanın sağlanması. Keşfedilmiş büyük doğal gaz sahalarının üretim kapasitesine dönüştürülmeleri ihracata, dolayısıyla ihracat alt yapısına bağlıdır. Ancak, vergi ve ihracat politikalarındaki sürüncemeler, saha geliştirme süreçlerinde karşılaşılan sıkıntılar, düzenlemedeki zig zaglar nedeniyle Tamar sahasının ikinci faz geliştirme süreci, Güney Batı Tamar sahasının geliştirilerek üretime

75


sokulması, Kariş ve Tanin sahaları ve de en önemlisi Leviathan sahasının geliştirilmesi için gereken ve 6 milyar doların üstünde olacağı öngörülen nihai yatırım kararları verilememişti. Durum böyler olunca, Ürdün’de Arab Potash Company, Bromine Company ve Ürdün Ulusal Elektrik Şirketi ile Mısır’daki LNG tesislerini kullanmak için BG ve Union Fenosa Gas şirketleriyle, ayrıca Mısır’daki Dolphinus Holdings Limited ile imzalanan gaz satışına ilişkin mutabakat zabıtları ve niyet mektupları hayata geçirilememiştir. Netahyahu nihayet yeni doğal gaz piyasası düzenlemesini “Türkiye ile İsrail anlaştı” haberlerinin medyaya düştüğü gün olan 17 Aralık’ta onayladı ve Leviathan ortaklarının nihai yatırım kararı almasının önü açıldı. Ancak, artan riskler ve mali külfet yüzünden (özellikle Noble Energy’nin mali durumu göz önüne alındığında) ortaklarLeviathan sahasını geliştirme planını ihracat odaklı olmaktan çıkarabilirler.

İsrail gazının Mısır’a gitmesi her geçen gün zora giriyor Leviathan sahasının geliştirilmesi konusundaki nihai yatırım kararının bu sene içinde alındığını varsayarsak, sahada plato üretime 2020’den önce geçmek mümkün değildir. Mısır, 2021 yılından sonra tekrar gaz ihraç eder hale geleceğinden, Leviathan gazının (Tamar sahasından gelecek gazla beraber) Mısır’da şu an atıl duran LNG tesisleri yoluyla dış piyasalara ihracı penceresi (zamanlama açısından) yavaş yavaş kapanmaktadır. Fiyat açısından baktığımızda ise Leviathan gazının LNG olarak Avrupa piyasasında rekabet edebilmesi için kuyu çıkışı satış fiyatının 2,5-3 dolar/ MMBtu civarında olması gerekir. İsrail’in yeni gaz düzenlemesi derinlemesine incelendiğinde Leviathan ortaklarının kar etseler bile bu fiyattan neden satamayacakları anlaşılır.

Görünmez bir el pencereyi kapıyor Diğer yandan, Mısır hükümeti geçen ay İsviçre’deki Uluslararası Tahkim Mahkemesinin Mısır’a kestiği 2 milyar dolara yakın ceza nedeniyle (1,7 milyar dolar İsrail Elektrik Şirketi, 288 milyon dolar East Mediteranean Gas Pipeline şirketi için) İsrail gazının Mısır’a gelmesine artık sıcak bakmamaktadır. Görüşmeler şirketler bünyesinde devam etse ve para cezası konusu bir şekilde halledilse bile düşük LNG fiyatları, LNG piyasalarındaki beklentiler ve enerji fiyatlarında değişen dinamikler de dikkate alındığında, sanki görünmez bir el pencerenin daha da kapanmasına yardım ediyor.

Ama bu, İsrail gazının Türkiye’ye gelmesi gerekir şeklinde yorumlanmamalıdır. Her ne kadar İsrail gazının dış pazarlara ulaştırılması konusunda ibre

76


Türkiye’ye dönüyor gibi gözükse de yukarıda bahsettiğim hukuki, politik ve ticari koşullar yerine getirilmedikçe İsrail’den Türkiye’ye deniz altından bir doğal gaz boru hattı döşenebileceğini sanmıyorum. Olsa bile, Türkiye’de gaz piyasası serbestleşmedikçe 2021’den önce bu hatla İsrail gazının Türkiye’ye gelebileceğine ve Rus gazıyla rekabet edebileceğine pek ihtimal vermiyorum. Yanlış anlaşılmasın, İsrail gazı Türkiye’ye gelmez demiyorum, mevcut durumda gelemez diyorum. İsrail gazı Türkiye’ye gelmelidir ve gelmesi gereklidir. Ancak, şu anda ortam müsait değil bence. İleride bunu fırsata çevirmek ise bizim elimizde.

2021’de Lübnan’ın önündeki engeller kalkacak Fırsat senaryosu şöyle: Leviathan gazı 2021’den önce Mısır’a veya Türkiye’ye gitmez ise denizin altında kalmaya devam eder (yatırım kararının alınıp küreklerin aheste çekildiği olasılık dahil). 2021’den sonra Mısır’a gidemez ama Türkiye’ye gelebilir. 2021’e kadar Lübnan’da denizlerde petrol arama ve üretim ihalesi önündeki engeller kalkmış ve arama çalışmalarına başlanmış olacak. Lübnan açıklarında keşfedilecek gaz da Leviathan-Türkiye boru hattına dahil edilebilir. Kıbrıs sorunu o süre zarfında ortadan kalkarsa Kıbrıs gazı da pekala aynı boru hattına dahil edilebilir. Bu durumda yıllık gaz taşıma kapasitesi 25-30 bcm olan bir boru hattından (hadi adına EastMed Stream diyelim) bahsetmiş oluruz.

Tünelin sonundaki ışık Sözün kısası, tünelin sonunda ışık var ama bir an önce kavuşacağım diye hızla ışığa doğru koşmanın bir anlamı yok. Unutmamak gerekir ki tünelin sonundaki ışık karşıdan gelen trenin ışığı da olabilir. Haklısınız, 2016’ya alem Mersin’e giderken benim tersine gittiğim aykırı bir yazıyla başlamış oldum. Sigarayı bırakmama verin! Sağlıklı bir yıl dileğimle…

77


78


İran Yaptırımları Sonrası Petrol Fiyatları 15 Şubat 2016 İran operasyonel konulardaki kısıtlar kalkar kalkmaz Suudi Arabistan, Irak ve Rusya’ya kaptırmaya başladığı Avrupa-Akdeniz piyasasında yaptırımlar öncesi sahip olduğu pazar payına yeniden ulaşmayı hedefleyecektir. Bu yüzden Arabistan, Rusya ve Irak petrolü ile rekabet edecek ve gerekirse iskonto yapma yoluna gidecektir. Epey bir süredir zaten başı aşağıda dolaşan petrol fiyatları, Aralık sonuna doğru ABD’nin 40 yıldır uyguladığı ham petrol ihraç yasağını kaldırması ve Ocak ortasında İran’a uygulanan uluslararası yaptırımların kaldırılmasıyla birlikte tabiri caizse yerlerde sürünmeye başladı.

Petrole boğulan bir fiziki petrol piyasası Uluslararası Enerji Ajansı’nın 19 Ocak’ta yayınladığı Aylık Petrol Sektörü Raporu, 2016 yılının ilk yarısında arz fazlasının günlük ortalama 1,5 milyon varil (mb/d) seviyesine çıkması nedeniyle piyasaların petrole boğulacağını, dolayısıyla fiyatlardaki düşüşün devam edeceğini belirtiyordu. Aynı gün, Uluslararası Para Fonu IMF, 2016 yılı için global ekonomik büyüme oranı öngörüsünü yüzde 3,4’e indirdi. Ekim 2015 öngörüsü ile karşılaştırıldığında her ne kadar küçük bir revizyon gibi gözükse de, özellikle gelişen piyasa ekonomileri yanında Amerikan ekonomisinde de büyümenin daha zayıf olacağı beklentisi global petrol talebinin beklenenden daha zayıf olacağının sinyalini verdi. Amerikan Merkez Bankası Fed’in (Fed gerçi merkez bankası değil ama neyse) faiz artırımına gitmesi, bazı önemli petrol tüketici ülkelerde kışın nispeten yumuşak geçmesi, sübvansiyonların kaldırılmasıyla nedeniyle bazı ülkelerde petrol ürünleri fiyatlarının birdenbire pahalanması, güçlü Amerikan doları gibi nedenler yüzünden petrol fiyatları üzerinde zaten bir baskı vardı.

79


Arz cephesindeki gelişmeler de cabasıydı. Amerikan ham petrolü taşıyan ilk tanker Avrupa piyasalarına 20 Ocak’ta ulaşmıştı. Düşen petrol fiyatları Amerikan kaya petrolü üreticilerini ha vurdu ha vuracak deniyordu ama üretimde dişe dokunur bir düşüş henüz görülmüyordu. Üstelik aylardır sürekli düşmekte olan açılan sondaj sayısına rağmen Amerikan petrol üretiminde kayda değer bir düşüş gözlenmedi. Arzın talepten çok daha hızlı artması nedeniyle şişen stokların fiyatlara yaptığı baskı da cabası.

Beklentilerin önemli rol oynadığı bir kâğıt varil piyasası Günlük, haftalık, hatta aylık istatistiklerin çoğunlukla tahminden ileri gitmediği bir piyasada petrol fiyatlarının 18 ay içerisinde 150 dolardan 27 dolara inmesini salt arz ve talep koşullarına bağlamak doğru olmadığı gibi yeterli de değildir. Tecrübem bana öyle söylüyor. Islak varil piyasası olarak da adlandırılan ve yukarıda ana hatlarını çizmeye çalıştığım fiziki varil piyasasına paralel olarak, petrol üretim ve tüketiminin herhangi bir kısıtlamaya sahip olmadığı kağıt varil piyasasındaki gelişmelere de yakınmak bakmak gerekir. Kağıt varil piyasasına yön ve hız veren temel etmenlerin başında fiziki piyasadaki mevcut arz-talep koşulları ve gelecekle ilgili beklentiler gelmektedir. Bu beklentilerin fiziki petrol piyasasıyla doğrudan ilişkisinin olup olmaması şart değildir. Yani finansal piyasaları ve spekülasyonu, bu arada da Keynes’in de bahsettiği hayvani dürtüler/içgüdüleri (animal spirit) göz ardı etmemek gerekir. Birbirlerini gözlemleyen simsarların piyasada yarattığı satış baskısı buna bir örnek olarak gösterilebilir. Diğer yandan, kağıt varil piyasasında oluşan varil fiyatının fiziki piyasadaki varilin fiyatını hiç etkilemediğini söylemek de doğru olmaz. Bir anlamda “tavuk mu yumurtadan yoksa yumurta mı tavuktan çıkar” misali. Beklentilerin şekillenmesinde OPEC’in ve jeopolitik gelişmelerin etkisi de göz ardı edilemez. OPEC, 4 Aralık’taki son toplantısında 30 mb/d üretim kotasından bile bahsetmez oldu. Hangi fiyattan olursa olsun pazar paylarını korumak için mücadele etmeleri beklenen Suudi Arabistan ve Rusya’nın üretimi kısma konusunda flört edeceklerine ise pek prim verilmedi. Jeopolitik gelişmeler, genelde piyasanın dar olduğu zamanlarda fiyatları tetiklemekte önemli rol oynayabilir. Piyasanın petrole boğulduğu zamanlarda ise pek kale alınmayabilir. Son zamanlarda jeopolitik cephede yaşanan bazı olumsuz gelişmelerin bile petrol fiyatlarını yukarıya çekmeye yetmemesi buna bir örnek. Daha bir kaç yıl önce, Nijerya’da bir polis karakoluna saldırı yapıldı diye gün içi petrol fiyatlarının bir kaç dolar zıplaması normal sayılıyordu. Ama gelin görün ki şimdilerde Libya’nın ihracat terminalleri ve boru hatlarına zarar veren saldırılara petrol fiyatları duyarsız kalıyor. Ör-

80


neğin, Ocak ayında Ras Lanuf ve Es Sidar ihracat terminallerine yapılan saldırılar sonucu 1 milyon varilden fazla petrol heba olup ülkenin petrol üretiminde ciddi düşüş yaşanmasına rağmen petrol fiyatları 30 doların altına inmişti.

İran’ın global petrol piyasasına dönüşü, dört soruyu beraberinde getirdi Ocak ayında petrol fiyatlarındaki volatilite (değişkenlik ya da oynaklık) zirve yaptı. Bu yüksek volatilitenin, halihazırdaki üretimi absorbe edemeyen bir piyasanın İran’a uygulanan yaptırımlar sonrasında akacak ilave petrole verdiği tepkiden kaynaklandığını söylersek pek de yanılmış olmayız herhalde. ABD ve AB yaptırımlarının Ocak ayında kaldırılmasıyla dört yıldır günde ortalama 1 mb/d ihraç eden İran’ın global petrol piyasalarına aktif bir oyuncu olarak dahil olması dört soruyu beraberinde getirdi: İran’ın petrol ihracat artışının miktarı, bu artışın hangi sürede gerçekleşeceği, ek petrolün nereye satılacağı ve nihayet ihraç edilecek ek petrolün kalitesi. İran’lı yetkililer, yaptırımlar kalkar kalkmaz piyasaya derhal günlük ortalama 500 bin varil (kb/d) petrol süreceklerini, diğer bir 500 kb/d petrolü de 6 ay içinde süreceklerini, yani bu yılın ikinci yarısında İran’ın petrol ihracatının toplamda 1 mb/d artacağını iddia etmektedirler. Bu miktar konusunda piyasada oluşmuş ortak bir görüş yok henüz. Olması da beklenmiyor. Ancak İranlıların telaffuz ettiği miktar genelde tavan olarak alınıyor. Uzmanlar arasındaki ortak kanı, petrol piyasasına İran tarafından sürülecek ek miktarın (ki çoğu kişiye göre 600 kb/d civarında) OPEC üyesi olmayan petrol üreticisi ülkelerdeki üretim azalışına karşılık geleceği yönünde. İran’ın yapacağı ilk iş şu ana kadar gemilerde stokladığı petrolü piyasaya sürmek olacaktır. İran’ın stoklarında ne kadar petrol olduğu sorusunun cevabını herhalde yalnızca İranlı yetkililer biliyor. Piyasa uzmanları tarafından telaffuz edilen miktarlar 35 ila 50 milyon varil arasında değişiyor. Bu miktarın yarısından çoğunun kondensat denilen çok hafif petrol olduğu tahmin ediliyor. Mevcut piyasa koşullarında bu kadar kondensatın kısa sürede eritilmesi pek kolay değil tabii ki. Fakat İran elinden öncelikle mümkün olduğu kadar kondensat çıkararak talebin daha fazla olacağı ham petrole yer ayırmak bir yana bu petrolü taşıyacak gemileri de boşa çıkarmak zorunda. İran öncelikle Asya’daki müşterilerine daha fazla petrol satmayı deneyecek (Çin, Japonya ve Kore’ye daha fazla kondensat satmakla başlayarak) ve yaptırımlar nedeniyle sekteye uğrayan sigorta, bankacılık ve diğer bazı operasyonel konulardaki kısıtlar kalkar kalkmaz da Suudi Arabistan, Irak ve Rusya’ya kaptırmaya başladığı Avrupa-Akdeniz piyasasında yaptırımlar öncesi sahip olduğu pazar payına yeniden ulaşmayı hedefleyecektir. Bu yüzden Arabistan, Rusya ve Irak petrolü ile rekabet edecek ve gerekirse ıskonto

81


yapma yoluna gidecektir. Bu arada Asya piyasasındaki mevcut müşterilerini başkalarının kapmasına müsaade etmeyecektir.

İran’ın muhtemel hamleleri ve piyasaların tepkisi Yüksek volatilitenin olduğu ve piyasanın doyduğu bir ortamda İran’ın piyasayı petrole boğması pek akılcı değil tabii ki. Fiyatların tabiri caizse yerlerde süründüğü bir piyasaya İran eğer iddia ettiği gibi günde ortalama 1 milyon varil petrol sürerse bazı uzmanların iddia ettiği gibi petrol fiyatları rahatça 20 dolara inebilir. İran’ın piyasaya bu kadar fazla petrolü hemen sürmesi, her ne pahasına olursa olsun piyasa payını koruma politikasını güden Suudi Arabistan’a bir anlamda arka çıkmak demektir ki bundan sadece petrol ithalatçıları karlı çıkar.

82


Hesapta Suudi Arabistan’ın amacı, Rusya ve bazı OPEC üyesi olmayan rakiplerine baskı yapmak, yüksek maliyetli petrol üreticilerini saf dışı etmek ve büyük yatırım gerektiren konvansiyonel projelerde gecikmelere yol açmak suretiyle pazar payını korumaktı. Ama evdeki hesabın çarşıya uymaması bir yana bu hatalı politika petrol fiyatlarını 30 doların altına indirdi. Geçen yıl yaklaşık 100 milyar dolar bütçe açığı veren Arabistan’ın (2014’teki açık yalnızca 18 milyar dolardı) döviz rezervleri hızla eriyerek 644 milyar dolara indi. Eğer böyle giderse 5 yıl içinde Arabistan ekonomisi köşeye sıkışabilir. Bu durumda ekonomiyi çeşitlendirmek, enerji fiyatlarını arttırmak ve hatta Suudi Aramco’nun bazı varlıklarını özelleştirmek veya halka açmak da Arabistan ekonomisi kurtaramayabilir. Petrol fiyatlarının Venezuela’yı ve Nijerya’yı ne hale soktuğu ortada. İran eğer Arabistan ile “piyasa payımı arttıracağım” diye fiyat savaşına girerse kaybeder. Suudi Arabistan’ın Kuzey Batı Avrupa ve Akdeniz’deki ülkelere Şubat ayı için yaptığı ıskontonun önceki aylardakinden fazla olduğu göz önüne alınırsa ne demek istediğim anlaşılır her halde. Yok, eğer uzun vadeli menfaatlerini koruma amacıyla yavaşça üretim kapasitesini arttırır, elindeki stokları mümkün olan en iyi fiyattan yavaşça elden çıkarır ve ayrıca üst düzey yetkililerinin her yerde ağzını açmalarını önleyerek piyasada gereksiz olumsuz hava yaratmamayı sağlayabilirse hem kendisi hem başkaları kazanır. İran’ın muhtemelen üzerine düşeceği diğer bir konu OPEC olacaktır. Üretim ve kota konusunda organizasyondaki eski konumuna gelmek isteyecektir. Bölge politiği konusunda araları hiç iyi olmayan İran ve Suudi Arabistan, OPEC politikası konusunda yakında tekrar karşı karşıya gelecekler. İran, daha aktif bir rol üstlenmekle OPEC’in Arabistan’ın borusunun öttüğü bir kurum olmadığını göstermeye çalışabilir. Tabii ki Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney’den tam destek alırsa. Güçlü bir takıma sahip olmasına rağmen bu ikili arasındaki tabiri caizse nane molla olan ilişki nedeniyle Ruhani sosyo-ekonomik kalkınma cephesinde ağırlığını koyamıyordu. 17 Ocak’ta, yani yaptırımlar kaldırıldıktan bir gün sonra, Ruhani 2016-2017 bütçesini parlamentoya takdim ederken bunun ezikliğini yaşıyordu. Bütçede açıkça gösterilmemesine rağmen yapılan hesaplamalarla 35 ila 40 dolar arasında olacağı hesaplanabilecek bütçe petrol fiyat varsayımı ve 2016-2021 yıllarını içeren altıncı beş yıllık kalkınma planında öngörülen yüzde 8 büyüme hedefi Ruhani’nin işinin pek kolay olmayacağını gösteriyor. Bakalım bu ay sonuna doğru yapılacak iki yerel seçimden sonra durum ne olacak. Önümüzdeki aylarda ayrıca kaya petrolü üreticilerinin OPEC’in ‘swing producer’ denen dengeleyici üretici rolünü ne derecede üstlenip üstlenmeyeceklerini ve finansal piyasalardaki gelişmelerin petrol fiyatlarını ne derece etkileyeceğini de hep beraber göreceğiz.

83


Sonuç itibariyle; büyük petrol üreticisi ülkeler arasında bir çatışma çıkmayacağı varsayımı altında ileriki aylardaki petrol arz ve talep görünümü ve beklentiler bize petrol fiyatlarının bu yıl ve muhtemel önümüzdeki yılın ilk yarısında düşük seviyelerde kalacağını göstermektedir. Sonrasında ise genel kanı petrol fiyatlarının yükselme eğilimine gireceği yönünde. Ama ben yine de ortada çok fazla bilinmeyen olduğu için fiyat tahmini yapmaktan kaçınmayı tercih ederim. Onun yerine çeşitli kurumların değişik zaman aralıklarında 2016 yılı için yaptıkları Brent tipi petrol fiyat tahminlerden oluşturduğum grafiği sizlere takdim ediyorum. Bir sonraki sayıda tekrar sizlerle beraber olmak dileğiyle.

84


Uluslararası Doğal Gaz Fiyatları ve Fiyat Mekanizması Nereye Gidiyor? 21 Mart 2016 Brent tipi ham petrol, Ocak 2014 ortalama varil başı fiyatı olan 107,4 dolardan Haziran 2014’te yaklaşık 112 dolara çıktıktan sonra düşmeye başlamış ve Şubat 2016’da 33,2 dolara inmişken, Avrupa’nın ortalama doğal gaz ithalat fiyatı Ocak 2014’teki milyon Btu başına 11.6$ ($/MMBtu) seviyesinden sürekli kan kaybederek Şubat 2016’da 5$’ın altına inmiştir. Bildiğiniz gibi uluslararası doğal gaz piyasaları derken aslında üç bölgesel piyasadan bahsediyoruz: Amerika, Avrupa ve Asya. Bu üç piyasayı birbirine bağlayan şey ise LNG, yani sıvılaştırılmış doğal gazdır. Küresel petrol piyasalarında WTI, Brent ve Dubai tipi gibi petrollerden oluşan benchmark veya referans dediğimiz ve aralarında yüksek korelasyon olan bir fiyat mekanizması söz konusuyken, doğal gazda her bir bölge için ayrı bir fiyat mekanizması var olmuştur. LNG’de ise küresel bir benchmark fiyat mekanizması hala oluşturulamadı. Boru gazı fiyatı genelde, uzun vadeli sözleşmelerle, petrol fiyatlarına endeksli bir formülle belirleniyor. Yine bildiğiniz gibi uluslararası gaz piyasaları genelde ikili anlaşmalar çerçevesinde yapılan uzun vadeli ve petrole endeksli kontratların hakimiyeti altında olmasına rağmen bu hakimiyet her geçen yıl azalmaktadır. Örneğin 2005 yılında petrole endeksli kontratların dünya gaz ticaretinde %80 civarında olan oranı bugün yüzde 60’ın altına düşmüştür. Aynı dönem içerisinde Avrupa piyasalarında petrole endeksli kontratların oranı yüzde 95’ten yüzde 40’lara doğru gerilemiştir. Petrol endeksli gaz fiyatları Avrupa gaz hub fiyatlarında önemli bir rol oynamaya devam ederken son zamanlarda Avrupa hub fiyatları ile spot LNG fiyatları arasında daha yakın bir ilişki yaşanmaya başlanmıştır.

LNG’nin gaz piyasalarının globalleşmesindeki rolü Gas & Power’ın geçtiğimiz Kasım sayısında LNG piyasalarında değişen dinamikleri konu alan bir yazı yazmış ve LNG’nin gaz piyasalarının global-

85


leşmesindeki rolüne değinmiştim. Arz fazlası nedeniyle spot LNG fiyatlarının düştüğünü, kontratların yeniden müzakere edildiğini, yeni kontratların daha kısa vadeli süreler içerdiğini ve çoğunda teslim yeri şartının kaldırıldığını, boru hattı gaz fiyatlarında bile hub endeksine doğru bir kayış olduğunu ifade etmiş, en azından 2020 yılına kadar LNG piyasalarında arz fazlası yaşanacağını söylemiştim. Arz cephesinde küresel gaz üretimine baktığımızda kayda değer bir yenilik görmezken LNG arzı cephesinde genişlemenin hemen farkına varıyoruz. Cheniere Energy’nin Sabine Pass LNG tesisten ilk kargo Şubat sonunda Brezilya’ya doğru yola çıktı. Mart ayı başlarında Chevron’un 54 milyar dolarlık Gorgon LNG projesi devreye girdi. Bu yıl küresel LNG kapasitesi 274 milyon tonu aşacak. 2018 sonuna kadar buna 65 milyon ton daha eklenecek. Şu anda yapım aşamasında olan veya nihai yatırım kararı alınmış LNG tesisleri de dahil olmak üzere piyasada toplam 100 milyon ton civarında henüz kontratı yapılmamış LNG mevcut. Bunun içindir ki en azından önümüzdeki 5 yıl içinde LNG piyasası satıcıların değil alıcıların borusunun öttüğü bir piyasa olacak. Bu hesaplarda yer almayan İran da LNG piyasasına girerse neler olabilir bir düşünün.

Japonya’da 4 nükleer reaktör yeniden devrede Talep cephesinde ise haberler kötüleşiyor. Kuzey yarım kürede bu kış mevsim normallerinin 1,7 derece üstünde geçti. Amerika’da gaz stokları bu kışı önceki senelerin ortalamasının %40 üstünde kapatacak. Geçen yıl Güney Kore son 5 yılın, Japonya ise son 4 yılın en düşük LNG ithalatını gerçekleştirdi. Ayrıca Japonya’da şu ana kadar 4 nükleer reaktör yeniden devreye girdi (ancak son 2 reaktörün devre dışı bırakılması konusunda mahkeme kararı henüz sonuçlanmadığından şu anda yalnızca ikisi faaliyette). Çin’in LNG ithalatı ilk defa azaldı. Asya’nın toplam LNG talebindeki düşüş nedeniyle Avrupa’ya yönlendirilen LNG miktarı artmaya başladı. Düşen kömür fiyatları ve elektrik üretiminde yenilenebilir enerjinin gittikçe hissedilen ağırlığı, Asya’da üç büyüklerin (Japonya, Çin ve Güney Kore) gaz talep artışında frene basılması gibi nedenlerle talep cephesindeki hava kötüleşmeye devam edecek gibi gözüküyor. Petrol fiyatlarındaki düşüşün de dolaylı etkisiyle gaz fiyatları aşağıya doğru inmeye devam ediyor. Henry Hub 1,7$/MMBtu ‘ya kadar düştü. Avrupa Hub gaz fiyatları 4$/MMBtu civarında dans ederken, Avrupa ve Asya LNG fiyatları arasındaki makas kapanıyor. Bu yazıyı yazdığım Mart başında LNG fiyatları 4,5$’ın altında işlem görürken LNG, Avrupa piyasasında boru gazıyla rekabet etmeye başladı. Bu arada, çok yüksek veya çok düşük talebin, petrol paritesinin çok üstünde veya altında LNG fiyatlarına yol açabileceğine yeniden tanık oluyoruz. Hatırlarsanız 2008 yılı başlarında Japonya’nın spot LNG alım fiyatı 19$ civarında iken Henry Hub 7$, Avrupa ithalat fiyatları ise 10$ civarında

86


seyrediyordu. Asya’da fiyatın bu kadar yükselmesinin temel nedeni gaz açığı olan Japon LNG ithalatçılarının hem birbirlerinin hem de Güney Korelilerin verdikleri fiyatların üstüne çıkarak ihtiyaçlarını temin yoluna gitmeleriydi. İthalatçılar arasındaki fiyat savaşı ihracatçılara yaramıştı aslında.

Ülkemizdeki ithalatçılar Şimdilerde durum tersine döndü, ya da sokak tabiriyle “maymun gözünü açtı”. Birbirleriyle rekabet etmek yerine ithalatçılar artık ihracatçılara karşı birlik oluşturuyorlar. Mesela Japonya’nın Chubu elektrik ile Tokyo Elektrik’in kurduğu Jera adlı şirket dünyanın en büyük LNG ithalatçısı oldu. Ayrıca, Japon ve Güney Kore şirketleri alımlarını ortak yaparak fiyatları aşağı çekmeyi hedefliyor. Alıcıların birleşmesi petrol fiyatlarındaki düşüş ve küresel piyasalardaki LNG fazlası nedeniyle zaten baskı altında olan fiyatlara ekstradan bir tokat daha atarak fiyat yapısının değişmesine yardımcı olabilir. Jera’nın hedefi 2020 yılında ithal edilen LNG’nin fiyat portföyünde petrol endeksli oranı yüzde 50’ye indirmek. Ülkemizdeki ithalatçılar da kısa vadeli veya spot LNG tedarikinde böyle bir yapılanmaya neden gitmesin? Bunun yanında uluslararası gaz piyasalarındaki fiyat mekanizmaları, LNG önderliğinde yapısal bir değişime başladı. Orta ve kısa vadeli yeni LNG kontratlarında Avrupa hub endeksleri (NBP veya TTF) yeni bir standart haline geliyor. En azından Avrupa piyasası için. Uzun vadeli kontratlarda bile artık Hub endeksini görmek mümkün. Katar’ın Şubat ayında Pakistan ile yaptığı 15 yıllık kontrat herhalde LNG piyasalarında fiyat yapısının nasıl değiştiğini gösteren bir başka örnek. Kontrat fiyatının son üç aylık ortalama Brent fiyatının yüzde 13.37’sine sabitlendiği konusunda söylemler var. Yani geçtiğimiz 3 ayın Brent ortalaması 30$ ise Pakistan’ın LNG ithalat maliyeti 4$/MMBtu’ya gelmiş olur (Buna cüzi taşıma maliyetini de ilave etmek gerekir). Uzun vadeli LNG kontratlarında bile revizyona gidildiğini görüyoruz. Geçtiğimiz Aralık ayında Hintli Petronet ve bu Mart başında Çin ulusal petrol şirketi CNPC’nin Katar’la yaptığı kontrat revizyonu bunun örneği. Dahası, önümüzdeki yıllarda daha yaratıcı ve daha esnek LNG kontratları yapılacağını hep beraber göreceğiz. LNG piyasalarının şu andaki handikabı global bir ticaret hub’ının olmayışı. Singapur’un geçen sene sonuna doğru global LNG ticaret hub’ı olma arzusuyla ortaya sürdüğü Asya spot LNG endeksine (SLInG) 25 Ocak’ta türev kontratlarını da dahil etmesi ve buna paralel olarak Japonya’nın girişimleri bakalım Asya’da bir LNG benchmark fiyatı oluşmasına yol açacak mı?

Fiyatlar yukarıya doğru hareket edecek Hâlihazırda Asya piyasasında petrole endeksli kontrat yapısı baskındır. Spot LNG kargoların Asya’nın toplam LNG ithalatı içindeki payı yüzde 5 civarında. Bu yapının önümüzdeki 5 yıl içinde radikal bir şekilde değişmesini

87


bekleyemeyiz. Fakat 2020 yılına kadar Asya spot LNG fiyatları ile petrole endeksli LNG fiyatları arasındaki bağ gittikçe gevşeyebilir. Eğer o zamana kadar Asya LNG fiyatlarının petrole endeksli yapısı kırılmaz ise arz-talep arasındaki açığın gitgide kapanması yüzünden spot LNG ile petrole endeksli LNG fiyatları tekrar yakınlaşmaya başlayacak ve fiyatlar yukarıya doğru hareket edecek. Uluslararası gaz fiyatlarının geleceğini global ve bölgesel arz-talep dengesi haricinde, Avrupa’nın ileriki yıllardaki gaz ithalat miktarı ve yapısı, kaya gazı üretiminin nasıl gelişim göstereceği, LNG piyasalarındaki dinamikler ve Rusya’nın nasıl bir rekabet politikası izleyeceği belirleyecektir desek pek de yanılmış olmayız. Geçen sene yüzde 15 artış gösteren Avrupa LNG ithalatının Avrupa Birliği Komisyonu’nun Şubat ortasında açıkladığı LNG stratejisinin de etkisiyle gittikçe büyümesi bekleniyor. Avrupalı tüketicilerin kömürden gaza dönmeleri için gaz fiyatlarının biraz daha düşmesi veya yükselmemesi arzu ediliyor. Bu yüzden LNG’ye büyük rol biçiliyor. Kuzeybatı Avrupa ve Asya arasında swing LNG tedarikçisi rolünü oynayan Katar (Katar’dan her iki piyasaya taşıma maliyetleri arasında pek fark yok) Asya’da düşen talep nedeniyle LNG kargolarını yavaş yavaş Avrupa’ya yönlendirmeye başladı. Böylece LNG Gazprom’u rekabet etmeye zorlamaya başladı.

Gazprom Daha bir kaç yıl öncesine kadar Amerikan LNG’nin devreye girmesiyle Asya LNG fiyatlarının petrol endeksli yapısının darmadağın olacağı bekleniyordu. Bugün durum çok daha farklı. Benzer şekilde, Amerikan LNG’nin Avrupa piyasasına girmesiyle Avrupa gaz fiyat dinamiklerinde çok şeyin değişeceği bekleniyordu. Yakında Avrupa piyasasına girecek olan Amerikan LNG’nin bugünkü şartlarda kar edip etmeyeceği tartışılsa da Rus gaz fiyatlarına bir baskı oluşturacağı aşikar. Önemli olan Rusya’nın nasıl tepki vereceği. Ne demek istediğimi basit hesaplamalarla biraz açayım. Amerikan Enerji Enformasyon Dairesi, bugünlerde 2$’ın altında olan Henry Hub spot gaz fiyatının 2016 yılı ortalamasının 2.64$/MMBtu olacağını tahmin ediyor. Shell tarafından alınan BG’nin Cheniere’e vereceği sabit sıvılaştırma kapasitesi bedeli 2.25$. Buna doğal gaz için vereceği bedeli, yani Henry Hub * 115%’yi eklersek 5.3$ rakamına ulaşırız. Daha gemi Louisiana’yı terk etmeden ki bu fiyat şu anda UK NBP veya Hollanda TTF hub fiyatının üstünde. Üstüne üstelik bu fiyata en iyimser ihtimalle Kuzey Avrupa’ya ulaşım maliyeti için 0.5$ daha eklememiz gerekir. BG (Shell) haricindeki firmaların ödeyeceği sabit sıvılaştırma bedelinin daha yüksek olduğunu dikkate alırsanız Amerikan LNG’nin hangi fiyat seviyelerinde Avrupa piyasalarına

88


girebileceği konusunda daha iyi malumatımız olur. Bu rakamlar sadece maliyetler. Ortada henüz kar yok. Henry Hub gaz fiyatını 2$ alırsanız kargo fiyatı 5$’ın altına iner. Dolayısıyla Gazprom, Amerikan gazının Avrupa’ya girip girmemesine, eğer girerse bunun hangi miktarda sınırlı tutabileceğine dair hesaplamaları rahatça yapabilir. Bu açıdan bakıldığında uluslararası piyasalarda gaz fiyatlarının düşük olması Gazprom için bir anlamda iyi haberdir. Gazprom’un Almanya’ya gaz ihracat maliyetinin 3.5-4$ olduğu iddiaları eğer dikkate alınırsa Gazprom bir anlamda US LNG ihracat kapasite kullanım oranını bile etkileyebilir.

Doğal gaz fiyatları Sizce gaz üretim ve taşıma maliyeti düşük olan Rusya, Amerikan LNG dahil diğer alternatiflerin Avrupa piyasasına girmesine göz yumup, sahip olduğu yüzde 30 pazar payını azaltmaya razı olur mu? Olmaz ise potansiyel alternatifler ile fiyat savaşına girer mi? Girerse en fazla kim kaybeder? Biraz ipucu vereyim. Petrol fiyatları düşük kaldığı sürece Rusya, petrole endeksli fiyatların kendisine sağladığı avantaj nedeniyle rakiplerine baskı yapabilecektir. Kısa vadede onları Avrupa pazarından uzaklaştırıp uzun vadede ise yeni yatırımları engellemeye çalışacaktır. Doğal gaz fiyatlarının uzun vadede görünümü konusunda şunları not düşebiliriz: Petrol fiyatları uzun süre bu düşük seviyelerde kalmayacaktır. Değişmeye devam eden gaz piyasaları yapısı ve fiyat dinamikleri nedeniyle bir süre sonra gaz ve petrol fiyatları nihayet beraberliklerini bitirip her ikisi de kendi yollarına gidebilir. Kısa ve orta vade de ise, petrole endeksli gaz fiyatları genel olarak ham petrol veya petrol ürün fiyatlarındaki değişimi 6-9 ay arası gecikmeyle yansıttığı için bir şekilde petrole endeksli doğal gaz fiyatlarının düşük kalması gerekir. Eğer petrol fiyatlarında ciddi bir yükselme olmazsa tabii ki. Talep cephesinde kötümser hava devam ederken dünya LNG kapasitesine yeni miktarlar eklendikçe LNG arz fazlası önümüzdeki 5-6 yılda büyümeye devam edecektir. Dolayısıyla LNG fiyatları bu süre zarfında düşük seviyelerde seyredebilir. Bu arada Güney Amerika’daki gelişmeleri daha yakından takip etmek gerekir. Bakalım LNG piyasalarında ve Avrupa Hub’larında pusula gibi izlenen Henry Hub gaz fiyatı beklendiği gibi yükselişe geçip bu seneyi 2,8$ civarında, önümüzdeki seneyi de 3$’ın üzerinde kapatacak mı? Yazıyı bitirmeden önce bir konuya daha değinmek istiyorum. Gittikçe canlanacağından, spot LNG ticareti konusunda faaliyet gösteren yeni şirketlerin mantar gibi çoğalacağını göreceğiz. Umarız bunlar arasında Türk şirketleri de yer alır. Ayrıca, bakarsınız bu arada Türkiye’de enerji piyasası beklenenden daha hızlı serbestleşir ve spot LNG ithalatının artmasıyla hem fiyatlar aşağıya çekilir, hem tedarikçi yelpazesi genişler, hem de LNG ithalat

89


kapasitesinin artırılmasına ön ayak olunarak gaz ticaret hub’ı olma yolunda bir adım daha atılır. Yine uzun bir yazı oldu maalesef. Daha fazla zaman ayırabildiğimde karşınıza daha kısa bir yazıyla çıkma dileğiyle.

90


Hub Olacağım Demekle Hub Olunmaz 2 Mayıs 2016 Artık kavram kargaşasına bir son verip ne olmak istediğimizi netleştirmemiz gerekir. Enerjide “merkez ülke” olmak ile “enerji merkezi” olmak aynı şey değildir. Eğri oturup doğru konuşalım. Gerçekte ne enerji merkezi ne de enerjide merkez ülke olabiliriz, çünkü enerji terimi kömür, petrol, gaz, nükleer, yenilenebilir enerji kaynaklarını kapsar. Türkiye’nin jeostratejik konumunun ne kadar önemli olduğunu hepimiz biliyoruz. Fakat bu konum Türkiye’yi bir enerji hub’ı yapmak için ne yeterli ne de gereklidir. Kafa karıştırdım herhalde. Şimdi makarayı biraz başa saralım. Şimdiye kadar hepimiz Türkiye’nin çevresindeki ülkelerde bulunan gazın dünya doğal gaz rezervlerinin yaklaşık üçte ikisine karşılık geldiğini, Türkiye’nin dünyanın en büyük ithalatçılarından olan Avrupa’ya bu gazı ulaştırmakta kilit rol oynadığını ve hatta bir haritada Türkiye üzerine sanki spagetti serpiştirilmiş gibi duran boru hatlarının gösterildiğini duymuş veya görmüşüzdür. Genelde çıkarılan sonuç ise Türkiye’nin enerjide merkez ülke veya enerji merkezi olması. Belki de ilk tepkimiz Güneş Tecelli gibi “vay anasını sayın seyirciler” demek olmuştur.

Kendimizi kandırıyoruz Aslına bakarsanız, elalemin doğal gazının üzerimizden geçirilerek elaleme ulaştırılmasında köprü parası alıyoruz diye enerji hub’ı olacağımızı düşünmekle üç temel hata yapıyoruz ve hatta kendimizi kandırıyoruz. Birincisi, “enerji” kelimesini kullanarak çok daha geniş bir çerçeve çiziyor ama sadece “doğal gazı” kast ediyoruz. İkincisi, çevremizdeki ülkelerdeki doğal gaz rezervlerini sanki doğruluğu tasdik edilmiş bir şeymiş göstererek global çapta bir yanılgının parçası oluyoruz. Örneğin, hepimizin kaynak olarak kullandığı BP enerji istatistiklerine bir bakın: Son 4 yıldır Irak ve

91


Türkmenistan’ın gaz rezervlerinde hiç değişme yok, Azerbaycan’ın rezervleri bir çok yıl aynı seviyede kalmış ve hatta Cezayir’in rezerv rakamları 15 yıldır hep aynı. Detaylara girmeyeceğim ama şunu belirtmem gerekir ki bir ülkenin yıllarca ancak ürettiği miktar kadar doğal gaz keşfetmesi mümkün değil. Üçüncüsü, hub olacağım demekle hub olunmaz. Öncelikle bu üç hatadan arınmamız gerekiyor. Bunun için bazı konularda uzlaşım sağlamak gerekir. Artık kavram kargaşasına bir son verip ne olmak istediğimizi netleştirmemiz gerekir. Enerjide “merkez ülke” olmak ile “enerji merkezi” olmak aynı şey değildir. Eğri oturup doğru konuşalım. Gerçekte ne enerji merkezi ne de enerjide merkez ülke olabiliriz, çünkü enerji terimi kömür, petrol, gaz, nükleer, yenilenebilir enerji kaynaklarını kapsar.

Merkez kelimesi hub’dan daha fazla şeyleri kapsıyor “Enerji” terimini doğal gaza indirgesek bile bunu yapmamız için fırınlar dolusu ekmek yememiz gerekir. Merkez kelimesini Türkçemizde İngilizce “hub” kelimesinin karşılığı olarak kullanıyoruz ama bence merkez kelimesi hub’dan daha fazla şeyleri kapsıyor. Ben şahsen “enerji merkezi” kavramını kullandığımda üretici ve tüketicilerin yanında, enerji fiyatının belirlendiği, teknoloji ve servis şirketleri dahil bilumum yatırımcının, banka ve enerji finans sektörünün bir araya geldiği bir yeri kastediyorum. Eğer enerji demekle doğal gazı kastediyorsak, o zaman hub ile ne kast ettiğimizi de açıklamak gerekir. Köprü, koridor, transit, geçiş güzergahı, kavşak gibi terimler ile hub arasında dünya kadar fark vardır. Şunu da belirtmek gerekir ki “hub” kelimesinin anlamı kimin ne için kullandığına göre değişiklik gösterir. Ayrıca “gas transit hub” ile “gas trading (ticaret) hub”ın aynı şey olmadığının altını çizmek gerekir. Farklı ülkelerdeki regülatörler, taşıma sistem operatörleri ve doğal gaz hub operatörlerinin “gas hub” tanımları da farklılıklar göstermektedir.

Henüz global veya bölgesel çapta bir LNG hub’ı mevcut değil Genel olarak gaz hub, çeşitli servisler sunarak ticaret faaliyetlerini kolaylaştıran fiziki veya sanal bir ticaret platformunu ifade etmektedir. Bir çeşit borsa olarak da adlandırabileceğimiz bu platformda arz talep dengelerine göre fiyatlar belirlenir. Uluslararası doğal gaz fiyatı derken aslında bölgesel bazda üç önemli hub’da oluşan benchmark (referans) fiyattan bahsediyoruz: bunlar bildiğiniz gibi İngiltere’deki National Balancing Point (NBP), Hollanda’daki Title Transfer Facility (TTF) ve ABD’deki Henry Hub’dır. Geçen ayki yazımda da belirttiğim gibi dünya LNG ticareti her yıl artmasına karşın henüz global veya bölgesel çapta bir LNG hub’ı mevcut değil. Sahi, biz Belçika’daki Zeebrugge veya Avusturya’daki Merkez Avrupa

92


Gaz Hub’ı gibi fiziksel bir hub mı yoksa NBP ve TTF gibi sanal benchmark hub mı olmak istiyoruz? Yoksa bu iki uç arasında kalan bir hub mı olmak istiyoruz? Bunu da netleştirmekte fayda görüyorum. Avrupa’da bir düzine gaz hub’ı var. Güney Doğu Avrupa ve Doğu Akdeniz’de henüz bir hub yok. Olması gerekir mi? Evet, gerekir. Neden? En azından Avrupa doğal gaz piyasasının ve Avrupa Enerji Birliği’nin ilerideki sağlığı açısından. Güney Doğu Avrupa ve Doğu Akdeniz’de henüz verimli ve etkin bir şekilde gaz alım-satımını sağlayan bir piyasa mekanizması ve spot fiyatları belirlemede kullanılabilecek bir fiyat mekanizması mevcut değil. Gaz alımlarının nerdeyse tamamı ikili anlaşmalar çerçevesinde uzun vadeli ve petrol fiyatına endeksli kontratlarla yapılıyor. Oturmuş piyasa şartları ve ülkeleri birbirine bağlayan boru hatları da olmadığından piyasalarda likiditeden bahsetmek de mümkün değil. Dolayısıyla söz konusu piyasalarda bir veya bir kaç oyuncu baskındır ki bunlar politik ve/veya ticari düşüncelerini piyasaya empoze edebilirler. Bir hub’ın varlığı piyasadaki tüm bu verimsizlikleri ve uygunsuzlukları sürdürülemez hale sokar. Türkiye elverişli konumunu da gerektiği gibi kullanabildiğinde doğu-batı ve kuzey-güney gaz ticareti çerçevesinde yöresel bir gaz ticaret merkezi olabilir. Yani gaz ticareti yapılır, gelen gaz hacim el değiştirerek başka alıcılara satılır ve bu konuda hacim oluşturulur. Eğer hedef buysa tüm kamu bürokrasisi “gaz ticaret” hub/merkezi tabirini kullanmalı ve özel sektörü, medyayı, akademik çevreyi, sektörle ilgili tüm kurum ve kuruluşları bu kavramı kullanmaya teşvik etmeli ve hatta zorlamalıdır. Eğer ülkemizi üzerinden boru hatlarının geçtiği bir gaz taşıma alanı olarak görürsek bize habire boru döşenir ve buna mukabil metreküp başına taşıma ücreti verilir. Türkiye’nin üretim merkezlerinden tüketim merkezlerine gaz akışı konusundaki planlarını hepimiz biliyoruz. Bir çok proje var. Azerbaycan’dan en az 10 bcm, Kuzey Irak’tan 10-20 bcm, Türkmenistan’dan 10-20 bcm, Doğu Akdeniz’den 8-10 bcm, İran’dan belki ilave bir 10 bcm, Türk Akımı da bir şekilde gerçekleşirse al sana 15-31 bcm daha. En iyi olasılıkla 100 bcm ilave gaz Türkiye’nin komşularından teorik olarak gelebilir. LNG yoluyla getirilebilecek ek miktar da cabası. Türkiye’nin ileride ne kadar doğal gaz kullanacağı meçhul. Bizim tahminlerimize göre 2025’te 48-70 bcm, 2030 yılında ise 50-80 bcm arası. O zamanlara kadar müddeti dolacak kontratlar yenilenmese bile Türkiye dış piyasalara çok ciddi miktarda gaz akışı sağlayabilir. Ancak, hub olmak boru hatlarının çok ötesinde bir şeydir. Hub olacağım ya da olmak istiyorum demekle hub olunmaz.

Hub olmak için bazı şartlar sağlanmalı Hub olmak için bazı şartların sağlanması gerekir. Bunlardan bazıları ya

93


da olmazsa olmazları şunlardır: şeffaf, liberal, işleyen bir gaz piyasası; rekabetçi bir toptan satış piyasası; standardize edilmiş kontrat ve ürün yelpazesi; temel piyasa istatistiklerine rahatça ulaşım; oturmuş bir spot piyasa; esnek bir gaz tedarik portföyü; yeterli miktarda birbiriyle bağlantılı (interconnected) boru hatları ağı; boru hatları, LNG tesisleri ve doğal gaz depolama tesislerine üçüncü tarafın erişimi; sisteme farklı arz kaynaklarından yeterli miktarda ve esnek şartlarda girdi; giren gazın fiyatının mümkün olduğunca petrole endeksli yapıdan arındırılmış olması; sağlam bir hukuki temel; Clearing House (takas merkezi); politik arzu; piyasa ve ticaret kültürü; yeterli doğal depolama kapasitesi; önemli miktarda yurtiçi doğal gaz üretimi; piyasa hacmi ve likidite vesaire. Türkiye’nin gaz hub’ı olması konusunda şimdiye kadar yazılmış yüzlerce rapor, makale vs’nin sizce kaçı bu konulara teker teker değiniyor, bilenler parmak kaldırsın. Hadi iki eli boş verdim, bir elin parmaklarını geçer mi?

En az 10 yıllık süreç Yukarıda belirttiğim şartları sağlamak kısa bir süre içinde olmaz şüphesiz. Geçmiş deneyimler iyi ve başarılı bir hub olmak için boru hatları ve yeniden gazlaştırma tesisleri gibi alt yapıya üçüncü parti erişiminden itibaren en az 10 yıllık bir süreci işaret ediyor. Türkiye bu sürecin neresinde? EFET’in (European Federation of Energy Traders) Avrupa gaz hub’larının gelişmesine ilişkin yaptığı bir çalışmanın geçen yılki güncellemesi Türkiye’nin hub gelişim skorunu 20 üzerinden 5,5 gösteriyor. Yani, Türkiye uzun ince bir yolun henüz daha başlarında. Eğer Avrupa ile entegre ve gerçek anlamda bir hub olma arzumuz varsa, Avrupa Birliği kanunlarında tanımlandığı gibi liberal bir gaz piyasasına sahip olmamız ve ayrıca Avrupa Gaz Hedef Modelinde (European Gas Target Model) belirlenen kriter ve hedefleri benimsememiz gerekir. Bildiğiniz gibi gaz hedef modelinin temel amacı çoklu giriş-çıkış bölgelerine sahip, iyi işleyen toptan satış piyasaları oluşturmaktır. Bu durumda, sistemdeki bir bölgeye giren gaz en azından ticari olarak o bölgedeki herhangi bir çıkış noktasına iletilir. Ülkemizde henüz isteyen ithalatçı istediği yerden gaz ithal edemiyor, ithal edilen gaz serbest bir piyasada belirlenmeyen bir fiyattan satılıyor, piyasa liberal olmaktan oldukça uzak. Bir gaz şirketi CEO’sunun tam 2 yıl önce söylediği şu cümle kafamda yer etmiş nedense: Eğer piyasanızı liberal hale getirmezseniz başka piyasaların endeksleriyle gaz alırsınız. Evet, 2001 yılında yayımlanan Doğalgaz Piyasası Kanunu o zamanlarda Avrupa şartlarına göre bile liberal bir kanundu. Ama uygulamada tökezlendi. Aradan 15 sene geçti. Türkiye enerji hub’ı olacak demeye devam ediyoruz ama hala liberal bir doğal gaz piyasasından bahsedemiyoruz.

94


Gerekli şartlara henüz sahip değiliz Kimseyi eleştirmiyorum, sadece gerçek anlamda bir ticaret merkezi olmak için gerekli şartlara henüz sahip olmadığımızı ve bu şartları yerine getirmede ağır davrandığımızı ifade etmeye çalışıyorum. Doğal gaz piyasası reformlarını hızlandırmak bir yana iki seneden fazla bir süredir ortalarda dolaşıp akıbeti halen meçhul olan yeni doğal gaz kanun taslağı bunun bir örneği değil mi? Diyeceğim o ki, öncelikle gelecekte gitmek istediğimiz yerin koordinatlarını netleştirelim. Sonra bizi oraya getirebilecek köprüyü yani stratejiyi geliştirelim. Bu arada strateji kelimesinin de gerçekte ne anlama geldiğini öğrenelim ve kafamıza kazıyalım. “Gönül Ne Kahve İster Ne Kahvehane, Gönül Sohbet İster Kahve Bahane” misali gönül aslında liberal ve işleyen bir doğal gaz piyasası ister, hub bahane.

95


96


Petrol ve Gaz Devleri ile Tosttaki Peynir 10 Haziran 2016 Sisli bir havada nasıl araba kullanırsınız? Cevabınız büyük bir olasılıkla temkinli ve/veya yavaş kelimelerini içerecektir. Özellikle arama ve üretim sektöründe faaliyet gösteren petrol ve gaz şirketlerinin bugünkü piyasa koşullarında yaptığı veya yapması gereken de bu zaten. Temel, pencereden komşusu Dursun’a seslenir: “Ula uşak, ineklerunun arasında pipo, nargile içeni var midur?” “Ula oyle şey olur mi?” “Öyleysa ahirun yanayi!” Petrol ve gaz şirketleri, 2009 Eylül’ünden 2014 Aralık ayına kadar varil başına 70 doların üstünde seyreden petrol fiyatları ve 2009 sonlarından 2015 Mayıs’ına kadar devam eden 2 haneli LNG fiyatları ve ayrıca bu süre zarfında genelde bugünkünden çok daha yüksek olan boru gazı fiyatları dönemlerinde rekor net kar kaydettiler. Aynı şirketler, geçtiğimiz bir buçuk senede petrol fiyatlarının 70 doların aşağısına, LNG fiyatlarının tek haneli rakamlara inmesi ve boru gazı fiyatlarının da düşmesiyle ciddi şekilde sarsılmaya başladı. Bu gibi durumlarda küçük ve orta ölçekli şirketlerin zor duruma düşmeleri ve hatta kepenk kapamaları normal karşılanmasına rağmen, dev şirketlerin yakınmaları ve durumlarının kötüye gitmesi pek hayra alamet değildir. Size bir kaç örnek vereyim.

81 milyar dolarlık kar Forbes’ın geleneksel olarak yayınladığı dünyanın halka açık en büyük şirketleri sıralamasında petrol ve gaz şirketleri kan kaybediyor. 2015 yılında ExxonMobil en büyük 2 bin şirket sıralamasında 7. sırada iken bu yıl 9. sıraya indi. PetroChina 8 sıra irtifa kaybederek 17. sıraya indi. ExxonMobil

97


ve PetroChina’dan sonra dünyanın en büyük üçüncü petrol şirketi Chevron Global 2 bin sıralamasında 17 sıra geriye düştü. Dünyanın en büyük 53. petrol ve gaz şirketi olan Gazprom küresel sıralamada 26 sıra gerilerken, 75. sıradaki Rosneft 16 sıra kaybetti. En büyük düşüşü gösteren şirket ise 329 sıra gerileyen BP oldu. Bu gerilemelere rağmen en büyük 25 petrol ve gaz şirketinin toplamda 2,6 trilyon dolar satış geliri ve 81 milyar dolar kar kaydettiğini biliyor muydunuz? Diğer yandan, 2016’nın ilk çeyreğinde ExxonMobil son 10 yıldaki en düşük net karını elde etti. Net karı geçen senenin aynı dönemine göre yüzde 63 düştü. Net geliri ise geçen senenin aynı dönemine göre yüzde 28 azalarak, 48,7 milyar dolar oldu. Geçen yılın ilk çeyreğinde 2,6 milyar dolar kar açıklayan Chevron bu yılın ilk çeyreğinde tahminlerin üstünde bir rakam (725 milyon dolar) zarar gösterdi. Net geliri de geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 32 azalarak, 23,5 milyar dolar olarak gerçekleşti. ConocoPhillips ve BP de ilk çeyrekte zarar ettiklerini duyurdu. Diğer büyük şirketlerin durumu çok da farklı değil. Daha da kötüsü 26 Nisan’da Standard&Poor’s ExxonMobil’in 1930 yılından beri koruduğu AAA kredi notunu AA+ ya indirdi. Yaş haddinden önümüzdeki sene emekliye ayrılacak olan şirketin CEO’su Tillerson pek iyi anılacağa benzemiyor. Exxon yalnız değil tabiki. ConocoPhillips dahil bir çok büyük petrol şirketinin de kredi notu düşürüldü. Petrol ve gaz devlerinin bu duruma düşmesini sadece petrol ve gaz fiyatlarında iki senedir gözlenen düşüşe bağlamak doğru olmaz. On küsur yıldır yapageldikleri hataların ve kibirin bedelini ödüyorlar. Niye mi? Biliyorsunuz, dev şirketler aman hissedarlara hoş görünelim, bu yüzden petrol ve gaz rezervlerini arttıralım, ürettiğimizden fazla keşif yapalım, maliyetleri azaltalım, temettü miktarları ve hisse senedi fiyatlarının artmasını sağlayalım, hisse senetlerinin değerinin düşmemesi için gerekirse kendi hisselerimizi alalım, teknoloji ve ARGE’ye para ve insan gücü ayıracağımıza dış kaynak kullanmaya gidelim ve servis şirketlerini kullanalım gibi bir politika izliyorlardı.

Kendilerini alay konusu haline getirdiler Peki, gerçekte ne oldu? Petrol ve gaz şirketleri hisse senetlerinin getirisi borsa ortalamalarının gerisinde kaldı; teknoloji avantajlarını kaybettiler; servis şirketlerinin hizmet bedelleri artınca maliyetler yükseldi; sadece büyük ve dev petrol sahalarına odaklandıklarından ürettiklerinden fazla rezerv yaratmakta zorlanmaya başladılar. Aç gözlülük yaparak getirisi yüksek ama küçük çaplı projelerden uzak durdular. Başta uzak durdukları kaya gazı ve petrolü sektörüne girmek için değerinin üstünde harcama yaparak kendilerini alay konusu haline getirdiler. Upstream faaliyeti gösterdikleri ülkelerin çoğunda yaptıkları kontrat yapıları genelde kendilerini düşük petrol fiyatlarına karşı korumaya yönelik olduğundan yüksek fiyat ortamında çok büyük para kazanma fırsatını tepmiş oldular. Ulusal petrol şirketleriyle

98


artan rekabet nedeniyle ucuz maliyetli büyük rezervlere ulaşım zorlaştı.

Dev petrol şirketlerinin yıldızı kaymaya başlamıştı Yani, evdeki hesabı çarşıya uyduracaklarına çarşıyı evdeki hesaba uydurmaya çalıştılar. Halbuki çarşı eski çarşı değildi ve değişiyordu. Yeni koşullara ayak uydurmak yerine çarşıdaki değişime kulak tıkadılar. Çarşı artık COP21 Paris Anlaşması’nın yarattığı havadan da esinlenerek temiz ve sürdürülebilir enerjinin hayati önem taşıdığının altını çizmeye başlamıştı. Politikacılar ve büyük uluslararası kuruluşlar kirli fosil yakıt kaynaklarının toprak altında kalması gerektiğini ileri sürmeye başlamıştı. Hissedarlar dev şirketleri yenilenebilir enerjiye kaydırma konusunda lobi yapmaya başlamıştı. Bazı büyük finans kurumları ve fonlar hatta ve hatta Rockefeller Trust bile hidrokarbon bazlı şirketlere para akışını kesmekten bahsediyordu. En son G7 Zirvesi’nde küresel ekonominin karbonsuzlaştırılmasını sağlayacak bir enerji sistemine geçiş için 2025 yılına kadar fosil yakıtlara verilen desteklerin durdurulması kararı alınmıştı. Yani nerdeyse kapitalizmin sembolü haline gelmiş olan dev petrol şirketlerinin yıldızı kaymaya başlamıştı.

En büyük buhranların birinin içindeyiz Düşük fiyatlar, artan arz ve azalan talep şirketleri masrafları kısmaya itti. 2015 yılında halka açık petrol ve gaz şirketlerin sermaye harcamalarının dünya çapında yaklaşık yüzde 20 düşmesi ve düşüşün bu yıl da devam etmesinin beklenmesi nedeniyle petrol ve gaz sektörünün son 30 yılda maruz kaldığı en büyük buhranların birinin içindeyiz. Petrol ve gaz arama, saha geliştirme ve üretim faaliyetlerini kapsayan upstream sektöründe yatırımların üst üste iki yıl düştüğüne ilk defa tanık oluyoruz. Geçtiğimiz iki yılda sade ve büyük petrol ve gaz şirketlerinin şimdilik rafa kaldırdığı projelerin mali değeri 400 milyar doları geçti. Şirket evlilikleri ve birleşmeler de artık çare olmaktan çıktı. Düşen petrol ve gaz fiyatları, gelirinin çoğunu petrol ve gaz ihracatından karşılayan birçok ülke için enerji sübvansiyonlarını kaldırmak veya azaltmak için bir vesile yarattı. Uluslararası Para Fonu (IMF)ye göre, 2015 yılında dünya çapında enerji sübvansiyonlarına harcanan para 5.3 trilyon dolar, yani global gayri safi yurt içi hasılanın yüzde 6.5’uydu. Bu ülkelerde refah yaratmak için kasalarına sürekli el atılan ulusal şirketlerin üstündeki yük sübvansiyonların azaltılması veya kaldırılmasıyla bir nebze azalmış gibi gözüktü. Ancak enerji fiyatlarının beklenenden uzun bir sürece düşük seyretmesi nedeniyle ülkelerin mali dengeleri bozulduğundan ulusal şirketlerin kasalarına daha çok el atılmaya başlandı. Nihayetinde ihracatçı ülkelerdeki ulusal petrol ve gaz şirketleri de isyanları oynamaya başladı. Yatırımlar ertelenir ve hatta bazıları iptal edilirken, şirketler harcamaları azaltmak için her türlü çareye başvurdu. On binlerce kişi işten çıkarıldı. Yetmedi, personele yapılan harcamalar azaltıldı. Taksi yerine toplu ulaşım araçlarını kullanma gibi önlemlerle masraflar kısılmaya çalışıldı. Yetmedi, su parası

99


gitmesin diye ofislerdeki çiçekler kaldırıldı. Hatta tuvaletlerdeki sıcak suyu kesen şirket bile var. Dudağınız uçuklamasın diye şirket ismi vermiyorum. Güler misin, ağlar mısın? Petrol ve gaz sektörü de dahil olmak üzere enerji sektörü hızlı bir dönüşüm ve yapısal değişim içinde. Bu değişim ve dönüşüme arkasını çeviren şirketler ileride kepenk indirmeye mahkum olacaklardır. Açılan yeni sayfadaki çarklardan birisi üç ana başlıktan oluşacak: Yeni teknoloji geliştirmek, teknolojiyi farklı şekilde kullanmak ve inovasyon. Yaratıcılığın zor anlarda tetiklenerek kaldıraç vazifesi gördüğü ve kriz zamanlarında zirve yaptığı malumunuz. Yeter ki üzerinde durulsun.

Artık her şey dijitalleşiyor Dijital teknolojilerdeki gelişmeler ve inovasyon petrol ve gaz sektöründe arama ve üretimden tutun her safhada kendini gösteriyor. Akıllı sensorlar, gerçek zamanlı üretim gözetleme odaları, operatör güvenliği ve malzeme akış takibini arttıran biyometrik data kullanımı, scada vesaire gibi kompleks otomasyon ve kontrol sistemler, verimliliği ve üretkenliği arttırmada gittikçe yaygınlaşmaya başladı. Artık her şey dijitalleşiyor. Örneğin; kaya petrolü ve kaya gazı üretimini arttırmak amacıyla nerdeyse her hafta yeni bir patent kaydı yapılıyor. Teknoloji ve inovasyondaki baş döndürücü gelişim doğal olarak etkisini üretim maliyetlerinde hemen gösteriyor. ABD’de Permian baseninde kaya petrolü ortalama üretim maliyetinin 2012 yılındaki 65+ dolardan bugün 40 dolar altına düşmesi bunun en güzel örneği. Petrol üreticilerinin genel olarak mercek altına aldıkları bir diğer konu elektrikli araç ve batarya teknolojisindeki gelişmelerdir. Öyle ya, bir şekilde bu konuda yapılacak bir devrim yer altındaki petrolün hızla mı yoksa yavaşça mı çıkarılması konusunda bir yol çizecektir. Doğal gazcılar ise çok geniş bir yelpazede muhtemel teknoloji devrimlerine el atmış durumdalar. ExxonMobil-FuelCell Energy işbirliğiyle geliştirilmeye çalışılan elektrik santrallerinde baca gazından yakıt hücreleri yöntemiyle elektrik üretimi, bazı dünya markası büyük şirketlerin NetPower adıyla kurdukları ortak girişimin üzerinde çalıştığı Allam Cycle teknolojisiyle gaz santrallerinden sıfır emisyonlu elektrik üretimi, ticari karbon yakalama ve depolama teknolojileri bunlardan bazıları.

Dijital geleceğe yelken açıldı Merakınızı hiç gıdıkladı mı bilmem ama dijital bir geleceğe doğru yelken açılmış durumdayız. Bu gelecekteki enerji dünyası karbondioksitin petrol ve gaz sektörüne entegre edildiği elektrik odaklı bir dünya olacak. Diyeceğim o ki, bugünün, dünün yarını olduğunu unutmamak gerekir. Şirketler değişen koşullara adapte olmak zorunda, esnek olmak zorunda ve beklenmedik gelişmelere/tehditlere hazırlıklı olmak zorundadır. Evet, ama yetmez! Efsane yönetici Lee Iacocca bir şirketi üç sözcükle

100


tanımlamak olanaklıdır der: “insan, ürün ve kar. Önce insan gelir.” Anıta değerini veren taşı değil, yansıttığı insandır sözü vardır ya, bir şirketi şirket yapan da çalışanlarıdır. Geleceğin petrol ve gaz sektöründe kazananlar, teknoloji ve inavosyan yapıp, insan sermayesini en iyi değerlendirenler ve bu sermayeye gereken değeri verenler olacaktır. Aksi takdirde tosttaki peynir gibi yavaş yavaş eriyip gidecekler.

101


102


Doğal Gazın Teneke Çağına Mı Giriyoruz? 15 Temmuz 2016 18. yüzyılda küresel çapta en yaygın kullanılan enerji kaynağı odundu. 19. yüzyılda kömür çağına girildi. 20. yüzyıl petrol çağı oldu. 21. yüzyılın ise doğal gaz çağı olması bekleniyordu. Öyle ya, doğal gaz en temiz fosil yakıttı, boldu ve gelecek vaat ediyordu. Doğalgaz 21. yüzyılın ilk 10 yılında en hızlı büyüyen fosil yakıttı. 2011 Fukuşima nükleer kazası sonrası LNG piyasası şaha kalkmıştı. Bu arada Amerika’da kaya gazı devrimi tescilleniyordu. Doğal gazın, karbon kralı olan kömürün dünya enerji karışımı ve elektrik üretim karışımındaki paylarını aşındırması bekleniyordu. Bu durum Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) dahil büyük bir kitleyi gaza getirmişti. IEA, 2011 yılı sonuna doğru yayınladığı ve çok ses getiren bir raporunun başlığında “Doğalgazın altın çağına mı giriyoruz?” diye soruyor, içinde ise doğal gaz altın çağına giriyor cevabı veriyordu. Geçtiğimiz beş yıldan beri doğal gaz piyasasındaki gelişmeler bu beklentileri karşıladı mı? Bugün neredeyiz? Doğal gazın geleceği konusunda bugünkü beklentiler neler? gibi sorulara Haziran ayında yayınlanan 4 önemli rapora atıflarda bulunarak cevap vermeye çalışacağım bu yazımda.

IEA 2011 yılında şöyle soruyordu: Doğal gazın altın çağına mı giriyoruz? IEA’nın “Doğalgazın altın çağına mı giriyoruz?” başlıklı raporunda küresel çapta doğal gaza olan talebin 2030 yılında kömürü geride bırakacağı, 2035 yılında da petrole olan talebi yakalayacağını öngörüyordu. Ayrıca, doğalgazın 2035 yılında küresel enerji talebinin üçte birini oluşturacağını tahmin ediyordu. Raporda yıllık ortalama yüzde 1,8’lik talep artışıyla doğal gaz talebinin petrol ve kömürü geçeceği ve 2011-2035 yılları arasında doğal gaz talep ar-

103


tış miktarının dünya gaz talebine yeni bir Rusya veya Orta Doğu eklemek anlamına geleceği ifade ediliyordu. Artan bu talep ise özellikle kaya gazı devrimi sayesinde gerçekleştirilecek büyük miktarda üretim artışıyla rahatça karşılanabilecekti. Üretimde büyük artışın gaz fiyatlarında yaratacağı baskı nedeniyle gazın ucuzlayacağı ve dolayısıyla gaz talebini de tetikleyeceği savunuluyordu. Dahası, ucuz ve bol miktarda doğal gazın, yenilenebilir enerjiye olan talebe zarar verebileceği uyarısında bulunuluyordu. Gazın bu parlak geleceğinden dolayı Ajans 2035’e kadar olan dönemi hatta 21. yüzyılı “gazın altın çağı” olarak tasvir etmekteydi. Yani raporun başlığında soru soruyor içinde ise cevabını “yetmez ama evet” gibi veriyordu. Henüz taşlar yerine oturmamışken sizce IEA neden doğalgazda altın çağ diye milleti gaza getirmek istedi? Sayın Selim Şiper, Gas&Power’ın Ağustos 2015 sayısındaki “Gaz Zamanı” başlıklı yazısını şu sonsöz ile bitirmişti: “Gaza gelip hesapsız kitapsız geleceklerini ‘Altın Çağ’a bağlayanlar, buharlaşma tehlikesiyle yaşarlar.” Bu yazımda ele aldığım 4 rapor da sanki Sayın Şiper’i haklı göstermek için birbiriyle yarış yapmış. Nasıl mı?

BNEF’nin yeni enerji görünümü raporu BNEF’in (Bloomberg New Energy Finance) Haziran ayında yayınladığı 2016 Yeni Enerji Görünümü Raporu elektrik piyasalarında gelecekte yaşanacak 8 önemli değişimden bahsediyor. Bunlardan birincisi, yani ilk sıraya koyulan değişim şöyle: “Gazın altın çağı olmayacak” Üstelik ucuz kömür ve gaza rağmen önümüzdeki 25 yılda dünya elektrik üretim kurulu gücüne eklenecek 8,6 TW yeni kapasitenin yüzde 64’ü rüzgar ve güneş bazlı olacak diyor rapor. Rüzgar ve güneş bazlı elektrik üretim maliyetinin çok hızlı düşmesinin de etkisiyle küresel çapta doğal gaz ve kömürden üretilen elektriğin 2025 yılında zirve yapacağı ve sonrasında pastadaki payının azalacağını iddia ediyor.

BP’nin dünya enerji istatistikleri raporu Gelin, önce BP’nin Haziran ayında yayınlanan Dünya Enerji İstatistikleri Raporu’nun geçmişle ilgili taze global verilerine şöyle kabaca bakalım. 7,3 milyar nüfusa sahip dünyamızda geçtiğimiz sene günlük ortalama birincil enerji tüketimi 36 milyon ton petrol eşdeğeriydi, yani 100 milyon nüfusa sahip Filipin’in neredeyse bir yılda tükettiğine denk. Dile kolay, günde 22 milyon ton kömür, 93 milyon varil petrol, 10 milyar metreküp doğal gaz, 65 bin ton uranyum yanında 60 TWh elektrik tükettik ve bunun için bir hesaba göre 10 milyar dolar harcadık. Verdiğim bu rakamların hepsi BP istatistiklerinde yok ama neyse. Raporun tanıtımını yaparken BP Baş Ekonomisti Spencer Dale, küresel çapta fosil yakıt tüketimi durgunluğa girerken üretimde bolluk yaşandığının altını çizmekteydi. İki yıldır fiyatları yarıya inen fosil yakıtların 2015

104


yılında dünya enerji bileşimi içindeki payı düştü. Dünya enerji tüketimi 2015 yılında son 5 yılın en düşük büyümesini (%1) kaydetti. Karbon kralı kömürün tüketimi 40 yıldır ilk defa yüzde 4 düştü (çoğunlukla ABD ve Çin yüzünden) ve nihayetinde dünya birincil enerji tüketimindeki pasta payı yüzde 30’un altına geriledi (2005’ten bu yana en düşük pay). Enerji tüketimi 1999’dan bu yana ilk defa yüzde 1,5’in altına inen Çin’de gaz talebinin büyüme hızı da 2015 yılında azaldı. Japonya, Güney Kore ve Hindistan’da da gaz talebi daralırken, gaz tüketimi 5 yıldır düşen Avrupa’da toparlandı. Kısacası, Dünya gaz tüketiminin tarihsel ortalama yıllık büyüme oranı yüzde 2,3’ten 1,7’ye indi. Doğal gaz arzı ise kaya gazının öncülüğünde artmaya devam etti. Asya’da azalan talep nedeniyle Avrupa piyasasına yönlenen LNG, iki piyasa arasındaki fiyat farkını da ortadan kaldırdı. Dahası, LNG ithalat cenneti olan Asya pazarından bu sene re-export yapılmaya bile başlandı. Küresel gaz ticareti 2015 yılında yüzde 3,3 arttı. Boru hattıyla yapılan ticaret yüzde 4 büyürken LNG ticareti sadece yüzde 1,8 arttı. Küresel gaz ticaretinin toplam tüketim içindeki payı yüzde 30 olurken, boru hatlarıyla yapılan gaz ticaretinin toplam gaz ticareti içindeki payı geçen seneye nazaran çok az artış gösterdi. (yüzde 67.5).

IEA’nın orta vadeli doğal gaz sektörü raporu Haziran ayında yayınlanan bir diğer önemli rapor IEA’nın 2021 yılına doğru gelişmeleri irdeleyen Orta Vadeli Doğal Gaz Sektörü Raporuydu. Eğer Gas&Power gazetesindeki makalelerin düzenli okuyucusu iseniz IEA raporundaki temel sonuçları ve öngörüleri zaten biliyorsunuz demektir, raporu okumasanız da olur. IEA bu raporda 2021’e kadar süreçte küresel çapta doğal gaz yılık ortalama talep artış hızını yüzde 1,5’e indirdi ki bu Çin’in yüzde 4,7 olan talep artış hızının yüzde 9’a çıkacağı varsayımına dayanıyor. Geçen yılki Dünya Enerji Görünümü Raporunda doğal gaz talep artış hızı yüzde 2’ydi. Buna rağmen Ajans 2021 yılında gazın küresel enerji karışımındaki payının az da olsa artmasını bekliyor. Rapor ayrıca herkesin hemfikir olduğu gibi doğal gazda arz fazlasının en azından bir 5 yıl daha devam edeceğini söylüyor. Bu da haliyle gaz fiyatlarına aşağı yönlü baskı yapacak. Talep artış hızı yavaşlarken büyük miktarda LNG kapasitesinin devreye girmesi de bunda önemli rol oynayacak. Raporda altı çizilen diğer bir husus LNG ihracatının önümüzdeki yıllarda büyüyeceğidir. 2015-2021 arasında yüzde 45 artacak olan LNG kapasitesinin yaratacağı arz fazlası da spot gaz fiyatlarında büyük bir baskı yaratacak. Asya ve diğer pazarlarda istenmeyen LNG ise Avrupa piyasalarına yönelmek zorunda kalacak ve bu da global gaz dinamiklerinde kontrat süresi, yapısı, esnekliği ve fiyatlandırma gibi önemli değişimleri beraberinde getirecek.

Statoil’in enerji perspektifleri raporu 2016 Haziran ayında bir başka rapor da Statoil tarafından yayınlandı. Energy

105


Perspectives 2016 başlıklı rapor 3 alternatif senaryo altında 2040’a kadar dünya enerji görünümü konusunda tahminler içeriyor. Statoil, 2015-2020 arasında küresel doğal gaz talep artışının yıllık ortalama yüzde 1,4 veya altında olacağını tahmin ediyor. Yani IEA’dan daha kötümser. Tahmin edeceğiniz gibi gaz talebinde 2040 yılına kadar olacak artışın büyük bölümü gelişmekte olan ekonomilerden kaynaklanacak. Global gaz piyasasının geleceğini arz değil talep azlığı şekillendirecek diyor rapor. Bunda da haliyle Asya’nın talebinin ne olacağı en temel etmen olacak. Statoil, Avrupa’nın 2040 yılı doğal gaz talebinin 2015’tekinden az olacağını tahmin ediyor. Avrupa’da doğal gazın politize edilmeye devam edileceği ve bunun yanında Avrupa Birliği Komisyonu’nun rekabet, iklim ve enerji güvenliği amaçlı enerji politikasının gaz talebinde ve haliyle gaz piyasasında önemli rol oynayacağını da ekliyor. Kapatılan kömür santralleri Avrupa’nın doğal gaz geleceği için iyimser bir tablo oluştururken, doğal gaz fiyatlarının henüz kömürden kayışı kolaylaştıracak düzeyde olmadığını savunuyor. Ayrıca, yenilenebilir enerjinin önlenemeyen yükselişi ve elektrik talebindeki zayıf büyüme nedeniyle doğalgazın önünün kesildiğini söylüyor.

Gazın altın çağı beklentisini törpüleyen nedenler Peki, ne oldu da göklere çıkarılan doğalgaz 5 yıl içinde yere düştü, önümüzdeki 5 yıl yerde kalacak ve sonrasında da birçok görüşe göre sürünecek? Gazda altın çağ beklentisi nasıl törpülendi? En önemli nedenlerin başında bazı varsayımların (belki de sektörde yaşanan hızlı değişim nedeniyle) yanlış çıkması veya bekleneni verememesi yatıyor. Örneğin, petrol ve gaz fiyatları kısa sürede çöktü. Beklenen kaya gazı devrimi kaya gazı üretiminde hafife alınan sosyal kabul edilebilirlik faktörü nedeniyle ABD dışında gerçekleşmediği gibi üretim miktarları konusundaki iyimser hava puslandı. Fosil yakıt karşıtlığı çığ gibi büyümeye başladı. Dünyanın en büyük gaz ithalatçısı olan Avrupa’da doğal gaz ucuz kömür ile yenilenebilir enerji arasında kısıldı ve hata dışlanmaya başlandı. Fosil yakıtların en temizi olmasına rağmen doğalgaz çevreciler tarafından istenmeyen yakıtlar listesinde tutuldu. Çevrecilerin yakında kaya gazı menşeli LNG’nin ticaretine de karşı çıkmalarına da şaşırmamak gerekir. Baksanıza, hidrolik çatlatmanın, dolayısıyla kaya gazı üretiminin yasaklandığı Fransa’da menşei kaya gazı olan LNG ithalatının yasaklanması çoktan konuşulmaya başlandı bile.

Gaz sektörünün hayatta kalması demek sektörün geleceğinin parlak olacağı anlamına gelmez Doğal gazın geleceğini belirleyecek en önemli konu elektrik üretimindeki yerinin ne olacağıdır. Dolayısıyla kömür ve yenilenebilir enerji kaynaklarının elektrik üretimindeki izleyeceği rota hayati önem taşıyor. Amerika’da bu sene yaşanacak olayın diğer bölgelerde de yaşanıp yaşanmayacağını ve

106


hatta Amerika’da bile devam edip etmeyeceğini ise zaman gösterecek. Amerika’da ne mi yaşanacak? Doğal gazın ABD elektrik üretimindeki payı yüzde 33’e çıkarak bu sene itibariyle kömürü geride bırakacak ve yıllık bazda ilk defa birinci sıraya yerleşecek. Avrupa elektrik üretim sektöründe kullanılan gaz miktarının son 5 yılda 75 bcm azalması Avrupa’da gazın geleceği konusundaki soruları daha da arttırıyor. Düşük kömür ve düşük karbon fiyatı ortamında doğalgazın baz yük olarak kullanımda rekabet edebilmesi için fiyatının MMBtu başına 3.5 doların altında kalması dile getiriliyor bugünlerde. Diğer yandan, İngiltere’de uygulanan taban karbon fiyat modelinin Avrupa Birliği’nin kalan ülkelerinde uygulanabilirliği bugün için tam bir muamma. Ama şu var ki, kömür fiyatları doğalgaz fiyatlarının yarısı veya daha ucuz bir seviyede kalacak gibi. Bu da daha ucuz yakıt ile daha temiz yakıt arasındaki ibrenin daha ucuzdan yana dönmesine neden olabilir. Doğal gaz talebinin artışı konusunda fiyatlar tek başına belirleyici unsur değil tabi ki. Yani düşük fiyat doğalgaz talebinin artacağı anlamına gelmeyebilir. Yenilenebilir enerji üretim maliyetleri de bir kaç yıldır hızla düşüyor. Bu düşüş yenilenebilir enerjinin pasta payını arttırması yanında SunEdison gibi dünya çapındaki güneş paneli üreticisinin, zorlaşan rekabet nedeniyle iflasına da neden oluyor. Yani yenilenebilir enerji yatırımları da (özellikle şebekeye satış tarifesinin cazibesi kalmadığında) fosil yakıt yatırımları da riskli konuma geldi aslında. Dolayısıyla, doğalgazın yenilenebilir enerji kaynaklarıyla evlilik modeli konusundaki politik kararlar doğalgazın geleceği açısından çok önemli. Peki, yeni kullanım alanları doğalgaz talebini arttırmaya yeter mi? Düşük petrol fiyatları doğalgazın kara taşıtlarında kullanımının yaygınlaşmasında önemli bir engel. Gittikçe yaygınlaşacağı tahmin edilen elektrikli araçlar da bir diğer engel. LNG’nin ağır vasıtalarda ve yolcu ve yük taşımacılığında faaliyet gösteren gemilerde kullanılması konusunda çok ciddi çalışmalar olmasına karşın koskoca bir sektörü ayakta tutmaya yetmeyeceği tahmin edilmektedir. Öyle gözüküyor ki doğal gazın altın çağı eğer gelirse Amerika’ya gelir. Peki, Altın Çağ değil de gümüş veya bronz bir gaz çağı yaşanabilir mi? Politikacılar doğalgazın arkasından iterse belki evet. Unutmamak gerekir ki Paris İklim Anlaşması giderek politik destek kazanıyor. Yani, elektrik üretiminde yenilenebilir enerji ile doğalgazın flörtü, bazı ülkelerin ve şirketlerin itelemesi sonucu uluslararası anlaşmalar yoluyla evliliğe dönüştürülebilir. Bunlara ilaveten, şu anda büyük bir iştahla devam eden doğalgaza yeni kullanım alanları arayışının da bekleneni vermesi lazım tabi ki. Gazda teneke çağı yaşamamak dileğiyle...

107


108


12 Maddede Güney Kıbrıs Doğal Gazı 3 Ağustos 2016 Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), tek yanlı ilan ettiği sözde Münhasır Ekonomik Bölgesinde (MEB) bulunan 6, 8, ve 10 numaralı parselleri 24 Mart 2016 tarihinde ihaleye açmıştı. Sözde 6, 8, ve 10 numaralı parsellerle ilgili tekliflerin 22 Temmuz 2016 tarihine kadar alınacağı açıklanmıştı. Bu ihale GKRY’nin şimdiye kadar yaptığı üçüncü ihale. Söz konusu parseller için başvuru yapan şirketler 27 Temmuz’da açıklandı. İhaleye açılan üç parsel için sekiz şirket tarafından altı başvuru yapıldı. GKRY Enerji Bakanı Yorgos Lakkotirpis ihaleye katılan şirketleri twitter hesabından duyurdu. Başvuruda bulunanlar petrol ve gaz alanında ünlü şirketlerden oluşuyor: ExxonMobil (ABD), Qatar Petroleum (Katar), Statoil (Norveç), ENI (İtalya), Total (Fransa), Cairn (İngiltere-İskoçya), Delek (İsrail) ve Avner (İsrail).

109


Tekliflerin 21 Ağustos-20 Kasım 2016 tarihleri arasında değerlendirilmesi öngörülüyor. Daha sonra GKRY Bakanlar Kurulu başvurularla ilgili olarak bu senenin sonuna doğru karar alacak ve bunu şirketlerle yapılacak müzakere süreci izleyecek. Yani önümüzdeki sene başında hangi şirket/konsorsiyuma neresinin verileceğini hep beraber göreceğiz.

Bu girişten sonra sizlerle ihale hakkındaki düşüncelerimi paylaşayım. 1. En çok teklif Mısır’ın Zohr gaz sahasının bulunduğu parsele komşu olan 10’uncu parsele geldi. Bu parsel için 4 şirketin oluşturduğu 2 ortaklık ve bir tek şirket olmak üzere toplam üç başvuru yapıldı. Aslında 10 numaralı parsel GKRY’nin yaptığı ikinci ihalede Total şirketine verilmişti ama Total, sondaj yapmaya değecek bir hedef bulamadığı için parseli Şubat 2015’te bırakmıştı. Nereden bilsin ki bir buçuk sene komşu parselde Akdeniz’in en büyük doğal gaz sahasını keşfetsin. Benzer bir hatayı ama çok daha büyüğünü, vakti zamanında Shell yapmıştı. İçinde Zohr sahasının da bulunduğu ve GKRY MEB’sine komşu tüm alanı içeren Nemed adlı parseli, buralarda bir şey bulamayız diye bırakmıştı. Buna mukabil Mısır hükümeti dev Nemed parselini daha küçük parsellere bölmüş ve bunlardan biri olan Shorouk parselini ihaleyle Eni’ye vermişti. Eni, Ağustos 2015’te bu parselde Zohr sahasını keşfetti. 2. Zohr gaz sahası Akdeniz’deki petrol ve gaz aramaları açısından bir devrim yaratmıştı. Çünkü jeolojik formasyonu şimdiye kadar keşfedilen sahalardan farklıydı. Sismik veriler 8 ve 10 numaraları parsellerde Zohr’un-

110


kine benzeyen yapılar içerirken, 6 nolu parseldeki yapıların ise Leviathan, Tamar ve Afrodit’e benzer olduğunu gösteriyor. Diğer yandan, 8 numaralı parselin tamamında sismik çalışma yapılmış olmasına rağmen, 10 numaralı parsel tam olarak henüz incelenmedi. 6 numaraları parselde ise ihaleyi kazanan şirketin sismik ve jeolojik tarama yapması gerekiyor. 3. GKRY’nin yeni bir ihale açmadaki zamanlaması iki temel nedenden ötürü çok düşündürücü. Birincisi, “Kıbrıs konusunda devam eden müzakereler iyimser bir yolda devam ederken GKRY neden yeni bir ihale açarak ortalığı germe riskini aldı” sorusu. İkincisi, mevcut piyasa şartlarında böyle bir ihale büyük bir riskti. Hem de petrol ve gaz fiyatlarının nerdeyse yerlerde süründüğü, şirketlerin açıkladıkları bilançolarda net kar ve gelirlerinin eridiğinin gözlendiği, kemer sıkma politikaları nedeniyle arama ve saha geliştirme çalışmalarının ertelendiği, iptal edildiği ve azaltıldığı bir ortamda. 4. GKRY Enerji Bakanı Yiorgos Lakkotrypis, şirketlerin yukarıda bahsettiğim iki nedenden ötürü ihaleye tedirgin yaklaştıklarını, hatta bazı şirketlerin Türkiye’de büyük yatırımları olduğu için ihaleye katılmadıklarını ifade etti. Buna katılmadığımı söylemek durumundayım. Mesela, NBP teslim fiyatlarına kıyasla daha yüksek rakamlarla LNG aldığımız Katar Petrol hiç çekinmeden teklif vermiş, değil mi? Bu konunun 30 Temmuz’da Türkiye’yi ziyaret eden ve çok üst düzeyde görüşmeler yapan Katar Dışişleri Bakanı Şeyh Mohammed Abdurrahman Al-Thani’ye sorulup sorulmadığını çok merak ediyorum açık söylemek gerekirse. 5. Eni ve Total konsorsiyumu, 6 numaralı parsele istemeye istemeye mi teklif verdi? Bakın, Türk Dışişleri Bakanlığı, GKRY’nin üçüncü ihale du-

111


yurusunun hemen akabinde (1 gün sonra) yaptığı açıklamada 6 numaralı parsel için ne söylemiş: “Bahse konu ihaledeki sözde ruhsat sahaları incelendiğinde, 6 numaralı sahanın önemli bir bölümünün, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki kıta sahanlığının BM nezdinde de kayda geçirilen dış sınırlarının içinde yer aldığı görülmektedir. Bakanlığımızın bu konuda daha önce yaptığı açıklamalarda da önemle vurgulandığı üzere, ülkemiz, yabancı şirketlerin deniz yetki alanlarımızda izinsiz hidrokarbon faaliyetlerinde bulunmasına, bundan önce olduğu gibi bundan sonra da hiçbir şekilde izin vermeyecek, kıta sahanlığındaki hak ve menfaatlerini korumak için gerekli her türlü tedbiri alacaktır.” Dışişleri yetkilileri ayrıca çeşitli kereler, 6 numaralı parsel haricinde 1, 4, 5 ve 7 nolu parsellerin de Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki kıta sahanlığı ile örtüştüğünü ifade etmişlerdi. Örtüşen bölgeler aynı zamanda, Türkiye Petrolleri’ne (TP) verilen araştırma ruhsatı içinde yer almaktadır. Yorumu size bırakıyorum ama merakımı kaşıyan bir konuyu sizinle paylaşmadan edemeyeceğim. Kıbrıs medyasında bahsi geçen “Üçüncü tur ruhsat iznine başvuran şirketler Türkiye’ye gereken cevabı verdi” ifadesiyle Rum Enerji Bakanı Yorgos Lakkotripis’in ne demek istediğini bileniniz var mı? 6. Hatırlayacak olursanız, Türkiye ile KKTC arasında Kıta Sahanlığı Sınırlandırma Anlaşması 21 Eylül’de New York’ta imzalandı. Sonra da KKTC Bakanlar Kurulu Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’na KKTC deniz yetki alanlarında 7 bölgede petrol ve doğal gaz arama ruhsatı verdi. Verilen bu bölgeler Güney Kıbrıs’ın 7 parseliyle kısmen veya tamamen örtüşmektedir. Bu örtüşen parsellerinden birinde (GKRY’nin Eni-Kogas korsorsiyumuna verdiği 9 nolu parsel) Türkiye’nin itirazlarına rağmen sondaj çalışmalarına ara verilmeyince Türkiye Petrolleri, KKTC’yle yaptığı anlaşmaya dayanarak, Eni-Kogas konsorsiyumunun sondaj yaptığı parselde sismik araştırmaya başlamış ve bunun üzerine Rum tarafı 2014 Temmuz’unda müzakere masasından kalkmıştı. Müzakereler 2015 Mayıs’ında tekrar başlamıştı. Eni/Kogas 2017’de sondaj çalışmalarına tekrar başlayacak. 7. Beklenenin aksine Rus şirketleri ihaleye katılmadı. Hâlbuki Rusya’nın GKRY büyükelçisi 3 Mart’ta bir televizyon programında katılım konusunda yeşil ışık yakmıştı. Belki de Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkilerin düzelmesi bunda bir rol oynamıştır. Ben şahsen bir Rus şirketin 6 numaralı parsele teklif vermesini bekliyordum. Rus Gazprombank and Novatek, GKRY’nin ikinci ihalesine teklif sunmuşlardı. 8. Güney Kıbrıs’ta istediğiniz kadar gaz bulun, eğer o gazı ihraç edemezseniz bir işe yaramaz, yer altında kalır. Siz de sondaj yapmak için harcadığınız 100 milyon doların üstüne bir bardak su içersiniz. Güney Kıbrıs açıklarındaki Afrodit sahası Aralık 2011’de keşfedilmişti mesela. Hala tık

112


yok. Çünkü ihracat alt yapısı yok, olsaydı bile büyük bir olasılıkla bugünkü LNG fiyatlarıyla rekabet edemezdi herhalde. Tüm bunlar GKRY’nin 6, 8 ve 10 numaralı parselleri vereceği şirketler için de geçerli, en azından önümüzdeki 5 yıl içinde. 9. GKRY’nin bu ihaleyi açması bir anlamda Kıbrıs sorununun çözümüne öncelik vermemesinden de kaynaklanmış olabilir mi? Bu durum GKRY ve Türkiye arasında deniz yetki alanları konusundaki anlaşmazlığı tekrar alevlendirecek diye bekliyordum. Ama bu yazıyı yazdığım gün itibariyle (2 Ağustos) ne Türk Dışişleri ne de KKTC Dışişleri Bakanlıklarından bir bakanlık açıklaması var. Dışişleri Bakanlığı web sitesinde sadece Bakanlık Sözcüsü Tanju Bilgiç’in 2 Ağustos’ta GKRY’nin hidrokarbon arama ihalesi hakkındaki “bir soruya cevabı” vardı (SC-29). Eğer belki Kıbrıs müzakereleri olumsuz etkilenir endişesiyle açık ve net bir şekilde bir basın açıklaması yapılma gereği duyulmadıysa ona da anlam veremiyorum. Yoksa GKRY yönetiminin dediği gibi yeni ruhsatlandırma ve arama süreci (GKRY’nin sözde egemenlik haklarıyla ilgili olduğu için) hiç bir şekilde BM gözetimindeki Kıbrıs müzakerelerini ilgilendirmiyor mu? 10. GKRY’ye sahada ve diplomaside geren bir cevabı vermek için sondajın başlaması mı bekleniyor acaba? Geç kalırsak bence büyük bir hata yapmış oluruz. Hayat insana silgi kullandırmaz derler ya, Kıbrıs’ta yapılacak stratejik bir hata da ileride telafisi mümkün olmayacak zararlara yol açabilir. Bence Türkiye ve KKTC bölgede sismik çalışmalarına hızla tekrar başlamaya ve deniz yetki alanları konusunda daha somut bir adım atmaya hazırlanmalıdır. 11. Konu çok taraflı enerji ilişkilerini doğrudan ilgilendirdiğinden aklıma bir de şu geliyor. GKRY Enerji Bakanı 28 Temmuz tarihinde yaptığı açıklamada, GKRY’nin İsrail’den Türkiye’ye uzanacak bir boru hattını veto edemeyeceği, ancak söz konusu boru hattının çevre etki değerlendirme çalışmaları bağlamında üç ülkenin onayına tabii olduğu, dolayısıyla güzergaha onay verecek bir anlaşmanın imzalanmasının gerektiği bildirilmişti. Bu gelişmelere bir bütün olarak baktığımızda, GKRY’nin üçüncü tur ihalesi ile GKRY Enerji Bakanının bu ifadelerini İsrail-Türkiye yakınlaşmasına bir karşılık olarak mı değerlendirmemiz gerek acaba? GKRY, bu adımlarla bölgede bensiz bir enerji projesi olamaz mı demek istiyor? 12. Darbe girişimi sonrası Kıbrıs müzakerelerinin nasıl bir seyir izleyeceği ve buna paralel olarak Türkiye-AB ilişkilerinin nereye doğru gideceğini bilmiyorum. Ama şunu biliyorum ki, 15 Temmuz gecesi düzenlenen hain darbe girişimiyle yaşadığımız travmadan kurtulmaya çalışıp manevi yaralarımızı sararken, sınırlarımız dışındaki gelişmeleri gözden kaçırmamalı ve ulusal güvenliğimizi ilgilendiren konulara duyarsız kalmamalıyız. Güney Kıbrıs, Yunanistan ve Türkiye arasında Akdeniz’deki deniz yet-

113


ki alanları konusu Türkiye’nin ulusal güvenliği açısından taviz verilmemesi gereken bir konudur. Dolayısıyla Münhasır Ekonomik Bölge konusunda bir anlaşma sağlanmadıkça Türkiye için Kıbrıs bir sorun olmaya devam edecektir. Yani, olay Kıbrıs’ta iki toplumun birleşmesinden ve hidrokarbon kaynaklarından çok daha önemlidir. Bazı Dışişleri yetkililerinin savunduğunun tam tersine, bu konunun Kıbrıs sorunu halledilmeden önce çözüme kavuşturulması gerekmektedir. Aşağıdaki fıkra ne demek istediğimi belki daha iyi ifade eder. Gurbette çalışan iki Karadenizliden biri izinden dönmüş hemşerisine havadis veriyordu. “Memlekette kar yağdı kurtlar çakallar köye kadar indi” deyince, arkadaşı: - Bir zarar verdiler mi? - Sizin çilli horozu çakal kaptı. - Peki, Karabaş nerede imiş? - Eşek Karakaşa tekme atarak öldürmüştü. - Eşek değirmende değil miydi? - Değirmenden babanın tabutunu getirmişti. - Uy, babam öldü mü? - Öldü ya, ananın ölümüne dayanamadı da. - Ah anam ah! O da mı öldü? - Eviniz yanarken kurtaramadık. - Uy, desene ocağım söndü! Kalın sağlıcakla.

114


Lübnan Gazına Hazırlıklı Mıyız? 9 Eylül 2016 Lübnan, deniz alanlarında petrol ve doğal gaz aramacılığı için ilk ihale sürecini 2013 yılında başlatmıştı. Ancak bu ihale süreci, belirlenen 10 parselden hangilerinin ihaleye çıkarılacağı ve ihaleye katılacak şirketlerle yapılacak anlaşma modeli bir türlü onaylanamadığı için planlandığı şekilde gitmedi. Nereden çıktı bu Lübnan gazı diye hayıflanmakta haklısınız. Lübnan’da henüz gaz çıkmıyor. Ama ya çıkarsa? Hele bir çıksın sonrasını düşünürüz türünden bir şey geçiyorsa aklınızdan bu yazıyı okumayın. Şimdilik uçuk görülebilir belki ama eğer çıkarsa Lübnan gazını Türkiye’ye getirmenin sağlayacağı faydaları düşündük mü hiç? Lübnan gazının Avrupa’ya nakli için en ekonomik ve en güvenli güzergah Türkiye olabilir mi? Enerji diplomasisi bunları şimdiden düşünmeyi gerektirmez mi? Düşünüyor muyuz? Büyük resim bize bakıyor ama biz büyük resmi görebiliyor muyuz? Bu tip sorular hiç merakınızı kaşıdı mı? Benimkini kaşıyor.

İhale süreci planlandığı gibi gitmedi Lübnan, deniz alanlarında petrol ve doğal gaz aramacılığı için ilk ihale sürecini 2013 yılında başlatmıştı. Ancak bu ihale süreci, önce yeni hükümet kurulamadığı, sonra cumhurbaşkanı seçilemediği, dolayısıyla belirlenen 10 parselden hangilerinin ihaleye çıkarılacağı ve ihaleye katılacak şirketlerle yapılacak anlaşma modeli bir türlü onaylanamadığı için planlandığı şekilde gitmedi.

Toplam 46 şirket listeye alınmıştı 2013 başlarında ihaleye çıkacağını duyuran Lübnan çok hızlı bir giriş yapmıştı. Ön yeterlilik için başvuran 16 şirketten 12 tanesi operatör, aralarında Türkiye Petrolleri’nin de bulunduğu 38 şirketten 34’ü de operatör harici olmak üzere toplam 46 şirket 18 Nisan 2013 tarihinde kısa listeye alınmıştı.

115


İhaleye teklif verme sürecinin 2 Mayıs ila 2 Kasım arasında gerçekleştirilmesi, kazananların ise Şubat-Mart 2014 tarihinde açıklanması taahhüt edilmişti. O kadar emin adımlarla gidiliyor imajı veriliyordu ki ilk sondajın 2015 yılında yapılacağı ve hemen akabinde petrol ve gaz keşif haberinin gelmesi ümit ediliyordu.

İhale 3 nedenden ötürü ses getirmişti İhale 3 nedenden ötürü çok ilgi görmüş ve ses getirmişti. Birincisi, tek bir sondaj dahi yapılmamasına rağmen Lübnan Münhasır Ekonomik Bölgesindeki suların neredeyse tamamın iki boyutlu, yüzde 80’i ise üç boyutlu sismik araştırmayla taranmıştı. Verilerin değerlendirilmesi sonucu 2012 yılı ortasından beri telaffuz edilen muhtemel petrol ve gaz potansiyeli hakkındaki rakamlar iştah açıyordu: 700 milyar metreküp doğal gaz, 440-675 milyon varil petrol. İkincisi, eğer kağıt üstünde gözüken bu petrol ve gaz potansiyelinin yarısı bile bulunsa bu Lübnan için bir dönüm noktası demekti. Üçüncüsü, şirketlere sunulan koşulların çok cezbedici olması bekleniyordu. 2013 yılının Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda yani 23 Nisan’da Lübnan Petrol ve Gaz Konferansında konuşma yapmak için Beyrut’taydım. Havaalanından toplantının yapılacağı yere giderken ana arterlerdeki büyük panolardaki reklamlar dikkatimi çekmişti ama Arapça bilmediğimden bir şey anlamıyordum. Sordum “Bunlar nedir?” diye. “Bilmiyor musun? Modern bir orduya, hızlı trenlerden oluşan bir demiryolu ağı, bedava sağlık ve eğitim hizmetlerine kavuşacağız. Çünkü artık bizim de petrolümüz var” cevabını alınca kendime bir çimdik attım. İki ay önce o zamanki Enerji Ba-

116


kanı Gebran Bassil’in gazetelere verdiği “İşte beklediğimiz an geldi. Hep özlediğimiz bir fırsat bu, rüyamız gerçek oldu. Allah’a şükür bizim de artık petrolümüz var” demecine güldüğüm aklıma geldi. “Ne zaman sondaj yaptınız da buldunuz” diye gülümsemiştim. Toplantıda Lübnanlı üst düzey yetkililer tarafından Lübnan’ın gaz potansiyelinin en az 700 milyar metreküp olduğu söylendi. Konuşmacıların birbiri ardına pembe tablolar çizdikleri toplantı salonu Laz’ın biri sahneye çıkıp da “Bizim memlekette ‘dereyi görmeden paçaları sıvama’ diye bir atasözü vardır. Başka ülkelerde de buna benzer şekilde ‘ayıyı öldürmeden postunu satma’, ‘kuluçkadan çıkmamış tavukları sayma’ tabirleri de kullanılır” demesiyle sessizliğe bürünmüştü. “İki konuya dikkatinizi çizmek istiyorum” dedi Laz. “Birincisi, bu ihalenin belirtilen zaman aralarında gerçekleşme olasılığı çok zor ile imkansız arasında bir yerde. Çünkü daha ortada kesinleşmiş bir kontrat modelinin olmaması bir yana hala kurumsal alt yapı bile kurulmadı. İkincisi, ihale gerçekleşse bile 2020’den önce üretime başlamak mümkün olmadığından politikacıların kamuoyuna lanse ettiği imaj yarardan çok zarar getirebilir.” Bu sözler üzerine ön sıradaki dinleyicilerden biri “Bu adam aklını kaçırmış. Hangi ülkede konuştuğunu zannediyor?” demişti. Ne yazık ki, yalnız kendimiz gibi düşünen insanı akıllı kabul eder hale geldik. Bazı insanlar istediklerini duyarlar. Duymak istemediklerini hatırlamazlar. İstemediklerini unuturlar.

İhale 5 kere ertelendi ve yapılamadı 2 Mayıs 2013 tarihinde açılan ihale 5 kere ertelendi ve yapılamadı. Parseller ve anlaşma modeli konusundaki 2 kararname bir türlü onaylanmadığı için habire tarih verip ertelemek yerine, bu konular halledildikten sonraki 6 ay içinde ihalenin gerçekleştirilmesine karar kılındı. Ne zaman gerçekleştirileceğini kestirmek hala zor.

3 Saatle sınırlı kalan Bakanlar Kurulu toplantıları sonuç getirmedi Kolay iş değil tabii ki. 22 Mart 2013 tarihinde Başbakan Mikati hükümetinin istifasından 15 Şubat 2014’te şimdiki Tammam Salam hükümeti kurulana kadar ülkede politik boşluk doğmuştu. Neredeyse 2 yıldan fazla bir süredir Cumhurbaşkanı seçilemeyen bir atmosferde aylarca 3 saatle sınırlı bakanlar toplantılarında (ki gündemi genelde Suriye oluşturuyordu) 24 bakan, parseller ve anlaşma modeli konularında fikir birliğine varamıyorlardı. Düzenleme Kurulu vazifesini görecek Lübnan Petrol İdaresi’nin kurul üyelerini ve bu üyelerin maaşlarını belirlemek için aylarca müzakere yapılıyordu.

117


İhalenin çok yakın zamanda yapılacağı havası yaratılıyor Aslına bakarsanız, sorunun müzakere edilmesi için aralarında eski ve yeni enerji bakanlarının da bulunduğu bir komite kurulmuştu ama bu komite 2 yıldır toplanamadı. Böyle bir ortamda şip şak ihale yapılamayacağını düşünmek pek abes kaçmasa gerek. Baksanıza, ulusal bir petrol şirketi kurulsun mu? kurulmasın mı? tartışması halen devam ediyor. Bunlara rağmen, Lübnan’dan bir kaç aydır gelen havadisler (tesadüf eseri midir nedir bilmem ama Mayıs ayı sonunda Amos Hochsteın’ın Beyrut ziyaretinden sonra), mevcut sorunların çözülerek ihalenin çok yakında yapılacağı havasını yaratıyor. Bakalım reklamlar ne kadar daha devam ettikten sonra filme geri göreceğiz. Başka nedenler de var ama konuyu uzatmak istemiyorum. Türk edebiyatının acı biberlerinden biri olan Şair Eşref ’le ilgili aşağıdaki hikaye durumu özetler nitelikte. Kırkağaç kaymakamlık binasının tamiri için Dahiliye Nezaretinden “Ne gibi masraf icap ediyorsa listesini bildiriniz” yollu bir emir gelince, Eşref “Binanın muhtelif yerleri akıyor” cevabını vermiş. Bunun üzerine tekrar bir emirle “Binanın nereleri akıyor? Ayrı ayrı yazınız” diye sorulur. Bu gibi kırtasiyeye yanaşmayan Eşref şu telgrafı çekmiş: “Binanın musluklarından başka her yeri akıyor!”

Doğal gaz ve petrol potansiyeli hakkında telaffuz edilen rakamlar arttı İhalenin önünde engeller bitmek bilmezken, geçtiğimiz 4 yıl içinde Lübnan’ın doğal gaz potansiyeli hakkında telaffuz edilen rakam 700 milyar metreküpten 3.400 milyar metreküpe, petrol potansiyeli tahmini de 440 milyon varilden 850 milyon varile çıktı.

Kaç parsel ihaleye açılacak henüz net değil Diğer yanda, 10 parselden yalnızca 5’İ mi (1, 4, 5, 6 ve 9 numaralı parseller) yoksa tamamı mı ihaleye açılacak henüz net değil. Bu çok önemli çünkü 8 ve 9 numaralı parseller İsrail’le ihtilaflı bir bölgede bulunuyor. Bakarsınız İsrail gibi Lübnan da polemik yaratmasın diye ihtilaflı bölgelerdeki parselleri ihaleye çıkarmaz. (İsrail’in Kasım ayında açacağı ihalede görücüye çıkacak 24 parselin hiç biri ihtilaflı bölgede değil). İsrail’in Lübnan’la olan ve yaklaşık 850 km2’yi kaplayan Akdeniz’deki münhasır ekonomik alan (MEB) sorunu çok girişim yapılmasına karşın halen iki ülke arasında sorun olmaya devam ediyor. Mayıs 2013’te İsrail’deki Tamar sahasının 32 kilometre kuzey doğusunda (Lübnan sınırına 5 km) keşfedilen Karish doğalgaz sahasının Lübnan’ın MEB sınırları içine doğru uzanıp uzanmadığı konusunda İsrail ile Lübnan arasında söz düellosu yaşanmıştı. Bu konu zaman içinde kapandı veya biz öyle sanıyoruz.

118


2023 yılından önce üretim beklemiyorum Ben şahsen gelecekte Lübnan sularında doğal gaz ve/veya petrol keşfedileceğine inanmakla beraber 2023 yılından önce üretim beklemiyorum. Lübnan’da keşfedilecek gazın bir kısmı (aynı Güney Kıbrıs’ta olduğu gibi) ihraç edilmeyi gerektirecek. Dolayısıyla boru hattı, LNG ve CNG seçenekleri gündeme gelecek. LNG için iki alt seçenek mevcut.

LNG tesisi kurulması ve yüzer LNG versiyonu görüşülecek Eğer yeteri kadar büyük bir gaz sahası keşfedilirse Lübnan kara parçasında bir LNG tesisi kurulması veya yüzer LNG versiyonu görüşülecek. Yok eğer keşfedilen gaz miktarı Afrodit gibi LNG tesisini rantabl kılacak miktarda değilse bir boru hattıyla başka bir LNG tesisine götürme seçeceği üzerinde durulacak. Kıbrıs’ta ileride kurulabilecek Vasilikos LNG tesisine gönderebilir mesela. Mısır’daki LNG tesislerine boruyla gitmesi mümkün değil çünkü İsrail böyle bir boru hattını MEB’sinden geçirtmez (Mısır’daki tesislerin o gaza ihtiyacı olup olmayacağı ve fiyat konularını bir kenara bırakalım).

En mantıklı yol Arap doğal gaz boru hattını kullanmak Maliyet kurtarırsa ve o zamana kadar teknoloji yaygınlaşırsa yüzer CNG de bir seçenek olarak görülebilir. Fakat gazı boru hattıyla civar ülkelere satmak çok daha cazip olabilir. En mantıklı yol şu anda atıl duran ve yıllık 10 milyar metreküp taşıma kapasitesine sahip Arap Doğal Gaz Boru hattını (AGP) kullanmak. Bu hatla gaz Ürdün’e, Mısır iç piyasasına veya oradaki LNG tesislerine, eğer o zamana kadar Suriye’de durum düzelirse Suriye piyasasına ve hatta Türkiye’ye de gidebilir. Türkiye’ye denizaltından Suriye veya Kıbrıs sularını geçerek bir boru hattı da döşenebilir. Gaz Türkiye’ye geldikten sonra Avrupa’ya bile gidebilir. Neden olmasın?

Önemli olan senaryoyu yazabilmek Öyle ya, ‘Türkiye, enerji konusunda bölgesinde önemli bir aktördür’ diye bir laf nasılsa dolaşıyor ortalıkta. Ben bu tip söylemleri pek hoş karşılamıyorum. Başrol dahi oynasa bir aktör kendisine biçilen görevi yerine getirmeye çalışır. Önemli olansa senaryoyu yazmak ve hatta fiiliyata döküldüğünde onu yönetmektir. Biz figüran mıyız, aktör müyüz, senaryo yazarı mıyız, yönetmen miyiz? Neden? Cevabı size bırakıyorum. Böylece makalemin başlığındaki soruyu da cevaplamış olacaksınız. Kalın sağlıcakla.

119


120


Petrol ve Gazın Geleceği İçin Sırada Ne Var? 10 Ekim 2016 Hiç kimse geleceğin neler getireceğini bilmese de birçok kurum gelecek 10 yıllarda çeşitli enerji kaynaklarının izleyeceği muhtemel trendleri tahmin etmeye çalışıyor. Bunun en temel nedeni ise enerjinin dünya ekonomisinin kalbinde yer alması. Tahminler gerçek trendlerle uyumlu olmasa bile bugünkü politika değişikliklerini etkinleştirebilmek için önemli bir araç işlevi görüyor. Enerji dünyasında geçmişte yaşanan birçok değişim gibi gelecekte de önemli değişimler yaşaması bekleniyor. Bu yazıda gelecekte yaşanacak ortak ve farklı trendleri görmek amacıyla aşağıda yer alan 5 saygın kurum ve şirket tarafından yapılan gelecek tahminlerini inceleyeceğiz. Bu 5 kurum ve şirketin inceleyeceğimiz çalışmaları şöyle: - Dünya Enerji Görünümü 2015 (Yeni Politika Senaryoları), Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) - Uluslararası Enerji Görünümü 2016 (Referans Senaryo), ABD Enerji Enformasyon İdaresi(EIA) - Enerji Perspektifleri 2016 (Reform Senaryosu), Statoil - Görünüm 2016, BP - Görünüm 2016, ExxonMobil Geleceği tahmin etmek ya da en azından bunu yapmaya çalışmak entelektüel bir çalışma olduğu gibi aşağıdaki sonuçların dikkatli bir şekilde değerlendirilmesini de gerektiriyor. Farklı kaynaklardan farklı veri setlerini karşılaştırmak zor bir çalışmadır. Her kurumun kendi tanım, metodoloji, coğrafi kapsamı ve farklı birimlerden raporlanan verileri vardır. Biz de tüm bu farklı data setlerini mümkün olduğunca büyük bir ölçekte uyumlaştırmaya çalıştık. Bazı farklılıklar olmasına rağmen bunların farklı analiz/so-

121


nuçlara neden olacak denli büyük farklılıklar olmadığını görüyoruz.

Petrol ve gaz talebi için beklentiler Yukarıda listelenen tüm kurum ve şirketlerin tahminleri küresel enerji tüketiminin önümüzdeki 25 senede ciddi bir artış göstereceği ve fosil yakıtların enerji karmasında baskın durumda kalacağı konusunda mutabık. Nükleer ve yenilenebilir enerji gibi fosil olmayan kaynaklardan enerji üretiminde görülen olağanüstü artışa rağmen fosil yakıtların küresel enerji tüketimi içindeki payının küçük bir düşüş göstereceği ve 2040 yılında dünya birincil enerji talebi içindeki payının yüzde 75 olacağı tahmin ediliyor. Son 25 yılda fosil yakıtların dünya birincil enerji talebi içindeki payı yüzde 80 olmuştu. Tüm kurum ve şirketlerin tahminlerinde mutabık olduğu bir diğer konu ise petrolün tahmin yapılan projeksiyon dönemi boyunca enerji karmasında en büyük paya sahip yakıt olmaya devam edeceği. Senaryolarda ortaya çıkan sonuçlardan birisi de petrol talebi artmaya devam ederken toplam enerji talebi içindeki payının ise yüzde 30’lar seviyesine düşeceği. Doğalgaz talebine bakıldığında ise diğer fosil yakıtların tümünden daha hızlı artacağı öngörülüyor. Doğalgazın toplam enerji talebi içindeki payının 2040’ta yüzde 25’e çıkması bekleniyor. Fakat incelenen projeksiyonlar arasında petrol talep artış hızı konusun-

122


da farklılıklar bulunduğu göze çarpıyor. IEA ve Statoil yüzde 0,4’lük petrol talep artış hızı ile gelecek 25 yılda petrol talebinde keskin bir yavaşlama öngörürken, BP ve ExxonMobil ise yıllık yüzde 0,7’lik bir petrol talep artış hızı öngörüyor. Buna karşılık ABD Enerji Enformasyon İdaresi(EIA) ise yüzde 1’in üzerinde yıllık ortalama petrol talep artışı bekliyor. ABD Enerji Enformasyon İdaresi (EIA) doğalgaz talep artış hızı konusunda da en farklı öngörülere sahip. EIA doğalgaz talep artışının gelecek yıllarda geçmişe oranla çok daha hızlı ve agresif bir artış göstereceğini tahmin ediyor. Kurumun tahminlerine göre bugün dünya elektrik üretiminde doğalgazın yüzde 22 olan payının yüzde 28’e yükselebileceği bekleniyor. Bunun aksine diğer kurumların tahminleri ise doğalgaz talebinde güçlü bir yavaşlama olacağı ve yıllık ortalama talep artış hızının yüzde 1,5’da kalacağı yönünde. EIA diğer kurumların aksine projeksiyon döneminde doğalgaz talebinin kömür tüketimini geçmeyeceğini öngörüyor. Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) ise elektrik üretiminde gazın payının bugüne oranla sadece 1 puanlık artış göstereceğini tahmin ediyor. Statoil’in tahminlerinin ise diğerlerinden farklı olduğu görülüyor. Şirket “reform ve rekabet” senaryosuna göre doğalgaz talebinde yüzde 1,1’lik bir artış hızı bekliyor. Buna karşılık üçüncü senaryoda ise talepte durgunluk ya da sıfır büyüme bekleniyor. Gerçekleşen ve Beklenen Küresel Petrol ve Gaz Talep Artış Hızları

Geçmiş

Gelecek*

Tahminler kalıcı değildir Her kurum yaptığı tahminlerde değişen politikalar ve öncelikler, daha sağlıklı-güncel veriler ile daha yeni bilgilere ulaşılması gibi çeşitli nedenlerle

123


revizyona ve güncellemeye giderler. Bu nedenle gaz ve petrol talep tahminlerinin yayınlandığı tarihe bakmak da oldukça öğreticidir. Örnek olarak Uluslararası Enerji Ajansı’nın (IEA) farklı yıllara ait Dünya Enerji Görünümü (WEO) Yeni Politika Senaryolarının OECD üyesi Avrupa ülkelerinin gaz talep projeksiyonlarının evrimine göz atalım. Avrupa’da doğalgaz tüketimi 2000’lerin başından bu yana düşmeye devam ederken tahminler de buna göre revize edilmiştir. Kasım 2015’de yayınlanan en son Dünya Enerji Görünümünde IEA, 2035 yılında Avrupa’nın doğalgaz talebinin 530 milyar metreküp/yıl olacağını tahmin etmiştir. Bu 2010’daki talep tahmininden 100 milyar metreküp, dünyanın doğalgazın altın çağına girdiği sorusunun ilk kez sorulduğu 2011 Dünya Enerji Görünümü çalışmasındaki tahmininden ise 140 milyar metreküp daha azdır. Yalnızda 5 yıl içinde, 2010-2015 yılları arasında yayınlanan Dünya Enerji Görünümü raporlarında en yakın projeksiyon dönemi olan OECD üyesi Avrupa ülkelerinin 2020 gaz talep tahmininde yaklaşık 90 milyar metreküplük aşağı yönlü revize yapılmıştır. 2011-2015 raporları karşılaştırıldığında ise 130 milyar metreküplük bir revize yapıldığını görüyoruz. Yayınlanan son iki Dünya Enerji Görünümü raporunda ise 2040 yılı için yapılan OECD üyesi Avrupa ülkelerinin gaz talebi arasındaki farkın ise 80 milyar metreküpten fazla olduğu görülüyor. IEA tarafından yapılan analizler Avrupa’da doğalgaz başta olmak üzere fosil yakıtların geleceğine ilişkin tüm analistler tarafından gözlenen ve hızla artan belirsizlikleri yansıtmaktadır. Avrupa’nın gaz talebine yönelik şu an hakim olan beklenti tüketimin pik yaptığı ve gelecek 10 yıllarda durgun bir

124


seyir izleyeceğidir. Dünyanın geri kalanında doğalgazın geleceğinin hala parlak olduğu ve talebin artacağı her çıkan raporda tekrarlansa da Avrupa’da doğalgazın geleceği büyük ölçüde sorgulanmaya devam ediyor. Avrupa’da 2010’un başında görülen kriz sonrası toparlanma kısa süreli olmuştur. Hayal kırıklığı yaratan düşük büyüme, elektrik talebinin zayıf seyretmesi, AB’nin gelecekteki enerji strateji ve gazın gelecekteki enerji karmasında sahip olacağı yere ilişkin var olan belirsizlikler de Avrupa’daki gaz talebini olumsuz etkileyen nedenler arasında.

Sonuç Değişik kurum ve şirketler tarafından yapılan tahminlere dayalı senaryolar gelecek yıllardaki enerji karmasında petrol ve gazın baskın olarak kalmaya devam edeceğini gösteriyor. Burada ortaya koymak istediğimiz şey kimin haklı olduğu ya da olmadığını göstermek değil. Dünya enerji sahnesi sürekli olarak değişim içinde ve sürprizlerle dolu. Kim ABD’de yaşanan şeyl gazı patlamasını (ABD’nin 2016’dan itibaren net LNG ihracatçısı haline geleceğini) ya da petrol fiyatlarında 2014’ten bu yana görülen ani düşüşü tahmin edebildi? Enerji dünyasında bir sonraki büyük değişimlerin neler olacağını hiç kimse bilmiyor. Emin olduğumuz tek şey gerçeğin tahmin edilenden farklı olacağı. Bahisler?

Kötü bir konuşma nasıl yapılır? ‘İyi bir konuşma nasıl yapılır?’ konusunda ahkâm kesmek haddime değil. O yüzden sizlerle bir konuşmayı kötü yapan unsurları paylaşacağım. Yani bir bakıma, yapılmaması gereken hataları göstererek uluslararası çapta iyi bir sunum yapmanın ipuçlarını vermeye çalışacağım. Bunu yaparken sadece son 5 yılda katıldığım 100’den fazla uluslararası toplantıdaki gözlemlerimin bana bu konuda sağladığı az buçuk tecrübeye dayanacağım. Niye mi böyle bir konuyu seçtim bu yazımda? Biliyorsunuz enerji sektörü, en çok konferans, panel, çalıştay v.b. etkinliklerin düzenlendiği sektörlerin başında geliyor. Acaba bu etkinliklerden 1 hafta, 1 ay, 1 yıl sonra hangi konuşmayı hatırlıyorsunuz? Bence hatırladığınız konuşma sayısı bir elin parmaklarını geçmez. (Bunu bir kenara not alın bir yıl sonra bana hatırlatın lütfen). Gelin bunun nedenlerini bir kaç temel başlıkta irdeleyelim. 1. Eğer ilk 30 saniyede konuşmaya odaklanmamışsanız cep telefonunuzla oynamaya başlamışsınızdır demektir. Eğer konuşan kişi tanınmış veya ünlü biriyse cep telefonuyla uğraşmak yerine konuşmacıya bakacak ama büyük bir olasılıkla o konuşmacının 15-20 dakika süresince söyledikleri bir kulağınızdan girecek diğerinden çıkacak. Yani söylediklerini duyacak ama

125


dinlemeyeceksiniz. Böyle büyük toplantılarda konuşmacılara genelde 15-20 dakika süre verildiğini de burada hatırlatmakta fayda görüyorum. Dolayısıyla zamanı verimli kullanmak çok önemlidir. Sözü uzatmadan, dolandırmadan verilmek istenen mesaj çerçevesinde bir hikaye gibi yapılan konuşma ilgi çeker ve hatırda kalır. 2. Kendisini bir şeymiş gibi göstermeye çalışan kişilerin söyledikleri dinleyicilerin gönlünü okşamaz. Bir şekilde gönül okşamayan konuşma başarılı bir konuşma olamaz. Fazla teknik terimlere, kısaltmalara takılan ve bilmişlik taslayan insanlar genelde dinleyiciler arasında kendilerinden kat ve kat bilgili ve tecrübeli insanların olacağını unuturlar. Diğer yandan, kendiniz gibi olmayıp aktörlük taslarsanız yapacağınız konuşma ne kadar önemli olursa olsun dinleyicileri soğutursunuz. Aktörlük taslamakla kast ettiğim hiç doğal durmayan ses hızı, tonu, vurgulamalar, sahnede duruş, ellerin ve vücudun hareketi, dinleyicilere bakış vesairedir. Şunu demek istiyorum: TED konuşmacılarını taklit etmeyin. Kendiniz olun ama kendinizi tanıyın. (Eğer TED nedir bilmiyorsanız hemen internette “TED talks” araması yapın ve mesela tüm zamanların en iyi TED konuşmalarını izleyin). Nasıl konuştuğunuz, baktığınız ve hareket ettiğiniz çoğunlukla konuşmanızın içeriğinden daha fazla iz bırakır. 3. Konuşmanızı kötüleştirmek isterseniz konuşmanızda PowerPoint kullanın. Eğer PowerPoint bazı görsellerle konuşmanızı renklendirmiyor, canlandırmıyor, basitleştirmiyor ve anlamayı kolaylaştırmıyorsa konuşmanızda ne işi var? Hans Rosling gibi olmayabilirsiniz ama sıkıcı grafikleri kullanmak zorunda da değilsiniz. Eğer PowerPoint sayfalarını metin ve grafiklerle doldurmuşsanız ve üstüne üstelik konuşmanız esnasında onları aynen okuyorsanız sizin orada işiniz ne? Eğer sayfayı satırlarla doldurduysanız dinleyiciler siz zaten konuşmaya başlamadan onları okuyacaktır. Sizi dinlemezler çünkü insan beyni hem dinleyip hem de okuma işini aynı anda yapınca kısa devre yapar. Bu yüzden arzu edilen şey PowerPoint sayfalarında bir grafik ve 1 satır cümledir. Veya bir sayfada sadece 40 kelime. Kelime sayısı ne kadar az ise o kadar iyidir. PowerPoint sunumun amacı anlatmak değil vurgulamaktır. 4. Eğer konuşma süresince dinleyiciler kafalarını hiçbir şeyi kayıt etmeye zorlamamışlarsa o konuşma başarısız bir konuşmadır. İnsanlar sizi dinlemeye gelmişlerse onlara buna değecek bir şey vermek gerekir. Mesela, değişik bir bakış açısı, düşünmelerini istediğiniz bir soru, vaktimi geçirmeye değerdi dedirtecek veya ilgilerini çekecek ve hatırlayacakları bir şey. En önemlisi mesajdır. Eğer twitter’daki gibi konuşmanızın mesajını 140 karakter ile özetleyemiyorsanız konuşmanıza daha çok çalışmanız gerekir. 5. Konuşma, detaylardan önce büyük resmi göstermiyorsa dinleyicileri bayar. Diğer yandan, bir kaç ağacın varlığı da bir orman olduğuna işaret değildir. Dolayısıyla büyük resimden detaya veya detaydan büyük resme ge-

126


çişin sağlanması gerekir. 6. Dinleyicileri bıktırmak istiyorsanız onları rakamlara boğun. Bir sürü rakam telaffuz etmek ve hatta PowerPoint sunumlarını rakamlarla doldurmak kadar can sıkıcı bir konuşma olamaz. Rakamları virgülden sonraki bir kaç haneye kadar vereceğinize yaklaşık vermek ve onları anlaşılması kolay bir karşılaştırma ve benzeştirmeyle anlatmak dikkati konuşmacıda toplar ve hatırda kalmayı kolaylaştırır. ‘İsrail ve Kıbrıs’ta şimdiye kadar 1265 milyar metreküp doğal gaz keşfedildi’ demek yerine, ‘bu iki ülkede şimdiye kadar keşfedilen gaz miktarı Azerbaycan’ın bugünkü doğal gaz rezervinden daha fazladır’ demek herhalde daha fazla dikkat çeker. 7. Komiklik yapın. Nedense bazı insanlar komik olduklarını veya insanları güldürme konusunda yetenekli olduklarını sanırlar. Anlattığınız fıkraya sadece siz gülüyorsanız bir daha sizi konuşma yapmak için çağırmazlar. Konuşmada amaç insanları güldürmek değildir. Ama güldürebilirseniz veya gülümsetebilirseniz kötü bir şey yapmış olmazsınız. Yeter ki gülünç duruma düşmeyin. 8. Elinizdeki bir notu okuyarak konuşmanızı yapın. Yani okumak ile konuşmak arasında bir fark olmadığını ispata kalkışın. Elinizdeki kâğıdı okuyorsanız orada işiniz ne? Dağıtın o kâğıtları herkes rahatça okusun. PowerPoint sunumu yaparken de öyle. Madem sunumda yazanları aynen okuyacaksınız orada işiniz ne? Okumadan konuşmak ise iyi ön hazırlık yapmayı ve defalarca prova yapmayı gerektirir tabii ki. Konuşmanın akışını içeren notlardan oluşan bir sayfaya arada sırada göz atmaktan zarar gelmez, yeter ki zırt pırt bakılmasın. Bu liste uzayıp gider aslında. Tüm bunları söylemek kolay ama iyi bir konuşma yapmak zordur. Bu biraz da yetişme tarzı ve eğitim şekliyle alakalıdır. Eğitim sisteminin okuma ve yazma ağırlıklı olduğu ülkelerde bireyler toplum karşısında konuşurken daha sıkılgan oluyor. Bir şey bildiğimden değil, 27 yıllık yurtdışı tecrübeme istinaden söylüyorum. Eğer siz de mesela bir PowerPoint sunuma göz gezdirmekle sunumu yapan kişinin hangi ülkeden olduğunu üç aşağı beş yukarı kestirebiliyorsanız yeterli deneyime sahipsiniz demektir. Sonuç itibariyle, bence etkili, kalıcı ve güzel bir konuşma yapabilmek için konuya iyi hâkimiyet, o konuyu kafalarda resim çizermiş gibi akıcı bir şekilde, basite indirgenmiş bir halde ve verilmek istenen mesajlar eşliğinde dinleyicilerin kafalarına işlemek gerekir. Bunu yaparken de konuşma sırasında dinleyicilerle diğer bağların kurulması gerekir. Unutmamak gerekir ki insanlar ne söylediğinizi, belki nasıl söylediğinizi de unutacaklardır ama konuşurken onlara ne hissettirdiğinizi unutmayacaklardır. Tabi eğer bir şey hissettirebilmişseniz. Gerisi hikâye.

127


128


Doğu Akdeniz Gazı ‘Reloaded’ 7 Kasım 2016 Gas&Power’da 4 Mayıs 2015 tarihinde yayınlanan “Doğu Akdeniz Gazı” başlıklı makalemin üstünden 18 ay geçti. Makaleme şu benzetmeyle başlamıştım: “Bildiğiniz gibi, doğal gaz çoğunlukla metan gazından ibarettir. Aslında zehirli olmayan metan gazına belli bir süre maruz kalındığında iki temel belirti baş gösterir: Baş dönmesi ve baş ağrısı. Doğu Akdeniz’deki doğal gaz keşifleri ve akabindeki gelişmeleri böyle özetlemek pek yanlış olmasa gerek.” Bu benzetme daha barizleşmeye başladı aslında. Diğer yandan, Mayıs 2015-Kasım 2016 tarihleri arası yaşanan dönüm noktası etkisindeki bazı gelişmeler Doğu Akdeniz gazı konusunda neredeyse sil baştan etkisi yarattı. Doğal gaz penceresinden baktığımızda Doğu Akdeniz’de herhalde sadece Lübnan ve Suriye cephelerinde pek bir değişiklik olmadı. Suriye’de savaş devam ediyor. Lübnan’da 2014 Mayıs’ından beri boş olan Cumhurbaşkanlığı koltuğunu Hizbullah tarafından da desteklenen 80 yaşındaki Michel Aoun’un doldurma olasılığı artsa da enerji sektöründe bir mucize beklemek için bence henüz erken. Önemli olduğunu düşündüğüm bazı dönüm noktalarına gelin beraber göz atalım. 30 Ağustos 2015 tarihinde İtalyan Eni şirketi Mısır sularında 850 bcm gaz içeren bir saha keşfettiğini açıklamıştı. Bahsedilen saha Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY)’nin tek taraflı olarak ilan ettiği münhasır ekonomik bölge sınırına 6,5 km uzaklıkta olup GKRY’nin 11 numaralı parselin tam karşısındadır. Bu keşif 3 sebepten ötürü büyük önem arz ediyor. Birincisi, Akdeniz sularında keşfedilen en büyük gaz sahası olması. İkincisi, Akdeniz’de petrol aramaları konusunda jeolojik bir devrim yaratmasıydı çünkü jeolojik formasyonu şimdiye kadar keşfedilen sahalardan

129


farklıydı. Üçüncüsü, Mısır’ın tekrar gaz ihracatçısı haline gelmesine ön ayak olacağı için İsrail gazının Mısır’da atıl duran LNG ihracat tesislerine yönlendirilmesi ve Mısır iç piyasasına gaz verme planlarına taş koyması.

8 şirket tarafından 6 başvuru yapıldı 24 Mart 2016 tarihinde GKRY, tek yanlı ilan ettiği sözde Münhasır Ekonomik Bölgesinde (MEB) bulunan 6, 8 ve 10 numaralı parselleri ihaleye açtı. Sismik veriler 8 ve 10 numaraları parsellerde Zohr’unkine benzeyen yapılar içerirken, 6 nolu parseldeki yapıların ise Leviathan, Tamar ve Afrodit’e benzer olduğunu gösteriyor. Temmuz ayında kapanan ihalede söz konusu üç parsel için aralarında dev şirketlerin de bulunduğu sekiz şirket tarafından altı başvuru yapıldı. Yani bugünkü piyasa koşulları göz önünde alındığında ihale oldukça ilgi çekti. Halihazırda değerlendirilmesi yapılan teklifler konusunda GKRY Bakanlar Kurulu bu senenin sonuna doğru bir karara varacak. Muhtemelen önümüzdeki sene başında hangi şirket/konsorsiyuma neresinin verileceğini hep beraber göreceğiz. 17 Aralık 2015 tarihinde İsrail Başbakanı Netanyahu “The Gas Framework” olarak bilinen ve bir süredir ülkedeki gaz sektörü faaliyetlerini neredeyse durma noktasına getiren düzenlemeleri onayladı. Mahkemelik olan “düzenlemenin değişmemesi” konusu ise hükümetin 22 Mayıs 2016 tarihinde getirdiği bir alternatif ayarlamayla halledildi. Böylece ülkede oyunun kuralları hemen hemen netleşti. Hemen hemen diyorum çünkü kalan bazı pürüzlerin de halledileceğini düşünüyorum.

24 parselde 2.137 bcm gaz ve 6,6 milyar varil petrol olduğu tahmin ediliyor Sektörü cazip hale getirmek ve yatırımcı çekmek için kolları derhal sıvayan İsrail hükümeti geçtiğimiz Ağustos başında İsrail MEB’sinde 4 yıldır arama faaliyetlerine kapalı olan parsellerde düzenleme yaparak Kasım ayı ortasında ilk defa olarak uluslararası ihaleye çıkılacağını açıkladı. Görücüye çıkacak 24 parselde 2.137 bcm gaz ve 6,6 milyar varil petrol olduğu tahmin ediliyor. 15 Kasım 2016 - 28 Mart 2017 tarihleri arasında gerçekleştirilecek ihaleye ilginin yoğun olması bekleniyor. Bu süreç içerisinde Türkiye-İsrail arasındaki ilişkiler resmi olarak iyileşme sürecine girdi. Geçtiğimiz ay İstanbul’da gerçekleştirilen Dünya Enerji Kongresi’ne Yuval Steinitz’in gelmesiyle de İsrail-Türkiye doğal gaz boru hattı projesine geri döndük. Şunu anti parantez belirtmekte fayda var ki, biz oldu bitti Maşallah havasındayken 29 Ekim’de Atina’da Yunanistan, İsrail ve GKRY, Leviathan ve Afrodit gazını Avrupa’ya taşıyacak Doğu Akdeniz Doğal Gaz Boru Hattı projesine yoğunlaşmanın öneminden bahsediyorlardı. Münhasır Ekonomik Bölge konusu çözülmeden Kıbrıs sorunu çözülmez

130


2015 yılı sonunda ulusal basınımızda “eğer normalleşme olursa İsrail-Türkiye Boru Hattı 2019’a yetişebilir” gibi başlıklar dolaşırken bendeniz Gas&Power’da yer alan 15 Ocak 2016 tarihli yazıma “İsrail gazı mevcut koşullarda neden Türkiye’ye gelemez” başlığını koymuştum. Yazımın ilk cümlesi şuydu: “2016, Doğu Akdeniz’de politik ve ticari kararlar yılı olacak.” İsrail gazının Türkiye’ye gelmesi için temelde iki politik, iki hukuki ve iki ticari koşulun yerine getirilmesi gerekir diyordum yazımda. Bu koşullar halen gerçekleşmiş değil ama bizde öyle iyimser bir hava var ki sanki yarın boru döşemeye başlayacağız. Burada bir şeyin altını üstünü defalarca çizip boyayarak tekrar etmek istiyorum: Münhasır Ekonomik Bölge konusu çözülmeden Kıbrıs sorunu çözülemez, çözülmemeli. Güney Kıbrıs, Yunanistan ve Türkiye arasında Akdeniz’deki deniz yetki alanları konusu Türkiye’nin ulusal güvenliği açısından taviz verilmemesi gereken bir konudur.

Doğu Akdeniz gazından bahsederken kullanılan haritalarda çok hassas davranmalı Dolayısıyla yazılı ve görsel basınımızda ve hatta akademik çalışmalarda Doğu Akdeniz gazından bahsederken kullanılan haritalarda çok daha hassas davranılmasını buradan talep ediyorum. İşimi kaybetme pahasına uluslararası platformlarda bu tip haritalarla mücadele ederken, bunların kendi ülkemde vatan hainliği malzemesidir diye kınanacağı yerde bangır bangır vatandaşlarımızın gözüme sokulmasına müsaade edilmesine ve çanak tutulmasına gerçekten üzülüyorum. Üzüldüğüm bir başka konu da “hub” kavramını henüz anlayamamış veya anlatamamış olmamız. Kimin kime neyi, niçin ve nasıl döşediğine bakmadan üzerimizden boru hatları geçecek diye birden bire enerji ticaret merkezi haline dönüşeceğimizi ve hatta dünyanın enerji merkezi olacağımızı sanıyoruz. Ah, bir de eğri oturup doğru konuşmayı bilebilsek. Halbuki iyimser olmak bir şey, hayalperest olmak başka bir şey. Realist olmak ise bambaşka. Doğu Akdeniz gazı, boru hatları, hub vs konuları yazılı ve görsel medyada öyle popüler hale geldi ki sadece magazin ve spor yazarları bunlar hakkında bir şey yazıp çizmedi herhalde. Bu enflasyonun yaratılması normaldi çünkü malzeme çokluğu vardı: Brexit oylaması sonucundan bir kaç gün sonra Türkiye ve İsrail, ilişkilerini normalleştirmek için anlaşmıştı. Hemen akabinde Rusya ile Kasım 2015’ten beri bozuk olan ilişkiler yumuşamaya başlamıştı. Derken, yukarıda bahsettiğim Dünya Enerji Konseyi toplantısı sırasında Türk Akımı ve İsrail-Türkiye doğal gaz boru hatları yeniden gündeme oturmuştu. Fakat her nedense Türkiye’nin Rusya ve İsrail’le ilişkilerinin tekrar ge-

131


lişmesinin Doğu Akdeniz’de yeni bir üçlü ittifakın filizlenmesine yol açıp açamayacağı ve bölgedeki mevcut ittifaklara etkisi halen pek irdelenmiyor. Bu yazıda bahsettiğim konuları ve daha fazlasını sizlerle birlikte olmaktan onur duyacağım Türkiye Enerji Zirvesi’nde yerli ve yabancı uzmanlarla enine boyuna değerlendireceğiz. Tartışalım, öğrenelim, paylaşalım. O zamana kadar kalın sağlıcakla.

132


OPEC Kararının Düşündürdükleri 2 Ocak 2017 OPEC 30 Kasım’da Viyana’da gerçekleştirdiği 171. resmi toplantısında günlük petrol üretimini 1 Ocak 2017 tarihinden geçerli olmak üzere 6 ay süreyle Ekim seviyesinin 1,2 milyon varil/gün (kb/d) altına düşürerek 32,5 milyon varile indirme kararı aldı. Görüşmelerin hangi ülkenin üretimini ne kadar düşüreceği konusunda kilitlenmesi nedeniyle birçok kişi OPEC toplantısından üretimin Ekim ayındaki 33,8 kb/d seviyesinden 32,5 kb/d seviyesine çekilmesi konusunda anlaşma sağlanmasını beklemiyordu. En büyük sürpriz ise Rusya’nın üretimin dondurulması yönündeki pozisyonundan geri adım atarak 11,2 milyon varil olan günlük üretimini 300 bin varil indirmeye ışık yakması oldu. Öncelikle üretim kısıntısı kararının anlamını ya da anlamsızlığını bir perspektif içine koyalım. OPEC’in 2008’den bu yana ilk kez üretim kısıntısı kararı almasına petrol piyasaları sert bir reaksiyon gösterdi ve kararı takip eden 3 günde brent petrolün varil fiyatı 10 dolara yakın artarak yüzde 16 değer kazandı. Bu durumu birçok kişi OPEC imparatorluğunun henüz ölmediği, tam tersine, geri dönüşü olarak yorumladı. Bana göre sözde anlaşma olarak açıklanan bu durum OPEC’in kocaman ağzı olduğunu fakat dişlerinin olmadığını göstermekten öteye geçmiyor. Düşük petrol fiyatlardan dolayı OPEC üyesi ülkelerde derinleşen ekonomik darboğaz nedeniyle OPEC’in atabileceği başka bir adım kalmamıştı. Hatırlanacağı üzere 2 yıl önce OPEC’in üretim kesinti kararı almadığı tarihlerde Suudi Al-Falih’in selefi olan Ali Al-Naimi yaptığı açıklamada OPEC üreticilerinin petrol üretimlerini kısmalarının lehlerine olmadığını ve hatta petrolün varil fiyatının 20, 40, 50, 60 dolarlara düşmesinin önemli

133


olmadığını bangır bangır bağırıyordu. AL-Naimi yazdığı kitabın imza günlerinde etrafa gülücük dağıtırken, 30 Kasım’daki OPEC basın açıklamasında, mevcut piyasa koşullarının üretici ülkelerin ekonomilerini tehdit ettiği belirtiliyor, OPEC üyesi ülkelerin ekonomilerinde düşük fiyatlara bağlı olarak geçtiğimiz 2 yılda yaşanan tahribattan bahsediliyordu. Fiyatların yukarı çıkmasını sağlamak için üretim kesintisinden başka bir seçenek olmadığını gören Suudiler Mayıs 2016’da Al-Naimi’nin yerine Khalid Al-Falih’i getirerek bir değişime de işaret ediyordu. Diğer yandan, OPEC’in üretim kısıntısı konusunda vardığı anlaşma “swing producer” olarak nitelenen Suudi Arabistan’ın artık bu konumdan uzak olduğunu da gösteriyordu. 3 ay önce Cezayir’de gerçekleştirilen OPEC Bakanlar toplantısında günlük üretimin 32,5-33 milyon varil seviyesinde tutulması gerekliliği nedeniyle üretimin dondurulması ya da kısılmasının formülü üzerinde çalışılması gerekir deniyordu. Ancak, alınacak bir karardan üye ülkelerin olumsuz etkilenmemesi gerektiği nedeniyle titizlikle yapılan çalışmalar zaman aldığı için hemen sonuca varılamamıştı. 30 Kasım’da Viyana’da düzenlenen toplantı sonrası OPEC tarafından yapılan açıklamada üretim kısıntısı konusunda anlaşmaya varıldığı ve günlük üretim seviyesinin 2017’nin Ocak ayından başlayarak 6 ay süreyle 33,7 milyon varilden 32,5 milyon varile düşürüleceği açıklandı. Belirlenen formül hiçbir üyeyi rahatsız etmeyecek şekilde her bir ülkenin üretiminde %4,5’luk kesinti sağlaması şeklindeydi. Bu yüzden bazı istisnalar getirildi. Mesela, Nijerya ve Libya yaşanan iç savaş veya çatışmalar nedeniyle kısıntı kararından muaf tutulurken, Angola için Ekim ayındaki planlı yıllık bakım çalışması nedeniyle üretimi düştüğü için Eylül 2016’nın referans alınması kararlaştırıldı. Iran için ise yaptırımlar öncesi üretim seviyesi baz alındı ve bu nedenle günlük üretimini 90 bin varil arttırmasına izin verildi. Net ithalatçı haline gelen Endonezya OPEC üyeliğini askıya almaya karar verirken geri kalan ülkeler de böylece üretimlerini düşürme sözü vermiş oldu. Günün sonunda ise anlaşma bazı ülkelerde gerçekte üretimin dondurulması anlamına gelirken bazılarında üretimi düşürmüş ve bir kaç tanesinde de arttırmış oldu. Üretim kesintisinde ağırlıklı olarak Ekim 2016 seviyesinin baz alınması bir anlamda anlaşmanın durumu kurtarmaya dönük bir girişimden başka bir şey olmadığını gösteriyor. Bununla birlikte OPEC üretiminin genellikle her yılın ilk yarısında yılın ikinci yarısına göre daha düşük seyrettiğini unutmamak gerek 30 Kasım’daki OPEC toplantısında OPEC üyesi olmayan ülkelerin de anlaşmaya katılarak günlük üretimlerini 600 bin varil düşürmelerinin beklendiği de ifade ediliyordu. 10 Aralık tarihinde OPEC ve 11 OPEC üyesi olmayan ülke bir araya geldi. Toplantı sonucunda OPEC üyesi olmayan bu ülkelerin toplam üretimlerini günlük 558 bin varil azaltacak-

134


ları açıklandı. Kısıntının yarısından fazlasının Rusya tarafından yapılacağı vaadi (300 kb/d) ve diğer ülkelerin katkılarının aslında bir göz boyamadan ileri gitmediği kimin ne kadar sözde üretim kısıntısına gideceğine bakılarak anlaşılabilir. Rusya’nın anlaşmaya katılımı gerçek bir üretim kesintisi anlamına gelmiyor. Rusya’nın petrol üretimi geçtiğimiz Kasım ayında Sovyetler sonrası dönemin en yüksek rakamına çıkarak rekor kırmıştı. Muhtemelen Aralık ayında da yaşanabilecek bir zirve üretimin ardından Rus ham petrol üretiminin zaten Ocak ayından itibaren düşmesi bekleniyordu. Benzer şekilde, anlaşmaya katılan diğer birçok ülkenin petrol üretimlerinin de 2017 içinde azalması bekleniyordu. Listede Rusya’dan sonra ikinci büyük kesintiyi (100 kb/d) yapması kararlaştırılan Meksika’da da aynı durum söz konusu. Ya diğer ülkeler? Yorum yapmadan sıralayayım: Oman (-45 kb/d), Azerbeycan (-35 kb/d), Kazakistan (-20 kb/d), Malezya (-20 kb/d), Ekvatoryal Gine (-12 kb/d), Bahreyn (-10 kb/d), Güney Sudan (-8 kb/d), Brunei (-4 kb/d), Sudan (-4 kb/d). Listenin sonlarına doğru yaklaştığınızda herhalde yüzünüzde bir gülümseme belirdi. Haklısınız, kessen ne olur kesmesen ne olur? Nerede daha büyükler?

135


Gelelim petrol fiyatlarına. 30 Kasım’da toplantının yapıldığı gün petrol piyasalarının oldukça dalgalı bir seyir izlediği görüldü. Aynı gün ICE ve CME’deki ham petrol kontratlarının bütünleşik hacmi tüm zamanların en yüksek seviyesine çıktı ve toplam kontrat miktarı (vadeli ve opsiyon) 5,3 milyon adet oldu. Bu miktarın 54 günlük küresel petrol arzına eş değer olduğunu ifade etmemiz ne denli büyük olduğunu anlamak için yeterli olacaktır. Traderların fiyatların geleceğine ilişkin beklentileri ve piyasanın temel dinamikleri diğer bir çok faktörün de tetiklediği kağıt varil piyasasına doğrudan yansıyor. Bu perspektiften bakıldığında petrolde görülen düzensiz fiyat dinamiklerinin, beklenen piyasa yapısı ve spekülasyonların kombinasyonundan kaynaklandığı ve birçok faktörden etkilendiği görülür. Unutmamak gerekir ki piyasa hissiyatının temel itici gücü, algılanan risklere karşı traderların korkuları ve endişeleri değil gerçekler olmalıdır. Ancak petrol piyasası şeffaf, serbest ve etkin pazar olmadığı için traderların beklentileri fiyatlara ilave baskı uygulamaya devam edecektir. Petrol piyasası verilerine özellikle aylık olanlara bakıldığında ne demek istediğimi anlayacaksınız. Tabi bu arada dünya petrol istatistiklerinin mükemmellikten uzak olduğunun da altını çizelim. Yedek kapasite, üretim, tüketim ve stoklarla ilgili veriler özellikle OECD dışı ülkeler için çoğunlukla tahminden öteye gitmemektedir. OPEC bile, üyelerinin Sekretarya’ya gönderdiği verileri güvenilir bulmadığı için, üyesi ülkelerdeki üretim de dahil olmak üzere pazarı izlemek için ikincil kaynaklardan gelen verileri kullanıyor. İşin ironik yanı ikincil kaynakların bu verileri nereden aldığını kimsenin sormaması. Kimsenin gerçek üretimi doğrulayamadığı ve kanıtlayamayacağı bir ortamda verilerde hile yapmak çok kolaydır. Üretim seviyelerinin Kuveyt, Venezuela, Cezayir ve OPEC üyesi olmayan iki katılımcıdan oluşan gözlemciler tarafından izleneceği söylense de şahsen bu izleme işinin nasıl yapılacağını çok merak ediyorum. Verilerle oynamak ve hile yapmak geçmişten bu yana OPEC’in üretim kısıntısı kararlarının ortak özelliği olmuştur. Büyük üreticilerin özellikle Asya piyasalarındaki paylarını kaybetmeme ve koruma endişesiyle hareket edeceklerini düşündüğüm için bu eğiliminin bu sefer de bozulmayacağını düşünüyorum.

OPEC anlaşması 6 ay süreyle yaklaşık 1,8 milyon varil petrolün piyasadan çekilmesini amaçlıyor Bu bizi petrol piyasası açısından önemli olduğunu düşündüğüm bir başka konuya getiriyor. OPEC anlaşması 6 ay süreyle günlük yaklaşık 1,8 milyon varil petrolün piyasadan çekilmesini amaçlıyor. Bunun 1,2 milyon varili OPEC, 558 bin varilinin ise OPEC dışı ülkelerden sağlanması bekleniyor. Gerçekten üretimde günlük 1,8 milyon varillik bir kesinti görecek miyiz? Benim düşüncem gelecek yıl OPEC’in bu yıla göre daha fazla petrol üreteceği yönünde. Ayrıca, üretim seviyelerini zaten yüksek olan bir seviye-

136


den indirmek tek başına petrol piyasasını dengeye getirmeyecektir. Fakat bu çok da önemli değil. Aslında anlaşma başarılı olursa açıklanan miktardaki petrol dünya petrol ticaretinden değil dünya petrol üretiminden düşülecektir. Bir başka deyişle üretimden ziyade üretici ülkelerden yapılan ihracattan bahsetmeliyiz ancak öyle görünüyor ki bu durum kimsenin umurunda değil. OPEC anlaşmasının piyasaları nasıl etkileyeceğini tahmin etmek için henüz çok erken. Birçok analist bu anlaşma bir şekilde amaçlanan hedefe ulaşırsa petrol fiyatlarının 60 dolar ve üstüne yükseleceğini söylüyor. 60 dolar üstü bir fiyat 2017’de petrol talep artışını zayıflatarak üretim kesintinin etkilerini ortadan kaldırabilir. Dahası fiyatların artması stoklardaki düşüşü hızlandırıp 2017’nin ilk yarısında arz ve talep dengesi arasındaki makasın daralmasına neden olabilir. Burada temel sorun petrol stoklarının tarihsel ortalamaların oldukça üstünde bir seviyede olması. Dolayısıyla, cevap aranması gereken soru stok seviyelerinin geçmişteki normal seviyelerine inip inmeyeceğidir. Eğer cevap evet bunun ne zaman olacağını kestirmek oldukça zor. Elbette eğer OPEC anlaşması başarılı bir şekilde uygulanırsa ve OPEC dışındaki üreticiler tam bir işbirliği yaparsa zamanla petrol stoklarında bir erimeyle karşılaşabiliriz. Fiyatlardaki artışla birlikte 2 kritik konu daha ortaya çıkacak: Ocak ayında ABD’de Başkanlık görevini devralacak olan Trump ve OPEC anlaşmasından en çok yararlanacak olan ABD şeyl petrol üreticileri. 2017 yılı için ABD ham petrol üretimine ilişkin beklentiler petrol fiyatlarındaki toparlanma ve artış trendiyle birlikte oldukça hızlı bir şekilde değişti. Mevcut beklenti 2017’nin tamamında günlük 8,5 milyon varillik bir üretim olacağı yönünde. Buna ek olarak bugüne kadar Permian’daki şeyl petrol üretiminin oldukça esnek olduğunu da eklemek gerek. Şeyl petrolü üreticilerinin çoğu için başa baş fiyatın varil başına 50-70 dolar bandında olduğu tahmin ediliyor. Güçlü dolar, şeyl petrol üretiminin artması, OPEC anlaşmasına dahil olmayan ülkelerde beklenen üretim artışı ve ayrıca Nijerya ve Libya’daki muhtemel artışla birleştiğinde rahatça ortaya fiyatların yumuşamayacağını gösteren bir resim ortaya çıkartabilir. Dünya petrol piyasalarında dengenin sağlanması hiç şüphe yok ki OPEC’in üzerinde anlaştığı 6 aylık kısıntı süresinden çok daha fazla zaman gerektirecek. Peki, 6 aylık süre bittikten sonra ne olacak? OPEC’in 23 Mayıs’ta gerçekleştirmesi beklenen bir sonraki resmi toplantısında piyasa dinamikleri gözden geçirilerek uygulanan politikanın devam edip etmeyeceğine karar verilecek. Şuna emin olabiliriz ki petrol fiyatları ve OPEC toplantıları küresel gündemde başta gelen konulardan birisi olmaya devam edecek. Petrol fiyatlarında OPEC toplantısı sonrası yaşanan hızlı artışın devam edip etmeyeceğini öngörmek kolay değil fakat 2017’de fiyatların 50 doların üstünde kalması için yaratılan çaba hızlı bir şekilde yok olabilir. Brent

137


petrole ilişkin mevcut fiyat eğrileri bize şimdilik OPEC anlaşmasının uzun vadede petrol fiyatları üzerinde etkisinin olmadığını gösteriyor. OPEC anlaşmasının bir yansıması da doğalgaz piyasalarında özellikle LNG’de olabilir. 2016’da küresel LNG arzının yaklaşık % 80’i petrole ya da petrol ürünlerine endeksli kontratlarla fiyatlanmış durumda. Petrol fiyatlarındaki artış küresel LNG arz fazlasına bağlı olarak fiyatlara birebir yansımasa da LNG fiyatlarında artışa yol açabilir. Sözün kısası, OPEC anlaşmasının piyasalara etkisi konusunda bir görüş birliği yok. Uluslararası Enerji Ajansı 2017’nin ilk yarısında arz açığı beklerken, OPEC bu açığın yılın ikinci yarısında oluşacağını, Amerikan Enerji Enformasyon Dairesi ise 2017’den sonra oluşacağını düşünüyor. Fiyatların sadece fiziksel piyasadaki arz ve talep dengelerine göre belirlendiğine inanıyorsanız bu üç kurumun fiyat tahminlerini takip etmenizi öneririm. Amma velakin benim tavsiyem şu ki, gözünüz arz-talep denge tablolarındayken, kulağınız jeopolitik gelişmeler ve ABD doları, FED faiz oranı vs. gibi ekonomik göstergelerde olsun. Sağlıklı, huzurlu ve mutlu bir yeni yıl dileklerimle.

138


Avrupa Birliği Gaz Arz Güvenliğine En Büyük Tehdit 3 Şubat 2017 Avrupa Birliği’nin gelecekteki doğal gaz talebinin kaç milyar metreküp (bcm) olacağı hakkındaki belirsizlikler her geçen yıl artıyor. Bu belirsizliğin altında beş temel neden yatmaktadır. Nükleer santrallerin geleceği; bazı ülkelerdeki kömür kullanımı; yenilenebilir enerji kaynak kullanımının yaygınlaşması ve artması; bazı ülkelerdeki ekonomik büyümenin yavaşlaması ve özellikle AB’nin enerji ve iklim politikası. Durum böyle olunca, AB’nin 2030 ve 2040’lara doğru doğal gaz talebine ilişkin yapılan tahminler arasında çok büyük farklılıklar gözlemlemekteyiz. Geçen seneden bugüne kadar yapılan tahminler AB gaz talebinin 2030 yılında bugüne nazaran yüzde 10-15 fazla olacağını işaret ediyor.

2030’da AB’nin doğal gaz üretimi bugünün yarısına düşecek AB’nin gelecekte ne kadar doğal gaz üretebileceği konusunda yapılan tahminler de benzer şekilde farklılıklar gösteriyor tabii ki. Bu tahminlerin en kötümseri şu anda çalıştığım kurumda 2007 yılında yaptığım ve halen arkasında durduğum rakamlardır. Bu kötümserlikten dolayı birçok saygın kurum tarafından yıllarca kınandıktan sonra onların şimdilerde yaptığı tahminlerin benim 10 yıl önce söylediğime geldiğini görmek (ne yalan söyleyeyim) bana büyük bir zevk veriyor. Halen iddia ediyorum, 2030 yılında AB’nin doğal gaz üretimi bugünkünün yaklaşık yarısı kadar olacak. O zamanlarda AB Komisyonu için yazdığım Avrupa’nın gaz arzı güvenliği konusundaki raporlarda şunun altını çiziyordum: Gaz talebi gelecekte aynı kalsa bile, yerli üretimin düşmesinden ötürü ithalat artmak zorundadır. Bu yüzden, kaynak ve güzergâh yolları çeşitliliğinin arttırılması için gerekli çalışmaların ve düzenlemelerin bir an evvel yapılması gereklidir. Bugün de benzeri şeyleri söylüyorum. 2030 yılında AB’nin net gaz itha-

139


latı yüzde 30 artacak. Dolayısıyla gelecekte AB’nin hangi ülkeden ne kadar gaz ithal edeceği ve daha da önemlisi AB’nin bulması gereken 100 bcm ek gazın nereden geleceği sorularına cevapları şimdiden aramak gerekir.

3 büyüklerin AB gaz ithalat pastasındaki payı 2030 yılına doğru düşecek. Bunu açmadan önce AB’nin gaz ithalat yapısına bir bakalım. AB’de tüketilen gazın üçte ikisi ithal edilmektedir. Üç büyük ülkenin (Rusya, Norveç ve Cezayir) AB gaz ithalatındaki payı yaklaşık %90. Toplam ithalatın %87’si boru hatlarıyla, kalanı ise LNG yoluyla yapılıyor. AB’de ve özellikle AB Komisyonu’nda gittikçe artan Rusya fobisini hepimiz biliyoruz. Her ne kadar Rus gazı fiyat olarak oldukça rekabetçi (ki buna LNG dahil) kalsa da, jeopolitik faktörler nedeniyle AB’nin Rusya’dan gaz ithalatını arttırarak kendisini daha da bağımlı hale sokacağını pek tahmin etmiyorum. Haklısınız, Rusya’nın 2016 yılında CIS ülkeleri dışında kalan Avrupa ülkelerine yaptığı ihracat 179 bcm’e çıkarak tarihi bir rekora ulaşmıştı. Bu artış yanıltıcı olmasın. Önümüzdeki 10 yıl içinde Gazprom’un birçok alıcıyla olan kontratları sona erecek. Bazıları uzatılmayabilir ama diğer bazı alıcılarla yapılacak yeni kontratlar nedeniyle Rusya’nın toplamda AB’ye boru gazı ihracı ileride hemen hemen bugünkü seviyeden pek farklı olmayacaktır. Eğer AB bugünkü söylemlerine sadık kalırsa tabii ki. AB gaz ithalatında ikinci sırada yer alan Norveç’te gaz üretimi ve dolayısıyla ihracat ileriki yıllarda azalacak. Norwegian Petroleum Directorate (NPD) bile Norveç’in gelecekte gaz üretiminin azalacağını artık resmen ifade ediyor. Hâlbuki Norveç’in bugünkü ve NPD’nin şimdilerde bahsettiği gelecekle ilgili kaygıları 2009 yılındaki Offshore Mediterranean Conference’ta keynote speaker olarak yaptığım konuşmamda dile getirdiğimde Norveçli bakan bana çok sinirlenmişti. Bugün belki kulağımı çınlatıyordur. Gelelim üçüncü büyüğe. Cezayir’in gelecekteki petrol ve gaz üretimi ve ihracatı konusunda geçmişte yaptığım tahminler benim başımı çok ağrıttı. Cezayirli yetkililer tarafından ifade edilen gaz ihracat hedeflerine ulaşmanın mümkün olmayacağını iddia ediyordum. O sıralarda Uluslararası Enerji Ajansı dahil bildiğim tüm kurumlar Cezayir için uçuk rakamlar veriyorlardı. Haliyle hiç kaile alınmadım ama Cezayirliler halen kızgın. Öyle ki, bir kaç hafta önce katıldığım uluslararası bir toplantıda Cezayir ile gaz alım müzakerelerinde bulunan herkesin yakından tanıdığı bir isim bana Cezayir gazı konusunda ölçülü konuşmam tavsiyesinde bulundu. Merak etmeyin, lazlık yapmadım ve tavsiyeye uydum. Kafamda önemli bir soru vardı ama sorma cesaretini bile gösteremedim. Yemedi açıkçası. Yanlış anlaşılmasın sakın. Söylediklerim gerçekleşti veya gerçekleşecek diye ahkâm kesmiyorum. Benim işim gelecekle ilgili öngörülerde bulunmak. Tesadüf eseri olsa gerek çeşitli kurumlara yazdığım birçok raporda

140


iddia ettiklerimde yanılmadım nedense, hepsi bu.

100 bcm ek gaz nereden gelecek? Üç büyüklerin AB gaz ithalat pastasındaki payı azalacaksa 100 bcm ek gaz nereden gelecek? AB’nin en önemli üç gaz ithalatçısının 2030 ve sonrasında AB toplam gaz ithalatındaki payı düşecekse, AB’nin 100 bcm gaz ithalat açığı kimlerle kapatılabilecek? “Avrupa’nın gazı Türkiye’den gidecek”, “AB’nin enerjide kurtuluş yolu Türkiye’den geçiyor” gibi haber başlıklarına bakarsak cevap Türkiye, daha doğrusu Türkiye üzerinden elalemin gazı. Avrupa’ya hem kaynak hem de güzergah çeşitliliği sağlayan TANAP-TAP ikilisine hemen 10 bcm yazıyoruz tabii ki. Aslında Türkiye’de kalacak 6 bcm’i de buna ekleyebilseydik, yani bizim alacağımız gaz keşke bizi transit geçseydi. Diğer yandan, belki en azından Azerbaycan’ın ihraç edeceği gaz kadar bir miktar da Doğu Akdeniz’den sağlanabilir. Bu durumda yuvarlak olarak 30 bcm Azerbaycan ve Doğu Akdeniz’den sağlanmış olurdu. TANAP’ta 31 bcm’i görebilsek çok daha iyi olurdu ama nerede Azerbaycan’da o kadar gaz. Daha kendi gaz ihtiyacını henüz tam karşılayamayan Irak’ın ve hatta İran’ın Avrupa’ya gaz ihraç planları ne kadar gerçekçi ve ticari temellere dayanır bilmiyorum. Benzer şekilde, Türkmen gazının İran ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya iletilmesi konusunda yazılıp çizilenlerin gerçekleşmesi ne kadar olanaklı, onu da bilmiyorum. Trans-Hazar geçişini pek olası bulmadığımdan göz ardı ediyorum. Yukarıdaki tablo AB’nin ihtiyaç duyacağı ek 100 bcm gazın önemli bir bölümünün Türkiye üzerinden sağlanabileceği gibi bir imajı yaratıyor ama bu imaj, bas bas ikinci bir Ukrayna istemiyoruz diye bağıran AB Komisyonunu göz ardı ediyor. Ya Libya? Eğer önümüzdeki 5 yıl içinde bir şekilde düze çıkabilirse ben Libya’nın gaz geleceğinden çok ümitliyim. Evet ama yetmez.

İki önemli çıkmaz karşımıza çıkıyor Ya LNG? AB’nin çok üstünde durduğu ve hatta bir strateji belgesi ortaya koyduğu bir konu LNG. Burada iki önemli çıkmaz karşımıza çıkıyor. Birincisi, fiyat konusu. Buna daha önceki yazılarımda değinmiştim. LNG fiyatının rekabetçi bir düzeyde olabileceğini varsaysak bile ikinci çıkmaz yine karşımızda olacak. O da gazın batıdan doğuya (yani gaz arz güvenliği konusunda AB’nin yumuşak karnı olan Doğu ve Güneydoğu Avrupa ülkeleri) nasıl gideceği.

141


Hatırlayacak olursanız AB’nin yaklaşık 200 bcm olan LNG yeniden gazlaştırma kapasitesinin %40’ından fazlası İspanya ve Portekiz’de bulunuyor. Kapasite kullanım oranı toplamda %25 bile olmayan bu tesislere LNG’yi yığmak da çare değil. Nedeni ise İspanya ile Fransa arasındaki boru hattı kapasitesinin yetersiz oluşu. İki ülke arasındaki interconnection kapasitesinin arttırılması konusunda AB Komisyonunun da zoruyla dostlar alışverişte görsün misali bir iyi niyet anlaşması yapıldı ama arkası gelmedi. Fransa’nın tutumundan ötürü arkasının geleceği de yok. Bu konuda Almanya hangi tarafta yer alıyor bilmiyorum ama Almanlar Nordstream-2 ile kendilerine daha fazla Rus gazı getirmek ve bu gazın önemli bir miktarını doğuya taşınma planlarıyla meşguller. Bu beyin jimnastiğine yazımı uzatmamak için İtalya ve Yunanistan’ı katmıyorum. Kısacası şunu demek istiyorum: AB’nin gaz arz güvenliğini teminat alması için Project of Common Interest listesinde yer alan projeler dahil bir an önce üye ülkeler arasında boru bağlantılarını hayata geçirerek tamamen birbirine bağlanmış bir altyapıya sahip olması ve aynı amaç için üye ülkelerin beraber çalışması gereklidir. Bunu yaparken de Türkiye’yi bir tehdit ya da risk unsuru olarak algılamaktan vazgeçmelidir. Aslına bakılırsa içimden AB’nin gaz arz güvenliğine en büyük tehdit genelde AB’nin kendisi, özelde ise Fransa ve Almanya’dır gibi bir ifade geçiyor ama tefe tutulacağım endişesiyle söylemek istemiyorum. Neme lazım. Kalın sağlıcakla.

142


Doğu Akdeniz’de 5 Sıcak Gelişme 13 Mart 2017 Bir aydır Doğu Akdeniz gazının geleceği açısından çok önemli gelişmelere tanık oluyoruz. Bunlardan dördünü bu yazıda sizlerle paylaşmak istiyorum.

1. Lübnan’ın Akdeniz’de petrol ve doğal gaz arama ihalesi nihayet açıldı 2013 yılından beri ihale sürecini askıda bırakan iki kararnamenin Lübnan’da yeni iktidara gelen hükümet tarafından onaylanmasıyla Lübnan’ın şimdiye kadar 5 kere ertelediği uluslararası petrol ve gaz arama ihalesi 2 Şubat’ta nihayet tekrar açıldı. Ön eleme için başvurular Mart sonuna kadar yapılabilecek ve bu elemeyi geçenler 13 Nisan’da duyurulacak. 2013 yılında açılmış olan ön elemeye 25 ülkeden 52 şirket katılmış, bunların 46’sı (TPAO dahil) uygun görülmüştü. Ön elemeyi geçen şirketler 15 Eylül’e kadar parsellerle ilgili tekliflerini iletecekler. Kazananlarla 15 Kasım’da anlaşma yapılacak. Dört konu yine merakımı kaşıyor. Birincisi, petrol vergisi kanunu henüz Parlamentoda onaylanmamışken niye bile bile ihalenin başarısı riske sokuluyor? İkincisi, Akdeniz’de İsrail’le ihtilaflı olduğu bölgedeki parselleri niye ihaleye kattı? Üçüncüsü, ihaleye açılan 5 parselden 3’ü İsrail’le ihtilaflı bölgede olmasına rağmen İsrail’den neden hala bir kınama gelmedi? Dördüncüsü, İsrail’in kendi ihalesine başvuru tarihini ertelemesiyle Lübnan’ın ihalesi arasında bir ilişki var mı? Bunların cevabını önümüzdeki aylarda alacağız.

2. İsrail’in Akdeniz’de petrol ve doğal gaz arama ihalesine son başvuru tarihi uzatıldı 9 Şubat’ta, geçtiğimiz Kasım ayında açılmış olan İsrail sularında 24 par-

143


selde petrol ve gaz arama ihalesinin son başvuru tarihi Nisan 2017’den Temmuz 2017’ye ötelendi. Sonuçlar ise bu yıl yerine önümüzdeki yıla kaydırıldı. Nedeni konusunda İsrailli yetkililerden pek doyurucu bir açıklama gelmedi. Acaba şirketlerin hem Lübnan’daki hem de İsrail’deki ihaleye teklif vermekten çekineceklerini mi düşündüler? Yoksa Lübnan’daki ihalede parsel alamayan şirketlere İsrail’dekine başvurabilmeleri için zaman mı yaratmak istediler? Ya da İsrail’deki ihaleye bekledikleri ilgiyi mi bulamadılar ki az ilgi olduğu konusunda ortalıkta bir sürü dedikodu dolaşıyor. Bence İsrail, yeni Lübnan hükümetinin iki kararnameyi bu kadar çabuk onaylayıp ihaleyi hemen açabileceğini düşünemedi. Her nedenle olursa olsun İsrail bir konuda çok akıllı davrandı: Lübnan’la ihtilaflı bölgede bulunan hiç bir parseli ihale kapsamına almadı.

3. Leviathan sahası ortakları sahanın geliştirilmesi için nihai yatırım kararı aldı 23 Şubat’ta, Leviathan sahası ortakları sahanın geliştirilmesi için nihai yatırım kararını nihayet aldı. Saha sabit bir platform kullanılarak iki aşamada geliştirilip üretime sokulacak. Birincisi, yıllık üretim kapasitesi 12 bcm

144


olan ve 2019 yılı sonunda devreye girmesi planlanan aşama. Bu aşamanın 3,5-4 milyar dolara mal olması bekleniyor. İkinci aşamada ise 1,5-2 milyar dolarında ek bir yatırımla yıllık üretim kapasitesinin 21 bcm’e çıkartılması hedefleniyor. Birinci aşamada, üretilen gazın İsrail iç piyasasına ve yakın bölgedeki pazarlara iletilmesi amaçlanıyor. Şimdiye kadar ancak yıllık yaklaşık 5,5 bcm için gaz alım satım sözleşmesi imzalanmış durumda. Bunlardan beklenen gelir toplamda 15 milyar dolar, ki şimdiye kadar yapılan anlaşmalardaki tahmini ortalama gaz satış fiyatı 5,5-6 dolar/MMBtu. Leviathan ortaklarından Delek Grubu 21 Şubat’ta yaptığı bir anlaşmayla 1,75 milyar dolarlık finansmanı JPMorgan Chase ve HSBC’nin başı çektiği 20 banka ve finansal kurumdan sağlayacak. Noble Energy, 1,5 milyar dolarlık finansmanın çoğunu kendi kaynaklarından, daha doğrusu Doğu Akdeniz’deki faaliyetlerden karşılayacak. Noble Energy ayrıca Leviathan sahasındaki hissesinin yüzde 10’unu satarak kendine düşen finansman yükümlülüğünü de azaltmayı arzuluyor. Sahanın diğer ortağı Ratio Oil ise kendi payına düşen miktarı dış finansman dahil birçok kanaldan karşılayacak. Şimdi gelelim fasulyenin faydalarına. Efsane yönetici Lee Iacocca, finansal analistleri fasulye sayıcıları diye nitelendirirdi. Ben fasulye sayıcı değilim ama Leviathan ortaklarının şimdiye kadar yaptıkları anlaşmalara baktığımda nasıl üç küsur milyar dolarlık yatırıma kalkıştıklarını kafam pek almıyor. Şimdiye kadar elle tutulur tek önemli anlaşma Ürdün Ulusal Elektrik Şirketi (NEPCO) ile Eylül 2016’da yapılan 45 bcm’lik 15 yıl süreli ve toplam değeri 10 milyar tutacağı beklenen gaz alım satım anlaşması. Bu anlaşma Lübnan devlet şirketini içerdiğinden haklı olarak Leviathan ortakları bir nevi hükümetler arası anlaşma imzalayarak politik nedenler dahil ileride yatırımlarını etkileyecek risklere karşı güvence altına almak istiyorlar. Lübnan henüz böyle bir anlaşmaya yanaşmadı ama İsrail medyasında bu konuda epey söylentiler dolaşıyor.

Diğer anlaşmalar ise şöyle: Ocak 2016’da İsrailli elektrik üretici şirketi Edeltech Ltd ile toplamda 6 bcm tutan bir gaz alım satım anlaşması yaptı. Alınan gaz, şirketin Zorlu Grubu ile yapacağı santralde kullanılacak. Ayrıca, Ocak 2017’de Edeltech Ltd ile toplamda 15,8 bcm tutan gaz satışı konusunda bir iyi niyet anlaşması yapılmıştı. Mayıs 2016’da IPM Beer Tuvia Ltd ile şirketin yapmayı düşündüğü elektrik santraline verilmek üzere toplamda 6 bcm’lik bir gaz alım satım anlaşması yapıldı.

145


Kasım 2016’da Paz Ashdod Refinery Ltd ile toplamda 3 bcm tutan bir anlaşma yapıldı. Aralık 2016’da İsrail’in en büyük özel elektrik şirketinin bir kolu olan Or Power Energies Ltd ile toplamda 8,8 bcm tutan bir anlaşma yapıldı. Şirket, gazı kullanacağı elektrik santrali için bildiğim kadarıyla henüz nihai yatırım kararı bile almadı. Yani, yapılan birçok anlaşmanın henüz bağlayıcı niteliği bile bulunmuyor. Haziran 2014’te BG (şimdi Shell) ile yapılan ve Leviathan gazını Shell’in Mısır’daki LNG tesisinde sıvılaştırıp dış pazarlara satmak için yapılan anlaşma (toplamda 105 bcm) ve hatta Mısır iç piyasasına 60 bcm kadar gaz satmak için yapılan bile iyi niyet anlaşmasından öteye gitmiyor. Ocak 2014’te Palestine Power Generation Company ile Batı Şeria’da yapılması düşünülen Jenin gaz santrali için bir gaz alım satım anlaşması yapılmış ancak Leviathan sahası devreye girmediği için bu kontrat iptal edilmişti. Yani, bu kadar uğraşa rağmen Leviathan’ın yıllık 12 bcm gaz üretimini absorbe edebilecek dişe değer bir alım satım anlaşması mevcut değil. Yapılan gaz alım satım anlaşmaları ancak yıllık 5,4 bcm’e karşılık geliyor. Peki, İsrail hükümetinin kömür santrallerini gaza çevirme politikası işe yarar mı? Sözü edilen santrallerin kapatılmasıyla 3,5-5 bcm arasında ek bir gaz talebi yaratılmış olacağından o da bir çözüm değil. Kafamdaki asıl soru şu: Yunan Energean şirketinin satın aldığı Tanin and Karish sahalarının 2020 yılında yıllık 3 bcm üretimle devreye girmesi planlanıyor. Çıkarılacak gaz sadece İsrail piyasasına satılabilecek. Eğer Leviathan ortakları İsrail piyasasına yüklenirse Energean gazı nereye satacak? Satış anlaşması yapamazsa ne olacak? Bu yüzden midir ki Energean’ın Israil Elektrik Şirketine 4.5 dolar/MMBtu gibi bir fiyat önerdiği söylentileri etrafta dolaşıyor? Her ne olursa olsun, Leviathan ortaklarını cesaretlerinden dolayı kutlamak gerekir.

4. İsrail’in Ürdün’e doğal gaz ihracatına başladığı kamuoyuna duyuruldu 2 Mart’ta, İsrail, sessiz sedasız Ürdün’e Ocak ayından beri doğalgaz ihraç ediyor başlıklı haberler oldukça yankı buldu. Ne yani, davul zurna mı çalacaklardı demesi geliyor insanın içinden? Neymiş efendim, Ürdün ve Arap kamuoyundaki İsrail ile iş yapma hassasiyeti nedeniyle haberin yayılmaması için düşük profil izleniyormuş. Hâlbuki Doğu Akdeniz gazını yakından takip edenler gaz sevkiyatının 2016 sonunda başlamasını bekliyordu. Geç bile kalmışlardı. Gaz ihracatının gerçekleştirildiği boru hattı (bildiğim kadarıyla 12”) geçen sene sonunda tamamlanmıştı; hattın 15,5 km’si İsrail, 20 km’si ise Lübnan topraklarında. Tamar sahasından Ürdün’de bulunan Arab Potash ve Jordan Bromine

146


şirketlerine boru hattıyla gaz sevkiyatı konusundaki anlaşma 2014’te imzalanmıştı. 2014’te o zamanki ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin anlaşma için devreye girdiği de söyleniyor. 19 Şubat 2014 tarihinde Tamar sahası ortakları ile Kayman Adaları’nda kayıtlı NBL Eastern Mediterranean Marketing Limited (Noble Enerji’ye ait) şirketi arasında Ürdün’deki müşterilere gaz ihracatı konusunda bir anlaşma yapılmıştı. Anlaşmadaki mürekkep kurumadan NBL Eastern Mediterranean Marketing Limited ile merkezleri Amman’da olan Arab Potash ve Jordan Bromine şirketlerine 15 yıl süreyle toplamda 1,8 bcm gaz satımı konusunda anlaşma yapıldı. Yapılan anlaşma, sevkiyatın 2016’da başlamasını öngörüyordu. Al-ya da-öde şartıyla minimum miktar kısıt içeren anlaşmanın toplam parasal değerinin 500 milyon dolar olacağı tahmin ediliyor. Ağırlıklı olarak Brent petrol fiyatına endekslenen gaz fiyatı ayrıca yaklaşık 6,5 dolar/ MMBtu taban fiyat kısıtlaması içeriyor. Leviathan sahası ortakları Ürdün elektrik şirketi NEPCO ile anlaşma yaptıklarında Amman’da sokaklarda “düşmanımız elektrik arzımızı kontrol etmesin, İsrail’e bağımlı olmayalım” diye protestolar düzenlenmişti. Şimdi İsrail’den gaz alanlar özel şirket olduğundan sadece “düşmanımızdan gaz almayı içimize sindiremiyoruz” diye sitem ediliyor. Ne var ki Lübnanlı dostlarımız LNG dururken niye daha pahalı gaz alıyoruz diye sorgulamıyorlar nedense? Akaba’da bulunan LNG tesisiyle gaz ihtiyacını karşılayan Ürdün, ithal edilen LNG’nin bir kısmını Mısır’a gönderiyor.

5. Türkiye’nin Akdeniz’deki faaliyetleri Son olarak Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Sayın Berat Albayrak’ın da ifade ettiği gibi Türkiye’nin bu sene Akdeniz’de arama ve sondaj konularında çok önemli çalışmaları olacak. Bu sıcak gelişmeyi daha sonraki bir yazımda tüm yönleriyle ayrıca değerlendireceğim. Diyeceğim şu ki, doğal gaz piyasalarında değişen kontrat ve fiyat dinamiklerine adapte olamayan şirketler, kiralık ev arayan Temel’in ev sahibine sorduğu soruyla çok karşılaşacaklar. Temel İstanbul’a gelmiş, kiralık daire aramakta ama nafile, bir türlü kendine uygun bir daire bulamamaktadır. Tekrar aramaya çıktığı bir gün, 6,5 milyara bulduğu bir yer için ev sahibi ile pazarlığa oturmuş. Fakat adam hiç mi hiç aşağıya inmeyince Temel ev sahibine sormuş: “Bak hemşerum, senin ha bu evinun ahiri var midur?” Ev sahibi “Burada öyle şey olmaz. Sen benle dalga mı geçiyorsun?” deyince, Temel “Yooo hemşerum, dalga falan geçmeyrum amma öğrenmek istediğum şu: sağa her ay 6,5 milyar verecek olan inek nerede yatacak diye merak ettiğum için ahirunu sorayrum da.” Kalın sağlıcakla.

147


148


Yerli Enerjide Yeni Bir Döneme Mi Giriyoruz? 8 Mayıs 2017 Akdeniz ve Karadeniz’deki petrol ve gaz arama seferberliğinin, karaları da içine alacak şekilde genişletilmesi Türkiye’nin geleceği açısından çok önemlidir. Umarım Akdeniz’deki arama ve sondaj faaliyetleri Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki kıta sahanlığımızda başlar. Adam Smith’in “Ulusların Refahı” adlı kitabıyla serbest piyasa ekonomisinin teorik temellerini attığı 1776’da James Watt buhar makinesini icat etmişti. Buhar makinesinde kömür kullanımı demir sanayisini geliştirdi. Yaratılan bu sinerji görünmez elle birleşince sanayide makine devri başladı ve uluslararası ticari mübadele, uzmanlaşma ve kütlesel üretimin önü açıldı. Böylece sanayi devrimi ve ardından da tüketim ekonomisi devri başlamış oldu. Tek başına belirleyici olmasa da, sanayi devriminden bu yana ülkelerin sosyal ve ekonomik kalkınmasında bol ve ucuz enerji kaynaklarının önemli bir rol oynadığı gerçektir. Sanayileşme treninin ilk vagonlarına atlayan batılı ülkeler, bir yandan sanayi ürünlerini satabilecek, öte yandan da sanayi üretimlerini artırmak için ucuz hammadde ve enerji kaynağı sağlayacak dış pazarlara gerek duymaktaydı. Sömürme yeri olarak göz dikilen birçok ülkede bu kaynaklar çoğunlukla yabancı sermaye egemenliği altına girdi. Yabancı sermaye için karlı bir pazar haline gelen bu ülkeler, ne teknik gelişmeyi ne de sanayileşmeyi başarabildi. Hatta ve hatta yerli enerji kaynaklarını ön planda tutmak yerine kendilerini ithal enerji bağımlısı yaptılar. Acımasızca yapılmış bir genelleme oldu belki ama bence bugün de durum bundan çok farklı değil. ‘Pekiyi biz ne yapmışız?’ şeklinde bir soruya cevap verebilmek için iki konuya değinmek gerekiyor: Birincisi; Türkiye’nin birincil enerji kaynakları yönünden ne derece zengin veya fakir olduğu, ikincisi; bu kaynakların ne derece değerlendirildiğidir.

149


Ülke içindeki kaynakları kullanarak enerji üretmek o kaynakların aranmasını, bulunmasını ve geliştirilmesini gerektirir. Doğal kaynakların ülke toprakları içinde aranmasına çok geç başlanıldığı gibi, bulunan kaynakların geliştirilmesi ve bu kaynakların üretilmesi safhasına geçilmesinde de maalesef uzun bir süre ihmalkâr kaldık ve çok yavaş davrandık. Türkiye’de keşfedilen ve kullanılmaya başlanan fosil bazlı ilk enerji kaynağı kömürdür. Taşkömürünün 1820’li yıllardaki keşif hikâyesini halen ilkokulda öğretiyorlar mı bilmiyorum ama belki keşiften sonra yıllarca bir şey yapılmadığını, Ereğli havzasının işletmeciliğe açıldıktan kısa bir süre sonra “Devlet ticaret yapmamalıdır” diyerek Galatalı Sarraflara kiraya verildiğini herhalde üniversitede öğretiyorlardır. Birinci Dünya Savaşı sırasında Zonguldak kömür havzasının yönetim, üretim ve dağıtımı Almanların elindeydi. Kurtuluş Savaşı yıllarında ise havza Fransızların askeri işgali altında bulunuyordu. 1930’lu yılların ortalarına kadar elektrik sektörü de Osmanlı döneminden kalma imtiyazlı şirketlerin kontrolünde yürütülmüştür. Cumhuriyetin ilk yıllarında kömürde üretim atağı yapılmış ancak sonrasında kömür teknolojileri geliştirilemediği gibi yerli kömüre getirilen yasaklar, bir yandan ithalatın artmasına, diğer yandan da ülkemizde taşkömürü sektörünün ilerlemesine engel olmuştur. Linyit rezervlerimiz taşkömürü ile karşılaştırılamayacak kadar fazladır ancak taşkömüründen daha hazin bir hikâyesi var. Neredeyse 200 üniversiteye sahip bir ülkenin halen linyit rezervlerini en iyi şekilde değerlendirebilmek için gerekli teknolojileri geliştirememesi çok üzücü. 1923 yılında Türkiye elektrik üretiminin %99’u kömürden sağlanmıştır. 1960’lı yıllar hidrolik santraller devriydi. Daha 60’lı yıllar bitmeden yapımına başlanan petrol ürünleri beslemeli elektrik santrallerin devreye girmesiyle elektrik üretiminde petrol devri başladı. 1973/74 yıllarında, yani petrol krizi ve Kıbrıs Barış Harekâtı olduğu zaman Türkiye’de elektriğin yarısı petrolden üretiliyordu. Fakat hemen sonra hidroelektrik santrallere yönelindi. 1980’li yıllardan itibaren petrolün payı düşmeye ve neredeyse tamamı ithal edilen doğal gazın payı artmaya başladı. Aslında doğal gazın ağırlıkla hava kirliliği sorunuyla karşı karşıya kalan kentlerde kullanımı öngörülmekteydi. Ancak süreç böyle gelişmemiş ve doğal gaz ağırlıkla elektrik üretiminde kullanılmıştır. Sonuçta, çevre kaygıları ve temiz enerji sloganıyla yola çıkıp %99 ithalata bağımlı bir enerji kaynağına kendimizi teslim etmişiz. Meşhur “Petrol vardı da biz mi içtik?” sözünü hatırlarsınız. Bir şekilde ülkemizde petrol olmadığını ima eder. Ülkemiz, petrol kaynakları açısından varlıklı bir ülke olamamış ancak bu kıt kaynağın tüketiminde dünya ortalamalarından geri kalmamıştır. Halen yıllık petrol tüketimimizin yüzde 90’dan fazlası ithalat yoluyla karşılanmaktadır. Petrol ve gazda bu dışa bağımlılık ne yazık ki enerji faturamızı şişirmiş ve cari açığımızda son derece önemli bir kalem haline gelmiştir.

150


Türkiye’de doğru dürüst petrol ve gaz mı aradık? Ümidimiz mi yok, petrol ve gaz var da biz mi bulamıyoruz ya da bulmadık? Cumhuriyetin kurulmasına kadar geçen süre içerisinde yabancılar tarafından ülkemizin çeşitli bölgelerinde petrol etüt ve tetkik çalışmaları gerçekleştirilmiş. Türkiye’de sondajla petrol arama ilk defa bir Alman-İngiliz firması tarafından 1890 yılında Hatay Çengen’de yapılmış olup, o zamanlar hiç bir ticari değeri olmayan doğalgaz emarelerine rastlanmış. Fakat yabancılar kendi topraklarımızda hep aramışlar, Kurtuluş Savaşı yıllarında bile. Sonrada bir bakmışız 5 Haziran 1926’da Irak ile sınırlarımızı belirleyen Ankara Anlaşması’ndan bir kaç ay sonra Irak’ın kuzeyinde dev Kerkük petrol sahası (Baba Gürgür) keşfedilmiş. Belimizi doğrultunca biz de başlamışız aramaya. Batman Maymune boğazındaki (Raman-1) kuyuda 20 Nisan 1940 tarihinde bulunan petrol çok dikkat çektiğinden kuyu bizzat dönemin Başbakanı Refik Saydam tarafından ziyaret edilmişti. Raman ve sonradan Garzan sahalarının ardından Türkiye, Mobil ve Shell dahil yabancı şirketlerin dikkatini çekmeye başlamış. Yabancıların aramaları her nedense kısa sürede sonuç vermiş ve aralarında Şelmo dahil bir çok petrol sahası keşfedilmiş. İçiniz karardı değil mi? Benim de. Halen ülkemizdeki petrol sahalarının çoğunluğu Güneydoğu Anadolu bölgesinde İran, Irak ve Suriye sınırlarına yakın olan yerlerdedir. Bu bölgelerin dışında kalan sedimanter havzalar ve özellikle denizler hiç ya da yeteri kadar aranmamıştır. Türkiye’de yeteri kadar petrol aranmadığının en basit örneklerinden birisi, açılan sondaj kuyularının yerini gösteren bugünkü haritayla 35-40 yıl öncesinin haritasını karşılaştırmaktır. Haritalar arasında pek büyük farklılık gözlemleyemezsiniz çünkü geçmiş sondajlar genelde aynı yerlerde yapılmış. Ülkemizde eskiden ilkel metotlarla açılan kuyularda o zamanki şartlarda çok kereler petrol ve gaz emareleriyle karşılaşılmasına rağmen bu kuyular ekonomik ve verimli olmadığı gerekçeleriyle genelde terk edilmiştir. Ama bugünkü modern teknikler ve yöntemler uygulansa ve bugünkü piyasa koşulları ve beklentileri göz önüne alınsa acaba bu kuyulardan kaç tanesi terk edilirdi? Türkiye topraklarında şimdiye kalan yapılan sondajların ortalama metrajı 2000 metredir. Şüphesiz derinlik seviyesi ülkeden ülkeye, sahaya, saha yapısına, arazi şartlarına vs. gibi etmenlere göre farklılıklar gösterir ama şu bir gerçek ki Türkiye’de açılan kuyuların ortalama derinliği uluslararası standartların altındadır. Bugüne kadar ülkemiz kara alanlarının yüzde 20’si ve üç tarafı denizlerle çevrili olmasına rağmen deniz alanlarının da yüzde 1’lik kısmında sismik

151


aramalar ve sondaj çalışmalar yapılmış. Bunun jeolojiyle falan da ilgisi yok. Türkiye’nin jeolojisini yeterince tanımadığımızı da kabul edelim artık. Denizlerde yaptığımız aramaların ne kadar makul düzeyde olup olmadığı hakkında basit bir örnek vereyim. Avrupa Birliği Komisyonu için hazırlanan bir rapora koyduğum haritaya Malta Dışişleri Bakanlığı tepki göstermişti. Neymiş efendim, haritada Malta gözükmüyormuş. Nazikçe özür dileyerek o ölçekli bir haritada doğal olarak görülmeyen Malta’nın yerini haritaya bir nokta koyarak belirtmek zoruna kaldım. Haritada bir nokta büyüklüğünde bile olmayan Malta adasını çevreleyen sularda bugüne kadar 13 sondaj yapılmış. Pekiyi, uzaydan bile gözüken Akdeniz’deki sularımızda biz kaç arama sondajı yapmışız? 1 3! Karadeniz, Ege ve Marmara’yı söylemeyeyim moraliniz bozulmasın. Bahane üretmeyi bırakalım. Piyasa koşulları vs. gibi nedenlerin arama faaliyetlerine engel teşkil ettiğine inanmıyorum. Yeterli kaynak yok söylemine de katılmıyorum. 2016’da 4,5 milyar dolar dış yardım veren bir ülkenin, derin denizlerde bir sondaj yapmak için gereken 100 milyon dolar civarında bir harcamadan kaçınmasını ben şahsen bir lüks olarak görüyorum. Enerji Bakanımız Berat Albayrak’ın, Türkiye’nin enerji yol haritasını belirleyecek ‘Milli Enerji ve Maden Politikası’ tanıtım programındaki açıklamalarını okurken kanımdaki adrenalin seviyesi herhalde tavan yapmıştır. Bakan Albayrak, Türkiye’nin enerji ihtiyacının 3’te 2’sini yerli kaynaklardan sağlamayı hedeflendiğini, yerli kaynağımız varsa bunu sonuna kadar kullanmak zorunda olduğumuzu, Akdeniz’de ve Karadeniz’de iki gemimizle hiç durmadan sismik arama yapılacağını, her yıl Karadeniz’de iki, Akdeniz’de iki olmak üzere denizlerimizde aktif sondaj faaliyetlerinde bulunulacağını, Türkiye jeofizik ve jeokimya haritalarının yakında tamamlanacağından bahsetmiş. Ah, bir de MTA için sondaj metresi yerine sondaj adedi hedefini vermiş olsaydı. Akdeniz ve Karadeniz’deki petrol ve gaz arama seferberliğinin, karaları da içine alacak şekilde genişletilmesi Türkiye’nin geleceği açısından çok önemlidir. Umarım Akdeniz’deki arama ve sondaj faaliyetleri Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki kıta sahanlığımızda başlar. Cumhuriyet kurulduğu sırada fakir, yıkık, teknolojide geri kalmış, temelde tarıma dayanan, tam anlamıyla dışarıya bağımlı ve yarı sömürgeleşmiş bir koloni ekonomisi niteliğinde olan ülkemizin, sanayileşmiş çağdaş bir ekonomiye geçmesi büyük enerji kullanımını gerektirmekteydi. Bunun bilincinde olan Atatürk şöyle demişti: “Enerji sanayileşmenin ve kalkınmanın temel taşıdır.” Tüketilecek enerjinin mümkün mertebede yerli kaynaklardan üretilmesi gerektiğinin önemini de kavrayan Atatürk “Ül-

152


kemiz baştan sona hazinelerle doludur. Biz o hazineler üstünde aç kalmış insanlar gibiyiz. Hepimiz bütün bu hazineleri meydana çıkarmak, servet ve refahımızın kaynaklarını bulmak göreviyle yükümlüyüz” demekle yerli enerji kaynaklarını ortaya çıkarıp değerlendirmeyi bir görev olarak nitelemişti. Ne var ki bu söylem 1950’lere kadar yöneticilerimizin kulağında kalmış ama sonrasında unutulmuştu. “Tarih değil, hatalar tekerrür ediyor!“ demiş Sultan II. Abdülhamit. Umarım, “Milli Enerji ve Maden Politikası“ geçmişte yaptığımız bazı hataların tekerrürünü sonlandırır ve Türkiye enerji sektöründe yeni bir çağ açar. O günleri görebilmek dileğiyle, kalın sağlıcakla…

153


154


Bir Gaz Arz Güvenliği Masalı 23 Haziran 2017 Bu yazıda iki konudan bahsedeceğim: Avrupa Birliği doğal gaz arz güvenliği gerçekte neyi amaçlıyordu ve bunun tohumları nasıl atıldı. Önce bir uyarıda bulunayım: Aşağıda okuyacaklarınız hayal ürünüdür ve hiçbir kurum veya kuruluş ile bir ilgisi yoktur. Avrupa Birliği, doğal gaz arz güvenliğini artırma yolunda yaklaşık 15 yıldır çaba sarf ediyor. Meyvelerini ise daha yeni yeni almaya başladı. Daha kat edilecek epey yol var ama eğer Birlik üyeleri tek bir politika çatısı altında eylem birliği yapmış olsalardı meyvelerini çok daha önce almış olacaklardı. Neden mi? Çünkü Avrupa Birliği Komisyonu’nun 10 milyonlarca Euro vererek yaptırdığı Avrupa’nın enerji güvenliği konulu birçok araştırma ki çoğu özgün çalışmalardı, yol haritalarını yıllar önce çizmişti. Bu çalışmalardan birkaçında bu naçiz kulunuz çok mürekkep tüketti. Hatta büyük bir projeye genel koordinatörlük yaptı. Böbürlenmek için söylemiyorum. Ne haddime. Ben cahilin biriyim. Sadece bugün gelinen noktada geçmişte yapılan çalışmaların önemini, daha doğrusu araştırmaya neden önem verilmesi gerektiğini vurgulamak istiyorum. Tabii ki araştırma deyince özgün çalışmalardan bahsediyorum, kopyala-yapıştır mantığı veya elalemin söylediklerinin derlenip cilalandığı veya parayı verenin duymak istediklerinin söylendiği raporlardan değil. Birçok çalışmada ana hatlarıyla şunlardan bahsediliyordu: Eğer gaz arz güvenliği temin altına alınmak, mevcut kırılgan yapıdan kurtulmak ve mevcut sistemi dezavantajdan avantajlı hale dönüştürmek isteniyor ise bazı şeylerin yerine getirilmesi veya değiştirilmesi gerekir. Nedir bunlar? İthal doğal gaza olan bağımlılığı azalt, boru hatlarıyla her yeri birbirine bağla, dört bir tarafı LNG tesisleriyle donat, tedarikçi sayısını ve güzergâhları arttır, depolama kapasitesini geliştir ve etkin bir şekilde kullanıma sun, satıcılara karşı birlik ol ve onları senin kurallarınla ticarete zorlayarak gaz fiyatını düşür.

155


Avrupa Birliği’nin bugün geldiği konum da bir bakıma bu resimden pek farklı değil. Avrupa’nın gelecekteki doğal gaz talebi her ne kadar müthiş bir belirsizlik perdesiyle örtünmüş olsa da Avrupa’nın doğal gaz üretiminin hızla düşmesi ithalat bağımlığının devam edeceğini gösteriyor. Avrupa Birliği’nin 2030 yılında yaklaşık 90 bcm ek gaz ithalatına ihtiyacı olacak (2016 yılı ile karşılaştırıldığında). Bu ek gaz nereden gelecek? Avrupa Birliği, doğal gaz ithalatının yüzde 90’ını üç geleneksel kaynaktan gerçekleştiriyor: Rusya, Norveç ve Cezayir. Rusya’ya olan bağımlılık politik nedenlerden dolayı artırılmak istenmiyor. Norveç’ten yapılan ithalat, gaz üretimindeki azalma nedeniyle düşecek, Cezayir’den yapılan ithalat ise en iyi olasılıkla Norveç’in düşen payını tamamlayacak. Yani, bu üç ülkeden yapılan ithalat miktarı 2016 yılındakinden pek farklı olmayacak. Peki, bu 90 bcm ek ithalat nerden gelecek? Evet, 10 bcm/yıl TANAP-TAP yoluyla Azerbaycan’dan temin edilecek. Geriye kaldı 80 bcm. Bunun büyük çoğunluğunu LNG oluşturacak. Kalan miktar ise Doğu Akdeniz dahil diğer bölgelerden gelecek gazla karşılanabilir. En azından teoride. LNG’nin Avrupa için önemini biraz açalım. Avrupa’nın gaz arz güvenliği konusundaki yumuşak karnı Orta ve Doğu Avrupa’da Rusya’ya aşırı bağımlı ülkeler ama Avrupa’daki LNG terminallerinin yüzde 80’den fazlası batıdaki ülkelerde. 1968 yılında Barselona’da kurulan Avrupa’nın ilk LNG tesisinden bu yana neredeyse 50 yıl geçti. Bu sürede 21 tane daha büyük çaplı LNG tesisi yapıldı ki bunların toplam kapasitesi bugün 200 bcm’in üstünde. FSRU’ları da katarsak bu miktar 230 bcm’i geçiyor. İyi de LNG olarak batıya getirilen gaz doğuya nasıl iletilecek? Cevabı basit: Boru hatlarıyla batıyı doğuyla bağlayarak, yani ülkeler arasında enterkonnekte bir sistem oluşturarak. Daha doğrusu, Avrupa Birliği Komisyonu’nun iç enerji piyasasını tamamlamamız gerekir diye yıllardır yırtındığı konuyu hallederek. Bu kolay mı? Hem evet, hem hayır. Evet, çünkü Avrupa Birliği alt yapı yatırımları için keseyi açmış durumda. Hayır, çünkü enterkonnekte olmak bazı ülkelerin işine gelmiyor. Örnek mi? Mesela, İspanya ve Fransa arasındaki projede Fransa’nın halen ayak sürtmesi. İyi ama Avrupa’daki LNG terminallerinin çok düşük (2016 yılında %25) kapasite kullanım oranı nasıl artacak? Biliyorsunuz, LNG piyasalarındaki değişim hızla devam ediyor. 2021 yılına kadar 160 bcm yeni kapasite devreye girmesi bir yana, LNG piyasalarında önümüzdeki en az beş yıl daha kapasite fazlası olacağı tahmin ediliyor. Bu da bizi LNG fiyatının boru gazıyla rekabet edip edemeyeceği sorusuna getiriyor. Cheniere’nin eski CEO’su, Tellurian’ın şimdiki CEO’su Charif Souki’yi hatırlarsınız. Amerikan LNG’yi Avrupa’ya 4 dolar/MMBtu’ya getiririm diyordu. Halen de pek farklı düşünmüyor.

156


LNG fazlalığı ve petrol fiyatlarının düşmesi nedeniyle Avrupa ve Asya piyasaları arasındaki fiyat makası neredeyse ortadan kalkmış durumda. Mesela, Nisan ayında İspanya’ya gelen ortalama LNG fiyat ile Asya’nın en büyük ithalatçılarının ortama fiyatları arasındaki fark sadece 30 cent idi. Gelecekte de bu böyle devam eder mi? Uzun vadede olmaması için büyük bir neden yok. Globalleşen LNG piyasaları ve LNG kontratlarında Hub endeksli fiyatlara yönelim bunun önemli bir göstergesi. LNG kontrat yapılarında da değişim söz konusu. 2016 yılında spot ve kısa vadeli işlemlerin toplam LNG ticaretindeki oranı yüzde 28’i aştı. Ayrıca, 2016 yılında yapılan LNG kontratlarının ortalama süresi 8 yıla indi. Hâlbuki 10 yıl önce ortalama kontrat süresi 19 yıl idi. Re-export hakkı da artık kanıksanmış durumda. LNG piyasalarındaki değişimin de etkisiyle Avrupa’daki gaz kontratlarının üçte ikisi artık Hub endeksli yapıya dönüştü. Bu oranın ileride daha da artacağı bekleniyor. Konuya bu perspektiften bakıldığında LNG piyasalarında gözlemlediğimiz değişen kontrat ve fiyat dinamiklerinin Rus gazına da baskı oluşturacağını iddia etmek hiç de abartı olmaz herhalde. Tüm bunlar yaşanırken Avrupa Birliği boş durmuyordu. Avrupa Birliği Rekabet Genel Müdürlüğü’nün açtığı ve Gazprom’un, Orta ve Doğu Avrupa’da haksız rekabette bulunup bulunmadığını inceleyen rekabet soruşturması Gazprom’u, AB’nin ‘Üçüncü Enerji Paketi’nin gereksinimlerini karşılamaya zorladı. Nihayetinde Gazprom, Orta ve Doğu Avrupa pazarlarında kontrat ve fiyat yapısında değişikliğe gitti. Bu değişiklik Gazprom’un diğer pazarlarına yansır mı bilemeyiz ama önemli olan Avrupa Birliği’nin diretmeleri meyve vermeye başladı. Buna bir de Gazprom ile Ukrayna’nın Naftogaz şirketi arasında Stockholm Tahkim Enstitüsü’nde 2014 yılı Haziran ayından beri devam eden ve gaz fiyatlarının piyasa koşulları göz önünde bulundurularak yeniden gözden geçirilmesi konusundaki tahkimin ön kararlarını eklemek gerekir. Mahkeme, Gazprom’un 2009 yılından beri uyguladığı “al ya da öde” kuralını ve doğalgazın yeniden ihracat yasağını iptal etmişti. Nihai kararın nasıl çıkacağını yakında göreceğiz. Buraya kadar bahsettiklerimi Istrade 2017’de bir giyim mağazasının vitrinine koyduğu “pantolonları indirdik, sizleri bekliyoruz” resmiyle özetlemeye çalışmıştım. Şunu demek istiyorum: Avrupa Birliği, çeşitli aşamalardan geçerek oluşturduğu stratejisini dış etmenlerin de yardımıyla hayata geçirme gayretine devam ederek Gazprom’a “bak kardeşim, oyunu benim kurallarımla oynayarak bana gazı makul fiyat ve şartlarla vereceksin, yoksa…” demeye çalışıyordu. Rusya ise rakiplerine “bak kardeşim, ben artık piyasa payımı korumak için bazı radikal değişiklikler yapmaya başladım, buyurun benim-

157


le rekabet edin” diyor. Geçen sene Gazprom’un Avrupa’ya sattığı gaz miktarı tarihi bir rekordu. Satış fiyatı ortalaması ise İngiltere NBP hub fiyatının altında kaldı. Haklısınız, düşen petrol fiyatları da bunda önemli bir rol oynadı ama şu var ki Gazprom Export CEO’sunun geçen ay gerçekleştirilen Flame konferansında söylediği şu cümleyi göz önünde tutmak gerekir: Ne pahasına olursa olsun Avrupa’daki pazar payımızı koruyacağız! Burada sorulması gereken soru Gazprom ile Avrupa pazarında orta veya uzun vadede rekabet edebilmek bir babayiğidin olup olmadığıdır. Bazı tahminlere göre Gazprom, Avrupa’ya doğal gazı 3,5 dolar/MMBtu’ya satıp kar bile yapabilir. Yamal bölgesi sağ olsun, Gazprom eğer isterse yıllık üretimini de rahatça 100 bcm arttırabilir. Doğu Akdeniz gazı, Amerikan LNG vesaire, Gazprom’un bırakacağı oyun alanı çerçevesinde Avrupa piyasasına dahil olabilir diye düşünüyorum. Ama biz yine de “Avrupa’nın gazı Türkiye’den gidecek”, “AB’nin enerjide kurtuluş yolu Türkiye’den geçiyor” demeye devam edelim. Bakarsınız göl maya tutar; kim bilir. Sonuç itibariyle, “gaz arz güvenliği isterük” sloganıyla yola çıkmış gibi görünen Avrupa Birliği, gaz tedarik ve güzergâh çeşitliliğini artırmak için her türlü karta yatırım yaptı ve nihayetinde istenilen şeyin, yani Gazprom’dan gazı hem makul fiyatlarla hem de istediği şartlarda almanın, yolunu açtı. Gaz tedarik ve güzergâh çeşitliliği söylemi belki de sadece bir araçtı, amaç değil. Bir kaç istisna ülke haricinde gazın nereden geldiği o kadar önemli değildi aslında. Rusya ise Avrupa Birliği’nin direttiği koşulları göz ardı etmeyerek Avrupa piyasasına hâkimiyetini devam ettirecek. Gaz tedarik ve güzergâh çeşitliliği söylemi tozlu raflara doğru yolunu alırken, Kuzey Akım 2 boru hattı projesi için yelkenler boşuna suya indirilmiyor herhalde. Ne Avrupa Rus gazından vazgeçebilir ne de Rusya Avrupa pazarından. Genç kadın doktora şikâyetlerini anlatıyordu: “Birincide yoruluyorum. İkincide göğsümde ve bacaklarımda ağrılar başlıyor. Üçüncüde bayılacak gibi oluyor, kalp çarpıntılarım ve nefes almam hızlanıyor. Doktor sorar: “Peki birinciden sonra neden vazgeçmiyorsunuz? Genç kadın: “Nasıl vazgeçeyim doktor bey. Apartmanın dördüncü katında oturuyorum.” Rusya ve Avrupa Birliği ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine temennisiyle Bayramınızı şimdiden kutlarım. Kalın sağlıcakla…

158


Doğal Gazda Yaklaşan Üçüncü Devrim: Yanan Buz 21 Ağustos 2017 Metan hidrat, yüksek basınç ve düşük sıcaklıkta metan gazının buz içine hapsedilmiş halidir. Okyanus tabanının altındaki çökeltilerde ve karada permafrost altında bulunurlar. Katı halde 1 metreküp gaz hidrattan gaz haline geçtiği zaman 164 metreküp gaz elde edilebilir. Geçtiğimiz 15 yıldır kaya gazı üretiminde kaydedilen hızlı artış ve üretim maliyetlerinin aşağıya çekilmesi doğal gaz piyasalarında önemli bir değişime yol açtı. Birçok kişi bu büyük değişime kaya gazı devrimi adını verdi. Kaya gazı devrimi aslında 2002 yılında başladı. 2005 yılından itibaren “kaya gazı devrimi” tabiri gittikçe kabul görür ve yaygınlaşırken, nedense 2009 yılından sonra “kaya gazıyla ilgili sessiz bir devrim başlıyor” manşetleriyle birdenbire popüler oldu. Gerçi “sessiz devrim” ne demek hala anlamış değilim ama bu benim cahilliğim. Bence önemli olan devrimi önceden haber almaktır. İş işten geçtikten sonra davul zurna eşliğinde duymak değil. Şimdi ise ikinci bir devrimin LNG’de yaşanacağı iddia ediliyor. Gerçi birçok kişi bu devrimle LNG ticaretinin toplam gaz ticaretindeki payının hızla artmasını kast ediyor ama benim algım başka. Bunu aşağıda açıklayacağım. Devrim diye tabir ettikleri şeyleri önceden göremeyenlerin bu devrimlerin ne kadar önemli olduğu ve bizi nereye götüreceği konularındaki demeçlerine veya yönlendirmelerine sizi bilmem ama ben şahsen prim vermem. Bu yazıda doğal gazda henüz gerçekleşmemiş üçüncü bir devrimden bahsedeceğim. Gaz/Metan hidrat devrimi. Belki bir 10 yılı daha var ama bence en azından öteki iki devrim kadar önemli. Gaz hidratlara girmeden önce önceki iki devrimin neleri değiştirdiğine değinmek istiyorum.

159


Kaya gazının sessiz devrimi ABD’de kaya gazı üretiminin toplam gaz üretimindeki payı 2004 yılında yalnızca yüzde 5 iken, 2007 yılında bu oran yüzde 10’a, 2016 yılında da yüzde 60’a çıktı. Global açıdan bakıldığında asıl önemli olan şu: Bu “sessiz devrim” 2009 yılında (Rusya’yı geçerek) ABD’yi dünyanın en büyük gaz üreticisi haline getirdi. Kaya gazı devriminin Amerika dışına sıçramasıyla doğal gazda altın çağın yaşanacağı öngörülüyordu. Bazı bölgelerde önemli hamleler yapıldı ama Avrupa dahil diğer bazı yerlerde de kaya gazı devrimi daha başlamadan bitti. Kaya gazı devrimi zamanla bizi LNG devrimine doğru itti. Oysaki LNG’nin kaya gazından daha uzun bir geçmişi var. İlk LNG ihracatı 1964 yılında Cezayir’den İngiltere’ye yapılmıştı. 2017 yılı başında ise LNG ithalatı yapan ülkelerin sayısı 40’a dayandı. 2000-2008 yılları arasında ABD’de bir taraftan kaya gazı üretimi artarken diğer taraftan LNG ithalat kapasitesi artıyordu. Sonuç olarak bahsi geçen dönemde LNG terminallerinin kapasite kullanım oranı yüzde 10 civarına indi. Bakıldı ki kaya gazı üretiminin önünde durmak mümkün değil, LNG ithalat terminalleri ihracat tesisine dönüştürülmeye ve yeni LNG ihracat tesisleri yapılmaya başlandı. Hatta düzinelerce yeni tesis başvurusu yapıldı. Öyle ki, önümüzdeki 5 yıl içinde ABD’nin Avustralya ve Katar’dan sonra dünyanın en büyük üçüncü LNG ihracatçısı olması bekleniyor. Aklıma şöyle bir soru takılıyor: Daha önce LNG ithalat terminallerine milyarlarca dolar yatırım yaparak bir fiyaskoya imza atan sektör şimdi LNG ihracat kapasitesine yatırımla büyük karlara mı yoksa yeni bir fiyaskoya mı imza atacak? Cevabını bilmiyorum ama düşünmenizi salık veririm. Kaya gazı devrimini arkasına alan Cheniere Energy, Louisiana’da bulunan Sabine Pass LNG tesisinden ihracata Şubat 2016’da başladı. Şimdiye kadar 100 kargodan fazla LNG ihracatı yapıldı. Dahası, yaklaşık 60 yıldır net gaz ithalatçısı olan ABD büyük bir ihtimalle ilk defa bu sene net gaz ihracatçısı haline gelecek.

Ne idüğü belirsiz LNG devrimi LNG’nin toplam gaz ticaretindeki payının şimdiki yüzde 40’lar civarından 2040’ta yüzde 50’nin üzerine çıkacağı, yani doğal gaz ticaretinde LNG’nin daha baskın hale geleceği bekleniyor. LNG devrimini devrim yapan toplam gaz ticareti içindeki payının artması değildir. Doğal gaz piyasalarında bazılarına göre 2022, bazılarına göre 2024 yılına kadar LNG bolluğu olacağını artık sağır sultan bile duymuştur. LNG bolluğu, piyasa dinamiklerinin hızlı bir şekilde değişmesine yol açıyor. Nedir bunlar? LNG’nin gittikçe daha derinliğe sahip likit bir mal piyasası haline dönüşmesi; petrole endeksli kontratlara bağlı olan LNG fiyatları-

160


nın giderek yaygınlaşması; LNG kontratlarında varış noktası (destination clause) maddesinin artık çok rahat bir pazarlık unsuru haline getirilmesi (şu anda LNG kontratlarının yüzde 40’ından azı varış noktası maddesine sahip); yeniden ihracat maddesinin artık giderek yaygınlaşması; kontrat sürelerinin kısalması; kontratlardaki fiyat revizyonunun daha sık aralıklarla yapılması; LNG’nin global bir ürün piyasası haline gelmesi vesaire. LNG’yi önemli kılan bir diğer konu da ilk defa 2005 yılında ABD Meksika Körfezinde devreye alınan yüzer LNG’nin (FSRU) artık standart bir teknoloji haline gelmesidir. Bu konularda bir sürü makale var zaten. Şunu demek istiyorum: LNG devrimini devrim yapan toplam gaz ticareti içinde LNG’nin payının artması değildir. LNG devrimiyle kast edilen, daha doğrusu kast edilmesi geren, LNG ticaretinin artması ve LNG bolluğu nedeniyle gaz kontrat yapılarında (boru gazı dahil) gözlenen büyük değişimdir. Artık LNG kontrat yapısının boru gaz kontratlarında da kendini hissettirdiğini izliyoruz. Müşterileriyle tüm boru gaz kontratları en geç 2019 yılında bitecek olan Cezayir ile neden kontrat yenilemesi yapılmıyor sanıyorsunuz?

Şimdi gelelim bağıra bağıra geliyorum diyen üçüncü devrime: Yanıcı buz Metan Hidrat ya da Gaz Hidrat denilen bu devrim henüz başlamadı. Donmuş bir su ve gaz karışımı olduğundan genelde yanıcı buz olarak da adlandırılır. Metan hidrat, yüksek basınç ve düşük sıcaklıkta metan gazının buz içine hapsedilmiş halidir. Okyanus tabanının altındaki çökeltilerde ve karada permafrost altında bulunurlar. Katı halde 1 metreküp gaz hidrattan gaz haline geçtiği zaman 164 metreküp gaz elde edilebilir. Global gaz hidrat potansiyeli konusunda çok spekülatif rakamlar mevcut. Rakamların spekülatif olduğunun en basit göstergesi de tahmin edilen gaz hidrat potansiyelinin alt ve üst limitleri arasındaki makasın çok büyük olması. Benim bildiğim en yeni çalışma dünya gaz hidrat potansiyelini 3.000 ile 30.000 trilyon metreküp (tcm) arasında gösteriyor. 2016 yılı dünya gaz rezervinin 186 tcm olduğu göz önüne alındığında ve hatta buna 215 tcm teknik olarak çıkarılabilir kaya gazı miktarı da eklendiğinde müthiş bir rakam. İlk olarak 1960 yılında Sibirya’da keşfedildiği söylenen metan hidratlar üzerinde en çok duran ABD oldu. 1980’li yılların başlarında bugüne kadar. Keşif ve üretime yönelik çalışmaların ise 20 yıllık bir geçmişi var aslında. ABD, Kanada, Japonya, Çin, Hindistan ve Güney Kore bu konuda ulusal programlar bile yürürlüğe koydular. Mesela, Japonya 1995 yılında ulusal bir program oluşturdu. Hindistan’ın ulusal gaz hidrat programı 1997 yılında başladı. Aynı yıl Çin, gaz hidratları konusunda çalışmaya başladı. ABD şimdiye kadar metan hidratlar konusunda oldukça yoğun çalışma

161


yaptı ve birçok test üretimi gerçekleştirdi. Önümüzdeki yıl Alaska’da bir test üretimi daha yapılacak. Fakat asıl önemli olan metan hidratlar konusuna dünyanın en büyük gaz ithalatçılarının da ilgisinin giderek artması. Bir kaç örnek verelim. 10 yıldan fazla bir süredir metan hidratlara kafa yoran Japonlar, 19 Mart 2013 tarihinde 6 gün süren ve toplamda 120 bin metreküp gaz çıkartılan ilk test üretimini bazı problemler yüzünden durdurmuşlardı. Fakat yılmadılar. Ekim 2014’te 11 Japon şirketi tarafından kurulan bir ortak girişimle metan hidratlardan gaz üretimi konusunda ticari bir seferberlik başlattılar. Pasifik okyanusunda 1000 metre su derinliğinde ve deniz tabanının yaklaşık 300 metre altında yapılan ikinci test üretimi 4 Mayıs 2017 tarihinde başladı. İki sondajla yapılan test üretiminde birinci kuyudan 12 günde 35 bin metreküp, 28 Haziran’da hazır hale getirilen ikinci kuyudan ise 24 günde 200 bin metreküp gaz üretildi. Son 10 yılda Çin, metan hidrat üretmek amacıyla 4 test gerçekleştirdi. En sonuncusu geçtiğimiz Temmuz ayı başında biten ve 60 gün süren testti. Bu testte Çin, Güney Çin Denizinde 1266 metre su derinliğinde deniz tabanının 200-277 metre altında toplamda 309 bin metreküp gaz üretti. Ortalama günlük üretim 5.150 metreküp. Üretilen gazın metan saflığı ise yüzde 99.5. Hindistan halen gaz hidrat oluşumlarını keşfetmekle meşgul. Mart 2015 ile Temmuz 2015 arasında deniz derinliği 1.500 ila 2.800 metre arasında değişen ve deniz tabanından 239 ila 567 metre altında olan 42 sondaj yapıldı (Krishna-Godavari ve Mahanadi Basenlerinde). Sonrasında yapılan çalışmalar ise uygun bir test üretim yeri belirleme üzerinde yoğunlaştı. 2016 yılında Bengal körfezinde üretime müsait gaz hidrat keşfi büyük heyecan yaratmıştı. 2018 veya en geç 2019’da test üretimin yapılması planlanıyor. Metan hidrattan gaz üretimi geleneksel doğalgaz üretim yöntemlerine kıyasla oldukça meşakkatli ve maliyetli bir iş. Kaya gazı da öyle değil miydi başlangıçta? Şimdiye kadar yapılan testlerde günlük üretim miktarı oldukça düşük. Ortalama maliyetin ise metreküp başına 200 dolar civarında olduğu iddia ediliyor. Ya 10 yıl sonra? Japonlar gaz hidrat konusuna şimdiye kadar milyonlarca dolar harcadı ama gaz hidrat çıkartma teknolojisini hedefi olan 2023 yılında ticari hale getirebilirse şimdiye kadar yaptığı harcamaları misli misli karşılayacak. Çin ise ticari gaz hidrat üretimine 2030 yılında başlamayı planlıyor. Bunlar çok uçuk tarihler değil. Uzak ihtimal gibi gözükse de, eğer gerçekleşirse gaz piyasalarının nasıl allak bulak olabileceğini kolayca kurgulayabilirsiniz. İşte o zaman sadece en başarılı gaz satıcıları ayakta kalacak. Ayakta kalan başarılı satıcılar ise benzerini başka yerlerde de görebileceğiniz şu 10 şarta sahip olacak: (1) kedi kadar meraklı, (2) Buldog kadar inatçı, (3) kaça-

162


mak yapan eşler kadar diplomat, (4) kendisini evine, çocuklarına adayan bir anne kadar sabırlı, (5) bir futbol hastası kadar heyecanlı, (6) bir çocuk kadar dost canlısı, (7) bir budala kadar şen, (8) dağları yırtacak kadar kendine güvenen, (9) bir pul koleksiyoncusu kadar itinalı, (10) tavşan kadar hızlı ama kaplumbağa kadar kararlı. Peki, üçüncü devrime biz ne kadar hazırlıklıyız? Bildiğim kadarıyla, kaya gazında olduğu gibi ülkemizde gaz hidrat arama çalışmaları da yeterince yapılamamış. 2000’li yılların başlarında TÜBİTAK ve TPAO konu üzerine eğilmiş ama Karadeniz’de, batı Akdeniz’deki kıta sahanlığımız içinde yer alan bölgede, Marmara ve Ege denizlerinde gaz hidrat potansiyeli olduğu bilinmesine rağmen henüz somut bir adım atılmamış. Belki de yeterince araştırmadım. Gaz hidratlar konusunda ne yapmışız diye internette dolaşırken geçen yıldan iki gazete başlığı çok dikkatimi çekti. Sizinle paylaşayım: “Asrın projesi gaz fiyatlarını düşürecek”, “Son dakika: Türkiye’yi uçuracak gelişme! Enerjide gaz hidrat dönemi”. Ne demiş şair: Umut Fakirin Ekmeği Ye Mehmet ye! İyi bir tatil geçirmenizi dilerim. Ben de ot, çalı çırpı, dal kesmekten bir gün fırsat bulursam tatil yaparım inşallah. Dedik ya, umut fakirin ekmeği. Kalın sağlıcakla.

163


164


Doğu Akdeniz’den Irak’a Rus Enerji Şirketleri 6 Ekim 2017 Bilmem geçtiğimiz beş yıldır Rus enerji şirketlerinin Doğu Akdeniz bölgesinden Irak’a uzanan ummalı faaliyetleri hiç dikkatinizi çekti mi? Acaba Rusya’nın ve Rus enerji şirketlerinin Doğu Akdeniz’den Orta Doğu’ya doğru yavaş yavaş nüfuz etmesinin nedeni enerji mi? Enerji konusu Rusya’nın bölgede uzun vadede gerçekleştirmek istedikleri için bir araç mı? Yoksa lokomotif Rusya’nın jeostratejik nedenleri mi? Yoksa hem jeostratejik hem de ticari kazanımlar mı söz konusu? Aşağıdaki satırlarda bu soruların cevaplarını bulmayacaksınız. Hani, horoza sordukları “yumurta mı tavuktan çıkar, tavuk mu yumurtadan çıkar?” sorusuna horozun verdiği “ben işime bakarım polemiğe girmem” cevabı misali burada polemiğe girmek istemiyorum. Uluslararası ilişkiler uzmanı değilim, enerji konusunda ise sadece deneyimli çaylak mertebesindeyim. Bu yüzden aşağıda kendi cevabınızı şekillendirmek için önemli gördüğüm ve size özel hazırladığım bir malzeme listesini sunacağım. Böyle başka bir liste varsa benimle paylaşabilirseniz sevinirim. Nedir bu liste? Doğu Akdeniz’den Irak’a kadar ülke Rus enerji şirketlerinin faaliyetleri ve ufak yorumlarım. Tabi ki petrol ve gaz ağırlıklı. Suriye ile başlayalım. Bir Rus şirketi (Soyuzneftegaz) Suriye’nin münhasır ekonomik bölgesindeki 3 parselden birinde Aralık 2013 tarihinden itibaren arama üretim lisansına sahip. 2015 yılında ülkedeki kaos ortamının yarattığı riskten dolayı söz konusu şirketin lisansının başka bir Rus şirketine devredileceği dedikodularına rağmen kamuoyuna yansıyan bir somut gelişme kaydedilmedi. Ayrıca, ülkedeki iç savaştan dolayı bahsi geçen şirket karada sahip olduğu iki projeyi de (12 ve 26 numaralı parsellerde) dondurdu. Buna rağmen, Rus enerji bakanı Rus şirketlerinin gerek karada gerekse denizde arama ve üretim faaliyetlerinde bulunmaları için Suriye tarafından davet edildiklerini dile getirmekteydi.

165


Rus şirketleri Lübnan’ın ilk uluslararası denizde petrol ve gaz arama ihalesine düşük profille (yani operatör olmayarak) katılıyorlar. Gerçi bu da çok önemli değil açıkçası. Önemli olan şey, Rus şirketlerin ihaleyi kazanan bir konsorsiyumda yer almaları. Bunu anlamak için Lübnan’ın ihaleye açtığı parsellerin konumlarını göz önüne almak gerekir. İhaleye açılan 5 parselden üçü kısmen İsrail ile Lübnan arasındaki ihtilaflı sularda bulunuyor. Hizbullah, Lübnan hükümeti ve İsrail arasındaki bir üçgende arama-üretim faaliyetinde bulunmak her baba yiğidin harcı değil bence. Rusların İsrail gaz sektöründe şimdiye kadar yaptıkları atılımlar pek başarı göstermese de 5-6 yıldır gittikçe pekişen Rusya-İsrail ilişkilerine ileride enerji boyutunun da eklenebileceğine şaşırmamak gerekir. Gazprom geçmişte İsrail’deki Leviathan sahasından yüzde 30 pay almak istemiş ama bunda başarılı olamamıştı. Şirket ayrıca 2013 yılında Tamar sahasından LNG alıp pazarlama konusunda bir iyi niyet anlaşması imzalamış ama LNG üretimi konusunda bir gelişme sağlanamadığından bu teşebbüs de gerçekleşememişti. Rusya-İsrail ilişkilerinin pekişmesinde Putin ile Netanyahu’nun artık kanıksanmış olan sürekli biraraya gelmelerinin yanı sıra, İsrail’de 1 milyondan fazla Rusça konuşan Yahudi vatandaşının olması, Filistin-İsrail ilişkilerinde Rusya’nın artık kilit müzakereci olabileceği, İsrail’in Kırım konusunda tarafsız kalması ve ABD ve AB’nin Rusya’ya koydukları yaptırımlara katılmaması, Rusça konuşan ve Rusya yanlısı olarak bilinen Moldova doğumlu Avidgor Lieberman gibi birisinin İsrail’de kilit görevlerde bulunması bunda önemli rol oynamıştır herhalde. İki ülke lideri Rus şirketlerin İsrail gaz piyasasına bir şekilde dahil olmaları konusunda müzakerelerde bulundu ama henüz somut bir adım atılamadı. Haziran 2016’da Netanyahu’nun Moskova’daki bir basın toplantısında Rus şirketlerini resmen İsrail’de arama ve üretim faaliyetinde bulunmak üzere davet etmesine rağmen. Bakalım, teklif verme süresi Kasım ayında bitecek olan ihaleye Rus şirketleri katılacak mı. Sizce İsrail’de upstream faaliyetinde bulunan bir Rus şirketine Hizbullah, Hamas, Suriye veya İran tarafından herhangi bir tehdit veya saldırı söz konusu olabilir mi? Şüphesiz, Rusya ile İsrail arasındaki ilişkileri sadece enerji düzleminde değerlendirmek yanlış olur. ABD’den halen yılda 3 milyar dolardan fazla askeri yardım alan İsrail için ABD en önemli güvenlik ortağı olmaya devam edecek tabi ki. Rusya ise İsrail ile iş birliğini arttırmanın da yardımıyla ABD’nin bölgede hissedilir bir şekilde azalan ağırlığını doldurmaya çalışacak. Kıbrıs’ın Rusya için ne kadar önemli olduğunu ve Kıbrıs’ta mevcut statükonun devamı taraftarı olduğunu biliyorsunuz. GKRY’de 1990’lardan bu yana çeşitli alanlarda zaten ağırlığı olan Rusların ileride enerji sektörüne dahil olmalarına şaşmamak gerekir. GKRY’nin en son gerçekleştirdiği denizlerde petrol ve gaz arama ihalesine Rus şirketleri (belki uçak krizinden

166


sonra Türkiye ile ilişkilerin düzelmesi nedeniyle) katılmadı ama bir önceki ihaleye Gazprombank ve Novatek katılmış ama başarı gösterememişlerdi. Rusya’nın Güney Kıbrıs enerji sektöründeki varlığını halihazırda akaryakıt istasyonlarıyla Lukoil temsil ediyor. Rus enerji şirketleri Mısır’ın enerji sektöründe ise ağırlığını arttırmaktadır. 2015 yılında keşfedilen ve Doğu Akdeniz’in en büyük doğal gaz sahası olan Zohr’da Rus Rosneft şirketi yüzde 30 paya sahip. Rosneft, Aralık 2016’da 1 milyar dolardan fazla bir miktarla Zohr gaz sahasının %30’una ortak olmuştu. Rosneft ayrıca Mart ayında Mısır’dan ham petrol almaya başladı ve Mısır’a LNG satmak üzere bir anlaşma yaptı. Lukoil ise Mısır’da 3 petrol projesine ortak. Diğer bir Rus şirketi LetterOne, Mısır’ın en büyük doğal gaz üretim projelerinden biri olan BP’nin West Nile Delta projesine ortak. LetterOne kimdir diye burada ayrıntıya girmek istemiyorum. Arkasında Rus milyarder Mikhail Fridman olan şirketin BP’nin eski CEO’su Lord John Browne tarafından yönetildiğini söylemek yeterli olur herhalde. Rusya’nın ayrıca nükleer santral yapımı konusunda Mısır’la bir anlaşması var. Şimdi gelelim Rus enerji şirketlerinin Doğu Akdeniz’den Orta Doğu’nun içine doğru kaymasına. Bildiğiniz üzere, petrol fiyatlarındaki düşüş trendini tersine çevirmek amacıyla OPEC ile işbirliği yapan Rusya, aynı zamanda OPEC’in ağır topu olan ve Orta Doğu jeopolitiğinde genelde karşıt tarafta bulunan Suudi Arabistan ile ekonomik ve siyasi ilişkilerini geliştiriyor. Arabistan’la ilişkileri geliştiren sıcak tutan sadece Rusya değil. Hatırlarsanız, ABD başkanı seçildikten sonra Trump ilk yurtdışı ziyaretini Suudi Arabistan’a yapmıştı. Suudi Kral Salman’da Ekim ayında Moskova’ya tarihi bir ziyaret yapacak. Ne yazık ki bizim magazin medyamız “Suudi Arabistan’ın Veliaht Prensi, Bodrum’u bisikletle gezdi” gibi haberler peşinde koşarken batı medyası ve düşünce kuruluşları Rusya’nın Orta Doğu’nun yeniden yapılandırılmasındaki rolü üzerine kafa yormakla meşgul. Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’ndeki (IKBY) referandum ve Rosneft’in boru hatları projeleri bizi de nihayet kafa yormaya zorluyor. Bağdat merkezi hükümetinden bağımsız olarak Kuzey Irak petrolünü Ceyhan’a aktaran İKBY’nin petrol alıcıları listesine bu sene Rosneft dahil olmuştu. Rosneft, Irak’ta yeni bir oyuncu değil. Tam bir sene önce Bashneft’de Rus devletinin %50’den fazla payını 5 milyar dolar ödeyerek almış ve böylece Bashneft’in güneybatı Irak’ta yer alan 12 numaralı parseline ortak olmuştu. Şirket, hali hazirda bahsi geçen parselde sondaj faaliyetlerine devam ediyor. Derken, 18 Eylül 2017 tarihinde IKBY Doğal Kaynaklar Bakanlığı ve Rosneft web sitelerindeki açıklamalar gündeme düştü. Kuzey Irak’ta gaz arama, üretim, altyapı, lojistik faaliyetleri ve ticaret alanlarında Haziran

167


2017’de temelleri atılan ve şimdilerde filizlenmeye başlayan iş birliği anlaşmalarının içeriği Türkiye için de çok önemli. Özellikle de petrol ve doğal gaz boru hatlarıyla olan kısımları. Deniyor ki, yapmak istediği boru hattıyla Rosneft 2020 yılından itibaren miktarı yılda 30 milyar metreküpe ulaşabilecek gazı Kuzey Irak’tan Türkiye ve Avrupa pazarlarına götürme arzusunda. Ayrıca günlük üretimi 1 milyon varile çıkacağı tahmin edilen Kuzey Irak petrolünü Ceyhan’a aktaran boru hattının kapasitesinin arttırılması ve bunun finansmanı ile ilgileniyor. Bakalım denildiği gibi bu yıl sonuna kadar somut bir adım atılacak mı? Bu arada umarım Rosneft Kuzey Irak gazını getirirse Türkiye enerji ticaret merkezine dönüşmek için büyük bir avantaj sağlar, Türk şirketleride bize döşenecek borunun inşasına katılarak para kazanır gibi düşüncelere kapılmayız. IKBY ile Rosneft arasında Şubat-Haziran aylarında yapılan iş birliği görüşmeleri ve anlaşmalarının detaylarını bilmiyoruz. Ancak bunlar olurken merkezi Bağdat hükümetinin sessiz kalması düşündürücü. Şubat ayında Rosneft İKGY ile 2017-2019 yıllarını kapsayan ön ödemeli petrol alım satım anlaşması yapmıştı (bazı duyumlara göre yılda 15 ila 25 milyon varil arası bir miktar. Rosneft aynı ay Libya Ulusal Petrol Şirketiyle de bir anlaşma yapmıştı; söylendiğine göre yılda 20 ila 25 milyon varil için). Koşullar ve kontrat yapısı bilinmiyor. Ancak, İKGY’nin içinde bulunduğu ciddi finansal kriz göz önüne alındığında Rosneft için avantajlı şartlar taşıdığı speküle edilebilir. Merak edilen asıl şey bu anlaşmanın iki taraf arasında daha önce yapılan petrol alım satım anlaşmasına ilave mi yoksa önceki anlaşmanın yeniden düzenlenmiş bir şekli mi olduğu. Eğer ilave bir petrol alım satımından bahsediliyorsa bu petrol nereden gelecek ve merkezi hükümetin tutumu ne derece dikkate alınacak? Peki, IKBY’nin haziran ayında Rosneft ile imzaladığı pertol ve gaz arama üretim anlaşmasındaki 5 parsel hangileri? Acaba 2014 yılından bu yana (içinde dev şirketlerin de yer aldığı) yabancı şirketlerin terk ettikleri 19 parselden mi seçilip verilecek? Ya ne zamandır taleplisi çıkmayan 3 parsel? Ne olursa olsun Rosneft ve Rusya’nın bu işten karlı çıkacağı açık değil mi? Sen neymişsin be Rosneft diye düşündük mü hiç? Düşünsek de Igor Sechin’in CEO’su, Almanya’nın eski Başbakanı Gerhard Schröder’in yönetim kurulu başkanı, Katargaz’ın eski CEO’su Faisal Alsuwaidi ve BP’nin eski başkanı Robert Dudley’in de yönetim kurulunda yer aldığı Rosneft’in tam olarak ne olduğunu anlamamız pek mümkün değil aslında. Neden mi? 1990’lı yıllardan bu yana Rusya’nın en büyük özelleştirme projesi olan Rosneft’in yüzde 19.5 payının 10 küsur milyar dolar karşılığında Katar Yatırım Kurumu ile İsviçreli petrol ticaret devi Glencor’un oluşturduğu konsorsiyuma (QHG Oil Ventures) satılmasıyla perde arkasında kimin veya kimlerin gerçek alıcı olduğu sorgulanmaya başlamıştı. Geçen ay uluslararası

168


platformda pek tanınmayan ama 2017 yılı Fortune 500 listesinde 222. sırada yer alan Çinli CEFC China Energy’nin bu ikilinin payının çoğunu (yüzde 14.16) alma isteğiyle durum daha karmaşık hale geldi. Gerçekleştiği takdirde CEFC, Rosneft’in BP’den sonra (BP’nin %19.75 payı var) en büyük ortağı olacak. Yani Rosneft deyip geçmemek gerek. Karşınızda dev bir ahtapot var. Irak’ta faaliyet gösteren Rus şirketi yanlızca Rosneft değil. Lukoil 2012 yılında Statoil’in payını alarak Basra’daki devasa West Qurna petrol sahasına dahil olmuştu. Lukoil, ayrıca güney Irak’ta bulunan 10 numaralı parselde faaliyet gösteriyor. Japon Inpex şirketinin de ortak olduğu parselde Lukoil geçtiğimiz Şubat ayında bir petrol sahası keşfetmişti. Mayıs ayında ise Lukoil’in bir kolu olan Litasco ile Irak Ulusal Petrol Şirketi SOMO, Dubai merkezli bir petrol ticaret şirketi kurmuştu. Gazprom Neft, Irak’ın doğusunda bulunan ve operatörü olduğu Badra petrol sahasında Ağustos 2014 tarihinden beri petrol üretiyor. Günde 80 bin varil petrol üretilen söz konusu sahaya yüzde 7.5 payla TPAO’da ortak. Gazprom Neft, Kuzey Irak’ta ise üç parsele ortak (Shakal, Halepçe ve Germian). Halen Germian parselindeki Sarqala sahasından günlük 5000 varil civarında yüksek kaliteli petrol üretiyor. Önümüzdeki yıl bu miktarın 13 bin varili aşması bekleniyor. Üretilen petrolün tamamı Bazian rafinerisine gönderiliyor. Germian parselinde petrol arama ve sondaj çalışmaları devam ediyor. Halepçe’deki faaliyetler ise bölgedeki mayınlar ve jeolojik riskler nedeniyle sona erdirilerek parsel İKBY’ye teslim edildi. Şirket, yeni parseller almak için halihazırda İKRY ile görüşmelerini sürdürüyor. Bilmem buraya kadar bahsettiklerimden kafanızda biraz da olsa Doğu Akdeniz ve Orta Doğu’nun yeniden yapılandırılmasını tasvir eden büyük resim ve bu resim içerisinde Rus enerji şirketlerinin rolü şekillenmeye başladı mı? Bırakın çoğunluk şunu söylüyor safsatasını. Kendi resminizi oluşturun ve şu sözü hatırlayın: Sürü olmak, sürü halinde gitmek ve öylece yol almak istersen yaşamın boyunca sadece kıç görürüsün. Kalın sağlıcakla.

169


170


Orta Doğu, Petrol ve Horozların Savaşı 17 Kasım 2017 Bu yazıyı neşeniz yerindeyken okumamanızı öneririm. Geçen yazımda Orta Doğu’nun yeniden yapılandırılmasını tasvir eden büyük resim ve bu resim içerisinde Rus enerji şirketlerinin rolüne değinmiştim. Bu yazımda ise bugünlerde çok popüler olan bölgenin jeopolitiği ve enerjinin önemine değineceğim.

Orta Doğu’yu dünya jeopoliğinde önemli kılan unsur nedir diye sorulduğunda genelde bölgenin petrol ve gazı cevabını alırız. Bir bakıma doğru. Dünya petrol ve gaz rezervlerinde bölgenin payı sırasıyla yüzde 47 ve yüzde 42. İnanmayın! Aslına bakarsanız, bölgedeki petrol ve gaz rezervlerinin ne kadarının gerçek rezerv, ne kadarının politik rezerv olduğunu bilmiyoruz. Bu bahsi uzatmak istemiyorum ama bir örnekle ne demek istediğimi göstereyim. BP istatistiklerinde Kuveyt’in petrol rezervlerine bir göz atın. 2004 yılında 101.5 milyar varil. 2005’de yine 101.5 milyar varil. 2006 ile 2016 arasındaki her yıl yine 101.5 milyar varil. Matematik olarak şu anlama geliyor: Kuveyt her yıl tamı tamına ürettiği miktar kadar petrol keşfediyor. Yerse! Orta Doğu’nun petrol ve gaz rezervleri önemli değil gibi bir anlam çıkarılmasın. Önemli tabi ki.Fakat bölgeyi asıl önemli kılan şey gazdan ziyade en stratejik uluslararası emtia olan petroldür. Öyleyse bölgeyi asıl önemli kılan şey (en azından enerji açısından) Dünya petrol ve gaz üretimindeki payının sırasıyla yüzde 35 ve yüzde 18 olmasıdır diyeceksiniz. Yaklaşıyorsunuz. Şimdi size yine BP’den bazı istatistikler vereyim. 1996 ile 2016 yılları arasında Orta Doğu’nun petrol üretimi yüzde 50 arttı. Ama bölgenin petrol tüketimi yüzde 100’den fazla arttı. Yani bölgeden ihraç edilen petrol miktarı söz konusu süre arasında sadece yüzde 40’a yakın arttı. Diğer bir deyişle

171


1996 yılında bölgede üretilen petrolün yüzde 78’i ihraç edilirken 2016’da bu oran yüzde 70’e düştü. Ayrıca, bahsini ettiğim zaman aralığı içinde bölgede tüketilen toplam enerji miktarı yüzde 150 arttı. Elektrik tüketimi yüzde 200’den fazla arttı. Çünkü nüfus hızla artıyor. 1996 yılında Orta Doğu’da yaklaşık 155 milyon kişi yaşıyordu. 2016 yılında ise 244 milyon. Yani nüfus yüzde 57 artmış. İşsizlik almış başını gidiyor. Şimdi gelin 2011 yılına dönelim. Tunus’ta başlayan ve adına hala Arap Baharı denilen rüzgar Kuzey Afrika’dan Orta Doğu’ya genişledi. Neymiş efendim, insanlar demokrasi ve özgürlük istiyorlarmış! Ben pek katılmıyorum. İnsanlar iş istiyordu ve kendileri sefalet içinde yaşarken belli bir zümrenin kaymak yemesine katlanamıyorlardı. Suudi Arabistan dahil Orta Doğu’daki bir kaç ülke halka ulufe dağıtarak tehlikeyi atlatmaya çalışmıştı. Para varken bu sorun değildi. Derken 2011 yılında varil başına 119 dolar olan petrol fiyatları (2016 fiyatlarıyla) geçen yıl 44 dolara düştü. Yetmiyormuş gibi bu süre zarfında Amerika’nın petrol üretimi yüzde 57 arttı. Yani fiyatlardan tokat yendi, Suudi Arabistan’ın dengeleyici üretici (swing producer) rolü tehlikeye girdi ve Brütüs’ler kulübü OPEC’in pabucu ne zaman dama atılacak konusu gündeme geldi. Basını da arkasına alan bazı uluslararası kuruluşlar ve şirketlerin petrol fiyatlarının yukarıya çekilmesi konusunda verdikleri gaz bile fiyatlardaki miskinliği kaldıramadı. Ta ki jeopolitika dürtene kadar. Jeopolitik gelişmelerin petrol fiyatlarını etkilemedeki rolünün ve öneminin azaldığı konusundaki kaygılar fiyatların 64 doları aşmasıyla bir bakıma son buldu. 2011 yılından beri Orta Doğu’da baş döndürücü gelişmelere tanık oluyoruz. Nükleer anlaşma sonrasında İran’ın yıldızının parlaması, İran’la Arabistan arasında bölge liderliği konsundaki kavga, Suriye’de yaşanan dram, Suudi Arabistan’ın etrafından toplanan bazı ülkelerin Katar’la yollarını ayırmaları, Arabistan’ın Yemen’de girdiği bataklık, Trump’ın “önce Amerika” politikası sonrasında bölgedeki ağırlığını azaltarak Putin’e yol açması, bölgede giderek artan etnik ve mezhepsel ayrımcılık, Arapları birbirlerine yakınlaştıran ya da birleştiren neredeyse hiç bir konunun kalmaması, Kasım ayı başında Arabistan’da bir dizi tutuklama ve görevden almalarla başlayan kasırga, Trump ilk uluslararası ziyaretini Arabistan’a yaparken Suudi kralının Rusya’ya ilk resmi ziyaretini yapması, Saudi Aramco’nun halka arzı konusu, kapalı kapılar ardında İsrail-Arabistan yakınlaşması, Arabistan’dayken Lübnan Başbakanının istifasını vermesi ve nihayet 70 yıllık Filistin sorunu. Bölgenin cadı kazanından pek bir farkı yok sanki. Boşuna horozu çok olan köyün sabahı geç olur dememişler. Diğer yandan öyle horozlar da vardır ki, öttükleri için güneşin doğduğunu sanırlar. Para varken horozluk taslamak kolay. Hidrokarbon ihracatı bölgedeki çoğu ülke için en önemli gelir kaynağı. Peki, ya petrol fiyatları ve üretilen petrolün ihraç edilen oranı azalırsa ne olur? Benzer durum ciddi miktarda

172


gaz ihracatı yapan Katar için de geçerli. 2012 yılında enerji ihracatından 337 milyar gelir sağlayan Arabistan’ın ihracatı 2016 yılında 134 milyar dolara düştü. Katar’ın ihracatı ise aynı dönemde 65 milyar dolardan 23 milyar dolara düştü. Ama sidik yarışından taviz vermediler. Nihayetinde, geçen yıl Suudi Arabistan 25 milyar dolar, Katar ise yaklaşık 3 milyar dolar cari açık verdi. Durum böyle olunca 2015 yılında dünya savunma harcamaları klasmanında üçüncü olan Arabistan 2016 yılında sadece 64 milyar dolar harcayarak dördüncü sıraya geriledi. İnsanın aklına acaba Orta Doğu’nun güvenliği için petrol fiyatlarının bir şekilde bugünkünden daha yukarılarda mı olması gerekir sorusu geliyor ister istemez (bunun şeyl petrol üretimine etkisi, piyasadaki denge ve fiyatlara yansımasını bir kenara bırakıyorum). Öyle ya, bölgedeki ülkelerin çoğu bütçelerini dengede tutabilmek için yüksek petrol ve gaz fiyatlarına ihtiyaç duyuyor. Bölgenin geleceğinin ne kadar parlak olup olmadığını anlamak açısından önümüzdeki 20 yılda Orta Doğu’nun nüfus, enerji üretim, tüketim ve ihracat miktarlarına ilişkin tahminleri incelemekte fayda var. Mesela Amerikan Enerji Enformasyon Dairesi’nin Eylül ayında yayınladığı Uluslararası Enerji Görünümü raporu bu konuda epey bir malzeme sunuyor. Önümüzdeki 20 yılda Orta Doğu nüfusunun yüzde 50 daha artacağı tahmin ediliyor. Bunun da etkisiyle, bölgenin birincil enerji tüketiminin de yüzde 70 artması öngörülüyor. Eğer ülke ve enerji kaynağı bazında tahminlerini bulabilirseniz resim daha netleşir ve gelecek hakkında daha sağlıklı çıkarımlar yapabilirsiniz. Ben şahsen uzun vadede bölgenin geleceği konusunda pek iyimser değilim. Dubai emiri Muhammed bin Raşid el-Maktum bu kötümserliği şöyle dile getirmişti: “Benim dedem deveye binerdi, babam da deveye bindi. Ben Mercedes kullanıyorum, oğlum ise Land Rover’a biniyor. Torunum da Land Rover kullanabilir ama onun oğlu deveye binecek.” Kalın sağlıcakla.

173


174


Gaz Boruda Durduğu Gibi Durmaz 22 Aralık 2017 Bu ay başından beri Avrupa gaz piyasalarında “aksilikler geldi mi peş peşe gelir derler“ sözüne tanıklık ediyoruz. Her şey bu ay başında Batı Avrupa’da Aralık ayının normalden çok daha soğuk olacağı yolundaki tahminlerin haber terminallerine düşmesiyle başladı. Hatta İngiltere için son 7 yılın en soğuk Aralık ayı olacağı tahmin ediliyordu. Kuzey Denizi’ndeki petrol üretiminin yüzde 40’ını taşıyan Forties boru hattının acil onarım ihtiyacı nedeniyle kapatılması sonucu İngiltere’nin en önemli doğal gaz sahaları olan Elgin-Franklin, Britannia ve Shearwater’dakiler dahil 80 platformda üretim seviyesi neredeyse durma noktasına geldi. Tesadüf bu ya, North Morecambe sahası da bu arada bakım faaliyetleri nedeniyle devre dışıydı. Centrica’nın İngiltere’nin en büyük doğal gaz depolama tesisini emekliye ayıracağı yolundaki haberler de endişelere tavan yaptırmıştı. Akabinde Norveç’ten kotu haber geldi. Norveç’in en büyük doğal gaz sahası olan Troll sahasındaki Troll A platformunda bir elektrik arızası nedeniyle üretim kesildi. Arıza bir günde giderildi ama gaz sızıntısı gözlemleme sistemindeki alarm nedeniyle tüm sahada üretim miktarı ciddi oranda azaltıldı. Derken kompresör istasyonundaki bir problem nedeniyle Hollanda ile İngiltere arasında gaz akışını sağlayan BBL boru hattı bir süreliğine kesintiye uğradı. “Ne olursa olsun gülümse çünkü yarın bugünden kötü olabilir” diye bir söz vardır. Aynen öyle oldu. 12 Aralık’ta Avusturya Baumgarten gaz hub’ındaki kompresör istasyonunda bir kişinin ölümü ve 21 kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan patlama meydana geldi. Patlama sonrası Rusya’dan İtalya

175


ve çevre ülkelere gaz akışı kesilmiş oldu. İtalya hemen acil durum ilan etti. Gerçi İtalya’daki durumu hemen Baumgarten yoluyla gelen gazın kesilmesine bağlamak hata olur. Çünkü İtalya’da bir hafta öncesinden başlayan ve aşırı soğukların neden olduğu bir talep artışı söz konusuydu. Cezayir’de hava şartları mevsim normallerinin 3-5 derece aşağısında olduğundan iç talep artmıştı. Dolayısıyla Cezayir’den gelen gaz miktarında önemli bir artış beklenmiyordu. Rusya’dan gelen gaz akışının arttırılması yanında doğal gaz depolarından gaz çekilmesi için ilk alarm seviyesine geçilmişti. Derken, Baumgarten’daki onarım beklenenden çok daha kısa sürdü ve İtalya’ya gaz akışı 24 saatten kısa bir sürede tekrar başladı. Petrol ve gaz fiyatlarında fırlama ve volatilite kaçınılmazdı tabii ki. Brent petrol fiyatının hemen fırlaması bir yana, Avrupa’nın en büyük gaz piyasası olan İngiltere’de gaz fiyatları %25 artarak 2013 yılından bu yana en yüksek seviyeye çıktı. İtalya’da gaz fiyatları geçici süreyle de bulutlarda gezindi. Beklenenin tersine, 12 saat gibi bir sürede Avusturyalılar sistemi tekrar devreye sokmayı başardı. Sonra da gaz piyasalarında hayat normale ve insanlar da tekrar yılbaşı planlarının döndü. Şu var ki bu olaylar zinciri Avrupa doğal gaz arz güvenliği konusunu yine gündemin önemli konuları içine sıkıştırdı. Yetkililer, sektörün önemli isimleri, uzmanlar ve deneyimli çaylakların beyanları yine havada uçuşmaya başladı. İtalya Sanayi Bakanı, eğer TANAP-TAP projesi bitmiş olsaydı acil durum ilan etmek zorunda kalmazdık dedi. Çevreciler gaza olan bağımlılığın azaltılmasına vurgu yaptılar. Tesadüf bu ya, Baumgarten’daki patlamanın olduğu 12 Aralık’ta Avrupa Yatırım Bankası, TAP projesi için verilmesi planlanan 1,5 milyar Euro borç kararını önümüzdeki seneye ertelediğini açıkladı. Güney gaz koridoru savunucuları, güzergah ve kaynak çeşitliliği çerçevesinde TANAP-TAP projesinin yukarıda bahsettiğim olaylar göz önüne alındığında Avrupa gaz arz güvenliği açısından ne kadar önemli olacağını dile getirdiler. Benzer şekilde Polonya ve yandaşları, Norveç-Polonya boru hattı ve LNG kapasite artırımı projeleriyle Norveç ve özellikle Amerikan gazını taa Ukrayna’ya kadar götürebileceğinin reklamını daha aktif olarak yapmaya başladı. Diğer taraftan Rusya ve Rus şirketler tarafından finanse edilen “bağımsız” “uzman” raporlar, Kuzey Akım-2 ve Türk Akımı-2 projeleriyle ucuz Rus gazının Avrupa pazarlarına farklı rotalardan gelen hatlarla ulaştırma esnekliğinin sağlanacağını ön plana çıkarmaya başladı. Yani onlara göre Rus gazı Avrupa gaz arz güvenliğinin teminatıydı. Gazprom Export yaptığı bir açıklamada “Baumgarten yoluyla gazı kesilen müşterilerimizin ihtiyacını öteki rotaları kullanarak karşılayacağız” diyerek de bir ara gazı vermiş oldu zaten.

176


Yahu ne alaka demek kimsenin aklına mı yoksa işine mi gelmiyor? Yukarıda bahsettiğim kazalar, aksilikler ve tesadüfler silsilesi nedeniyle bir gün civarında sürecek kesintiler nedeniyle meydana gelecek arz açığını bu boru hatlarıyla kapamak nasıl mümkün olur? Ben bile laz aklımla gazın çıkarıldığı noktadan en azından nihai tüketicilere dağıtım noktasına ulaşana kadar borular içindeki yüzlerce hatta binlerce kilometre seyahatinin şip şak olmayacağını biliyorum. Mesela Cezayir’in Hassi R’Mel doğal gaz sahasından Milano’ya boru hatlarında seyahat 19 saat sürüyor. Şah Deniz sahasından çıkan gazın İtalya sınırına kaç saatte gideceğini bilmiyorum ama bana söylerseniz çok sevinirim. Eğer arz sıkıntısı bir kaç gün sürerse ve mevcut hatlarınızda kapasite sorunu yoksa ve de ilave gaz vermeye karşı taraf müsaitse tabii ki boru hatları ilk başvurulacak kapı olabilir. Peki acil sorun LNG ile çözülebilir mi? Eğer LNG terminaliniz varsa ve yakında bir yerde LNG kargosu bulabilirseniz ne ala. Bir Q-max LNG tankeri saatte 0.7 km yol aldığından gazın kaç saatte yeniden gazlaştırma tesisine varacağı ve vardıktan sonra gazın ne kadar sürede dağıtım noktalarına iletilebileceği, tankerin nerden geleceğine ve tesisin verimliliğine bağlıdır. Nihayetinde çözüm olabilir. Hemen LNG piyasasına başvurularak açığın LNG yoluyla karşılanması ilk bakışta en iyi çare olarak görülebilir. Ancak bu durumun Asya piyasasıyla rekabet anlamına gelebileceğini ve faturasının çok kalın olabileceğini de göz ardı etmemek gerekir. İtalya’da gaz krizi tüketiciler mağdur edilmeden giderildi. Resmi makamların belirttiğine göre kimse gazsız kalmadı. Sorunun giderilmesinde doğal gaz depolama tesisleri önemli bir rol oynadı. Şunu da anti parantez belirtmekte fayda var: Ukrayna ve Almanya’dan sonra Avrupa’nın en büyük doğal gaz depolama kapasitesi İtalya’dadır. İngiltere’de ise yer altı gaz depolarının yanında Dragon, Isle of Grain ve South Hook terminallerindeki LNG tankları gaz açığının derinleşmesine mani oldu. Avrupa’nın aldığı dersler şunlar oldu ya da olması gerekir: verimli gaz boru hatları ağı, etkin bir gaz altyapısı, LNG dahil bir çok tedarikçiden ve farklı güzergahlardan gaz ithal edebilme olanağı, şeffaf ve işleyen bir piyasa yapısı, kısa frekanslı verinin mevcudiyeti ve bu veriye erişim, karar vermede çabukluk, ülke enerji sisteminin ithalat bağımlısı olunan bir kaynağa mahkum olmaması, yerli gaz üretimi. Bizim de alacağımız dersler vardır elbette. Çok değerli bir büyüğümün dediği gibi “gaz boruda durduğu gibi durmaz”. Her ihtimale hazırlıklı olmak gerekir. Bu da düşünmeyi gerektirir. Düşündüğünüz tüm iyi dileklerinizin yeni yılda gerçekleşmesi dileğiyle, kalın sağlıcakla.

177


178


Doğu Akdeniz Jeopolitiğinde Doğal Gazın Dayanılmaz Ağırlığı 16 Şubat 2018 Aslına bakarsanız bu sayıda LNG piyasalarında değişen dinamikler konusunda bir makale yazmak istiyordum ancak Doğu Akdeniz’de geçen Aralık ayından bu yana yaşanan önemli gelişmeler, özellikle bu ay başından beri tırmanan gerginlikler ve yakın gelecekteki beklentiler konularında sizleri bilgilendirmek istedim. Daha doğrusu, bir yandan düşüncelerimi sizlerle paylaşmak, diğer yandan bölgede yaşanan gelişmeleri geniş bir perspektiften mümkün olduğu kadar tarafsız bir şekilde benim bakış açımdan gördüklerimi sizlere aktarmak istedim. Önce Mısır’dan başlayalım. Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah Sisi, 20 Aralık 2017 tarihinde üretime başlayan devasa Zohr doğal gaz sahasının resmi açılış kutlamasını 31 Ocak’ta gerçekleştirmişti. Eni Ceo’su Claudio Descalzi 12 Şubat’ta Kahire’de katıldığı bir toplantıda sahadaki üretimin 2018 sonuna doğru günlük 50 ila 57 milyon metreküpe, 2019 ortasında ise 82 milyon metreküpe çıkacağını açıkladı. Yani planlanan tarihten (2019 sonu) altı ay önce ve planlanan miktardan biraz daha fazla. 12 Şubat’ta BP, Atoll sahasında üretime planlanan tarihten yedi ay önce başladığını duyurdu. Bu sene sonuna doğru 5 ayrı sahada yapılan çalışmalar tamamlanarak üretime geçilecek. Sözün kısası, Mısır 2021 yılında yeniden net gaz ihracatçısı olacak diye 5 yıldır söylediğim ve bu nedenle uluslararası çevrelerce yerden yere vurulduğum iddiamda yanıldım. Öyle görünüyor ki Mısır 2021’den önce gaz ihraç etmeye başlayacak. Lübnan’da 2013 yılında açılan ancak 5 kere ertelenen uluslararası petrol ve gaz arama ihale süreci geçen sene nihayet gerçekleştirildi. Başta çok yoğun ilgi olmasına rağmen açılan ihaleye sadece 2 teklif geldi. Aralık 2017’de Lübnan Bakanlar Kurulu bu teklifleri olumlu buldu ve Total (operatör), Eni ve Rus Novatek’in oluşturduğu konsorsiyuma Lübnan sularındaki (Lübnan’ın iddia ettiği münhasır ekonomik bölge, kısaca MEB) 4 ve 9 numaraları parsellerde arama lisansı verilmesini kararlaştırdı. Söz konusu konsorsiyum

179


ile 29 Ocak 2018’de yapılan petrol ve gaz arama kontratlarının imza töreni Lübnan Cumhurbaşkanının da katılımıyla 9 Şubat’ta yapıldı. Ve kıyamet koptu.

İsrail-Lübnan sınırında savaş tamtamları İsrail ile Lübnan’da savaş tamtamları çalmaya başladı. Hatırlanacağı üzere Lübnan’ın açtığı petrol-gaz arama ihalesinde sunulan 5 parselin üçü İsrail ile ihtilaflı bölgede (8, 9, 10 numaralı parseller), biri de Suriye ile ihtilaflı bölgedeydi. İsrail ise açtığı uluslararası ihaleye Lübnan ile ihtilaflı bölgede olan parselleri dahil etmeyerek kriz yaratmaktan kaçınmış ancak daha sonra ihtilaflı bölgeyi İsrail’e dahil etmek için bir kanun tasarı hazırlamıştı. Lübnanlılar ise bunu bir savaş ilanı olarak yorumlayacaklarını ifade ediyorlardı. İsrail Savunma Bakanı Avidgor Lieberman, Şubat ayı başında yaptığı bir konuşmada Lübnan ile ihtilaflı bölgede bulunan 9 numaralı parselin Total/ Eni/Novatek konsorsiyumuna verilmesini büyük bir hata ve provokasyon olarak niteleyerek 9 numaralı parselin İsrail’e ait olduğunu belirtti. Hemen ardından Hizbullah dahil Lübnan’dan karşı mesajlar yağmaya başladı. Her türlü tehdide cevap vermeye hazırız dendi. İsrail ise her senaryoya hazırlıklı olduklarını beyan etti. İsrail ile Lübnan arasındaki MEB sorununa doğal kaynaklar da dahil olunca iki ülke arasında yeni bir savaşa doğru yol mu alıyoruz sorusu geliyor insanın akılına. İsrail’in Lübnan sınırına bir duvar örme isteği gerginliğe tuz biber oldu. Bu arada bir süredir Lübnan’da yaşanan siyasi çalkantılar da (Lübnan Cumhurbaşkanı Aoun, onun damadı olan şimdiki Dışişleri Bakanı eski Enerji Bakanı Gebran Bassil, Temsilciler Meclisi Sözcüsü Nabih Berri üçgenindeki), İsrail’e karşı tek cephe alınmasıyla duruldu.

180


Total şirketi 9 Şubat’ta yayınladığı basın bülteninde ilk sondajı 2019 yılında 4 numaralı parselde, daha sonra da 9 numaralı parselde yapacaklarını açıkladı. Yapılan açıklamada 9 numaralı parselin ihtilaflı bölgede olduğunun bilindiği ancak sondajın bu bölgeye 25 km’den daha fazla bir mesafede bulunan bir yerde yapılacağını belirtildi. Eminim kafanız karıştı. Bir dirhem et, bin ayıp örter misali bir resim de 1000 kelimeye bedeldir. Bu nedenle size yardımcı olması için aşağıdaki şekli hazırladım. Kartograf olmadığım için acemice bir şekil şüphesiz. Ancak yazdıklarım daha rahat anlaşılır diye düşündüm. Şekilde, Lübnan açıklarında gösterilen 4 ve 9 numaralı parsellerdeki siyah benekler Total konsorsiyumunun sondaj yapmayı düşündükleri yerleri gösteriyor. Lübnan ile İsrail suları arasındaki gri renk ile belirttiğim ihtilaflı bölgenin üst sınırı İsrail’in iddia ettiği, alt sınırı ise Lübnan’ın iddia ettiği münhasır ekonomik bölge sınırıdır. Şimdi geçelim karşı sahile, Kıbrıs’a.

Kıbrıs’ta inleyen nağmeler 2 Şubat 2018 tarihinde yani GKRY cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turundan iki gün önce Enerji Bakanı Giorgos Lakkotrypis, Eni’nin 6 numaralı parselde Ocak ayı başında başlattığı ve Kalipso-1 olarak adlandırılan sondajın çok umut vereceğini belirterek aslında bir keşif sinyali vermişti. Ve 8 Şubat 2018. GKRY Enerji Bakanı ve Eni, ΕΝΙ (operatör)/TOTAL ortaklığının 6’ncı Parselde bulunan Kalipso yatağında çok geniş bir doğal gaz damarı keşfettiğini duyurdu. Yapılan açıklamalarda sahanın ne kadar gaz içerdiğini belirleyebilmek için ayrıntılı jeofizik ve jeolojik çalışmalar yapılacağı ve ardından da doğrulayıcı sondaj çalışmaları ve değerlendirilmelerinin gerçekleştirileceği belirtildi. Fakat burada önemli olan yapılan keşfin, Mısır’daki devasa gaz sahası benzeri jeolojik ve jeofizik özelliklere sahip bir petrol sistemine sahip olduğunun belirtilmesiydi. Eni Ceo’su Claudio Descalzi ise 12 Şubat’ta Kalipso sahasının en az 170 milyar metreküp (bcm), hatta 230 bcm’den fazla gaz içerdiğini söyledi. Tabii ki böyle bir rakam, ki Eni genelde “original gas in place” dediğimiz yani sahanın içerdiği düşünülen toplam gaz miktarını verir, ticari olarak çıkarılabilir gaz rakamından farklı olmuş olsa da küçümsenecek bir miktar değil. Ben şahsen Türk Dışişleri Bakanlığı’ndan 6. Parseldeki sondaj hakkında, sondaj öncesinde ve sonrasında çok sert açıklama bekliyordum. Çünkü, GKRY’nin en son ihalesinde Total/Eni konsorsiyumuna verdiği 6 numaralı parsel Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki kıta sahanlığı ile örtüşmekteydi. Örtüşen bölgeler Nisan 2012’de TC Bakanlar Kurulunca Türkiye Petrolleri’ne verilen araştırma ruhsatı içinde yer almaktadır. Ama öyle olmadı. Bakanlık oldukça diplomatik bir mesaj verdi.

181


Ancak, 6 numaralı parselde işini bitiren Saipem 12000 sondaj gemisi 3 numaralı parselde Supia adı verilen hedefte sondaj yapmak üzere yola çıkınca 11 Şubat 2018 tarihinde TC Dışişleri Bakanlığından sert bir açıklama geldi. GKRY’nin Doğu Akdeniz’de tek taraflı olarak yaptığı hidrokarbon faaliyetlerini kınayan açıklamada üçüncü ülkelerde yerleşik şirketlerin, GKRY ile hidrokarbon alanında işbirliği yapmak suretiyle Rum tarafının yapıcılıktan uzak ve Kıbrıs meselesinin çözümü önünde ciddi bir engel teşkil eden tavrını desteklememelerinin beklendiği vurgulandı. Hatırlarsanız, Türkiye ile KKTC arasında Kıta Sahanlığı Sınırlandırma Anlaşmasının 21 Eylül 2011’de imzalanmasının ardından KKTC Bakanlar Kurulu Türkiye Petrolleri’ne KKTC deniz yetki alanlarında 7 bölgede petrol ve doğal gaz arama ruhsatı vermişti (haritada sarı ile çevrili bölge). Verilen bu bölgeler Güney Kıbrıs’ın 7 parseliyle kısmen veya tamamen örtüşmektedir. Bu örtüşen parsellerin dördünde (resimde pembeye boyanmış 2, 3, 8 ve 9 numaralı parseller) Eni operatördür. 11 Şubat Pazar günü uluslararası medyada bir haber dolanmaya başladı: Haberlere göre Saipem 12000 sondaj gemisi Türk savaş gemilerinin tacizleri sonucunda durmuş ve Eni genel merkezinden yeni bir emir gelinceye kadar bekleme kararı almış. Yok, daha neler dedim. Sesli olarak.

Seyrüsefer telekslerini okuyan Saipem kaptanının çığlığı: Mamma Mia! Rum kaynaklara göre, Türkiye bölgedeki deniz ve hava trafiğine uyarı mesajı (seyrüsefer teleksi/Navtex) yayınlayarak, Saipem 12000 gemisinin sondaj yapacağı yeri de kapsayan bir alanda askeri eğitim tatbikatı yapacağını duyurmuş. Hem de sondajın başlaması planlanan tarihte. Çok anlarım ya, hemen deniz kuvvetleri seyir hidrografi ve oşinografi daire başkanlığı sitesinin Antalya Navtex yayın istasyonu kısmına girdim. “Seyhidda denizcilere bildiri numarası” ile başlayan duyurular var. Lazız ya, “da” yı anladım “seyhid”in ne olduğunu çıkaramadım. Neyse, 9 Şubat-22 Şubat tarihleri arasında askeri eğitim ve atış talimi yapılacağı duyurusu ve bana Çince gelen koordinatları buldum. “Harita üzerinde görmek için tıklayınız” kısmında tıklanacak bir şey yok. Haydee! Sardı bir kere. Bu sefer, Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü sitesine dadandım ama Çince öğrenmenin daha kolay olabileceğini fark ettim. Bir de Rumların sitesine baktım. Sonra bir daha bizimkilere. Anladım ki ortada bir Navtext savaşı var. Rumlar bizimkilerin yayınladığı uyarı mesajının, yasadışı ve yetkisiz olduğunu ileri sürüyor. Bizimkiler sanki Dışişleri Bakanlığı açıklaması gibi bir karşı Navtext yayınlayarak daha önceki Navtext’in geçerli olduğunu söylüyor. Rumlar tekrar cevap veriyor. Yok abi kalsın diyorum, bu iş beni aşar. Bu Navtext yağmurunda bir de Saipem 12000 sondaj gemisinin kaptanını düşünün. Kafayı yemiştir herhalde.

182


Lazlık var ya, taktım bir kere. Jeton da köşeli olduğundan işimiz zor. Saipem 12000 nerede, bari onu öğreneyim dedim. Hemen, www.marinetraffic. com sitesine girerek geminin nerede olduğuna baktım. Doğru. Hareket yok. Geminin olduğu yeri yukarıdaki resimde gösterdim. 13 Şubat Salı: Halen Dışişleri Bakanlığı veya başka bir devlet kurumunda bir açıklama görmüyorum. Bizim savaş gemileri mi durdurdu sorusuna cevap bulamadım. Ama uluslararası camiada millet bizi kınama yarışına girmiş: Avrupa Konseyi Başkanı, Avrupa Parlamentosu Başkanı, Yunan Dışişleri Bakanı vesaire liste her baktığımda uzuyor. Sayın Cumhurbaşkanımız da 13 Şubat’ta Kıbrıs’ta haddini aşanları ikaz ediyoruz diyerek karşılık verdi. Levent Kırca’nın repliği aklıma geliyor: “Ne olacak şimdi?”

Ne olacak şimdi? Fransa ve İtalya, Total ve Eni’nin faaliyetlerini içeren bir durum karşısında sizce nasıl bir tutum takınacak? PESCO adında bir şey duydunuz mu? Permanent Structured Cooperation. AB üyesi ülkelerin silahlı kuvvetleri arasında işbirliğini derinleştirmeyi hedefleyen yeni bir yapılanma. Bu çatı altında Fransız ve İtalyan savaş gemileri Güney Kıbrıs Mari’deki Evangelos Florakis Deniz Üssünde konuşlandırılamaz mı? Sonra ne olur? Dahası var. Bu yılın ikinci yarısında ExxonMobil ile kara gün dostumuz Katar’ın ulusal şirketi Qatar Petroleum, GKRY’nin sözde MEB’sinde bulunan10. parselde sondaj yapacak. Yukarıda bahsettiğim olaylar zinciri tekrarlanacak mı? Gerçi söz konusu parsel ne bizim kıta sahanlığımız ne de KKTC’nin TP’ye arama ruhsatı verdiği yerde değil ama Dışişleri Bakanlığı açıklamalarında sürekli altı çizilerek belirtildiği gibi Kıbrıs adasının ortak sahibi olan Kıbrıs Türklerinin doğal kaynaklar üzerindeki asli haklarını hiçe sayan tek taraflı yürütülen bir faaliyet ne de olsa. Sayın Enerji Bakanımız Berat Albayrak’ın yeni alınan Deep Sea Metro II adlı sondaj gemisinin ilk görev yerinin Doğu Akdeniz olacağını açıklamıştı. Peki bu gemi nerede sondaj yapacak? Dış basında yer aldığı gibi altıncı parsel mi? Sonra ne olacak? Daha bitmedi. Bir de yeniden alevlenen Mısır eksenini hesaba katalım. O da nerden çıktı demeyin.

Mısır’ın yersiz tepkisi Tarih 6 Şubat 2018: Dışişleri Bakanı Sayın Mevlüt Çavuşoğlu ile yapılan bir röportaj Yunan Kathimeri gazetesinde yayınlandı ve akabinde Mısır ayağa kalktı. Röportajda Sayın Bakan, Türkiye’nin GKRY ile Mısır arasında 2003 yılında yapılan münhasır ekonomik bölge anlaşmasına olan itirazını Birleşmiş Milletler’e ilettiğini, bu anlaşmanın Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki kıta sahanlığının batı kesimini ihlal ettiğini ve bu nedenle uluslararası hukuka göre geçersiz olduğunu belirtti. Ayrıca, bu bölgenin Ege’de sınırların anlaşılmasından sonra ilgili ülkeler tarafından belirlenmesi gerektiğini ifade

183


etti. (Söz konusu röportaj henüz (13 Şubat) Bakanlık sitesinde yer almıyor) 7 Şubat 2018: Mısır Dışişleri Bakanlığı sözcüsü, Sayın Bakanın açıklamasına cevaben Mısır ile GKRY arasında 2013 yılında yapılan anlaşmanın meşrutiyetinin sorgulanamayacağını, bu anlaşmanın Birleşmiş Milletler tarafından tanındığını ve bahsi edilen alanda Mısır’ın meşru haklarını koruyacağını, bu hakların ihlal edilmesine yönelik girişimleri önleyerek gereğinin yapılacağını söyledi. Ben deniz hukukundan pek anlamam. 15 yıl kadar önce Hazar Denizinin yasal statüsü ve rejimi konusunda epey yazıp çizdiğimden biraz mürekkep yalamışlığım var ama uzman değilim. Bence sayın Çavuşoğlu ne demek istediğini tam olarak izah etmediğinden gereksiz polemik yaratıldı. Türkiye GKRY’yi tanımadığından onların yaptıkları anlaşmaları da tanımıyoruz demek belki daha doğru olurdu. Ayrıca, GKRY ile Mısır arasındaki münhasır ekonomik bölge sınırının bildiğim kadarıyla, haritalarda gördüğüm ve anladığım kadarıyla, Bakan beyin bahsettiği kısımla ilgisi yok. Mısır ile Yunanistan arasında henüz üzerinde hukuki bir anlaşma yapılmış deniz sınırı da yok ama bu ikili ile GKRY arasında deniz yetki alanlarını belirleme konusunda çalışmalar var. Sayın Bakanın Türkiye’nin savunduğu yönteme göre Yunanistan-Mısır-Türkiye-GKRY arasında deniz yetki alanı çizildiğinde Mısır’ın şu anda Yunanistan ve GKRY ile planladığı alanlar karşılaştırıldığında daha kazançlı çıkacağını ifade etmesi yerinde olurdu. Ama olmadı. Haritasız bu konuları anlatmak ve anlamak hiç de kolay değil. O yüzden yanlış anlaşılmalara çok müsait. Dolayısıyla medyamızda yangına körükle gidercesine “Mısır’dan küstah Türkiye çıkışı” diye manşetler yerine daha yapıcı başlıklar atılması bence daha doğru olurdu.

Dervişe sormuşlar: En zor olan nedir? “Söz”dür demiş derviş: Anlaması da zor, anlatması da! Biz kendimizi gerektiği gibi dışarıya anlatamıyoruz ya da anlatmıyoruz. Onların bizi anlamalarını nasıl bekleriz ki? Güney Kıbrıs’ta yapılan hidrokarbon aramalarını 3 paçaya ayırabiliriz. Birincisi, Türkiye’nin kıta sahanlığıyla örtüşen bölgede yapılan faaliyetler. İkincisi, KKTC’nin TP’ye arama ruhsatı verdiği yerlerde yapılan faaliyetler. Üçüncüsü, Kıbrıs Türklerinin haklarını yok sayan diğer yerlerde yapılan faaliyetler. 6. Parselde yapılan arama birinci gruba girer. Parsel 3’te yapılacak sondaj faaliyeti ikinci gruba girer. Exxon/Qatar Petroleum’un 10. Parselde yapacağı arama ise üçüncü gruba girer. Dolayısıyla, bence Güney Kıbrıs’ta yapılan arama faaliyetlerine tepkimizin derecesi bu önem sırasına göre olmalıdır. Şahsi düşüncem. Bu yazı çok uzadı. Diplomatik bir şekilde özetlemek gerekirse, daha önceki yazılarımda da ifade ettiğim gibi keşfedilmiş ve keşfedilmeyi bekleyen

184


doğal gaz/petrol kaynakları dünyanın en karmaşık politik bölgelerinden biri olan Doğu Akdeniz’de çekişmeleri tetikleyip daha da karmaşıklaştıracak ve zaten gergin olan bu bölgeye yeni kaygılar ekleyebilecek olsa da, bölgesel işbirliği, istikrar, enerji güvenliği ve bölge refahı açısından bir fırsat oluşturmaktadır. Ancak, Doğu Akdeniz’e kıyıdaş ülkeleri tek paydada toplayan bu konu, akılcı bir şekilde ele alınmadığı için maalesef birleştirici olmak yerine ayrıştırıcı bir araca dönüşmektedir. Şimdilik doğal ekseninde (birde petrol olduğunu düşünün) karşılıklı meydan okumaların artması, aslına bakılırsa Ortadoğu’nun güvenlik ve istikrarına karşı da ciddi bir tehdit oluşturmakta, çekişmeleri karmaşıklaştırarak mevcut sorunları arttırmaktadır. Tehditlerin fırsata dönüştürülmesi bölge ülkelerinin ve dış güçlerin miyopik politikalardan uzak, akılcı bir ortaklık stratejisi anlayışı çerçevesinde samimi, yapıcı bir diyalog kurarak, dengeli ve pragmatik bir yaklaşımla hareket etmelerini gerektirir. Şu Afrika atasözünün dile getirdiği gibi: “Eğer hızlı gitmek istiyorsan, yalnız git! Eğer uzağa gitmek istiyorsan, hep beraber git!” Bölgedeki aktörler henüz beraber gitme taraftarı olmasa da umudu yitirmemek gerekir. Martin Luther King’in 50 yıl önce yaptığı “bir rüyam var” konuşması, Amerika’yı değiştirmişti. Umarız enerji eksenli böyle bir rüya da Doğu Akdeniz’deki mevcut durumun iyi yönde değişimine önayak olur. Sürç-i lisan ettiysek affola! Kalın sağlıcakla.

185


186


Kıbrıs 13 Mart 2018 Geçen ayki “Doğu Akdeniz jeopolitiğinde doğal gazın dayanılmaz ağırlığı” başlıklı yazım biraz uzun olduğundan dolayı bir kaç konuyu kırpma zorunluluğunu hissetmiştim. Fakat Kıbrıs’ta gittikçe tırmanan gerilim nedeniyle içimde kalmasın diye bu yazımda onlara yer vermek istiyorum. Saipem 12000 gemisinin 3 numaralı parselde sondaj yapmasına Türk Donanması izin vermedi ve İtalyan Eni şirketince kiralanan gemi bir süre orada volta attıktan sonra 23 Şubat’ta Eni için Fas’ta bir sondaj yapmak üzere bölgeden ayrıldı. Derken, Yunanistan’da yayınlanan Kathimerini gazetesi, Exxon şirketinin kiralamış olduğu iki araştırma gemisinin saha araştırması yapmak üzere 10 numaralı parselde çalışmalara başlayacağını duyurdu. İşte film burada parazitlenmeye başladı. Medyamız ve birçok uzman, bu gemilerin 10. Parselde yapacakları çalışmalar esnasında Amerikan donanmasına ait gemilerin Doğu Akdeniz’e gelmesinin çok manidar olduğuna dikkat çekerek savaş gemilerinin aslında tatbikat bahanesiyle geldiğini ve Exxon’un kiraladığı gemileri olası bir Türk müdahalesine karşı koruma amacı güttüklerini bahsetti. Halbuki Amerikan gemileri 2001 yılından beri İsrail ile yapılagelen ve bu sene 4-15 Mart tarihleri arasında gerçekleştirilecek olan Juniper Cobra tatbikatı nedeniyle bölgeye geldi. Ancak bu arada medyada “10. Parselde Türkiye hak ilan etmiyor, Türk ve Amerikan savaş gemileri karşı karşıya gelmez” şeklinde yapılan açıklamalar benim açımdan çok şaşırtıcı oldu. Bir önceki yazımda Güney Kıbrıs’ta yapılan hidrokarbon aramalarına Türkiye’nin neden karşı çıktığını üç ana başlıkta toplamıştım. Birincisi, Türkiye’nin kıta sahanlığıyla örtüşen bölgede yapılan faaliyetler. İkincisi, KK-

187


TC’nin TP’ye arama ruhsatı verdiği yerlerde yapılan faaliyetler. Üçüncüsü, Kıbrıs adasının ortak sahibi olan Kıbrıs Türklerinin adanın çevresindeki doğal kaynaklar üzerindeki asli haklarını hiçe sayan tek taraflı yürütülen faaliyetler. ExxonMobil ile Katar’ın ulusal şirketi Qatar Petroleum’un, GKRY’nin sözde MEB’sinde bulunan 10. Parseldeki faaliyetler yukarda bahsettiğim üçüncü gruba girer. Acaba şimdiye kadar ben mi yanlış anladım demekten kendimi alamıyorum. Bunun en basit göstergesi medyamızdır. Basit bir örnek vereyim. Türk medya organlarında Doğu Akdeniz gazı ile ilgili yapılan haberlerde kullanılan haritalara bir bakın bakalım Kıbrıs’taki münhasır ekonomik bölge veya deniz sınırlamaları nasıl gösterilmiş. GKRY’nin bugüne kadar yaptığı sondaj faaliyetleri, sismik arama ve boru hattı çalışmalarına ilişkin Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamalara ve zamanlamasına bir bakın bakalım Türkiye’nin tepkisi ve derecesi ne olmuş. Sonrada GKRY Dışişleri Bakanlığı web sitesinde Türkiye’nin tepkisine verilen tepkiye ve zamanlamasına bakın. Anında görüntü. Belki bu konu bir gün tez konusu bile olur, kim bilir. Kıbrıs konusunda dışarıda ve dışarıya karşı elimiz belki zayıf olabilir çünkü KKTC’yi Türkiye Cumhuriyeti’nden başka tanıyan yok. Bizim GKRY ama Birleşmiş Milletlerin bizim haricindeki bütün üyelerinin Kıbrıs Cumhuriyeti veya kısaca Kıbrıs olarak adlandırdığı ülke Türkiye’yi işgalci kuvvet, KKTC’yi ise Kıbrıs Türk toplumu, ayrılıkçı rejim veya Kıbrıs’ın kuzeyinde Türk işgali altındaki bölgede tek taraflı ilan edilen rejim olarak görüyor. Maalesef hiç bir dostumuza, kardeşimize, kara gün dostumuza vesaire KKTC’yi tanıttıramadık. Dahası, “Bir millet, iki devlet” derken Azerbaycan’ı kast ediyoruz, Azerbaycan da Türkiye’yi. Ya KKTC? Neden “bir millet, üç devlet” demiyoruz? Peki, üyesi olduğumuz uluslararası kuruluşlarda Kıbrıs Türklerinin

188


haklarını ne kadar savunabiliyoruz? Bu kuruluşlar tarafından yayınlanan haritalarda Kıbrıs adası nasıl gösteriliyor? Hepinizin bildiği bir kurumdan örnek vereyim. Uluslararası Enerji Ajansı. Kıbrıs adı geçen yerlerde iki dip not kullanılır.

Note by Turkey: The information in this document with reference to “Cyprus” relates to the southern part of the Island. There is no single authority representing both Turkish and Greek Cypriot people on the Island. Turkey recognises the Turkish Republic of Northern Cyprus (TRNC). Until a lasting and equitable solution is found within the context of United Nations, Turkey shall preserve its position concerning the “Cyprus issue”. Note by all the European Union Member States of the OECD and the European Union: The Republic of Cyprus is recognised by all members of the United Nations with the exception of Turkey. The information in this document relates to the area under the effective control of the Government of the Republic of Cyprus. GKRY, ajansın üyesi değil. Avrupa Birliği de değil. Ama ajansın yakından takip ettiğinizi tahmin ettiğim Avrupa’da gaz ticaret akışını aylık bazda gösteren haritasında (www.iea.org/gtf/) Kıbrıs adası Cyprus olarak gösteriliyor ve adayı ikiye ayıran bir hat bile yok. Ayrıca şunu da belirteyim ki Mart ayı içindekiler dahil son zamanlarda Türkiye’nin yayınladığı seyrüsefer duyurularında (Navtex) bir şey dikkatimi çekiyor. Şöyle deniyor: “Kıbrıs” 1960 yılında kurulan devlet ile aynı değildir. Bu nedenle “Kıbrıs” isimlendirmesi hiçbir ölçüde veya şekilde GKRY’yi tanıma veya Türkiye’nin 1960 yılındaki garanti anlaşması ile kuruluş anlaşmasından kaynaklanan hak ve yükümlülüklerine zarar vermesi anlamına gelmez. Yani şu anki Türkiye-GKRY seyrüfeser mesajlarında “Kıbrıs” kelimesi üzerinde bir savaş yürütülürken, üyesi olduğumuz organizasyonlarda “Kıbrıs” kelimesinin adanın güneyini ettiğini söylüyoruz. Benim kafam pek almadı ama neyse bu işler zaten beni fazlasıyla aşar. Bakalım bu konular Türkiye ile Avrupa Birliği arasında 29 Mart tarihinde Bulgaristan’ın Varna şehrinde gerçekleştirilmesi planlanan zirvede dile getirilecek mi? Bu arada medyamızın buyurduğu Eni gibi ExxonMobil de gidecek mi? Bakalım Doğu Akdeniz daha ne çeşit gelişmelere gebe kalacak. Bakalım deniz yetki alanları konusunun Kıbrıs’ta kalıcı ve adil bir çözüm bulunması yolundaki en önemli sorunlardan biri olduğu ne zaman anlaşılacak. Temennimiz, etkin ve güçlü diplomasinin kaba kuvvetten daha önemli sonuçlar doğurabileceğinin idrak edilmesi. Bir başka temennim de bu yazımın Doğu Akdeniz gazı konusundaki son yazım olması. Artık bu konuda uzun bir süre bir şey yazmak istemiyorum. Kalın sağlıcakla.

189


190


Avrupa Doğal Gaz Arz Talep Dengesi ve Beraberinde Getirdiği Sorular 9 Nisan 2018 Gerçeği söylemek gerekirse, bu makalemi aşağıdaki grafik ve bir paragraf metinle bitirmek isterdim. Ancak, aklınıza gelebilecek yüzeysel soruları azaltmak ve kafanızda derin soruların oluşmasına yardımcı olmak için biraz açayım.

Birinci perde: Buraya nasıl gelindi? Grafiğin birinci kısmı 1990-2017 yılları arasında Avrupa Birliği (AB) doğal gaz üretim, tüketim ve net ithalat verilerini gösteriyor. 1996 yılında zirve yapan AB doğal gaz üretimi, 2004 yılına kadar nispeten yatay bir seyir izledikten sonra hızla düşmeye başladı. 2014 yılından sonra Hollanda’da bulunan AB’nin en büyük doğal gaz sahası Groningen’de çeşitli nedenlerden ötürü (asıl konumun dışına çıkmamak için bunlara gir-

191


miyorum) üretim miktarına getirilen kota nedeniyle bu düşüş hızlandı ve 2017 yılında 128 milyar metreküpe (bcm) geriledi. Yani, 1996 yılındaki zirvesinden bu yana AB doğal gaz üretimi yüzde 70’ten fazla düştü. AB doğal gaz tüketimi ise 1990- 2006 yılları arasında neredeyse yüzde 50 arttıktan sonra 4 yıl zikzak yaptı ve sonrasında 2014 yılına kadar yüzde 20’den fazla düştü. Sonrasındaki hızlı toparlanmaya rağmen 2017 yılındaki gaz tüketimi (491 bcm) halen 2010 yılındaki seviyenin altında. Konuyu dağıtmamak için nedenlere burada girmiyorum. Zaten biliyorsunuz. Gelelim birinci perdenin son sahnesi olan net gaz ithalatına. Tüketim ve üretim arasındaki fark açıldıkça haliyle AB’nin net gaz ithalatı da artmaya başladı. 2003 yılından itibaren AB’de tüketilen gazın yarısından fazlası ithalat yoluyla temin edilmeye başlandı. 2017 yılında bu oran yüzde 75’e dayandı.

İkinci perde: Gelecek nelere gebe? AB’de doğal gaz üretim, tüketim ve net ithalatının gelecekte nasıl bir seyir izleyeceğini şüphesiz bilemeyiz. Ancak saygın kurum ve kuruluşlar tarafından birçok parametre dikkate alınarak yapılan 2030 ve 2040 yıllarına ilişkin tahminlerin ve senaryoların yer aldığı birçok çalışma bize biraz olsun ışık tutabilir. Bu konuda son birkaç yıldır yapılan hemen hemen tüm çalışmalara dayanarak hazırladığım özeti ise grafiğin sağında göstermeye çalıştım. Fakat burada kendime torpil geçtim ve halen çalıştığım kurumda 11 yıl önce yaptığım tahminleri de dahil ettim. Neden mi? Çünkü halen o tahminlerimin arkasında duruyorum. Önümüzdeki 20 küsur yılda AB’nin doğal gaz tüketimi, üretimi ve net ithalat ihtiyacı ne olacak sorusuna cevap aramak çok abes gibi gözükebilir. Ancak milyar dolarlarla ifade edilen yatırımlar, bunların jeopolitik yansımaları ve politik mücadeleler göz önüne alındığında bu abeslik başka şekillere bürünür. AB’nin gelecekteki doğal gaz talebi konusunda yapılan 20 farklı senaryoya bakıldığında ilk göze çarpan şey belirsizliğin ne kadar büyük olduğudur. Haliyle 2040 yılına doğru yaklaşıldığında bu belirsizlik gittikçe artıyor. En iyimser ve en kötümser tahmin arasındaki fark 2040 yılı için 250 bcm. Yani 2017 yılı AB gaz tüketiminin yaklaşık yarısı kadar. Kim haklıdır, kim haksızdır, kimin ki daha doğrudur diye bir şey söylememiz mümkün değil tabii ki. Bu yüzden medyan ortalamayı almak bence tarafsız bir seçim için makul bir yaklaşımdır. Yapılan tahminlerin yarısı medyan ortalamanın altında, diğer yarısı da medyanın üstünde kalacaktır. 2030 yılı için medyan ortalama 465 bcm, 2040 yılı için 455 bcm. Yani 2017 seviyesinin altında ki en son çalışmalarda da belirtildiği üzere AB gaz talebinin uzun vadede yatay bir seyir izleyeceği beklentisiyle uyumlu. Bahsettiğim medyan ortalamaları grafikte mavi dörtgenlerle belirttim.

192


AB’nin doğal gaz üretimi konusunda yapılan tahminler arasındaki fark talepte olduğu kadar büyük değil. Tüm tahminler AB gaz üretiminin düşmeye devam edeceği yönünde. Bazıları bu düşüşün yavaş olacağını, diğer bazıları da hızlı olacağını tahmin ediyor. Şimdiye kadar yapılan çalışmaların medyan ortalaması AB doğal gaz üretiminin 2040 yılında 75 bcm’e kadar düşeceğini işaret ediyor. Grafikteki kırmızı yuvarlakla gösterildiği gibi. Mart ayı sonunda Hollanda hükümetinin aldığı bir karar sonrasında büyük bir olasılıkla ben hariç herkes AB doğal gaz üretim tahminlerini tekrar aşağı doğru revize edecek. Hatırlarsanız Hollanda, kıta Avrupası’nın en büyük doğal gaz sahası olan Groningen’de üretimi kademeli bir şekilde azaltarak 2030 yılında sıfıra indirilmesine karar vermişti. Ben hariç herkes revizyon yapacak dedim çünkü AB doğal gaz üretim tahminleri sıralamasında en kötümser tahmin benim 11 yıl önce yaptığım ve halen arkasında durduğum tahmin. Nasılsa er ya da geç herkes en azından benim rakamlarıma inecek. Gelecekle ilgili üretim ve talep tahminlerinden bahsettik. Ya gaz ithalat ihtiyacı. Basit. Talep eksi üretim. Benzer şekilde medyan ortalamaları kullandığımızda AB’nin 2030 ve 2040 yıllarında net gaz ithalat ihtiyacı sırasıyla 370 bcm ve 385 bcm olarak karşımıza çıkıyor. Grafikte açık turuncu ile gösterilen çubuklar. 2017’de AB’nin net gaz ithalatı 363 bcm idi. Buyurun AB’nin gelecekte ne kadar ek gaz ihtiyacı olduğunu siz hesaplayın.

Üçüncü perde: Bu gaz nereden gelecek? Hepiniz Avrupa piyasasına doğal gaz temin amacıyla boru hatları ve LNG projeleri için kıran kırana geçen rekabete tanık oluyorsunuz. Rusya, Ukrayna transit ayağını keserek TürkAkım-2 ve Kuzey Akım-2 ile Avrupa’yı batıdan ve doğudan fethetme derdinde. Avrupa Birliği’nin tüm organlarında Rusya’dan gelecek yeni boru hatları konusunda bir meydan savaşı veriliyor. Danimarka, Kuzey Akım-2’ye izin konusunda tarihinin en büyük dış politika sınavlarından birini veriyor. Almanya’da seçimler nedeniyle meydanı bir süre boş bırakan Merkel AB’ye “burada benim borum öter” demeye devam ediyor. Baltık ülkeleri Amerikan LNG ile flörtünü artık her platforma taşımaya başladı. AB, Rus gazının Ukrayna geçişine devam etmesi için mücadele verirken, Ukrayna Katar’dan LNG getirme sevdasına düştü ama bunun kara bir sevda olduğunu henüz anlamış değil. “Boğazlardan LNG tankeri geçirtmeyiz” diye bir tepkiyle karşılaşmadığı için “bu sevdaya devam” diyor. Yukarıda verdiğimiz medyan ortalama esas alındığında, 2030 yılında AB’nin net gaz ithalatının %3’ü bile etmeyecek Azeri gazı veya Doğu Akdeniz gazı medyada heyecan yaratmaya devam ediyor. Ya Putin? İnceden inceye tüm bu olan bitene gülüyordur herhalde. Nedeni basit. Satranç yanında matematik yapma kabiliyeti var. Bildiğiniz gibi AB’nin net gaz ithalatının yaklaşık %90’ı üç ülke tarafından sağlanıyor. Rusya, Norveç ve Cezayir. Norveç bir süre daha AB’ye rekor gaz ihracına

193


devam edecek. Ama bırakın 2040’ı 2030 yılında bile geçen senekinden daha az gaz verebilecek. Cezayir ha keza. Norveç’in eksiğini kim doldurur sizce? Rus gazı mı, LNG mi? Bir boru hatları haritasına bakın (tercihen GIE’nin haritasına) bir de Norveç gazının son duraklarına. Kuzey Akım-2’nin Rusya için ne kadar önemli olduğu daha netleşecektir. Benzer şekilde Cezayir’i inceleyin ve kontratların neden yenilenmediğini düşünün. Sonra Nisan ayı başında İtalyan Snam şirketi CEO’sunun Moskova’da TürkAkım-2 için ne konuştuğunu göz önünde bulundurun. Üstüne bir de Gazprom’un Orta ve Doğu Avrupa’da fiyat ve kontrat şartları konusunda AB Komisyonu ile anlaşmasını ekleyin. Bu liste uzar gider. Geçen yılki ISTRADE toplantısında yaptığım sunumda bunları bir giyim mağazasının yaptığı indirimi gösteren bir resimde özetlemiştim aslında. Mağazanın vitrinindeki mankenlere giydirilen pantolonlar dizlere kadar indirilmişti ve ekranda kocaman bir panoda şu yazıyordu: “Pantolonları indirdik sizleri bekliyoruz.” Rusya’nın mesajı açık: Buyurun gelin benle rekabet edin edebiliyorsanız. Son birkaç yıldır AB’de bu kadar Rus gazı karşıtlığına, tedarikçi ve tedarik yolu çeşitlendirilmesi hakkında süslü söylemlere rağmen neden acaba Rus gazı ithalatında rekor üstüne rekor kırılıyor? Hani LNG kurtarıcıydı? Göklere çıkartılan Amerikan LNG’si ağırlıklı olarak nereye gitti? Parayı verenin düdüğü çaldığı pazarlara değil mi? Peki size bir soru sorayım. Rus gazı yerine daha güvenli olacağını hissettiğimiz tedarikçilerden ama daha pahalıya gaz alalım faturayı da nasılsa tüketiciler öder diye bir şey ortaya atılsa gaz talebi artar mı azalır mı?

Son perde: Kıssadan hisse Göz ardı edilemeyecek büyüklükte kaya gazı potansiyeli olmasına rağmen kaya gazı üretimini yasaklayan ama kaya gazını LNG olarak ithal ettiği için sevinçten uçan bir zihniyet var Avrupa’da. Şaşırmamak gerekir. Mesela Fransa’da biz kediye kedi deriz derler ama şu anda devam etmekte olan büyük çaplı greve grev demezler de sosyal hareket derler. Avrupa’daki resim ortada. Tek başına kaynak ve tedarik yolu çeşitlendirilmesiyle arz güvenliği sağlanamaz. Fiyatın da makul düzeyde olması gerekir. Ancak bu da yeterli değildir. Fiyat ucuz dahi olsa ithalat bağımlılığınız artıyorsa ülke refahından ödün veriyor, sanayi sektörünün dış pazarlarda rekabetini azaltıyor, ekonomiye yük bindiriyorsunuzdur. Milli enerji veya yerli üretim, nasıl adlandırılırsa adlandırılsın, dışa bağımlılığın azaltılması ve yerli kaynakların geliştirilmesi bu yüzden son derece önemlidir. Avrupa henüz bunu kavrayamadı. Umarım biz aynı hataya düşmeyiz ve bir an önce yerli gaz üretimi için çok daha çalışır ve kaya gazına üvey evlat muamelesi yapmayız.

194


Kuzey Akım-2 Avrupa’da Kimin Borusunun Öttüğünü Mü Gösterecek? 9 Mayıs 2018 Kuzey Akım-2 doğal gaz boru hattı projesi, giderek büyüyen jeopolitik boyutu nedeniyle öyle önemli bir gündem maddesi haline geldi ki, artık projeyi Avrupa Birliği’nde kimin borusun öteceği konusunda yapılan savaşın adıdır diye tanımlamak pek abes kaçmaz herhalde. Hatırlarsanız, Kasım 2015 sonunda yedi AB üyesi enerji bakanı (Polonya, Romanya, Macaristan, Slovakya, Litvanya, Letonya ve Estonya) Kuzey Akım-2 (NS-2)’ye karşı olduklarını AB Komisyonu’na iletmişlerdi. Ancak, sinek küçüktür ama mide bulandırır muamelesi görmüşlerdi. Gelgelelim, Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesi ve sonrasında yaşananlar, Brexit nedeniyle İngiltere’nin Avrupa Birliği’nde (AB) ağırlığının azalması, Almanya’daki seçimlerden Merkel’in yara alarak çıkması, İtalya’da bitmeyen koalisyon arayışları, İspanya’da Katalonya tartışmaları, ABD’nin Rusya’ya yaptırımlarının NS-2’yi de içine alacak şekilde genişletilmesinin düşünülmesi yanında ABD LNG’sinin yeni bir koz olarak devreye girmesi, Ukrayna-Polonya-Baltık Ülkeleri önceliğinde bir grup üyenin AB’de seslerini daha çok yükseltmesi, derken Macron’un AB’de giderek güçlenmesi dahil bir çok neden, projenin ticari boyutunun arka sıralara itilmesine ve siyasi boyutunun ön saflara çıkmasında önemli rol oynadı.

Kuzey Akım-2 ticari mi yoksa siyasi bir proje mi? Bu soruya cevap aramak benim işim değil. Her iki argüman konusunda çok yazılıp çizildi zaten. Siyasi diye niteleyenlerin temel dayanağı NS-2 ve Türk Akım (1-2) projelerinin hayata geçirilmesiyle Rusya’nın Ukrayna üzerinden gaz akışını sonlandırması ve böylece Ukrayna’nın 3 milyar dolar (2018 tahmini) dolar başta olmak üzere bazı ülkelerin transit gelirlerinin kesilmesidir. Yani önemli bir gelir kaynağı ortadan kalkacak. Eğer böyle olursa Ukrayna bir an

195


VYBORG

UST-LUGA

SAİNT PETERSBURG

RUSYA

RUSYA

ALMANYA

Kuzey Akım Doğalgaz Boru Hattı Kuzey Akım Doğalgaz Boru Hattı 2

önce rehabilite edilmesi gereken boru hatları için kaynak bulmada zorlanmaz mı? Acaba Ukrayna AB’ye iki avucunu birden açmaya mı zorlanacak? Bu durum AB’ye ek bir mali yük getirir mi getirmez mi? Peki, AB Ukrayna’yı sizce ne kadar süre finanse eder? Ukrayna’nın gaz transit görevi ortadan kalkarsa AB için önemi artar mı azalır mı? Ticari bir proje olduğunu savunanların da güçlü argümanları var. Proje AB’den herhangi bir mali yardım talep etmedi. Dahası, BASF, Uniper, Shell, Engie ve OMV gibi şirketler projenin finansmanı için istekli olduklarını açıkladı. Peki, bu şirketler 11 milyar dolarlık böyle bir projenin ticari olup olmadığını anlamayacak kadar acemi mi? Rusya’nın hem siyasi hem ticari argümanlarının olması çok doğal. Avrupa’da en çok gaz sattığı ve Avrupa’da ilişkilerinin en iyi olduğu ülkeye doğrudan gaz satmak istemesi çok doğal değil mi sizce? Böylece geçmişte yaşadığı ve başını çok ağrıttığı transit sorunlarından kurtulmuş olacak. Almanya’nın Rusya’nın güvenilir bir tedarikçi olduğu konusunda bir şüphesi yok herhalde ki Rusya’ya daha fazla bağımlı olmak konusunda herhangi bir endişe duymuyor. Herhalde ekonomik çıkarı olacağını da hesaplıyordur. Almanya’da neden LNG terminali yok acaba? 2011 ve 2017 yıllarında planlanan LNG projeleri NS-2 gerçekleşirse hayat bulur mu?

AB organlarını doğrayan Kuzey Akım-2 Çeşitli AB organlarının NS-2 konusunda görüş birliği olduğu söylenemez. Geçen yıldan beri AB Gaz Direktifinde yapılması istenen değişiklikleri içeren taslak kaç kez elden geçirildi bilmem ama yankıları ve tartışmaları

196


artarak devam ediyor. Yeni düzenleme üçüncü ülkelerden AB’ye gelen tüm doğal gaz boru hatlarının AB müktesebatına yani üçüncü gaz paketine uyması zorunluluğunu getirmeye çalışıyor. Yani boru hatlarında üreticilerin ayrışması, üçüncü taraflara erişimin sağlanması, ayırımcı olmayan bir tarif vesaire. Birçok kişiye göre asıl hedef NS-2. AB ülkeleri münhasır ekonomik bölgelerinden geçen boru hatları AB müktesebatına tabi olmalı mı olmamalı mı sorusu AB organlarını bölmüş durumda. Mesela, AB yasal ofisine göre AB’nin offshore boru hatlarında düzenleme ve yaptırım gücü bulunmuyor. AB Komisyonu ise var diyor. Bu var yok tartışması devam ederken Avrupa’ya Cezayir ve Libya’dan gelen boru hatlarının akıbeti de haliyle gündeme geldi. AB Komisyonu baktı ki bu iş çığırından çıkacak, acaba yeni yapılacak boru hatlarında mı uygulasak diye kıvırmanın peşinde. NS-2 karşıtlarının öne sürdüğü ve AB Enerji Direktörü Ristori’nin de dile getirdiği bir diğer konu NS-2’nin gaz arz kaynakları ve tedarik yollarında herhangi bir çeşitlendirme sağlamayacağıdır. NS-2 taraftarlarının verdiği cevap ise AB Komisyonu’nun üye ülke enerji politikalarına burnunu fazla sokmasının doğru olmadığıdır. Yani, enerji politikalarında tüm ipleri komisyona vermek ‘istemezük’ demekteler. AB’nin 2011’de bazı şirketlere baskınlarıyla başlayan ve 2012’de alevlenen Gazprom’a karşı başlattığı anti tröst soruşturması halen devam ediyor. Hedef özellikle Gazprom’un Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Polonya, Slovakya, Latvia, Letonya ve Estonya’da Gazprom’un piyasa bozucu eylemleri. Türkçesi, Gazprom’un bu ülkelerdeki şirketlerle yaptığı gaz kontrat yapılarının Kuzey Batı Avrupa’dakilere yakınlaşması. 2015 yılında Avrupa Komisyonu iddianame gibi bir rapor hazırlamış, geçen sene de Gazprom buna karşılık vererek arayı bulmaya çalışmıştı. Gelinen nokta Gazprom’a cezai bir yükümlülük getirmeyecek şekilde uzlaşı sağlanacağını işaret ediyor. Polonya’nın ceza verilmesi konusunda aşırı baskısına rağmen. Gazprom, Komisyon’un AB müktesebatı çerçevesinde öne sürdüğü savlara yaklaşmaya başladı zaten. Petrole endeksli sözleşmeler yerine hub fiyatlarını da esas alacak hibrid fiyat yapısına sıcak bakıyor. GazpromExport yetkililerinin yaptıkları sunumlarda Gazprom’un Avrupa’daki müşterileriyle olan kontratlardaki fiyat yapıları da bunu yansıtıyor. Ancak Gazprom’un petrol endeksli kontratlardan fazla uzaklaşmasını beklemek de hata olur. Gazprom, uzun vadeli kontratların yanında spot ticarete artık uzak durmuyor. Örneğin Gazprom, 2015 ve 2016 da 3,6 milyar metreküp (bcm) spot gaz satışı arzında bulunmuştu. Miktar küçük ancak göstermelik de olsa bir gelişme kaydedildi. AB’nin illegal olarak nitelendirdiği “destination clause”un kontratlardan kaldırılmasına Gazprom da artık soğuk bakmıyor. Halen Avrupa’da kaç şir-

197


ketin Gazprom ile “destination clause” içeren kontratı bulunuyor?

Rusya’nın karşı saldırısı Gazprom’a piyasa bozucu ve tekelci yaklaşımı nedeniyle savaş açan AB Komisyonu’na Rusya da kayıtsız kalmıyor tabii ki. Rusya, Dünya Ticaret Örgütü’ne başvurarak AB’nin dediğimi yap ama yaptığımı yapma politikası izleyerek Avrupa’da piyasa bozucu bir tavır sergilediği konusunda şikayetlerini dile getirdi. Avrupa’da bazı boru hatlarının (herhalde özellikle Trans Adriatic Pipeline-TAP’ı hedef gösteriyor) AB Gaz Direktifi yükümlülüklerinden muafiyetinin doğru olmadığını, Project of Common Interest denilen ortak çıkar projeleriyle bazı boru hatları, LNG tesisleri ve alt yapılarına mali destek (yani sübvansiyon) vermenin rekabetçi ve liberal bir piyasaya uygun olmadığını ifade ediyor. Ayrıca, AB’nin üçüncü paketinin ayrımcılığa yol açtığını ve Rus şirketlerinin alt yapı yatırımlarını engellediğini iddia ediyor. Dünya Ticaret Örgütü konuyu araştırmak için bir komisyon kurdu. Ortak çıkar projeleri adı altında AB’nin bazı gaz alt yapı projelerine finansman sağlaması Rusya için önemli bir koz oldu. Konunun çok karmaşık olduğunu öne sürerek nihai raporunu sürekli geciktiren Dünya Ticaret Örgütü bakalım nasıl bir karar verecek.

Sen neymişsin be Kuzey Akım-2! Kuzey Akım’ın akıbeti Rusya için çok önemli. Biliyorsunuz Stockholm Tahkim Mahkemesi’nin verdiği kararda Gazprom ağır bir yenilgiye uğradı. 2019 sonunda Gazprom’un Naftogaz ile olan transit anlaşması sona eriyor. Eğer NS-2’nin yapımı bir şeklide geciktirilirse Rusya transit anlaşmasını yenilemek zorunda kalacak. Üstelik tüm kozların Ukrayna’nın elinde olacağı bir ortamda. Bu yüzden TürkAkım-2’nin akıbetinin ne olacağı da çok önemli. Rakamlarla sizleri sıkmak istemem. Beyin jimnastiği yapmanız açısından şu parametrelere dikkatinizi çekmek isterim. Rusya geçen sene Ukrayna üzerinden 93,5 bcm gaz geçirdi. TürkAkım-1 ve 2, Kuzey Akım-2 projelerinin kapasitelerini göz önüne alıp ileride Avrupa gaz ithalat ihtiyacını da hesaba katarak çeşitli simülasyonlar yaparsanız Rusya’nın zaman akışı içinde opsiyonlarını kağıda dökebilirsiniz. Bu arada Merkel’in geçen ay yaptığı Ukrayna üzerinden transitin tamamen ortadan kaldırılmaması gerektiği yönündeki açıklamaları ve AB’nin 31 Temmuz 2018’de sona erecek Rusya’ya karşı yaptırımların uzatılıp uzatılmayacağını da göz önüne almakta fayda var. Bu opsiyonların uzantılarını da hesaba katmak isterseniz Rus gazının ileride Avusturya veya İtalya’ya akma olasılığını, dolayısıyla Baumgarten ve PSV’nin ne şekil alabileceğini de kurgulayabilirsiniz. Bilmem Kuzey Akım2’nin yapılıp yapılmamasının ve zamanlamasının ne kadar önemli olduğunu anlatabildim mi?

198


Avrupa’yı LNG kurtaracak LNG, Avrupa’yı Rus gazına olan bağımlılıktan kurtaracak diye bir cümle gördüğümde içimden hep bir kelimelik bir yorum geçiyor ama o bir kelimeyi burada üç kelime ile ifade edeyim: Hadi canım sende! 2004, 2006, 2009 gaz krizlerinden beridir hep aynı terane. Mesela 2014 yılında AB Komisyonu Avrupa Enerji Güvenliği Stratejisini yayınladı. Öncesinde ve sonrasında yayınlanan ve benzer söylemler içeren bu tip raporlarda hep Avrupa’nın Rusya’ya olan bağımlılığının azaltılması (çoğu zaman Rusya ismi geçmeden), arz kaynaklarının ve tedarik yollarının çeşitlendirilmesinden ve LNG’nin öneminden bahsedildi. 2016 yılındaki AB LNG stratejisinde LNG sanki bir kurtarıcıymış gibi lanse edildi. ABD’nin de özellikle birkaç senedir Avrupa’nın Rusya’ya olan enerji ithalat bağımlılığını azaltması gerektiği yönündeki telkinlerini biliyorsunuz. ABD, Rusya’nın doğal gazı bir dış politika aracı olarak kullandığını yıllardır dile getiriyor. Ukrayna dahil merkez ve doğu Avrupa ülkeleri ve baltık ülkelerinin gazda Rusya’ya olan aşırı bağımlılığından hiç hoşnut olmayan ABD, nedense bu ülkelerde doğru dürüst liberal piyasanın olmadığını, kamu şirketlerinin piyasadaki ezici ağırlığını, bu kamu şirketlerinin Gazprom ile yaptıkları kontratlarda yoksuzluk-rüşvet sarmalının nasıl bir rol oynadığını, liberal ekonomi ile peşkeş çekmek arasındaki farkı anlayamadığı ve göz ardı ettiği için olsa gerek kurtuluşu başka yerlerde göstermeye çalıştı. AB de bunu destekler tutum sergiledi. Şimdi gelelim gerçeklere. AB gaz talebi 2010-2014 yılları arasında düşerken doğal gazın enerji yelpazesi ve elektrik üretimindeki ağırlığının azaltılması ve yenilenebilir enerji kaynaklarına hücumla birlikte enerji arz güvenliği kanıksanır hale geldi. Sonra ne oldu? Son üç yıldır gaz talebi habire arttı. Rusya’dan yapılan gaz ithalatı son üç yıldır rekor üstüne rekor kırdı. AB’nin 212 bcm olan LNG yeniden gazlaştırma kapasitesinin (2017 yılı) yüzden 70’den fazlası atıl kaldı. 2017 yılında LNG’nin toplam AB gaz ithalatındaki payı yüzde 15 bile değildi. Yine aynı yıl Amerikan LNG’nin AB LNG ithalatındaki payı sadece yüzde 4’tü. Neden?

Üç basit nedenden bahsedebiliriz. Birincisi, gaz ticaretini şirketler yapıyor, devletler değil. Şirketler kar nerdeyse ona bakar. Paranın imanı yoktur derler ya, özel şirketler mümkün olduğu sürece kimin gazı ucuz ise ondan gaz almak ister. Bile bile pahalıya alınan gazın faturasını da (security premium denen görünen el zammı) vatandaş öder. İkincisi, AB ülkeleri gaz boru hatlarıyla birbirlerine tam entegre olmadığından gaz batıdan doğuya gidemiyor. Örneğin, İspanya’nın 67 bcm olan LNG yeniden sıvılaştırma kapasitesinin (neredeyse AB kapasitesinin üçte biri) çoğu atıl duruyor. Ancak, özellikle İspanya ile Fransa arasında-

199


ki bağlantı kapasitenin yetersiz olması ve Fransa’nın tutumu nedeniyle bu kapasitenin arttırılması yönünde bir şey yapılmıyor. Durum böyle olunca İspanya’ya potansiyel olarak getirilebilecek LNG sıvılaştırılıp boru hatlarıyla doğu Avrupa’ya gönderilemiyor. Neden? Çünkü birilerinin işine gelmiyor. Rus gazına bağımlılıktan bizi kurtarın diye AB’de haykıran bazı ülkeler de de durum buna benzer. Belki de rekabete açılmak piyasada baskın güce sahip bazı kamu şirketlerinin işine gelmiyor. ABD’de gaz piyasasının liberalizasyonu 25 yıl almıştı (1978 Doğal Gaz Kanunu ile başlamıştı) ama AB Komisyonu istiyor ki Polonya, Ukrayna gibi ülkelerde şipşak liberal piyasaya geçilsin. Bu bir süreçtir. Sözde Arap Baharı olan ülkelerde benzer şeyi görmüyor muyuz? Şak diye demokrasiye geçilemiyormuş demek ki. Avrupa ve Amerika’daki birçok politikacı köşeli jeton kullanıyor olmalı ki bunu anlaması oldukça zaman alıyor. Üçüncüsü, LNG bazı ülkeler tarafında gerçek anlamda bir arz çeşitlendirilmesi olarak kullanılacağı yerde Gazprom’dan fiyat ıskontosu almak için bir silah olarak kullanıldı. Bu genel bir durum değil tabii ki. Tartışmaya açık, yanlış bir şey de değil. Litvanya 2014 yılında FSRU’ya sahip olur olmaz ne yaptı? Gazprom ile pazarlığa oturdu ve yüzde 23 fiyat indirimi aldı. LNG’nin oynayacağı rol konusunda iyimserlik ve kötümserlik dengesini iyi kurmak gerekir. Bernard Shaw’ın dediği gibi “unutmayın, uçağı iyimserler icat etti ama paraşütü bulan bir kötümserdi.”

AB’de büyük oyun Gaz Direktifinde AB Komisyonu’nun önerdiği değişikliklerin hem Avrupa Parlamentosu hem de Avrupa Konseyi tarafından kabul edilmesi gerekiyor. Bildiğimiz kadarıyla her iki kanalda da konu üzerinde büyük tartışmalar yaşanıyor. Olay sadece Kuzey Akım-2 değil. Üye ülkelerin AB ve Komisyona güç devri ya da dizginleri teslim etme konusundaki isteksizlik ve güvensizlikleri artık bıktırıyor. ‘Ne yani yeni bir direktifle tuvalete nasıl çıkacağımızı da mı düzenleyecekler?’ diyenlerin sayısı her geçen gün artıyor. İster ticari ister jeopolitik bir proje deyin, Kuzey Akım-2 projesi AB’de yaşanan bir güç çatışmasına dönüşür hale geldi. Jeopolitikanın karın doyurmadığına inananlar bu tip projelerin uzun vadede ülke ekonomisine nasıl fayda sağlayacağının hesabını kitabını yapmışlardır. Hani derler ya uluslararası ilişkilerde dostluk yoktur, çıkarlar vardır. O yüzden bırakın dostluğu, güveni bir yana, ‘ağzından bal damlayan arının bile kıçında iğne var’ tabirine de kulak asmak gerekir. AB’de büyüklerin yokluğundan veya başka işlerle meşguliyetinden istifade edip şımarıklık yapmaya kalkan çocuklara bakalım nasıl davranılacak. Tolstoy’un “Kimse, kimseyi küçümseyecek kadar büyük değildir. Küçümsediğin her şey için gün gelir önemsediğin bir bedel ödersin” sözü dikkatli

200


olan büyüklerin göz önünde olacaktır. Ortada büyük bir oyun mu var bilemeyiz. İsteyen istediği komplo teorisini savunabilir. Benim için aşağıdaki olay daha önemli. “Çocuğun biri berbere girince berber tıraş ettiği müşterisine der ki; şu içeri giren çocuk var ya dünyanın en salak insanı. Bak izle şimdi der ve çocuğu yanına çağırır. Bir elinde 1 TL diğer elinde 5 TL çocuğa uzatır ve hangisini istiyorsun diye sorar. Çocuk da 1 TL’yi alır ve çıkar. Adam müşterisine dönerek, gördün mü tam bir aptal der. Daha sonra müşterisi tıraşını olup dışarı çıktığında az ileride dondurma yemekte olan çocukla karşılaşır ve çocuğa neden 5 TL yerine 1 TL’yi aldın diye sorar. Çocuk dondurmasını yalayarak şu cevabı verir: Ben o 5 TL’yi aldığım gün oyun biter.” Ne demiş Puşkin: Oyun bitince şah da piyon da aynı kutuya konur. Kalın sağlıcakla.

201


202


Trump Yaptırımlarının Perde Önüne Tepeden Bir Bakış 14 Haziran 2018 ABD Başkanı Trump’ın, Mart ayında ABD’nin çelik ve alüminyum ithalatına sırasıyla yüzde 25 ve yüzde 10 ek gümrük tarifesi koyma kararından beri dünya ekonomi gündemi ticaret savaşlarından bahseder hale geldi. Trump, 8 Mayıs 2018’de ABD’yi İran nükleer anlaşmasından çekeceğini duyurdu. Gerçi, 9 Mayıs 2018 tarihinde Türkiye’deki gazetelerin birinci sayfalarında ya bir kaç cümleyle küçücük bir alanda değinilmiş ya da hiç yer verilmemiş olsa da bu haber global gündeme bomba gibi düştü. Trump’ın her iki bombasının bizim basınımızda birinci sayfaya uygun bir haber olarak görülmemesi bana Ömer Hayyam’ın bir sözünü hatırlattı: Yerin üstüne baktım, uykuya dalmışlar; Altına baktım, çürüyüp toprak olmuşlar. Gerçi dünya basınında adamın yaptığı her şeyin neden şok etkisi yarattığını tam olarak anlayabilmiş değilim. Dünya kamuoyu herhalde seçim öncesi bol kepçeden atılan vaatlerin yerine getirilmemesine öyle alışkın ki söylenen şeyin yapılması tuhaf geliyor. Trump, Amerika önce gelecek dedi mi? Dedi. Ekonomiyi güçlendirmek, istihdamı arttırmak için her şeyi yapacağız dedi mi? Dedi. İran nükleer anlaşmasını ve Paris iklim anlaşmasını yırtıp atacağız dedi mi? Dedi. Müttefiklerimiz bizim borumuzu öttürecek dedi mi? Belki doğrudan demedi ama ima etti. O halde, borusunu öttürmek istemeyenlerin ekonomilerini vurmasına neden şaşırılıyor ki? Trump’ın getirdiği bu yaptırımları (gümrük tarifesini de bir nevi yaptırım olarak değerlendiriyorum) bu ayki yazımda işlemek istedim. Ancak tek bir makalede toparlayamayacağımı fark edince yazıyı üçe bölmeye karar verdim. Yani, üçü bir arada gibi bir şey oldu. Okumakta olduğunuz birinci makalede ana hatlarıyla Trump yaptırımlarının hangi amaçlara hizmet ettirilmek istendiği üzerine bir beyin jimnastiği yapacağım. İkinci makalede Trump’ın çelik ve alüminyum tarifeleriyle tetiklenen ticaret savaşlarının Av-

203


rupa Birliği ve Çin ayağına değineceğim. Üçüncü makalede ise İran yaptırımlarına göz gezdireceğim. Trump’ın çelik ve alüminyum tarifeleri için iki gerekçe sunuldu: Birincisi, ulusal güvenlik için hayati önemde olmaları. İkincisi, artan ithalat yerli üreticileri tehdit ettiğinden bu sektörleri korumak ve yerli üretimi arttırmak. Gerçi, artan çelik ve alüminyum ithalatının neden ulusal güvenliğe bir tehdit olduğu konusunda söylenenler pek inandırıcı gelmiyor çünkü Amerika’da savunma ve çoğu devlet altyapı yatırımlarında zaten kanunen yurt içinde üretilen çeliğin kullanılması gerekli. Diğer yandan, üretimi arttırana kadar tüketiciler fiyat artışına maruz kalacaklar. Ama yine de he deyip geçelim şimdilik. Trump, İran nükleer anlaşmasından çekilirken açık bir kapı bıraktı: Benim şartlarımı içeren yeni bir anlaşma yapmaya razı olmazsanız size tarihteki en sert yaptırımları uygularım. İran yaptırımlarının petrol ve gaz sektörlerine etkilerinden herkes bahsediyor ama İran iç politikasında yaratacakları etkiler çok daha fazla merak ediliyor. Yaptırımlar acaba Amerika’nın ipiyle kuyuya inilmeyeceği için Amerika ile nükleer müzakere masasına oturmak bir hataydı savını savunan grupların elini güçlendirerek iç siyasi arenada bir kargaşaya yol açacak mı? Ya bir türlü reforme edilmediği için acil servis önünde bekleyen hasta gibi olan İran bankacılık sektörünün akıbeti ne olacak? Yaptırımlar sonrası ekonomi çatırdayacak mı? İran’da uygulanmaya başlayan döviz kontrolü bunun bir işareti mi? Yoksa Trump yaptırımları başka şeylerin mi habercisi?

Dünyanın dizginlerini ele alma mücadelesi Dünya nereye doğru gidiyor bilmiyoruz ama görünen o ki dizginleri tutmak için üç el mücadele ediyor: ABD, Çin ve Rusya. Trump yaptırımları çok boyutlu dünya jeopolitiğinin küçücük bir parçası sadece. İsrail’in teşvikini ve Körfez’deki bazı Arap ülkelerinin desteğini alan ABD’yi, nükleer bir tehdit olduğu gerekçesiyle İran’a tekrar yaptırım uygulamaya yönelten birçok neden var. Bu nedenleri irdelerken ABD’nin Orta Doğu’daki planlarını, bölgesel ve global aktörlerin hem bölgede hem de daha global ölçekte birbirleriyle olan ilişkilerini göz önünde bulundurmak gerekir. Orta Doğu, büyük güçlerin yüzyıllardır farklı emellerle mücadele verdiği bir yer. Trump yaptırımları belki ABD’nin Orta Doğu’daki emellerine erişmesi için Avrupa Birliği’ni itaate zorlamada kullanılan araçlardan biridir. Nasıl zorlayacak? Madem öyle gel böyle politikasıyla. Trump, Paris İklim Anlaşmasından ABD’yi çekeceğini söylediğinden beri her yaptığının Avrupa Birliği tarafından mırın kırınla karşılanmasına gıcık oluyordu. Dolayısıyla, çelik ve alüminyum tarifeleri ardından İran yaptırımlarıyla da AB ekonomisini hedef alıp AB’yi boyun eğmeye zorlaması pek tuhaf olmasa gerek. Öyle ya, Avrupalı şirketler bugün eskiye nazaran

204


ABD ile daha içli dışlılar ve dış ticaretin gayri safi milli hasıla içindeki payı AB ülkelerinde ABD’ninkinden daha fazla. Yoksa bana mı öyle geliyor? Bir bilge hekimin dediği gibi, hasta çok bağırıyorsa doğru yere dokunmuşsunuz demektir. Bu bilge hekim her kimse nasihatleri Trump’ın kulağına kadar gitmiş olmalı. Çare arayışları içinde olan AB ise, dış aktörlerle yoğun bir diploması trafiği yaparak Trump yaptırımlarından ekonomisinin ve Avrupalı şirketlerin etkilenmemesi ya da en az etkilenmesi derdinde. Trump, AB’yi Paris İklim Anlaşması, tarifeler ve İran konusu haricinde karşı olduğu Kuzey Akım-2 boru hattı projesi için de sıkıştırıyor. Hatta orada da yaptırım silahına elini atacağını söylüyor. ABD’nin Yamal boru hattı hayata geçirilemesin diye yaptıklarını bir hatırlayalım. 1980’li yılların başlarında batı Sibirya’daki gaz sahalarını Avrupa’daki gaz dağıtım hatlarına bağlayacak Yamal boru hattı projesini engellemek için Ronald Reagan Amerikan şirketlerinin projede yer almasını engelleyecek yaptırımlar uygulamıştı. Ancak Avrupa Birliği’nin ağır topları kendi ülkelerindeki şirketlerinin arkalarında durdu. Avrupa’nın inatçı tavrını gören ABD sorunu diplomatik yolla çözme yoluna gitti. Nihayetinde iş tatlıya bağlandı ve boru hattı yapıldı. Kendi içinde bölünmüş olan bir AB şimdi ne yapacak dersiniz? Trump, politik kazanımlar elde etmeden yaptırımlar konusunda etrafa istisna dağıtmayacağına göre şu sorunun cevabını aramalıyız: AB, Amerikan baskıları altında potansiyel ekonomik zararını sineye çekerek baş kaldırmaya devam mı edecek yoksa yelkenleri suya mı indirecek? Ahiret sorusu gibi oldu değil mi?

Atlantik ittifakı çatırdarken Asya’da ittifaklar artıyor mu? Ukrayna krizinden sonra Rusya’ya uygulanan yatırımlar beklenen etkiyi göstermese de Rusya yüzünü batıdan doğuya dönüp Asya ve Orta Doğu pazarlarına yöneldi. Şimdi de İran hem ekonomi hem de politik olarak Rusya-Çin ikilisinin yörüngesi içine doğru kayıyor. Pekiyi, Avrupalı şirketlerin İran pazarından çıkmasıyla doğacak boşluğun Rus ve Çinli şirketler tarafından doldurulmasına İran ne kadar sıcak bakacak dersiniz? Bu ikilinin İran ekonomisindeki ağırlığının artmasıyla iç ve dış politikada izlediği tavırlardan taviz vermek zorunda kalmayacak mı? Alternatif bırakıldı mı? Dolayısıyla, Rusya ve Çin gerçekte ne istiyor acaba diye düşünmemek elde değil. İran doğal gaz sektörünün sekteye uğraması Rusya’nın işine gelmez mi? Yemen ve Suriye sorunları çözülürse Rusya’nın Suudi Arabistan ile bu kadar sıkı fıkı olmasına gerek kalır mı? Petrol fiyatlarında risk premium faktörünün artması işine yaramaz mı? Rusya’nın önderliğinde kurulan Avrasya Ekonomi Birliği, İran ile ticarette tarifelerin indirilmesi ve serbest ticaret bölgesi kurulması yolundaki müzakereleri spor olsun diye mi devam ediyor? Ya Şanghay İşbirliği Örgütü? Ya Çin’in politika bir yana İran ve Orta

205


Doğu’daki emelleri? Batı bloğu gevşerken Doğu bloğu neden güç kazanıyor dersiniz? Yoksa bana mı öyle geliyor? Haziran ayı başında dünyanın iki yakasında gerçekleştirilen iki zirvenin birinde somurtu diğerinde gülümsemenin hakim olduğu gözünüzden kaçmamıştır herhalde. Trump, 8-9 Haziran 2018 tarihlerinde Kanada’da gerçekleştirilen ve fiyaskoyla sonuçlanan G-7 zirvesinde ticaret savaşları yaygaralarına karşı yeni bir teklif getirdi: tarife, sübvansiyon ve bariyer olmayan bir ticaret. Öteki liderler ise tarifeleri ve sübvansiyonları azaltabiliriz dedi. Pek dikkat çekmedi ama bence Trump, İklim Anlaşmasını destekleyenlere bir sonraki sürprizinin anahtar kelimesini verdi: sübvansiyonlar! G-7 zirvesi bana güzel bir sözü hatırlattı: İnsanlarla yüz yüze konuşarak her şeyi halledebilirsin; ama bazı insanlar gelir önüne hangi yüzüne konuşacağını bilemezsin. 9-10 Haziran 2018 tarihlerinde Çin’de gerçekleştirilen Şanghay İşbirliği Örgütü zirvesinde ise (İran Cumhurbaşkanı da katıldı) bırakın fiyaskoyu ticaret prosedürlerini basitleştirmeliyiz diye ortak bildirge çıktı. Bu zirve ise bana Deng Xiaoping’e atfedilen bir sözü hatırlattı: Fareyi yakalama görevini aksatmadıkça bir kedinin beyaz mı siyah mı olduğunun önemi yoktur. Benzer söylemler Amerikalılar ve Ruslar tarafından da dile getirilmişti geçmişte. Karşımızda Çin seddinin arkasına kapanmış bir ülke yok artık. Global çaptaki üç büyükten biri var.

“I love you” ve “Made in China” Nerede okuduğumu hatırlamadığım bir yazı şu iddiada bulunuyordu: yeryüzünde yaşayan insanların çoğu “I love you” ile “Made in China” nedir biliyor. Askeri, ekonomi, sanayi, finans, teknoloji ve enerji alanlarında bir dünya lideri olarak görülen ABD’yi yakalamak için özellikle teknoloji konusunda çok daha hızlı yol kat etme gereğinin bilincinde olan Çin’in dev projelerini duymayan kalmamıştır. Ya Çin’in “Made in China 2025” politikası? “Made in China 2025” politikası, Çin’in 10 yüksek teknoloji sektöründe (ki bunlara yarı iletkenler, bilişim teknolojisi, telekomünikasyon, biyoteknoloji, hatta robotlar, yapay zeka da dahil) global lider veya hissedilir büyüklükte bir pazar payına sahip olmasını hedefliyor. Böylece dış teknolojiye bağımlılığın da azalmasını amaçlıyor. Çin teknolojisinin Bir Kuşak Bir Yol projesinde yayıldığını bir düşünün hele. ABD, Çin’in teknolojik üstünlük kazanmasına seyirci mi kalacak sizce? Diğer yandan, finans piyasaları konusunda da ABD ile arasındaki açığı kapamak için formüller arayan Çin, uluslararası ticarette (petrol piyasaları dahil) kendi para birimini yaygınlaştırmanın peşinde değil mi? Ekonomik güç bakımından ABD’ye yetişmedi mi? Çin’in Amerikan doları ve faiz oran-

206


ları üstündeki etkisini göz önüne almanızda fayda var. İlk uçak gemisini hizmete alarak artık denizlerde de rekabete katılacağını göstermedi mi? Devamını siz getirin. Kulağa komplo teorisi gibi gelse de, ortada global güçlerin sadece ticaret ve ekonomi savaşı değil, aynı zamanda bir teknoloji mücadelesi var. Bir Kızılderili Atasözü şöyle der: Sular yükselince balıklar karıncaları yer. Sular çekilince de karıncalar balıkları yer. Kimse bugünkü üstünlüğüne ve gücüne güvenmemelidir. Çünkü kimin kimi yiyeceğine suyun akışı karar verir. Yani teknoloji odaklı güçlü bir strateji dizayn edip uygulayan, dünyanın dizginlerini de ele geçiremez mi? Bu gözle bakıldığında Trump yaptırımları güçlülere karşı güç toplama mücadelesinde kullanılan araçlardan biri olamaz mı?

Trump’ın tarife silahını çekmesiyle başlayan savaş Amerikan Başkanı Trump’ın Mart ayı başında açıkladığı çelik ve alüminyum ithalatına sırasıyla yüzde 25 ve yüzde 10 ek gümrük tarifesi koyma kararı 1 Haziran itibariyle uygulamaya konuldu. Trump’ın tarife uygulamasına kızan en önemli tedarikçilerinden Kanada ve Meksika karşı atağa geçerek ABD’den ithal ettikleri çelik, alüminyum ve bir çok tarım ürününe yüzde 15 ile yüzde 25 arasında ek tarife getirdi. Trump’ın tarifeleri Ruslara da dokunuyor. Özellikle, dünyanın en büyük alüminyum şirketlerinden birisi olan ve ABD’nin Rusya yaptırımları yüzünden zaten yara alan Rus şirketi Rosal’a. Avrupa Birliği (AB) de Trump’ın tarife kararıyla ayağa kalktı. “Bu tarifeler dünya ticaretine bir lekedir, kesinlikle kabul edilemez, bize istisna yapılmalı yoksa ABD’den ithal ettiğimiz ürünlere tarife koyarak cevap veririz ve olayı Dünya Ticaret Örgütüne götürürüz” dendi. Bu arada, AB’nin Amerika’ya yaptığı 7.2 milyar dolarlık çelik ve alüminyum ihracatını etkileyen tarifeye karşı Amerika’dan ithal edilen ve aynı miktara eşdeğer olacak hangi ürünlere ek ithalat vergisi uygulayabiliriz diye uzunca bir liste hazırlandı. AB Komisyonu, 6 Haziran’da kamuoyuyla paylaştığı bu listeyi Avrupa Konseyi ve Avrupa Parlamentosunun görüşüne sundu. Her iki kanal tarafından onaylandıktan sonra Amerika’dan ithal edilen bu ürünlere uygulanacak ek tarifelerin Temmuz ayından itibaren uygulamaya konulacağı duyuruldu. Oyunu kuralına göre oynamak için durum 19 Mayıs’ta Dünya Ticaret Örgütüne de bildirildi. Söz konusu liste iki aşama altında düzenlenmiş. İlki, toplamı 3.2 milyar dolar civarında tutan ve Temmuz ayında yürürlüğe girmesi amaçlanan ürünler, ikincisi ise kalan miktarı oluşturan ve daha sonraki bir tarihte uygulamaya koyulacak ürünler. Listede sigaradan portakal suyuna kadar aklınıza gelebilecek nerdeyse her şey var. Fakat masum şapkası takan AB, Amerikan tarifelerinin nedeninin as-

207


lında Çin yüzünden olduğunu, asıl cezalandırılması gerekenin de Çin olduğunu adeta haykırıyor. Çin’in arz kapasitesini kontrol altına almasını, yani üretimini azaltması gerektiğini de ekliyor. Çin, dünyanın en büyük çelik üreticisidir. 2017 yılındaki üretimi 800 milyon ton (Mt) idi. Dünyanın dördüncü çelik üreticisi olan ABD’nin üretimi ise 80 Mt civarındaydı. Yani bir sıfırı eksik. En büyük ikinci üretici Japonya (105 Mt), üçüncü üretici ise Hindistan (96 Mt). Nisan ayında 148 milyon ton olan Dünya çelik üretiminin yaklaşık yüzde 52’si Çin’de gerçekleşti. Şirket bazında bakıldığında ise dünyanın en büyük çelik üreticisi olan 12 şirketin 5’i Çin devletine ait. Dünya alüminyum üretiminin de yarıdan fazlası Çin’de yapılıyor. Yani Çin’in tarifelere sert cevap vermemesi beklenemezdi.

ABD ile Çin arasında tarife pingpongu 2017 yılında, ABD’nin Çin’den yaptığı mamul ithalatı 505 milyar dolar, Çin’e mamul ihracatı ise 130 milyar dolardı. Yani ABD, Çin’le yaptığı mamul ticaretinde 375 milyar dolarlık bir açık vermişti ki bu ABD’nin toplam ticaret açığının yaklaşık beşte üçüne karşılık geliyor. Söz konusu açığı kapamak amacıyla ABD’li yetkililer geçen seneden beri çeşitli formüller üzerinde duruyordu. Gümrük tarifesi silahını çekelim dediler. Ve böylece uzun, ince ve çetrefilli bir yola girildi. Çin ile ABD arasında ilişkiler bu sene başında ABD’nin Çin’den ithal edilen güneş panellerine gümrük tarifesi uygulamasından beri geriliyordu. Mart ayında, Amerika’nın çelik ve alüminyum ithalatına ek gümrük tarifesi koyma kararına Çin’den bir uyarı geldi önce. Eğer bu tarifeler Çin firmalarını ciddi bir sıkıntıya sokarsa bunun karşılığını veririz dendi. O zaman bu zamandır ABD ile Çin arasında tarifeler savaşı ve tehditleri yaşanıyor. Çin, hemen ABD’den ithal ettiği birçok ürüne yüzde 15 ile yüzde 25 arasında ek tarife uygulayacağını açıkladı. ABD, derhal (yani 24 saat içinde) ABD’nin Çin’den ithal ettiği televizyon ve araba dahil birçok ürüne (binden fazla mamule) ek gümrük tarifesi (yüzde 25 oranında) uygulayacağını açıkladı. Haziran ayında uygulamaya geçilmesi öngörülen bu ek gümrük tarifesiyle ABD ile Çin arasındaki ticaret açığının 50 milyar dolar kadar azaltılabileceği ifade edildi. Yine çok geçmeden (ertesi gün) Çin, Trump’ın 50 milyar dolarlık gümrük tarifesine aynı miktarda tarifeyle cevap verdi. 5 Nisan’da Trump, Çin’le olan ticaret açığını bu sefer 100 milyar dolar indirebilecek yeni tarifelerin hazırlanmasını buyurdu. Çin’den aynı gün cevap geldi: Biz karşı atağı kalem kalem çoktan hazırladık bile! Evet, tüm bunlar 5 günde oldu. İki tarafı da tebrik ediyorum. Bir sürü detaylı hesap kitap yapmayı gerektiren bir konuda birbirlerine 24 saat geçmeden cevap verdiler. Bir hafta sessizlikten sonra (16 Nisan’da) ABD, dünyanın en büyük Telekom malzemeleri imalatçılarından olan Çinli firma ZTE’yi İran ve Ku-

208


zey Kore’ye olan yaptırımları ihlal ettiği gerekçesiyle cezaya çarptıracağını duyurdu. Yani ABD, Çinli şirketi iflasın eşiğine sürüklüyordu. Çin derhal (artık derhal ve çok geçmeden demekle 24 saati kast ettiğimi anladınız herhalde) Amerika’dan ithal ettikleri Sorghum’a (sözlükte süpürge darısı deniyor ama ne olduğunu anlamış değilim) yüzde 179 ek vergi getirileceğini duyurdu. Çin, geçen sene bu hububatın ithalatı için 1 milyar dolar ödemiş. Derken, 22 Nisan’da Çin ve ABD’li yetkililer uzun menzilli atışmalar yerine sorunu konuşarak halledelim dediler. Mayıs ayında yapılan müzakereleri müteakip yapılan ortak açıklamada (ABD’nin ticaret açığını azaltmak için) Çin’in ABD’den mamul ithalatını arttıracağı belirtildi. Bu arada yukarıda bahsettiğim ZTE olayının da tatlıya bağlandığı duyuruldu. Tam savaş baltaları toprağa gömüldü diyecekken 29 Mayıs 2018 tarihinde Beyaz Saray’dan yeniden duman işaretleri verilmeye başlandı: 50 milyar dolarcık bir tarife ve Çin’in ABD’de kritik görülen teknolojilerde yatırımlarının sınırlandırılması. Hemen ardından Çin’de çalınmaya başlayan tamtamları Çinli üst düzey bürokratlar şöyle tercüme etti: Eğer bir ticaret savaşı isteniyorsa buyurun biz hazırız. Duman işaretleri ve tamtamlar yanlış tercüme edilebilir düşüncesiyle Haziran ayı başında ABD ticaret bakanı durumu yüz yüze görüşmek üzere Çin’e gitti. Yine karşılıklı iyi niyet mesajları verildi. Bir karar verin de şu yazıyı sonlandırayım artık diyorum içimden! ABD’nin, ulusal güvenlik nedenini öne sürerek Çin’le olan ticaret açığını önemli ölçüde azaltmak için yüzlerce mamule ek gümrük tarifeleri uygulanacağı konusu halen güncelliğini koruyor. Halihazırda telaffuz edilen rakamlar 50 milyar ile 200 milyar dolar arasında gidip geliyor. Gelin görün ki, Çinliler her şeye dünden hazırlıklılar. Verdikleri mesaj açık ve net: Sizden ithal ettiğimiz bir çok ürüne tarife getirme bir yana, ABD’de yatırımlarımızı azaltır ve hatta Amerikan şirketlerinin Çin’deki yatırımlarını törpüleriz. Burada bir hatırlatma yapayım: Çinli firmaların ABD’deki yatırımlarının tutarı 150 milyar dolardan az olmasına karşın Amerikan firmaların Çin’deki yatırımları 250 milyar dolardan fazla. Yani sonuçta ağlayan siz olursunuz gibi bir şey diyor Çin. Tarifelerin karşılıklı olarak arttırıldığı bir ortamda ticaretin büyümesi, amuda kalkmış birisinin su içmesi gibi bir şey. (Tuhaf bir benzetme oldu ama Laz’dır ne söylese yeridir diye mazur görün.) Paranın kokusunu çok uzaklardan alma kabiliyeti olan Warren Buffett da Çin ile ABD’nin bir ticaret savaşına girişeceklerine inanmıyor. Ama farklı gerekçeyle. Buffett diyor ki, istediğin şeyleri sana gönderen birine bir kağıt parçası vermek dünyanın en kötü şeyi olmasa gerek. Bunu söylerken aklından ne geçiyordu bilmiyorum ama o kağıt parçasının ABD maliye politikası üzerinde politik baskı gücü olarak kullanılabileceğini göz ardı etmek mümkün mü?

209


O halde, tarife savaşları yerine en makul görünen yol Çin’in, ABD’den daha fazla mal ithal etmesi (özellikle petrol ve gaz dahil) ve Çinli şirketlerin ABD’de daha fazla yatırım yapması ki bu alanda Alaska LNG projesi öne çıkıyor.

Al gülüm ver gülüm formülü olarak petrol ve gaz Önce biraz rakamlara bakalım. ABD’nin 2017 yılında Çin’e petrol ve gaz ihracatının parasal değeri 4 milyar dolardan fazlaydı. Kasım 2017’den bu yana ABD’nin Çin’e sattığı petrol ve gazın aylık parasal değeri 1 milyar dolar sınırını geçmiş bulunuyor. Yani bu yıl ABD’nin Çin’e petrol ve gaz ihracı 20 milyar doları aşabilir. Şubat ayında Cheniere Energy ile CNPC arasında yıllık 1.2 milyon ton LNG alımı konusunda yapılan anlaşma da hesaba katılırsa iki ülke arasındaki petrol-gaz ticaretinin orta vadede çok daha büyük rakamlara tırmanması hayli olası. 2007 yılında ilk defa net gaz ithalatçısı haline gelen Çin, yalnızca 4 ülkeden gaz alıyordu. Bugün bu rakam 26’ya çıkmış durumda. Çin’in Türkmenistan’dan artan alımları ve 2019 yılı sonunda Power of Siberia boru hattı ile gelecek Rus gazı ABD’yi haklı olarak endişelendiriyor olabilir. Eğer Kuzey ve Güney Kore arasındaki problemler bir şekilde tatlıya bağlanabilirse Power of Siberia gaz boru hattı Kore’ye de gaz ulaştıracak. Bu durum şüphesiz ABD’nin LNG ihracatı için pek iyi bir haber değil. Peki, Amerikan LNG’si Rus gazından daha ucuz olamayacağına göre, Çin’e daha fazla gaz satabilmenin yolu nedir? Mesela, Çinlileri Alaska LNG projesine dahil etmek. Amma velakin, BP ve ExxonMobil gibi devlerin, aman ha bakarsın elimiz ezilir ve belki de altında kalırız diye girmediği ve en azından 40 milyar dolar civarındaki bir yatırımla 10 sene sonra faaliyete geçecek Alaska LNG projesine (3 trenin toplam kapasitesi yıllık 20 milyon ton) Çin neden talip olsun ki? Jeopolitik nedenler veya Trump’ı ve dolayısıyla Amerikan seçmenlerini memnun etmek için mi? Belki. Çin, doğal gazda ithalat bağımlılığını arttırmak istemediği gibi Amerikan LNG’ye ve genel olarak LNG ithalatına da pek sıcak bakmıyor aslında (Çin deniz kuvvetlerinin ABD ile henüz rekabet edecek güçte olmaması da bunun nedenleri arasında yer alıyor). Ancak, kaya gazı üretiminden beklediğini elde edemeyeceğini anlayınca ithalatçıları birbirine kırdırma yoluna girmiş olamaz mı? Üstelik tedarikçi, tedarik yolu, miktar ve fiyat görüşmelerinde jeopolitika da sigara ve çakmak gibi hep masa üstünde duruyorsa. Yıllarca süren müzakerelere rağmen bir türlü sonuca bağlanamayan Rusya’nın Çin’e gaz satma projesinde neden birdenbire 2014 yılında mutlu sona gelindi? (Rusya’nın Kırım’ı ilhakından 2 ay sonra.) Rusya-Ukrayna krizi bunda herhangi bir rol oynadı mı? Diyeceğim o ki, finans sektörün sağlam, ekonomin ve sanayin kuvvetli, eğitimli ve sağlam bir iş gücün varsa, teknoloji üretebiliyorsan, cebin derin

210


ve para dolu ise politik baskılara daha dirençli olabilirsin.

İran yaptırımlarında film başa mı sarılıyor? Avrupalı şirketler, Amerikan pazarından, global sermaye ve finans piyasalarından ilişkilerinin kesilmesini göze alamayacaklardır. Dolayısıyla ya AB’nin radikal bir çözümüne bel bağlayacak ya da Asya’nın kapısını çalacaklar. ABD Başkanı Trump, 8 Mayıs 2018 tarihinde, 2015 yılında İran’la varılan anlaşmadan çekileceklerini, 2012 yılında koyulan ama 2016 başında yumuşatılan İran yaptırımlarının tamamıyla yeniden devreye sokulacağını açıkladı. Amerikan yaptırımları hemen devreye girmeyecek. Hedef sektör ve faaliyet cinsine göre iki silsile halinde gelecekler. Birincisi 6 Ağustos’ta, ikincisi 4 Kasım’da başlayacak. Bu süre bitimlerine kadar şahıs ve şirketlere İran’la iş ilişkilerini kesmeleri için süre verilmiş olacak. Yani bazı istisnalar yapabilmek için açık kapı bırakılacak. İstisnaya girecekler bu süre içerisinde belirlenecek. Petrol ve gaz sektörü açısından bakıldığında, 4 Kasım’a kadar İran’dan petrol ithal eden ülkelerin ithalatlarını ciddi oranda (yüzde 20 gibi) azaltmaları, İran ile ticaret veya yatırım yapan firmaların da kontratlarını iptal edilmesi beklenecek. 4 Kasım’dan sonra 2016 yılında kaldırılan tüm yaptırımlar (hem birinci hem de ikincil yaptırımlar) tekrar yürürlüğe girecek. Biraz kafa karıştırsa da temel olarak birincil yaptırımlar Amerika’da yerleşik şahıs ve şirketlerin İran’la iş yapmasını engelliyor. İkincil yatırımlar ise ABD’de herhangi bir ticari bağlantısı olan ama Amerika dışındaki üçüncü şahıs ve şirketlerin İran’la ticaretini ve İran’la iş yapanlarla işbirliğini yasaklıyor. Bunun pratikte nasıl uygulanacağı henüz net değil. İran’ın petrol ihracatının zorlaşması, Amerikan dolarıyla satışının önlenmesi, İran’ın dolara ve uluslararası bankacılık ve finans kurumlarına erişiminin kısıtlanması, İran petrolünü taşıyan tankerlerin ve sigorta şirketlerinin cezalandırılması yaptırımların ana başlıkları arasında yer alıyor. Ancak, ikincil yaptırımlar çok önemli bir kısıtlama daha getiriyor: Hisseleri ABD’de işlem gören, ABD’de bir kolu olan, ana hissedarı bir Amerikan vatandaşı olan herhangi bir şirket eğer İran ile ticaretinde Amerikan doları kullanıyorsa, Amerikan yaptırımlarına uymak zorunda. Yani nerede üstlenmiş olursa tüm şirketlerin İran’da faaliyetlerini sınırlandırılması amaçlanıyor. Uymayanlara ne olacak? En basiti, Amerikan sermaye piyasasına ve uluslararası ödemeler sistemine erişimi engellenecek.

İran ile iş yapanları bir düşünce aldı Trump yaptırımları İran’da yatırım yapan ülkeleri ve şirketleri haliyle

211


çok yakından ilgilendiriyor. Amerikan şirketlerinin pek etkileneceğini söylemek mümkün değil çünkü Boeing’in uçak satışı haricinde zaten yatırım ve ticaretten uzak duruyorlardı. İran’a 22 milyar dolar tutarında 110 uçak satım anlaşması olan Boeing hemen yaptırım kararına uyulacağını açıkladı. Avrupa Birliği üye ülkeleri ve Avrupalı şirketler için durum çok daha farklı. AB, sanki üye ülkeler arasında bir politika birliği varmış gibi ABD yaptırımlarına karşı duracaklarını ve gerekirse ABD’ye misilleme yapacaklarını iddia eden politikacılarla dolu. Avrupa Birliği, Almanya ve Fransa öncülüğünde alarma geçti ancak bunun nedeni nükleer anlaşmaktan ziyade tamamen duygusal gibi gözüküyor. Avrupalı bir çok şirketin İran ile ticaret, yatırımı ve iş ilişkisi var. Fransa’nın İran’da otomotiv sektörü yatırımları (İran’da araba üreten Peugeot-Citroen ve Reno geçen sene İran’a binlerce araba satmıştı. Volkswagen da geçen sene İran’a araç ihraç etmek için anlaşma yapmıştı), fiyatı 20 milyar dolardan fazla tutan uçak satışı (Fransız-Alman Airbus’ın 100 adet, Fransız-İtalyan ATR’nin 20 adet), Shell’in yaptığı anlaşma, Total’ın Çin Ulusal Petrol Şirketi CNPC ile beraber Güney Pars gaz sahasının on birinci fazını geliştirmek için geçen sene imzaladıkları 4,8 milyar dolarlık kontrat bunların en önemlileri. Avrupalı şirketleri zor bir tercih bekliyor. Amerika ile bir şekilde bağı olanlar (iş, finansman vesaire) İran ile ticarete devam etmeye veya yatırım yapmaya değer mi diye hesap kitaba gömülecek ve önümüzdeki aylarda kararını vererek seçim yapmak zorunda kalacak. Örneğin, Total, hiç zaman kaybetmeden eğer ABD makamlarından özel bir muafiyet verilemez ise Güney Pars sahasındaki projesine devam etmeyeceğini ve faaliyetlerini tasfiye edeceğini açıkladı. Çinliler hemen atladı ve CNPC’nin Total’in yerini (%50.1 hissesini) seve seve dolduracaklarını belirtti. Çinli Sinopec de Shell’in geliştirmeyi arzu ettiği 3 milyar dolarlık yatırım gerektiren Yadavaran petrol sahasını üstlenmek için görüşmelerde bulunuyor. Alman Wintershal, Allianz ve Danimarkalı Maersk ve Torm, İran ile olan anlaşmalarından çekileceklerini açıkladı. Siemens 1.6 milyar dolar tutarındaki iş ilişkisini herhalde süre bitimine kadar hızlandıracak ama nihayetinde sonlandıracak. Beş milyar dolarlık anlaşması olan BASF da İran’dan çekilecekler arasında. Diğer yandan, Daimler, Oberbank dahil bir çok şirket halihazırda bekle gör modunda. Avrupa Komisyonu başkanı Junker dahil bir çok üst düzey bürokrat Avrupalı şirketleri korumanın bir görev olduğunu her fırsatta beyan ediyorlar. AB, İran’da faaliyet gösteren üye ülkelerdeki şirketleri korumak amacıyla, Blocking Regulation 2271/96 denilen ve Avrupalı şirketlerin Amerikan yaptırımlarına uymasını yasaklayan, yabancıl bir mahkemenin yaptırımlara

212


uymadı diye vereceği herhangi bir cezayı kabul etmeyen hatta olabilecek muhtemel parasal kayıpların tamirine olanak sağlayan bir düzenlemenin iş göreceğini umuyor. 1996 yılında Amerika’nın Küba yaptırımlarına karşı Avrupalı şirketleri korumak amacıyla getirilen bu düzenlemeyi hayata geçirmek burada sıralaması epey yer alacak bir çok nedenden dolayı pek uygulanabilir gözükmüyor. Kanımca AB, Amerikan yaptırımlarına karşı çıkmaya devam edecek ama dişi olmadığı için ısıramayacak. Siz farklı düşünebilirsiniz. Trump yaptırımları takmayan ülkelerdeki şirketler bile tırsmış durumda. Gazprom ve Gazprom Neft’in (yüzde 96’sı Gazprom’un) İran Ulusal Petrol Şirketi NIOC ile ayrı ayrı yaptıkları ve toplamda 6 petrol ve gaz sahasının geliştirilmesini içeren mutabakat zabıtları var. Bunları nihai kontrata dönüştürmek için görüşmelere devam ediyorlar. Ancak, Lukoil İran’da Mansouri ve Abteymour petrol sahalarını geliştirme işini durum netleşinceye kadar sürüncemede bırakacak. Anlaşılan Putin’in destek vermesini istemedi. Elimi verirsem kolumu alamam mı diye düşünüyor acaba? Diğer yandan, Rosneft 30 milyar dolar tutarında petrol ve gaz yatırımı yapmak için İran ile görüşmelere devam ediyor. Rus devlet şirketi Zarubezhneft Mart ayında İran ile 2 petrol sahası için bir anlaşma yapmıştı ama alt tarafı 700 milyon dolar.

İran ile ticarette öne çıkanlar AB ile İran arasındaki ticaret hacmi 2013 yılında 6 milyar euro’dan iken 2017 yılında 21 milyar euro’ya çıkmıştı. AB’nin İran’dan yaptığı ithalatın çoğunu petrol ve petrol ürünleri oluşturuyor (İran’ın 2017 yılında AB ülkelerine sattığı petrol 2016’ya kıyasla neredeyse iki katına çıkmıştı). Buna karşın AB’nin İran’a yaptığı ihracatın nerdeyse tamamını imalat sanayi ürünleri oluşturuyor. Ancak, İran’la en çok ticaret (mamul ticareti) yapan bölge AB değil. İran’ın toplam ticaret hacminde AB’nin payı yüzde 16 (Çin’in yüzde 20, Türkiye’nin yüzde 7,5). İran’ın petrol ihracatında öne çıkan bölge de AB değil Asya. AB’nin İran petrol ihracatındaki payı yüzde 18. AB’nin İran’dan ithal ettiği petrolün ülkelere dağılımına baktığımızda dört ülkenin (sırasıyla İtalya, Fransa, İspanya ve Yunanistan) aslan payını (yüzde 85) oluşturduğunu görüyoruz. Buna mukabil, Asya’nın payı yaklaşık yüzde 75. Burada yine 4 ülke öne çıkmakta (sırasıyla, Çin, Hindistan, Japonya ve Güney Kore). AB, muhtemelen Amerikan yaptırımlarını ilk aşamada umursamaz gözükecek ve İran’dan petrol alımına devam ederek İran’ın müşteri portföyünün canlı tutulacağı mesajı verecek ama rafineriler kendi bildiklerini okuyacaklar. Yani kısıntıya gidecekler. İran’ın Asya’daki müşterilerinden ABD ile ilişkileri iyi olanlar muhtemelen ithalatlarını ciddi oranda kesecekler ama bunlar yaptırımlar sonrasında zaten İran’dan petrol ithalatlarını kayda değer oranda arttırmadıklarından İran için pek kayıp sayılmayacak.

213


Peki ya Çin ve Hindistan? Çin ile ABD’nin ilişkileri yukarıda belirtiğimiz konular dahil bir süredir nane molla olduğundan Çin’in tam olarak ne yapacağını kestirmek güç olsa da yaptırımları bir şekilde fırsata dönüştürmeye çalışacaktır. Hindistan ise muhtemelen diplomatik bir dil kullanarak tarafsız kalmaya çalışacak ve şirketlerin kendi kararlarını vermeleri gerektiğini savunacak. Hintli rafineri devi Reliance Industries İran’dan petrol alımını Kasım’da durduracak. Fakat Hintli ONGC’nin Farzad-B gaz sahasını geliştirmek için İran ile kontrat imzalaması bekleniyor.

Yaptırımların muhtemel etkileri Tutarı geçen sene 52 milyar doları aşan petrol ihracatı İran için çok önemli bir gelir kaynağıdır. Yaptırımlar sırasında İran’ın günlük ham petrol üretimi 2.65 mbd (milyon varil) ile Eylül 2013’te tabanı görmüştü. Yaptırımlar zamanında İran’ın petrol ihracatı da yarı yarıya düşmüş ama nükleer anlaşma sonrasına yine yaptırımlar öncesi seviyeye çıkmıştı. İran’ın geçen seneki petrol ihracatının günlük ortalaması 2.5 milyon varilden biraz fazlaydı. Şimdiki yaptırımların etkisinin bu kadar acıklı olmayacağı tahmin ediliyor. Nisan 2018’de İran’ın petrol üretimi (3.82 mbd) ve ihracatı (2.4 mbd) yaptırımlardan sonraki en yüksek değerlere ulaşmıştı. Bu yüksek düzeyin bir nedeni de İran’ın yaptırımlar öncesinde stoklarını mümkün olduğunca boşaltma çabasıydı. İran petrol üretiminde ve ihracatında ne kadar düşüş olacağı şu anda tam bir spekülasyon konusu. Bazı uzmanlara göre bu sene sonuna kadar 400-500 kb/d, sonrasında ise daha fazla olacak ancak miktar vermek zor. Üretimden doğacak açığı (global arz penceresinden baktığımızda) OPEC’ten (atıl kapasite sırasıyla) Arabistan, BAE, Irak ve Kuveyt, OPEC haricinde ise Rusya, Kazakistan ve Amerikan kaya petrolü rahatça kapayabilir. Aralık 2018 sonrası durumun ne olacağını ise o zamana kadarki gelişmeler gösterecek. Suudi Arabistan ve hatta OPEC başkanlığını elinde tutan Birleşik Arap Emirliği, İran’ın petrol üretimindeki azalmanın global arzda yaratacağı açığı zevkle kapatmak için ellerinden geleni yapacaklarını açıkladıktan sonra İran OPEC’e uyarı niteliğinde bir mesaj göndererek kendi kendilerine gelin güvey olmamalarını işaret etti. Daha önceki bir yazımda da belirttiğim gibi Brütüs’ler kulübü olarak nitelediğim OPEC’in İran’dan yana bir tavır koymalarını rüyamda görsem inanmam. Fiyatlar 80 dolara yakın seyrederken ve üretim limitleri yumuşarken herkes üretimini maksimize etme arzusunda olacaktır. İran’ın ihracatındaki azalışının nedenini ise Japonya, Kore ve çoğu Avrupa ülkesinden kaynaklanan kesinti oluşturacak. Petrol ihracatındaki ge-

214


rilemenin İran ekonomisini hemen vuracağını söylemek pek doğru olmaz. Çünkü İran öncelikle Kasım ayına kadar elindeki stokları eritmeye çalışacak. Miktarsal olarak petrol ihracatında yüzde 15-20 gibi bir daralmanın en azından önümüzdeki 6 ayda İran ekonomisini çok sarsmayacağı düşünülüyor. Eğer petrol fiyatları yüksek seyrederse İran’ın ihracat gelirinden parasal olarak pek bir kaybı bile olmayabilir. Zaten yaptırımların uygulamaya geçmesine daha aylar olmasına rağmen piyasa petrol fiyatlarını şimdiden fiyatladı. Bu durum ortan vadede baktığımızda da kısmen geçerlidir. Diğer yandan, İran’ın bütçe hesaplamalarında mali yıl bitimi Mart 2019’a kadar petrolün fiyatı 55 dolar olarak varsayıldığından mevcut bütçe dengesinde de önemli değişiklik yaratmayacaktır. İran petrol ve gaz sektörünü vuracak olan ve etkisini gelecekte gösterecek olan en önemli etmenlerden biri Avrupalı şirketlerin ve yatırımcıların azalmasıdır. Total’ın Güney Pars sahasından çekilmesi ve İran’ın en büyük ikinci gaz sahası olan Kish gas sahasında buna şahit oluyoruz. Rus ve Çin şirketleri Avrupalı şirketlerin İran’ı terki diyar etmesinden doğacak boşluğu kapamak isteyecekler ancak teknolojik açık kapanmayacaktır. İran için burada iki olumsuz durum oluşmaktadır. Birincisi, petrol sahalarında verimi arttırma konusunda. İkincisi, doğal gaz sektörüne balta vurulması şeklinde ki bu üretim ve ihracat hedeflerinin (özellikle LNG) ötelenmesi anlamına gelir. Doğal gaz üretiminin planlandığı gibi artmaması demek aynı zamanda petrokimya gibi gaz tabanlı sanayi yapısına geçme planlarına da gölge düşmesi demektir. Ayrıca, petrol sahalarına enjekte edilen gaz miktarının sınırlandırılması yani petrol üretiminin baskı altında tutulması demektir. Bu da nihayetinde petrol üretiminde kendisi gösterecektir. Yani yaptırımların uzun vadede İran ekonomisi ve enerji sektörüne etkisi çok olumsuz olacaktır.

Yaptırımları delme formülleri Farz edelim İran’dan petrol ithalatını Amerikan yaptırımlarının dikte ettiği gibi ciddi miktarda azaltma gibi bir tasanız yok ama tanker, bu tankeri sigortalayacak şirketi, para transferini gerçekleştirecek bir finans kanalı, mümkünse ödemenin Amerikan doları olmadığı ve SWİFT kullanmadan bu işin nasıl yapılacağını düşünüyorsunuz. Bildiğiniz gibi Belçika menşeli uluslararası finans iletişim ağı SWIFT’e 2012 yılında İran’ın erişimi engellenmişti. Trump yaptırımlarının devreye alınmasıyla Amerika’nın gözü SWIFT üzerinde olacaktır. Peki bu kısıtlar altında İran ile petrol ticareti nasıl yapılabilir? Yaptırımlarda çözümler tükenmez. Mesela, Asya’da sigorta işini üstlenecek bir şirket kurulur veya bulunur. Yaptırımlar sırasında Çin’in İran’la petrol ticaretini Euro ve Çin para birimi

215


üzerinden yaptığı Çinli CNPC’nin sahibi olduğu 2012’de kurulan Kunlun Bankası veya benzer bir banka kullanılabilir. Hatırlarsanız, zaten İran’ın Çin ile petrol ticaretinde Yuan, Hindistan ile ticaretinde Euro kullanılıyor. Rusya ile yapılan ticarette de geçtiğimiz Kasım ayından beri barter ticaret sistemi kullanılıyor. Yani İran Rusya’ya sattığı petrol karşılığında Rusya’dan tarım ve sanayi ürünü alıyor. Avrupalı şirketler, Amerikan pazarından, global sermaye ve finans piyasalarından ilişkilerinin kesilmesini göze alamayacaklardır. Dolayısıyla ya AB’nin radikal bir çözümüne bel bağlayacak ya da Asya’nın kapısını çalacaklar. AB cesaret edebilse para transferi için devlet bankaları veya merkez bankaları, Hamburg’da bulunan İran’ın sahibi olduğu İran-Avrupa bankası veya Avrupa Yatırım Bankası’nı kullanabilirdi ama böyle bir cesaret gösterebilme ihtimali zayıf. Benzer şekilde taşımacılık ve sigorta konusunda da devlet idaresinde ve ABD ile iş yapmayan bir şirket kurulması da gündeme getirilebilirdi ama nerde o cesaret. Bu ABD’ye tamamen cephe almak olur. AB, 17 Mayıs’ta Birliğin Amerikalı yaptırımları önleyici kuralını devreye sokmak, Avrupa Yatırım Bankasını Avrupalı şirketlerin İran ile ticaretinde aracı kurum olarak kullanmak, İran Merkez Bankası ile finansal ilişki kurmak ve enerji dahil bir çok alanda İran ile işbirliğini geliştirmek için harekete geçeceğini açıkladı. Tabi ki İran’ın önceden imzalanan Nükleer anlaşmanın şartlarına uyması kaydıyla. Kimse İran’ın kaşı gözü için ya da İran petrolüne aşık olduğu için bu yollara başvurmayacak. İllaki bir şekilde İran’dan fiyat, ödeme süresi, yağlı işler gibi bir takım ticari tavizler veya jeopolitik tavizler alacaktır. Mutlu ve huzurlu bir bayram dileklerimle.

216


LNG Sektörü Dallanıp Budaklanıyor 27 Temmuz 2018 Son zamanlarda doğal gazın geleceği konusunda yeniden iyimser bir hava esmeye başladı. Bu iyimser havanın esmesinde ve esintinin devam etmesinde üç faktörün baş rol oynadığını ve oynamaya devam edeceğini düşünüyorum: Birincisi, LNG önceliğinde gaz kullanımının ve dolayısıyla ticaretinin artması ve yaygınlaşması. İkincisi, daha rekabetçi, şeffaf ve esnek bir ticaret anlayışı getiren iş modelinin gelişmesi. Üçüncüsü, LNG üretiminde ve tüketiminde yeni koridorların açılması.

Global LNG ticareti yeni rekorlara koşuyor Dünya doğal ticareti geçen yıl yüzde 9 büyüdü. Boru hattıyla yapılan gaz ticareti yüzde 8 büyüdü. LNG ticareti ise 2017 yılında yüzde 12 artarak 293 milyon tonla (Mt) yeni bir rekora imza attı. LNG ithal eden ülke sayısı 40’a, ihraç edenlerin sayısı da 19’a yükseldi. Global yeniden gazlaştırma kapasitesi yıllık 850 Mt’ye, sıvılaştırma kapasitesi de 370 Mt’ye erişti. LNG ticaretindeki artışta toplam kapasitesi geçtiğimiz 5 yılda ikiye katlanarak 84 Mt’ye yükselen FSRU önemli bir rol oynadı. Shell haricinde neredeyse tüm saygın kurum, kuruluş ve uzmanlar LNG bolluğu olduğunu ve LNG piyasalarında 2020’li yılların ortalarına doğru arz fazlasının devam edeceğini bekliyordu. Ama bu bolluk kendini henüz göstermedi. Bunun temel nedeni en büyük 5 LNG ithalatçısının 2014-2016 yılları arasındaki talep toplamı yataya sararken küçük ithalatçıların talebinin 2014 ortasından itibaren çok hızlı büyümesiydi (21.8 Mt). Bunun yanında 2016 ortasından itibaren en büyük 5 ithalatçının gaz talebinde de simultane artış gerçekleşince beklenen LNG balonu geçen seneden bu yana pek ortada gözükmedi. Bu durumun önümüzdeki senelerde de devam edip etmeyeceğini hep beraber göreceğiz.

217


Daha rekabetçi, şeffaf ve esnek bir ticaret anlayışı LNG piyasasında nasıl yaygınlaşacak? LNG piyasaları gerçekten iyi çalışıyor ya da işliyor mu? Bu konuda şüpheler var. LNG ticaretinde dolaylı ve dolaysız sınırlamaların olması ve fiyat şeffaflığının henüz sağlanamamış olması bu şüpheleri gündemde tutuyor. Fiyat şeffaflığı için likit bir piyasanın olması gerekir. Bu henüz yok. LNG piyasasında daha rekabetçi, şeffaf ve esnek bir ticaret anlayışının yaygınlaşması için bir takım koşulların yerine getirilmesi gerekir. Bunlardan birisi LNG likiditesini arttırmada anahtar olan fiyat şeffaflığıdır. Şu anda LNG piyasalarında şeffaf bir fiyat yapısından bahsedebiliyor muyuz? Hayır. Dolayısıyla, Avrupa ve Amerika’da boru gazına yönelik hub’lar olmasına rağmen, halihazırda bir LNG hub’ı yok. Singapur, Japonya ve Çin bu konuda çeşitli adımlar attılar ama bir Asya LNG hub’ı kurulması konusunda öncelikle birçok zorluğun aşılması gerekiyor. Singapur‘un Asya LNG hub’ı olma konusunda arz ve talep merkezlerinin ortasında olması, vergi avantajları, LNG ticareti yapan 50 şirketin ülkede ofis açması bir artı olarak gözükse de piyasa hacminin küçük olması, komşularıyla entegre olmaması gibi bazı nedenlerle gerçek manada bir LNG hub’ına dönüşmesi şimdilik pek inandırıcı gözükmüyor. Japonya’da da terminallere üçüncü şahısların erişimindeki güçlükler, henüz entegre bir iç piyasa oluşturulamaması gibi engeller var. Çin’de Şanghay petrol ve gaz borsası sınırlı miktarda da olsa LNG ticareti sağlayabiliyor şimdilik. Anlayacağınız, henüz bir lider yok. Ancak, Singapur’un LNG bunkering hub’ına dönüşmesi konusunda kimsenin şüphesi yok. Her ne kadar LNG bunkering Avrupa’da başlamış olsa da. Henüz bir LNG bunkering hub’ı olmayan Avrupa’da bu vazifeyi muhtemelen gate LNG terminali üstlenecek.

Rekabetçi bir LNG fiyat sistemi henüz gelişmedi ama doğru yoldayız Global ölçekte yıllara göre doğal gaz fiyat yapısına baktığımızda genelde gazın gazla rekabet ettiği fiyatlandırma sistemine kayış gözlemliyoruz. Bu kayış, Amerika, Avrupa ve Asya piyasaları arasındaki fiyatların da birbirlerine yakınlaşmasını sağladı. Böylece, aslında LNG kast edilse de doğal gaz piyasalarının globalleştiği ve hatta LNG’nin global bir ürüne dönüştüğü iddia edilmeye başlandı. Bu söylem birçok uzman tarafından şüpheyle karşılanıyor. Öyle ya, LNG gerçekten global bir ürün olmuş olsaydı televizyon ve gazetelerde petrol fiyatlarının yanında doğal gaz veya LNG fiyatları da gösterilirdi. Gösterilemiyor, çünkü petrolde olduğu gibi henüz LNG piyasalarında bir referans fiyat yani benchmark oluşturulamadı. Geçen yıl 675 bcm olan dünya boru gazı ithalatının yüzde 61’inde gazın

218


gazla rekabet ettiği, yüzde 31’inde petrol endeksli bir fiyatlandırma yapısı gözlemlenirken, 390 bcm olan LNG ticaretinin yüzde 72’si petrol endeksli, yüzde 28’i ise gazın gazla rekabet ettiği bir fiyatlandırma yapısına sahipti. Spot LNG fiyatlandırılmasında ise çoğunlukla gazın gazla rekabeti söz konusu iddia edilse de bazı tereddütler var. Asya spot LNG ticaretinde kullanılan fiyatları baz alan JKM fiyat endeksinin referans fiyat oluşturacağı konusunda ise şüpheler var. Yüksek volatilite, Brent petrole nazaran çok yüksek mevsimsel bir görünüm sergilemesi, vadeli işlemlerin olmaması, şeffaflığı konusundaki şüpheler, Amerikan LNG’si haricinde teslimat yeri konusunda pek serbest olmayan yapısı belki ileride değişecek. Piyasada artan oyuncu sayısı ve ikili anlaşmalardan çoklu anlaşmalara doğru kayış bazı konuları iyileştirecek ama JKM ile Brent arasındaki ilişki nasıl ortadan kalkabilir sorusu bir süre daha gündemde kalmaya devam edecek. Peki, JKM ile NBP arasındaki (zaman içinde bazen farklılaşan) fiyat korelasyonu Brent gölgesinden nasıl ve ne zaman kurtulacak? Bu soru doğal olarak NBP ile Brent için de geçerli. Neden mi? İki fiyat arasındaki korelasyon hala çok güçlü de ondan (korelasyon katsayısı 0.98). Belki fiziki spot LNG kargo ticaretinde JKM referans olabilir. Ancak, uzun vadede 3-5 yıl üstü kontratların ortalama elektrik üretim maliyetine endekslenme olasılığını göz ardı etmemek gerekir. Ama yine de JKM’nin bir risk yönetim aracı olarak görülüp finansal LNG’nin ileriki yıllarda artmasını öngörebiliriz. Şimdilik yıllık 90 milyar dolara karşılık gelen global LNG ticareti için LNG risk yönetim aracı konusu çok önemli: Hem alıcılar hem satıcılar ve hem de LNG ticaretiyle uğraşanlar için. Bu bağlamda iki sıcak gelişmeyi yakından takip etmekte fayda var. Birincisi, Mayıs ayında ICE ile S&P Global Platts’ın Amerikan LNG’ye dayanan vadeli işlemler kontratı, ikincisi ise Temmuz ayında CME Group’un Cheniere Energy ile geliştirdiği ve Sabine Pass tesisinden fiziki teslimatı baz alan vadeli LNG kontratı. Bu kontratlarda likiditenin zaman içinde nasıl bir yörünge izleyeceğini hep beraber göreceğiz. Global bir LNG piyasasından bahsetmek için rekabetçi ve şeffaf fiyatlar tek başına yeterli değil tabii ki. Kontratların da belli bir esneklikte bu rekabeti ve şeffaflığı sağlaması gerekir.

LNG kontratlarında rekabetçi olmayan şartların yer alması artık kabul edilemez görülüyor LNG alım satım anlaşmalarında teslimat yeri şartının olması serbest ticareti önlediğinden Japonya ve Avrupa Birliği’nde benimsenmiyor. Bu yüzden, kontratlara eklenecek standart bir model üzerinde çalışıyorlar. Teknisyenler ve avukatlar tarafından geliştirilen metnin bu yılın sonuna kadar netleşmesi ve bundan sonra yapılacak tüm kontratlara eklenmesi bekleni-

219


yor. Bu standart metinde teslimat yeri olarak belli bir terminal yerine bir bölge tanımlamasının yapılması, kargonun nihai varış yerinin alıcı ve satıcı tarafından beraber belirlenmesi ve bunun şartları yer alacak. Bildiğiniz üzere geçen ay AB Komisyonu, Qatar Petroleum kontratlarındaki teslimat yeri şartının, problematik bölgesel sınırlama hükmü olduğu ve (dolaylı veya dolaysız olarak) ithal edilen LNG’nin AB iç gaz piyasasında serbestçe seyrini engellediği gerekçesiyle resmi bir soruşturma başlatmıştı. Benzeri bir soruşturmayı geçmişte boru gazı için Gazprom’a açtığını ve sonrasında neler olduğunu zaten biliyorsunuz. Ayrıca, hatırlarsınız geçen sene Japonya LNG kontratlarında teslimat yeri şartının bulunmasını ve alıcıya re-export hakkının verilmemesini rekabete aykırı bularak yasal bir hamle yapmıştı. Artık Asya’da yapılan kontratlarda teslimat yeri için Japonya, Kore, Tayvan ve Çin’den oluşan bir bölge tanımı yapılması yaygınlaşıyor. Belki düzenlenecek bu standart metni başka ülkeler de kullanacak ve böylece bir süre bölge bazında dahi olsa LNG’nin global bir ürün olması yolunda önemli engellerden biri kalkacak. Şunu da belirtmek gerekir ki, LNG kalitesinin bir sorun olabileceği konusu bazen dile getirilse de petrolde de farklı kalitelerin olduğu ve farklı LNG kalitelerinin normalize edilmesinin mümkün olması, cüzi bir maliyetle söz konusu endişeleri ortadan kaldırmaktadır.

Spot LNG’de Uber veya E-bay benzeri sistem Spot LNG piyasası gittikçe büyüyor. LNG ticareti A satıcısı ile B alıcısı arasındaki ticaretten, A ile B arasına giren ara alıcı ve satıcıların arttığı bir şekle dönüşüyor. Yani LNG ticaretinde, ticaret şirketlerinin veya trader’ların rolü artıyor. Örneğin, 2017 yılında yapılan LNG ticaretinin ve kontratların yüzde 24’ünde trader’ların parmağı vardı. Halbuki 2012 yılında bu oran sadece yüzde 1’di. Bunun önemli bir nedeni spot ve kısa vadeli LNG ticaretinin artmasıdır. Spot dahil dört yıl ve daha az süreli LNG ticaretinin toplam LNG ticaretindeki payı geçen yıl yüzde 27’ye çıktı. 2017 yılında 77.6 Mt olan gerçekleşen bu tip ticaretin yüzde 20’sini spot LNG (anlaşma yapıldığı tarihten itibaren üç ay veya daha az sürede teslimatı yapılan) oluşturdu. Spot LNG’nin yaygınlaşması uzun vadeli kontratların yok olacağı anlamına gelmemeli. Tüketiciler açısından garanti altına alınması gereken gaz talep miktarı yine uzun vadeli kontratlarla satıcılardan temin edilmeye devam edilecek. Belki sene sayısı olarak uzun vade teriminde değişiklik olacak. Aradaki marj daha kısa vadeli kontratlarla, mevsimsellik içeren kısım da spot piyasayla karşılanacak. Dolayısıyla yüksek capex gerektiren büyük projelerde uzun vadeli kontratlara devam edilmiş olunacak. Tabii ki bu bahsettiğim sistemi uygulamak için alıcıların çok iyi talep tahmini yapması lazım.

220


Spot LNG ticaretinin daha kolay yapılmasına olanak sağlayan platformların kurulması da şüphesiz spot LNG ticaretine ivme kazandıracaktır. Eskiden Uber stilinde veya E-bay gibi bir spot LNG piyasasından bahsedildiğinde yüzümüzde gülümseme beliriyordu. Şimdi ise gerçek. Basit bir örnek vereyim. GLX spot LNG ticaret platformu (glx-lng.com) alıcılarla satıcıların buluştuğu bir platform. Hangi alıcılar veya satıcılarla ticaret yapmak istediğinizi siz seçiyorsunuz. FOB veya DES bazında ticaret tipini belirleyip, sizin veya sitede verilen koşullardan istediklerinizi seçiyorsunuz. Sonra ihale süreci başlıyor.

LNG üretiminde ve kullanımında gelişen trendler Bildiğiniz üzere yenilenebilir enerji kaynaklarının hem toplam birincil enerji talebi hem de elektrik üretimi bileşimindeki payının ileriki yıllarda giderek artması bekleniyor. Orta ve büyük çaplı petrol ve gaz şirketleri de rüzgar ve güneş santral yatırımlarını gittikçe arttırıyorlar. İlk bakışta bu sanki şirketlerin yeşil enerjiye kaydıkları ve fosil yakıtlardan uzaklaştıkları gibi bir algı yaratıyor. Gerçekten öyle mi? Yoksa bu şirketler elektrik depolama konusunda olağanüstü bir devrim gerçekleşmediği sürece rüzgar ve güneş santrallerinin doğal gazla çalışan yedekleme kapasitesine ihtiyaç duyacaklarını mı göz önüne alıyorlar? Diğer bir deyişle, aslında kendi geleceklerini mi düşünüyorlar? Bu konuda yorumu size bırakıyorum. Şu bir gerçek ki global gaz sektörünün elektrik üretimiyle ayakta kalabileceğini düşünmek hata olur. Elektrik üretiminde belki mutlak olarak daha fazla gaz kullanılacak ancak oransal olarak payı düşecek. Küresel doğal gaz talebine ilişkin yapılan tahminler doğal gaz talebinde elektrik üretiminin payı düşerken, sanayi ve ulaşım başta olmak üzere diğer sektörlerinde artacağını işaret ediyor. Bunda doğal gazın yeni kullanım alanları konusundaki gelişmeler, daha doğrusu LNG önemli bir rol oynayacak. LNG kullanımı bir yüzyıllık geçmişe sahip olmasına rağmen, 1964 yılında başlayan LNG ticareti hemen hemen benle yaşıt. Arada geçen sürede çok şeyler değişti ve olmaz denilen şeyler oldu. FSU/FSRU’lar yayılmaya başladı (2007). Geçtiğimiz birkaç yıl içinde çok daha hızlı gelişmeler yaşandı. Yüzer LNG sıvılaştırma tesisleri yapılarak faaliyete geçti, ABD LNG ihracatçısı oldu, elektronik LNG ticareti başladı ve saire. Ne nihayet, Yamal LNG tesisinden yola çıkan iki LNG kargo gemisinin geçen hafta Çin’e varmasıyla Rusya-Çin arasında Kuzey rotası (kutuplar üzerinden) da açılmış oldu. Bu arada çığ gibi büyüyen bir small scale LNG sektörü ortaya çıktı. LNG ile çalışan kara, deniz ve demiryolu araçları geliştirildi (bu arada dünyanın LNG ile çalışan ilk kargo gemisinin Türkiye’de yapıldığını belirtmekte fayda var). İlk LNG bunkering Avrupa’da geçen yıl gerçekleşti. Dahası, doğal gaz altyapısının olmadığı birçok yerde LNG’den elektrik üretilmeye başlandı. Kara yoluyla LNG’nin bir yerden başka bir yere ulaştırılması normal bir operasyon haline geldi. LNG dolum istasyonları ve diğer LNG lojistik ya-

221


pıları benzin istasyonları gibi hızla yaygınlaşmaya başladı. Tüpgazlar gibi LNG tüpleri bile servis sektörü, konut ve küçük çaplı sanayi sektörlerinde kullanılmaya başlandı. Sektördeki inovasyon ve teknolojik gelişme artık öyle bir virüs gibi gelişme sergiliyor ki sınırlarını tahmin etmekte zorlanıyor insan. İnovasyon ve teknoloji, LNG’nin kullanım alanlarını yaygınlaştırılmasının arttırılması yanında LNG üretiminde de kendini göstermeye başladı. Bio-LNG (bitki ve hayvansal atıklardan oluşan organik maddelerin fermantasyonu sonucu üretilen biyogaz içindeki CO2’nun ayrıştırılmasıyla elde edilen biyometanın LNG’ye dönüştürülmesi) ve yenilenebilir elektrikten LNG üretimi (rüzgar ve güneş santrallerinde üretilen ihtiyaç fazlası elektriğin sudaki hidrojen ve oksijeni ayrıştırmak için kullanılıp, açığa çıkan hidrojenin sonradan CO2 ile birleştirilmesiyle metan gazına dönüştürülmesi ve nihayetinde bu gazın sıvılaştırılması). Biyo-LNG ve elektrikten LNG üretiminin ölçek ekonomisine ulaşması ve yaygınlaşması şüphesiz zaman alacaktır. Ama bu sürecin içinde yer alanların kazançlı çıkacaklarını düşünüyorum. Bir yerde okumuştum. Dünyada 3 grup insan vardır diyordu. 1. Teknoloji geliştirenler, standartları belirleyenler ve gelişmelere yön verenler 2. Geliştirilen teknoloji ve standartları kullanarak yeni ürünler, sistemler geliştirenler 3. Olup biteni seyredenler ve iki grupça yapılanların pazarı olanlar Üçüncü gruptaki kalabalığa karışmamamız dileğiyle. Kalın sağlıcakla.

222


Ağrı Kesici Gibi Hazar Anlaşması 4 Eylül 2018 Dünya enerji jeopolitiğinin ağırlık merkezi doğuya doğru kayıyor. Enerji politikaları dış politikadan, dış politika ise ulusal güvenlikten ayrı tutulamaz. Jeopolitika, Hazar’ın statüsünde bir anlaşmaya varmada ve bunun zamanlamasında en önemli rolü oynamaya devam edecek. Tarih 24 Şubat 2010. Chatham House adıyla bilinen dünyanın saygın düşünce kuruluşlarından İngiliz Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nde bir konuşma yapıyorum. Konuşmamın konusu Hazar bölgesinden Avrupa’ya enerji transit güzergâhlarını belirleyecek temel faktörler. Özetle şunları söylemiştim (Konuşma metnime bakarak aynen aktarıyorum): Dünya enerji jeopolitiğinin ağırlık merkezi doğuya doğru kayıyor. Enerji politikaları dış politikadan, dış politika ise ulusal güvenlikten ayrı tutulamaz. Jeopolitika, Hazar’ın statüsünde bir anlaşmaya varmada ve bunun zamanlamasında en önemli rolü oynamaya devam edecek. İran ve Rusya, dış güçlerin Hazar’a burunlarını sokmalarına müsaade etmeyecekler. Hazar’ın statüsü ve rejimi konusunda çözüm deniz tabanını bölmek ve su katmanını ortak kullanmaktır. Trans-Hazar boru hatları projeleri Hazar konusu çözülse bile kağıt üzerinde kalmaya mahkumdur. Avrupa Birliği, Hazar enerji kaynaklarının geliştirilmesi ve Avrupa’ya sevki konusunda içi boş konuşmalarla vakit geçirirken, Çin harıl harıl anlaşmalar imzalıyor. Lafı evirip çevirmediğim ve Avrupa Birliği Komisyonu’na yüklendiğim için olsa gerek, ara verildiğinde bir İngiliz lordu yanıma gelerek “Konuşmanızı büyük bir dikkatle dinledim. Unutmayın ki Chatham House kuralları görüşlerinizi açıkça ifade etme özgürlüğü sağlar ama işinizi kaybetmenize mani olamaz” demişti. Tarih 12 Ağustos 2018. Aradan tam sekiz buçuk yıl geçtikten sonra Kazakistan’ın Aktau şehrinde nihayet Hazar Denizi’ne komşu ülkeler Hazar’ın hukuki statüsü konusunda anlaşma imzaladı. Hazar Anlaşmasıyla beraber

223


ekonomi, ulaşım ve güvenlik konularını içeren altı ek anlaşmaya daha imza atıldı. Bence enerji sektörü açısından değerlendirildiğinde değişen pek bir şey olmasa da Chatham House’daki konuşmamı kötümser bulanlar şimdi göbek atıyordur herhalde.

Hazar Denizi Anlaşmasına kadar geçen süredeki gelişmelere kısa bir bakış Sovyetler Birliği dağılana kadar Hazar Denizi’nin hukuki statüsü 1921 ve 1940 yıllarında yapılan Sovyet-İran anlaşmalarıyla belirlenmekteydi. Bu anlaşmalarda Hazar’ın deniz veya göl olduğu şeklinde bir tanım yoktu. Ayrıca, Hazar’ı iki ülke arasında paylaştırmıyordu ve yer altı kaynaklarıyla ilgili herhangi bir düzenleme de içermiyordu. Sovyetler Birliği 1991 yılında dağıldıktan sonra yeni ortaklar ortaya çıktı ve doğal olarak Hazar’da hak iddia etti. Daha önceki anlaşmalarda net olmayan kimin ne kadar paya ve haklara sahip olduğu konular, yeni ortaklar ortaya çıkınca haliyle daha da karmaşık hale geldi. Okyanusla doğrudan bağlantısı olmayan kapalı su birikintisi olan Hazar’ın deniz mi göl mü olduğu mevcut hukuk tanımlarına tam uymadığından uluslararası hukuk da çözüm getirmiyordu. Bu ayırım son derece önemliydi çünkü göl veya denizin paylaşım şekilleri farklıdır. Deniz tanımında, Birleşmiş Milletler Deniz Hukukunun baz alındığı bir paylaşım, göl tanımında ise kıyıdaş devletlere eşit sektörlere ayrılan bir paylaşım söz konusudur. Ayrıca, paylaşım denince neyin nasıl bölüştürüldüğüne odaklanmak gerekir. Ortada bir su birikintisinden farklı parametreler var: Deniz taban, toprak altı, su katmanı, su yüzeyi ve hava sahası. Petrol ve gaz kaynakları açısından bakıldığından deniz tabanının altı yani toprak altının paylaşımı öne çıkar. Boru hatları açısından bakıldığında

224


ise deniz tabanı. Balıkçık açısından su kütlesi ve su yüzeyi önemli. Askeri açıdan bakıldığında hem su kütlesi hem su yüzeyi hem de hava sahası. Hazar’ın muallak olan hukuki statüsü, hukuk rejimi ve paylaşımı konuları Hazar’a kıyıdaş 5 ülke arasında 20 küsur yıldır tartışıla geldi. Kıyıdaş ülkeler üç kampa bölündü: Biri, Azerbaycan’ın savunduğu Uluslararası Deniz Hukukunu uygulayarak medyan hat prensibine göre Hazar’ı paylaşalım diyenler, diğeri İran’ın savunduğu Hazar’ı 5 eşit parçaya bölelim diyenler, bir diğeri de iki kutup arasında zig zag yapanlar. Baktılar olacak gibi değil, uzun müzakerelerden sonra Hazar’ın kuzeyindeki üç ülke kendi aralarında (Rusya, Kazakistan ve Azerbaycan) Hazar’ın yüzde 64’ünü ortay hat prensibinin modifiye edilmiş bir versiyonuyla sırasıyla yüzde 19, yüzde 27 ve yüzde 18 pay alacakları şekilde sektörlere ayırdı. Bu prensip uygulandığında kendilerine daha az pay düşeceğinden Türkmenistan ve İran söz konusu paylaşım biçimine katılmadılar. Özellikle İran, siz bana yüzde 20 pay verin gerisini aranızda nasıl isterseniz öyle halledin şeklinde ısrarcı bir tavır takındı. Hazar sorununu çözebilmek için kıyıdaş ülke dışişleri bakanlıklarının üst düzey yetkilileri 52, dışişleri bakanları 6 kere toplandı ve devlet başkanları düzeyinde 4 zirve gerçekleştirildi. Nihayetinde 12 Ağustos 2018 tarihinde Kazakistan’da gerçekleştirilen beşinci zirvede 24 maddeden oluşan bir anlaşma imzalandı. Söz konusu anlaşma kıyıdaş ülkelerin meclislerinde kabul edildikten sonra yürürlüğe girecek. Tabii ki hiç pürüz çıkmaz ise.

Hazar Anlaşmasıyla sorunlar ne derecede çözüldü? Daha önce mutabakat sağlanan konuları ortak bildirge çatısı altında tekrarladığı, ortak görüş oluşturulamayan can alıcı konuları ise yuvarlak bir dille ötelediği için Hazar Anlaşması aslında bir ağrı kesici işlevini görmektedir. Jeopolitik açıdan bakıldığında göze çarpan ise herhangi bir dış aktörün burnunu sokmasına müsaade etmeksizin İran ile Rusya’nın sembolik de olsa Hazar’da fikir birliği sağlanabileceğini göstermede oynadıkları roldür. Hazar Anlaşması asıl sorunları çözdü mü? Hayır. Hazar’da paylaşımın nasıl olacağı konusu genel hatlarıyla belirtilmiş, detaylar sonraya bırakılmıştır. Sınırların belirlenmesine temel oluşturacak referans noktaları, sonradan tarafların karşılıklı olarak yapacakları görüşmelere bırakılmıştır. 1921 ve 2040 yıllarındaki Sovyet-İran anlaşmalarının yerine geçecek olan Hazar’ın paylaşımı konusunda alınan somut kararlar şöyle: Sahilden 15 deniz mili mesafeye kadar olan bölgeler kıyıdaş devletlerin egemenliğinde olacak. Balıkçılık faaliyetleri bu 15 milin üstüne 10 mil daha eklenecek bir bölgede yani sahilden 25 mil mesafeye kadar yapılabilecek. 25 mil dışındaki su katmanı ve yüzeyi ortak kullanıma açık tarafsız bölge olacak.

225


Metinde Hazar’ın yasal statüsünün deniz mi göl mü olduğu açıkça ifade edilmiyor. Ancak, Hazar’ı bazı konularda göl, bazı konularda deniz kabul ediyor. Buna rağmen bazı kaynaklar anlaşmada Hazar’ın deniz olarak kabul edildiğini belirtirken (herhalde metinde Hazar Denizi ifadesi tekrarlandığı için) İran Dışişleri Bakanlığı metinde Hazar’ın göl olarak kabul edildiğini belirtiyor. Gel de kafan karışmasın. Hazar’ın deniz tabanı ve altındaki egemenlik hakları karşı karşıya ve yan yana olan kıyıdaş ülkeler arasında yapılacak müzakereler sonrasında anlaşılarak sektörlere bölüştürülecek. Yani daha sonra belirlenecek. Bu kolay olmayacak. Çünkü kimin ne kadar pay alacağı konusunda karar almak demek petrol ve gaz kaynaklarını (mevcut ve potansiyel) paylaşmak demek. Uluslararası hukuk temelinde Azerbaycan, İran ve Türkmenistan’ın ikili ve üçlü görüşmeler yaparak deniz tabanını paylaşmada bir anlaşmaya varması bekleniyor. Bu arada İran, referans noktaları ve sektörler belirlenene kadar kimseyi Hazar’da hak iddia ettiği bölgedeki enerji kaynaklarına dokundurmayacağını ifade ediyor. Anlaşmadaki 24 maddenin çoğunun askeri ve güvenlik işbirliği üzerine olması dikkat çekiyor: Kıyıdaş ülkeler birbirlerinin içişlerine karışmayacaklar. Kıyıdaş olmayan bir ülke Hazar Denizi’nde askeri varlık bulunduramayacak ve bir Hazar ülkesi üzerinden başka bir Hazar ülkesine herhangi bir askeri müdahalede bulunamayacak. ABD ve NATO’yu bölgeden uzak tutmaya yönelik bu kararlar Rusya ve İran için çok önemli bir kazanım olsa gerek. Bu açıdan bakıldığında anlaşma Rusya ve İran için önemli kazanımlar içeriyor. Potansiyel bir diğer kazanım da, gerek Rusya’nın kurma teşebbüsünde bulunduğu Hazar Ekonomik Forumu, gerekse oluşturulacak yeni bir Kuzey-Güney ulaşım ve lojistik koridoruyla Rusya’nın sıcak denizlere inmesi ve bunda İran’ın oynayacağı rolün dile getirilmesidir.

Anlaşmaya petrol ve gaz kaynakları açısından bakış Yirminci yüzyıl başlarında Hazar bölgesi petrol sektörünün göz bebeğiydi. Dünyanın en iyi jeologlarına ve en yeni teknolojilerine ev sahipliği yapıyordu. BP ve Schlumberger gibi petrol sektörü devleri Hazar’da doğdu. Bölgede dev petrol ve gaz sahaları keşfedildi. Yapılan teknik çalışmalar, hala keşfedilmeyi bekleyen büyük bir potansiyelin olduğunu işaret ediyor. Rusya ve İran, Hazar’ın hukuki statüsünü kasten yıllarca sürüncemede bırakarak enerji kaynaklarının değerlendirilmesine ve bazı boru hatları projelerine tökez oldular. Hazar dışında zaten bol petrol ve gaz kaynaklarına sahip olduklarından Hazar’ın statüsüne diğer ülkeler ekonomik açıdan bakarken onlar siyasi açıdan baktılar. Ama zamanla durum değişti ve hem siyasi hem askeri hem de ekonomik açıdan bakmaya başladılar. Rusya, önceleri pek önem vermediği Hazar’ın kuzeyinde petrol ve gaz

226


sahaları keşfedince Azerbaycan ve Kazakistan ile anlaşmaya razı oldu. İhtilaflı bölgelerde bulunan sahaları ortaklık çerçevesinde değerlendirmeye karar verdiler. Azerbaycan, İran ve Türkmenistan cephesinde karşılıklı olarak hak iddia edilen sahaların ortak geliştirilmesi belirli aralıklarla gündeme geldi ama somut bir adım atılamadı. Hazar Anlaşmasıyla her şey güllük gülistanlık olacak şeklindeki görüşlere katılmıyorum. Belki, ekonomisi gittikçe kötüleşen Türkmenistan daha önceleri Türkmen sularında olduğunu iddia ettiği Azeri ve kısmen de Çıralı sahalarındaki haklarından muhtemelen vazgeçecek. Belki de Azerbaycan ile ihtilaflı olduğu Serdar/Kapaz sahasının ortak geliştirilmesi konusunda daha yapıcı bir tutum izleyecek. Ama ya yakın geçmişte Hazar’da arama üretim faaliyetlerine önem vermeye başlayan İran? İran’ın, büyük tavizler vererek bir kalemde milyarlarca dolar tutarındaki keşfedilmiş ve keşfedilmemiş petrol ve gaz kaynaklarından vazgeçeceğine inanamıyorum. 23 Temmuz 2001 tarihinde İran’ın Alov/Alborz sahasına müdahalesiyle sahadaki faaliyetlerin durmasını hatırlıyorsunuzdur. Ya Amerikan Jeoloji Kurumunun Kasım 2010’da Güney Hazar baseni üzerine yayınladığı rapordaki bulgular? Çalışma, bölgede keşfedilmeyi bekleyen 16 milyar varil petrol ve 5,6 trilyon metreküp gaz potansiyelinden bahsediyordu. Dudak uçuklatıcı bu rakamlara rağmen İran Hazar’daki ısrarcı tutumundan vazgeçip yüzde 11-yüzde 13 gibi biçilen bir paya razı olur mu sizce? Hele İran’da şu anda çığ gibi büyüyen ve Ruhani’nin Hazar’ı sattığını ileri süren baskılara rağmen. Twitter’da #CaspianSeaSellOut etiketli mesajlara hiç baktınız mı?

Anlaşmaya boru hatları açısından bakış Hazar’a bir sürü boru döşendiği halde Rusya ve İran, Trans-Hazar petrol ve gaz hattı projelerine hep karşı çıktılar. Böylece mümkün olduğunca rekabetin de önünü kestiler. Boru hatları konusu anlaşmanın 14. maddesinde yer alıyor. Boru hatlarına, hattın geçeceği sektörleri ilgilendiren ülkeler karar verecekler diyor. Amma velakin 15. maddede bazı şartlar belirtiliyor: Önceki anlaşmalarda ve yapılan protokollerde de belirtildiği üzere uluslararası normlarda çevre standartlarına uygun olacak, çevreye ve ekolojik sisteme herhangi bir zarar vermeyecek. Yani boru hatlarını veto etmek mümkün değil ama Hazar için potansiyel risk oluşturabilir gerekçesiyle ve getirilen çok sıkı tedbirlerle her türlü zorluğu çıkartmak mubah. Türkiye, ABD ve Avrupa Birliği, Hazar geçişli petrol ve gaz boru hatları konusunda çok uğraş verdi. Zaman içerisinde ABD’nin öncelikleri değişti, biz başka işlere daldık, jeopolitik ortam değişti vesaire derken herkesin ilgisi azaldı. Avrupa Birliği Komisyonu hariç. Komisyonun özellikle 10 yıldır devam eden bu ısrarcı tutumunu takdir etmek gerekir.

227


PCI olarak bilinen Avrupa Birliği ortak menfaat projeleri kapsamında yer alan Trans-Hazar gaz boru hattı projesinin ön mühendislik tasarım çalışması için daha birkaç ay önce yaklaşık 2 milyon Euro hibe desteği verdi. Mart 2019’da bitecek proje Beyaz Akım projesini tekrar canlandırma amacını taşıyor olabilir. Trans-Hazar projesi ve Beyaz Akım’ın, Haziran başında ENTSOG’un 10 yıllık plan çalışmasına da dahil edildiğini burada hatırlatmak isterim. Hedef, Türkmen gazını iki koldan Avrupa’ya getirmek. Birinci kol, TANAP-TAP üzerinden İtalya, ikinci kol Gürcistan-Karadeniz-Romanya üstünden Avusturya Baumgarten. Temel kaynak ise Trans-Hazar gaz boru hattı projesine hep sıcak bakmış ve desteklemiş ama gazımı sınırda teslim ederim, boru hattına karışmam diyen Türkmenistan. Türkmen gazının Hazar geçişli bir projeyle Avrupa pazarına iletilmesi konusunda iki parametre çok önemli: Birincisi, planlanan boru hattına Türkmenistan yeterli miktarda gaz verebilir mi? İkincisi, bu gaz Avrupa’ya kaça patlar? Mevcut kontratlar göz önüne alındığında birinci soruya cevap evet gibi gözüküyor. Detaya girmeyelim. Türkmenistan ile Rusya arasında anlaşmazlıklar nedeniyle 2016 yılında Türkmen gazının Rusya’ya akışı durdu. Bir yıl sonra İran’a da gaz akışı kesildi. Yani Türkmenistan toplamda yıllık 50 milyar metreküp civarında bir pazardan oldu. İran ile gaz swap anlaşmalarını bir kenara bırakırsak tek önemli müşterisi kaldı: Çin. Fiyat konusuna gelince: Geçen ay Oxford Enerji Çalışmaları Enstitüsü’nden Simon Pirani’nin hazırladığı bir raporda Türkmen gazının Trans-Hazar gaz boru hattı-Tanap-Tap yolunu izlediğinde İtalya’ya giriş fiyatının en az 10$/MMBtu olacağı belirtiliyor. Özbekistan-Kazakistan-Rusya-Ukrayna-Slovakya rotasıyla Avusturya Baumgarten’a giriş fiyatı çok daha ucuz: 5.6$/MMBtu. Bu rakamlar bir tahmin ama kafadan atma değil. Peki bu fiyatlar ne kadar rekabetçi? Bunun için mesela beş yıl sonra Avrupa’da gaz fiyatları ne civarında olur diye bir soru gelmeli hemen aklımıza. Benim bildiğim gördüğüm TTF hub veya LNG veya Rus gazı fiyat tahminleri 10 doların çok altında. Bir de Türkmen gazının Avrupa’ya gitmesine Rusya ve İran’ın tavrı nasıl olur diye sorgulamak gerekir. Trans-Hazar projesinin bölgede batılı şirketlerin faaliyetlerini ve dolayısıyla batılı ülkelerin etkisini arttıracağını bilen Rusya ve İran, söz konusu projenin gerçekleşmemesi için çevre-ekoloji silahına sarılmaz mı sizce? Rusya mesela, Türkmen gazının Avrupa pazarında kendisine rakip olmasına göz yumar mı? Eğer Türkmen gazını kendisi sınırda alıp re-export ederse belki. Ya İran? Amerika ve İsrail’in müttefiki olan Azerbaycan’ın önemli bir üretici ve ihracatçı olma yanında Trans-Hazar projesiyle transit ülke konumuna gelip öneminin daha da artmasını ister mi?

228


İran, Avrupa gaz pazarında Rusya ile rekabet etme niyetinde olmadığından doğudaki potansiyel pazarlara yani Pakistan ve Hindistan’a göz dikmektedir. Ancak, bir türlü hayata geçiremediği projenin yaptırımlar ve finansal zorluklar nedeniyle daha da tehlikeye girdiğinin bilincinde. Türkmen gazının kendi üstünden Pakistan’a veya Hindistan’a gitmesini arzu eden İran, Rusya’nın desteklediği TAPI (Türkmenistan-Afganistan-Pakistan-Hindistan) gaz boru hattı projesinin de gerçekleşmesini istemiyor. Ya Trans Hazar petrol boru hattı projesi? Kazak petrolünün bu projeyle Bakü-Ceyhan boru hattı üzerinden uluslararası piyasalara sevki planları tekrar gündeme gelir mi? Rusya buna göz yumar mı? Acaba Kuzey Akım-2 projesine karşı Trans-Hazar petrol ve gaz boru hat projelerini ABD ve AB’ye karşı bir koz olarak kullanabilir mi? Kazak ve Azeri petrolünün Rusya ve Gürcistan üzerinden Boğazlar yoluyla sevkiyatını bir şekilde sınırlandırarak Bakü-Ceyhan’ı tam kapasiteyle kullanmak bizim işimiz gelmez mi? Bu tip sorular uzar gider ama düşünmek gerekmez mi? Diyeceğim o ki, Hazar Anlaşması bir ağrı kesiciydi. Petrol ve gaz kaynaklarının değerlendirilmesi ve Trans-Hazar boru hatları projelerinin gerçekleştirilmesi önündeki sorunları çözmedi. Sorunların ilerlemesini engelledi ve sancıları azaltmaya yaradı. Dileğimiz kesin tedavi. Kalın sağlıcakla.

229


230


IMO Regülasyonunun Çarpmasına 18 Ay Kala 8 Ekim 2018 Kamil efendi at bakıcısıdır. Bir Cuma günü camiye gelir. Bakar ki kendisinden başka hiç kimse yok. Vaaza hazırlanan hoca cemaat olmadığını görünce Kamil efendiye sorar: “Senden başka kimse yok. Ne dersin; vaaz edeyim mi, yoksa etmeyeyim mi?” Kamil efendi: “Ben seyisim. 20 atım var. Hepsi kaçıp gitse, biri kalsa onu ihmal etmem, yine bakarım” der. Bunun üzerine hoca uzun uzun vaaz eder. Namaz sonrası hoca Kamil efendiye sorar: “Nasıl, vaazımı beğendin mi?” Kamil efendi şöyle cevap verir: “Ben seyisim, vaazdan anlamam. Ancak ben yirmi atın suyunu ve yemini bir ata verip onu çatlatmam.” Benim buradaki yazılarımın belki bazıları, belki de çoğu bu hikayedeki gibi. Bazen çok uzun. Türkiye Enerji Zirvesi’ne günler kalmışken, yine bir uzun yazıyla bu sayıda pek yer kaplamak istemiyorum. Aslına bakarsanız, buradaki çoğu yazım gibi bu yazımı da aylar sonra okursanız pek bir şey kaçırmayacağınızı sanıyorum. Bu yazımın konusu, Birleşmiş Milletler’in denizcilik teşkilatı ve uluslararası denizcilik için düzenleyici otorite olan Uluslararası Denizcilik Örgütü’nün (IMO) kükürt regülasyonunun piyasalara muhtemel etkisi ve LNG sektörüne sunduğu fırsatlar üzerine. IMO, 2016 yılında aldığı bir kararla gemilerde kullanılan akaryakıtın kükürt içeriğinin halihazırdaki yüzde 3,5 olan üst sınırının 1 Ocak 2020 tarihinden itibaren yüzde 0.5’e indirilmesini kararlaştırmıştı. Gemide kullanılan akaryakıt tanımına ana ve yardımcı makinelerde ve kazanlarda kullanılan yakıtlar da dahildir. Bu yeni küresel kükürt regülasyonu, üst sınırı halihazırda yüzde 0.1 olan SOx Emisyon Kontrol Alanlarındaki (ECAS) limitleri değiştirmeyecek. Bizim bulunduğumuz coğrafyaya en yakın Emisyon Kontrol Alanları Baltık Denizi ve Kuzey Denizi’dir. Yakın gelecekte Akdeniz’in de dahil edilmesi

231


bekleniyor. Yazdıkça kafamda deli sorular gezinmeye başlıyor. Uzmanı olmadığım için cevaplarını da bilemiyorum. Mesela, Marmara Denizi ve Boğazlarda ECAS limitlerini veya daha azını ve hatta Eylül 2017’de devreye girmiş olan IMO’nun gemilerin balast suları ve sedimanlarının kontrol ve yönetimi sözleşmesini ve ayrıca IMO’nun NOx düzenlemesini daha sert uygulayabilir miyiz? Uygulayabilirsek boğazlardan geçen petrol tankerleri sayısında bir azalma sağlanabilir mi? Sağlanabilirse Bakü-Ceyhan boru hattından daha fazla petrol taşıyabilir miyiz? Neyse, kafa karıştırmadan konuya döneyim. Dünya ticaretinin yüzde 90’ının deniz taşımacılığı ile yapıldığını, deniz taşımacılığı sektörünün küresel petrol talebindeki payının yüzde 5 ve bu sektörün tükettiği günlük 4 milyon varil civarındaki yakıtın yüksek kükürt içeren yakıtlar olduğu göz önüne alınırsa söz konusu küresel kükürt sınırı uygulamasının petrol sektörü için neden çok önemli olduğu kolayca anlaşılır. Bu uygulama sadece petrol sektörü için değil, doğal gaz sektörü için de çok önemli. Neden mi? Az sonra… 2017 yılında dünya çapında 500 grosston üstünde 52 bin geminin olduğunu ve bunların büyük çoğunluğunun IMO 2020 sülfür regülasyonundan etkileneceğini göz önüne alırsak gemicilik sektörünün hala uzun uzun hesaplar yapmakla uğraşmasına şaşırmamak gerekir. Fazla alternatifleri yok aslında. Ya ağır fuel oil’i (HFO) bırakıp düşük kükürtlü HFO veya deniz gazı yağına (Marine Gas Oil, MGO) geçecekler, ya gemi başına en azından 4 milyon dolara mal olacak scrubber denilen egzoz gazını temizleyerek sülfürden arıtma işlemini gerçekleştiren gaz yalıtım sistemi kurarak HFO kullanmaya devam edecekler, ya alternatif bir yakıta geçecekler (ki bunlar arasında en revaçta olanı LNG ve hibrit sistemler), ya da en azından seyir esnasında hız azaltacaklar. Şüphesiz her bir opsiyon avantajları, dezavantajları ve maliyetleri farklı. Gemicilik sektörü tercih konusunda halen bocalama devresinde. Geminin tipi, büyüklüğü, yaşı, yakıta erişim vesaire gibi birçok faktör hangi seçeneğin en doğru seçim olacağı konusunda önemli rol oynayacak. Buna rağmen, sektörün çoğu bekle-gör felsefesine takılmış durumda. Deniz yoluyla yapılan dünya ticaretinin 2030 yılına kadar üçte bir artması beklenirken, deniz taşımacılığı sektöründe düşük kükürtlü yakıt fiyatlarının aşırı yükselme olasılığı haliyle ticari endişelere neden oluyor. Sektör, yeni gemi siparişlerini verirken ince hesaplara boğulacak çünkü bu tip çevresel düzenlemeler geleceğin gemi kompozisyonunda önemli rol oynayacak. Tipine göre değişiklik göstermesine rağmen gemilerde tüketilen yakıtın en az yüzde 37’sinin demirliyken ve limandayken harcandığı dikkate alınırsa enerji verimliliği konusu yeni gemi dizaynlarında çok önemli bir etmen olacak. Yakıt fiyatındaki artışın sineye çekilemeyecek bir düzeyde olması

232


nedeniyle, farkın taşımacılık maliyetlerine ve dolayısıyla taşınan ürüne yansıtılması kaçınılmaz görülüyor. Endişe içinde olan sadece gemicilik sektörü değil. Petrol sektörü de hazırlığını tamamlamadı. Rafinerilerden tutun gemilere yakıt sağlayan şirketlere kadar olan zincirde belirsizlikler ve soru işaretleri devam ediyor. Yasal düzenlemelerdeki eksiklikler, standart veya harmonize bir sistemin bulunmaması, gereken yatırımların küçük rakamlar olmaması, yetersiz alt yapı vesaire bu belirsizlikler ve soru işaretlerine yeni boyutlar ekliyor. Petrol sektörünün genel beklentisi 2020 sonrasında yüksek kükürtlü yakıt talebinde düşüş ve az kükürtlü yakıt talebinde artış yönünde. Ancak bunun düzeyi konusunda epey farklı tahminler bulunuyor. Dolayısıyla rafineri sektöründe de kafalar karışık. Şimdilik tuzu kuru gibi gözüken tek kesim, düşük kükürtlü yakıt üretimini arttırmaya elverişli kompleks rafineriler. Doğal gaz sektörü de bu IMO düzenlemesini fırsat olarak görenler arasında. LNG’nin kullanım alanlarını yaygınlaştırmak için bu düzenleme gerçekten büyük bir fırsat. Çevresel etkileri açısından petrol bazlı yakıtlarla karşılaştırıldığında LNG şüphesiz birçok avantaja sahip. Bunun da etkisiyle, olsa gerek bazı sektör uzmanları LNG’yi geleceğin gemi yakıtı olarak görüyor. Şu anda LNG ile çalışan 125 gemi bulunuyor, 136 gemi de inşa halinde veya siparişi verilmiş durumda. Bu rakamların yakın gelecekte hızla artması bekleniyor. Bu beklentilerin oluşmasında, LNG’nin deniz taşımacılığında kullanımı konusunda giderek artan faaliyetlerinin önemini göz ardı etmemek gerekir. Bendeniz de çalıştığım kurumun bu konuda İtalya’da organize ettiği uluslararası bir toplantının Türkiye Enerji Zirvesi’yle çakışması nedeniyle maalesef zirvede sizlerle beraber olamayacağım. Deniz taşımacılığı sektörünün gerçekten yeni ve büyük bir LNG pazarı haline dönüşüp dönüşemeyeceğini zaman belirleyecek. Ancak şunu belirtmek isterim ki bazı hesaplamalar eğer dünya gemi envanterinin sadece yüzde 5’inin bile LNG ile çalışır haline gelmesi durumunda deniz taşımacılığı sektörünün dünyanın en büyük beşinci LNG pazarı haline gelebileceğini işaret ediyor. Bu iyimser tablonun gerçekleşebilmesi için birçok zorlukların üstesinden gelmek gerekiyor. Mesela LNG bunkering meselesi ve gerekli altyapı. Ayrıca, LNG’nin tedarikinden gemiye verilmesine kadar geçen aşamaların çoğunda yeni iş imkanları ve fırsatlar yaratılacak. Ne demişler: “Değişim rüzgarları estiğinde aptallar duvar örer, akıllılar yel değirmeni yapar”. Seyretmeye devam edelim. Kalın sağlıcakla.

233


234


Rus Gazıyla Rekabeti Daima Rusya Kazanır 7 Aralık 2018 Rusya’nın boru hatlarıyla Avrupa’yı ahtapotun kolları gibi kuşatması yıllardır konuşula geliyor. Kuzey Akım ve Güney Akım projeleri telaffuz edildiğinde Avrupa ve Amerika’da Nermin Candan’ın “Olmaz olmaz, bu iş olamaz, hiç yalvarma bu iş olamaz” şarkısını andıran söylemler duyuyorduk. Ancak zamanla Kuzey Akım-1 yapıldı, Kuzey Akım 2’nin inşasına başlandı ve Güney Akım’dan türetilen TürkAkım’ın inşasının bitmesine az kaldı. Durum böyle olunca bu sefer Moskova’dan Asu Maralman’ın “Kim demiş ki olmaz diye, yeter ki sen candan iste, bir ışık var gözlerimde, ötesini hiç düşünme… Olur olur, bal gibi olur” şarkısını duymaya başladık. Durum böyle olunca, bu sefer “Olur, Olmaz” şeklindeki tartışmalara “kimler ne kazanacak, kimler ne kaybedecek” soruları eklendi. Derken, geçtiğimiz Eylül ayında, hiç kaile almadığım birinden, Fatih Terim’den durumu özetleyen bir açıklama gözüme çarptı: “Olur olmaz bilmiyorum ama açıkçası biz küçüğünü aldık!” Şimdi eğer becerebilirsem bu özeti biraz açarak ne demek istediğimi anlatmaya çalışayım.

Avrupa deplasmanında Rusya’nın attığı goller Bakmayın Avrupa Birliği’nin enerji güvenliği, arz çeşitliliği ve Rus gazına olan bağımlılığın azaltılması yönündeki boş söylemlerine. Onun yerine, boş konuşmayan rakamlara bakın. Son bir kaç yıldır Rusya’dan yapılan gaz ithalatı rekor üstüne rekor kırıyor. Neden? Çünkü Rus gazıyla rekabeti daima Rusya kazanır. Tıpkı, İngiliz efsane futbolcu Garry Lineker’in “futbol 22 kişinin 90 dakika boyunca bir topun peşinde koştuğu ve sonuçta hep Almanların kazandığı basit bir oyundur” demesi gibi.

235


Birçoğunuzun tanıdığı çok değerli bir büyüğüm, Lineker’in bu sözünden yola çıkarak Rusya ile doğal gaz müzakerelerini, “iki taraf arasında kazan-kazan temeli üzerine kurulu ama her zaman akıllı olanın, stratejisi ve planlaması olanın daha çok kazandığı müzakerelerdir” diye tanımlamıştı. Gerçi Lineker meşhur sözünü bu yıl “ve sonuçta Almanların artık her zaman kazanmadığı” diye düzeltti ama değerli büyümün sözü bence halen geçerli. Kuzey Akım ve TürkAkım boru hattı projeleri, Rusya’nın Ukrayna barajını aşarak Avrupa kalelerine yolladığı gollerdi. Bu iki gol ile Rusya, Ukrayna’yı bypass etme emeline bir adım daha yaklaşmış oldu.

Maç henüz bitmedi ama Avrupa yoruldu Rusya’nın Güney Akım boru hattı projesi Avrupa Birliği’nin bastırması (üçüncü pakete ters düştüğü gerekçesiyle) ve Bulgaristan’ın mırın kırın etmesi yüzünden tozlu raflara kaldırıldı sanılırken Aralık 2014’te TürkAkım projesiyle yeniden hortlaması Avrupa Birliği’ni ve bazı Avrupa ülkelerini çok rahatsız etmişti. TürkAkım projesinin (uçak krizi nedeniyle biraz aksamış olsa da) vücut kazanmaya başlamasıyla bazı ülkeler derin düşüncelere daldılar. Çünkü Rusya bu projeyle Ukrayna üzerinden geçirdiği gazı 31,5 bcm azaltacaktı. 2011 yılında Kuzey Akım-1 boru hattının faaliyete geçmesiyle Ukrayna üzerinden gaz transit miktarı zaten etkilenmişti (başka bazı nedenler de var ama karıştırmayalım şimdi). Rusya’nın Kırım’ı Mart 2014’te ilhak etmesinden sonra (2015 yazında) yıllık kapasitesi 55 bcm olacak Kuzey Akım-2 projesini öne sürdü. Böylece ABD ve Avrupa Birliği’nde (özellikle Komisyon) kıyamet koptu. AB Komisyonu’nun Gazprom’a antitrust soruşturması ve Rusya’nın AB’yi Dünya Ticaret Örgütüne şikâyetiyle yaptığı karşı atak, Amerikan ve AB yaptırımları, AB Komisyonu’nun diğer manevraları, AB Parlamentosu ve Konseyi’nde hararetli “istemezük” tartışmaları gündemden hiç düşmedi. Sonra ne oldu? Mayıs 2018’de Komisyon’un soruşturması bir şekilde tatlıya bağlandı. Dünya Ticaret Örgütü’nün Ağustos 2018’deki kararına hem AB hem Rusya, farklı nedenlerle de olsa, sevindi. Baktı olmuyor, Trump bile “bu projeye destek sağlayan Avrupalı şirketlere yaptırım uygularım” söyleminden geri döndü. Avrupa Birliği’nin çeşitli organları halen kendi aralarında tartışmaya devam ederken Kuzey Akım-2’nin deniz kısmı inşaatı Eylül 2018’de başladı (Kasım sonuna kadar 300 km boru döşendi). 19 Kasım 2018 tarihinde Karadeniz’in altından döşenen ve her biri 15,75 milyar metreküp (bcm) kapasiteli iki boru hattından oluşan TürkAkım projesinin deniz bölümünün tamamlanması töreni yapıldı. Birinci hattan gelen

236


gaz Türkiye’nin Ukrayna üzerinden geçen Batı Hattı’ndan aldığı gazı ikame edecek. İkinci hat ise Türkiye’yi terk ederek Yunanistan ve/veya Bulgaristan üzerinden Avrupalı tüketicilerin kullanımına sunulacak. Gazprom’un 7 milyar Euro’ya mal olmasını öngördüğü TürkAkımı boru hattında gaz akışının Ocak 2020’de başlaması planlanıyor. Nerede kaldı 10 yıldır “Rus gazına bağımlılığı azaltacağız, şunu bunu yapacağız, Ukrayna’yı ezdirmeyiz, kahrolsun Kuzey Akım, Güney Akım, TürkAkım” diyenler? Demek ki neymiş, bazılarının menfaatleri diğer bazılarının menfaatlerinin önüne geçebiliyormuş ve dahası, arz kaynakları ve tedarik yolları çeşitlendirilmesi söylemleri icraata gelince havada kalabiliyormuş.

Uzatmaya gidilmez ise maçın sonu 31 Aralık 2019 31 Aralık 2019 tarihinde Naftogaz ile Gazprom’un transit kontratı sona erecek. O tarihe kadar ya Naftogaz ile Gazprom yeni bir anlaşma yapacak ya da Gazprom Ukrayna üzerinden gaz akışını sıfırlayacak. İşte asıl sorun burada başlıyor. Naftogaz ile Gazprom 31 Aralık 2019 öncesinde bir anlaşmaya varabilir mi? Zor gibi gözüküyor. Bazı nedenleri sıralayayım: Şu günlerde Ukrayna ile Rusya arasında yaşananlar, Ukrayna’da Mart ve Ekim 2019 da yapılacak seçimler, Mayıs 2019 Avrupa Parlamentosu seçimleri ve Ekim 2019’da yeni Avrupa Birliği Komisyonu (ne alaka demeyin). O halde, 1 Ocak 2020 tarihinden sonra Ukrayna üzerinden ne kadar Rus gazı geçer sorusuna yoğunlaşmak gerekir. Bunun ne kadar önemli bir soru olduğunu Ocak-Mart 2020’de hep beraber göreceğiz. Bu soruya verilen cevap sorulan kişiye göre değişiyor: Yıllık 15 bcm ile 50 bcm arası. Naftogaz’ın telaffuz ettiği rakam minimum 40 bcm. Ne kadar süreyle sorusuna ise her kafadan başka bir cevap geliyor. Bence, en azından 2023 yılına kadar. Bu hesap biraz karışık gibi gözükebilir ama kabaca ana hatlarını sıralayayım. Rusya’nın Ukrayna harici Avrupa’ya boru hattı gazı gönderme kapasitesi 100 bcma. Ukrayna’nın transit kapasitesi yıllık 140 bcm. Bu yıl Rusya’nın Türkiye dahil Avrupa’ya satacağı boru gazı miktarı 200 bcm üstünde olacak. Rusya’nın pazar payı vesaire nedenlerden ötürü önümüzdeki 5 senede de en az 200 bcm boru gazı ihracatı hedeflediğini varsayalım. Kuzey Akım-2 ve TürkAkım toplam kapasitesi 86,5 bcma (55 bcma + 31,5 bcma). Rusya’nın Ukrayna üzerinden 2017 yılında geçirdiği gaz (Türkiye dahil) ise yaklaşık 94 bcm.

237


TürkAkım ve Kuzey Akım-2 muhtemelen 2023 yılından önce tam kapasite kullanılamayacağını varsayalım. Mevsimsel gaz akış farklılıklarını, boru hatlarının kapasite kullanımı, ACQ-MCQ gibi faktörleri de basitleştirmek için göz ardı edelim. Evet, fazla varsayım olduğunun farkındayım. Ama daha bitmedi. Naftogaz yetkilileri, son derece yaşlı ve bakıma muhtaç olan boru hatlarının hayatını idame ettirebilmesi için en azından yıllık 40 bcm transit miktarına ve ciddi miktarda yatırım yapılması gerektiğini ifade ediyorlar. Bu “ciddi” kelimesinin dolar cinsinden karşılığı maalesef telaffuz edilmese de altı sıfırlı bir rakam olduğu düşünülüyor.

Şimdi transit tarifeleriyle kafanızı biraz daha karıştırayım Naftogaz ile Gazprom arasında 2009 yılında yapılan kontrattaki transit tarifesine göre 2017 yılında Rusya Ukrayna’ya 3 milyar dolar civarında bir gelir sağlamıştı. Naftogaz ise bu kontrattaki tarifeyi 2 katı katına çıkarmış (1000 metreküp başına 57.70 dolar) ve tahkime gitmişti. Eğer Gazprom ile Naftogaz 31 Aralık 2019’dan sonra masaya otururlarsa giriş-çıkış metodolojisi uygulama mecburiyetinden dolayı transit tarifesinde ciddi bir indirim olmalı. Diğer yandan, Rusya’nın, Kuzey Akım-2 için ödeyeceği tarife şu anda Ukrayna’ya ödediğinin altında.

Durum böyleyken siz ne yapardınız? Hani bazı boru hatları için pahalı ve gereksiz falan deyip ahkam kesenler var ya. Merak ediyorum acaba kaçı pahalı ve gereksiz sonucuna tüm bu parametreleri değerlendirerek varmıştır. Böyle insanların yaptıkları yorumları duydukça aklıma hep aşağıdaki hikâye gelir. Üst düzey bir tarım yetkilisi, bir köyü ziyaretinde, modern tarımın öneminden bahseder: “Eski usullerden fayda gelmez. Mesela şu ağaçtan bir kilo bile armut alacağınızı sanmam.” Köylülerden biri onaylar: “Ben de sanmam” Yetkili sorar: “Neden?” Köylü cevabı yapıştırır: “Bu ağaç, armut ağacı değil de ondan.” Ama bazen gerçek anlamda uzman olsanız bile işin içinden çıkamazsınız. Nasıl mı? Buyurun size bir örnek: 3 öğrenci, futbol topu almak için dükkâna giriyorlar. Tezgâhtar topun fiyatının 30 lira olduğunu söylüyor. Öğrenciler 10’ar lira vererek topu alıyor ve dükkândan çıkıyor. Dükkân sahibi çırağa o topun indirimde olduğunu ve aslında fiyatının 25 lira olduğunu söylüyor. Çırağa 5 lira bozuk para

238


verip öğrencilerin arkasından gönderiyor. Çırak yolda 5 lirayı 3 öğrenciye bölüştüremeyeceğini düşünüp 2 lirayı cebine atıyor ve her bir öğrenciye 1 lira verip geri dönüyor. Böylece topa öğrenciler 9’ar lira ödemiş oluyorlar (9×3=27). Çırak cebine 2 lira atmıştı. O halde, toplamda ödenen para 27+2=29 lira. Peki, geri kalan 1 liraya ne oldu? Cevabı bana da söylerseniz sevinirim.

TürkAkım ve Kuzey Akım projeleri Rusya’nın Avrupa pazarına hâkimiyetini koruma yolunda gösterdiği bir başarıdır. Öyle görünüyor ki Avrupa Birliği ve ABD, Ukrayna üzerinden Rus gazı geçişi durdurulmadığı müddetçe Kuzey Akım-2 ve TürkAkım projelerine göz yumacaklar. Diğer yandan, Rusya, Stokholm Tahkim Mahkemesi’nin Gazprom aleyhine verdiği kararları muhtemelen pazarlık konusu yapacak. Peki, Rusya Ukrayna üzerinden yukarıda bahsettiğim 15-50 bcma gazı kaç sene geçirmek isteyecek dersiniz ? Başka bir şekilde sorayım: Bir süre kaç sene durumu idare ettikten sonra Rusya Kuzey Akım-3, TürkAkım-3 gibi projeleri gündeme getirmez mi? Neden olmasın? Şöyle bir düşünelim. TürkAkım’ın ikinci hattının Bulgaristan’dan girip Avusturya Baumgarten’a kadar gideceği dillendiriliyor. Peki, Yunanistan üzerinden İtalya’ya gitmesi daha mantıklı değil miydi? Yoksa TAP’ın akıbeti mi bekleniyor. Eğer TAP boru hattı projesinin İtalya ayağında 112 zeytin ağacıyla büyüyen politik sorunlar uzarsa belki de bakarsınız TAP ileride sadece Rus gazı taşır, kim bilir. TürkAkım-2, Yunanistan üzerinden İtalya’ya giderse İtalya’nın, Bulgaristan üzerinden Avusturya’ya giderse belki Bulgaristan’ın Varna’da Balkan Gaz Hubını geliştirme emellerine ve asıl önemlisi Avusturya’nın gaz hub olma emellerine yarayacak.

Tüm bunlar yaşanırken ülke olarak biz ne kazandık veya kazanacağız sorusuna cevap aradım TürkAkım arz kaynak çeşitliliğine bir katkı sağlamayacak ama Rus gazını doğrudan getireceği için transit riskini ortadan kaldıracak. Peki, Rus gazını daha iyi şartlarda alacak mıyız? Şu anda görünen o ki, hayır. Bize maddi bir getirisi olacak mı? Bunun için Rusya ile imzalanan Hükümetlerarası anlaşmayı okumak gerekir. Ben bir şey bulamadım. Belki bir şeyleri kaçırdığım, belki de anlamadığım içindir. Cevabını bilmediğim birçok soru var. Mesela, Batı Hattı’ndan 2021’de kontratları biten gaza ne olacak? TürkAkım-1 yapıldı diye uzatılacak mı? Kim uzatır? Uzatılacak durum yoksa veya şartlar el vermiyorsa ne olur?

239


Deniyor ki, TürkAkım’ın tamamlanmasıyla ülkemiz doğal gaz ticaret merkezi olma yolunda önemli bir mesafe kat edecek. Ayrıca deniyor ki, enerji ticaret merkezi olması bir yana TürkAkım projesi Türkiye’ye çok büyük kazanımlar sağlayacak. Ne alaka diye sormaktan kendimi alamıyorum. Üzerinden transit boru hattı geçiyor diye bir ülke ticaret veya enerji merkezi olabilir mi? Avrupa’ya giden Rus gazının yüzde 80’i yıllarca Ukrayna üzerinden geçti diye Ukrayna enerji merkezi olabildi mi? “Peki, TANAP’ı neden hesaba katmıyorsun?” diyeceksiniz. Adı zaten üstünde değil mi TRANS-Anadolu boru hattı. Neden sadece Anadolu boru hattı denmediğini de anlamamıştım zaten. Avrupa ile kıyaslandığında boru gazını pahalıya, hem de petrol endeksli fiyatla alan ve sübvansiyon uygulayan bir ülkenin gazın gazla rekabet ettiği bir referans fiyat oluşturup satabilmesi ne kadar mümkün sizce? Satabilme hakkı olsa bile! Belki çoğu yerde dillendirildiği gibi boru hatları bize jeopolitik kazanımlar sağlayarak ülkemizin önemini arttıracak. Bakü-Ceyhan örneği var nasılsa elimizde. Ben jeopolitika uzmanı değilim. Petrol ve gaz sektörünü öğrenmeye çalışıyorum. Sektörde gördüğüm şey bir projenin para kazandırıp kazandırmayacağıdır. Hani futbolda bazen derler ya, “Hatice’ye değil neticeye bak”. İşte öyle. Yanlış anlaşılmasın, Türkiye gaz ticaret merkezi olamaz demiyorum. Son bir kaç yıldır güzel gelişmelere şahit oluyoruz. Gaz depolaması, EPİAŞ, LNG, denizlerde arama, piyasanın serbestleşmesi konularında önemli hamleler atıldı ve atılmaya devam ediliyor. Fakat şunu akıldan çıkarmamak gerekir ki, Hub olmak bir süreçtir, en az 10 yıllık bir yol gerektirir. Biz daha bu yolun başlarındayız. Bırakalım elalemin bize kaftan biçmesini veya bizim kendimize kaftan biçmemizi. Doğru adımları atıp doğru yolda ilerlersek zaten süreç bizi doğal olarak Hub’a ulaştırır. Hub takıntısı yerine kendi ulusal menfaatlerimizi öne çıkaracak ve geliştirecek şeylere enerjimizi yoğunlaştırmak daha doğru olmaz mı? Hepinize sağlıklı, huzurlu ve mutlu bir yeni yıl geçirmenizi dilerim. Kalın sağlıcakla.

240


Doğu Akdeniz Gaz Forumu 28 Ocak 2019 Mısır, Yunanistan, İsrail, İtalya, Ürdün, Filistin, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin enerji bakanları 14 Ocak 2018 tarihinde Kahire’de, Dünya Bankası ve Avrupa Birliği Komisyonu’nda bulunduğu toplantıda bir araya gelerek doğal gaz konusunda ortak vizyon ve amaçlar çerçevesinde yakın iş birliği sağlamak amacıyla bir Doğu Akdeniz Gaz Forumu (DAGF) oluşturma kararı aldı. Bu oluşumdan bahseden haberleri okuyunca herhalde bazılarınızın aklında başrollerinde Zeki Alasya ve Metin Akpınar’ın yer aldığı “Nereden Çıktı Bu Velet” filminin başlığı canlanmıştır.

Aslına bakılırsa böyle bir forum kurulmak için geç bile kalınmıştı. Neden mi? Biliyorsunuz ki, Arap baharı rüzgarının esmesiyle gittikçe yalnızlaşan İsrail, bölgede ittifak arayışlarına girmiş ve doğal gaz keşiflerini bu arayışta katalizör olarak kullanarak Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ve Yunanistan ile yakınlaşmıştı. Enerji eksenli yüksek diplomasi trafiği ile pekiştiren bu ilişkiler bahis konusu üç ülke arasındaki ekonomi, siyasi ve askeri yakınlaşmayı da arttırdı. Benzer şekilde Mısır da, Temmuz 2013 sonrasında Yunanistan ve GKRY ile enerji, ekonomi, siyasi ve askeri ilişkilerini pekiştirmeye başlamıştı. Buradaki yazılarımda ve çeşitli platformlarda Doğu Akdeniz konusunda yaptığım konuşmalarda bu iki üçgenin (Yunanistan, GKRY, İsrail ve Yunanistan, GKRY, Mısır) yakın bir zamanda dörtgen haline gelmesine (Yunanistan, GKRY, İsrail, Mısır) şaşırmamak gerektiğini belirtmiştim. Çünkü, her iki üçgeni oluşturan ülkelerin devlet başkanları dahil üst düzey yöneticileri bir kaç yıldır baş döndürücü bir diplomasi trafiği gerçekleştirmekteydiler.

241


Nihayetinde, Sisi, Anastasiades ve Çipras’ın 10 Ekim 2018 tarihinde Girit adasında gerçekleştirdikleri zirvede bir Doğu Akdeniz Gaz Forumu kurulması konusunda müzakerelerde bulunmuşlardı. Geçtiğimiz kasım ayında Mısır petrol bakanı böyle bir forumun kurulması için çalıştıklarını ve kurucu ülkelerle Ocak ayında üst düzey bir toplantı gerçekleştireceklerini belirtmişti. Nisan ayında Kahire’de yapılacak genişletilmiş bir toplantıda ki bu toplantıda bazı bölgesel ve uluslararası kuruluşlar, belki de bazı şirketler de bulunacak, merkezinin Kahire’de olması kararlaştırılan Doğu Akdeniz Gaz Forumu’nun yapısına ilişkin konular görüşülecek. Henüz netleşmese de bölgesel ve uluslararası kuruluşların da Forum’a gözlemci olarak katılması ve özel sektörün de oluşturulacak bir gaz sektörü danışma grubunun bir parçası olarak Forum’da aktif görev alması bekleniyor.

Forum neyi amaçlıyor? Yayınlanan bildirgede üretici, tüketici ve geçiş ülkelerini bir araya getirerek bölgedeki petrol ve doğalgaz kaynaklarından en verimli ve etkin bir şekilde kullanılabilmesi için teknik ve ekonomik alanlarda iş birliğini geliştirmenin amaçladığı belirtiliyor. Bunun yanında, Forum’un üyelerin çıkarlarına hizmet etmesi ve bölgesel bir gaz piyasasının kurulmasına ön ayak olacağından bahsediliyor. Bildirgede ayrıca DAGF’nin çıkarları ve hedeflerinde mutabakat kalmak kaydıyla diğer üretici, tüketici ya da geçiş ülkeleri DAGF’ye üye olabileceğinden bahsediliyor. Genel itibariyle bakıldığında Doğu Akdeniz Doğal Gaz Forumu veya Sisi’nin tercih ettiği gibi Akdeniz Doğal Gaz Organizasyonu ya da her ne şekilde adlandırılacak olursa olsun kurulacak bu oluşum, doğal gaz konusunda bölge ülkeleri arasında işbirliği ve diyaloğu sağlama amacı gütmesi nedeniyle faydalı bir inisiyatif izlenimi yaratıyor. Bu Forum’un ileride Gaz OPEC diye bir oluşuma dönüşebileceği yönündeki görüşlere katılmıyorum. Gaz İhraç Eden Ülkeler Forumu diye merkezi Katar’da olan ve gaz ihraç eden ülkelerden oluşan geniş tabanlı bir kurum zaten var. Ne yapıyor, kim takıyor, o başka. Eğer Doğu Akdeniz Gaz Forumu’nun global bir amacı yok. Bölgesel bir oluşum ve kuruluş amaçları belli. Saman altında buzağı aramaya gerek yok.

Neden o ülkeler ve kuruluşlar 14 Ocak’ta yapılan toplantıda vardı? Yukarıda da bahsettiği gibi bir süredir Yunanistan ve GKRY bir yandan İsrail diğer yandan da Mısır ile üçlü zirveler gerçekleştiriyordu. Diğer yandan, İsrail ve Mısır arasında altın çağını yaşayan ilişkiler, İsrail Enerji Bakanı Steinitz’in de belirttiği gibi 1979 barış anlaşmasından sonraki dönemde

242


iki ülke arasındaki ekonomik ilişkileri de en üst düzeye çıkardı. Bir kaç ay içinde İsrail’den Mısır’a başlayacak gaz ihracatıyla (tutarının 15 milyar doları aşması bekleniyor) en azından doğal gaz konusunda ilişkilerin daha da pekişmesi bekleniyor. Hem İsrail hem de Mısır, Ürdün ile gaz ticareti yaptıklarından ve araları da iyi olduğundan dolayı Forum’da yer aldı. İtalya, bölgeyle büyüyen ticari ilişkileri nedeniyle doğal olarak yer aldı çünkü hem İtalyan şirketleri (özellikle Eni) bölgede arama ve üretim konusunda oldukça aktif, hem de İsrail’den İtalya’ya gaz taşımak amacıyla yapılması planlanan Doğu Akdeniz Boru Hattı projesinin aktif destekleyicisi. Filistin neden oradaydı peki? Yunanistan ve GKRY, Filistin konusunda genelde Filistin yanlısı olmuşlardır. Mısır’la da arasının kötü olduğunu tarihsel manada baktığımızda söyleyemeyiz. Filistin’de keşfedilmiş ama bir türlü geliştirilip üretime başlamak nasip olmayan Gaza Marine gaz sahası ve belki İsrail’den Filistin’de ileride gaz ihracatı Forum’da ele alınır diye belki. Forum’un kurulması hakkında yayınlanan bildirgede dikkatinizi çekti mi bilmem ama Filistin’in adı “Filistin” olarak geçiyordu, “Palestinian territories” veya “Palestinian Authority” olarak değil. Ancak şu var ki bazı medya kaynakları yaptıkları haberlerde toplantıya katılan ülkeleri sıralarken Filistin’in adını bildirgede yazıldığı gibi Filistin olarak değil de kendilerine uygun gördükleri gibi verdiler. Bizim bazı medya kaynaklarında “Filistin” yerine “Filistin Yönetimi” terimi kullanılması da tuhafıma gitti ama neyse. Avrupa Birliği Komisyonu da doğal olarak toplantıdaydı. Bir yanda üç AB üyesi ülkenin uluslararası bir organizasyona üye olmaları söz konusu, diğer yandan da AB Komisyonu Doğu Akdeniz gazına Avrupa gaz arz güvenliği nedeniyle çok önem veriyor. Dünya Bankası da zaten bir süredir Kuzey Afrika-Orta Doğu enerji diyaloğu platformu gibi bir şey kurmak istiyordu.

Bazı bölge ülkeleri Forum’da neden yoktu? Türkiye, Lübnan, Suriye ve KKTC gibi bölge ülkeleri toplantıda yoktu. Akla takılan soru şu: Davet edildiler de mi gelmediler yoksa davet edilmediler mi? Eğer davet etmediler ise herhalde davet edilmeyen her bir ülke için kendilerine göre ayrı gerekçeleri vardır. Mesela, kurulacak uluslararası organizasyona KKTC’yi davet etmek demek omu tanımak anlamına gelebilirdi. Doğal gaz açısından bakıldığında henüz belini doğrultma çabaları göstermeye çalışan Suriye’yi davet etmek de şu an için pek bir anlam ifade etmezdi diye düşünebilirlerdi. Bu yıl deniz alanlarında sondaj faaliyetlerinin başlayacağı ve hatta ikinci

243


arama-üretim ihalesini de bu yıl gerçekleştirecek olan Lübnan’ın (ki FSRU ihalesini de belki bu yıl sonuçlandıracak) en azından formalite icabı olsa da davet edilmemesine biraz şaşırdım aslında. Lübnan bürokratlarının İsraillilerin olduğu bir masaya oturmama konusundaki çekincelerine birçok kere şahit olduğumdan dolayı bunu söylüyorum. Gelmiş olsalar idi söz konusu Forum daha ilk celsede tartışmaların yaşandığı bir yere dönerdi her halde. Bildiğiniz gibi, İsrail ile Lübnan arasında diplomatik ve politik ilişkili olmadığı gibi iki ülke arasında münhasır ekonomik bölge sınırları konusunda büyük bir sorun yaşanıyor. Eğer davet edilirse, illaki Kıbrıs konusunu ve Kıbrıs sularındaki doğal gaz faaliyetlerini ve deniz yetki alanları konusundaki sorunları ortaya sürerek ortamı gerer diye belki Türkiye de davet edilmedi. Türkiye ile Forum’un kurucu üyeleri arasındaki ilişkileri ortada değil mi? Diğer yandan şunu da gözden kaçırmamak gerekir: Türkiye davet edilmiş olsaydı katılacak mıydı? Resmi olarak tanımadığı bir ülkeyle aynı masada oturup Forumun kuruluş belgesine, ortak açıklamalarına o tanımadığı ülkenin imzası yanında imza mı atacaktı? Şimdi diyeceksiniz ki, Türkiye o tanımadığı ülkenin üye olduğu Avrupa Birliği’ne girmek istiyor aradaki fark ne? Bilmem. Bir bilene sormak lazım.

Bu ülkeleri davet etmemek onları oyun dışında tutmak veya saf dışı bırakmak anlamına mı gelir? Türkiye’nin hem bölge gazı için en uygun pazar, hem Doğu Akdeniz gazının Avrupa’ya sevki konusunda en ideal güzergah, hem de bölgede arama ve üretim konusunda artık aktif bir aktör olduğunu Foruma katılan katılmayan herkes biliyor. Hani yabancılar “elephant in the room” derler ya, belki de toplantıda bir filin varlığını istemediler. Eğer en azından Mısır ve İsrail ile pozitif bir dış politika izlemeyi seçmiş olsaydı Türkiye illaki bu Forum’un kuruluşunda illaki yer alırdı diye düşünüyorum. Forum’un yukarıda bahsettiğim ülkelere kapalı olacağı gibi bir sonuç çıkartmak doğru olmaz. Ortak bildirgede, Forum’un ortak çıkarlarını ve hedeflerini paylaşan, üretici, tüketici ve transit ülkesi olan herhangi bir Doğu Akdeniz ülkesinin Forumun kurucuları tarafından kararlaştırılacak tüm gerekli üyelik prosedürlerini tamamladıktan sonra Foruma katılabilecekleri belirtiliyor. Fakat henüz ortada Forum’un elle tutulur bir tüzüğü, yönetmeliği vesaire olmadığından üyelik şartlarının ne olacağını kestirmek oldukça güç. Kanımca, söz konusu belgelere öyle kelimeler ve cümleler yerleştirilecek ki şu anda dışlanmış gibi gözüken ülkeler başvurmaya cesaret edemeyecek. O halde şu anda Forum’un içinde yer almayan bölge ülkeleri alternatif bir forum yaratma arayışına girebilirler mi diye bir soru da gelebilir akla doğal olarak. Sanmıyorum. Çünkü böyle bir alternatif oluşumda yer almak

244


demek Türkiye dışındaki ülkeler için KKTC’yi tanımak anlamına gelir. Dost ve kardeş bildiğimiz ülkelerin bile tanımadığı bir ülkeyi Lübnan ve Suriye’nin tanımasını beklemek, olmayan duaya amin demek gibi bir şey. Bir şekilde bölge dışından bazı ülkelerin katılımıyla bir oluşum vücuda getirilse bile ömrünün pek uzun olmayacağını düşünüyorum.

Sonuç? Doğu Akdeniz Gaz Forumu, bence kimseyi hedef almamaktadır. Bazı bölge ülkelerinin doğal gaz konusunda ikili, üçlü, dörtlü vesaire zirveler yerine resmi bir organizasyon çatısı altında toplanarak ortak çıkarlarını istişare edip şekillendirme hedefi güden bir örgüttür. Forum’un başarılı bir doğum yapması ve doğan çocuğun emeklemeye başlaması için bence bir süre mevcut politikalarını devam ettirecekler. Falanca veya filancayı hedef alıyor, tu kaka vesaire gibi söylemlerle uğraşıp söz konusu oluşumu takıntı yapmak yerine kendi işimize baksak daha iyi olmaz mı? Hani, horoza sordukları “yumurta mı tavuktan çıkar, tavuk mu yumurtadan çıkar?” sorusuna horozun verdiği “ben işime bakarım, polemiğe girmem” gibi, biz enerjimizi karada ve denizlerde petrol ve gaz arama çalışmalarını daha hızlandırmaya ve olumlu sonuçlar almak için gayret göstermeye baksak fena mı olur? Ne demiş Mevlana: İstediğin olmuyor diye üzülme. Ya daha iyisi olur ya da hayırlısı budur. Kalın sağlıcakla. Not: Gerçekler acıdır, acıtır ve herkes tahammül edemez. Ancak açıkça ifade edilip, yüzleşince sonu iyi olabilir.

Doğu Akdeniz Gaz Forumu Ortak Bildirgesi Mısır Petrol Bakanı Tarek El Molla’nın davetiyle Güney Kıbrıs, Yunan, İsrail, İtalyan, Ürdün ve Filistin Enerji Bakanları Doğu Akdeniz Gaz Forumunun (EMGF) kurulmasını görüşmek üzere 14 Ocak 2019 tarihinde Kahire’de toplandı. Bakanlar, Doğu Akdeniz’deki kayda değer doğal gaz keşiflerinin bölgenin enerji ve ekonomik gelişimi üzerinde derin bir etkisi olacağını, bu keşiflerin değerlendirilmesinin ve yeni keşiflerin bölgenin enerji güvenliği için hayati öneme sahip olduğunun önemini belirtti. Doğu Akdeniz ülkelerindeki ortak enerji sorunlarının ve çıkarlarının bilincini tesis etmek ve karşılıklı anlayışı sağlamak bölgedeki gaz üreticileri arasında (bölgedeki potansiyel üreticiler, ithalatçılar ve transit ülkeler de dahil olmak üzere) uluslararası hukuka dayalı işbirliği yapılmasının gerekliliğini beyan ettiler. Bölgenin gaz potansiyelinden etkin bir şekilde yararlanılması amacıyla verimli bir teknik ve ekonomik işbirliğine zemin oluşturma konusunda taahhütlerini vurguladılar.

245


Bakanlar ayrıca, bölgedeki tüm gaz potansiyelini ortaya çıkarabilecek sürdürülebilir bir bölgesel gaz pazarının gelişmesine yol açabilmek için doğal gaz konusunda işbirliğini ilerletme ve yapısal ve sistematik bir politik diyalog başlatma taahhütlerini de teyit ettiler. Ayrıca, bu konuda gaz endüstrisi ve özel sektörün (yatırımcılar, tüccarlar, finansal kuruluşlar ve diğer paydaşlar dahil olmak üzere) yeterli katılımını ve katkısını teşvik etmenin önemini vurguladılar. Bu amaçla bakanlar, üyelerin doğal kaynaklarına ilişkin haklarına uluslararası hukuka uygun olarak tam saygı gösterecek, rezervlerini gelire çevirmelerine, mevcut altyapılarını kullanma ve halkının yararı ve refahı için gerekli olan yenilerini yapmaya destek sağlayacak uluslararası bir organizasyon oluşturma amacıyla Doğu Akdeniz Gaz Forumu’nu (EMGF) kurma niyetlerini açıkladılar. Bakanlar, EMGF’nin yapısı hakkındaki detayların ve Nisan 2019’da yapılacak toplantıda görüşülecek önerilerin hazırlanması için üst düzey yetkililerini görevlendirdiler. EMGF’nin ana amaçları şu maddeleri içeriyor: 1. Arz ve talep güvenliği, optimize edilmiş kaynak geliştirme ve altyapı maliyeti, rekabetçi fiyatlandırma ve gelişmiş ticari ilişkiler yoluyla üyelerin çıkarlarına hizmet eden bölgesel bir gaz piyasasının oluşturulmasına yardımcı olmak; 2. Üyeler için arz ve talep güvenliğini sağlamak, kaynak geliştirmeyi optimize etmek, verimli bir şekilde mevcut ve yeni altyapıları kullanmak, rekabetçi fiyatlandırmayı sağlamak ve ticari ilişkilerin iyileştirilmesini teşvik etmek; 3. Bölgesel doğal gaz politikaları dahil, doğal gaz konusunda yapılandırılmış ve sistematik bir diyalog oluşturarak işbirliğini teşvik etmek, güçlendirmek; 4. Uluslararası hukuk ilkelerine uygun olarak, üyeler arasındaki diyalog yoluyla karşılıklı bağımlılık ve iş birliğinin sağlayacağı potansiyel fayda bilincini sağlamak ve derinleşmesini teşvik etmek; 5. Üretici ülkelere ve bölgede gaz rezervine sahip ülkelere, mevcut ve gelecekteki rezervlerini paraya çevirme çabalarında, gerek aralarındaki gerekse bölgedeki transit ve tüketici ülkelerle olan işbirliğini geliştirmeye destek olmak; Mevcut altyapının kullanılması ve mevcut ve gelecekteki keşifleri barındıracak altyapı seçeneklerinin oluşturması. 6. Tüketici ülkelere, ihtiyaçlarını güven altına alma çabalarında yardımcı olmak ve transit ülkelerle birlikte bölgedeki gaz politikalarını formüle etmek; böylece gaz değer zincirindeki kilit aktörler arasında sürdürülebilir bir

246


ortaklığın kurulmasını sağlamak. 7. Gaz arama, üretim, ulaşım ve altyapı inşasında çevresel sürdürülebilirliğini sağlamak ve gazın diğer enerji kaynaklarıyla, özellikle yenilenebilir enerji kaynakları olmak üzere, ve elektrik şebekesiyle entegrasyonunu teşvik etmek, oluşturmak. Bakanlar, EMGF’nin merkezinin Kahire’de olacağı ve gelecekte Forum’un ortak çıkarlarını ve hedeflerini paylaşan, gaz rezervlerine sahip, gaz üreticisi, tüketicisi veya transit ülkesi olan herhangi bir Doğu Akdeniz ülkesinin Forumun kurucuları tarafından kararlaştırılacak tüm gerekli üyelik prosedürlerini tamamladıktan sonra Foruma katılabileceğini teyit etti. Ayrıca, Forum’un diğer ülkelere, bölgesel veya uluslararası kuruluşlara gözlemci sıfatıyla (üye olmayan ülkelere yönelik tanıtım faaliyetlerini, diyalogu ve karşılıklı anlayışı geliştirmek amacıyla) teşvik edeceklerini açıkladılar. Ayrıca, özel sektörün EMGF’de önemli bir rolü olduğunu ve daimi Gaz Endüstrisi Danışma Grubu’nun bir parçası olarak Forumun faaliyetlerine ve organizasyonel organlarına katkıda bulunmaya davet edileceğini de kabul ettiler.

247


248


Petrodolar Savaşında Bilinmez Bir Diyara Doğru 28 Şubat 2019 Bu yazımda müsaadenizle biraz nostalji yapacağım. 2005 yılında William Clark, “Petrodollar Warfare: Oil, Iraq And The Future Of The Dollar” başlıklı kitabında “petrodolar savaşı” kavramını ortaya sürerek, ABD dolarının hegemonyasına yapılacak bir saldırının ABD ekonomisi üzerinde İran’ın nükleer saldırısından daha derin bir etki yaratabileceğini iddia etmişti. Petrodolar geri dönüşüm sistemi ve petrolün başka bir para birimiyle fiyatlandırılıp ticaretinin yapılması konusu o zamanlarda çok ilgimi çekmişti. Şu anda çalıştığım kurumda yeniydim ve benden, üzerinde derin araştırma yapmaya değer stratejik bir kaç konu belirlemem istenmişti. Belirlediğim konulardan ilki Avrupa’da avro bazlı bir petrol benckmark’ı oluşturarak petrol ticaretinde avro kullanılmasını yaygınlaştırmak ve böyle bir mekanizmanın piyasadaki oyuncuların kur riskini azaltma dahil ekonomik ve politik etkilerini değerlendirmekti. Fakat hevesim kursağımda kalmıştı. Yaptığımız toplantılarda dev bir Fransız enerji şirketinin üst düzey bir yöneticisi ve bir Avrupa Birliği Komisyonu yöneticisi resmen üzerimden buldozer gibi geçmiş ve böyle ütopik, absürt, saçma şey için zamanlarını aldığımdan ötürü beni milletin içinde bayağı terslemişti. Aldırış etmedim. Boş vakitlerimde konuyu genişleterek üzerinde çalışmaya başladım ve Mayıs 2007’de, yani 12 yıl önce, bu konuda ilk makalemi yayınladım.

Petrodolar savaşına giden yol Dünyanın her yerinde geçen Amerikan doları, sadece yeşil renkli bir kağıt olsa da bir süper gücü temsil etmektedir. 17. ve 18. yüzyılda Hollanda Florini (Gulden) İngiliz İmparatorluğunun yükselmesiyle yerini Sterline

249


bıraktı. İngiltere’nin küresel hegemonyasının II. Dünya Savaşı’ndan sonra azalması ve sterlinin dünya rezerv para birimi hakimiyetini kaybetmesini takiben ABD’nin küresel üstünlüğü oluşmaya başladı. Bretton Woods sistemi, ABD dolarını uluslararası rezerv para birimi olarak tesis etti. ABD Başkanı Richard Nixon, 15 Ağustos 1971’de altın standardını kaldırdı. Böylece ABD doları dünya çapında emtia ticaretinde ana para birimi ve türev piyasa işlemlerinde baskın para birimi haline geldi. Petrol dahil en önemli mamullerin dolar cinsinden fiyatlanıp satılmasıyla bir geri dönüşüm başladı, yani petrodolar fazlası ABD’ye geri döndü. Petrol başta olmak üzere emtia ticaretinde çeşitli alternatifler gündeme getirilmiş olsa da bu alternatifler yüksek likidite ile finansal piyasa işlemlerine dahil edilemediğinden rezerv para birimi haline gelemedi. Merkez Bankası rezervlerinde global çapta dolardan başka bir para birimine kayış ve petrol dahil emtia fiyatlarının başka bir para birimi cinsinden fiyatlandırılması, Amerikan Federal Reserve için bir kabustan farksızdır. Böyle bir durum, dolara olan talebi azaltacağından dolayı doların değerinde de serbest düşüşe neden olacaktır. Doların satın alma değerindeki büyük kayıpların bir sonucu olarak da ABD ekonomisi çok büyük zarar görecektir.

Petrodolar savaşında birinci perde 21. yüzyılın başında petrolü ve rezerv parayı dolar tekelinden kurtararak doların hegemonyasını bozmak isteyenler ortaya çıktı. Ancak, alternatif petrol para biriminin ne olabileceği konusunda ortak bir görüş geliştirilemedi. Bazıları Avro’yu, diğer bazıları altın bazlı alternatifler önerdi. Petrodolar savaşında bugüne kadar iki dönem ya da perdeden bahsedebiliriz. Birinci perde, geçtiğimiz yaklaşık 20 yıl içinde bazı ülkelerin Amerikan dolarının rezerv para olma özelliğini kaybetmesi ve dünya ticaretinde alternatif bir para birimi kullanılması yolunda atılan adımları içermektedir. Bu ülkeler, ABD’nin küresel finansal sistem üzerindeki kontrolünü azaltacak yeni bir sistem yaratmayı savundular. Ancak başarılı olamadılar. Bunun en önemli nedenlerinden biri, doların yerini alabilecek dişe dokunur bir aday olmaması ve gelişmemesiydi. Petrolü dolardan başka bir para birimiyle satma fikri ilk olarak 2000 yılında “Düşmanımın para birimini kullanmak istemiyorum” sloganıyla Irak’ın eski cumhurbaşkanı Saddam Hüseyin tarafından ortaya atıldı. Saddam Hüseyin petrolün avro ile satılmasını istiyordu. 2001’de Venezüella eski cumhurbaşkanı Hugo Chavez de petrol satışında Avro’ya geçiş konusunda konuşmaya başladı.

250


2003 yılında İran, Avrupa ve Asya’ya petrol ihracatı için avro cinsinden ödeme talep etti. Bir yıl sonra da avro bazlı İran petrol borsası oluşturma niyetini açıkladı. Tasarıda Brent ve WTI ile rekabet edebilecek yeni bir benchmark oluşturma fikri de vardı. Söz konusu borsanın açılış tarihi birkaç kez ertelendi. Nihayetinde gerçekleşmedi. OPEC, üyelerini ABD dolarından uzaklaştırmaya çalıştı ama ikna edemedi. 2006 yılında Rusya ve Suriye de dolardan kaçış kulübüne dahil olmak istedi. Vladimir Putin, Rusya’da petrol ve doğal gaz borsalarının kurulacağını açıklarken, Suriye tüm döviz işlemlerini 2006’da dolarlardan avroya çevirdi. Bu arada Libya eski cumhurbaşkanı Kaddafi’yi de atlamayalım. Kaddafi, 2010 yılında pan-Afrika altın standardı oluşturmaya çalışmış, Afrikalı petrol üreticilerini petrodolar sisteminden vazgeçmeye ve petrol ticaretinde dolar yerine önerdiği yeni para birimi (altın dinarı) kullanmaya çağırdı. Bu arada uluslararası ticarette alternatif yaratmak için altın destekli kripto para birimine yönelme bile gündeme getirildi. Venezuela, Şubat 2018’de altın ve petrol destekli Petro, İran ise Ocak 2019’da PayMon isimli kripto paralarını tanıtarak bir devlet tarafından yayınlanan dünyanın ilk kripto para birimlerini ortaya çıkardılar. ABD dolarından uzaklaşmaya teşebbüs eden ülkelere veya liderlerinin başlarına neler geldiği konusunda bir yorum ya da çıkarım yapmak haddime düşmez. Komplo teorisine dönüştürmeyeyim yazıyı.

İkinci perdeyi açan gelişmeler Birinci perdedeki oyuncular, dolara alternatif olarak avroyu öne çıkarmaya çalıştılarsa da Avrupa Birliği konunun üzerine düşmedi ve destek vermedi. ABD dolarına ve ABD ekonomisine zarar verebilecek bir riskin altına girmek istemediğinden olsa gerek. Fakat zaman içinde birçok şey değişti. ABD ile Avrupa Birliği ilişkileri önemli yaralar aldı. ABD ile Çin arasında ticaret savaşı tamtamları çalmaya başladı. İran yaptırımları hortladı. Rusya, Venezuela vesaire bir sürü terane yaşanırken Çin, yuan cinsinden petrol ticaretini arttırma, Rusya ve Avrupa Birliği de petrol ödemeleri için dolara bağımlılıklarını azaltma derdine düştü. Gas&Power’da 8 Eylül 2015 tarihli “Çin Borsası’nın yarattığı paniğin düşündürdükleri” başlıklı yazımda Çin para birimi Yuan’ın bu görevi üstlenmeye aday olabileceğine değinmiş ve Yuan’ın IMF’in Özel Çekim Hakkı (SDR) sepeti içine dahil edilerek uluslararasılaştırılması ve rezerv para birimi haline gelmesinin Çin’in en önemli hedeflerinden biri olduğunu belirtmiştim. Aradan geçen süre içerisinde Yuan SDR sepetine dahil edildi. Dünyanın en büyük petrol ithalatçısı olan Çin’in planlarını mercek altına tutmak gerekir. Çin hükümeti tarafından Mart 2018’de Şangay Uluslara-

251


rası Enerji Borsası’nda yuan cinsinden vadeli petrol işlemlerinin başlatılması, Yuan’ın petrol piyasalarındaki varlığını pekiştirme amacını gütmektedir. Daha çok yeni olmasına rağmen söz konusu borsadaki geçtiğimiz 6 aydaki ticaret hacmi hızlı büyümekte. Eğer spot ticaret işlemlerinde yuan kullanımı artarsa, fiyat dalgalanmalarına karşı korunma aracı olarak vadeli işlemler piyasasında yuan cinsinden yapılan işlemlerin de artması beklenebilir. Her hâlükârda başarı için şeffaflık ve likidite artmak zorunda. Bu arada Çin’in Şangay İşbirliği Örgütü ve Rusya’nın Avrasya Ekonomi Birliği üyesi ülkeler arasındaki ticarette dolar harici para biriminin kullanılmasını teşvik çabalarını da göz ardı etmemek gerekir. Mayıs 2018’de ABD Başkanı Donald Trump, enerji sektörü yatırımları ve ticareti de dahil olmak üzere İran’a yönelik yaptırımları tekrar gündeme getirdi. Çin pek aldırış etmişe benzemiyor. Ama yaptırımlar ile ABD bu sefer Avrupa Birliği’ni de karşısına aldı. Bazı ürünlere ABD’nin getirdiği ek ithalat vergileri nedeniyle ABD-AB ilişkileri nane mollaydı zaten. Dalami Lama ne demiş: “Fark yaratmak için çok küçük olduğunuzu düşünüyorsanız, gece odada bir sivrisinek ile uyumaya çalışın.” Haklı. Birinci perdede ABD dolarının tahtını sallamaya çalışanları bir an için sivrisinek olarak varsayın. Sivrisineği öldürmek kolaydır ama odada bir bal arısı veya eşek arısı varsa durum o kadar kolay olmayabilir. Bu arılardan biri Avrupa Birliği olabilir. Geçen seneden beri AB Komisyonunun en önemli gündemlerinden olan ABD yaptırımlarından nasıl korunulabilir konusu nihayet AB’yi de dolara alternatif arayanların arasına yöneltti. Ne demişler: ulusları müttefik yapan şey dostluk değil ortak çıkarlarıdır.

Avrupa Birliği nihayet sahneye çıkıyor Aralık 2018’de, AB Komisyonu bir bildiri yayınlayarak enerji, hammadde, gıda ürünleri ve ulaştırma gibi stratejik sektörlerde avronun uluslararası rolünün güçlendirilmesinin faydalarını özetleyerek avronun önemini arttırmaya yönelik bazı girişimler önerdi. Komisyon önümüzdeki yaz istişare sonuçlarının bir analizini yayınlayarak olası eylem planını ortaya koyacak. Aslına bakılırsa tüm bu çabaların altında yatan temel neden, üçüncü ülke yargı kanalları tarafından alınan kararlardan Avrupalı şirketleri elden geldiğince soyutlamak ve olası etkileri mümkün olduğunca önlemek. 1 Ocak 1999 tarihinde doğan Avro, 20 yaşına doğru yaklaşırken dünyanın en çok kullanılan ikinci para birimi haline geldi. Halihazırda 60 ülke doğrudan veya dolaylı olarak para birimlerini avroya bağlamış durumda. Merkez bankalarında toplam 10 trilyon dolar tutarındaki uluslararası rezervlerin üçte ikiden az bir miktarını dolar oluşturmakta. Ancak bu oranda bir süredir düşüş gözleniyor. Mesela, sadece Trump döneminde bu oran %65’den %62’ye indi. Diğer yandan, merkez bankaları rezervlerinin yakla-

252


şık %20’sine ulaşan avronun ise uluslararası ticarette fiyatlandırma ve ödemelerdeki oranı artma eğiliminde. Dünyanın en büyük enerji ithalatçısı olan AB’nin yıllık enerji ithalat faturası 300 milyar avro civarında. Ancak bu ithalatın %80’ini dolar cinsinden fiyatlandırmakta ve ödenmekte. AB’nin 40 trilyon avro olan yıllık ticaret hacminin ise %90’ı avro harici para birimleriyle gerçekleşiyor. Ayrıntıya girmek istemiyorum ancak doların ağırlığına bakıldığında en önemli rolü petrolün oynadığını zaten tahmin ediyorsunuzdur. Doğal gazda durum o kadar kötü değil. Nedeni ise avro ile işlem gören gas hubları, yani gazın petrole endeksli olmadığı bir piyasa gelişmesi. Ama ne var ki, Avrupa’da avro ile işlem gören bir petrol benckmarkı ve hub’ı henüz yok. Bakalım Komisyonun uğraşları ne sonuç verecek. Eğer Avrupa Birliği hedeflediği gibi Avrupa Para Fonunu kurar, uluslararası döviz piyasalarında avronun gücünü arttırır, emtia piyasalarındaki spot ve türev işlemlerde fiyatlama, faturlama ve ödeme konularında avronun ağrlığını arttırmak için çaba gösterir, ve tüm enerji sektör işlemlerinde (taşıma, sigorta, hükümetler arası anlaşmalar, üçüncü ülkelerle yapılan her türlü anlaşmalar ve kontratlar dahil) avroyu yaygınlaştırırsa doların hegemonyasını belki sarsabilir. Evet, liste uzun ve bir dizi varsaylarımlara dayanıyor. Benzer şeyler yuan için de geçerli. Bence mevcut petrol piyasa yapısını değiştirmek kolay olmasada petrolle başlamak hem yuan hem de avro için yeterli olmasa da gerekli şarttır.

İşte geldik gidiyoruz, bilinmez bir diyara Petrodolar savaşı ve dolar hegemonyası konusunda 12 sene önce yazdığım ilk makalemde dört faktörden bahsetmiştim: petrolün dolar dışı para biriminde fiyatlandırılması, faturalamada dolardan kaçış, ödeme birimi olarak doları kullanmamak, merkez bankası döviz rezervlerinin dolardan mümkün olduğunca arındırılması. Bunlara eklemeler yapmak lazım. Mesela, spot ve türev işlemler dahil emtia, döviz piyasalarında ve genelde finans piyasasında, sigorta ve taşımacılık sektörlerinde dolar alternatifini yaygınlaştırmak ve likiditeyi arttırmak. Yaşar mıyız yaşamaz mıyız bilemeyiz ama 12 yıl sonra bugün ABD’nin petrodolar savaşında büyük yaralar almış olacağını ve doların hegemonyasının erimiş olacağını düşünüyorum. Merkez bankaları net altın alımlarının geçen sene tarihi bir artış kaydederek 34 bin tona çıkmasını pek hayra alamet görmediğim gibi. Her ne olursa olsun petrodolar savaşında zaferi cephedeki müttefiklerin sayısı ve gücü belirleyecektir. Diğer yandan ABD’nin petrodolar geri dönüşüm sistemindeki muhtemel çatlaklıklara nasıl tepki vereceği ise çok önemli

253


bir soru olarak tazeliğini koruyacaktır. Doktora konusu olabilecek böyle geniş kapsamlı bir konuyu 2-3 sayfada özetlemeyi ne derece başarabildim bilmiyorum ama naçizane fikrim bu konunun 12 yıl önce olduğu gibi 12 yıl sonra da gündemde kalacağı yönünde. Kalın sağlıcakla. Not: Cem Karaca’nın şarkısındaki “İşte geldik gidiyoruz, Bilinmez bir diyara” dizeleri “Eskiden karpuz idik şimdi döndük biz hıyara” ile devam ediyordu.

254


Cezayir 22 Nisan 2019 Cezayir’in petrol ve gaz sektörüyle haşır neşirliğim 15 yıl önceye dayanıyor. İlgilenmek kelimesi yerine haşır neşir tabirini kullanmamın dört nedeni var. Birincisi, işim gereği Kuzey Afrika ve Doğu Akdeniz’e odaklanmaya başlamam. İkincisi, geçen sene 90 yaşında vefat eden ve 50 sene önce Cezayir’in çok önemli doğal gaz ihracatçısı olacağını iddia eden mentörüm (Hubbert, McKelvey, Mabro, Odell ve nice ünlü isimlerle çalışmış bir kişiden yaklaşık 2 sene özel eğitim almak benim için bir ayrıcalık ve şerefti). Üçüncüsü ise halen çalıştığım kurumda bir süre genel müdürüm olan Sonatrach’ın eski başkan yardımcısı Mustafa Kemal (Soyadı lazım değil. Çok vizyoner ve icraatçı bir kişiydi). Dördüncü neden ise Conrad Kilian (O kim ki mi dediniz?)

Sahara petrol ve gazının babası Arabistanlı Lawrence denince kim olduğu ve neler yaptığı hakkında bir şeyler söyleyebiliyoruz. Ancak François-Théodore-Conrad Kilian (23 Ağustos 1898 – 29 Nisan 1950) adını büyük bir olasılıkla duymamışsınızdır. Duyan veya bilen kişiler ise genelde megaloman, manyak veya deli bir jeolog idi diyeceklerdir. Belki. Bana göre tam anlamıyla sıra dışı bir kişiydi. Onu sıra dışı yapan şey, iki dünya savaşına katılmış olması ve şeref madalyası alması değil. 1922 ile 1943 yılları arasında 20 yılını Sahara çölünde geçirmiş olması ve hatta bir söylentiye göre bademciklerini elleriyle çıkarması da değil. Kendisinin iki kere zehirlenmesi ve rehberinin suikasta kurban gitmesi de değil. Cezayir-Libya sınırında yaşayan bir kavmin İtalyanlar’a başkaldırmak için ona liderlik önermeleri ama bu teklifi benim işim değil diyerek reddetmesi de değil. Conrad Kilian’ı sıradışı yapan şey, Sahara’nın müthiş bir petrol ve gaz

255


potansiyeline sahip olduğuna inanması, hatta takıntı haline getirmesi ve neredeyse hayatının tamamını buna adamasıdır. Ne yazık ki değeri bilinmedi. Atlantik okyanusunda ne kadar ağaç varsa Sahara’da da o kadar petrol ve gaz vardır diyerek kendisiyle alay ettiler. Buna rağmen, bazı yabancı petrol şirketlerinin tekliflerini reddederek ülkem niye bu kadar duyarsız kalıyor diye hayıflanmakla yetindi. Fransız hükümetini iknaya çalıştı ama boşuna. Bulduğu en büyük destek General Leclerc’in uçağı 1947 yılında Cezayir’de düştü. Conrad Kilian, 1950 yılında odasında ölü bulundu. Yerden 120 santimetre yüksekliğindeki pencere pervazına 178 santimetre boyundaki bir adamın kendisini asması tuhaf bir durum olsa da Fransız makamları tarafından intihar teşhisi konuldu!

Sahara’nın parlayan yıldızı Ekim 1952’de Fransız şirketleri Sahara’da petrol ve gaz aramalarına başladı. Aslına bakılırsa Cezayir’de petrol aramaları 19. yüzyılın sonlarına doğru başladı. Ülkenin kuzeyinde Akdeniz’e yakın bir yerde 1892 yılında açılan ilk sondaj kuyusunda ticari olmayan miktarda ağır petrol ve gaz bulundu. İlk ticari petrol keşfi ise 1910 yılında yine aynı bölgede yapıldı. Akabinde, yakın civarda 4 keşif daha yapıldı. 1923 yılına kadar aramalar devam etti. Sonra durdu, ta ki 1946’da Sahara’da jeolojik taramalar tekrar başlayıncaya kadar. Sahara’da fiziki olarak petrol ve gaz arama çabaları 1952 yılında başladı ve ilk gaz keşfi 1954 yılında Ahnet baseninde gerçekleşti. Ama ticari miktarda büyük keşifler 20 adet kuru kuyudan sonra geldi. Temmuz 1956’da keşfedilen dev Hassi Massoud sahası Afrika’nın en büyük petrol sahasıydı (10 milyar varil). Kasım 1956’da dev Hassi R’Mel gaz sahası keşfedildi (2.500 milyar metreküp). Sahara’da bunlar ve akabinde yapılan keşiflerin sayısı ve miktarı o kadar göz kamaştırdı ki genelde Cezayir, özelde Sahara, Dünya petrol ve gaz sektörünün ilgi odağı haline geldi. Fakat bu ilgi çeşitli nedenlerden ötürü zamanla yerini kuşkuya bıraktı. Cezayir kanlı bir savaştan sonra Aralık 1962’de Fransa’dan bağımsızlığını aldı. Bir sene sonra devlet petrol ve gaz şirketi Sonatrach’ı kurdu. 1970’lerin başında ulusallaştırma furyası esti. Bu süreçlerin önemli bir kısmında haliyle arama faaliyetleri sekteye uğradı. Uluslararası arama ve üretim ihalelerinin açılmasıyla yabancı şirketler tekrar Cezayir’e ilgi göstermeye başladı. Ancak 2001 ile 2014 yılları arasında yapılan 10 ihalenin çok da başarılı olduğu söylenemez. 2005 yılında çıkarılan ve 2013 yılında bazı düzenlemeler geçiren Cezayir Hidrokarbon Kanunu halen yabancı şirketler tarafından yeteri kadar cazip bulunmuyor. Söz konusu kanunda yapılması planlanan önemli değişikliklerin bu sene başında açıklanacağı belirtilmişti ama hala ortada bir şey yok.

256


Cezayir’in petrol ve gaz potansiyeli Cezayir, 12.2 milyar varil petrol ve 4.3 trilyon metreküp doğal gaz rezervine sahip. Dünya petrol ve gaz rezervleri klasmanında sırasıyla 16’ncı ve 11’inci sırada yer alıyor. Ülkenin gerçek potansiyeli ise büyük bir olasılıkla bu rakamlardan çok daha fazla. Çünkü hak ettiği ölçüde henüz aranmamış bir ülke. Bugüne kadar Cezayir’deki petrol ve gaz sahalarının çoğu Conrad Kilian’ın gezdiği yerlerde keşfedildi. Son zamanlarda arama yapılan yerler ise genelde önceki keşiflerin civarlarında öbeklenmiş. Yani genelde aynı yerlerde dönülüp durulmuş: riski az, getirisi nispeten yüksek yerler. Yeni yerlerde arama yapmak (mesela offshore) ticari, mali vs. gibi birçok faktör yüzünden özellikle yabancı şirketler için cazip görülmüyor. En azından şimdilik. Deniz kısımları ise hep ihmal edildi. Bugüne kadar Akdeniz’de sadece 3 kuyu açıldı. 1970’li yıllarda. Üçü de kuru çıktı. Cezayir’i önemli kılan sadece konvansiyonel petrol ve gaz rezervi değil. Cezayir, dünyanın en büyük üçüncü veya dördüncü kaya gazı kaynağına sahip. Üçüncü veya dördüncü diyorum çünkü ABD kaya gazı potansiyeli için kimi referans aldığınıza göre bu sıralama değişir. Peki, bu potansiyel değerlendiriliyor mu? Bir teşebbüs yapıldı ama halk tepki gösterdi. Hidrolik çatlatma için kullanılması gereken suyun bir kıt kaynak olduğu vs. gibi konular bir yana bırakıldığında karşımıza çok farklı nedenler çıkıyor. Buna yazının ilerleyen bölümünde değineceğim.

Cezayir’in petrol ve gaz ihracatından bugüne kadar cebine giren para 1 trilyon dolar Cezayir’in petrol üretimi 1950’li yıllara kadar ülkenin kuzeyindeki Alpine baseninde gerçekleşiyordu. Günlük petrol üretimi 50 varili geçmiyordu. Sonraları yapılan keşifler (özellikle Hassi Massoud) ile ülkenin petrol üretimi (ham petrol, kondensat ve doğrudan LPG üretimi) artmaya başladı. 1965 yılında günlük 500 bin varili, 1970’te 1 milyon varili geçti ve 2000’li yılların ortalarında günlük 2 milyon varile dayandı. Bu süreç içinde üretim, petrol krizleri, millileştirme ve diğer bazı nedenlerden dolayı iniş çıkışlar sergiledi. Son 10 yıldır ise genel bir düşüş eğilimi gösteriyor. Şu anda üretim günlük 1.5 milyon varil civarında. Bugüne kadar Cezayir’de üretilen toplam petrol miktarı 21 milyar varilin üstünde. Bu miktarı ortalama petrol fiyatının bugüne indirgenmiş değeriyle çarparsak karşımıza 840 milyar dolar gibi bir parasal değer çıkıyor. Cezayir’de ticari doğal gaz üretimi dev Hassi R’Mel gaz ve kondensat sahasının keşfinden 5 yıl sonra, 1961 yılında başladı. Yıllık satılabilir üretim 1962 yılında 353 milyon metreküptü. Sonraları keşfedilen sahalarla ülkenin

257


yıllık gaz üretimi 10 yıl sonra 3 milyar metreküpe, 20 yıl sonra 30 milyar metreküpe çıktı. 1990’lı yılların başlarında 50 milyar metreküpü aşan gaz üretimi şimdilerde 90 milyar metreküp üstünde seyrediyor (2018 üretimi 92 bcm). Petrolde olduğu gibi gaz üretiminde de inişler ve çıkışlar kaydedildi haliyle. Sonuçta bugüne kadar 2600 bcm civarında doğal gaz satıldı. Toplam parasal değeri kabaca 520 milyar dolar. Şimdi biraz daha para hesabı yapalım. Cezayir’in bugüne kadar ürettiği petrol ve gazın toplam değeri bugünkü parayla yaklaşık 1.4 trilyon dolar (eğer yaptığım hesaplarda çuvallamadıysam). Bu paranın hepsi devletin kasasına gitmedi elbette. Kasaya giren miktarı hesaplamak için net ihracat rakamını hesaplamak, yani petrol ürünleri ithalat tutarını çıkartmak gerekir. Bunu yaptığınızda ortaya çıkan rakam 1 trilyon dolar. Kısacası, bugüne kadar Cezayir’in petrol ve gaz ihracatından elde ettiği gelir 1 trilyon dolar. Ama maalesef ülkede adil bir bölüşüm gerçekleşemediğinden mesela Cezayir’in başkentine gittiğinizde bunun emaresini göremiyorsunuz. Ya da ben göremedim. Bu para nereye gitti diye bir soru gelir insanın aklına değil mi? Cezayir’de gelmez, gelemez ya da gelemezdi. Aslan, kurt ve tilkinin hikâyesinde olduğu gibi. Aslan, kurt ve tilki birlikte ava çıkarlar. Günün sonunda avladıkları; bir geyik, bir ceylan ve bir tavşandır. Aslan kurttan avları bölüştürmesini isteyince kurt: “Kralım; geyik sizin, ceylan benim, tavşan tilkinin olsun” der. Taksime hiddetlenen aslan bir pençe darbesiyle kurdu yere serer ve görevi tilkiye verir. Tilki: “Geyik sabah; ceylan öğle, tavşan akşam yemeğiniz olsun efendim” der. Aslan cevaben “Aferin sana! Bu güzel taksimi nereden öğrendin?” diye sorar. Tilki: “Şu yerde yatan kurttan…”

Kurt, kışı geçirir ama yediği ayazı unutmaz Cezayir halkı sabırlıdır. Ülkeyi 1999 yılından beri yöneten Cumhurbaşkanı Abdülaziz Buteflika bir gün gider diye beklediler. 82 yaşındaki Buteflika, 2013 yılında felç geçirdikten sonra ortada pek gözükmez olmuştu. Tekerlekli sandalyede. Konuştuğu pek görülmüyor. Aslında konuşamıyor bile. Buna rağmen İsviçre’de hastanedeyken 18 Nisan’da yapılması planlanan Cumhurbaşkanlığı seçimine beşinci kez adaylığını koymuştu. Cezayir halkı baktı ki gitmek bir yana, adam yine cumhurbaşkanı olmak istiyor, daha doğrusu bir takım insanlar tarafından cumhurbaşkanı kalması isteniyor, huzursuzluklarını 16 Şubat’tan itibaren sokaklara dökülerek açığa vurmaya başladı. Bu sefer Buteflika, yani ülkeyi gerçekten yönetenler, zaman kazanma taktiklerine başvurdular. Bu da tutmayınca 2 Nisan’da (herhalde 1 Nisan şakası gibi algılanmasın diye) cumhurbaşkanlığı görevini bıraktı veya bırakmak zorunda kaldı.

258


Halk halen Buteflika’ya saygı duyuyor. Bağımsızlık için Fransa ile yapılan savaşta (1954 – 1962) ve bazı tahminlere göre 200 bine yakın insanın öldüğü 1990’lardaki Cezayir iç savaşının sona ermesindeki rollerinden dolayı. Burada bir paragraflık bir parantez açayım. Cezayirliler, Ekim 1988’de artan işsizlik ve 1962 yılından beri devam eden tek partili yönetimi protesto etmek için sokağa dökülmüştü. 1989 yılında muhalefetin seçimlerde yer almasına izin veren bir kanun çıkarıldı. Islamic Salvation Front partisi politik arenada yükselmeye başladı ve seçimi kazandı ama 1992 yılında ordu seçimleri iptal etti. Ülkede acil durum ilan edildi ve islamcı parti kapatıldı. Ardından iç savaş başladı. 1999 yılında Buteflika cumhurbaşkanı seçildi. İç savaşın yaralarını halen zihinlerde taşıyan halk, dikkat ettiyseniz sözde Arap baharına pek bulaşmamıştı. Ocak 2011’de, artan işsizlik ve gıda fiyatlarını protesto için millet yine sokağa dökülmüş ama maaşlara zam yapılması ve sosyal yardımların arttırılmasıyla olay çabucak yatıştırılmıştı. Yüksek petrol fiyatları sağolsun bu durum 2014 yılına kadar idare edildi. Ancak fiyatların düşmeye başlamasıyla beraber ağrılar hızla tekrar hissedilmeye başladı. Sonrasında ekonominin raydan çıkması, ülkenin ihracat gelirinin yaklaşık yüzde 95’ini ve bütçe gelirinin yüzde 60’ını sağlayan petrol ve gaz ihracat gelirinin azalması, döviz rezervlerinin hızla düşmesi (2013 sonunda 200 milyar dolara yakın döviz rezervi Ocak 2019 sonunda 80 milyar doların altına indi), işsizlik oranının yüzde 10’un üstüne çıkması (medyan yaş ortalaması 28 ve genç nüfusun işsizlik oranı daha fazla) vesaire nereye bakarsanız her temel verinin kötüleşmesi insanları sokağa çıkmaya mecbur etti. Yönetim ise insanlara iç savaşı hatırlatıp, Arap baharı oldu da ne oldu, bugün eskiden çok daha kötüler diye telkinlerde bulunmaya çalıştı. Gel gelelim, birçok uzmanın görüşüne göre, bazı asker ve işadamından oluşan elit bir grubun yıllardır devlet ihaleleri (özellikle alt yapı inşaatları), yolsuzluk ve rüşvet sarmalıyla ülkeyi sömürüp köşeyi dönmeleri Cezayirlilerin içini yıllardır kemirmeye devam ediyordu. Birçok omurgasız, çapsız, kof tiplerin, şakşakçıların, şarlatanların, borazanların ve onun bunun adamlarının en üst makamlarla taçlandırılmasını hazmetmek de kolay değildi. Cezayir’de insanlar artık tahammül edemez hale geldi. İnsanlar çaresiz. Muhalefet varla yok arası. Olsa ne olacak. Al birini vur ötekine. Hepsi para, güç, mevki derdinde. Devletini ve halkını düşünen yok. Mevlana ne demiş: Dürüstlük pahalı bir mülktür, ucuz insanlarda bulunmaz! Bu tip sitemleri Cezayir dahil az gelişmiş ve gelişmekte olan bir çok ülkede yaşayanlardan siz de duymuşsunuzdur.

Gelecek pek parlak olmayabilir Dünya’nın ilk ticari LNG ihracat tesisini kuran (1964, Arzew/Bethouia) ve ilk LNG ihracatını 1964 sonunda İngiltere’ye yapan, 1969 yılında OPEC’e katılan Cezayir’in petrol ve gaz sektörünün geleceği konusunda birbirine

259


zıt görüşler mevcut. Bazıları, petrol ve gaz üretiminin ileride düşeceğini, bazıları bugünkü seviyelerde kalacağını, diğer bazıları da en azından gaz üretiminin biraz daha artacağını savunuyor. Kim haklı çıkacak bilemeyiz ama görüşlerine saygı gösterdiğim gerçek uzmanlar şöyle bir kaygıyı dile getiriyor hep: Upstream sektöründe kronik yatırım eksikliği var. Şu anda devam etmekte olan ve planlanan saha geliştirme projeleri belki mevcut üretimdeki azalışı karşılayabilecek ama dişe dokunur ek üretim artışı yaratması pek olası değil. Cezayir petrol ve gaz sektörünün şu andaki en önemli sorunlarından biri, petrol ve gaz sahalarında rezervuar basıncını arttırmak için enjekte edilen doğal gaz miktarıdır. Ülkede brüt ve net doğal gaz üretimi arasındaki yelpazenin daralması için acil tedbirler alınması gereklidir. Amerika’nın kaya petrolü ve gazı da Cezayir’i olumsuz etkiledi. Cezayir’in yüksek kaliteli Sahara petrolü şu sıralarda ağır petrolden daha az para ediyor. Kondensat da benzer şekilde Amerika yüzünden baskı altında. Çünkü Cezayir’in hem ham petrolü, hem de kondensatı çoğunlukla aynı pazarda Amerikan petrolüyle rekabet ediyor. Petrol ve gaz fiyatlarındaki düşüş de haliyle net ihracat gelirinin azalmasına neden oluyor. Mesela, 2010 yılında, üretilen petrolün yüzde 82’si ihraç ediliyordu. 2018 yılında ise yüzde 73’ü. Benzer şekilde 2010 yılında, üretilen gazın yaklaşık yüzde 67’si ihraç edilirken, 2018 yılında bu oran yüzde 50’ye geriledi. Net petrol ve gaz ihracatından elde edilen gelir ise 2010 yılında 55 milyar dolardan 2018 yılında 37 milyar dolara indi. Velhasıl, benim uzman olarak gördüğüm profesyonellere göre, artan iç talep orta ve uzun vadede Cezayir’in petrol ve gaz ihracat miktarına baskı yapacak. Tüm bunları niçin dile getiriyorum? Ceyazir’in en büyük petrol ve gaz sahaları keşfedildiğinde yani 1956 yılında nüfus 10 milyondu. Bugün 42 milyon. 20 yıl sonra buna 10 milyon kişi daha eklenecek. Dolayısıyla enerji ihtiyacı hızla artmaya devam edecek. Eğer petrol kanununda radikal değişiklikler yapılmaz, sektörde kangrene dönüşen geç karar almalar aşılmaz, bürokrasi kamburu düzeltilmez, öngörülebilir ve cazip yatırım iklimi sağlanamaz (Ceyazir’de yatırım projelerinde yabancıların payı yüzde 49’u geçemiyor), sektörde zırt pırt yönetim değişiklikleri olmaz, Sahara’nın muhteşem güneş potansiyeli azami oranda elektrik ve ısı üretimine dönüştürülemez, ekonomi çeşitlendirilip katma değeri yüksek sektörlere yönelinmez ise Cezayir’in geleceğini puslu bir yapıdan kurtarmak gittikçe güçleşecektir. Cezayir’de Avrupalı mühendisleri ve uzmanları cebinden çıkaracak tonla insan mevcut. Sektörü şaha bile kaldırırlar. Yeter ki fırsat verilsin, işinin ehli doğru insanlar doğru yerlere gelsin, önlerine takoz atılmasın. Ne de-

260


mişler: Kuş, konduğu dalın kırılmasından korkmaz! Çünkü güvendiği, dal değil kendi kanatlarıdır. Umarım yakın gelecekte Cezayir’de yaşanacaklar hep aynı terane teriminden başka bir boyuta kapı açar. Sürç-i lisan ettiysek affola. Kalın sağlıcakla. NOT: Diğer yazılarımda da geçerli ama burada özellikle tekrarlamak isterim ki bu yazıda belirttiğim görüş ve öneriler tamamen şahsıma ait olup, çalıştığım kurumu bağlamaz.

261


262


Petrol ve Gaz Endüstrisi Dijital Dönüşümün Neresinde? 17 Haziran 2019 Tuvalet klozeti haricinde dijitalleşmeyi pek benimseyememiş birinin, dijitalleşme ve dijital dönüşüm üzerine yazı yazmasını garipseyebilirsiniz. Evet, halen kâğıt yoğun çalışıyorum ve yaşıyorum. Petrol ve gaz endüstrisinin bazı segmentlerinde olduğu gibi. Bu, teknoloji ve dijitalleşmeye uzak olduğumuz anlamına gelmemeli. Sadece tercihlerimiz farklı. Bildiğiniz üzere, sermaye yoğun bir endüstri olan petrol ve gaz endüstrisi, birçok alanda teknolojik yeniliğin ve inovasyonun öncüsü olmuştur. Derin denizler gibi en zorlu koşullara maruz yerlerde teknolojinin sınırlarını zorlamaktan tutun, kaya petrolü ve kaya gazı devrimi dediğimiz konvensiyonel olmayan üretim tarzı gibi onlarca örnek sıralayabiliriz. Özellikle upstream alanında 1960’lardan beri (aslında 1920’lerde başladı) dijital teknolojiler kullanagelen petrol ve gaz endüstrisi neden hala dijitalleşmedi diye bir soru geliyor insanın aklına doğal olarak. Geçmişteki büyük hacimli veriler bir sorun olabilirken, Big Data denilen Büyük Veri artık bir varlık haline geldi. Mashine learning dediğimiz makine öğrenmesi ve yapay zeka dahil olmak üzere analitik alandaki gelişmeler büyük hacimli bu verileri yorumlamanın yeni yollarını açtı. Dahası, bulut bilişim ve analitikteki son gelişmeler, şirketlerin bu fırsattan yararlanmasına olanak sağlamalıydı değil mi? Teoride, bu gelişmeler sektör için harika bir olanak gibi gözükebilir. Ancak şunu unutmamak gerekir ki, arama ve üretim dahil sektörün bazı segmentleri muhafazakar bir yapıya sahiptir ve bu yüzden potansiyel kazanımların boyutuna rağmen dijital transformasyon açısından bakıldığında az ilerleme kaydetmiştir. Neredeyse kemikleşmiş bir konvensiyonel iş yapısına sahip bir dünyaya yeniliklerin nüfuz etmesi zaman alacak olsa da çığ gibi büyüyen dijitalleşme dalgası en azından adaptasyon konusunda itici bir rol oynayacaktır.

263


Petrol ve gaz sektörü dijital dönüşümde neden geride kaldı? Petrol ve gaz sektörü denince insanın aklına gelen ilk şeylerden biri büyük paradır. Bu büyük para beş yıldır birçok cephede farklı tehditlerle yoğun mücadele içinde. Yani, 2014 öncesindeki beş yılda son derece karlı olan bir yapıdan farklı dönem. Bildiğiniz gibi sektör, Haziran 2014’ten beri petrol fiyatları ve petrole endeksli doğal gaz fiyatlarının hızla düşmesi ve fiyatlardaki aşırı oynaklık nedeniyle kemer kısma politikasına başvurmuştu. Hatta bazıları abartıya varacak tasarruf paketleri uygulamaya koydu. Mesela dünya çapında dev bir petrol şirketi ana merkezindeki tuvaletlerde sıcak suyu kesti, iş seyahatlerinde toplu ulaşım kullanma zorunluluğu getirdi. Bir başka dev şirket ise genel merkezin girişinde yer alan tüm bitkileri kaldırdı. Su parasından tasarruf (!) Fiyat oynaklığı, petrol ve gaz değer zincirinin capex ve opex harcamalarında yoğun stres yarattı. Özellikle yeni projelerde. Petrol ve doğal gaz projelerinin neredeyse üçte ikisinin maliyet aşımlarına ve dörtte üçünün gecikmelere muzdarip olduğu göz önüne alınırsa bu stresin derecesi daha iyi anlaşılır. Tüm bunlar özellikle karada yapılan petrol ve gaz keşiflerinin sayısının ve hacminin düştüğü bir ortamda gerçekleşiyordu. Karada artık büyük keşif yapma olasılığı gittikçe azaldığından, maliyetleri yukarı çeken derin denizler gibi ulaşılması zor, çetin şartların hakim olduğu yerlere yönelmeye başlandı. Sektörün sorunları bunlarla sınırlı değildi. Küresel ısınma, iklim değişikliği gibi gittikçe politize olan konular, petrol ve gazı arzu edilmeyen enerji kaynağı olarak gösterirken, sektörü kötü adam durumuna sokmaya başladı. Diğer yandan, petrol ve gaz talebini etkileyen elektrikli araçların yayılması ve yenilenebilir kaynaklara geçiş, gelecekteki petrol ve gaz talebinin düzeyini tehdit etmeye başladı. Artan ticaret gerilimleri ve jeopolitik karışıklıkların sektörde yarattığı huzursuzluklar da cabası. Enerji sektörünün geleceği düşük karbonlu, dijital ve merkeziyetçi olmayan bir yapıya doğru evrilirken petrol ve gaz endüstrisinin buna ayak uydurmaması mümkün değil tabii ki.

Petrol ve gaz operasyonlarında dijital teknolojiler ve gelişen trendler Teknoloji, petrol ve gaz şirketleri için daima önemli bir kolaylaştırıcı olagelmiştir. Dijital teknolojiler de. Sektörün operasyonlarında ön plana çıkmaya başlayan dijital teknolojilerin birçoğu yeni değil aslında. Mesela 4 boyutlu (4D) sismik görüntüleme: 1967 yılında Exxon tarafın-

264


dan icat edilen 3 boyutlu sismik görüntülemeye zaman atlamalı boyut ekleyerek elde edilen 4D sismik ile operatörler artık akışkanları ve rezervuarlardaki değişiklikleri ölçebiliyor, tahmin edebilir, yakından takip edebiliyor. Big data ve analitikler: Yazımın başında da değindiğim gibi, petrol ve gaz endüstrisi çok büyük çapta veri üretir. Büyük petrol ve gaz şirketlerinin günde 1.5 Terabyte’tan fazla veri ürettiği tahmin edilmektedir. Bunun çoğu haliyle upstream segmentinden geliyor. Modern deniz sondaj platformları yaklaşık 80 bin sensör barındırıyor. Bu sensörlerin rezervuarın ömrü boyunca 15 milyon Gigabyte (15 Petabyte) veri üretmesi bekleniyor. Büyük bir rafinerinin de günde 1 Terabyte’ın üzerinde veri üreteceği tahmin ediliyor. Durum böyleyken petrol ve gaz şirketlerinin kaçı büyük veri ve analitiklere yatırım yapıyor dersiniz? Bazı tahminlere göre yaklaşık üçte biri. Otonom operasyonlar ve robotlar: Amaç, operasyonel verimlilik ve güvenliği arttırmak. Kablosuz akıllı sensörlerle donanımlı cihazlar bir çok tesis (boru hatları, depolama gibi) ve ekipman denetimi yanı sıra nakliye ve çalışan güvenliği hakkında gerçek zamanlı veri sağlamaktadır. Geleneksel bakım, ekipmanın servis zamanını temel alır. Bu, zaten iyi bir şekilde çalışmakta olan ekipmanın bakım için devre dışı bırakılarak faaliyetin kesintiye uğraması, dolayısıyla zaman ve para harcanması anlamına gelir. Örneğin, upstream petrol ve gaz endüstrisinde, takım arızası nedeniyle her yıl milyarlarca dolara mal olan üretken olmayan zaman harcanması büyük bir endişe kaynağıdır. O yüzden tahmine dayalı analitik kullanılarak ekipman ömrü için bu üretken olmayan zaman azaltılmaya çalışılıyor. Örneğin sondaj işlemi sırasında matkap uçlarındaki sensörler aracılığıyla gerçek zamanlı toplanan veriler, sondajın başarısını etkileyebilecek jeolojik değişkenler gibi herhangi bir anomaliyi tahmin etme imkanı sağlıyor ve ekipman bakımının ne zaman yapılması gerektiğini tahmin edebiliyor. Akıllı sensörler, 4 boyutlu sismik veri toplama ve bilgi işlem gücü, şirketlere petrol ve gaz yataklarını bulmak için yeraltı jeolojisini daha doğru tanımlamalarına yardımcı oluyor. Ayrıca, yapay zeka ve robot kullanımı tehlikeli ve zor koşullardaki yerlerde sondaj yapılmasını kolaylaştırıyor. Benzer şekilde, boru hatlarında kullanılan boru içi inceleme robotları da borularda çatlaklara, korozyona ve boru arızasına yol açabilecek ve üretimi durdurabilecek ana kusurları tespit etmeyi kolaylaştırmaktadır. Daha hızlı ve daha güvenli incelemeler yapmak için termal kamera, aydınlatma ve optik kamera operatörleri ile donatılan insansız hava araçları, petrol ve gaz tesislerinin denetimi için kullanılan başka bir alternatif. Bu araçlar depoları, boru hatlarını ve rafinerileri incelemek için oldukça yaygın bir şekilde kullanılıyor. Genellikle dron diye tabir ettiğimiz insansız hava araçları, havadan haritalama, gerçek zamanlı izlemeyle sızıntı ve kaçakların araştırılması gibi

265


görevleri gerçekleştirerek zaman ve para tasarrufu sağlayabiliyor. İnsansız petrol ve gaz platformları 1980’li yıllardan beri dünyanın birçok yerinde faaliyetteler. İlk dijital petrol platformu (Karamay) Çin’de geliştirildi. Bugün Meksika Körfezinde bulunan platformların yaklaşık dörtte birinde insan yok. Basit yapıları olan bu platformlar genelde tek kuyu platformları olarak biliniyor. Dünyanın ilk tam otomatik petrol ve gaz platformu Oseberg H, daha önce Statoil olarak bilinen Norveçli enerji devi Equinor tarafından 14 Ekim 2018 tarihinde Kuzey Denizi’nde devreye alındı. Platformda yaşam alanını bırakın tuvalet bile yok. Dijital olarak etkin pazarlama ve dağıtım: Fiyatlama modellerini optimize etme ve tedarik zincirlerini yönetmede daha etkili olabilecek bu yöntem şu sıralarda küçük ölçekli LNG uygulamalarında popüler. Ayrıca daha önceki bir yazımda da belirttiğim gibi LNG ticaretinde de Über gibi uygulamalar ortaya çıktı. Blockchain: Bazı uzmanlara göre Blockchain gibi gelişen dijital teknolojiler endüstrinin ödeme sürecini hızlandırmasına yardımcı olabilir. Ama ben şahsen sektörün blockchain rüzgarına katılacağını sanmıyorum. Siber Güvenlik Çözümleri: Varlıklar arttıkça teknolojik olarak karmaşık ve arayüz noktaları, siyasi nedenler veya finansal kazanç amacıyla bilgisayar korsanlarının hedefi haline gelebiliyor. Bunun petrol ve gaz sektöründe örnekleri var. Dijital ikiz uygulamaları: Endüstriyel Nesnelerin İnternetinin (IOT) güçlü yönlerinden birisi dijital ikiz uygulamaların oluşturulmasıdır. Dijital ikiz kavramı aslında 10 yıldan uzun süredir var. Ancak, son yıllarda teknolojideki gelişme dijital ikizlerin petrol ve gaz sektöründe de benimsenmesini hızlandırdı. Dijital ikiz, boru hatları, toplama sistemleri, türbinler, pompalar, kompresörler gibi fiziksel bir varlığın 360 derecelik bir kopyasıdır. Yani tüm ekipman ve işlemlerin sanal bir kopyası. Toplanan tüm bilgi, fiziksel nesnenin davranışını simüle etmeyi de sağlıyor. Diğer bir deyişle dijital ikiz uygulaması, üretimi optimize eden, arıza oluşmadan önce ekipman problemlerini tespit eden, süreç iyileştirme için yeni fırsatları ortaya çıkaran ve planlanmamış arıza sürelerini azaltan dijital bir dönüşümün temelidir. Ne var ki, sektörün bugün sahip olduğu fiziki varlıkların çoğu yıllar önce yapılmıştır. Mevcut bir sistemin dijital ikizini yaratmak zordur. Nedeni basit; dijital tasarım yapmak, gerçekte varolan bir tesisi dijital yapmaktan çok daha kolaydır. Bu nedenle dijital teknolojinin, böyle bir ikiz sisteminin planlama ve tasarım aşamasından itibaren devreye girmesi önerilmektedir. Bu tabiki başlangıçta ek bir maliyeti beraberinde getirecek ama tesislerin kullanım ömrü boyunca önemli bir değer katacaktır.

266


Dijitalleşmenin dayanılmaz hafifliği Dijital teknolojiler petrol ve gaz endüstrisi için şu ana nedenlerden dolayı önem arz ediyor: Şirketlerin değişken piyasa koşullarına uyum sağlamasına yardımcı olmak; performansı ve üretkenliği arttırmak; operasyonlarını optimize ederek verimliliği arttırmak ve böylece maliyetleri ve riskleri azaltmak; şirketlerin daha esnek, daha hızlı ve daha iyi donanımlı olmalarına yardımcı olarak uzun vadeli değer sunmak; iş güvenliği arttırmak; çevresel riskleri azaltmak; daha hızlı karar vermek. Bunların yanında dijital teknolojiler tüm sektörün yapısını değiştirebilecek yeni iş modelleri için fırsat da yaratıyor. Bazı tahminlere göre dijital teknolojileri anlamlı bir şekilde birbiriyle entegreli şekilde kullanarak, petrol ve gaz şirketleri capex ve opex’i % 30’a kadar azaltabilir. Mesela McKinsey’in bir tahminine göre, dijital teknolojilerin petrol ve gaz endüstrisinde etkin kullanımı sermaye harcamalarını beşte bir kadar azaltabilir. Bunun en güçlü destekleyici, insan müdahalesi olmadan bileşenlerin birbirleriyle iletişim kurabilecekleri birçok standardı içeren Endüstriyel Nesnelerin İnterneti’dir (IOT). Bu bağlamda capex ve opex tasarrufuna ulaşmak, daha iyi yapmaktan çok, işleri farklı bir şekilde yapmakla ilgilidir. IOT, şirketlerin daha önce birbirinden bağımsız bir yapıda işleyen upstream, midstream ve downstream segmentlerindeki faaliyetlerin dijitalleştirmesini, optimize edilmesini ve otomatikleştirilmesini sağlayabilir. Bulut tabanlı teknolojiler insanların ve makinelerin gerçek zamanlı olarak birlikte çalışmasını sağlar. Uzaktan durum izleme teknolojileri, operasyonel süreçlerin daha iyi anlaşılmasını sağlar ve kararları hızlandırmaya yardımcı olur. Mesela buluta yüklenen sismik verilerin anında işlenmesi ve böylece gecikmenin ortadan kaldırılması gibi. Ne var ki, upstream petrol ve gaz endüstrisinin bulut teknolojisini benimsemesi oldukça zor. Petrol ve doğal gaz verilerinin üçüncü taraf bir bulut ortamına yükleneceğine inanan çok az insan var sektörde.

Petrol ve gaz endüstrisi diğer endüstrilere nazaran daha yavaş dijitalleşecek Dijitalleşmeden tam olarak yararlanabilmek için, her şey yüksek düzeyde otomasyona geçirilmeli ve dijitalleştirilmelidir. Yeni dijital teknolojiler ve yapay zekanın yükselişi, tamamen yeni tasarımların ve konseptlerin gelişmesini sağlayacaktır. Bu yüzden, belki de ileride CDO’lardan bahsediyor olacağız: Chief Digital Officer! Tüm potansiyel faydalarına rağmen petrol ve gaz sektörünün dijital dönüşümünün önünde birçok engel var. Bunlardan bazıları aşılabilir. Mesela sensörler ve bu sensörlerdeki veri akışında henüz bir standart yok ama muhtemelen ileride getirilecek.

267


Geleneksel olarak departmanlar arasında veri paylaşımında bile başarılı olduğu söylenemeyen bir sektörde dijitalleşmenin tüm potansiyel faydalarından yararlanmak için çok daha entegre bir yapıya dönüşmek gerekir. Şirketler muhtemelen kendilerince önemli gördükleri alanlarda dijitalleşmeye gidecek. Dolayısıyla ben şahsen telekomünikasyon, perakende, bankacılık ve benzeri şeylerle başlayan dijital dönüşümün petrol ve gaz endüstrisine yakın gelecekte bir devrim yaratacağına ve bunun sektörün değer zinciri boyunca benimseneceğini sanmıyorum. Muhtemelen yapay zeka destekli öngörücü (predictive) bakım gibi analitikler, akıllı otomasyon ve akıllı cihazlar sektörde çok daha yaygınlaşacaktır ancak Claud’a geçiş muhtemelen çok fazla zaman alacak. Şüphesiz bazı bireysel başarı örnekleri ortaya çıkacaktır ama sektör çapında bir dijital dönüşüm zihniyet ve kültür değişikliği gerektirir. Dijitalleşme bir araçtır; çözüm değil. Dijital dönüşüm, bir demet teknolojiyi bir araya getirmekten ziyade ne yapılmaya çalışıldığıyla ilgilidir. Yani, sihirli bir şekilde bilmecenin tüm parçalarını birleştirip bir öngörüyle birlikte altın tepside bir çözüm sunamaz. Benzer şekilde, teknoloji işe değer katacak bir mucize değildir. Teknolojinin değeri işi farklı yapmaktan gelir çünkü teknoloji bunu mümkün kılar. İnsan faktörü dijitalleşmenin ne kadar başarılı olduğunu belirleyecek en büyük faktördür aslında. Özellikle matematiksel ve istatistiksel okuryazar insan faktörü. Çünkü kontrol paneli size önümüzdeki bir hafta içinde yüzde 52.2 olasılıkla bir şey olma ihtimalini gösterdiğinde ne yapacağınızı bilmeniz gereklidir. Bu, kesin evet veya hayır kararlarından farklı bir durum. Bu nedenle Dijital dönüşümde başarının anahtarı eğitim ve kurum kültürü olacaktır. Kalın sağlıcakla. Not: Yazının başında bahsettiğim tuvalet klozeti, sekiz senedir kullandığım uzaktan kumandalı full elektronik Japon klozetidir. İstemeyerek de olsa bu yazımda dört kere tuvalet kelimesi geçtiği için beni bağışlayın.

268


Doğu Akdeniz Gazı Kıyamet Koparmaya Değer Mi? 22 Temmuz 2019 Prof. Dr. Sayın Emre Alkin, basına yansıyan bir açıklamasında dünya doğalgaz rezervlerinin 53 yıllık ömrü kaldığını öne sürerek “bu kadar ömrü kısa bir şey için kıyamet koparmaya gerek var mı?” diye sorgulamış ve eklemiş: “Doğu Akdeniz projemiz yanlış değil. Bir hakkımız varsa elbette arayacağız. Fakat tükenecek, bitecek bir şey için bu kadar mücadelenin anlamı ne? Anlayamıyorum. Neyin planı yapılıyor? Bir iktisatçı olarak fizibilitesini anlamakta zorlanıyorum. Elbette bir karış toprağımızı vermediğimiz gibi bir damla suyumuzu da vermeyeceğiz ama bu bir doğalgaz çatışmasına dönüşmeli mi?” Sayın Alkin’in bu sözlerini okuyunca kafamın içinde bir yerde Sezen Aksu’nun “Değer mi?” şarkısı yankılanmaya başladı. Değer mi hiç, değer mi hiç? Değer mi, değer mi, değer mi? Söyle! Bir rüya ömür boyu Sürer mi, sürer mi, sürer mi böyle? Hoca haklı: Sürmez! Ömrü bu kadar kısa bir şey için kıyamet koparmaya gerek var mı hakikaten? Nasılsa ileride her şey elektrikli olacak, petrokimya sektörü ürünlerine ihtiyaç kalmayacak, yüzde 100 yenilenebilir enerji kaynaklarıyla yaşadığımız bir dünya olacak, değil mi? Yıllık hacmi alt tarafı 5 trilyon dolar olan petrol ve gaz sektörünün yakında bitecek bir şey için ısrarla yatırım yapmaya devam etmesini anlamak da mümkün değil. Salak bunlar herhalde. Emre Alkin Hoca gibi, doğalgaz rezervlerinin 53, petrol rezervlerinin 51 yıllık ömrü kaldığı (ki bu mantıkla Doğu Akdeniz gazının da 42 yıllık ömrü kalmıştır) gibi bir yanılgıya itilmemizin nedenini sevgili Cüneyt Ka-

269


zokoğlu’nun hoşuma giden bir terimi ile tarif etmek isterim: “Rakamsal analiz kabızlığı”. Petrol ve gazın falanca yıl ömrü kaldı derken o falanca yıl nasıl hesaplanıyor dikkatinizi çekmiştir illaki. Dört işlem değil sadece bölme bilmeniz yeterli. Rezerv miktarını üretim miktarına bölersiniz olur biter. Yani herhangi bir ülke, bölge veya dünya için 2018 yılı sonu itibariyle mesela BP Statistical Review raporunda verilen petrol veya gaz rezerv miktarını 2018 yılı üretim miktarına bölersiniz. Oldu bitti maşallah. Enerji uzmanı oldunuz. Bu saçma oranın ne kadar anlamsız olduğunu anlamak için üç beş saniye düşünmek yeterlidir. Her şeyden önce, rezerv miktarı en azından teroride sabit bir rakam olamaz. Teoride diyorum çünkü mesela Cezayir’in doğal gaz rezervi eğer BP istatistiklerine inanıyorsanız son 11 yıldır sabit kalmış. Yani Cezayir’de her yıl tam tamına üretilen miktar kadar gaz keşfedilmiş. Ne hikmetse! Diğer yandan, yıllık üretim miktarı da sabit mantıklı bir süre haricinde sabit kalamaz. Devamı var ya neyse, bu yazının amacı bu değil.

Doğu Akdeniz’de ne kadar gaz var? ‘Doğu Akdeniz gazı kıyamet koparmaya değer mi?’ sorusuna cevap aramadan önce Doğu Akdeniz’de ne kadar gaz olduğuna bakmak gerekir. Doğu Akdeniz’in nihai petrol ve gaz varlığı potansiyelini hesaplayıp sergileyen kamuya açık, ücretsiz bir çalışmayla henüz karşılaşmadım. Literatüre belki bir katkım olur düşüncesiyle bu konu üzerinde yaptığım bir çalışma Temmuz ayı başlarında Bilkent Üniversitesi Enerji Politikaları Araştırma Merkezi tarafından yayınlandı. (Bilkent Enerji Notları No.12 https://www. bilkenteprc.com/bilkentenergynotes). Ocak 2009 ile Haziran 2019 arasında Doğu Akdeniz sularında yaklaşık 2500 milyar metreküp (bcm) gaz keşfedildi. Azerbaycan’ın 2018 yılı sonunda sahip olduğu ispatlanmış doğal gaz rezervinden fazla olan bu miktarın parasal değeri (Avrupa referans gaz fiyatı olan TTF son 10 yılın en düşük seviyesinde olmasına rağmen) 350 milyar dolardan fazladır. Haziran 2018’deki fiyatlar baz alınmış olsaydı bu parasal değerin iki ile çarpılması gerekecekti. Yapılan tüm bu keşiflere ve arama faaliyetlerine rağmen Doğu Akdeniz’in halen dünyanın “en az arama yapılmış” bölgeleri arasında yer aldığını not düşmek gerekir. Mesela, Suriye ve Lübnan açıklarında şimdiye kadar hiç arama kuyusu açılmadı. Mısır’ın Akdeniz’de Münhasır Ekonomik Bölgesi olarak gördüğü bölgenin yaklaşık yarısını oluşturan Batı kısmında şimdiye kadar sadece bir kaç sondaj yapılmıştır. Türkiye’nin Akdeniz’deki kıta sahanlığında ise bugüne kadar (Fatih sondaj gemisinin açtığı kuyu dahil) yanılmıyorsam sadece 17 kuyu açıldı. Doğu Akdeniz’de Keşfedilmeyi Bekleyen Doğal Gaz Potansiyeli

270


Doğu Akdeniz’in gaz potansiyeli mevzu bahis olduğunda temel kaynak olarak ABD Jeoloji Kurumu (USGS) çalışmaları esas alınmaktadır. USGS, 2010 yılında Doğu Akdeniz’deki iki havzada (Türkçe’de basen olarak da kullanılıyor) jeolojik esaslı değerlendirme sonucunda teknik olarak çıkarılması mümkün fakat henüz keşfedilmemiş petrol ve gaz varlığı hakkında iki önemli çalışma yayınlamıştır. Bu iki değerlendirme Doğu Akdeniz’de toplamda teknik olarak çıkarılması mümkün fakat henüz keşfedilmemiş 10 trilyon metreküpten fazla doğal gaz olduğunu öngörmektedir: Çoğunlukla İsrail, Gazze Şeridi, Güney Kıbrıs ve Lübnan açıklarını kapsayan Levant Havzasında 1,7 milyar varil petrol ve 3,5 trilyon metreküp (tcm) doğal gaz; Mısır’daki Nil Deltası Havzasında 1,8 milyar varil petrol ve 6,3 tcm doğal gaz. Buna ilaveten, birde bölgedeki ülkelerin resmi kurumlarının kendi Münhasır Ekonomik Bölgeleri (MEB) olarak gördükleri alanda petrol ve gaz potansiyelini içeren tahminleri mevcuttur. Güney Kıbrıslı yetkililerin hesaplamalarına göre GKRY’nin sözde MEB’sinde yer alan ve 13 parsele bölünen 51000 km²’lik bölgede 1,7 tcm doğal gaz bulunduğu tahmin edilmektedir. Bunun Levant Baseni dışında kalan bölümünde ise en az 1 tcm doğal gazın olduğu öngörülmektedir. İsrailli resmi kaynaklara göre İsrail MEB’inde 1,4 tcm gaz potansiyeli olduğu tahmin edilmektedir. Lübnan resmi kaynaklarına göre ise Lübnan MEB’inde 700 ile 850 milyar metreküp (bcm) doğal gaz ve 660 ile 865 milyon varil ham petrole sahip olduğu tahmin edilmektedir. Bu rakamların çok daha üstünde miktarlar da zaman zaman resmi makamlar tarafından telaffuz edilmektedir. Doğu Akdeniz’in gaz potansiyeli sadece konvensiyonel gaz kaynakları ile sınırlı değildir. Örneğin gaz hidratları. Mesela, Girit adasının güneyinin ve Meis adasının güneyinin gaz hidratları açısından yüksek potansiyele sahip olduğunu gösteren çalışmalar mevcuttur. Yukarıda bahsedilen devasa rakamlar önceleri temkinle karşılanmış olsa da, geçtiğimiz 10 yılda yapılan dünya klasmanında doğal gaz keşifleri, USGS ve bölge ülkelerin değerlendirmeleri hem Doğu Akdeniz’in gaz potansiyeli konusundaki inancı önemli derecede artırmış hem de Doğu Akdeniz’i uluslararası petrol sektorü ve jeopolitiğin odak noktası haline gelmiştir.

Doğu Akdeniz’deki doğal gaz pastasının karşılaştırmalı büyüklüğü Doğu Akdeniz’de bugüne kadar 4900 bcm’e yakın doğal gaz rezervi keşfedilmiş olup bunun yüzde 23’lük kısmı üretilmiştir. Kalan miktarın dörtte üçünde halen ya üretim yapılmakta ya da üretime geçmek için hazırlık ya-

271


pılmaktadır. Sadece keşfedilmiş gaz miktarı esas alındığında Doğu Akdeniz gazının Norveç veya Hollanda’da bugüne kadar keşfedilmiş doğal gaz miktarından biraz fazla, İngiltere veya Danimarka’da yapılan gaz keşif miktarından ise çok daha fazla olduğu görülmektedir.

Doğu Akdeniz Gazının Kuzey Denizi ile Karşılaştırılması (bcm)

Dolayısıyla Doğu Akdeniz’in yeni bir Norveç veya Hollanda olduğu yönündeki söylemlerin doğruluk payı vardır. Bölgesel bir karşılaştırma yapıldığında ise Doğu Kaynak: Sohbet Karbuz, Bilkent Enerji Notları No:12, Akdeniz’in hem Temmuz 2019 keşif miktarı hem de toplam üretim miktarının Kuzey Denizi’nden oldukça küçük olmasına rağmen mevcut rezerv miktarının daha fazla olduğu görülmektedir. Nedeni ise Kuzey Denizi’nde keşfedilen gazın yaklaşık dörtte üçünün çoktan çıkartılmış olmasıdır. Sadece bugüne kadar yapılan keşifleri baz alarak karşılaştırma yapmak aslında madalyonun tek bir yüzünü göstermektedir. Keşfedilmesi beklenen (yet-to-find) doğal gaz tahminlerini de bu miktara ekleyerek toplam gaz varlığı büyüklüğüne bakmak gereklidir. Bu hesaplamalar da dikkate alındığında Doğu Akdeniz’in açık ara Kuzey denizindeki ülkelerden daha fazla doğal gaza sahip olduğu söylenebilir. Bu yüzden keşfedilmiş ve henüz keşfedilmemiş doğal gaz hacmine ilişkin beklentileri de ekleyerek Doğu Akdeniz’i Kuzey Denizi ile karşılaştırmak daha doğrudur. Bu durumda, toplamda 15 trilyon metreküplük doğal gaz varlığı ile Doğu Akdeniz’in Norveç, Hollanda, İngiltere ve Danimar-

272


ka’nın toplamından oluşan Kuzey Denizi’ne eşdeğer olduğu söylenebilir. Bu da Doğu Akdeniz’de gaz heyecanının neden bu kadar ilgi odağı haline geldiğinin en azından kantitatif bir göstergesidir.

Amma velakin Keşfedilen rezervler üretime dönüşürse yapılan keşifler bir anlam kazanır. Sondaj yapılmaksızın kağıt üzerinde gaz varlığı pek bir şey ifade etmez. Kuyu açılarak yapılan keşif ise ancak rezervin üretime kanalize edilmesiyle anlam kazanır. Bu da bulunan rezervin ekonomik ve teknik olarak çıkarılmaya müsait olmasına, sahanın beklenen net finansal getirisinin doyuruculuğuna, üretime geçiş aşamasına geçmek için yapılacak saha geliştirme maliyetine ve bunun finansmanına, üretilen miktarı yurt içi ve dışı pazarlara ulaştırabilmek için gerekli alt yapı ve taşıma olanaklarına, üretilen petrol veya gazın satış fiyatına, ruhsatlandırma işlemlerindeki istikrara, politik atmosfere, enerji ve finans politikaları düzenlemenin güvenliğine ve benzeri etmenlere bağlıdır. Fakat ne var ki Doğu Akdeniz maalesef dünyanın en karmaşık politik bölgelerinden biridir. Bu potansiyel varlık Doğu Akdeniz’de çekişmeleri tetikleyip daha da karmaşıklaştıracak ve zaten gergin olan bu bölgeye yeni kaygılar ekleyebilecek olsa da, bölgesel işbirliği, istikrar, enerji güvenliği ve bölge refahı açısından bir fırsat oluşturmaktadır. Yeter ki istek olsun. ‘Doğu Akdeniz gazı kıyamet koparmaya değer mi?’ sorusunun kısa cevabını Sezen Aksu zaten vermiş: Değer canım, değer elbet. Herhalde tarih bilen bazı kişiler sonraki mısrayı farklı söylerlerdi: Değer bir tanem, petrol ve gaz için çok şeye! Kalın sağlıcakla.

273


274


Petrol Piyasasının Cıvatası Mı Çıktı? 28 Ağustos 2019 Petrol piyasaları fırtınalı bir havada birbiriyle kavga eden kaptanlar tarafından dümeni bozuk bir geminin yönetilmeye çalışıldığı bir atmosfere dönüştü. Fiyatların izlediği seyir öyle bir hal aldı ki acaba petrol piyasasının cıvatası mı çıktı diye sorguluyor insan. Bildiğiniz üzere, ekonomi teorisine göre fiyatlar arz ve talep dengesine göre belirlenir. Eğer üretim tüketimden fazla ise üreticilerin elindeki stoklar artar ve artan stoklar fiyatların düşmesi yolunda baskı oluşturur. Tüketim üretimden fazla ise stoklar eritilir ve fiyatın yükselmesine baskı yapar. Hani teoride, pratik ve teori arasında bir fark yoktur ama pratikte vardır diye bir söz vardır ya, petrol piyasaları da son bir kaç aydır aynen böyle. Neden? Çünkü arz cephesindeki tüm olumsuzluklara rağmen fiyatlarda önemli bir artış görmedik. Jeopolitik cephede özellikle Basra körfezinde yaşananlar bile fiyatları yukarı zıplatmada yetersiz kaldı. Hatta fiyatlar, ABD stoklarından rekor sayılabilecek miktarlarda petrol çekilmesine bile duyarsız kaldı. Derken 31 Temmuz’da FED’in faiz indirimi ve 1 Ağustos’ta Trump’ın Çin’e 1 Eylül’den itibaren ek ithalat vergisi uygulanacağını belirten twiti geldi. Ve petrol fiyatları yüzde 7’den fazla düştü. Sonrasında “yok, ertelenecek, vesaire” gibi haberlerle fiyatlar çıktı, indi. Trump’ın sabah gözünü açar açmaz attığı ve Çelik Bilek Texas gibi “hay bin kunduz!” dedirten twitter mesajları sonrasında petrol fiyatlardaki ani hareketlere alıştık artık. Eskiden Şener Şen’in oynadığı Artema musluk reklamının sloganını hatırlar mısınız? “ Taktım bir kere, aç kapa, aç kapa, açıyorum kapıyorum, ben bunu hep yapıyorum!”. Trump da aynısını yapıyor. Dolayısıyla, petrol fiyatlarının izleyebileceği seyir hakkında bir tahmin

275


yaparken fiziki (ıslak) ve kağıt varil piyasalarındaki arz-talep dengeleri, makro faktörler (yani ekonomi cephesindeki gelişmeler, doların durumu, para ve faiz politikaları gibi konular), jeopolitik gelişmeler, petrol kalitesi gibi faktörler yanında ABD Başkanı Trump’ın twitlerinin de olması gerekir. Şimdi bu söylediklerimin bazılarını biraz açayım.

Arz cephesindeki tüm olumsuzluklara rağmen fiyatlarda önemli bir artış yaşanmadı Libya, Iran (üretim 5 yılın en düşük seviyesinde) ve Venezuela (üretim neredeyse 15 yılın en düşük seviyesinde)’daki üretim kayıpları nedeniyle OPEC petrol üretimi Nisan 2014’ten bu yana en düşük seviyesine indi. Temmuz ayı OPEC üretimi günlük 30 milyon varilin altına sarktı. Suudi Arabistan petrol üretimi Temmuz ayında Ocak 2015’ten beridir ilk defa günlük 10 milyon varilin altına indi. Meksika Körfezindeki fırtınanın Amerikan petrol üretimine yansıması, Rusya’nın Druzba boru hattındaki kontaminasyon nedeniyle bir süreliğine dahi olsa akışı durdurması vesaire negatif gelişmeler fiyatları yukarı doğru zıplatamadı. Velhasıl kelam, petrol fiyatları OPEC’in üretimi kısması nedeniyle tırmanışa geçti gibi başlıklar ortalıkta dolaşamaz oldu. Çünkü OPEC petrol üretimi Kasım 2018’den bu yana düştüğü halde fiyatlar da düştü! Üstüne üstelik üretim düşünce stoklar azalacağına arttı! Şu anda gözler bu yılın üçüncü çeyreğinde bu üç kurumun beklentisi yönünde stoklarda düşüş yaşanıp yaşanmayacağında. OPEC, üçüncü çeyrekte stoklardan günlük 2 milyon varilin çekileceğini, öteki kurumlar ise bunun yarısı veya yarısından azı kadar çekileceğini tahmin ediyor. Yazıyı uzatmamak için bunun nedenlerine girmeyeceğim ama şu var ki, eğer üçüncü çeyrekte stoklarda ters köşeye yatılırsa analistlerin vay haline!

Talep cephesindeki beklentilerin olumsuz yönde gelişmesini sağlayan etmenler giderek artıyor Uluslararası Para Fonu IMF’nin Temmuz ayı sonunda küresel ekonomik büyüme tahminini 2019 ve 2020 yılları için az da olsa aşağı doğru revize etmesi küresel bir resesyona girileceği beklentisini tetikledi. Birçok Asya ve Orta Doğu ülkesinde petrol ürünlerine yapılan sübvansiyonlarda kesinti yapılması ve vergilerin arttırılması petrol talep artışının yavaşlayacağı beklentisini arttırdı. Dünya motorlu araçlar üretiminde 2018 yılında kaydedilen azalışın bu yıl da devam edeceği beklentisi hem sektör hem de sektörü besleyen yan sanayilerde huzursuzluk yaratırken bunun petrol talebine yansıması endişe uyandırmaya başladı. Not olarak belirtmekte fayda var ki son 20 yılda motorlu araç üretimi sadece 3 yıl azalış kaydetti (2001, 2009, 2018). İçinde

276


bulunduğumuz yılla beraber bu sayının dörde çıkacağı tahmin ediliyor. Satışlar da benzer durumu gösteriyor. Petrol arz ve talep dengeleri konusunda referans olarak alınan üç temel kurumun (Amerikan Enerji Informasyon Dairesi, Uluslararası Enerji Ajansı ve OPEC) aylık petrol raporlarına baktığımızda Ocak 2019 ile Ağustos 2019 arasında 2019 yılı talep büyüme tahminlerini günlük 1 milyon varilden fazla kırptıklarını görüyoruz. 2020 yılı için yaptıkları tahminler de aşağı doğru revize ediliyor. Yani talep artışı konusunda büyük endişeler var. 2019 yılı muhtemelen 2008 yılından beri petrol talebinin en yavaş büyüdüğü bir yıl olacak.

Kâğıt varil piyasasındaki oyuncuların algılarıyla ıslak varil piyasasındaki dinamikler arasında giderek artan uyumsuzluk Şunu demek istiyorum; petrol piyasası şeffaf, serbest ve etkin bir piyasa olmadığı için fiziki petrol piyasası (ıslak varil piyasası) haricinde, türev piyasalarındaki (kâğıt varil piyasası) beklentiler ve endişeler de fiyatların yönü ve seviyesinde önemli rol oynamaktadır. Yani, fiziki varil piyasasının temel dinamikleri ve bu dinamiklerin gelecekteki seyrine ilişkin beklentilerin kâğıt varil piyasasına yansıması veya piyasayı tetiklemesi beklenir. Ancak, bir kaç aydır fiziki varil piyasasının arz talep dengelerinin işaret ettiği yön ile kâğıt varil piyasasında pozisyon alanların izlediği yön arasında büyük farklılıklar yaşanmaya başladı. Dolayısıyla, kâğıt varil piyasasındaki büyük oyuncular arasında petrol arzında daralmaya oynayanlar ile talepte düşmeye oynayanlar arasında bir mücadeleye tanık oluyoruz. Neden mi? 1 Ağustos’tan beridir WTI forward eğrilerindeki şekil değişikliklerine baktığınızda bu değişikliklerin fiziki piyasa dinamikleriyle açıklanamayacağını ve tamamen büyük oyuncular arasında finansal bir mücadele olduğunu söylemek ne derece yanlıştır sizce? Onlar da kafayı sıyırmak üzere belki. Çok da haklılar aslında. Çünkü fiziki piyasanın arz, talep ve ikisi arasındaki fark olan stok değişimi hakkındaki kısa frekanslı veriler (mesela aylık) o kadar güvensiz bir hal aldı ki, elini 1996 yılından beri bu rakamlara bulaştırmış biri olarak benim bile artık midem bulanır hale geldi.

Piyasada muteber bir nesne yok arz-talep dengesi gibi, olmaya piyasada sağlıklı bir veri gibi... Bırakın geçen ayı, geçen yıl dünyada ne kadar petrol üretildi, tüketildi, ithal ve ihraç edildi, stoklara eklendi veya stoklardan kullanıldı net olarak bilmiyoruz. Bu uzun bir konu, girmek istemiyorum ama şunu belirtmek isterim ki piyasa şu anda iki temel veri hakkında karanlık sularda yüzüyor. Birincisi ihracat ve ithalat, ikincisi stoklar.

277


Mesela, İran’ın ne kadar petrol ihraç ettiğini biliyor muyuz? İran’ın Temmuz ayı petrol ihracat miktarı veri kaynağına göre çok büyük farklılıklar gösteriyor. Seç beğen al: günlük 100 bin varil ile onun 10 katı arasında bir yerde (şaka yapmıyorum). Ya stok verileri? İç karartıcı çünkü sadece OECD stokları hakkındaki verilere (nispeten) güvenilir olarak bakabiliriz ama o veriler aylık yayınlanıyor. Haftalık stok verisi global çapta yok. Sadece ABD’de haftalık stokları takip etmek mümkün ama orada da iki kurum verileri arasında bazen önemli çelişkiler oluyor. Çok ciddi revizyonlar da cabası.

Petrol kalitesi Kaya gazı ve akabinde gelişen kaya petrolü (genelde Light Tight Oil denir) devrimi başlamadan önce gelecekte daha ağır ve daha fazla kükürt içeren petrol üretiminin toplam petrol üretimindeki payının artacağı tahmin ediliyordu. Bu yüzden mevcut rafinerilerin bir çoğu bu tip petrolü işleyecek şekilde konfigürasyon değişikliğine gitti yani kompleks hale geldi ve yeni rafineri yatırımlarının çoğunda bu beklenti göz önüne alındı. Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı. Kaya petrolü ve kaya gazıyla beraber üretilen doğal gaz sıvıları nedeniyle dünya petrol üretimi hafif ve nispeten daha az kükürtlü petrole doğru kaymaya başladı. Kısacası, üretilen petrol ile rafine edilebilecek petrol arasında bir uyumsuzluk ortaya çıkmaya başladı. Bu işin sonu nereye varacak diye düşünmemek elde değil. Birileri ciddi zarara uğrayacak.

Jeopolitika artık sadece petrol arzını etkileyen bir unsur değil Jeopolitika, ekonomik aktivite ve petrol talebini de etkileyen bir unsur haline geldi. Geçmişte jeopolitik nedenlerden dolayı yaşanan arz şoklarının nispeten kısa, talep şoklarının ise daha kalıcı olduğuna şahit olduk. Bu nedenle, jeopolitika başlığı altında hem talep hem de arz şoku yaratacak nedenleri mercek altında tutmak gerekir. Bunları burada açmayacağım. Ama bazı başlıklar vermek istiyorum. Hürmüz boğazı yanında Malezya ve Endonezya arasında bulunan Malakka Boğazı. Salt OPEC üretimine ve üretim kapasitesine odaklanmak yerine OPEC-Rusya ilişkileri. Ticaret ve döviz kurları savaşları. Suudi Aramco’nun özelleştirilmesi ve Suudi Arabistan’ın fiyatların düşmesini engellemek için ne gerekiyorsa yapmaya hazırız demesi arasındaki ilişki. Amerikan kaya petrolü üreticilerinin negatif nakit akışları. Kaya petrolü üreticisi Arjantin’deki gelişmeler şu anda öne çıkanlar.

278


Fiyatlardaki aşırı volatilite çok can yakacak Yukarıda bahsettiğim konuları göz önüne almadan petrol piyasasının dinamikleri ve petrol fiyatları hakkında yorum yapmak işkembe-i kübradan konuşmaktan başka bir şey değildir. Eğer fiyatlar zaten bu dinamikleri içinde barındırıyor deyip sadece fiyat grafiğine bakıp teknik analiz yapmıyorsanız. Öyle görünüyor ki, petrol piyasalarındaki belirsizlik ve fiyatlardaki aşırı volatilite, cıvatalardaki yalamadan dolayı en azından kısa ve orta vadede devam edecek. Bu şartlarda petrol türev ürünleri piyasasında pozisyon alacakların Allah yardımcısı olsun! Kalın sağlıcakla.

279


280


Küçük, Minik, Minnacık Ölçekli LNG 25 Eylül 2019 Türkçe’de Küçük Ölçekli Sıvılaştırılmış Doğal Gazın standart bir kısaltmasını göremedim. KÖSDG desek köstek gibi telaffuz edilebilir, yenilenebilir enerji kaynakları derken ağzımdan nedense hep yenebilir enerji kaynakları çıkması gibi. Küçük Ölçekli LNG olarak kısaltsak KÖLNG gibi bir şey ortaya çıkıyor. Bu da Alamanya’ya giden gurbetçi kardeşlerimizin telaffuzuyla karışabilir. Kısaltma problemi İngilizcede de var. Small Scale LNG tabirinin farklı kısaltmalarını görmüşsünüzdür: ssLNG, SSLNG, SS-LNG gibi. Balık baştan kokar diye boşuna dememişler. Sektör de aynen böyle. Teknoloji, inovasyon, iş modeli vesaire gibi çeşitli konularda sürekli bir gelişim içinde olduğundan halen doğru dürüst bir standarttan bahsedemiyoruz. Ben bu yazıda SSLNG kısaltmasını kullanacağım. SSLNG hakkında ayrıntılara girmeden hemen bir itirafta bulunayım. Yıllar önce Avrupa’nın büyük bir şehrinde bulunan büyük bir kuruluşta sabah 8:30’da başlayan ve benim haricimde herkesin kelli felli olduğu küçücük bir toplantıda ilk defa SSLNG’yi duyduğumda “vay adi Naziler, LNG’ye de mi bulaşmışlardı” diye bir düşünce geçmişti aklımdan. Alın size cahillik ve fazla savaş filmi izlemenin bileşkesi bir durum. Neyse, biz konumuza dönelim.

SSLNG’nin değişen tanımı Uluslararası Gaz Birliği tanımına göre yıllık kapasitesi 1 milyon tondan (1 Mtpa) az olan LNG projeleri ki bu tanımda aslında sıvılaştırma kapasitesi esas alınıyor, küçük ölçekli LNG olarak adlandırılmaktadır. Aslına bakılırsa bu tanımı LNG tarihine yayarsak LNG sektörünün SSLNG ile başladığını söyleyebiliriz. Hatırlayın, 1959 yılında Cezayir’den İngiltere’ye LNG ihracatını sağlayan Camel LNG tesisinin yıllık kapasitesi 1.2 milyon ton idi. Aradan geçen zaman içinde sıvılaştırma ve yeniden gazlaştırma kapa-

281


siteleri arttı ve LNG ticareti yaygınlaştı. Fakat son zamanlarda küçük ölçekli sıvılaştırma, yeniden gazlaştırma, LNG tüpleri, LNG’nin kara yoluyla taşınması, ulaşım araçlarına yakıt olarak sağlanması ve diğer nihai kullanım sektörlerine yayılması SSLNG sektörünün hızla büyümesini sağladı. Yani küçük ölçekten başlayıp devasa dediğimiz mega projelere yöneldikten sonra tekrar küçük ölçeğe, hatta minicik, mini minnacık, mikro LNG’ye doğru dümen kıvırmaya başladık. Dolayısıyla, sadece sıvılaştırma kapasitesine bakarak LNG sektörünü sınıflara ayırmak yanlış bir uygulamadır. SSLNG sınıflandırması sıvılaştırma kapasitesi ile başladı ama bugün yeniden gazlaştırma ve depolama dahil tüm değer zincirini göz önüne almak gerekir. Teknoloji o kadar gelişti, modüler yapı ve esneklik o kadar önem arz eder hale geldi ki artık LNG sınıflandırmasında küçük ölçek tanımı bile büyük kalmaya başladı. O yüzden bazen mikro ve mini LNG tanımlarını bile görür hale geldik. Bu açıdan bakılırsa, genelde yıllık sıvılaştırma kapasitesi 1 Mtpa’dan küçük olan projeleri SSLNG, 3 bin ton altında olanlara minik LNG diyebiliyoruz. Sıvılaştırma kapasitesinde de modüler yapının gittikçe benimsendiğini gözlemliyoruz. Mesela, Venture Global’in Ağustos ayında nihai yatırım kararı aldığı Amerika’nın Louisiana eyaletindeki Calcasieu Pass LNG projesi her biri 1.2 Mtpa olan 9 adet sıvılaştırma kapasiteni sahip. Yani 2 tane mega yapı (teknik olarak bu yapılar için tren ifadesi kullanılıyor ama neden bilmiyorum) yerine 9 adet sıvılaştırma bloğu. Yeniden gazlaştırmada ise 0.5 ile 1.2 Mtpa arasındaki projeleri SSLNG olarak nitelerken, 50 bin metreküp altındakileri, ki buna tüpler de dahil, minik LNG olarak adlandırabiliyoruz. Mesela, Florida’daki Jacksonville LNG terminal projesi her biri 0.33 Mtpa olan 3 LNG treni içermekte. Yüzer yeniden gazlaştırma ve depolama ünitelerinde de (FSRU) küçük ölçeğe doğru kayma eğilimi görülüyor. Endonezya Bali’de 2016 yılında faaliyete başlayan 26 bin metreküp depolama ve 0.35 Mtpa yeniden gazlaştırma kapasitesine sahip Bali yüzer LNG terminali dünyada bir ilkti. Söz konusu terminal, Benoa limanında bulunan 200 MW’lık bir elektrik santraline gaz sağlamak için kurulmuştu. Endonezya gibi adalardan oluşan ülkelerde veya adaları bulunan ülkelerde bu tip tesislerin cazibesi artmakta. Küçük ölçekli sıvılaştırma ve yeniden gazlaştırma tesisleri haliyle küçük ölçekli LNG gemilerini gündeme getirdi. Genelde kapasitesi 50 bin metreküpten (bazıları 40 bin metreküpü üst sınır olarak alıyor) az olan LNG gemileri küçük ölçekli LNG gemileri olarak sınıflandırılıyor. Şu anda 27 adet küçük ölçekli LNG gemisi mevcut. Bunlara bunkering gemileri dahil değil. En son sipariş bildiğim kadarıyla geçtiğimiz Aralık ayında 30 bin metreküplük bir gemi için Güney Koreli Hyundai Mipo Dockyard tarafından Norveçli Knutsen OAS Shippin’e verildi. Fiyatı 77 milyon dolar. Fakat 30 bin metreküp bile küçük ölçekli LNG için büyük kalabilir. Bel-

282


ki zamanla üst sınır 10 bin metreküpe inecek. Hatta mikro LNG gemileri gündeme gelecek. Çünkü Karayip adalarındaki gibi küçük adaların her iki haftada bir 1500 metreküp gaza ihtiyaç duyacağını varsayarsak şu anda küçük ölçekli olarak sınıflanan gemiler çok büyük kalacak. O yüzden kapasitesi 1000 metreküp civarında olan gemiler ileride öne çıkacak. Şu anda mevcut en küçük LNG gemilerinden biri Norveç’te faaliyet gösteren 1100 m3’lük Pioneer Knutsen. Geçtiğimiz Mayıs ayında Gibraltar’da devreye giren LNG terminaline 117 metre uzunluğunda küçük LNG gemisiyle getirilen LNG, terminalde bulunan her biri 1000 metreküp kapasitesinde olan 5 tanka aktarılacak ve yeniden gazlaştırılan gaz, boru hattıyla liman yakınında bulunan 80 MW’lık bir santralde kullanılacak.

SSLNG pazarının büyüklüğü Resmi bir rakam yok ama sektördeki uzmanların tahminine göre SSLNG sektörü bugün dünya LNG sektörünün %15-17’sini oluşturmaktadır. Yani 50 Mtpa civarında. Bunun bölgelere göre ayrımı da haliyle tahmin yapanlara göre değişiyor. Hangi tahmine bakarsanız bakın Asya ve Avrupa’nın hemen hemen benzer büyüklükle bu pastanın %90’unu oluşturduğunu görürsünüz. Çin’in LNG talebindeki büyümenin devam edeceği varsayımıyla SSLNG sektörünün 2030 yılında 100 Mtpa’ya yaklaşacağı tahmin ediliyor. Bu tahminde genelde deniz ulaşımında LNG kullanımının da beklendiği şekilde gelişeceği var sayılıyor. 2030 yılında dünya LNG talep tahminlerinin 600 Mtpa civarında olduğunu göz önüne alırsak, gelecekte SSLNG sektörünün LNG pazarındaki payının üç aşağı beş yukarı bugünkü oranını en azından koruyacağını söyleyebiliriz. SSLNG pazarında Avrupa başı çekiyor. Norveç, İspanya ve Fransa yanında İtalya’da da SSLNG sektörü hızla büyüdü. Mesela İtalya’da SSLNG yatırımları 2017 yılında sadece 300 milyon euro idi. Bu rakam 2019 yılının ilk çeyreğinde 1.8 milyar dolara çıktı. Avrupa’nın hemen arkasından büyük çoğunluğunu Çin’in oluşturduğu Asya geliyor. Geri kalan %10’dan küçük kısmı ise diğer pazarlar oluşturuyor. Uzun vadede bu sıralamanın nasıl olacağını kestirmek çok zor. Özellikle önümüzdeki 4 yıl içinde SSLNG sıvılaştırma kapasitesinde ABD’nin dünya pazarının yarısına ulaşacağı tahmini dikkate alınırsa. Ama yine de ileride Asya’daki büyüme hızını küçümsememek gerekir. Burada özellikle Singapur’a dikkat etmekte fayda var. Bugün SSLNG talebinde elektrik uygulaması, yani LNG’nin elektrik üretimi için kullanılması, başı çekiyor. 2030 yılında SSLNG talebinin talep segmentlerine göre yapılan tahminlerde kara taşımacılığının başı çekeceği, peşinden deniz taşımacılığı ve elektrik uygulaması geleceği yönünde görüş birliği olduğu gözleniyor.

283


SSLNG sektörünün büyümesinin temel nedenleri SSLNG’nin yaygınlaşmasında gaz talebi az olan nispeten küçük ülkelerin, gaz alt yapısının ulaşmadığı bölgelerde gazın küçük ölçekte olsa da kullanımı ve ulaşım sektörü gibi yeni kullanım alanları büyük rol oynamıştır. Gaz dağıtım şebekesinin bulunmadığı kasabalarda veya adalarda kurulabilecek distributed generation denilen küçük ve orta ölçekli modüler elektrik üretim santrallerine LNG sağlayarak bölgenin elektrik ihtiyacına cevap vermesi de bunlara eklenebilir. Bu ölçekteki elektrik santralleri genelde rüzgar ve güneşten elektrik üreten ve doğal gaz şebekesinin ulaştığı yerlerde kullanılıyordu. LNG fiyatının artık rekabetçi hale gelmesi ve küçük modüler yeniden gazlaştırma sistemlerinin yaygınlaşması, haliyle dizel veya fuel oil kullanarak elektrik üretilen yerlerde büyük avantajlar sağlamaya başladı. Biraz daha derine inildiğinde bölgesel ve ülke bazında uygulanan politikalar ve petrol ürünleri fiyatları karşımıza çıkar. Bunları daha da genişletebiliriz şüphesiz: Ucuz, bol ve büyüyen gaz arzı, LNG kullanımına yönelen ülke sayısının artması, ulaşım sektöründe LNG’nin tercih edilen yakıt cazibesini arttırması, kriyonejik teknolojide gelişme, çevresel baskıların artması ve LNG’nin diğer fosil yakıtlara nazaran daha cazip olması, LNG’nin kullanım alanlarının artması gibi. Bunların arasında küresel çapta temiz enerji teknolojilerine yönelmenin giderek yaygınlaşması ve LNG’nin yakılması sonucu diğer fosil yakıtlara göre çok daha az SOx ve NOx salması ve neredeyse hiç partikül madde (is, toz vs.) salmaması giderek önem kazanmaktadır. Ulaşım sektöründe bu değerler LNG’ye göreceli üstünlük sağladığından LNG’nin ağır vasıta, gemiler ve trenlerde kullanımının yaygınlaştığını görüyoruz. Tabiki bunda ulaşım sektöründe sera gazı yayılımını azaltmak için getirilen yasal sınırlamaların da önemli etkisi olduğunu göz ardı etmemek gerekir. Mesela Uluslararası Denizcilik Örgütünün 1 Ocak 2020 tarihinden itibaren yürürlüğe girecek uygulaması gibi. Ağır vasıta ve gemilerde LNG kullanımının yaygınlaşması yanında yavaş da olsa trenlerde de LNG kullanımı yayılmaktadır. İspanya, Japonya, Çin, Hindistan ve diğer bazı ülkelerdeki denemelerin ileride daha yaygınlaşmasını bekleyebiliriz. Bu arada uçaklarda LNG kullanımına ilişkin uygulamaları da yakından takip etmek gerekir. Rusya bu konuda azimli gözüküyor. LNG’nin gemilerde yakıt olarak kullanılması 1990’lı yılların başlarında Wartsila şirketinin ilk dizel-LNG çift yakıtlı motorunu tanıtmasıyla başlamıştı. Bugün LNG kullanan 170’den fazla geminin yanında 184 gemi ya inşa halinde ya da siparişi verilmiş durumda. Özellikle yeni siparişlere bakıldığında Cruise denilen dev turizm gemileri ve konteyner gemileri dikkat çekiyor. Bu arada offshore petrol ve gaz sektöründeki LNG ile çalışan destek

284


gemileri ve platformlarını göz ardı etmemek gerekir. Norveç öncülüğünde 2003 yılında başlayan ve 2015 yılında Meksika Körfezine ulaşan bu dalga gittikçe büyüyor. Gemilerde LNG kullanımının yaygınlaşması, haliyle bunkering ile doğrudan ilişkili. Şimdilerde pek karlı olmayan LNG bunkering sektörünün ileride karlı bir iş haline dönüşeceği konusundaki görüşler gittikçe artmakta. Haliyle rekabet de artacak. Mesela 3600 metreküp LNG taşıma kapasitesine sahip Cruise gemileri gibi LNG kullanan gemilere hizmet verme konusunda şimdiden sessiz bir rekabetin geliştiğine tanık oluyoruz. Hem şirketler bazında hem de limanlar bazında. Şirket olarak baktığımızda şu anda Shell lider gözüküyor. Liman olarak bakıldığında Roterdam öne çıkıyor. Dünyanın en büyük bunkering limanlarından biri olan Roterdam limanından bu sene 30 bin ton LNG sağlanacağı tahmin ediliyor. Geçen sene bu rakam 10 bin tonun altındaydı. Yılda 10 milyon ton petrol bazlı gemi yakıtı sağlayan bir liman için 30 bin ton LNG tabiki şimdilik oldukça küçük olsa da önümüzdeki 5 yıl içinde 1 milyon tona çıkacağı bekleniyor. Her ne kadar LNG bunkering piyasası şimdilik çok küçük olsa da önümüzdeki seneye ilişkin tahminler gemilerde LNG kullanımının yaklaşık günde 100 bin varil tutarında petrol bazlı gemi yakıtını ikame edeceğini gösteriyor. Gemilerde LNG bunkering gibi kara taşıtlarında da LNG istasyonları hızla gelişen bir sektör. Avrupa’da LNG istasyonları sayısı bakımından 50’ye yakın istasyonla İtalya bugün lider. Yani, geleceğin benzin istasyonlarında artık LNG de göreceğiz. Tüm bu gelişmelere rağmen SSLNG’ye para yatıran şirketler için temel kıstas yine de yatırımın geri dönüşümü olacaktır. Dolayısıyla yatırımın geri ödeme periyodu hesaplamalarında en çok kafa yorulan faktörlerin başında fiyat gelecektir. Mesela, gittikçe önem kazanmaya başlanan LNG trucking dediğimiz LNG’nin ağır vasıtalar tarafından taşınması veya yakılmasında en önemli kıstas dizel fiyatıdır. Gemilerde LNG kullanımı söz konusu olduğunda ise fiyat faktörü yanında LNG değer zincirinin fiziki, stratejik ve ticari bağı olan bunkering ve ona bağlı yasal mevzuat, alternatif yakıtın fiyatı kadar önemli bir unsur olarak değerlendirilmektedir. Özetle, genel olarak bakıldığında SSLNG ekonomisi hakkında kesin bir hüküm vermek mümkün değildir. Yatırım hesaplamalarındaki bir çok faktör (yer ve liman spesifik koşullar, LNG’nin alternatif yakıt fiyatlarıyla karşılaştırılması, yerel talep, teknoloji seçimi, iş modeli gibi) projeden projeye farklılık gösterecektir. Buna rağmen, toplam değer zinciri olarak ele alındığında SSLNG’nin standart LNG değer zincirinden çok pahalı olmadığı iddia edilebilir. En azından bazı çalışmalar böyle olduğunu söylüyor.

285


Teknolojide baş döndürücü ancak standartsız gelişme SSLNG’nin gelişimi, yakınlarda bulunan daha büyük terminallerin aktiviteleri ile iç içe geçmiştir. Büyük kargoları küçük parçalara ayırıp (sirojenik kamyonlar, gemiden gemiye transfer vs) yeni müşteri segmentlerine verimli bir şekilde dağıtma yeteneği bu ilişkinin merkezindedir. Bu gelişmede SSLNG zincirinde yer alan her halkada verimli tasarım ve performans yoluyla etkinliği sürekli olarak optimize etme ihtiyacı önemli rol oynamaktadır. Bu değer zinciri optimizasyonu iki ucu keskin kılıç gibidir. Bir tarafta fiziksel LNG tesisi, ulaşım lojistiği, talep, ticari kısıtlar gibi dizaynları ele alan standart dizaynları gerektirirken diğer yanda ısmarlama dizaynlar. Kolay bir şey değil tabiki. Yaşıtlarım Gırgır dergisindeki Porof Zihni Sinir olarak bilinen pratik zekalı, meraklı ve akıl almaz icatlara imza atan karakteri illaki bilir. Bazı SSLNG sektöründeki birçok teknolojik yenilik ve inovasyon bana hep Porof Zihni Sinir’i hatırlatmıştır. SSLNG’nin Çin’deki yaygınlaşmasını takip ederken acaba Çinliler de mi Gırgır okuyordu diye bir soru aklımdan geçmiştir. Bildiğiniz gibi, doğal gaz talebi hızla artmasına rağmen Çin’de boru hattı alt yapısı yetersiz kalmıştı. Bunun üzerine Çinli firmalar bu işe kafa yordu ve kriyojenik teknolojide inovasyon yaptı. Sıvılaştırma teknolojisini geliştirerek LNG’nin taşınması ve depolanmasını kolaylaştırdı, doğal gaz altyapısı olmaya yerlerde gazın kullanılmasını sağladı. Bugün 40 Mtpa civarında olan Çin’in LNG talebinin yaklaşık yarısı Çin teknolojisi ile geliştirilen SSLNG’den karşılanmaktadır. Standart sıvılaştırma tesisleri genelde dört temel teknoloji prosesinden birini seçmek zorundadır. Yani dört şirketten birini seçmek zorundadır: Air Products, ConoccoPhillips, Shell, Linde. Gerçi dört şirketten bahsediyoruz ancak bunlardan biri pazarın %86’sını elinde bulundurmaktadır: Air Products. SSLNG sıvılaştırma tesislerinde ise durum çok farklı. SSLNG sıvılaştırma teknolojisi sağlayıcılarına baktığımızda böyle bir yoğunlaşma görmüyoruz. Bir düzineden fazla teknoloji ve şirket olması bir yana bugün yeni teknoloji geliştirme yolunda amansız bir yarış yaşanmaktadır. Depolamada çok daha amansız bir yarış var. LNG tüplerinin gelişimine şöyle bir bakmanız yeter. Akıl hastanesinde bir ziyaretçi doktora sorar: “Tımarhanelik kişileri nasıl anlıyorsunuz?” - “Küveti suyla doldururuz. Hastaya, bir kaşık, bir fincan ve bir kova verip nasıl boşaltacaklarını sorarız”

286


- “Kova ile boşaltmak gerek, değil mi?” - “Hayır, küvetin tıpasını çekerek”

Parlak bir gelecek Son derece dinamik ve çekici olan SSLNG endüstrisi, uzmanlık gerektiren ama müthiş bir büyüme potansiyeli sahip bir endüstri. Özellikle bunkering ve benzin istasyonları, taşımacılık, ulaşım sektörleri gelecek vaat ediyor. Pazara girişte büyük engeller yok, tehditleri daha sınırlı, teknoloji sağlayıcı yelpazesi oldukça geniş, rekabet çok yüksek. SSLNG, gelişmekte olan bir endüstri olduğundan sahnede henüz bu endüstriyi şekillendirecek ve yön verecek bir lider bulunmamaktadır. SSLNG konusunda Türkiye büyük potansiyel içeriyor. Bu yüzdendir ki, SSLNG uzmanlarına Avrupa’da önümüzdeki 5 yılda en çok büyüme fırsatı sunan 5 ülke say dediğinizde Türkiye’nin de telaffuz edildiğini duyarsınız. Bakalım 5 sene sonra bu beklenti ne derece gerçekleşecek. Kalın sağlıcakla...

287


288


Sohbet Karbuz Adı ve soyadından cinsiyeti ve uyruğu pek belli olmayan Sohbet Karbuz, 1965 yılında İstanbul’da doğdu ama kendisi aslen Rize Pazar’lıdır. Lise öğrenimini Kabataş Erkek Lisesi’nde, Lisans ve Yüksek Lisans eğitimini İTÜ Endüstri Mühendisliği bölününde tamamlamıştır. Doktorasını Avusturya’da Viyana Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri bölümünde yapan Karbuz, Viyana’da bulunan İleri Araştırmalar Enstitüsü’nde de Ekonomi eğitimi almıştır. Paris’teki Akdeniz Ülkeleri Enerji Şirketleri Birliği’nde (OME) halen Petrol ve Gaz Direktörü olarak çalışmaktadır. OME’ye katılmadan önce yine Paris’te Uluslararası Enerji Ajansı’nda yedi sene görev yapmıştır. Daha önceki yıllarda Türkiye, Almanya, Avusturya ve İtalya’da çeşitli kurum ve kuruluşlarda araştırmacı ve yönetici olarak çalışmıştır. Temel ilgi alanları petrol ve gaz piyasaları, enerji güvenliği ve jeopolitiği, enerji modelleri olan Karbuz çoğu yurt dışında yayınlanmış bir çok kitap, kitap bölümü, akademik ve bilimsel yayın kaleme almıştır.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.