Sahil Güvenlik

Page 1



İÇİNDEKİLER

TCSG-95’in Poti ve Batum/Gürcistan Liman Ziyareti ve Karadeniz Bölgesel Delta Tatbikatı (GEODELTA2011)’na İştiraki

|6|

TCSG-93 Ukrayna Balaklava Liman Ziyareti

Kutsal Yolculuğu ve Yukarı Denizin İncisine Dair Acı Bir Öykü İğneada’da Yaşam

|26|

|11|

|14|

Van Gölü İnci Kefallerinin

Blacksea Hawk-11

|22|

Tsunami’nin Oluşumu ve Tsunami Oluştuğunda Alınması Gereken Önlemler

|34|

Müzelerde Yaratıcı Drama Etkinlikleri

|46|

GBET Gezisi

Atatürk Köşesi Pencere

|52|

|62|

|82|

|37|

Bilişim Teknolojileri

Ziyaretler ve Etkinlikler

Fotoğrafçılık

|88|

|42|

Zehirli Balıklar

Çocuk Yetiştirme Tutumları

Denize Bir Bakış

|78|

Beraber Eğlenelim, Beraber Öğrenelim

|56|

Bir Çift Büyülü

|90|

14

46

Van Gölü’nün henüz tatlı su gölü olduğu ve inci kefallerinin de üreme dahil tüm yaşamını gölde geçirdiği yıllarda, ilk defa yumurta bırakacak ... DEVAMI 14’TE...

Zehirli balıklar, birçok şekilde sınıflandırılabilir. Özellikle zehri kullanım şekline göre aktif ve pasif zehirli balıklar olarak sınıflandırma yapılabilir. Dünya denizlerinde yaşayan balık türlerinin... DEVAMI 46’DA...

11

ZEHİRLİ BALIKLAR

37

TCSG-93 UKRAYNA BALAKLAVA LİMAN ZİYARETİ

MÜZELERDE YARATICI DRAMA ETKİNLİKLERİ

TCSG–93 ailesi olarak Ekim 2009’da TCSG-93’ün bayrağını ilk kez toka ettiğimizde başlayan heyecanımız; liman/seyir tecrübelerinde, geçici/kati teslim... DEVAMI 11’DE...

YAYIN SAHİBİ VE GENEL Aralık 2011 • Sayı: 15 • Dört ayda bir yayımlanır. YAYIN YÖNETMENİ Yayın Türü: Yerel Süreli Yayın Sahil Güvenlik Komutanlığı adına Personel Başkanı ISSN: 1307-4253

|54|

|70|

VAN GÖLÜ İNCİ KEFALLERİNİN KUTSAL YOLCULUĞU VE YUKARI DENİZİN İNCİSİNE DAİR ACI BİR ÖYKÜ

SAHİL GÜVENLİK DERGİSİ

Ters Lojistik Kavramı

Müze kavramı; toplum ve onun gelişiminin hizmetinde, halka açık, insana ve yaşadığı çevreye tanıklık eden malzemeleri araştıran, toplayan, koruyan, bilgiyi paylaşan ve sonuçta... DEVAMI 37’DE...

GENEL YAYIN KOORDİNATÖRÜ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ

SG Kd. Alb. Ahmet KENDİR

Dz. Kur. Kd. Alb. Ü.Engin UYANIK GENEL YAYIN KOORDİNATÖR YARDIMCISI

SG Yb. Engin KUNTAY

YAYIN İNCELEME KURULU

GRAFİK TASARIM

YÖNETİM MERKEZİ

BASIM YERİ

Dz. Kur. Kd. Alb. Olcay UYAR Dz. Kd. Alb. İlhan KAYIŞ SG Kur. Bnb. Barış YILDIRIM SG Eln. Kd.Bçvş. Murat ÖZKAYA İst. Me. Suna ERTEKİN Svl. Me. Türkan COŞKUN

SG İda. Bçvş. Servet ALTAN Svl. Me. Zarife Tolunay KAYHAN

Sahil Güvenlik Komutanlığı Dikmen Cd. Merasim Sk. No: 10 Bakanlıklar/ANKARA

Anadolu Yayıncılık Süleyman Bey Sk. No: 31/10 Maltepe/ANKARA

Telefon Belgegeçer Internet E-posta

Telefon : (0312) 230 83 45 Belgegeçer : (0312) 230 83 46 Internet : www.anadoluyayincilik.com

REKLAM KOORDİNATÖRÜ

SG İk. Ütğm. E.Kutluhan DOĞAN (0312) 416 45 05

: (0312) 417 50 50 : (0312) 417 28 45 : www.sgk.tsk.tr : sgdergisi@sgk.tsk.tr

BASIM TARİHİ : 23.12.2011

ÖNEMLİ NOT

Dergide yayınlanan yazı, fotoğraf, harita, illüstrasyon ve konuların her hakkı saklıdır. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. Dergideki yazılar yazarlarının özel fikirlerini kapsar. Sahil Güvenlik Komutanlığının görüşünü yansıtmaz.

KÜNYE


POTİ LİMANI’NA İNTİKAL

6

[ Hazırlayan ] TCSG-95 Komutanlığı

TCSG-95, 2011 Yılı İkili İlişkiler Uygulama Planı kapsamında Türk Sahil Güvenlik Komutanlığı ile Gürcistan Sahil Güvenlik Komutanlığı arasında işbirliğini geliştirmek, bilgi ve tecrübe paylaşımını arttırmak, müşterek eğitimler icra etmek ve Karadeniz Bölgesel Deniz Kirliliğine Müdahale (Geodelta-2011) Tatbikatı’na iştirak etmek maksadıyla 13-16 Eylül 2011 tarihleri arasında Poti ve Batum/Gürcistan liman ziyaretinde bulunmuştur. TCSG-95 personelinin yanı sıra, Sahil Güvenlik

Komutanlığı Harekat Şube Müdürü, Poti ve Batum/ Gürcistan liman ziyaretlerine ve Geodelta-2011 Tatbikatı süresince İntikal Birlik Komutanı olarak faaliyetlere iştirak etmiştir. 12 Eylül 2011 günü saat 22:00 sularında Trabzon Limanı’ndan avara edilerek yeni gelin gibi süslenmiş gemimizle, Poti ve Batum/Gürcistan liman ziyareti ve Geodelta-2011 Tatbikatı’na iştirak etmenin gururlu, zevkli, eğlenceli ve bir o kadar da öğretici sürecinin güzel hikayesini sunuyoruz.

Poti Limanı’na güneşin ilk ışıkları ile girişimizle beraber, sahilde hazır bulunan Poti Sahil Güvenlik Üssü personeli halatlarımızı alıyor. Poti Sahil Güvenlik Üssü’nde görevli üst rütbeli subaylar tarafından samimi bir şekilde karşılanıyoruz. Bize mihmandar tayin edilen ve ileri derecede Türkçe bilen irtibat subayı Alia, Kendisini bize İlyas olarak tanıttı. İhtiyaçlarımızı, merak ettiklerimizi öğrendi ve daha sonra ne zaman kendisinden bir talepte bulunsak slogan haline gelen meşhur cevabını verdi: “Problem yok.” Karşılamanın ardından bizler için hazırlanan programa başlıyoruz. Önümüzdeki üç günlük süre

13 Eylül 2011 Tarihindeki Faaliyetler : Poti Sahil Güvenlik Üssü’nde, Gürcistan ve Türk milli marşları çalınarak her iki ülkenin bayrakları göndere çekilmiş ve sonrasında saygı duruşu yapılarak karşılama töreni icra edilmiştir. Gürcistan Sahil Güvenlik Komutanlığının tanıtılması maksadıyla Gürcistan Sahil Güvenlik Personeli tarafından brifing verilmiş, böylece Gürcistan Sahil Güvenlik Komutanlığının teşkilat, konuş, kuruluş ve çalışma sistemi hakkında bilgi edinilmiş, Gürcistan Sahil Güvenlik yetkilileriyle karşılıklı hediye teatisi yapılmış ve müteakiben İntikal Birlik Komutanımız tarafından şeref defteri imzalanmıştır. 08-12 Ağustos 2008 tarihleri arasında Kodori Vadisi (Güney Osetya Savaşı) Çatışması’nda hayatını kaybeden denizciler anısına çelenk sunma töreni icra edilmiş ve Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları olarak dost ülke Gürcistan’ın şehitleri saygıyla anılmıştır. Gürcistan Sahil Güvenlik Komutanlığı Bölgesel Harekat Başkanı Yardımcısı ev sahipliğinde İntikal Birlik Komutanı ve Komutanlığımız personelinin bir kısmının iştiraki ile öğle yemeğine iştirak edilmiş, Gürcistan yerel mutfağının enfes çeşitliliği tadılmış

7 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

TCSG-95’İN POTİ VE BATUM/GÜRCİSTAN LİMAN ZİYARETİ VE KARADENİZ BÖLGESEL DELTA TATBİKATI (GEODELTA-2011)’NA İŞTİRAKİ

Sahil Güvenlik Komutanlığının yeni gözbebeği, TCSG-95 Komutanlığı ile gecenin karanlığında Karadeniz’de Poti Limanı’na doğru usul usul ilerliyoruz. Poti Limanı’na ulaşmanın sabırsızlığı içindeyken güneşin heybetli bir şekilde üzerimize doğuşunu büyük bir zevkle izliyoruz. Gürcistan karasularına yaklaşırken, Türkiye’de bulunan Yonca Onuk Tersanesi’nde üretilmiş olan ve görünce gururlandığımız “P-24” borda numaralı Gürcistan Sahil Güvenlik botu gemimizin etrafında dönerek bizleri selamlıyor ve telsizden Gürcistan’a hoş geldiniz diyerek karşılıyor.

içerisinde personelimiz için yoğun ve güzel bir program hazırlandığını anlıyoruz.


ve Gürcistan yerel mutfağının Türk yerel mutfağına benzerlik gösterdiği görülmüştür. Poti’nin tanıtılması maksadıyla öğle saatlerinde kültürel etkinlikler kapsamında Poti şehir merkezinde bulunan tiyatro ve müzeler ziyaret edilmiştir. Poti Limanı’nda Gürcistan Sahil Güvenlik Üssü personeli ile Komutanlığımız personeli arasında futbol müsabakası düzenlenmiştir. Maç sonucunda gülen taraf Türk-Gürcü dostluğu olmuştur. Gürcistan Sahil Güvenlik Komutanlığı Bölgesel Harekat Başkanı Yardımcısı ev sahipliğinde akşam yemeğine iştirak edilmiştir. Yemek süresince “Tamada” diye adlandırılan masanın bilge kişisi ayağa kalkarak dostluk mesajlı konuşmalar yapmıştır. İki ülke personeli arasında oluşan samimi bağ ile, karşılıklı sıcak sohbetler yapılmış, Gürcistan ve Türkiye ilişkileri hakkında olumlu görüşler ifade edilmiş ve dostluklar kurulmuştur.

8

ve onlar da bizleri ağırlamanın vermiş olduğu memnuniyet ile selamlamamıza karşılık veriyorlar. Poti Limanı’nı ardımızda bırakırken “P-002” borda numaralı Gürcistan Sahil Güvenlik Botu refakatinde Batum önlerine kadar geliniyor ve “P-104” borda numaralı Gürcistan Sahil Güvenlik Botu Batum önlerinde bizleri karşılayarak refakat görevini “P-002”den teslim alıyor ve adeta Komutanlığımıza asla yalnız değilsiniz mesajı vererek bize Batum Limanı’na aborda olana kadar refakat ediyor. Batum Limanı’na aborda olurken sahilde Türkiye Cumhuriyeti Başkonsolosu ve Gürcistan Sahil Güvenlik Komutanı Harekat Başkanı Yardımcısı bizleri karşılamış, aborda olmayı müteakip gemimizi ziyaret etmiş ve anı objeleri karşılıklı takdim edilmiştir.

14 Eylül 2011 Tarihindeki Faaliyetler :

16 Eylül 2011 tarihinde Gürcistan Sahil Güvenlik Botları ile icra edilecek müşterek eğitimler kapsamında Gürcistan Sahil Güvenlik Komutanlığı Bölgesel Harekat Başkanlığı binasında koordinasyon toplantısına iştirak edilmiştir.

Poti Limanı’ndan 14 Eylül 2011 tarihinde sabah saatlerinde, hayatımız boyunca unutamayacağımız anılarla avara ederken liman içindeki manevramız esnasında limanda bulunan Gürcistan Sahil Güvenlik Botlarını gemi düdüğü ile selamlıyoruz

Sahil Güvenlik Komutanlığı Harekat Başkanı Yardımcısı ev sahipliğinde Batum sahilinde bulunan bir restoranda öğle yemeğine iştirak edilmiş, Gürcistan Sahil Güvenlik yetkilileri ile Türkiye ve Gürcistan’ın tarihi, kültürü, yaşam standartları

ve gelecekte Türkiye ve Gürcistan arasında gerçekleşecek diplomatik ilişkiler hakkında sohbet edilmiş ve sıcak bir ortam oluşturulmuştur.

Kültürel gezi faaliyetinden sonra Komutanlığımız personeline serbest zaman imkanı verilmiş, havanın da güzel olmasından istifade eden personelimiz Batum şehir merkezini ve sahilini gezerek keyifli anlar yaşamıştır. Geodelta-2011 tatbikatı kapsamında icra edilen son koordinasyon toplantısına iştirak edilmiş, toplantı sonrasında akşam saatlerinde Gürcistan Sınır Polisi Başkanı’nın ev sahipliğinde Sahil Güvenlik Komutanı, üst rütbeli heyet personeli ve TCSG-95 Komutanı’nın da katılımı ile akşam yemeğine iştirak edilmiştir. 15 Eylül 2011 Tarihindeki Faaliyetler : Sahil Güvenlik Komutanı Tümamiral Serdar Dülger, Gürcistan Sınır Polisi Başkanı Tümgeneral Zaza Gogova ve beraberindeki heyet Komutanlığımızı

Sahil Güvenlik Komutanı Tümamiral Serdar Dülger ve Gürcistan Sınır Polisi Başkanı Tümgeneral Zaza Gogova’ya icra edilen faaliyetler, liman ziyaretleri, icra edilecek Geodelta-2011 tatbikatı, kültürel gezi programı ve Komutanlığımız hakkında brifing verilmiş, gemimiz gezdirilmiş ve sahip olduğumuz sistem ve cihazlar hakkında kısa bilgiler verilmiştir. Sahil Güvenlik Komutanı Tümamiral Serdar Dülger ve Gürcistan Sınır Polisi Başkanı Tümgeneral Zaza Gogova’nın Komutanlığımızdan ayrılmasından sonra Karadeniz’in petrol kaynaklı deniz kirliliğine karşı korunması maksadıyla Karadeniz’e sahildar ülkelerin işbirliğini arttırmak ve birlikte çalışılabilirliğini geliştirmek, Arama Kurtarma, Tıbbi Tahliye ve Hasarlı Gemilere Yardım Etmek konularında müşterek eğitimleri pekiştirme ve koordinasyonun sağlanması ile Karadeniz’in güvenliğine katkıda bulunmak maksadıyla Sahil Güvenlik Komutanlığı Harekat Başkanı’nın da katılımıyla icra edilen Geodelta-2011 tatbikatına

9 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

Öğle yemeğinden sonra 16’ncı yy.da Osmanlı Devleti tarafından yapılan, içerisinde hamam, camiler ve Hz.İsa’nın 12 havarisinden biri olan Aziz Matthias’ın mezarının da bulunduğu “Ganio Kalesi” ile “Acara Tarihi Müzesi’’ ziyaret edilmiştir.

ziyaret etmiştir. Sahil Güvenlik Komutanı’mızın ziyaret ettiği ilk 80 Sınıfı Türk Tipi Sahil Güvenlik botu olmamız bizleri onurlandırmış ve bu ziyaretin Gürcistan topraklarında olması da hoş bir anı olarak belleğimize işlenmiştir.


10

iştirak edilmiş; Komutanlığımızın Karadeniz’de meydana gelebilecek muhtemel deniz kazalarına müdahale konusundaki eğitim seviyesi arttırılmıştır.

Akşam saatlerinde Gürcistan Sahil Güvenlik Komutanlığı tarafından Komutanlığımıza rehberlik etmesi amacıyla görevlendirilen irtibat subayları eşliğinde Batum şehri gezilmiştir. Personelimiz Batum Limanı’ndaki son akşamını en güzel şekilde değerlendirerek ertesi gün Türkiye’ye dönecek olmanın sevinciyle gemiye geri dönmüştür. 16 Eylül 2011 Tarihindeki Faaliyetler : Batum Limanı’ndaki son günümüzde, sabah saatlerinde Gürcistan Sahil Güvenlik Botları ile ‘‘taktik manevra’’, ‘‘denize adam düştü’’ ve ‘‘arama kurtarma’’ eğitimlerini icra etmek maksadıyla avara ederken Gürcistan’dan ayrılmış olmanın vermiş olduğu buruklukla Batum’a belki de son kez iç geçirerek bakıyoruz ve bizleri uğurlamak için sahilde bekleyen Gürcistan Sahil Güvenlik Komutanlığı personelini ve Batum’u gemi düdüğüyle selamlıyoruz.

TCSG-95 Komutanlığı ailesi olarak Poti ve Batum liman ziyaretleri ile Geodelta - 2011 Tatbikatı, bizlerin hafızasında güzel dostluklar, anılar ve paylaşılan deneyimler olarak yer edecektir. Bu ziyaretle Karadeniz’de komşumuz olan Gürcistan ile iş birliğimizin ve dostluğumuzun ne kadar üst seviyede olduğunu bir kere daha görme fırsatı bulduk. “Mavi Vatanın Güvencesi” ifadesini kendisine slogan olarak seçen TCSG-95, Türkiye Cumhuriyeti’ni yurt dışında en iyi şekilde temsil etmenin haklı gururu ile bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da verilen görevleri layıkıyla yerine getirmeye devam edecektir.

TCSG-93 UKRAYNA BALAKLAVA LİMAN ZİYARETİ [ Hazırlayan ]

TCSG-93 Komutanlığı

TCSG–93 ailesi olarak Ekim 2009’da TCSG-93’ün bayrağını ilk kez toka ettiğimizde başlayan heyecanımız; liman/seyir tecrübelerinde, geçici/kesin teslim törenlerinde ve intibak eğitimlerinde bizleri birbirimize kenetledi. Gölcük, Karamürsel ve Büyükdere’de gemiyi teslim alırken yaşadığımız sayısız anılarımıza; Mayıs 2010’dan itibaren, Karadeniz’in Trakyası’nda Bulgar sınırı kasabası olan “İğneada” ev sahipliği yapmaya başladı. Gemiyi teslim alan personel olarak bir çoğumuz görev yerimizde kalırken; yaklaşık bir sene içerisinde, hem bizlere verilen vazifeleri yerine getirmeye çalıştık hem de İğneada’nın çetin yaşam şartlarıyla mücadele ettik.

2011’in Temmuz ayında; her zaman Karadeniz’in dalgalı denizlerinde icra edeceğimiz görevler için çalan komutanlık telefonumuz bu sefer müjdeli bir haber için çalıyordu. Bir çok meşakkatli görevlerde Karadeniz’in her yerinde seyir icra eden TCSG-93 ile bu sefer yılın en güzel mevsiminde hafızalarımızdaki anı defterlerine yeni sayfalar ekleyecektik. Ukrayna’nın Balaklava Limanı’nı ziyaret maksadıyla görevlendirilmiştik. Emri aldıktan sonra son bir ay içerisinde artan heyecanımız ve görev anlayışımız ile gemimizi göreve hazırlamaya başladık. Bu süreçte SG Marmara ve Boğazlar Bölge Komutanı ve şube müdürlerimizin sonsuz desteğini gördük.

11 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

Geodelta-2011 Tatbikatı’nın başarıyla tamamlanmasını müteakip Batum Limanı’na aborda olunmuştur.

Gürcistan Sahil Güvenlik Botları ile müşterek ve koordineli icra edilen eğitimlerin Türk ve Gürcü Sahil Güvenlik Botlarının eğitim seviyesini arttırdığı görülmüş, eğitimlerin bitmesini müteakip irtibat subaylarımız Gürcistan Botlarına uğurlanmıştır. Vedalaşmanın ardından içimizdeki aile ve vatan özlemi ile Trabzon Limanı’na intikale geçilmiştir.


Teşkilatından iki Bölge Komutanı Albay, birçok subay ve tercümanımız bizlerin ihtiyaçlarıyla bizzat ilgilendi. Gemideki mükafatlı personel, Kafile Komutanımız ve Gemi Komutanımız, Balaklava koyunda imkanlar dahilinde bir otelde konakladılar. Otelde kalan Türk kafilesi için Ukrayna Sahil Güvenlik Komutanlığı ev sahipliğinde üç gün boyunca birçok kültürel gezi ve sosyal faaliyet düzenlendi. Gemi personeli ise sağlanan ulaşım vasıtası, tercüman ve rehber personel sayesinde ziyaret edilen Balaklava şehrini tanıma fırsatı buldular. Kırım Harbi’ne ve Sivastapol Kuşatması’na dayanan tarihi bağların yanısıra bölgede yaşayan Kırım Türkleri sayesinde, sosyal bağlar da tazeliğini koruyordu. Gezimiz süresince Osmanlı mimarisinin izlerini taşıyan bir çok tarihi binayı barındıran • Bahçesaray Şehri, • Kırım Savaşı’nın sergilendiği Panorama Müzesi, SG Marmara ve Boğazlar Onarım Destek Komutanlığı ve SG İkmal Merkezi Komutanlığı bizler için tüm imkanlarını seferber etti.

12

• Yalta Konferansı’na ev sahipliği yapan Libadiye Sarayı, • Denize uzanan kayaklıklarda inşa edilmiş ,Yalta Kuş Yuvası Kalesi, • Sivastapol yakınlarındaki Kırım-Türk Şehitliği Ziyaret edilen limanın birçok turistik değer taşıyan ziyaret noktaları vardı: • Şehir merkezindeki Musson alışveriş merkezi, • Sivastapol ve Balaklava’daki sahil restoranları,

Karadeniz bizler için sıradan bir seyirdi. Bordadan aldığımız Karayel’in 1.5 metrelik dalgaları eşliğinde beşik gibi sallanarak intikalimizi tamamladık. 15 Ağustos sabahı Sivastapol’un altın boynuzu olan Balaklava Limanı’ndaydık. Gemide Ukraynalı bir tercüman ve mihmandar bir subay görevliydi. Sahilde bizleri karşılamak için gelen bizzat Ukrayna Sahil Güvenlik Komutanı Tümamiral Zhybarev, bando takımı, karşılama merasim bölüğü, askeri erkân ve yerel basın vardı. Bizler de bu samimi karşılamanın gereği olarak en güzel kıyafetlerimizle manevramızı tamamladık. Liman ziyaretimiz boyunca Ukrayna Sahil Güvenlik

• Gece boyu bitmeyen eğlencesiyle sahildeki müzikli mekanları, • Şehrin birçok kesimindeki hediyelik eşya dükkanları, • Dünyadaki bütün bitki türlerinin sergilendiği Likita Botanik Bahçesi. 17 Ağustos akşamı bizleri en iyi şekilde ağırlayan Ukrayna heyetini, eşleriyle beraber, gemide tertiplediğimiz kokteyl/ikram faaliyetleriyle de gemimizde konuk ettik. İki emekli Koramiral’in bulunduğu davette yaklaşık 40 kişiyi gemimiz

güvertesinde, Türk mutfağı ve Türk müziği ile ağırladık. Gemimizin konuşlu bulunduğu İğneada/ Kırklareli/Trakyaya özgü lezzeti olan peynir, bal, hardaliye, lokum ve sayısız meze ikram edildi. Güverte boyunca kurduğumuz tentede, ülkemizi tanıtan afişler yanı sıra hazırladığımız tanıtım standında misafirlere Rusça, İngilizce ve Türkçe bilgilendirme yapıldı. Bir yandan da protokol heyetinin önüne kurulan barkovizyon gösterisiyle,

18 Ağustos 2011 akşamı Ukraynalı dostlarımıza veda günüydü. Sayısız defa Karadeniz’in ortasında “Münhasır Ekonomik Bölgemizde” görev ifa maksadıyla telsizden irtibat kurduğumuz, Ukrayna Sahil Güvenlik Teşkilatı personelini yakından tanımış, dostluk bağlarımızı kuvvetlendirmiştik. Karadeniz’deki iki kardeş ülkenin; ortak menfaatlerini koruması maksadıyla iş birliği yapacağımız dostlarımızla güven bağını kurmuştuk. Güzel günler sayılıydı ve çabuk geçmişti. Ayrılığın hüznünü de tıpkı üç gün mutluluğu paylaştığımız gibi Ukraynalı dostlarımızla ve birbirimizle paylaştık. Şimdi İğneada Limanı’mızda bizlere tevdi edilen her görevi başarıyla sonuçlandırmak için azami gayret gösterirken; bizlere bu ödülü layık gören Bölge Komutanımız’a ve bu görevin sorumluluğu kadar zevkini de bize layıkıyla yaşatan Kafile Komutanımız’a şükran ve minnetlerimizi her daim içimizde yaşıyoruz.

13 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

10 Ağustos 2011’de hazırlıklarımızı tamamlamış olarak İstanbul Büyükdere’ye intikal ettik. 14 Ağustos 2011’de Kafile Komutanımız emrinde, mükâfatlı SG personeli ile beraber “Bismillah Halatlar Fora” dedik. 18 Mart’ta Çanakkale’de bizlerle en güneye giden TCSG-93; şimdi de en kuzeye yani Ukrayna’ya gidiyordu. Radar ekranında Karadeniz bir göl gibi küçülmüştü. Tek bir rotayla 20 saatlik bir intikal bizleri bekliyordu.

konuklara Türkiye’nin eşsiz doğal güzellikleri temalı görsel ziyafet verildi. Dumlıpınar Denizaltısı şehitlerimiz için ‘‘Ah Bir Ateş Ver” türküsünü hep beraber söylerken onlar gece hiç bitmesin istiyordu, bizler de Ukraynalı dostlarımızla hep beraber Sivastapol sahillerinin tadını çıkartmak istiyorduk. Sohbetimiz hep denizcilik, barış ve dostluk üzerineydi.

• 300.000 insanın hayatını kaybettiği, 2’nci Dünya Savaşı Kırım Kuşatması’nın sergilendiği Diorama Müzesi,


VAN GÖLÜ İNCİ KEFALLERİNİN KUTSAL YOLCULUĞU VE YUKARI DENİZİN İNCİSİNE DAİR ACI BİR ÖYKÜ … Prof. Dr. Mustafa SARI* [ Fotoğraflar ] Tahsin CEYLAN [ Yazı ]

Van Gölü’nün henüz tatlı su gölü olduğu ve inci kefallerinin de üreme dahil tüm yaşamını gölde geçirdiği yıllarda, ilk defa yumurta bırakacak olan bir grup genç inci kefali, delikanlılık cesareti ile gölü terk edip derelere girmeyi kafalarına koyar. Gençler grubu içindeki uzun tartışmalardan sonra en gözü pek, en cesur gençlerden yedi ekip kurarak Van Gölü’nü besleyen akarsulara bir keşif yolculuğu yapmaya, eğer uygunsa yumurtalarını da buralara bırakıp nesillerini gölden akarsuya da yaymaya karar verirler. Ancak yolculuk her ihtimale karşı gece yapılacak, gün doğmadan tekrar göle geri dönülecek ve kesinlikle yaşlılara, hele hele her şeye itiraz eden aksaçlılara hiç duyurulmayacaktır...


16

Gelinciklerin göl çevresini kırmızıya boyadığı, dağ tepelerindeki karın takke kadar kaldığı bir bahar gününün akşamında bu çılgın gençler, her biri farklı koldan bir akarsuyu keşfetmek için yola koyulurlar. Üç numaralı ekip hepsinden önce Erciş-Deliçay’a ulaşır. İlk dereye girenler, suyun sığlığına, karanın bu kadar kendilerine yakın olmasına ve buna rağmen akıntının bu kadar güçlü olmasına şaşırırlar. Hatta birden önlerine çıkan küçük bir şelaleye bile rast gelirler de yine geri dönmek akıllarına gelmez. Serde gençlik olduğu için akıntı sert olsa da geri dönmeyi kendilerine yediremez, atlaya zıplaya küçük şelaleyi de aşar ve kaynağa doğru yollarına devam ederler. Bir ara dere etrafında insanları da görürler, selam vermek geçer içlerinden ama her ihtimale karşı selamsız geçmeyi daha güvenli bulup yüzmeye devam ederler. Akıntıya karşı yüzmedeki başarının verdiği heyecan ve derenin gürültülü akışı yüzünden gün ağardığını fark edemezler ve göle karanlıkta dönmenin daha uygun olacağını düşünerek en yakındaki büyük kayanın gölgesinde saklanarak akşamı beklemeye karar verirler. Ancak gün ışığında kayanın gölgesinde bile olsalar çok rahatça görüleceklerini düşünemezler yorgunluktan. Genç inci kefalleri dinlenirken, ot biçmek için dere kenarındaki araziye gelen insanlar balıkları görünce heyecanlanır ve balıkların etrafını çepeçevre saran bir tuzak yaparlar taşlardan. Henüz güneş

batmadan uyanan genç balıklar tuzağa düştüklerini anladıklarında artık iş işten geçmiştir. Tuzaktan kurtulmak için çırpınırlar, atlarlar, zıplarlar ama bir türlü başarılı olamazlar. Sadece üç numaralı ekibin en küçüğü taşlar arasında bulduğu küçük bir delikten zar zor kaçarak göle dönmeyi başarır. Diğer derelere giden gençleri aramaya başlar göle döner dönmez kaçan genç balık ve hiç kimsenin geri dönemediği acı gerçeği ile yüzleşir o gece. Çaresiz durumu büyüklere aktarır ve aksaçlılar başkanlığında toplanan büyükler meclisi, tuzakta hapis kalan gençleri kurtarmak üzere tüm yetişkinlerin derelere akın yapmasını, önlerine çıkan engelleri her ne pahasına olursa olsun aşarak gençleri kurtarmanın bir yolunun bulunmasını kararlaştırır. Geleceğini gençlere emanet etmiş inci kefalleri, küçüklere sahip çıkacak birkaç büyük dışında Van Gölü’nün tüm derelerine akın başlatırlar yine bir bahar akşamı, gelinciklerin rengi ile ufukta batan güneşin kızıla boyadığı coğrafyada.

Tahsin Ceylan. Erciş-Deliçay Balık Bendi’nde inci kefallerinin göçünü kamerası ‘‘Poyraz’’ ile ölümsüzleştiriyor.

17 Mayıs-Haziran aylarında milyonlarca inci kefali, üreme göçü için Van Gölü’nün çevresindeki dereleri dolduruyor.

Van Gölü inci kefali göçü, tüm dünyada ilgiyle izleniyor. Göç zamanı yerli ve yabancı çok sayıda doğa sever inci kefali göçünü görüntülemeye çalışıyor.

Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

Akın aylarca sürer derelerde ama kimse bulamaz cesur ve yürekli gençlerin izini. Sular ısınır ve dönmek zorunda kalır tüm balıklar tekrar göle. Ama evlat acısı, hele gencecik fidanların acısı çıkmaz bir türlü içlerinden. Dönüşte tekrar meclis toplanır ve yemin ederler gençleri buluncaya kadar derelere akını sürdürmeye her yıl gelincikler açtığında. Her yıl yine gençleri bulamadan göle geri döndüklerinde


kaldıktan sonra göle doğru yola çıkar. Hem ergin balıklar, hem yavrular göle dönerken yine fizyolojik uyum için mansaplarda bir müddet bekler. İnci kefalinin şanssızlığı sadece derelerde tuzaklara düşmekten kaynaklanmıyor. Şanssızlık halen bir çok ders kitabında “Van Gölü’nde balık yaşamaz” yanlış bilgisi ile devam ediyor. Geçmişte Milli Eğitim Bakanlığı tarafından ücretsiz dağıtılan bir kitaptaki bu yanlış bilgiyi düzeltmek için 4 yıl uğraştım ve sonunda yayınevi, yanlış bilgiyi düzeltmek yerine o bölümü kitaptan komple çıkararak sorunu çözdü (!).

Dere içlerindeki kayaların arası, göç zamanı birer ‘‘göç tüneline’’ dönüşüyor. Bu tüneller inci kefalleri için en güvenli alanlar.

18

lanet okurlar, beddua ederler insanlara, kurdukları tuzak yüzünden. Aradan binlerce yıl geçse de vazgeçmez inci kefalleri, yürekli gençleri aramaktan. Nesilden nesile bir öğreti olarak devam eder bu akın ve anlaşılan dünya durdukça devam edecek gibidir.

Van Gölü inci kefali, dünyada sadece Van Gölü Havzası’nda yaşayan, gölün tuzlu-sodalı sularına uyum sağlamış tek, endemik bir balık türüdür. En fazla yedi yıl yaşar ve üç yaşından itibaren üreme yeteneği kazanır inci kefalleri. Tüm yaşamını gölün tuzlu-sodalı sularında geçirir. Ancak göl suları üremesine imkan vermediğinden ilkbahar aylarında üç yaş ve üzerindeki tüm erkek-dişi balıklar büyük sürüler oluşturarak akarsulara göç eder. Ancak göçten önce, balıklar göç için hazırlık yaparlar. Van Gölü’nün tuzlu-sodalı sularında yaşayan ergin balıklar göçe hazırlanabilmek için akarsuların göl suyuna karıştığı noktalarda-biz buralara mansap diyoruz-belli bir süre bekleyerek vücutlarında tatlı suya geçişi kolaylaştıracak iyon dengelenmesi oluncaya kadar beklerler. Vücudu tatlı suya adapte olan balıklar, akarsuların su sıcaklığı 12-130C civarına ulaşınca akarsulara

Balıklar kaynağa doğru gitmeye çalışır, çünkü genetik bir kot ve ilahi bir sevkle bilir ki yumurtaları kaynağa yaklaştıkça daha güvende olacak. Güçlü olanlar önü bir engelle kesilinceye kadar kaynağa doğru yüzerken, zayıflar dere içlerinde hafif çakıllı, kumlu alanları buldukları ilk yere yumurtalarını bırakarak geri döner. Balıklarda dış döllenme olduğu için bu göçe dişi ve erkek balıklar birlikte çıkar. Genellikle iki erkek bir dişiyi takip eder. Dişi çakıllı zemine karın bölgesini yaklaştırarak yumurtalarını bırakırken, erkeklerden birisi de aynı anda sütünü bırakır. Döllenen yumurtalar yapışkan bir yapıya kavuşur, ağırlaşır ve dere tabanına ya da dere yatağı içindeki, kenarındaki bitkilere yapışarak kalır. Döllenmiş yumurtadan yavrunun çıkması su sıcaklığına bağlı olarak 3 veya 7 günlük bir süreyi alır. Yumurtadan çıkan yavrular derelerin akıntısı az, hafif gölcüklü kıyı kısımlarında kısa bir süre

İnci kefali, gölde 8-12 m boylarındaki tekneler ve fanyalı, sade uzatma ağları ile avlanır. Yıllara göre değişmekle birlikte toplam 10 bin ton civarında inci kefali avcılığı gerçekleşir her yıl. Bu avcılık miktarı,

1996 yılı rakamlarını dikkate alırsak toplam 15 bin ton inci kefalinin sadece 3 bin tonu yasal, geriye kalan 12 bin tonu yasa dışı olarak avlanıyordu. Nasıl mı? Van Gölü çevresinde inci kefalinin üreme göçü yaptığı dereler ve mansapları, üreme zamanında devlet eliyle ihaleyle satılıyordu. Hatta üreme dönemi balıkçılığı yapmak üzere devlet eliyle göl çevresinde 12 adet kooperatif kurdurulmuştu. Çünkü balığın sonu olabileceğini kimse düşünmüyordu. 1992 yılında Van’a ilk geldiğimde Erciş’te karşılaştığımız yaşlı bir köylü “Bu balıkları

19 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

Siz hiç tuzak kurdunuz mu bir balığa, kekliğe, ördeğe, tavşana ya da başka bir canlıya? Cevabı zor bu soruya cevap vermeyin isterseniz. Ama ben size yüreği evlat acısıyla yanık inci kefallerini biraz daha ayrıntılı anlatmaya devam edeyim.

girmeye başlar. Akarsuya giren balık, göç boyunca yem almaz ve hızla kaynağa doğru gitmeye çalışır. Bu göç esnasında önüne çıkan yapay veya doğal engelleri aşmak için inanılmaz bir çaba sarf eder. Erciş-Deliçay üzerinde Balık Bendi olarak bilinen noktadaki yaklaşık 80 cm yüksekliğinde küçük şelaleyi aşmak için milyonlarca balık binlerce kez sıçrar ve bu esnada harika manzaralar ortaya çıkar. Bu yüzden Van Gölü inci kefali, sık sık basında “uçan balık” olarak yer alır.

İnci kefali, üremesini tamamlayıp göle döndükten sonra, güz sonuna kadar gölün en fazla 35 m derinliğe kadar olan besince bol bölümlerinde yaşar; beslenir ve kışa hazırlanır. Yavrular daha sığ, kıyı kesimlerde güze kadar hızla beslenerek büyür. Havalar soğuduğunda, genellikle Kasım ayı civarında kışlama alanı olarak kullandıkları gölün daha derin yerlerine geçerler. Kış aylarında genelde 50-70 m derinlikleri tercih ederler. Şubat ayından itibaren havaların ısınmaya başlaması ile birlikte göl kıyılarına yaklaşarak bir anlamda göç hazırlığını başlatmış olurlar.

Türkiye iç su balıkları üretimi olan yaklaşık 40 bin tonun dörtte birisi kadardır. Diğer bir ifade ile Türkiye’nin gölleri, nehirleri, baraj gölleri, göletleri ve diğer su ortamlarından avlanılan balığın dörtte birisi tek başına inci kefalidir. Sazanın her yıl sucul ekosisteme üretilerek milyonlarca yavru halinde doğal avcılığı desteklemek üzere salındığını dikkate aldığımız zaman aslında inci kefali, Türkiye iç sularında doğal yolla en çok avlanan türdür. Ancak bu avcılığın tamamı ne yazık ki yasal yollardan yapılmaz. Toplam avın halen yaklaşık %35’i üreme zamanında, yasa dışı olarak yapılmaktadır. Göl çevresinde yaklaşık 15 bin insan, 165 tekne tarafından profesyonel olarak avlanılan inci kefali balıkçılığından geçimini sağlar.

2011 yılı İnci Kefali Göçü Kültür ve Sanat Festivali esnasında 15 bin kişi, inci kefali göçünü izleyerek çabasına şahit oldu.


biz tutmazsak su olur mühendis bey, rızkımıza mani olma!” demişti bana. Öyle ya devletin ihale ile sattığı, üreme dönemi balıkçılığı için kooperatifler kurdurduğu bir ortamda, üreme dönemi dışında balığı hiç görmeyen yaşlı köylü başka ne düşünecekti?

20

O yıllarda katıldığım bir yurt dışı toplantıda yasa dışı avcılığın %90 civarında olduğunu ifade ettiğim zaman birisi şaşkınlıkla “sizde balığı koruyacak bir yasa yok mu” diye sordu. Evet haklıydı, yasa vardı ama bu yasada av yasaklarının ne zaman başlaması gerektiğine balıkçılar karar veriyordu. Yani kuzu, kurda teslim edilmişti. Ya şimdi? İnci kefali, halen tam olarak kaçak avcıların elinden kurtulabilmiş değil, ama 1996 yılı ile kıyaslanamayacak kadar büyük ilerleme var balığın korunması ile ilgili. Günümüzde inci kefali av yasaklarına kaçak avcılar değil, Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nin önderliğinde sivil toplum kuruluşları ve tarım teşkilatı mensupları birlikte karar veriyor. Artık mansaplar devlet eliyle kiraya verilmiyor; üreme dönemi balıkçılığı için kurdurulmuş olan kooperatiflerin hepsi lağvedildi. Profesyonel balıkçılığın payı günümüzde toplam avcılığın %65’ine ulaşmış durumda. Eski alışkanlıklarını devam ettiren insanlar olsa da her yıl üreme döneminde yapılan yasa dışı avcılığın oranları düşüyor. Van Valiliği, kaçak avcılığın önlenmesi için her yıl bütçe ayırıyor. Valimiz, göl çevresindeki ilçe kaymakamlarımız inci kefalinin korunması için ellerinden geleni yapmaya çalışıyor. Eskiden üreme Derelerde kayaların, su bitkilerinin üzerine tutunan inci kefali yumurtaları, gerçek ‘‘inci taneleri’’ gibi parlıyor.

Üreme göçü esnasında inci kefalleri akıntıya karşı yüzerken yem almıyor ve inanılmaz bir çaba sarfediyor.

zamanında kamyonlarla balık yüklenen ve bir tek balığı bile atlarken göremediğimiz Erciş-Deliçay Balık Bendi’nde AB desteği ile nefis bir göç gözlem alanı oluşturuldu. Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nin önderliğinde Van Valiliği, Erciş Kaymakamlığı, Erciş Belediyesi ve Doğa Gözcüleri Derneği iki yıldır “İnci Kefali Göçü Kültür ve Sanat Festivali” düzenliyor. Bu yıl festival alanını yaklaşık 15 bin kişi ziyaret ederek inci kefalinin göçünü izledi. Eskiden Van yıllıklarına bile giremeyen inci kefali, şimdilerde basının baş tacı, Van’ın yeni markası haline geldi. 1992 yılında 1.2 milyon ABD doları olan inci kefali cirosu, 2010 yılında 10 milyon ABD dolarına ulaştı. İnci kefalinin korunması için çalışma yapılan köylerde bebek ölüm oranları düştü, kızların okullaşma oranı arttı. Kaçak avcılığın önlenebildiği, profesyonel balıkçılığın yaygınlaştığı köylerde göç durdu. Yani aslında hedeflemediğimiz, hayal bile edemediğimiz noktalara, sosyal hedeflere ulaştı inci kefalini koruma çalışmaları. Tüm bunlar nasıl mı oldu? Bizler, inci kefallerinin öyküde ettikleri yeminini geç öğrendik ama azimlerini, yılmadan her türlü engele rağmen sürdürdükleri üreme çabasından ders aldık. Üniversite bilim üretti; sivil toplum kuruluşları lobi yaptı; yöneticilerimiz, jandarma-emniyet gibi güvenlik birimlerimiz ağzı-dili olmayan balıkların

korunması için kaynak ayırdı, inisiyatif aldı; tarım teşkilatımız yasal düzenlemelerle uygulamaları sürekli güçlendirdi; Van Gölü çevresinin gerçek balıkçıları kendi bindikleri dalı kesmeye çalışanlara karşı durdu; dünyanın dört bir yanından inci kefalinin hazin halini duyanlar manevi duygularını, dualarını gönderdi; ulusal ve uluslar arası düzeyde bir çok kurum-kuruluş destek oldu ve inci kefali bu günlere geldi. Yani merkezinde samimi gönüllülüğün olduğu, kurumsal işbirliğine dayalı minik bir “kalkınma modeli” ortaya çıktı sonunda. Her şey güllük gülistanlık olmadı inci kefali için ama gidiş hep iyiye doğru bu günlerde. Umarım bu iyiye gidiş sürer. Ülkemizin en doğusundan iyiye doğru giden inci kefalinin başarı öyküsü yayılır ülkenin en ücra köşelerine. Eğer siz de inci kefali için bir şey yapmak isterseniz, her yıl Haziran ayı içinde yapılan inci kefali göçü kültür ve sanat festivaline katılarak, inci kefallerinin cesur gençlerini aramak için derelere nasıl akın ettiğini, yeminlerinden nasıl dönmediklerini görüp, inci kefalinin çabasına şahit olabilirsiniz.

(*) Van Yüzüncüyıl Üniversitesi, Su Ürünleri Fakültesi Dekanı.

21 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

Yukarıda nedenini açıkladığım göç öncesi fizyolojik uyum için bekleme esnasında, mansaplarda inci kefali daha dereye bile giremeden manyat dediğimiz ağlarla avlanıyordu. Ancak köylüler bunu bile az bulup, Karadeniz’de hamsi sezonu kapandığında kamyonlara yükledikleri hamsi gırgır teknelerini Van Gölü’ne getiriyor ve inci kefalini de aynen hamsi gibi avlıyordu. Kazara manyatlardan, gırgırlardan kurtulup akarsulara girebilenleri ise başka insafsızlar bekliyordu dere boylarında. Akıntıya karşı yüzen balıklar, yem de almadıkları için göç süresince, yoruluyorlar ve akıntısı az yerlerde toplanarak dinleniyorlardı. Bunu fark eden çevre sakinleri, dereler üzerine taşlarla bentler kuruyor, sadece balığın girebildiği ama çıkamadığı şekilde onları tuzaklara dönüştürüyorlardı. Kendisi dere kenarında keyif yaparken, akıntısı kasıtlı olarak azaltılmış bu alanlarda kısa sürede toplanan inci kefallerini çuvallarla kamyona yüklüyorlardı. Buralardan yüklenmiş balık kamyonları yolda giderken arkalarında balık yumurtalarından oluşmuş iki sıralık bir utanç izi bırakıyorlardı. Bu ürküten manzaralar, havalar iyice ısınıp ot biçme zamanı

gelinceye kadar devam ediyor, sonra insanlar balık avlamaktan bıktıkları için av yasakları başlıyordu.


eden TCSG-87 sabahın ilk ışıklarıyla birlikte Rusya Federasyonu kara sularına girmiş bulunuyordu. Sabah 06.30 itibariyle bulunduğumuz planlı mevkide Rusya Federasyonu’na ait “Rubin” isimli Taktik Komuta Gemisi ile randevu tesis ederek Kafile Komutanımız’ı diğer katılımcı ülkelerin komutanlarıyla birlikte tatbikatı izlemek üzere Rubin’e uğurladık. Tatbikatın başlamasını müteakip en heyecanlı anlar saat 09:20’de lastik botun mayna edilmesiyle gelişti. Tatbikat senaryosu kapsamında DAGOT-1 ve TCSG-87 personelinden oluşturulan Kontrol Timi lastik botla şüpheli gemiye intikale geçti. Gemiyi bordalayarak çıkış yapan personelimizin icra ettiği kontrol ve olası yasa dışı faaliyetlerin tespitine yönelik yapılan aramada yakalanan kaçak mallar komuta gemisine rapor edildi ve lastik bot şüpheli gemiden ayrılarak DAGOT-1 personelini gemimize bıraktı. Bu esnada şüpheli gemiden 2 kişinin denize atlaması üzerine, denizde bulunan şüpheli şahıslar önce lastik bota alınarak kurtarıldı ve etkisiz hale getirilmelerini müteakip 09:50’de gemimize alındı. Tatbikat sona erdiğinde, üstlendiğimiz görevi başarı ile yerine getirmenin mutluluğunu yaşayan

22

[ Hazırlayan ]

Taner MERMER | SG Tğm.

TCSG-87 Personeli olarak Blacksea Hawk-11 Tatbikatı’na iştirak edeceğimizi öğrendiğimizde Türk Bayrağı’nı hırçın Karadeniz’in kuzey sularında da dalgalandırma imkanı bulacak olmamızın gurur ve mutluluğunu yaşamaya başladık. TCSG-87 ailesi olarak taktik, teknik, lojistik ve materyal yönünden yoğun bir eğitim ve hazırlık dönemi geçirip, eksikliklerimizi tamamlama aşamasında azami gayret ve özveri gösterdik. Bizimle birlikte tatbikata katılan DAGOT-1 Komutanı ve DAGOT-1 2’nci Arama Birim Amiri ile birlikte icra ettiğimiz kontrol tim eğitimleri tatbikatta üstlendiğimiz görevlerin icrasına hazırlanmamızda çok faydalı oldu. Hazırlık periyodumuz boyunca yegane amacımız

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni, Sahil Güvenlik Komutanlığını ve SG Karadeniz Bölge Komutanlığını layıkı ile temsil etmek ve eğitim seviyemizi tatbikata yansıtmaktı. 05 Temmuz 2011 günü saatler 21.00’ı gösterirken SG Karadeniz Bölge Komutanlığı önünden avara ederken, limanda bizleri uğurlamaya gelenler vedalaşmanın burukluğunu yaşayarak Rusya Federasyonu sularına doğru ileri harekete geçtik. İntikal seyrimizde Kafile Komutanı olarak katılan S.G. Karadeniz Bölge Komutanlığı Harekat Şube Müdürü ile Sahil Güvenlik Komutanlığı Harekat Şube Müdürü’nü misafir ediyorduk. Zorlu deniz şartlarında gece boyu intikaline devam

Novorossiysk Limanı’nda önceden koordine edilen rıhtıma tüm katılımcı ülke gemileri aborda olarak limanda icra edilen karşılama törenlerine iştirak ettiler. Başkonsolos Yavuz Kül, Konsolos Muavini Fethi Cindoğlu ve Moskova Hava Ateşesi’nin bizleri karşılamak üzere orada bulunmalarıyla onurlandık. Törene ev sahipliği yapan Rus General, Gemi Komutanımıza hediyelerini takdim ettikten sonra ülkemiz Sahil Güvenlik Komutanlığının Karadeniz’de üstlendiği etkin rolü başarıyla icra ettiğini belirten konuşmasını yaparken tüm personelimiz gururla dinledi. Törenlerin sonlanmasını müteakip tatbikat icra eden tüm birlikler ile birlikte Novorossiysk şehir gezisine iştirak edildi. Komutanlarımız da verilen resmi yemeğe katıldılar. Novorossiysk kentini Rusya’nın deniz ticaretinde

23 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

BLACKSEA HAWK-11

personelimiz sancak taraftan çimariva yerlerini aldı. Rubin gemisinin selamlanmasını müteakip Novorossiysk Limanı’na intikal etmek üzere tatbikata katılan Bulgaristan, Romanya, Rusya Federasyonu ve Ukrayna Sahil Güvenlik gemileriyle birlikte nizam halinde ileri harekete geçildi.


personelimiz rekabeti elden bırakmadan dostluğu ön planda tutarak diğer ülkelerin personeli ile başarıyla mücadele etti ve denizlerdeki başarılarını yeşil sahalara da taşıyarak bir kez daha göğsümüzü kabarttı. Sosyal faaliyetlerin hitamında Görev Analiz Kritik Toplantısı tüm heyetlerin katılımı ile icra edildi ve Rusya Federasyonu’nda bulunan yüzer unsurlar heyetler tarafından yerinde görüldü. Tatbikatlarda taktik komuta görevini üstelenen Rubin gemisinde tüm gemi komutanlarının davet edildiği yemeğe Komutanımız ve Başçarkçımız tarafından iştirak edilerek dost ülkelerin gemi komutanlarıyla kurulan ikili ilişkilerle dostluk ortamı pekiştirildi ve aynı denizde görev icra eden ülkelerin farklı Sahil Güvenlik birimlerini yakından tanıma fırsatı bulundu.

24 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

etkin bir rol oynayan küçük bir liman kenti olarak bilen personelimiz tatbikatın liman periyodu esnasında şehrin sahip olduğu tarihi ve turistik değerleri de yakından tanıma fırsatı buldu. Özellikle aborda olduğumuz limanda müze gemi olarak bulunan II’nci Dünya Savaşı’nda aktif görevlerde bulunmuş Rus Zırhlısı, üzerinde bulundurduğu onlarca topun ihtişamıyla oldukça dikkat çekiciydi. Samsun’dan gelen ticari gemilerin yoğun deniz trafiğine alışık olan bu şehrin Samsun Belediyesi ile kardeş kent ilan edildiğini öğrenmek de bizleri pek şaşırtmadı. 07 Temmuz 2011 sabahı sıcak bir yaz gününe uyanan personelimiz, tatbikata katılan diğer ülkeler ve Sahil Güvenlik birimleri ile birlikte Novorossiysk kentinde bulunan Kahramanlık Anıtı’na çelenk koyma törenlerine iştirak ettiler ve hitamında ülke heyetleri tarafından Novorossiyk Belediye Başkanı ziyaret edildi. 14.00 - 17.00 saatleri arasında tüm gemilerin iştiraki ile halat çekme yarışması ve mini futbol turnuvası düzenlendi. Bu faaliyetlere Karadeniz Bölge Komutanlığının yeni formalarıyla katılan

08 Temmuz 2011 günü saat 16:30 ’da Novorossiysk Limanı’ndan Ana Vatanımıza intikal etmek üzere hazırlıklarımızı tamamlamış bulunurken, limanda icra edilen uğurlama töreninin de sonlanmasını müteakip Sahil Güvenlik Komutanlığı Harekat Başkanı’nın da aramıza katılmasıyla birlikte avara ettik. İntikal seyrimiz esnasında Sahil Güvenlik görevlerine olan ünsiyetimizi arttırmak maksadıyla rotalarımızı Türk karasularına girmemizle birlikte sorumluluk sahamızda bulunan kıyıları kontrol edecek şekilde tesis ederek 09 Temmuz 2011 günü saat 06:30’da Samsun liman girişi yaptık. Liman içinde demir atarak gümrük heyetinin kontrollerinin neticelenmesini müteakip saat 08:00’da Samsun Limanı Sahil Güvenlik iskelesine aborda olduk. Tevcih edilen görevi başarıyla yerine getirmenin vermiş olduğu gurur ve mutluluk, yuvamıza geri dönmenin yaşattığı mutluluğun ötesine geçiyordu. Personelimizin verilen görevleri her zaman layıkıyla yerine getirebileceğine olan inancı gözlerinden okunuyordu.

KAYNAKLAR : 1. Su Ürünleri Mühendisleri Derneği 2. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı


İĞNEADA’DA YAŞAM [ Hazırlayan ]

Serkan SARI | SG Tğm.

Karadeniz kıyısında Bulgaristan ile komşu şirin bir belde olan İğneada, İstanbul’a 250 km, Kırklareli’ne 100 km ve kendisinden daha az gelişmiş olan Demirköy ilçesine 26 km mesafededir. Çevresinde bulunan Erikli ve Mert Gölleri 1’inci derece doğal sit alanı ve milli parktır. Ayrıca çevresini saran ormanlar içerisinde Saka, Hamam ve Pedina gölleri bulunmaktadır. Bu bölgedeki Longoz (Su Basar) Ormanları’na Avrupa Coğrafyası’nda çok ender rastlanmaktadır. Soyu tükenmekte olan bir çok bitki ve hayvana ev sahipliği yapmaktadır.

26

27

Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011


28

SARI: Komutanım, bizlere Karadeniz ve İğneada hakkında neler söyleyebilirsiniz? SEZGİN: Aslında hem Karadeniz hem de İğneada hakkında söylenecek çok şey var. Şu anda Komutanı olduğum TCSG-93’ü iki yıl önce Gölcük Tersanesi’nden teslim aldığımızda bu gemi bizim kızımız oldu. Bir nevi kucağımıza doğdu. Karadeniz’deki görev süremiz boyunca Karadeniz’in zor hava ve deniz şartlarında yaptığımız görevlere yönelik birçok anımız var. Ama bugün daha çok İğneada’yı konuşacağız sanırım. SARI: Evet Komutanım, İğneada’yı konuşacağız. İğneada’ya ilk geldiğinizde intibanız nasıldı? SEZGİN: Geçen sene Mayıs ayıydı. İlk kez denizden gelebildim İğneada’ya. Üzülerek söylüyorum, Karadeniz’de 30 km’lik bir kumsal olduğunu bilmiyordum ve tahmin edemezdim. SARI: Peki doğası hakkında ne düşündünüz? SEZGİN: Tabiî ki muhteşem. Alabildiğince orman, yemyeşil dağlar, karşı yakası gözükmeyen bir deniz. SARI: İnsanları nasıl? SEZGİN: Doğası ne kadar Karadeniz ise, halkı da o kadar tipik Trakyalı; lehçeleri, görüşleri ve sosyal yaşam tarzları… SARI: İğneada’da hayat şartları nasıl? SEZGİN: Sosyal açıdan tabii ki yaz sezonu ve kış sezonu çok fark ediyor. Ama temel ihtiyaçlar

tatmin için, gerek çok sevdiğim yalnız yaşam için sınırsız fırsat benim için İğneada. Doğanın tadını çıkarıyorum, doktora tezimi yazıyorum, az ve öz dostluklar kuruyorum. SARI: İğneada’ya dair ilginç anılarınız var mı? SEZGİN: Görev, deniz ve gemi hayatı zaten her gün yeni bir macera bizim için. Ama İğneada’nın da yeri ayrı tabii. İlk aklıma gelenler; İğneada’ya gemiyle ilk geldiğimiz gün sahildeki kalabalığı görünce çok sevinmiştik. Ama yaklaştıkça bölgenin ayrı bir rengi olan ve serbest dolaşım hakkı bulunan ineklerin sahilde güneşlendiklerini fark ettik. Yol kenarındaki çadır kalabalığı ise kampa gelen turistler değildi. İğneada halkı sezonda evlerini pansiyon yapmak üzere boşaltarak çadırlara yerleşmişlerdi. Bunun dışında; çilingir olmadığı için 3 gün eve girememem, senelik izne çıkma heyecanıyla sabaha karşı yola çıkıp 3 saat benzinliğin açılmasını beklemem…. SARI: İğneada’daki bunca doğal zorluğa karşın sizi görevinize bağlayan nedir? SEZGİN: Konuşlandığımız liman; konumu itibariyle hassasiyeti ve lüzumu sorgulanamayacak kadar önemli. Hepimiz bunun bilincindeyiz ve yaptığımız görevin öneminin farkındayız. Bu görevi elbet birileri yapacak ve onlar şimdilik bizleriz. Ben de, arkadaşlarım da; elbet meslek hayatımızın ileriki yıllarında emrimizde bir çok personel ile yönetici kadrolarda görev icra edeceğiz. Sanırım

29 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

2000 nüfuslu İğneada’nın başlıca geçim kaynakları; ormancılık, hayvancılık, arıcılık, turizm ve kısmen tarımdır. Eylül ayında yasağın kalkmasıyla lüfer ve palamut balıkları tezgâhları doldurur. Ayrıca mevsimine göre kalkan, tekir, mezgit, istavrit ve kefal de avlanmaktadır. Yaz sezonunda birkaç günlüğüne tatile gelen yerli turistlerin hayran kaldığı doğa harikası İğneada’yı bir de yılın tamamında burada yaşayan biz Sahil Güvenlik ailesi gözüyle sizlere aktarmaya çalışacağım. İlk olarak İgneada’da konuşlu TCSG93 Bot Komutanı SG Yüzbaşı Murat Sezgin ile başlıyoruz. SG Tğm. SARI: Komutanım öncelikle Sahil Güvenlik dergisi okuyucuları için sizi kısaca tanıyabilir miyiz? SG Yzb. SEZGİN: 2001 yılında Deniz Harp Okulu’ndan mezun oldum. Bugüne kadar 4 farklı Sahil Güvenlik Botunda 7 yıl boyunca görev yaptım. Yaklaşık 3 yıldır da Sahil Güvenlik sınıfı subayım . SARI: Sahil Güvenlik Botlarında Komutan olarak mı görev yaptınız? SEZGİN: Komutanlığımın 8’inci yılındayım. KAAN, SAR, 80 sınıfı Sahil Güvenlik botlarında komutanlık yapma onurunu yaşadım. Daha önce, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı LCT çıkarma gemilerinde de Komutanlık yapmıştım.

açısından çekilen zorluklar pek çok görev yerine kıyasla daha fazla. SARI: Ne gibi zorlukları var İğneada’da yaşamanın? SEZGİN: Aslında bu zorluklar tam anlamıyla doğanın zorlukları. Örneğin, en yakın doktorumuz 26 km. uzaklıkta, en yakın hastanemiz 100 km. uzaklıkta. Donanımlı ambulans yok. Zaten olsa da kışın gidebileceği herhangi bir yol yok. Eğitim imkanı olarak sadece ilköğretim okulu var. Resmi dairelerin tümü ilçe merkezinde. Sosyal imkânlar ise bir Sahil Güvenlik personelinin gemisinden ayrılamayacağı mesafede. SARI: Peki, personeliniz bu zor doğa şartlarında nasıl bir yaşam sürüyor? SEZGİN: Aslında İğneada’da yaşamı onların ağzından dinlemenin daha uygun olacağını düşünüyorum. Çünkü medeni durumlarına göre yaşadıkları zorluklar da farklılık taşıyor. Altı evli personelimiz var. Tabiîki nişanlı ve bekar olanlar da var. Nişanlılar genellikle gemide kalıp para biriktirmeyi tercih ediyorlar. Bekar arkadaşlarımız ise kiraladıkları evlerde oturuyorlar. SARI: Onlarla da konuşacağız Komutanım ama daha önce sizin hayata dair hissettiğiniz zorluklardan biraz bahseder misiniz? SEZGİN: Elbette, Istıranca Dağları’nın virajlı yokuşlarında araç kullanmayı, yılın 2-3 ayı kapalı kalan yollarda zincir takmayı öğrendim. Odun kırmasını ve soba yakmasını bilmeyen kalmadı. Sahil Güvenlik ailesi olarak hepimiz bir yandan sağlığımıza dikkat ediyoruz, bir yandan da birimizin bir derdi olduğunda hepimiz koşturuyoruz. SARI: Komutanım, İğneda’da lojman imkanınız var mı? SEZGİN: Açıkçası İğneada, garnizon süresi 2 yıl olan bir bölgemiz. Hâlihazırda Sahil Güvenlik Komutanlığımıza tahsisli bir arazimiz var ve yine Komutanlarımızın desteği ile yakında lojman inşaatına başlayacağız. Lojman inşa süreci düşünülürse şu anki personelin bu imkânı kullanabilmesi uzak görünüyor. Ancak, bu yıl içerisinde kira yardımı almaya başladık. SARI: Komutanım, İğneada’nın doğa zorluklarından bahsettik, peki siz bu koşullarda nasıl vakit geçiriyorsunuz? SEZGİN: Öncelikle söylemek isterim ki, zorluklarına rağmen İğneada’yı seviyorum. Gerek Garnizon Komutanlığı’nın sağladığı yüksek mesleki


30

o gün geldiğinde bizlere zor şartlardan bahseden astlarımıza sadece gülümseyeceğiz. Istıranca Dağları’na mahpus olmuş İğneada Beldesi’ndeki yaşamı Komutanımız kısaca özetledi. Bir de evli ve yeni baba olan Silah Astsubayımız’a İğneada’yı soracağız. SG Tğm. SARI: Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz? SG Slh. Üçvş. ÇAL: Üstçavuş Erkan ÇAL. 6 yıllık astsubayım. Mezuniyetimden itibaren Sahil Güvenlik sınıfındayım. SARI: İlk personelsiniz, İğneada’ya TCSG-93’le birlikte geldiniz. Evli çift olarak herhalde ilk işiniz ev bulmak olmuştur. ÇAL: Evet ama hiç de kolay olmadı. Lojman olmadığı için kiralık ev aradım. Fakat evler 1988 tarihli gecekondu/imar kanunu kapsamında. Sadece sahiplerinin kullanımına tahsisli. Bu sebeple tapu olmadığından kira yardımı alamıyorum. SARI: Ev bulmakta epeyce zorlanmışsınız, peki bulduğunuz evin durumu nasıldı? ÇAL: İğneada’da kaloriferli ev yok, mecburen sobalı bir ev tuttuk. Ayrıca İğneada’da doktor olmaması ve çocuk beklerken eşimin evi ısıtması zor olduğu için eşimi doğum yapmadan 2 ay önce Uşak’a göndermek zorunda kaldım. Yollar kışın kapandığı için burada ufak bir sağlık problemi bile büyük sorun haline geliyor. Bu aile düzensizliği de ister istemez moral düşüklüğüne sebep oluyor.

SARI: Size bu zor günlerinizde en moral verici şey nedir? ÇAL: Zor günlerin en büyük yardımcıları gemideki arkadaşlarım. Her sıkıntımızda birbirimize destek oluyor ve arkadaşlığın kıymetini böyle zor günlerde daha çok anlıyoruz. Erkan Astsubayımız’ın ve saygıdeğer eşi Emine Hanım’ın çocuklarının kendilerine huzur ve mutluluk getirmesini diliyor ve bir de yeni evli personelimiz Uzman Çavuş Tuncay TAŞ’a yöneltiyoruz sorularımızı. SG Tğm. SARI: Okuyucularımız için kendinizi tanıtabilir misiniz? SG Mot. Uzm. Çvş. TAŞ: 2 yıllık uzman erbaşım. İğneada’ya TCSG-93’ün gelişi ile beraber geldim. Geldikten 7 ay sonra da evlendim. Şu anda bir senelik evliyim. SARI: Yeni evli bir çift olarak İğneada’da eşiniz ile vakit geçirebileceğiniz sosyal bir ortam var mı? TAŞ: Burada sosyal ortam olarak vakit geçirebileceğimiz tek yer otelin çatı barı diyebilirim. Orası da biraz pahalı olduğu için her zaman gidemiyoruz. Yazın iki aylık tatil sezonunda geçici olarak açılan kafelerde vakit geçirme imkânımız oluyor. Kışın da burasının soğukluk, hastane yokluğu ve ulaşım zorluğu gibi ağır şartları dolayısıyla eşimi ailesinin yanına göndermek zorunda kalıyorum.

SG Tğm. SARI: Sizi tanıyabilir miyiz? Derya DEMİRCİ: Ben 2006 yılında Atatürk Üniversitesi Coğrafya Bölümü’nden mezun oldum. 2007 yılında eşim Tarık Demirci ile evlendim. 2010 yılında eşimin tayini sebebiyle İğneada’ya geldik. SARI: Görev dolayısıyla eşinizden ayrı kaldığınız zaman oldu mu? DEMİRCİ: Evet malesef oldu. Geminin tersanede kaldığı 7 ay, İstanbul’da kaldığı 2 ay içerisinde eşimi hiç göremedim. Dershanede öğretmen olarak çalıştığım için işimi de bırakamadım. Dolayısıyla hem ailemi hem de eşimi uzun süreler göremedim. SARI: Peki İğneada’ya geldiğinizde iş bulabildiniz mi? DEMİRCİ: Bir üniversite mezunu olarak İğneada’da çalışabileceğim hiçbir meslek olmadığı için yüksek lisans yapmak istedim. Fakat ulaşım sıkıntısından dolayı onu da yapamadım. 3’üncü kattaki evimize odun taşıyıp soba yakmak dışında bir şey yapamıyorum. SARI: Çocuğunuz var mı? DEMİRCİ: Evet 3,5 yaşında Hatice Nehir isminde bir kızımız var. Kreş imkânı olmadığı için, iş bulsam bile bırakıp gitmem çok zor. SARI: Peki bunca olumsuzluğa rağmen sizi burada mutlu eden şeyler var mı? DEMİRCİ: Elbette; İğneada’nın havası ve doğası harika olduğu için zaman zaman doğa yürüyüşleriyle

31 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

SARI: O halde eşinizi çok sık göremiyorsunuz. TAŞ: Evet malesef. Burada kışın yaşamak pek kolay olmadığı için en azından eşim rahat etsin diye ailesine göndermeyi tercih ediyorum. SARI: Peki aileleriniz buraya sizi ziyarete gelebiliyor mu? TAŞ: Yollar kışın kötü olduğu için pek gelemiyorlar. Yazın tatil sezonunda kısa süreliğine geldiler, ancak kışın onları görmemiz için bizim gitmemiz gerekiyor. SARI: İğneada’da personel dışında halktan görüşebildiğiniz kimse var mı? TAŞ: Evet var ama ev sahibi ve bir iki komşudan ibaret olduğu için çok sık görüşemiyoruz. Tabii halk olarak bizlere ellerinden gelen yardımı yapıyorlar, bunu da söylemek gerekir. Aslında İğneada’nın şartlarına en çok katlanan hanımefendilerdir. Yani personelimizin değerli eşleri. Tüm sosyal faaliyetlerde bizleri yalnız bırakmazlar. Birlikte köy kahvaltısı, piknik mangal gibi eğlencelerimiz olur. Ancak gün gelir bizler gemimizle göreve çıktığımızda, eşler İğneada’nın zorluklarıyla kendileri mücadele ederler. Soğuk hava, zor ulaşım, elektrik kesintisi, vahşi hayvan gibi doğa engellerine bir de iş bulma, çocukların eğitimi ve sosyal imkân yetersizliği eklenir. Şimdi de Vardabandıra Uzman Çavuş Tarık DEMİRCİ’nin eşi Derya Hanım’dan dinleyelim İğneada’yı.


32 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

gerginliğimizi atmak çok iyi geliyor. Ama tabii bunu yaparken kendimizi de vahşi hayvanlardan sakınmamız gerekiyor. Derya Hanım’a teşekkür ediyor ve şimdi de TCSG93 ailesinin miniklerine geliyoruz. Komutanımız’ın 4 yaşında oğlu Poyraz, Silah Astsubayımız’ın 1 aylık oğlu Ferhan, Vardabandıra Uzmanımız’ın 3,5 yaşındaki kızı Hatice Nehir, Aşçı Uzmanımız’ın 10 yaşında oğlu Tuna ve 6 yaşında kızı Ada. Bu minikler arasında en büyüğü olan Tuna’ya yöneltiyoruz sorularımızı. SG Tğm. SARI: Kendini tanıtır mısın bize? Tuna YALÇIN: Ben Tuna. 10 yaşındayım ve 4. Sınıfa gidiyorum. 7 yıldır İğneada’dayım. Burada doğmadım ama buradan öncesini hatırlamadığım için burada doğmuş gibiyim. Tüm arkadaşlarım buradan. SARI: 7 yıldır burada olduğuna göre İğneada’nın sokaklarını da iyi biliyorsundur. YALÇIN: Evet, zaten okula da yürüyerek gidip geldiğim için sokaklar bana çok yakın geliyor. Özellikle de kışın çamurlu, karlı ve buzlu yollarda gidip geldikçe sanırım hayata daha iyi hazırlanıyorum. SARI: Peki okuldan ve ödevlerden arta kalan zamanlarını nasıl geçiriyorsun?

YALÇIN: Kardeşimle ve arkadaşlarımla oyunlar oynuyoruz. Toprakla ve yeşille iç içeyiz. İğneada’nın tamamen doğal olan sokaklarında oyun oynamak çok güzel bir şey. Bu bizi çok mutlu ediyor. SARI: Başka neler yapıyorsun? YALÇIN: Gölge adında bir köpeğimiz var. Ona bakıyor ve oyunlar oynuyorum. SARI: Demek ki sen buraları seviyorsun. YALÇIN: Evet İğneada’yı çok seviyorum. Arkadaşlarımla güzel vakitler geçiriyorum. İğneada’nın dört mevsimde farklı farklı renkleri var. Hepimiz farklı çerçeveden bakıyoruz bu renklere. Tıpkı hayatın kendisi gibi, burada da mutlu, güzel günlerimiz ve zor zamanlarımız var. Bu söyleşide size bu yaşamı anlatmaya çalıştım. Öte yandan zamanımızın çoğunu gemimizde ve icra ettiğimiz görevlerde geçiriyoruz. Karadeniz’de görev icra edebilmek ise; bambaşka bir zorluk. TCSG-93 ailesiyle yaşadıklarımızın, konuştuklarımızın, paylaştıklarımızın ancak bir kısmını aktarabildim sizlere. Daha fazlası için sizleri bekliyoruz buraya. Özellikle kışın hasretiz misafire.


karekökü ile doğru orantılıdır. Yani derinlik azaldıkça, tsunaminin hızı da derinlikle doğru orantılı olarak azalır. Derin sularda hızlı (saatte ortalama 450km), sığ sularda ise yavaş hareket eder. Fakat yavaş hareket etmesi, tsunamiden koşarak kaçılabileceği anlamına gelmez. Yavaş hareketi halinde bile, kıyıda normal bir insanın koşma hızından çok daha hızlı ilerler. Kıyılara gelen dalga, denizin önce geri çekilmesine, sonra karada dalga tırmanması ve su taşınımına neden olur. Bunun sonucu olarak da kıyılarda şiddetli akıntılar ve su düzeyi değişimleri gerçekleşir. Dalganın zarar veren etkisi sığ sularda şiddetli akıntılar yaratması olup, dalga yüksekliği zayıf bile olsa genellikle limanlar ve küçük tekne barınakları bu şiddetli akıntılardan etkilenerek zarar görür.

34

[ Hazırlayan ] Derya Itır DİLMEN | Yer ve Uzay Bilimleri Bölümü, Washington Üniversitesi, Seattle, ABD

Japonca’da “liman (tsu) dalgası (nami)” anlamına gelen “Tsunami” sözcüğü, sualtı depremleri, sualtı zemin kaymaları, göçmeler, volkanik aktiviteler ve nadiren de olsa su yüzeyine meteor düşmesinin yarattığı enerji sonucu deniz, okyanus veya göl sularında oluşan dalgalara verilen isimdir. Tsunami’nin Liman Dalgası olarak adlandırılmasının sebebi, zayıf şiddetli bir tsunaminin kıyılarda ve sığ sularda şiddetli akıntılar oluşturabilme ve özellikle limanlarda hasara yol açabilme özelliğidir. 1896 yılında, 20.000 kişinin ölümüne sebep olan Meiji

Tsunamisi, bu kelimenin Japonca’dan diğer dillere değişmeden aktarılmasını sağlamıştır. Tsunami, genel kanının aksine, bir tane değil, birden fazla dalgayı temsil eder. Tsunami ilk oluştuğunda tek bir dalga, kısa bir süre içerisinde ise birden çok dalgaya bölünerek su baseninde yayılmaya başlar. İlk dalganın etkisi genelde küçük, ikinci ve üçüncü dalgalar ise maksimum enerjiye sahiptir ve bu yüzden maddi ve manevi verdikleri zarar birinci dalgaya göre çok daha büyüktür. Depreşim dalgasının hızı, bulunduğu derinliğin

Ülkemizin çevresindeki denizlerde tarihsel tsunami olayları çeşitli makalelerde ayrıntılı olarak incelenmiştir (Ambraseys, (1962), Papadopoulos, (1999) Altınok ve Ersoy (2000)). Anadolu çevresi denizlerde 90 tsunami olduğu tarihsel kayıtlarda yer almıştır. Ege Denizi’nde son bin yılda 35 adet tsunamiye ait bilgi listelenmiştir. Kataloglar, basılı eserler ve tarihsel belgeler üzerinde bugüne kadar yapılan incelemeler ve arşiv taramalarında, çoğunluğu İzmit ve Gemlik Körfezleri, Kapıdağ Yarımadası, İstanbul ve Gelibolu kıyılarında yoğunlaşmak üzere Marmara Denizi’nde tarih boyunca 30’un üzerinde tsunami oluştuğu saptanmıştır. Türkiye kıyılarında 1999 İzmit Depremi’nin ardından tsunami meydana gelmiştir. Tsunami araştırmaları konusunda deneyimli ve farklı bilimsel disiplinlerden gelen uluslararası uzmanlar grubu

35 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

TSUNAMİNİN OLUŞUMU VE TSUNAMİ OLUŞTUĞUNDA ALINMASI GEREKEN ÖNLEMLER

Tsunami’nin en çok meydana gelme olasılığı olan yer Pasifik Okyanusu’dur. Bunun en son örneğini 11 Mart 2011 tarihinde 18.000 kişinin can kaybına yol açan, 8.9 şiddetli Japonya Depremi’nin yarattığı tsunamidir. Denizlerimizin iç deniz olmasından dolayı tsunami yaratamayacağına dair yaygın bir kanı vardır. Okyanusta olma ihtimalinden düşük olmakla beraber, günümüzde tsunaminin Akdeniz (Ege ve Marmara Denizini de kapsayacak şekilde) ve Karadeniz’de oluşma olasılığı bulunmaktadır. Geçmişte İsa’dan önce 1400 yıllarından günümüze

kadar Akdeniz ve Karadeniz’de 200’e yakın olay, tarihsel belgeler, görgü tanıkları ve paleotsunamik bölge çalışmalarıyla tespit edilmiştir. Ege Denizi’ndeki volkanik aktiviteler ve Ege Denizi’nin güneydoğu baseninde yer alan “Helen Yayı” tsunami yaratan başlıca fay hattı iken, Karadeniz’de çoğunlukla denizaltı toprak kaymaları tsunamilerin oluşmasına sebep olmaktadır.


tahmin edilebilmektedir. Bu bilgiler bilgisayar modellerinde veri olarak kullanılarak dalganın oluşum, hareketi ve kıyılardaki davranışları incelenir. Gelecekte oluşabilecek tsunamiler için ise yine aynı veriler, oluşabilecek tsunaminin şiddetinin saptanmasında ve etki altında kalabilecek bölgelerin idari birimleriyle işbirliği içerisine girilerek, gerekli tahliye güzergâhlarının belirlenmesinde kullanılır. Ülkemizde ise bu çalışmalar yeni olduğundan, henüz tahliye güzergâhları belirlenmemiştir. Bu yüzden, halkın depremin ardından gelen tsunamiye karşı, korkuya kapılmadan, bilinçli davranarak aşağıda sıralanan basit temel kuralları göz önünde bulundurmaları gerekir. KORUNMA KONUSUNDA BİLİNMESİ GEREKENLER:

36

Tsunami hakkında genel bilgilere sahip olmak, hayatta kalmak için yeterli değildir. Birçok insan bu bilgiye sahip olmakla beraber, tsunamide ölen ya da yaralananların bir bölümü, kıyıda tsunami oluşumunu merak edip izlemeye çalışmalarından ya da tsunamiden koşarak kaçabileceklerini düşünenlerden kaynaklandığı saptanmıştır. Bu yüzden tsunami oluşumunun öncesinde ve sonrasında nasıl önlemler alınması gerektiğine değinmekte fayda vardır.

2. Dalganın karada ilerleme hızı, insanın koşma hızından daha fazladır. Merak edip dalganın kıyılardaki davranışlarını izlemek çok tehlikelidir. Kaçmak için zaman geç olabilir. Depreşim dalgası nedeniyle yaşamını yitirenlerin bir bölümü meraklı kişilerdir. 3. Depreşim dalgası konusundaki uyarıları ciddiye almak zorunludur. Unutulmamalıdır ki, 1960 yılında Hawaii Hilo’da meydana gelen depreşim dalgası için 10 saat önceden uyarı verilmiş ve korunma yöntemleri tekrarlanmış iken 61 can kaybı olmuştur.

TSUNAMİ ÖNCESİ: Geçmiş yıllarda meydana gelmiş tsunamilerin yarattığı jeolojik izlerinden, bu konuda yazılmış tarihsel belgelerden ve görgü tanıklarından bilgi edinilerek dalganın nerede, nasıl, neden oluştuğu

KAYNAKLAR : (1) Derya Itir Dilmen, Ms. Tezi, GIS Tabanli Tsunami Baskin Haritalarinin olusturulmasi; Fethiye Ornegi, 2009. (2) Ahmet Cevdet Yalciner, Depresim Dalgarinin Olusumu ve Korunma Yontemleri, 2001.

MÜZELERDE YARATICI DRAMA ETKİNLİKLERİ [ Hazırlayan ] Lider HEPGENÇ | SG U/B Üçvş.

MÜZE-MÜZECİLİK Müze kavramı; toplum ve onun gelişiminin hizmetinde, halka açık, insana ve yaşadığı çevreye tanıklık eden malzemeleri araştıran, toplayan, koruyan, bilgiyi paylaşan ve sonuçta inceleme, eğitim ve zevk alma doğrultusunda sergileyen, kazanç amacı gütmeyen ve sürekliliği olan bir kurum olarak tanımlanabilir. (Atagök, 2005’ten akt. Öztürk 2007) Müze, Uluslar Arası Müzeler Komitesi (ICOM) tarafından; “kültürel değer taşıyan unsurlardan

oluşan bir bütünü türlü biçimde korumak, incelemek, değerlendirmek ve özellikle halkın beğenisinin yükselmesi ve eğitimi için sergilemek amacıyla toplum yararına, sürekli yönetilen kurumdur” olarak tanımlanmaktadır. Müze, Eski Yunan dilinde ‘‘museion’’dan türemiş bir sözcüktür. Helenistik çağın bir ürünü olan museion, ilk çağ Grek kültüründe düşüncelere dalınacak bir yer, bir felsefe kurumu, bir başka deyişle esin perileri, Musaların Tapınağı idi. Milattan önce 306– 285 yılları arasında Mısır’da hüküm süren Yunan asıllı Ptolemaios Soter, Pharos kanalı ile Mareotis

37 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

içinde, Türkiye’den Orta Doğu Teknik Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi, Afet İşleri Genel Müdürlüğü, ABD’den Güney Kaliforniya Üniversitesi Tsunami Araştırma Grubu, Japonya’dan Tohoku Üniversitesi Afet Kontrol Araştırma Merkezi, İtalya’dan Bologna Üniversitesi kuruluşlarından araştırmacılar birlikte yer almıştır. Bu yöntem izlenerek yapılan değerlendirmeler sonucunda 17 Ağustos 1999 depremi ile İzmit Körfezi’nde tsunami oluştuğu saptanmıştır.

1. Depreşim dalgası fark edildiğinde ya da uyarı alındığında en kısa zamanda kıyı çizgisinden uzaklaşılmalıdır. Karada bulunan kişilerin kıyıdan 100-150 m. uzaklığa, denizde teknede bulunan kişilerin ise su derinliği en az 50 m. veya derin yerlere doğru uzaklaşarak olası dalga ve akıntı etkilerinden kurtulmaları olanaklıdır.


1924 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla, Topkapı Sarayı’nın mevcut eşyasıyla müze olarak düzenlenmesi ve ziyarete açılması kararlaştırılır. Cumhuriyet döneminin ilk müze binası olan Ankara Etnografya Müzesi ise 1930 yılında halka açılır. 1950 yılında Uluslar Arası Müzeler Konseyi (ICOM)’nin Türkiye Milli Komitesi kurulur. 1960’lı yıllara kadar ağır-aksak yürüyen Türk Müzeciliği 1960’lı yıllarda yeni müze binalarının yapımıyla hızlanmıştır (Atasoy, 1992’den akt. Beştepe, 1995). 2011 yılı T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı verilerine göre, bakanlığa bağlı 189 müze, 131 ören yeri ve 151 özel müze vardır. YARATICI DRAMA

38

Ülkemizde ilk müze, Tophane-i Amire Müşiri Ahmed Fethi Paşa tarafından 1845 yılında İstanbul’da Saint-Irene (bugün Aya İrini olarak bilinmekte) Kilisesi’nde, çeşitli yerlerden getirilen eserlerin bu kilisede depolanmasıyla kurulmuştur (Önder, 1973’ten akt. Beştepe 1995). 1869 yılında Sadrazam Ali Paşa zamanında Aya İrini deposu müze haline getirilerek Müze-i Hümayun adı verilmiştir (Atasoy, 1992’den akt. Beştepe 1995). Türkiye’nin ilk müze binası, Osman Hamdi Bey tarafından mimar Valaury’e çizdirilen ve 1891 yılında açılan İstanbul Arkeoloji Müzesidir.

Yaratıcı drama tiyatro değildir. Kavram olarak drama kelimesinin dram türüyle karıştırılıyor olması, yaratıcı drama denildiği zaman insanların aklına tiyatroyu getirmektedir. Oysaki birbirlerinden yararlanmakla beraber, tiyatro ve yaratıcı drama birbirinden farklı şeylerdir. Her şeyden önce tiyatro sonuç odaklıdır. Yapılan prova süreçlerinin sonunda seyirciye sunulan bir gösteri söz konusudur. Yaratıcı drama ise sonuç değil süreç odaklıdır. Yapılan çalışmalarda seyirci kabul edilmez. Çünkü birey, atölye boyunca kendi içsel yolculuğuna çıkarak kendini ortaya koyar. “Ben” olma kavramından “biz” olma kavramına doğru bir süreç işlenir. Tiyatro sanatıyla ilgilenmek için oyunculuk yeteneğine sahip olmak gerekirken yaratıcı dramada herhangi bir yeteneğe gerek yoktur. Tiyatroda, oyuncuya istediğini yaptıran yazar ve yönetmen ikilisinin aksine yaratıcı dramada bireye istediğini yaptıran değil onu yönlendiren drama lideri vardır. Tiyatro genellikle bir sahneye ihtiyaç duyarken (ki sahneye gerek duymayan “görünmez tiyatro” gibi farklı tiyatro türleri de mevcuttur) yaratıcı drama her yerde yapılabilir. Okullar, sergiler, müzeler, hayvanat

bahçeleri, ormanlar, alışveriş merkezleri… Yaratıcı dramada bazı temel kavramlar vardır. Bunlar; • Katılımcılar; her atölyenin bir katılımcı grubu vardır. Katılımcılar gönüllülük esasıyla bir araya gelmiş olmalıdırlar. Atölyeye katılacak olan katılımcıların yaşları birbirine yakın olmalıdır. Çocuklarla yapılacak olan çalışmalarda uygun görülen yaş grupları; 3–4 yaş, 5–6 yaş, 7–9 yaş, 10–12 yaş. 13–15 yaş ve 16–18 yaş grupları iken yetişkinlerde bu durum daha esnektir. Yetişkinlerde, grubun hazır bulunuşluk durumuna bağlı olarak 20 yaşında bir katılımcı ile 35 yaşındaki bir katılımcı aynı atölyede bulunabilir. • Kazanım; her bir yaratıcı drama atölyesinin kazanımı olmak zorundadır. Yaratıcı drama liderinin grupla beraber ne öğreteceği önceden belirlenmelidir. • Teknikler; yaratıcı drama çalışmalarında kullanılan birçok teknik vardır. Bu tekniklerden en önemlileri, her yaratıcı drama çalışmasında kesinlikle olması gereken “doğaçlama” ve “rol oynamadır”. Bu iki teknik olmadan yaratıcı drama çalışmasından söz edilemez. Bunun dışında, fotoğraf karesi, donuk imge, uzman rolde, geriye dönüş-ileriye gidiş, bilinç

koridoru, rol içinde yazma, rol kartı gibi birçok teknik vardır. • Aşamalar; bir yaratıcı drama atölyesi 3 bölümden oluşur. Isınma, canlandırma ve değerlendirme. Kazanım belirlendikten sonra, kazanıma uygun oyunlar ısınma bölümünde uygulanır. Isınma bölümü bir başka açıdan bakıldığı zaman canlandırma bölümüne katılımcıları hazırlar. Canlandırma bölümünde kazanıma hitap eden çalışma yapılır. Kazanıma hitap eden canlandırmalar bu bölümde yapılır. Son olarak, tüm süreci değerlendirmek adına değerlendirme aşamasında tüm katılımcılardan süreç ile ilgili değerlendirme alınır. Bu değerlendirme sözlü olacağı gibi resimler, heykeller, danslar v.s. gibi farklı şekillerde de yapılabilir. • Mekân; yaratıcı dramanın yapılacağı mekân önceden drama lideri tarafından incelenmelidir. Mekânın hava şartları, yapılacak çalışmadaki oyunlara/tekniklere uygun olup olmadığı (büyüklük, küçüklük veya başka sebepler) gibi şartlar göz önünde bulundurulmalıdır. Diğer taraftan bir yaratıcı drama atölyesi 4 duvar arasında yapılmaz. Müzeler, sergiler, alışveriş merkezleri, ormanlar, açık alanlar, hayvanat bahçeleri gibi farklı farklı mekânlarda da çalışmalar yapılabilir.

39 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

Gölü arasında birkaç yıl içinde kurduğu kente Büyük İskender’in adını verir; İskenderiye olarak bildiğimiz bu kentin en önemli yolunun üzerinde, sarayın bahçesinin ortasına bir museion yaptırır. Museion’un çevresinde kitaplı, amfi tiyatro, gözlem evi, yemek ve çalışma odaları, botanik ve hayvan bahçeleri yer alır. Hem üniversite, hem akademi, hem de manastır niteliği taşıyan bu Museion’da Yunanistan’ın ve doğu ülkelerinin eski ve yeni sanat yapıtları yavaş yavaş toplanır, belgelenir ve korunur. Aynı zamanda şairler, coğrafyacılar, bilim adamları ve sanatçılar İskenderiye Sarayı’nda toplanırlardı. Bir anlamda İskenderiye Müzesi günümüz müze kavramının çekirdeği sayılmaktadır. (Atik, 2008)

Yaratıcı drama, doğaçlama, rol oynama vb. tiyatro ya da drama tekniklerinden yararlanılarak, bir grup çalışması içinde, bireylerin bir yaşantıyı, bir olayı, bir fikri, kimi zaman bir soyut kavramı ya da bir davranışı, eski bilişsel örüntülerin yeniden düzenlenmesi yoluyla ve gözlem, deneyim, duygu ve yaşantıların gözden geçirildiği “oyunsu” süreçlerde anlamlandırması, canlandırmasıdır. (San, 1991)


Ülkemizde müze etkinliklerine dair ne yazık ki çok fazla bir şey yapılmamaktadır. Müzeler, toplumun birçok kesimi tarafından soğuk ve sıkıcı bir yer olarak algılanmaktadır. Hafta sonu alışveriş merkezlerinde gezmek yerine müzeleri ziyaret etmeyi tercih eden kesim yok denecek kadar azdır. Bu ilgisizliğin birçok sebebi bulunmakla beraber bu gidişata dur diyecek bir yöntem son yıllarda ülkemizde uygulanmaya başlamıştır.

40

• Lider; yaratıcı drama atölyesinde, katılımcılara yol gösteren bir lider mevcuttur. Yaratıcı dramanın temel kavramlarını oluşturan; katılımcı grubu, kazanım, teknikler, mekân gibi tüm durumları göz önünde bulundurarak süreci tasarlar ve uygular.

Eğitim-öğretim yalnızca okulda verilmemektedir. Günümüzde, eğitim 4 duvarın dışına taşmış ve farklı mekânlar farklı amaçlara hizmet edecek şekilde birer eğitim-öğretim mekânı haline gelmiştir. Bu mekânların başında müzeler gelmektedir. Müzeler; değişen ve gelişen eğitim-öğretim yöntemleri içerisinde birer eğitim-öğretim mekânı olarak kullanılmaya başlanmıştır. Müzelerin; toplamak, belgelemek, saklamak ve sunmak olan görevlerinin dışında müzelere bir eğitim mekânı olma sorumluluğu da yüklenmiştir. Müzelere yapılan ziyaretler sadece müzeyi gezmek, bakmak ve bir rehber eşliğinde anlatılanları dinlemekten öteye geçmiştir. Yurt dışındaki birçok müzenin eğitim birimleri bulunmakta ve bu birimler, müzelerde farklı etkinlikler düzenleyerek halkın ilgisini müzelere çekmekte ve bu ilgiyi sürekli canlı tutmaya çalışmaktadırlar.

26 Kasım 2000 tarihinde 12 kişilik bir öğretmen grubuyla İstanbul Askeri Müze’de bir çalışma gerçekleştirilmiştir. Çalışma ilk olarak müzenin bahçesinde oynanan birkaç ısınma oyunuyla başlamıştır. Daha sonra grup üyelerinin müzeyi dışarıdan incelemeleri için süre verilmiş ve müze binasının yapısı tartışılmıştır. Müze içerisine girilmiş ve giriş bölümünde 3’erli gruplar oluşturulmuştur. Her gruba içinde çeşitli konuların yer aldığı kartlar verilmiş ve onlardan bu sınırlı iki sözcükle müzeyi dolaşmaları ve bilgi toplamaları istenmiştir. Topladıkları bilgilerden yola çıkarak birer doğaçlama hazırlamaları istenmiştir. (Verilen kelimeler; Barınma ve Eğlence, Eğitim ve Aile, Ölüm ve Müzik) Doğaçlamalar izlendikten sonra tüm katılımcılar ikili eş olmuştur. Eşlerden birinin

gözleri kapalıyken diğer eş müzedeki objeleri eşlerine anlatmıştır. Bu çalışma esnasında objeler ile katılımcılar arasında doğrudan ve dolaylı iletişim sağlanmış olup, tüm duyularını kullanarak aktif öğrenme ortamı gerçekleştirilmiştir. (Adıgüzel, 2010)

personel ailelerine ve daha birçok kesime müzede farklı etkinlikler uygulanarak keyifli dakikalar geçirmeleri sağlanabilir. Müzede keyifli zaman geçiren birey tekrar müzeyi ziyaret etmek isteyecek ve toplumumuz müze sever bir toplum haline gelecektir.

SONUÇ Dünya sürekli bir değişim ve gelişim içerisindedir. Buna paralel olarak müzelerin işlevleri de değişmekte ve gelişmektedir. Müzeler toplamak, saklamak, arşivlemek, bakımını yapmak, sergilemek gibi işlevlerine ek olarak birer eğitim mekânı olarak da kullanılmaya başlanmıştır. Müzeler halkın dikkatini çekebilmek için kendi bünyelerinde eğitim birimleri oluşturmakta ve etkinlikler planlayarak halkın ilgisini müzelere çekmektedirler.

KAYNAKLAR : 1. ADIGÜZEL, Ömer; “Askeri Müze’de ve Ankara Cumhuriyet Müzesi’nde Tarih: Müzede Drama Uygulaması” Yaratıcı Drama Yazılar 1999-2002 Yazılar, Ed.:Ömer Adıgüzel, Naturel Yayıncılık, İstanbul, 2010

Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt (ATASE) Başkanlığı’na bağlı, İstanbul Harbiye semtinde bulunan Askeri Müze, 10 Şubat 1993 yılından itibaren halka hizmet etmektedir. Ülkemizdeki hemen hemen tüm müzelerde olduğu gibi bu müzemizde de herhangi bir eğitim birimi yoktur. Müze bünyesinde oluşturulacak bir eğitim birimi ile askeri öğrencilere, çevre okullardaki öğrencilere,

2. ATİK, Şeniz “Çağdaş Sanat Konuşmaları-4 Koleksiyon, Koleksiyonerlik ve Müzecilik” Hz.:Levent Çakıroğlu, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2009 3. BEŞTEPE, Nami Eren, “Müze Eğitbilimi (Pedagojisi) ve Türkiye’deki Arkeoloji Müzelerinin Eğitim Ortamı Olarak Etkililiğinin Değerlendirilmesi” Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Eğitim Programları ve Öğretim Ana Bilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 1995 4. ÖZTÜRK, Ali, “İlköğretimde Drama” Anadolu Üniversitesi Yayınları, Eskişehir, 2007 5. SAN, İnci; “Yaratıcı Dramanın-Eğitsel Boyutları” Yaratıcı Drama 1985-1998 Yazılar” Ed.:Ömer Adıgüzel, Naturel Yayınları, Ankara, 2002

41 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

MÜZEDE YARATICI DRAMA

Yaratıcı drama yöntemi ile yapılan bir müze gezisi, ziyaretçilerin müzelere bakış açısını ciddi boyutlarda değiştirmektedir. Normal bir şekilde yapılan müze gezisinde ziyaretçiler müzeyi sessiz bir şekilde gezerler, bir rehber varsa anlatılanları dinlerler, varsa eserler hakkında yazılmış bilgilendirmeleri okurlar ve müzeyi terkederler. Bu gezilerin süresi, müzenin büyüklüğüne ve insanların sıkılma durumuna göre değişiklik gösterir. Gezi sonrası yapılan geri bildirimlerde, akıllarında ne kaldıkları sorulduğunda çok az cevap alınır. Oysa yaratıcı drama yöntemi ile yapılan bir müze gezisinde ziyaretçiler müzede oyunlar oynarlar. Müzedeki eserlerden yola çıkarak canlandırmalar yaparlar. Süreç boyunca sürekli yeni fikirler üretip, geliştirirler. Yaratıcı dramanın temelinde olan oyun ve doğaçlama, müze ortamında gerçekleştiği zaman katılımcılar için unutulmayacak deneyimler yaşanmasına sebep olur. Böyle bir süreç sonunda alınan geri bildirimler ise normal bir müze ziyareti sonrası alınan geri bildirimlerden daha farklıdır.


Lojistik faaliyetleri her geçen gün artan bir ilgi görmektedir. Teknoloji ve konfor talebinin en üst düzeyde olduğu şu dönemde, tüketicilerin bir ürünü tercih sebeplerinin başında ‘’memnuniyet odaklı ticaret’’ anlayışının geliyor olması, tüketiciden üreticiye bilgi ve memnuniyet geri dönüşünü çok önemli bir hale getirmiştir. Bu anlayışla ilk uygulamaları 70’li yıllarda başlayan ‘’Ters Lojistik’’ kavramı 1990 yılında Lojistik Yönetim Konseyi tarafından ‘’Hammaddelerin, halen süreçte bulunan envanterlerin, bitmiş malların ve bunlar hakkındaki bilginin; tekrar değer elde etme ile verimli ve maliyet avantajlı bir şekilde elden çıkarma amacıyla tüketiciden üreticiye akışını planlama, yürütme ve kontrol etme sürecidir’’ şeklinde tanımlanmıştır. Ters Lojistik kavramı literatürde Tersine Lojistik (reversed logistics), Geri Dönüş Lojistiği (return lojistiği) ve Ters Dağıtım (reverse distribution) gibi genellikle aynı anlama gelen farklı kavramlarla da ifade edilmektedir.

42

[ Hazırlayan ] Mustafa CAN | SG İk. Kd. Ütğm.

Doğal kaynakların dünyaya eşit olarak dağılmamış olması, insanların başka ülkeleri görme arzusu ve savaşlarda kullanılacak malzemelerin bir yerden başka bir yere nakledilmesi ihtiyacı ile lojistik kavramı ortaya çıkmıştır. İlk uygulamaları askeri alanlarda olmasına karşın ithalat ve ihracat kavramlarının hız kazanmasıyla birlikte tüm sektörlerde uygulanan önemli bir faktör haline gelmiştir. Lojistiğin literatürde pek çok tanımı olmasına karşın Lojistik Yönetim Konseyi tarafından yapılanı en çok kabul gören tanımların başında gelmektedir. Bu tanıma göre lojistik, ihtiyaçları karşılamak için ilk noktadan son tüketim noktasına kadar her türlü hammadde, yarı mamul, bitmiş ürün, servis ve ilgili tüm bilgilerin etkin ve verimli akışını ve depolanmasını sağlamak için

gerçekleştirilen planlama, uygulama ve kontrol süreçlerinin tümü olarak tanımlanmıştır. Tanımdan da görüleceği üzere ürünün tüketiciye teslim edilmesi ile ‘’Lojistik’’ faaliyeti son bulmaktadır. Ancak her şeyin hızla değişmekte olduğu günümüzde artan çevre sorunları ve artan rekabet, ürünün tüketiciye teslim edilmesinin yanı sıra tüketiciden üreticiye malzeme ve bilgi akışını da büyük bir ihtiyaç haline getirmiştir. TERS LOJİSTİK NEDİR? Dünya nüfusunun artmasının karşısında hammadde miktarının azalması, çevresel kirlenmenin endişe verici boyutlara ulaşması ve artan rekabet ortamında şirketlerin maliyetlerini en küçükleme ihtiyaçları nedeniyle ortaya çıkmış olan Ters

ile, satmış olduğu ürünü belirli bir süre içerisinde herhangi bir sebep sormaksızın değiştirme veya geri iade alma garantisi vermektedir. Bu firmalarca, iade edilen ürünlerden tekrar kazanç sağlamak amacıyla uygulanan Ters Lojistik yöntemleri ise şunlardır: • Outlet ile Satış : Geri alınan ürünler gerekli işlemden geçirildikten sonra kendi outlet mağazalarında satılmaktadır. • İkincil Pazarlara Satış : Ürünler mevcut haliyle orijinalinden düşük fiyata perakendecilere satılmaktadır. • Kurumlara Bağış : Kullanılabilir ürünler belirli kurumlara yardım veya vergi avantajı sağlamak maksadıyla verilmektedir. • Geri Dönüşüm : Yeni ürün üretiminde kullanılmak üzere geri dönüşüm yapılmaktadır. • E-Ticaret : Ürünün mevcut haliyle internette açık arttırma ile satışı yapılmaktadır. • Gömmek : En son seçenek olarak uygulanmakta olup en az maliyetli ve çevreye en az zarar verecek yöntem tercih edilmektedir.

43 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

TERS LOJİSTİK KAVRAMI

ÖZEL SEKTÖRDE TERS LOJİSTİK Aslında ürün ve materyallerin yeniden kullanılması yeni bir durum değildir. ‘’Geri Dönüşüm’’ (Geri dönüştürülebilir artık malzemelerin tekrar üretim sürecine kazandırılması), ‘’Atık Yönetimi’’ (Atıkların çevre ve insan sağlığına zarar vermeden yönetimlerinin sağlanması), ‘’Yeşil Lojistik’’ (Üretim faaliyetlerinin çevreye en az zarar verecek şekilde planlanması) gibi faaliyetler uzun yıllardır bilinmekte ve uygulanmakta olan kavramlardır. Son yıllarda çıkarılan yasal düzenlemeler ile daha bilinçli bir planlama yapılması hedeflenen bu uygulamalarda genel olarak atık malzemelerin yönetimi amaçlanmaktadır. Ters Lojistik ise, tüm bu faaliyetleri kapsamakla birlikte tüketiciden orijine (üretici/tedarikçi) geri dönen her aşamadaki ürünün tedarik zincirine yeniden dahil edilmesini ve yeniden değer yaratılmasını hedeflemektedir. Daha geniş bir bakış açısıyla bakacak olursak Ters Lojistik, materyallerin yeniden kullanımı, değişimi, geri dönüşümü, imhası ve kaynak kullanımını azaltmayı içeren tüm faaliyetleri kapsamaktadır. Sağladığı mali avantajları ve çevreci yönü anlaşıldıkça günümüzdeki uygulamaları gitgide hız kazanmakta olan bu sistemin, aslında herkesin günlük hayatta karşılaştığı uygulamaları mevcuttur. Bir örnek vermek gerekirse; bazı firmalar %100 müşteri memnuniyetini hedefleyen bir pazarlama politikası


44

KAMU KURUMLARINDA TERS LOJİSTİK Kamu kurumlarının lojistik birimleri ile lojistik destek verilen birlikleri arasında bir nevi üreticitüketici ilişkisi mevcuttur. Her ne kadar kamu kurumları tarafından çoğu malzeme iç piyasadan hazır olarak temin edilmekte olsa da bu durum Ters Lojistik uygulanmasına engel bir durum değildir. Çünkü burada amaç envantere girmiş ve zaman içerisinde bir şekilde kullanımından vazgeçilmiş ürünlerden değer elde etmektir. Bugün Türk Silahlı Kuvvetleri’nde yürütülmekte olan müzecilik faaliyetleri de bir Ters Lojistik örneğidir. Tarihi, ilmi ve askeri yönlerimizin gözler önüne serildiği müzelerimizdeki malzemelerin bir kısmı da bir zamanlar kullanılmakta olan fakat zaman içerisinde emekliye ayrılmış malzemelerdir. Bu malzemeler kullanıcı birliklerden geri alınarak, manevi değeri

sayesinde, hem devlet bütçesine maddi getiri kaynağı haline getirilmiş hem de kurum kültürünün bir parçası olarak tarihi eser niteliği kazandırılmıştır. Komutanlığımızca da bu alanda 2010 yılı içerisinde örnek bir uygulama gerçekleştirilmiştir. Sahil Güvenlik Komutanlığı bağlısı birliklerin ihtiyacı olan 5 adet taşıt, Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu’ nda yer alan ‘’Mübadele Yöntemi’’ uygulanarak envanterde yer alan 10 yaşından büyük 5 adet taşıt ile mübadele edilerek tedarik edilmiştir. Farklı birliklerin envanterinde mevcut eski taşıtlar bir araya getirilmiş ve tedarikte tasarruf sağlamak amacıyla kullanılmıştır. Böylece eldeki mevcut kaynaklar atıl duruma gelmeden belirli bir değer karşılığında elden çıkarılmış ve böylece bütçeden harcanacak ödenek miktarı azaltılmış, kamu kaynağının en ekonomik biçimde kullanılması adına örnek bir Ters Lojistik uygulaması gerçekleştirilmiştir. Buna ilave olarak Sahil Güvenlik K.lığı bağlısı birliklerin envanterinde yer alan ve HEK (Hurda, Enkaz, Köhne) statüsü kazanan bazı malzemeler (elektronik eşya, pil, akü, araç lastiği, halat, usturmaça, bidon v.b.) ilgili mevzuatında belirtildiği üzere HEK ambarlarına teslim edilir.

Niteliğine göre ayırma işlemine tabi tutulan bu malzemeler yeniden değer elde edilmek üzere Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu (MKE)’ na teslim edilir. Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu (MKE), 20.031971 tarih ve 7/5472 sayılı MKE Kurumu Hurda Malzeme Alımına Ait Kararname ile 31.10.1972 tarih ve 7/5472 Stok Fazlası Malzemeler Hakkında Kararname kapsamında tüm kamu kurumlarına ait hurda malzemeleri toplamaya, değerlendirmeye, kullanmaya, satmaya ve gerektiğinde yok etmeye yetkilendirilmiştir. MKE’ nin bu alandaki faaliyetlerine ait ayrıntılı bilgilere www.mkehurdasan.com.tr adresinden ulaşılabilir. SONUÇ Çok yakın zamana kadar bilinçsiz ve sistemsiz bir şekilde yapılagelmiş olan ürün ve materyallerin toplanması ve yeniden kullanılması faaliyeti, Ters Lojistik kavramı ile ayrı bir anlam kazanmıştır. Sağladığı ticari avantajlara yasal zorunlulukların da eklenmesi, bu alanda sistematik yollar izlenmesi gerekliliğini de beraberinde getirmiştir. Ancak kullanılmış ürünlerin geri dönüş zaman ve miktarındaki belirsizlikler, ürünlerin her birinin ayrı işlem gereksinimleri, ikincil pazarlardaki talep belirsizlikleri ve daha birçok faktör eksiksiz bir Ters Lojistik planlanması yapılmasını ve yönetilmesini

zorlaştıran faktörler olarak ortaya çıkmaktadır. Bununla beraber doğru çözüm modellerinin, hem ülke ekonomisi hem de doğal çevrenin korunması açısından ne derece faydalı olduğu düşünüldüğünde, doğru modeller geliştirilmesi ayrı bir önem kazanmaktadır. İşletme ve kurumlarca tüm bu avantajlardan faydalanmak maksadıyla yapılması gereken ise geleneksel tedarik zinciri planlarına, iyi planlanmış Ters Lojistik uygulamalarını dahil ederek lojistik sürecine daha etkin bir rol kazandırmaktır.

KAYNAKLAR : 1. Baki BİRDOĞAN, ‘’Tersine Lojistik Zorunluluk mu, Kazanç mı?”, Dokuz Eylül Üniversitesi İşletme Fakültesi Dergisi, (ISSN:1303-0027),4(1) s.s.18-38 2. Ümran ŞENGÜL, ‘’Tersine Lojistik Kavramı ve Tersine Lojistik Ağ Tasarımı’’, Kafkas Üniversitesi İ.İ.B.F. İşletme Bölümü 3. Gülsün KARAÇAY, ‘’Tersine Lojistik: Kavram ve İşleyiş’’, Çukurova Üniversitesi İ.İ.B.F. İşletme Bölümü

45 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

Ters Lojisitk süreçleri uygulanmayan durumlarda ise geri dönen ürünler genellikle toprağa gömülür. Ürünlerin toprağa gömülmesi için belirli bir harcama yapılması gerektiğinden dolayı da ilave bir maliyet ortaya çıkacaktır. Sonuç olarak da çevreye verilen zarar artacak ve gömmek için yapılan masraflar ile maliyet yükselecektir. İşte bu yüzdendir ki Ters Lojistik faaliyetleri tedarik zincirinin vazgeçilmez bir halkası olmalıdır.


balıkların ürettikleri zehirler insan için tehlikeli, hatta öldürücü düzeye varabilmektedir. Ancak bazı türler, derileri yüzülerek yenildiklerinde ya da haşlandıklarında zehir etkilerini kaybederler. Ülkemizde rastlayabileceğimiz zehirli balıklara bakıldığında kıkırdaklı ve kemikli zehirli balıklar olarak ikiye ayrılır. Belli başlı kıkırdaklı zehirli balıklar, iğneli vatoz, rina balıkları, folya ya da çuçuna balıkları, inek burunlu vatoz ve kazıkkuyruktur. Kemikli zehirli balıklar ise; üzgün , iskorpit, sokar, tiryaki ve trakonya balıklarıdır.(1) Bu balıklar 30 cm’den 400 cm’ye kadar değişen vücut çaplarına sahiptirler. Yaşam alanları dibi kumlu, çamurlu, yani yumuşak zemini olan sığ sahillerden, derinliği 200 metreye kadar olan yerleri kapsamaktadır. Zehirleme aygıtı vücutla kuyruğun birleştiği bölgede bulunur. Zehirlenme, genellikle bu hayvanın üzerine yanlışlıkla basılması sonucu balığın zehrini boşaltması ile meydana gelir. Özellikle yazın dibi kumlu yerlerde denize girenler bu tür bir tehlikeyle karşı karşıya kalabilirler. Sırt ve göğüs yüzgeçlerinde geriye doğru uzamış olan dikenleri, şiddetli sancı ve hatta spazmlar meydana getiren, oldukça kuvvetli bir zehri taşımaktadırlar (1).

46

Bu tür balıkların sokmalarında eğer yara derin değilse ve kanama problemi yoksa sıcak suya daldırma yöntemi kullanılabilir. İğnesi genellikle kırılıp içeride kaldığı için mümkünse çıkartılmalı, kolayca çıkartılamıyorsa da fazla kurcalanmamalı, bir sağlık merkezine gidilmelidir (2). TRAKONYA İngilizce adı Weever Fish’ tir. Denizlerimizde yaşayan en zehirli balıklardandır. Denizlerimizde üç türü yaşamaktadır ve bu türler birbirine çok benzerler. Vücutları yanlardan hafifçe yassılaşmış olup, gözler başın üzerinde yer alır. Renk üst kısımlarda mavi-kırmızıdan kırmızıgri’ye değişmekte, karın kısımlarında kirli beyaz olmaktadır. Ortalama 17-18, en çok 35-40 santimetre boya erişmektedir. Dünyada yakalanan en büyük trakonya 53 cm ile karasularımızda ele geçirilmiştir. Kumlu, çamurlu zeminlerde kendilerini zemine gömerek yaşarlar. En sığ sahillerden 150 metre derinliğe kadar dağılım gösterirler. Genel olarak yazın sığ yerlere, kışınsa derinlere çekilirler. Hareketsiz bir balıktır. Fakat deniz dibinde avlarına karşı çok süratlidir. Zehirleri bir insanı sakat bırakabilir. Bu nedenle çok dikkat edilmelidir. Denizden çıktıktan, hatta öldükten sonra dahi zehirliliği devam eder. Aynı zamanda çarpan balığı

Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

Balon Balığı. Fotoğraf,Tahsin CEYLAN

ZEHİRLİ BALIKLAR [ Hazırlayan ] Özlem AÇIKALIN GÖL | Su Ürünleri Öğretmeni [ Fotoğraflar ] Tahsin CEYLAN | Su Altı Fotoğrafçısı

Zehirli balıklar, birçok şekilde sınıflandırılabilir. Özellikle zehri kullanım şekline göre aktif ve pasif zehirli balıklar olarak sınıflandırma yapılabilir. Dünya denizlerinde yaşayan balık türlerinin 225 tanesinin aktif zehirli olduğu tahmin ediliyor. Türkiye denizlerindeyse yaklaşık 450 balık türünden yalnızca 26’sının aktif zehirli olduğu bildirilmiş durumdadır. Aktif zehirli balıklar; genellikle diken gibi bir zehirleme aygıtına sahiptirler. Zehir dikenine, genellikle yavaş yüzen, dibe bağımlı yaşayan türlerde rastlanır. Dipten bağımsız yaşayan türlerdeyse bu tip uyumlar kuyruk bölgesinde bulunup, çok ender

olarak gözlenir. Ayrıca tropik ve ılıman bölgeleri, zehirli balıklar açısından karşılaştırmak gerekirse: tropik bölgelerde ılıman denizlere göre daha fazla zehirli tür bulunduğu bilinmektedir. Ülkemiz sahillerinde bilinen en zehirli balıklar trakonyalardır. Bu familyadan varsam balığı (Echiichthys vipera) gerek zehrinin şiddeti, gerekse plajlara yakın bulunması bakımından en tehlikeli balık olarak kaydedilmiştir. Pasif zehirli balıklarsa, balığın yenmesiyle pasif olarak zehir (toksik) etkisi yaratan grubu oluşturmaktadır. Zehirlerini etlerinde, kanlarında, deri ve yumurtalarında bulundururlar. Bu tip

47

Trakonya. Fotoğraf,Tahsin CEYLAN


olarak da adlandırılan trakonya, küçük balık ve kabuklularla beslenir. Eti lezzetli olmakla beraber az avlandığından ekonomik değeri yoktur (3).

nedenle plajlarda yürürken ayağı zeminde sürümek balıkların ürküp kaçmasını sağlayacak ve tehlikeyi kısmen uzaklaştıracaktır.

Sahillere yaklaştıkları dönem, deniz faaliyetlerinin yoğun olduğu yaz dönemine rastladığından yüzücüler, dalıcılar ve balıkçılar için tehlike yaratırlar. Birinci sırt yüzgecinin 1-2-ve 3. dikeni ile solungaç kapağının ucundaki dikenler (yüzgeç dikeni) zehirlidir. Özellikle solungaç kapağının zehri diğerine oranla 10 kat daha güçlüdür (4).

Bu tip balıkların çok yaygın olduğu plajlardaysa elde taşınacak bir sopa yardımıyla zemini yoklamak, balıkları ürküterek kaçıracaktır.

Dinlenme halindeyken sırt yüzgeci ışınları yatık konumdadır. Ancak ürkütüldüğünde veya tahrik edildiğinde yüzgeç ve solungaç kapaklarını açarlar. Yapılan gözlemlerde, balığın, solungaç kapağı dikenlerini vücut eksenine göre 35-40 derece açabildiği izlenmiştir. En hafif dokunma bile bu balıkların kurbanlarını sokmaları için yeterli olmaktadır. Yapılan bir araştırmaysa, zehirlerinin 0,0004 ml’sinin 250 fareyi öldürebilecek güçte olduğunu ortaya koymuştur (4).

48

Korunma Yolları: Trakonya, Üzgün, Rina ve Tiryaki gibi balıklar çoğunlukla kum ya da çamura tamamen gömülü olarak yatarlar. Bu tip balıkların yayılım gösterdiği plajlarda dolaşan insanlar için en büyük tehlike, balıkların üzerine basmaktır. Bu

Zehirli balıkların oluşturduğu bir diğer tehlike de, bu balıkların olta veya ağlarla yakalanması sırasında ortaya çıkar. Balık sudan dışarıya çıkarılırken, korunma içgüdüsüyle dikenlerini, solungaç kapaklarını açar. Bu yüzden zehirlenmeler genellikle dikkatsizce elleme nedeniyle balık ağdan ya da oltadan çıkarılırken ortaya çıkar (2). İSKORPİT İskorpit balıkları, ülkemizde trakonyalardan sonra en kuvvetli zehre sahip balıklardır. İngilizce adı Scorpion Fish’ tir. Rengi koyu kahverengi olup boyları 5-50 cm arasında değişir. Kafa büyük olup, vücudun yarısı kadardır. Kafasında sayısız diken ile girinti ve çıkıntı vardır. Vücut rengi koyu kırmızıdan, açık pembeye kadar değişme gösterir. Göğüs yüzgeci fazla geniş ve yuvarlaktır. Birinci sırt yüzgecinin onbir, anüs yüzgecinin üç, karın yüzgecinin bir dikeni zehir taşır (3).

Sokar Balığı. Fotoğraf,Tahsin CEYLAN

sayesinde kabukluları rahatlıkla yiyebilmekte ve ağları parçalamaktadır.

Ekonomik değeri çok yüksektir ve ülkemizde oldukça fazla miktarda tüketilir. Genelde kayalık alanları yaşam alanı olarak tercih ederler (1).

Bu balıklar Avustralya, Japonya, Hint Okyanusu, Doğu Afrika ve Kızıldeniz kökenlidir. Süveyş Kanalı vasıtasıyla 10 tür balon balığının Akdeniz’e geçtiği bildirilmiştir. İskenderun’dan Muğla’ya kadar olan sahillerimizde sayıları gün geçtikçe artmaktadır. Balık, tetrodotoksin zehirlenmesine yol açar. Kendisi zehir üretmez ancak aldığı zehri depolar. Bu zehirli maddeye kırmızı alglerde de rastlanılmıştır. Balon balığının da bakteriyi bu bitkiyi yiyerek aldığı sanılmaktadır. İşin ilginç yanı balon balığı bu toksine karşı dayanıklıdır. Söz konusu zehirli madde, balığın derisi, karaciğeri ve bağırsaklarında bulunmaktadır.

Bütün denizlerimizde yaşamaktadırlar. Çok etkin bir zehir içermemekle birlikte dikenleri battığında kişinin duyarlılığına bağlı olarak, çok acı veren ve geç kapanan bir yara oluşmaktadır. Bu durumda eğer diken yaranın içinde kırılıp kalmışsa çıkarılmalı, yara sabunlu su ile yoksa amonyak ile yıkanmalıdır (5). BALON BALIĞI

İskorpit. Fotoğraf,Tahsin CEYLAN

Bilimsel adı Lagocephalus Sceleratus olan balon balığı, Tetraodontidae familyasındandır. (Eski Yunanca’da tetra= dört ve odous= diş demektir.) Pulsuz ve çok esnek bir deriye sahiptir. Sırt yüzgeci yoktur, kuyruğunun çatalları gri, ortası ise sarı ve üzerinde siyah noktalar vardır. Alt yarısı kurşuni, üst ve sırt kısmı ise siyah beneklerle dolu olup koyu gridir. Yöremizde “kurbağa balığı” adıyla da bilinen bu balık, kendini tehlikede hissettiği an, bir balon gibi şişmektedir. Dişler, üst çenede iki adet, kartal gagası gibi, öne doğru, alt çenedekiler ise içe doğrudur. Oldukça kuvvetli ve keskin olan bu dişleri

Balon balığı zehirlenmesinde; önce karın ağrısı, ishal, dudaklarda ve ağız içerisinde uyuşma daha sonra da nefes darlığı ortaya çıkmaktadır. Bunun yanında, Kanadalı bilim adamları, balon balığından elde edilen ve siyanürden daha etkili olan bir maddeden, kanser hastalarının ağrılarını dindirmek ve uyuşturucu bağımlılarını bu alışkanlıktan kurtarmak amacıyla yararlanmayı planlamaktadır. Bu balığın yenilmemesi öneriliyor ama yine de yenilecekse, derisinin yüzülmesi, iç

49 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

En sığ yerlerden 2000 metreye kadar değişebilen çok geniş bir yayılım gösterirler (4).


Elektrik Balığı. Fotoğraf,Tahsin CEYLAN

Tiryaki Balığı. Fotoğraf,Tahsin CEYLAN

50

Fakat Trakonya’daki tehdit ediciler bu balıkta da mevcut olduğundan Trakonya’ya göre daha zarif olan sırt yüzgeç dikenleri ile kendisini hemen ele verir. Varsam, Avrupa Denizleri’nin en keskin zehirli Trakonya türüdür ve karasularımızda da mevcuttur (1).

SOKAR BALIĞI

ÜZGÜN BALIĞI

Sokar balığı Kızıldeniz göçmenidir. Ekonomik değeri vardır. Boyu genellikle 15-20 cm arasında değişir. Diğer zehirli balıkların aksine otçul olarak beslenen tek zehirli balıktır. Sırt ve karın yüzgeçlerinin tümü zehir bezleri taşır. Bir ilginç özelliği de öldükten sonra bile zehrinin etkisini dikenlerinde korumasıdır. Bu yüzden balıkları ağdan alırken bile zehirlenmek mümkün olduğundan azami dikkat edilmelidir (1).

Üzgün balıkları genelde derin sularda yaşarlar ve zehir etkileri diğerlerine göre çok azdır. Bu nedenle yüzücüler ve dalgıçlar için bir tehlike oluşturmazlar. Denizlerimizde 4 türü vardır. Boyları 5 - 50 cm arasında değişir (1).

VARSAM Bu sınıfın en tehlikelileri kategorisinde rahatlıkla anabileceğimiz bireylerden biri de aynı aileye mensup olduğu halde, ismi çok duyulan ama kimsenin görmediği, tanımadığı bir tür olan Varsam’dır. Trakonya’ya göre daha seyrek oltaya geldiği içindir ki pek bilinmez, tanınmaz. Bu da bu tehlikeli sınıfı tanımayanlar için oldukça büyük bir risk taşır.

TİRYAKİ BALIĞI Tiryaki balığı kumlu ve çamurlu zeminlerde kendini zemine gizleyerek sadece gözleri ve ağzının hemen yanında sahte yem olarak kullandığı deri parçası dışarıda kalacak şekilde yaşar. Zehir etkisi diğerlerine oranla daha azdır. Genelde 20-25 cm boylarındadır (1). ELEKTRİK BALIĞI Bir köpek balığı türüdür. Sıcak ve ılıman denizlerin 100 – 150 m’ye varan diplerinde fazla göç etmeden yaşar. Boyu 150 cm. olabilir. Genelde avlanmak için veya tehlike halinde 100-220 volt’a varan, insan için

tehlikeli fakat öldürücü olmayan kısa süreli elektrik çarpması yapar. Bahar – yaz aylarında çiftleşerek ürer. Dişileri 14-15 yavru yapar. Eti yenilebilir, fakat ülkemizde fazla tüketilmez (3). Zehirli balık çarpmalarında tedavi acıyı hafifletme, zehrin etkisini önleme ve enfeksiyona karşı önlem alma yönünde gerçekleştirilmeli ve tedaviye zaman geçirmeden derhal başlanmalıdır. 1. Yarada gözle görülebilen herhangi bir diken, deri parçası veya yabancı bir cisim varsa yara temizlenmelidir.

Alınan tüm önlemlere ve olanca dikkate rağmen yine de bu zehirli canlılar tarafından sokulmak mümkündür. Zehirlenmeyle ilgili hiçbir şey bilmesek bile ülkemizde bu konuda bize yardımcı olabilecek bir Zehir Danışma Merkezi bulunmaktadır. Herhangi bir zehirlenme durumunda (gıda zehirlenmesi, arı sokması, yılan sokması gibi her türlü zehirlenmeye karşı) 24 saat faaliyette olan bu merkeze telefon edip doktor yardımıyla ilk yardımı kendiniz yapabilirsiniz.

2. Yarayı temizlemek amacıyla temiz içme suyu tercih edilmelidir, yoksa deniz suyu kullanılabilir. 3. Sıcak (45 ºC - 60ºC) uygulaması da pek çok deniz canlısının zehrini etkisiz hale getirir. Yaralanan bölge, dayanılabilecek en sıcak suda 30-90 dakika bekletilmelidir. Acının devam etmesi durumunda sıcak su tedavisi tekrarlanmalıdır. 4. Kanama yoksa yaranın üzeri kesinlikle kapatılmamalı; kanama varsa hemen durdurulmalıdır. Mekanik yaralanmalar da kan akışı durdurulduktan sonra temizlenip pansuman edilmelidir. 5. Yarada enfeksiyon belirtileri varsa bir tıp doktoru gözetiminde tedaviye başlanmalıdır (1).

KAYNAKLAR : (1) http://www.denizce.com. (2) http://www.denizveyelken.com/showthread.php?357-Zehirli-Balıklar-Nasıl-TedaviEdilir? (3) http://www.mailce.com/en-zehirli-baliklar.html (4) Bilim ve Teknik Dergisi, Sayı: 414, mayıs-2002 (5) http://www.scubaturk.8m.com/new_page_9.htm (6) http://www.nkfu.com/balon-balığına-dikkat/

51 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

organlarının patlatılmadan dikkatlice çıkarılması gerekmektedir. Japonya’da bu balıktan yapılan fugu adı verilen yemek, diplomalı aşçılar tarafından hazırlanmaktadır. Diploma bir sınav sonrası verilir. Sınavda aşçı bu yemeği hazırlayıp yiyor ve ölmüyorsa diplomayı hak etmektedir (6).


52

GBET GEZİSİ [ Hazırlayan ] Orhan NİŞANCI | SG Yb.

Mustafa GÜMÜŞİĞNE | SG Bnb.

Genelkurmay Başkanlığı tarafından koordine edilen Ekim 2011 Dönemi Görev Başı Eğitimi ve Tetkik (GBET) Gezisi 13-20 Ekim 2011 tarihleri arasında Belçika ve İtalya’da icra edilmiştir. Geziye Belçika ve İtalya Grubu olarak 20 kişiden oluşan iki grup halinde eşli olarak iştirak edilmiş olup Belçika Grubu’nda kontenjan dahilinde Genelkurmay Başkanlığı Karagahından 1 , Kara Kuvvetleri Komutanlığından 8, Deniz Kuvvetleri Komutanlığından 2, Hava Kuvvetleri Komutanlığından 2, Jandarma Genel Komutanlığından 4, Özel Kuvvetler Komutanlığından 2, Sahil Güvenlik Komutanlığından 1 personel katılmıştır. Gezi öncesi Genelkurmay Başkanlığı Karargahında bilgilendirme toplantısı yapılmış, bu toplantıda

geziye ilişkin detaylı program açıklanmıştır. 20 aileden oluşturulan İtalya Grubu’nda Genelkurmay Başkanlığı Karargahından 1, Kara Kuvvetleri Komutanlığından 8, Deniz Kuvvetleri Komutanlığından 2, Hava Kuvvetleri Komutanlığından 2, Jandarma Genel Komutanlığından 4, Özel Kuvvetler Komutanlığından 2, Sahil Güvenlik Komutanlığından 1 personel eşli olarak geziye iştirak etmiştir. İtalya gezisi kapsamında ilk 3 gün Roma (Collesium, Venedik Meydanı, Eski Roma Meydanı, Aşk Çeşmesi, İspanyol Meydanı ve Merdivenleri, Novano Meydanı, Melekler Kalesi, Tiber Adası, Vatikan), 4’üncü gün Floransa ve Pisa, 5’inci gün Venedik, son 3 gün Napoli

Kriterleri dikkate alındığında müteakip dönemde TSK personelinin başarma azminin pekiştirilmesi, değişik kuvvetlerden tefrik edilen personelin birliklerini daha yakından tanıması, yurt dışında görev yapan TSK personeli ve ailelerinin çalışma ve yaşam şartlarının yerinde görülmesi ve yurt dışına hiç çıkmamış ya da çok az çıkmış personelin görgü ve bilgisinin artırılması açısından çok yararlı olduğu değerlendirilmektedir.

53 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

(Pompei, Müşterek Kuvvet Komutanlığı Karargahı, Napoli Şehir Merkezi) gezilmiştir. Roma Silahlı Kuvvetler Ateşeliği ve Napoli Türk Kıdemli Subaylığı personelinin yakın ilgisiyle biraz yorucu ama çok keyifli bir gezi olmuştur. Gezi süresi dikkate alındığında 4 ülkeyi kapsaması açısından çok iyi planlandığı görülen GBET Gezisi personel ve ailelerinin göreve yönelik motivasyonlarının artırılması, Personel Seçim


BİLİŞİM

BİLİŞİM TEKNOLOJİLERİ 54

[ Hazırlayan ] Murat GÜLCAN | SG Tek. Kd. Bçvş.

Bugün için Bilişim Teknolojileri (BT)’ni yalnızca bilgisayar sistemlerinin kurulması ve yazılımların yapılandırılması ile sınırlamak doğru bir yaklaşım olmayacaktır. BT, güncel bir bakışla; bilgisayar donanımı, yazılımı, networkler, iletişim teknolojileri, bu alanda yetişmiş insan gücü, prosedürler, internet, intranet ve iletişim araçları gibi çok sayıda bileşene sahiptir. Bilişim, bilgi ve teknolojinin birlikte kullanılarak üretilen sonuçlar olarak tanımlanabilir. Bilişimin alt elementleri olarak bilgisayar yazılımı, bilgisayar donanımı, bilgisayar kullanıcısı ve bilgi toplumunu sayabiliriz. Bilgi paylaştıkça çoğalan bir etkiye sahiptir.

Bildiklerimizi paylaştıkça diğer insanların bu bilgilerin üzerine bir şeyler koyarak yeni bilgiler üretmesine olanak sağlanır. Aslında bilişim sektörünü bu kadar önemli bir yere getiren özelliği de budur. İnternet ağı bilgisayarların birtakım bağlantı sistemleri ile birbirlerine bağlanarak veri göndermesini sağlar. Veriler elektrik kabloları gibi kablolar ve telefon hatları gibi bağlantı şekillerinden bilgisayarlar arasından taşınır. İnternet bu genel iletişim ağının adıdır. Bu ağ bilgisayar üzerinden veri göndermemize, görüntü göndermemize veya ses göndermemize yarar. Artık günümüzde internet üzerinden telefon-sohbet-görüntülü konuşma gibi imkanları bize sağlayan bilgisayar programları vardır. Bu programlar bilgimizi başkaları ile paylaşmamıza yardımcı olmaktadır. Sözlük anlamı “bilginin, sanayideki işlemlerde sistematik olarak uygulamaya alınması” demek olan

Bilgi teknolojilerinde ise geçen 15 yılın şüphesiz en önemli gelişmesi internetin hayatımıza girmesi oldu. Gerek bilgisayarların ve diğer donanımların gelişimi, gerekse yazılım dünyasının bu derece zenginleşmesi internet sayesinde oldu diyebiliriz. Üstelik internet sadece bunları yapmakla kalmadı. İnsanları, kurumları ve ülkeleri birbirlerine yakınlaştırarak rekabeti artırıp, yine bilgi

teknolojilerinin üretkenliği daha fazla geliştirmesi için gerekli şartları sağlayarak bir döngü oluşturdu. Bilişim teknolojilerindeki süreci düşündüğümüzde unutmamamız gereken nokta şudur ki : Gelecek, bilişim ile gelecek. Günümüzde internetin etkisinin kuşakları nasıl değiştirdiğine tanıklık ediyoruz. Kısa sürede bu kadar hızla ilerleyen bilişim teknolojisinin bundan sonraki süreçte ulaşabileceği seviye insanı gerçekten heyecanlandırıyor ve umutlandırıyor. KAYNAKLAR : (1) http://www.teknolojide.com (2) http://www.bilgisite.com

55 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

Bilişim Teknolojileri aslında bilgisayar sektöründeki gelişmelerin sonucunda ortaya çıkmış ve verileri saklamak, iletmek ve işlemek için kullanılan donanım ve yazılım teknolojilerini içeren bir alandır.

teknoloji, geniş anlamda, araştırma, geliştirme, üretim, pazarlama, satış ve satış sonrası hizmeti kapsayan bir sanayi sürecinin, etkin ve verimli bir biçimde gerçekleştirilmesi için kullanılabilecek bilgi ve becerilerin tümü olarak tanımlanabilir.


56

[ Hazırlayan ] Evrim ELİAÇIK | Psikolog

Anne-babanın temel görevi, çocuğun fiziksel, psikolojik ve sosyal ihtiyaçlarını karşılayarak sağlıklı bir çocuk yetiştirmek, toplumun kültürel değerlerini ve kurallarını çocuğa aktarmaktır. Peki, bu kadar kutsal ve önemli bir görevin sorumluluğunu üstlenen genç anne-baba adaylarının kaçı bu zor iş için yeterli bilgi ve beceriye sahiptir ? Annebabaların çocuk yetiştirme konusundaki bilgi ve becerileri arttıkça yeni nesillerin çok daha sağlıklı yetişecekleri aşikardır. Anne-baba olma sürecinde ebeveynlerin tutum ve davranışları bir çok faktörden etkilenir: Bir bebeğin planlanmış-beklenen bir bebek olup olmadığı, cinsiyeti, mizacı, sağlık durumu, kaçıncı çocuk olduğu, doğduğunda ebeveynlerinin yaşları,

fiziksel-psikolojik sağlıkları, bebekle ilgili önceki beklentileri, ailenin sosyoekonomik durumu, çekirdek veya geniş aile olması gibi pek çok faktör anne baba tutumlarını etkiler. Bebek doğmadan önce adeta anne-babanın kafasındaki imajlarla ve beklentilerle başlayan ebeveyn-çocuk ilişkisi, bebeğin doğumuyla birlikte somut eylemlerde kendini göstermeye başlar. Anne-baba ilk günden itibaren yeni doğan bebeğin ihtiyaçlarını gidermeye çalışırken bir yandan da anlaşılması zor sözel olmayan iletişim biçimlerini sürdürürler. Zorluk her iki tarafın da birbirinin dilini anlamamasından kaynaklanmaktadır. Kısa bir süre içinde ebeveyn, hangi ağlamanın ne anlama geldiği, bebeğin ne zaman acıktığı, ne zaman uykusu geldiği

Çocuk yetiştirme tutumları toplumdan topluma, kültürden kültüre farklılıklar gösterdiği gibi, aynı toplumdaki aileler arasında da farklılaşabilir. Örneğin Amerikalı ve Japon aileler çocuklarını farklı anlayışlarla yetiştirir. Amerikan çocukları daha bağımsız ve rekabete dayalı yetiştirilirken, Japon çocukları genelde içinde bulundukları grubun menfaatlerini önemseyerek ve daha bağımlı olarak yetiştirilir. Aynı toplum içinde de aile yapısına göre tutumların farklılaşacağını söylemiştik. Örneğin Türkiye’de köyde büyüyen bir çocuğa daha çok sorumluluk yüklenip çocuktan daha çok inisiyatif kullanması beklenirken, şehirde yetişen bir çocuk daha el bebek gül bebek yetiştirilip kendisine daha az sorumluluk verilebilir.

Anne babanın çocukla ilişkisi üzerine yapılan bir çok araştırma, anne babanın çocukla olan etkileşiminin, çocuğun fiziksel, duygusal, sosyal ve zihinsel gelişimiyle kişiliğinin yapı taşlarını oluşturduğunu göstermiştir. Dünyada ne kadar çok anne baba varsa bir o kadar da çocuk yetiştirme biçimi olduğunu söyleyebiliriz. Ancak bu yetiştirme biçimlerinin ortak özelliklerini ele alarak tutumları 5 grupta sınıflandırabiliriz: Aşırı koruyucu – müdahaleci anne baba tutumu, aşırı otoriter-baskıcı tutum, izin verici tutum, reddedici tutum ve demokratik tutum. Şimdi bu tutumları tek tek irdeleyelim. AŞIRI KORUYUCU VE MÜDAHALECİ ANNE BABA TUTUMU Bu tutumu benimseyen anne babalar çocukları için adeta koruyucu bir kalkan veya pembe bir atmosfer oluşturarak onu dünyadaki tüm zararlardan korumaya çalışırlar. Çocuklarına hiç sorumluluk vermez, çocuğun yapabileceği bir çok şeyi çocukları yerine kendileri yaparlar. Çocuklarının yalnız başına hiçbir şeyi beceremeyeceklerini, hiçbir zorluğun üstesinden tek başlarına gelemeyeceklerini düşünürler. Örneğin kendi kendine yiyebilecek yaşta olmasına rağmen çocuğun ağzına kaşıkla yemek vermek, yorulmasın diye onun yerine ev ödevini yapmak gibi. Hatta bu tutumu abartan kimi

57 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

ÇOCUK YETİŞTİRME TUTUMLARI

gibi konularda bebekle sözel olmayan ortak bir dil oluşturur. Bebek bakımı konusunda daha önceden hiçbir deneyimi olmayan anne-babalar bile kısa bir süre sonra son derece aciz ve kendine bile yetemeyen bu varlığın, istek ve arzularını yaptırabilmek için onları ne kadar zorladığının farkına varır. Özellikle yüksek sesle ağladığı zaman bu zorluk dayanılmaz boyutlara ulaşabilir ya da bazen bebeğin sevimli bir gülüşü sonrası onun isteğini yerine getirmemek mümkün olmayabilir. İşte tam bu noktada gelecekte her yönden sağlıklı bir çocuk yetiştirmek için nasıl bir tutum benimsemek gerektiğini bilmenin önemine geliyoruz.


ebeveynler, 30 yaşındaki evlenmiş çocuklarının ev yaşamına karışmaya varan uygunsuz müdahalelerde bile bulunabilirler. Bu tutumla yetiştirilen çocuklar, kendilerini koruyacak yetişkinlerin olmadığı yaşıt grupları içinde, oyun ve arkadaş ortamlarında varlık gösteremezler, diğer çocuklar tarafından alay edilebilir, dışlanabilir ve tartaklanabilirler. Çoğu zaman bu tutumla yetiştirilen çocuklar, yetişkinlik dönemlerinde kendi kendine yetemeyen, destek olmaksızın birçok işi beceremeyen, daima başkalarının desteğine ihtiyaç duyan, girişimci olmayan, korkak, çekingen, kendine güvensiz, sosyal ilişkilerde pasif bireylere dönüşürler. Aşırı koruyucu ve müdahaleci anne babalar, çocuklarını adeta kendi uzantıları olarak görür, onun bireyselliğini asla kabul etmezler. Özellikle kız çocuğu üzerinde daha da fazla kontrol sağlamaya çalışırlar, çünkü kız çocuğunun bağımsızlığının daha çok tehlike içerdiğini düşünürler. Bu tip tutumun kaynağında çocuğun ölen bir bebeğin arkasından doğması, tehlikeli bir hastalık geçirmiş olması gibi travmalar, eşler arasındaki çatışmalar veya anne babanın kendi çocukluğunda yeteri kadar sevgi ve ilgi görmemesi gibi durumlar olabilir.

58

Aşırı koruyucu ve müdahaleci tutum, uzmanlarca

hiç uygun bulunmayan anne baba tutumlarından biridir. 2. AŞIRI OTORİTER VE BASKICI ANNE BABA TUTUMU Bu tutumu benimseyen anne babalar da, tıpkı aşırı koruyucu tutumda olduğu gibi çocuklarının ayrı bir birey olduğu olgusunu hiç dikkate almazlar. Ancak bu tutumun temel ayırt edici özelliği çocuğa uygulanan yoğun baskılardır. Hiçbir açıklama yapılmaksızın koyulan katı kurallar vardır ve çocuğun bu kurallara koşulsuz itaat etmesi beklenir. Aksi takdirde çocuğa psikolojik baskı ve hakaretten fiziksel şiddete kadar uzanan çeşitli cezalar uygulanır. Çocuklarına karşı sürekli bir hata arama, denetleme ve şekil vermeye çalışma durumu söz konusudur. İletişim tek yönlüdür. Baskıcı tutum, anne-baba-çocuk ilişkisindeki sevgi ve ilgiye dayalı ilişkiyi engeller, korku ve kızgınlık duyguları ebeveyn-çocuk arasındaki ilişkinin temelini oluşturur. Bu şekilde yetiştirilen çocuklar, duygularını kolay ifade edemeyen, otorite varlığında sinen, ancak otoritenin olmadığı yerlerde kurallara aykırı davranan kişilere dönüşürler. Kendilerinden güçlü kişilere itaat eder, güçsüz kişilere karşı ise saldırgan davranışlar sergilerler. Üzerlerine uygulanan baskıyı,

kendilerinden güçsüz olan başkalarının üzerine aktararak stres yükünü boşaltmaya çalışırlar. Bu tutum tarzı da uzmanlarca kaçınılması gereken anne baba tutumlarına örnek gösterilebilir. İZİN VERİCİ TUTUM

Bu tutuma sahip ebeveynler, okul yıllarına kadar çocuklarıyla ilişkilerini sorunsuz sürdürseler bile, okul çağıyla beraber çatışma yaşamaya başlarlar, çünkü okuldaki öğretmenler ve arkadaşları, izin verici tutumla yetiştirilmiş çocuğun tüm isteklerini hemen yerine getirmezler. Ayrıca yaş büyüdükçe isteklerin boyutu ve maddi değeri de büyür. 3 yaşında iken bir şekerle, 5 yaşında iken oyuncak bir ayıcıkla susturulabilen çocuk, 14 -15 yaşına geldiğinde cep telefonu, motosiklet gibi objelerle susturulabilir. Kısacası çocuğun isteklerinin sonu yoktur, dizginler baştan sıkı tutulmazsa sonra çok büyük problemler yaşanır.Bir diğer sorun, bu tutumla yetiştirilen ve her istediğini hemen elde etmeye alışmış çocukların hiçbir şeyden kolay tatmin olmamaları ve bu tatminsizlik sonucunda sürekli yeni arayışlar içine girmeleridir. Bu arayışlar onları özellikle ergenlik döneminde sigara, alkol, uyuşturucu kullanma, arabayla hız yapma gibi

59 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

Bir diğer problemli anne baba tutumu da izin verici tutumdur. Bu tutumu benimseyen anne babalar, genellikle çocuklarının her yaptığını hoş karşılar. En önemli özellikleri çocuklarını hiçbir şekilde denetlememeleri ve çocuklarının istedikleri her şeyi yapmalarına izin vermeleridir. Bu çocukların yeme, uyku, televizyon seyretme gibi davranışları tamamen onların isteklerine göredir. Bu davranışlar aile içinde sorun yaratmasa dahi, toplumsal kuralların başladığı, okul, iş, arkadaş ortamı gibi sosyal ortamlarda sorun olmaya başlar. Arzu ve isteklerini denetlemesini öğrenememiş olan çocuk, kendi anne babasından gördüğü izin verici tutumu diğer insanlardan göremeyince hayal kırıklığına uğrar, ev dışındaki ortamlarda istekleri karşılanmayınca ne yapacağını şaşırır. Böyle bir durumda saldırgan davranışlar gösterebilir, ya da arkadaşları tarafından dışlanabilir. Bu tip çocuklar istek ve arzularını denetlemeyi öğrenemedikleri için, dikkat ve çaba gerektiren işleri yapmaktan hemen sıkılırlar, örneğin derslerine yeterince konsantre olamazlar. Anne babalar

ise çocuğun tüm isteklerini yerine getirmelerine rağmen neden hala onu memnun edemediklerini veya derslerine ilgi göstermediğini anlayamazlar. Anne babalar her şeye izin vererek çocuğa ne kadar pembe bir dünya yaratmaya çalışsalar da gerçek dünyada çocuk zorluklarla mücadele etmek zorunda kalır ve bu zorluklara karşı dayanıklı olmak için de isteklerini geciktirmeyi, sabırlı olmayı, hayatta her istediğini elde edemeyeceğini öğrenmesi gerekir.


olduğunu kabul eder, onu kimseyle kıyaslamaz, aile içinde özgür bir şekilde gelişmesini, yeteneklerini ve potansiyellerini en üst düzeyde açığa çıkarmasını, diğer bir deyişle kendini gerçekleştirmesini sağlar. Karşılıksız sevgi gösterilir. Fikirlerini özgürce ifade etmesi yönünde desteklenir. Katı kurallar koymak yerine, esnek davranmayı da bilir, arkadaşça yaklaşırlar, onunla bir çok şeyi paylaşır, çocuğa onun ayrı bir birey olduğunu hissettirirler. Yaşına ve gelişimine uygun çeşitli sorumluluklar verip, inisiyatif almasını sağlarlar. Örneğin 3 yaşında bir çocuktan dışarıdan geldiğinde pabucunu yerine kaldırması, 8 yaşında bir çocuktan yemek masasını toplamaya yardım etmesi istenebilir.

60

Başarısızlıkların cezalandırılması yerine başarılar ödüllendirilir. Çocuğun yaptığı hatalar üzerine yoğunlaşmak yerine öncelikle olumlu davranışları takdir etmek, çocuğun olumlu bir benlik duygusu geliştirmesine yardımcı olur. Ceza asla dövmek, sövmek, odaya kapatmak gibi olumsuz somut bir eylem olmamalıdır. Ceza ancak bir ödülden mahrum bırakmak şeklinde olabilir. Örneğin hatalı davranan çocuğa bağırmak yerine, ona bu yaptığının neden kötü bir davranış olduğunun mantıklı açıklaması sakin bir ses tonuyla yapılarak, hafta sonu gidilmesi planlanan lunaparktan vazgeçilebilir veya seyretmek

REDDEDİCİ TUTUM Çocuğun anne baba tarafından istenmediği ve nadir görülen çok olumsuz bir tutum biçimidir. Bu durum istenmeyen bir gebelik, evlilik dışı ilişki, tecavüz gibi olaylar sonucu ortaya çıkan doğuma bağlı olabilir. Bu tip ebeveynler çocuklarına ilgi ve sevgi göstermezler, çoğu kez de çocuktan nefret ettiğini açıkça gösteren davranışlar sergilerler. Aşağılayıcı hakaretler, dayak, tehdit, çocuğu terk etme gibi çok çeşitli tepkilerde bulunabilirler. Böyle olumsuz bir ortamda yetişen çocukta gelecekte psikolojik sorunlar ortaya çıkması kaçınılmazdır. Bu çocuklar kendileri sevgi görmedikleri için, sevgi göstermeyi de bilmezler, diğer insanlara karşı güvensiz olurlar. İlişki kurmakta zorluk çekerler, sürekli kızgınlık, nefret duyguları yaşarlar. Adli boyutları da olan bu tip bir tutuma evde maruz kalan çocukların, Sosyal Hizmetler’e bağlı çeşitli yurt

ve kurumlarda büyümeleri onlar için çok daha uygun olacaktır. DEMOKRATİK ANNE BABA TUTUMU Demokratik anne baba tutumu, sağlıklı bir çocuk yetiştirmek için en uygun yoldur ve psikologlar tarafından da tavsiye edilen yegane tutumdur. Bu tutuma sahip anne babalar davranışlarını çok daha akılcı bir biçimde yönetirler. Demokratik tutum asla izin verici tutumda olduğu gibi çocuğun her istediğini yapmasına izin veren bir tutum değildir. Demokratik tutum sahibi anne babalar, insanların grup halinde yaşamak için ilişkilerini düzenleyen belirli kurallar olması gerektiğini bilir, çocuğuna mantıklı açıklamasını yaptığı kuralları öğretir. Çocuk bu kurallara uyduğu sürece özgürdür. Buradaki önemli nokta kuralların çocuk tarafından anlaşılmasını sağlamak ve tutarlı olmaktır. Bu tutuma sahip anne babalar, çocuklarını ayrı bir kişi olarak kabul edip onlara değer vermekte, bağımsız bir kişilik geliştirmelerini teşvik etmektedir. Çocuğun kendine has ve biricik

Demokratik tutumun olmazsa olmaz bileşeni empatidir. Empati, kişinin kendisini karşısındakinin yerine koyabilme ve onun duygularını hissedebilme kapasitesidir. Çocuğuyla başarılı bir biçimde empati kurabilen ebeveynler, onlarla daha sağlıklı ilişkiler kurarlar. Bir diğer önemli konu etkin dinlemedir. Etkin dinlemede hem konuşan hem dinleyen etkindir, çocuğun duygu ve düşüncelerini ifade etmesine izin verilir. Çocuğun içinde bulunduğu duygu durumu anlaşılmaya çalışılır. Kaba tabirle etkin dinlemede çocuk adam yerine konduğunu hisseder. Demokratik tutumla yetiştirilen çocukların, temel güven duyguları gelişmiş, bağımsız, girişken, sorumluluk sahibi, okul başarısı yüksek, toplumsal uyuma sahip, saygılı, yaratıcı bireylere dönüştüklerini söyleyebiliriz. KAYNAKLAR: 1. Çocuk, Ergen ve Anne – Baba, Doç. Dr. Gül ŞENDİL. Çantay Yayınları, 2003

61 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

davranışlara sevk edebilir. Dolayısıyla bu tutum tarzının da asla tavsiye edilen bir tutum olmadığını söyleyebiliriz.

istediği çizgi filmi seyretmesine izin verilmeyebilir. Bu disiplin yönteminde sevgiden mahrum bırakmak asla söz konusu olamaz. ‘Böyle yaparsan seni sevmem, artık senin annen olmam’ gibi cümleler asla kurulmamalıdır.


ATATÜRK’ÜN ASKERİ KİŞİLİĞİNİN OLUŞUMUNDAKİ ETKENLER [ Hazırlayan ]

62

Ahmet ÖZKURT | Svl. Me.

Atatürk, bunalımlı bir devirde doğdu, bunalımlı zamanları yaşadı ve onlarla çarpışarak başarıya ulaştı. 1881 yılında Selanik’te dünyaya geldiği vakit Osmanlı İmparatorluğu dağılma aşamasındaydı. Doğumundan üç yıl önce, 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı sonunda, Balkanlar’da Sırbistan, Karadağ, Romanya imparatorluktan ayrılıp bağımsızlıklarını ilan etmişlerdi. Anadolu’nun kuzeydoğusunda Batum, Kars, Ardahan Ruslar’ın eline geçmiş; Güneyde de Kıbrıs adasına İngilizler yerleşmişti. Bu büyük toprak kayıplarını Fransa’nın

Tunus’a, İngilizler’in de Mısır’a yerleşmesi izledi. Sultan II.Abdülhamit, geri kalan imparatorluk topraklarının korunması için selametin baskıcı bir yönetim ile gelebileceği fikrine kapılmış ve Meşrutiyet idaresine son vermişti. Özgürlüğü ulus için bir zehirden farksız görmekteydi. İlk Anayasa’nın babası Mithat Paşa’yı Yıldız Sarayı’nda kurdurmuş olduğu bir mahkemede sudan bahanelerle ölüme mahkum ettirmek için her türlü baskıyı yapmaktaydı. Abdülhamit’in baskıcı siyaseti Batı’nın sömürgecilik taraftarı kalem sahiplerinin işine

kendisini yetiştirmek için ailesinden bir şey bekleyemezdi. Atatürk Askeri Rüştiye’de, İdadi’de ve Harp Okulu’nda zeki, çalışkan ve öğrenmeye meraklı bir öğrenci olarak sivrildi. Harp Akademisi’nde askeri uzmanlık bilgileri yanında hitabet, yabancı dil ve sosyolojiye merak sardı. Bu arada, baskı idaresinin yasaklamış olduğu devrimci edebiyata da ilgi gösterdi. Fransız İhtilali bildirilerini okuyor, Namık Kemal’in vatan ve özgürlük ile ilgili şiirlerini ezberliyordu. Ali Fuat (Cebesoy) anılarında, onun Namık Kemal’de şu beyti sık sık okuduğunu hatırlamaktadır: Vatanın bağrına dayamış düşman hançerini Yok imiş kurtaracak bahtı kara maderini Bu beyit Atatürk’ün üzerinde o kadar derin bir etki yapmıştı ki, devrinin gençlerini sarmış olan ihtilal havası onu da sardı. Memleketin kurtuluşu için çare düşünenler ve tedbir arayanlara o da karıştı. Gizli cemiyet kurdu ve gazete çıkardı. Ne var ki, bu çalışmalar da kendisini tatmin etmedi. Sanki ulusun başına gelen bütün felaketlerin sorumlusu kendisi imiş, devleti kurtarmak kendi görevi imiş gibi bir ruh hali içinde yaşıyordu. Geceleri yatağında gözüne uyku girmiyor, memlekete getirilmesi gereken düzen üzerine düşünüyor ve ancak sabaha karşı uykuya dalabiliyordu. Bu sıkıntılarını yatıştırmak için, hayatı boyunca sürdüreceği alışkanlık olan içkiye başladı. Mustafa Kemal, Harp Akademisi’ni bitirdiği sırada 24 yaşındaydı. Bilgi dağarcığında büyük komutan olmak için gerekli temel bilgiler mevcuttu. Ayrıca karakteri de gelişmişti: özgür, ileri ve geniş görüşlüydü. Düşünceleri kesin ve onları belirtme biçimi askerliğin gerektirdiği sertlikle birlikte berraklık ve sıcaklık ta taşıyordu. 1905’te kurmay yüzbaşı

63 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

yarıyordu. Türkler’e karşı giriştikleri yıkıcı propagandada isnat ve iftiraları şu noktalarda yoğunlaşmakta idi: “Türkler sarı ırktandır; Asyalı’dır, göçebe ve zalim bir güruhtur, uygarlığa düşmandır, Avrupa uygarlığı için varlıkları bile lekedir. Avrupa’dan kovulmalıdırlar’’. Ve kovulmaları için de büyük ve küçük devletler arasında pazarlık yapılmakta, planlar hazırlanmakta idi. Atatürk böylesine bunalımlı bir zamanda doğdu. Çocukluk yıllarını geçireceği Selanik bir ordu merkezi idi. Askerler, subaylar ve savaş araçları kentin günlük yaşantısına renk ve hareket vermekte idi. Balkan uluslarının yayılma ihtiraslarının ilk tepkileri Selanik’te duyulur, komitacıların vahşetleri Selanik’teki Türkler’in ruhunda derin yankılar bırakırdı. Abdülhamit’in baskıcı yönetimi Selanik’te tartışılır, imparatorluğun kurtuluşu için tedbirler düşünülürdü. Bu dekor ve atmosferin Atatürk üzerinde etki yapması olağandı. Atatürk’ün doğuşunda bir ulus kurtarıcısının doğumuna işaret eden mucizeler belirmediği gibi, sonradan da uydurulmadı. Zaten onun doğduğu yüzyıl mucizelerin, hayatta “uğraşmak, didinmek, düşünmek, aramak, yaratmak” ile meydana geldiği bir devirdi. Ve bu mucizeler de artık mistik duygularla değil, akıl ve mantık ile çözümlenmeye başlamıştı. Atatürk bir halk çocuğuydu. Kendisine, ailesinden ne servet, ne şöhret, ne de silinmez eğitim birikimi kalmıştı. Annesine ve babasına bir hayat borcundan başka bir borcu yoktu. Meslek seçme yaşına geldiği zaman babası ölmüştü. Annesi çoktandır hafız olmasını istiyordu. O ise subay olmaya karar vermişti. Annesinin direneceğini hesaba katarak, ondan habersiz Askeri Rüştiye’ye girdi. Böylece askerlik mesleği kendi iradesinin bir mükafatı oldu. Bu mesleğin verdiği klasik eğitim dışında,


olarak görevine gitmek üzere İstanbul’dan ayrılacağı sırada, kendisini uğurlayan kurmay arkadaşına: “Benim için hayat yeni başlıyor” demişti. Atatürk Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisinde bir çok yerde görev almıştır. Bu görevlerinden her biri bağımsız bir yapıt özelliği taşır. Atatürk ilk başarısını, İtalyanlar’a karşı Trablusgarp’ta kazandı. İlk büyük zaferini İngilizler’e ve Fransızlar’a karşı Birinci Dünya Savaşı’nda Çanakkale’de sağladı. Bu zaferi, Ruslar’dan Van ve Muş’un kurtarılması izledi. Birinci Dünya Savaşı sonunda da Suriye cephesinde, İngiliz kuvvetleri karşısında başarılı bir geri çekilme ile Yıldırım Grubu Orduları’nı ezilmekten kurtardı ve Misak-ı Milli’nin Güney Anadolu sınırını Türk süngüleriyle çizdi. Dünyanın büyük devletlerinin büyük orduları karşısında kazandığı bu başarılar, daha Harp Akademisinde iken Ali Fuat (Cebesoy)’a

64

söylemiş olduğu şu sözü hatırlatır: “Bir gün gelecek biz de paşa olacağız. Mesleğimizde şerefle hizmet ederek belki yavaş, belki de süratle yükseleceğiz. Fakat rütbelerimizi savaş meydanlarında kazanacağız, yoksa baskıcı bir padişaha kul olarak değil…” Bu sözlerin söylendiği sırada Osmanlı Ordusu’nda 40 Mareşal, 60 General vardı. Ayrıca Abdülhamit’in yaverleri arasında 21 General, çeşitli rütbelerden 21 yaver ile 121 fahri yaver bulunmakta idi. Atatürk, rütbelerini, askeri kişiliği geliştikçe, düşman orduları karşısında kan ve ateş içinde elde etti. Ona göre askerlik mesleği, şeref ve kahramanlık mesleğidir. Şeref ve kahramanlık hiçbir zaman para karşılığı değildir. O’nun bu düşüncesi, asker kişiliğinin temelidir. Kahramanlığa verdiği anlam ise savaşta gösterilen kahramanlıktan çok daha geniştir. Özgür düşünebilmek, gerçekleri

enerjisini en yüksek düzeye çıkartan sadece, savaştır. Savaş, kendisine gözünü kırpmayan başkana ve uluslara bir asalet damgası vurmaktadır” Hitler de, fazileti savaşta gören savaşçı felsefelerin ateşli taraftarlarındandır. Osmanlı İmparatorluğu’nda ise savaş, Allah uğruna ve cennet için yapılırdı. Atatürk, bu görüşlerden hiçbirine benzemeyen ve hatta onlarla çelişen bir savaş görüşüne sahipti. Ona göre savaş, ne Tanrının belası, ne insanlık için bir erdem, ne de cennet karşılığı bir mücadeleydi. Savaş, insan iradesinin bir verimidir, oluşumu bakımından da bir cinayettir. Atatürk’ün savaş felsefesi ve topyekün savaş teorisinin yüzyıllardan beri sürüp gelen geleneksel düşünceler ile çatışması normaldi. Geleneklerden paçalarını kurtaramayan kimi arkadaşları, onun karşısına daima basmakalıp fikirlerle çıkmakta bir rahatlık duymuşlardır. Bu basmakalıp fikirlerin başında para konusu gelmekteydi.

65 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

dolandırmadan, yalana tenezzül etmeden söylemek de bu kavrama dahildir. “Cesaret benim karakterimdir” sözü bu nedenle medeni cesareti de kapsar. Atatürk’ün askeri kişiliğinin oluşmasında bir başka etken de, hayatın düşünce dinamizmine ayak uydurması, ömrü boyunca bir okul öğrencisi gibi okuması ve bir öğretmen gibi çevresindekileri eğitmesidir. Atatürk, daha İstiklal Savaşı başlarında Çankaya’da eski köşkte bir kitaplık kurmuştu. Atatürk’ün askeri kişiliği, askerlik bilim ve sanatı ile ilgili düşüncelerine yansımakta ve bu düşünceler, şu noktalara odaklanmaktadır: savaşın hak ile bağlantısı, savaşın yönetimi, zafer ve anlamı. Atatürk’ten önce Yakınçağ’a kadar, savaşın gerekli olup olmadığı, akıl ve mantık sınırları içinde tartışma konusu yapılmamıştı. Ortaçağ’da savaşın Tanrı tarafından, bir veba veya kolera gibi, insanlara nasip kılındığı inancı vardı. Bu inancın kapsadığı dinsel bir tevekkülle savaşın korkunç sonuçlarına katlanılmaktaydı. Mussolini’ye göre: “insan


Atatürk’e göre, ulus hayatının kurtuluşu yolunda bir savaş için ordu kurma fikri paradan önce gelir, bu nedenle O, önüne çıkan çeşitli çeşitli mali engelleri bir yana itmede güçlük çekmez. Yeri geldiğinde angaryayı ve müsadereyi bile meşru görür. Bu tedbirlere karşı kanunu siper yaparak bağırıp çağıranlara şu karşılığı verir: “İhtiyaç ve tehlike bize her şeyi meşru göstermektedir. Savaş zorunluluğu, ordunun ihtiyacı için millete angarya yaptırmayı gerektiriyorsa bunu yaparız ve en doğru kanun da budur. Milletin ve ordunun mağlup olmaması için kanun buna manidir diye gerekli gördüğüm tedbiri almakta tereddüt etmeyeceğim.” Savaş hazırlıkları ve yönetimi üzerindeki genel düşüncelerini Atatürk, meydan muharebesinin karakterine ilişkin olarak şu sözleriyle açıklamaktadır:

66

“Meydan muharebesi, milletlerin bütün

varlıklarıyla, ilim ve fen alanındaki seviyeleriyle, ahlaklarıyla, kültürleriyle, sözün kısası bütün maddi ve moral güçleriyle ve faziletleriyle ve her çeşit araçlarıyla çarpıştığı bir imtihan alanıdır. Bu alanda çarpışan milletlerin gerçek kuvvetleri ve değerleri ölçülür. Sonuç, yalnız maddi gücün değil, bütün kuvvetlerin, en çok moral ve kültürel kuvvetin üstünlüğünü de gösteren bir örnektir. Bu nedenle meydan muharebesinde yenilen taraf, milletçe ve memleketçe bütün maddi ve moral varlığı ile de mağlup edilmiş sayılır.” Atatürk’e göre savaş elemanları, savaşan taraflar arasında, madde ile moralden oluşan değerlerin çarpışmasıdır. “Ben askerliğin her şeyden çok sanatkarlığını severim” sözünü açıklayıcı düşüncelerini de “Zabit ve Kumandan ile Hasbihal” yapıtında görmekteyiz:

…”İnsanlar nasıl yönetilir diye bir daha kendime soruyorum…İnsanları istediği gibi kullanan kuvvet: fikir ve bu fikirleri kavrayan ve yayan kimselerdir”… …”Şimdi bizim yöneteceğimiz insanların emelleri, fikirleri, ruhlarında saklı duyguları nedir? Biz, komuta edeceğimiz insanların hangi emellerini kendimize yansıtarak onların kalplerini kazanacağız ve onlara güven kazandıracağız? Ve onlara moral kuvvetler yaratacak araçları tayin edeceğiz…” …”Herhalde askerlerimizin ruhunu kazanmak bizim için bir vazife olduğu gibi ilkin, onlara da bir ruh, bir emel, bir karakter yaratmak ta bize düşüyor.” Bu düşüncelerinde Atatürk’ün başarılarının sırrını görmek ve anlamak mümkündür. Yönetilecek insanların ruhlarında saklı duyguları bilmek; komuta edilecek askerlerin kalplerini kazanmak; onlarda bir ruh yaratmak… Bütün bunlar, bir sanatkar için çözülmesi gereken problemler değil midir?

Atatürk’ün burada sözünü ettiği, “Askerlerde bir ruh yaratmak” işinin mistik bir anlamda kullanılmadığına da işaret etmek doğru olur. Savaşı yapmak ve kazanmak, kuvvet ile hareket arasındaki dengeye bağlanınca, askeri eğitimin önemi belirir. Atatürk’ün bu konuyla ilgili düşünceleri, 1908 ile 1918 yıllarında yazdığı “Takımın Muharebe Talimi”, “Bölüğün Muharebe Talimi”, “Zabit ve Kumandan ile Hasbihal”, Cumalı Ordugahı, Süvari, Bölük, Alay, Liva Talim ve Manevraları”, “Beşinci Kolordu, Erkanı Harbiye, Tabiye ve Tatbikat Seyahati” yapıtlarında, ayrıca raporlarında, söylev ve demeçlerinde ve Büyük Nutuk’ta bulunmaktadır. Atatürk askeri eğitim üzerine düşüncelerini açıklarken ordu kavramı üzerinde sıklıkla durmaktadır. O’na göre ordu bir okuldur. Orduya yetiştirilmek için getirilen insanların ordudaki fonksiyonları üzerine söylediği şu sözler oldukça anlamlıdır:

67 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011


“Milletin evlatları bir sürü gibi değil şanlı şerefli insanlar olarak şan ve şerefe yöneltilebilir. Bu orduyu oluşturan her kişi canlı bir makinenin canlı organları, parçalarıdır. Bu makineyi işleten her organ, her parçasını harekete geçiren araç buharla işleyen bir motor değildir. O hareket ettirici araç, ordu makinesini meydana getiren canlı organları dimağlarındaki kuvvet ve kanlarındaki ruhtur. Bu dimağlarda ve bu kanlarda gerekli olan kuvvet ve hızlı akım bulunmazsa makine durur ve başka hiçbir kuvvet onu işletemez.” Atatürk, subayın yetiştirilmesi için Harp Okulu’nda verilen eğitimi normal kabul etmektedir. Çünkü subay, subaylık ile ilgili temel ödev ve görevlerini bu okulda öğrenir. Atatürk, subay için okul ile kıta hizmeti arasındaki eğitim ayrıntısını şu şekilde belirtmektedir:

68

…”Bence gerçek feyiz verebilecek asıl okul kıtadır.” Atatürk, askerlik sanatında subaya komutanlık yolunun açık olduğunu, ancak bu yolun her aşamasında eylemin meslek bilgisine üstün bulunduğunu da işaret etmektedir. Atatürk’e göre emir vermek çözümü istenen bir sorunun ortasıdır. Emirden önce bu sorunun bir hazırlık aşaması, emir verildikten sonra da bir izleme aşaması vardır. Hazırlık aşaması, sorunun inceleme ve araştırılma aşamasıdır. Bir emrin verilmesinde komutan için olduğu kadar o emrin yerine getirilmesinde komuta edilenler için de teşebbüs ve cesaret elzemdir. Çünkü büyükküçük her birlik içinde her subay ve her küçük subay ve hatta her er, hareket tarzı için üstünden hiçbir emir ve hiçbir fikir alamadığı durumlar karşısında kalabilir.

İşte bu nedenledir ki, gerek komutanların gerekse erlerin düşünerek, kendiliklerinden iş görmeleri gerekir. Atatürk, inisiyatif (teşebbüs) diye nitelediği bu hareket tarzının, askerlik sanatının temel savaş kuralları arasında bulunması gereken dengeyi bozmaması gerektiğini de şöyle anlatır: “İnisiyatif, haddini bilmezlik düzeyine vardırılmamalıdır. Vardırıldığı takdirde, herkes amir olur. Üst yoktur, ast yoktur… Bundan ötürü de saygı ve disiplin dahi kurulamaz.” Atatürk, bu ulusun ordunun bağımsızlık savaşında kazanmış olduğu zaferleri, bu savaşa hakim olan zihniyetle değerlendirir. Zihniyet, ulusal davamızın haklı olduğuna, hakkın kuvvete üstün bulunduğuna dair olan inançtır. Kendi çağdaşlarından birçoğu, hayattaki başarılarının sırrını talihte, ilhamda ve mistik eğitimde ararken; Atatürk her başarının temeli olarak fikri görmüş, olayları da daima fikir yönünden incelemiş ve başarısının sırrını

fikre bağlamıştır. Bu yönü, onun biyografisini yazmış olan yabancı yazarların da dikkatini çekmiştir. Bu yazarlardan biri olan Dr.Herbert Melzig de Atatürk ile fikri arasındaki ilişkiyi belirtmek için şu satırları yazmaktan kendini alamamıştır: “Antik devrin büyük filozofu Eflatun’un ‘Hükümdarlar filozofların ve filozoflar hükümdarlarının tahtına otursa idi…’ biçimindeki dileği, iki bin yıllık bir tarihte gerçekleşmedi. Oysa ki 20.yüzyılda, ilk defa olarak Atatürk’ün şahsında, Eflatun’un istediği gibi, kelimenin tam manası ile bunu görmekteyiz. Atatürk bir düşünür olarak bir ulusun yani, Türk Ulusu’nun kaderini eline almış ve bu ulusla atıldığı İstiklal Savaşı, bu ulusun medeni durumunu da değiştirip bir inkılap ve diğer ulusların haklarını koruyan bir barış ile insanlığa muhteşem bir örnek vermiştir.” KAYNAKLAR : 1. Atatürk ve Devrim, Ord.Prof. Enver Ziya KARAL

69 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011


ZİYARETLER VE ETKİNLİKLER

26

70

AĞUSTOS

RÜTBE TERFİ TÖRENİ

2011

07

EYLÜL

İÇİŞLERİ BAKANI SAYIN İDRİS NAİM ŞAHİN’İN ZİYARETİ

2011

İçişleri Bakanı Sayın İdris Naim ŞAHİN, Sahil Güvenlik Komutanı Tümamiral Serdar DÜLGER’i ziyaret etmişlerdir.

27

21

AĞUSTOS

SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞINI TANITICI STANT

2011

Zafer Haftası kutlamaları kapsamında Ankamall Alışveriş Merkezinde Sahil Güvenlik Komutanlığını tanıtıcı stant açılmıştır.

EYLÜL 2011

jANDARMA GENEL KOMUTANI ORGENERAL BEKİR KALYONCU’NUN ZİYARETİ

Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Bekir KALYONCU, Sahil Güvenlik Komutanı Tümamiral Serdar DÜLGER’i ziyaret etmişlerdir.

71 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

Sahil Güvenlik Komutanlığı Karargahında görevli personelden 30 Ağustos tarihi itaberiyle bir üst rütbeye terfi edenler için Rütbe Terfi Töreni icra edilmiştir.


ZİYARETLER VE ETKİNLİKLER

25-30

72

EYLÜL 2011

İTALYA SAHİL GÜVENLİK KOMUTANI KORAMİRAL MARCO BRUSCO’NUN ZİYARETİ

13

EKİM 2011

22’NCİ DENİZ KUVVETLERİ KOMUTANI (E) ORAMİRAL METİN ATAÇ’IN ZİYARETİ

22’nci Deniz Kuvvetleri Komutanı (E) Oramiral Metin ATAÇ, Sahil Güvenlik Komutanı Tümamiral Serdar DÜLGER’i ziyaret etmişlerdir.

04-06

20

EKİM 2011

BULGARİSTAN SINIR POLİSİ DİREKTÖRÜ BAŞMÜFETTİŞ ZAHARİN PENOV’UN ZİYARETİ

Bulgaristan Sınır Polisi Direktörü Başmüfettiş Zaharin PENOV ve beraberindeki heyet 2011 yılı Müşterek Komisyon Toplantısı kapsamında Sahil Güvenlik Eğitim ve Öğretim Komutanlığını ziyaret etmiştir.

EKİM 2011

102’NCİ DÖNEM GENERAL-AMİRAL ORYANTASYON SEMİNERİ

102’nci Dönem General - Amiral Oryantasyon Semineri kapsamında Sahil Güvenlik Komutanlığı Karargahında tanıtıcı brifing verilmiştir.

73 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

İtalya Sahil Güvenlik Komutanı Koramiral Marco BRUSCO ve beraberindeki heyet 2011 yılı İkili İşbirliği Toplantısı kapsamında Sahil Güvenlik Komutanlığını ziyaret etmiştir.


ZİYARETLER VE ETKİNLİKLER

01

KASIM

2011 YILI AYKO TOPLANTISI

2011

2011

13’ÜNCÜ SAHİL GÜVENLİK KOMUTANI (E) TÜMA. İZZET ARTUNÇ’UN ZİYARETİ

13’üncü Sahil Güvenlik Komutanı (E) Tümamiral İzzet ARTUNÇ, Sahil Güvenlik Komutanı Tümamiral Serdar DÜLGER’i ziyaret etmişlerdir.

10

KASIM

ATATÜRK’Ü ANMA TÖRENİ

2011

Büyük Önder M.Kemal ATATÜRK’ün 73’üncü ölüm yıldönümü anma töreni Sahil Güvenlik Komutanlığı personelinin katılımıyla icra edilmiştir.

75 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

02

KASIM

2011

DENİZ KUVVETLERİ KOMUTANI ORAMİRAL E. MURAT BİLGEL’İN ZİYARETİ

Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral E.Murat BİLGEL, Sahil Güvenlik Komutanı Tümamiral Serdar DÜLGER’i ziyaret etmişlerdir.

Sahil Güvenlik Komutanlığı Karargahında “AYKO Toplantısı” icra edilmiştir.

74

02

KASIM


ZİYARETLER VE ETKİNLİKLER

11

76

KASIM 2011

ASTSUBAY ÜST KARARGAH HİZMETLERİ EĞİTİM MERKEZİ MÜDAVİMLERİ’NİN SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞINI ZİYARETLERİ

22

KASIM 2011

KAMU DÜZENİ VE GÜVENLİĞİ MÜSTEŞARI BÜYÜKELÇİ MURAT ÖZÇELİK’İN ZİYARETİ

Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarı Büyükelçi Murat ÖZÇELİK, Sahil Güvenlik Komutanı Tümamiral Serdar DÜLGER’i ziyaret etmişlerdir.

16

25

KASIM 2011

EMNİYET GENEL MÜDÜRÜ SAYIN VALİ MEHMET KILIÇLAR’IN ZİYARETİ

Emniyet Genel Müdürü Sayın Vali Mehmet KILIÇLAR, Sahil Güvenlik Komutanı Tümamiral Serdar DÜLGER’i ziyaret etmişlerdir.

KASIM 2011

HAVA KUVVETLERİ KOMUTANI ORGENERAL MEHMET ERTEN’İN ZİYARETİ

Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Mehmet ERTEN, Sahil Güvenlik Komutanı Tümamiral Serdar DÜLGER’i ziyaret etmişlerdir.

77 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

Astsubay Üst Karargah Hizmetleri Eğitim Merkezi Müdavimleri ve öğretim elemanları Sahil Güvenlik Komutanlığını ziyaret etmişlerdir.


SİNEMA VE FOTOĞRAF

DENİZE BİR BAKIŞ [ Hazırlayan ]

Engin İNANAN | Svl. Me.

Deniz

78

Pablo NERUDA

79 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

Burada mı deniz? Güzel, kapat içeri. Ver bana en büyük çanı, evet, yeşil olanı, Hayır, onu değil, öbürünü, Bronz ağzında çatlak olanı, Ve tamam! Yalnız kalmak istiyorum Denizin kendisiyle ve çanla. Uzun zaman bir şey söylemeyeceğim, Sessizce, öğreneceğim daha birçok şeyi, Öğreneceğim var olup olmadığımı.


SİNEMA VE FOTOĞRAF

çarpmaktadır. İlginç olan nokta ise bu toplumların o dönemde birbirleriyle hiçbir ortaklığı olmadığı halde aynı mitolojilere sahip olmasıdır. Bilinen dünyanın en batısındaki İskandinav ve AngloSakson toplumlarındaki Ejderha figürleriyle, en doğudaki Çin ve Japon toplumlarındaki Ejderha figürlerinin neredeyse aynı olmasıdır. Bu inanışta iki ayrı coğrafyadaki uygarlıkların ana faaliyet alanının deniz olması şüphesiz ki belirleyici olandır. Yine burada da bu olağan dışı yaratığa yüklenen özellikler denize olan saygı ve korkunun yansımalarını taşımaktadır. Ejderhaların denizlerin ötesinden gelerek korkunç bir yıkıma neden olacak güce sahip olması korku vericidir. Bunun yanında bu canlılar kadim zamanlardan gelen bilgelikleriyle ve mucizevi güçleriyle büyük saygı da görmektedir. Günümüzde denizlerin tedavi edici, gençleştirici ve insana iyi gelen açıklanamaz güçlerine olan inancın hemen her toplumda ortak olduğunu da bilmekteyiz.

çıkarları çatışan toplumların savaş alanı, ulusların ve toplumların kaderlerinin belirlendiği alan olmuştur. Deniz aynı zamanda üretim ilişkilerinin değişim ve dönüşümünde de kritik roller üstlenmiştir. Tarım toplumundan sonraki en büyük sosyo-ekonomik dönemeç olan Sanayi Devrimi, kaderi denizde belirlenen küresel ticaret kapitalizmi sayesinde mümkün olabilmiştir. Modern dünyayı anlamak istiyorsak denizi, onun tarihini ve kültürünü anlamaya mecburuz. Modern dünya insanı ve atasının sosyo-ekonomik olarak denizden etkilenmesi; hayal gücüne ve estetik duygularına da yansımıştır. Yaşadığı dünyanın 3/4’üne hükmeden, kendi vücudunun yarısını kaplayan bu bilinmez kütleye olan hayranlığı ve korkusu; elbette düşüncesinde, bakış açısında ve inanışlarında da kendini göstermiştir.

80

Bilinmezliği, tekinsizliği korkutucudur. Ama

insanoğlunun bilinmezliğe merakı, meydan okuma hırsı, hükmetme arzusu, ölümsüzlük arayışı (erkeklik rüştünü ispat isteği) yine denize karşı olmuştur. Odysseus’un, Herakles’in, Perseus’un… kahramanlık imtihanlarında önemli mekanları denizlerdir. İnsanın denize yüklediği dişi ve erkek karakter özellikleri aşikardır. Birçok ülkede deniz sözcüğünün yazımı ve kullanımı unisexliğin zirvesidir. Dişi ve erkek evrenin ve dünyanın iki ayrı yarısıdır. Birlikte bütünü oluştururlar. Bizde de “Deniz” ismi kız ve erkeklere ortak konulan nadir isimlerdendir. Tüm yabancılığına rağmen insanoğlu kendisini insan yapan eşsiz uyum yeteneği ile en uzak uygarlıklarda bile olsa ortak değerler ve inançlarla ahenk yakalama mucizesi göstermiştir. Yine tarihi inanç ve mitolojilere bakıldığında denizlerin etkinliği burada da göze çarpmaktadır. Bir efsane olan ejderhaların yer aldığı hikayelerin deniz ile yakın ilişkili uygarlıklarda yer aldığı göze

İnsanoğlunun dünyaya hayranlığının, mükemmelliğine saygısının ve onu anlama çabasının sonucu taklit etme isteğine yol açmıştır. Doğanın mükemmelliğini birebir yakalaması ve onu yapabilmesi (şuan için) imkansızdır. Ama içerisindeki dayanılmaz yaratma arzusu onun doğayı taklit etmesine ve sanatını ortaya koymasına dayanak olmaktadır. Doğanın sesini, güneşin ışığını, dünyanın renklerini taklit ederek; duygularını aktarmıştır. Bu aktarmaların önemli bir kısmında ilhamı denizden almıştır. Sonuçta denizden karaya çıkmış ve asıl yaşama başladığı yere olan özlemi hiç bitmemiştir. J.R.R.Tolkien’in yarattığı modern mitolojinin önemli eseri olan Silmarillion’da ifade edilen şekliyle Ainu’nun müziğini gömdüğü yer denizlerdir. Bundan dolayı hala Elf’ler (ve tabi insanlar) çok mutlu şekilde denizin, dalgaların sesini dinlerler ve neden dinlediklerini bilmezler. Denizin sesi ve görüntüsü karşısında coşkusunu resimle, sonsuzluğu ve özgürlüğünü şiirle, kişileştirmelerini romanla, macera ve dramlarını da sinemayla defalarca anlatmıştır. Bir sonraki yazının konusu Deniz ve Sinema’dır.

81 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

Yaşamın doğduğu yerdir deniz... Sonsuz ufuk boyunca uzanan, esrarlı bordo-mavi rengiyle, içinde barındırdığı ve insanoğlunun belki yüzde birini ancak çözebildiği, tanıdığımız hayvan ve bitkileri ile dünyamız içinde ayrı bir dünyadır. İnsanoğlu bilincini kazanıp üretim yapmaya başladığı ilk anlardan itibaren denize mıknatıs gibi çekilmiştir. Onu hem delice sevmiş hem de evriminden gelen varoluşsal yabancılığı nedeniyle ölesiye korkmuştur. Üstünde yaşadığı toprağın sırlarını binlerce yıllık kayıtlı tarihi boyunca yavaş yavaş çözerken; denizi anlamakta epey zorlanmıştır. Denizler hakkındaki bilgimizin kara ile karşılaştırılmayacak oranda kısıtlı olması herhalde deniz ile insanoğlunun arasındaki bu zorlu ilişkinin bilimsel düzlemdeki kanıtıdır. Ancak tüm bu yabancılığına rağmen insanoğlu kendisini insan yapan o eşsiz uyum yeteneğini de bir şekilde denizden faydalanmak için kullanabilmiş, yeni teknolojiler ve seyahat yöntemleri geliştirebilmiştir. Tarih boyunca en uzak uygarlıkları bile birbirine bağlayan bir ana yol,

Bilinen ilk uygarlıklar deniz kenarlarına kurulmuştur. Yüksek medeniyet düzeylerine ulaşmış, çağının özgür düşünce ve bilim alanlarında kayda değer gelişmeler göstermişlerdir. Antik medeniyetlerde olağan veya olağanüstü durumlar, doğrudan veya dolaylı denizle ilişkilendirilerek sanat, inanç ve mitoslarında yer almıştır. Üç kudretli Antik Yunan Tanrısı’ndan Poseidon’un denizlere hükmettiğine; önemli askeri ve ticari liman şehirlerinin koruyucusu olduğuna; toplumlarında etkin yeri olan denizci sınıfına yol gösterdiğine inanılmıştır. Baş tanrıları Zeus’un ise dünyayı kaos ve zorbalıkla yöneten Titanlar’a açtığı savaşı kazanarak, onları okyanusun en derin yerine hapsettiği bilinmektedir. Bir başka ünlü mitoslarında ise yüksek medeniyet düzeyine ulaşmış fantastik Atlantis şehrinin kontrolden çıkarak deniz tarafından yutulmasıdır. Antik medeniyetlere ait mitosların ortak noktaları denizin hayatlarına ve hayal güçlerine önemli etkileridir. Varoluş, düzen, refah ve yokoluş. İnanır ki saygı gösterirse deniz dünyadaki kötülükleri hapsedecek (anne koruyuculuğu ve şefkatiyle); iyilik ve güzelliklerle onu ödüllendirecektir.


SİNEMA VE FOTOĞRAF

BİR ÇİFT BÜYÜLÜ PENCERE [ Yazı ve Fotoğraflar ]

Ecz. Atğm. Burak Rıza AVCI

Yumurtadan henüz çıkmıştı kumru, her yavru gibi o da küçücüktü, şirindi. Islak tüyleri rüzgarda yavaş yavaş kururken kendisi hafifçe titriyordu. Başı sallana sallana birkaç adım atabildi ve yuvanın daha az rüzgarlı kenarına sindi.

82

83

Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011


SİNEMA VE FOTOĞRAF

84

gagasıyla tüylerini düzeltiyor ve temizliyordu. Yuvayı da temiz tutuyor, başka kuşlara temiz olarak bırakmak istiyordu. Geri dönmeyecekmiş gibiydi. Bir gece gökyüzünü daha uzun seyretti, yıldızlara son kez bakıyormuşcasına. Tüm hazırlıklarını yapmış, sabahın ilk ışıklarıyla uçmaya karar vermişti. Güçlenen kanatlarına da güveniyordu artık.

Böyle bir günde kararını vermişti. Keşfetmeli, görmeli ve yaşamalıydı. Minicik kalbindeki bu heyecanı dizginlemenin başka yolu yoktu, biliyordu. Goncanın rengârenk bir çiçeğe dönüşmesini izledi. Kendini ona benzetti bir an. Yumurtadan çıktığı zamanları hatırlamıştı, gözünü ilk açtığı günü. Çiçek için üzülmüştü biraz. Bir yanı toprağa bağlı olduğu için bırakın çiçeğin yürüyebilmesini, hareket dahi edemediğini görüyordu. Kumrunun ise kanatları vardı, zamanı gelince süzülecekti rüzgârla beraber, bulutlara tırmanıp gözlerini kapatacak ve goncayı düşünmeyi de ihmal etmeyecekti.

Gecenin lacivert örtüsü henüz gökyüzünü terketmemişti yuvanın kenarına tırmandığı zaman. Bugün yuvadan ayrılık günüydü. Güneşi bekliyordu belli ki. Gözü dağların da ötesinde, güneşin yuvasındaydı. Her sabah gelmişti güneş. Gökyüzü yavaş yavaş maviye dönerken, ufku da güneşin kızıl kanatları kaplamıştı. Gelmesi an meselesiydi güneşin. Kumru kanatlarını kaldırıp birbirine çarptı. Çiçeğe hoşçakal der gibiydi, doğduğu topraklara, yuvasına. Dağları yırtarak gelen güneşin ilk ışıkları gözünde parladığı an bıraktı kendini. Rüzgarla beraber uçmaya başladı. Sağa sola selam vererek uçuyordu, gözlerini kırpmadan,saatlerce uçtu.

Günler geçtikçe kumrunun heyecanı giderek artıyordu. Uzayan kanatlarını daha sık çırpıyor, çırptıkça hafiflediğini hissedebiliyordu. Hergün

Nihayet yorulup bir yere kondu. Artık iyi güzel uçuyordu fakat hiç görmediği, bilmediği diyarları

85 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

Sisli bir seher vakti gözlerini açabildi. Şaşkın bakışlarında ürkeklik de gizliydi biraz. Burası neresiydi, nasıl bir yerdi, hiçbir fikri yoktu. Ta ki güneş yükselip sisleri dağıtana kadar . Öyle büyülü geliyordu ki sis dağılırken yavaş yavaş ortaya çıkan manzara, gözlerini daha da açıyor, hayret ve merakla izliyordu.


farkedilebildiği sisle kaplı bir ormandan geçtiler. Daha da yükseldiler, bulutların üzerindeki rengarenk çiçeklerle bezenmiş yaylaları ve yemyeşil dağları izlerken içinde büyük bir mutluluk vardı. Yolculuk çok uzun ve zor sürmüştü ama buna değmişti. Oradan bir göle gittiler. Gölün etrafında sarı ve yeşilin her tonundan bitkiler vardı. Mavi gökyüzüne karışmış bembeyaz bulutların altındaki orman, gölün berraklığıyla ayna gibi yansıyıp büyüleyici bir görüntü oluşturmuştu. Boş bir alanda da insanlar uçmak istiyormuş gibi el ele tutuşmuş, kollarını yukarı aşağı sallıyorlardı. Kumru onlar için de üzülmüştü. Karlarla kaplı dağların üzerinden yoluna devam eden kumru tekrar insanların yaşadığı yerlere uçtu. Nedense küçük olanları daha çok ilgisini çekiyordu kumrunun. Aslında nedeni belliydi; küçük olanları kumruyu daha çok fark ediyor, uçarken onu takip ediyorlardı. Babasının elinden tutmayıp kendisini izleyen çocuk buna bir örnekti.

86

Yolculuğuna devam ederken, yapraksız bir ağacın önüne geldi. Serçeler ağacın dallarında birbirleriyle oynarken, kumrunun gözleri ağacın etrafındaki hayata takılmıştı. Bulutların arasından sızan güneşin hemen altındaki ihtişamlı bir camii ve insanların koşuşturması serçelerin gözünden kaçmış gibiydi. Kaldırımın üstünden uçmaya devam etti. Bir kedi gördü. Üzerinden geçerken kedinin de onu izlediğini fark etti. Kedinin uçamadığı için üzgün olduğunu düşünüyordu, çünkü üzerinden geçerken kedi de havaya zıplamış fakat uçamayıp yere düşmüştü. Şehirden uzaklaşıp bir atmacanın peşine takıldı kumru. Atmaca yalnız uçardı, kumru için tehlike de oluşturuyordu üstelik. Onun uçtuğu yerleri de çok merak ediyordu kumru. Arkasından takip ettiği atmacayla beraber uzaklara ve yükseklere uçuyorlardı. Yapraksız ağaçların sadece silüetinin

87 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

nasıl görebilirdi, oralara nasıl gidebilirdi bilmiyordu. Gözü serçelere takılmıştı. Aklına onları takip etmek geldi. Böylece serçelerin dolaştığı, yaşadığı yerleri görebilirdi. Beraber uçmaya başlamalarından kısa süre sonra bir kapının üstünde iki tane kuş gördü. Onlar da kendisi gibi kumruydu. Bu çifte kumrular her ne kadar binaların ve karmaşanın arasında olsalar da, gözleri sadece birbirlerini görüyor gibiydi.

En çok da ağlayan bir çocuğu izlemişti, gözlerinden yaşlar akarken bunun sebebini merak etmişti. Düşündü ve cevabını yine kendisi verdi. Çocuk uçamıyordu.


SİNEMA VE FOTOĞRAF

geçirgen hale getiriyor ve klorlu gümüş kağıtlara pozitif baskı alıyordu. Genel olarak bulduğı yöntem bugünkü baskı yöntemi ile aynıdır.

88

FOTOĞRAFÇILIK [ Hazırlayan ] Okyay ALTIOK | Svl. Me.

Fotoğraf, ışık anlamında kullanılan Yunanca “phos”veya “photos” ile çizim anlamında kullanılan “graphis” kelimelerinin birleşmesinden oluşur ve “ışıkla çizmek” anlamına gelir. Fotoğraf kelimesinin anlamından da anlaşılacağı üzere en önemli unsur “ışık” olmaktadır. Işık olmadan fotoğraf olmaz. Fotoğrafçılığın tarihsel gelişimi: Leonardo Da Vinci 15.yüzyılda “karanlık oda” ile ilgili şunları yazıyordu: “Aydınlatılmış cisimlerin görüntüleri çok karanlık bir hücreye küçük bir delikten girdiğinde, bölmenin ötesine beyaz bir

kağıt yerleştirin, bu kağıdın üzerinde o cisimleri gerçek şekil ve renkleriyle görebilirsiniz” Da Vinci bu ifade ile fotoğraf makinesinin en temel optik kuralını ortaya koymuştur. Karanlık odanın içinde oluşan bu fiziksel olayı, 16’ncı yüzyılda sanatçılar görüntüleri kağıt üzerine yansıtarak kopya etmek için kullandılar. Bundan tam üçyüz yıl sonra, Niepce, Daguerre ve Talbot gibi azimli araştırmacılar karanlık odayı, görüntüleri duyarlı bir yüzey üzerine kaydedebilen ve fotoğraf makinesi adı verilecek bir alet haline getirdiler. 1727’ de Alman doktor, Profesör Johann Heinrich Schulze, tebeşir tozu ve gümüş nitrat sürülmüş bir kağıt üzerine bir şekil konulup, güneşe tutulduğu takdirde, kağıt üzerinde bu şeklin görüntüsünün meydana geldiğini tespit etmiştir. O zamana kadar gümüş tuzlarının ışık etkisi ile değil, ısıtılmakla değişime uğradığını düşünüyorlardı. 1834’te William Henry Fox Talbot isimli İngiliz bir fizikçi negatif kağıt resimleri balmumu ile yarı

İlk kalıcı fotoğraf 1825 yılında Fransız mucit Nicéphore Niépce tarafından oluşturulmuştur ama pozlama 8 saat sürdüğü için pratik kullanımdan uzaktı. Niépce, gümüş bileşenlerini kullanarak Louis Daguerre ile araştırmalarına devam etmiştir. 1833’de Niépce’nin ölümü ile Daguerre çalışmaları tek başına sürdürmüştür. 1837 yılında Louis Daguerre gümüş kaplanmış bakır levhaları küçük bir kutu içerisinde iyot buharına tutarak; ışığa hassas olan iyotlu gümüş tabakası meydana getiriyordu. Bu tabaka üzerinde fotoğraf makinası ile fotoğraf çekiliyordu. Tekrar küçük bir kutu içerisinde civa buharına tutularak çekilen resim meydana çıkarılıyor ve hiposülfit ile sabitleştiriliyordu. Daguerre yöntemi olarak adlandırılan bu yöntem ile elde edilen fotoğraflar bir tane oluyor, kopya edilemiyor ve sadece ışığın belirli bir yönden gelmesi ile görünebiliyordu. Daha sonraları iyotlu gümüş yerine bromlu gümüş

Daguerre’nin Paris’te yaptığı ve daha sonraları başkalarının benzerlerini yaptığı ilk fotoğraf makinası, birbiri içine giren iki kutuydu. Kutunun birinde ince kenarlı basit mercekten oluşan objektif, diğerinde de buzlu cam vardı. Bu kutular iç içe sürülerek uzaklık değiştiriliyor ve netlik ayarı yapılıyordu. Buzlu camın arkasında 45 derece eğimli duran bir ayna vardı. Günümüzde ilk fotoğraf olarak kabul edilen çalışma ise Lois Daguerre tarafından 1839 yılında Paris’te çekilen fotoğraftır. Bu fotoğraf çekilirken sokakta pek çok insan olmasına karşın sadece ayakkabı boyacısı ve ayakkabısını parlatan bir adam görülebilmektedir. Pozlama süresinin çok uzun olması nedeniyle diğer hareket halinde olan nesneler görülmemektedir. Fotoğraf makinesi icat edildiği günden bu yana çok önemli gelişmeler kaydetmiş, ışığı ve görüntünün netliğini arttıran bir objektif, karanlık oda deliğinin yerini almıştır. Ama temel olarak bütün fotoğraf makinalarının birer karanlık odası ve ışığı geçiren bir delik işlevi olan objektifi vardır. Dijital fotoğrafçılıktan önce, fotoğraf çekildikten sonra duyarlı yüzey (fotoğraf kağıdı, film vs.) üzerine kaydedilmiş olan görüntü henüz sabitlenmemiş durumdadır ve gözle görülmez. Kaydedilen bu görüntüyü ortaya çıkarmak ve daha sonra sabit hale getirmek için bir dizi kimyasal işlem gerekir. Bir film ancak bütün bu işlemlerden sonra fotoğraf kartına basılabilir. KAYNAKLAR : 1. Thema Larousse 2. http://www.bascek.com/ (01.11.2011)

89 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

Fotoğraf, teknolojinin gelişmesine paralel olarak son yıllarda çok fazla kullanılan bir “anı yakalama”aracı olmuştur. Fotoğraf makinelerinin ilk zamanlarda kullanılan hantal ve kullanışsız yapılarından, günümüz cep telefonlarına bile entegre edilmesiyle kolayca taşınabilen ve kullanılabilen bir yapıya kavuşmuştur. Bu kolaylık, beraberinde çekilen fotoğraf sayılarının inanılmaz rakamlara ulaşmasına neden olmaktadır.

Thomas Wedgwood (1771-1805) kalıcı malzeme üzerine görüntü kopyalamayı düşünen ve bunun için bir yöntem geliştiren bir bilim insanıdır. Wedgwood’un çocuk eğitim yöntemlerine olan ilgisi ve bu alandaki çalışmaları, onu çocukların en etkili öğrenmeyi görsel yoldan gerçekleştirdiği sonucuna ulaştırdı. Bu sonucu pratiğe dökmek için ışık kullanarak kalıcı görüntüler elde etme deneylerine başlamıştır. 1790’larda gümüş nitratla kaplanmış bir kağıda belli nesnelerin şekillerin lekesini pozlamayı ve oluşan görüntüyü karanlık odada saklamayı başarmıştır. Tekrarlanabilen bu yöntem filmli fotoğrafçılığın doğumudur. Wedgwood’un genç yaşta ölümü tekniğini geliştirmesine engel olmuştur.

kullanılarak poz süresi kısaltıldı ve bu yönteme “Daguerreotypie” adı verildi.


BERABER EĞLENELİM, BERABER ÖĞRENELİM

KARİKATÜR

[ Hazırlayan ] İlyas KOÇAK | (E) Dz. Kur. Kd. Alb.

TEŞEKKÜR MEKTUPL ARI

90

91

Size 16 Eylül 2011 tarihinde göstermiş olduğunuz ilginiz karşılığında teşekkürlerimi iletmek amacıyla yazıyorum. Türkiye’nin güneybatısında yer alan Göcek Körfezi yakınlarında kano gezintisi yaparken büyük bir dalga tuttuğum küreğe çarparak omzumun yerinden çıkmasına ve kanomun devrilmesine sebep oldu. Yanımda bulunan rehber kanoya yeniden yerleşmeme yardım ettiyse de artık kürek çekemiyordum. Rehber bu sebeple Sahil Güvenliği arayarak destek istedi. Sahil Güvenlik timi geldiğinde omzumun incinmesi ve denizin dalga durumu sebebiyle kanodan Sahil Güvenlik aracına geçemedim. Bu sırada akla yatkın bir davranış sergilenerek, orada bulunan küçük bir balıkçı teknesinden destek istendi. Önce bu küçük tekneye geçip, denizin daha sakin olduğu bir mevkiye gelindiğinde Sahil Güvenlik botuna geçtim. Bu etkili çalışma sonucu beni Göcek’te bekleyen ambulansa yetiştirildim. Sahil Güvenlik botu ve balıkçı teknesinin personeline teşekkürlerimi iletiniz. Saygılarımla.

Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

Sayın Yetkili,


BERABER EĞLENELİM, BERABER ÖĞRENELİM

BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ?

[ Hazırlayan ] Hidayet ÖZTEKİN | İda. Kd. Üçvş.

ŞİİR

[ Hazırlayan ] Mahmut BAL | Svl. Me.

Onlar, • Ahşap yapılarda yaşayanların fizyolojik ve psikolojik açıdan kendilerini çok daha sağlıklı

ki

hissettiklerini?

herhangi bir cümleye asla özne olamayacak

• Ahşabın insanla birlikte soluk aldığını, romatizma, astım, böbrek hastalıkları ve dolaşım bozuklukları üzerine olumlu etkileri olduğunu?

Geceleri sessizce toplayıp kelimeleri,

• Japon deprem uzmanlarının tüm dünyada depreme karşı en dayanıklı yapının Osmanlı ahşap

... diri diri gömüyorlardı

karkas sistemi olduğunu açıkladıklarını?

hatıraların dipsiz kuyularına...

• 1894 İstanbul depreminde, kalitesiz ahşap yapıların bile yıkılmadığını yanlarındaki güzel, yeni ve

92

olanlar,

Bizler; ki hiçbir zaman onlardan olmamış

demirle bağlanmış beton yapıların tümüyle yıkıldığını?

gönüller,

• ABD’deki konutların yaklaşık %90’ının ahşap olduğunu?

her bir hecesine hasret şırınga edip

• Şiddetli bir deprem sonrasında hasar gören betonarme bir yapının yıkılmak zorunda olduğunu,

Ve bir tek yar anlıyordu bizi,

aşka devrik cümleler kuruyorduk...

hasar gören ahşap bir yapının ise kısa sürede onarılıp, tekrar içinde yaşanılabileceğini?

özenle toplayıp kederimizi

• Betonarme-karkas dışında kalan tüm yapım sistemlerinde, zaman içinde hasar gören taşıyıcı

yüreğinin en derin yerinde

Beyaz bir kağıttır düş!

saklıyordu

Umut,

cümlelerimizi...

kağıttaki parmak izlerimiz...

elemanların yapı tümüyle yıkılmadan onarılabildiğini hatta değiştirilebildiğini?

ki

öldürmediğini?

düşlerimize

• Bir depremde başlıca ölüm nedeninin yalnızca betonun ağırlığı olduğunu?

başka nasıl dokunabiliriz?

• Betonarmenin ahşaba göre 5 misli, çeliğin 13 misli ağır olduğunu?

kalemdir...

• Marmara ve Bolu depreminde ahşap yapılarda yaşayanlardan hiç kimsenin yaşamını yitirmediğini?

aşk dersen hasret ise kalemi alıp parmak izlerini bıraka bıraka

• Tarihten günümüze ulaşan en güzel sarayların, tapınakların ve diğer görkemli yapıların hiçbirinde

beyaz kağıda

beton kullanılmadığını ve yüzlerce yıldır ayakta kaldıklarını?

bir gemi çizmektir...

• 13 ve 14’üncü yüzyıllarda yapılan ahşap kolon ve çatıları olan Kastamonu Mahmutbey, Beyşehir Eşrefoğlu ve Afyon Ulu Camileri’nin özel bir bakım yapılmaksızın 600-700 yıldır ayakta olduğunu?

ikrar, ol gemiye binmektir dönmek ise ikrardan...

• Dünyanın en büyük tarihi üç ahşap yapısından bir tanesinin, 100 m. boyu ve sekiz katlı bir binaya

beyaz kağıdı

eşdeğer yüksekliğiyle tam 100 yıldır ayakta olan Büyükada’daki Rum Yetimhanesi olduğunu?

kara kalemle silmektir..

93 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

• Ahşap yapıların çok hafif olduğunu, kolay kolay çökmediğini, çökse bile içinde bulunanları


BERABER EĞLENELİM, BERABER ÖĞRENELİM

GO KURALLARI

[ Hazırlayan ] M. Kutay ELDEMİR | Svl. Me.

GENEL BİLGİLER VE SON

[ Hazırlayan ] Engin KUNTAY | SG Yb.

BRİÇ’TE TEMEL KURALLAR ÇIKIŞLAR - 1

Uzunca bir süre bir strateji ve akıl oyunu olan Go’yu tanıtmaya ve kuralları ile teknikleri hakkında bilgi vermeye çalıştım. Yeni başlayanlar için basit ve sade olarak, örneklerle tanıtmaya çalıştığım Go oyununun bilinmesi ve ülkemizde de yaygın bir şekilde oynanması dileğiyle

Rakipler arkadan SA söylemiş bile olsalar ortağın rengini çıkın.

bu son buluşmamızda kısa bilgiler ve seviyelendirme sistemi hakkında bilgi vermek istiyorum.

B

K

D 1

HANDİKAP

Pas

3 SA

G 1SA

Herkes Pas

Go oyununun önemli özelliklerinden birisi de güçlü oyuncunun zayıf oyuncuya handikap (avans) vermesidir. Avans verilen taşlar, tahta üzerindeki işaretli noktalara yerleştirilir. Avans verilen taş sayısı, oyuncular arasındaki seviye farkına göre 2’den 9’a kadar arttırılabilir. KOMİ ( Beyaz taşlarla oynayan oyuncuya verilen ek puan) Go oyununda, handikapsız oyunlarda ilk hamleyi daima siyah taşları alan oyuncu yapar. Siyahın ilk hamleyi yapma avantajını eşitlemek amacıyla, beyaz taşları alan oyuncuya ek bir puan verilir. Bu verilen puana ‘‘komi’’ denir. Komi’nin miktarı ülkeden ülkeye değişmekle beraber 9’luk tahtada komi genellikle 0,5 puandır. 19’luk turnuvalarda komi genellikle 6,5 puan olarak kabul edilmektedir. Kominin tam

Batı şöyle bir elden hangi kağıdı çıkmalıdır? a)

V 10 7 3 2 82 D4 6543

b)

10 7 3 2 82 AR3 654

sayı olmamasının sebebi oyunun berabere bitmesini engellemek içindir. Komi, oyun bitiminde alanlar sayıldıktan sonra beyazın puanına eklenir. NİGİRİ

94

Go oyununda hangi oyuncunun siyah taşları, hangi oyuncunun beyaz taşları alacağını belirlemek için yapılan yönteme ‘‘nigiri’’ denir.

1. Beyaz taşların bulunduğu oke (go taşlarının bulunduğu kap) hangi oyuncunun önündeyse, o oyuncu rakibine miktarı belli etmeden bir avuç beyaz taş alır.

A9 754 A V 10 9 6 ARD

2. Diğer oyuncu rakibin elindeki taş adedinin ‘‘çift’’ mi ‘‘tek’’ mi olduğunu tahmin için; tahtaya tek için bir, çift için iki adet siyah taş koyar. 3. Beyaz taşları tutan oyuncu elindeki taşları tahtaya koyar ve ikişer dizerek çift sayıda mı tek sayıda mı olduğunu gösterir. 4. Tahminde bulunan oyuncu doğru tahmin etmişse siyah taşları aksi halde beyaz taşları alır. SEVİYELENDİRME SİSTEMİ Seviyelendirme, bir oyuncunun Go oyunundaki beceri seviyesinin bir göstergesidir. Go oyununda seviyelendirilme, kyu ve dan sıralaması kullanılarak yapılır. Kyu; öğrenci, Dan; usta anlamına gelmektedir. Oyuna yeni başlayan kişinin seviyesi genel olarak 30 kyu olarak kabul edilir. Oyunu öğrendikçe seviyesi yükselir. En güçlü öğrenci seviyesi 1 kyu’dur. Kyu’dan sonra Dan başlar ve 1’den 7’ye kadar gider. 7’den sonra profesyonel 1 Dan seviyesine ulaşılır.

V 10 7 3 2 82 D4 6543

D84 RDV93 R53 98 R65 A 10 6 872 V 10 7 2

30 kyu, 29 kyu.......... 1 kyu, 1 dan, 2 dan.................7 dan..................1 pro, 2 pro..........................9 pro Kyu

: Öğrenci seviyesi (k)

Dan

: Usta (d)

Pro

: Profesyonel (p)

Yukarıdaki arttırmadan sonra kör çıkışı 3SA’yı batıracaktır. Başka herhangi bir çıkış üzerine oynayıcı normal bir oyunla en az 10 el alacaktır.

95 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

Seviyeleri yani güçleri eşit olan oyuncular arasında yapılır. Şu şekilde gerçekleşir :

Normal olan ortağın rengini açılmaktır. Ancak ortağın üste konuşmasının ardından oynayıcı taraf, bu renkte en az bir keser göstermek üzere SA söylemişse bir çok oyuncu kontratın batarını başka renkte arar. Böyle bir strateji kısa görüşlülük olur. Onların bu renkte bir keserlerinin bulunduğu doğru olmakla birlikte sizin göreviniz o keseri ortadan kaldırmaktır. Ortağın rengini açılmazsanız o keser rakibin elinde öylece durur. Örneğin :


BERABER EĞLENELİM, BERABER ÖĞRENELİM

[ Hazırlayan ] Engin KUNTAY | SG Yb.

BRİÇ’TE TEMEL KURALLAR

1 Ortağın RDV10x ya da ADV10x gibi bir rengi varsa oynayıcının bir keseri olacaktır. Çıkışınız üzerine o keser ortadan kalkar ve ortağın renginde kalan kağıtların tümü sağlanmış olur. Ortağın rengi RV10xx ya da RD10xx gibiyse, oynayıcının elinde de ADx ya da AVxx varsa oynayıcının iki keseri var demektir. O zaman bu keserleri ortadan kaldırmak için ortağın rengini iki kez oynamak gerekecektir. Ancak ortağın iyi rengini açılmaktan kaçınırsanız o keserler oynayıcının elinde öylece kalacaktır. Ne zaman bu tür bir arttırmadan sonra ortağın rengini açılmaktan kaçınmanız gerekir? İyice bir beşli ya da altılı renginiz ve antreleriniz varsa o zaman kendi renginizi açılmayı yeğleyebilirsiniz. Renginiz iyi bile olsa, ele antreniz yoksa kendi renginizi açılmanız bir yarar sağlamayacaktır. (b)’deki el ile pik çıkışı, karodaki onörleriniz nedeniyle kör çıkışına sağlam bir seçenek oluşturmaktadır. Nasıl oynayıcı atak edebilecek birden çok renk arasında antresi olan eldeki uzun rengi seçmek zorundaysa savunucular da aynı ilkeye uymalıdır. Örneğin:

[ Hazırlayan ] Servet ALTAN | SG İda. Bçvş.

BULMACA 2

3

4

5

6

7

8

SOLDAN SAĞA 1. Alelusul, Sathi.... 2. Kıl, Tüy...Yeni,Kullanılmamış.... 3. Hastalık anlamında eski sözcük...Rusça’da ‘‘Evet’’...Büyükanne, Nine, Kabil, Kabile.... 4. Gidiş, Yürüyüş.... 5. Hile, Düzen, Dek.... 6. (Şinah) Suda Yüzme.... 7. Çıplak vücut resmi... ‘‘Ancak’’, ‘‘Fakat’’ anlamında sözcük.... 8. Koca-Zevç-Zevce-Refika-Kan-Hatun-Emsal-Küfüv,Kül döken... Hanay, Hol.... 9. Anlaşma, Uyuşma....

9

1 2 3

YUKARIDAN AŞAĞI 1. Valide, Ana, Anne, Mader, Üm... Alevi bektaşi törenlerinin adı.... 2. Ab, Ma/ Kenar süsü... Antik bir Japon parası/ Saka Türklerinin ünlü destanı.... 3. Sakal.... 4. Amik, Jerf, Umk, Amak.... 5. Ağaçlıklı geniş yol.... 6. Eski Mısır’da insanoğlunun hayati dayanağı olan üretici güç/ Mezopotamya’da kullanılmış eski bir hacim ölçüsü birimi... Çekinme,Sakınma... İslam ülkelerinde kullanılan tahıl ölçüsü... Nazi hücum kıtası.... 7. Bahis, İddia, Rihan... İri ve ağır kitle.... 8. İlkbahar ve sonbaharda oturulan bahçeli ev... Yapma, etme, yerine getirme.... 9. Faiz, Nema, Riba, Güzeşte, Getiri... Aşık ve bilye oyunlarında kullanılan boyalı kemik....

4 5 6 7 8 9

SUDOKU

96

5 6

D96 R75 974 D987

9

8 7

2

6

1

4

7

3 6

9

3

2

6

6

8

4

8 2

7

4

3

ZORLUK ÇOK ZOR

8

3

9

1

2

6

4

5

7

1

4

7

9

5

3

2

6

8

2

5

6

7

8

4

1

3

9

4

9

1

5

6

7

8

2

3

5

2

8

4

3

1

9

7

6

6

7

3

8

9

2

5

1

4

9

1

5

3

7

8

6

4

2

3

6

4

2

1

9

7

8

5

7

8

2

6

4

5

3

9

1

DİLBİLGİSİ

adisyon agresif bandrol bibliyografya faks font free-shop

GEÇEN SAYININ ÇÖZÜMÜ

GEÇEN SAYININ ÇÖZÜMÜ

TÜRKÇEMİZİ DOĞRU KULLANALIM

Yukarıdaki arttırmadan sonra oynayıcı kör çıkışı üzerine hiç kuşkusuz kontratını yapacaktır, çünkü doğunun elinde hemen kullanılabilecek bir antre yoktur. Buna karşılık küçük bir pik çıkışı üzerine Doğu ruayla alıp pik döndüğünde 3SA batacaktır. 1.elde oynayıcı yerden A’sını koysa bile Doğu R’nı debloke ederek kontratını yine batırabilir.

9

9

1

R8 D V 10 9 4 3 85 V 10 2

6

Sudoku (Rakam Yerleştirme diye de bilinir) standart olarak 9x9 boyutlarında bir diyagramda çözülür ve her satır, her sütun ve her 3x3’lük karede 1’den 9’a rakamların birer kez yer alması gereklidir.

: hesap : saldırgan : denetim pulu : kaynakça : belgegeçer : yazı karakteri : gümrüksüz mağaza

[ Hazırlayan ] Dent. ve Değ. Bşk. lığı

happy hour indikatör kalifiye kemoterapi manipülasyon off-line printer

: indirim saatleri : gösterge : nitelikli : kimyasal tedavi : yönlendirme : çevrim dışı : yazıcı

1

2

3

4

1

K

A

P

I

2

A

T

İ

R

E

3

V

A

M

S

4

A

S

A

R

5

S

Ö

Z

Z

A

L

Ü

R

E

A

N

R

G

6 7

S

8

U

9

K

A

5

A K A

6

7

8

9

Z

E

H

R

S

A

K

A

L

U

S

İ T

O

U

R

A

T

L

İ

U

C

U

Z

Ş

A

R

P

İ M

97 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

A54 A6 D V 10 6 2 AR3 V 10 7 3 2 82 AR3 654

[ Hazırlayan ] Tolga DEMİRCAN | SG İda. Kd.Çvş.


98

Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.