İÇİNDEKİLER
|6| Körfez Denizine Kavuşuyor
Liman Ziyareti
TCSG-71’in 2012 Yılı Türkiye-Gürcistan İkili İlişkiler
Hayalet Avcılık
Sahil Güvenlik Komutanlığı 2011-2012 Eğitim Dönemi Başarılı Birlikleri
|8|
Özel Çevre Koruma Bölgesi: Belek
|15|
Kapsamında Poti ve Batum Gürcistan Liman Ziyareti Fısıldıyor Musunuz ?
|25|
“Endonezya Bali”
|19|
|28|
Hopa’da Yaşam ve TCSG-307
Bir Kurtuluş Savaşı Yetimi
|22|
|40| Balaklava
|44| |54|
Incoterms (Dış Ticarette Teslim Şekilleri) Münfesih TCSG-121 Batırılışı
|58| Ailede Babanın Önemi |62| ve Fotoğraf
|74|
Atatürk Köşesi
Casus Telefon
|52|
Açık Kaynak Kodlu İletişim Sistemleri Ziyaretler ve Etkinlikler
|70|
Sanat
|76|
28
54
Bütün insanlar, doğa ve doğanın tüm canlıları kutsaldır, saygıyı ve sevgiyi hak ederler. Birbirini incitmemek ve doğanın tüm canlılarına sevgi göstermek sayesinde....DEVAMI 28’DE...
Kaybolan, terk edilen veya atılan av araçları olumsuz etkileri nedeniyle gün geçtikçe önem kazanmaktadır. Söz konusu av araçlarının avcılığa devam etme kabiliyeti (ki bu durum “hayalet avcılık”.... DEVAMI 54’TE...
HAYALET AVCILIK
8
44
Kocaeli Büyük Şehir Belediyesi ve körfezdeki diğer belediyelerin katkıları ile Sahil Güvenlik Komutanlığının İzmit Körfezi’ndeki gücü TCSG-10’un amansız takipleri ve.... DEVAMI 8’DE...
Nisan 2011 tarihinde bayrağını toka ettiğimiz gemimiz TCSG-96’nın ilk personeli olarak daha ilk günden bir aile olmayı başardık ve zorluklara birlikte göğüs gerdik.... DEVAMI 44’TE...
KÖRFEZ DENİZİNE KAVUŞUYOR
YAYIN SAHİBİ VE GENEL Aralık 2012 • Sayı: 18 • Dört ayda bir yayımlanır. YAYIN YÖNETMENİ Yayın Türü: Yerel Süreli Yayın Sahil Güvenlik Komutanlığı adına Personel Başkanı ISSN: 1307-4253
|66|
Beraber Eğlenelim, Beraber Öğrenelim
“ENDONEZYA BALİ”
SAHİL GÜVENLİK DERGİSİ
|56|
|48|
BALAKLAVA LİMAN ZİYARETİ
GENEL YAYIN KOORDİNATÖRÜ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ
SG Kd. Alb. Ahmet KENDİR
Dz. Kur. Kd. Alb. Ü.Engin UYANIK GENEL YAYIN KOORDİNATÖR YARDIMCISI
SG Yb. Engin KUNTAY
YAYIN İNCELEME KURULU
GRAFİK TASARIM
YÖNETİM MERKEZİ
BASIM YERİ
Dz. Kd. Alb. İlhan KAYIŞ SG Kur. Bnb. Barış YILDIRIM SG Eln. Kd. Bçvş. Murat ÖZKAYA İst. Me. Dr. Ejbel ÇIRA DURUER İst. Me. Suna TİFTİKÇİGİL Svl. Me. Evrim PURMA
Svl. Me. Zarife Tolunay KAYHAN
Sahil Güvenlik Komutanlığı Dikmen Cd. Merasim Sk. No: 10 Bakanlıklar/ANKARA
Anadolu Yayıncılık Süleyman Bey Sk. No: 31/10 Maltepe/ANKARA
Telefon Belgegeçer Internet E-posta
Telefon : (0312) 230 83 45 Belgegeçer : (0312) 230 83 46 Internet : www.anadoluyayincilik.com
DÜZELTMEN
Svl. Me. Pınar YILMAZ AKSU REKLAM KOORDİNATÖRÜ
SG İk. Ütğm. E.Kutluhan DOĞAN (0312) 416 45 05
: (0312) 417 50 50 : (0312) 417 28 45 : www.sgk.tsk.tr : sgdergisi@sgk.tsk.tr
BASIM TARİHİ : 26.12.2012
ÖNEMLİ NOT
Dergide yayımlanan yazı, fotoğraf, harita, illüstrasyon ve konuların her hakkı saklıdır. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. Dergideki yazılar yazarlarının özel fikirlerini kapsar. Sahil Güvenlik Komutanlığının görüşünü yansıtmaz.
KÜNYE
edilen birlikler, 04 Ekim 2012 tarihinde Sahil Güvenlik Komutanlığı karargahında icra edilen
“Başarılı Birlikler Ödül Töreni” nde ödüllendirilmiştir.
SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞI KARARGAHINDA ÖDÜL ALAN BİRLİKLER » Harekat Eğitim Kategorisinde En Başarılı Birlikler En Başarılı Kaan 29 Sınıfı S.G. Botu : En Başarılı Kaan 33 Sınıfı S.G. Botu : En Başarılı 80 Sınıfı S.G. Botu : En Başarılı SAR Tipi S.G. Botu : En Başarılı Türk Tipi S.G. Botu : En Başarılı Kaan 15/19 Sınıfı S.G. Botu : En Başarılı Piket Tipi S.G. Botu : En Başarılı S.G. Tim K.lığı : En Başarılı S.G. Grup Komutanlığı : En Başarılı Helikopter Uçuş Ekibi :
TCSG-105 TCSG-312 TCSG-83 TCSG-71 TCSG-133 TCSG-2 TCSG-57 DEGAK-01 Sahil Güvenlik Çanakkale Grup Komutanlığı I. Pilot SG Kd.Yzb. Kamil Ekrem YILDIRIM II. Pilot SG Ütğm. Cihan DOĞRUÖZ Uçuş Opr. SG Sey. Bçvş. Baki Şener CENGİZ Arama/Kurtarma Opr. SG Mot.Üçvş. Tuncay CEYLAN
» Denetlemeler Kategorisinde En Başarılı Birlikler En Başarılı Sahil Güvenlik Botu En Başarılı Kıyı Birliği
: :
TCSG-57 Sahil Güvenlik Ege Deniz Bölge Komutanlığı
» Teknik Faaliyetler Kategorisinde En Başarılı Birlik
6
[ Hazırlayan ] Cihan BATIREL | SG Yb.
Sahil Güvenlik Komutanlığı sahip olduğu modern platformlarla ve nitelikli insan gücüyle deniz yetki ve ilgi alanlarında ülkemizin çıkarlarını daha geniş bir coğrafyada daha etkin olarak korumaya muktedir bir duruma gelmiştir. Bu kapsamda; Atatürkçü düşünce sistemine sahip, insana saygılı, hukukun üstünlüğüne inanan, çevreyi ve doğal kaynakları koruyan, kararlarını akla ve bilime dayandıran, bilim ve teknolojiyi takip eden ve kullanan personeli ile başta denizlerimizde can ve mal emniyetini sağlamakta, deniz kirliliği ve kaçakçılıkla mücadele ederek vatanımıza önemli hizmetler vermektedir. 2011-2012 eğitim yılında sorumluluk sahalarımızda icra edilen adli, idari ve askeri görevlerimiz kapsamında emsalleri arasında daha başarılı olan birlikleri, Ana Ast Komutanlıklarca Sahil Güvenlik Komutanlığı Başarılı Birliklerin Tespiti ve
Ödüllendirilmesi Yönergesi’nde yer alan kategoriler dahilinde değerlendirilerek eylül ayının ilk haftasına kadar Sahil Güvenlik Komutanlığına bildirilmektedir. Aday olarak gösterilen birlikler ‘‘Sahil Güvenlik Faaliyetleri” kriterleri yönüyle Harekat Başkanlığı, “Bakım Tutum ve PBS Puanı” kriterleri yönüyle Teknik Başkanlığı, MEBS faaliyetleri yönünden MEBS Başkanlığı, idari/materyal denetleme kriterleri yönüyle Denetleme ve Değerlendirme Başkanlığı tarafından kategorilere göre puanlama ve sıralamaya tabi tutulmaktadır. Denetleme ve Değerlendirme Başkanlığınca Komutan Tümamiral değerlendirmesine sunulan çalışmalar sonucunda ödüllendirilecek başarılı birlikler belirlenerek ekim ayı ilk haftasında Ana Ast Komutanlıklarına duyurulmaktadır. Bu kapsamda 2011-2012 eğitim döneminde, emsallerine göre başarılı olduğu tespit
:
Sahil Güvenlik Ege Deniz Onarım Destek Komutanlığı
» MEBS Faaliyetleri Kategorisinde En Başarılı Birlikler En Başarılı Kıyı Birliği En Başarılı Yüzer Birlik
: :
Sahil Güvenlik Ege Deniz Bölge Komutanlığı TCSG-1
7 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
Sahil Güvenlik Komutanlığı 2011-2012 EĞİTİM DÖNEMİ BAŞARILI BİRLİKLERİ
En Başarılı Onarım Destek Komutanlığı
KÖRFEZ DENİZİNE KAVUŞUYOR... [ Yazı ve Fotoğraflar ]
Kocaeli Büyük Şehir Belediyesi ve Körfez’deki diğer belediyelerin katkıları ile Sahil Güvenlik Komutanlığının İzmit Körfezi’ndeki gücü TCSG-10’un amansız takipleri ve bilinçlendirme faaliyetleri meyvelerini veriyor. İzmit Körfezi tekrar canlanıyor...
Tahsin CEYLAN | Su Altı Fotoğrafçısı
8
9 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
Denizatılarının bölgede popülasyon oluşturması su kalitesi anlamında önemli bir göstergedir.
Türkiye ve dünya denizlerinde sayısını hatırlayamayacak kadar çok dalış yaptım. Ne yalan söyleyeyim bundan bir ya da iki sene öncesine kadar İzmit Körfezi’ndeki dalışları ayağım geri geri giderek yapıyordum. Mavinin sessizliğine, su üstünde göremeyeceğiniz mucizelere, güzelliklere ve huzura aşık olan yüreğim Marmara hele İzmit Körfezi’ndeki doğa katliamına dayanamıyordu. Bilenler bilir, İstanbul tarafından İzmit’e girdiğinizde içinizi kaldıracak pis bir koku suratınızda tokat gibi patlar ve şimdi “Eski Yol” olarak tabir edilen deniz kıyısından geçerken araçlarımızın camlarını kapattığımız halde o koku arabalarımızın içine sinerdi. Ancak son iki yıldır bu durumun beni mutlu edecek şekilde değiştiğine anbean şahit oldum. Geçtiğimiz yıldan itibaren neredeyse her ayın 5 gününü Değirmendere’de geçirmeye başladım. İzmit Körfezi ve Değirmendere bana garip bir huzur ve enerji vermeye başladı. Ankara’daki evime döndüğümde ya da ülkemizin veya dünyanın değişik dalış noktalarında fotoğraf ve video çekimlerimi yaparken aklıma hep Değirmendere gelmeye başladı. Bir güç beni İzmit Körfezi’ne ve Değirmendere’ye
10
çekiyordu artık. Değirmendere’de faaliyet gösteren, dalışı ve denizi engelli engelsiz herkese sevdirmeyi kendilerine misyon edinmiş Baba Dalgıç Murat Kulakaç’ın liderliğinde kurulan Değirmendere Sualtı Topluluğu (DESSAT) eğitmen ve dalıcıları ile dalış yapmak onlarla sohbet etmek hayatımın vazgeçilmezleri arasında yer almıştı. Tabi ki eksileride vardı. Kış dalışlarında aktif olan kuzinenin içinde ve üstünde yapılan kahvaltılıklar kilo ve kolestrol sorununu sürekli tetikliyordu. Kişiler sizi ne kadar mutlu ederse etsin, şayet mekan ve doğa sizi rahatsız ederse o ortamda fazla bulunmak istemezsiniz. Doğa ve insan ayrılmaz bir bütündür. İnsanlar ne kadar iyi olursa olsun yaşadığınız yerde doğa bizim açtığımız yaralar yüzünden size güzelliklerini sunamıyorsa her şey boş gelir. Peki beni tekrardan İzmit Körfezi’ne ve Değirmendere’ye aşık eden nedir? Bunu düşünmeye gerek yok aslında. Yaşarken görüyorsunuz. Kocaeli Büyük Şehir Belediyesi ve Körfez’deki belediyelerin yaptığı arıtma tesisleri ile havadan ve karadan taviz verilmeden yapılan kontrollerin yanında Sahil Güvenlik Komutanlığının bölgedeki gücü TCSG-10’un faaliyetleri size bunun cevabını net olarak veriyor.
11 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
Yoğun ve bilinçsiz avcılık yüzünden Kalkan Balığının nesli tehlike sınırındadır.
Ufuk Koçak on dalda spor yaparak engeli engelsizliğe dönüştürme başarısı göstermiştir.
12 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
Yerel yönetimler, kolluk kuvvetleri ve sivil toplum örgütlerinin ortak çalışması sonucunda nelerin başarılacağına en büyük örnektir Değirmendere. Deniz ve su altı ile ilgili bölgedeki tek sivil toplum kuruluşu olan DESSAT burada bir çoğumuzun hayal edemeyeceği aktivitelere öncülük etmekte.
Horozbina Parablennius tentacularis ekonomik değeri olmamasına karşın fotoğrafçıların gözde modelidir.
Bunların başında da ilhamını Engelsiz Su altı Adamı Ufuk Koçak’tan alan Gölcük Belediyesi ve Gölcük Engellilerle Dayanışma ve Yardımlaşma Derneğinin desteği ve DESSAT eğitmenlerinin insan üstü çabaları ile devam eden “Engelsiz Deniz” Projesi yer alıyor. Proje ve detayları ayrı bir yazının konusu ancak, özetle şunu söylemem gerekiyor: Değirmendere’de ve Kocaeli Bölgesi’nde bu Proje ile şu ana kadar 10 engelli dalıcı yetiştirilmiş durumda; hedef bu yılın sonuna kadar engelli dalıcı sayısını 20’ye çıkartmak. En önemlisi de engelsiz dalıcı arkadaşların artık kendilerine ait bir dalış
merkezlerinin olması. Bu çok önemli zira süreklilik kazandıramadığınız yaşamlara dokunmak daha büyük travmalara neden olmaktadır. Dedim ya, son bir, bir buçuk yıldır dalışlarımı sürekli Değirmendere’de yapıyorum. DESSAT’ın deneyimli ve emniyeti her şeyden üstün tutan eğitmenlerinin verdiği güven yapmış olduğum su altı fotoğraf ve video çekimlerindeki başarıma da yansıyor. Peki neler değişti İzmit Körfezi’nin su altı canlılık popülasyonunda, kimler ve hangi canlılar yıllar önce terk ettikleri evlerine kesin dönüş yapmaya başladılar ve bunun sebebi nedir? İndikatör türler, suyun kalitesi ve kirliliğe karşı çok duyarlıdırlar. Besin ve yaşam alanı türlerin popülasyon artışına imkan sağlar. Bölgedeki arıtma tesislerinin yanı sıra küresel iklim değişikliği de bu nedende önemli rol oynar. Akdeniz ve Ege’de besin azalırken Karadeniz kökenli yüzey sularının etkisindeki Marmara besin açısından nispeten daha zengindir. Ancak Marmara da kirliliğiyle alarm vermektedir ve bu kirliliğin nedeni tamamen ülkemiz insanıdır; çünkü Marmara sadece bu ülkenin kullanımındadır.
13 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
TCSG-10 personelinin, Sahil Güvenlik Komutanlığının vizyon misyon ve temel değerlerine uygun olarak başta yasak avcılık olmak üzere çevre kirliğini önleme konusundaki hassasiyetinin yanı sıra yaptığı bilinçlendirme faaliyetlerine şahit olunca yukarıdaki sorumun cevabını kendim almış oluyorum.
Kirlilik, beraberinde asitlenmeyi de getirir ve bir anlamda oradaki yaşamı boğmaya başlarız, bundan ilk etkilenenler ise kabuklular ve daha sonrasında da diğerleridir. Akdeniz’de bir ayda yapacağınız dalışlarda görebileceğiniz canlı türlerini burada bir ya da iki dalışta rahatlıkla gözlemleyebilirsiniz.Tabii ki Murat Hoca’nın rehberliği de söz konusu olunca her şey bir anda görülebiliyor ve Poyraz’a kaydedilebiliyor. Bunca dalışıma rağmen Karadeniz’de kaydedemediğim kalkan balığını 5 metre derinlikte görüntüleyebiliyorum. Akdeniz’de neredeyse yoğun av baskısı nedeniyle tükenme sınırındaki barbun ve kalamar yine kadrajıma takılanlardan. Yazımdaki fotoğrafların tür bazındaki fazlalığı bölgenin fauna ve florasındaki bugünü anlatmaya yeter bence. Marmara Denizi’nde bir dönemler avlanabilen balık tür sayısı 66 iken bugün bu sayı 40 seviyelerinde. Tür çeşitliliğinin azalması bundan sonraki süreçte de mutlak olarak bekleniyor. Engelsiz Deniz Projesinde Sevgili Ufuk Koçak’ın azmi ve başarıları ile rol model üstlenimi birçok
insana umut oluyor. Her şeye rağmen yaşama pozitif bakış ve beraberinde getirdikleri azmin zaferi olarak yüreklerde abideleşiyor. Dalışlara Ufuk’un kullandığı bot’la gidip yine kendisinin renberliğinde dalışlarımızı yapmak büyük bir keyif. Yukarıda bilgilerini vermeye çalıştığım popülasyonu Değirmendere ve İzmit Körfezi’nde DESSAT eğitmenleri ile yapacağınız dalışla da görmeniz mümkün. Farklı bir dalış deneyimi olan Batık Şehir Dalışı ise (Şimdi bu kısmı okuyan sevgili okuyucu bana biraz kızacak belki neden “Batık Şehir”i anlatmadım diye. Bunu da sizler dalarak öğrenin.) sizin çok farklı duygular yaşamanıza neden olacaktır. Bizlere İzmit Körfezi’ni geri vermek için çaba sarf eden ve bu maksatla 24 saat görev başında olan başta TCSG-10 bot personeline, Kocaeli Büyük Şehir Belediyesine ve bölgedeki tüm yerel yönetim yetkililerine, her türlü ticari kaygıdan uzak bölge halkına, dalışı ve denizi sevdirmeyi amaç edinerek faaliyet gösteren DESSAT eğitmen ve dalıcılarına bir kez daha teşekkür ederim. Bu yazıda yazılanları okuyan değerli okuyucu, yazılanların gerçekliğini gözlerinizle görmek ve farklı deneyimler yaşamak isterseniz Değirmendere’deki su altı ve deniz tutkunları sizleri misafir etmekten mutlu olacaklardır.
ÖZEL ÇEVRE KORUMA BÖLGESİ: BELEK Bir ülkenin en önemli doğal kaynağı, biyolojik çeşitlilik olarak da ifade edilen flora** ve fauna*** zenginliğidir. Biyolojik çeşitlilik, insanların varlığını devam ettirebilmesi için gerekli olan; hava, su, toprak kadar büyük önem taşımaktadır. Çünkü çevre, kendi içerisinde sahip olduğu üretim ve tüketim dengesi ile varlığını sürdürmektedir. Ekosistem denilen dönüşüm, bu dengelerin sağlanması sürecidir. Tüketicilerin en büyüğü olarak ekosistemde yer alan insanın, yaşamını devam ettirebilmesi için gerekli olan üretimi diğer canlılar yapmaktadır. Dolayısıyla insanların varlığı bu canlılara bağlıdır. Doğal ve kültürel çevre varlıklarının korunması ve sürdürülebilirliği, 21’inci yüzyılın önemli konularından birisidir. Ekonomik kalkınma sürecinde kaynakların düşüncesizce kullanılması ve yanlış koruma tercihleri, çevre varlıklarının değer
İskorpit ekonomik değerinin yüksekliği nedeniyle yoğun av baskısına maruz kalmaktadır.
kaybetmesine neden olmakta, gelecek kuşaklara aktarılmasını engellemektedir. Özellikle geçen yüzyılda gerçekleşen çevre kirlenmesi ve beraberinde yaşanan sorunlar, insanlığın büyük bir tehlike içerisinde olduğunu göstermiştir. Çevre kirliliğinin küresel bir sorun halini alması, çözüm için ülkelerin iş birliği oluşturmasını gerekli hale getirmiştir. Bu bağlamda, geçtiğimiz yüzyıl hem çevre sorunlarının yaşandığı, hem de çevre koruma bilincinin oluştuğu
1. Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Kentleşme ve Çevre Sorunları Bilim Dalı Yüksek Lisans Öğrencisi, meralcevirgen@hotmail.com ** Flora: Bitki varlığını ifade eder. *** Fauna: Hayvan varlığını ifade eder.
15 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
[ Hazırlayan ] Meral ÇEVİRGEN1 | Kaçakçılıkla Mücadele Uzmanı
dönem olmuştur. Bu dönemde, uluslararası çevre koruma sözleşmeleri ve iş birliği programları ile çevre koruma çalışmaları gerçekleştirilmiştir. Turizm bir yandan çevreyi kullanırken, varlığının temel kaynağını oluşturan çevreyi aynı zamanda korumak zorunda olan bir endüstridir. Bu bağlamda çevre ve turizm daima etkileşim halindedir. Bir bölgedeki turizm gelişmesi, çevresel değerlerine önem veren, o bölgenin taşıma kapasitesini aşmayan nitelikte ve miktarda gerçekleşirse ancak varlığını koruyarak gelecek nesillerin kullanımına sunabilir (Demir ve Çevirgen, 2006:133). Doğal ve kültürel özellikleri itibarıyla Türkiye, birbirinden farklı birçok çevre değerine sahip bir ülkedir. Coğrafi konumu, iklim özellikleri, ülkenin zengin doğal ve kültürel değerlere sahip olmasını sağlamıştır. Yaşanan çevre sorunları, Türkiye’yi uluslararası çevre koruma çalışmalarına katılmaya yönlendirmiştir. Türkiye’nin bu süreçte imzaladığı sözleşmelerden Bern Sözleşmesi ve Barselona Sözleşmesi, doğal ve kültürel değerlerin korunmasında yeni bir dönem başlatmıştır. Her iki Sözleşmenin
getirdiği yükümlülükler altında, 1988 yılında doğal ve kültürel değerleri korumak amacıyla Özel Çevre Koruma Bölgesi (ÖÇKB) kurulması kararlaştırılmıştır. Özel Çevre Koruma Bölgelerinin Ortaya Çıkışı 1970’li yılların çevreci hareketi ile başlayan uluslararası çevre koruma çalışmaları, ÖÇKB’lerinin de ortaya çıkmasında etkili olmuştur. Sürdürülebilir gelişme ve çevre yönetimi bölümlerinde de üzerinde durulan bu sözleşmeler ve iş birliği programları, uluslararası düzeyde çevre koruma konusunda birlikte mücadele etmeyi amaçlamıştır. Türkiye de bu dönemde çevre koruma amacıyla birçok sözleşmeye taraf olmuş ve bu kapsamda gerçekleştirilen çevre koruma çalışmalarına katılmıştır. Türkiye’de özel çevre korumanın iki temel boyutu vardır: Birincisi, uluslararası sözleşmelerden doğan taahhütler; ikincisi, ülkenin kendi milli mevzuatından doğan sorumluluklardır (Keten, 1995:20). Akdeniz’in Kirlenmesine Karşı Korunması Sözleşmesi ve Avrupa’nın Yaban Hayatı ve Doğal Yaşama Ortamlarını Koruma Sözleşmesi, Türkiye’de
alanıdır. Bu bölgede doğal değerlerle ilgili gerekli araştırmalar yapılmadan, doğal değerler hiçbir şekilde hesaba katılmadan 1990 yılından itibaren “Belek Turizm Yatırımı Alanı” kapsamında turizm gelişmesine açılmış olup Turizm Bakanlığınca “Turizm Bölgesi” ilan edilmiştir. Teknik açıdan bölgeyi incelediğimiz zaman, bu alanın ormanla kaplı olduğu görülür. Alana 1998 tarihinde Bayındırlık ve İskân Bakanlığınca onanan 1/ 25000 ölçekli “Revizyon Çevre Düzeni Planı”nda turizm alanları ve iki adet golf alanı konulmuş; daha sonra tekrar 2002’de revizyon görerek dört adet golf alanı olmuş; en son tekrar 2004’te onanmış “Doğu Antalya Çevre Düzeni Planı”yla da yedi adet golf alanına çevrilmiştir. Golf alanları çok su isteyen alanlardır. Bunun sonucunda aşırı ve kontrolsüz yer altı suyu kullanımı tablosu ortaya çıkmakta, ayrıca golf alanında çimlere kullanılan ilaçlar nedeniyle akarsular, yer altı suyu ve dolayısıyla deniz suyunda kirlenme meydana gelmektedir. Diğer taraftan bölgenin kıyısı, “Çevre Düzeni Planı”nda “Deniz Kaplumbağası Üreme Bölgesi” olarak belirlenmesine rağmen kıyının doğal yapısının değiştirildiği görülmektedir. 2. Bölüm: Sarısu Deresi’nin doğusundan, Karadayı
16
ÖZEL ÇEVRE KORUMA BÖLGELERİNİN TESPİT VE İLANINA DAİR BAKANLAR KURULU KARARLARI 18.01.1990 TARİH
22.10.1990 TARİH
14.09.2000 TARİH
25.12.2003 TARİH
22.12.2010 TARİH
88/13019 SAYILI
90/77 SAYILI
90/1117 SAYILI
2000/1381 SAYILI
6692 SAYILI
27793 SAYILI
GÖLBAŞI, GÖKOVA, KÖYCEĞİZDALYAN,FETHİYE
PATARA, KEKOVA,
PAMUKKALE,
GÖKSU
FOÇA, DATÇA-
IHLARA,
TUZ GÖLÜ
UZUNGÖL
SAROS KÖRFEZİ
BOZBURUN,BELEK
Şekil 1: Türkiye’deki ÖÇKB’nin Tespit ve İlanına Dair Bakanlar Kurulu Kararları
ÖÇKB’nin oluşmasına etkili olmuş önde gelen sözleşmelerdir. Bugüne kadar 15 adet alan Özel Çevre Koruma Bölgesi olarak tespit ve ilan edilmiştir. Belek Belek olarak adlandırılan yöreyi Antalya’nın 40 km doğusunda birbirini tamamlayan iki bölüm olarak ele almak gerekir (www.agaclar.net):
1.Bölüm: Aksu Deresi ile başlayan ve yaklaşık 25 km uzunluğundaki kumsal boyunca uzanarak doğuda Acısu Deresi’yle son bulan bir yöredir. Bu alan güneyinde Akdeniz, kuzeyinde Kumköy, Kadriye ve Belek beldelerinin yerleştiği verimli Serik Ovası ile çevrilidir. Kumulları, bu kumullar üzerindeki yaygın fıstık çamı ormanı, Belek’e özgü (endemik) çok zengin bitki örtüsü ve birçok canlının barınağı olan kıyısı caretta caretta kaplumbağalarının da üreme
Bölgenin sorunları; 1- “Çevre Düzeni Planı”nda koruma alanı olarak belirlenen kontrollü hassas zon* alanları güncelleşmelidir, 2- Ormanlık alanlar, kadastro sınırlarının sayılaştırma sonucuna göre belirlenmelidir,
17 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
12.06.1998 TARİH
yerleşmesinin kuzeybatısında Yassı Yusuflar Tepesi’nden başlayarak Evrenseki Belediyesinin sınırları doğusundaki Ilıca Deresi’ne kadar uzanan alandır. Denize paralel 25 km’lik kumsalın yaklaşık 4,5 km’si “Belek Özel Çevre Koruma Bölgesi” dışında bırakılmıştır. Bölge, sahip olduğu doğal, ekolojik, kültürel ve tarihi değerlerin çevre kirlenmesine ve bozulmasına karşı korunması, doğal ve tarihsel değerlerin gelecek nesillere aktarılması, güvence altına alınması ve bir yerde koruyarak kullanmak amacıyla 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun 9’uncu maddesine istinaden 383 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümlerinin uygulandığı 22.10 1990 tarih ve 90/1117 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla “Belek Özel Çevre Koruma Bölgesi” ilan edilmiştir (www.ockkb.gov. tr). Bölgede 12.8.1993 tarihinde Özel Çevre Koruma Başkanlığı tarafından 1/25000 ölçekli “Çevre Düzeni Planı” onanmıştır.
3- Makilik-fundalık alanları ve hassas zon* sınırları yeniden belinlenmelidir, 4- Boğazkent tarafında Kocagöl Kuş Cenneti sınırları, “Belek ÖÇKB Yönetim Planı” çalışmaları sonucuna göre belirlenmelidir,
18
6- Kıyının çok büyük bir kısmı kaplumbağa üreme alanıdır. Ancak gerekli hassasiyet gösterilmemektedir, şeklinde özetlenebilir. SONUÇ Kentlerin önce varoşlarında başlayan gecekondulaşma ile kentler genişlemiş günümüzdeki başlıca kentsel sorunlardan birisi haline gelmiştir. Bu süreçte, doğal ve kültürel değerlerin korunamadığını, genişleyen kent olgusu içerisinde, ekonomik kaygılar nedeniyle tüketildiğini söylemek mümkündür. Yakılan ormanlar, konut alanına dönüşen tarım arazileri, kentsel atıklar nedeniyle yok olan bitki ve hayvan türleri gibi, yaşanan sorunlara daha birçok örnek eklemek mümkündür. Günümüzde bu değerlerin durumu, istenen düzeyde korunma sağlanamadığını göstermektedir. Çevre değerlerinin ekonomik çıkarlar yüzünden tüketilmesi, halkın koruma konusundaki ilgisizliği,
Halkın çevreye karşı duyarlılığı ve katılımı gibi araçlar yeterince kullanılmamaktadır. O yüzden kamuoyunun bilinçlendirilmesi konusuna ağırlık verilmelidir. Kamuoyunun bilinçlendirilmesi, kitle iletişim araçlarının tüm imkânlarla kullanılması ölçüsünde gerçekleşebilir. Öyleyse vatandaşlarımız çevrenin korunması gerektiği gerçeğine inandırılmalıdır. Yapılacak şey aslında çevrenin kıymetinin bilinmesi ve çevreyi korumak için tüm çabanın sarf edilmesidir.
KAYNAKLAR : (1) DEMİR, Cengiz, ÇEVİRGEN, Aydın, Turizm ve Çevre Yönetimi, Nobel Yayınları, Ankara, 2006. (2) EGELİ, Gülün, Avrupa Birliği ve Türkiye’de Çevre Politikaları, Türkiye Çevre Vakfı Yayını, Ankara, 1996. (3) KETEN, Mustafa, “Çevre Üzerine Radyo Konuşmaları”, ÖÇKKB Yayını, Ankara,1995. (4) 383 sayılı Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı’nın Kurulmasına Dair KHK, (RG., 13 Kasım 1989, No: 20341). İNTERNET KAYNAKLARI : (1) http://www.ockkb.gov.tr. (2) http://www.agaclar.net/forum/archive/index.
* Hassas Zon: ÖÇKB içinde yer alan ve Başkanlıkça düzenlenen planlarda özel işaretlerle gösterilen; niteliğine göre tespit edilen tedbirlerle zaman, mekân ve faaliyet türleri açısından çok kısıtlı kullanımlara izin verilen ve gerekli sayı ve nitelikte özel personel tarafından kontrol edilen doğal rezerv alanını ifade eder.
TCSG-71’İN 2012 YILI TÜRKİYE-GÜRCİSTAN İKİLİ İLİŞKİLER KAPSAMINDA POTİ VE BATUM/GÜRCİSTAN LİMAN ZİYARETİ [ Hazırlayan ] Gökhan AKGÜN | SG Ütğm.
TCSG-71, 2012 Yılı İkili İlişkiler Uygulama Planı kapsamında Türk Sahil Güvenlik Komutanlığı ile Gürcistan Sahil Güvenlik Komutanlığı arasında iş birliğini geliştirmek, bilgi ve tecrübe paylaşımını arttırmak, müşterek eğitimler icra etmek maksadıyla 10-13 Eylül 2012 tarihleri arasında Gürcistan’ın Poti ve Batum limanlarını ziyaret etmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil edecek olmanın bilinci ile gemideki tüm hazırlıklar tamamlanarak 09 Eylül 2012 tarihinde Trabzon Limanı’ndan avara edilerek Poti ve Batum liman ziyaretleri maksadıyla ileri harekete geçilmiştir.
POTİ LİMANI’NA İNTİKAL TCSG-71 Komutanlığı ile gecenin karanlığında Gürcistan’a yapacağımız liman ziyaretinin heyecanı ile Karadeniz’de Poti Limanı’na doğru ilerliyoruz. Sabah 08:00’de Gürcistan kara sularına girilirken, “P-008” borda numaralı Gürcistan Sahil Güvenlik botu gemimizin etrafında dönerek bizleri selamlıyor ve telsizden Gürcistan’a hoş geldiniz diyerek karşılıyor. Limana yaklaşınca mihmandar tayin edilen irtibat subayı Poti Sahil Güvenlik Üssünden bize “Türkiye Sahil Güvenlik Gürcistan’a hoş geldiniz.”şeklinde çağrı yapıyor ve geminin aborda olacağı yeri bize tarif ediyor.
19 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
5- Başta Köprüçay olmak üzere Acısu, Sarısu, Karaöz, Şarlavuk Deresi, Ilıca Deresi su rejimi akademik olarak incelenmeli ve taşkın konusu değerlendirilmelidir,
sorunlara örnek gösterilebilir. Korumanın toplumsal bir görev olduğu, yasalarla kabul edilse de, halk kültürel değerleri koruma konusunda ilgisizdir. Halkta bu değerleri sahiplenme bilincinin oluşması için, halkın konuya yabancı kalmaması gerekmektedir.
yapılmış ve müteakiben İntikal Birlik Komutanımız SG Kd. Alb. Gültekin Kemal CEYLAN tarafından şeref defteri imzalanmıştır. Poti/Gürcistan Sahil Güvenlik Komutanlığı Bölgesel Harekat Başkanı Yardımcısı ev sahipliğinde İntikal Birlik Komutanı ve Komutanlığımız personelinin bir kısmının katılımı ile öğle yemeğine iştirak edilmiş, Türk mutfağına benzerlik gösteren Gürcistan’ın yerel mutfağının enfes çeşitliliği tadılmıştır. Poti Limanı’nda Gürcistan Sahil Güvenlik Üssü personeli ile Komutanlığımız personeli arasında futbol müsabakası düzenlenmiştir. Maç sonucunda gülen taraf Türk-Gürcü dostluğu olmuştur. Gürcistan Poti Bölge Komutanı ev sahipliğinde akşam yemeğine iştirak edilmiş ve keyifli sohbet havasında sıcak ilişkiler kurulmuştur. 11 Eylül 2012 Tarihindeki Faaliyetler :
20
10 Eylül 2012 Tarihindeki Faaliyetler : Poti Sahil Güvenlik Departmanında, Gürcistan ve Türk milli marşları çalınarak her iki ülkenin bayrakları göndere çekilmiş ve akabinde saygı duruşu yapılarak karşılama töreni icra edilmiştir. Gürcistan’da hayatını kaybeden denizciler anısına çelenk sunma töreni icra edilmiş ve Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları olarak savaşta ölen dost ülke Gürcistan’ın askerleri saygıyla anılmıştır. Gürcistan Sahil Güvenlik Komutanlığının tanıtılması maksadıyla Gürcistan Sahil Güvenlik personeli tarafından brifing verilmiş, böylece Gürcistan Sahil Güvenlik Komutanlığının teşkilat, konuş, kuruluş ve çalışma sistemi hakkında bilgi edinilmiş, Gürcistan Sahil Güvenlik yetkilileriyle karşılıklı hediye teatisi
Batum Limanı’na aborda olurken sahilde Türkiye Cumhuriyeti Başkonsolosu ve Gürcistan Sahil Güvenlik Komutanı Harekat Başkanı Yardımcısı bizleri karşılamak üzere sahilde hazır bir şekilde bekliyor ve aborda olmayı müteakip gemimizi ziyaret ediyorlar. 13 Eylül 2012 tarihinde Gürcistan Sahil Güvenlik botları ile icra edilecek müşterek eğitimler kapsamında Gürcistan Sahil Güvenlik Komutanlığı Bölgesel Harekat Başkanlığı binasında koordinasyon toplantısına iştirak edilmiştir. Sahil Güvenlik Komutanlığı Harekat Başkanı Yardımcısı ev sahipliğinde Batum sahilinde bulunan, Batum’daki en güzel restoranlardan birine öğle yemeği için iştirak edilmiş; Gürcistan Sahil Güvenlik yetkilileri ile Türkiye ve Gürcistan’ın tarihi, kültürü, yaşam standartları ve gelecekte Türkiye ve Gürcistan arasında gerçekleşecek Sahil Güvenlik alanındaki iş birliği faaliyetleri hakkında sohbet edilmiş ve sıcak bir ortam oluşturulmuştur.
Kültürel gezi faaliyetinden sonra Komutanlığımız personeline serbest zaman imkanı verilmiş, bu fırsatla personelimiz Batum şehir merkezini ve sahilini gezerek keyifli anlar yaşamıştır. Gürcistan Sahil Güvenlik Departmanı Müdürü ev sahipliğinde, üst rütbeli heyet personeli ve TCSG71 Komutanlığı heyetinin katılımı ile keyifli bir akşam yemeğine iştirak edilmiştir. İki ülke personeli arasında oluşan samimi bağ ile karşılıklı sıcak sohbetler yapılmış, Gürcistan ve Türkiye ilişkileri hakkında olumlu görüşler ifade edilmiş ve dostluklar kurulmuştur. 12 Eylül 2012 Tarihindeki Faaliyetler : Kültürel faaliyetler kapsamında 09.00-12.00 saatleri arasında doğa harikası olan Batum Botanik Bahçesi gezilmiş daha sonra güzel bir öğle yemeğine iştirak edilmiştir. Keyifli geçirilen öğle yemeğinden sonra “Çakvi” Gürcistan Sahil Güvenlik İstasyonu ziyaret edilmiştir. Daha sonra serbest zaman verilmiş ve bu fırsattan istifade Batum’ da gezi faaliyetlerine devam edilmiştir. Günün sonunda tüm yorgunluk ve stresimizi atacağımız güzel bir akşam yemeğine iştirak edilmiştir.
13 Eylül 2012 Tarihindeki Faaliyetler : Batum Limanı’ndan ayrılıp Türkiye’ye döneceğimiz son günde sabah saatlerinde Gürcistan Sahil Güvenlik botları ile taktik manevra, denize adam düştü ve arama kurtarma eğitimlerini icra etmek maksadıyla avara ederken Gürcistan’dan güzel dostluklar kurmanın ve hoş zaman geçirmenin vermiş olduğu mutlulukla ayrılıyor ve bizleri uğurlamak için sahilde bekleyen Gürcistan Sahil Güvenlik Komutanlığı personelini ve Batum’u gemi düdüğü ve elle selamlıyoruz. Gürcistan Sahil Güvenlik botları ile müşterek ve koordineli icra edilen eğitimler Türk ve Gürcü Sahil Güvenlik botlarının eğitim seviyesi ve uyumunu bir kez daha gösteriyor. Eğitimlerin bitmesini müteakip irtibat subaylarımız Gürcistan botlarına uğurlanıyor ve vedalaşmanın ardından içimizdeki aile ve vatan özlemi ile Trabzon Limanı’na intikale geçiyoruz. TCSG-71 Komutanlığı ailesi olarak Poti - Batum/ Gürcistan liman ziyaretleri sonucunda, bizlerin hafızasında güzel dostluklar, anılar ve paylaşılan deneyimler yerini alıyor. Bu ziyaretle Karadeniz’de komşumuz olan Gürcistan’ın bizlere bakışının ne denli içten olduğunu görüyor ve ne kadar misafirperver olduklarını bir kez daha anlıyoruz. Sahil Güvenlik Komutanlığı ailesinin bir parçası olan TCSG-71, Türkiye Cumhuriyeti’ni yurt dışında en iyi şekilde temsil etmenin haklı gururu ile bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da verilen görevleri layıkıyla yerine getirmeye devam edecektir.
21 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
Poti Limanı’na girişimizle beraber, sahilde hazır bulunan Poti Sahil Güvenlik Üssü personeli halatlarımızı alıyor. Poti Sahil Güvenlik Departmanında görevli üst rütbeli subaylar tarafından samimi bir şekilde karşılanıyoruz. Bize mihmandar tayin edilen ve ileri derecede Türkçe bilen irtibat subayı Alia (Kendisini bize İlyas olarak tanıttı.) ihtiyaçlarımızı, merak ettiklerimizi öğrendi ve daha sonra bir mihmandarın yapması gereken bütün görevleri özenle yerine getirdi. Ayrıca gezi boyunca hiç yanımızdan ayrılmadı.
11 Eylül 2012 tarihinde Poti Limanı’ndan sabah saat 09:00 sularında avara ederken limanda bulunan Gürcistan Sahil Güvenlik botlarını gemi düdüğü ile selamlıyoruz ve onlar da bizleri ağırlamanın vermiş olduğu memnuniyet ile selamlamamıza karşılık veriyorlar. Poti Limanı’nı ardımızda bırakırken Gürcistan’ı sanki ev sahibi gibi izleyerek , “P-008” borda numaralı Gürcistan Sahil Güvenlik botu refakatinde Batum Limanı’na gidiyoruz.
Öğle yemeğinden sonra 16 yy.da Osmanlı Devleti tarafından yapılan, içerisinde hamam, camiler ve Hz.İsa’nın 12 havarisinden biri olan Aziz Matthias’ın da mezarı bulunan “Ganio Kalesi” ile “Acara Tarihi Müzesi” ziyaret edilmiştir.
HOPA’DA YAŞAM VE TCSG - 307 [ Hazırlayan ] Ali ERGEÇER | SG Ütğm.
Artvin ilinin denize kıyısı olan iki ilçesinden biri Hopa! Karadeniz’in doğusunda yer alan bu küçük ama şirin ilçe Hopa Limanı’nda konuşlu TCSG-307 K.lığının sorumluluk sahası içindedir. Yavuz Sultan Selim’in ismini koyduğu Acemcede de güzel anlamına gelen Hopa, yeşilin denizle birleştiği muhteşem bir doğal güzelliğe sahiptir.
22
Nüfus tabelasının 17.433 gösterdiği bir ilçede yaşamanın nasıl olabileceğini şu anda hayal ediyor olmalısınız. Belki bizler de hayal etmek isterdik ama hayalden ötesi bu duyguyu yaşamak bizlere nasip oldu. Hopa maceramız başlamıştı. Biz kader arkadaşları birbirimize yetebilmeyi gerektiğinde tek yürek tek bilek olabilmeyi çoktan öğrenmiştik. Bol yağmurlu soğuk kış gecelerinde organik fındık yemenin, kaynağından çay içmenin keyfini çıkarır olmuştuk. Temmuz-Ağustos aylarına gelindiğinde Hopa Kültür, Sanat ve Deniz Festivali kapsamında Kaymakamlık ve Belediye Başkanlığınca çeşitli etkinlikler düzenleniyor, ailelerimiz ve bizler için farklı bir çerçevede yer almak mümkün hale geliyordu. Palamut, hamsi ve mezgitten başka balık bulamasakta taze balık ve piknik faaliyetimize
23 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
Türkiye’nin doğusu batısı fark etmeden 8.484 km’lik sahil şeridi boyunca görevimizi en iyi şekilde yerine getirebilmek tek amacımız olsa da yaşadığımız şehrin üzerimizdeki etkilerini görmezden gelmek de mümkün olmuyor. Değil ki şikayetimiz bu şehre… Denizci olmanın her şartta göreve hazır olmanın gururunu yüreklerimizde taşıyoruz. Bizler denizlere aşık birer denizci olarak Hopa’daki yaşamı bizim gözlerimizden sizin yüreklerinize aktarmak istedik.
de değinmeden geçmek olmaz. Çoluk çocuk tam tekmil müsait hava şartlarında deniz kenarında birlik olmaktan mı yoksa taze balık yiyor olmaktan mı kaynaklanıyor bilinmez, bir daha böyle lezzetli balık yiyemeyeceğimizi düşünüyoruz. Tadına doyamadığımız bu balıkların Hopa halkının
ekonomisine katkısı büyük. Balıkçılık burada yaygın ekonomik faaliyet kollarından. Su ürünleri avcılığı gerek ticari gerekse aile ihtiyacına yönelik olarak yürütülüyor. Hopa’da yaşam bizler için kimi zaman sakin kimi zaman hareketli geçip gidiyor. İlçe halkı ise TCSG-307 Komutanlığının konuşlu olduğu Hopa Limanı’nın yakın bir geçmişte hizmete girmesi ve Sarp Sınır Kapısı’nın açılması ile ihracat-ithalat, uluslararası taşımacılık, turizm gibi çeşitli alanlarda önemli bir gelişim sürecine giren ilçede yaşamaktan gayet memnun gözüküyor. Konaklama tesisleri ve iş yeri sayılarında görülen ciddi artış ise ilçe halkı açısından oldukça sevindirici. Sarp Sınır Kapısı’nın açılması sonrasında sınır ili olan Artvin’in başta Gürcistan olmak üzere komşu ülkelerle ekonomik ilişkilerinin yanı sıra sosyal ilişkilerinde de önemli bir gelişim gösterdiğini vurgulamamız gerekiyor. Ailelerimizle birlikte tüm gemi personeli bir aradayız. Sırasıyla tüm arkadaşlarıma dışarıdan bir vatandaş gibi sorularımı yöneltiyorum ve alınan ilginç cevapları sizlerle paylaşmak istiyorum. 1. Görev yerinizin Hopa olduğunu öğrendiğinizde neler hissettiniz?
24
Muhammet Astsb: Hopa’da ilk göze çarpan otellerin çok olmasıydı. Bu küçük yerleşim yerinde neden bu kadar çok otelin olduğu beni şaşırtmıştı. Beni ayrıca şaşırtan diğer bir konu uluslararası kara yolunda kilometrelerce uzanan tır kuyruğuydu. Hopa’yı merak ederek çıktığım gezinti on dakika sonra son bulmuştu. Küçük bir yerleşim olan Hopa’da gezinti de kısa sürüyor haliyle... 3. Hopa’ya alışmanız kolay oldu mu? Mehmet Astsb: Hopa’ya alışmak için zorlanacağınız pek fazla bir şey yok. Burada yağmura alışmak biraz zor; çünkü Hopa’da haftada iki defa yağmur yağar biri üç gün, diğeri dört gün sürer. 4. Hopa’da sosyal etkinlik olarak neler yapıyorsunuz? Deniz Astsb: Hopa’da sosyal etkinlik dediğimiz zaman ilk akla gelen personelce yaptığımız piknik faaliyetidir. Onun haricinde fazla bir sosyallik yok zaten. Deniz kenarındaki bir yerleşim yeri olmasına rağmen sahil kenarında herhangi bir kafe veya restoranın olmaması garip. Personelin gidebileceği herhangi bir sinema salonu da bulunmamaktadır. Çocuğunuzu götürebileceğiniz bir parkın bu yıl açılmış olması çocuğu olan personelimizi bir nebze olsun sevindirmiş olmalı. Kendilerinin yaşayamadığı sosyalliği çocukları yaşayabilecek artık. 5. Hopa’da yaşamının güzel tarafları da olmalı muhakkak. Bu güzellikleri bizimle paylaşır mısınız? Mehmet Astsb: Hopa doğası, yeşilliği ve deniziyle yaşanılması gereken bir yer fakat emekli olduktan sonra tabi. Kendi iç huzurunuzu bulmanıza yardımcı olabilecek bir doğası vardır. Hopa; dünya üzerindeki yeşil ve mavi kardeşliğinin en güzel resmedilebileceği doğal güzelliklerden biridir. Değerli katkıları için arkadaşlarıma çok teşekkür ediyorum. KAYNAKLAR : (1) http://www.hopa.gov.tr/hopam/ (2) www.hopa.bel.tr/ (3) www.hopa.gen.tr/ (4) www.hopam.com/
FISILDIYOR MUSUNUZ ? [ Hazırlayan ] Tarkan DÜZGÜNÇINAR | SG Bnb.
Fısır fısır fısıltı, Şu fısıltıdan hepimiz nefret ediyoruz. Bir yandan ondan çekiniyor, bir yandan da biz de devamlı fısıldayarak esiri oluyoruz. Biz fısıltıyı yöneteceğimize onun bizi yönetmesine izin veriyoruz. Bir iki dakika hoş vakit geçirmek adına hem kendi hem de kurumumuzun değerlerini yerle bir ediyoruz. En başarısız ancak bir o kadar da kolay iletişim fısıltı ile yapılır. Fısıltı ile iletişim kolaydır çünkü söylenenlerin doğruluğu iki kişinin süzgeci arasındadır. İleride patlayacağını bile bile diğer kişiler hakkında fısıltı balonları oluşturulur. Fısıldayan, bu balonları gönül rahatlığıyla doldurur. Fısıldadıkça rahatlar, rahatladıkça daha çok fısıldar. Ta ki kendisi için de doldurulan balonla karşılaşıncaya kadar...
Fısıldamak (isteyin veya istemeyin) fısıltı arkadaşlığını doğurur. Fısıldayanlar arasındaki iletişim artar çünkü aynı suçu işlemişlerdir. Fısıltı balonunun öznesi fısıldayana göre mutlaka yanlış(lar) yapmıştır. Bu durum fısıldayanın “Böyle bir yanlışı nasıl yapar anlamıyorum! Ben bu yanlışı yapmadım, demek ki ondan daha iyiyim!” hayaline kapılmasına neden olur ve kendi doğrularını onun yanlışları üzerinden belirlediği için bu doğrular sürekli değişir. Fısıldayanın alkış beklediğini tahmin etmek zor değildir. Onun dünyasında yanlış yapan herkesi işaretlemek zorunluluktur. Daha başarılı, daha mutlu, daha akıllı vb. “daha” olan herkes fısıltının altında bir güzel ezilir! Fısıltı, “Söylerim ama doğruluğunu ispat zorunluluğum yoktur.” anlayışı ile doludur. Yüksek sesle konuşup onu ispatlamak yerine fısıltının ardına kolayca sığınılır.
25 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
Muhammet Hanefi Astsb: Hopa’ya tayin olduğumu öğrendiğimde beni ilk düşündüren 24 saatlik otobüs yolculuğunun nasıl geçeceğiydi.
2. Hopa’ya gittiğinizde ilk izlenimleriniz neler oldu?
Fısıltı ne zaman artar, ne zaman azalır?
Neden fısıldıyoruz?
Şunu kabul etmekle işe başlayalım. Herkes, hayatının bir döneminde mutlaka fısıldamıştır. Kendi ağzı ile şikâyet ettiği bir konu, diğer arkadaşına başarı ile servis ettiği bir bilgidir. Unutmayalım; insanların özel yaşantılarını, kapalı ortamda yaşadıklarını başkalarına anlatmak bu bilginin bilmemesi gereken birçok kişiye ulaşmasını sağlayacaktır. Ve yine unutmayın yakın bir gelecekte bu sizinle ilgili bir bilgi de olacaktır!
Öncelikle kendimizden memnun olmadığımızda fısıldıyoruz. Nedeni sizin için korku olsun, diğerleri için endişe... Memnuniyetsizliğinizi açıkça ortaya koyamayacak durumdaysanız fısıltının kumandası altındasınız demektir. Halinden memnun olmayan bir kişi, ortaya atacağı fısıltılar ile yüz kişilik bir grubu paramparça edebilir. İyi yöneticiler kendisinden memnun olamayan çalışanları tespit etmelidir. Çünkü memnuniyetsizlik virüs gibi hızla yayılır.
Herhangi birinin başarısı veya başarısızlığında fısıltı artar. Fısıldayan başarıyı kolaylıkla küçümseyeceği gibi başarısızlığı günün en önemli gündemi haline getirecektir. Başarısızlığı, fısıldayan hariç kimse sevmez. O sever, çünkü başarısızlığa neden olduğunu düşündüğü bir adayı vardır. Başarıda, terfide, özellikli bir göreve atanmada fısıltı artar, artar, artar...
26
Fısıldamak için etrafta bu kadar sebep varken azaldığı da olur mu? Fısıltı yoğun çalışma temposuna girildiğinde azalır. Bunun sebebi basittir. Hedefe ulaşmak için gidilen yolda fısıltı ile kaybedilecek vakit yoktur. Orada bulunma sebebini tam olarak anlamış ve hedefin kendisine düşen kısmına ulaşmak için var gücü ile çalışan birinin fısıldamak aklına bile gelmez…
Birlikte çalıştığınız insanlardan memnun değilseniz de fısıldarsınız. Çoğumuzun dertlerimizi paylaştığı, kendi ekibimizden veya diğer birimlerden fısıltı arkadaşlarımız vardır. İnsanların sevilmeyen hakkında konuşulmasını doğal görmesi fısıldayanı tespit etmeyi zorlaştırır. İki insan bir araya geldiklerinde sadece fısıldıyorlarsa tek konuşacak ortak noktaları başkalarının hayatı ve kendi memnuniyetsizlikleridir.
Tamam da, fısıldayan kimdir? Fısıldayan en basiti ile tembel olandır. Kendisine az güvenendir. Haksız beklentisi yüksek, kendiyle en az barışıktır. Kendini geliştirme kaygısı yoktur. İşinin, kendisinin, yaşantısındakilerin ne iyi ne de kötü taraflarını bilmez veya önemsemez. Fısıldayan başkalarını alkışlamayandır. Farklılıklara ve değişikliklere en fazla direnç gösterendir. Fısıltıyı yok edemiyoruz bari yönetelim. Fısıltıyı tamamen yok etmek mümkün görünmüyor. Alınacak birkaç etkili önlem fısıltının azalmasında önemli rol oynayacaktır. Çok klasik bir ifade olacak ama öncelikle yönetici ile çalışan arasında iyi bir iletişim kurulmalıdır. Karşılıklı beklentileri bilmek, paylaşmak, uygulamak, dürüstlüğün temelidir. Birlikte çalışanların bir araya gelip memnuniyetsizliklerini yüksek sesle
söyleyebildikleri ortamlar yaratmak yöneticinin kitaplarda yazmayan görevidir. Yönetici, birlikte çalıştığı insanlara kısa, orta ve uzun vadeli hedefler koymalı ve bu hedeflere ulaşmalarına destek olmalıdır. Sadece günlük işleri yapan, bulunduğu ortama yenilik, değişim, gelişim katmaya gayret etmeyen çalışanlar bir süre sonra sadece fısıldayacaktır. Yöneticilerin tutarlılığı, az veya çok fısıltı olarak kendisine dönecektir. Hepimizin görmek istediği yönetici; söylediklerinin arkasında duran, bizde görmek istediği duruşu önce kendisi sergileyendir. Herkesin çalışma nedeni aynıdır: para kazanmak. Ancak adil bir sistem içerisinde alınmış bir ödül (yeri gelince samimi bir teşekkür, “eline sağlık” ifadesi bile) bunun tadını alan çalışanınızı müteakip başarılar için kamçılayacaktır.
gün (hem de kısa bir süre içinde) sizin hakkınızda da fısıltı balonu doldurulacağından emin olun. İşinize odaklanın, dinlenme zamanlarını başkaları hakkındaki dedikodulara değil mantıklı bilgi paylaşımlarına ayırın. Hedef belirlemek zor değildir. Her gün işe gelip sınırlı işleri yalan yanlış tamamlayıp eve dönenlerden olmayın. Odanıza, bölümünüze, kurumunuza mutlaka değer katın. Katmaya çalışın. Değişimden korkmayın, onun parçası olun...
Fısıltıyı sizden uzaklaştırmanın basit kuralı!
KAYNAKLAR :
Fısıltıyı kesmek için siz de fısıldamayın. Telefonu kapattıktan sonra söylenen bir kişinin odada bulunan diğer insanların fısıldamalarından şikâyet etme hakkı var mıdır? Fısıldadığınız sürece bir
(1) DEMİRER, Aydın, “Profesyonel Dedikoducular”, www.isteinsan.com (2) ERGENEKON, Dr.Sevda, “Benden Duymuş Olma Ama”, www.kariyerinfo.com (3) KUYUCU, Pınar, “Ofiste Fısıltı Gazetesi”, www.insankaynaklari.com (4) MICHELSON, Grant, “Make Office Gossip Work For You”, www.forbes.com (5) TEZEL, Yasemin-Saygın, “Fısıltı Yönetimi”, Sitem Yayıncılık, Ekim 2012
27 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
Fısıldayanlar genelde bu kurumda neden bulunduğunu ve tam olarak ne yaptığını anlayamayanlardır. Yöneticinin bir dediğini iki etmeyen ama aslında özgür iradesini gösteremeyenlerin fısıldaması hiçbirimizi şaşırtmaz. Yöneticilerin görevi, çalışanlarına pozisyonlarının yarattığı beklentiyi açıklamak ve şüphe içerisinde kalmamalarını sağlamaktır.
“ENDONEZYA BALİ” [ Yazı ve Fotoğraflar ]
28
Asutay AKBAYIR | Başkent Ü Öğr. Gör.
Bütün insanlar, doğa ve doğanın tüm canlıları kutsaldır, saygıyı ve sevgiyi hak ederler. Birbirini incitmemek ve doğanın tüm canlılarına sevgi göstermek sayesinde kendi evrimimizi tamamlayabiliriz. Evren sürekli bir oluşum içerisindedir. Başlangıçta hiçbir şey yoktu ve buna mutlak boşluk deniliyordu, daha sonra pozitif ve negatif var oldu, bu evrenin oluşmasına yol açtı, ardından canlılar yaratıldılar ve en son olarak da krallıklar… İnsanoğlu doğduğunda okyanustan çıkmış bir su damlası gibidir ve öldüğünde tekrar okyanusa yani özüne döner…
29 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
turu organize eden kişi olarak beni bile şaşırtıyor.
30 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
1969 yılında karada dünyaya geldim, 1983 yılında su altında yaşamaya başladım… O tarihten bu yana cennet ülkemizin neredeyse tüm sahillerinde daldım, sayısız canlı türüyle tanıştım. Dünyamızın aslında bir su dünyası olduğunu ve karada bulunduğumuz süreler içerisinde “varoluşumuzu” özlediğimizi fark ettim. Bir süre sonra diğer ülkelerin su altı dünyalarını da keşfetmek üzere yola çıktım. 1996 yılındaki ilk Kızıldeniz dalışımın ardından, Maldivler, Malezya derken yolum Endonezya’ya düştü. 22 Ekim 2012’de “Şu tüm
Bir gezgin hele bir de “dalgıç” bir dalış turundan neler bekler ? Bu turu organize ederek dalgıçlarımı BALİ’ye götürmeye karar verdiğimde, başlangıç olarak çok yönlü bir araştırmaya giriştim. Okuduklarım ve dinlediklerim beni çok etkiledi. Endonezya BALİ belki de Dünya’da tabiatın en iyi korunmuş olduğu bölge idi, su altı da aynı şekilde. Bölge halkının ve yönetiminin bunu nasıl başardıklarını ise orada 10 gün kaldıktan sonra daha iyi anladım. On günlük bir turda ne kadar çok gezilip ne kadar çok şey görülebilirse hepsini yaşadığımızı söyleyebilirim. Şimdi geriye dönüp baktığımda bu kadar kısa bir süreye sığdırdıklarımızı görmek bu
Yolculuk ve Bali’ye ilk adımlar… Benim gibi uzun uçuşları sevenler için birebir. Malezya havayolları ile İstanbul’dan Malezya Kuala Lumpur’a yaklaşık 11 saatlik bir uçuşun ardından Endonezya Bali Denpasar Havaalanına 2,5 saatlik bir aktarmayla ulaştık. 5 saat olan zaman farkı Türkiye’de saat ayarlaması yapılınca 6 saate çıktı ve bizler de Jet Lag nedir iyice öğrenmiş olduk… Havaalanında bizi gerçek bir Balili olan tur rehberimiz karşıladı. Kendisinin güler yüzü ve çat pat Türkçe kelimelerle yaptığı espriler sayesinde tüm yorgunluğumuz yerini bir anda neşeye bıraktı. Gördüğümüz tüm Balililer gibi tur rehberimiz de işini çok iyi yapmaya ve misafirlerini mutlu etmeye çalışan “huzur verici” bir insandı. Bizleri transfer aracımızla 30 dakikalık ufak bir yolculuğun ardından Bali’nin en güzel sahillerinden biri olan Sanur sahilindeki otelimize ulaştırdı. Otelden içeriye girdiğimizde boynumuza takılan çiçekler, ikram edilen meyve suları gerçek bir “uzak doğu” karşılaması oldu. Otel çok çok büyüktü. 7 adet restoran, 3 havuz, 1 kilometrelik bir sahil, su sporları merkezi, tropik bahçeler, canlı müzik, Bali dansı gösterileri, animasyon, masaj salonu… Sadece oteli gezmek bile birkaç saat alabilirdi… Gündüz vakti hepimiz odalarımıza çekilip uyumayı tercih ettik ve akşam otelin İtalyan restoranında buluşma kararı aldık. 6 saatlik zaman farkından dolayı
hepimize bir durgunluk gelmişti. Yerel saatle 20:00 de deniz kıyısında kumların üzerinde grubumuz için hazırlanmış olan özel masada barbekü partisine katıldık. Canlı müzik inanılmazdı. Sahnedeki bayan solisti dinlerken bu müziğin “amatör” olduğuna inanmakta çok zorlandık. Okyanusla baş başa ilk gecemizdi... Ertesi gün BALİ su altı dünyası ile tanışacaktık. Geceyi çok uzatmadık ve daha önce hiç görmediğimiz ve tatmadığımız uzak doğuya özgü meyvelerimizi yedikten sonra odalarımıza çekildik. İlk dalışlar… BALİ’nin en büyük dalış merkezlerinden biri olan ve PADI’nin yetkilendirdiği bir dalış okulu transfer aracı bizi otelimizden aldı. Aslında otelimizin konumunu belirlerken çok stratejik davranmıştım. Endonezya BALİ’nin en güzel dalış bölgeleri, adanın güney doğusundaki Sanur sahilinin tam karşısında bulunan Nusa Penida ve Nusa Lembongan adalarıdır. Bu adaları birbirinden ayıran dar bir boğaz inanılmaz su altı canlılarına ev sahipliği yapar. İşte bu sebeple eğer karada ve denizde çok uzun transferlerle vakit kaybetmek istemiyorsanız Sanur sahili konaklamak için en doğru yer. Zira otelinizden dalış merkezinize 10 dakikalık bir transferin ardından teknenize biniyor ve 30 dakikalık bir deniz yolculuğu ile büyüleyici dalış bölgelerine varıyorsunuz… Dalış bölgelerine giderken zaman zaman size yunuslar eşlik ediyor zaman zaman da balıkçıl kuşlar…
31 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
dünyanın konuştuğu meşhur BALİ nasıl bir yermiş görelim bakalım.” diye başladığım yolculuk belki de hayatımın dönüm noktalarından birini oluşturdu... Yazımın başlangıcındaki satırları BALİ’nin en büyük tapınağı olan ve 14’üncü yüzyıldan günümüze kadar varlığını sürdürmüş Besakih Tapınağı’nın en yüksek noktasından çevreyi seyrederken dinledim. BALİ’deki 11.000 (!) tapınaktan en büyük ve en eski olanı… Dalış aktivitesine bakış açım bir kez daha pekişti: “Dalmak, yeni yerler görmek, yeni insanlarla tanışmak ve yeni bir şeyler yapmaktır…” Bu dinginliği bu huzuru yaşadığım anlarda 3031 m yüksekliğindeki Agung Yanardağı’nın eteklerindeydim, 1963 yılında volkanlar saçmış bir yanardağın….
Kintamani’deki doğa harikası Batur Gölü kıyısında Agung ve Batur Volkanlarını ve bu dağların eteklerindeki pirinç tarlalarını seyrederken yediğimiz harika deniz mahsülleri, dev tropikal meyve bahçesindeki gezintimiz esnasında dünyanın en özel kahvesi olan Luwak kahvesini içerken aldığımız tat ve bu kahvenin “nasıl yapıldığını” öğrendiğimiz an hissettiklerimiz (!) Ubud köyündeki maymunlar ormanında o harika canlılarla oyunlarımız, Taro köyünde ormanın içinde Asya filleri üzerinde gerçekleştirdiğimiz safarimiz, yerli halkın evlerine ziyaretlerimiz ve yaşam tarzlarını anlatmaları, Kehen ve Besakih Tapınaklarına turlarımız, halkın ibadetlerini seyredişimiz, azgın Ayung Nehri’nde 9 km’lik rafting maceramız ve tabi ki dalışlarımız… Evet yanlış okumadınız biz dalmaya gittiğimiz o cennette tüm bunları ve daha fazlasını yaşadık. Bu yazımda sizlerle BALİ’yi paylaşmak istiyorum.
İlk dalış günümüzde Nusa Penida bölgesinde 3 dalış gerçekleştirdik. İlk önce adanın kuzeyindeki bölgeleri keşfetmeye karar verdik ve bu amaçla iki dalış gerçekleştirdik. Bunlardan birincisi “Buyuk” isimli dalış bölgesiydi, ikinci dalışımızı da “Sental Point” bölgesine gerçekleştirdik. Nusa Penida’nın kuzey sahili su altında son derece sağlıklı ve renkli mercanları barındırıyor. Sental Point de bu mercan tarlalarının tam ortasındaki nokta. Sığ bölgelerdeki mercanlar El Nino kasırgasında hasar görmüşler fakat bölgenin üretkenliği sayesinde kendilerini kısa sürede onarmışlar. Mürenler, aslan balıkları ve mavi noktalı vatozlar bölgenin standart canlılarından. 25 m’den biraz daha derine inildiğinde boyları 5 m’yi aşan dev mercanlara rastlanabiliyor.
32
Bali dansı 3 dalışın vermiş olduğu tatlı yorgunlukla otelimize döndükten sonra ikinci akşamımızda otel dışında orijinal BALİ dansı seyrederken yerel mutfağı da tanıyabileceğimiz bir restorana gitmeye karar verdik. Kısa bir araştırmanın ardından otelimize çok yakın bir sokakta bu tarife uyan çok güzel bir mekan olduğunu öğrendik. Bizi en çok etkileyen ise restoranın bizi almak için servis aracı göndermesi, yetkililerin kapıda karşılaması, hoş geldin kokteylleri ikram edilmesi ve grubumuz için tam sahne önünde bir masa hazırlanmış olması oldu. Bu misafirperverlikten duyduğumuz mutluluğun zirvesindeyken ortamda bulunan bölgesel müzik aletlerini kullanmamız restorandaki diğer misafirleri oldukça neşelendirdi. Ardından sahneye büyüleyici ve rengarenk kıyafetleri ile BALİ dansçıları çıktı. Dansçıların yüzlerinden hiç eksik olmayan gülümseme ve uyumlu hareketleri sayesinde bir müddet gözlerimizi sahneden alamadık. Yemekler soğuyordu… Hepimiz fotoğraf makinelerimiz ile bu muhteşem sanatın her anını yakalama gayreti içerisindeydik. Gösterinin sonunda dansçılarla birlikte hatıra fotoğrafı çektirmeyi ihmal etmedik. Şaşırtıcı ölçüde makul bir hesap ödeyerek restoranın tahsis etmiş olduğu ücretsiz servis aracı ile otelimize geri döndük. Bir kez daha “iyi ki gelmişiz” diye geçirdim içimden ve ertesi gün dalacağımız
bölgelerin daha da güzel olmasını dileyerek tropik ağaçlar içerisinde ve deniz kıyısındaki odamda uykuma daldım. Dalışa devam Bali’deki üçüncü günümüzün sabahı teknemizle bu sefer Toyapakeh isimli dalış bölgesini keşfetmeye karar verdik. Toyapakeh bölgesi bir önceki gün daldığımız Nusa Penida’yı Nusa Lembongan’dan ayıran boğazın kuzeyinde bulunuyordu. Yani “akıntı” ile karşılaşacaktık. Akıntı deyince ortalama bir dalgıcın aklında nasıl bir kavram belirdiğini tahmin edersiniz… Ancak gerek Maldiver’de gerek Kızıldeniz Shark Resifinde, gerekse Malezya Sıpandan’da Barakuda noktasında bazen öyle akıntılarla karşılaşırsınız ki böyle bir akıntıyı anlatabilmeniz, tarif edebilmeniz neredeyse imkansızdır. Bunu ancak yaşayarak görürsünüz. İşte Toyapakeh de yaptığımız iki dalışın ikisi de böyleydi. Suya atlar ve alçalırsınız, dalış arkadaşınızdan kopmamak ve hareketsiz bir biçimde kalmak tek amacınızdır, su sizi alır ve sabit bir derinlikte yüz metrelerce sürükler siz sadece o akıl almaz, o büyüleyici su altı dünyasının vücudunuzun altından bir film gibi kayarak ilerlediğini seyredersiniz. Havanız azaldığında yukarı çıkış işareti ile birlikte yükselir ve yüzeye varırsınız. Bir tek palet bile vurmadan
doyasıya gezmiş, doyasıya görmüşsünüzdür. Derler ki : “Eğer Bali’ye dalışa geleceksen ve tek bir dalış hakkın varsa Toyapakeh’e dal yoksa pişman olursun.” İşte biz mercanların su altında anıtlar kadar büyümüş olduğu bu sıra dışı dalış bölgesine iki dalış gerçekleştirdik. Misafirlerim “akıntı dalışının” okyanuslarda ifade ettiği anlamı gördüler ve bu harika duyguyu emniyetli bir ortamda yaşadılar. Ne mutlu bana… Günün üçüncü dalışını ise boğazdan iyice uzaklaşarak, açık denizde kuzey batıda “Sakenan” bölgesinde gerçekleştirdik. Burada kendimizi dev bir akvaryumun içerisinde hissettik. Anemon balıkları ve diğer rengarenk tropikal balıklar etrafımızı sardılar, elimizi uzatsak dokunacağız. Meraklı gözleri ile bizi tanımaya ve niyetimizi anlamaya çalışan ve karalarda neler yaşandığından habersiz binlerce harika canlı… Ne kadar şanslı olduğumu düşümdüm bir kez daha. Şükrettim bütün bunları görebildiğim için… Bir dalış günü daha bitmişti. Zaman akıp gidiyordu. Akşam otelde bizi bekleyen bir Moğol barbekü gecesi ve canlı müzik vardı. Grubumuz için ayrılmış olan masa yine sahnenin tam önündeydi. Ancak bu sefer canlı müziğin çok çok ötesinde bir sahne gösterisiyle karşılaştık. Bu büyük sürpriz Bali maceramızın beklentilerimizin çok üzerinde olacağını bize bir kez daha gösterdi. Canlı müziğin ardından sahneye çıkan 4 ayrı dans grubunun arkasından ateşle adeta oyun oynayarak dans eden son derece profesyonel
33 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
Günün üçüncü dalışını gerçekleştirmek için adanın batısına geçtik ve çok meşhur olan “Crystal Bay” bölgesine dalmaya karar verdik. Adından da anlaşılacağı gibi kristal berraklığındaki suyu ve mükemmel görüşü ile pırıl pırıl bir dalış bölgesi. Sahildeki vahşi yaşam ve tropik bitki örtüsünü seyrederken 5–6 m derinliğinde tertemiz kumluk bir alana alçalıyor ve mükemmel bir resifi sağınıza alarak ilerliyorsunuz. 20 – 22 metre civarında durup biraz beklediğinizde “mola mola” balıklarını görme ihtimali çok yüksek. Zira tam bu noktada bu devasa canlılar ağızlarını açarak hareketsiz bekliyorlar ve parazitlerini temizleyen diğer küçük balıklarla
etkileşime geçiyorlar. Ancak “mola mola” görmek için tam sezonunda orada olmakta fayda var bunun içinde en uygun zamanın ağustos başı veya ekim ortası olduğu söyleniyor. Uzun sözün kısası günün en harika dalışıydı diyebilirim; zira dalmadan önce arkamızda bıraktığımız sahilin görüntüsü su altında bile uzun süre gözlerimin önünden gitmedi. Bu harika dalışların ardından huzurla dolmuş olarak Sanur sahilindeki otelimize döndük. Zihnimden Dünya’nın diğer dalış bölgelerindeki hatıralarımı geçirdim. Malezya’daki kadar çok köpekbalığı ve dev balık sürüleri görememiştim, Kızıldeniz’deki kadar çok çeşitli ve renkli balık da görememiştim. Nereye benziyor diye düşündüm ve en çok Maldivler’e benzettim. Bolca mercan ve bolca sürü balığı… Fark ise mercanların çok sağlıklı olmasıydı. Bu beni ümitlendirdi; çünkü yok olmakta olan mercan resiflerinin insanoğluna ne kadar büyük bir zarar vereceğinin bilincindeyim. İşte kendini insandan korumayı başarabilmiş bir bölge diye geçirdim içimden…
34
Batik dokuma sanatı Dalışsız geçireceğimiz ilk günün sabahında dillere destan Bali kültürü ve doğası ile ilgili neler göreceğimiz konusunda büyük bir merak ve heyecan içerisinde başladık yolculuğumuza. İlk olarak Bali’nin meşhur Batik dokuma sanatını yerinde görmek ve bu muhteşem kumaşların o harika renklere nasıl kavuştuklarını anlamak üzere Denpasar’daki Sumerta bölgesine ziyaret gerçekleştirdik. Burada yerel bir dokuma atölyesinde çalışan sanatçıları seyrettik. “Batik” sanatının Bali insanının sanatçı ruhunu ortaya koyan unsurlardan biri olduğunu anlamamız uzun sürmedi. Özellikle “Cava” halkının dinsel mitolojik figürlerinin elle resmedildiği bu dokuma sanatını modern batik sanatçıları tabiat ile ilişkilendirilmiş figürlerle de zenginleştirmişlerdi. Bu harika dokuma
Luwak kahvesi Dünyanın en pahalı kahvesi Luwak kahvesi ( bir kilosu 700 usd ) nasıl üretiliyor seyredip tadına bakmak belki de Bali maceramızın en ilgi çekici aşamalarından biriydi. Bunu yaşayabilmek için öncelikle Sri Vadisi’nde tropik meyve ağaçlarının olduğu dev bir bahçeye gittik. Burada bizi her zamanki misafirperverliğiyle Balili dostlar karşıladılar. Öncelikle bahçeyi gezdik. “Salak” ve “Rambutan” isimli ilk kez tattığımız ve ilk kez gördüğümüz meyveleri yerken içimden geçen şey çok netti : Ne kadar kısa bir hayatımız var, görmediğimiz ve bilmediğimiz şeyleri öğrenebilmek için zaman yetmeyecek… Bu çok farklı tatların ardından her birimizin önüne ücretsiz olarak 6’şar değişik kahve getirildi. Bu kahvelerin tadına bakarken hepimiz birer kahve uzmanı edasıyla fikirler beyan etmeye başladık ve en sonunda birer bardak dünyanın en meşhur kahvesi Luwak kahvesinden tatma aşamasına geldik. Çok lezzetli ve farklı olduğunu söyleyebilirim. Ancak kahvenin yapılış şeklini öğrenince biraz şaşırdığımı da itiraf etmeliyim. “Paradoxurus hermaphroditus” isimli kediye benzeyen çok çok şirin bir hayvan en güzel taze kahve çekirdeklerini yiyor. Ardından şirin hayvanımızın midesindeki enzimler kahve çekirdeğine nüfuz ediyor. Biyolojik etkileşimin ardından dışkılanan kahve çekirdekleri şekillerini aynen muhafaza ediyorlar. Özenle yıkanan,
kurutulan çekirdekler öğütüldükten sonra dünyanın en meşhur ve en pahalı kahvesi ortaya çıkıyor… Hepimize afiyet olsun. Kintamani – Batur Gölü, Agung ve Batur Volkanları Aslında en büyük hayalim bu manzarayı görmekti ve bu hayal gerçek oldu. Kahvemizi yudumladıktan sonra soluğu Kintamani’de aldık. Burası bir doğa harikası… Anlatmak çok zor ama deneyeceğim. Dev bir göl hayal edin. Yüksek bir tepede bir terastasınız, hafif bir esinti var ve yemeğinizi yerken gözlerinizin önünde elinizle dokunacağınızı hisssettiğiniz bir mesafede 1717 m yüksekliğindeki aktif bir volkan olan Batur Volkanı ile hemen onun yanında 3031 m yüksekliğindeki diğer bir volkan olan Agung Dağı var. İkisinin yanında da balık kaynayan meşhur Batur Krater Gölü ve Agung Dağı’nın eteklerinde pirinç tarlaları… Sadece yeşil, mavi ve kahverengi… Zaman zamanda gökyüzündeki beyaz bulutlar… Rüzgarın sesi ve büyülenmişliğin huzuru. Umarım anlatabilmişimdir. İşte öğle yemeğimizi burada yedik. Bizim çöp şişimiz kadar güzel olmasa da Bali’nin çöp balığı da çok lezzetli diyebilirim. Maymun Ormanı Yemekten sonra günü tamamlamaya niyetimiz yoktu ve çok merak ettiğimiz “sevimli” maymunlarla tanışmaya Ubud köyüne gittik. Orada bir maymun
ormanı olduğunu biliyorduk ancak tam olarak neyle karşılaşacağımızı tahmin edemiyorduk. Ormanın kapısında muz satan seyyar satıcılardan bolca muz aldıktan sonra ormana girmemizle etrafımızı yüzlerce maymunun sarması bir oldu. Ne yapacağımızı şaşırmıştık. Bazılarımız ellerindeki muzları atarak kaçmayı tercih ettiler zira maymunlarımız muzları kapmak konusunda biraz fazla ısrarcıydılar. Ben ise maymunlarla biraz “oyun oynamayı” tercih ettim. Yere oturdum ve muzlarımı sıkıca kavradım. Bir süre sonra yaklaşık beş altı tane irice maymunun bana doğru sinsice yaklaştıklarını gördüm. Bir planları olduğunu hissedebiliyordum. Muzların üzerine kapaklandım ve ne yapacaklarını seyretmeye başladım. O sırada tur rehberinin “muzları bırak” diye ısrarla bağırdığını duyuyordum ama buna hiç niyetim yoktu. Muzlarımı daha da sıkıca kavradım ve başımı koruyarak maymunlarla mücadele etmeye başladım. Her yerimi sarmış olan maymunlara benim daha güçlü ve zeki olduğumu anlatmaya kararlıydım!.. Bir süre sonra ayağa kalktım ve maymunlara karşı sert bir bakış ile hamle ettim. İçlerinden bir tanesi bütün dişlerini göstererek benim üzerime yürüdü ben de onunla aynı mimiği kullanarak onun üzerine yürüdüm. Bir yandan da muzları kafamın üzerinde tutarak ulaşamayacağı bir mesafede tutmaya çalışıyordum. Bu arbede esnasında etrafımızı sarmış ve bu kavga sahnesini görüntüleyen turist
35 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
gösteri ustaları tarafından büyülendik. Işıklar kapanıp ruhumuz ve bedenimiz var olduğumuz ortamdan soyutlandığında, dakikalar boyunca, mitolojik hikayelere konu olmuş savaşların ve zafer figürlerinin içerisinde bulduk kendimizi. Kameramla o anları fotoğraflarken doğru saliseleri yakalamakta zorlanmadım; çünkü o teatral anlatımın tam ortasında figürlerin ifade ettikleri tüm anlamları duyumsuyordum… Tadı damağımızda kalan o gün ve gecenin ardından bir sonraki gün gerçekleştireceğimiz Bali kültür turlarının hayalini kurarak günü tamamladık.
kumaşların gözümüzün önünde çok özel boyalarla ve el boyaması ile üretildiğini görmek hepimizin içerisinde hayranlık uyandırdı. Pamuklu ya da ipek kumaşların üzerinde parafin, reçine ve yağla karışık ılık balmumu kullanılıyor. Desenler üzerine bu karışım sürülmüyor. Kumaş boyanıyor ve daha sonra ılık suyla yıkanıyor. Yıkamanın ardından karışımın sürüldüğü yerlerde boya kalmıyor ve kumaştan çıkıyor. Boya sadece desen formatı üzerinde kalıyor. Bu işlem desene istenen renk verilene kadar defalarca farklı renkli boyalarla tekrar ediliyor ve en sonunda kumaş son halini alıyor. Gözlerimle görmeseydim inanamazdım! Bu kadar emek harcanarak hazırlanan bir kumaş ile dikilen bir kıyafeti giymek Bali insanının neredeyse günlük yaşantısının bir parçası haline gelmiş. Günümüzün dev dokuma tesislerinde saniyeler içerisinde üretilen desenli kumaşları düşündükçe dünyamızın kaybettiği kültürel değerlere bir kez daha tanık oluyorum.
kalabalığını fark etmem zaman aldı. En sonunda muzlarımı kurtarmış olmanın vermiş olduğu gururla sol kolumda birkaç diş izi ile olay bölgesini terk ettim. Yorgun fakat gururluydum… Ancak elimdeki dev muz koçanına baktığımda gördüğüm manzara inanılmazdı. Muzlarımın kabukları duruyor ancak içleri boştu. O an bir dahaki Bali ziyaretimde maymunları hafife almamaya karar verdim. Unutmadan, maymun ormanında sakın elinizi cebinize sokarak yürümeyin, zira maymunlar derhal etrafınızı sararak cebinizde ne olduğunu anlamak için üzerinize tırmanmaya başlayacaklardır. Maymun ormanında en çok etkilendiğim manzaralardan biri de çok derin bir vadide akan nehir ve bu vadiye inşa edilmiş ejder heykelleriydi. Bu kaygan zeminden aşağıya inerek fotoğraf çektirmek isterken çok büyük riskler üstlendiğimizi itiraf etmeliyim. Ejder heykellerinden birinin üzerine tırmanmaya çalışan bir arkadaşımız kaygan ve yosunlu zemini dikkate almadığı için kendisini yuvarlandığı nehirden çıkarmak biraz zaman kaybına yol açtı. Rafting macerası
36
bizler olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. 9 kilometrelik parkurda en zevkli anlardan biri, vadiden nehre akan coşkulu bir şelalenin altında mola verdiğimiz andı. Nehrin üzerine yerli hak tarafından inşa edilmiş ip ahşap birleşimi köprüler ise kendimizi “Indiana Jones” filmlerinden birinde gibi hissettirdi. Rafting macerasının sonlarına yaklaşırken birden çok moralim bozuldu; tahminimce yokuş aşağı indiğim birkaç bin basamağı bu sefer yokuş yukarı çıkmak zorunda kalacaktık. Öyle de oldu…
37 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
Ertesi gün bu kadar macera yetmiyormuş gibi aynı gün içerisinde hem rafting hem de fil safari yapmaya karar verdik. Yorucu olacağı kesindi ama grupta herkes kesin bir kararlılık gösterdi. Ben ise dünden razıydım. Planı uyguladık ve ilk olarak Ayung Nehri’ne yol aldık. Can
yeleklerimizi giyip küreklerimizi aldık ve rafting botlarımıza yürümemiz söylendi. Keşke birisi bize botlarımızın birkaç yüz metre derinlikteki bir vadinin dibinde akan çılgın bir nehrin dibinde olduğundan bahsetseydi… Sanırım bu maceranın en maceralı bölümünün bitmek tükenmek bilmeyen o merdivenlerden yarım saat boyunca aşağıya inerken, basamaklara dikkat etme gayreti içerisinde neredeyse şaşılaşan gözlerim sebebiyle zaman zaman “keşke paraşütle atlasaydım” dediğim anlar olduğunu itiraf etmeliyim. Botlara ulaştığımızda bir müddet “Lütfen beni birkaç dakika yalnız bırakın kendime gelmem lazım.” dediğimi hatırlıyorum. Çok yüksekti ve çok fazla basamak indik. Botlara 4’er kişilik gruplar halinde bindik. Her botta profesyonel bir rehber bizlere ne yapmamız gerektiğini söylemek üzere hazır bulunuyordu. Tam 9 kilometrelik ufak çaplı şelalelerle dolu bir yolculuk bizi bekliyordu. Rehber çat pat bir İngilizce ile bize şunları söyledi: “İleri dediğimde ileri kürek çekin, geri dediğimde geri kürek çekin, dur dediğimde kürekleri içeri alın ve dik pozisyona getirin.” Kendisine “Hepsi bu mu bize anlatmak istediğin başka bir şey yok mu ?” diye sorduğumu hatırlıyorum zira botta hayatında ilk defa kürek çekecek 3 bayanla birlikteydim ve bir an ümitsizliğe kapıldığımı söylemem yalan olmaz. Bunun üzerine rehberden müsaade isteyerek bottaki takım arkadaşlarıma ufak bir brifing vermeye karar verdim. Ne de olsa 1984 – 1988 yılları arasında Deniz lisesinde bize kürek çekmeyi öğreten komutanlarımdan öğrendiklerim kafama “silinmemek üzere” kazınmış durumdaydı. Rehber kusurumuza bakmasın ama can emniyetimiz açısından ilk dakikadan itibaren botun kontrolünü ele geçirdim ve komutları brifingimde öğrettiğim şekilde ben vermeye başladım : “Al beraber” “Hoooy hop” – “Hoooy hop”, “Siya”, “Siya tut”, “Alabanda kürek”, “Hisa kürek”… Bot rehberi beni ve ekibimi şaşkınlıkla izliyordu, tüm diğer botları geçerek ve tüm zorlu bölgelerden rahatça geçerek ilerliyorduk. En sonunda botta çılgın bir Türk denizcisi olduğunu anlamış olacak ki arkasına yaslanıp bizi seyretmeye başladı zaten kendisine de fazla bir seçenek bırakmamıştık… Bizler Barbaros Hayrettin’in torunları olarak nağralarımız Ayung Nehri Vadisi’nde yankılanarak ilerlerken sollayarak geçtiğimiz Japon turistler ise suya dayanıklı son model kameraları ile bizi bolca görüntülediler. Eğer şu anda Japonya’da “Hoooy hop” diye bağırarak kürek çeken kişilere rastlanırsa bunun sebebinin
Fil safari Taro köyüne doğru yola koyulduk ve safari parkına vardık. 43 yıllık hayatımda, bir fil ile sarmaş dolaş olabileceğim 40 yıl düşünsem aklıma gelmezdi. Artık kontrol dışındaydım, maymunlarla savaşmış, 9 km rafting yapmış ve adrenalinim en üst seviyede bir tur organizatörü olarak fillerle de iletişim kurabileceğimden emindim. Bunu yapmakta çok gecikmedim bulduğum ilk filin kulaklarını kaşıyıp sevgisini kazandıktan sonra birkaç bambu yedirip, iyice yumuşattım o da hortumunu boynuma doladı ve hatıra fotoğrafı çektirdik. Baba filler, anne filler, fil yavruları… İrili ufaklı 20 kadar fil ile iletişim kurduktan sonra bizi ikişer ikişer o fillere bindirdiler ve yaklaşık 45 dakika sürecek safarimiz başladı. Bir filin üzerinde iki turist ve bir de eğiticisi varken sanki üzerinde hiçbir şey yokmuş gibi arada bir
durup ağaçlardan bir şeyler koparıp beslendiğine hatta yanından geçen diğer fillerle sohbet ettiğine tanık olmak gerçekten son noktayı koydu… Bir kez daha “ölmeden evvel yapılması gereken çok şey var” diye geçirdim içimden… Aynı parkta bayrak direğine bayrak çeken, basket atan, suluboya fırçasıyla resim yapan filler de gördüm. Artık bu kadarı da fazla
acaba rüyamı görüyorum dediğim anlar oldu. Hava kararmaya başlamıştı. Otelimize döndük çünkü ertesi gün büyük gündü “Dünyaca meşhur US Liberty batığına dalışa gidecektik…” Tulamben – US Liberty batık dalışı
38
Tulamben bölgesi, otelimizin bulunduğu güney doğudaki Sanur sahiline uzak ve kuzeydoğu istikametindeydi. Buraya kara yolu ile transfer edildik. Transfer yaklaşık 2 saat sürdü ve sonunda Tulamben sahiline ulaştık. Araçtan indik ve kumsala yürüdük. Kıyıdan dalış yapacaktık zira bu meşhur batık sahilden 5 dakika yüzme mesafesindeydi. Ortalıkta başlarının üzerinde 200 barlık yüksek basınçlı dalış tüpleri ile gezen Balili bayanları görmek biraz şaşırmamıza yol açtı. Düzinelerce bayan, yüzlerce dalgıcın lojistiğini sağlamak üzere başlarının üzerinde (elle tutmadıkları) 15 kiloluk yüksek basınç tüpleri ile koşuşturuyorlardı. Biraz tedirgin olduğumu ifade etmeliyim. Kısa bir brifingin ardından kıyıdan hafif dalgalı bir ortamda suya giriş yaptık ve sol çapraza doğru su altından ilerlemeye başladık. 10 dakika sonra karşımıza çıkan batık adeta metal yığını değil bir mercan bahçesi idi. Gördüklerime inanamadım. Yolda ilerlerken gördüğümüz ve kumdan kafalarını çıkarıp bizi seyreden yüzlerce meraklı deniz yılanı bile önemini yitirdi. Gördüğümüz batık muhteşemdi!
Mercanlar ve sürü balıkları bu batığı adeta yeniden şekillendirmişler ve apayrı bir güzellik katmışlardı. İkinci Dünya Savaşı sırasında bir Japon torpidosu tarafından batırılan 120 metre uzunluğundaki bu Amerikan gemisi, 1963 yılında Agung Volkanı’nın patlaması sonucunda dibe doğru kaymış ve en derin noktası 29 m’de olacak şekilde zemine yerleşmiş. O günden bugüne kadar da mercanların istilasına uğrayarak yüzlerce değişik su altı canlısı için yepyeni bir yuva olmuş. Gördüklerimizi ve o renk cümbüşünü anlatacak kelimeler çok az… O gün bu batığa iki dalış yaptık ve otelimize döndük. Ertesi gün yine çok yoğun geçecekti. Bali Aga’ya giderek Balililerin yaşam tarzlarını orijinal evlerinde gözlemleyecek, ardından da Kehen Tapınağı ile Bali’nin en büyük tapınağı olan ve ana tapınak olarak adlandırılan Besakih Tapınağı’nı ziyaret edecektik… Bali Aga – Panglipuran evleri :
Köyü gezerken zaman zaman bazı köy sakinlerinin evlerinin kapısına bir miktar haşlanmış pirinç bıraktıklarını görürseniz şaşırmamak gerekiyor zira yazımın başında da belirttiğim gibi Bali halkı sadece
Kehen Tapınağı : Kehen Tapınağı ziyaretimiz gerçekten etkileyiciydi diyebilirim, zira Hinduizm dininde halkın ve rahiplerin tanrılarına armağanlar sunmaları ve bu aşamadaki seremonileri gerçekten izlenmeye değer. Tabi ki bazı sınırlar var. Örneğin izleyicilerin bellerine sardıkları örtülerle diz kapağı altlarına kadar örtünmeden tapınaklara girmeleri kesinlikle yasak. Esas enteresan olan sokaklardaki heykeller de dahil tamamının bellerinde bu örtülerin bağlı olması… Tapınaktan içeriye girdiğiniz andan itibaren tanrılara sunulmak üzere özenle hazırlanmış olan hediye paketleri ile karşılaşıyorsunuz. Bazılarının içinde pirinç ve meyveler varken bazılarında çöp şiş, tavuk ve balık türü yiyecekler var. Merak ettim sordum bu kadar yiyecek ziyan mı oluyor diye? Tapınma seremonileri bittiğinde ise insanlar bir araya geliyor ve bu yiyecekleri tüketiyorlarmış. Bir de “tanrılar” kelimesini pek benimsemiyorlar zira temelde tek bir tanrının varlığına inandıklarını ancak tanrının kendileri için ifade ettikleri anlamlara göre farklı simge ve isimler kullandıklarını anlatıyorlar. Bizim için biraz karmaşık ancak onlar için son derece doğal bir inanış tarzları var. Ulaşmak istedikleri sonuç ise “evrimini tamamlamış iyi insanlar olabilmek”… Besakih Tapınağı : Bali’deki son durağımız 11.000 tapınağın en büyüğü ve en kutsalı sayılan dolayıyla da “Ana Tapınak” olarak adlandırılan Besakih Tapınağı idi. Agung Dağı’nın güney yamacına kurulmuş olan tapınağın giriş kapısına giden yolu tırmanmak istemeyenler için yolun altında motosiklet kiralayanlar var. Dilerseniz motorla yukarıya çıkıp dönüşte de park ettiğiniz motorunuza binip geri geliyorsunuz. Tapınak 14’üncü yüzyılda inşa edilmiş çok büyük bir yapı. Kendi içinde 22 paralel alt tapınak var. 1963 yılında kutsal sayılan Agung Volkanı’nın püskürmesi sonucunda 1700 kişi ölüyor. Lavlar tapınağa metreler kala duruyor. Bu olay halk tarafından tanrıların bir mesajı olarak kabul ediliyor. İnanış o ki tanrılar güçlerini gösterdiler ama kutsal olan bu yapıya zarar vermediler… 1995 yılında Besakih Tapınağı “Dünya Kültürel Mirası” olarak kabul ediliyor.
Tapınağın en yüksek bölgesine çıkıp tasarımını seyrettiğinizde, dağa bakan ilk duvarın hemen altında birkaç metrelik toprak bir boşluk olduğunu fark ediyorsunuz. Bu boş toprak evrenin yaratılışından önceki “hiçlik” dönemini simgeliyor, biraz ileride solda ve sağda görülen kuleler pozitif ve negatifi simgeliyor; inançlarına göre evrenin ve dünyanın yaratılışından evvel pozitif ve negatif kavramı yaratılmış, ardından evreni simgeleyen yapılara rastlıyorsunuz, daha sonra tabiatı ve son olarak da krallıkları… İşte böyle geçti bir Endonezya Bali macerası, heyecan ve duygu dolu… Öğrendim, yaşadım, geliştim… Daldım ve gerçek dünyamız olan su altı dünyasını ziyaret ettim, tırmandım ve kutsal olduğuna inanılan volkanların eteklerindeki tapınaklarda insanların inançlarına nasıl sahip çıktıklarına tanık oldum. Hiç kötülük görmedim, hiçbir olumsuzluğa rastlamadım… Bahşiş verdiğimde almamak isteyen ve mahcubiyet duygusu yaşayan fakir insanlar gördüm. Yeni bir yer gördüm, yeni insanlarla tanıştım ve yeni bir şeyler yaptım… Bir kez daha Dünya’nın ne kadar büyük benim ne kadar küçük olduğumu anladım. Bu unutulmaz turda aklıma ne mi kazındı ? “İnsanoğlunun doğduğunda okyanustan çıkmış bir su damlası olduğu…”
39 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
Mükemmel bir proje. Bali yönetimi Bali Aga bölgesinde Panglipuran evleri adı altında “koruma altında” mükemmel bir proje geliştirmiş. Bali kültürünü ve halkın yaşam tarzını görmek isteyen yabancı turistler bu evleri ziyaret ediyorlar. Halk ile sohbet ediyorlar, onları yemek pişirirken, tapınırken, hayvanlarını beslerken kısaca doğal ortamlarında “saygı ile” gözlemliyor ve fotoğraflar çekiyorlar. Bu evler ve evlerde yaşayanlar tamamen yönetimin koruması ve desteği altında. Tur rehberi, köyün çevre ve bölge planlamasının bir insan vücudu şeklinde gerçekleştirildiğini, köyün başının neresi olduğunu ve benzeri bilgileri anlatıyor. Dinlerken tapınak bölgesinin köyün başı olduğunu ve halkın inançları sebebiyle evler arasında asla duvarlarla setler çekilmediğini, tüm yaşayanların dostluk ve uyum içerisinde yaşadıklarını, aralara katı sınırlar ve bariyerler koyulmasının halkın gelenek ve inançlarına aykırı olduğunu anlatıyor. Attığınız her adımda söylenenlerin fiziksel olarak köyün tasarımına da yansıdığını gözlemliyorsunuz. Mutfaklarda kullanılan fırınlardaki ateşin hem ısınmak, hem ıslak odunları kurutmak hem de aynı anda yemeği pişirmek amacıyla nasıl tasarlandıklarına tanık olduğunuzda gerçekten şaşırıyorsunuz.
insana değil, aynı zamanda tabiata ve o pirince ihtiyacı olan karıncalara ve böceklere de sevgi ve saygı duyuyor…
arkadaşlarıyla tarla kenarında oyun oynuyor, arada annesinin istediği birkaç getir-götür işini yapıyor tekrar oyununa devam ediyordu. Peki o zaman kim, neden onu ve annesini kaçırmak , evlerini almak istiyordu? Bu kötü adamlar neredeydi, çok uzak ne kadar uzaktı? Neden kendi köylerine gelmemişti de daha uzağı seçmişti? Peki o uzakta başka babalar yok muydu? Neden kendi babası ve arkadaşı Ayşe’nin de babası gidiyordu? Babası Emine’yi kucağından indirdiğinde Emine yanağının ıslandığını, bu ıslaklığın babasının gözünden gelen yaştan olduğunu fark etmiş ve babasını ilk kez ağlarken görmüştü. Babalar ağlar mıydı? Babası kötü adamlardan korktuğu için mi ağlıyordu? Hayır bu olamazdı. Çünkü babası hiçbir şeyden korkmazdı ve isterse ağzında ateş çıkaran bir ejderhaya, canavara dönüşebilirdi. Emine babasını böyle görürdü hep. O evdeyken güvendeydiler, onlara kimse bir şey yapamazdı. Peki şimdi ne olacaktı, babası gidince onları kim koruyacaktı, sahipsiz mi kalacaklardı? Emine yataktan doğrularak annesine baktı, babasının ayrıldığı günün annesi için ne kadar zor bir gün olduğunu şimdi daha iyi anlıyordu. Ne de zor günler geçirmişlerdi.
40
[ Hazırlayan ] Murat UÇAR | SG Kd. Ütğm.
Emine yastığına yaslanmış, okula gittiği ilk günün heyecanıyla uykusu kaçmış bir şekilde, geleceğe dair planlar yapıyor, hayaller kuruyor, kah öğretmen oluyor Emineler yetiştiriyor, kah doktor olup Emineleri muayene ediyor, kazandığı çok parayla köyün çocuklarına aldığı güzel giysilerden giydiriyor, bedava oyuncaklar dağıtıyor, onları sevindiriyor, kendisi gibi yetim olanlara yıllar önce babasının ona hediye ettiği bez bebeklerden veriyordu. Annesi de hemen yanında günün verdiği yorgunlukla derin derin soluyarak uyuyordu. Evde iki kişi kalıyorlardı ve geçimlerini çok zor sağlıyorlardı. Babasını kaybettiğinden beri durum böyleydi. Babası Kurtuluş Savaşı için gitmiş ve bir daha geri dönmemiş, giderken de geriye taş örme, yola ve tarlaya bakan bir penceresi olan, tabandaki çatlaklarından ahırın kokusunun geldiği, atılan her adımla tahtalarının ağlama hıçkırıklarına benzer gıcırtılar çıkardığı küçük bir ev ve kendilerine
yetecek kadar mahsülün çıktığı yarım dönüm tarladan başka bir şey bırakamamıştı. Babasının evden ayrıldığı günü yıllar geçse de unutamamış, belki döner diye senelerce beklemişti. Babası kapıda annesiyle Emine’nin duyamayacağı sessizlikte konuşmuş, cebinden biraz para çıkarıp annesine vermişti. Sonra Emine’yi kucağına almış ve yanaklarından öpmüştü. Emine babasının tam olarak nereye gittiğini bilmiyordu. Sorduğunda da “Evimizi tarlamızı bizden almak isteyen kötü insanlar var. Seni, anneni gelip kaçırmak istiyorlar. Şimdi çok uzaktalar, onları kovmaya gidiyorum.” demişti. Emine bundan pek bir şey anlayamasa da kafasını sallayarak babasına kendince gitmesi için izin vermişti. Emine kimseye kötülük yapmamıştı. Annesi de yapmamıştı. Köylerinde kimse kimseye kötülük yapmıyordu. Herkes güneş doğunca bağa bahçeye iniyor, tarlasını kazıyor, belliyor, suluyor, güneş batınca da evine çekiliyordu. O da
Babası annesini alnından öpmüş, son olarak Emine’yi tekrar kucağına almış ve ona cebinden çıkardığı küçük bir bez bebeği hediye etmişti. Daha sonraları Emine, bu bebeği defalarca giydirecek,
Babası Emine’yi yere bırakmış, çantasını almış ve “Allah’a emanet olun” diyerek evden ayrılmıştı. O gün babasının bir daha geri dönmemek üzere ayrıldığını ne Emine ne de annesi biliyordu. Emine gözünü cama yansıyan dolunaya dikti. Babası gittiğinden beri kaç dolunay görmüştü. Bu ayrılığın üzerinden tam 7 yıl geçmişti. Babası onu bıraktığında henüz 6 yaşındaydı. O gün babasının neden ağladığını, kötü adamların kim olduğunu artık çok iyi biliyordu. Evet babası geri dönmemişti, dönememişti ama kötü adamlar da köylerine gelememişti. Ayşe’nin babası geri gelmişti ancak sağ bacağını savaş meydanında bırakmış, gazi olmuştu. Emine babasının da ne olursa olsun, iki bacağını kaybetse de geri dönmesi halinde sevinir miydi diye düşündü. Cevabı acı bir tebessümle hayır oldu. Çünkü o babasını en son bıraktığında ağzından ateş çıkarabilecek bir ejderhaydı ve ejderhalar bacaklarını kaybetmezdi. Ejderhalar ya tam yaşar ya da ölürdü.
41 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
BİR KURTULUŞ SAVAŞI YETİMİ
Emine o günü yeniden yaşıyordu. Annesi, kocasının parmakları arasındaki ellerinin titremesine mani olamıyor, oracığa yıkılıveririm korkusuyla kocasına bakamıyor, başını yere eğmiş kaldıramıyordu. Emine’nin gözleri bir süre annesinin titreyen ellerinde kalmış, bütün vücudundaki titremeleri hissederek gözleri annesinin göğüslerine doğru kaymıştı. Annesinin göğsü derin derin inip kalkıyor, kesik kesik iç geçirmelerle irkiliyordu. Annesinin demesine göre o bu göğüslerden süt içmişti. Emine bunu hatırlamıyordu ama annesinin en çok sevdiği yeriydi. Ne zaman rüyasında canavarlardan kaçarken uyansa, ne zaman bir şeyden korksa, ne zaman babası onu azarlasa annesinin yanına koşar, ona sarılır, başını onun göğsüne yaslar, sessiz sessiz ağlardı. Emine bu göğüslere de bir damlanın düştüğünü fark etti. Evet annesi de ağlıyordu. Babası gibi annesi de ağlıyordu. Peki neden ağlıyordu, babası sadece kötü adamları kovup gelecekti. Bunu onlara zarar gelmesin diye yapıyordu. Kendisi de ağlamalı mıydı acaba?
emzirecek, ayağında sallayıp uyutacak, yatağına alıp yatıracak, bazen babasının nerde olduğunu soracak ve cevap alamayınca kızacak hatta dayak atacak, dövecekti. Emine zaman zaman babasının gitmesinden bu bebeği sorumlu tutuyordu. Onu defalarca yakmaya kalkışıyor ama babasından ona kalan bu son hatıraya bir türlü kıyamıyor, pişman oluyor, bebeğini bağrına basıyor, göz yaşlarıyla ıslatıyor, içindeki acıyı bebeğiyle paylaşmaya çalışıyordu.
Babasıda ejderha gibi savaşmış ve şehit düşmüştü. Ayşe’nin babasının anlattığına göre babası yiğitçe savaşmış Büyük Taarruz esnasında da karaciğerine gelen şarapnel parçasıyla şehit olmuştu. Babası şehit olmuştu ancak savaş kazanılmıştı. Türkiye Cumhuriyeti diye yeni bir devlet kurulmuş tüm dünyaya ilan edilmişti. Emine cumhuriyetin anlamını bilemiyordu ama aile sohbetleri arasında Ayşe’nin babasından yeni devletin çok daha güçlü olacağını sıkça duymuştu. Mustafa Kemal isminde bir kahramanın devletin başına geçtiğini ve bütün dünyanın bu adamdan korktuğunu da işitmişti. Emine’nin de içi ısınmıştı bu isme, ne de olsa bütün dünya korkuyormuş bu isimden. Öğretmeni de daha okulun ilk gününde bu isimden çok bahsetmiş, bu köye onu Mustafa Kemal’in gönderdiğini söylemişti. İlk başta annesi Emine’yi okula göndermekte çok tereddüt etmiş göndermek istememişti. Ancak bu yeni öğretmen köyün bütün hanelerini tek tek dolaşmış özellikle kız çocuklarının okula gönderilmesi için aile büyüklerine telkinlerde bulunmuştu. Ayşe’nin babası Ayşe’yi göndermekte direnmiş, kız çocukları okurmuymuş diye karşı çıkmış, ancak o da sonunda öğretmenin ısrarlı talebine olur demiş ve göndermişti.
42
Emine’nin okula dair sevmediği tek şey eve dönüş yoluydu. Dersler bittiğinde, arkadaşlarının okul çıkışında bekleyen babalarına koşmalarını gördükçe içi buruluyor, hiç olmazsa Ayşe gibi ben de ağabeyimle eve gidebilseydim diye içerliyordu. Emine eve dönüşlerde koşar adımlarla yürür, yolun bir an önce bitmesini isterdi. Bazen yanında babasının da olduğunu hayal eder, kendi kendine babasıyla muhabbet eder gibi konuşur, ona okulda olan hadiselerden bahsederdi. Kah en sevdiği arkadaşı Ayşe’yi eleştirir, kah Ali’yi çok gürültü yaptığı için şikayet eder, bazen de öğretmeninin ona çok fazla soru sormasından yakınırdı. Emine evde yalnız kaldığı zamanlarda da babasına ait küçük eşyaların olduğu kutuyu açar, içinde babasının resmi olan çerçeveyi çıkarır, camının tozunu alır, yüz yüzeymiş gibi uzun uzun konuşurdu. Bu durumu bazen annesi de görür, hiç ses çıkarmadan, kızının konuşmalarını yaşlı gözlerle dinlerdi. Emine zaman zaman bu çerçeveyi daha güzel bir yere takmak ister ancak annesi kutusunda durması gerektiğini düşünerek kızının bu isteğine karşı çıkardı.
Emine bir gün yine babasının çerçevesini karşı duvara yaslamış babasıyla konuşuyordu. Annesi Emine’ye uzun uzun seslenmiş ancak Emine duymamıştı. Bu duruma sinirlenen annesi kapıyı sertçe açıp içeriye girerken çerçeve yere düşmüş, camı parçalanmış, babasının resmi de saklanırcasına dolabın arkasında girmişti. Bu durum evde küçük bir şok etkisi oluşturmuştu. Anne kız ne yapacaklarını şaşırmış, Emine sanki babası dolabın arkasından çıkıp ona kızacakmış gibi korkmuş ve gayri ihtiyari annesine sarılmış, yine eski günlerdeki gibi başını annesinin göğüslerine yaslamış ve ağlamaya başlamıştı. Yalnız bu sırada dikkati çeken bir olay olmuştu. Çerçevenin içinden bir not da yere düşmüştü. Annesi kızının kollarını yavaşça çözmüş ve notu yerden almıştı. Okuma yazması olmadığı için notu kızına vermiş okumasıiçin bekliyordu. Emine buğulanan gözlerini eliyle silmiş nota bakıyordu. Not eski harflerle yazılmıştı ancak Emine eski harfleri de tatil günlerinde gittiği cami hocasından öğrenmişti. Emine annesinin şaşkın ve meraklı bakışları altında notu sesli olarak okumaya başladı. “Haticem sefer vaktidir. Düşmanlar kapımızdan içeri girmiş ırzımıza namusumuza göz dikmiştir. Sana, kızıma, bu topraklara göz koyanların gözünü
oymaya gidiyorum. Lakin geri dönebileceğimi sanmıyorum. Dün gece rüyamda Sarıkamış’ta şehit olan babamı gördüm. Yine Erzurum’da Ruslara karşı gün boyu süren amansız bir mücadele vermiştik. Ertesi gün henüz güneş doğmadan düşmanı siperlerinde öldürmek üzere sürüne sürüne ilerliyorduk. Asıl taarruza geçmek için hücum emrini bekliyorduk. Benimse aklımda hep siz vardınız. Bu esnada hücum emri verildi ve herkes tek bir koldan ‘Allah Allah’ haykırışlarıyla taarruza geçti. Bense kalkarsam vurulurum, seni ve kızımı bir daha göremem endişesiyle tereddüt geçirmiş yerimi terk etmemiştim. İlerlemediğimi gören babam geri döndü ve oğlum Mehmed şu keferelere haddini bildirmek için neyi bekliyorsun diye bağırdı. Ben de Emineyle Haticem ne olacak diye sordum. Babam, ‘Mehmedim biz seni kime emanet ettiysek sen de ona emanet et, merak etme sen gidemesen de onlar bir gün gelecekler. Hem o siperlerin sonu güzeldir. Eninde sonunda herkesin gireceği yer kazılmış bir siperdir.’ dedi. Haticem anladım ki artık ben geri dönüşü olmayan bir yola gidiyorum. Haticem sana olan hakkımı helal ettim. Sen de hakkını helal et.” ‘’Haticem, Eminem sana, sen Allah’a emanet.’’
43 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
Emine ilerleyen günlerde okuma yazmayı hızla öğrenmiş diğer öğrencilerin arasında marifetiyle, zekasıyla sivrilmişti. Öğretmeni ondan övgüyle
bahsediyor, mutlak surette okutulması gerektiği konusunda annesini uyarıyor, onda gelecek gördüğünü, yetenekli olduğunu her fırsatta hem annesine hem de Emine’ ye hatırlatıyor, elinden geleni yapacağı konusunda da teminat veriyordu. Emine de hem okulunu hem de öğretmenini çok seviyor her gün okula gitmek istiyordu.
‘’Merhaba’’ dedik. Bizi bu heyecanlı yolculuğa uğurlarken Karadeniz de bize son nazını yapıyor ve yolculuğumuzu iki metreye varan dalgalar eşliğinde zorlaştırıyordu. On saatlik seyrin ardından Balaklava Limanı açıklarında bizleri karşılayan Ukrayna Sınır Güvenlik Birimine bağlı bir gemi eşliğinde gemimize rehberlik yapmak amacıyla gelen Ütğm. Dennis Zaharchuk‘u görünce artık Ukrayna maceramızın başladığının farkına vardık. Ütğm. Dennis’in rehberliğinde oldukça korunaklı olan Balaklava Limanı’na girerken heyecanlı ve meraklı bakışlarla etrafa bakarak artık farklı bir ülkede olduğumuzu anladık. Limanda bizleri Sivastapol Sınır Güvenlik Birimi Komutanı Albay Smirnov V.A., Yarbay Leliokin V.M. ve Yüzbaşı Zhybarev I.M.’den oluşan heyet, karşılama bölüğü ve küçük bir bando grubu marşlar eşliğinde karşıladı. Bizleri heyecan ve merakla bekliyor olacaklar ki yerel basın da ziyaretimize ilgi göstermiş ve röportaj için yerlerini almışlardı.
44
BALAKLAVA LİMAN ZİYARETİ [ Hazırlayan ] Mehmet Ali GENÇAY | SG Ütğm.
Gerek tersane periyodu boyunca tüm personel olarak üstün gayret göstererek gemimizi en iyi şekilde denize elverişli hale getirmek için harcadığımız çaba, gerekse eğitimlerde ve denizde yaşadığımız zorluklar bizi birbirimize daha da kenetledi. Gölcük Tersanesi personelinin adeta kendi gemilerini donatıyormuşçasına gemimizi benimsemesi, Yıldızlar Su Üstü Eğitim Merkezinin eğitimimiz için üstün çaba göstermesi, SG İkmal Merkezi Komutanlığının gemimizin ihtiyaçları için tüm imkanlarını seferber etmesi ve son olarak da SG Karadeniz Bölge Komutanlığının değerli katkılarıyla harekata hazırlık denetlememizi tamamlamamızın ardından Haziran 2011 ayında konuş limanımız olan İnebolu / KASTAMONU’ ya avdet ettik.
Bir yılı aşkın bir süre Karadeniz’in çetin şartlarıyla mücadele ederek görevimizi layıkıyla yerine getirme çabamız neticesinde telefonumuz bu kez müjdeli bir görevi haber vermek için çalıyordu. TCSG-96 personeli olarak Ukrayna’nın Balaklava Limanı’nı ziyaret maksadıyla görevlendirilmiştik. Emri alır almaz tüm personeli sevinç ve heyecan sardı. Vakit kaybetmeden hazırlıklara başladık. Son günler yaklaşırken SG Karadeniz Bölge Komutanlığı, SG Karadeniz Onarım Destek Komutanlığı, SG Karadeniz İkmal Destek Komutanlığı ve SG Amasra Grup Komutanlığının yardımlarıyla hazırlıklarımızı tamamlayarak ziyaret günümüz olan 01 Ekim 2012 tarihini beklemeye başladık. Hareket saati geldiğinde hepimizin kalbi heyecanla çarpıyordu. Kafile komutanımız Sahil Güvenlik Amasra Grup Komutanı SG Yarbay Hakan KAYA ve heyet personeli ile birlikte “Bismillah halatlar fora’’ deyip 4 gün sürecek olan Ukrayna maceramıza
Ziyaretimiz boyunca resmi ziyaret planı çerçevesinde sırasıyla : Dergaçi’deki Türk Şehitliği ziyareti, Hersones Antik Kenti, Yalta şehir turu,
45 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
Nisan 2011 tarihinde bayrağını toka ettiğimiz gemimiz TCSG-96’nın ilk personeli olarak daha ilk günden bir aile olmayı başardık ve zorluklara birlikte göğüs gerdik.
Ziyaretimiz boyunca kafile komutanımız Sahil Güvenlik Amasra Grup Komutanı SG Yarbay Hakan KAYA, gemi komutanımız SG Kd.Ütğm. Erdinç KARADENİZ, SG Akdeniz Bölge K.lığı Loj.Ş.Md., SG Ik.Kd.Yzb. Menderes ATEŞ ve TCSG-91 Komutanı SG Kd.Ütğm. H.Zafer ASLAN’dan oluşan 4 kişilik heyete bizzat Sivastapol Sınır Güvenlik Birimi Komutanı Albay Smirnov V.A., Yarbay Leliokin V.M., Yüzbaşı Zhybarev I.M. ve rehberimiz Ütğm. Dennis ile
birlikte 4 kişi eşlik ettiler ve Yalta şehrinde oldukça iyi bir şekilde ağırladılar. Gemi personeli ise bir rehber subay yardımıyla Balaklava ve Sivastapol şehirlerini tanıma fırsatı buldu.
Balaklava Limanı’ndan ayrıldık. Sahilde bizleri uğurlayan meslektaşlarımızın bizlere ettikleri veda, bandonun çaldığı marşlar, gemi düdüğümüz ve limanda bizlere el sallayarak uğurlayan Ukraynalılar bir yandan sevinçle bu dostluğu yad etmemize neden olurken bir yandan da onları bir daha göremeyecek olmanın hüznünü yaşatıyordu.
Alupka Sarayı, Masandra’da Kırım şarabı tadılması, Bahçesaray’da Han Sarayı Müzesi, Sivastopol’da bulunan 35 Batarya Müzesi ve Sivastopol şehri gezisini yapma imkanını bulduk. Bunun dışında gemi personelimiz de ferdi olarak : Şehir merkezindeki alışveriş merkezleri, Sivastopol ve Balaklava’daki sahil restorantları,
46
Şehrin her yerinde bulunan hediyelik eşya dükkanlarını gezme imkanı buldu.
04 Ekim sabahına bir yandan bir gün önceki yaşadığımız unutulmaz gece başta olmak üzere 3 günlük Ukrayna maceramızdan dolayı mutlu, bir yandan da ayrılık vakti yaklaştığı için hüzün içinde uyandık. Karadeniz’de iki kardeş ülkenin iş birliği ve dostluk çerçevesinde bir araya geldiği ve hiçbir fedakarlıktan kaçınmayarak Ukraynalı meslektaşlarımızın bizleri ağırladıkları unutulmaz ziyaretimizin sonuna gelmiştik. Seyir hazırlıklarını tamamlamamızın ardından 16:00’da Ukrayna SG botlarıyla yapacağımız eğitim ve tatbikat seyri için
On saat süren dönüş yolculuğumuzda dostlarımızdan ayrılığın hüznünü yaşadığımızı hissetmiş olacak ki Karadeniz sakin yüzüyle bizleri teselli ediyordu. 05 Ekim sabah 06:00’da Amasra Limanı’na geldiğimizde TCSG-22 personeli bizleri denizde karşıladığında vatanımıza sağ salim dönmenin mutluluğu ile görevimizi ifa etmenin verdiği huzur birbirine karışmıştı. Artık İnebolu’ da bizlere tevdi edilen her türlü görevi layıkıyla yerine getirmeye çalışırken; bizlere bu görevi veren Komutanlarımıza ve bu görevin sorumluluğu kadar zevkini de bizlere layıkıyla yaşatan Kafile Komutanımız SG Yb. Hakan KAYA’ ya şükran ve minnetlerimizi her daim içimizde taşıyoruz.
47 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
03 Ekim akşamı bizleri en iyi şekilde ağırlayan Ukraynalı meslektaşlarımıza, Kiev Askeri Ataşesi SG Kur. Alb. Cengiz FİTÖZ’ün de katkısıyla kokteyl verdik. Bağlı bulunduğumuz iskele üzerinde hazırladığımız Türk mutfağından ikramlarla gemi personeli de dahil 50 kişiyle birbirimizi daha yakından tanıma fırsatı bulduk. Gemimizi ve ülkemizi tanıtıcı bir brifing eşliğinde, yer yer Türkçe ve İngilizce şarkılarla sohbetimiz gittikçe koyulaşıyor; dostluk, kardeşlik, iş birliği ve deniz üzerine olan sohbetimiz hiç bitmesin istiyorduk.
Eğitim sahasına geldiğimizde lastik botu mayna ettik ve eğitimlere iki koldan başladık. Eğitimi gerçeğe yakın olarak yapmaya gayretli Ukrayna gemisi personeli, denetim sırasında yakalananları temsilen suya atlayarak kaçmaya çalışınca eğitimimiz daha da renklendi. Kontrol tim eğitiminden sonra eş gemi eğitimlerine başladık. Posta çantası almaverme eğitimleriyle iki kardeş ülkenin temsilcileri birbirlerine son jest olarak hediye teatisi yapıp, eğitimleri başarılı bir şekilde yapmış olmanın verdiği haklı gururla kendi ülkelerine doğru rotalarını çevirip, sevinç hüzün karışımı duygularla birbirlerine veda ettiler.
1 Ocak 2011 tarihinden itibaren uygulamaya geçmiştir. Incoterms 2010’da teslim şekilleri 13’den 11’e düşürülmüştür. Dört şart yürürlükten kaldırılmış, buna karşılık iki yeni teslim şekli oluşturulmuştur. Ayrıca INCOTERMS genel olarak iki gruba ayrılmıştır. Tüm taşıma türlerini kapsayan kurallar EXW - FCA - CPT - CIP - DAT - DAP - DDP
olmak üzere yedi adet olarak FAS - FOB - CFR - CIF kuralları da sadece su yollarıyla yapılan taşıma türlerini kapsamak üzere “deniz ve iç su taşımalarına özgü kurallar” sınıflandırması adı altında toplanmış ve FAS - FOB - CFR - CIF kuralları içeriğinde çok önemli değişiklikler yapılmıştır.
2011 - INCOTERMS - ULUSLARARASI TESLİM ŞEKİLLERİ Tüm taşıma modlarını kapsayan kurallar
48
[ Hazırlayan ] Kaan AVCI | SG İk. Kd. Ütğm.
Uluslararası ticarete taraf olan firmalar farklı ülkelerde, bazen ayrı kıtalarda yerleşik bulunmakta olup çoğunlukla birbirlerini tanımamaktadırlar. Mallar, ülkeler ve kıtalar arası taşımalara konu olmakta, bu taşımalar sırasında mallarla ilgili olarak çeşitli risk ve maliyetler ortaya çıkmaktadır. Maliyet ve risklerin ihracatçıya mı yoksa ithalatçıya mı ait olacağının taraflar arasındaki görüşmeler sırasında tespit edilmesi ve ticari sözleşmelerin buna göre yapılması gerekmektedir. Örneğin, taşıma işleminin kimin tarafından organize edileceği, taşıma bedelinin kim tarafından ödeneceği, taşıma sırasında malların hasara uğraması, kaybolması, çalınması gibi risklere karşı hangi tarafın tedbir
alacağı, alıcının ödediği mal bedelinin neleri içerip neleri içermediği hususlarının baştan karara bağlanması gerekmektedir Uluslararası Ticaret Odası (ICC), çağımızın ticari teamüllerini göz önünde bulundurarak alıcı ve satıcın yükümlülük, maliyet ve risklerinin sınırlarını belirleyen çeşitli kavramlar tanımlamış ve bu kavramlara “Incoterms” adı verilmiştir. INCOTERMS İngilizce (international commercial terms) kelimelerinden bazı hecelerin bir araya getirilmesiyle oluşturulmuş bir terimdir. ICC 27 Eylül 2010’da Incoterms 2010 revizyonunu yayımlayarak güncellemiştir. Söz konusu revizyon,
İngilizce Açılımı
Türkçe Açılımı
EXW
Ex Works
Fabrikada Teslim
FCA
Free Carrier
CPT
Carriage Paid To
CIP
Carriage And Insurance Paid To...
DAT
Delivered At Terminal
Terminalde Teslim
DAP
Delivered At Place
Belirlenen Noktada Teslim
DDP
Delivered Duty Paid
Kullanıldığı Taşımacılık Türü Kara yolu, Hava yolu, Demir yolu, Çok Araçlı Taşımacılık
Taşıma Vasıtasının Yanında
Kara yolu, Hava yolu, Demir yolu,
Teslim
Çok Araçlı Taşımacılık
.....kadar Navlun Ödenmiş
Kara yolu, Hava yolu, Demir yolu, Çok Araçlı Taşımacılık
......kadar Navlun ve Sigorta
Kara yolu, Hava yolu, Demir yolu,
Ödenmiş
Çok Araçlı Taşımacılık Kara yolu, Hava yolu, Demir yolu, Çok Araçlı Taşımacılık Kara yolu, Hava yolu, Demir yolu, Çok Araçlı Taşımacılık
Gümrük Vergileri Ödenmiş
Kara yolu, Hava yolu, Demir yolu,
Olarak Teslim
Çok Araçlı Taşımacılık
Sadece deniz ve iç su yolunu kapsayan kurallar Kısa Tanımı
İngilizce Açılımı
Türkçe Açılımı
FAS
Free Alongside Ship
Geminin Yanında teslim
FOB
Free On Board
CFR
Cost And Freight
CIF
Cost, Insurence And Freight
Uluslararası teslim şekillerini (incotermsleri) tek tek ele alıp kısaca açıklayacak olursak; 1. EXW (Ex Work: Ticari İşletmede Teslim) Bu teslim şeklinde satıcı, malları sözleşmede belirtilen tarihte alıcıya veya onun emrine teslim
Gemiye Yükleyerek (Küpeştesinden geçmiş) Teslim Mal Bedeli ve Navlun Ödenmiş Olarak Mal Bedeli, Sigorta ve Navlun Ödenmiş Olarak Teslim
Kullanıldığı Taşımacılık Türü Deniz yolu, iç suyolu
Deniz yolu, iç suyolu
Deniz yolu, iç suyolu
Deniz yolu, iç suyolu
etmek üzere işletmesinde hazır bulundurur. Alıcı, malları işletmeden teslim alarak ihracı için gerekli belgeleri hazırlar gümrük işlemlerini tamamlayarak malları kendi ülkesine ithal eder. Malların işletmede teslim edilmesinden itibaren malla ilgili bütün masraf ve risk ile diğer yükümlülükler alıcı
49 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
INCOTERMS (DIŞ TİCARETTE TESLİM ŞEKİLLERİ)
Kısa Tanımı
tarafından karşılanır. Örneğin, sözleşmede “EXW, Nisa Tekstil AŞ, Ankara, TURKEY” şeklinde yer alan ibare; satıcının Ankara’daki fabrikasında malları, satıcıya teslim etmesiyle sorumluluğunun biteceği anlamına gelir. 2. FCA (Free Carrier: Belirlenen Yerde Taşıyıcıya Teslim) Taşıyıcıya teslim terimi, malların gümrük çıkış işlemlerinin satıcı tarafından tamamlanarak, taraflar arasında anlaşılan yer ve zamanda alıcının anlaşma yaptığı taşıma acentesine veya alıcının belirlediği bir şahsa, teslimi ile satıcının yükümlülüğünün sona ereceği anlamına gelir. Malın alıcının belirlediği taşıma acentesine veya şahsa tesliminden sonra tüm sorumluluk alıcıya aittir. 3. CPT (Carriage Paid To….: Taşıma….’e Kadar Ödenmiş Olarak)
50
“Taşıma ödenmiş olarak….” terimi, satıcının malları bizzat kendisinin seçtiği ve anlaşma yaptığı taşıyıcıya, malların, ihracı ile ilgili gümrük işlemleri yapılmış, belirtilen varış yerine gönderilmesi için gereken taşıma masrafları ödenmiş olarak teslim edeceği ve malları ilk taşıyıcının gözetimine devrettiği andan itibaren malla ilgili taşıma ücreti hariç diğer tüm masraf ve risklerin alıcıya geçeceği anlamına gelir.
4. CIP (Carriage and Insurance Paid To….: Sigorta Dahil Taşıma…’e Kadar Ödenmiş Olarak) CIP teslim şeklinde satıcı, ihraç edeceği malları, ihracat gümrük işlemlerini tamamlamış, asgari teminat sağlayan bir sigorta yaptırmış olarak nakliye aracına yükler. Bu teslim şeklinde satıcı ayrıca malın varış yerine kadar olan navlun (taşıma ücreti) ücretini de öder. Malın satıcı tarafından varış yerine kadar olan taşıma masrafları ödenerek, nakliye aracına yüklenmesinden sonra ortaya çıkacak tüm masraflar ve riskler alıcıya aittir. 5. DDP (Delivered Duty Paid: Gümrük Vergileri Ödenmiş Olarak Teslim) Bu teslim şeklinde satıcı ihracat ve ithalat ile ilgili tüm belgeleri hazırlar ve gümrük masraflarını öder, taşıma acentesiyle anlaşarak, teslim yerine kadar olan navlun bedelini öder, malları alıcının ülkesinde, daha önce belirlenmiş yer ve zamanda alıcıya teslim etmek üzere hazır tutar. Bu teslim şekli alıcının sorumluluğunun en az olduğu teslim şeklidir. Alıcı sanki ülke içerisinde herhangi bir firmadan mal alıyormuş gibidir. 6. DAT (Deliverede At Terminal: Terminalde Teslim)
gümrük noktası, havalimanı) boşaltma için hazır durumda nakliye aracının üzerinde alıcı emrine bırakılmasıdır. Tüm gümrük işlemleri, masrafları, gümrükte doğan vergi, resim ve harçlar alıcıya aittir. Malların belirlenen yere taşıma maliyetlerini/ terminal bağlantılı zarar risklerini satıcı üstlenir. 8. FAS (Free Alongside Ship: Gemi Yanında Teslim)
7. DAP (Delivered At Place: Belirlenen Yerde Teslim)
Bu teslim şeklinde satıcı, ihracat için gerekli tüm belgeleri hazırlayıp, gümrük işlemlerini tamamladıktan sonra, malları belirtilen tarih ve yerde, alıcı tarafından temin edilen gemiye yükler. Mallar geminin küpeştesine (güvertesine) geçtikten sonra satıcı malı teslim etmiş sayılır. Bundan sonra meydana gelebilecek her türlü hasar, kayıp ve masraflar alıcının sorumluluğundadır.
“Belirlenen Yerde Teslim” kuralı, satıcının, malları belirlenen varma yerinde gelen taşıma aracından boşaltmadan alıcının tasarrufuna bırakmakla teslim ettiğini ifade eder. Malların, taşıma vasıtasınca boşaltılmak üzere belirtilen belirli bir noktada alıcıya sağlanması (teslim edilmesi) anlamına gelir. DAP başka bir deyişle, Eşyanın alıcı ve satıcı tarafından belirlenmiş olan boşaltma yerinde (bir liman iskelesi,
Bu teslim şeklinde satıcı, malları sözleşmede belirtilen teslim yeri olan geminin yanına kadar getirmekle sorumludur. Mallar gemi rıhtımında ise yükleme yerine getirilerek, gemi açıkta ise mavnalarla geminin yanına kadar götürülerek teslim edilir. Bu teslim şekli sadece deniz veya nehir taşımacılığında kullanılabilir. 9. FOB (Free On Board: Gemi Bordasında Teslim)
10. CFR (Cost And Freight: Mal Bedeli ve Navlun Ödenmiş Olarak)
11. CIF (Cost, Insurence And Freight: Mal Bedeli, Sigorta ve Navlun Ödenmiş Olarak) Bu teslim şeklinde, satıcı ihraç edeceği malları, gümrük işlemlerini tamamlamış, asgari teminat sağlayan bir sigorta yaptırmış olarak yükleme limanına getirir ve gemiye yükler. Bu teslim şeklinde satıcı ayrıca malın varış limanına kadar olan navlun (taşıma ücreti) ücretini de öder. Malın satıcı tarafından varış limanına kadar olan taşıma ücreti ödenerek, gemiye yükletilmesinden sonra ortaya çıkacak tüm masraflar ve riskler alıcıya aittir. Bu teslim şeklini diğerlerinden ayıran özellik, malın satıcı tarafından yolculuk esnasında doğabilecek hasarlara karşılık sigorta ettirilmesinin zorunlu olmasıdır. Ancak yapılacak sigorta asgari teminat sağlayan bir sigorta olduğundan, alıcı, malları daha geniş bir teminat ile korumak isterse, ya bu konuda satıcı ile mümkün olduğunca açık olarak anlaşmalı ya da kendisi ek sigorta yaptırmalıdır.
51 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
“Terminalde Teslim” kuralı, satıcının, malları belirlenen varma yerinde veya limanında belirlenen terminalde gelen taşıma aracından boşaltılmış bir şekilde alıcının tasarrufuna bırakmakla malları teslim ettiğini ifade eder. Terminal terimi, rıhtım, depo, konteyner sahası veya yol, demir yolu veya hava kargo istasyonu gibi üstü açık veya kapalı olabilecek herhangi bir yeri kapsar. Taraflar malların terminalden başka bir yere taşınması ve elleçlenmesi ile ilgili hasarın ve masrafların satıcı tarafından üstlenilmesini amaçlıyorsa, DAP veya DDP kuralları kullanılmalıdır.
CFR teslim şeklinde, satıcı, malları yüklenecek limana kadar getirir. Gümrük işlemlerini yapar, geminin taşıma ücretini öder ve malları gemiye yükler. Mallar gemiye yüklendikten sonra navlun dışındaki tüm masraf ve riskler alıcıya ait olur. Burada dikkat edilmesi gereken husus, malların varış limanına kadar ulaştırılması için ödenen nakliye (navlun) ücretlerini satıcının ödeyeceğidir.
52
Dinleme yapmak isteyen kişi telefonumuzu arayarak programı aktif hale getirir. Telefon, zil sesi çalmadan ya da herhangi bir ışıklı uyarı vermeden otomatik olarak açılır. Mikrofon aktif hale gelerek telefonun yakınındaki konuşmalar bizim haberimiz olmadan dinleyen kişiye aktarılır. Sadece dinleme mi? takip edilebiliriz, yerimiz tespit edilebilir, gelen ve giden tüm mesajlarımız gizli bir şekilde okunabilir. Sim kartı değiştirdiğimizde de bundan kurtulamayız; çünkü dinleme yetkisi olan telefonun numarası da yazılım içerisine kaydedildiğinden sim kart değişikliğinde yazılım yeni telefon numarasını SMS yolu ile dinleyen kişiye hemen göndererek bilgilendirir. Casus yazılım, telefonlarımıza iki şekilde yüklenebilir. Bunlardan birincisi SMS yolu ile yükleme: Cep telefonumuza bedava müzik veya resim indirebileceğimize dair bir web adresinin bulunduğu kısa mesaj gönderilebilir. Eğer bu mesajı açıp içindeki web adresine tıkladığımızda cep telefonumuz internete bağlanırsa, mp3 dosyasıyla birlikte casus yazılım telefonumuza yüklenir. Biz mp3 dosyası yüklediğimizi zannederek sevinirken telefonumuz bir başkasının kumandası altına girmiş olur. İkincisi ise bilgisayar ile yükleme: Dalgınlığımızdan
CASUS TELEFON [ Hazırlayan ] Mehmet TORU | SG Tls. Kd. Bçvş.
sedasız çalışır ve hiçbir şekilde tespit edilemezler. Yurt dışında uzun süreden beri satılan casus yazılımlara artık ülkemizde de herkes rahatlıkla ulaşabilmektedir. İnternet ortamında bu yazılımları satan birçok firma var. Hatta işi biraz daha ileri boyuta taşıyan bazı firmalar, casus yazılım yüklü telefonları “casus telefon” adı altında satabiliyorlar. Casus yazılım yüklenen telefonunun bulunduğu ortam 24 saat dinlenebilir. Telefonumuz kapalıyken bile arandığımızda program aktif hale gelir. Kapalıyken nasıl dinlenebilir diye soracak olursanız, casus yazılım yüklü telefonda kapatma tuşuna basıldığında aslında telefon kapanmaz; çünkü bu yazılım telefon üzerindeki kapatma tuşuna basıldığında sanki telefon kapanmış gibi ekranı karartır ve telefon üzerindeki sinyal ışığının yanmasını engeller. Bu yüzden, telefon görüntü olarak kapanmış gibi olsa da aslında çalışmaya devam ederek ortam dinlemesini yapabilir.
53 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
Teknolojideki hızlı gelişmeler bizlere bir takım kolaylıklar sağlamakla beraber, bir yandan da özel ve iş hayatımızın sınırlarını zorlayarak yeni yeni riskler ve güvenlik zafiyetleri oluşturmaya devam ediyor. Bunlara en iyi örnek, son zamanların popüler konusu olan cep telefonu dinleme olayları. Basit bir araştırma yaptığımızda göreceksiniz ki cep telefonu dinlemek hiç de zor değil, aksine çok basit bir olay. Sıradan bilgisayarların yapabileceği her işi yapan günümüz cep telefonlarına, casus bir yazılım kuruluyor. Yazılım, kurulduğu telefonun yönetimini tamamen ele geçirerek bu küçük aletleri bir dinleme aracına dönüştürebiliyor ve aynı zamanda başka bir telefon üzerinden komutlar vererek yönetebiliyor. Casus yazılım (trojan) adı verilen bu yazılımlar, cep telefonuna yüklendiği zaman telefon üzerinde hiçbir simge belirmediği için telefon menüsünde görülmezler. Kendini ele verecek gözle görünen hiçbir harekette bulunmadan arka planda sessiz
dolayı telefonumuzu bir yerde unutabiliriz ya da arıza nedeniyle bir yere bırakabiliriz. Böyle bir durumda dinleme yapmak isteyen kişi yazılımı herhangi bir internet bağlantılı bilgisayar yardımıyla ya da bluetooth fonksiyonunu kullanarak 30-35 sn gibi kısa bir sürede telefonumuza yükleyebilir. Böylece biz yine farkında olmadan telefonumuzu bir başkasının kumandası altına vermiş oluruz. Peki, ne yapmamız gerekiyor, nasıl korunabiliriz ? • Emin olmadığımız hiç kimseden hediye cep telefonu almamalıyız. • SMS yolu ile gönderilen mesajlara dikkat etmeliyiz. • İnternet ortamından güvenilir olmayan sitelerden dosya (mp3, program, video vb.) indirmemeliyiz. • Cep telefonumuzdaki bluetooth fonksiyonunu ihtiyacımız olduğu zaman şifreli bir şekilde etkinleştirmeliyiz. • Telefonumuzu kısa süreliğine de olsa fiziksel olarak başkalarının ulaşmasına imkân vermemeliyiz. Tüm bu önlemlere rağmen yine de hep içinizde bir şüphe olacaksa telefonunuza cep telefonları için üretilmiş antivirüs ve anti casus yazılımları yükletebilirsiniz. Ancak unutmamalıyız ki en güvenli yol, sakıncalı olabilecek yerlerde telefonumuzu yanımızda bulundurmamamızdır.
Bilimsel Tavsiye Komitesi (SAC) 2012 yılının başında hayalet avcılığı engellemek için tüm imkânların seferber edilmesi konusunda tavsiye kararı almış ve üye ülkelere bu konuda çağrıda bulunmuştur. Ülkemiz kara sularında yaklaşık 15.000 tekne ile avcılık yapan 30.000’e yakın kıyı balıkçısı grubu örnek alındığında, bu grupta devamlı olarak faaliyet gösteren ve kazancını sadece avcılıktan sağlayan 5.000 balıkçıdan her birinin yılda 200 metre ağ kaybettiği tahmin edilmektedir. Aktif balıkçı sayısı, daha düşük olarak hesaplansa dahi, her yıl yaklaşık 1000-2000 km ağın deniz dibinde kaldığı ve avcılığa devam ettiği sonucuna varılmaktadır. Bu rakamlar sadece bu balıkçı grubunun kullandığı bırakma ağları için hesaplanmaktadır. Kıyı balıkçılarımızın kullandığı paragat ve sepet gibi bırakma takımları hesaba dâhil edilmemiştir. Bunların yanında gırgır ve trol takımları da dikkate alındığında, durumun vahameti gözler önüne serilmektedir. Denizlerimizde, Akdeniz foku gibi nesli küresel ölçekte tehdit altındaki türler dâhil, özellikle deniz kaplumbağası ve köpekbalığı türleri hayalet ağların tuzağına düşmektedir.
HAYALET AVCILIK [ Hazırlayan ] Görkem TETİK | Su Ürünleri Müh.
54
Hayalet avcılık; deniz ve iç sularda çeşitli nedenlerden dolayı kaybolan, terk edilen ve atılan uzatma ağları ve balık tuzakları gibi av araçlarının, avcılığa devam etmesi sonucunda ortaya çıkan istenmeyen balıkçılık durumudur. Av araçları kaybolmalarının ardından hedef türler üzerindeki avcılık faaliyetlerini sürdürürken, ağa takılmış halde ölen türlerin vücutları, parçalanmış organları ve bunların kokuları da diğer predatör (avcı) türleri tuzağın içine çekebilmekte, bazen de tuzağı yuva olarak kullanan balıkların, içine girdikten sonra çıkamayarak ölmesi, tuzağın yemlenmesine ve hayalet avcılığın tekrar tekrar ortaya çıkmasına neden olmaktadır (Ayaz ve ark., 2006).
Hayalet avcılığa neden olan av araçlarının kaybolmasının birçok sebebi vardır. Bunlar; hava koşulları (fırtınalar, akıntılar, buz hareketleri vb.), dip engelleri (batık gemi enkazları), gemi seyrüsefer durumu, balıkçılık aktivitelerinin çatışması, zemin yapısı, insan hataları (işaret şamandıralarının iyi bağlanmaması veya gereğinden kısa bağlanması vb.), deniz kuşları ve büyük canlıların etkileri (kuşların şamandıra iplerini gagaları ile kesmesi veya çözmesi), büyük canlıların (yunus, balina, fok, vb.) ağa yakalanarak ağı sürüklemeleri, bazı balıkçıların kişisel çekişmelerden dolayı birbirine zarar amaçlı olarak işaret şamandırası iplerini kesmeleri, dip halatlarının diğer kayıp takımlar tarafından kesilmesi ve çeşitli donam hataları gibi sebeplerdir. (Bowen, 1961; Smolowitz, 1978; Sutherland ve ark., 1963; Brandt, 1984; High, 1985; Bren, 1987,1990 ve Laist, 1996). Dünya ölçeğinde; her yıl 1.000.000 deniz kuşu ve 100.000’in üzerinde deniz memelisi, kaybolan bu ağlar yüzünden telef olmaktadır. Ülkemizin de üyesi olduğu Genel Akdeniz Balıkçılık Konseyi (GFCM)
Her yıl kaybolan ağların ekonomik değerinin 4-8 milyon TL civarında olduğu tahmin edilmektedir. 2002 yılında yapılan bir çalışmaya göre; deniz ortamında İzmir Körfezi’nde 200-280 km uzatma ağı, Gökova iç körfezinde 190 km paragat ve 3 km uzatma ağı, İskenderun Körfezi’nde ise 402 balık tuzağı bir yıl içinde çeşitli nedenlerle kaybolmuştur. Sadece bu çalışmaların yapıldığı kara sularımızın küçük bir örneğini oluşturan bu körfezlerde bir yıllık ekonomik kayıp yaklaşık 1 milyon TL’yi bulmaktadır. Türkiye genelinde yaklaşık 15000 teknenin; 1200 tekneyi bulan örnekleminden (Gökova 100, İzmir 440 ve İskenderun 657) yola çıkarak; yıllık malzeme kaybının gırgır ve trol teknelerini hesaba katmadığımızda bile en az 13 milyon TL’yi bulacağı tahmin edilmektedir.
Hayalet avcılık, denizlerde ve iç sularda avcılık faaliyeti gösteren tüm ülkelerin karşılaştığı önemli bir sorundur. Denizlerdeki balıkçılık faaliyetlerinin artmasına bağlı olarak, hayalet avcılığın yol açtığı sorunlar, son 50 yılda daha da önem kazanmıştır. Ülkemizde, sorunun boyutlarının belirlenmesi ve gerekli önlemlerin alınabilmesi için kapsamlı araştırmalara ihtiyaç duyulmaktadır. Bu nedenle, söz konusu istenmeyen avcılığın biyolojik, ekolojik ve ekonomik etkilerini en aza indirmek için, mevcut önlemlerin gözden geçirilmesi ve kamu kurumları, üniversiteler, sektör temsilcileri ve diğer paydaşların iş birliği içinde çalışmasının önemli bir başlangıç olacağı değerlendirilmektedir.
KAYNAKLAR : (1) AYAZ, A. ÜNAL, V., ÖZEKİNCİ, U. İzmir Körfezi’nde Hayalet Avcılığa Neden Olan Kayıp Uzatma Ağı Miktarının Tespitine Yönelik Bir Araştırma. E.Ü. Su Ürünleri Dergisi, 2004. Cilt 21, Sayı(1-2) (2) AYAZ, A. ÖZEKİNCİ, U., ALTINAĞAÇ, U., ÖZEN, Ö. Üstten Girişli Yuvarlak Tel Sepetlerin Hayalet Avcılık Açısından İncelenmesi. E.Ü. Su Ürünleri Dergisi, 2006. Cilt 23, Ek(1/3) (3) (Macfadyen, G., Huntington, T., Cappell, R., 2009, Abandoned, Lost or otherwise discarded fishing gear, FAO Technical Paper, 523, Roma,ITALY (4) Hayalet Avcılık Ortak Çözüm Önerileri, http://www.gefsgp.net/habergoster.asp?id=47, Aralık .2012
55 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
Kaybolan, terk edilen veya atılan av araçları olumsuz etkileri nedeniyle gün geçtikçe önem kazanmaktadır. Söz konusu av araçlarının avcılığa devam etme kabiliyeti (ki bu durum “hayalet avcılık” olarak adlandırılmaktadır), balık stoklarına zararlı etkileri yanı sıra nesli tehlike altındaki türler ve bentik çevreleri üzerinde de potansiyel etkiye sahiptir (Macfadyen et al, 2009).
Çoğunluğu sentetik olan bu ağlar, çeşitli nedenlerle kaybolmaları durumunda, 10 yıla kadar hayalet avcılık yapabilmektedir. Bu süre zarfında çürüyen ağlar ve kurşundan yapılmış parçaları da deniz canlılarına ve bitki örtüsüne telafisi mümkün olmayan fiziksel ve kimyasal zararlar verebilmektedir. Örneğin, 2010 yılında sadece Saros Körfezi’nden bu etkiye neden olabilecek 200 kg kurşun aparat toplanmıştır.
Sonuç olarak, kaybolan, terk edilen veya atılan av araçları ve bunların parçalarının yol açtığı hayalet avcılık, hedef ve hedef olmayan türleri avlamaya devam etmekte ve deniz canlılarının ölümüne sebep olmakta, bu ölümler önemli miktarda canlı deniz kaynağının ekonomik bir değer kazanamadan kaybedilmesi anlamına gelmektedir.
56
[ Hazırlayan ] TCSG-83 Komutanlığı
TCSG-121, 09 Mart 1967 tarihinde Gölcük Tersanesi Komutanlığında inşa edilmiş ilk 150 tonluk Türk Tipi Sahil Muhafaza botudur. Boyu 40,2 metre eni 6,4 metre olup, draftı başta 1,7 metre, vasatta 1,8 metre ve kıçta 2,0 metredir. İki adet 3200 beygir gücünde ana makinesi ve iki adet 75 kw’lık yardımcı makinesi bulunmaktadır. 3 subay, 6 astsubay ve 16 erbaş/er kadrosu bulunmaktadır. 16 Şubat 1968’de hizmete giren o zamanki adıyla J-21; 1982 yılına kadar Jandarma Genel Komutanlığı emrinde görev yapmıştır. 1982 yılından itibaren, görev ve sorumlulukları ile kuruluş ve teşkilatı, 09 Temmuz 1982 yılında kabul edilen, 2692 sayılı kanun ile düzenlenen Sahil Güvenlik Komutanlığı bünyesine dahil olmuş ve J-21 olan adı TCSG-21 olarak değiştirilmiştir.
Sahil Güvenlik Trabzon Grup Komutanlığı emrinde, 15 Ağustos 1997 tarihinden itibaren Hopa/ ARTVİN’de konuşlandırılmıştır. 16 Ağustos 2001 tarihinde TCSG-21 olan adı TCSG-121 olarak değiştirilmiştir. Sahil Güvenlik Komutanlığının emri ile TCSG-121 Komutanlığının yeni konuş yeri 23 Temmuz 2007 tarihinden itibaren Yakakent/ SAMSUN olarak belirlenmiştir. Yakakent/SAMSUN’da 4 sene görev yaptıktan sonra 15 Temmuz 2011 tarihinde tören ile hizmet dışına çıkarılmıştır. Dalış sporunun gelişimine katkıda bulunmak ve su altı canlılarının saklanabileceği yapay resif oluşturmak maksadıyla Sahil Güvenlik Komutanlığı tarafından Fethiye Kaymakamlığına hibe edilmiştir.
Gövdesine ve kıç kısmına daha önceden delikler açılmış olan münfesih TCSG-121’i engin maviliklerin kalbine uğurlamak için sabah saatlerinde TCSG-83 tarafından gemiyi kontrollü bir şekilde batırmak için çalışmalar başlatıldı. Önce geminin kinistin alış valfleri açıldı ve daha sonra TCSG-83 bünyesindeki yangın söndürme topundan deniz suyu püskürtülerek münfesih TCSG-121’in yavaş yavaş draftı azaltıldı. Deniz suyunun geminin içine dolmasıyla birlikte turuncu işaret fişeği havaya fırlatılarak geminin batmaya başladığı evrensel denizcilik kurallarına göre belli edilmiş oldu.
Gemi azar azar deniz suyu ile dolarken gezi teknesi ile gelmiş olan misafirlere bando tarafından çeşitli marşlar çalındı. Yaklaşık 40 dakika boyunca geminin içine dolan sularla draftının azalmasının beklenişinden sonra nihayet kıç tarafta bulunan daha önceden açılmış olan büyük deliğin seviyesine kadar sular yükseldi. Bu saniyeden sonra geminin kıç tarafından içeriye dolan deniz suyu marifetiyle geminin kıç tarafı suya gömülmeye başlarken baş tarafı havaya doğru kalkmaya başladı. Sonunda beklenen an gelmişti. Münfesih TCSG-121 kıç taraftan içine dolan sulara rağmen “Daha batmadım!” dermişçesine denizin dibindeki ebedi istirahatgahına çekilmeden önce derinden bir nefes alır gibi son bir hamleyle başını gökyüzüne kaldırdı. Artık, her şeyin bir sonu olduğunu bildiren zaman onun da sonunu belli etmişti. Bando tarafından çalınan marşlarla birlikte 45 senelik bir tarih de üzerine sinmiş anılarıyla beraber denizin dibine gömüldü. 17 Nisan 2012 günü batırılan münfesih TCSG-121 artık huzur içinde denizin dibinde kendine ayrılan yerde yatmaktadır. Tek dileği ise kendisini ziyaret etmeye gelen dalgıçlara bir mutluluk kaynağı olmak ve su altının eşsiz güzelliklerini bir nebze olsun onlara gösterebilmektir.
57 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
MÜNFESİH TCSG-121 BATIRILIŞI
Ana makineleri ve diğer bütün teçhizatı sökülerek Yakakent/SAMSUN’dan Fethiye/MUĞLA’ya yedeklenerek getirilen TCSG-121, batırılacağı tarih olan 17 Nisan 2012 günü Fethiye Dalyan Deresi mevkiinde hazır bulunmaktaydı. TCSG-121’in denizin derinliklerine yapacağı son yolculukta yalnız bırakmayan TCSG-83 Komutanlığı ve gezi teknesi eşliğinde gelen Fethiye Kaymakamı Mehmet Ali KARATEKELİ, Sahil Güvenlik Marmaris Grup Komutanı SG Albay Fatih ERHAN, Ölüdeniz Belediye Başkanı Keramettin YILMAZ, Fethiye Liman Başkanı Galip AVCI, Deniz Ticaret Odası Başkanı Şaban ARIKAN ve dalgıç okulu temsilcileri ile birlikte Dalyan Deresi mevkiine intikal edildi. Çok sayıda vatandaş ise bu ana şahit olmak için kendi tekneleriyle anılan mevkide hazır bulundu.
BİLİŞİM
58
AÇIK KAYNAK KODLU İLETİŞİM SİSTEMLERİ [ Hazırlayan ] Murat GÜLCAN | SG Tek. Kd. Bçvş.
Düşünsel ve teknik anlamda MINIX’ten esinlenen Linus Torvalds isimli Finlandiyalı bir öğrenci, 1991’de gayet alçak gönüllü bir biçimde kendi
sistemi olan LINUX’u yazmış ve özgür yazılım furyası başlatmıştır. Linus Torvalds’in yazdığı işletim sistemi çekirdeğinin geliştirilmiş hallerine Linux dağıtımları deniyor. Şu anda internetteki Distrowatch.com sitesine kayıtlı tam 324 Linux dağıtımı var. İşte bu Linux dağıtımlarından biri de ulusal işletim sistemimiz olan Pardus. Diğer ulusal Linux dağıtımlarına örnek olarak Çin’in Red Flag’ini, Kuzey Kore’nin Red Star Linux’unu, Hindistan’ın BOSS’unu, Filipinler’in Bayanihan’ını ve Rusya’nın ALT Linux’unu verebiliriz. Pardus Sisteminin Özellikleri Pardus’un geçmişi sekiz yıl öncesine uzanmaktadır. Pardus projesi, özellikle ulusal güvenlik ve teknolojik bağımsızlık bağlamında duyulan gereksinim üzerine, Başbakanlık tarafından TÜBİTAK BİLGEM’in (Türkiye Bilimsel ve Teknik
Düzenli olarak iyileştirmeler ve yeniliklerle güncellenen Pardus için kurulum sonrasında bekleyen güncellemelerin boyutu artınca, kullanıcılara güncel paketlerle oluşturulan ara sürümler sunuluyor. İlk sürümlerden beri süren geleneğin bir parçası olarak her ara sürüm, Anadolu’da yaşayan ve yaşamı tehdit altına girmiş bir hayvana adanıyor. En son sürümün ismi de, “Dama dama” ya da Türkçe adıyla “Alageyik”. Neden Pardus? Linux tüm dünyadaki gönüllülerin çabalarıyla ortaya çıkmış bir üründür. Hiçbir ülkenin, kurumun, kuruluşun tekelinde değildir. Pardus ise kar amacı gütmeyen bu -gerçek ve temiz anlamıyla- küresel çabanın Türk bilim insanının çabası yoluyla geliştirilmiş şeklidir. Pardus, GPL özgür yazılım lisanslı bir işletim sistemidir, yani hem yasal hem de ücretsizdir. Pardus ve dolayısıyla Pardus üzerinde çalışan özgür yazılımları kullandığı takdirde hiçbir vatandaşımızın ve başta üniversitelerimiz olmak üzere hiçbir kuruluşumuzun, orijinal yazılım lisansı bedeli adı altında bir ücret ödemesi ya da bunun yasa dışı seçeneği olan korsan yazılımları
59 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
Bilgisayar programları arasındaki eş güdümü kuran ana programa işletim sistemi adını veriyoruz. Günümüzde bilgisayarlarda yaygın olarak kullanılan üç ana işletim sistemi var: Windows, Mac X OS ve Linux. Birbirinden ayrı gibi görünen bu üç işletim sisteminin atasının UNIX adı verilen işletim sistemi olduğunu söyleyebiliriz. UNIX, 1969’da Bell Laboratuvarları’ndaki AT&T çalışanları tarafından geliştirilmiştir. Sonra 1987’de Hollandalı bir bilgisayar bilimi profesörü olan Andrew S. Tanenbaum, MINIX (MIni-uNIX) olarak adlandırdığı bir UNIX klonu yazmıştır. Tamamen açık kodlu, yani görülebilir, incelenebilir ve geliştirilebilir olan bu MINIX sistemi, üç ay içinde, sistemi geliştirmeye gönüllü olan 40.000’den fazla taraftar toplamıştır.
Araştırma Kurumu - Bilişim ve Bilgi Güvenliği İleri Teknolojiler Araştırma Merkezi) görevlendirilmesi ile başladı. 2004 yılında çekirdek teknik ekibin kurulup proje planının kesinleşmesi ile hızlanan çalışmalar sonucunda, 2005 yılı başında Pardus Çalışan CD, aynı yılın sonunda ise Kurulan Sürüm Pardus 1.0 duyuruldu. İlk sürümle birlikte, bilişim okuryazarları için temel masaüstü ihtiyaçlarını karşılayacak tam bir işletim sistemi hedefine ulaşılmış oldu. Pardus doğru ve anlaşılır bir Türkçe ile konuşan, güvenli ve esnek yapısı, kolay kullanımıyla kısa sürede sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada tanınır hale geldi. 2006 yılı biterken Pardus 2007, 2008 yılının üçüncü çeyreğinde Pardus 2008 ve 2009 yılı ortalarında Pardus 2009 bu sürümleri takip etti. Aynı yıl masaüstü kullanımına yönelik ürün ailesine kurumsal ihtiyaçlara yönelik Kurumsal 2 eklendi. Türkiye’nin ulusal işletim sistemi Pardus; 2011 yılının başından beri kullanım kolaylığı alanında yepyeni iyileştirmeler, daha geniş donanım desteği, RAID-LVM gibi güncel teknolojilerin basit yapılandırmalara sahip entegrasyonları gibi özellikleriyle yoluna “Pardus 2011” olarak devam ediyor.
BİLİŞİM
Bir bilgisayar yazılımının kodlarının açık olması demek, ilgisi ve bilgisi olan herkesin bu yazılımla kötü niyetli işler yapılıp yapılamadığını denetleyebilmesi demektir. Bunun tam tersi olan kapalı kaynak kodlu yazılımlarda ise böyle bir denetim söz konusu olamayacağından, yazılımı geliştirenler, yazılımın kurulu olduğu bilgisayarla yaptığınız işleri, dolayısıyla sizi kontrol edip yönetebilirler. Bu, askeri helikopter bilgisayarları için de ev bilgisayarları için de böyledir. Kaynak kodlarının açık olması Pardus’a özgür yazılım olma özelliği kazandırmıştır.
virüslerinin sayısal ortamlara antivirüs programı geliştiricileri tarafından salındığı iddia edilmektedir. Bir Pardus kullanıcısı için hangi antivirüs programının daha iyi koruma sağladığı ya da hangi veri güvenliği şirketinin bu yıl daha fazla büyüme gösterdiği haberleri, mizahtan öteye bir anlam taşımaz. Sadece kendi depolarından indirilebilen Pardus programlarının virüs içermesi, bunların sisteme bulaşması ve verilere zarar vermesi mümkün değildir. Başka işletim sitemlerinde oluşturulmuş belgeler, virüslü dahi olsalar Pardus’u enfekte edip çökertemezler. Özetle, Pardus kullanıcısının antivirüs veya internet güvenliği programı kullanması, bu programlara para vermesi diye bir şey söz konusu değildir.
Bilgisayar virüsleri kötü niyetli kişilerce, kapalı kodlu sistemler ve programlar için yazılmaktadır. Windows kullanıcıları, bu her gün bir yenisi çıkan virüslere karşı antivirüs programları kullanmak ve her yıl bunlara tekrar tekrar para vermek zorundadırlar. Antivirüs program yazılım şirketleri arasında kıyasıya bir rekabet vardır; çünkü bu, iyi kazanç sağlayan bir sektördür. Hatta bilgisayar
Pardus işletim sistemini yaklaşık 20 dakikada, yani Windows’ta bir program yükleme süresinde, hem de size gerekli olabilecek ofis dahil tüm programlarla birlikte kurabilirsiniz. Pardus ekran, monitör, ses kartı, modem gibi çevresel aygıtları otomatik olarak tanır ve çalıştırır; işletim sisteminizi kurduktan sonra bir de bu aygıtların sürücülerini kurmak gibi bir zahmete girmezsiniz.
kullanmasına gerek kalmayacaktır. Bu toprakların ürünü olan Pardus, dünyada isteyen herkesin kullanımına açıktır.
60
Pardus, mevcut Windows işletim sisteminin yanına kurulabilmekte, bilgisayar açıldığında ekranda beliren menüden çalışması istenen işletim sistemi seçilebilmektedir. Böylece ille de Windows kullanmanız gereken nadir durumlarda Windows’unuzu da kullanabilirsiniz. Pardus’u kurmadan önce denemek isteyenler için “çalışan DVD” seçeneği bulunmaktadır. Bu durumda bilgisayarınıza hiçbir şey yüklenmez. Sistem ve tüm programlar -inanması güç ama- DVD’den de çalışabilir. Pardus’un Windows’taki programlara eş değer kendi programları vardır. Pardus’un programları ile yarattığınız ürünlerinizi Windows programlarıyla uyumlu olarak kaydedip Windows’ta açabilir ve üzerinde değişiklik yapabilirsiniz. Tersi de mümkündür: Windows’ta hazırladığınız belgeleri Pardus’ta açabilir, üzerinde değişiklik yapabilirsiniz.
Pardus’un mimarisi, Windows’un gereksinim duyduğu ve Windows kullanıcılarının düzenli aralıklarla yapması önerilen disk temizleme ve disk birleştirme işlemlerini gereksiz kılmaktadır. Pardus, size çalışmanız sırasında Windows’ta, özellikle düşük donanımlı bilgisayarlarda sık rastlanan görüntü donması, sistem çökmesi gibi deneyimler yaşatmaz.
Bu avantajların yanında, grafikerler için Photoshop, besteciler için Sibelius gibi uygulamaların Pardus’ta çalışmasının şimdilik pek mümkün olmadığını söyleyebiliriz. İlgili profesyoneller, bu ve benzeri programların Linux eş değerlerini kullanabilir veya sadece bu programlar için Windows’a başvurabilirler. Ortalama bir kullanıcıysanız Pardus’la rahatlıkla internette gezinebilir, yazı yazabilir, slayt hazırlayabilir, resim çizebilir, elektronik tablolar hazırlayabilir, dosya indirip gönderebilir, tarayıcınızla resim-yazı tarayabilir ve yazıcınızla bunları basabilir, çektiğiniz fotoğrafları bilgisayarınıza aktarabilir ve bunları düzenleyebilir, müzik dinleyebilir, video seyredebilirsiniz.
Pardus’la, eski bir bilgisayar üzerinde, Windows’la ancak yeni donanımlı bir bilgisayarda çalışabileceğiniz kadar yüksek bir hızla çalışırsınız. Bir belge Pardus’un tanıyacağı formatta kaydedildiğinde daha az yer kaplayacaktır. Ofis belgelerini PDF uzantılı olarak kaydetmek, Pardus’ta tek tıklamayla yapılacak kadar basite indirgenmiştir.
KAYNAKLAR : (1) http://www.pardus.org.tr (2) http://www.pardus-linux.org
61 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
Windows, yanına kurulu başka bir işletim sisteminin içini görmez. Halbuki Pardus aracılığıyla Windows’taki dosyalarınızı görebilir, Windows’a dosya gönderebilir veya Windows’tan dosya alabilirsiniz. Windows’un -sık sık yaptığı gibiaçılmaması veya çökmesi durumunda bu dosyaları rahatlıkla kurtarabilirsiniz.
gelişmesinde güçlü ve sevgi dolu bir baba vazgeçilmezdir. Gerek babanın sahip çıkmadığı gerekse ayrılık veya boşanma ile babanın olmadığı ailelerde büyüyen çocukları birçok tehlike beklemektedir. Evet, anne-baba ve çocuklardan oluşan aile, çağımızın tehlikelerine ve problemlerine karşı zırh olmaya devam etmektedir. Sadece çocukların değil anne ile babanın da birbirine ihtiyacı vardır. Unutmayalım ki çocuk sağlıklı ve mutlu bir şekilde ancak böyle ailelerde yetişir. Anne-baba-çocuk üçgeni hayati önem ifade ediyor. Çocukların sevmediği baba modelleri : İyi örnek olamamak: Ne söylediğinizden çok, neler yaptığınız önemlidir. Çocuğunuz sizin tüm davranışlarınızı kayıt altına alır. Siz hangi olaylara nasıl tepki veriyorsanız o da aynılarını yapacaktır. Mükemmeliyetçilik: Küçük başarıları desteklemek ve onlarla övünmek yerine bazı babalar hiçbir şeyden memnun olmaz, sürekli eksik arar. Bu da çocuğun özgüven eksikliği yaşamasına neden olur.
62
[ Hazırlayan ] Derya UĞURTAN | Psikolog
Çocuk için baba vazgeçilmez önemdedir. Baba, anneden açıkça farklı bir insandır ve bu farklılığın algılanması erkek ve kız çocuğun cinsel kimliklerini kazanmalarına katkıda bulunur. Babanın varlığı evdekilere güven verir. Erkek çocuk babasını örnek alır ve taklit ederek kendi cinsiyetini öğrenir. Kız evlat ise babasının nelere sevindiğini gözleyerek kadın olmanın anlamı konusunda belli bir anlayış edinir. Sevgi dolu babalar; erkeklerde başarı, kızlarda kişisel uyum üzerinde olumlu etkiler yaparlar. Sevgi dolu babalar aynı zamanda ahlaksal mantık yürütmeyi öğreten, limitleri sağlayandır bu da çocuğun yeterliliğine olumlu katkılar yapar. Dolayısıyla, babalar anneler kadar önemlidir. Yapılan araştırmalar bebeklerin doğdukları günden itibaren yalnızca anneleriyle değil, babalarıyla da ilişki kurduklarını gösteriyor. Hatta bebek anne ile
babanın ayrımına vardığı için babayla daha farklı bir etkileşim içine giriyor. Bu doğrultuda babaların, “Ben altını değiştiremem, uyutamam, henüz kızım-oğlum anne çocuğu” diyerek evlatlarından uzak durmamaları gerekiyor. Hormonlar nasıl kadını anneliğe hazırlıyorsa, erkekler de bundan nasibini alıyor; doğum zamanına yakın onlarda da hormon değişikliği (testesteron ile estradiol düzeyinde düşme ve prolaktin ile kortisol düzeyinde yükselme) gözlemleniyor. Tüm bu veriler göz önünde bulundurulduğunda aslında hem bebek hem de biyolojik işleyiş babanın vazifelerini yerine getirmesini istiyor. Bütün çocuklar etkili bir babaya muhtaçtırlar. Babanın gücünü, varlığını ve desteğini hissetmek isterler; çünkü çocuğun uyumlu psikolojik
Açık iletişime kapalı: Açık iletişimin çocuklara değer verme, problemlerini çözme ve başkalarıyla iyi geçinme gibi temel ilkeleri vardır. Açık iletişime kapalı babalar; otoriter baba, nasihat verici baba, suçlayıcı baba, teselli verici baba, yıkıcı disiplin kullanan baba, alay eden-lakap takan baba, çocuklarının ihtiyaçlarını göz ardı eden babalardır. Bu rol ve figürler aslında hayatın ta kendisidir. Tüm yaşam bu üçgendeki ilişkiler üzerine kurulmuştur. Çocuğun zihinsel, fiziksel ve sosyal gelişimi, büyümesi, gelecekteki yaşamı, iş ve özel hayatı, aile yapısı, verimli olması ya da olmaması, kişisel ilişkileri hepsi ama hepsi ailesinde yaşadığı ortamın, anne-baba-çocuk ilişkisinin sonucudur. Bu sonuç olumlu olabildiği gibi olumsuz da olabilir. Bir ailede babanın yokluğu önemli bir taşın eksikliğidir. Annenin sorumlulukları arttığı gibi çocuğun ihtiyacı olan noktalarda yardım edilemez. Boşanma, vefat, ilgisizlik ve yoğun iş temposu sebebiyle babalar genelde evden ve çocuğun yetiştirilmesinden uzak kalmaktadırlar. Baba
Evde baba figürü olmayan çocuklarda görülen olumsuz davranış biçimleri Boşanma ya da kayıp veya diğer durumlardan dolayı evde baba yokluğu yaşayan çocuklarda genelde 2 tip olumsuz davranış gözlenir. Saldırganlık ve sinme. Ayrıca baba yokluğunda sık görülen davranış problemlerinin bir kaçı da şöyle sıralanabilir : • Erkek çocuklarda suça yöneliş oranıyla, küçüklüklerinde yeterli bir baba (erkek) figürünün yokluğu arasında da ilgi vardır. Otorite yokluğu (çünkü baba otoriteyi simgelemektedir) çocuğu anti-sosyal olaylara (çalma, saldırganlık gibi) itebilmektedir. • Baba yoksunluğunda anne de problemlidir. Anne, babanın rolünü de üstüne alır. Annenin görev ve sorumlulukları artar. Çocukların bakımını, eğitimini ve yönlendirilmesini bütünüyle anne yapar. Böylece anne daha ağır bir yük altında kalır. Bu da çocuğu olumsuz etkiler. Anne çocuk ilişkileri bozulabilir.
63 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
AİLEDE BABANIN ÖNEMİ
Tutarsız: En çok rahatsız eden davranışların başında gelir. Eğer baba bir kural koyduysa bunu sonuna kadar devam ettirmeli, söylediklerini harfiyen uygulamalıdır. Tutarlı davranışlar çocuğa güven hissi verir.
yokluğu denilince sadece babanın hayatını kaybetmesi anlaşılmamalıdır. Boşanma, kırgınlık, iletişimsizlik veya işlerinin yoğunluğu sebebiyle bir babanın çocuğunun hayatında var olmaması yokluğun ta kendisi. Aynı evi paylaşsalar, aynı dizileri seyretseler, aynı masada yemek yeseler dahi bir baba çocuğunu tanımıyor, onunla hayatı paylaşmıyor ise o çocuğun hayatında baba yok demektir. Ayrıca babanın hapiste olması da ailede baba eksikliğini ortaya çıkarır.
• Yine intiharlara (özellikle erkeklerde) ve psikolojik bozukluklara baba yokluğunda daha sık rastlanır.
olması istenmelidir. Bu kişinin olumlu bir imajının olmasına dikkat edilmelidir.
• Baba yoksunluğu çocukların okul başarısını da düşürmektedir. Çoğunlukla sınıf ortalamasının altında başarı gösteren çocuklar ortaya çıkmaktadır. Babasıyla birlikte olan çocuklarda, babanın bir model oluşturduğu ve başarıyı güdüleyici bir fonksiyon gördüğü söylenebilir. Hatta baba yoksunluğu çeken çocuklarda zekânın kullanımında da problemler olmaktadır.
• Mümkün olduğunca sosyal, kendini ifade etmesine olanak veren, özgüven geliştirici faaliyetlere yönlendirilmelidir.
Babanın yokluğunda anneye düşen görevler : • Anne çocuğa babanın neden evde olmadığını açık ve onun anlayabileceği bir şekilde açıklamalıdır. • Evde, tutarlı ve sağlıklı bir disiplin ortamı sağlanmalıdır. • Çocukla anlama ve dinleme üzerine bir ilişki kurulmalıdır. • Eğer çocuğun babası vefat ettiyse, çocuğun baba hakkındaki soruları cevaplanmalı ve ona babası anlatılmalıdır.
64
• Ebeveynler boşanmışlarsa yine baba hakkında sorulan sorular cevaplanmalı, baba hakkında olumsuz düşünülse de, çocuğa babanın olumlu yönleri anlatılmalıdır. Çocuk baba ile arada bir aracı gibi kullanılmamalıdır.
Günümüz ekonomik şartları babalarla çocukları ister istemez birbirinden uzak tutuyor. Ne babalar çocuklarını iş yerine götürebiliyor ne de eve erken gelebiliyorlar. Uzun mesailer bazen gece geç saatlere kadar sürüyor. Baba eve geldiğinde anne ve çocuklar çoktan yatmış oluyor. Hatta bu durumu haftada birkaç kez yaşayan aileler yok değil. Baba evde az vakit geçirdiğinde ise ailede otorite boşluğu meydana geliyor. Anne bu sefer hem çocuğun duygusal ihtiyaçlarını karşılıyor hem de babanın vazifelerini yerine getirmeye çalışıyor. Bu olumlu bir davranış gibi gözükse de çocuklarda nevroza (sürekli huzursuzluk duygusu eşliğinde bedensel ve toplumsal işlevlerde aksamalara yol açan ruhsal bozukluk) sebep oluyor; çünkü anne, bir taraftan çocuğun saçını okşuyor, arkasından bir kurala uymadığı için kafasına vuruyor. Bu gibi durumlarda bütün yük anneye kalmıştır. Özellikle çalışan kadınların çocuk bakımı ve evin idaresini tek başına yürütmesi kadının çocuğuyla ilişkisini de olumsuz etkiler. Burada önemli olan kadınının eşinden veya toplumdan sosyal destek alabilmesidir. Çocukların bakımı, ev idaresi gibi işleri
Bu durumlarda babanın evde olduğu zaman nasıl davrandığı çok önemlidir. Çocukla ve eşle geçirilen zamanın kaliteli olması gerekmektedir. Boşa geçirilen saatler yerine eşle ve çocuklarla ortak ilgi alanlarını paylaşmak, aile bireylerinin hepsinin hoşlanabileceği aktivitelerde bulunmak gerekir. Baba evini sadece uyumak, TV seyretmek ve yemek yemek için gittiği bir otel olarak görmemelidir. Ev günlük hayatın stresinden kurtulduğunuz, nefes aldığınız, rahatladığınız, bedeninizle beraber ruhunuzu da dinlendirdiğiniz ve bütün bunları çocuklarınızın da hissetmesini sağladığınız bir yuva olmalıdır. Evde geçirdiğiniz vakitler çocuklarınız için işkence olmasın. Sizinle birlikte olmaktan onların da keyif alacağı faaliyetleri yapın. Eğitim ve disiplin sizi çocuğunuza, çocuğunuzu size düşman etmesin. Çocuğunuza doğru yaklaşımda bulunmak ve onu doğru şekilde eğitmek için önce kendinizi eğitin. Çocuğunuzdan saygı görmek istiyorsanız siz de ona saygı gösterin. Varlığını fark edin, sözünü dinleyin, görüşlerine değer verin. Anneye müfettiş değil yardımcı olun. Bütün yükü anneye bırakıp sonrasında anneyi suçlamayın. Tek başına çocuk yetiştirmek oldukça zordur. Ayrıca çocuk kaç yaşında olursa olsun babanın neden evde olmadığı açıklanmalıdır. Bu açıklama elbette çocuğun algılayabileceği şekilde yapılmalıdır. Yalan söylenmesi ve bir şekilde çocuğun bunu öğrenmesi en kötüsü olabilir; çünkü çocuğun elindeki tek ebeveynine karşı olan güvenini de yitirip, kendini iyice yalnız ve güvensiz hissetmesine neden olur. Bu yüzden çocuğa babanın neden evde olmadığı uygun bir dille anlatılmalıdır. Ayrıca çalışan babanın çocuğunu çalıştığı yere götürmek, baba hapiste ise babayla görüştürmek baba şehir dışında ise babayla telefonla konuşturmak çocuğun babasıyla ilgili somut düşüncelere sahip olmasını sağlar bu da çocuğu belirsizlik ve korku hislerinden kurtarır. Ergenlik çağındaki çocukların yetişkinlere muhtaç olmadığı düşünülse de, bu dönem, çocuğun anne ve
babasının özel ilgisine ihtiyaç duyduğu buhranlı bir dönemdir. Ergen, geçirmekte olduğu krizi atlatmak, biyolojik ve psikolojik yapısında meydana gelen değişiklikleri anlamak için yetişkinin rehberliğine ve yardımına ihtiyaç duyar, anlayış bekler, dertleşmek ve sohbet etmek için fırsat arar. Tüm gelişim basamaklarında çocuk, onu seven, onu anlayışla ele alan, tanıyarak eğiten, sorunlarına çözüm arayan birer yetişkin olan anne ve babasına ihtiyaç duyar, ailesi ile kurduğu ilişkilerin etkisinde kalarak mutlu veya mutsuz; doyumlu veya doyumsuz, uyumlu veya uyumsuz olur. Yetişkin yaşlarında babalarından kopmak zorunda kalan çocukların da başka problemleri mevcuttur. Babanın hapse girmesi kişide itibar kaybı, kurulu düzenin bozulmasının verdiği kaygı ve durumu çözmeye çalışma gerginliği yaratır. Babanın vefat etmesi ise çocukta sorumluluk hissine sebep olur ve çocuk tüm yükü omuzlamak ister. Babanın iş dolayısıyla uzaklaşmasında da evdeki yetişkin çocuk aynı düşüncelerde olur. Bu gibi durumlarda önemli olan aile üyelerinin birbirlerine destek olmalarıdır. Baba eşi ve çocuklarıyla kaliteli vakit geçirmeli, onlara verdiği desteğe devam etmelidir. Ayrıca toplumda tek başına kalan ebeveyn ve çocuklara sosyal destek sağlamalı ve aile birliğinin devamını sağlamaya çalışmalıdır. Anne, baba ve çocuk aile kavramının birer unsurudur. En başta insan nitelikleri üzerine gidildiğinde bu parçaların bir yap-boz misali tablo oluşturduğu düşünülebilir. Parçalar birbirinden farklı ancak bir araya geldiklerinde bir resim ortaya koyarlar. Babanın ise bu tablodaki yeri çağlar boyu koruyuculuk misyonunda olsa da asıl olan iletişimde liderlik yapabilmesidir. Birey kendi yaşantısına göre geldiği aile kurumunun benzeri, zıttı veya daha farklı tiplerinde bir yapıda kendi hayatını kurarken baba-anne figürünün hayatla olan iletişimini bir tür kodlayarak kendi yaşantısıyla harmanlar ve gelecek neslin şekillenmesini sağlar. Bu açıdan bakıldığında ailenin kurucu unsurları dışında bireyin aile ilişkisi, o bireyin toplum içindeki iletişim yönünü de etkiler.
KAYNAKLAR: 1. Çocuk Psikolojisi, Haluk YAVUZER 2. Eğtim Psikolojisi, İbrahim Ethem BAŞARAN 3. Çocuk ve Ergen Eğitiminde Anne Baba Tutumları, Haluk YAVUZER
65 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
• Ailenin bir yakınından (dayı, amca, ağabey vs.) özellikle erkek çocukla arada sırada birlikte
Anne, babalık vazifesine soyunmamalı!
tek başına yüklenen annede tükenmiş ve yorgun olur. Bu da annenin çocukla iletişimini olumsuz yönde etkiler. Çocuğun yaşı bu durumlarda çok da önemli değildir. Çocuklar her yaşta babanın verdiği güvene ihtiyaç duymaktadır. Geleneksel Türk aile yapısında babanın önemi aileye verdiği güvendir. Babanın evde olmaması güvensiz ve tedirgin bir ortam oluşturacaktır.
ATATÜRK’Ü ANLAMAK [ Hazırlayan ]
Ahmet ÖZKURT | Svl. Me.
Doğu toplumlarında yöneticiler genellikle halkın arasına karışmayı çok benimsememişlerdir. Osmanlı padişahları ve halifeler de bu geleneğin dışına çıkmamışlardır. Padişahlar, genellikle dini günlerde, gösterişli bir alay ile camiye giderlerdi. Bunun dışında, arada sırada kendilerini belli etmemek için kıyafet değiştirerek İstanbul’da gezintiye çıkarlardı. Padişahlar, söz ile ya da yazı ile halka seslenmezlerdi. Bu yüzden, halkın onlar
hakkında çok fazla bir bilgisi yoktu. Halk, padişahın, yeryüzünde Tanrı’nın gölgesi olduğuna ve dokuz evliya gücü taşıdığına inanırdı. Öylesine inanırlardı ki, ordumuzun yenilmesi ve toprak kaybetmemiz onların bu inancını sarsmazdı. Yüzyıllardır süre gelen bu geleneği Atatürk yıkmıştır. Atatürk bir halk çocuğu idi. Kişisel
üstünlüğü ile devlet başkanlığına kadar yükselmesine rağmen halkla olan bağlantısını hiçbir zaman kesmemiştir. Ülkeyi dolaşarak düşüncelerini halka açıklar, halkla tartışırdı. Bunun yanında lokanta, gazino, park ve plajlara gider, halktan biri gibi vakit geçirirdi. Atatürk, yoğun çalışmalarından ötürü halkla olan görüşmelerine ara vermek zorunda kaldı. İki yüzlü kimseler bunu fırsat bilerek Atatürk’ün çok hasta olduğunu, elinin ayağının tutmadığını, yakında öleceğine dair söylentiler yaydılar. Bu söylentiler Atatürk’ü son derece üzdü. Atatürk, hakkındaki
dedikoduları susturmak için İstanbul’a kadar bir gezi yaptı. İstanbul’da kendisini görmek için koşan halka da “sağlam, sağlıklı olduğunu ve ölmeye niyetinin bulunmadığını” söyledi. Sonra da sözlerine şunu ekledi : “Beni görmek demek yüzümü görmek değildir. Benim düşüncelerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve duyuyorsanız bu yeter.” Bu sözü ile Atatürk, kendisini anlamak isteyenlere bir anahtar bırakmış oluyordu. Bu anahtar ise düşüncelerinden başka bir şey değildir. Atatürk’ü anlamak, düşüncelerini bilmek, anlamak ve duymak demektir. Peki
66
67
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
düşünce dediğimiz nedir? Düşünce, zamanın yıpratamadığı, çürütüp yok edemediği tinsel varlıktır. Bir kimsenin kendi düşüncelerine inanması, bunların herkes için bir gerçek olduğunu kendi vicdanı ile onaylaması demektir. Atatürk’ü büyük adam yapan, düşüncelerinin, anlayan vicdanlarda yankı uyandırmasıdır. Bu düşünceleri benimseyenlerin onları kendi düşünceleriymiş gibi savunmaları, yaşatmaları ve böylece evrensel değerler haline getirmeleridir. Atatürk’ün yukarıdaki sözünde: Benim düşüncelerim, benim duygularım, biçiminde geçen düşünce ve duygular, gerçekte, ulusun toplumsal vicdanında yaşamış olan,
kendisince araştırılmış, biçimlendirilmiş ve ortaya atılmış duygu ve düşüncelerdir. Atatürk’ün düşünceleri yeni Türkiye Devleti’nin kuruluşu ile ilgilidir. Bu nedenle, ilk bakışta yalnız ulusal bir karakter taşıdıkları sanılır; üzerlerinde dikkatle durulduğunda ulusal olduğu kadar evrensel nitelikte oldukları da anlaşılır. Atatürk, bilindiği gibi, büyük bir komutan, büyük bir devlet kurucusu, çağdaş anlamda
bir toplum ve bir ulus kurucusudur. Gerek düşüncelerinde ve gerekse bunların uygulanmasında Atatürk’ün izlediği ana yön hakkın ve gerçeğin zaferini sağlamak olmuştur. Hak ve gerçek ise insanoğlunun kişisel vicdanında olduğu gibi insanlarda kurulan toplulukların vicdanlarında da yaşayan gerçeklerdir. Atatürk’ün kendi düşüncelerine inanması demek, bunların başkalarının da vicdanlarında yaşadıklarını kendi vicdanı ile onaylaması demektir. İşte, deha dediğimiz de, büyük düşüncelere sahip olmak ve onları yürütme sorumluluğunu
kabul etmek ve yürütmek demektir. Atatürk’ün ölümünden şu kadar yıl sonra bile unutulmaması, düşüncelerinin insanlık vicdanında yankılar uyandırmasından başka nasıl yorumlanabilir ki? Şu halde Atatürk’ü anlamak demek ; düşüncelerini anlamak ve onun düşüncelerini özümsemek demektir.
KAYNAKLAR : 1. Atatürk ve Devrim, E.Ziya KARAL, ODTÜ Yayınları, 2003
68
69
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
ZİYARETLER VE ETKİNLİKLER
04
12
EYLÜL
EYLÜL
2012
2012
TCSG-YAŞAM’IN DENİZE İNDİRİLİŞ TÖRENİ
DENİZ KUVVETLERİ KOMUTANI ORAMİRAL E. MURAT BİLGEL’İN ZİYARETİ
TCSG-YAŞAM 12 Eylül 2012 tarihinde RMK Marine Tersanesinde Sahil Güvenlik Komutanı Tümamiral Hasan UŞAKLIOĞLU ve Eşi Sn. Ülkü UŞAKLIOĞLU’nun da katıldığı törenle denize indirilmiştir.
Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral E. Murat BİLGEL, Sahil Güvenlik Komutanı Tümamiral Hasan UŞAKLIOĞLU’nu ziyaret etmişlerdir.
70
71
2012
JANDARMA GENEL KOMUTANI ORGENERAL BEKİR KALYONCU’NUN ZİYARETİ Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Bekir KALYONCU, Sahil Güvenlik Komutanı Tümamiral Hasan UŞAKLIOĞLU’nu ziyaret etmişlerdir.
27
EYLÜL 2012
İÇİŞLERİ BAKANI SAYIN İDRİS NAİM ŞAHİN’İN ZİYARETİ
İçişleri Bakanı Sayın İdris Naim ŞAHİN, Sahil Güvenlik Komutanlığı Karargahında icra edilen “Asayiş Toplantısına” iştirak etmişlerdir.
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
04
EYLÜL
ZİYARETLER VE ETKİNLİKLER
04
12-15 KASIM
EKİM 2012
2012
RF. FSD SINIR MUHAFAZA HİZMETLERİ SAHİL GÜVENLİK KOMUTANI KORAMİRAL YURİ S.ALEKSEYEV’İN ZİYARETLERİ
105’İNCİ DÖNEM GENERAL-AMİRAL ORYANTASYON SEMİNERİ
Rusya Federasyonu FSD Sınır Muhafaza Hizmetleri Sahil Güvenlik Komutanı Koramiral Yuri S.ALEKSEYEV ve beraberindeki heyet Sahil Güvenlik Komutanlığı Karargahını ziyaret etmiştir.
105’inci Dönem GeneralAmiral Oryantasyon Semineri kapsamında Sahil Güvenlik Komutanlığı Karargahında tanıtıcı bilgilendirme brifingi verilmiştir.
72
73
2012
DEVLET MEMURLARI YEMİN TÖRENİ
Sahil Güvenlik Komutanlığı Karargahında görevli devlet memurlarının yemin töreni icra edilmiştir.
14
KASIM 2012
ASTSUBAY ÜST KARARGAH HİZMETLERİ EĞİTİM MERKEZİ MÜDAVİMLERİ’NİN SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞINI ZİYARETLERİ Astsubay Üst Karargah Hizmetleri Eğitim Merkezi Müdavimleri ve öğretim elemanları Sahil Güvenlik Komutanlığını ziyaret etmişlerdir.
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
08
KASIM
SANAT VE FOTOĞRAF
74
75 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
10 Kasım Atatürk’ü Anma Günü dolayısıyla Sahil Güvenlik Tiyatro grubu tarafından ‘‘Mustafa Kemal’in Gözleri Derya’’ adlı oyun sahnelenmiştir.
BERABER EĞLENELİM, BERABER ÖĞRENELİM
KARİKATÜR
[ Hazırlayan ] İlyas KOÇAK | (E) Dz. Kur. Kd. Alb.
TEŞEKKÜR MEKTUPL ARI
76
77
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
BERABER EĞLENELİM, BERABER ÖĞRENELİM
BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ?
[ Hazırlayan ] Hidayet ÖZTEKİN | İda. Bçvş.
ŞİİR
[ Hazırlayan ] Mahmut BAL | Svl. Me.
MAVİ GÖZLERİ DERYA Dolunayın aydınlatamadığı puslu bir gecede, • Ahtapotlar 360 derece görüş açısına
Afyon,
sahiptir, önleri ya da arkaları yoktur.
Kocatepe’de...
• Ahtapotların gözbebekleri
Yedi boğumunda, yedi günah taşıyan akrepler, sapladılar hançerlerini
dikdörtgendir.
koynunda hasretler saklayan yiğitlere...
• Sivrisineğin vızıltısı saniyede 500 kez
Ve,
kanat çırpması yüzünden oluşur.
bir damla hicaz süzüldü yetimlerin gözbebeklerinde...
• Balinalar baktıkları yönü değiştirebilmek için tüm vücutlarını hareket ettirmek zorundadır. • Hayvanlar aleminde sadece domuzlar güneşten yanabilir.
78
• Zürafaların ses telleri yoktur ses çıkaramazlar.
• Orta Çağ Avrupası’nda intihara teşebbüs edip ölmeyen kişiler idamla cezalandırılırdı.
Mavi gözleri derya... Yüzündeki çizgilerle, düşlerini resmediyordu bebelerin yüreğine... Yedi boğumlu akrepler kusarken zehrini, O, Mavi gözleri umman... Omurlarında taşıyordu anaların ak sütü gibi beyaz bir geleceği...
• Kaydedilen en fazla çocuk doğurma rekoru 1725-1765 yılları arasında toplam 69 çocuk ile Rus bir kadına aittir. (16 ikiz, 7 üçüz, 4 dördüz) • Küçük çocuklar günde ortalama 400 kez güler, yetişkinler ise 15 kez. • Ortalama bir insan ömrünün 3 yılı tuvalette geçer. • İnsan, yüzünü soğuk suyla ıslattıktan sonra suda daha uzun süre nefesini tutabilir. • 1 gr pamuk 23 gr su tutar. • Kereviz yerken harcanan kalori kerevizin içindeki kaloriden daha fazladır. • Titanik filmi 200 milyon dolara mal olmuştur. Titanik adlı geminin aynısını günümüz teknolojisi ile inşa etmenin bedeli ise 125 milyon dolar olarak hesaplanmıştır.
Bu bir destandır efendiler ! Her mermi sesinde, kendi umutlarını milletinin umutlarına feda etmiş bir vatanseverin ! Kalemi mavzer, kitapları mitralyöz yapan bilim ordusunun aydınlık savaşçısının ! Yedi düvele meydan okuyan o yiğitler şahının ! Hürriyeti, bağımsızlığı ve aydınlığı mürşit edinmiş O eşşiz dahinin ! Ve, her karanlığa düştüğünde yolumuz, çiçekleri dahi, ne yana döneceklerini şaşırtacak kadar aydınlatan ! O, mavi gözleri deryanın destanıdır !
79 Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
• Açık bir gecede, çıplak gözle 2000 yıldız görmek mümkündür.
O,
BERABER EĞLENELİM, BERABER ÖĞRENELİM
BULMACA 1
[ Hazırlayan ] Servet ALTAN | SG İda. Kd. Bçvş.
2
3
4
5
6
7
8
9
SOLDAN SAĞA 1. İnşa...İlkel benlik.... 2. Aynı şekilde, Aynı surette...Dadı, Lala.... 3. Cehennem bekçisi.... 4. Cennette olduğuna inanılan pınar ya da çeşme.... 5. Klik.... 6. Ata, Baba, Cet...Dalkavuk.... 7. Mikroskop camı, Label...Alt, Ast, Madun.... 8. Bir testin ana öğesi...Pas açıcı.... 9. Çirk, Çefel, Pasak, Leke...Umum, Umumi, Bilumum....
1 2 3 4
YUKARIDAN AŞAĞI 1. Taş ocağı.... 2. Borudan parça almakta kullanılan bağlantı parçası... Kitap, Mektup.... 3. Başlangıcı olmayan, Kadim, Öncesiz...Adam.... 4. İslam ülkelerinde kullanılan tahıl ölçüsü./ Nazi hücum kıtası.... 5. Bir eserin yazımında başvurulan kaynak.... 6. Kumlu, çakıllı ve killi topraktan karışıtırılarak, sıkışma yöntemiyle yapılan kara yolu.... 7. Bir tür boya maddesi.... 8. İnayet, Kayra, Lütuf, Sevap, Ecir, Himmet, İhsan, Kapsama, Atıfet... Adın durum eklerinden biri.... 9. Doğu Anadolu’da kadınların yaptırdığı bir tür dövme... Çeşitli maddelerin karışımı....
5 6 7 8 9
SUDOKU
[ Hazırlayan ] Tolga DEMİRCAN | SG İda. Kd.Çvş.
9
80
8
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2012
3
9
4
2
7
6
1
3
2
7
4
8 1
6 1 ZORLUK ÇOK ZOR
3 2 5
9 7
5
5 4 3
Sudoku (Rakam Yerleştirme diye de bilinir) standart olarak 9x9 boyutlarında bir diyagramda çözülür ve her satır, her sütun ve her 3x3’lük karede 1’den 9’a rakamların birer kez yer alması gereklidir. 6
5
9
7
4
3
1
8
2
4
2
1
8
5
9
3
7
6
7
3
8
6
2
1
5
4
9
3
1
7
4
9
6
2
5
8
5
9
4
2
3
8
7
6
1
8
6
2
5
1
7
4
9
3
9
4
6
3
7
2
8
1
5
1
7
3
9
8
5
6
2
4
2
8
5
1
6
4
9
3
7
DİLBİLGİSİ
GEÇEN SAYININ ÇÖZÜMÜ
GEÇEN SAYININ ÇÖZÜMÜ
1
TÜRKÇEMİZİ DOĞRU KULLANALIM afaki aksiyon cevaben dijital eksper entegrasyon handikap
: gelişigüzel, amaçsız : eylem : yanıt olarak : sayısal : uzman, bilirkişi : bütünleşme : engel
[ Hazırlayan ] Dent. ve Değ. Bşk. lığı
intizam jest kaos klişe komplikasyon modül stabilizasyon
: düzgünlük : davranış : kargaşa : kalıplaşmış : yan etki : parça : dengeleme
2
1 T
2 3
T
O
4
E
R
5
S
S
6
A
3
4
5
Z
A
D
L
A
U
A İ Ö
7
L
İ
R
8
Ü
R
E
9
P
İ
K
6
7
8
9
N
E
M
N
İ
E
L
G
E
A
R
Z
E
K
K
A
B
Ş
U
M S
N R
U
U İ
T
P
A
E
B
K
A
A
K A
U
T