DOĞADA KADİRBİLEN VE YAŞLISINA SAYGI GÖSTEREN TEK VARLIK İNSANDIR 22 Kasım 2013, her taraftan demokrasi, insan sevgisi, insanlık ve buna benzer fiyakalı sözcüklerin arşa çıktığı bir zaman dilimi; yer Hacettepe Üniversitesi Kafeteryası özel davet salonu; toplantı nedeni, bu üniversitede okumuş, bu üniversitede doçentlik ve profesörlük unvanını almış, biyoloji bölüm başkan yardımcılığı, anabilim dalı başkanlığı ve 9 yıl Fen Fakültesi Dekanlığı yapmış, bu süre içinde ders vermiş, yüksek lisans ve doktora yaptırmış, 9 yıl boyunca bu fakülteden mezun olanların diplomasına imza atmış; birçoğunun atanması için yazı yazmış, istekte bulunmuş; bu fakültede görünürde kimseye hakaret etmemiş, aşağılamamış, kuyusunu kazmamış, ahlaksız bir teklifte bulunmamış, yasal olmayan işlere bulaşmamış, yöneticiliği sırasında herkesin olabildiğince yardımına koşmuş, hiçbir göreve yandaş mantığı ile değil aldığı oylarla gelmiş, çalışanları sen ben diye bölmemiş bir hocanın emeklilik yemeği. Bu hocamız 3 defa –hiçbir etki olmadan- oylarımızla, yani beğenimiz ile dekan seçilmiştir. Açıkça bugünkü orta kuşak meslektaşlarımızın atanma ve diğer işlemleri bu dekanın imzası ile olmuştur. Böyle bir insanın yemeklilik töreninde yer bulmanın zor olacağını düşünerek biraz erken gittim. Çünkü oylarımızla -tepeden her şeye karşın atama ile değil- her zaman önemli bir farkla oy alarak seçilen ve yönetimi süresince de saygı gösterileni bir insanın emeklilik töreninde yer bulunamamasının beklenen bir şey olduğu görüşündeydim. Üniversitenin en saygın tarafının ustaya saygı olduğu mantığı ile yetiştirilmiştim. Ancak yanıldığımı anladım. Salonda anabilim dalının bir kısım elemanları, dekanlığı sırasında birlikte çalıştığı yardımcısı, sekreteri, iki bölüm başkanı, birkaç anabilim dalı başkanı, birkaç sınıf arkadaşı ve emektara, ustaya ve hocaya saygı ilkesini hala unutmamış olan bazı öğretim elemanı ile geçmişteki üniversite terbiyesi ile yetişmiş emekli hocalar vardı. Bazı bölümlerin –gözlem amacıyla da olsa- tek bir temsilcisi dahi bulunmuyordu. Biyoloji bölümünün dışındaki 4 bölümden toplam 4-5 kişi ya vardı ya yoktu. Güzel ve nezih bir yemekti. İnsanların hemen hepsinde gönül rızası ile katılmanın mutluluğu vardı. Her zamanki konuşmalar ve espriler yapıldı. Gülemedim, çünkü: İyi ya da kötü, bir yılımı doçent, 33 yılımı profesör olarak geçirdiğim, uzun ya da kısa sürelerle çeşitli görevlerde bulunduğum bir bölümü tanıyamamış olmanın üzüntüsünü yaşadım. İnsanlar bir bütün olarak değerlendirilseler de, ister istemez, bizle olan ilişkilerini ve bizim dışımızdaki ilişkilerini ayrı ayrı değerlendirmek zorunda olduğumuzu, zaman zaman tercihleri bizimkilere ters düşse de, bu tercihlerinin demokratik bir seçim hakkı olduğunu düşünmeden karar veremeyiz. Bir insanın illa benim gibi düşünmesini, özellikle benim çıkarlarım doğrultusunda hareket etmesini beklemenin hiçbir uygar düşünceyle uyuşmadığını düşünüyorum. Bu dekanımızın yemekhanenin merdivenlerinden inerken, bu fakültedeki birinin, tekrar vurguluyorum, bu fakültedeki birinin yoluna çıkıp da buraya bak benim hakkımı yedin, benim özlük haklarımla oynadın, bana hakaret ettin, beni kullandın, hak eteklerimi vermedin, beni
aşağıladın, mobing yaptın diyebilir mi? Eğer bunu diyenler varsa bu yazının mantığı açısından kendilerinden özür diliyorum. Bırakın üniversiteleri, en kurumsallaşmamış yerlerde bile, yöneticiler değiştiğinde gelirken ve giderken, kurumun elamanlarının bu törenlere katılması özellikle de geçmiş dönemlerde bu insanların görevlerini yüklenmiş kişilerin o salonlarda bulunması, gençlere ustaca yaşamı öğretme, emektarlara ve ustalara saygıyı öğretmesi açısından bir zorunluluk olduğunu düşünüyorum. Dilerim her şeyi ben yanlış değerlendiriyorum. Bu görüntü benim zannettiğim gibi değildir. İnsanlar birbirlerine, kurumlarına, büyüklerine, küçüklerine saygıyla bağlı olmaya devam etmektedirler. Kurumlarını ya da meslektaşlarını kötülemekle bir yerlere gidilmeyeceğinin herkes biliyordur. Bunu anlamanın yolunun da zor olmadığını düşünüyorum. Bu kurumda şu ya da bu şekilde yöneticilik yapmış insanların, aktif görevde iken ve özellikle de yöneticiliği bıraktıktan sonra kurumun çalışmakta olan ya da emekli olan üyeleri akşam sabah kapılarını aşındırıyorsa, sevgilerini ve saygılarını sunuyorlarsa geçmişleri anlamla doludur denebilir. Doğrusu kurumum ve yıllarca hiçbir beklentim olmadan sevdiğim ve saydığım meslektaşlarım hakkında ön yargılı kararlara varmak istemiyordum. Ancak bu sevgili dekanımızın yemeği bana önemli ipuçları verdi, geçmişin profilini daha net çıkarabildiğim gibi, gelecek konusunda da önümdeki sisin dağıldığını görüyorum. Dostoyevski’nin sözünü hatırlatmadan edemeyeceğim, “insanları tanımanın en iyi yolu, ayrılmalarına yakın zamandır”. Ortalıkta söylenen sözler belki çoğumuzu rahatsız edebilir. Ancak Mevlana’nın bir dörtlüğünü anımsatmadan edemeyeceğim “Suskunluğum asaletimdendir Her lafa verilecek bir cevabım var. Lakin bir lafa bakarım laf mı diye. Bir de söyleyene bakarım adam mı diye?” Yine de 35 yıldır aynı koridorları paylaşmak zorunda kaldığınız bir hocanın sizler için bir dileği olacak: Kurumunuza, meslektaşlarınıza saygılı olun; sevmeye çalışın; onlara göstereceğiniz saygı ve ihtimam bir gün ziyadesiyle size dönecektir. Sürtüşen, saygıyı ve sevgiyi yitiren kurumlar güçlerini; kişiler ise insani değerlerini yitirerek yalnızlaşacaktır. Sevgilerimle Ali Demirsoy Önemli Not: Benden doğrudan bu yazıyı elektronik yoldan almayanlar, bana herhangi bir şekilde görüşlerini ve düşüncelerini iletmesinler.