1
EFLATUN (M.Ö. 427 - 347)'UN DEVLETİ * 1
"UYGULANAMAYAN KURAMSAL DEVLET DÜZENİ" Prof. Dr. Ali Demirsoy, Hacettepe Üniversitesi
Sokrates'in öğrencisi Eflatun, M.Ö. 427 yılında Atina'da doğdu (M.Ö 347’de öldü). Asıl adı Aristacles'tir (Aristokles). Ona Platon (Yunanca geniş göğüslü demektir) adı, alnının ve göğsünün geniş olmasından ve atletik yapısından dolayı sonradan verilmiştir. Eflatun, Atina'nın en eski ve en asil ailelerinden birine mensuptu. Eflatun'un babası, Ariston Perikales'in yakın dostudur. Genç Aristokrata, daha çok genç yaşta iken, eski Yunan şairi (Homer, Pindal) tanıtılmış ve o devirde geçerli olan hitabet sanatı ve müzik öğretilmişti. Eflatun, kendisinin ilk felsefe hocası olan Herakleitos'cu Kratylos'dan, Herakleitos felsefesini ve Heraklaitos'cu dünya görüşünü öğrenmişti. Güzel sanat, resim, müzik, şiir ve tiyatro alanlarında
uğraşılardan
sonra
Sokrates'le
tanışmıştır.
Eflatun'un
düşünce hayatında dönüm noktası olan ve onun manevi gelişmesine temel dayanağını veren olay, Sokrates'le karşılaşmasıdır. M.Ö. 407 yılında
yirmi yaşında iken, Sokrates'e bağlanan ve Sokrates'in
dinleyicileri arasına katılan Eflatun, Sokrates'i tam sekiz yıl dinlemiştir. 80 yaşına kadar ona olan manevi bağlılığını korumuştur. Sokrates'in gerek ahlak görüşü, gerek kullandığı dialektik yöntem, Eflatun'un yaşamı ve kişiliği üzerinde çok etkili olmuştur.
1 *
Prof. Dr. Ali Koçer'in Eğitim Tarihi (1980) adlı kitabından belirli kısımlar değiştirilerek alınmıştır.
2
M.Ö. 395-394 yıllarında, Atina ordusuna katılıp atlı olarak askerlik görevini yerine getirmiş, daha bu sıralarda, küçük ölçüde de olsa etrafına bir öğrenci grubu toplanmıştır. Ancak, bir yandan Atina'ya o vakit egemen olan siyasi havanın verdiği huzursuzluk, diğer yandan felsefeye karşı duyduğu derin ilgi, kendisini yeni baştan Atina'dan uzaklaşmaya götürmüştür. Böylece Eflatun, o zaman bilinen ülkelerde bir inceleme gezisine çıkmıştır. Söylendiğine göre, ilkin Girit'e ve daha sonra da Mısır'a gitmiştir. Mısır, çok eski kültürü, yüzyıllardan beri hiç değişmeyen, aynı şekilde sürüp giden gelenekleri ile onun üzerinde çok derin izler bırakmıştı. Eflatun, Mısır'da sanki, sonsuz değişmezliğin kendisini bulmuştur. Mısır'dan sonra Kyrene'ye giden genç filozof, orada matematikçi Thodoras'la tanışmış ve onun etkisi ile geometri ile uğraşmıştır.
Daha
Pythorgoias'cıların
sonra son
güney
İtalya'ya
temsilcilerinin
varan
yanında
Eflatun,
eğitim
orada
görmüştür.
Pyhtorgoias'cı matematikle ve sayılar doktrini ile yakından ilgilenmiş, ayrıca
astronomi
ile
de
uğraşmıştır.
Pythogoras'cıların
tenasuh
nazariyesinde daha önce Sokrates'den öğrenmiş olduğu ruhun özelliği 2
düşüncesinin ayrı bir yorumunu bulmuştur. Eflatun, bundan sonra, Sicilya'da Sikarusa'ya gitmiş ve Kral I. Dionysios'un sarayına kabul edilmiştir. Başlangıçta Eflatun'u dostça karşılayan Tiran Kralı, bir zaman sonra,
filozofun
gördüğünden,
onu
düşüncelerini bir
savaş
kendi
despotizmi
gemisine
için
bindirerek
tehlikeli
Sicilya'dan
uzaklaştırmış ve Aigina'da esir diye sattırmıştır. Eflatun, bu sıkıntılı durumdan, Annikeris adlı Kyeneli bir filozofun aracılığı ile kurtulmuştur. İlkin kendisini satın alan bu filozof, daha sonra, Atina'ya gönderilmesini 2 Bir şeyin diğerini takib ederek yok etmesi, bir şeyi elden ele dolaştırmak, bir şeyin dolaşarak diğerinin yerini alması. Dinler tarihinde, ölen insanların ruhunun bir hayvan ya da bir insan bedenine girmesi inancını dile getirir.
3
de sağlamıştır. Aşağı yukarı üç yıl süren bu inceleme gezisinden sonra, Eflatun, Atina'daki Heros Akademos koruluğunda, 40 yaşında iken, ünlü akademisini "Akademia" adı altında şehrin kapıları önünde kurmuştur. Bu akademi, bir düşünce etrafında ortaklaşa çalışan kişilerin meydana getirdiği kapalı bir bilim toplumuydu. Kurduğu akademinin kapısına "Geometri bilmeyen buraya giremez" cümlesini yazmıştır. Eflatun, ölümüne kadar 40 yıl akademinin başında kalmış, öğretmenlik yapmış, ardında siyaset de dahil olmak üzere her konuyu kapsayan büyük bir felsefe sistemi bırakarak ölmüştür. Bununla
birlikte
Eflatun,
akademideki
öğretme
çalışmalarına
Syrakusa'ya ettiği iki yolculuk nedeniyle iki kere ara vermiştir. Syrakusa'da, I. Dionysios ölmüş, yerine yeğeni, II. Dioysios geçmiştir. Eflatun, ilk kralın kaynı ve Syrakkusa'ya yaptığı ilk yolculuğundan beri kendisinin yakın dostu olan Dion'un aracılığı ile, ikinci ve üçüncü defa, yeni
baştan
Syrakusa'ya
gitmiştir.
Filozof,
siyasi
düşüncesinin
Syrakusa'da yürürlüğe konulabilmesi ümidiyle bu son iki yolculuğa girmiş; ancak, her ikisinde de bu amacını gerçekleştirmek imkanını bulamamıştır. Çünkü, bu sefer de yeni kral, Eflatun'un Dion'la olan yakın dostluğundan ve siyasi planlarından kuşkulanmıştır. Eflatun, yeni baştan Syrakusa'dan uzaklaşmak zorunda kalmıştır. Nihayet, dostu Dion, iktidarı ele alınca, bu defa siyasi düşüncelerini gerçekleşebileceğini sanmış; fakat
çok
geçmeden,
Dion,
bir
akademi
öğrencisi
tarafından
öldürülmüştür. Bu olay, Eflatun'u derin bir hayalkırıklığına uğratmış, bundan sonra siyasetten tamamen vazgeçerek kendisini yalnız akademi çalışmalarına vermiştir.
4
Eflatun’un
felsefi
görüşlerinin
üzerinde hala tartışılmaktadır.
Bugünkü görüşlerimize göre bunların bir kısmı doğru bir kısmı yanlıştır. Ancak, Eflatun, batı felsefesinin başlangıç noktası ve ilk önemli filozofudur. Görüşleri Hıristiyan felsefesinin yanı sıra İslam felsefesine de derin etkide bulunmuştur. Düşüncelerinin bugün bile geçerli olduğu Müslüman
kimliğiyle
övündüğümüz
birçok
düşünürün
Platon
(Eflatun)’dan ve Aristo’dan etkilendiklerini biliyoruz. Antik Çağ Yunan felsefesinde, Sokrates öncesi filozoflar (ilk filozoflar
ya
da
doğa
filozofları)
daha
çok
maddeci
görüşlere
eğilimliydiler. Antik felsefenin maddeci öğretisi, atomcu Demokritos ile buna karşın düşünceci (idealist) öğretisi Eflatun ile doruk noktasına ulaşmıştır. Eflatun, eserlerini diyaloglar (karşılıklı konuşmalar) biçiminde yazmıştır. Diyaloglardaki baş aktör çoğunlukla Sokrates’tir. Sokrates insanlarla görüşlerini tartışır ve onların görüşlerindeki tutarsızlıkları ortaya koyar. Eflatun çoğunlukla görüşlerini Sokrates’in ağzından açıklamıştır. Eflatun, algıladığımız dış dünyanın gerçek idealar ya da şekiller dünyasının kusurlu kopyaları olduğunu, gerçeğe ancak düşünce ve tahayyül yoluyla ulaşılabileceğini savunmuş, insan ruhunun ölümden sonra beden dışında kalıcı olan idealar dünyasına ulaşacağını söylemiştir. Görüşleri Ortaçağda dini öğretiye destek sağladığı için İslam filozofları
tarafından
benimsenmiş
Eflatunculuk akımına neden olmuştur.
ve
İslam
dünyasında
Yeni
5
Ancak Eflatun’un bu yazıya da temel oluşturan en önemli yaklaşımı, bugün birçok yönüyle geçerli olan devlet ve toplum anlayışıdır.
Eflatun’un devlet düzeni ve anlayışı ile eğitim anlayışı Eflatun,
geçmiş
sayfalarda
anlattığımız
sofistlerin
tek
taraflı
görüşlerinden farklı olarak, derin ve geniş bir felsefe sistemiyle ortaya çıkmıştır. Bu sistemi içerisinde, pedagojiye ait fikirlerini özellikle "Cumhuriyet (Devlet)" ve "Yasalar" adlı iki ayrı kitapta toplamıştır. Özellikle sosyal pedagoji bakımından değerli olan bu iki eseri, hayalinde kurduğu ideal devletin vatandaşlarının nasıl yetiştirilmesi gerekeceği konusunda teorik ve pratik terbiyenin (eğitimin) verilme esaslarını ve görüşlerini içerir. İlk olarak yazmış olduğu "Devlet" adlı eserinde, kuramsal devletteki bireylerin özgürlük haklarını çok kısıtlamış, daha sonra, yaşlılığında yazmış olduğu "Yasalar" adlı eserlerinde ise, kuramsal devletteki bireylerin özgürlük haklarını genişletmiş ve bir çeşit hayali devletten gerçek devlet yapısına dönmek zorunda kalmıştır. Eflatun'un düşündüğü site devletinde, bireyler ve aile, hükümetin tümüyle emrine verilmişti. Kadın da erkek gibi bir asker olmalıydı. Devlet içinde, herkesin, her şeye katılmasını, sosyal sorunlara eğilmesini; toplumsal eğlencelerin (başarıların) ve matemlerin (üzüntülerin) ortak olarak yüklenilmesini öngörüyor ve bunun sağlanması için de, eğitimin, meslek edinmenin ve aile gibi her türlü kurumun devletin denetiminde bulunmasını savunuyordu. Bunun için, örneğin, devletin hiç kimsenin kendi evinde özel bir ayin yapmasına izin vermemesi gerektiğini
6
savunuyordu. Herkes, dini vecibelerini tapınaklarda yerine getirmeli ve ayinler devlet tarafından düzenlenmeliydi. İlahlara karşı gelenler şiddetle cezalandırılmalıydı. Devlet, cimnastik ve musikide aynı titizliği göstermeli ve yasalara aykırı hareket edenleri cezalandırmalıydı. Eflatun'un eserlerinde, özellikle Cumhuriyet (Devlet) adlı eserinde sık sık tekrarladığı ilkelerden birincisi, eğitimin, devletin birinci ve en önemli görevi olması gerektiğidir. Cumhuriyet (Devlet) adlı eserinde, bütün çocukların üç yaşından sonra resmi görevli eğitimciler tarafından yetiştirilmesini, bu yaştan itibaren, bugünün anaokullarına benzeyen kurumlara verilerek, orada, hep birlikte büyütülmeleri gerektiğini savunmuştur. Böylece ortak bir yaşam, ruhlarda ve kalplerde birlik ortaya çıkacaktır. Bu devrede görev alan eğitimciler kadınlar olmalıdır; çocuklar 3 yaşından 6 yaşına kadar oyuna teşvik edilmelidir. Bu devre, çocuğun oyuna en çok gereksinmesi olan devredir. Oyun, çocuğun ilgisini çekmek bakımından önemlidir. Çocuklar nazlı büyütülmemeli ve kurallara aykırı hareketleri cezasız bırakılmamalıdır; ama fazla sert de olunmamalıdır.
Çünkü
fazla sertlik,
onları
ürkek ve
korkak
yapacaktır. Altı yaşından sonra, kız ve erkek çocukları ayrılmalıdır. Fakat, kızlar da, erkekler gibi Isparta yasalarının öngördüğü şekilde, koşu, atlama, kas ve beden hareketlerinin hepsini yapmalıdırlar. Eflatun, kadın eğitimini de ihmal etmemiş; her ne kadar "erkeğin işi devleti, kadının işi evi idare etmek olmalıdır" demiş ise de, toplumun ilerleyebilmesi
için,
kadınların,
toplumun
sorunlarıyla
ilgilerinin
geliştirilmesinin gerekli olduğunu, bunun için onların bilgi sahibi olmalarını ve bu yüzden onlara cimnastik, müzik eğitimi yaptırılmalısını
7
savunmuştur. Hatta onların silah kullanmayı öğrenmelerini, kılıç-koşu alıştırmaları
yapmalarını
önermiştir.
Eflatun'a
göre
bu
devlette:
Çocukların eğitimi için devlet memurlarından görevliler bulunmalıdır. Bunlara, şehirlerin yanında kurulacak okullarda eğitim verilmeli ve yine, okullarda, cimnastik derslerinin yanında, aynı derecede müzik de öğretilmelidir. Her ikisi de birlikte verilmelidir. Çünkü yalnız müzik gören çocuk korkak, yumuşak; yalnız beden eğitimi gören cesur-sert olur. Bu sonuncusu onu duygusuzluğa sürükleyebilir. İkisinin birlikte verilmesi, hem iradeyi hem estetiği birlikte geliştirecektir. Bu dersler 10 yaşına kadar devam ettikten sonra, bilimler verilmeye başlanmalıdır. Ondört yaşına kadar devam edecek bu devreye, dil eğitimiyle başlanmalıdır. Ondört yaşından sonra, müzik, aritmetik, geometri, astronomi dersleri başlamalıdır (bu dersler Ortaçağ‘da Guadrivium adını alacaktır). Eflatun, özellikle aritmetik ve geometri eğitiminin verilmesi için çok ısrar eder. Çünkü, ona göre bu dersler, gelecekte felsefe eğitimi verebilmek için gereklidir.
İyi
terbiye,
ruha
ve
bedene
gerekli
olan
özellikleri
kazandırabilen terbiyedir. Eflatun, eğitimde, fizik ve doğayla ilgili derslerin verilme gerekliliğinden sözetmez. Çünkü, ona göre, bunca nesnenin dış görünüşleri, özünde aldatıcıdır. Bunlarla uğraşmak gereksizdir. Eflatun tarihten de vazgeçmiştir. Çünkü ona göre tarih geçmiştir. Ancak yaşamının
sonuna
doğru
yazdığı
"Yasalar"
adlı
eserinde,
bu
görüşünden vazgeçmiştir. Eflatun'un, başlangıçta, sert, disiplinli bir eğitim sistemi önermesinin nedeni, devrinde, lüks, eğlence ve her türlü ahlaksızlığın Atina'yı bozmuş olmasıdır. Perişan bir şekilde bulunan Atina'lıları, devletin sert ve disiplinli önlemleri ile düzeltmeye kalkışması, soysuzlaşmış
ve
temelinden
sarsılmış
bir
toplumu
kurtarma
8
arzusundadır. Bu nedenle, bir çeşit Isparta ve Atina karışımı bir eğitim planı hazırlamıştır. Eflatun, "Öğrenciler, siteye yararlı olmaları amacıyla yetiştirilmeli ve onlar, devletin en değerli kişileri olmalıdır" der. Onun eğitimle ilgili fikirlerinden bazıları: "Terbiye (eğitim), devletin ana sorunudur. Onu nasıl halledeceğiz? Atalar gibi, ten için cimnastik; ruh için müzik yapılmalıdır. Birincisi bütün bir bedenin terbiyesi ve sağlık için; ikincisi ruh terbiyesi, şiir yeteneği kazanmak içindir. Birincisi okuma çağında okulda (gimnazda); ikincisi, ana kucağında başlar. Onun için ikincisi, birincisinden daha çok ve daha uzun bir emek ister. O halde anaokulu, eğitimin temelidir. Bu eğitimin özünü, anlatılan masallar oluşturur. Fakat, masallar yalanlardır. Ne tanrılar ne de kahramanlar üzerine, doğru ve çok defa iyi şeyler anlatırlar. Aldanmaya en elverişli bir yaşta yalanla yoğrulmak, işe, cehaletle başlamaktır. Zira "hakiki yalan cehalettir". Böylece, Eflatun, "bu tip şairleri, başına çelengini takıp kokular serptikten sonra, devletimizden çıkarmalıyız" der. "Bize, doğruluk, cesaret, sağduyu, itidal gibi faziletleri aşılayacak şairler ve yazarlar gereklidir" der. "Çünkü devletimizde yararlı bir işi olmayanın yeri yoktur" der. Çocukların, gelenek ve göreneklerin masalları ile değil, iyiyi amaçlayan yurt ve ahlak bilgisi ile eğitilmesi gerekeceğini savunur. Eflatun'un kendisi de bir sanatçıdır. Bununla birlikte, eğitim sistemi içinde yer alacak sanatın sınırlandırılması düşüncesini savunur. Müzik eğitiminde de aynı yolu önerdiğini görürüz. Kadınlara bile yaraşmayan ahla vahla dolu çığırtkan şarkılar gibi, sarhoşluk, gevşeklik
9
ve tembellik havaları da, yetiştirmekle yükümlü olduğumuz kuşakların kulaklarından uzak olmalıdır. Bizim müzik eğitimimiz, çocuklarımızın ruhunu, güzelin özünü oluşturan ahenk ve ölçüye alıştırmak olacaktır. Fakat güzellik eğitimini, yalnız güzel sanatlardan değil, bütün sanatlardan beklemek gerekir. Çünkü, "gelecek kuşaklarımızın kötü bir çayırlıktan beslenen sürüler gibi, çirkin tablolar ortasında büyüyerek, hergün otladıkları zehirlerle ruhlarının bozulmasından korkmalıyız." Böylece, ressamlar, heykeltraşlar, mimarlar kadar, dokumacıları, örücüleri ve mobilyacıları da güzel eserler vermeye davet edeceğiz. Çünkü yurttaşın ruhunu ancak diğer yurttaşlar güzelleştirebilir. Memleketin gelecekteki savaşçı ve bekçilerinin, tanrı konusunda da doğru bilgilere sahip olmaları gerekir. Bundan dolayı, öğrencilerin, tanrıyı doğru tanımaları için, yalnız tanrılığa ve tanrıya yakışacak şeyler okumaları gerekir. Bunlar, tanrının iyi ve adil olduğuna inanmalı; bu en üstün varlığı, adaletin, iyiliğin, doğruluğun ve kusursuzluğun kaynağı olarak bilmelidirler. Bu şekilde, memleketin gelecekteki savaşçı ve bekçilerini, yurdun savunulmasına yönlendirmeye çalışılmalıdır. Bu amaçla, gençlerin okuyacakları metinler, dikkatle gözden geçirilmeli ve amaca uygun olmayanlar, yasak edilmelidir.
Eflatun,
aynı
şekilde,
dar
anlamdaki
musikinin
de
sınırlandırılmasını ister. Ruhta gevşeklik yaratacak ve huzursuz duygular uyandıracak müzik parçaları da, aynı şekilde yasak edilmelidir. Eğitim sistemi içinde yer alacak müzik eğitimi, yalnız nefse hakimiyet ve cesaret duyguları uyandırmaya yarayacak parçalar olmalıdır. Gençliği, müzikten sonra, cimnastikle terbiye edeceğiz. En iyi cimnastik, müziğin kardeşi olandır, yani "sade, ölçülü, her şeyden çok savaşa hazırlayan bir cimnastik".
10
Müzikte sadelik, ruhu itidale; cimnastik de sadelik de vücudu sağlıklı olmaya yönlendirir. Böylece eğitimimizin asıl amacı, çocuklarımızı, mahkemelerden olduğu kadar, hastahanelerden de kurtarmak olmalıdır. Bunun için "Ruh ve beden yapısı iyi yurttaşlarla uğraşmak üzere (seçmek üzere), devlette, bir kurum ve yasalar dizini (bizim anladığımız anlamda, bir adli tıp; hatta daha ileri bir anlamda genetik danışma merkezi) kuracağız; ötekileri, yani vücudu kötü yapılıları (sağlıksız olanları) ölmeye bırakacağız; ruhu yaratılıştan bozuk ve ıslah edilmez olanları da, yurttaşlar kendileri yok edecektir. Devlet için olduğu kadar, bu zavallılar için de yapılacak en iyi şey budur". Sonra eğitimimizin özünün ruh eğitimi olduğunu da unutmayalım; müzik gibi, cimnastik de, ruhun eğitimi için tanrının verdiği bir sanattır. Çünkü yalnız müzik ile yuğrulanlar, gevrek ve uyuşuk olacağı gibi, yalnız cimnastikle işleneler de kaba ve sert olur. Bu iki sanat, karşılıklı olarak çocuklarımızı bu iki aşırılıktan kurtararak, ikisi arasında ölçülü bir uyum kuracaktır; böylece, çok sert ve çok yumuşak olmadan, yürekli ve bilgili olacaklardır. Öğretim ve eğitimimizin genel planı işte budur. Böylece, Eflatun, "Devlet" adlı kitabında, sanatı, yalnız eğitim ve öğretim açısından bir araç olarak gözönünde bulundurur. İradenin kuvvetlendirilmesine yarayacak eğitim araçları arasında, av, vücut eğitimi ve yarışmalar büyük bir yer alır. Eflatun'un, savaşçılar sınıfının yetişme ve gelişmesinde gözönünde tuttuğu tek amaç, bu sınıfın, devlet ya da "Polis" denilen sistemin, dirlik ve düzenini yürütecek ve sağlayacak yetkinliği kazanmasıdır. Savaş esaslarına göre yetiştirilecek olan bu sınıfın, ellerinde topladıkları kuvveti, kötü bir şekilde kullanmamalarını da
11
sağlamak gereklidir. Bunun için, bunların, hak ve adalet kavramları gibi yüksek erdemlere sahip olmaları, ruhlarının, zalimliğe, kabalığa ve canavarlığa sapmayacak kadar incelmiş olması gerekir.
Eflatun (M.Ö. 427-347)
12
Eflatun, kadınların da, tıpkı erkekler gibi, aynı vücut ve ruh eğitimi sisteminden geçmek suretiyle, bekçilik sınıfı için elverişli olabileceklerini ve bekçilik ödevini yerine getirebileceklerini kabul eder. Bu amaçla seçilecek kız çocuklarının da, tıpkı erkek çocukları gibi yetiştirilmesi gerekir. Kadınlar da, tip (ideal) erkekler gibi, yarışmalara katılabilmeli, kılıç kullanmalı ve gerektiği zaman erkeklerle birlikte, savaşlara da katılmalıdırlar. Eflatun, kadınla erkek arasında herhangi önemli bir ayrılık olmadığını kabul eder. Bundan dolayı, kadınlar da, tıpkı erkekler gibi savaşlarda yararlı olabilirler. Bekçilik (devletin teslim edileceği gençler) sınıfını meydana getirecek yurttaşların, bu ödevi hakkıyle yerine getirebilmeleri için, başlangıçta dikkatle seçilmiş olmaları da gerekir. Bu suretle, Eflatun'un Devlet adlı kitabında ortaya attığı önemli bir görüşe ve evlenme üzerine ileri sürdüğü düşüncelere gelmiş oluyoruz. Tarımla uğraşanlar, sanatkarlar, köylüler, kendi aralarında istedikleri gibi evlenip çocuk yetiştirebilirler. Buna karşılık savaşçılar (bekçiler, bugünkü uyarlama ile muaazaf askerler ve bürokratlar), ancak, devletin kendileri için seçtiği ve kendilerine denk gördüğü kadınlarla evlenip çocuk meydana getirebilirler. Savaşçıların evleneceği kadınların, her bakımdan kendilerine uygun ve kendi denkleri olması gerekir. Eflatun'a göre, vücutça kuvvetli ve sağlam, ruhça değerli ve yetenekli çocuklar, ancak bu suretle yetiştirilebilir. Eflatun, bu çocukların ailelerine bırakılmayıp, devlet eliyle yetiştirilmesini ister. Devletin çıkarı, savaşçılar sınıfına, ne kişisel mal ve mülkü ne de aile hayatı tanınmamasında yatar. Bunlar, hem aile ve çoluk çocuk kaygularından, hem de kişisel çıkar
13
düşüncelerinden uzak, tasasız bir askeri yaşam sürecekler ve kendilerini tamamiyle devlet hizmetine vereceklerdir. Vücut yapıları bakımından kuvvetli ve savaşçı bir kuşağın yaratılmasında, kadının da katkısı esastır. Yukarıda söz konusu olan erdemlerin bir araya toplanması için, manevi yetenekleri ve vücut yapıları bakımından en seçkin kadınlarla, en seçkin erkeklerin, devlet eliyle bir araya getirilmeleri ve birlikte yaşamalarının sağlanması gereklidir. Bu "kutsal evlenme"lerden meydana gelecek çocuklar, doğumdan sonra hemen annelerinden alınarak, devlet ocağına verilecektir. Bu çocuklar, devlet memuru olan kadın ve erkek öğretmenlerin bakım ve
kayırmaları
altında
yetiştirileceklerdir.
Devlet
ocağında
yetiştirilen çocukların, ana ve babaları tarafından tanınmalarına hiç bir şekilde imkan verilmeyecektir. Yaşama yetenekleri olmayanlar ve sakat doğan çocuklar ortadan kaldırılacaktır. Aynı ocakta bir arada büyüyen bütün çocuklar, birbirlerini kardeş olarak tanıyacak ve seveceklerdir. Aynı kuşaktaki çocuklar, birbirlerini kardeş olarak tanıyacaklar, bir önceki kuşağa ise ana-baba gözüyle bakacaklardır. Eflatun, bütün bu düşünceleri ile, "polis" ya da "devlet" içinde yaşayan bireylerin, kendilerini, bir tek canlının, bir organizmanın değişik organları olarak duymalarını (hissetmelerini) öngörmüştür. Devlet denilen bütüne gelecek bir zararın, onun bütün organlarını aynı şekilde inciteceğini savunmuştur. Bekçiler sınıfı için ileri sürdüğü "Komünizm"i, yani, bu sınıf için ne aile hayatını, ne de şahsi mal ve mülkü kabul etmemesini, devletin iç birliğini koruma yolunda düşünülmüş bir çare olarak algılamak gerekir. Memleketin asıl idarecileri de bu savaşçılar sınıfı
14
içinden yetişir. Devleti idare edecek şahısların, devlet içinde, sınırsız bağımsız, mutlak bir otoriteye sahip olmaları gerekir. Ama onlar, bu gücü, yalnız devletin ve bütünün birliği için kullanmak zorundadırlar. İdarecilerin görevi, bütünün her bakımdan iyiliğini ve mutluluğunu sağlamaktır. Bütünün acıklı ve kötü durumundan sorumlu olacaklar yalnız bunlardır. Bundan dolayı, idarecilerin seçilme ve yetiştirilmeleri işi, büyük bir dikkat ve titizliği gerektiren önemli bir devlet görevidir. İdareciler sınıfına ait olacak kimselerin, savaşçılar sınıfının eğitim ve öğretim sisteminden geçtikten ve bir bekçinin sahip olmak zorunda olduğu bütün niteliklere en yüksek düzeyde sahip olduktan sonra, ayrıca, tam bir filozof da olmaları, bir filozofun niteliklerine de gerçekten sahip olmaları gerekir. Bundan dolayı, idareciler sınıfını, hem vücut yapıları bakımından kuvvetli ve son derece cesur olan, hem de, bir filozofun sahip olacağı gerçek bilgi gücü ile yüklü bulunan seçkin kimseler meydana getirecektir. Böylece, idareciler sınıfının savaşçılık ve bekçilik sanatından başka, uzun yıllar süren felsefe ve dialektik dersleri de görmeleri gereklidir. Bunlar, ideler nazariyesini öğrenmeli, iyinin kendisini tanıdıktan, iyinin kendisini bizzat yaşayıp, ruhlarında duyduktan sonra, devlet idaresini üzerine almalıdırlar. Yürekleri, başında bulundukları bütüne (devlet sistemine) karşı besledikleri sevgi ile dolmuş olan bu bilgin kişiler, yalnız bütünün (devletin, dolayısıyla halkın) iyiliğini düşünecekler, yalnız bütünün mutluluk ve iyiliği için çalışacaklardır. Bunlar da tıpkı savaşçılar gibi, ne bir aileye, ne de kendilerine öz bir para ve mala sahip olabileceklerdir. Eflatun'a göre, ideal devlet, ancak, bu nitelikteki bilginler başa geldiği zaman gerçekleşmiş
15
olacaktır. Eflatun, bugün çocukları, eşleri, düvürleri, akrabaları ve yakın dostları devlet malıyla abad olan siyasileri görseydi bu öngörüsünden dolayı çok mutlu olurdu. Birçok ülkede çoğu kişinin siyasete soyunmasının temelinde, ele geçirecekleri yetkilerle devleti soyma planı bulunmaktadır. Çocukların yeteneklerinin, hangi sınıf için daha elverişli, hangi sınıf için daha verimli olduğunu gözönünde bulundurarak, onları aşağı sınıflara indirmek yetkisi, bu bekçiler kesimine verilen bir hak olmalıdır. İktidarı meydana getiren bilginler sınıfının önemle üzerinde duracağı esaslardan biri, yetişen kuşağın (neslin) eğitim ve öğretimi olmalıdır. Bununla birlikte, bunların, gözönünde tutacağı en yüksek hedef, devlet denilen bütünün sağlam ve dinç bir şekilde varlığını
sürdürüp,
bütün
organları
ile
şekilde
eğitim
gören
birlikte
gelişmesini
sağlamaktır. "Şimdi
bize,
bu
yurttaşlar
içinden,
emredeceklerle itaat edecekleri seçmek kalıyor. İdareci kesimdeki insanlar (dolayısıyla başkanlar) gittikçe yaşlanacak; yeni gelen gençler kuşkusuz onları dinleyecektir. Fakat bizim yaşlımız (keza başkanımız) mevcut devletlerdeki başkanlardan farklı olacaktır. Başkanımız, ne zor kullanarak ne gelenek ve görenek gibi ilkel kurallarla ne de kura ile başa geçecektir. Biz, başkanımızı, bir başkanlığın gerektirdiği belirli nitelikleri (meziyetleri) ve bilgileri kendinde toplayan, ilkelerimize (bilgili, otoriter, devletin çıkarları ile yakından ilgili... her ne pahasına olursa olsun halkın iyiliğine karşı olanları kabul etmeyen) göre yetiştirdiğimiz, çocukluk, gençlik ve olgunluk evrelerindeki denemelerden kusursuz çıkanlar arasından
16
seçeceğiz; sağlığında şereflere boğacak, ölümünden sonra da hatırasına en şanlı anıtlar dikeceğiz; böyle olmayanı da devletten kovacağız". Fakat, seçtiğimiz başların buyruğu altında yurdu korumayı omuzlarına yetiştirdikten
yüklediğimiz sonra,
diğer
başıboş
bekçileri bırakacak
de,
binbir
değiliz.
Bu
emekle çoban
köpeklerine, sürüyü kurtlara karşı koruyacak bir eğitim verdik. Fakat,
birgün,
kendilerinin
de
bu
sürüye
kurt
olmalarını
önleyemezsek, emeğimiz boşa gidecektir. O halde "onların bu gibi arzulara saplanmamaları için en güvenilir yol, onlara, gerçekten iyi bir eğitim vermek olacaktır". Bu ana kadar verdiğimiz eğitim, kişinin bizzat kendisine yönelik, kişisel bilgilerle ilgili olacaktır. Bu ana kadar verilen terbiye, kişisel olacaktır; ruhlarına ve bedenlerine şekil verilecektir; fakat şimdi onlara bir de devlet eğitimi vermek gerekir. Devletin bekçilerine ve özellikle başlarına, devletteki görevlerini
öğretmek,
devlet
gemisine
yetkinlikle
önderlik
edebilmek için başka bilgiler vermek, gerçek devlet adamı olabilmeleri için feylezof olarak yetiştirmek lazımdır. Bunun için de, birinci eğitim kademesinin üstünde diğer bir eğitim planına geçmek, bugünkü yaklaşımla, bir anlamda - iyi bir yüksek tahsile iyi bir lisanüstü eğitim eklemek gerekir. Mağaradan güneşe giden yolun son basamaklarına kadar yükselmek lazımdır. Fakat bu, güç ve tehlikeli bir yükseliştir. Her an yoldan sapmak ya da güçten düşmek tehlikesi vardır. Bunun için, ilk önce maddi ve hayatın her türlü endişe
ve
ihtiraslarından
olduğu
kadar,
aile
ihtiras
ve
endişelerinden de uzak olmak gerekir. Bireyin, kendisini tümüyle
17
toplum
hizmetine
ve
ideallerine
verebilmesi
için,
toplumun
esenliğini düşünmekten başka bir düşüncesi ve endişesi olmaması gerekir. Böylece, bu makamlara ulaşmış olanların hiç birinin, kendine ait hiç bir şeyi olmayacak; sonra hiç birinin başkasına açık olmayan bir evi ve ambarı (gizli bir hesabı) bulunmayacaktır. Yurttaşların kendilerine ayırdıkları ve pişirdikleri yemekler, onlarınkiyle ortak olacaktır. Güneş (tarımla!) ve altınla hiçbir işleri olmayacaktır. Devletin olduğu kadar kendilerinin de selameti için biricik çare budur. Başkaları (halk) gibi, tarlaları, evleri, paraları olunca, bekçilikten sapıp, tüccar ve çiftci olacaklar; devletin koruyucuları olmaktan çıkarak, devleti sömüren zorbalar ve düşmanlar olacaklardır; bütün ömürlerini ya başkalarına kin besleyerek ya da başkalarının kinini çekerek, ya başkalarının peşinde (aleyhinde) koşarak geçirecekler ya da başkalarının kendilerinin peşinde (aleyhinde) koşmalarına neden olacaklar; dış düşmanlardan daha çok iç düşmanlardan korkarak, kendileri ile birlikte devleti de uçuruma doğru sürükleyeceklerdir. Bunun için bu yeni düzeni de bir yasayla sorumluluk altına almak zorunlu olacaktır. Kuşkusuz böyle bir yasayla, bekçilerimizi (idarecilerimizi) hiç de mutlu etmediğimiz söylenecektir. Başka devletleri idare edenler, mal ve mülklere, güzel ve geniş evlere, zengin mobilyalara, altın ve gümüşlere, talihin lütfuna uğrayan kimselerin sahip olduğu her çeşit nimetlere sahip oldukları halde, gerçekte devletin hakimleri olan bizim bekçilerimiz, kendi yasaları yüzünden toplumun hiç bir nimetinden faydalanamayacaklardır. Ne zevkleri için seyahat edebilecek ne de keyifleri için cariyeler
18
edinilebileceklerdir. Doğrusu, bunlara, hakimlerden (idarecilerden) çok gündelikçiler demek daha yerinde olmaz mı? denecektir. Böyle bir söze verilecek karşılık güç değildir: "Biz, devleti kurarken, sadece belirli bir sınıf yurttaşı mutlu etmeyi değil, devletin mümkün olduğu kadar tümünde mutluluk sağlamayı amaç edinmiştik. Çünkü biz belirli bir zümrenin değil, herkesin mutluluğunu istiyoruz". Doğru kurulmuş hükümet, idare edenlerin değil, idare edilenlerin çıkarlarını düşünen hükümettir. Hükümet, bir istismar ve sömürü yeri değil; bir hizmet yeridir. Her zaman tekrar etiğimiz gibi, devlette adalet ancak, herkesin görevini yapması, hakkını almasıyla kurulacaktır. Bundan, servete düşman olduğumuz anlaşılmasın. Devlet için fakirlik, zenginlikten daha az tehlikeli değildir. Çünkü, birinden gevşeklik ve haylazlık doğacağı gibi, ötekinden de aşağılık ve kötülük hırsı doğar. Bizim istediğimiz, herkesin kendi işinin başında kalmasını ve başkasınınkine göz dikmesini önleyecek bir servet ve refah vermektir. Başımıza gelecek filozof nitelikli devlet adamlarını yetiştirme yolunda ilk olumsuz etmeni, yani, onları her türlü maddi bağımlılığı böylece ortadan kaldırmış oluyoruz. Bundan sonra, ikinci ve daha önemli olan başka bir etmenin daha ortadan kaldırılması gerekiyor: O da, onları devletin esenliği dışında her türlü duygu ve düşünce bağlarından ayırmak ve bütün ruhları ile devlete bağlanmalarını sağlamaktır. Bunun için, Eflatun sağlığında olduğu gibi, ölümünden sonra da birçok tenkitlere yol açacağını çok iyi bildiği bir fikri, sözünün eri bir filozof olarak, istemeyerek de olsa, kurduğu sistemin başarılı olabilmesi için, ortaya atmak zorunda kalıyordu: Bu da, bireyle devlet arasında önemli bir yer alan aileye, yeni bir şekil vermek fikriydi. Çünkü, bunca görenek ve
19
gelenek bir tarafa bırakılarak, yeni bir anlayışla kurulmaya çalışılan yeni bir devlet düzeneğinde, geleneğe dayanan bütün kurumların da bu yaklaşımla yeniden düzenlenmesi gerekiyordu: Aile de bunlardan biriydi. Gerçekte Yunan sitesi, en ileri evrelerde bile geleneksel aile yapısını (gentilice) yitirmemiştir. "Yunan sitesinin en göze çarpan özelliği, kabile ve bireylere taksim edilmiş olmasıdır. Sitenin kökeninde (kuruluşlarında) rastladığımız
aile
özelliği,
demokrasilerinin
ilerlemesine
karşın
bozulmadan, yapısını büyük ölçüde korumuştur". Nitekim, "Roma sitesi ile aynı tipte olan Atina sitesi, biçim (organizasyonu) bakımdan daha ilkeldir. Çünkü, aile-siyasi (politik-familia) organizasyon, son zamanlara, sitenin ortadan kalkmasına kadar sürmüştür". Sonra pederşahi ailede kadının hiç bir siyasi rolü yoktu. O, hareminde, "gyneke"de kapalı bir şekilde yaşamaya zorunluydu. Böylece eski "genos"un küçülmüş bir şekli olarak devam eden Yunan ailesinin yapısı, Eflatun'un gözüne batıyordu. Mülkiyet düzeninde yaptığı iyileştirmeyi (islahatı), aile düzeninde de yapmak gerekiyordu. Bunun için ilk olarak, kadınlara, erkeklerle eşit haklar verilmeli ve kadınların haremden (gynekeden) çıkması sağlanmalıdır. O da, erkek gibi, devlet işlerine karışmalıdır. Bir bölüm için değil (sadece kocası ve çocukları için değil), bütün (devlet) için çalışmalıdır. Tanrı, kadınla erkeğe cinsi münasebet dışında başka bir ayrılık vermemiştir. Erkeğin gördüğü her işi, kadın da görebilir; arada, bir etkinlik (derece) farkı vardır, nitelik (mahiyet) farkı değil. O halde, kadın bekçilere de aynı eğitimi vereceğiz. Çünkü "bir devlet için kusursuz kadın ve erkeklere sahip olmaktan daha kârlı bir şey olamaz. Bu kusursuzluk da ancak cimnastik ve müzik ile verilebilirdi. Böylece, bekçilerin hanımları da, ruhları kadar vücutlarının
20
da olgunlaşması için, onlarla birlikte, çıplak vücutla her türlü egzersize katılacaklardır. Vücutlarını güzelleştirmek için uğraşan çıplak kadınları görüp de alay eden adamlara (adama) gelince, onlar (o), gülüşlerinin meyvesini olgunlaşmadan toplayacaklardır". Çünkü, ancak, zararlı şeyleri yapmak ayıp ve çirkin; güzel şeyleri yapmak ise gurur verici ve güzeldir. Eflatun'un kastettiği adamlardan (adamdan), sürekli yararlı şeyler yapanlar güzel, zararlı şeyler yapanlar ise çirkindir. Eflatun'un kastettiği bu çirkin adamlardan en önemlisi, hocası Sokrates'i idam ettirdikten sonra komedyalarında kendisi ile de alay eden Aristokras'tır. Fakat, Eflatun, gülünç, budala, gerici, yobaz sıfatları ile tanımladığı hasmının adını bile zikretmeye tenezzül etmeyerek, "ancak ayıptır" sözüyle yetinmiştir. "Savaşcılarımızın kadınları ortak olacaktır; hiçbiri sürekli olarak biriyle birlikte oturamayacaktır. Çocuklar da orda olacaktır; baba oğlunu tanımadığı gibi, oğlu da babasını tanımayacaktır". Çünkü kadın bu durumda ne eve ne de çocuğa bakabilir. Fakat kendilerine bir manastır hayatı yaşattığı insanların, keşiş olmasında (üremesinin yasaklanmasında) da devletin hiç bir çıkarı yoktur. Tersine, büyük emeklerle yetiştirilen bu kadar güzel bir neslin üremesinde, devletin ve dolayısıyla toplumun büyük çıkarları vardı. O halde devletin başı, "erkekler arasında olduğu gibi, kadınlar arasında da bir seçme yapacak, benzer ve denk olanları bir arada toplayacaktır. Evleri gibi sofraları da ortak olan bekçiler (kadın ve erkekler), bir arada yaşayacak, gimnazlarda ve başka bütün egzersizlerde birbirine karışacak; doğal içgüdü sonucu birbirleriyle
birleşmeyi
(çiftleşmeyi)
arzu edeceklerdir
ve serbest
bırakılırlarsa bu eylemi de gerçekleştireceklerdir". Eflatun‘a göre, her
21
şeyde olduğu gibi, burada da işi rastlantıya bırakmak olamaz. Buna ne din, ne devlet izin verebilir. O halde serbest birleşmeyi yasak edip, eşleşmeye (ve çiftleşmeye) bir düzen vermek gerekecektir. Devlet adamı, burada da dokumacılığını (seçiciliğini) gösterecek, elindeki karışık unsurlardan (bekçilerden) kusursuz bir kumaş dokumasını (eş oluşturma ve dolayısıyle kusursuz soylar yetiştirmesini) bilecektir. Erkekler ve kadınlar için evlenme yaşları saptanacağı gibi, üreme yaşları da sınırlanacaktır. Büyük şenliklerle resmi düğünler tertiplenecek, şairler evlenmeleri kutlayan şiirler okuyacaktır. Çocuklar, çocuk yuvasına verilecek, analar yalnız süt vermeye gelecek,
gerek
bekçilik
işlerini
aksatmamak,
gerekse
çocukları
tanımamak için, mümkün olduğunca benim ya da senin çocuğun demeden süt verme işlemi yapılacak (yani beslenme işi, bir anlamda süt analarına bırakılacak) ve daha sonra da mürebbiyeler çocuğun eğitimi ile meşgul olacaklardır. *Yeryüzünde barışı sağlayacak sihirli değnek analarla öğretmenlerin elindedir. Eğitim demek, vücutta ve ruhtaki güzelliği ve mükemmelliği son mertebesine kadar geliştirmek demektir. Eflatun*
"Kız ve erkek çocuklar dünyaya gelince, düşünmemiz gereken ilk şey, onları gerektiği gibi büyütmek ve yetiştirmektir. Bu meseleyi bir yana bırakmak imkansızdır." Burada üzerimize düşen mutlak görev "güzellik ve olgunluğu, vücutlarında
olduğu
kadar
ruhlarında
da,
mümkün
olduğunca
gerçekleştirmektir". O halde, bu ruh ve beden eğitimi, yalnız çocuğun doğumundan sonra değil, doğmadan, hatta ana baba ona hayat vermeden
önce,
gözönüne
alınması
gereken
birçok
koşulun
22
gerçekleşmesini gerektirir. Ana-babanın sağlığı, kalıtsal özellikler, alkolizm ve gebelikte uygulanan rejim, çocuğun ruh ve beden yapısındaki ilk ve önemli etkenlerdir. Yasa koyucu bunları gözönüne alacaktır. Yasalarla
olmasa
bile,
hiç
değilse,
bazı
örgütlerle
bunların
düzenlenmesini ve aydınlatılmasını sağlayacaktır. Çünkü, birçok defa tekrar ettiğimiz gibi, başlamak (doğru başlamak), her zaman işin yarısıdır. Dünyaya geldikten sonra da, yürüyünceye kadar, yürüdükten sonra, evde, okulda, gücü yeter ve zekası elverirse, orta ve yüksek öğretiminde iyi bir yurttaş olmak için gereken şekilde yetiştirilmesi gerekecektir. Çünkü "devlette özel hayat doğru olarak kurulmadıkça, topluluğun kurduğu yasalarda bir istikrar aramak boşunadır". Böylece, eğitim, doğrudan doğruya devleti ilgilendiren bir sorundur. Devlet bu işi bireylerin keyfine bırakmayacağı gibi, onun, ne bazı sınıfların, ne de yalnız bir cinsin imtiyazı altına alınmasına da izin veremez (Türkiye’deki eğitimin eğilimlere gore verilmesini savunanların kulağı çınlaşın). O halde, kız ve erkeklerin, yani bütün gençlerin, eğitim ve öğretimden aynı şekilde yararlanmaları ve devletin de onlara bu hakkı sağlaması gerekir. Dolayısıyla, çocuğun eğitimi, örneğin, sadece babasının
arzusuna
bırakılmayacaktır.
Çünkü
"çocuklar,
onları
dünyaya getirenlerden çok devlete aittir". Böylece, devlet, okuma yaşına, yani, yedi yaşına kadar aileye bıraktığı çocukları, bu yaştan sonra okullara gönderecek ve orada, onlara (kız ve erkek), bütün yurttaşlara gerekli olan genel bir eğitim verecektir. Böylece, çocuklar, kendilerini yetiştirecek yetkin öğretmenlerin eline verilecektir. Sürüye çoban, köleye efendi gerektiği gibi, çocuğa da öğretmen gerektir. "Bütün vahşi hayvanlar içinde, en güç yola getirileni çocuktur. Çünkü onda,
23
başka hayvanlarda bulunmayan, çok güçlü bir düşünce kaynağı vardır. Fakat, henüz yatağını bulmadığından, eşi görülmedik tuhaflıklarla ve taşkınlıklarla doludur. Bundan dolayı, çocuğu birçok gemle dizginlemek gereklidir. İlkin, ana ve dadının bakımından sonra, okutacak ve bilgi verecek öğretmenlerin eline vermek lazımdır". Devletin, şehirde ve kırsal kesimlerde yaptırdığı okullarda, seçtiği öğretmenlere verdirdiği bu eğitimin başlıca iki ana konusu, beden eğitimi ile ruh eğitimidir. Beden eğitimi, iki cinsin birleştiği ve ayrıldığı özellikleri gözönüne alarak, bazen ikisine birden, bazen de her birine ayrı olarak; ama daha çok birlikte verilmelidir. Daha çok birlikte gösterilen cimnastik, dans, güreş, harp talimleri, ata binme ve daha başka birçok beden hareketi, vücut gelişimi ve sağlığı için gereklidir. Ruh eğitimi ise, okuyup yazmayı, sayıp ölçmeyi, türkü ve müziği öğretir. "Herkes, savaş sanatı, aile işleri, devlet idaresi için, önce edebiyat,
sonra
musiki,
en
sonunda
da
hesap
öğrenmek
zorundadır". Bu da her birine üçer yıl vermek suretiyle dokuz yıl, yani on altı yaşına kadar devam edecektir. "Hoşuna gitsin, gitmesin, bu öğretim süresini azaltmak ya da arttırmak ne babanın, ne de çocuğun elindedir". İlk öğretim genel ve zorunludur. Zorunlu eğitim 8 yıla
çıktı
diye
düşünürlerimizin,
eğitimcilerimizin
ve
özellikle
siyasilerimizin itirazını duyunca, Eflatun’un büyüklüğünü daha iyi anlayabiliriz. İdeal devlette, yalnız bekçilere değil, diğer bütün yurttaşlara verilen bu genel eğitim ve öğretimden sonra, ayrıca bilimler ile felsefe öğretimi gelecektir. Bilimler (o zaman için), başlıca, "matematik adı altında toplanan aritmetik, geometri ve astronomi"dir. Felsefe de, doğadaki
24
çokluğu sayılı birlikler altında toplayan, eşyayı cinsleriyle çeşitlerine ayıran, doğada olup bitenin nedenlerini, yani idealarını kavrayan; bu idealardan da, ideaların ideasına, yani tanrıya kadar yükselen dialektiktir. Bunlar, insanları tanrıya yaklaştıran ve tanrısal kılan bilgilerdir. Dolayısıyla da, bunlardan yoksun kimselerin, insanları idare etmesi olanaksızdır. O halde, "yurttaşların çoğunluğunun değil; fakat pek azının bu bilimlerle uğraşması gerekir". Bunlar da, ileride devletin başına geçecek yetenekler, özellikle yasa koyucu ve koruyucu ve keza bugünkü danıştay üyesi yetkilerine sahip kimselerdir. "Böylece, bu bilimlerin öğretimi zorunlu değildir". Fakat, bunları elde etmeyeni de devletin başına geçiremeyiz. Eflatun, Atina'da işlerin iyi gitmemesinden şikayetcidir. Atina, yenilgiye uğradığı harpten sonra perişandır. Eflatun, durumun eğitim yoluyla düzenlenebileceğine
inanmaktadır.
Gençlerin
babaları
gibi
yetişmemelerinden dolayı yakınır ve eğitimde reform yapılmasını öngürür. Ona göre Isparta'nın eğitimi çok iyidir. Eflatun, Isparta ve Atina eğitimlerini karıştırarak bir bütünlük meydana getirmek ister.
EFLATUN DEVLETİNE İLİŞKİN GÖRÜŞLERİN BUGÜN GEÇERLİ OLAN YAKLAŞIMLA TARTIŞILMASI VE DEĞERLENDİRİLMESİ
Bugüne kadar size göndermiş olduğum yazılardaki yaklaşım tarzını, devlet, temel hak ve özgürlükler ve eğitim düzenlenmesine ait yaklaşımlara en yakın görüşler, tarihte, Eflatun tarafından özellikle onun "Devlet" adlı eserinde gündeme getirilmişti. Bu nedenle Eflatun'un bu
25
görüşünü kapsamlı olarak size gönderme gereğini duydum. Bunların önemli bir kısmını bugünkü yaklaşımımız ile benimsememiz çok zor olmasına karşın, büyük bir kısmının da bir çeşit evrensel bir ilke gibi ortaya konduğunu görmüş olmalısınız. Özünde, Eflatun, birçok yönüyle, bir bilim toplumunun temel ilkelerini ortaya koymuş, idare ve eğitim yönteminde izlenmesi gereken yolun önemli bir kısmını çizmiştir. Bu düşüncenin uygulaması 1918 yılına kadar ütopik kalmış ve hiçbir yerde gerçekleşmemiştir.1918'de Komunizm Devrimi adı altında, bu düşüncelerin bir kısmı uygulamaya girmişse de, bilinen nedenlerle, 1992 yılında, bu düşünceye sahip çıktığını savunan bu devlet insanları sadece üretim ilişkisine göre kaba bir ayırıma tabi tutan düşüncelerinden, insanın yeteneğinin gelişmesi için gerekli zemini hazırlayamamasından ve Eflatun'a göre devlet adamlarında bulunması gereken özelliklere göre bir seçim yapılmamasından dolayı ayakta kalamamış; kazanç ve başarı için her türlü sömürüyü ve yolu mübah sayan kapitalizm karşısında kaçınılmaz olarak yenik düşmüştür. Çünkü kapitalizmin kısa vadedeki dinginliği, başarısı ve yaratılıcılığı komunizme temel görüş sağlayan Eflatuncu görüşte bulunmamaktadır. Eflatun'un düşünce
tarzı,
bazı
kaba ve doğal yapıya
aykırı
yaklaşımlarını bir yana bırakırsak, yeteneksiz ve soysuzları bile en önemli ve yetkili yerlere getiren, insanların doğal gelişimini önleyen, demokrasi adı altında bir insan-bir oy denen seçme ve seçilme sistemi olarak bilinen maskaralıktan daha akla yakın ve gerçekçi gelmektedir. Eğer Eflatun'un Devlet düzeni, Eflatun zamanından bugüne kadar, gereğince uygulanıp, aksayan yönleri zamanla düzeltilerek bugüne
26
ulaşabilseydi,
kuşkusuz,
bilime,
yeteneğe,
saygıya,
sağduyuya,
hoşgörüye dayalı adil bir düzenin kurulmuş olduğunu görebilecektik. İnsan soyu, böyle bir düzende, doğayı ve birbirlerini sömürmek ve talan etmekten uzaklaşmış olabilecekti. Yakın bir gelecekte, Eflatun'un düşüncelerinin bir kısmını, bugünkü bilgi ölçme teknikleri ve eğitim tekniklerine uyarlanmış olarak görebilme şansımız olabilir. Bugüne kadar yazmış olduğumuz belirli bir dünya görüşünün Eflatun Devleti ile olan benzerlikleri ve farklılıkları şöyle sıralanabilir:
Benzerlikler: 1.
Bir insanın yetkili yerlerde görevlendirilmesi açısından (ve keza hak ve yetkiler kazanmasında) vücut yapısı (Eflatun'da cimlastikle geliştirilen vücut, burada ayrıca kalıtsal özellikler) ölçütlerden biridir
2.
Bir insanın değerlendirilmesinde (ve keza hak ve yetkiler kazanmasında) bilgi birikimi
3.
Bir insanın değerlendirilmesinde (ve keza hak ve yetkiler kazanmasında) ruhsal değerler; özellikle felsefik öğrenimin kazanılması
4.
Bir insanın değerlendirilmesinde (ve keza hak ve yetkiler kazanmasında) çıkarlarını kazanılması
kendi
ahlaki
değerlerin
çıkarlarından
kazanılması,
üstün
tutma
toplumun
alışkanlığının
27
5.
Yukarıdaki değerleri kazanma derecesinde kişiye hak, özgürlük ve yetki verilmesi
6.
Bu değerleri yitirenlerin görevlerinden alınabilmesi ve bir aşağı statüye indirilebilmesi
7.
Devlette yetkili yerlere gelebilecek kişilerin, beden, ruh ve bilgi açısından kendilerini kanıtlamaları ve kesinlikle özel eğitimden geçmeleri
8.
Çocukların eğitim ve yönlendirilmesinin devletin temel görevi olması
9.
Kadın ve erkeğin, eşeysel dimorfizm (farklılaşma) ötesinde eşit haklara ve yeteneklere sahip olduğunun benimsenmesi
10. Çocukların oluşumu (çocuk yapma hakkının bireye tanınıptanınmaması), yetiştirilmesi (ailedeki olumsuz olası etkilerin kaldırılması için Eflatun'da aile yapısının değiştirilmesi; bizim yaklaşımımızda ise islahı) ve eğitimi hakkında devletin hak sahibi olması
Farklılıklar: 1. Çocuğun bir aile ortamını tanımadan büyümesi, ruhsal gelişim ve beyin formatlanması açısından bazı biyolojik ve buna bağlı olarak bazı psikolojik sakıncalar doğuracağı için benimsenmemiştir. Çünkü ana sevgisinin, bir çocukta güven duygusunu geliştirdiği bilinmektedir. Toplumsal ilgi, bunun yerine konulamayacak kadar zayıf kalacaktır.
28
2. Çocuğun ana ve babasını hiçbir zaman tanımadan büyütülmesi fikri de güven duygusunu zedeleyeceği ve şefkat duygusunu azaltacağı gerekçesiyle benimsenmemiştir. Aile yaşamı, birçok hayvanda sürekli, bazılarında geçici, insan soyunda ise son 20-30 bin yıl önce ortaya çıkmış güçlü bir biyolojik gereksinmeden dolayı (çocuğun yetiştirilme süresinin uzamasından dolayı) ortaya çıkmıştır. 3. Bir insanın yetiştirilmesinin cimnastik ve müzik gibi gerekli; fakat yeterli olmayan iki ana temaya bağlanması ve değerlendirilmenin esas olarak bu iki konu üzerine yoğunlaştırılması, bilgi toplumunu amaca ulaştıramayacaktır. 4. Vücut bakımından zayıf doğanların öldürülmesi; ruhsal bakımdan zayıf olanların da toplumun infazına bırakılması insancıl bakımdan uygun görülmemiştir. 5. Doğa bilimlerinin ve tarihin bir insanın eğitiminde önemli bir yer tutması gerekmez yaklaşımının ise, günkü bilgilerimiz açısından son derece sakıncalıdır. 6. Yaklaşımında bir köle sınıfı vardır. Uygar bir dünyada köleliğe, kulluğa, uşaklığa yer yoktur.
SOFİSTLER İLE EFLATUN ARASINDAKİ ÇELİŞKİ
Tarihçi Heradot‘un düşüncesine göre, sofist kelimesi aslında, bilimde ve sanatta usta olanlara verilen nitelikti. Ancak, Eflatun, Sophistes adlı
29
diyaloğunda, bu kelimeyi, bilimini ya da ilmini yüksek kazançlarla satan, kendi çıkarını düşünen kişiler olarak tanımladı ve bunlardan nefret ettiğini beyan etti. Bu nedenle bu kelime, bugün olumsuz anlamda kullanılmaya devam etti. Sofistler, bozulmaya başlayan Yunan'da, çıkarları için, açıkgöz bir yaklaşımla, çevrenin hoşlanacağı tarzda, sunturlu nutuklar atarak, onların çıkarlarını savunuyormuş gibi görünen ve çıkarcı çevrelerin sırtını sıvazlayan, konuşma sanatına önem veren ve bunu bir amaç ve erdem olarak
benimseyen;
İranlıları
püskürttükten
sonra
geliştirmeye
başladıkları demokratik düzen içinde kendilerine uygun yer bulabilen insanlardı. Bunlara göre, demokratik düzen içinde en önemli yetenek ve değer, bir esasa dayanmasa dahi, güzel konuşmaydı ve halkı ikna etmeydi (günümüz politikacılarıyla karşılaştırma yapılmasını dilerim). Bunun için yüksek paralarla hitabet dersleri verilmeye başlanmıştı. Kendi çıkarlarını daha da artırmak için, söz söyleminin demokrasinin temel koşulu olduğunu söyleyerek daha çok demokrasi istiyor ve dolayısıyle daha çok laf edebiyatının yolunu açıyorlardı. Laf edebiyatı-demokrasi yapışık kardeşler olmuştu. Bu yaklaşımla bilimin özü değişmiş, sürekli söylediğimiz gibi, çarpıtılarak ilime dönmüştü. Bilim (gerçekçilik) yerine ilim (hamasi edebiyat ve sadece günlük yarar sağlayacak bilgilerin yerleştirilmesi)
geçerli
olmuştu.
Toplumlarda
dini
eğilimlerin
güçlendirilmesi özellikle ilmi konuşmaların tutulmasına (kanıtlanamayan bilgi akışına) en büyük desteği sağladı. Bu hamasi edebiyat hiç bitmedi, dünyadaki birçok toplumda keza ülkemizde günümüze kadar etkinliğini sürdürdü... Hamasi edebiyat yapanlar da en önemli görevlere ve yetkilere kavuştu... Bu ekolun en
30
başarılı ve bitmek tükenmek bitmeyen öğrencileri de politikacılar, özellikle bizim politikacılarımız oldu. Şu anda devletin en yetkili yerinde olan kaç kişi, acaba üç bin yıl önce yazılmış, tarihin bu önemli manifestosunu okumuştur? Böylece doğal gerçekleri anlama merakı ve çabası ortadan kalktı; sofistlerin gayretiyle, insan düşüncesine ve iradesinin analizine yöneldi. İnsanı her şeyin ölçüsü yapıyor, bilimi tenkit konusu yapmaktan çekinmiyorlardı. Klasik mantık eğitimi de bu evrede gelişti. Böylece, düşünce sistemi, insanların iç dünyasını ön plana alan subjektif bir özellik kazandı. Hepsinde ortak düşünce, insanın özgürce araştırma yapması ve özgürce tartışması yönündeydi. Hitabet sanatının gelişmesinin bilinen tek yararı, dilin gelişmesine önemli katkıları olmasıdır. Bu dönemin en ünlü sofisti, hep para karşılığı iş yapan ve bir insanı kusursuz bir adam yapmak için gerekli sanata ve yeteneğe sahip olduğunu savunan Protogaras'tı. Tarihi bilmeden geleceği kurgulayamayız; geçmişin öğretisini – bugünkü gerçeklerin ve bilimin süzgecinden geçirmeden- aynen sürdürmeye
kalkışırsak
kurtulamayızAD.
Prof. Dr. Ali Demirsoy Hacettepe Üniversitesi
bu
sefer
de
batağa
saplanmaktan
31
Sunuş Yazısı Sevgili Kardeşim Günümüzde herkesin işine geldiği gibi tanıtmaya çalıştığı demokrasi kavramını, günümüzden 2.500 yıl önce tanımlayan Eflatun (Plato)’un görüşlerini öğrenmek isterseniz ve geçen bu kadar süre içinde nereden nereye geldiğimizi, neyi doğru neyi yanlış yaptığımızı öğrenmek isterseniz, okumanızı öneririm. Özellikle yeni bir anayasa yapma isteyenlere Eflatun’un “Devleti”ni okumadan işe başlamayın derim. Okumaya zamanınız olmaz ise saklamanızı öneririm, çocuklarınız Antik Yunan döneminin düşüncelerini öğrenmek zorunda kalabileceği bir durumla
karşılaştıklarında
olabilecektir. Sevgilerimle
(durum
onu
gösteriyor),
onlara
yararı