k a r u d
GAÜN Öğrencileri Düşünce, Bilim ve Ütopyalar Dergisi Temmuz - Ağustos 2016 Sayı:1
insanlığın ilk ütopyası
DEVLET
HAYATIMIZDAKİ METAFİZİK
NURDAN C. GÜRER
CANLANDIRILAN ÜTOPYA
İNGİLTERE’NİN BREXİT’İ
EZGİ AŞILAN
ALİ SARIKAYA
SAYI:1 TEMMUZ 2016 Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü
EDİTÖRDEN
Kutluhan Tencan Genel Yayın Yönetmeni Nurdan Cansel Gürer Yazı Kurulu Nazmi Özyılmaz Ali Sarıkaya Deniz Bayraktar Ezgi Aşılan Furkan Özçil Nagehan Erdal Tasarım Sinan Kerse İletişim m/GaunDurak f/GaunDurakDergisi t/GaunDurak
Herkese büyük bir merhaba! Heyecanımız; yapmak istediklerimizden daha büyük ve yapmak istediklerimiz büyütüyor heyecanımızı. Aklın yolu, bilimin ışığı bu duygularımızı kabartıyor ve iştahlandırıyor. Son günlerde giderek akıl tutulması geçirdiğimiz bugünlerde bilimin yol göstericiliğine daha fazla ihtiyaç duymaktayız. Ve bu ihtiyaca cevap vermek dergimizin temel amaçlarından biridir. Kapak konumuz olan İnsanlığın İlk Ütopyası Devlet’le felsefenin ve arzulanan dünyanın bir resmini çizmek istedik. Hayatımızdaki Metafizik konusuyla da akılsızlaştırmanın temel düşüncesini ve yerini işledik. Canlandırılan Ütopya ile de Arzulanan dünyanın kurulumuna ve kazandırdıkları büyük birikimlere göz attık. Üniversiteye dair problemlerimizi anlatacağımız yazımız ise içtenliğin ve gerçekliğin sesi olacak. Güncel Bilim sayfamızla, bilim dünyasında son yaşananları öğrenirken, Siyasi Gündem sayfamızla da dünyanın tartıştığı Brexit olayını beraber değerlendireceğiz. Durak, insanların bir yere ulaşmaya çalışırken kullandığı bir araçtır. Tıpkı bilim gibi, bilimde insanlığı daha ileri taşımak için kullanılan bir araçtır. O yüzden duraklar, durağanlığı değil, ileri atılmanın rolünü oynar. Yığınağını,cephanesini duraklar sayesinde büyütür ve geleceği kurar. Dileğimiz, daha yaşanılabilir bir dünyada aynı Durak altında gayelerimizi birleştirmektir. Keyifli okumalar.
İÇİNDEKİLER
04
İNSANLIĞIN BÜYÜK BİRİKİMİ ‘’DEVLET’’
Kutluhan TENCAN
08
CANLANDIRILAN ÜTOPYA
17
İNGİLTERE’NİN BREXİT’İ
Ali SARIKAYA
20
ÜNIVERSITENIN DISTOPYALARI
Ezgi AŞILAN
Nagehan ERDAL
12
22
14
Deniz BAYRAKTAR
İLHAN BERK / 22 TEMMUZ 1950
GÜNCEL BİLİM
24
METAFİZİK Nurdan Cansel
GÜRER
KİTAP&FİLM
KAPAK Kutluhan TENCAN - Arkeoloji Bölümü İNSANLIĞIN BÜYÜK BİRİKİMİ ‘’DEVLET’’
yor; güçlüler güçsüzleri eziyor; kanunlar güçlülerin elinde güçsüzlere karşı bir silah oluyor. Öteki düşünceye göreyse, insanlar doğuştan ne iyi, ne eşittirler. Yalnız güçlü ve güçsüz Eğer ütopyalardan bahsedeceksek ve insanvardır; güçlünün güçsüzü yönetmesi, ezmesi lığın kaynağına değineceksek, şüphesiz bu tabiat gereğidir ve doğrudur; insan haklı olma‘’ütopya kitaplarının babası’’ olan Devlet’i ya değil, kuvvetli olmaya bakmalıdır. Bu iki işlemekten geçiyor. Doğu’dan, Batı’ya, Hrisdüşünceden daha çok biri Atina’yı, diğeri de tiyanlıktan, Müslümanlığa kadar tüm düşünSparta’yı yansıtıyordu. Biri celerin kutsal değilse bile en daha çok halkçıların, öteki önemli kaynaklarından biri daha çok aristokratların ve olmuştur, Devlet. zenginlerin ekmeğine yağ Platon’un bir ütopya yazsürüyordu.(1) ma isteği yoktu elbet, ama Platon’un, Devlet’deki kafasında felsefenin amacı diyalogları bu iki düşünceolan, insanlığın mutlu bir nin çatışmasıdır. İşte tam şekilde yaşamını sürdürbu çatışmaların ortasında mesini istediği bir ‘’ideal Sparta’nın desteklediği, devlet düzeni’’ vardı. Bu Kritias’ın önderlik ettiği devlet düzeninde, Sokrates’i bir başkaldırma gerçekleşti. öldürmeyecek, tersine onun İşte bu Kritias, Platon’un gibilerinin baş tacı olacağı amcalarından biriydi ve bir devlet arzusu vardı. Ve başkaldırma suya düşmüş bu arzusu onu ölünceye kave Kritias ölmüştü. Demokdar bırakmayacak, 80 yaşına ratlar bu başkaldırmanın arkadar hem çevresindeki, kasında haklı, haksız Sokhem de gelecek yüzyıllardarates’in parmağı olduğunu ki gençlere en iyi devletin sandılar. Hem de Sokrates nasıl olabileceğini aramakla çok oluyor artık, dediler; ne Tanrılara saygısı geçirecekti. Bu arama arzusunun en önemli kaynaklarından biri şüphesiz Sokrates’in öldü- var, ne atalara, ne devlete! Herkesi, her şeyi eleştirmeye, akla vurup çürütmeye kalkıyor; rülmesi olmuştur. gençlerde hiçbir inanç bırakmıyor.(2) Sokrates böylece, başkaldırıyı örgütlediği ve Sokrates’in Ölümü önderlik ettiği için değil; serbest düşündüğü Atina’da demokrasi ile felsefenin sarmaş dolaş olduğu ya da birbirini didiklediği yıllar- ve düzenin temellerini sarstığı için baldıran zehri ile öldürüldü. Sokrates’in ölümü vaktinda sofistler arasında iki düşünce çatışıyordu: den önce öten horozun ölümü gibidir. Ölmek, Bunlardan birine göre, insan doğuştan iyi ve onun düşüncesinin kaçınılmaz sonucuydu. Bir eşittirler; toplumun kötü düzeni onları bozubakıma da en büyük eseri ölümüdür.(3)
4
o
Bir şey bilmediğini bilen filozof: Sokrates Sokrates yazmamıştır. O daha çok her gün çevresini saran gençlerle tartışmayı, kendi evinden daha çok başkalarının evinde yiyip içmeyi severdi. Yani eğer Platon olmasaydı belki bu düşünce insanını tanımayacaktık. Ve Platon’da Devlet gibi eserler yazamayacaktı. Çünkü Devlet’deki diyaloglar, Sokrates’in konuşturulmasıydı. Elbette hangi diyalogları kim savundu bilmiyoruz ama Platon ve Sokrates Devlet’de bir potada eriyip karışmış ve kaynaşmışlardır. Evet Sokrates yazmamıştır ama en çok söylediği iki söz vardır biri; ‘’Benim tek bildiğim, bir şey bilmediğimi bilmektir’’; öteki de ‘’Kendini tanı’’ sözleri olmuştur.
anda, artık usta olmaktan çıkmıştır. Hiçbir sanat sahibi, bilge ya da yönetici, yönetici olduğu sürece yanılmaz.’’(4) Sokrates burada insan ilişkilerini reddetmekte, çünkü insan ilişkilerinde doğru-yanlış, iyi-kötü bir bütündür. Yanlışlar bize iş yaptığımızı gösterir ve sonraki işlerimizde önümüzü açar. Yanlışlardan, doğruya gitmenin yollarını buluruz, kendimizi buluruz ve eksiklerimizi tamamlarız. Sadece iş yapmayanın hatası olmaz! Günah dediğimiz şey de bizi, tüm ilişkilerdeki mücadelen uzak tutar. Halbuki yazarın da dediği gibi; ‘’Günaha girmekten korkmak insanı bir yere götürmez ama günahı düzeltmek için verilen mücadele insanı insan yapar.’’(5)
Devlet’in bize kattıkları Devlet’i anlatırken sık sık devlet aygıtının bir canlı organizma olduğuna dikkat çekeriz, Platon gibi. Şimdi bu canlı organizmayı hep birlikte toplumsal elekten geçirelim.
Düzen savunucuları ‘’Eğer inanırsak, adaletsizlik yapmalı ve sonra bu adaletsizliklerin kazancıyla tanrılara kurban kesmeliyiz. Yok adil isek, tanrıların cezasından kurtuluruz ama, adaletsizliğin kazançlarını da reddetmiş oluruz. Ama adil olmazsak, hem bu kazançları elde ederiz hem de onları suç ve günahlarımızın bağışlanması için
Hata yapmaktan korkmak ‘’Yanılan, bilgisi yetmeyince yanılır ve zaten
5
dualarımızda kullanarak kendimizi dinletir ve cezadan kurtuluruz.’’(6) Platon aslında günümüz iktidarlarını ayakta tutan bir ideolojinin ana fikrini vermekte; ‘’Allah ile aldatmak.’’ Statükocular; insanların vicdanının sesi olan din üzerinden beslenmektedir. Onlar dini; kalpsiz dünyanın kalbi, ruhsuz dünyanın ruhu olarak değil. Kendi saltanatlarının bekçisi olarak görürler. Ve bu yolda her şey ama her şey mûbahtır. Önemli olan kul hakkına kılıf uydurmak ve o kılıfın içine ne kadar temiz yürekli olan insan varsa sıkıştırmaktır. Ve bizler biliriz ki ‘’yeryüzündeki kötü insanlar kendi iradelerini hakim kılmak için Tanrı’yı kullanırlar.’’
bırakacak ve buna cevap arayacaktır. Cevabı ise bu durumu lehine çevirmekte zorlanacaktır. Çünkü sistem onu bir cevaba değil bir girdaba sokacaktır; sahip olmak ile kendin olmayı birbirine karıştıracak, kendisini araçların nesnesine düşürecektir. Artık o üçgen vücuduyla, taktığı mücevher, giydiği elbise, bindiği araba, içtiği sigara, içmiş olduğu lüks içeceklerle konumunu belirleyecek ve binlerce yıllık insanlığın kaynağını bu nesnelerle kıyaslayacaktır. Onun için; düşüncelerin, vatanın, mücadelenin, kültürlerin geçiciliği; çıkarlarının ise kalıcılığı söz konusu olacaktır. İnsanı insan yapan emek ve üretimden vazgeçip tüketmenin pençesinde yaşamak sadece Platon için değil, bizler içinde budalalık içinde yaşamaktır.
Ruhsuz bedenler ‘’Peki ama, ya idmandan başka hiçbir şeyle uğraşmaz, Musa(esin perileri) ile hiç ilişki kurmazsa? Ruhunda hâlâ herhangi bir öğrenme isteği taşıyor olsa da, bu istek zayıflar, sağırlaşır ve körelir. Çünkü bilginin ve araştırmanın tadına varmamıştır; hiçbir konuşmaya, müzikle ilgili hiçbir şeye katılmamıştır; müzik sanatıyla ilgili olarak uyandırılmamış ve beslenmemiştir; algılamaları ıslah edilmemiştir. Sanırım böyle bir adam, düşünceye düşman, Musalara karşı olacaktır. Artık ikna etmek için gerekçeler göstermez; istediğini bir hayvan gibi vahşi bir şiddet uygulayarak elde eder; ölçüden ve güzellikten yoksun, bilgisizlik ve budalalık içinde yaşar.’’ (7) İnsan, kendini insanlaştıran eylemlerden uzaklaştıkça kendisine ve doğal olarak insana karşı yabancılaşacaktır. Bu yabancılaşma onu kendisini var etme sorusuyla karşı karşıya
Cinselliği ve aşkı ayırmak Gerçek aşka azgınlık ve haylazlık benzeri hiçbir şey bulaştırılmamalıdır. O zaman cinsel zevk de gerçek aşka bulaştırılmamalı ve gerçek anlamda seviyor ve seviliyorsa, ne seven ne de sevilen bu zevkten pay almalıdır. (8) Yukarıdaki bu analize iki yönden topyekûn karşı olmak gerekir. Birincisi sevme sanatından; Sevgiden doğan cinsellik şefkat içerir, sevgilerinin birer izdüşümüdür sevenler için cinsellik. Ama sevgiden doğmayan cinsellik; açlık duygusu, fethetme ya da edilme duygusuyla hareket eder ve hiçbir zaman vahşi bir birleşme olmaktan öteye geçemez. Cinsel çekme o an için birleşiliyormuş sanısını uyandırır; ama bu sevgisiz ‘’bir birleşme’’ sonunda, birbirine eskiden olduğu ölçüde yabancı iki insan ortada kalır; bu iki insan bazen birbirlerinden utanır, giderek nefret bile ederler.(9)
6
Sonsöz Amacımız salt eleştiri ile kendimizi tatmin etme değil, insanlığın büyük mirasına sahip çıkarak, bu mirası bırakanlara borcumuzu ödeme ve geleceği inşa etme. Devlet ve nice başyapıtlar incelenmeden bunu gerçekleştirme iddiamız sığ kalacaktır. Bu sığlığı atıp üretme ve araştırma zamanı diyoruz, bir sonraki sayıda görüşmek dileğiyle.
İkincisi ise sınıfsal gözlükle bu olguyu incelemek; Platon’un ideal devletinde sınıflar vardır; soylular, muhafızlar, köleler gibi. Ve bu sınıflar kadını da sınıflaştırıyor, onu üretim aracı olarak görüyor. Aşık olunacak bir kadın yoktur, neslini devam ettirecek bir kadın vardır ve onla aşk yaşanmaz, soy sürdürülür. Aşk ise erkekle yaşanır. Çünkü kadın maldır, onun yeri duyguların sesi olamaz! ‘’Yani, köleci kültüre göre; kadın evlenmek, erkek aşık olmak içindir.’’(10)
Kaynakça (1) Bilim ve Ütopya, ‘’Felsefe ve Toplumİnsandaki maya bilimlerinde Başyapıtlar’’, Şubat 2002, sayı Tanrı sizi meydana getirirken, yöneticilik 92. yeteneği olanların mayasına altın katmıştır. (2) Aynı eser. İşte bu yüzden, en değerli olanlar onlardır. Bü- (3) Aynı eser. tün yarımcıların mayasına gümüş; çiftçilerin (4) Platon, Devlet, Kaynak Yayınları, 2. ve diğer zanaatkârlarınkine de demir ve tunç Basım, İstanbul, Eylül 2013. katmıştır.(11) (5) Gültekin M. Bedri, On İki Bin Yılın Büyük düşünür J.J Rousseau, Toplum SözMirası, 1. Basım, İstanbul, Şubat 2016 leşmesi adlı eserinde ‘’insanlar özgür doğarlar (6) Platon, Devlet, Kaynak Yayınları, 2. ancak her yerde zincire vurulmuş durumdaBasım, İstanbul, Eylül 2013. dırlar’’ diye yazıyordu. İnsanlar hür doğarlar (7) Aynı eser. ama onlara mayasında ‘’demir’’ olduğunu (8) Aynı eser. iddia eden bir düşünce ile karşılaşır ve ‘’altın’’ (9) Fromm Erich, Sevme Sanatı, 10. Basım, mayalı olana boyun eğer. Hakim sınıf ideoİstanbul, Şubat 1995 lojisinin temellerini burada görebilmekteyiz. (10) Perinçek Doğu, Eşcinsellik ve YabancıYazımızın önceki kısımlarında organizmadan laşma, 1. Basım, İstanbul, Nisan 2000 bahsetmiştik bunu burada daha net görüyoruz. (11) Aynı eser. Nasıl ki canlı organizmalarda organlar birbir- (12) Bilim ve Ütopya, Devrimci Cumhurilerini ikame edemezlerse toplumun organları yet, Şubat 2015, sayı 248. olan sınıflar ve statüler de birbirlerinin yerine geçemezlerdi. Ayaklar baş, başlar ayak olamadığına göre, yönetici olarak doğmuş olanlar sadece bu işi yaparken, rençper olarak doğmuş olanlar da bu işi yapmakla bağlı kalacakları(12)
7
ARAŞTIRMA
Ezgi AŞILAN - İngiliz Edebiyatı Bölümü CANLANDIRILAN ÜTOPYA İsmail Hakkı Tonguç, 1893 yılında Bulgaristan’ın Silistre iline bağlı Totrakan ilçesinin Tatar Atmaca köyü’nde dünyaya gelmiştir. Kırım göçmeni olan bir babanın, Dobruca Türkü bir annenin 8 çocuğundan biridir. İlk öğrenimini dünyaya gözlerini açtığı yerde, kendi köyünde gördü. Buradaki eğitimini Silistre’de tamamladı. Eğitim hayatına devam etmek için İstanbul’a gelmek isteyen Tonguç, babasının karşı çııkmalarına rağmen 1914 yılında İstanbul’a geldi. Birtakım uğraşlar sonucu Maarif Bakanı Şükrü Bey ile görüştü. İçindeki eğitim aşkını anlattı ve Şükrü Bey kendisini Kastamonu Öğretmen Okulu’na parasız yatılı olarak gönderdi. Şayet Tonguç burada başarılı olursa Şükrü Bey onu İstanbul’daki en iyi okullardan birine kaydettirecekti. Kastamonu’daki eğitim hayatı 1,5 yıl sürdü. Fakat Osmanlı Devleti 1.Dünya Savaşı’na girmişti ve sıkıntılar artmıştı. Şükrü Bey’e öğrenim hayatına İstanbul’da devam etmek istediğini belirten bir mektup yazdı. Telaşlı bekleyişleri sonuç verdi ve Tonguç İstanbul Öğretmen Lisesi’nde eğitim görmek üzere yola çıktı. Okulu başarıyla bitiren birkaç öğrenci gibi kendisi de Almanya’nın Karlsru-
he kentinde bulunan Ettlingen Öğretmen Okulu’nda kısa sürelik üst öğrenime gönderildi. Ülkesine dönmek zorunda olduğunu belirten resmi bir yazı eline geçti. Ülkeye döndükten sonra 1919 yılında Eskişehir Erkek Öğretmen Okulu’nda meslek hayatına başladı. Tonguç’un Bakış Açısıyla Eğitim Hayat hikayesinden anlaşılacağı üzere İsmail Hakkı Tonguç eğitime çok önem vermiş, güçlükle de olsa eğitimini tamamlamayı başarabilmiştir. Hayatını eğitim ve öğretime adamış bilimsel ve çağdaş bilgiye ulaşabilmek için çok çaba sarfetmiştir. Uzun uğraşların ardından ulaştığı bilimsel ve çağdaş bilgiyi hem vatanın birçok yerinde hizmet vererek hem de yabancı ülkelerdeki gelişmeleri gözlemleyerek harmanladı. Bu çalışmalarını kendi ütopyasında toparladı ve harekete geçti. Aydın birisi olan Tonguç araştırma ve gözlemlerinin sonunda bir eğitim modeli oluşturdu ve ilk Kültür Bakanlarından Saffet Arıkan’a bu modeli sundu. Ardından projesini geliştirdi ve uygulamaya koydu. Köy Enstitüleri başlı başına bir aydın yetiştirme projesiydi. Oluşturduğu proje ile kendisi gibi eğitimli ve aydın insanlar yetiştirmeyi amaçladı. Bu proje bir nevi üretim içinde eğitim, eğitim içinde üretim projesiydi. Köy Enstitü-
8
leri’nde yetişen binlerce kişi ülkemizin gerçek sürecinin ardından eğitime başlanırdı. Burada aydınları oldu. her öğrenci 25 klasik eser bitirmek ve bir enstürman çalmayı öğrenmek zorundaydı. BağlaKÖY ENSTİTÜLERİ ma derslerine kimi zaman Aşık Veysel girerdi. Köy Enstitüleri, tarih 17 Nisan 1940’ı Büyük bir amfi tiyatro inşa eden öğrenciler gösterdiğinde kurulacaktı. Genellikle tarıma burada okudukları kitapları canlandırıyor, elverişli toprağı olan ve tren istasyonlarına karaktere bürünüp role giriyorlardı. Sophocyakın yerlere kurulacaktı. Burada iş için iş les’in Kral Oedipus trajedisinden Çehov ve içinde eğitim ilkesi benimsenecekti. İsmail Shakespeare gibi usta yazarların karakterleriHakkı Tonguç’un kendi dehası ve kendi ütop- ne de hayat verdiler. yası ile birlikte köylere hayat vermeyi amaçSanata verilen bu ilgi hem *ekabir hem de layan projesi hayata geçecekti. dönemin cumhurbaşkanı İsmet İnönü tarafınKöy Enstitüleri eğitim ve öğretime geç- dan oldukça takdir edilmiş ve Köy Enstitümişti. Buradaki 5 yıllık eğitimin ardından leri’nin sayısını arttırma çabasına sebep olsınavı kazanan öğrenciler artık birer öğretmen muştur. Hasan Ali Yücel bütçe açısından Köy olarak kendi köylerinde göreve başlayacaktı. Enstitüleri’nin sayısının artmasının mümkün Eğitim yanı sıra köylüye modern tarım tekolmadığını söylemiştir. Her ne kadar İsmet nikleri öğretilecekti. Aynı zamanda öğrencile- İnönü kendisine: “Her köyde cami var, camire de eğitimin dışında birçok zanaat kazandı- ye para varsa enstitülere de vardır.” dediyse rılacaktı. Bu sayede köyde yetişen çocuklar, de Köy Enstitüleri’nin kapatılmasına bizzat ilk defa tarla-bahçe işi dışında bir iş ile meşonay vermiştir. gul olacaklardı. Bu tamamen ülkenin kalkınNe yazıktır ki, her dönemde mücadele ması, gelişmesi anlamına geliyordu. etmek zorunda olduğumuz insanlar, Köy Sabah erken kalkılıp halk oyunları oyEnstitüleri gibi ulvi bir kuruma da çomak nanarak sabah sporu yapılır, serbest okuma sokmak isteyeceklerdi.Köy Enstitüleri’nde
9
eğitim görmesi için birçok kız öğrencinin ailesinden çok zor şartlarda izinler alınmıştı. Aydınlanma hareketine karşı bir bahane bulmayı kendilerine amaç edinen gerici tayfa, burada da kızlar ve erkekler aynı yerde kalıyor diyerekten, zaten kız çocuklarının eğitimine yanaşmayan ailelerin içine bir kurt düşürmüştü. Eğitime pek sıcak bakmayan, ** ahfeş’in keçisi gibi başını sallayan insanlar yine karşımızdaydı. Tüm bunlara rağmen Köy Enstitüleri’ni başarıyla bitiren kız öğrenciler, öğretmen olarak hizmete atılmıştı. Tonguç’un Eğitime ve Cumhuriyet’e Katkıları İsmail Hakkı Tonguç yaşamı boyunca aslında Türkiye’deki eğitimin temel ihtiyacını aramıştır. Ülkenin kalkınabilmesi, çağdaş ve aydın insanların oluşabilmesi için kolaya kaçmadan, deyim yerindeyse harıl harıl çalışmıştır. Aradığı gereksinimi bulan ve bunu uygulayan, tutarlı bir insandır. İsmail Hakkı Tonguç demokrasiye inanan, halk yönetimine inanan bir devrimcidir. Halka güvenmek gerektiğini, “köylü milletin efendisidir” gibi büyük bir cüm-
10
lenin hakkını vermeyi kendi ütopyasında bir amaç edinmiştir. Bir eğitim devrimcisi olarak köylü halktan öğrendiğini yine köye aktarmıştır. Çalışmaları köylerin fiziki yaşantısına katkıda bulunmuştur. Tonguç, yaptığı çalışmalarla köylünün kendine güvenini sağlamıştır. Birgün İvriz Köy Enstitüsü’ne ziyarete giden Tonguç, burada seçtiği bir öğrenciye soru sorar fakat öğrenci heyecanlanır ve sesi çıkmaz. Bunun üzerine Tonguç “600 yıldır baskı altında yaşamış bu halk elbette bir gün düşünmeye ve konuşmaya da başlayacak. Konuşturun bunları: Konuşturun ve düşünmeye, düşündüklerini rahatça söylemeye alıştırın.”diyerek eğitim çabalarının bir önemli amacının da köylerde düşünsel gelişmeyi sağlamak olduğunu belirtir. Dolayısıyla İsmail Hakkı Tonguç’un çalışmaları aydınlanma hareketine ve köy yaşamının ve Türkiye’nin genel gelişimine büyük katkıda bulunmuştur. Cumhuriyet’in kurulma sürecinde gerçekleşen aydınlanma hareketinin eğitim alanına katkısı son derece büyüktür. Tıpkı İsmail Hakkı Tonguç gibi Saffet Arıkan, Hasan Ali Yücel ve o dönemin daha birçok Cumhuriyet kurucusu da “gerçek aydın”
özelliği taşımaktadır. Tonguç’un Köy Enstitüleri 1954 yılında Demokrat Parti tarafından tamemen kapatıldı. Fakat bu süreçte Köy Eğitmenleri Kursları ile birlikte 27 bin eğitimci yetiştirdi. Bu eğitim kurumlarının kapatılmasından sonra ne yazık ki Türk Milli Eğitimi her geçen gün çağdaş ve laik eğitimden uzaklaştı. Kapanan bu enstitülerin ardından İmam Hatip Liseleri sayısı oldukça arttı ve İlahiyat Fakülteleri açıldı. Bugün ülke olarak yaşadığımız tüm ekonomik, sosyal ve siyasal sorunların altında bilimsel ve laik çağdaş eğitimden uzaklaşarak din eksenli eğitimin arttırılma çabaları ve bu yüzden eğitim sistemimizde farklı uygulamaların ve yaklaşımların egemen olması yatmaktadır. Birleştirilmiş eğitim yok edilmiş durumdadır. Oysa ne demişti Atatürk? “Farklı mektepler, farklı insanlar yetiştirir.” Bunun için eğitim birleştirilmiş ve“Kuvvetli cumhuriyetçi, milliyetçi ve laik vatandaşlar yetiştirmek eğitimin her derecesi için mecburi özen noktasıdır’’ ilkesi eğitimin temeli haline getirilmişti. Bugünlerde Türkiye yine o eğitimcileri arıyor. Bu ***fassal kesimin zehrinden kurtulmak ve bu karanlıktan çıkmak için Türkiye tıpkı onlar gibi aydın insanlara ihtiyaç duyuyor. İsmail Hakkı Tonguç’un mimarlarından olduğu aydınlanma devriminin eğitim anlayışının ve kurumlarının ülke koşullarına ne denli uygun ve yararlı olduğu her geçen gün daha iyi anlaşılıyor. Bilimsel
ve laik eğitim sistemini yeniden inşa etmek her geçen gün daha da kaçınılmaz hale geliyor. Bu proje, İsmail Hakkı Tonguç’un gerçekleştirdiği ütopyasıydı. İsmail Hakkı Tonguç korkmadan, tembellik etmeden, başı dik bir şekilde “bir insan nasıl yetişir?” sorusunun cevabı için yıllarca emek verdi. Gerek eğitim hayatında gerekse “ütopyası” konusunda yoluna taş koymak isteyenler olsa da, O bilimsel ve çağdaş bilginin ışığına inandı ve köylü halkı da bu ışıkla aydınlattı. Fakat Köy Enstitüleri 1954 yılında Demokrat Parti tarafından kapatıldı. İsmail Hakkı Tonguç hayatının geri kalanını Avrupa’daki eğitim sistemini incelemekle geçirdi. 27 Mayıs Devrimi’nden sonra hazırlanan yeni anayasa için eğitimle ilgili taslaklar hazırladı. 24 Haziran 1960 yılında Ankara’da vefat etti. Tonguç çağdaş, demokratik ve laik fikirleriyle hala bizlere ışık tutmakta. KAYNAKÇA http://www.serenti.org/egitime-adanmis-bir-yasam-ismail-hakki-tonguc/ * Büyükler, devlet büyükleri, ileri gelenler ** Söylenen sözü anlamadan kafa sallayarak onaylamak anlamında *** İftira atan, gerçek olmayan isnatlarda bulunan
11
ŞİİR İLHAN BERK / 22 TEMMUZ 1950 İlhan Berk köprüye geldiği vakit Ortalık henüz ağarıyordu Bir kuş delicesine uçuyordu Bir kadın durmuş ona bakıyordu Otelde dört kişi horul horul uyuyorlardı Dünyada herkes uyuyordu Dünyada yağmur yağıyordu Dünyada üç kişi ayaktaydı 22 Temmuz 1950 Cumartesi günüydü Sabahleyin saat beşe doğruydu Biri İstanbul’u görmeye çıkmış belliydi Göğsü bağrı açık elinde kağıt kalem vardı İğne atsan yere düşmeyen İstanbul’da Kimseler yoktu Çıkıp gitmişlerdi o kadar insan Sanki dünyadan. Eminönü’yle Karaköy arası dünyada Tam bir sis altındaydı Gidip uzaklara doğru baktım Bitkiler görülecek şeydi yeryüzünde. Hava balık ve rakı kokuyordu İstanbul’da Bir kış günüydü kendimde değildim Uzakta bir pencere duruyordu Ben pencereye bakıp ağlamıştım Saat beşte ilk defa gelmiş gibiydim dünyaya Kadın hatıralarıyla ağlıyordu Yeni bir dünyada sarhoş uçuyordu Kuş Üsküdar’da
12
Kadının kral sofrası gibi bir gençliği vardı Kadın gençliğine sımsıkı bağlıydı Gençliğinde beyaz manolyalar hatırlıyordu Bir araba her zaman kapıda dururdu Kuş hayretle Sirkeci Garına baktı Kuşun hatırlayacak hiçbir şeyi yoktu Her şeyi yeni görüyordu Her şey güzeldi Dünya dümdüzdü Kim çalışıyor kim çalışmıyor belliydi Bu defa daha açık görülüyordu Yatanın yürüyene borcu vardı Kuş daha iyi bir dünyadaydı Yaşıyordu ve seviyordu Dünyada bir ölecek kadar vakti olanlar vardı Adımı gelecek günlere yazıyorum Meserret Otelindeki dört kişi Çalışan insanların sesleriyle uyandı İnsanlar çalışıyordu İnsanlar çalışırken görülecek şeydi Dünya pırıl pırıldı Dünyanın hiç kabahatı yoktu Her zamankinden daha iyi görülüyordu Kim haklı kim haksızdı Dünyada kadınlar erkekler çocuklar vardı Dünyada ağlayan gülen insanlar vardı Dünyada bir İstanbul vardı ki Safi rakı kokardı Sabahın içinden bir pencere açıldı Gökyüzü bir kat daha güzelleşti Şimdi dünyanın en güzel bir göğü altındaydılar Kadın, kuş, İlhan Berk
13
DÜŞÜNCE Nurdan Cansel GÜRER - Endüstri Mühendisliği HAYATIMIZDAKİ METAFİZİK METAFİZİK NEDİR? Metafizik kelimesi ilk olarak İsa’dan önce birinci yüzyılda, Rodoslu Andronikos tarafından ortaya atılmıştır. Andronikos, büyük yunan filozofu Aristoteles’in eserlerini bir araya getirdiği zaman, fizikle ilgili bölümden sonraya gelen esere Metafizik yani fizik ötesi adını vermiştir. Daha sonraları Aristoteles’in bu eserinde incelediği konular, metafiziğin konuları olarak kabul edilmiştir. Metafizik, Aristoteles’in ilk bilgi sistemi adını verdiği, doğa ötesi ya da gerçeküstü (fizikötesi) konuları bir bütün olarak inceleyen bir bilgi sistemidir. İşte bu anlam onu düşüncecilik ve ruhçulukla kaynaştırmış ve gerici bir dünya görüşü olarak oluşturmuştur. Fizik, bilinen ve anlaşılabilen şeyleri açıklarken, metafizik, fiziğin açıklama yapamadığı noktalarda devreye girer. Çağımızın metafizik anlayışı ise evrende bilim tarafından çözülemeyen bilinemezcilik anlayışlarını açıklamaya ve çözmeye çalışır.
METAFİZİK VE DİYALEKTİK YÖNTEM Toplumsal yaşam sürekli hareket ve gelişme halindedir. Yaşama, değişmez ve durağan bir şey gözü ile bakılmamalıdır. Yaşam hiç bir zaman bir düzeyde kalmaz, sonsuz bir hareket, sonsuz bir yıkılış ve yaratılış süreci içindedir. Bu nedenle, yaşam her zaman eski ve yeniyi, büyüyen ve öleni içermektedir. Buna diyalektik yöntem denir. Diyalektik sözü, doğrudan doğruya Yunancadan gelir: dialegein-tartışmak; karşıt fikirlerin savaşımını ifade eder1 . Diyalektik yöntemi ilk kez, dahice ifade edecek olan, büyük Alman filozofu Hegel’dir. Hegel diyalektikte bir tek bilimsel yöntemi tanıdı. Diyalektik yöntem bize, yaşama, gerçekte olduğu gibi bakmamız gerektiğini anlatır. Diyalektik yöntemin aksine metafizik yöntem bilimsellikten uzaktır. Bu yüzdendir ki, diyalektik, her noktada metafiziğe karşıdır. Metafizik yönteme göre; gerçek bilgiye ulaşmanın yolu, düşünmektir. Mutlak gerçeklik düşünmektir. Akıl ve sezgiyle sağlanan bilgiyi araştıran, inceleyen, tanrısal öz üzerine düşünen bir felse-
14
fedir. Metafizik yönteme göre; karşıtlar bir arada bulunamazlar. Bir şey ya öyledir, ya da böyledir. Aynı zamanda hem öyle, hem de böyle olamaz. Mesela bir metafizikçiye göre bir şey ya iyidir ya da kötüdür. Metafizik yönteme göre; değişim de yoktur. Doğa nasıl yaratıldıysa öyle giden bir durağanlık içindedir. Daha iyi anlayabilmek için bir örnek verelim. Bir ev satın aldık. Belli bir süre geçtikten sonra duvardaki boyaların eski rengini kaybetmeye başladığını, evin koltukların yıprandığını ya da kapıların eski sağlamlığını yitirdiğini farketmeksizin evi hiç değişmemiş , aynısı olarak kabul ediyoruz. Buna metafizik yöntem denir. Metafizik ekonomiden, siyasete, eğitimden kültüre her şeyi sistemden kopararak ele alır. Oysa , doğadaki hiç bir olgu içinde bulunduğu çevre koşullarından bağımsız ele alınarak açıklanamaz. Ayrıca
15
metafizikçi, hayalinde sonsuz, yani değişmez insan canlandırır. Peki niçin? Çünkü metafizik insanı, ortamından yani toplumdan ayrı olarak ele alır. Bir yanda insan , öte yanda toplum var düşüncesi ana felsefesidir diyebiliriz “Eski bir Yunan efsanesi, Procrust adlı bir haydudun kötülüklerini anlatır: Bu haydut kurbanlarını bir yatağa yatırırmış. Eğer kurbanı yatağa sığmayacak kadar büyükse, haydut, onun bacaklarını yatağın boyuna göre keser; eğer kurbanın boyu yataktan küçükse, ayaklarını gererek uzatırmış… İşte metafizik de gerçekleri böyle baskı altında tutar. Ama gerçekler inatçıdırlar2.” GÜNÜMÜZDE METAFİZİK “Filozof Fontanelle, bahçıvanın sonsuzluğuna inanan bir gülün öyküsünü an-
latır. Gül bahçıvanın sonsuzluğuna neden inanır? Çünkü gül, bahçede, hiçbir zaman başka bahçıvan görmemiştir. Metafizikçi de böyle düşünür: değişmeyi yadsır.”3 Oysa ki bahçıvan ölümlüdür, güller de öyle. Metafizikçiler, güllerin değişimin yavaş olduğunu görüp bu durağanlığı mutlak sayarlar. İnsan evladı doğası gereği ‘maddenin karşılık bulamadığı sorgu alanlarında’ kendince akıl yürütmeye çalışır. Bilimsel olmayanı dillendirme gayretine girer. Matematiğe indirgenmemiş veya matematiksel olarak ifade edilemeyen her türlü şeyi kapsar metafizik. Bir durumun metafiziksel olmaktan çıkması için o durum, ya deneylerle doğrulanmalı, ya da matematiksel olarak ispatlanmalıdır. İnsanın gerçeği görmesini engelleyen bir kara deliktir metafizik. Evrenin bir duvar saati gibi belli bir düzlemde dönüp durduğunu düşünür. Maddenin kendi içindeki hareketini ya da başka madde ve kavramlarla olan ilişkisini tartışmaz. Ben bir metafizikçiyi; karanlık bir odada, orada olmayan siyah bir çantayı arayan bir adama benzetiyorum. Kendini orada siyah bir çanta olduğuna inandırmıştır. Bu beynin ya da zihnin kendi kendini kandırmasıdır. Toplum mu insanı yarattı, yoksa insan mı toplumu sorusu metafizik mantığıyla birebir örtüşmektedir. Oysa , ne toplumu insandan ayırabiliriz, ne de insanı toplumdan. Karşılıklı etki-tepki mevcuttur. Bundan önce de belirttiğimiz gibi metafizik fizikötesi-doğaötesi olayları inceleyen bir bilgi sistemiydi. Son yüzyılda metafizik boyut gelişerek, pozitif bilimcileri, ilahiyatçıları ve en önemlisi halkı etkilemektedir. İlahiyatçıların değişimi ile, gün
geçtikçe belli başlı hurafelerle halk, metafiziğin kurbanı olmaktadır. Ülkemizdeki özel veya devlet üniversiteleri bu konuda çok geri kalmıştır. Başta üniversitelerimizde metafizik konularında akademik kürsülerin oluşturulması gerekmektedir. Kısaca metafiziği özetleyecek olursak , doğaüstü konuları ele alan bunları akıl yoluyla açıklamaya çalışan evren ve insanla ilgili çürütülmesi ve ispatlanması mümkün olmayan yorumlar getiren felsefe alanıdır. Metafizikçi, şeyleri kesin (değişmez) olarak tanımladığı için (şeyler ne iseler öyle kalacaklardır!) , ve birbirlerinden özenle ayırdığı için, onları, tamamen uzlaşmaz olarak birbirinin karşısına koyar. İki karşıtın aynı zamanda olamayacağını düşünür. Aynı zamanda metafizik toplumsal olguları birbirinden ayırır, soyutlaştırır. KAYNAKÇA 1- “Felsefenin Temel İlkeleri/ George Politzer, Sol Yayınları” 2- “Aynı Eser” 3- “ Aynı Eser”
16
SİYASİ GÜNDEM
Ali SARIKAYA - Makine Mühendisliği İNGİLTERE’NİN BREXİT’İ Avrupa Birliği’nin Tarihsel Gelişimi Avrupa Birliği’nin tarihi başlangıç noktasının genelde, İkinci Dünya Savaşını izleyen yıllar olduğu kabul edilir. Bu yıllar bir daha aynı acıların yaşanmaması için Avrupa’da bir birlik yaratılması gerektiği fikrinin kıta uluslarında ve yöneticilerinde uyandığı dönemdir. İkinci Dünya Savaşı’ndan yıkık ve tükenmiş çıkan Avrupa’nın yeni bir politik ve ekonomik model arayışı içine girdiği görülmektedir.
lerden birleşmesi olduğuna inandı. Böylece 1950 yılında, Fransız dışişleri bakanı Robert Schuman tarafından Batı Avrupa ülkelerinin kömür ve demir sanayilerinin bütünleşmesi planlandı. Sonuç olarak 1951 yılında Avrupa Kömür Çelik Topluluğu (AKÇT) Belçika, Batı Almanya, Lüksemburg, Fransa, İtalya ve Hollanda’dan oluşan 6 üye ile kuruldu. Bu ülkelerdeki kömür ve çelik sanayii ile ilgili alınan kararlar, bağımsız ve devletler üstü bir kuruma (Yüksek Otorite) devredildi. Söz konusu kurumun ilk başkanı Jean Monnet idi.
Üç Topluluktan Avrupa Birliği’ne Avrupa Birliği fikrini doğuran temel olay . 1967 yılında, AKÇT, AAET ve AET’nin nedir? kurumları birleştirildi. Bundan sonra, Avrupa Marshall yardımı adı altında Avrupa’ya Parlamentosu’nun yanı sıra, tek bir komisyon akan ABD sermayesinin kendilerini giderek ve tek bir bakanlar konseyi vardı. ABD’ye bağımlı kılacağını gören ufak ve güç- Başlangıçta, Avrupa Parlamentosu’ndaki üyesüz Batı Avrupa ülkeleri, Avrupa menşeli yeni ler ulusal parlamentolardan seçiliyordu. 1979 bir sermaye piyasası oluşturmak istemişleryılında, doğrudan ilk seçimler gerçekleştirildi. dir. Bu amaçlarına bireysel olarak ulaşmaları Bu çerçevede, üye ülkelerin vatandaşlarına mümkün olmadığından, bu ülkelerin ekonokendi isteklerine yönelik bir seçim yapma mik potansiyellerinin bir araya getirilmesi ve imkanı tanındı. Bu tarihten itibaren, doğrudan böylece güçlü bir Avrupa Pazarı oluşturulması seçimler 5 yılda bir gerçekleştirilmeye başlanplanlanmıştır. Bütünleşmenin pazar genişleme- dı. sine, bunun da sermaye ve teknolojinin hızlı Maastricht Antlaşması (1992) üye ülke hügelişimine yol açacağı düşünülmüştür. kümetleri arasında yeni işbirliği imkanlarının başlangıcı oldu. Buna örnek olarak, savunma, Başlangıç : Savaş ve Barış adalet ve içişleri konuları verilebilir. Var olan Avrupa yüzyıllarca, sık sık yaşanan kanlı saTopluluk sistemine hükümetler arası işbirliği vaşlara sahne oldu. 1870-1945 yılları arasında mekanizması da eklenmesi yoluyla, MaastriFransa ve Almanya üç kez savaştılar. Birçok cht Antlaşması Avrupa Birliği’ni (AB) ortaya insan yaşamını kaybetti. Bazı Avrupa ülkeleçıkardı. rinin liderleri, barışın sürdürülebilmesinin tek yolunun, ülkelerinin ekonomik ve siyasi yönİngiltere ve ABD İlişkileri
17
İngiltere ve ABD arasındaki ilişkiler incelenirken iki ülke çoğu zaman birbirlerinin doğal müttefiki olarak değerlendirilse de tarafların Süveyş krizi, Küba krizi, Vietnam savaşı gibi sorunlu dönemlerde önemli güçlükler yaşadığını belirtmek gerekir. Oldukça dinamik bir yapıya sahip ilişki, politikacıların ve elitlerin kişilikleri, dünya görüşleri ve ideolojileri gibi pek çok farklı faktör tarafından etkilenmektedir. Literatürdeki pek çok çalışma, ABD ile işbirliği yapmanın İngiliz dış politikasının vazgeçilmezi olduğunu belirtmekte ve ilişkinin daha çok İngiltere tarafından arzulanan bir yapı olduğunu öne sürmektedir. Ancak ABD, dış politikasını etkin biçimde uygulayabilmek için İngiltere gibi bir partnere ihtiyaç duymaktadır. İkilinin savunma, istihbarat ve nükleer güç gibi alanlarda sahip oldukları derin işbirliği bu ihtiyacın somut biçimi olarak karşımıza çıkar. Bununla birlikte ABD’nin, İngiltere’nin işbirliğine ihtiyaç duyduğu önemli alanlardan birisi Avrupa Birliği(AB) ile ilişkileridir. ABD, AB’yi kendi kontrolü altında tutmak, AB politikalarını etkileyebilmek ve birliğe yeni katılan üyeleri kontrol edebilmek açısından İngiltere ile ilişkilerine oldukça önem vermektedir. İngiltere ve AB Bütünleşmesi İngiltere söz konusu olduğunda William Wallace’ın tanımlaması ile “Shakespeare kadar eski olan Anglo-Sakson kimliği” kıta Avrupası’ndan ayrılmaktadır. Taç, papadan, Roma’dan ve 1066’dan beri Avrupa kıtasın-
dan bağımsızlığı temsil etmektedir. İç egemenlik ise 700 yıllık geleneksel parlamento sistemine dayanmaktadır 23. Böyle bir tabloda Avrupa’nın İngiliz kimliğini tehdit eden unsur olarak kabul edilmesi kaçınılmazdır. Ancak sosyal inşacılık, rasyonalist teori temelli bu değerlendirmelerin modası geçmiş olduğunu belirtir ve üye ülkelerin sosyalleşme süreci içerisinde Avrupa kimliği ile bütünleşeceklerini belirtir. İngiltere, ABD ile özel ilişkisi ile özdeşleştiği ve Anglo Sakson kimliğini muhafaza etme konusunda diğer üyelerden daha muhafazakar bir duruş sergilediği için Birlik içerisinde Avrupalılaşma konusunda ismi en az zikredilen üye durumundadır. İngiliz halkı Brüksel’in boyunduruğu altında yaşamaktan bıkmış durumda. Bitmek bilmeyen sözleşmelerle ulusal egemenliğin AB’ye devredilmesi, halkın büyük bir kısmını “inceldiği yerden kopsun” noktasına getirdi. Brexit’i Doğuran Faktörler Brexit kavramı “Britain” (Britanya) ve “exit” (çıkış) sözcüklerinin birleşiminden oluşuyor. Kısaca Brexit, İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden ayrılmasını ifade ediyor. 1973 yılında AB üyeliğine referandum ile giren İngiltere, iktidardaki Muhafazakâr Parti’nin seçimlerde 2017’nin sonuna kadar İngiltere’nin AB üyeliği kaderini çizecek bir referandumu vaat etmesi bugün Brexit’i gündeme getirdi. İngiliz halkının Brexit’i sahiplenmesi
18
ise İngiltere’nin cari açığının fazla olması, göçmen sorunları, büyüme problemleri gibi ekonomik ve siyasi sorunlar İngiltere’yi Avrupa Birliği’nden çıkmasındaki ABD boyunduruğu altında yaşamak istememesinden sonraki en büyük nedenler olarak göze çarpmaktadır. Avrupa Birliği Esaret Zincirinden Kurtuluyor İngiltere’nin ayrılmasını AB’nin dağılması sürecinde bir başlangıç olarak yorumlayanlar olsa da AB, hayali bir girişime değil, gerçeklere dayanmaktadır. Beş yüzyıl uygarlığa öncülük yapmış olan Avrupa’nın , ABD’den bağımsız yaşama iradesinin güçlü bir temeli var. İngiltere’nin AB’den ayrılması ile, Avrupa Birliği içerisindeki temsilcisini kaybeden ABD açısından alarm zilleri çalmaya başlamıştır. Bir yandan AB ülkelerini Rusya karşıtı cephe içerisine çekme hayalleri tutmayan, bir yandan küreselleşme ile sınır kavramını ortadan kaldırma hayalleri mahvolan, diğer yandan ise güç kutuplarının doğuya kaymasını engelleyememekle beraber, Avrupa ve Asya ülkelerinin yakınlaşması bakımından kazanan Avrupa’dır ve kaybeden de ABD’dir. ABD Bu Yenilgiyi Kolay Kolay İçine Sindiremeyecek İngiltere’nin ayrılmasıyla yenilgiyi kolay kolay sindiremeyecek olan , ABD adına ilk açıklamalardan birisini ABD’li milyarder George Soros yaptı. Soros, İngiltere’nin AB’den ayrılma kararının 28 üyeliği birliğin dağılma sürecini başlattığını ve buradan dönüşün olmadığını söyledi. Soros, finans piyasalarında İngiliz sterlinine karşı pozisyon alarak yüksek paralar kazanmasıyla biliniyor. Soros, İngiltere’nin ‘Brexit’ oylamasında AB’den çıkma kararı ile her geçen gün derinleşen mülteci krizinin hem İngiltere hem de
dünya ekonomisi için felaket senaryosu yarattığına işaret etti. Milyarder yatırımcı, “Avrupa için senaryolar daha da kötüleşebilir. Şu anda üye ülkeler arasında artan tansiyon her ülke için ayrılma fikrinin tartışılmasını gündeme getirdi” diye devam etti. Bu açıklamalar açık bir şekilde ABD olmadan AB bir kalkınma yaşayamaz anlamına gelse de ,bütün cephelerde kaybeden ABD ve emperyalizmi çöküştedir ve dünyanın kaderini belirleyen artık ezilen ve mazlum devrimci halklardır. Güç Kutupları Doğu’ya Kayıyor Dünya yeni bir döneme giriyor. ABD, her alanda iniştedir. Asya’da yeni bir uygarlık yükseliyor. “Eski Kıta” dediğimiz Asya+Avrupa ya da Avrasya’da ekonomiler ve siyasetler yakınlaşıyor. Almanya, enerjide Rusya ile çok sıkı bağlar kurmuş bulunuyor. Merkel’in son gezisinde Çin hayranlığını vurgulaması, kişisel bir açıklamanın ötesinde anlamlar taşıyor. Türkiye, Rusya ve Almanya’ya Çin ve İran’ı da eklediğiniz zaman, yeni dünyanın ipuçlarını görmek çokta zor olmuyor. Kısa vadede kaybedenin İngiltere gibi görünmesine karşın, Doğu ile ilişkilerini bir düzene bindirmesi durumunda her kulvarda kazanan doğu ve doğu ile işbirliği içerisinde emperyalizme direnen ülkelerin olacaktır. KAYNAKLAR http://www.cnnturk.com/ekonomi/dunya/sorostan-felaket-senaryosu http://www.aljazeera.com.tr/gorus/ brexit-ab-bu-uyariyi-dikkate-alacak-mi http://www.ulusalkanal.com.tr/gundem/ dogu-perincek-turkiye-bati-asya-ve-avrasya-da-konumlanmali-h109020.html
19
ÜNİVERSİTE Nagehan ERDAL - Gıda Mühendisliği ÜNIVERSITENIN DISTOPYALARI
nı hesap nasılsa,bari kolay mezun olurduk” diyor Zaten ekstra bir materyal sağlanmıyor, her istediğimiz ders açılmıyor. O halde mühenİlk sayımızdan tüm arkadaşlarımıza kocaman dislik ile diğer fakültelerin arasındaki bu üç selamlar ! katlık ark niye? Umarım bu durumun tatmin Bizler artık belli aralıklarla bu köşeden sizinle edici açıklamasını yapacak birileri vardır. Çok iletişime geçerek içinde bulunduğumuz duyduğumuz bir diğer sorun da şu ki: Parlayan durumları, üniversiteye dair yaşadığımız sıkın- yıldızın kütüphanesinin ışığı da çoğu tıları,açıkça dile getiremeöğrenciye uzaktan diğimiz ya da tek parlıyor malesef. başına mücadele etmenin Mevcut yersiz olduğunu düşünöğrenci sayısını da düğümüz fikirleri duyurgöz önüne alırsak mak için burada Gaziantep Üniverberaber olacağız. Hepisitesinde tam anlamiz birer kıymetli birey mıyla bir kütüphaolarak fikir beyan etme nenin varlığından özgürlüğünün en temel söz edilemez. haklarımızdan olduğunu Çünkü zaten bilmeliyiz. Düşündüğünü dönem içinde mesöylemenin bazen bir suç sai saatlerinin ders olarak saatleri ile çakışıgörüldüğü günümüz şartyor olması ,artan larında bu köşenin sizler zamanda ise için bir vaha olmasını diliyoruz. yararlanmak isteyenlerin gitmeye fırsat bulsa Hazır rektörlükte değişim varken üniversitede bile yer sıkıntısı yaşadığı gerçeğini gördüğümüz noksanlıkları dile getirmeye söylemeden geçemeyeceğim. Donanımı ya da başlayalım. kaynak içeriğine lafımız yok elbette.Ama İşte o hepimizin bildiği hayal kırıklıkları: öğrencinin evi uzaksa yahut yurtta kalıyor da İlk sırada olması gerektiğini düşündüğümüz özenle hazırlanmış çalışma mekanı şey ise yaz okulu döneminden biri olarak şunu bulamıyorsa üniversite buna seve seve imkan söylemeliyim ki mühendislik fakültesi başta hazırlamalıdır. Vallahi arkadaşlar ne yalan olmak üzere yaz okulunun uyguladığı fiyatlar. söyleyeyim dört senedir beş kere gitmişimdir Hele ki ikinci öğretimdeki arkadaşların döherhalde. İkisinde oturma şansım olmuştur. nemde ödediği harçlarla birlikte iki kat kabus Üçünde de beklemekten uykum gelmiştir. Aryaşattıran o hayran olunası ücretler.Adamlar kadaşlar, yeri kapılacak diye korkudan “Bilseydik gider yarı burslu falan okurduk,ay- eşyalarını bırakıp gidiyor insaf yani :) Hızımızı
20
aldık sanırım ne dersiniz? İçinizi karartmadan sizi efkarlandırmadan sesiniz olalım istedik veeee sorduk soruşturduk yani. Hepimiz neler çektik buraya gelirken . Şimdi doğru konuşalım en çalışkanından ,konsantre performanslı öğrencisine kadar dershane,okul, özel ders falanı filanı derken kendimizi duble streslerle burada bulduk. Hoş, streste doktora yaptıran bir yereyiz. Ya hu biz niye o kadar uğraştık cidden? Yabancı uyruklu arkadaşların şahsına bir şey demiyoruz şimdi yanlış anlaşılmasın ama sınavsız selamsız üniversite okumak da nedir arkadaş? Yapıyorsun bir güzellik,hepimize yap , yok “Ben seçilmem seçerim ,zoru severim” diyorsan onları da sınavla al. Zaten vatandaşlık falan da kapıda. Bir akıl zaten almıyor bir akıl da onlara tanınan hakların “Azıcık ucundan bari yaaa “ dedirtiyor. Bu üveylik neden? Yanlış miyim ? Yoo tabi ki değilim. İlim kendini bilmektir tamam da biz artık kendimizi kaybetmişiz. Bahar şenliği dışında da bir şey görmedik . Sözde kulüplerimiz var topluluklarımız var ama işlevde tasarruf yapıyor mübarekler. Birkaç tanesi hariç öbürleri sadece isimle varlar . Yani herhalde varlar. Kültür müdürlüğü bizi yormak mi istemiyor yoksa sanatın yan etkileri mi var anlamadık. Şahsen dans topluluğundayım istediğim zaman salonu kullanamıyorum. Hobilerimizin vaktine ,süresine sınır koymak da neyin nesi şimdi? Reklam yapmak için içeriği barındırmak lazım işte. Ambalaj sadece paketi açana kadar göz dolduruyor. Bilin istedim. Başka ne vardı diye düşünesim geldi ama duraksamaya fırsatım olmadı. Sorundan bol ne var sanki. Belki birileri dikkate alır diye soyluyorum. Lafımız yine sevgili tıp fakültesi arkadaşlarımıza değil tabi. Lakin, her yerde güzel binalarını
görmek bizi kıskandırıyor . Tamam bir öğrencisi değilim ama o makine mühendisliği binası ağlıyor resmen . Hem de üniversitenin ilk göz ağrısı yani. Pabucu dama atılmış gibi. İçler açısı. Sen bilim adamı yetiştir, bir o kadar zorla ama bulundukları yeri görme . Zaten iş hayatında çok da temiz,düzenli, ferah veya sakin ortamlarda olmayacak bu arkadaşlarımız bari misafirken rahat etsinler. Nezaketen bir şeyler yapılsın en azından. Zor olmasa gerek. Tamam öğrenciyi işliyorsun,şeklini veriyorsun bir de bu adamlar sorun yaşadığında danıştıkları öğrenci işleri diye birim var. Öyle zamanlar geliyor ki orada bulunan bazı çalışanların ,başkasının yerine emaneten baktıklarını düşünüyorum. Sorarsın “Öyle olmaz”der ve gönderir. Nasıl olur dersin sanki hakaret etmişsin gibi ya da artık bardağı taşırmışsın gibi bir umursamazlıkla ,bıkkınlıkla da olsa cevap vermeye tenezzül ederler sonunda.Müteşekkiriz. Eveeeet,daha ilk sayıdan çok dertlenmeyelim ve burada virgülü koyalım canlar. Bu başlangıç olsun ve bizimle gerek sosyal medya sayfamızdan gerek mail yoluyla iletişime geçebilir, söylemek istediklerinizi yazabilirsiniz. Kampüs içinde bir araya gelebilir ve çözüme gidecek her mübah yolu denemeye çalışabiliriz :) gelecek bizim arkadaşlar! Kimse bu durumları kendi lehine çevirme ve bu çarkı kendi isteklerine göre döndürme lüksüne sahip değil. Umuyorum yakın zamanda bu köşede daha güzel şeyleri konuşuyor olur ve sorunlara virgül koymak zorunda kalmayız. Noktalı günler :)
21
GÜNCEL BİLİM Deniz BAYRAKTAR - Zirve Üniversitesi - Hemşirelik RUSYA UZAYDA MARULDAN SONRA BİBER YETİŞTİRMEYİ PLANLIYOR Rusya Bilimler Akademisi Tıbbi ve Biyolojik Sorunlar Enstitüsü’nden bir sözcü, Rusya’nın yıl sonuna kadar Uluslar Arası Uzay İstasyonu’nde (UUİ) biber yetiştirmek istediğini söyledi. Kaynak, UUİ’ye çeşitli ekipmanların yanı sıra biber tohumlarının götürülmesinin istendiği ve deneyin 120 gün süreceğini ifade etti. Kaynak 2017nin ortalarına doğru ilk mahsülün alınmasının beklendiğini ve biberler tüm gelişim evrelerini tamamlarsa, elde edilen ürünler astronotlar eşliğinde Dünya’ya getirileceğini, daha sonra Enstitü’den uzmanların biberleri inceleyeceğini ifade etti.(1) OZON TABAKASINDAKİ DELİK KAPANIYOR MU? Bilim insanları Ozon tabakasında Antartika üzerinde yaşanan incelmenin azalmaya başladığına dair ilk net kanıtlara ulaştıklarının açıkladı. Eylül 2015’te yapılan ölçümlerde, ozon tabakasındaki deliğin 2000’dekine kıyasla 4 milyon kilometrekare küçüldüğünü gözlemledi. Delikteki daralmanın en azından yarısının, ozona zararlı kimyasalların kullanımının aşamalı olarak azaltılması sayesinde olduğu düşünülüyor.(2)
5.000 YIL ÖNCE İŞÇİLERE BİRAYLA MI ÖDEME YAPILIYORDU? Yaklaşık 5.00 yıllık bir tabletteki çivi yazısına gore, Mezopotamya’daki işçiler emeklerinin karşılığını günlük bira tayınları ile alıyordu.M.Ö. 3300 yılına tarihlenen tablet, Sümer şehri Uruk’ta bulundu ve yazının bilinen en eski örneklerinden.New Scientist’te Alison George’un belirttiğine gore dünyanın bilinen en eski maaş çeki olan tablette , işçilerin maaş olarak günlük bira paylarını tercih ettiklerini anlatıyor . bu bira da işverenler tarafından dağıtılıyordu.(3)
22
Homo Naledi 912 Bin Yaşında Çıktı Bayes filogenetik yöntemleriyle yapılan analizler, istatistiksel tarihlemeye başvurarak, yakın zamanda Güney Afrika’da keşfedilen insan türü Homo naledi’nin 912 bi yıllık olduğunu gösterdi.Yeni yayınlanan çalışmadaki araştırmacılar, Homo naledi’nin hominin evri ağacındaki yeri ve yaşını öğrenmeyi amaçlıyor. Araştırmacılar bu yeni türün, daha ilkel primatlar ile insanlar arasında bir köprü olarak görülebileceğini söylüyor.(4)
Tümörlü Dokuyu Ayırt Edebilen Neşter Geliştirildi Bilim adamı David Oliva Uribe, beyi cerrahları için sağlıklı beyin dokusunu, tümörlü beyin dokusundan ayırma yeteneğine sahip akıllı neşter geliştirdi.Ucunda küçük bir küre bulunan bu aşetin içinde sensörler var. Cerrah, aletin ucundaki küreyi dokunun yüzeyinde gezdirdiğinde; sensörler, yarım saniye içerisinde hangi doku türü olduğunu algılayabiliyor.Ardından, görsel ya da işitsel bir işaret vererek cerrahlara hangi tür daku olduğunu bildiriyor.(5)
Cerrahi İşlem Gerekliliğini Önlüyor Bu Robot Bilim insanları domuz bağırsağından, küçük, yutulabilir bir robot ürettiler.Bu robot ameliyata gerek kalmmadan yuttuğunuz nesneleri çıkarabiliyor.Robot, mıknatısın etrafına kuru et sarılarak oluşturuldu. Vücudun dışından mıknatısla yönlendirilebildiğinden, herhangi bir yere bağlanmaya ya da bir güç kaynağına ihtiyaç duymuyor. Bir buz kapsülü olarak yutuluyor ve üzerindeki et eridikçe robot ortaya çıkıyor.(6) Kaynakçalar 1. http://m.ensonhaber.com/rusya-uzayda-biber-yetistirecek-2016-06-30.html 2. http://www.cnnturk.com/bilim-teknoloji/ ozon-tabakasindaki-delik-kapanmaya-basladi 3.
arkeofili.com/?p=15127
4.
arkeofili.com/?p=15217
5. ter/
popsci.com.tr/tumoru-ayirt-edebilen-akilli-nes-
6. popsci.com.tr/robot-yanlislikla-yuttuğunuz-seyleri-cikartiyor
23
1 FİLM
1KİTAP
Halk söylencelerine, efsanelere duyduğu hayranlıkla Köroğlu, Karacaoğlun ve Alageyik efsanelerini kendine has tarzıyla kaleme alan Yaşar Kemal, anlatım gücünü besleyen bereketli topraklara olan vefa borcunu da Üç Anadolu Efsanesi ile öder. “kilometrelerce yürüyüp, dağ bayır koşup ne kurtarırsa kârdır kuralınca önce ağıtları, sonra da türküleri, koşmaları, destanları, Çukurova’nın tüm uyaklı uyaksız söz çeşitlerini, tekerlemelerini, küfürlerini avlıyordu. Folklor derlemesi filan değildi, bu iş hayat memat işiydi, özbeöz malını kurtarıyordu. Çukurova’nın, sorumluydu kurda kuşa karşı, şaka değil.”
2001 yılında The Boston Globe gazetesi, Marty Baron’ı (Liev Schreiber) editör olarak işe alır. Baron bir gün gazetede pedofil bir rahiple ilgili bir haber görür. Bunun üzerine gazetenin araştırmacı haber ekibi Spotlight’ın başındaki Robby Robinson’ı (Mihcael Keaton), bölgedeki kiliselerde uzun süredir devam eden çocuk tacizi iddialarıyla ilgili araştırma yapmaya yönlendirir. Spotlight’ın usta gazetecileri, soruşturma derinleşip daha fazla bilgiye sahip oldukça, konunun sadece Katolik Kilisesi’nin üst düzey yetkililerine değil, devlet kurumlarının da önemli kişilerine uzanan bir ağ oluşturduğunu farkeder. Ancak hasıraltı edilen dosyaları gün yüzüne çıkarmadan önce büyük baskılara göğüs germeleri gerekecektir.