ÖLÜM MELODİSİ
Ocak 2015 Yazan: Alper Kaya Kapak Görseli: Tolga Özasil
© Tüm hakları, Alper Kaya’ya aittir. Reklam amaçlı dahi, izinsiz paylaşılamaz.
Alper Kaya kimdir? 6 Ocak 1990 doğumlu olan Alper Kaya, 7 yaşından bu yana kısa öyküler yazmaktadır. Yazdığı öyküler çeşitli edebiyat siteleri ve dergilerinde yayınlanan Kaya'nın 2011 yılında ilk romanı "08:00", 2014 yılında da ikinci romanı "Valiz" yayınlanmıştır. Gene aynı yıl, Komiser Tahsin Serisi’nin ilk romanı “Kaçak”, Kent Kitap bünyesinde okura ulaşmıştır. Aynı zamanda 2012 yılında çıkan “Tuhaf Alışkanlıklar Kitabı”nda ve 2014 yılında çıkan “Öyküden Çıktım Yola”da birer öyküyle yer almıştır. Romanlarından "08:00", Özyeğin Üniversitesi'nde ödev konusu olarak belirlenip incelenmiş, aynı zamanda bu romandaki tarzıyla Alfred Hitchock'a benzetilmiştir. Yazdığı kısa öykülerden ikisi kısa filme de çekilen Kaya'nın bir senaryosu da Dokuz Eylül Üniversitesi'nde tiyatro oyunu olarak sergilenmiştir. Yazarlığın yanı sıra ulusal basında gazetecilik de yapan Alper Kaya, 2010 yılında Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nden "Yılın Spor Köşe Yazısı Övgü Ödülü"ne layık görülerek Gazeteciler Cemiyeti'nden ödül alan en genç gazeteci olmuştur. Yazarın tüm çalışmaları www.alperkaya.org adresinde incelenebilir. Komiser Tahsin hakkında daha fazla içerik ve bilgi için ise www.komiser.tahsin.com adresi kullanılabilir.
1. Bölüm: “Şüphe” Kan gölcükleriyle “süslenmiş” odaya girdiğinde Komiser Tahsin bir süre duraksadı, midesi ağzına gelmişti. Yutkunup birkaç saniye kapalı tuttuğu gözlerini yuvalarında birkaç tur döndürüp tekrar açtı ve dikkatli adımlarla odanın ortasına doğru ilerledi. - İntihar mı? diye sordu odada tahlil yapmakla meşgul memura Adam başını salladı. Burnunu çekip tekrar odaya bakmaya başladı… Yatağın ortasında büzülmüş yatan birisi vardı. Burnunu biraz daha çekti, bugün tıkalıydı… Hava ne zaman değişkenlik içine girse, sinüsleri tıkanıyordu Komiser Tahsin’in… Gözlerini daha dikkatle gezdirmeye başladı. Bir türlü odaklanamıyordu olay yerine… Elindeki tabancaya bakılırsa intihar(?) aracı o olmalıydı. Kafasının sağ tarafında tilki kovuğundan hallice bir delik vardı… “İntihar için garip bir yöntem, kendini asmak varken…” diye düşünerek cesede yaklaştı Komiser Tahsin… Biraz inceledikten sonra kafasını kaldırıp memura döndü. Başsavcı gelene dek işini bitirmesini emretti. Bunun iki sebebi vardı: Başsavcının çok sinir bozucu bir adam olması ve komiserin otopsi işleminin bir an önce hallolmasını istemesi. Birkaç adım attıktan sonra geri döndü, başını kapıdan uzattı. - Kim bulmuş cesedi? diye sordu - Komşusu silah sesini duymuş, içeri girmeye çalışmış… Başaramayınca 112’yi aramış… Komiser Tahsin dalgınca başını sallayıp geri döndü. Arabasıyla teşkilata giderken aklında birkaç ihtimal belirlemişti. İntihar olmaması halinde iki seçenek vardı; ya komşu öldürmüştü ya da komşunun tanıdığı ve çok samimi olduğu birisi öldürmüştü… Ama olası bir katil, komşu ambulansa telefon ettiği sürede de daireden çıkıp kaçmış olabilirdi… Saçlarını eliyle karıştırıp müziğin sesini açtı. Eski bir şarkının yeniden söylenmiş haliydi… Sevdiği şarkıların, yeni nesil popçuların dilinde sakız olmasını sevmezdi Komiser Tahsin. Eliyle düğmeyi çevirip başka radyo kanalı aradı… Saçma sapan şarkılar yüzünden daha da gerilmiş bir halde büroya varmıştı. Arabadan inerken saatine baktı. Ortağı Necip çoktan büroya girmiş ve geçen davanın raporunu çıkarmıştır…
Nitekim içeri girdiğinde beklediği manzarayla karşılaştı. Masasının üstünde imzasını bekleyen bir rapor ve Fantastik Futbol Takımı için güncellemeler yapan bir Necip. Öksürdü, Necip usta işi bir hamleyle hemen bir diğer sekmeyi açtı: “Otopsi Teknikleri”. Gülümsemesini bastırarak masasına ilerledi. Uzmanlık sınavı için hazırlanan Necip için karışık hisler içindeydi. Öncelikle, çocuğu uzun süredir tanıyordu. Zeki, çevik ve disiplinliydi… Rapora şöyle bir göz attı, mavi kalemini cebinden çıkarıp imzasını atıp tekrar masaya bıraktı. Çocuğu yetiştirmişti adeta… Şimdi uzmanlık sınavına girip olursa başka büroya geçecekti… Başarılı olmasını istiyordu Komiser Tahsin, bir yandan onun kadar iyi bir yardımcı bulamayacağını da biliyordu… Ortaklaşa aldıkları kahve makinasına gitti, suyu ısıtma düğmesine basıp raftan bir kahve aldı. Farkında olmadan radyoda dinlediği şarkılardan birini mırıldanıyordu… Necip koltuğunda şöyle bir dönüp hayret içinde baktı dedektife. - Abi, sen o şarkıları dinler miydin ya! Komiser Tahsin bir süre duraksadıktan ve durumun farkına vardıktan sonra galiz bir küfür savurdu. - Radyonun yüzünden be Necip! diye açıklama getirdi sonra… - Abi, sabah olay yerine gittin mi? diyerek konuyu değiştirdi Necip - Gittim gittim… Kahve makinası “tık” etmişti. Suyu alıp bardağa boşalttı. Dolaptan Necip’in her sabah gelirken alıp koyduğu poğaçalardan kendi payına düşen iki tanesini alıp masaya geçti. Tam bir tanesini ısıracakken yüzüne bakan Necip’i gördü. Poğaçayı masaya bırakıp ellerini hafifçe birbirine sürterek silkeledi. Biraz yutkunup farklı yerlere baktıktan sonra öksürerek boğazını temizledi. - Ya komşu, ya intihar… diye homurdandı. Necip düşünceli bakmaya başlamıştı… Tekrar önüne dönüp merkezin bilgi arşivine girdi. - Ben komşuyu araştırayım o zaman. diye kısa bir açıklama yapıp arşivin içinde gezinmeye başladı Komiser Tahsin, baktığı olayları çok kısa sürede çözebilmesiyle ünlenmişti. Necip’in ısrarlı sorusunun sebebi buydu. Aklına gelen ilk seçenekler çoğunlukla doğru olurdu. Poğaçalar bittiğinde çağrı cihazında bir ışık yanmaya başlamıştı: Otopsi hazır olmalıydı.
Ayağa fırlayıp ceketini aldı, kahvesinden son yudumları alarak Necip’e araştırmasının sonuçlarını iletmesini isteyerek Dok’a doğru ilerlemeye başladı. Dok, otopsi memuruna taktıkları isimdi. Genelde hep aynı yerde oluyordu, işleri düştüğünde aramalarından şikayetçi olmayan ender memurlardandı. Gerçek adını bile çoğu kişi bilmezdi. Dok büronun demirbaşlarındandı, isimsiz kahramanlardandı. Odanın kapısını çalıp girdi içeri. Masada sabah gördüğü büzüşmüş ceset duruyordu. Biraz daha düzgünceydi. - Evet, nedir durum? diye söze girdi Komiser Tahsin - Büyük ihtimalle intihar. diye cevapladı Dok Elindeki neşterle silahın açtığı deliğin çevresini gösterdi. - Bak, çok düzgün. Tereddüt yok. Eğer bir katil varsa uykuda vurmuş diyebilirim. Hiç hareket etmemiş tetik çekilirken… Neşterin keskin olmayan tarafıyla kulakları işaret etti. - Ama ilginç olan şey bu işte… Komiser Tahsin başını salladı. - Dok, dikkatimi ilk çeken şey o oldu… Kulakları kesilmiş. Öldükten sonra mı, önce mi? Dok bir süre Komiser Tahsin’e baktı. Dudağını kemiriyordu. Derin bir nefes koyverip tekrar cesede baktı. - Tahsin, bana sorarsan önce kesmiş. Raporun çıkmasını bekleyebilirsin tabii ama daha önce kesildiğini düşünüyorum. İlginç olan şey de bu; gene benzeri bir şey söz konusu. Tereddüt yok. Hatta, tekleme bile yok gibi görünüyor. Tek harekette… Cümlesini tamamlarken eliyle de kendi kulağını kesiyormuş gibi yaptı, işaret parmağını tek hamlede kulağının üzerinden geçirdi. Dudağını büken komiser, tekrar cesede baktı. - Sana akşam ayrıntılı bir rapor iletirim Tahsin. diye kestirip attı Dok Tahsin dalgınca başını sallayarak dışarı çıkmak için kapıya yöneldi. - Tahsin! Bana bira sözün vardı? Omzunun üzerinden geri bakıp gülümseyerek başını salladı.
- Tamam, bu dava bitsin, söz. Dok elindeki neşterle birlikte elini yuvarlak hareketlerle salladı: - Ohooo, kaç dava geçti be oğlum! Dok’la muhabbet asla bitmezdi, Tahsin kısa kesip döndü ve eliyle “aman sen de” dercesine omzunun üzerinden bir hareket yaparak odadan çıktı. Her halükarda komşularla görüşmek zorunda kalacaktı; niye geciktirsin? Büronun kapısından başını uzattı. Necip geldiğini görmemişti. - Podolski’yi alma takıma, bu hafta cezalı! diye seslendi Komiser Tahsin Necip telaşla sekme değiştirmeye çalışırken masasındaki bardağı devirdi. Sonra üzerine dökülmesin diye ayağa fırlamak zorunda kaldı. Komik bir görüntü oluşmuştu, dedektif de yüksek sesle gülmeye başlamıştı. Necip ise şaşkınlığını üzerinden atamamış halde Komiser Tahsin’e bakarak çıkıştı: - Abi oluyor mu böyle ya… - E olmaz tabii… 4-3-1-2 oynatan teknik direktör mü kaldı len! Hala fantastik futbol takımının ekranda açık olduğunu fark eden Necip dönüp hızlı bir şekilde monitörü kapattı. Birkaç saniyelik sessizlikten sonra ikisi de gülmeye başlamıştı… - Hazırlan, gidiyoruz… diye eliyle peşinden gelmesini işaret ederek çıkışa yöneldi komiser. Ceketini kapan Necip “Nereye gidiyoruz?” soruları eşliğinde arabaya bindi. El frenini indirip vitesi değiştirirken duraksayıp Necip’e baktı Tahsin. - Suçluyu bulmaya… diye kısa bir açıklama yapıp gaza bastı. Cinayet mahallini de içeren, altı dairelik apartmana kısa sürede varmışlardı. Aracın içindeyken ceketinin cebinden birkaç dosya kağıdı çıkarıp hızlıca göz attı komiser. Bunlar görevli memurların tutanaklarıydı. Bu tutanaklara göre sesi duyup ambulansı arayan komşu, 4. dairedeki Mehmet Özipek’ti. Kapısını çaldıkları Mehmet Özipek, fazla bekletmeden kapıyı hafifçe aralamıştı. “Kimsiniz?” dercesine bakan Mehmet Bey, polis olduklarını öğrenince klasik “Sabah memur beylere de ifade verdik ama…” hayıflanmasıyla ikiliyi içeri buyur etti. İçeride otururken ve Mehmet Bey’in ikram ettiği çayı içerken ikili bir yandan evi ve olası katillerini inceliyorlardı.
Mehmet Özipek kırklı yaşlarının sonlarında olmasına karşın hayli bakımlı, dinç ve derli toplu bir görüntü içindeydi. Parmağında yüzük yoktu, evli olmayabilirdi ama sevgilisi olma ihtimali hep göz önünde tutulmalıydı. Evi tanımlamaları istenirse, Komiser Tahsin’in de Necip’in de muhtemelen ilk kullanacağı kelime “sükunet” olurdu. İnsanı rahatsız edecek kadar derli topluydu ev. - Sabah da anlattım, dün gece saat iki civarında bir ses duydum… Tabanca sesi olup olmadığından emin olamadığım için biraz ağırdan alarak Özkan Bey’in dairesine yanaştım. Bir süre sesleri dinlemeye çalıştım, takdir edersiniz ki o saatte hiç ses gelmedi. Merak edip kapıyı çok uzun süre çaldım, gene ses gelmeyince 112’yi aradım… Elimden başka bir şey gelmiyordu çünkü… Susup önüne eğilerek çay tabağını bir süre parmağıyla oynattı. Necip, komisere de bakarak göz onayı aldıktan sonra söze girdi: - Özkan Bey’le ilişkiniz nasıldı? İyi tanır mıydınız? Mehmet Özipek dalgınca gülümseyerek başını salladı. - Özkan çok genç bir kardeşimizdi… Onu tüm apartmanca severdik. Bir ihtiyacı olduğunda yardımına koşardık hep… - Son dönemde bir sıkıntısı var mıydı, intihara kadar gidebilecek? diye biraz da bezgince sordu Tahsin Mehmet Bey kısa bir tereddüdün ardından başını onaylarcasına salladı. - Hani, bilemiyorum ama… Birkaç ay önce ayrıldığı bir sevgilisi vardı… Uzun süre içine kapandı çocukcağız, çok boşladı her şeyi… En sonunda dayanamadık apartmandan Sabri Bey, ben, Taner Abi çıkarttık bu çocuğu bir gece dışarı… İçtik içtik muhabbet ettik… Sonra biraz düzelir gibi oldu… Dedektif, ortağına bakarak gözüyle işaret edip tüm ismi geçenleri not ettirdi. - Peki Mehmet Bey, sağ olun yardımlarınız için… diyerek ayağa kalktı Komiser Tahsin. Tam kapıdan çıkacakken dönüp, birkaç saniye duraksayıp sordu komiser: - Mehmet Bey, siz ne iş yapıyorsunuz? Mehmet Özipek birkaç saniyelik duraksamadan sonra dudağını hafifçe yalayıp cevap verdi: - Müzisyenim ben dedektif…
Başını sallayarak tekrar teşekkür ederek vedalaştı Komiser Tahsin. Apartman girişine kadar inip kapıdaki zilleri inceledi. Taner Altıparmak 6. dairede, Sabri Hersal da 2. dairedeydi. 2. dairenin kapısını uzun süre çaldılarsa da içeriden hiçbir şekilde cevap alamamışlardı. Altıncı daireye gittiklerinde kapının biraz aralık olduğunu fark ederek telaşlanan ikili, sakin ve usta bir şekilde kapıyı ittirerek ellerinde pek kullanmadıkları –ama herhangi bir ihtiyaç anında kullanmaktan zerre tereddüt etmeyecekleri- silahlarını kavrayarak içeri girdiler. Komiserin üçüncü “Taner Bey?” seslenişine hırıltılı ve boğuk bir cevap gelince silahlarını geri kılıflarına sokup, tetikte bekleyerek içeri girdiler. Sallanan bir sandalyede oturan, yaşlı ve iki büklüm bir adamcağız meraklı gözlerle ikiliyi süzüyordu. - Ben Komiser Tahsin, bu da yardımcım Necip; cinayet bürodan geliyoruz… Size birkaç soru sormak istiyoruz, müsait misiniz? diye lafa girdi dedektif. - Efendim? Ne? diye kulağının arkasına perde yaparak kafasını uzattı Taner Bey. Tahsin dudağını yalayıp gözlerini hafifçe devirerek söylediklerini daha yüksek perdeden ve daha vurgulu tekrarladı. Adam başını sallayarak karşısındaki kanepeyi işaret etti oturmaları için. - Öncelikle, kapınızın neden açık olduğunu sorsam Taner Bey? diye aynı yükseklikte sordu Tahsin Adamcağız gülümsedi. - Ben, görebileceğiniz üzere, yaşlı bir adamım memur bey… Bakkala çakkala gidemiyorum… Apartmandakiler sağ olsunlar yardım ediyorlar. Getirdikleri şeyleri bana bağımlı olmadan içeri koyabilmeleri için hep açık tutarım kapımı… - Ya hırsızlık? diye lafa karıştı Necip Yaşlı adam başını hararetle iki yana salladı: - Olmaz öyle şey, tanımadık insanlar apartmana giremez… Tam kendilerinin nasıl girdiğini anlatacakken Necip’i durdurdu komiser. - Efendim, bu sabahki olayı duymuşsunuzdur… Yaşlı adam yerinde hafifçe doğruldu.
- Ne oldu ki? İkili birbirlerine hafifçe baktı. - Sizin alt katınızdaki Özkan Bey, öldü veya öldürüldü… Yaşlı adam şok olmuştu. Bir süre ağzı açık kalakaldı. Sonra bu durumun farkına varınca utanarak eliyle ağzını kapattı. - Deme ya hu… Pek de gençti! Başlarını sallayan Necip ve komiser, bir süre adamcağızın kendine gelmesini beklediler. - Sizin onunla ilgili bir bilginiz olabilir diye size geldik… İntihar etti ama biz öldürüldüğü ihtimalinin de üzerinde duruyoruz… Bir gariplik görüyor muydunuz? Yaşlı adam bir süre durduktan sonra başını salladı. - Hayır, garip bir şey yoktu… Bildiğim kadarıyla yani… Birkaç dakika daha, mevcut bilinçsizliğin değişebileceği ihtimaliyle bekleyen ikili; durumun değişmeyeceğinden emin olunca ayaklandı. - Peki o halde, kusura bakmayın, sizi rahatsız ettik… Tam odadan çıkacakları anda ihtiyardan inleme ve hırıltı arası bir ses çıktı: - Durun, durun… Bir şey anımsadım! Komiser Tahsin atik bir şekilde dönerek ihtiyarın dizinin dibine konuşlandı. Necip de not defterini çıkarmıştı. - Bana gelmişti… Bir ay önce… Bir derdinden yakınmıştı… Elini hafifçe kaldırıp işaret parmağını havaya doğrultmuştu yaşlı adam. Sanki görünmeyen bir tahtada beliren kelimelere parmağıyla tıklıyor ve onları söylüyor gibi bir hali vardı. - Ayrıldığı kız arkadaşıyla ilgiliydi… Bir şarkı… Sürekli bir şarkıyı beyninin içinde duyduğunu söylemişti… Çok yıpranmış gibi duruyordu… Bir daha da görmedim zaten çocukcağızı… Durdu, bitmişti. Komiser Tahsin hayal kırıklığına uğramıştı. - Amca, bu çok da garip değildi ama sağol, eminim bir şekilde işimize yarayacaktır. diye kinayeli bir ifade kullanarak ayağa kalktı.
Yaşlı adam bilgece gülümsüyordu. Başını dalgınca sallıyordu. - Yoo gayet de garip evlat… Gayet de garip… Tahsin’in siniri atmaya başlamıştı ama belli etmiyordu. Belli belirsiz “İyi günler” dileyerek kapıya yönelmişti ki, yaşlı adamın söylediği cümleyle yerinde çakılı kalıverdi. - Çocuk doğuştan sağırdı… 1. Bölümün Sonu
2. Bölüm: “Arşivler Yalan Söylemez (mi)” Başını hayretle döndürdü komiser. Yaşlı adam, haklı çıkmasının gururuyla gülümsüyordu. - Yani, doğuştan sağırdı ve bir melodi mi “duyuyordu”? Yaşlı adam başını salladı. Komiser Tahsin şaşkınca yardımcısına bakakalmıştı. Tekrardan iyi günler dileyerek evden çıktılar. Ofise dönerken ikisinin de ağzını bıçak açmamıştı… Ofise girdikleri an çağrı cihazı öttü komiserin. Yardımcısına, gün içinde bulamadıkları üçüncü apartman sakini hakkında bir şeyler bulup bulamayacağını araştırmasını istedikten sonra Dok’un yanına gitti. Odadan girer girmez kendisine yeni bir kıta keşfetmişçesine bakan Dok’a bakmaya başladı. - Adamım, bil bakalım şu senin delik deşik çocuk neymiş! - Sağır… diye kestirip attı Tahsin. Dok’un ağzı açık kalmıştı. - Bu haksızlık seni piç… Bu bilgiyi ben verip seni şaşırtmalıydım! diye işi haylazlığa vurdu - Dok, uzatma… İş biraz boka sarıyor, sen elindeki raporu ver ve herkes yoluna gitsin… diye adamın eline uzandı. - Biram? diye sorarak kağıdı geri çekti Dok - Bu cuma, iş çıkışı… diye kısa kesti Tahsin. Ve kağıtları aldığı gibi dışarı çıktı. Koridorda hafifçe göz atıp ofise girmek üzere yönelmişti… Bir gariplik yoktu, bilinen tek hastalığı işitme engeliydi… Ofise girdi. Canı kahve istiyordu, hem de acilen! Ancak tam su ısıtıcısına yönelmişken Necip’in seslenmesiyle bir süre bu arzusunu erteledi… Necip’in yanına vardığında ekranda çok eski bir haber kupürü vardı. “Türkiye’nin Gururu: Harun Tandoğan” Tüm metni okumaktansa yardımcısına baktı dedektif. Necip başını hafifçe sallayarak açıkladı: - Harun Tandoğan, işitme engellilerin duyması için yürüttüğü çip projesini Oxford’a sunmak üzere yarın İngiltere’ye uçuyor…
- Sene? diye sordu Tahsin, durum ilgisini bir hayli çekmişti - 1967… Derin bir nefes alıp sıkıntıyla koyuverdi komiser. Yardımcısıyla göz göze geldiler, ne düşündüğünü soruyormuşçasına gözünü kırptı Tahsin. Necip yutkundu, bir şey demeden başka bir sekme açtı. “Talihsiz Kaza” - İstanbul Beylikdüzü’nde genç çocuk evinden bakkala giderken belediyenin açtığı çukura düştü… Son anda boğulmaktan kurtarılan çocuğun çarpmanın şiddetiyle işitme yetisini yitirdiği öğrenildi. Baba Murat Hersal, oğlunun hakkını gerekirse AİHM’de arayacaklarını ifade etti… Dedektif hayretle monitöre yöneldi. - Murat Hersal… Sabri Hersal’ın babası mı? Sene kaç? - 1982… - Oğlum, burnuma pis kokular geliyor… diye homurdandı Tahsin. Bir süre sessizce monitörde açık olan kupürler arasında geçiş yaptılar. Duyulan tek ses fareye Necip’in tıklatmalarıydı… Tahsin bir müddet geri çekilip pencereden dışarı baktı… Aniden dönüp: - Kız arkadaşı vardı… Onunla muhakkak görüşmemiz lazım… diye homurdandı. - Nasıl bulacağız abi, tekrar o apartmana mı gidelim? diyerek aklındaki soruyu dillendirdi Necip - Telefonu uzatsana… Elini uzatıp telefonu aldı dedektif ve birkaç numarayı tuşladı… Görevli memurdan sabahki olay yerinin komşusunun numarasını alıp, tekrar birkaç numara tuşladı… - Alo, Mehmet Bey… İyi günler, ben Dedektif Tahsin… Şu, bahsettiğiniz kız arkadaşın adı neydi? Evet evet Özkan Bey’in… Tamam, teşekkürler. Telefonu kapattıktan sonra Necip’e not defterini çıkartmasını işaret etti. - Yaz oğlum, Asuman Şen… Araştırmaya da başla, ben bir saate kadar geleceğim…
Necip sessizce başını sallayarak tekrar bilgisayara döndü. Bir iş verildi mi, sonuna kadar yapardı… O yüzden gözünü arkada bırakmadan gidebilirdi Dedektif Tahsin. Saat akşam üstüne yaklaşıyordu, birazdan bir yemek molası veren Necip tekrar araştırmaya dönerdi… Genelde sinirleri bozulduğunda tek bir yere giderdi. Kimsenin haberi olmazdı… Gene öyle yapmış ve Balıkçı Nevzat’a gelmişti… Nevzat yaşı ilerlese de sık sık dalgalı denizde sandalıyla balık avladığından olsa gerek dinç görünen bir balıkçıydı. Kabarık beyaz sakalları ve yaz kış çıkarmadığı mavi beresiyle tam bir semboldü… Dükkanda gene kimse yoktu, ki Balıkçı Nevzat çok popüler bir lokanta işletmiyordu zaten! Birkaç müptelası vardı, o kadar. Yaşlı adama yetiyor da artıyordu… Gene sipariş vermesine gerek kalmadan Nevzat balıkları kızartıp masasına getirmiş, leziz bir de salata tabağını eklemişti menüsüne… Sonra karşısına da oturup bir sigara çekti cebinden. Tahsin’in sigara içmediğini bildiği için sormuyordu… Arkada açık olan televizyonun eşliğinde koyu bir sohbete giriştiler. Tahsin, son davasıyla ilgili bazı şeyleri anlatırken yaşlı balıkçının da kendisiyle aynı şekilde şaşırdığını görünce biraz olsun rahatlamıştı. Anlatması bitince, sırtını yaslayıp önündeki balığın kılçıklarını çatalıyla ayıklamayı sürdürdü Tahsin. Balıkçı Nevzat da sırtını yaslamış, şaşkınlıktan sus pus olmuştu… - Şimdiye dek böyle bir şey hiç duymadım Tahsin! Saçmalık desem, diyemem… Neler neler gördük, biliyorsun… Balıkçı Nevzat eski bir özel harekatçıydı. Bir teknik takip aşamasında davasına yanlışlıkla dahil olan Komiser Tahsin’le biraz “kötü” bir tanışma süreci yaşamışlarsa da kısa sürede başka davalar için birbirlerine fikir alışverişi yapmışlardı. Tahsin’in davalarında şaşırtıcı bir şekilde doğaüstü unsurlar çok oluyordu… Nevzat sıklıkla bu duruma dikkat çekip imalı imalı göz kırpar ve delinin deliyi görünce şapkasını sakladığından, belanın belayı çektiğine dair nice kelamlar sarf ederdi… - İşitme engelli, hem de doğuştan! Bir de melodi duyduğu için kulaklarını kesiyor demek… Dostum, dizlerine kadar battın… diyerek yanındaki boşalan bardağa tekrar su döktü ve su grimsi bir renk aldı. Komiser sessizce başını sallayıp rakısından yudumlamaya başladı. Sıyrıldığı, bir anda çözdüğü veya çok ümitsiz olduğu bir anda çözülüveren çok dava görmüştü ancak bu seferki biraz fazlaydı. Nevzat’a bakarak gülümsedi yine de; ümitsiz görünmek ümitsizliği davet ederdi… 2. Bölümün Sonu
3. Bölüm: “Çip” Sabah olduğunda akşamki alkol sürecinden ötürü Komiser Tahsin, baş ağrısıyla kalktı yataktan. Saatine baktığında her zamankinden yarım saat geç uyandığını görüp bir küfür savurmuştu. Erken kalkmayı severdi; eski bir alışkanlık. Evli olduğu dönemlerden kalma, güzel bir alışkanlık. Apar topar giyinip evden çıktı ve emniyete doğru gitmeye başladı. Radyoyu bu kez açmadı, baş ağrısı had safhadaydı ve kulağına dolacak lüzumsuz melodilere ihtiyacı yoktu. Bunu düşününce aklına üzerinde çalıştığı dava geldi. Aklından hiç çıkmıyordu gerçi! İşitme engelli bir genç, nasıl olur da bir “melodi” duyardı? Bir kez daha hayret ededursun, emniyetin otoparkına varmış ve aracı park etmişti. Daha dışarı çıkmadan cep telefonuna bir çağrı geldi. Dok, yeni bir şey bulmuştu. Cinayet büroya uğradığında Necip’i bu kez yerinde bulamadı. Saat daha erken olduğu için normaldi ama Necip de kendisi gibi erkenci tayfadan olduğu için komiser gülümseyerek onun da bir ihtimal bir şeyler içmiş ve sızıp kalmış olabileceğini düşünüp otopsi memurunun yanına geçti. -Tahsin! Seni erken bulmayı beklemiyordum ama bunu görmen lazım, bu yüzden sabahın köründe sana mesaj attım… Komiserin cevap vermesine imkan tanımadan masanın üstündeki cesedin örtüsünü kaldırdı. Komiser yaklaştığında cesedi yan çevrilmiş ve başının arkası özenli bir şekilde kesilmiş halde buldu. Meraklı gözlerle Dok’a bakarken ihtiyar kurt kenarda duran metal bir kabı eline alıp Tahsin’e uzattı. Bu bir çipti. Harun Tandoğan’ın geliştirmeye çalıştığı işitme engelliler projesinin odağındaki nesne. Komiser, uzanıp dikkatlice eline aldı çipi ve parmaklarının arasında tutarak havaya kaldırdı. Küçük, üzerinde sarı şeritler olan siyah bir nesneydi. Ne giriş ne de çıkış bölümü vardı. Alışageldik cep telefonu çiplerinden veya hafıza kartlarından çok farklıydı. -Dün akşam cesedi inceleyip raporlarken başının arkasında hafif bir çizgi fark ettim. Sağlık bilgilerine ulaştığımda bir ameliyatın kaydına rastlamayınca meraka kapılıp kafatasını incelemeye karar verdim. Bir röntgen çektirttik ve bu nesneye rastladık. Sonra tabii ki daha da meraklanıp ense kökünden bir giriş yaptım ve bunu buldum. Bu bir çipe benziyor Tahsin ama hiçbir damara bağlı değildi, üstelik öyle olması da büyük bir mucize olurdu! Anlarsın ya… Anlamıştı. Gözünü kırptı komiser ve çipi dikkatlice cebine koydu.
-Bunu rapor ettin mi? diye sordu kısaca. Dok başını olumsuz anlamda sallayınca da ekledi: -İyi, hiç etme o zaman. Dok başını tekrar sallamıştı. Aralarında bu tarz anlaşmalar sıkça olurdu. Tahsin’in davalarına konulan engellemeleri bilen otopsi memuru, sık sık ona yardımcı olma adına kariyerini de riske atardı. Aralarındaki dostluk, pek çok şeyi yenecek cinstendi ve emeklilik haklarını yakma fikri de bu yenilenlerden birisiydi. Komiser, otopsi odasından çıkıp cinayet büroya geçtiğinde bu kez Necip’i buldu. Daha yeni gelmiş olan genç memur, paltosunu çıkartmamıştı bile. Komiseri görünce selam verip getirdiği poğaçaları masaya bıraktı. Kahvaltı yaparlarken pek konuşmadılar. Tahsin, hala çipi anlatıp anlatmama konusunda gidip geliyordu. Necip’i birkaç kez konuşmasını tasvip etmediği kişilerle, “Müdür” gibi, konuşurken görmüştü ve bir – iki kez sorduğunda terfi sınavları için konuştuğunu öğrenmişti. Yine de bu yetenekli çocuğa hala tam anlamıyla güvenebildiği söylenemezdi. Kahvaltı bittikten sonra Harun Tandoğan’ın projesini ve diğer komşuları daha iyi araştırmasını söyleyip bürodan çıktı. Bilişim Şube’de çok samimi bir çocuk tanıyordu, üstelik sır taşımayı iyi bilirdi. Daha önceleri ‘Odysses Operasyonu’nda birlikte çalışmışlardı. Tarihi eser kaçakçılarının karıştığı bir cinayeti çözerken tarihi eserlerin içine konulan minik sinyal cihazlarını çözme ve sinyalleri farklı yöne doğrultma konusunda yardımı dokunmuştu. Üstelik her şey bittiğinde bir şekilde o ufak çiplerden birisini (tabii ki etkisiz hale getirilmiş bir şekilde) Tahsin’e ulaştırmıştı çocuk. Bilişim Şube’ye girdiğinde ilk başta çocuğu göremedi ve umutsuzluğa kapıldı ama en sonunda bir masanın altında kablolarla uğraştığını fark etti komiser. Yanına gidip kısa bir selamlaşma faslını yaşadıktan sonra davayı özetleyip cebindeki çipi masaya gizlice bıraktı. Kaşla göz arasında çip masadan yok olmuştu. Kenan, bıyık altından gülümseyip bu işi çözeceğini söyledikten sonra çay ısmarlamayı teklif ettiyse de komiser gitmesi gereken yerler olduğunu belirtip erken kalkmak zorunda kaldı. Gitmesi gereken bir yer yoktu tabii ki, sadece burada görülmek istemiyordu. Görülürse hem bu davada güttüğü yol, hem de ileride başvurabileceği yardımlar riske girerdi. Tekrar cinayet büroya döndüğünde Necip’i harıl harıl araştırma yaparken buldu. Arşivlerin arasında kaybolmak üzereydi çocukcağız. “Şu müzisyeni bir daha mı sorguya çeksek, bu kez Harun Tandoğan’ın evinden çalınan belgeler hakkında?” diyerek büroya girince Necip bir an korkmuştu. Komisere bir süre
şaşkınca bakıp sonra şaşkınlığını üstünden atan Necip’in bu hali komisere komik gelmişti, gülmeye başladı. * -Efendim? Hiç hayata geçirildi mi, dediniz? Harun Tandoğan, bir eliyle kulağına destek olarak duymaya çalışıyordu komiserin sorularını. Tekrar aynı eve gelmişlerdi. Soruyu onaylayarak cevap bekledi Komiser Tahsin. Harun Tandoğan başını olumsuz anlamda salladı. Üzülmüşe benziyordu. -Yok, maalesef. Yaptığım projeyi fazlasıyla hayal ürünü olarak nitelendirerek geri yolladılar. Ameliyatsız, duyma organlarında titreşimler sayesinde bir duyma hissi yaratma çok ütopik gelmişti onlar için… Komiser, Necip’e bakıp göz kırptı. -Peki öldürülen komşunuzun bir şeyler duyuyor olması size ne düşündürdü? Harun Tandoğan, yapabildiği kadarıyla, yerinde doğrulup komisere ve yardımcısına baktı. Dudaklarını hafifçe büzüp tekrar normal haline döndürdükten sonra konuştu. -Açıkçası bir süredir evimden bazı belgelerimin çalındığını fark ediyordum. Ancak ne işe yarayacaklarını hiç bilmiyordum. O çocuk normalde cesur biri sayılmazdı. Pek hanımevladı birine benziyordu! Böyle bir deneyde yer almayı nasıl kabul etmiş merak ediyorum doğrusu… Nasıl bir deney, diye sordu Necip. -Benim geliştirdiğim proje deney aşamasında kalmıştı memur bey. Gerçekleştirebilmek veya en azından test edebilmek için bir deney yapılması gerekiyordu. Bu da sanırım Özkan olmuştu. -Peki sizce bilgisi var mıydı? Cevap vermedi ihtiyar adam. Bunun yerine omzunu silkti. Sorgu bitmiş görünüyordu, vedalaşarak ayrıldılar. Daha önce sorguya çekmedikleri iki komşuya ulaşmaya çalışırken ikisinin de dairelerinde olmadığını kısa sürede anlayan komiser ve yardımcısı apartmandan çıkarken çağrı cihazı öttü Tahsin’in. Kısa bir süre baktıktan sonra Necip’e döndü: -Neco, ben Bilişim Şube’ye geçiyorum; sen öğle yemeğine geçebilirsin… 3. Bölümün Sonu
4. Bölüm: “Giriş Kodu Hatalı” Komiser, kendisine mesaj yollayan bilişim şubedeki çalışanın yanına geldiğinde şube bomboştu. “Eğitime gittiler…” diye kısaca açıkladı masasında oturup komiseri bekleyen çocuk. “Sen niye gitmedin?” diye sorarken bir sigara yaktı ve masasının yanındaki sandalyeye oturdu komiser. Çocuk buna cevap vermedi, bir yandan Tahsin’in de gözünün hizasındaki ‘Sigara İçmek Yasaktır’ yazısına bir yandan da Tahsin’in tüttürdüğü sigaraya bakmaktaydı. Bir şey demedi, yanındaki pet bardaklardan birisini komiserin önüne itti. Komiser sigarasını içmeye devam ederken çipi, masadaki çekmecelerden birisini çekip çıkarttığı bir kaptan çıkararak Tahsin’in önüne itti. Masaya şöyle bir baktıktan sonra çocuğa göz kırptı Tahsin. - Açamadık komiserim. Açamadım, sonra şubede çalışan güvenilir bir arkadaşa daha söyledim; o da açamadı. Bilinen bütün şifre çözme programlarını kullandık ama her seferinde aynı uyarıyı aldık. - Neydi o uyarı? diye sordu komiser. - ‘Giriş Kodu Hatalı’ yazıyordu sürekli. Bir de ilginç bir şey vardı… ‘Nedir?’ dercesine göz kırptı komiser. - Biz programı her kullandığımızda sanki şifreyi değiştiriyor gibiydi. Böyle bir şey mümkün mü bilmiyorum ama öyle hissettim. Sanki seni izliyor, ne yapıyorsun biliyor ve buna göre önlem alıyor. Böyle bir şey mümkün değil, çünkü öyleyse… - Yapay zeka diye bir şey gelişmiştir demektir. diye tamamladı çocuğun sözlerini komiser. Çocuk başını sallayıp sustu. Yapamadığı işten ötürü utanıyor gibiydi. - Sıkma canını… Ama bir şey daha rica etsem çok mu şansımı zorlarım? diye dostane bir tavırla baktı Komiser Tahsin. Çocuğun, sorun olmayacağına dair mimiklerini görünce devam etti sözlerine. - Bunun benzeri şeyler var mıymış diye bir araştırır mısın? Bilhassa Türkiye’de bu tarz çalışmalar olmuş mu, yapay zekaya dair; bu kadar ilerleme olmasa da böylesine giriş koduyla oynanabilecek şeyler yapılmış mı? dedikten sonra sesini daha da alçaltıp ekledi: “Hele hele emniyette…” Çocuk başını salladı.
- Amirim, neyle uğraşıyorsunuz? diye fısıldadı. Sesi bir sorudan ziyade, tehlikeyi sezmiş bir insanın dostane yaklaşımını içeriyordu. Komiser başını sallamakla yetinerek çipi alıp masadan kalktı. Bilişim Şube’den çıkacakken döndü, kapının önündeyken konuştu: - Beni arama, ben seni farklı bir numaradan arayacağım. İki gün yeterli mi yoksa üç gün sonra mı arayayım? Çocuk iki günün muhtemelen yeteceğini söyleyip yine de her ihtimale karşın üç gün istedi. Komiser bir selam verip çıktı şubeden. * Necip bilgisayarın başında oturuyordu Tahsin büroya döndüğünde. Bir şey sormadı, Tahsin de bir açıklama yapmadı. Masasına oturup düşünmeye koyuldu. - Necip, şu diğer iki komşu var ya… diye söze girdiğinde Necip irkilince bir süre güldü komiser. Sonra sözlerini sürdürdü. - Diğer iki komşuya ulaşmamız lazım. Bir türlü bulamıyoruz lan adamları evinde. Napıyor bunlar? Necidirler? Diğer komşuların bir açıklaması var mıydı onlarla ilgili? Necip kısa bir süre notlarını kontrol ettikten sonra başını olumsuz anlamda salladı. - Kim lan bunlar? derken sesinin istemsizce yüksek çıkmasına engel olamayarak elini masaya vurdu Tahsin. Necip daha bir irkilmişti. Komiser, daha alçak bir sesle “Bak sana ne göstereceğim” dedikten sonra elini cebine götürüp çipi çıkararak masaya bıraktı. Necip’in dikkatini çekmişti masadaki küçük çip. Bir süre inceledikten sonra komiserin yüzüne baktı. - Bu o mu? Yani, ondan mı çıktı? Komiser başını sallarken ellerini çenesinin altında birleştirip Necip’in nasıl bir tepki vereceğini gözlemlemeye başladı. - Amirim, bu çok kritik bir delil; davayı çözebiliriz, değil mi? Başını olumsuz anlama gelecek şekilde sallayan komiser, bir süre daha merakının artmasını bekledikten sonra Necip’e daha fazla işkence etmemeye karar verip açıklama yaptı.
- Ben bunu Bilişim Şube’den bir arkadaşa vermiştim zaten. Açılamıyormuş, üstelik ilginç bir şeyler söyledi; sanki kodunu çözmeye çalıştıklarında sisteme giriş kodu sürekli kendisini yeniliyormuş gibi falan filan. Elini, önemsiz bir şeyi alıyormuş gibi özensizce uzatıp avucunun içinden cebine götürdü masadaki çipi komiser. Necip’i tartmaya başlamıştı. Birkaç gün önce sorsalar, güveninin tam olduğunu söylerdi ancak son iki günde o kadar çok şey olmuştu ki; kendi hislerinden emin olamıyordu. Necip bir şey söylemedi; düşüncelere dalmış gibi görünüyordu. Komiser bir yandan çekmecelerini açıp kapatıyor, kendi tuttuğu notları arıyordu. Bulamayınca dava boyunca not almadığını hatırlayıp hayıflandı. Dahası, Necip’le giriştiği davaların hemen hemen hiçbirinde not almamıştı. Basit bir çırak-usta ilişkisi ritüeli… Necip’ten notlarını istedi, özenle tutulmuş not defterini başından sonuna dek incelerken sonunda aradığı şeyi buldu ve Necip’e seslendi. - Neco, bu Asuman’ı araştırdın mı? Bir şey çıktı mı? Necip, bir süre Asuman’ın kim olduğunu anımsayamayınca komiser dayanamayarak biraz çıkıştı. - Oğlum, ne bu halin? Toparlan bir an önce! Dalgın dalgın geziyorsun ölmek üzere olan balıklar gibi! Ne istiyorsun Necip, derdin ne? Bir süre başını önüne eğen Necip, iç çekerek komisere baktı. - Amirim geçen gün birisiyle konuşuyorduk, şu benim bölüm değiştirme işlemlerim için… Biraz işimin zor olduğunu söyledi. Üstü kapalı şekilde şimdiki davadan falan bahsetti. Canım sıkıldı açıkçası. Ben sizinle çalışmaktan çok mutluyum, bölüm değiştirme işini biraz da rahatıma düşkün olduğum için yapıyorum; bir de biliyorsunuz, hep doktor olmak isterdim… Otopsi bölümü tıbba çok yakın, benim tıp okumamam da işleri bayağı zorlaştırıyor ama kaç yıldır emniyetteyim belki kolaylık yaparlar diye düşünüyordum ama işim çok çok zormuş. Sinirlerim bozuldu sözün özü… Necip sözlerini bitirdiğinde komiser bir süre bakakaldı. Babacan bir tavırla gülümseyip, çaresizliğini ifade etmek için dudaklarını büktü akabinde. - Oğlum ne dertliymişsin yahu, ‘Bir dokun bin ah işit’ hesabı oldu. Sen şu davayla ilgili sana ne dendiğini bir söylesene bana?
Necip sıkkın bir şekilde etrafına bakındıktan sonra bir müddet kelimelerini kafasında tartıp biçti ve son olarak kararlı bir halde ağzını açtı. Tam cümle kuracakken kapı çalınmadan açıldı ve büroya “Müdür” girdi. Necip’e ve Tahsin’e bakıp selam verdikten sonra Tahsin’in masasına geldi. Ellerini masaya dayayıp hafif eğildi ve peşinde gelen iki polise de baktıktan sonra konuştu: - Tahsin, seni görevden alıyorum. Süresiz izin veriyorum, silahını ve rozetini bırak; git evinde dinlen azıcık. Hakkında işlem yapılmayacak ama Bilişim Şube’ye gidip sigara içmişsin, iyice zıvanadan çıktın sen. Bir süre kafanı topla. Komiser, bir Müdür’e bir de Necip’e baktıktan sonra bir şey demeden geri yaslanır; cebinden çıkarttığı sigara paketinden bir tane çıkartarak ağzına özenle yerleştirir. Çakmağını da diğer cebinden çekip çıkartıp bir hamlede sigarasını yakar. Müdür’ün gözlerinin içine bakarak sigarasını içerken yavaş hareketlerle silahını ve rozetini de çıkarıp masaya bırakır. Sigarasının külünü yere silktikten sonra ağır adımlarla bürodan çıkar. 4. Bölümün Sonu
5. Bölüm: “Yangın” Tahsin, boğazlı kazağının kollarını biraz daha düzeltti. Dışarıdan esen rüzgar zaman zaman sallanan camdan içeri giriyor; lokantanın ısıtıcıya mahkum havasında değişiklik yaratıyordu. Işıkları loş bir balık lokantasıydı bu. Dışarıdan bakıldığında derme çatma bir yermiş gibi görünse de Avcılar sahilindeki en rahat lokantalardan birisiydi. Gözden uzak olduğu için genelde nispeten ünlü, medyaya dedikodu malzemesi olabilecek isimlerin kız arkadaşlarını ağırladığı bir mekan olurdu. Tabii ki yaz aylarında. Kışın ise, mekanın sahibinin de tok bir satıcı oluşundan mütevellit camları değiştirmek veya daha fazla ısıtıcı kullanmak gibi tasarrufları uygulamaması mekanı ıssızlaştırıyordu. Tahsin için sorun değildi; çünkü o karnını doyurmaktansa kafasını boşaltmaya uğrardı genelde ve soğuk, bilhassa Afyon’da çalıştığı yıllardan aşina olduğu soğuk, onun için hiç dert olmazdı. Bir de yemek yemektense sohbet etmeye, daha net bir tabirle akıl danışmaya, uğradığı için bir lokantadan ötesi olarak görüyordu balık lokantasını. Bir karargah, bir fikir üssüydü. Mekanın sahibi eski özel harekatçı Nevzat balıkları kızartıp masaya getirmişti. Alışageldiği gibi karşısındaki sandalyeye oturdu Tahsin’in. Komiserin karşısındaki sandalyede başka birisinin oturduğu yıllar çok geride kalmıştı. Boşandığı eşiyle evliliklerinin son yılında sık sık buraya gelmiş ve başka zamanlara nazaran güzel vakit geçirmişti. Hatta düşündüğünde en güzel zamanlarını burada geçirdiğini hatırlardı hep. İçini çekerek rakıdan doldurdu Tahsin. Nevzat’ın bardağındaki suyun da griye dönüşmesini izledi. Birbirlerinin gözlerine kararlı bir şekilde, “Bugünler de geçecek” dercesine bakarak bardakları tokuşturdular ve pek konuşmadan içip balıktan yemeye başladılar. Arkadaki televizyonda ana haber bülteni açıktı ancak ikisi de haberleri yazan insanların kalemlerinin kimde olduğunu bildikleri yıllar yaşadıkları için nadiren haber izlerdi. -
Nasıl aldılar seni davadan? Öngörülemez bir şey bu… diyerek hayıflandı Nevzat.
Tahsin başını sallamakla yetindi. Öngörülebilirdi, bunu söylemedi. Nevzat emekli olduktan sonra emniyette çok şey değişmişti, bunu da pek dillendirmezdi. Aksi halde bilişim şubeye gidip dış kapıdan tam içeriyi gören kameranın merceğine baka baka neden sigara içtiğini açıklaması gerekirdi. Bir deney yapmıştı ve başarıya ulaşmıştı. Uğruna bir davayı feda etme aşamasına geldiği bir deney… Emniyetteki yapılanma tahmin ettiğinden çok daha güçlüydü ve kendisinin hedefte olduğu aşikardı. Birkaç kişi daha vardı hedefte, bunu da tahmin edebiliyordu ama emin olamıyordu.
Kafası karışmak üzereydi ki, konu değişti. Nevzat, “izinli” günlerinde neler yapacağını soruyordu. - Bizim Necip birilerine yönlendirdi beni. Bursa Emniyeti’nden iki çocuk… Bir dava varmış, kapanmışmıymış neymiş! Oraya gidip bir ortam yoklaması yapacağım: Dava mantıklı sebeplerle kapanmışsa ne âlâ, eğer değilse bir de cinayet çözmüş oluruz fena mı? diye açıklarken gülümseyip rakısından yudumladı. Nevzat bir şey demedi. Boşluğa dalıp gidiyordu gözleri. - Ben bıraktığımdan beri çok şey değişti değil mi emniyette? diye homurdandı. Tahsin’deydi susma sırası. Başını sallarken “geç bunları” dercesine bardağını uzattı, tokuşturdular ve içmeye devam ettiler. Birden duraksadı Tahsin ve gözü Nevzat’ın omuz hizasında, arkadaki duvarda rafa sabitlenmiş 55 ekran televizyona takıldı. - Şunun sesini açsana bi’… diye telaşla seslendi Nevzat’a Nevzat kurttu, “Sohbet ediyoruz şimdi ne televizyonu?” demeden gidip kasanın yanındaki kumandayı aldı ve sesi açtı. Tahsin’in lüzumsuz bir şey istediğini pek görmemişti. Ses açılınca, uzun bir süredir hemen hemen sessiz olan lokantada ses çınladı. Kulakları sese alıştığında davudî bir ses tonuyla sunulan bir haber doluştu beyinlerine. “Bugün akşam üstü Esenler’de çıkan yangında iki daire yanıp kül olurken itfaiyecilerin apartmanın en üst katında, tekerlekli sandalyeye mahkum olmuş bir adamı kurtarmaları kameralara böyle yansıdı.” Görüntüde yaşlı bir adam, balkona dayanmış merdivene üç itfaiyeci yardımıyla çıkarılıyor ve yavaş hareketlerle aşağıya indiriliyordu. Ambulansa bindirilirken alınmış görüntüde yüzü gözü is içindeki yaşlı adamın zorlukla nefes aldığı belli oluyordu. Nevzat ayakta izlediği haberden sonra dönüp Tahsin’e baktı. İkisinin de aynı şeyi düşündüğü aşikardı. Çip projesinin mucidi ihtiyar Harun Tandoğan, öldürülmeye çalışılmıştı. Bunun Tahsin’in görevden alınmasından bir gün sonra olması da Tahsin’in içindeki düşüncelerin doğruluk payını yükseltiyordu. Birileri ciddi bir organizasyon düzenlemişti ve kendilerine karşı gördükleri her şeyi ezip geçmekten beis duymuyorlardı. Ucunda ölüm bile olsa… Tahsin elini masanın üstünde duran telefonuna uzatırken telefon çalmaya başlamıştı. Lokantadaki havadan bağımsız bir şekilde daha bir içleri soğumuş ikili iyice ürperdi. Tahsin göz ucuyla telefona bakıp bir çırpıda açmıştı.
- Abi, şimdi hastanedeyim ben. Harun Bey var ya… Ses, Necip’in sesiydi. Yarı telaşlı, yarı endişeli geliyordu. İçinden “Ölmüş olmasın, lütfen…” diye geçiren Tahsin merakla dinlemeyi sürdürdü. - Evi yanmış, zor kurtarmışlar. Şimdi hastanede ama yoğun bakıma aldılar. Ne yapmalıyım sence? Bir süre duraksayıp düşündü Tahsin. Gözünün takıldığı televizyonda bu kez Antalya sahillerinde hala denize girebilen turist kadınlara dair bir haber vardı. Hayat mücadelesi ne kadar basit görünüyordu siyah ekranda! - Bak, oraya bir polis dik. Ama çok güvenilir birisi olsun. Asla içeri kimse girmesin, doktor raporları da anı anına senin e-postana yollansın. Odaya alınmadan önce sana bilgi verilmesini ve senin nezaretinde odaya alınmasını iste. Hatta isteme, bunu emret. Necip’in bu komutları aklında tutma süresini bekledikten sonra vedalaştılar. Telefon kapandığında ortam gene sessizleşmişti. Yapabileceğin bir şey yokken hiçbir şey yapmamak en iyisidir, düsturundan hareketle susup içsel düşüncelere dalmayı tercih etmişlerdi. Bardaktaki rakı bittiğinde tabaklarındaki balığın da sonu gelmişti. Nevzat tabakları toplamak için ayağa kalktığında ‘cila çekmeyi’ önerdi. Bunun manası birer bira içmekti. Tahsin kafasıyla onayladı. Şimdilik gideceği bir yer olmadığı için ve sabah erken kalkması için de bir sebep olmadığından mütevellit, geç saatlere kadar içebilirdi. Emekli olma fikri ilk o an geldi aklına ama hemen de gidiverdi. Sahi, emekli olup ne yapacaktı? Biralarından yudumlarken restoranın dışında bir arabanın durduğunu hem tekerlek sesinden hem de bir müddet yandıktan sonra sönüveren farlardan anladılar. Yaklaşan ayak sesleri birden çok kişinin lokantaya yöneldiğine işaretti. İkili, bir anda ayılıp dikkat kesmeye başlamıştı. Lokantanın kapısı aralanıp içeri başını uzatan kişiyi gördüklerinde istemsizce gülümsediler. Peşinden gelen kişiyi görünce ayağa kalkıp bir yabancıyla tanıştırılmayı bekleyen arkadaş grubundaki tedirginliğe kapılmıştı Nevzat ve Tahsin. Necip; yanında gelen sarışın, uzun boylu ve güzel kadını işaret ederek konuştu: - Komiserim, Nevzat Abi. Sizi Asuman Hanım’la tanıştırayım. Asuman Şen. 5. Bölümün Sonu
6. Bölüm: “Somut Ölümler” Kadıncağız, ne söyleyeceğini bilemez bir halde gibi görünürken zaman ilerledikçe aslında konuşmaya nereden başlayacağına karar veremediğini anlamıştı Tahsin. Bir sürü şey biliyordu ve bunları paylaşmaya gönüllüydü ancak eski bir şarkıdaki gibiydi ruh hali: “Nereden başlasam, nasıl anlatsam…” En nihayetinde derin bir soluk alıp anlatmaya başladı Asuman Şen. - Taner’le karşılaşmamız hep tesadüf gibi görünüyordu ama aslında tesadüf değildi! Her şey bir planın parçası olarak işliyordu. Onunla tanışıp güvenini kazanacaktım, sonra ağzından laf alacak ve gerekli bilgilere ulaşınca operasyonu sonlandıracaktım… Kadın ağlamaklı bir hale bürünürken Nevzat ve Tahsin aynı anda “Ne operasyonu?” diye soruverdi. İkisi kısa bir an birbirlerine baktılarsa da tekrar kadına dönmüşlerdi. Kadın, çantasını kurcalayıp bir şey çıkarttı ve elinde tutarak kaldırdı. Masadaki herkesin gördüğünden emin olunca da çantasına geri koydu. Bu, bir polis kimliğiydi. - Özel polisim. Bir operasyondu işte, birilerini rahatsız etmesi öngörülen; üstelik karşılığında insanların hayatlarını riske atıp atmadığını umursamayan kişilerin tasarlayıp yürüttüğü bir operasyondu. Öyle de oldu! Masada hala soğuk bir sessizlik hakimdi. Kadın iç çekerek masaya göz attı, içkilere gözü takıldı. Bir bira istedi, Nevzat koşar adım giderek bira doldurdu tezgahtaki bardaklardan birine ve getirip kadının önüne sürdü bardağı. Birasını içerken, kâh hızlı bir şekilde kâh duraksayıp derin derin düşünerek anlatmaya koyuldu Asuman. * Bir kafede otururken tanışmıştı Taner’le Asuman. Daha doğrusu Taner öyle biliyordu. Asuman ise, bir dolu bilgiye fakat bir o kadar da bilgi açığına sahipti. Gel zaman git zaman yaptıkları sohbetler derinleşmeye ve iki genç yakınlaşmaya başladı. Taner, Asuman’a aşık olmuştu. Asuman ne yapacağını bilemedi önce, evet gerçekten de Taner çok hoş bir çocuktu; sempatik ve cana yakındı ancak bir doktor-hasta ilişkisi gibi, soruşturan-soruşturulan ilişkisi vardı aralarında ve bunu Taner öğrenmeden nasıl sıyrılabilirdi Asuman? Sıyrılamadı. Kendisini bir ilişkinin içinde buldu.
İlişki ilerleyedursun, soruşturma da sürüyordu. Ancak Asuman’ın dikkatini çektiği üzere, soruşturma birilerinin ayağına basmaya başlamıştı. Birazcık kurcaladığında, mevcut soruşturmanın birkaç yıldır sayıca az olan ve emniyette tutulan fail-i meçhul kimsesiz cinayetlerine dokunduğunu fark etmişti. Bir deneyden bahsediyordu ulaştığı raporlar. Tüyler ürpertecek derecede vahşi ve insan yaşamını hiçe sayan bir grubun yürüttüğü deneyler zincirinin bir parçası olan; işitme engellilerin duymasını sağlayacak bir çip deneyinden. Taner’in de bu çip deneyine bilmeden ve istemeden dahil olduğunu düşünmeye başlamıştı Asuman. Öyle ya, niye izletiyorlardı o zaman çocuğu? Üstelik yakın temas kurmasına izin veriyorlar, belki aşırı ileri gittiği halde sırf soruşturmanın mühim yönleri yüzünden tolerans gösteriyorlardı. Öyle değildi. Asıl izletmek istedikleri ve hakkında bilgi edinmeye çalıştıkları kişi Taner değildi. Taner’in komşularıydı. Asuman bunu öğrendiğinde biraz geç kalmıştı zira birileri soruşturmayı bitirmiş, Asuman’ı görevden almıştı. Asuman’ın Taner’le görüşmesini de bazı prosedürleri öne sürerek engelleyenler amaçlarına ulaşmış ancak Taner’i kaybetmişlerdi. * Gözyaşlarını peçeteyle kurularken Tahsin’e doğru bakıyordu Asuman. Hem de doğrudan, tam gözlerinin içine! - İntihar etmedi, değil mi? İntihar etmiş olamaz! Çok güçlü ve hayat doluydu… Tahsin başını dalgınca sallarken bir sigara yaktı. Dumanını havaya üfledikten sonra başını önüne eğdi. Bir şey söylemeyi tercih etmedi. Nevzat, Tahsin’in dinlediği şeyleri özümsemeye çalıştığını ve kafasında ölçüp tarttığını anlamıştı. Ses etmedi. Kadın, ağlaması bittiğinde bir süre sustu. Utanmıştı. Bu hissinin altında, erkek egemen bir meslekte bir şekilde var olabilmiş her kadın gibi sahip olduğu / sahip olmak zorunda kaldığı katılığı kısa bir süre de olsa “rakiplerinin” önünde geri planda tutmuş oluşunun da payı vardı kuşkusuz! Sessizliği bozan Tahsin oldu. - Asuman, kızım, sen hiç Afyon’da çalıştın mı?
Necip ve Nevzat, beklenmedik bu soru üzerine bir Tahsin’e, bir de Asuman’a bakıp duruyordu. Asuman, şaşkınca başını olumlu anlamda salladı. Bir müddet yavaş yavaş inip kalkan başı, parlayan gözleriyle aynı seviyede hararet artışı yaşadı. Necip, soran gözlerle Tahsin’e bakarken komiser bitirdiği sigarasının devamında bir tane daha yakıvermişti. - Afyon’da çalışırken, bir cinayet soruşturmasını üstlenmiştim. Bir mafya babasının ölümü! Bakmayın, çok sevinen vardı ama soruşturma soruşturmadır; üstelik benim de kişisel olarak sorunlarımın olduğu bir adamdı… Neyse, gel zaman git zaman bir yerde tıkandık kaldık. İşin ucu emniyetten birilerine uzanıyordu ve onları soruşturmamız için bir türlü izin çıkmıyordu! Biz de katakulli yapıp gizli gizli soruşturalım dedik. Biri deneyimli biri deneyimsiz iki kadın polis, sürekli onları izleyip bana rapor veriyordu. Duraksadı, gözünü Asuman’a dikmişti. - Olayı deneyimsiz olanı çözdü zira “deneyimli” diye bize sunulan polis de işin içindeydi. Deneyimsiz olanı, hislerinin peşinden gidip iş ortağını bile sorgulamaya kalkmıştı kafasında ve başarıya ulaşmıştı. Bu sefer duraksaması uzun sürmüştü Tahsin’in. - Hah, işte o deneyimsiz olan şimdi karşımızda oturuyor. Nevzat ve Necip şaşkınlıkla karşılarında oturan Asuman’a bakarken birden Necip’in telefonu çaldı. Masadaki dört kişi de irkilerek telefona bakarken Necip uzandı ve telefonu açıp kulağına götürdü. Bir dakika sonra ayağa fırlayıp sandalyeye astığı montunu giymeye koyulmuştu. Telefonu kapatıp restorandan çıkarken şöyle bir döndü ve kendisine soran gözlerle bakan üç kişiye açıklama yaptı. Çok kısa, net ve sırf bu yüzden vurucu bir açıklamaydı bu. - Harun Tandoğan, ölmüş. 6. Bölümün Sonu
7. Bölüm: “Finansör” Mutfak masasında günün gazetesinin üçüncü sayfası açık ve özenle katlanmış bir şekilde duruyordu. Birisi okumuş, bir haberde takılmış ve tekrar okumak için o kısmı göz menzilinde tutmak için gazeteyi düzgünce katlayıp masada bırakmış gibiydi. Mutfaktaki eski model radyoda nostaljik bir şarkı çalınıyordu. Bir dakika sonrasında ise elini yüzünü yıkamış bir şekilde mutfağa giren adamın radyodaki şarkıya eşlik eden sesi doldu odaya. Hemen hemen aynı saniyelerde metalik bir ses de suyun ısındığını müjdeliyordu. Isıtıcıdan doldurulan su önce buhar olarak odaya karıştı, sonrasında bir kahve kokusuna devşirdi varlığını. Hızlı ve sert bir biçimde açılıp kapanan buzdolabından masaya reçel, peynir ve zeytinden ibaret bir kahvaltı menüsü uçuştu. Gazetenin sağına tıkıştırılmış gibi duran poşetten özenle çıkarılan iki poğaça da menüye eklendi ve son olarak birkaç saniye evvel varoluşunu ilan etmiş olan kahve masaya buyur edilmişti. Kahvaltı en az radyodaki şarkıların değişme hızı kadar süratle bitmişti. Kahve fincanında dip görünüyorken adam sırtını geri yasladı ve gazeteyi önüne çekti. İlgisini çeken haberi birkaç kez daha okudu. “İlk Mucitlerden Harun Tandoğan Yangında Öldü” başlıklı haberde evinde çıkan yangından kurtarılan Harun Tandoğan’ın hastanede yaşam mücadelesini sürdüremediği bilgisi vardı. Birkaç projesinden bahseden gazete, bilinçli olarak mıdır bilinmez; çip projesine hiç değinmemişti. Bir sigara yakan adam başını kaşırken pakette kalan son sigarasıyla göz göze geldi. Sabahın köründe yürüyüşe çıkmışken aldığı poğaça ve gazete haricinde dışarı çıkmak istemiyordu esasen. Canı sıkkındı, ümitsizdi, depresyonun arifesindeydi. Gazetedeki haber daha da pekiştirmişti bu keyifsizliğini. Adam, İstanbul Cinayet Masası’nda çalışmadan önce Manisa, Afyon ve Ankara’da görev yapmıştı. Gittiği yerlerde fazla sevilmemesinin sebepleri vardı ama şu an emniyette değil de kendi evinde olmasının sebebi birilerinin adamı olmamasıydı. Komiser Tahsin, belki de aylar sonra ilk kez bir günü tamamen boş geçirecekti. Kim bilir toplam kaç güne böyle başlayacaktı daha. Düşündükçe içlendi. İçlendikçe of çekti. Radyodaki şarkılar gittikçe karamsarlaşıyor, komiserin gözü ikide bir habere takılıyordu. Yine de inatla masadan kalkmıyordu.
Kalkmaya mecali kalmamıştı. Kolunu bile zor kaldırıyormuşçasına paketteki son sigarasına uzandı ve kahve bardağının boş olduğunu görünce duraksadı. Ayağa kalkıp düşünceli tavırlarla ilerlediği mutfakta su ısıtıcısına su doldurup düğmesine bastığında suyu fazla koyduğunu fark edip içlendi. Yıllardır her gün alıştığı trafik nedeniyle zorunlu tatil gününde bile gecikmeye tahammülü kalmamışa benziyordu. Tam yeni bir bardak kahvenin müjdesi olan o metalik ses duyulmuştu ki, kapı çaldı. Saatinin 11:30’u gösterdiğini o an fark etti Tahsin. Gün boyunca saate hiç bakmadığını da aynı anda fark etmişti. Kapıya gittiğinde dışarıda duranların Nevzat ve Necip olduğunu gözetleme deliğinden görüp gayri ihtiyari üstüne başına çeki düzen vermeye çalıştı. Bu çabasının komik olduğunu fark ettikten sonra gülümseyerek kapıyı açtı ve arkadaşlarını içeri buyur etti. Nevzat lokantayı sabahtan da açmamıştı, bugünü kendisine tatil ilan etmişti. Necip ise dosyayı ilgilendiren Harun Tandoğan’ın ölümüyle ilgili araştırma yapacağını belirtip bürodan ayrılmıştı. Ayak altında olmasını istemediklerinden ötürü kimse ses çıkarmamıştı. İkiliyi içeri buyur eden Tahsin, oturma odasına geçmelerini işaret ettikten sonra mutfağa kahve koymaya doğru yönelmişti ki Necip eline bir poşet tutuşturdu. İçinde bir karton sigara olan poşeti görünce kendisini sanki tutukluymuş da, ziyaretine gelinmiş gibi hissetti komiser. Hoş, içinde bulunduğu “zorunlu süresiz izin”in de bundan bir farkı yoktu ya! Yine de gülümsedi. Sabahtan beri düşünceleri ve hayat arasındaki uyumsuzluklar birer birer tetris oyununun parçaları gibi yerli yerine oturuyordu. Fazladan ısınmış su ve biten sigarasının yarattığı keşmekeş hemencecik düzelmişti. Bir sigara çıkarttıktan sonra koyduğu kahvelerle birlikte oturma odasına geçti komiser. Nevzat ve Necip’i hararetli bir şekilde konuşurken buldu, bir dakika geçmeden tartışma konusunun o hafta sonu oynanmış olan derbi maçı olduğunu anladı. Futbolu sadece arkadaşlarıyla dalga geçeceği zaman takip eden birisi olarak tartışmaya müdahil olmayıp kahvesini içmeyi tercih etti. Hafif açılmış perdeden dışarıyı izlemeye koyulan komiser, havanın ne kadar açık olduğunu fakat içinden hiç dışarı çıkma isteğinin gelmediğini şaşırarak fark etti. O ki, hava kötü de olsa güzel de olsa tadını çıkarmayı bilen birisi olarak tanınırdı. İçini belli belirsiz çekerek kahvesini içmeyi sürdürürken kendisine seslendiklerini fark etti. Necip, bir süre seslendikten sonra cevap alamadığı için şaşırarak Nevzat’a dönmüştü ki Tahsin düşüncelerinden sıyrıldı.
- Efendim gözüm? Dalgınlığının sebebini sormayan düşünceli arkadaşlarının konuşma sıkıntısı çektiğini görünce öksürerek oturuşunu düzeltti Tahsin ve bir önceki akşam konuştukları Asuman’dan bir haber alıp almadıklarını sordu. - Abi ben kendisini evine kadar bıraktım ama bir sorun var. - Neymiş? diye merakla sordu Tahsin. - Abi, kadının evinin önünde bir araba vardı. O, arabayı görünce biraz panik oldu ve birkaç sokak ötede inmek istedi. Ben de bir şey demedim. Ancak sonra kendi evime giderken arabayı benim peşimde gördüm… Tahsin geri yaslanarak düşünmeye koyuldu. İşin içinden çıkamıyordu. Dalgınca ayağa kalkarken sehpaya çarptı, o sarsıntıyla kahve bardağı devrildi. Necip’le birlikte hızlıca atılmalarına karşın bardağı tutamadılar ve yere düştü. Tam o anda telefonu çalmaya başlayınca delirecek gibi oldu Tahsin. Sabahtan bu yana birbirini takip eden reaksiyonlar yaşamaktan kafası karman çorman olmuştu. Yerdeki bardağa baktı, telefonu çalmakta inat ederken sadece ağız kısmının hafif çatladığını görüp sevindi. Kahveyi ne ara bitirdiğini hatırlamıyordu bile. Dalgınca masadaki telefonunu eline alıp açtı. - Komiser? Siz misiniz? Tanımadığı bir sesle karşılaşınca istemsizce ekranı gözünün önüne getirdi ve tanımadığı bir numara gördü. Temkinli bir şekilde cevaplamakta fayda gördü: - Buyurun, benim. - Komiser, bugün gazetede bir haber okudum. Doğru mudur, yoksa sırf soruşturma için atılmış bir adım mı? Arada bir katilin açık vermesi veya hırsızların rehavete kapılması için yapılan fos haberlerden bahsediyordu. Hayati tehlikeyi atlatıp soruşturma için ifade veren birisi için hala hayati tehlikesi sürüyor; deliller bulunmuş bazı soygunlar için de hırsızların iz bırakmadan ortadan kaybolduğu gibi haberler yazdırılırdı. - Kim soruyor? Karşı taraftan bilgiç bir iç çekme sesi geldi.
- Tahsin Bey, siz beni bilmezsiniz. Ama ben sizin çalışmalarınızı ilgiyle takip ediyordum. Yıllardır, ne zaman çip projesine el atacağınızı merakla bekliyordum. - Nereden biliyorsunuz o projede olduğumu? Bet bir kahkaha sesi geldi. - Dans etmeyi ben de severim ama zaman aleyhimize işliyor. Size bazı belgeler vermek istiyorum. Benim adıma X deyin, çip projesini finanse eden ekipten birisiyim kısaca. Yıllardır atılan bütün adımlar belge olarak bende var. İnanıp inanmamak sizin elinizde. - Diyelim ki inandım, ne olacak? Belgeleri bana mı vereceksiniz? diye karşı tarafı tartarak konuştu komiser. - Evet. Karşı tarafın sesi tok ve keskin çıkmıştı. Bir an, inanırsa ne zarar göreceğini düşündü Tahsin. En kötü ihtimalle bir tuzağa düşürülür ve öldürülmeye çalışılırdı. Daha önce olmamış mıydı sanki? Kurtulurdu, hep kurtulmuştu. Kurtulmasa ne olacaktı? Ölürdü. Yutkunarak düşünmeye çalıştı. Zaman kazanması lazımdı, bir yandan gözü kendisini izleyen arkadaşlarına takıldı. Kırk yılda bir sigara içen Nevzat bile durumun vahametini fark etmiş olacak ki bir sigara tüttürüyordu. Hızlı düşünüp konuştu Tahsin: - Yer ve zaman verin, oraya on dakika içinde gelmezsem beklemeyin. - 27 aralıkta Adana Havaalanı’nda İç Hatlar Bölümü lavabosunda buluşalım. Çanta getireceğim, siz de çantayı alıp gideceksiniz. Beni görmenize de gerek yok. Bir sırt çantası olacak, yeşil ve çok yıpranmış bir çanta. Tahsin cevap veremeden telefon kapanıverdi. 7. Bölümün Sonu 8. Bölüm: “Kaza” Yolculukların kısa veya uzun olup olmaması çok önemli değildir. İnsanı yolculuğa iten ana kavram, değişiklik isteğinin yanı sıra ölümcül önem taşıyan şahsi eşyalarını ne kadar küçük bir bavula sığdırdığı tatminidir. Metalaştırılmış yaşantılardan kaçmak isteyenler, eşyaların insanları satın aldığını bilenler bayılırlar yolculuklara.
Ancak Tahsin’in yolculuğu bundan biraz farklıydı. Sapından tuttuğu spor valizi taksiden çekip çıkarırken pek bir şey düşünmemesinden belliydi. İçinde hiç eşya yoktu neredeyse. Adana’ya gidiyordu; havaalanında kendisi için bırakılacak bir çantayı almaya. Bu buluşmanın bir tuzak olduğu şüphesine binaen, çantanın içindekileri valize aktarıp öyle dönmeyi planlamıştı. Havaalanına geç kalmıştı. Koştura koştura geçtiği tüm kontrol yerlerine rağmen, camdan kapıya vardığında kapı kapanmış ve uçağın kalkışı için yapılan tüm anonslar çoktan bitmişti. Komiser Tahsin; kapıya elini dayadı, gözlerini kapadı. Yapılacak tek bir şey kalmıştı; diğer havaalanına gitmek uzun süreceğinden, ilk otobüsle Adana’ya gitmek! Bu sefer biraz daha yavaş ama yine de alelacele olarak nitelendirilebilecek adımlarla havaalanından çıktı. Metroya binmeyi tercih etti zira taksiye yeterince para ödemişti uçağa yetişmeye çalışırken. Metro sarsılarak kalktığında ilk duraktan binmiş olmasının ödülü olarak iki kişilik koltuğa tek başına kaykıldı Tahsin. Bir yandan dalgınca etrafa bakınıyordu. Karşı koltuğunda oturan bir anne, baba, çocuk üçlüsü dikkatini çekti komiserin. Klasik bir ataerkil anlayış hakimdi ailede. Çocuk sürekli bağırıyor, çağırıyor; atlıyor, zıplıyordu ancak babanın zerre umurunda değildi. Anne ise çocuğu zapt etmeye çalışıyor ancak bunda çok başarılı olamıyordu. En sonunda baba, bir şeylerle uğraştığı cep telefonundan başını kaldırdı ve hem anneyi hem çocuğu azarlayıp tekrar cep telefonunun ekranına gömüldü. Başka bir köşede, bir adam tek başına duruyordu. Boş yerler olmasına rağmen toplu taşıma taşıtlarında ayakta gidenler hep ilgisini çekmişti komiserin. Neden böyle yaparlardı? İki ihtimal vardı: Birincisi çok yakın bir durakta ineceklerse, ikincisi ise kendilerinden yaşça büyüklere yer vermeyi düşünüyorlarsa otur-kalk yapmamak için. Başka bir şey gelmiyordu komiserin aklına. Neyse ki, etrafı izleyen çatlak bir adam imajı çizmesine yetmeyecek kadar kısıtlı bir süre sonunda metronun otogarı anons eden durağına varmışlardı ki Komiser Tahsin elindeki valiziyle apar topar perona indi. Uzun yıllar önce ilk kez geldiği Esenler Otogarı’nın hemen hemen hiç değişmemesine şaşardı Tahsin. Sürekli bekleyenler, yolcular, sokak satıcıları doluydu otogar ve mütemadiyen bilet satışı girişimleriyle karşılaşıyordu insan. - Abi Adıyaman mı? diye sordu bir adam Tahsin derin derin düşünürken. Pek düşünmeden başıyla olumsuz anlamda salladı Tahsin. Gözüyle sağa sola bakarken kendisini birkaç saniye önce geçmiş ve sigarasını yakmak için durmuş adama dikkat kesildi.
Adamı metroda ayakta dururken görmüştü. Havaalanı ve otogar arasının boş binilen metroda ayakta gidilecek bir mesafe olmadığını aklının bir kenarına yazdı Tahsin. Adam ağır aksak yürümeye koyulunca ayakkabısındaki fiyat etiketinin sökülmediğini gördü ve o an gözünün önüne başka bir sahne geldi komiserin. Uçağı kaçırmış, koşturmacadan yorulmuş bir halde yürüyen merdivende dururken sol taraftan geçip birkaç basamak üstte duran ve dönüp hafifçe arkasına bakarken kendisine gözü takılan bir adam. Tesadüftür, diye içinden geçirdi Tahsin ancak tedbirli olmakta fayda görenlerdendi. Al Capone’a olan kişisel hayranlığı mesleğiyle tezat dursa da onun söylediği bir sözü kulak arkası etmezdi pek: “Bir adamı sabah gördüğümde bu tesadüftür; öğlen aynı adamı bir daha görürsem kuşkulanırım. Akşam karşılaştığımızda onu vururum. Tesadüflere inanmam.” Elbette ki, adamı çekip vuracak değildi. En azından aynı hatayı bir kez daha yapmazdı. İç çekerek göz ucuyla süzdüğü adamı da menzilinde tutmaya çalışıp otobüs firmalarını incelemeye koyuldu. Adamın sigarasını yere atarken kendisine doğru kaçamak bir bakış attığını gördüğü an Bursa menşeili bir firmaya dalıverdi Tahsin. Arka tarafında da bir kapısı vardı ve otobüslerin duraksadığı kısma geçiliyordu. Hızlı hızlı adımlarla ilerlerken hem arkasına hem de otobüs firmalarına bakıyordu. Adana’ya giden bir şirket bulunca hemencecik yazıhanesine dalıverdi. İçeri girerken arkasından gelmediğine emin olmuştu meçhul adamın ancak içerideki gişelerin hemen karşısında yer alan koltuklarda oturup bacak bacak üstüne atmış ve kendisine doğrudan bakan aynı adamı görünce ince bir küfür savurdu içinden: Adana’ya gideceğini zaten biliyordu! Ne yapması gerektiğini kafasında tartarken gişelere yanaştı. İki saat sonra kalkacak olan otobüse bir bilet aldı. Tam geri dönerken adamın da yerinden kalkıp gişelere yanaştığını fark edince, aldığı koltuğun yanındaki koltuğun da biletini almak için görevliye döndü. Kendisi gişeden ayrılırken adamın da aynı otobüse bir bilet aldığını duydu. Çip projesini soruştururken birilerinin kuyruğuna basmıştı. Sağlam basmıştı hem de. Kendisini izletmekten ve izlendiğini anlamasından gocunmayan birileri vardı. Güçlü olduklarını hissettirmek istiyorlardı. Güçlü olabilirlerdi, ihtimal dahilinde. Ancak karşısındakini küçümseyenleri çok görmüştü Tahsin. Bir dönem kendisi de aynı gaflete düşmüştü. Karşısındakini küçümseyenlerin egolarıyla problemleri olurdu ve yenilirlerdi. Er geç yenilirlerdi.
Dışarıdaki çay ocağının masalarına oturdu ve bir çay söyledi Tahsin. Çayı gelirken paketinden bir sigara çekti, son zamanlarda azaltmıştı ve hatta paketi ne zaman aldığını bile hatırlamıyordu ama içme isteği had safhadaydı. Çayı geldiğinde çakmağını ateşledi ve çenesini hafifçe ısıtan bir ateşle sigarasını yaktı. Bir yandan ne yapması gerektiğini düşünüyordu ki telefonu çalmaya başladı. Uçağı kaçırdığı için kapatmadığını fark etti o an. Genelde, tam uçağın yolcu koltuğuna oturduğunda telefonu kapatanlardandı Tahsin. Nevzat’ın aradığını görünce merakla telefonu açıp kulağına götürdü. Bir yandan sigarasından son nefeslerini çekiyor, bir yandan da kendisinin uçakta olduğunu bile bile Nevzat’ın neden aradığını merak ediyordu. - Tahsin? diye bir ses geldi karşıdan. Endişe dolu bir ses tonuydu. Nevzat’ın böyle endişeli bir ses tonuyla kendisine seslendiği son andan bu yana uzun yıllar geçmişti. - Buyurun, benim! diyerek bıyık altından gülerek cevap verdi Tahsin. - Bırak şimdi şakayı! Her neredeysen haberleri açsana çabuk! diye bağırdı Nevzat. Bir süre duraksadıktan sonra da ekledi: “Sahi, neredesin sen?” - Sorma, otogardayım. Şansıma tüküreyim, uçağı kaçırdım… diye homurdanarak Nevzat’ın talebini karşılamak üzere televizyonu açık bir lokanta bulmak üzere otogarın içine daldı. - Önce bir haberlere bak, sonra tükür. diye gülerek söylendi Nevzat. Birkaç metre sonra, aile lokantası ibaresini nişane gibi camına işlemiş bir lokantaya dalmıştı Tahsin. Garsonların hemen hemen hepsini ve müşterileri televizyona kilitlenmiş bir şekilde bulunca şaşırdı. Dikkat kesilip televizyona gözünü dikti. Ekranda “Son Dakika” yazısı gümbür gümbür akıyordu sağdan sola ve arka planda bir enkaz vardı. Öndeki muhabir harıl harıl bir şeyler anlatıyordu ancak ses kısık olduğu için lokantadakiler bu sözlerden mahrum kalıyordu. Ancak son dakika bantının altında akan yazıyı okuyarak haberin içeriğine ulaşma şerefine erişiyorlardı: “İstanbul’dan Adana’ya uçan YZ567 sefer sayılı uçak neden düştü?” Tahsin duraksadı. Yazıyı birkaç kez okuduktan sonra her şeyden emin olabilmişti. Uçak düşmüştü. Bineceği uçak. Kaçırdığı uçak. - Nevzat… diye seslendi yarı kısık bir sesle - Ne şanslı adamsın lan Tahsin, hep dört ayak! diye güleç bir sesle cevap verdi Nevzat.
- Bırak şimdi makarayı. Takip ediliyorum Nevzat! diye ciddi anlamda endişelendiğini gizleyemediği bir sesle konuşmayı sürdürdü Tahsin. - Ne, ne diyorsun? Şüphelerini kısaca anlattıktan sonra lokantadan çıkmak için döndü ve duraksadı. Göz göze geldi. Gene. Aynı adamla. Sinirleri alt üst olmak üzereydi ki, duraksadığını fark eden Nevzat’ın sesiyle kendine geldi. Adamla karşılaştığını anlamıştı ve arkadaşının sinirli yapısını bildiğinden ötürü sakinleştirmeye çalışıyordu. Telefonla konuşarak tüm otogarı gezindi neredeyse Tahsin. Nevzat’la adeta kafa kafaya vermişler ve bir yol bulmaya çalışmışlardı. Takip edilmeyi engelleyemezlerdi ancak takipçileri atlatabilirlerdi. Buna kanaat getirip bir de yol geliştirdikten sonra vedalaştılar. Otobüsün kalkmasına on beş dakika kalmıştı. Göz hapsinde olduğu halde rahat bir şekilde otobüse bindi. Valizini yanındaki boş koltuğa özenle yerleştirdi ve otobüsün kalkacağı anı beklemeye başladı Tahsin. Şoför ve muavin de yerini aldıktan sonra otobüs sarsılarak kalktı. Otogarda ilerlerken kapısı açık ilerliyordu ancak çıkışa yaklaşınca kapılar kapanmak üzere hamle yapıp tıslamaya başlamıştı ki Tahsin valizini eline alıp birkaç sıra arkadaki orta kapıdan aşağı atladı. Otobüs hızlanarak otogardan ayrılırken kapılar kapanmış ve Tahsin arkada kalmıştı. Gülümseyerek döndü ve metroya doğru koşar adım ilerlemeye başladı. 8. Bölümün Sonu
9. Bölüm: “Sorular ve Nedenler” Son günlerde Nevzat’ın balık lokantasında harcadığı saatler gittikçe artmıştı Tahsin’in. Her geldiğinde illa ki bir şeyler yiyip içtiğinden, uzun süredir düşürdüğü alkol eşiği de tekrar yükselmiş ve düzenli içtiği; hatta alkolik olarak nitelendirilebileceği dönemlerindeki eşiğe geri dönmüştü.
Bunları düşünürken gene rakı-balık ikilisine dadanmıştı midesi. Etrafına bakındı, lokantada in cin top oynuyordu. Nevzat’ın bu kadar az iş yaparken nasıl olup da lokantayı ayakta tuttuğuna kafa yoracak olduysa da düşüneceği daha büyük sorunlar vardı. Bu yüzden kısa sürede zihnindeki soru bulutları, yağmurlarını Nevzat’ın üstünden alıp kendi üstüne taşımıştı. Öldürülecekti. Binmediği uçak bile düşürülmüştü. Üstüne üstlük takip edildiği ve uçağa binmediği anlaşıldığı halde. Amaç ne olabilir, diye kafa patlatırken tek bulduğu sonuç gözdağı veriliyor olma ihtimaliydi. Bunu makul bularak karşısında oturmuş, sigara tüttürüp onunla aynı sorunlara kafa patlatan Nevzat’a açtı. Tüttürdüğü sigarasını parmaklarının arasına alıp ezmeye başladı Nevzat. Gözleri parlamıştı. - En doğru cevap bu olabilir Tahsin! diye homurdandı. Lokantanın kapısı açılınca ikisi de kapıya baktılar. Gelenler tanıdıktı: Asuman ve Necip. Klasik ‘Geçmiş olsun’, ‘Ucuz atlatmışsın’ faslı geçildikten sonra masa donatıldı; Asuman da mutfağa geçip Nevzat’a yardım etmeye başlamıştı. Sofraya oturulduğunda Nevzat salatayı işaret etti. - Bu lokantada ilk kez benim haricimde birisi bir şey yaptı. O da bu salata! Ekip gülüşürken Necip, Tahsin’in de aklındaki soruyu dile getirdi: - Abi her şey iyi güzel de, bu lokanta çok iş yapmıyor. Kışa giriyoruz, ondandır diyeceğim ama sanırım yazın da fazla iş yok gibi… Sen niye bu işi yapıyorsun? Yemeklerin çok güzel, balıklar da hep taze ama sen benim sormak istediğim şeyi anladın sanırım. Sözü bittikten sonra mahcup bir şekilde tabağındaki balığı tırtıklamaya başlamıştı. Nevzat gülerek rakısından birkaç yudum aldı, önündeki mezelere çatalını daldırıp biraz atıştırdıktan sonra söze girdi: - Burası yazın da kışın da hemen hemen hiç iş yapmaz Necip! Çoğu zaman tek başıma yemek yemişliğim vardır burada. Bu işi para için yaparsan, hiç keyif alamazsın! Mekan babamındı, haliyle kira falan vermiyorum… Öyle olsa para derdine düşerdim belki. Ha, “Niye bu kadar dertsizsin; yaşam buradan mı ibaret?” diye soracak olursan da… Duraksadı Nevzat. Uzun bir süre duraksadı hem de. Bardağındaki tüm rakıyı içecek kadar uzun bir süre duraksadı. Düşünüyordu. Neyi, nasıl ifade edeceğini düşünüyor olmalıydı. Veya, düşündüğünün ne kadarını. - Evet, yok. Burasının dışında bir yerin, dışarıdaki dünyanın, akıp giden hayatın pek önemi yok. Ben burayı babamla birlikte yapmıştım. Çok küçüktüm… Sonra ben polis oldum. O hiç istemedi! Komünistti bir de, hem onun siyasi geçmişi yüzünden zorluk çekerim diye hem de
zaten polislere karşı olumsuz duyguları var diye istemedi. Zar zor ikna ettim. İçlerinde iyi insanlar olmazsa bir grubu kendi safına çekemeyeceğini söyledim. Sonra ne oldu? Sonra ben de kötü oldum. Duraksadı tekrardan. - Netice olarak Necip kardeş, babama bir vefa borcum var. Onu büyük bir hayal kırıklığına uğrattığım için bir gün, belki bir gün, beni affeder diye umarak kendimi buraya adadım. - Hiç geliyor mu peki abi baban buraya? diye sordu Necip - Yok. Çünkü kendisi yedi yıl önce vefat etti. Masaya sessizlik ve soğukluk çökmüştü. Nasıl bir vicdan azabıydı ki, yedi yıl önce kaybettiği babasını mutlu edebilmek için hala borcunu ödüyordu? Ne yapmış olabilirdi? Tahsin’in hayal meyal hatırladığı birkaç şey vardı. Nevzat’la daha tanışmadıkları dönemde kendi kulağına kadar gelen bazı iddialar… Zira Tahsin İstanbul’a tayin olduktan dört ay sonra Nevzat emekli olmuştu. Bunun ilk iki ayında kulağına gelen dedikodulara rağmen bir gün çay ocağından çay alırken Nevzat’la tanışmış ve diyaloğunu sürdürmüştü Tahsin. Ancak üstünden yıllar geçtiği için konunun ne olduğunu hiç hatırlamıyordu. Tatsız günlerdi, tatsız mevzulardı. Hatırladığı tek şey buydu. Tekrar hatırlamaya ve hatırlatmaya gerek yoktu. Tahsin bunları düşünürken Nevzat da usta işi bir şekilde konuyu başka yöne çekmişti: Tahsin’in kaçırdığı uçağa. Necip ve Asuman önce hikayenin tamamını dinlediler, sonrasında Tahsin’in aklındakileri. Necip çabucak ikna olmuştu ancak Asuman’ın kafasında farklı ihtimaller belirmişe benziyordu. Yiyip içmeye, bir yandan durumun ciddiyetinden bahsetmeye devam ettiler. İki saat böyle devam etti. Tahsin birkaç kez peşindeki adamı nasıl atlattığını anlattı. Bu süreçte Asuman, masadaki diğer üç kişinin aksine, pek konuşmayıp düşünmeyi sürdürdü. Tahsin’in dikkatinden kaçmamıştı bu husus ve aklındaki fikrin cazibeli parlaklığı sönükleşmişti. En sonunda, masadan yemekler kalkıp sadece rakı bardakları kaldıktan sonra, Asuman sandalyesine yaslandı ve söze girdi: - Bence yanıldığınız bir nokta var…
Nevzat ve Necip şaşkınca bakarken Tahsin, bu kadına güvenmesi gerektiği hissiyle dolup taşıyordu. Saatlerdir kafa patlattığını kendi gözleriyle görmüştü. - Adam Adana’da bir çanta bırakacağını söylemiş. Adana’da olduğunu, orada yaşadığını söylememiş ki… - Yani? diye sordu Necip - “Yani”si, bence komiserimin kaçırdığı uçakta o adam da vardı. Kaza olayı ise çoktan tertiplenmişti. Komiserim uçağı kaçırsa da o uçak kaza yapacaktı çünkü onlar için tehlike arz eden sadece siz değildiniz komiserim. Tahsin de sandalyesinde geri yaslanıp düşünmeye başladı. Bu ihtimali nasıl olup da atlamıştı! Kendisine kızarken tekrar masadaki konuşmaya odaklanmaya çalıştı. Necip ve Nevzat da bu ihtimali mantıklı bulmuştu. Saatler geç olduğunda hepsi bu hususta hemfikir olmuş ve attıkları adımlar konusunda daha sessiz, daha derinden ilerleme kararı almıştı. Son birer bardak rakılarını doldururken Necip, Asuman’ın sesinin çok güzel olduğunu iddia etti. Asuman, masadakilerin ısrarlarına dayanamayarak bir şarkı söylemeyi kabul etti. Öksürerek numaradan boğazını temizleyerek bir şarkıya giriş yaptı ve Tahsin’i o lokantadan alıp binlerce kilometre uzakta bir yere götürdü: “Deniz ve mehtap, sordular seni; neredesin? / Nasıl derim “Terk etti, bırakıp beni gitti” / Anladılar ki, aşkımız bitti…” 9. Bölümün Sonu
10. Bölüm: “Yolcu Listesi” Sabah, alarmla uyanan Tahsin bezgin bir hareketle uzanıp saatin pimine basar ve alarm sesini susturur. Bir önceki gece Nevzat’ın lokantasında Asuman, Necip ve Nevzat ile birlikte;
bindiği uçağın neden düşürüldüğüne dair kafa patlatmışlardır. Alkolün, yorgunluğun ve stresin etkisiyle çok uyuma ihtimalini göz önüne alarak sabah için alarm kurmuştur Tahsin. Asuman’ın Nevzat’ın lokantasında öne sürdüğü fikri hemfikir olarak beğenmiş olan ekip, gün içinde araştırma yaparak akşam tekrar lokantada buluşmayı kabul etmişti. Tahsin’in Adana’da buluşacağı adamın, düşen uçakta olduğunu düşünüyorlardı. Bu düşünce Asuman’ın ağzından çıktığı andan beri çok mantıklı gelmişti hepsine. Adamla konuştuğu anı hatırladı komiser. “Benim adıma X deyin, çip projesini finanse eden ekipten birisiyim kısaca. Yıllardır atılan bütün adımlar belge olarak bende var. İnanıp inanmamak sizin elinizde…” Tahsin bir yandan düşünürken, bir yandan ayağa kalkmış ve lavaboda dişlerini fırçalamaya başlamıştı bile. Aynadaki aksine bakarken kafasından ihtimalleri geçiriyordu: Yıllardır yapılan bir deney ve bu deneye finansör olan bir ekip… Demek ki, güçlü ve zengin adamlardan oluşan minik bir ordu var. (Ordu?) Birden duraksadı. Emniyetin içinde böylesi bir deneye destek çıkan bir güruh varsa, ordunun içinde de olmalıydı. Lojistik destek sadece emniyet birimiyle sağlanamazdı. Beyni çatlayacak gibiydi, eliyle şakaklarını kavramışken aynadaki aksiyle göz göze geldi. Gözleri kan çanağına dönmüş, sakalları iki veya üç gündür kesilmemiş, saçları artık taranamayacak kadar darmadağın bir hale gelmişti. Eliyle lavaboya dayanıp çenesini havaya kaldırdı; traş olmak çok uzun sürer miydi diye hesaplamaya çalışıyordu. Birkaç saniye sonra lavabodaki bardaktan jiletini çekip çıkardı. Beş dakika geçmemişti ki sakallarını kesmiş ve saçlarını, kimbilir hangi otelden çıkarken cebine attığı ve lavabonun kenarına dizdiği minik şampuanlardan birisiyle, yıkamaya geçmişti. Toplamda on dakikayı bile bulmayan bir zaman dilimi sonucunda pür-i pak oluvermişti Tahsin. Baş havlusuyla saçlarını kurularken mutfağa geçip kendisine bir kahve hazırlamaya koyuldu. Suyun ısınmaya başlarken çıkarttığı kaynama sesiyle dalıp giderken uçağın düştüğünü gördüğü televizyon haberini hatırladı Tahsin. Uçak düşmüştü ve hakkında yasal araştırma başlatılmıştı. Emniyet şeridi çekilmişti. (Emniyet şeridi?) Emniyetin olaya el koymuş olması; haliyle bir soruşturma yapılması ve yolcu listesinin çıkarılması gerekiyordu. Su ısıtıcısı suyun ısındığını ilan eden sesini çıkarırken Tahsin
mutfaktan çıkmış, komodinin üstüne bıraktığı cep telefonunu almak için yatak odasına geçmişti. Daha önceleri pek çok davada el altından yardımlarını aldığı, çip projesini araştırırken de çipi incelettirdiği Bilişim Şube’deki Kenan’ı aradı cep telefonundan. Kısa bir selamlaşma ve halhatır sorma faslından sonra konuyu özetledi ve isteğini dile getirdi. Kenan, birkaç dakika bekleyip bekleyemeyeceğini sorduktan sonra bilgisayarda bir şeyler yapmaya başlamıştı. Telefonun diğer ucundaki Tahsin, öbür tarafta klavyeye hızlı hızlı inip kalkan parmakların çıkardığı sesi duyuyordu. İki dakika geçmeden bir e-posta adresi istedi Kenan ve Tahsin’in söylediği e-posta adresine bir belge yolladığını söyleyerek yapabileceği başka bir şey olup olmadığını sordu. Yoktu. Tahsin, nadiren kullandığı için hep salonda bıraktığı dizüstü bilgisayarının başına geçti. Epostasını açar açmaz en tepede yanan maili görünce heyecanlandı. Boğazının kuruduğunu fark edince yapmaya niyetlendiği kahveyi anımsadı. Kenan’ın geçici bir e-posta adresinden yolladığı dosyayı bilgisayarına indirmeye başladığında mutfağa geçip kahvesini koydu. Tekrar geri döndüğünde dosya inmiş ve açılmıştı. Üst sıralarda kendi adını görünce doğru dosyanın olduğunu anladı ve içinden, Kenan gibi birkaç kişiyi tanıdığı için şükretti. Toplamda yetmiş beş kişi görünüyordu uçakta. Hepsinin kimlik bilgileri yazılıydı listede. Listedeki isimlerden tanıdık birilerini bulmaya o kadar dalmıştı ki, telefonunu neredeyse duymuyordu! Son anlarda açtığını tahmin ettiği aramayı kimin yaptığına bile bakmadan telefonu kulağına götürmüştü. Karşı tarafta heyecanlı bir kadın sesi belirince birkaç saniye boşluğa düşmüş gibi oldu Tahsin. Neyse ki kısa sürede arayanın Asuman olduğunu anlamıştı. - Komiserim, ben şimdi bir dosyayı incelemek için büroya gelmiştim. Otururken aklıma birisi geldi ve onu aradım. Havayolu şirketinde çalışıyor; check-in’lerden sorumlu. Onu aradım ve bir hayli dil döktüm, hatta bir akşam yemeği sözü vermek zorunda kaldım ama değdi. Bu akşama kadar uçağın yolcu listesini bana yollayacak. Tahsin bıyıkaltından gülümseyerek konuşacakken kendisini tuttu. Telefonlar dinleniyor olabilirdi. Kenan’ı arayarak büyük bir aptallık yapmış olma ihtimalini fark ederek kendi kendisine küfretti. - Asuman, telefondan fazla konuşmayalım ama o listeyi ben hallettim. Sen sıkma canını, arkadaşını da ara; yemeğe gitmek istiyorsan gene git ama liste için uğraşmasın. Boşuna gebe kalma kimselere.
Belli belirsiz bir rahatlama melodisi döküldü Asuman’ın dudaklarından. Sonraki duraksamasından “Nasıl?” sorusunun döküleceğini hissetti komiser. - Fazla kafanı da yorma, akşam nasılsa buluşacağız. Fazla bir şey yemeden gel, bu akşam yemekleri ben hazırlayacağım. Asuman’ın gülümsediği, sesinin tonundan bile anlaşılıyordu. Görüşme temennileriyle telefonu kapattılar. Akşam ne yemek yapacağını düşünmeye başlayan Tahsin, göz ucuyla listeye de bakarak ayaklandı. 8 Saat Sonra Tahsin, mutfaktaki tencereleri kontrol ederek restoranın iç kısmına göz attı. Necip, Nevzat ve Asuman koyu bir sohbete dalmışlardı. Çip projesini sorgulamak için yaptıkları buluşmalarda aslında birbirlerini tanımaya başladıklarını fark etti Tahsin. Aynı anda düdüklü tencerenin çığlığı da dolunca kulaklarına, ocağı kapattı ve tenceredekileri, tabaklara pay etmeye başladı. Nevzat’la birlikte servisi de yaptıktan sonra yemeğe başladılar. Tahsin’in nohutlu pilavı ve tavuğu sınıfı geçmişti. Takdirleri, babacan bir gülümsemeyle kabul etti. Yemek faslı da sonlandığında, artık herkes merakla bekledikleri listeyi görmeye hazırdı. Necip ve Asuman, yanlarında bilgisayarlarını da getirmişti. Tahsin listeyi açarken onlar da bilgisayarlarını çalıştırdılar. Yolcu listesine göz atmaya başlayan ekipten ilk görüş bildiren Nevzat oldu. - Bence, aileleri elemeliyiz. Sonuçta böyle tehlikeli bir işe kimse ailesini alet etmez veya en azından ailesiyle yola çıkmaz. Bu öngörü masada kabul görünce listeden bazı isimleri çıkardılar. Yetmiş beş kişi, altmış sekiz kişiye düşmüştü. - Yabancıları da çıkarmalıyız bence. diye atıldı Necip - Ya sonradan Türk olmuşlarsa? diye sorarak bu öneriyi savuşturdu Asuman Masadakiler liste üzerine hummalı bir beyin fırtınasına girişmişti. Bazı isimler önce siliniyor, sonra geri ekleniyordu. Necip, IP adresini gizleyerek emniyetin sistemine giriş yaptı ve üzerinde anlaşamadıkları isimleri araştırdı. Yaş olarak çok genç ve çok yaşlı olanları da elemişler, kadınları zaten en baştan silmişler ve listeyi otuz kişiye düşürebilmişlerdi. İkinci fincan kahvesini yudumlamaya başlayan Tahsin ayağa kalktı ve pencerenin önüne gitti. Arkasında bıraktığı masada hala tartışma dönüyordu. Dışarı bakarken ilerideki sitenin önüne
park etmiş arabaları fark etti. Çok düşük modellerle, son model arabaları bir arada gördüğünde istediği fikir pırıltısını elde etmiş bir şekilde masaya döndü. - Geri kalan otuz kişinin maddi düzeyini araştıralım. Meslekleri, aileleri, yaşadıkları semtler… Hepsini… Neticede buluşacağım adam bir finansördü. Yani, para babası olması lazım. - Veya parayla ilgili bir işinin olması lazım… diye mırıldandı Nevzat Masadakiler bir anda Nevzat’a dönmüştü. O ana dek hiç dile getirilmemiş bir ihtimali dile getiren Nevzat da anlık söyleminin mantık çerçevesinde hedefi on ikiden vurduğunu fark etmişti. Gülümsedi. Otuz kişilik liste üzerinden yeni bir çalışma başladı. İstanbul’da, düşük gelirli insanların oturduğu semtlerde ikamet edenleri elediler. Sonra mesleklere baktılar ve sırayla ilerlerken öğretmen, memur, avukat ve serbest meslek erbaplarını birer birer elediler. Necip, sırtını geriye yaslayıp harıl harıl aramaya devam eden Asuman’ın sırtına dokundu ve kendi bilgisayarının ekranını işaret etti. Asuman ekrana bakarken gülümsedi ve Necip’in yanağına bir öpücük konduruverdi. Çıkan sesle, farklı bir konuya dair sohbete girişen Nevzat ve Tahsin’in dikkati ikiliye dönmüştü. Asuman onları, Necip’in bilgisayar ekranını işaret ederek yanlarına çağırdı. Necip Asuman’a bakakalmıştı, Nevzat ve Tahsin birbirlerine kaçamak bir bakış atıp göz kırptılar. Ekrandaki isme bakarken gülümsemeleri arttı. Necip, aradıkları kişiyi bulmuştu. “Tufan Edip Yetiş” İsminin altında yer alan eğitim bilgilerinden yıllarca yurt dışında eğitim gördüğünü ve yurt dışındaki bazı üniversitelerde ders verdiğini, İstanbul’un en pahalı semtlerinden birinde yaşadığını işaret eden ikamet bilgisini ve mesleğini görünce adamın bu olduğunu anladılar. Ekonomistti. 10. Bölümün Sonu
11. Bölüm – “Akademisyen”
Tahsin, kahvesini içerken kampüs bahçesine girip çıkan öğrencileri de göz ucuyla izlemektedir. Polis okulunda sahip olamadığı eğitim esnasındaki özgürlükleri, öğrencilerin sonuna kadar tattığını görünce ufak da olsa kıskançlık duydu. Kahvesi bittiğinde bir sigara daha yakıp Necip’i beklemeye devam etti. Beş dakika sonra Necip gelmişti. - Amirim, kusura bakma çok beklettim ama bazı dosyalar vardı ve Müdür onları çok acil halletmemi istedi. Sanırım bu işle de ilgili çalışma yaptığımızdan şüpheleniyor; bu yüzden çok engeller çıkarmaya çalışıyor. Komiser, gözünü kırpıp tek kelime etmeden sigarasını çöp tenekesinin içine attıktan sonra Necip’le birlikte üniversitenin İktisat Fakültesi’ne girdi. Bölümün sekreterliğini bulup odaya girdiklerinde dağınık bir odayla karşılaştılar. Necip, Tahsin’in kulağına doğru fısıldadı: “Amirim buradaki sekreterin daha kendisine hayrı yok, bize mi yardımı olacak?” Komiser daha cevap veremeden sekreterliğin iç kısmındaki bir odadan orta yaşlı, fazla makyajı yüzünden itici görünen bir kadın çıktı. Elindeki boş bardakların olduğu tepsiyi bir kenara bırakarak kendisine yeni bir iş yüklenileceğini düşündüğü için huysuz bir tavır takınıp söze girdi: - Buyurun ne vardı? Kadının huysuz tavrını görmezden gelerek konuştu Tahsin: - Hanımefendi, bir öğretim üyesini soracaktık size. - Bölümümüzün giriş kısmında tüm öğretim üyelerimizin adı yazıyor. Kadın, huysuzluklarına son sürat devam ederken komiserin de sabrı taşmaya başlıyordu. Necip bunu gözlemlediği için kendisi söze devam etti: - Hanımefendi! Sormuyorsunuz ama; bizim merak ettiğimiz öğretim üyesi üniversiteden ayrılmış. Emekli olmuş yani, bırakmış. Kendisine ulaşabileceğimiz bir adres, telefon… Necip daha cümlesini tamamlamadan, çoktan masasına oturmuş olan kadın sözünü keserek konuştu: - 118 miyim ben yahu? Orayı arayıp sorsanıza? - Yahu, daha kim olduğunu bile sormuyorsunuz! Sizi buraya çay kahve servisi yapın diye mi diktiler, insanlara yardımcı olun diye mi! Tahsin, sabrını yitirmiş; bağırarak söze girmişti. Kadın daha cevap veremeden birkaç dakika önce içinden çıktığı odanın kapısı açıldı ve şık giyimli bir adam başını uzatarak “Noluyor?” diye kadına sordu.
- Siz kimsiniz? diyerek sert tavrını sürdürdü Tahsin. - Rektör yardımcısıyım. Bir problem mi var beyefendi? - Bu hanımefendinin sanırım çay taşımaktan başka hiçbir misyonu yok ‘beyefendi’! Sözünün sonundaki beyefendi’yi imalı bir şekilde dile getiren Tahsin’in sert üslubunun ortamı daha da gerdiğini fark eden Necip acilen müdahale etmesi gerektiğini hissetti. - Beyefendi, biz sizin bölümünüzde çalışıp emekli olmuş bir öğretim üyesini araştırıyoruz. 118′i falan denedik ama olmadı. Bir dosya için acilen yardımına ihtiyacımız var. Rektör yardımcısının hem yüzü, hem de ses tonu yumuşamıştı konuştuğunda: - Ne dosyası? - Biz polisiz, bir dosyayı araştırıyoruz. Bilgi vermemiz sakıncalı olabilir ama ölüm kalım meselesi diyebiliriz kısaca. diyerek kendisini ağırdan satan bir üslup takındı Necip - Odama geçelim, orada konuşalım isterseniz? diye kapısını ardına kadar açıp kenara çekildi rektör yardımcısı. Odanın içine girerken de arkasını dönüp “Neslihan, bize üç çay getirir misin?” diye seslendiğinde Necip istemsizce Tahsin’e baktı. Tahsin göz kırparak bıyık altından gülümsedi. / 3 Saat Sonra / Tahsin bir kafede oturmuş, sözleştikleri saatte gelip gelmeyeceğini merak ederek Tufan Edip Yetiş’in yüksek lisansını yaptığı akademisyeni bekliyordu. Zihni Beşsoy, telefonla ulaştıklarında biraz şaşırmış; konuyu üstünkörü açıkladıklarında ise meraklanmıştı. Saat 4′te Bahçelievler’de bir kafede buluşmak üzere sözleşmişlerdi. Necip, emniyetteki işleri nedeniyle buluşmaya katılamayacağından ötürü iş Tahsin’e kalmıştı. Planladıkları saatin beş dakika sonrasında Zihni Beşsoy kafeden içeri girdi. Nefes nefese kaldığından ötürü yolun bir kısmını koşar adım geldiği izlenimini yaratıyordu Tahsin’de. Telefonda söylediği gibi mavi bir gömlek, gri bir kravat ve siyah bir ceket giymişti. Komiser elini hafifçe kaldırdı, Zihni Beşsoy onu gördüğünde tedirgin bir gülümseme takınarak yanına geldi. Fuzuli bir tanışma seansından sonra masaya oturdular ve birbirlerinin konuşmaya nereden başlayacağına karar veremeyen, ayrılık aşamasındaki iki sevgili gibi istim üstündeki hallerini süzdüler.
Garsona iki çay siparişi verdikten sonra Tahsin söze girerek Zihni Bey’i büyük bir külfetten kurtardı. Önce, kısa çaplı bir çip projesi özeti geçti. Sonra, konunun öğrencisi Tufan Edip Yetiş’le olan boyutunu dile getirerek kendilerine bir şekilde yardımının dokunabileceğini düşünerek Zihni Bey’e ulaştıklarını ifade ederek sözlerini tamamladı. Zihni Beşsoy tüm anlatılanları büyük bir dikkatle dinlemiş, zaman zaman ciddi anlamda şaşkınlık da yaşamıştı. Tufan ile ilgili mevzuları ise daha çok, unuttuğu bir masalı hatırlıyormuşçasına dinlemişti. Tüm konuşma tamamen sona erdiğinde Komiser Tahsin’in hiç beklemediği bir şey oldu: Zihni Beşsoy öfkeyle ayağa kalkıp bağırmaya başladı! - Siz, bu hayal ürünü kurgularınız yüzünden mi beni buraya çağırdınız? Balığa gidecekken bırakıp sizin telefondaki samimiyetinize kanıp geldim, yazıklar olsun size! Tüm kafenin dikkati bir anda bu ikiliye çevrilmişti. Komiser tek söz edememişti ki Tufan Beşsoy sırtını döndüğü gibi çıkıp gitti. Tahsin yerinden kalkacakken telefonu çalmaya başladı. Ekrandaki isim Necip’ti. Sıkkın bir şekilde telefonu açtı Tahsin. - Komiserim, yangında öldürüldüğünü düşündüğümüz Harun Tandoğan ile ilgili ilginç bir şeyler keşfettim. En kısa zamanda buluşalım, bunları öğrenmek isteyeceksiniz. - Tamam Necip, kapat sen; diğer hattım çalıyor şimdi. Konuşma bittikten sonra aynı telefonda takılı diğer hattı arayan numaraya baktı Tahsin. Bu, sabit bir İstanbul hattıydı. Aramayı cevapladı. - Komiser Bey, ben Zihni Beşsoy. Aman renk vermeyin! Çünkü takip edilmişim. Siz konuşurken evden çıktığımda karşımdaki durakta bekleyen adamı gördüm. O adamı buluşmaya gelirken su almak için girdiğim büfede de gördüğümü hatırladım. Kusura bakmayın lütfen, çok telaşlandım! Sizinle başka bir gün başka bir yerde buluşalım. Vereceğim bazı belgeler işinize yarayacaktır. - Amaaan, amma uzattınız arkadaşım! Sigarayı bırakma hattıymış! İstemiyorum bırakmak falan! Hatta şimdi gidip bir tane sigara içeceğim! diye bağırarak telefonu kapatır Tahsin Masanın üstüne hesabı bırakıp apar topar kafeden çıkar. Tam çıkarken, içeri yeni girmekte olan birisiyle sertçe çarpışır. Küfretmek için dönecekken bu adamın kendisini takip edip, kendisinin bineceğini sandığı için Adana otobüsüne binen adam olduğunu fark eder. Renk vermeyerek yoluna devam etmeyi tercih eder Tahsin.
11. Bölümün Sonu
12. Bölüm – “Bellek”
Akademisyen Zihni Beşsoy ile sohbetinden sadece adamın bir şeyler bildiğini ve gözünün, kendisini takip eden birileri olduğunda anlayacak kadar, açık olduğunu anlamış olarak evine dönüyordu Komiser Tahsin. Bir de, hâlâ takip edildiğini bilerek. Kendisini takip eden adamın, kafeden çıkarken ona çarpmasının tesadüf olmadığı düşüncesi tüm zihnini meşgul etmeye başlamıştı bile! Basit bir gözdağı mıydı bu, yoksa daha farklı mesajlar içeren bir fiziksel temas mıydı? Buna kafa yorarken son zamanlarda hep Nevzat’ın balık lokantasında buluşup beyin jimnastiği yaptıkları küçük ekibe ve onlar kadar da alkole ihtiyaç duyduğunu hissederek hayıflandı. Emniyetten süresiz izne çıkarılalı şunun şurasında kaç gün olmuştu ki emekli moduna girmişti hemencecik? Mesleği bırakması için vücudunun kendisine verdiği bir sinyalse bile, bu sinyali es geçmeyi tercih edecekti doğal olarak! Belki bir süre İstanbul’dan uzaklaşmalıydı, belki de başka bir yere tayin istemeliydi… Ancak o kadar çok yaşanmışlık vardı ki İstanbul’da, hepsini elinin tersiyle itip tertemiz bir sayfa açamayacak kadar yıpratmıştı ömür defterini. Eğitim yıllarında merak saldığı ölümden sonra hayat felsefesini, ilk cinayet soruşturmasında bir kenara atıvermişti. Dün gibi hatırlıyordu Afyon’da mesleğe yeni atıldığı dönemde önüne gelen ilk davayı. Bir çocuk öldürülmüştü. Kaçırılmıştı daha doğrusu ancak ölü bulunmuştu. Doğal bir ölüme benziyordu; dere yatağından mosmor cesedi çıkarılmıştı. O küçüçük bedeni kayıkların arasında kum-çakıl karışımı zeminde görünce içinde hayata dair ne varsa hepsi solmuştu komiserin. Bir çocuğun ölümüne seyirci kalabilen bir yaratıcı kavramı zihnine düşmüştü. Sonrasında farklı kayıplar, farklı yaşlarda ve farklı sosyal statülerde ölüler… Cesetlerin farklı görünmesini sağlayan şey yaşları, statüleri, paraları değildi; öldürülme şekilleriydi. Ayaklarından tavana çivilenmiş bir ceset* bile gördükten sonra ölüme dair merak ettiği tek şey, ölürken nasıl görüneceği olmuştu Komiser Tahsin’in. Bilhassa boşandıktan sonra, yalnız başına yaşadığı evinde tek başına öleceğini ve uzun süre kimsenin onu bulamayacağını düşünmeye başlamıştı. Bu yüzden emniyette gördüğünde hep sevdiği narkotik köpekleri dahil, evcil hayvan beslemeye karşı durmuştu: Kim öldükten sonra cesedini kemirecek bir canlıya bağlanırdı ki zaten? Belleğinde, boşanmaya dair tatsız anılar belirmişken evine vardı komiser. Asansörü değil, merdivenleri kullandı bu kez. Seri adımlarla, arada bir ikişer basamak çıkarak evinin kapısına ulaştı.
Deliğe anahtarını sokup çevirirken, zili çaldığında içeriden kapıyı açmak için koşturan bir kadın figürü belirdi zihninde. Gözlerini kapattı, açtı. Bu kadarcık bir sürede figür yok olmuştu. Artık sadece karnının açlığı ve karanlıklar içindeki evi vardı. Işıkları yakmadan mutfağa gitti, su ısıtıcısını çalıştırdı ve el yordamıyla ilk çekmeceye koyduğu hazır noodle poşetlerinden birisini çıkardı. Karanlıkta, avuç içleriyle mermer tezgaha dayanmış bir şekilde bekledi ve su ısıtıcısı suyu ısıttığını ilan eden sesini çıkarttığı anda uzanıp boy hizasındaki mutfak dolabından bir kase çıkarttı. Taşırmamaya özen göstererek noodle’ı kaseye boşalttı ve üstüne de sıcak suyu boca etti. Beş dakika sonra oturma odasında sehpaya ayaklarını uzatmış, kucağında tuttuğu kaseden hazır Çin makarnasını çatalının ucuna dolayıp yiyordu. Yemeği bittikten sonra açlık hissinin hala devam ettiğini üzülerek fark etti ancak uyku o kadar bastırmıştı ki, göz kapaklarının kapanmasına engel olamadı. Anlamsız, kabus olarak adledilemeyecek kadar basit ama basit olarak da sınıflandırılamayacak kadar rahatsız edici bir dizi rüyanın koynunda huzursuzca uyuklarken telefonu çalınca uyanıverdi Komiser Tahsin. Kucağında unuttuğu kase, komiser kanepeden ayaklandığında büyük bir gürültüyle yere düşerek kendisini anımsattı. Bir küfür savurarak telefonun sesinin geldiği yeri aramaya başladı. Oda hala karanlık içindeydi, haliyle daha sabah olmadığı belliydi. Karanlığa da bir küfür savurarak telefonu en son ceketinin cebine koyduğunu hatırladı. Ceketinin hala üstünde olduğunu fark etmesi de bir dakika kadar sürmüştü. Fark edince bir küfür daha savurarak elini ceketinin iç cebine götürdü. Telefonu çekip çıkarırken eline bir şey daha değmiş ve telefonla birlikte çıkıp yere düşmüştü. Ne olduğunu bilmiyordu, o an telefona bakıp Necip’in aradığını görünce de cebinden bir şeyin çıktığını unutmuştu. - Komiserim, nasılsınız? Açmadığınızda korktum biraz, bir şeyiniz yok değil mi? Uykudan yeni kalkan insanlara özgü birkaç saniyelik gecikme sonrası Necip’in sözlerini algılayabilmişti Komiser Tahsin. - İyiyim, iyiyim. Sadece bir şeyden eminiz artık; izleniyorum. Üstelik konuştuğum insanlar da izleniyor… Sen bile izleniyor olabilirsin… Necip, kesik ama ciddi bir kahkaha attı. - Komiserim, beni niye takip etsinler? Dava resmi olarak bitti, sizin davayı kovaladığınızı bilen birileri evet, sizi takip edebilir ama beni…
Necip konuşurken Tahsin karanlık oturma odasında ilerleyip cama gitmişti. Perdeyi aralayıp dışarı baktı, konuşmaya devam etti: - Necip, oturma odandaysan gidip perdeyi bir aralar mısın? Birkaç saniye sonra bu komutun gerçekleştiğine dair tepki geldi Necip’ten. - Birkaç sokak lambası ileride, şöyle camları karartılmış ve sanki içinde kimse yokmuş gibi görünen ama her an yola çıkmaya hazır bir görüntü içinde, yani en yakın park halindeki araçtan en az iki araçlık mesafede duran bir araba yok mu yani? Necip duraksamıştı. - Bende de aynısı var, oradan biliyorum. Sıkma canını, yaşamını tehdit etmezler ama can sıkarlar. Evinde ciddi bir şeyler bulundurma; bu konuları da telefonda pek konuşmayalım. Yarın sabah buluşuruz gözüm. Vedalaşıp telefonu kapattıklarında Tahsin uykuya tekrar dönme planlarıyla oturma odasından çıkmak üzere yürüyordu ki, karanlık odada ayağı yerdeki bir şeyin üstüne denk gelince şiddetle sızlamıştı. Birkaç dakika önce cebinden çıkan şey olduğunu anlamıştı komiser. Ne olduğunu anlamak için de eğilip el yordamıyla eline aldı ve pencereye doğru tuttu. Kaşları çatıldı, dudağı kıvrıldı. Bu, ona ait bir şey değildi: Bir usb bellekti. O an ilk kez saatine baktı Tahsin; tam on ikiydi. Taksim civarında açık bir internet kafe bulabileceğini biliyordu, daha önce bir cinayet soruşturmasında tanık ararken bulduğu bir internet kafe işletmecisini hatırlıyordu. Ceketini çıkarıp kabanını giyip evden çıktı Tahsin. Takip edilmek istemediği için arabasını kullanmak bir yana, ışıkların değmediği duvar diplerinden ilerleyerek ana yola çıktı. Tramvay hattı bomboştu, durakta bile kimseler yoktu. Eminönü’ne varana dek yarım saate yakın bir süre yürümüştü. Köprüye vardığında her zamanki gibi balık tutanların olduğunu görmek şaşırtmadı Tahsin’i. Birkaçına “Rastgele!” diye seslenerek yürümeyi sürdürdü. Taksim Meydanı’na nihayet vardığında saati biri geçmişti. Açık hava çok iyi gelmişti; bin fincan kahveden daha güçlü bir uyku kaçırıcıydı bu saatlerin havası. İnternet kafeyi eliyle koymuş gibi buldu. Burayı ilk bulduğu soruşturmayı anımsadığında biraz yüzünü ekşitse de, artık merdivenlerine sapır sapır ceset yağan o apartman yıkılmıştı. Tarlabaşı, kentsel dönüşüme kurban gitti gideli; acıklı görüntülerin yanı sıra “maalesef” kurtulduğu bazı şeyler de olmamış değildi…
Bir apartmanın üçüncü katına konuşlanmış internet kafeye çıktı. Dört kişi, oturdukları masadan kafalarını bile kaldırmadan internete odaklanmaya devam ediyordu. Kafe işletmecisi, Tahsin’i tanımışsa bile belli etmemişti. Bir masa açtırdı ve oturdu. Cebindeki usb belleği çıkarıp özenle bilgisayarın kasasındaki boşluğa taktı. Birkaç saniye sonra ekrandaki fare imleci bir kum saatine dönüştü, en sonunda da önüne belleğin içindeki dosyalar geldi. Fotoğraflar vardı, bir sürü… Ve ürpertici.
12. Bölümün Sonu
*Ayaklarından tavana çivilenmiş cesedin öyküsü: http://www.alperkaya.org/civilere-ruhufleyenler
13. Bölüm: "Kimliksizler"
Nevzat'ın balık lokantasına oturmuş olan Komiser Tahsin; bir önceki gece fazla uyuyamadığı, uyuduğunda da kısa ve huzursuz edici rüyalarla sıçrayarak uyandığı için bitkin bir durumdaydı. Birkaç dakika sonra önce Asuman, sonra Necip içeri girmişti. Hafif toparlanarak ayağa kalktı ve onlarla merhabalaştı Tahsin.
Nevzat da birkaç dakikaya sofrayı donatmış, bir yandan konuşmaya bir yandan da yemeye başlamışlardı. Tahsin, bir önceki gün Zihni Beşsoy ile yaptığı sohbeti ve sonrasında kendisine çarpan adamı anlattı önce. Akabinde cebinden usb belleği ve bir fotoğrafçıda çıkarttırdığı fotoğrafları masaya koydu. O an, masada bir toz zerreciği hareket edecek olsa duyulurdu! Herkes susuvermişti.
Çünkü fotoğraflardakiler, kendileriydi.
Hepsi izlenmişti. Nevzat, balıkçı teknesiyle açılırken yakalanmıştı objektiflere. Necip, bir lokantada tek başına yemek yerken. Asuman, oturduğu dairenin yer aldığı apartmana girerken. Keza Necip gene, arabasının içinde yeşil ışığın yanmasını beklerken. En bombası ise; hepsinin oturup sohbet ettiği bir akşam balık lokantasının dışından çekilmiş olan fotoğraftı!
- Ne düşünüyorsunuz? diye sordu Tahsin.
Kimseden bir ses çıkmayınca, sorusunu yineledi.
- Ne gibi komiserim? diye sordu Necip. - Yani, tehlikedesiniz. Bu belli. Şu an, hem de şu dakikada, vazgeçebilirsiniz. Gönül koymam. Sonuçta ben kaç yaşına gelmiş birisiyim, kaybedecek hiçbir şeyim yok. Ama siz ikiniz, gencecik pırıl pırıl insanlarsınız. Nevzat'ın da zaten bu dosyayı devam ettirme zorunluluğu bile yok, onun niye devam etmek isteyebileceğini hiç bilmiyorum!
Masada tekrardan bir sessizlik oldu. Sessizliği Nevzat bozdu:
- Yahu, Tahsin! Kaç kez diyorum sana fazla kaçırma şu mereti diye! Üçüncü dublen mi o senin? Komiser, anlamadığını ifade eden bir bakışla bakınca bir 'öf' çekerek sözünü açtı Nevzat: - Yahu, diyorum ki rakıyı çok kaçırıyorsun. Çok kaçırınca da saçmalıyorsun! Bu işe birlikte giriştik, ben eminim ki çocuklar da benim gibi isteklidir bu dosyayı sürdürme konusunda! Hem, bu kadar yol
almışken vazgeçilir mi ulan? Adamı döverler vallahi!
Güldüler. Necip ve Asuman da kafalarını sallayıp Nevzat'ı onaylamışlardı. Tahsin'in üzerine belli belirsiz bir rahatlık çökmüştü. Yemek bitene dek normal konulardan bahsedip durdular ancak hepsinin aklı fotoğraflardaydı, bu apaçık belli olabiliyordu. Yemek bittiğinde ise Asuman Türk kahvesi yaptı ve hepsinin aklını meşgul eden konuya dönüş yaptılar.
- Ne yapacağız? diye sordu Necip, ona has meraklı ve sabırsız bakışlarla.
Tahsin derin bir nefes alıp camdan dışarı görünen kayalıklara ve kayalıklara vuran dalgalara bakıp düşündükten sonra konuştu:
- Mücadeleye devam! Bence, ilk olarak soruşturmanın başlangıcında araştırdığımız, öldürülen çocuğun komşularına dair araştırmamızı yoğunlaştırmalıyız. Siz ne dersiniz?
Asuman başını sallayıp yanında getirdiği çantasından bir dosya çıkardı.
- Ben araştırdım komiserim. Ama bir sıkıntımız var...
Tahsin'in gözleri parlamıştı.
- Araştırdın demek! İşte, polislik refleksi budur! Kendi halkını döverek polis olduğunu sananlara rağmen, senin gibilerin de olması müthiş!
Asuman, sabırlı bir edayla sözlerini sürdürdü:
- Araştırdım ama, bir sorun var. Adamlara dair hemen hemen hiçbir kimlik bilgisi yok. İsimler var evet, muhtelif tarihlerde farklı olaylardan oluşan bazı gazete kupürleri... Ama onların haricinde hiçbir şey yok! Hani derler ya, "Park cezası bile yok" diye; o hesap!
Ekip sus pus olmuştu. Necip birden atıldı:
- E bunlar bu kadar gizleniyorlarsa, devletle alakalı bir iş içindeler demektir! Bizim Müdür'e ben konuyu bir çıtlatsam, belki yardımcı olur?
Nevzat ve Asuman bu konuya çok sıcak baktılarsa da, Tahsin hala düşünceliydi. Neden sonra, söze girdi:
- Cık, bu konuda Müdür yaralı parmağa bile işemez... Sen onun olmadığı bir anda bilgi çekmeye çalış. Tekrar derin düşüncelere kapılan ekibin şüphelerini, Necip'in kararlı tavrı nihayete erdirdi: - Tamamdır, oldu bilin!
Gecenin kalanında kahvelerini bitirdikten sonra başka konulardan söz etmeye başladılar. Asuman, Afyon'da çalıştığı dönemde kendisine sık sık görücü gelmesini anlatırken gülmesini bastıramadı; Necip'in de ona bakıp gülümsemesi Nevzat ile Tahsin'in dikkatli bakışlarından kaçamıyordu. Saat ikiyi geçerken, artık vedalaşma zamanının geldiğini hissettiler ve evlerine dağıldılar.
*
İstanbul'da sıradan bir sabah doğacaktı birkaç saat sonra. İnsanlar gene trafikten yakınarak araçlarına hapsolmuş bir şekilde iki gram ilerlemeye çalışacak, tonlarca kavga - dövüş kopacaktı. Psikolojik açıdan sürekli bir harp içinde oldukları halde İstanbul'dan ayrılamayacağına kendini ikna edebilmiş olmanın azmi içinde üç otuz paraya tamah ettirilmek zorunda bırakılmış plaza çalışanları mesela, bir sonraki yıl bu zamanlar kendi arabalarını almış olmanın hayaliyle toplu taşımaya burun kıvıracaktı. Ancak, bir sonraki yıl da, "Bir sonraki yıl bu zamanlar"ın hesabını yapmayı sürdüreceklerdi.
Çocuklar, okulu kırıp da kaçacakları AVM'nin sinemasında kız arkadaşlarından minicik bir öpücük almanın heyecanıyla tutuşacaklardı. Cep telefonlarında, kolayca takip edilebildiklerini hiç düşünmeden check-in'ler yapacaklar; fotoğraflar paylaşacaklardı. İçlerinden bir - iki tanesi iki gün sonra okul idaresine hesap vermek zorunda kalacaktı hatta.
Necip ise bütün bu hengamede, akıllılık edip de emniyetin yakınlarında tuttuğu evinin sefasını sürerek işine gidecekti. Emniyette gene sıradan bir gündü: Kapkaççısı, tutuklu yargılananı, gözaltına alınanı, geceden alınıp sabahın ilk saatleriyle salınanı... Polis teşkilatı, asayişe aykırı her duruma el koyuyor gibi görünüyordu bu koşturmacada. İki tane travesti yanından geçtiği esnada Necip'e bakıp kıkırdayınca istemsizce gülümsedi Necip. Bir yandan, Asuman'ı düşünüyordu. O anda koridorda Müdür'ü görünce tüm düşünceleri dağıldı. Günaydın'laştılar, Müdür'ün kafeteryaya gittiğini görünce toparlanıp alelacele adımlarla odasına doğru ilerledi Bir önceki gece cebine, araştıracağı insanların isimlerini yazdığı bir kağıdı koymuştu. Odanın kapısını, sağdan soldan görenler olursa diye çalmayı ihmal etmeden içeri girdi. Ne yapacağını düşünürken,
kurtuluş biletini masada gördü: Bilgi İşlem Kartı. Normal seviyede yer almayan bilgileri görebilmesi için gereken tek şey buydu: Müdür'ün kullandığı sisteme giriş yapabilirse bilgiler açılabilirdi! Hiç vakit kaybetmeden kartın arkasındaki şifreyi okuyarak bilgisayarda sisteme giriş yaptı. Yavaşlığı had safhada olan internete sabrederek cebinden bir usb bellek çıkartıp bilgisayara taktı ve sistem açıldığında kapıyı gözleyerek elindeki kağıttan kimlik bilgilerini soruşturmaya başladı.
Bingo! Araştırdığı tüm kimliklere ulaşmıştı! Okumaya zamanı yoktu; hepsini bir Word belgesine çekerek usb'ye aktarmaya başladı. Heyecandan boynundaki damarların şişip indiğini hissedebiliyordu; kulağı sürekli kapıdaydı, bir eli usb bellekteyken diğer elinin avuç içinde kimlik bilgilerinin yazdığı kağıdı buruşturup tutuyordu. Aktarım % 85'ken kapının yavaşça açıldığını duydu, o an kapının açılması duraksayınca telaşa kapıldı ve avucundaki kağıdı ağzına atıp yutmaya çalıştı! Müdür, kapıda birisiyle konuşuyordu; hem geliyordu hem de kapıyı tam açmıyordu. Oracıkta, duruyordu. Aktarım % 99'u bulmuştu. Bir anda gülerek odaya girdiğinde Necip'le göz göze geldiler; bir bağrış koptu. O hengamede usb belleği çekip çıkarmış ve elini arkasına götürüp iç çamaşırının içine atıvermişti.
Müdür ve yanında odaya giren iki polis memuru, Necip'e şaşkınlıkla bakıyordu.
- Ne oluyor burada! diye bağırarak Necip'in yanına koştu Müdür.
Necip tepki vermeden dilini ısırmaya başladı. Söyleyebileceği hiçbir şey yoktu. Müdür, ekrana baktığında sisteme giriş yapılmış olduğunu görünce daha bir çıldırdı.
- Ne aradın burada! Cevap ver Necip!
Necip, bir şey söylememeyi tercih etti. Müdür, sinirle elini kaldırmıştı ki; odadaki diğer polisleri gördü ve indirdi elini. Yumruk yapıp sıkmaya başlamıştı. Burnundan soluyordu.
- Defol git, sana çok uygun bir ceza düşüneceğim; ta ki, burada ne aradığını söyleyene dek!
Necip tek kelime bile etmeden odadan çıktı. Arkasından küfürler savrulduğunu duyduğunda yumruklarını sıkmayı tercih etti. Başarmıştı, 'kimliksizler'in bilgileri artık ekibin hizmetinde olacaktı. Öğleden sonra eline gelen yazılı kararı bu yüzden pek umursamadı, sadece ceketini alıp bürodan çıkmayı tercih etti. Kınama ve meslekten süresiz uzaklaştırılma cezası almıştı.
13. Bölümün Sonu
14. Bölüm: “Zincir”
Necip'in de uzaklaştırma cezası alması üzerine, Tahsin oturduğu sandalyede şöyle bir geriye yaslanmış ve ender zamanlarda tüttürdüğü sigarasından birkaç nefes çekmişti.
- E, şimdi ya beni geri çağıracaklar ya da başka birini atayacaklar şubeye. İki tane ofis tipi eleman kaldı ellerinde; koskoca cinayet büroyu ofisten mi yönetecekler?
Kast ettikleri, Hale ile Orhan'dı. Bu iki memur, genelde Tahsin ve Necip'le fazla muhatap olmaz ve ofisten ayrılmadan bilgisayar bazlı işleri yapardı. Rapor tutmak, dilekçe yazmak, dilekçe cevaplamak... Tahsin ve Necip bu konuyu şimdilik bir tarafa bırakıp özgürlüklerinin tadını çıkarmaya karar verdiler. Emniyetin karşısındaki bir kafede buluşmuşlar, çay içiyorlardı. Hava güzeldi; güneşe bakıp gözünü kıstı ve dalgınca konuşmayı sürdürdü Tahsin.
- Yine de, başka birini atasalar bile er ya da geç bizi geri çağıracaklar.
O esnada emniyetin önünde jeep tipi büyükçe bir araç durdu. İçinden, sivil giyimli bir adam refakatçisi bir polisle indi. Güneş gözlüğünü çıkarıp önce emniyete, sonra da etrafa bakarken Tahsin'le göz göze geldiler. Bu husus, Necip'in dikkatinden kaçmadı. Tahsin ise, çayını bir an önce bitirip kalkmak için hamle yapmıştı. Mecburen Necip de komisere ayak uydurdu. Onlar kalkarken jeepten inen adam da yolun durumuna bakıp karşıdan karşıya geçmek üzere girişimde bulunuyordu. Tahsin, Necip'i adeta sürükleyerek arabaya bindirdi ve alelacele uzaklaştılar.
- Kimdi o? diye sordu Necip biraz uzaklaştıktan sonra. - Kim kimdi? diyerek cevapladı Tahsin, göz ucuyla dikiz aynasından arkasına bakarak.
Necip, dilinin ucuna kadar gelen sözcükleri yutarak kendini günün akışına bırakmayı tercih etti.
*
Nevzat'ın balık lokantası, bir süredir kahvaltı mekanları da olmuştu. Asuman hariç tüm ekip toplanmış, kahvaltı yapıyordu. Necip, başına gelenleri bir kez de Nevzat'a anlattı. Nevzat, iç çekerek ekmeğine tereyağı sürmeyi sürdürdü. Pek bir şey konuşmadılar. Gözleri, Necip'in masaya koyduğu usb bellekteydi. Necip'in aldığı bilgileri kontrol edebilmeleri için Asuman'a ihtiyaç duyuyorlardı zira ellerindeki tüm belgeler Asuman'ın bilgisayarında kayıtlıydı.
Kahvaltı sonrası hem açık havada oturmak hem de birer Türk kahvesi içmek için, yakınlardaki bir çay bahçesine gitmeyi tercih ettiler. Garsona siparişleri verdikten sonra denize bakarak bir süre sustular; o esnada Nevzat'ın da Tahsin'in yüzündeki durgunluğu anladığını, kaş göz işaretleriyle de bu durumu sorguladığını fark etti Necip. Yine de sesini çıkarmayıp kahvesini içmeyi tercih etti. Birkaç dakika sonra Asuman uzak köşeden görününce, dikkatler de onun üzerine çekilmişti. Tahsin belli belirsiz rahat bir nefes aldı.
Asuman geldi, masaya oturdu ve daha ağzını açamadan gelen garsona bir tost ve çay siparişi verip garsonu başlarından savdı.
- Mesajını alır almaz gelecektim ama yeni bir görevin ortasındaydım; yetişemedim! Nasılsın Necip?
Necip, bir anda üstüne odaklanan ilgiden hem memnundu hem de şaşkındı. Bir şey diyemedi, eliyle "Geçti gitti" minvalinde bir hareket yaptı.
- Size kötü bir haberim var yalnız! Bilgisayarı evde unutmuşum... Ev arkadaşımla biraz kavga ettik, o sinirle evden çıkarken... - Hayırdır? Niye kavga ettiniz?
Normalde işine çok bağlı olan Necip'in, Asuman'ın sıkıntılı bir durumunu öne sürerek yapamadığı bir işi anlatması esnasında işten ziyade Asuman'ın sıkıntısına odaklanması Komiser Tahsin'in gözünden kaçmamıştı. Ses çıkarmamayı tercih etti, durumu izlemeyi sürdürecek; eğer işler çığrından çıkacak gibi olursa da duruma müdahale edecekti. Asuman'ın da eliyle "Boşver" minvalinde bir hareket yapması üzerine bu küçük ayrıntı da geçti, gitti.
- Arkadaşlar, lafınızı balla kesiyorum ama ben bir şeyi merak ediyorum... diyerek söze girdi Nevzat. Siz, bu öldürülen çocuğun nerede ameliyat edildiğini araştırdınız mı?
Bir anda duraksadılar. Kulağa delice geliyordu ama, hangi çocuk diye düşündükleri bile oldu saniyenin binde biri bir zaman diliminde dahi olsa. Özkan'dan bahsediyordu tabii ki! Necip eliyle alnına vurdu.
- Tabii ya, komiserim! Biz bir şeyi atladık! Özkan ameliyat olmuşsa, bunu ameliyat eden bir doktor da olmalıydı! Nasıl da atladık!
Komiser suskundu. Neden sonra, bu tarz bir araştırmayı nasıl yapabileceklerini tartışan üç kişilik gruba muhalif görüşüyle dahil oldu:
- İyi de, bu adamlar Özkan'ı ameliyat ettirirken gidip bir hastaneden bir izin alacaklardı? Kaldı ki, buna kim izin verir, nasıl izin verir? - Peki, ya aslında ameliyatın bu amaçla yapıldığını bilmiyorlarsa? İzin verenler yani? diyerek cevabını geciktirmeden sundu Nevzat. - Nevzat, öyle saçma şey mi olur!
Son cümlesini kurduktan sonra duraksadı komiser. Pek âlâ, olurdu. Emniyetin içine dek sızan bir yapılanmanın; pıtırak gibi çoğalmış, tamamen cüzdana odaklı özel hastanelerden birisinde kendisine yer bulamayacağı ne malumdu? Üstelik, hastaneyi paravan olarak gösterebilmeleri de cabasıydı.
Sustu, başıyla onayladı Tahsin. Masadakiler de Tahsin'deki bu ani değişime anlam verememişti doğal olarak. Düşündüklerini bir kez de sesli dile getirdikten sonra cep telefonuna uzandı komiser.
- Kimi arayacaksınız komiserim? diye atıldı Necip.
Tahsin, cevap vermemeyi tercih ederek telefon rehberinden bir numarayı buldu ve arama tuşuna bastıktan sonra telefonu kulağına götürdü. Birkaç saniye sonra karşı tarafın açmasıyla birlikte yüzünde bir gülümseme belirdi komiserin. Nedense insanlar da hep, sanki karşı taraf görüyormuş gibi jest ve mimiklere başvurmaz mıydı telefon konuşmaları sırasında?
- Hah, Handan! Nasılsın?
Handan'ı masada oturanlardan bir tek Nevzat tanıyordu. Tahsin, Nevzat ve Handan'ın tanışıklıkları; arkadaşlıkları kadar eskiye dayanıyordu. Necip ve Asuman ise, konuşmanın nereye gideceğini anlamaya çalışıyordu.
- Ben de iyiyim, çok sağol Handan. Senden bir şey rica edeceğim ama seni sırf bunun için aradığımı sen anlama, olur mu?
Kısa bir süre gülüştüler, sonra Tahsin yalandan bazı mahcubiyet ifadelerine başvurdu ve son olarak ağzındaki baklayı çıkardı:
- Sana şimdi mesajla bir isim yollayacağım. Geçmişe dönük üç aylık bir arama yapmanı ve bu isimde birisinin İstanbul'da herhangi bir hastanede ameliyat edilip edilmediğini bulmanı istiyorum. Yapar mısın bunu benim için?
Birkaç saniye daha eften püften konulardan konuştuktan sonra, Tahsin'in teşekkür etmesiyle telefon görüşmesi sona erdi. Telefonu kapatır kapatmaz Özkan'ın kimlik bilgilerini mesajla yolladı komiser. Telefonu masaya bıraktıktan sonra da masadakilerin yüzlerine bakıp duraksadı ve kısa bir açıklama yapma gereği hissederek konuştu:
- Handan, bir hastanede kurucu ortak olarak çalışıyor. Yönetici yani. O bulamazsa kimse bulamaz. Hele ki, bizim gibi emniyetten kısa süreli de olsa aforoz edilmiş olanlar, hiç bulamaz.
Masadakiler rahatlamışa benziyordu. Nevzat hariç. Onun derin düşüncelere daldığını gören komiser, göz kırpıp kendisine doğru eğilmesini işaret etti. Nevzat yanaştığında, komiser de eğilip kısık sesle konuşmaya başladı:
- Yusuf, İstanbul'a dönmüş Nevzat. Bugün emniyetin önünde gördüm. - Ne diyorsun yahu! Onun ne işi varmış İstanbul'da?
Tahsin, "Sen de cevabı biliyorsun" der gibi ısrarlı ve kararlı bir şekilde baktı Nevzat'ın gözlerine. Bir dakika sürmemişti ki, Nevzat'ın yüzü aydınlandı.
- Yok artık! Müdür, o kadar da aşağılıklaşamaz! Di' mi?
Tahsin'in bakışları aynen devam ediyordu. Nevzat pes etmek zorunda kaldı: Aşağılıklaşabilirdi. Bir şey demeden, tekrar eski konumlarına döndüler sandalyelerinde. İkisinin arasındaki bu fısıltı hali, Necip'in dikkatini fazlasıyla çekmişti. Bir şey söylemese de, bakışlarıyla komiseri göz hapsine aldı kısa süre. Bu hapis, masadaki cep telefonunun çaldığı ana dek sürdü. Hepsi birden irkilmişti telefonun sesine. Tahsin bir çırpıda uzanıp açtı telefonu. Bir eliyle de kağıt-kalem işareti yaptı. Asuman, çantasını karıştırarak yırtık pırtık bir not defteri ve güdük, tombul bir kalem uzattı komisere.
- Evet Handan, kulağım sende!
Handan konuştukça, Tahsin not aldı. Not aldıkça da şaşkınlığı artıyordu. Bir-iki dakikalık telefon görüşmesi sonunda, istediği bilgileri elde ettiği aşikardı. Ancak bu bilgiler, onun daha çok kafasını
karıştırmışa benziyordu. Telefon kapandıktan sonra derin bir nefes alıp, öğrendiklerini masadakilerle paylaşmaya başladı.
- Ameliyat, iki buçuk ay önce gerçekleşmiş. Kulak ameliyatı diye geçiyor ama ayrıntısı yok! Ameliyat, GATA'da yapılmış. Ancak ameliyatı yapan doktor GATA bünyesinde değil, özel görevlendirmeyle ameliyat yapmış. İsmi de, Murat Hersal'mış. Doktora dair hiçbir bilgi yok ama, sanırım biz bu adamı biliyoruz Necip? Masadakiler bir anda Necip'e dönünce Necip şaşkınlıktan bir şey diyemedi ancak sonra bir anda sanki unuttuğu bir şarkının sözlerini hatırlarcasına duraksadı. - Evet! Sabri Hersal'ın babasıydı! - Sabri Hersal da, Özkan'ın oturduğu apartmanda ikinci dairede kaldığı zilde yazan ancak bir türlü akıbetine ulaşamadığımız komşusu... diyerek homurdandı Tahsin.
Masadakiler de bu ani bilgi akışından dolayı afallamış durumdaydı. Necip'in getirdiği usb belleğin içindeki bilgilere her şeyden çok ihtiyaç duyuyorlardı o an. Sabırsızlıklarını içlerine gömüp sustular bunun yerine. Necip de, yeni öğrenilen bu bilgi ışığında kendisini boşa feda etmediğine daha fazla ikna olmuştu. Dilini ısırarak kahvesinden son yudumları aldı. Güneş iyice tepeye çıkmıştı ve kendilerini bekleyen bir sürü dosya var gibi hissediyorlardı.
İçlerinde, ilk bakışta asla anlamayacakları hatta farklı bir dilde yazılmış gibi gelen bilgilerin olduğu dosyalar vardı... Fakat bir ucundan tutup çektikleri taktirde pamuk ipliği gibi çözülecek bir zincire dahil olmuşlardı. İlk kez somut bir adım atmış gibi hissediyorlardı. Tahsin, tepelerine vurmaya başlayan güneşten gözlerini kaçırırken, Asuman'ın huzursuz bir şekilde önüne baktığını fark etti. Sonradan düşünmek üzere bu ayrıntıyı aklına kazıdı. O an, düşüneceği çok daha önemli ayrıntılar vardı.
Ancak komiser bir şeyi unutmuştu: Şeytan, ayrıntıda gizliydi.
14. Bölümün Sonu
15. Bölüm: "Sessiz Elçi"
- Konuşmama hakkım yok mu? diye merakla sordu başhekim.
Komiser Tahsin ve yardımcısı Necip, aynı anda başlarını yapmacık bir üzüntüyle iki yana salladılar. Başhekim koridorda gelen giden var mı diye bir umutla etrafına göz atıyordu ama beyhude bir çabaydı bu zira Asuman, koridorun girişini kesmişti ve kimseyi koridordan geçirmiyordu.
GATA'ya gelmişlerdi ve Murat Hersal'ın yaptığı ameliyatı soruşturmak için Başhekim Turhan Gök'ü sıkıştırmayı planlamışlardı. Turhan Gök, bekledikleri kadar da ketum ve cesur birisi çıkmamışa benziyordu; işlerinin kolay olduğunu düşünerek üzerinde başhekimin adının yazdığı odaya Turhan Bey'i takip ederek girdiler. İçeri girdikleri anda duraksadılar.
Necip, odadaki diğer adamın varlığını hemen sezinleyerek kendini ve komiseri koruyabilecek bir pozisyon almaya çalışmıştı. Başhekim içerideki adamdan özür dileyerek odaya girmişti. Odadaki adamı en son fark eden, odaya en son giren Tahsin olmuştu. Görür görmez de duraksadı. Odadaki loşluğa gözleri alışınca Necip de içerideki adamın kim olduğunu tanımıştı. Bu, sabah emniyetin girişinde gördükleri adamdı. Sonradan komiserin, Nevzat ile "Yusuf gelmiş" diye konuştuğu adamdı.
- Yusuf Bey, kusura bakmayın arkadaşlar emniyetten gelmiş. Birkaç soruları varmış dilerseniz ben onları cevaplarken siz dışarıda bekleyin. Sizin belgelerinizi daha kontrol etmemiştim zaten.
Başhekimin odasındaki koltukta oturan adam ayağa kalktı, gözlerini direkt Tahsin'e dikmişti. Ceketinin cebinden güneş gözlüğünü çıkarttı ve gözüne geçirdi.
- Benim işim acele değil Turhan Bey. Sonra da gelebilirim. Siz belgeleri okuduğunuzda en altta yazan cep telefonundan bana ulaşabilirsiniz.
Başhekim sessiz ve mahcup bir ifadeyle başını salladı. Yusuf odadan çıkarken kurşuni bir ağırlık çöktü Tahsin'in omzuna. Yüzünün ne kadar düştüğünü Necip bir bakışta bile fark edebiliyordu. Birkaç saniye sonra anca kendine gelebilmişti komiser.
Bu esnada Turhan Bey de masasına geçmiş, gözlüklerini takmış ve polislere karşısındaki koltukları işaret etmişti oturmaları için. Otururlarken Necip'le göz göze gelen Tahsin, 'İşi bana bırak' dercesine bir mimik yaptı.
- Evet beyler sizi dinliyorum. Neymiş bu 'ölüm kalım meselesi'? - Şöyle Turhan Bey, bizim bir arkadaşın dosyası burada karışmış. Yani tam ayrıntısını bilmiyorum ama atıyorum kabakulakken, kızamık denmiş. Sonra bir süre işte o yanlış tahlile göre işlem yapılmış, iyileşmemiş. Şimdi düzeldi bir özel hastaneye falan yatırdık ama... Buradaki dosyası lazım bize.
Başhekim hayret içinde kalmıştı. Gözlüğünü çıkartmış ancak masaya bile bırakamamıştı. Necip de komiserin ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışıyordu.
- Neyse, ismini vereyim size; bir dosyasını kontrol edelim isterseniz? - Vallahi komiser bey, bu dediğiniz şey akıl sır erdirilecek bir olay değil! Hele hele burada asla olmaz! Ama madem bu kadar eminsiniz, bir bakalım dosyalara. İsmi neydi hastanın? - Atahan Alkan.
Başhekim başını sallayıp ayağa kalktı ve arkasındaki dolabın kapağını açtı. Bir müddet uzaktan aradı ancak bulamayınca sinirlenip daha da yaklaştı dolaba ve adeta içinde kayboldu. Necip hala meraklı gözlerle komisere bakıyordu ki, komiser hızlıca atılıp masanın üstündeki kağıt yığınından bir tutam alıp montunun iç cebine koydu. Necip hala anlam veremiyordu komiserin yaptıklarına. Başhekim kan ter içinde kalmış bir şekilde geri döndü. Başını üzgünce sallıyordu.
-Üzgünüm memur bey, gerçekten bulamadım dosyayı ama sekreterimi arşive yollatacağım, oradan bir şey çıkacaktır! Sizin isminiz neydi? - Yunus. diye cevapladı Tahsin. - Tamam Yunus Bey, siz numaranızı bana bırakın; ben dosyayı bulur bulmaz sizi ararım.
Komiser başını salladı ve gayet ciddi bir ifadeyle başhekimin uzattığı minik not kağıdına telefon numarası yazdı. Karşılıklı teşekkürleşip odadan çıktılar. Koridordan geçip de Asuman'ın yanına geldikleri an Necip artık patlamıştı:
- O neydi öyle komiserim! Yunus kim? Atahan kim? Masadan ne çaldınız?
Komiser tek söz etmeden dışarıyı işaret etti. Dışarı çıktılar, hastanenin yakınındaki bir çay bahçesine geçtiler. Sabahki gibi bir düzen olmuştu gene; dışarıda onları bekleyen Nevzat da çay bahçesine gelmişti zira. Komiser, montunun iç cebindeki kağıtları çıkarttı ve okumaya başladı. Necip de bu esnada içeride yaşananları anlatıyordu. Konu Yusuf'a geldiğinde Nevzat'ın yüzünün bile nasıl değiştiğini fark edince iyiden iyiye merak etmeye başlamıştı bu adamı Necip. Necip'in anlatışı
sonlandığında Tahsin de kağıtlardan başını kaldırmıştı:
- Tüm izleri örtüyorlar. Ameliyata dair her şeyi yok ediyorlar... diye homurdanarak kağıtları masaya bıraktı.
Tahsin'in masaya bıraktığı kağıtları okuyan ekipten ilk öf'leyen ve bir sigara yakan Nevzat olmuştu. Necip ve Asuman da okumayı bitirdikten sonra geri yaslanıp, çaylarını bezgince içmeyi sürdürmüştü.
- Şimdi ne yapacağız? Tek şansımız bu ameliyatı deşifre etmekti... diye mırıldandı Asuman.
Necip teselli ve umut verme mahiyetinde bir şeyler homurdandıysa da kendisi bile inanmıyordu sözlerine belli ki.
- A ha! diye bağırdı birden Nevzat.
Öyle ki, etraftaki masalardan bile tek tük dönüp 'Ne oluyor?' bakışları atılmıştı. Nevzat hiçbirini umursamadan kağıtları önüne çekti ve bir daha okudu.
- İyi de, bizim istediğimiz delil elimize gelmiş işte! Ameliyatın saati, ameliyathane numarası; her şey var bu kağıtta! Altında da operasyonu yürüten savcının ıslak imzası! Daha ne istiyoruz?
Doğru söylüyordu. Tahsin, düşünmeye başladı; bu esnada Nevzat'ın uzattığı paketten de bir dal sigara çekip tüttürmeye başladı. Bir süre enine boyuna tartıştılar kağıt üzerinde. En nihayetinde, kağıdı Nevzat'ın lokantasındaki kasada diğer evraklarla birlikte saklamaya karar verdiler ve çay bahçesinden kalktılar.
*
Tahsin ve Necip yürüyerek Taksim'den Ortaköy'e çıkmışlardı. Akşam üstü Nevzat ve Asuman'la vedalaştıktan sonra Necip'in teklifiyle Nevizade'de hem bir şeyler içmiş hem de Süper Lig maçı izlemişlerdi.
- Amirim, hala söylüyorum Tabata o kadar para etmez! - Valla ben bilmem, ödenmiş işte oğlum; az buz para da değil ha! - Tabata'nın alınma hikayesini biliyor musun amirim?
Komiser başını "Hayır" anlamında salladıktan sonra Necip'in hevesle bir şeyler anlatışını izlemeye koyuldu. Birkaç saniye geçmişti ki, büyükçe bir jeep önlerinde sert bir fren yaparak durdu.
- Ne oluyor be! Az dikkat etsene lan! diye bağırarak Necip'i kontrol etti Tahsin, neyse ki ikisinin de bir şeyi yoktu.
Jeep'in sürücü koltuğundan iri yarı, kel ve güneş gözlüklü bir adam indi. Akşamın o saatinde güneş gözlüğü takmasını komik bulan Tahsin, gülümsemesini bastırmaya çalışarak el kol işaretleriyle aracın az daha kendilerini ezeceğini işaret etti. Dev adam tek kelime bile etmeden yürüyüp kendilerinin olduğu tarafta duran arka kapıyı açtı. Derin bir nefes koyvererek binmelerini işaret etti.
Tahsin, dudaklarını yalayarak göz ucuyla etrafına baktı. Herkesin içinde kaçırılma teşebbüsüyle karşı karşıya kalmışlardı; hemen diplerindeki metro durağına kaçabilirdi ama adamın kararlı tavrı hipnotize ediciydi. Çaresiz, Necip'i de kolundan çekerek jeep'e yönelmişti ki iri yarı sürücü eliyle Tahsin'in göğsüne hafifçe dokundu; Necip'i birkaç adım geri ittirdi ve Tahsin'e tek başına binmesini işaret etti.
Tahsin, başka çıkar yol bulamadığından mütevellit dönüp Necip'e göz kırptıktan sonra jeep'e bindi. Necip, hala şoktaydı ve tek kelime edememişti. Jeep hareketlendikten sonra çözüldü ve bir taksi aramaya koyuldu.
*
Jeep hareketlenmiş, Ortaköy'ü usulca geçmiş ve köprüye gelmişti. Tahsin bir şey soracak olduğunda dikiz aynasından tam olarak kendisine bakan sürücüyü görüp susuyordu. Koma haline girmişti adeta! Yaklaşık yarım saat gitmişti ki jeep, bir ara sokağa daldı. Daha önce buralara hiç gelmediği halde, kafasındaki İstanbul haritasına göre Kanlıca civarlarında olduklarını düşündü komiser.
Birkaç dakika sonra birden durdu jeep. Sarsıntının bitmesi, artçı deprem etkisi yapmıştı Tahsin'in bünyesinde. Midesinin bulandığını düşünmeye başlamıştı ki, kapı açıldı; farklı giyimli bir adam dışarı buyur etti komiseri. Araçtan çıkıp da adamı takip etmeye başladığında jeep'in de gazlayıp gittiğini duydu. Dönüp bakmaya mecali bile yoktu komiserin, yine de güçlü görünmeye ve gardını almaya çalışarak adamın peşi sıra büyükçe bir konağın merdivenlerini çıktı.
Kapıdan girdiğinde içerisinin bir lokanta olduğunu anladı. Girerken başını kaldırıp da tabelaya
bakmadığı için kendisine kızarak otomatikleşmiş adımlarıyla adamı takip etmeyi sürdürdü. Masalardan sadece bir tanesi doluydu; sırtı kendilerine dönük takım elbiseli bir adam oturmuş, bir Türk kahvesi içiyordu. Tahsin masaya ulaştıktan sonra onu getiren adam masadakine bir selam verdi ve çekip gitti.
Masadaki adam ayağa kalktı, tokalaşmak için Tahsin'e elini uzattı. Tahsin, hafif geri giderek şok halinden yavaş yavaş çıkmakta olan bünyesine güvenip konuşmaya başladı:
- Ne oluyor burada?
Adam, havadaki elini yumruk yapıp usulca yanına bıraktı, ceketinin cebine soktu.
- Komiser, bu hengame için kusura bakmayın ama sizi buraya getirmem hem beni hem sizi tehlikeye sokuyor yeterince. Bir gizlilik olması en doğrusuydu. Bu sabah GATA'da karşılaştığınız tablo zaten telefonlarınızın dinlendiğine sizi ikna etmiştir sanıyorum ki?
Tahsin bir şey demeden adamı dinlemeyi sürdürdü. Tane tane, akıcı bir dille konuşan adamın ne iş yaptığını merak etmeye başlamıştı. Ve tabii, kendisini niye buraya getirdiğini de.
- Velhasıl-ı kelam; sizi büyük bir gizlilikle buraya getirttim çünkü size yardımcı olabileceğim bir nokta var. Ancak bu konuşmanın fazla uzadığını düşünüyorum; oturmaz mısınız?
Tahsin, etrafı incelemeyi sürdürerek sandalyeyi el yordamıyla çekip adamın karşısına oturdu. Adam, önündeki tablete bir şeyler karaladıktan sonra kendisine uzattı.
"Size Çip Projesi'yle ilgili yardımcı olmak istiyorum."
Tahsin başını kaldırıp karşısında oturan adamın gözlerine baktı. Samimiyet vardı ve bir yorgunluk okunuyordu adamın gözlerinden. Başını salladı Tahsin. Tekrar tableti önüne çeken adam yeni bir şey yazmaya başladığında Tahsin'in önüne de bir Türk kahvesi getirilmişti. Komiser, merakla adamın yazdıklarını beklerken kahveden içmeye başladı.
"Size vereceğim belgeleri büyük bir gizlilikle incelemenizi istiyorum. Kimseyle bilgi paylaşımı yapmayın. Hele hele Asuman Şen ile asla."
Günün sabahında çay bahçesinde otururken Asuman'ın dalgın tavırlarına denk geldiğini hatırladı Tahsin ve ürperdi. Köstebek o olabilir miydi? Komiser bunu düşünürken tablet tekrar silinip yeni bir yazıyla dolmuş ve önüne itilmişti.
"Bu belgeleri de internet bağlantısı olan bir bilgisayar kullanarak açmayın. Belgede yazan kelimeler, terimler ve kişilerle ilgili olarak internette bir araştırma yapmayın."
Tahsin başını sallayarak tableti geri itti. Kahvesi bitmek üzereydi. Başına bir ağrı çöreklenmişti; alkolden olduğunu düşündü. Tablet son kez önüne itilirken gözlerinin hafifçe karardığını hissetti. Tabletteki yazıyı okurken kendinden geçtiğini hayal meyal fark etmişti.
"Size güveniyorum."
15. Bölümün Sonu
16. Bölüm: "Meçhul Muharrir"
Tahsin, hafif geri giderek şok halinden yavaş yavaş çıkmakta olan bünyesine güvenip konuşmaya başladı:
- Ne oluyor burada?
Adam, havadaki elini yumruk yapıp usulca yanına bıraktı, ceketinin cebine soktu.
- Komiser, bu hengame için kusura bakmayın ama sizi buraya getirmem hem beni hem sizi tehlikeye sokuyor yeterince. Bir gizlilik olması en doğrusuydu. Bu sabah GATA’da karşılaştığınız tablo zaten telefonlarınızın dinlendiğine sizi ikna etmiştir sanıyorum ki?
Tahsin bir şey demeden adamı dinlemeyi sürdürdü. Tane tane, akıcı bir dille konuşan adamın ne iş yaptığını merak etmeye başlamıştı. Ve tabii, kendisini niye buraya getirdiğini de.
- Velhasıl-ı kelam; sizi büyük bir gizlilikle buraya getirttim çünkü size yardımcı olabileceğim bir nokta var. Ancak bu konuşmanın fazla uzadığını düşünüyorum; oturmaz mısınız?
Tahsin, etrafı incelemeyi sürdürerek sandalyeyi el yordamıyla çekip adamın karşısına oturdu. Adam, önündeki tablete bir şeyler karaladıktan sonra kendisine uzattı.
“Size Çip Projesi’yle ilgili yardımcı olmak istiyorum.”
Tahsin başını kaldırıp karşısında oturan adamın gözlerine baktı. Samimiyet vardı ve bir yorgunluk okunuyordu adamın gözlerinden. Başını salladı Tahsin. Tekrar tableti önüne çeken adam yeni bir şey yazmaya başladığında Tahsin’in önüne de bir Türk kahvesi getirilmişti. Komiser, merakla adamın yazdıklarını beklerken kahveden içmeye başladı.
“Size vereceğim belgeleri büyük bir gizlilikle incelemenizi istiyorum. Kimseyle bilgi paylaşımı yapmayın. Hele hele Asuman Şen ile asla.”
Günün sabahında çay bahçesinde otururken Asuman’ın dalgın tavırlarına denk geldiğini hatırladı Tahsin ve ürperdi. Köstebek o olabilir miydi? Komiser bunu düşünürken tablet tekrar silinip yeni bir yazıyla dolmuş ve önüne itilmişti.
“Bu belgeleri de internet bağlantısı olan bir bilgisayar kullanarak açmayın. Belgede yazan kelimeler, terimler ve kişilerle ilgili olarak internette bir araştırma yapmayın.”
Tahsin başını sallayarak tableti geri itti. Kahvesi bitmek üzereydi. Başına bir ağrı çöreklenmişti; alkolden olduğunu düşündü. Tablet son kez önüne itilirken gözlerinin hafifçe karardığını hissetti. Tabletteki yazıyı okurken kendinden geçtiğini hayal meyal fark etmişti.
“Size güveniyorum.”
*
Tahsin, kendine geldiğinde evinin salonunda buldu bitap düşmüş bedenini. Saat sabahın beşiydi; sabah ezanı yeni okunuyordu. Ayağa kalkmaya çalışsa da bir müddet bunda başarılı olamadı. Gözlerini kırpıştırdıkça sanki beynine bir şeyler batıyor gibiydi!
Öyle ki; camdan içeri yavaş yavaş süzülen güneş ışığına karşı bile tahammülsüzdü gözbebekleri. O an, odada yalnız olmadığını fark etti. Belli belirsiz de olsa bir başka nefes alış verişi vardı odada. İrkilerek sağına soluna bakınmaya başladı ve en nihayetinde adresi bulduğunda rahat bir nefes aldı: Bu, Nevzat'tı.
Neden onun evindeydi ve ne işi vardı bilmiyordu komiser ama bu eski arkadaşını ölüme beş kala hislerini yaşadığı anlarda yanında görünce rahatlamıştı çokça. Tekrar gözlerinin kapandığını hissetti, bu kez daha rahat bir uykuya gömülüyor gibiydi...
* Necip'in emniyetten uzaklaştırılmasının üzerinden çok zaman geçmemişti ancak genç polis, şimdiden kendisini boşluğa düşmüş hissediyordu. Sabah dokuza doğru uyandığında bir an işe geç kalma telaşesi yaşadıysa da kısa süre içinde yakın geçmişinin belleğinde bıraktığı ayak izlerini takip etmeyi başarmıştı.
O an aklına gece yarısı kaçırılan Komiser Tahsin gelince apar topar baş ucunda duran telefona sarıldı Necip. İkinci çalışta komiserin telefonu açıldı lakin karşı taraftaki ses, komisere ait değildi! Birkaç saniye sonra bu sesin eski özel harekatçı, balıkçı Nevzat olduğunu anlamıştı Necip.
Kısa bir selamlaşma faslı akabinde Nevzat'ın komisere refakat ettiğini ve komiserin hala uyanmadığını
öğrendi Necip. Birkaç saat sonra buluşma temennisiyle telefonları kapattılar. Yapacak acil bir işi olmadığı için, sallana sallana mutfağa gidip kendisine bir kahvaltı sofrası kurmaya başladı Necip.
Modern hayatın iş kaynaklı keşmekeşinden en çok böyle zamanlarda nefret ediyordu. İnsana, insancıl bir yaşam payı bırakmayan koşturmacalar en çok böyle keyif zamanlarında kendi antipatilerini yaratıyordu. Çay demlendiğinde mutfağa doluşan çay kokusu sayesinde bir önceki gün çay bahçesinde yapılan konuşmaları hatırladı Necip. Ancak, konuşmaların konusundan ziyade; Asuman'ın sesinin tınısı doluşmuştu belleğine. Gülümseyerek çay doldurdu masadaki fincanına. Fincanı uzun süredir konuşmadığı kardeşinin aldığını hatırladı, sonra da neden küstüklerini hatırlamaya çalıştı ancak başarılı olamadı.
İnsanı en çok da, en keyifli anlarında sarmalayan o yara kabuğu kaşıntısı tadındaki huzursuzluklardan birisiydi bu da. Çayını içerek bu hissi bertaraf etmeye çalıştı.
*
Komiser, tekrar uyandığında daha iyiydi. Sabahki uyanışını hatırlayınca ürperdiyse de, bu kez daha rahat bir şekilde kalkabilmişti yattığı/yatırıldığı kanepeden. Gece kaçırılarak Kanlıca'daki bir restauranta götürülüşünü anımsayınca irkildi. O an odada Nevzat'ın olduğunu hayal meyal hatırladı ve etrafına bakınırken aradığı kişinin kapıdan girdiğini gördü.
Nevzat, elinde bir tepsi ve tepside iki kupayla odaya girmişti. Tahsin'in uyandığını görünce gülümsedi, babacan bir kahkaha attı.
- Nihayet uyandın mı! Güzellik uykusuna yattın sandım bir an yahu!
Tahsin başını sallarken hala fazla hızlı hareket edemediğini midesi bulanınca anlamıştı. Önündeki sehpaya konan fincana baktığında öğürme hissini bastırmaya çalıştı. Bu, hiç sevmediği nane limondan başka bir şey değildi. Nevzat'ın fincanında ise kahve olduğu, kokusundan belliydi.
- Fincanları değiştirelim mi? diye homurdandı çatlak ve tok bir sesle Tahsin
Nevzat bir kahkaha daha atıp başını olumsuz anlamda salladı. Birkaç dakika boyunca içeceklerini yudumlamakla yetindiler ancak Tahsin'in merakının tırmandığını gören Nevzat, daha fazla işkence etmemek adına açıklama yapma gereği hissetti.
- Dün gece telefonuma bir mesaj geldi. Seni, gece bire doğru Beykoz'daki kundura fabrikasından almam gerektiği yazıyordu. Ben de önce seni aradım ancak telefonun kapalıydı. Sonra Necip'i aradım ve kaçırıldığını öğrendim! Çılgına döndüm, inan bana bir an seni ölü bulacağımdan bile korktum! Neyse ki gece bire doğru Beykoz'a gittiğimde seni ellerin ayakların bağlı bir şekilde fabrikada buldum. Başucunda da bir not vardı.
Bunu dedikten sonra oturduğu kanepede sağına uzandı ve bir kağıdı alıp Tahsin'e uzattı. "Tahsin Bey'e zoraki misafirlik yaptırdık, umarız ikramlarımızdan memnun kalmıştır..."
Tahsin kağıdı okuyunca tatlı sert bir küfür bastı. O esnada, konuştuğu adamın kendisine vereceği belgeleri hatırladı. Ayağa fırlayıp üstünü başını yoklamaya başladı. Bu ani hareketlenme, Nevzat'ı bir an ürkütmüştü. Bir şey sormadan Tahsin'i izlemeye koyuldu. Tahsin, odadaki bir sandalyenin üstüne bırakılmış ceketine koşturdu. Ceplerini yokladığında bir şey bulamadı. Omuzları çöktü. Geceki tiyatronun ve bu patırtının bir sebebi olmalıydı! Tam o esnada kapı çalındı.
Kapıyı açtığında bunun bir kurye olduğunu gördü. Kurye "Tahsin Bey?" diye sorup onay aldıktan sonra elindeki paketi teslim edip geri döndü. Gözü bu kuryenin bir yerden tanıdık geldiğini bas bas bağırırken salona döndü, o an cep telefonuna bir mesaj gelmişti. Paketi masanın üstüne bırakıp telefonunu eline aldı.
-.. . -.. .. -.- .-.. . .-. .. -- .. ..- -. ..- - -- .-
Gelen mesajı görünce bir sistem hatası olduğunu düşünerek telefonunu bir kenara bıraktı. Paketi açtığında içinden bir cd çıkınca, kuryeyi nereden hatırladığını bulmuştu! Bu adam, bir önceki gece kendisini arabayla Kanlıca'ya götüren adamdı! Telefonu tekrar eline alıp mesaja bir kez daha baktığında bunun mors alfabesiyle yazılmış bir metin olduğunu şaşırarak fark etti.
Her şey planlı ve programlı ilerliyordu kendisine yardım etmeye çalışanların tarafında. Adamın söylediği son sözleri hatırladı o an Tahsin: "Size güveniyorum."
*
Necip komiserin evine geldiğinde bir müddet bir önceki gecenin özeti ve son gelişmeler konuşuldu. Sonra Tahsin'in elindeki cd ve cep telefonuna gelen mesaj üzerinde kafa patlatıldı. İşin içinden
çıkamadıkları anlar gelip çatmıştı. O saniye Tahsin'in telefonuna bir mesaj daha geldi.
-.- --- .-. -.- -- .-
Artık sabredemeyen Tahsin, telefonuyla bir numarayı çevirip daha önce de yardım aldığı Bilişim Şube'deki arkadaşını aradı. Öğle tatilinde emniyetin karşısındaki kafede buluşmak istediğini söyleyip, karşı tarafa reddetme payı bırakmadan telefonunu kapattı. Sırtını koltuğuna yasladığında biraz daha rahatlamıştı.
*
Emniyetin karşısındaki kafede otururlarken, arkadaşının sık sık etrafına huzursuzca bakmasını izleyip bıyık altından gülüyordu Tahsin. Önüne çektiği peçeteye bir şeyler karalayıp karşısındakinin önüne ittirdi.
"Bana internet bağlantısı olmayan bir bilgisayar lazım"
Adam bunu okuduktan sonra önündeki çaydan bir yudum alıp Tahsin'e göz ucuyla bakarak göz kırptı. Tahsin masaya çay parası bırakıp peçeteyi de alarak masadan kalktı, "İyi günler" dedikten sonra arkadaşının yanından da uzaklaştı. Çocuğun öğle tatilini daha fazla zehir etmeye niyeti yoktu. Komiser halen mors alfabesi bilen birisini nereden bulacağını düşünüyordu arabasına binerken...
Arabasıyla trafikte ilerlerken kafasını meşgul eden sorunları kovalamaya çalıştı. O esnada telefonuna yeni bir mesaj daha gelince irkilerek fren ve debriyaja basıverdi Tahsin. Arkasından çalan kornalara mukabil, "Ben de sizin lan! Ben de sizin!" diye bağırarak tekrar gazladı. Tekrar telefonu çaldığında tam küfredecekti ki, açtığında bunun Zihni Beşsoy olduğunu anladı.
Komiserin, Adana'da buluşmak için sözleştiği fakat uçağı kaçırdığı; uçağın düşmesiyle de hayatını kaybeden Tufan Edip Yetiş'in üniversitedeki hocasıydı Zihni Beşsoy. Kafede yaşadıkları tiyatral kavgayı anımsayınca dudaklarının ucu kıvrıldı Tahsin'in. Gülüşü, Zihni Beşsoy'un sözleri bitene kadar sürdü sadece:
- Komiser, beni öldürecekler sanırım.
*
Zihni Beşsoy, endişeli gözlerle odasının kapısına ve pencerelerine bakıp duruyordu. Sık sık terlemesi, hem itici görünüyordu hem de üzücü bir tabloydu. Fısıldayarak konuştu:
- Bir süredir, tehdit ediliyordum... Odamın kapısında bir ses bombası bile patlattılar, inanır mısınız? Sonra olayı daha önce dersimi alıp dersimden kalan bir öğrenci üstlendi ama... Hiç inandırıcı değildi!
Adamın, kendi kendisi üzerinde şizofrenik bir ortam yarattığı aşikardı. Ancak daha önce takip edildiğini bilen birisinin, şimdi de tehdit edildiğini söylemesinde bir gerçeklik payı olmalıydı. Komiser odanın duvarlarına baktığında başarılı akademisyenin pek çok sertifikasının olduğunu gördü. Klasik "eğitim" sertifikaları haricinde işitme engelliler konusunda yaptığı çalışmalara dair de bazı sertifikaları vardı. Komiserin gözleri parladı.
- Mors alfabesini bilir misiniz hocam? diye hevesle atıldı.
İçinde bulunduğu ruh hali gereği, alakasız bir soruya gözlerini kırpıştırıp dudaklarını yalayarak karşılık verdi ilk başta Zihni Beşsoy. Sonrasında başını olumlu anlamda salladı. Komiser hevesle telefonunu uzatırken, karşı taraftan telefonu alan elin titrediğini görünce daha bir üzüldü akademisyen için. Mesajları, gözlüğünü takarak okumaya başladı Zihni Beşsoy. Başını hafifçe kaldırıp mesajları sırasıyla komisere doğru gösterdi.
- Bu mesajda, "Dediklerimi unutmayın" yazıyor. Bu mesajda ise "Korkma" yazılı...
Üçüncü mesaja geldiğinde duraksadı. Birkaç kez okuduktan sonra öksürüp sırtını koltuğuna yasladı, sanki nasıl anlatacağını bilemez gibiydi.
- Size bu mesajları kim gönderdi, hiçbir fikriniz yok mu?
Komiser başını olumsuz anlamda sağa sola salladıktan sonra üçüncü (ve son) mesajın çevirisini beklemeye koyuldu.
- Bu mesajda, "Ben ölsem de bu davayı bırakma" yazıyor. - Emin misiniz hocam? Aynen öyle mi yazıyor?
Zihni Beşsoy, bir iki kez daha mesajı okuduktan sonra kararlı bir şekilde komisere dikti gözlerini.
- Evet, hiç şüphesiz!
O an, Zihni Beşsoy'un odasının kapısı tıklandı; komiser gayri ihtiyari bir şekilde uzanıp telefonu alıp pantolonunun arka cebine sokmuştu. İçeri, polisler girince bunun ne kadar doğru bir hareket olduğunu anlamıştı. Polislerin en önünde duran, sivil giyimli komiseri bir bakışta tanımıştı Tahsin.
Bu, Yusuf'tu. Tahsin ve Necip emniyetten uzaklaştırıldığında cinayet büroya geçici olarak atanan, eski baş belası! Kendisini görünce hiç şaşırmamasının sebebini anlayabiliyordu: Telefonunu kimlerin dinlediğini az çok tahmin ediyordu zaten Tahsin...
- Zihni Bey, bize lütfen zorluk çıkartmayın. Elimizde arama iznimiz var... Odanızda arama yapacağız. Bir uçak kazası sebebiyle sizin de içinde bulunduğunuz bir grup, zanlı durumuna düştü. Delil arıyoruz...
Zihni Beşsoy ayağa fırlamıştı. Tahsin'e bakarak bağırmaya başladı.
- Sen de onlardan yanasın değil mi! Biliyordum! Beni öldüreceksiniz!
Cama doğru koşmaya başlayan iri yapılı akademisyeni, birkaç polis atlayıp zar zor tutabilmişti. Komiser Tahsin, bu esnada kalabalıktan sıyrılıp önce odadan, sonra kattan ve en son da üniversiteden çıktı. Dudaklarını ısırıyordu.
İki farklı ve ne tesadüfse kendisine yardımcı etmeye gönüllü insan, öldürüleceklerinden şüphelendiklerini aynı anda dile getirmişti. Çemberin daraldığını, hedefe gereğinden fazla yaklaştığını hissetti komiser. O saniye aklına evindeki cd düştü. Arabasına atladığı gibi, evine doğru yol almaya koyuldu...
16. Bölümün Sonu
17. Bölüm: "Eski Dost"
Asuman bir çay daha koyup geldiğinde Komiser Tahsin, gözlerinin bozulmak üzere olduğunu hissetmeye başlamıştı. Genç kadının getirdiği çaydan birkaç yudum alırken başını bilgisayar ekranından kaldırdı; Asuman'ın da ara verdiğini ve salonda duran kitaplığı incelemeye başladığını görünce ara vermesi gerektiğini hissetti.
Saatine baktığında ise, kendisine kargo ile yollanmış cd'deki evrakları ayıklamaya başlayalı dört buçuk saati geçtiğini anladı. Saat ise gece üçe geliyordu! Asuman'ın ilgiyle bir kitabı raftan çektiğini görünce merakına dayanamadı ve çay bardağını alarak yanına gitti. Bu, Turgut Uyar'ın şiir kitabıydı. Asuman havaya bakarak rastgele bir sayfa açtı; arkasında onu izleyen komiseri fark etmemişe benziyordu. Açtığı sayfada, bakmadan koyduğu parmağının hizasındaki dizeleri gözleriyle takip etti:
"Eylül toparlandı gitti işte ekim filan da gider bu gidişle / Tarihe gömülen koca koca atlar tarihe gömülür o kadar"
Gülümseyerek kitabı kapatırken arkasını dönen Asuman'la komiser bir anda yüz yüze gelivermişti; kadıncağız korkudan bir çığlık atarak elindeki çay bardağını yere düşürdü.
Sonrasında da mahcup bir edayla bir bardağa bir de komisere bakmaya başlamıştı... Komiser gülümseyerek, "Boşver" diye mırıldandı ve eğilip kesilmiş camlara dikkat etmeye çalışarak bardağı toplamaya başladı. O esnada Asuman da mutfaktan bir bez bulup gelmiş, çayı silmeye başlamıştı.
- Çok ama çok özür dilerim! Sizi bir anda öyle görüverince çok korktum!
Tahsin elini havada sallayarak 'Boşver' diye işaret etti bu kez. Bardağı toplama ve yere dökülen çayı silme işlemi bittikten sonra tekrar masaya oturdular. Birbirlerine bakınca gülmeye başlamışlardı. O esnada komiser, yıllardır yalnız yaşadığı bu evde en son ne zaman güldüğünü hatırlamaya çalıştı.
Bulamadı.
Neyse ki daha fazla düşünmesine gerek kalmadı, Asuman ekrandan bir şeyleri işaret edip konuşmaya ve aynı anda hararetli bir şekilde notlar çıkarmaya başlamıştı. Kanlıca'daki restaurantta konuştuğu adamın yolladığı cd'den çıkan belgelerdi bunlar.
Bir yandan, akşam haberlerinde görüşmeye gittiği akademisyenin tutuklandığını öğrendikten sonra kendisini ziyarete gelen Asuman Şen hakkında restaurantta adamın söylediği şeyi hatırlıyor ve huzursuzlanıyordu ama elinden bir şey gelmiyordu: Kadın da bu operasyonun içine dahil olmuştu, şimdi bir anda çıkaramazdı. Gözetim altında tutabilirdi sadece.
- Burada pek çok farklı deneyden ve mühendislik işlerinden bahsediyorlar komiserim... diye söze girince Asuman, komiser de daldığı düşüncelerden sıyrılıverdi.
- Misal burada, adı "Çivili Ayakkabılar" isimli bir deneyden bahsediliyor. Belden aşağısı veya sadece ayağı sakat olanları yürütmek için yapılan bir dizi deney... Sonuçları çok feci olmuş, iş orduya kadar uzanmış ve pek çok denek buradaki rapora göre "telef olmuş". Tüyler ürpertici!
Komiser dikkatle dinliyor ve bazı noktaları kendisi de not alıyordu.
- Ancak, burada bir mühendisten söz ediliyor; adı karalanmış ama ilk harfinin Z olduğu belli... Orduda görev almıyormuş, o da kesin. Çünkü İçişleri Bakanlığı'nın görevlendirmesiyle doğuya gitmiş ve orada bir laboratuvar kurdurup deneylere başlamış... Yıl 2001.
Asuman'ın devamındaki sayfaya geçip okumasını ve kendisine özetlemesini beklerken çayından birkaç yudum almıştı ki; kadının dökülen çayını hatırladı. Dalgınlığı yüzünden kendisine kızarak ayağa kalktı ve mutfağa gidip başka bir bardak çıkararak çay doldurdu.
Geri geldiğinde Asuman hala hararetli bir şekilde önündeki ekrandan yazıları okuyordu. Tahsin'in getirdiği çaya minnetle bakıp gözü istemsizce kütüphanenin önüne kaydıktan sonra gülümsedi ve sırtını sandalyeye yaslayarak çıkarttığı notlara göz gezdirerek bir yandan komiser için özet geçmeyi sürdürdü.
- Bu deneyin adına da "Kriminaloskopi" koymuşlar. Ciddi mahkumiyeti olan, af kapsamında pek düşünülmeyecek kadar iğrenç suçlar işlemiş yedi suçlu üzerinde deney yapmışlar. Bu yedi kişinin, bu suçları neden işlediğine dair beyin dalgalarını analiz edip hormonal düzenlerini kontrol etmeye çalışmışlar. Pek başarılı olamamışlar: Yedi kişiden beşi delirmiş ve yer aldıkları koğuşu yakmaya çalışmış. En sonunda hapishane yönetimi koğuşa baskın düzenleyip altı tanesini ölü, birini yaralı ele geçirmiş. Mühendis, gene aynı kişi.
- Sağ kalanın adı belli mi? diye sordu boğazının kuruduğunu o an fark eden komiser.
Asuman belgeyi tekrar hızlıca inceledi ve başını olumsuz anlamda salladı. Bir diğer sayfaya geçmişti sonrasında. Kısa bir süre okuduktan sonra dudaklarını ısırarak bazı notlar almayı ve arada bir çayından birkaç yudum içmeyi sürdürdü. Bittiğinde gene sırtını sandalyeye yasladı, çayından kalan yudumları boğazından aşağıya gönderdikten sonra önündeki özetle ekrandaki raporu karşılaştırarak komisere özet geçmeye başladı.
- Bu sefer de bir cinayet davasına müdahil olmuşlar. Deneklerden birisi kaçıp bir kadını öldürmeye çalışmış; yaralamış ve komaya da sokmuş ama yakayı ele vermiş. Deneyi apar topar sonlandırmışlar. Tecavüzden hüküm giymiş bir suçluymuş, hapishanedeki laboratuvardan nasıl kaçtığını kimse öğrenememiş. Hormonlarını kontrol altına almaya, daha ziyade benim anladığım kadarıyla ameliyatsız hadım etmeye, çalışıyorlarmış.
Komiser duraksamıştı.
- Suçlunun adı yazıyor mu?
Asuman notlarına ve ekrandaki belgeye bir kez daha göz gezdirdikten sonra şaşkınlıkla komisere baktı.
- Herkesin ama herkesin adının çizili olduğu bir belgede evet, bu suçlunun adı yazıyor.
Komiser bıyık altından gülümseyerek sırtını sandalyeye yasladı, elleriyle başının arkasına destek olarak gerindi ve gülümsemesini daha fazla bastıramadan sordu:
- Dur, ben tahmin edeceğim! Adı İrfan Yıldız mı?
Asuman'ın kaşlarından birisi havaya kalkmıştı. Hevesle dirseklerini masaya dayayıp komisere uzandı. "Nasıl bildiniz!" diye şaşkınlıkla sorarak komiserin gülümsemesini izlemeye koyuldu.
* Sabahın ilk ışıkları Tahsin'in mütevazı apartman dairesinin sabaha kadar not çıkarılmış salonunun camlarına vururken masada oturup önündeki tüm notları belki on beşinci kez baştan sonra okuyan komiserin gözleri haricinde zerre hareketlilik yoktu.
Asuman, kanepede uzanmış ve adeta yorgunluktan sızmıştı. Daha saatin altı bile olmadığının ayırtına varınca yerinden kalkıp yatak odasına giden komiser, elinde bir pikeyle geri gelmiş ve kısa kollu tişörtle uyumakta olan Asuman'ın üstüne pikeyi örtmüştü. Genç kadının yarı huzurlu yarı huzursuz uykusu esnasında oynayan gözbebeklerini fark edebiliyordu.
Biçimli bir burnu, düzgün ve ince kaşları vardı. Çenesi hafif içeri doğru göçük olan kadının, Afyon'daki iş ortağına ne kadar benzediğini de o an ilk kez fark etti. Asuman'ın ihbarıyla bir çeteleşmenin içinde olduğu ayyuka çıkan kadın polisle süren ilişkisine nokta koymak zorunda kalışını da o an, yıllar sonra, hatırlayınca burnunun sızladığını duyumsadı komiser.
Daldığı nostaljiden, bir kez çalıp kapanmış telefonunun belli belirsiz sesiyle sıyrıldı. Bu saatte kim arayabilirdi ki? Masaya gidip telefonunu eline aldığında bir kez daha şaşırdı: Çaldıran Necip'ti. Geri ararken salondan çıkıp mutfağa gitti ve uykusuzluğunun etkilerini biraz olsun bastırmak için bir kahve yapmaya karar verdi. Daha su ısıtıcısına su koyarken karşı taraf telefonu açmıştı.
- Komiserim, uyumuyordunuz ya?
Tahsin, kısa bir an kafasına mukayese ederek Asuman'ın onda olduğundan ve bütün gece belgeleri taradıklarından; dahası İrfan Yıldız isminden bahsetmemeye karar verdi.
- Yok Necip, uyumuyordum. Erken yatmışım gece, şimdi kalktım sabah haberlerini izliyordum.
Necip'in belli belirsiz rahatladığını sezdi. Genç polis, sözlerini sürdürüyordu:
- Amirim, biz şimdi Nevzat Abi'yle Özkan'ın apartmanının önündeyiz. Çip projesine sağlam bir dönüş yapmak için bu apartmanda yaşadıkları kayıtlı olan ama hiç bulamadığımız o iki komşuyu takibe alacağız.
Komiser, bu hamlenin başarıya ulaşıp ulaşamayacağını kafasında ölçüp biçerken telefonu Nevzat almıştı.
- Tahsin, senin için rahat olsun. Gerekirse iki hafta burada yatıp kalkarız ama o adamları yakalarız. Yangından dolayı apartman biraz hasar gördü malum, ama eşyalar hala içinde. Ne eşyası olduğunu bilmiyoruz ama camdan baktığımızda bilhassa ilk dairelerin içinin dolu olduğunu gördük.
Tahsin diyecek pek bir şey bulamamıştı. İçten içe seviniyordu, çünkü fifty fifty şansları vardı. Eğer bir bağlantı yakalanabilirse, emniyeti bir operasyona zorlama şansları olabilirdi. Düşük de olsa, şans şanstı. Bu düşüncelerini Nevzat'a ilettikten sonra başarılar dileyerek telefonu kapattı. O esnada su da ısınmıştı. Bir kupa çıkarıp kahve boca etti, üstüne de suyu.
O an, bardakları aldığı cam kapaklı bölmeden arkasında bir karartı fark etti. Arkasını dönmeden bir bardak daha çıkarmak için uzanırken sorusunu yöneltti:
- Sütlü mü içersin, sütsüz mü Asuman?
Bıyık altından gülümseyerek arkasını döndüğünde, uyku mahmuru genç kadının şaşkınlıkla kendisine baktığını fark etti.
- Valla, sizin namınız çok yürüyordu emniyette ama bu kadarını da beklemiyordum! Sütlü olursa sevinirim!
Komiser, şaşkınlığı süren kadına da bir kahve yaptıktan sonra salona geçtiler.
*
Birkaç saat boyunca arabanın içinde havadan sudan muhabbet ettikten sonra artık sıkılmaya başlayan Necip ve Nevzat'ın imdadına birileri yetişmişti. Hem de, tam istedikleri gibi birileri: Bir aya yakın süredir peşinden koştukları Sabri Hersal; sabahın ilk saatleri daha bitmeden, saat sekiz bile değilken, etrafı kolaçan ederek apartmana girmişti.
Yarım saati aşkın bir süre içeride kalktıktan sonra aynı tedirgin bakışlarla etrafı kolaçan ederek, kolunun altında büyükçe ve bezle sarılmış bir cisimle apartmandan çıkmış; yürümeye başlamıştı. Fazla gözden uzaklaşmadan arabayı çalıştırdı Necip ve yavaşça Sabri Hersal'ı takip etmeye başladılar.
Sabri Hersal'ın büyükçe bir jeepe bindiğini gördüklerinde Necip de Nevzat da istemsizce benzin durumunu kontrol etmişlerdi. Neyse ki, İstanbul'u boydan boya geçebilecek kadar doluydu arabanın deposu. Jeep ilerledikçe, aralarındaki mesafeyi korumak zorlaşıyordu. Yaklaşık kırk dakikalık bir takipten sonra Bayrampaşa'nın ara sokaklarında bir kafenin önünde duran jeepe karşılık, bir sokak ötesinde durmuştu Necip'le Nevzat'ın içinde olduğu araç.
Nevzat, arka koltuktaki fotoğraf makinesine uzanıp kafeyi görebileceği bir mevzi seçebilmek için araçtan inmiş; olası bir ani hareketlilik için de Necip aracı çalışır durumda tutarak araçta kalmıştı. Onon beş dakika sonra Nevzat fark ettirmeden geri geldi. Necip'e devam etmesini işaret ederek komiserin evine doğru ilerlemesini söyledi.
Aradan yirmi dakika geçmişti ki, komiseri apartmandan çıkarken yakaladılar. Olayı kısaca anlatıp fotoğrafları göstermek istediklerinde ise ilginç bir şey oldu: Komiser, Necip ile Nevzat'ı evine buyur etmedi. İkili, kısa bir an birbirlerine göz ucuyla baksa da durumun üstünde durmadılar ve aynı araca atlayıp komiserin istediği bir yere gitmeye koyuldular. Komiser yol boyunca bilgi vermedi ama Nevzat'ın kendisine uzattığı fotoğraf makinesindeki fotoğrafları görünce şaşkınlığını gizleyemedi.
- Bu adamlardan birisi Sabri Hersal, diğeri de bizim daha ilk gün ifadesini aldığımız müzisyen Mehmet Özipek. Diğer adamı tanımıyorum ama bu dördüncü adamı çok iyi biliyorum!
Nevzat, ön koltuktan geri dönüp hangi adamı gösterdiğine baktıktan sonra soran gözlerle komisere odaklandı. Necip'in de merakı kabarmıştı.
- Bu o işte; beni sürekli takip eden ve hatta bizim fotoğraflarımızın olduğu usb belleği cebime yerleştiren herif!
*
Silivri'ye kadar gelmişti üçlü. Yol boyunca, fotoğraftaki dört kişinin alakasını sorgulayıp bir sürü teori ortaya atmışlar ancak hepsini de bir şekilde ekarte etmişlerdi kendi içlerinde. Tahsin, Silivri Cezaevi'nin önünde inmek istediğini söylediğinde Necip'in de Nevzat'ın da dudaklarına kadar gelen sorular yutuldu.
Kendisini beklememelerini istediğinde daha bir iç geçirdilerse de, bir şey soramayacakları kadar ciddi görünüyordu komiser. Onlar da sormadılar. Komiser araçtan indi, cezaevinin kapısına kadar gitti ve içeri girip gözden kayboldu.
Koridorlarda ilerlerken arkadaşlarına bilgi vermediği için hem içi huzursuzdu hem de evden çıkarken onlara denk geldiği ve Asuman'ın onda olduğunu öğrenemedikleri için mutluydu. Birkaç metre yürüdükten sonra tanıdık bir görevliyi gördü.
Kırk dakika önce Asuman'ın telefonuyla, telefon görüşmesi yaptığı görevliydi bu. Etrafı kolaçan ederek komiseri bir odaya aldı. Odanın bir ucunda, elleri kelepçeli bir adam vardı ve gözünü kapıya dikmiş dururken birden Tahsin'i görünce gözleri parlamıştı. Onu son gördüğünden beri çok zayıflamış, çökmüş ve kara kuru bir şey oluvermişti İrfan Yıldız.
Karşısındaki sandalyeye oturup İrfan'a bir sigara uzattı Tahsin. Avurtları çökmüş yüzünde belirsiz bir hareketlenme oldu ve kelepçeli bileklerine mukabil seri bir hareketle kaptığı sigarayı kurumuş, çatlamış dudaklarının arasına yerleştirdi İrfan Yıldız. Komiser, sigarasını yaktığı mahkumun bir süre sigarasını içmesini izledikten sonra derin bir nefes alarak söze girdi:
- Seninle bir anlaşma yapmak istiyorum İrfan...
17. Bölümün Sonu
18. Bölüm: "Mühendis"
İrfan Yıldız ilk sigarayı bitirmiş, ikincisine de "Hayır" dememişti. Komiser Tahsin, kısaca davayı anlatmış ve İrfan'ın üzerinde yapıldığını bildiği deneylerden bahsetmişti. İki olay arasında kaba taslak bir ilişki kurmuş ve karşısındaki, zeka geriliği yaşayan mahkumun bile bunu anlayabilmesini sağlamıştı. İrfan, ikinci sigarasını bitirdikten sonra izmaritini dişleriyle çiğneyip yere tükürdü.
- Peki ben ne yapabilirim?
Komiser, iç çekip tekrar açıklamaya girişti. Baştan itibaren.
*
Komiseri Silivri Cezaevi'nin önünde bıraktıktan sonra kös kös geri dönen Necip ve Nevzat, Nevzat'ın balık lokantasına geçmişlerdi. Nevzat bir çay demlemiş, çayı içerlerken de söylenmeyi sürdürmüştü. "Olacak iş değil yahu! Bu adam ne karıştırıyor? Biz o kadar takip ettik, onu bile sormadı. Bir - iki kez baktı fotoğraflara, geri verdi! Kiminle görüşüyor bu!"
Necip tam ağzını açıp cevap verecekken telefonu çaldı. Arayanın Müdür olduğunu görünce şaşırarak açtı telefonu.
- Necip, merhaba. Pazartesiden itibaren seni görevinin başında görmek istiyorum... Tamam mı?
Seri halde konuşan ve kendisine başka bir cevap şansı bırakmayan Müdür'e karşı "Tamam"dan başka bir şey diyememişti Necip. Telefon kapandıktan sonra soran gözlerle bakan Nevzat'a, ilk başta şaşkınlıktan bir şey diyemedi. Adamcağız, isyan etmişti.
- Eeeh, önce Tahsin şimdi sen! Hepimiz birbirimizden bir şey gizleyeceksek biz nasıl bir ekibiz oğlum! Hem, Asuman nerede?
Necip gülerek konuşmayı ve üstündeki şaşkınlığı anlattıktan sonra aynı soruyu kendi kendisine tekrarladı: Asuman neredeydi?
*
Asuman, komiserin evinde kanepede huzursuz rüyalarla dolu bir uyuklama evresi yaşıyordu. Bir ara uyanır gibi oldu, yarı açık perdeden içeri giren güneşten rahatsız olunca kalkıp perdeyi çekti ve doğrudan kanepeye döndü.
*
Komiser, anlatması bittikten sonra gözlerini İrfan'a dikti. Cebinden bir not defteri ve kalem çıkarıp kalemi özenle açtı. Not defterini dizine yerleştirdikten sonra yazma konumuna geçti.
- Bana, bu deneye dair aklında kalan tüm isimleri söyleyeceksin İrfan. Yoksa seni öldürürüm.
İrfan Yıldız, üzerinde yapılan deneylerden sonra hormonal bozukluklar ve zeka geriliği yaşayan bir adamdı ancak kesinlikle aptal değildi. Komiserin gözlerindeki ciddiyeti anlayabiliyordu. Bir sigara daha istediğini söyledi. Tahsin cebindeki paketten bir sigara çıkarttı, paketi kendi ayaklarının arasına ve çıkarttığı sigarayı da dikkatli bir şekilde paketin üstüne yerleştirdi.
- Tüm isimleri verdikten sonra hepsi senin olacak. Hadi İrfan, hadi aslanım.
İrfan Yıldız, dudaklarını yaladıktan sonra gözlerini kısmış ve aklında kalan isimleri bölük pörçük de olsa aktarmaya başlamıştı. Beşinci isimden sonra komiser sabırsızlanmaya başlamıştı: Kayıtlarda geçen, Z ile başlayan mühendise sıra ne zaman gelecekti?
Tam aklından bunu geçirirken İrfan Yıldız bir isim zikretti. Komiser, tekrarlamasını istediğinde aynı ismi tekrarladı. Emin misin, sorusuna başını sallayarak cevap verdi. Komiser gülümseyerek yazdığı ismin yanına yıldız işareti attı:
Zoran Berberoviç.
İrfan Yıldız, daha fazla şey hatırlayamadığını söyleyip yalvaran gözlerle komisere bakarken Tahsin gülümsedi ve sigara paketini adama verdi. Tam o an kapı açıldı, içeri sivil bir polis girmişti.
- Ne oluyor burada?
Tahsin, el çabukluğuyla defteri pantolonunun cebine sokuvermiş ama kalemi yere düşürmüştü. İçeri giren adam kalemi görünce sorusunu tekrarladı. İrfan Yıldız, yere düşen kalemi alıp beklenmeyecek
bir süratle adama doğru atladı. İlkel bir çığlık atmıştı. Komiser de, odaya giren adam da bunu beklemiyordu. İrfan Yıldız, elindeki tükenmez kalemi adamın omzuna saplamış ve arkasındaki kapıdan dışarı fırlamıştı. Birkaç kez, farklı kişilerden çıktığı belli olan "Dur" komutları yükseldi. Bu komuta uymamış olacak ki, iki el silah sesi duyuldu.
Komiser, bir hışımla fırladığı koridorda birisi kendisine kapıyı açmış olan olmak üzere dört farklı polisi ve sırtından vurulmuş bir halde yerde yatan İrfan Yıldız'ı gördü. Yanına koştuğunda adamın son nefesini vermek üzere olduğunu fark edip iç çekti.
- Neden bunu yaptın be oğlum? diye babacan bir şekilde sordu gözlerine bakarak
İrfan, dudaklarını yaladı. Elinde tuttuğu paketi bırakıp bir sigara istediğini işaret etti. Tahsin, üzüntüyle adamın sıktığı için hafif ezilmiş olan paketten bir sigara çıkardı. İrfan'ın ağzına sigarayı yerleştirdi ve yaktı. Baygın gözlerle üç nefes ya aldı ya almadı; İrfan Yıldız hayatını kaybetti.
*
Komiser, gün boyu dalgın bir şekilde Silivri sahilinde dolanıp bir çay bahçesinde çay içtikten sonra evine döndü. Aracını almadığı için kendine kızdığı, İstanbul'un trafiğinden uzun bir süre sonra yaka silktiği bir toplu taşıma merasimi sonrası evine geldiğinde önce mutfağın ışığının yanıyor olmasına şaşırsa da, Asuman'ın hala evde olduğunu anlayınca şaşkınlığı son bulmuştu. Kapıdan içeri girer girmez burnuna dolan çorba kokusu uzun süredir evde bir akşam yemeği yemediği gerçeğini de yüzüne vurmuştu.
Asuman'ın hazırladığı sofra, komiserin mutfağındaki eksikliklere rağmen gayet iyiydi. Sofraya oturduktan sonra görüşmesinin nasıl geçtiğini sordu Asuman. Komiser, gözlerini kaçırarak fena olmadığını ve mühendisin adını öğrendiğini söyleyince çok mutlu olmuştu. Sözlerini, İrfan Yıldız'ın öldürülmesiyle tamamlayınca da Asuman'ın mutluluğu kadar üzüntüsü de masaya çökmüştü. Fazla konuşmadan yemeklerini yediler. Çorba ve salçalı makarnadan ibaret olsa da ve gün içinde yaşadığı yoğun üzüntü hali hala devam ediyorsa da uzun süredir yediği en güzel akşam yemeklerinden birisi olmuştu komiserin.
Kanlıca'da kendisini kaçırıp ona hiçbir bilgiyi internette aramaması gerektiğini salık veren adamı düşünüyor, Zoran Berberoviç ismini internette aramamak için de kıvranıyordu. Bu durumu dile getirdiğinde imdadına, Asuman yetişti. Cep telefonunu çıkarıp kendi hattından mobil internete girdi ve
masaya koydu. Yanına oturan komiserle birlikte bu ismi arattılar.
Karşılarına çıkan sitelere hızlıca göz atıp bazı notlar çıkarmaya başlamışlardı. Bir önceki gece neredeyse sabaha kadar süren araştırmaları onları yorgun düşürmüş olsa da, çip davasından gerçekten bunaldıkları ve karşılaştıkları engellerle hırslandıkları için bedensel yorgunluğu arka plana atabiliyorlardı. Asuman masadan kalkıp bir süre ortada görünmeyince komiser meraklanmıştı. Tam başını kaldırıp seslenecekken, salona dolan Türk kahvesi kokusu yüzünü gülümsetti.
- Hiçbir fincanından iki tane kalmamış, o yüzden artık kusura bakmayacaksın. diye gülümseyerek elindeki tepside iki farklı desenli fincana doldurulmuş Türk kahvesiyle salona girmişti Asuman
Komiser gülümseyip başını salladı ve teşekkür ederek uzanıp tepsiden bir fincan aldı. Sırtını sandalyeye dayayıp gözlerini hafif kapatarak kahvesini içerken günün tüm yorgunluğunun gittiğini düşünmeye başlamıştı. Ne zamandır yorgundu sahi, ne zamandır yorgunluk atmamıştı? Daha çok soru sorabilirdi kendisine ancak tecrübeyle sabitti: Cevaplar hiç gelmiyordu.
Asuman ise, hem kahvesini içiyor hem de çıkarttıkları notları sesli bir şekilde okuyup tekrarlıyordu.
- Zoran Berberoviç. Yugoslav göçmeni, 1961'de İstanbul Üniversitesi'ne geliyor. Önce mühendislik okuyor, sonra İngiltere'ye gidip Genetik Mühendisliği üzerine yüksek lisans yapıyor. Bir süre orada kalıyor, sonra Türkiye'ye dönüp bazı yatırımlar yapmaya, büyük ölçekli hastanelere danışmanlık yapmaya başlıyor. 1990'da GATA'ya giriyor.
Derlenip toplanan notlar bu kadardı. 1990'dan sonrası yok gibiydi adeta. Devlet tarafından zaman zaman ona verilmiş plaketlerin haberleri ve "Sınır Tanımayan Doktorlar" adlı genelde mağdur Üçüncü Dünya Ülkeleri'ne gidip orada ücretsiz hizmet veren bir grubun öncülerinden olmasına dair bir haber vardı.
”Adamı bulduk, şimdi sıra geldi onu yakalamaya.” diye homurdandıktan sonra kahvesinden son yudumları içip masaya bıraktı fincanı komiser.
18. Bölümün Sonu
19. Bölüm: “Sorgu” Evinde misafir olarak kalan Asuman'a, biraz da kadını zorlayarak, kendi yatağını verdiği için salondaki kanepeye uzanmıştı komiser. Gün boyu yaşadığı gergin sürecin etkisiyle kısa sürede mayışmış, bir gözü kapalı halde televizyondaki gece yarısı haberlerini izlemeye koyulmuştu. Birden uykusunu kaçıran bir habere denk geldi. Hafifçe sesi açıp dinlemeye koyulduğunda "Sınır Tanımayan Doktorlar"ın Suriye'den döneceğine dair bir haber olduğunu anlamıştı. Görüntüde konuşan adamın altındaki isim dikkatini cezbediyordu fazlasıyla: Zoran Berberoviç. Kısa bir haberdi ancak komisere hayli katkısı olmuştu. Sonrasında gelen haberle de bir an olduğu yerde kalakaldı komiser. Ekrana, İrfan Yıldız'ın resmi getirilmişti. Gardiyanlara saldırıp bir gardiyanı yaraladıktan sonra 'Dur' emrine itaat etmediği için vurulduğu söylenmişti haberde. Ahmet Kaya'nın 'Adı Bahtiyar' şarkısı misali; "Gazetede çıktı üç satır yazıyla / Uzamış sakalı, çatlamış sazıyla"... İç çeken komiser mutfakta bıraktığı sigara paketini almak için doğruldu ve mutfağa geçti. Bir sigara alıp yakmıştı ki, mutfağın ışığı yandı. Geri döndüğünde Asuman'ın uykulu gözlerle kendisine baktığını görünce ellerini teslim oluyormuş gibi havaya kaldırdı.. - Bu saatte niye sigara içer ki bir insan? diye homurdanarak kendisine su koymak için tezgahtaki sürahiye uzandı Asuman Komiser omzunu silkti, mutfak masasına oturup sigarasından birkaç nefes çektikten sonra soran gözlerle inatla kendisine bakan Asuman'a gülümseyip karşısındaki sandalyeye oturmasını işaret etti. - Sana bir hikaye anlatayım mı Asuman? Çok eskide kalmış bir hikaye hem de... Genç kadın ilgiyle başını sallarken komiser, durgun bakışlarıyla hikayeyi anlatmaya başladı. "Bundan çok ama çok eski yıllarda, henüz ölümün soğukluğunu değil de cinayetin sıcaklığını kovalayan bir polis vardı. Bu polis, Ankara'da çalışıyordu. Bir kadını sevdi, kadın da onu. Gel zaman git zaman, evlenmeye karar verdiler; adamın cevval bir ortağı vardı, nikah şahidi de o olmuştu. Sonra siyasi konjonktür değişti. Adamın ortağı, iktidara doğru koştu. Adam ise yerinde kaldı. Yolları biraz ayrıldı senin anlayacağın. Hala ortaktılar ama nasıl iki küs kardeş olur, öyle. Küs ama kardeş. Çünkü beş yıldır birlikte çalışıyorlardı; annelerinden babalarından ve hatta sevdiklerinden daha çok birbirlerini görüyorlardı... Bir gün, adamın ortağı adama öyle bir şey yaptı ki; adam sevdiği kadından uzaklaşmak zorunda kaldı. Sonra adam boşandı ve İstanbul'a kaçtı. Üstelik, sevdiği kadını sonradan affedebildi ama onu affettiği için kendisini hiç affedemedi. Adamın ortağı, adamın karısıyla birlikte olmuştu." Anlattığı hikaye bittiğinde Asuman, neden anlattığını sorarcasına bakıyordu komisere. Komiser, bir sigara daha yakıp açıklama yaptı: - Karşımızda kimler var, bil istiyorum Asuman. Benim ortağım, benim yerime vekaleten buraya getirilen Yusuf'tu... Asuman şaşkınlıkla ağzını kapattığında, odaya bir sırrın ağırlığı çöküvermişti. *
Necip, haftalar sonra Cinayet Büro'ya girdiğinde önce Hale'yle selamlaştı sonra da Tahsin'in yerine getirilen Yusuf'u gözüyle işaret edip Hale'ye göz kırptı. Genç kız, dudaklarını büzüp gözlerini devirince de Necip gülümsedi. Tahsin'in odasına konuşlanmış olan Yusuf'a selam vermek için kapıyı çaldı, içeri girdi. Yusuf, Necip'i baştan aşağı süzerek gülümsemeye başladı. Masasında duran bir dosyayı uzatıp, yeni işinin bu olduğunu ve tamamen bu dosyaya odaklanmasını istediğini söyledi. Biraz soğuk bir tanışma merasimi olmuştu... Necip masasına geçti ve dosyayı açtı. Dosya, Zincirlikuyu'da öldürülen bir kadın ile ilgiliydi. Olay yeri raporunu açıp okumaya başladı. Bir yandan, kendisinin neden Cinayet Büro'ya geri çağrıldığını anlıyordu: Çip olayını takip etmesi engellenecekti böylece. * "Yuh artık!" diye homurdandı Nevzat. Karşısında oturan Tahsin ve Asuman'a bakarken, içtiği çay bardağı elinde kalakalmıştı. - Siz kaç gündür birlikte araştırma yapıyordunuz ve bizim haberimiz yoktu öyle mi? Nasıl ekibiz lan biz! Komiser, iç çekerek yüzünü buruşturdu. Eliyle, "Dur" işareti yapıp Nevzat'ın daha fazla konuşmasını engelledi. - Dur be Nevzat, öyle değil. Asuman anlatsın sana... Nevzat, şüpheci bakışlarla Asuman'a dönmüştü. Kadıncağız, saçlarıyla hafif oynayarak derin bir nefes aldı ve açıklamaya başladı: - Ben korkuyordum ve saklanıyordum. Komiserin evinden daha iyi bir yer bulamadım açıkçası... Nevzat kimden saklandığını sormak için ağzını açacaktı ki, Tahsin'in bakışlarıyla karşı karşıya kaldı. Sabırlı olmasını öğütleyen bakışlardı bunlar. Zaten Asuman da anlatmaya devam ediyordu. - Geçen hafta evime girmişler, bir not bırakmışlar. Eğer onlara bilgi vermezsem, bir gün eve geldiğimde bu kadar şanslı olmayacağımı yazmışlar. Ben de ne yapacağımı çok düşündüm, hatta çay bahçesinde buluştuğumuz sabah da bunu düşünüyordum. Sonra onları aradım... Nevzat iç çekmişti bu kez. - Kim olduklarını öğrenmek istiyordum sadece, ben de yem olarak birkaç şey attım ortaya. Yuttular. Bir süre onları oyalamış olduğumu düşünerek kaçtım ben de. Şimdi de evime gidemiyorum... Nevzat ayaklanıp da düşünceli bir şekilde çay koymaya giderken komiser peşinden seğirtti. Mutfağa girdiklerinde ise Nevzat, Tahsin'in kolundan çekip kulağına fısıldadı: - Ne yani, güveniyor musun şimdi bu kıza? Tahsin, kolunu hafifçe geri çekip Nevzat'ın gözlerine baktı. - Güveniyorum. Psikolojisinin ne durumda olduğunu gördüm. Gerçekten, güveniyorum. - O zaman bir şartım var, biz de bu kıza bir yem atacağız. Tahsin soran gözlerle bakarken Nevzat içeri geri dönmüştü bile.
- Madem öyle, şimdi bu çip olayını çözmeye odaklanalım diyorum. Bu zamana dek hep sizin önerdiğiniz yolları izledik; şimdi sıra bende. Şu, Yugoslav göçmeni bir genetik mühendisi vardı. Neydi adı? "Zoran Berberoviç" diye atıldı Asuman. - Hah, bu Zoran hazır Türkiye'ye dönüyorken bunu lehimize kullanabiliriz. İyi dinleyin beni şimdi... Tahsin ve Asuman merakla Nevzat'ın önerdiği yöntemi dinlemeye başladılar. Bittiğinde, Tahsin başını olumsuz anlamda sallamaya başladı. - Bu çok tehlikeli! diyerek tepkisini ortaya koydu Asuman ise gülümseyerek sırtını geri yaslamıştı. Bir Nevzat'a, bir de komisere bakıyordu. Nevzat, onun ne düşündüğünü sorduğunda öne doğru eğilip gülümseyerek cevap verdi: - Ne zaman yapabiliriz bunu? * Akşam saatlerinde, Asuman nispeten kılık değiştirmiş bir şekilde Mecidiyeköy'de Zoran Berberoviç'in tarif ettiği yerde bekliyordu. Zokayı yutmuştu. Gün içinde kendisine telefonla ulaşıp bir gazete için röportaj yapmak istediğini iletmişti. Amacı, adamı bir yere götürüp komiserle Nevzat'ın onu sorguya çekmesini sağlamaktı. Zoran Berberoviç ise röportaj teklifini olumlu karşılamış, ancak mekanı kendisinin seçeceğini söylemişti. Uzaktan yaklaşan jeepi gördüğünde farları gözünü almıştı. Önünde duran jeepin sürücü koltuğunda internette fotoğraflarını gördüğü Zoran Berberoviç oturuyordu. "Hadi, gelin..." diye gülümseyerek yanındaki koltuğu işaret etmişti. Asuman, belli etmeden etrafına göz attığında komiser ile Nevzat'ın aracının birkaç araç arkada olduğunu fark etti. Sonra da bekletmeden jeepin yolcu koltuğuna geçti. Işıklar yeşil yandığında araç hareketlendi. - Eee, nasılsınız? diye sohbete girdi Berberoviç - İyiyim, siz nasılsınız? diye, en güleç halini takındı Asuman Başını sallayıp hafif yorgun olduğunu ama yorulmaya da vaktinin olmadığını söyledikten sonra güldü Berberoviç. Bu nükteli söze gülerken gözü yandaki aynaya takıldı Asuman. Arkadan kimsenin gelmediğini görünce biraz ürpermişti. Araç Mecidiyeköy'ün kalabalık trafiğinden sıyrılmış, köprüye doğru gidiyordu. - Nereye gidiyoruz? diye sordu Asuman Zoran Berberoviç, göz ucuyla Asuman'a bakıp gülümsedi. Başını dalgınca sallamıştı. Asuman, şimdi iyice korkmaya başlamıştı. Belli etmemeye çalışarak sorusunu tekrarladı. - Yazık, çok yazık... diye homurdandı Berberoviç Asuman eliyle hafifçe kapı koluna uzandı. - Sen, gerçekten de söyledikleri kadar güzel bir kızmışsın. Ancak yanlış tarafı seçmişsin, çok yazık olacak sana.
O an, köprüde neden hiçbir aracın olmadığını düşünmeye başladı Asuman. Sonra da içinde olduğu aracın neden köprünün ayağına doğru tam gaz ilerlediğini de. Parmaklarıyla kapının kolunu iyice kavradı ve çekti. Kapı kilitliydi. Bu hamlesi, sürücü koltuğundaki Zoran Berberoviç'i güldürmüştü. Araç artık iyice köprünün ayağına yaklaşmıştı. Bodoslama girecek gibiydiler köprünün ayağına. - Dur! diye bağırdı Asuman Sonrasında bir çarpma sesi duyuldu.
19. Bölümün Sonu
20. Bölüm: “Heraklitos Operasyonu” Arabanın Boğaz Köprüsü girişindeki bariyerlere çarparak durması üzerine Zoran Berberoviç önce yan koltuğunda oturan Asuman'ın nabzını kontrol etti. Kadının nabzı hayli zayıf atıyordu. Keza bariyerin parçaladığı sağ kapının da bir kısmının kadının vücuduna girmiş oluşundan ötürü, yaşama ihtimalinin zayıf olduğu öngörülebilirdi. Gülümseyerek araçtan indiğinde ise daha önce fark etmediği bir şeyi fark etti: Boğaz Köprüsü trafiğe kapatılmıştı. Elini telefonuna götürürken, arkasından "Dur" diye bir ses duydu. Dönüp baktığında bir polisin, elinde tuttuğu tabancayı kendisine doğrulttuğunu gördü. Şaşkınlığı, polis yanına gelip kendisini cinayete teşebbüsten gözaltına aldığını açıkladığında da devam edecekti. Polise histerik bir şekilde "Sen kimi gözaltına aldığını biliyor musun, biliyor musun?" deyip durması da durumu değiştirmeyecekti. Polisin daha sonra bir telsizden köprüdeki ambulansı yanına çağırttığını ve aracın içindeki Asuman'ı ambulansa teslim ettiğini de bileğindeki kelepçelerle izleyecekti Zoran Berberoviç. Tüm hengame bittiğinde aradan sadece beş dakika geçmişti. Bir ekip otosu da bir çırpıda çıkıp geldiğinde Zoran Berberoviç bir tuzağa düştüğünü anlamıştı. Araca bindirildiğinde, köprünün de trafiğe açılmış olduğunu görüp bu kadar geniş bir organizasyonu kimin yapabileceğini düşünmeye başlamıştı... Gözlerini derin bir nefret hissiyle kendisini gözaltına alan polise dikmişken polisin de telefonla birilerini aradığını görmüştü. * Müdür, telefonu kapattığında karşısında oturanlara bakıp dalgınca konuşmaya başladı. - Zoran Berberoviç şimdi gözaltına alınmış. Heraklitos Operasyonu artık resmi olarak başladı, hakkımızda hayırlısı olsun arkadaşlar! Ayağa kalkıp karşısındakilere elini uzattı, karşısındakiler de ayağa kalkıp Müdür'ün elini tek tek sıktı. Komiser Tahsin, bu tokalaşma faslı sonrası yanındaki Nevzat ile birlikte Müdür'ün odasından çıktı. Emniyetin çıkışına yöneldiler, yapacak daha çok işleri vardı. Tam Cinayet Büro'nun önünden geçerken içeriden çıkan Yusuf'la burun buruna geldiklerinde Tahsin gözlerini Yusuf'un gözlerine dikip gülümsedi. Yusuf'un şaşkınca kalakalmasına bıyıkaltından gülümseyerek emniyetten çıktı. * Nevzat'ın balık lokantasına geldiklerinde heyecandan bir süre konuşamamışlardı. Neden sonra, birbirlerine bakıp kahkaha atmaya başladılar. Gerginliklerini bu vesileyle savuşturuyorlardı. Gülmekten nefesleri kesildiğinde duraksayıp, derin bir soluk aldılar. Onlar soluklanırken içeri birisi girmişti ve "Açık mısınız?" diye sormuştu. Tahsin camdan dışarı bakarken Nevzat ayağa kalktı ve gelen kişiyi masalardan birisine buyur edip elektrik sobasını yaktıktan sonra siparişini almak üzere karşısında durdu. - Sizin methinizi çok duydum Nevzat Bey! Benim Kanlıca'da lokantam var ama oradan buraya sırf
sizin hamsi tavanızı yemek için geldim. Bana şöyle güzel bir hamsi tava getirtir misiniz? Salatada soğan olmazsa sevinirim... Kanlıca ve lokanta kelimelerini duyar duymaz Tahsin'in aklına arabayla kaçırılıp Kanlıca'da bir lokantaya götürüldüğü gece gelmişti. İstemsizce dönüp masada oturan adama baktığında tam isabet olduğunu gördü: Bu, ona bir sürü belge sağlayan meçhul muharrirden başkası değildi! Tam şaşkınlıkla ağzını açmışken adamın kendisine bakıp kaşlarını havaya kaldırdığını görüp yutkundu. Adamın, sipariş gelene dek masadaki peçetelerden birisini alıp cebinden çıkarttığı dolmakalem ile bir şeyler karalamasını gözucuyla izledi. Peçeteyi buruşturup, der top edip kendisine fırlattığında ise bir çırpıda peçeteyi alıp açtı, düzeltip okumaya başladı. "Methedildiğinizden çok daha iyisiniz. Şimdiki adımınız, şimdiye kadarkilerden daha tehlikeli; ekibinize güveniyor musunuz?" Komiser, başını sallayıp bu soruyu olumlu cevaplamıştı ki; Nevzat elinde koca bir salata tabağıyla mutfaktan çıktı. Alelacele bir şekilde peçeteyi buruşturup cebine attı komiser. Nevzat mutfağa geri döndüğünde adam başka bir peçete daha almış, hızlı hızlı bir şeyler yazmaya başlamıştı. Bittiğinde gene komisere doğru fırlattı. "Bugün saat 23'te Eminönü İskelesi'nde" Komiser, bu notu da onayladığını belirtircesine kafasını salladıktan sonra ayağa kalktı; mutfaktaki Nevzat'a seslenip gitmesi gerektiğini söyledikten sonra da lokantadan çıkıp aracına atlayarak doğrudan Asuman'ın kaldırıldığı hastaneye gitti. * Zoran Berberoviç, küçük ve havalandırması zayıf bir odada bekleyeli kaç dakika olduğunu bilmiyordu. En sonunda odanın kapısı açıldı ve takım elbiseli bir adam içeri girdi. Elindeki ince dosyayı masaya bıraktı, karşısındaki sandalyeye oturmaktansa sandalyeyi sürükleyerek getirdi ve Berberoviç'in yanına oturdu. Önündeki dosyayı açarken parmaklarından birini yalamıştı. Uzanıp sayfaları yavaşça çevirmeye başladı. Genetik Mühendisi, fotoğrafları görür görmez neredeyse tarihleriyle birlikte olayları çıkarıyordu. Gözucuyla yanındaki adamın çevirdiği dosyaya bir süre baktıktan sonra sayfaların akışı devam ediyor olmasına rağmen başını duvara çevirmişti. Adam da homurdanarak dosyayı kapattı, eline aldığı dosyayla ayağa kalkıp dosyayı Berberoviç'in suratına fırlattı. Bir çırpıda karşısına geçip avuç içlerini dayadığı masadan güç alarak Berberoviç'e doğru eğildikten sonra gülümsemeye başlamıştı. - Hey gidi koca Zoran Berberoviç! Yoksa Sadullah Vurşat mı deseydim? Ya da Kennedy McEvan? Şu an karşımda hangi isimle oturuyorsun? Zoran Berberoviç, bazı görevlerde kullandığı sahte kimliklerdeki isimlerin sayılmasıyla konuşmaya kulak kesilmişti. Karşısındaki adama sinirle bakmaya başladı. Bu esnada adam konuşmaya devam ediyordu.
- Genetik, zor bir bilimdir. Siz de bu bilimi elinize yüzünüze bulaştıran bir yüz karasısınız! O an, ilk kez ağzını açtı Berberoviç. - Ne oldu, devlet kendi işleri için kullanırken iyiydik; şimdi işini gördü ve bizi bir kenara mı atıyor devlet? Karşısındaki adam gülerek doğruldu ve kollarını kavuşturup dimdik durarak aşağılar bir bakış atmaya başladı Zoran Berberoviç'e. - Sen de mi devletçi kesildin yoksa? Zaten iki iş gören taşeron hemen devletin adamı kesiliyor bu memlekette! Sen kim, devletçi olmak kim? Sözlerini bitirirken tekrar öne doğru eğilmiş ve gülerek, gözlerini Berberoviç'e dikmişti. İhtiyar mühendis, kendisinden beklenmeyen bir çeviklikle uzanıp ayaktaki adamın kravatından tutup masaya birkaç kez çenesinden vurdurttu ve bir aşamadan sonra sabitledi adamın kafasını. Kulağına doğru eğilip tıslarcasına konuştu: - Ben senin gibi kaç tane savcıyı tükürdüm biliyor musun? Sen ne hakla devlet görevinde çalışan adamı sorguya çekiyorsun ulan puşt? Kimsin lan sen, kimsin! Adam birkaç beyhude çabasının sonucunda masaya yüklenmiş ve itelediği masayla Berberoviç'i sırtından duvara mıhlamıştı. Nefesi kesilen mühendis, mecburen adamın kravatını bıraktı. Adam doğrulup, sinirle çenesini ovuşturduktan sonra kravatını düzeltti. Öfke dolu bakışlarla uzanarak dosyayı aldıktan sonra masanın kendisinden yana olan kısmına bir tekme atıp Berberoviç'i biraz daha duvara sıkıştırdı. Bir inleme koptu ihtiyar mühendisin dudaklarından. Odadan çıkmadan önce kapının ağzında durdu ve sırtının üstünden hafifçe dönüp yeni yeni toparlanmaya başlayan Berberoviç'e seslendi. - Sana kim olduğumu öğreteceğim. Hiç unutamayacaksın! Adam kapıdan çıkıp gittiğinde boş odada kalakalmıştı Zoran Berberoviç. İlk kez korktuğunu hissediyordu. * Komiser Tahsin, kaç saattir hastanede olduğunu bilmiyordu. Asuman'ın odasının dışındaki koridorda, sandalyede uyuyakalmıştı. İrkilerek doğruldu ve saatine baktı. Daha buluşma saatine bir saat vardı ancak İstanbul trafiğini hesaba katarsa anca varabileceğini öngörerek koridorda ilerlemeye başladı. Ciddi bir ameliyat geçiren Asuman hala kendine gelememişti. Bir yandan Nevzat'ın aklına uyup Asuman'ı yem olarak attığından ötürü vicdan azabı duyuyordu, öte yandan Müdür'ün öngörüsüyle başlatılmış operasyonun başarıya ulaşmasını her şeyden çok istiyordu. Karışık duygular eşliğinde hastanenin kantininden geçerken haber kanalında geçen son dakika haberine denk gelince duraksadı.
Emniyete yapılan operasyonda tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edilen on iki polisten bahsediyordu haber kanalı. O an telefonu çalınca daldığı haberden irkilerek sıyrıldı. Arayan Necip'ti. Telefonu açarken yürümeye devam etti. - Amirim, haberi duydun mu? - On iki polisi gözaltına almışlar, onu mu diyorsun? - Yok, ben bir tek Yusuf'u biliyorum. Diğer on birini bilmiyorum... Yusuf'u gözaltına almışlardı. Bir zamanlar ortağı olan, sonra karısını çalan adamı. Ne olursa olsun, sevinemiyordu. Sistemin, maşa olarak kullanıp oradan oraya sürdüğü ve işi bitince de bir güç dengesi kurma adına kurban ettiği kişilerden ne ilk olacaktı Yusuf ne de son... Necip'e teşekkür ettikten sonra arabasına vardığını fark edip doğrudan Eminönü İskelesi'ne ilerlemeye başladı. Kırk dakika sonra iskeleye vardığında ortada pek kimsenin olmaması şaşırtmadı komiseri. Soğuk bir hava vardı, insanın içine işleyen bir ayaz da cabası. Balıkçılardan başka kimse yoktu ortalarda. Birkaç kez ileri geri yürüyüp iskeleyi kat edince, kendisiyle buluşmak isteyen adamın henüz gelmediğini düşünmeye başlamıştı. Dalgın dalgın yürürken dizine hafifçe çarpan bir oltayla düşüncelerinden sıyrıldı. Tam "Dikkat etsene!" diye çıkışacakken bu balıkçının, buluşacağı adam olduğunu görüp şaşkınlıkla yanına yanaştı. - Rastgele hocam! diye yüksek sesle bağırıp bu buluşmanın şüphe çekmemesi için çaba gösterdi Tahsin Balıkçı kılığındaki adam da başını sallayıp bir "Eyvallah" koparttı dudaklarının arasından. Bir süre denize baktıktan sonra adamın oltayı çektiğini fark etti Tahsin. Gerçekten balık avlayabilmişti! Tam şaşırmışken, adamın elindeki kovaya bakınca daha da şaşırdı: İçinde nereden baksa yirmiye yakın balık vardı. Balıkçı kovaya elini daldırıp çıkarttığı bir avuç balığı önce şeffaf bir poşete, ardından o şeffaf poşeti de siyah bir poşete koyup Tahsin'e uzattı. Eline poşeti tutuştururken de rüzgarın etkisiymiş gibi yaparak kulağına yanaştı Tahsin'in. - Tek bir sorum var; neden operasyonun adını Heraklitos koydunuz? Komiser gülümseyerek balıklara baktıktan sonra siyah poşette parlayan bir CD ve CD kabına iliştirilmiş bir kağıt gördü ve poşeti sıkı sıkıya tutmaya başladı. Balıkçının kovasındaki diğer balıklara bakıyormuş gibi yaparak kovaya yaklaşınca, sesini adama duyurabileceği bir noktaya gelmişti. - Çemberin başı ile sonu aynıdır, diyen bir adama kefil olduk sadece. Kötü mü ettik? Karşılıklı gülüşüp göz kırptıktan sonra vedalaştılar. Adam oltasını tekrar denize salladı, komiser de elindeki balıklar ve CD ile birlikte aracına doğru ilerledi. 20. Bölümün Sonu
21. Bölüm: “Valiz” Komiser, arada bir karşısına çıkıp kendisine yardım eden adamın Eminönü İskelesi'nde kendisine verdiği balık poşetinin içindeki CD'yi ve kabına iliştirilmiş kağıdı evine varana dek poşetten çıkartmamıştı. Boşandığından beri tek başına oturduğu apartman dairesine gelip, anahtarını kilide sokarken bir terslik olduğunu hissetti. Temkinli bir şekilde daireye girdiğinde, salonun tam ortasında bir kızıl ışık fark etti: Yanan bir sigaranın, karanlık odada oluşturduğu etkiydi bu. Odada kimin olduğunu, daha ilk adımını daireye atar atmaz anlamıştı komiser. Bu parfüm kokusuna nerede rastlasa, aynı isim geliyordu hep aklına... "Yasemin..." diye mırıldandı. Salonun ortasındaki sandalyede oturan, belli belirsiz görünen kadın elindeki sigarayı yanındaki sehpanın üstünde yer alan kül tablasının üstüne birkaç kez bastırarak söndürmüş ve ayağa kalkmıştı. Odanın ışığını yakmak için hamle yapan komisere mırıltıyla karışık bir sesle bunu yapmamasını söyledi kadın. Sesi bile, ilk günkü gibi aklında kalmıştı komiserin. Boşandıktan sonra neden başka bir eve geçmediğini, üstüne üstlük kilidi bile neden değiştirmediğini o an tam anlamıyla kavradı: Bir gün dönerse diye yapmıştı her şeyi... Yasemin, karanlık odaya ay ışığının vurduğu kadarıyla, hala eski günlerdeki gibi güzel görünüyordu. O an komiserin tek düşündüğü şey, kendisinin nasıl göründüğüydü. Yıllar ona yaramış mıydı, yoksa çökmüş müydü? Ne düşünüyordu Yasemin? Onun gördüğü gibi mi görüyordu yoksa gözleri, beynine farklı bir görüntüyü mü aksettiriyordu? Yasemin odada ilerlemiş ve komiserin tam karşısına dikilmişti. Bir müddet odaya sinmiş parfüm ve sigara kokuları eşliğinde durdular. Neden sonra, Yasemin ağzını açtı ve o an kapattı. Cümlelerini toparlamaya çalışıyordu. Komiser ise, bir şey düşünmek yerine anın akışına kendisini bırakmıştı. Nereye çekilirse, gelişigüzel savrulacaktı. - Sen mi tutuklattın? En sonunda çıkan bu cümleyle komiser birkaç saniye bocaladı. Yusuf ile Yasemin'in sonradan evlendiği aklına sonradan geldi. Yasemin, Yusuf'tan bahsediyordu. Oraya da, muhtemelen, sadece bunun için gelmiş olmalıydı. Komiser, içinde yıllardır kırılmayı unutan pek çok hissin tekrar belirdiğini ve tekrar kırıldığını hissetti. "Hayır." diye yanıt verdi sert ve keskin bir sesle. - Neden peki? Ne oldu birdenbire? Yasemin'in ses tonu bir anda değişmiş; mahcubiyet ve daha da güçlü bir acizlik belirmişti harflerinde. Bakışlarının dahi değiştiğini görebiliyordu komiser. Bu sorunun cevabını kendisinin de bilmediğini söyledi. Zaten söyleyebilecek başka bir şeyi de yoktu. - Gerçekten mi Tahsin, gerçekten bir bilgin yok mu?
Üstüne basa basa sorduğu soruların, ikna olma isteği taşıdığını şıp diye anlamıştı komiser. Ne de olsa 10 yıla yakın bir süre evli kaldığı kadındı hala Yasemin. Belki yaşantısı ve koşulları değişmişti, belki desteklediği siyasi görüş bile değişmişti ancak tepkileri hiç ama hiç değişmemişti. - Hiç ama hiçbir ilgin yok değil mi? Komiser başını olumsuz anlamda salladıktan sonra Yasemin, belki kendisinin de beklemediği bir şey yaptı ve uzanıp komisere sarıldı. Boşluğa düşmüş gibi hissetti o an komiser. Sanki önce odadaki, sonra apartmandaki, daha da sonra mahalledeki, en sonunda ise İstanbul'daki her şey bir boşlukta savruluyor gibi geliyordu komisere. Asır gibi gelen üç-dört saniye sonrası Yasemin toparlandı, komiserden uzaklaştı. Komiser evine gelene dek oturduğu sandalyenin yanından çantasını aldı ve dış kapıya doğru ilerledi. Çıkacakken geri döndü. - Ev böyle çok hoş olmuş... Daha da güzelleştirmek için, küllüğün altına bir hediye bıraktım. Tekrar dönüp gidecekken gene duraksadı Yasemin. Sırtını dönmeden, "Kendine dikkat et" temennisi döküldü dudaklarından. Sonra da çıkıp gitti. Komiser, o an CD'nin yer aldığı balık dolu poşeti hala elinde tuttuğunu fark etti. Poşeti yavaşça yere bırakıp küllüğün altındaki şeyi incelemek üzere sehpaya doğru ilerledi. Işıkları açmadığını da, küllüğü havaya kaldırınca anlamıştı. Küllüğün altından, eliyle yokladığında anladığı kadarıyla birkaç bilet çıkmıştı. Ne biletiydi bunlar? Otobüs? Salonun ışıklarını açtığında elinde tuttuğu biletlerin uçak bileti olduğunu gördü. Dikkatle incelediğinde biletlerden birisinin, kendisinin kaçırdığı ve düşen İstanbul - Adana uçağına ait olduğunu gördü. Biletlerin en altında ise bir kartvizit vardı. Üstünde yazılı ismi sesli bir şekilde okudu Komiser Tahsin: "Gazeteci Atalay Demirsoy" Uykusunun feci halde bastırdığını anladığında biraz dayanmak için balıkları buzdolabına götürmezse balıkların bozulacağı fikrini kendi kendisine dayatmak zorunda kaldı. Şeffaf bir delil poşetinin içine konulmuş CD'yi özenle çıkarıp balık dolu poşeti buzdolabının derin dondurucu bölümüne koydu. Buzdolabını kapatırken gözü fosforunun ışıldadığı saatine takıldı ve gecenin ikisi olduğunu gördü. Biraz of'ladıktan sonra CD'yi mutfak camından gelen sokak lambasının hizasına tutup üstündeki kağıdı okumaya çalıştı. "İnternet bağlantısı olmayan bir bilgisayarda çalıştırmanızı tavsiye ederim. Yetişemediğiniz Adana Havaalanı'nda alamadığınız valizde neler olduğunu görmenizi istedim..." Komiserin uykusu bir anda dağılıvermişti. Kendisine apar topar bir kahve yaptı ve Kenan'dan aldığı, hala salondaki masanın üstünde duran bilgisayarı açıp CD'yi taktı. * Birkaç saatlik uykuyla sokağa çıktığında, kendisini terk edilmiş kasabalara yolu düşen yolcular gibi
hissetti komiser. Çarşamba sabahı, altı buçukta kim niye sokakta olacaktı ki zaten? Komiser, arabasına binmeden önce duraksadı. Sokakta kimsenin olmayışı bir kez daha dikkatini çekti. Kendisi takip edenler bile yoktu! Heraklitos Operasyonu'nun başlatılmasıyla, oklar kendisinin üzerinden çekilmiş olmalıydı. Arabasının kapı koluna elini uzatmışken tekrar duraksadı: Peki ya gerçek böyle değilse? Yaklaşık beş dakika orada öylece dururken telefonunun çalmasıyla kendine geldi. Telefonu açıp kulağına götürürken arabasının kapısını açtı ve sürücü koltuğuna oturdu. Telefonun diğer ucunda Necip vardı. - Amirim, duydunuz mu? - Hayda, gene ne oldu be Necip? Bu sefer de Müdür'ü mü gözaltına aldılar? - Hay Allah... Benden duymanızı istemezdim... Yasemin Hanım dün gece bir kaza geçirmiş... Birkaç dakika duraksadı komiser. Onun duraksamasını fırsat bilen Necip de kısa bir özet geçti: - Ben de Asuman'ı ziyarete gittiğimde öğrendim. Ben oradayken getirdiler Yasemin Hanım'ı ambulans ile. Sordum soruşturdum, çok net bir bilgi bulamadım ama bir motosiklet çarpmış dediler. Tam da sizin evin oradan çıkınca dolmuş yoluna dönüyorsunuz ya, orada... Arabadan kendisini dışarı attı komiser. Çok bunalmıştı. Duyduklarının bir rüya olmasını istiyordu. Uyanacaktı, bilgisayar başında kendisine verilen CD'yi incelerken uyuyakaldığını fark edecekti. Duraksadı ve dişlerini sıktı. Mekan ve zaman değişmemişti. Dişlerini sıkmayı sürdürürken arkasından bir araba yaklaşınca dikkat kesildi. Necip kulağında telefonla sürdüğü arabayı tam arkasında durdurmuştu. Birbirlerine bakakaldıklarında hala telefondan konuşmayı sürdürüyorlardı. - Amirim, siz bu psikolojiyle araba süremezsiniz diye düşündüm. Zaten bu civardaydım, atladım geldim. Komiser hala şok halindeyken başını salladı ve Necip'in yanındaki koltuğa geçti. Araç birkaç dakika sonra hastanenin önüne gelmişti. Komiser fırlayıp inerken Necip arkasından "Beşinci kat, dört yüz numaralı oda!" diye bağırdı. Necip park edip de arabadan inene dek, komiser gözden kaybolmuştu. Tahsin, asansörü bekleyemeyeceğini anlayıp merdivenlere atıldı. Beşinci kata çıkana dek soluk soluğa kalmıştı ama odanın önüne varmıştı. Duraksadıktan sonra gözlerini kapatıp içeri girdi. Yasemin, yatakta yatıyordu. Gözleri kapalıydı ve ağzında bir maskeyle oksijene bağlanmıştı. Soluğu kesildi komiserin. Birkaç saat önce ayakta durabilen birisi, bir anda bazı dinamikler değişince yatağa düşüyordu. Peşinden koşarak odaya girmiş olan hemşire komisere müdahale edecekken Necip de odaya girmiş ve hemşireyi kolundan kibarca tutup dışarı doğru çekmişti. Komiser, boğum boğum olmuş gırtlağına takılan hecelerle birlikte Yasemin'in yattığı yatağın yanındaki sandalyeye çöküverdi. Ellerini çenesinin altında birleştirip öylece, nefesini tutmuş bir şekilde, boşandığı kadına bakakaldı.
Aradan geçen dakikalar boyunca içinden çok şey geçirdi. Söylemek isteyip söyleyemediği pek çok şeyi önce kendisine, sonra da Yasemin'e söyledi içinden. Ne var ki, kendisine kabul ettirse dahi dile getiremeyeceği pek çok şey vardı. Yeri ve zamanı değildi söylemenin, hiçbir zaman da yeri ve zamanı gelmeyecekti. O an bir şeyi çok iyi anladı komiser: Bazı şeyler bitebiliyordu. Özlemek mesela, sahip olamayacağını; sahip olsa da, istediği gibi olmayacağını anladığında bitiyordu. Nefret mesela, karşı tarafın sandığı gibi nefret etmediğini öğrendiğinizde bitiverirdi. Aşk ise, bazen biterdi de; bitmemiş gibi yapardı. Kapalı bir kağıt bardaktaki kahve gibi; kapağını açana dek içinde bir-iki yudum da olsa kahve var mı yok mu anlayamazdınız. Kapı çalınınca daldığı düşüncelerden sıyrılıverdi komiser. Necip içeriye kafasını uzatmıştı. - Amirim, Müdür beni aradı şimdi. Sizi aramış ulaşamamış... Bugün emniyete gelirseniz göreve dönüş işlemlerinizi yapacakmış. Buraya da iyileşene kadar Yasemin Hanım'ın kapısında nöbet tutacak bir görevli gönderiyormuş şimdi. Komiser son bir kez Yasemin'e baktıktan sonra içinden geçen cümlelere bir nokta koydu. Uzanıp usulca parmaklarını tuttuktan sonra sıkıca kavradığı elini, dudaklarına götürüp bir öpücük kondurdu ve geri bıraktı. Ayağa kalkıp Necip'le birlikte hastaneden çıkmak üzere koridora geçti. Asansöre bindiklerinde kapının kapanması için bekledikleri kısa sürede Tahsin, Necip'e döndü ve Asuman'ın durumunu sordu. Necip durumunun iyi olduğunu, gün içinde uyandırılacağını ve her şey yolunda giderse cumaya dek taburcu olabileceğini öğrendiğini iletince komiser derin bir nefes aldı. Hastaneden çıkarken, montunun önünü açtığında iç cebine koyduğu uçak biletlerini ve içinde çok tehlikeli bir ses kaydının yer aldığı CD'yi anımsadı. Necip sürücü koltuğuna oturacakken koluna dokunup yandaki koltuğa geçmesini işaret edip direksiyonun başına geçti komiser. Emniyete giderken gözü sürekli yolu tarayan komiser en sonunda "Hah!" diye bir çığlık koyvermiş ve sert bir şekilde aracı sağa çekmişti. Şiddetli bir duraksama evresinden sonra Necip yarı şaşkın yarı korkmuş bir şekilde bir komisere bir de durdukları yere bakmaya başladı. Komiser apar topar arabadan inip tam önünde durdukları bir kargo şirketi şubesinden içeri girdi. Beş dakika geçmeden geri çıkıp direksiyona oturdu. Necip bir şeyler sormak istese de, komiser kontağı çevirir çevirmez farklı şeylerden bahsetmeye başlamıştı. Necip kısaca son dönemde uğraştıkları dosyaya dair bilgiler aktarırken emniyete varmışlardı. Araçtan inip de emniyete girdikleri anda Necip kargo şubesinin önündeki duraksamalarını çoktan unutmuştu. Cinayet Büro'da Hale ile de kısa bir "Hoşgeldin" / "Hoşbuldum" seremonisi akabinde eski günlerdeki gibi önündeki davaya odaklanmış gibi görünüyordu komiser. Gün boyunca, Zincirlikuyu'da ölü bulunan kadın ile ilgili davanın dosyalarını okudu Tahsin. Birkaç kez çay içmek ve ufak aperatifler atıştırmak haricinde odasından çıkmadı. Dışarıdan bakıldığında, tamamen dosyaya kanalize olmuş gibi görünse de aslında kafasında pek çok farklı düşünce dönüp duruyordu komiserin.
Bunların ilki; Necip ve Nevzat'ın fotoğraflamayı başardığı, çip projesinin ilk adımını attıkları apartmanda yaşayan adamlara dairdi. Yasemin'i ve Asuman'ı da düşünmeden edemiyordu ancak en çok düşündüğü şey, sabahın ilk saatlerinde kargocuya bıraktığı ve gün içinde teslim edileceğinin garantisini aldığı CD ve uçak biletiydi. Gerçekten de adını ilk kez duyduğu gazeteci güvenilir birisi miydi? Dosyayı aldığında bağlantıları çözebilecek miydi? Önce Hale'nin, ardından da Necip'in iyi akşamlar dileyerek Büro'dan çıktığını hayal meyal yaşadı komiser. Jöleyle kaplı bir birikintiye dalmış ve yüzeye çıkmaya çalışıyor gibiydi. Gerçekten bunaldığını hissetmeye başlayınca kafasını kaldırıp masasının karşısındaki duvara asılı saate göz attı. Saat on ikiyi geçiyordu. Önünde boğulduğu dosyaya bir kez daha bakıp karnının ne kadar acıktığını anladı. Arabasını yanına almadığı için Nevzat'ın lokantasına gitmesi mümkün değildi. Emniyetin karşısındaki kafeteryaya geçip bir tost söylemekle yetindi. Tostu ve çayı geldiğinde, havanın soğuduğunu da yeni yeni fark etmişti. Montunu iyice kapattıktan sonra tostunu ve çayını eş zamanlı tüketmeye başladı. Yaklaşık bir saat sonra ikinci bardak çayını da içip evine gitmek için bir taksi çevirmek niyetiyle ayağa kalktığında emniyetin dibindeki gazete bayisinin bir sonraki günün gazetelerini almaya başladığını fark etti komiser. Bayiye doğru seğirtip göz ucuyla Atalay Demirsoy'un çalıştığı Tahrif Gazetesi'ni aradı. En sonunda gazeteyi bulduğunda manşetindeki bir kelime çok heyecanlandırdı komiseri ve uzanıp gazete demetinden bir tane alıp açtı. "Emniyetteki Çetede Uçak Çatırtısı" 'Geçtiğimiz günlerde İstanbul Emniyeti'nde başlatılan Heraklitos Operasyonu'nun ucu düşme sebebi hala açıklanamayan İstanbul-Adana uçağına kadar uzandı! Gazetemize dün öğlen saatlerinde emniyet içindeki yapılanmaya müdahil olan bir Genetik Mühendisi'nin, emniyetin üst düzey personeline verdiği emirleri içeren bir ses kaydı geldi... Halkın haber alma özgürlüğüne duyduğumuz saygı nedeniyle, konuşmayı doğrudan yayınlıyoruz.' Haberin görselleri olarak ise Zoran Berberoviç'in ve Yusuf'un vesikalık fotoğrafları kullanılmıştı. Komiser gülümseyerek gazeteyi katlayıp koltuğunun altına sıkıştırdı ve ücretini ödedikten sonra büfeden uzaklaştı. Evine kadar daha uzun bir süre yürüyecekti... 21. Bölümün Sonu
22. Bölüm: “Tab” Gazeteci Atalay Demirsoy'a ulaştırdığı ses kayıtları ve uçak biletleri, tam manşet haber olarak gazeteye basılan Komiser Tahsin; ülkenin gündemini kısa vadede değiştirmişti. Haberin çıkışından sonra bilhassa iktidara yakın televizyon kanalları, emniyetin içindeki yapılanmaya dair daha kuvvetli operasyonların yapılması gerektiği hususunda ağız birliği etmiş gibi yayınlar yapmaya başlamıştı. İki-üç gün geçtikten sonra artık işin boyutu daha da büyümüş ve siyasi arenaya taşınmıştı. Komiser, Çip Projesi'nin yanı sıra uğraştığı bir diğer cinayet olayı için Cinayet Büro'da kafa patlatırken açık olan televizyondan öğlen haberlerine denk geldi. Bir milletvekilinin, son operasyonlar ve Emniyet'e dair vereceği soru önergesini anlattığı basın toplantısını izledikten sonra garip bir huzursuzluk hissi kapladı içini. Olayın sapacağını, belki de çoktan saptığını, düşünmeye başladı. Ne yapacağını düşünmeye koyulduğunda cep telefonu çaldı. - Amirim, şimdi Asuman'ı ziyarete gelmiştim; gelmişken Yasemin Hanım'a da bakayım dedim. İyileşmiş ve bu akşam taburcu edilecekmiş! Arayanın Necip olduğunu, cümleler birbiri ardına dizilirken fark etti komiser. Eski eşi Yasemin'in geçirdiği kazayı hatırladı sonra... İşe kendisini kaptırdığında hep böyle oluyordu. Odasında, önünde duran dosyaya baktıktan sonra eliyle dosyanın kapağını kurcalarken Necip'e cevap verdi: - Nasıldı Yasemin? Sordu mu beni? Necip'in konuşmasının tonundan yüzünde bir gülümsemenin belirdiğini anladı komiser. - Sordu amirim. Hem sizi sordu, hem de gazetelerde bir hareketlilik olup olmadığını... Nasıl anladı bilmiyorum ama ben de her şeyi anlattım. Renk vermemek adına "Televizyonda falan görmüştür oğlum..." diye cevapladı Tahsin bu açıklamayı. Sonrasında, günün programına dair sohbet ettiler ve Zincirlikuyu cinayeti için Mecidiyeköy'de buluşup öldürülen kadının iş yerini ziyaret etmeye karar verdiler. Tam telefonu kapatacakları sırada Tahsin, Asuman'ın durumunu sordu. - Sormayın amirim. Hala tam anlamıyla toparlanabilmiş değil. Ancak ilginç bir şey var... Duraksayan Necip'e, konuşması için telkinde bulundu komiser. Necip'in, nasıl söyleyeceğini bilemediği bir şeyler olmalıydı... Nitekim, ağzındaki baklayı çıkarıverdi: - Doktorlar, ailesine ulaşmaya çalışmış. Hiçkimseye ulaşamamışlar. Ben de evini bir ziyaret edeyim diyorum, ev arkadaşından bahsediyordu; belki onun bilgisi vardır. Komiser haklı olabileceğini fakat önceliği Zincirlikuyu cinayetine vermeleri gerektiğini söyledikten sonra da ekledi: - Gerekirse akşam birlikte gideriz! Sen şimdi Mecidiyeköy'e geç... Necip'le karşılıklı telefonları kapattıktan sonra ayağa kalkan komiser, masasındaki iki dosyayı da eline alıp odasından çıktı. Hale, her zamanki gibi bilgisayar başında araştırmalar yapıyordu. Kapanmamış dosyalara dair yargı kararlarını çıkartıp dönemsel olarak komisere rapor vermeyi âdet edinmişti kızcağız. Komiser tam Cinayet Büro'dan çıkacakken durdu ve Hale'nin yanına döndü. Hafifçe eğilip, kimse duymasın der gibi fısıldayarak konuştu:
- Hale, benim Afyon'da görev yaptığım dönemde Afyon Emniyeti'nde çalışan personelin listesine ulaşmanı istiyorum senden... Ama, aramızda! Necip'in bile haberi olmasın, tamam mı? Hale, daldığı raporlardan biraz zor sıyrılmıştı. En sonunda komutu anladığına dair başını salladı. Komiser her ne kadar emin olamasa da, komutunun anlaşıldığını varsaymak zorundaydı. Çünkü cinayet beklemezdi ve çözülmesi gereken bir dosyası daha vardı. * Akşam olduğunda komiserin tahmin ettiği üzere, Necip'in aklındaki Asuman'ın ailesini araştırma fikri uçup gitmişti. Nevzat'ın balık lokantasına gitme fikrini atan Tahsin'e ayak uydurdu Necip. Mekana geldiklerinde her zamankinin aksine iki masanın dolu olduğunu görüp şaşırdılar. Nevzat, servis ettiği balık tabakları ile gülümseyerek bir masaya oturmalarını işaret etti gözlerini kullanarak. Servis bittiğinde o da yanlarına gelmişti. - Evet, nasılız beyler? Tahsin, başını dalgınca sallayıp "Nasıl olalım!" diye homurdandı. - Bir çıkmaza girdik sanki... Dava bizim ama işlemleri yapan biz değiliz; bir ton adamı içeri tıktılar, hiçbiri bizim istediklerimiz değil! Sahi, şu komşulara ne oldu yahu! Nevzat, "Hah!" diye mırıldandı. Eliyle durmalarını işaret edip kasaya doğru fırladı. Birkaç saniye sonra geri geldiğinde elinde bir fotoğraf filmi ile basılmış birkaç fotoğraf vardı. Bunlar; Asuman, Tahsin'in evinde gizlenirken Nevzat ve Necip'in yaptığı Sabri Hersal takibi sonrası çekilmiş olan fotoğraflardı. Sabri Hersal, öldürülen Özkan'ın diğer komşuları ve Tahsin'i takip eden meçhul adam birlikte bir kafede oturuyorlardı. Kendisini takip eden adamı işaret etti komiser. - Önce bunu bulmalıyız. Bunu bulunca devamı gelecektir. Bir süre, fotoğraf üzerine konuştuktan sonra rakılar bardaklara dolunca konuşma konuları da değişmişti. Havadan sudan muhabbet etmeye başladılar, gece iyiden iyiye bastırıyordu. Saatler 11'i geçtiğinde komiserin telefonu birkaç kez çaldı ve kapandı. Bu, mesaj bildirimiydi. Telefonu dalgınca aldığında mesaj atan numarayı bir yerden hatırladığını düşündü komiser. Açtığında, yanılmadığını anladı. Yıllar önce sildiği bir numaraydı bu. Yasemin'in numarasıydı. "Tahsin, bir saat sonra metrobüsün Beylerbeyi durağında buluşalım. Yalnız gel. - Yasemin" Necip ve Nevzat'ın önce birbirlerine, sonra da Tahsin'e göz kırpmaları sonrası komiser durumu geçiştirmeye karar verdi. - Operatörden gelmiş mesaj. Faturanızı ödemiyorsunuz ama rakınızı eksik etmiyorsunuz, diyor! Masada kısa vadede bir gülüşme oldu. Necip de Nevzat da komiseri çok iyi tanıyordu ve yalan söylediğini anlamışlardı. Komiser, bir dakika içinde toparlanıp müsaade istediğinde endişelenmişler fakat belli etmemişlerdi. Kalkıp gitmesinden sonra Necip, Nevzat'a bakıp gözleriyle "Takip etmeli miyim?" diye sordu. Nevzat ayağa kalkıp masada Tahsin'e ait olan kısmı toparlamaya başlamıştı. "Sen bilirsin" diye bir işaret verme gayesiyle dudağını büktü. Necip ayağa kalktığında masadaki fotoğrafları da almayı ihmal etmemişti. Konuşmadan vedalaştılar ve Necip de birkaç dakika sonra komiserin ardından, lokantadan çıkmıştı. Necip de Nevzat da "Gece erken bitti" diye düşünüyorlardı lakin gece yeni başlıyordu...
Komiserin arabasız geldiğini anımsadığında nereye, nasıl gideceği soruları belirdi Necip'in kafasında. Biraz ileriye baktığında, lokantanın yer aldığı sokağın köşesinden döndüğünü gördü komiserin. Koşar adımlarla sokağı kat edip komiseri takip mesafesine almaya çalıştı ve bunda da başarılı oldu Necip. Avcılar'ı boydan boya komiser önde, o arkada; kat ettiler. En sonunda komiserin metrobüse bindiğini görünce telaşlandı Necip. Tenha olan metrobüste kendisini göstermeden komiseri takip etmesi mümkün değildi. Bir sonrakine binecek olsa, komiserin hangi durakta indiğini anlayana dek kendi bineceği metrobüs harekete geçerdi. Her durakta inip tekrar binse, abes kaçardı. Ne yapacağını düşünüp hızlıca karar vermeye çalışırken telefonu çaldı. Paranoyakça, takip ettiğinin anlaşıldığını ve arayanın komiser olduğunu düşünse de; tanımadığı bir sabit hat numarası tarafından aranıyordu. Telaşla telefonu kulağına götürdü. - Necip Bey, merhabalar. Ben Doktor Raşit. Bugün hastaneye uğradığınızda Asuman Hanım'ın durumunda bir değişiklik olursa sizi aramamı söylemiştiniz... Necip, üst geçidin trabzanlarına tutunup kendisini en kötü ihtimale dahi hazırlamaya çalıştı. Nefesi kesilecek gibi olmuştu. - Asuman Hanım yaklaşık yarım saat önce kendisine geldi Necip Bey. Sağlığı gayet yerinde, sadece sağ kolunda bir uyuşma hissi var ama fizik tedaviyle düzelmeyecek bir şey değil. Sırf, bu hastanın durumunun bir polis vakasıyla ilişkili olduğunu söylediğiniz için bu saatte onu görmeye gelebileceğinizi de söylemem gerekiyor... Necip teşekkür ederek heyecanla telefonu kapattı. Tam o sırada hareket eden metrobüsü gördüğünde önünde iki seçeneğinin olduğunu anlamıştı. Hangisini seçeceğine çabuk karar vermeliydi; zira diğer metrobüs kalkmaya hazırlanıyordu. Yaklaşık on beş dakika sonra hastanenin kapısından içeri girdiğinde komiserin şimdiye dek çok badireler atlattığını düşünerek kendisini teselli ediyordu Necip. İçindeki, geçmek bilmeyen, huzursuzluk hissini bastırmaya çalışarak Asuman'ın odasına çıktı. Yatağında doğrulmuş, televizyon izlemekte olan Asuman'ı görünce gülümsedi. Huzursuzluk hissi, odanın dışında kalmıştı adeta... Asuman da Necip'i görünce gülümsemiş ve kollarını açmıştı. Necip uzandığında, sımsıkı sarıldılar. Asuman'a kısa bir özet geçti Necip; o uykudayken yaşananları duyunca Asuman'ın keyfi daha da yerine gelmişti. - Peki komiser nerede şimdi? Necip, cebinden fotoğrafları çıkarırken açıklamasını yaptı: - Biz, bu fotoğraflar üzerinde konuşurken ona bir mesaj geldi ve apar topar gitti... Nereye gittiğini bilmiyorum... Asuman, fotoğraflara uzanırken hayret ifadesi içeren bir yüz mimiği takınmıştı. - Nasıl yani? Sen onu kolaçan edeceğine buraya mı geldin? Necip, yanlış bir şey yaptığını bilen çocuklar gibi başını öne eğince Asuman "cık cık" diye bir kınama efekti yapmıştı. Fotoğraflara bakarken "Kim bunlar?" diye soran Asuman'ın ses tonundan kızgınlığını anlayabiliyordu Necip. Tam ağzını açacakken Asuman fotoğraftakilerden birisini işaret etti. - Bunu tanıyorum, bizim Saadettin bu. Necip merakla fotoğrafa baktığında Asuman'ın işaret ettiği kişinin, Tahsin'i takip eden adam olduğunu
gördü. Heyecanla ayağa fırladı. - Kim o Saadettin? Necip'in heyecanı, Asuman'ı biraz ürkütmüştü. Kaşının birisi havada, ne işe yarayacağını bilmediği bir açıklamaya girişti: - Sivil polistir Saadettin. Üç ay önce atandı bizim emniyete... Necip tam ağzını açacaktı ki, dışarıda bir bağırtı koptu. Merakla kapıya yönelen Necip, dışarıdan gelen bir kadın sesinin sinirle bağırdığını duydu. Koridora çıktığında tanıdığı bir simaya rastladı. Yasemin Hanım, elindeki çantayı sallayarak sinirle karşısındaki nöbetçi hekime bağırıyordu. İşlerin çığırından çıkacağını sezen Necip yanlarına gitme gereği duydu. Necip'i gören Yasemin Hanım, ilk başta tanıyamasa da sonra çıkarmıştı. "Hayırdır, ne oluyor?" diye soran Necip'e sinirle çantasını gösterdi. - Necip, çantamda telefonum yok! Çalınmış! Hastanedeyken çalındı kesin! Necip duraksadı. Doktor da Necip'e dönmüştü. Asuman için irtibat kurduğu doktor, Necip'in polis olduğunu biliyordu. - Hastanede çalınmamış olduğuna size garanti verebilirim memur bey! Kamera kayıtlarını çıkarabilirim, hanımefendinin yattığı odaya hemşireler ve iki doktor haricinde kimse girmedi! Necip, Yasemin Hanım'a sakin olmasını işaret etti. - Yasemin Hanım, telefonunuz siz kaza geçirdikten sonra baygın yatarken de çalınmış olabilir. Sonuçta ambulansı birileri aradı, belki de o arayanlar kötü niyetli insanlardı ve sizin telefonunuzu çaldıktan sonra ambulansı aradılar? Yasemin Hanım birkaç saniye duraksasa da, siniri yatışmış sayılmazdı. - Yahu, çalacak olsalar benim eski püskü telefonumu niye çalsınlar; cüzdanım ve kredi kartlarım hala çantamda! Bu soru, Necip'i düşüncelere sevk etmişti. "Belki de niyetleri, hırsızlık değildi..." diye mırıldanarak hastaneden çıkmak üzere koşmaya başladı. Yasemin Hanım ve Doktor Raşit, şaşkınca arkasından bakarken Necip, komiseri birkaç kez peş peşe aradıktan sonra ümidini kesmiş bir şekilde başka bir numarayı çevirdi. Bir yandan arabasına binmiş, kontağı çeviriyordu ki telefon açıldı. Soluk soluğa konuşurken gaza bastı ve hastanenin otoparkından çıktı. - Beni dinle, çabuk... 22. Bölümün Sonu
23. Bölüm: “Aralık” Komiser, Yasemin'in kendisine attığı mesajdan tam kırk altı dakika sonra Beylerbeyi'ne varmıştı. Saat bir hayli geç olduğu için, durakta inen iki kişiden birisi olmuştu. Etrafına bakınınca durakta bekleyen kimseyi göremeyen komiser, Yasemin'i aramak için telefona sarılmıştı ki; bir mesaj daha geldi. "Karşıdayım. Sahile inen yolda... - Yasemin" Telefonu tekrar cebine koyduktan sonra alt geçidi kullanarak karşıya geçmeye başladı komiser. Cebine soktuğu elinin içinde döndürüp durduğu telefon eşliğinde düşüncelere dalmıştı. Bütün bu gizemin nedeni ne olabilirdi? "Her şeyden önce, sms'in sonuna adını yazmak da nereden çıktı?" diye içinden geçiren komiserin bu düşüncesine eşlik eden bir şüphe bulutu da çöküverdi aklının bir köşesine. Merakla fakat bu merakının engel olmadığı bir temkinlilikle ilerlemeyi sürdürdü... * Necip, arabayı deli gibi kullanırken bir yandan kulağında tuttuğu telefonda Bilişim Şube'den Kenan'a komutlar yağdırıyordu. Bir proje yüzünden Emniyet'te sabahlayacak olan Kenan, bir yerde şans oluvermişti Necip için. - Bak, metrobüse binerken nedense Zincirlikuyu'ya kadar gidecek olanı değil de karşıya geçecek olanı tercih etti. Yani, mesafeyi ve süreyi hesaplayacak olursak yaklaşık beş dakika önce Beylerbeyi'ne varmış olması lazım! Kenan, metrobüs kameralarının sistemine özel izinle giriş yapmış; Necip'in komutları üzerine Anadolu Yakası'ndaki durakların kamera kayıtlarını açmıştı. Saat bilgilerini hesaplayıp sefer yapan metrobüsü yakalamış ve tüm duraklardaki inen yolcuların görüntülerini tek bir ekranda toplamıştı. "Üstünde ne vardı demiştiniz?" diye sordu Necip'e. Necip, bir yandan yolun durumunu kontrol etmeye çalışırken bir yandan hafızasını yokladı. Birkaç saniye sonra cevap vermişti Kenan'ın sorusuna: - Bir kot pantolon, üstünde deri ceket... Birkaç saniyelik rötar sırası bu kez Kenan'daydı. Neden sonra, "Hah!" diye bir nârâ koptu Bilişim Şube'nin genç polisinden. - Tamamdır, buldum! Komiser, Beylerbeyi'nde inmiş. Zaten o durakta iki kişi inmiş, net bir şekilde görülüyor yani... Necip gözlerini birkaç saniye kırpıştırarak nerede olduğunu ve nasıl Beylerbeyi'ne çıkacağını hesapladıktan sonra telefondan kurtulmak için hamle yaptı: - Çok ama çok sağol Kenan. Sana bir balık yemeği borcum olsun... Hadi, kolay gelsin... Tam kapatacaklarken, Kenan'dan bastıramadığı endişeleriyle bezeli bir ses tonuyla cevap geldi: - Necip, dikkatli olun lütfen. Necip, bir şey demeden telefonu kapattı. Dikkatli olmaları gerektiğinin bilincine, hem de iliklerine kadar, varmıştı. Bir sapağı döndükten sonra köprüye çıkan yola geçmişti.
"Daha hızlı gideni yok mu lan bu arabaların!" diye içinden öfkeyle geçirirken, Beylerbeyi'nde komiseri neyin beklediğine dair büyük bir meraka ve endişe hissine kapılmıştı... * Necip'in hastaneden apar topar çıkarken akıl edip aradığı Hale ve eşliğindeki Müdür; yanlarına bir memur daha alarak hastaneye gelmişti. Asuman'ın kaldığı odaya giren Cinayet Büro personeli Hale, birim müdürü ve emniyet görevlisi; yatakta yatan Asuman'ın ifadesini almaya başladı. Asuman, Necip'in getirdiği fotoğrafları göstererek öldürülen Özkan'ın komşularıyla birlikte bir kafede oturan kişinin sivil polis Saadettin olduğunu anlattı. Akabinde; Saadettin'in bir süredir hem kendisini, hem Komiser Tahsin'i, hem de Necip'i takip ettiğini ekledi. Müdür, ifade alınırken daha fazla sabredemedi ve telefonla aradığı Emniyet personeline; Saadettin için bir yakalama kararı çıkarılmasını emretti. Telefonu kapattığında, Asuman'ın ifadesi de alınmıştı. Hale, geceyi hastanede geçirmek isteyince kimse itiraz etmedi ve Müdür, yanına aldığı polisle birlikte Saadettin'in fermanını imzalamak üzere Emniyet'e döndü. * Komiser alt geçitten geçip de Beylerbeyi Stadı'nın ışıklarıyla aydınlatılmış olan, sahile inen yola çıktığında soluk soluğa kalmıştı. Gece gündüz halı saha maçı yapabilenlere hep hayret etmişti; şöyle bir göz ucuyla stada doğru baktığında klasik halı saha maçı feveranlarını işitti. İç çekip sahile doğru inmeye başladı... Yolun aşağısına kadar iniyordu ki, sağa dönen yolda birkaç metre ileride cılız bir sokak lambasının altında duran arabayı ve arabanın başında sırtı yola dönük birisini gördü. Elindeki telefonun ekranı parıldıyordu. Tam onu gördüğünde, cep telefonuna bir mesaj geldi. "Arabanın başındayım, çabuk ol. Etrafı kolaçan et; takip ediliyor olabilir misin? - Yasemin" Komiser, yanacağını bildiği halde floresana hamle yapan sineklere dönmüştü. Derin bir nefes koyuverip sağını solunu kolaçan ettikten sonra yoldan karşıya, aracın olduğu tarafa, geçti. Başını sağa sola hafifçe sallayarak araca yanaştı. Perspektif kuralı gereğidir; yaklaştıkça cisimler büyür, ayrıntılar netleşir. Komiser de, sokak lambası ne kadar cılız olursa olsun, aracın bagajının aralık olduğunu ve hatta bagajdan dışarı hafifçe çıkmış bir namlunun ucunu araca birkaç adım mesafesi kalınca fark etmişti. 23. Bölümün Sonu
24. Bölüm: “Yüzleşme” Necip, köprüden geçip Beylerbeyi'ne doğru direksiyonu kırarken trafiğin yoğun olmamasına şükretti. Kafasında ölçüp biçtikten sonra metrobüs durağına doğru sağlı sollu yolları kolaçan ederek yavaşça çıkmaya başlamıştı ki, farlarını söndürmeyi akıl etti. Farları sönük bir halde kısa bir müddet ilerledikten sonra bir sokak lambasının altındaki aracı, aracın önünde sırtı yola dönük duran bir karartıyı ve bu ikiliye yaklaşan komiseri fark etti. Sert bir şekilde direksiyonu yola kırdı. Ne kadar önlemini almış olursa olsun, bu ani dönüş münasebetiyle çıkan tekerlek sesi dikkatleri üzerine çekmişti. Komiser kendisinin geldiği yöne doğru dönerken Necip hızını arttırdı. Araca olanca hızıyla yaklaşırken bagajın aralandığını ve elinde silah tutan birisinin bagajdan atladığını gördüyse de, fren yapmadı. Yana doğru kaçan komiser, Necip'in aracının duran araca çarpma anına tanıklık edecekti... * Komiser, bagajdan kendisine doğrultulmuş namluyu görünce duraksamıştı. Ne yapacağını düşünürken arkadan gelen sert bir lastik sesiyle duraksayıp geldiği yöne doğru baktı. Farları kapalı olsa da, Necip'in arabasını şıp diye tanımıştı. Neden ve nasıl sorularını bir kenara bırakıp üstlerine doğru tam gaz gelen Necip'in aracından sıyrıldı. Yana doğru kaçarken kaldırıma takılınca sırt üstü düşüvermişti komiser ancak Necip duran araca bodoslama dalarken tüm dikkati çarpışma anındaydı! Bu yüzden bagajdan atlayan kişiyi görememişti. * Saadettin, gizlendiği bagajda tüm dikkatini yaklaşan komisere vermişken belli belirsiz bir ses duyunca terlemeye başlamıştı. Komiserin sırtını dönüp yola bakmasıyla birlikte o da yola kulak kesilmiş ve yaklaşan bir aracın sesini işitmişti Gittikçe yaklaşan sese karşı, yapabileceği hiçbir şey kalmadığı için o da bagajın kapağını kaldırıp araçtan atlamayı tercih etti. Birkaç saniye sonra sessiz yolda çıkan gürültü, iki aracın çarpıştığına delaletti. Durup dururken ortaya çıkıp tezgahı alt üst eden meçhul araca karşı öfke dolu bir hisle yönelecekti ki, aklına farklı bir şey geldi ve yolun karşısındaki ağaçlık alana daldı... * Necip, 12 yıllık sürücülüğü boyunca ilk kez kaza yapmıştı; buna da ne kadar kaza denilebilirse! Yine de, çarpmanın şiddetinden biraz etkilenmiş olmalıydı ki birkaç saniye araçta yerinden kıpırdayamamıştı. En sonunda kendisine gelmiş ve araçtan fırlamıştı. Yerden yeni yeni doğrulabilen komisere bakarak "Nerede o!" diye bağırdı. - Nereye kaçtı amirim? Görebildiniz mi? Komiser, garip garip bakarken gözü pert hale gelmiş olan bagaja takılınca sorunun müsebbibini çözebildi. Gözü aracın önünde dikilirken çarpmanın şiddetiyle yere yıkılmış olan karartıya takılınca
yanına doğru koşturdu. Yanına vardığında, bekleyen kişinin Yasemin değil de bir erkek olduğunu anlamıştı. Kendisine doğru çevirdiğinde öldürülen ve Çip Projesi'nin açığa çıkmasını sağlayan Özkan'ın, gizemi çözülemeyen komşularından Sabri Hersal'ın cesediyle karşılaştı Komiser Tahsin. Ayağından ve kalçasından aracın ön kısmına iplerle bağlandığı için dik durabildiğini de aynı anda fark etti. Necip ise aracın bagaj kısmını açtıktan sonra komiseri yanına çağırmıştı. Komiser, Necip'in yanına gittiğinde arka koltuğun söküldüğünü ve bir tuzak düzeneği kurulduğunu fark etti. Yetişkin birisinin boylu boyunca uzanabileceği hale getirilmişti aracın bagajı ve arka koltuğu. Canı sıkkın bir şekilde homurdandı komiser: - Daha fazla kurcalamayalım, parmak izlerinden kim olduğu tespit edilir nasılsa... Necip, elini dayadığı bagajda öylece dururken komisere döndürdü kafasını. "Biz tespit ettik..." diye homurdandı. Meraklı gözlerle bakan komisere, onu takip etmek için yola çıkmışken hastaneden gelen telefonu ve Asuman'a yaptığı ziyareti anlattı. Asuman'a fotoğrafları gösterince Saadettin'i teşhis ettiğini anlatırken, komiserin gözleri parladı. Eliyle durmasını işaret etti. "Tabii ya, Saadettin!" Meraklanma sırası Necip'e gelmişti. Kendisine soran gözlerle bakan Necip'e bu kez komiser Hale'den Afyon'da Asuman ile aynı dönemde çalıştığı yıllarda görev almış personelin listesini istettiğini açıkladı. - Çünkü, beni takip eden adamı başka bir yerden gözüm ısırıyordu. Hele hele siz fotoğrafları bana gösterdiğinizde resmen beynim karıncalandı ama cevabı bulamadım! O adam Afyon'da benimle birlikte aynı dönemde çalışıyordu, ismi de Saadettin'di! Kısa bir dönem çalıştığı için aklımda fazla yer etmemiş... Necip, hayret içeren bir dudak ifadesiyle anlatmayı sürdürdü bu kısa açıklamanın akabinde. Koridorda bağırıp çağıran Yasemin'den ve kaybolan telefonundan bahsetti. O an Necip de komiser de istemsizce açık olan bagajın içine dikkatlice baktılar ve telefonu eciş bücüş olmuş bagajın bir yerinde görür gibi oldular. Tam komiser elini uzatacaktı ki, duydukları bir kurşun sesiyle aracı kendilerine siper etmeleri bir oldu. Kurşun, açık olan bagaj kapağına saplanmıştı. Necip, sırtını dayadığı araçtan güç alarak ceketinin içindeki kılıftan silahını çekti. Komiser de belinde tuttuğu ama uzun süredir hiç kullanmadığı tabancasını bir çırpıda çekip çıkarmıştı. Necip, silahının kabzasını sıkı sıkı kavrarken bağırmayı da ihmal etmedi:
- Saadettin! Teslim ol! Necip'in bu çağrısına cevaben bir el ateş sesi daha geldi. Komiser, Necip'in omzuna dokunduktan sonra aracın önünden kendisinin gideceğini ve Necip'in de arkadan ilerlemesini işaret edip diz üstü çöktüğü halde öne doğru seğirtti. Necip, dikkatleri kendi üstüne çekmek için tekrar bağırdı: - Saadettin, hakkında çoktan yakalama kararı çıkarılmıştır; temiz bir şekilde teslim ol, uğraştırma bizi! Bir el ateş daha edilmişti. Kurşunun başının biraz üstündeki sağ arka tampona çarptığını hissetti Necip. Bu silah sesini başka yönden gelen bir silah sesi daha takip edince komiserin, Sadettin'in yerini tespit ettiğini anlamıştı. Kafasının karıştığını umduğu Saadettin'i yakalayabilmek için ayağa fırladı ve gelen kurşunlardan hissettiği kadarıyla Saadettin'in saklandığını tahmin ettiği yere doğru birkaç el ateş etti. Komiserin de gittikçe karşı tarafa yaklaştığını göz ucuyla takip eden Necip, karşıdan hiç silah atışı gelmemesi üzerine endişelenerek aklına gelen ilk şeyi yaptı ve karşı tarafa doğru koşmaya başladı. Adrenalinden kaynaklı bir güdü, kulaklarına baskı yapıyordu adeta ve hiçbir şey duymayarak atılıverdi silah sesinin geldiğini düşündüğü karanlığa. Bir şeyle çarpışınca gözlerini daha bir dikiverdi ve burnunun üstünde bir acı hissettiğinde yumruk yediğini anladı Necip. Kısa sürede toparlanıp kendisi de bir yumruk yöneltti. Bir şeye çarpıp da yumuşayan yumruğu, karşı tarafı yere yıkmıştı. İki eliyle uzanıp sesin geldiği yerde yatan adamı tuttu ve havaya kaldırdı Necip. Dudağına burnundan gelen kan tadı midesini bulandırırken bir de kafa atıverdi iki elinin arasında çırpınan adama. Komiser yanlarına geldiğinde Necip elinin tersiyle burnundan akan kanı silmekle meşguldü. Birkaç kez karşılaştığı ve her seferinde atlattığı adamı yerde kanlar içinde gören komiserin ise keyfi yerine gelmişti. Merkezi arayıp ekip istettikten sonra yerdeki Saadettin'e döndü. - Mehmet Özipek nerede lan? Saadettin, başta cevap vermediyse de adamı tekmeleyerek bir kez daha aynı soruyu soran komiseri cevapsız bırakmadı: - Apartmanda, evinin mutfağında... Ölü bir şekilde fayansların üstünde yatıyor. Konuşurken ağzından sızan kanla birlikte bir iki dişini de tükürmüştü. Komiser, küfür savurduktan sonra bir tekme daha atmıştı Saadettin'e. Kısa bir süre sonra gelen ekip, Saadettin'le birlikte komiseri ve Necip'i de alarak Emniyet'e dönmüştü. *
Okuduğu gazeteyi bir kenara sinirle atan komiser, sessiz sakin bir ortamda raporunu hazırlayan Necip'i ürkütmüştü. Cinayet Büro, tehlikeli bir operasyonu başarıyla sonuçlandıran ekibin haklı gururuna binaen düştükleri boşluğu temsil edercesine sessizleşmişti. "Bak sen şu habere!" diye sinirle seslendi Necip'e. - Saadettin'i sadece bir çete elemanı diye yazmışlar, emniyetteki yapılanma çözüldü diye de eklemişler! Bu kadar basit miydi yani? Necip, buruk bir gülümsemeyle başını sağa sola salladıktan sonra eliyle 'Geçelim bunları' dercesine bir işaret yaptı. Komiser daha da konuşurdu da, büroya giren bir kadın konuşmasını bölmesine neden olmuştu: Asuman, sapasağlam bir şekilde Cinayet Büro'ya girmişti. Hummalı ve neşeli bir karşılama yapıldı bir anda... Genç kadının yüzünde güller açıyordu. Hemen çay ikramı yapıldı, sandalyeler sohbet ortamına müsait hale getirildi ve laf lafı açar oldu... Ne zaman ki Asuman operasyonun başarıyla bittiğini duyduğunu söyledi, Komiser Tahsin tekrar köpürdü. - Ne başarısı! Kaç kişi öldü, kaç kişi mağdur oldu... Üstelik tepedekilere yaklaşamadık bile! Hasar verdik, yaraladık ama kökünü kazıyamadık! Operasyonun başlamasını sağlayan fail Özkan'ın Asuman'ın bir zamanlar sevgilisi olduğunu hatırlayan komiser mahcubiyet ile başını önüne eğmişti ki, Asuman uzanıp komiserin elini tuttu. - Özkan şu an çok huzurludur, eminim. Sen yasadışı bir şebekeyi açık ettin, üstelik başlarındaki mühendisi içeri tıktırdın... Emin ol, çok büyük hasar verdin! Onlar kendilerini toparlayana kadar kaç masum kurtuldu kim bilir! 'Öyle ama...' manasında bir işaret yapan komiser, konuyu daha fazla uzatmadı. Gülümsemekle yetindi. O günün akşamına kadar da pek konuşmadı. Yapılması gereken bürokratik işlemlerle uğraştı, eski bazı dosyaların tozunu üfledi. Akşam olunca da bürodan ilk çıkan o oldu. Doğrudan evine gidip içeri girince rahat bir nefes aldı. Montunu dahi çıkarmadan, iç kısımdaki bir odaya geçti. Hiç kimsenin bilmediği bir odaydı bu. Öyle ki, her daim kilitli tutup ara sıra gelen yatılı misafirlerinin eskaza girmesini engellediği bir odaydı... Özkan'ın cesedinden çıkarılan ve Dok'a rapor ettirmediği çipi montundan çıkararak daha önceden hazırladığı bir deney tüpünün içine koydu. Özenle düzenlenmiş ve tarihlerin yazıldığı kağıtlarla kronolojik olarak sıralandığı belli olan bir sürü garip nesnenin yer aldığı raflarda en sona koydu çipin olduğu deney tüpünü. Uzaktan bakıp raflardaki nesnelere göz attıktan sonra odadan çıktı... Kapıyı kilitlemeyi de ihmal etmemişti. SON