Anadolu Günlük - Sayı 36

Page 1

SEN YOKSUN DİYE; IŞİD

YOL NASİBE ÇAĞRIDIR

EĞİTİMDE DEĞİŞİM

ADAY ÇATIDAN DÜŞER 37. Sayı

Şampiyon oldular 23 -29 Haziran 2014 50 Kr

www.anadolugunluk.com

Laik olsun istedi! Yeşilçam yıldızlarından Tarık Akan, “Ben yalnızca laik ve demokrat bir kişinin cumhurbaşkanı olmasını istiyorum. İhsanoğlu’nun bu çerçevede uygun bir isim olduğunu sanmıyorum” dedi. 6’da

MHP’yi sattılar! Ekmeleddin İhsanoğlu, seçim kampanyasına başlayacak. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun MHP-CHP ortak adayı olmasına rağmen, afişlerde sadece CHP logosuna yer verildi. 8’de

Obama şaşkın! ABD Başkanı Barack Obama, Irak’ta süregelen gerilimi üzerine yaptığı açıklamalar kafa karıştırtı. Savaşa gitmeyeceğiz diyen Obama, bir yandan da müdaheleye hazırız dedi. 7’de

Bu körlük neden?

Balyoz tutuklularının serbest kalmasının ardından “İslâmî dava” mahkumlarının hâlâ içerde olmasına tepkiler büyüyor. Balyoz tutukluları dahi serbestken 350’ye yakın İslâmi dava mahkumunu cezaevinde tutan sebebi tüm Anadolu merak ediyor ve soruyor: Bu körlüğün sebebi ne?

İslâmî davalardan içerde olan mahpuslar cezaevi bahçesinde...

15 yıldır hükümette olan ve muhafazakar kimliğiyle bilinen Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde birçok siyasi dava geldi geçti. Bu davalardan önde gelen Balyoz’un tüm tutukluları serbest bırakılmasına rağmen İslâmî dava mahkumlarının hâlâ içerde olması Anadolu insanını endişelendiriyor. Merak edilen ise 28 Şubat’tan hiç tutuklu sanık kalmazken İslâmî dava mahkumlarının neden içerde olduğu.

Mazlum-Der Cezaevi Komisyonu Başkanı Avukat Kaya Kartal, “Bilebildiğimiz kadarıyla İslamî davalardan cezaevine girmiş 350’den fazla mahpus var” dedi. Bu mahpusların en başında, savcı tutanağında “ispat edilmiş hiçbir suçu olmamasına rağmen” ibaresi olduğu halde müebbet hapis cezasına çarptırılan ve 16 yıldır cezaevinde olan Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu var. Peki bu insanlar neden hâlâ içerde? 3’de

Konya Büyükşehir Belediyespor adına yarışan Hatice Nur Küçüktanık Dao Shu (Kılıç) dalında birinci, Chang Chuan (Açık el) ve Gun Shu (Sopa) dallarında ikinci olurken; Sıla Özge Öden de Gun Shu (Sopa) dalında birinci, Dao Shu (Kılıç) dalında ikinci olarak büyük bir başarıya imza attı. 3’de

İşkence katil etti İçeriçumrada kocası tarafından 11 yıl boyunca işkence ve cinsel istismara maruz kalan kadın daha fazla dayanamayarak kocasını öldürdü. 3’de

Ayverdi anıldı! Konya Aydınlar Ocağında mimar Ekrem Hakkı Ayverdi anıldı. Ayhan Çorbacıoğlu, “Ayverdi, millî sanatlarımızın hâmisiydi” dedi. 3’de

Karşısında böyle durdu! Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Avusturya’daki temasları kapsamında dünyanın en genç dışişleri bakanı olan 28 yaşındaki Sebastian Kurz’u kaldığı Grand Hotel Wien’de kabul etti. Görüşme yaklaşık bir saat sürerken Kurz bir açıklama yapmadı. Başbakan Erdoğan’ın, Avusturya ziyareti öncesi ‘Erdoğan’ı açıkça uyarıyorum’ diyen Kurz’un bu görüntüsü hafızlardan silinmeyeceğe benziyor. 8’de

Asmayıp da besleyelim mi? 2 Eylül Davası’nda Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldılar. Mahkeme heyeti, daha sonra sanıklar hakkında takdiri indirim uygulayarak ağırlaştırılmış müebbet

cezasını, müebbet cezasına çevirdi. Kenan Evren’in müebbet hapse mahkum edilmesinin ardından darbeyi gerçekleştirdiği dönemde söylediği şu sözleri akıllarda kaldı: Asmayıp da besleyelim mi? 8’de


2


3

Bu körlük neden? Balyoz tutuklularının serbest kalmasının ardından Mirzabeyoğlu ve diğer “İslâmî dava” mahkumlarının hâlâ içerde olmasına tepkiler büyüyor.

Şampiyon oldular Uluslararası Wushu Balkan Şampiyonası 10 ülkeden sporcuların katılımıyla Sakarya’da yapıldı. Toplam 386 sporcunun katıldığı şampiyonada Konya Büyükşehir Belediyespor adına yarışan Hatice Nur Küçüktanık Dao Shu (Kılıç) dalında birinci, Chang Chuan (Açık el) ve Gun Shu (Sopa) dallarında ikinci olurken; Sıla Özge Öden de Gun Shu (Sopa) dalında birinci, Dao Shu (Kılıç) dalında ikinci olarak büyük bir başarıya imza attı.

Balyoz’un tüm tutukluları serbest bırakılmasına rağmen İslâmî dava mahkumlarının hâlâ içerde olması Anadolu insanını endişelendiriyor. Merak edilen ise 28 Şubat’tan hiç tutuklu sanık kalmazken İslâmî dava mahkumlarının neden içerde olduğu. Mazlum-Der Cezaevi Komisyonu Başkanı Avukat Kaya Kartal, “Bilebildiğimiz kadarıyla İslamî davalardan cezaevine girmiş 350’den fazla mahpus var” dedi. Bu mahpusların en başında, savcı tutanağında “ispat edilmiş hiçbir suçu olmamasına rağmen” ibaresi olduğu halde müebbet hapis cezasına çarptırılan ve 16 yıldır cezaevinde olan Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu var. Peki bu insanlar neden hâlâ içerde?

İşkence katil etti

AK Parti Milletvekili Mehmet Metiner, “Mirzabeyoğlu, 28 Şubat sürecinin baş mağdurlarından biridir. Hakkındaki iddianameyi okuyan biri olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki; Mirzabeyoğlu siyaseten mahkum edilmiştir. Bu ülkenin bütün hukukçuları baksınlar o iddianameye, orada bir tek somut ve objektif delil olmadı-

ğı halde Mirzabeyoğlu’nun dönemin ilahları tarafından kurban olarak seçildiğini göreceklerdir” açıklamasını yaptı. AK Parti Milletvekili Şamil Tayyar ise twitter’dan, “Gücü olanın, sesi çok çıkanın AYM’ce ödüllendirildiği, Mirzabeyoğlu ve nicelerinin çığlığının duyulmadığı sisteme kimse hukuk demesin” açıklamasını yaptı.

Ayverdi anıldı

Konya Aydınlar Ocağı’nda mimar Ekrem Hakkı Ayverdi anıldı. Ayhan Çorbacıoğlu, “Ayverdi, millî sanatlarımızın hâmisiydi” dedi.

Ribat Bosna’da Son yüzyılın en büyük sel felaketiyle karşı karşıya kalan Bosna Hersek’in yardım çığlığına Ribat İnsani Yardım Derneği sessiz kalmadı. Ribat İnsani Yardım Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Seyid Duman, yönetim kurulu üyeleri, Ak Parti Konya İl Gençlik Kolları Başkanı Ahmet İzi ve Dernek gönüllüleri ile Bosna Hersek’te yardım çalışmalarını yürüttü. Yardım heyeti çalışmalarını Zavidovici merkezli olmak üzere belirleyerek sel mağdurlarına ayni ve nakdi yardımda bulundu. Bölge halkının mağduriyetine göre çalışmalarını belirleyen Ribat İnsani Yardım Derneği, gıda, temizlik ürünleri, battaniye, ev eşyası gibi acil insani yardım malzemelerini bire bir ihtiyaç sahiplerine ulaştırdı.

Konya Aydınlar Ocağı’nın bu haftaki Salı Sohbetleri’nde, 30. vefat yıldönümü dolayısıyla yüksek mühendis ve mimar “Ekrem Hakkı Ayverdi” yâd edildi. Sille Kültür Evi’nde gerçekleştirilen anma toplantısına konuşmacı olarak Hüsnü Livatyalı, Mehmet Ayhan Çorbacıoğlu ve Mehmet Emin Mıhoğlu katıldı. Hakkı

Ayverdi’nin imparatorluk şuuruyla, vatan, millet ve devlet sevgisiyle yetiştiğini söyleyen Livatyalı, “Yahya Kemal onun için ‘Osmanlı eserlerini öpe koklaya tamir ederdi” dedi.. OSMANLI ESERLERİNİN HAMİSİYDİ E.Hakkı Ayverdi’nin mimarîye ve güzel sanatlara bakışından kesitler sunan Ayhan Çorbacıoğlu da, “Osmanlı

cami mimarisi haytanı olan Ayverdi, Türk sanatı tarihine damgasını vurmuş bir bilim insanı olarak öne çıkmış ve sadece eski eserlere hayat veren bir restoratör değil, aynı zamanda geleneksel sanatlara tutkulu bir koleksiyonerdi. O aynı zamanda bir gönül adamı ve koca bir dervişti. Millî sanatlarımızın hâmisiydi” ifadelerini kullandı.

İçeriçumra’da kocası tarafından 11 yıl boyunca işkence ve cinsel istismara maruz kalan kadın daha fazla dayanamayarak kocasını öldürdü. İddiaya göre, çiftçilikle uğraşan Ö. G. (33) 11 yıl önce severek evlendiği T.G’ye (27) ilk günden itibaren şiddet uygulamaya başladı. Ö. G. karısı ve 10 yaşındaki kızına sürekli işkence etti. Sorunlu biri olarak tanınan Ö. G.’nin, sürekli şiddet uyguladığı karısını traktörün arkasına iple bağladıktan sonra 200 metre süreklediği ve ardından karşısına geçip keyif sigarası içtiği de öne sürüldü. Sürekli eşini eve kilitleyerek dışarı çıkmasına izin vermeyen Ö. G.’nin son olarak 5 gün öncede karısını eve hapsettiği öğrenildi. Eşini 4 gün boyunca aç ve susuz bırakan Ö. G.’nin eşinin tüm ağlamalarına rağmen dışarıya çıkmasına izin vermedi. Akşam vaktinde alkolün etkisiyle ruhsatsız silahıyla tehdit ettiği eşine zorla sahip olmak da isteyen Ö. G.’nin eşinin eline silahını tutuşturduğu ve “Al şu tabancayı kendini öldür. Beni uğraştırma, bitir bu işi” diyerek dayak atmayı sürdürdüğü iddia edildi. Silahı alıp Ö.G.’ye çeviren T.G. 6 el ateş adip kocasını 4 yerinden vurdu. Kocasını vurduktan sonra evden çıkarak kayınpederinin evine giden T.G., bu sırada kocasının kardeşi L.G’ye rastladı. Bütün gece dayak yediği için eli yüzü kanlar içerisinde kalan T.B., kayınbiraderine kendisini abisinin bu hale getirdiğini söyledi. Bu durum karşısında sinirlenen L.G., yengesine gereğini yapacağını söyledi. Kanlar içerisindeki T.G. de kayınbiraderine, “Gitmene gerek yok. Ben onu zaten vurdum” dedi. Olayın ardından kayınpederinin evinde bekleyen T.B., jandarma tarafından gözaltına alındı. Karakola ifadesi alındıktan sonra Çumra adliyesine sevk edilen T.G., nöbetçi mahkeme tarafından tutuklanarak cezaevine gönderildi.


4

Adıyaman Ulu Camii ahşap kapısı...

Y

ola niyetle çıkılır. Niyet asalet katar yola. Yolun asaleti, yola çıkış niyetinin kıymetiyle kendini aşikar eder bir bakıma. Niyetimiz tek kelime ile samimiyet. Yola samimiyet, talebelerimize samimiyet, ümmetin şehirlerine samimiyet. Yola azıkla çıkılır. Yol azığımız balık. Çıkıyoruz. Bir çıkış kapısı bulduk. ‘Ve men yettegıllâhe yec’allehû mahracen.’ Yol uzun. Yanımızda gençler var. Yanımızda gelecek, yanımızda umut var. Umut; talebelerimizle birlikte andığımız. Yusuf’u aramak, temel meselemiz. O’nu ararken ümidsizliğe düşmemek, hep onlara, talebelerimizin masum yüzlerine bakarken aklımızda olan, kalbimizde olan şey. Nisan ayının son günü. Akşam vakti. Konya Nisan’ı onurluca uğurlamanın huzurunu yaşıyor. Nisan mubarek ay. Evinde Nîsa var. Şehrinde İsa var. Nisan mubarek ay. İçinde insan var. Nisanın içinde yağmur var. Rahmetin diğer adı nisan. Akşam vakti yola çıkıyoruz. Gece yürüyüşü kıymetlidir. Yürümeyi seviyoruz. Yıllarca da sürse yürümeye niyet ettik. Soylu bir niyet bu. Bir Musa niyeti. Hür oluşa niyet etmek. Rüşd yoluna koyulmak. Deryalara ulaşmak. Dağın öte yüzünü görmek anlamak, anladığına sarılıp dağlar aşmak. Dağlar aşarak deryalara karışmak. Dağlar sarpa sarıyor. Şehirlerde yaşamak sarp yokuşlara tırmanmak cehdinin ortaya çıktığı yerler. Yol yorar adamı. Yorsun. Yeter ki yolda yorulalım. İnsan talebeleriyle yola koyulmalı. Yolun anlamı bir başka oluyor o zaman. Yol sohbete eğiliyor. Sohbet insana eğiliyor. Salkım söğüt gibi gölgesi var sohbetin. Sohbetin dallarının insana eğilen gölgesinde huzurun kalbi atıyor. Kelimeler yolda kıvamını buluyor. Akıyorlar Fırat’ın çoşkulu suları gibi talebelerin ruhlarına. Kelimeler de, yolun hazık elleriyle onarılarak, derde deva cinsinden cümleler içinde el ele veriyorlar sıradağlar gibi. Dağların ihtişamı kelimeler içinde eriyor ve akıyor körpe zihinlere bir cansuyu neşvesiyle. Nasibi olan nasiplenecektir elbet. Yol nasibe bir çağrıdır aslında. Nasibini arayan yola çıkar. Oysa nasipsize söyleyeceğimiz

her söz israftır. Bereket yolda gösteriyor tılsımlı nefesini. Yol berekete dönüşüyor, bereket yola. Rüşd yoluna talip olmak bedel istiyor. Bu bedele gönüllü olarak, ‘yol oğlu’ olmaya razı olarak düşüyoruz yollara. Düşeni Allah görür elbet. Düşeni Allah görür. Yol bir hatırlayış ve bir hatırlatıştır. Yol zikre düşmektir. ZİKR / HATIRLAYIŞ HATIRLATIŞ/ /’yol azığınız takvadır’ diyor Allah. Hac’da idi zannedersem. Hac suresinde. Peki. Kehf’te, Kehf suresinde, Hz Musa ve genç ahbabının yol azıkları olan balık, buluşma yerinde canlanıyor... Yani, taşıdığımız yol azıklarımız, takvamız... Buluşmalarda yeniden dirilir. Balığın denize akması gibi, yeniden soluklanır, yeniden gayrete gelir. Silkinir, üstümüzü başımızı çırpar yeniden koyuluruz yola... Yorgun bedenlerimiz canlanır, yeni bir heyecan yeni bir ışık akar önümüzde.... Musa’nın, katımızdan bir bilgi/ bilgelik / ile donattığımız insan ile diye belirtilen kişinin buluşmaları; deryaların kavuşma zamanlarıdır. Bu kavuşmalar ve bu birlekteliklerde, ölü dirilir. Ölü olan her şeyi, yol azığı,

yani takvayı diriltip, canlandıracak olan bu buluşmalar bu kavuşmalar bu birliktelikler bu yürüyüşlerdir. Buluşmalar okyanusa akan balığın mekanını bulduğu gibidir.. Gönül gönüle okyanustur. Kim okyanus... Kim balık... Takva kime azık... Kim derya... Hangi sadr ... Hangi bakış... Hangi gönül, evimiz olur, balığın denizden evi... Bu böyle gider. Gerisi senin. Yolda dostum, yolda sırdaşım. Bunlar benim çorbamıza serptiğim tuz tanecikleri. Keyif çorbamıza. ‘Kehf’ çorbamıza. Sofraya buyur ettin ya. Varlık sofrasına. Tuz ekmezsek aşa tadı olmaz. ‘Kehf’ zikrinden nasiplenelim diye, ara ara hissedebildiklerimi, anlayabildiklerimi, kavrayabildiklerimi yazıyorum işte. İki okyanusun birleştiği yerlerde, yol azığımız bizi besler olur. Yolda azığımızı /takvamızı/ bu birleşme mekanları, bu birleşme zamanları hatırlatır. Okyanus. İki okyanus. Derya gibi adamlardır.

Okyanus kabarması gibidir öfkeleri. Dalga dalga büyür kalpleri. Sahilleri vardır. Dinginlik vesilesi olan. Okyanus gibi adamlar vardır. Sinelerinde sayısız canlı, sayısız varlık barındırır. Ev olurlar. Ocak olurlar. Dergah olurlar. İki okyanusun birleştiği yer, hatırlatma yeridir. Azığımızı.... Yola koyulurken, bizi besleyeceğini düşündüğümüz azığımızı hatırlama anlarıdır bu anlar. Bizi besleyeceğini düşünüp, unuttuğumuz. Yolda yitirdiğimiz. Azığımızı yeniden canlandıracak olan buluşmalardır; hayat yürüyüşü. Unutuşu hatırlayışa çeviren, ölümü dirliğe, diriliğe çeviren buluşma zamanları arttıkça, okyanusların akışı, stili, endamı, hikmeti, birbirine akar, birbirine dönüşür.. Ve dirilen, her boyutuyla takva olur... Takva .... Unutulan azık... Balığın, dirileceği mekanını, asıl yurdunu bulması... Balığın evi derya... Takva... Uzun yola niyet etmek. Takva... Böyle dirilir, canlanır, nefeslenir. Dirilecekse, canlanacaksa, nefeslenecekse eğer..../ devamı 5. sayfada>>

Eski Malatya | ’İki dünyanın yükünü sırtlanmış irfan sahibi insan’ anıtı.

Adıyaman Ulu Camii önünde bir hatıra

Mardin/Kasimiye medresesi iç avlusu.


5 BİR ŞEHRE SIDK / BAĞLILIK DOĞRULUK VE DOĞRULTUCULUK/ İLE GİRMEK Güneydoğu Anadolu Bölgesi Şehirlerini kapsayan dört günlük bir seyehat sonunda şahit olduklarım güzel şeyler. Hacıveyiszade Talebe Yurdu muallimleri ve talebeleriyle beraber olduğumuz bu seyehatte şifa vardı, bereket vardı, hikmet ve dostluk vardı. Antep , Urfa arasında uçsuz bucaksız verimli topraklar ekinlerle süslenmiş, işlenmiş durumda. Ekinler son sistem sulama sistemleriyle sulanıyor. Suyun bol olduğu aşikar. Verimli topraklar doğurgan kadınlar gibi bekliyorlar Anadolu’yu. Bekleyen beklediğine ulaşır. Toprak tohuma kavuşur, kadın yeni bir ruha, çocuğa. Bu topraklar Anadolu’nun kalbi. Bu topraklar Anadolu’nun sofrası. Bu sofrada herkese ikram var. Bu sofralarda izzet var kerem var. Şehirler bakımlı hale gelmiş. Ağaçlar yeşilin tonlarıyla bezemişler şehirleri. Şehrin sakinleri sermayelerini şehre yatırmışlar yeniden, yıllar öncesinin güvensizlik ortamı ortadan kalkmış. Mayıs ayında Antep’te akasyalar açmış. Dutlar yerlere dökülmüş. Konya lalelerle işlemeli elbisesini giyerken, Antep menekşelerle donatılmış. Urfa güllerle. Şehirlerimiz çiçeklenmiş. Kokuları var. Renkleri ve rayihaları şehrin insanına tebessüm ediyor. Bakımlı, özenli çocuklar gibi gözleri ışıldıyor şehirlerimizin. Şehirler arası yollar yolculuğu keyifli hale getirmiş. Dantel gibi işlenmiş yollarda yolculuk etmeye ne var. Su gibi akıp gidiverdik. Ulaşıverdik varacağımız yerlere selam niyetlerimizle, selametle. Şehirlere sadakatle girmenin insana sunduğu güzellik, şehrin bize sunduğu bilgeliğinden bir iz bulup bulduğumuz izin ardına düşmek, bir işaretle yönlendirdiği yöne bütün varlığımızla yönelmek, şehrin kokusunun insanı mest eden dokunuşuna şahitlik etmek olduğunu tecrübe ederek o şehre veda etmektir. Veda varsa, kavuşmak da vardır. KRAL VE BOZ AYILAR Gaziantep’te hayvanat bahçesindeyim. Arslan’ı izliyorum. İnsanlara en uzak köşede Kelimenin tam anlamıyla volta atıyor. Eğimli büyük bir bahçede yanında yavruları var. Sanki yanında yavrularından kimse yokmuş gibi sanki onlarca meraklı bakışın altında değillermiş gibi volta atıyor. Yaklaşık 2 metrelik bir adımlama sürecinden sonra hep aynı şekilde geri dönüyor. Adımları ritmik. Hapishanede volta atan mahkumlardan onu ayıran unsur bağrının açık olmaması ve elinde yürüyüşüyle ahenkli sallanan bir tesbihin bulunmaması. Oysa kocaman bir bahçenin içinde. Oradan oraya koşup zıplayacak geniş bir alana sahip. Ama o aynı yerden gidip geliyor. Tutsaklığın bir kralı ne hale getirdiğini görüyor, için burkuluyor, bakıyor ve üzülüyorsun. ‘Krallar da Ölür’, bunu biliyorsun. Ama bu kralın da ölümü bir başka sanki. Biraz daha aşağıya doğru yürüyorum. Komşu bahçelerden birinde 4-5 tane boz ayının eğimli bahçede yukarıdan aşağıya doğru ard arda yürüdüklerine şahit oluyorum. En öndeki boz ayı geriye dönünce hemen arkasındaki de geri dönüyor. O dönünce onun arkasındaki de aynı şekilde geri dönüyor. O dönün-

ce onun arkasındaki de geri dönüyor. En arkadaki boz ayı en öne geçmiş oluyor. Yürüyüş yukarıya kadar devam ediyor ve sahne aynı şekilde tekrar ediyor. Adımladıkları yol, 70 lı yıllarda Anadolunun bir bozkır kasabasında karlı bir kış gününde kasabanın çocuklarının toplanarak karlar üzerinde tek sıra halinde çömelerek birbirlerinin bellerinden tutarak uzun bir yük katarı treninin raylardan akıp gitmesi gibi yokuş aşağı kayarak oluşturdukları buzdan yola benziyor. Beyaz toprak ayıların volta yolu olmuş parlıyor. Boz Ayıların da toplu bir şekilde kendi usullerince volta attıklarını düşünüyorum. Hürriyetleri ellerinden alınan canlılarda volta atmanın ortak bir özellik olduğuna tanık oluyorum. Bir şeyler hissediyorum. Ilık su gibi. Şehirde hayat geliyor aklıma nedense. Şehirdeki insan halleriyle buradaki Arslan ve Boz ayıların halleri üst üste biniyor. Bir aynilik görüyorum. Hayatları git gel olan insanlar düşüyor zihnime. Kendi mi de bu insanlardan ayırmadan şehir hayatındaki volta halleri canlanıyor gözlerimin önünde bir bir. Oysa şehrin demir parmaklıkları yok. Demir parmaklıkların ardında mahkumları bekleyen gardiyanlar da yok. Şehir büyük. Şehrin ahalisinin ellerinde kelepçe yok. Tutsaklık diye bir şey yok gibi gözüküyor.Hürriyeti ellerinden alınmış

mahkumlar yaşamıyormuş gibi gözüküyor. Peki insanlar şehirlerde özgür yaşıyorlarsa bu ritmik yürüyüşler, bu donukluk, bu kendini tekrar eden hayat stiliyle, rutinleşen zaman ve tavırların sirayet ettiği şehir hayatı nereden doğuyor. Şehrin ahalisi neden volta atıyor? Şehir ahalisi volta mı atıyor? Şehir ahalisi hür değil mi? Şehir ahalisini esir alan bir şeyler mi var? Esaret üretilebilen bir şey midir? Tüm bu sorular ve buna benzer soruları içimdeki adama soruyorum. Bana söylediği şu: Allah’a yakınlığı kaybeden tutsaklığa adım atar. Bu adımlar donuk, bu adımlar neşesiz, bu adımlar ritmiktir. İmanın lezzetini yitiren, hürriyetin çoşkusunu kaybeder. Hürriyetini kaybedene şehir, şehir olmaktan çıkar. Krallar ve boz ayılar uçsuz bucaksız ormanların varlıklarıdır. İnsan ise... SU MÜRŞİDDİR Mardin’deyiz. Dağ ve şehir ülfeti, dağ ve şehir dostluğu Mardin’de selam veriyor bizlere. Şehir bir ulu dağın eteklerine kurulmuş. Dağın ululuğu şehrin menkıbesine karışmış. El ele vermiş aşmışlar çağları. Kutlu bir yürü-

yüş onlarınkisi. Burada, bu sırlı şehirde yola çıkış niyetlerimden bir tanesinin şafağındayım. Kasimiye Medresesinin avlusunda zaman yüzüme gülüyor. Zamanın ışıldayan bakışları gözbebeklerimden kalbime akıyor. Elimden tutuyor ve bana suyun gözesinde insanlığın menkıbesini öğretiyor. Medrese’nin iç avlu duvarından akan suyun serüveni insanlık tarihinin özünü anlatıyor bizlere. Yuvarlak bir oyuğa düşen su daha sonra diktörtgen şeklinde yarım metre genişliğinde yaklaşık iki metre uzunluğunda bir arktan ilerliyor. Sonra yol daralıyor. ‘Dar kapı gibi’ daralıyor yaklaşık 10-15 cm eninde 1-2 metre uzunluğunda bir oyuktan geçerek büyük bir havuza dökülüyor. Su, yerde çeşitli geometrik şekillerin içinde ilerliyor bir doğru boyunca. Mevzu şu: Suyun çıkışı, Kasımiye Medresesinin iç avlu duvarından gürül gürül yere doğru akışı insanın varedilişidir. Döküldüğü yuvarlak minik havuz bebeklik çağıdır. Diktörtgen şeklinde bir doğru boyunca ilerlemesi insanın çocukluk ve gençlik çağıdır. Yolun daralması ve suyun akışına devam ettiği ilerleyiş yaşlılık çağıdır. Yaşlılık çağının sıkıntısı suyun dar ve uzun bir alandan geçişi ile izah edilmiş. Suyun döküldüğü büyük havuz ise bütün insanların bir araya geldikleri ve diriltildikleri ahiret.

Medresenin öğrencileri her tenefüste insanlık menkıbesine tanıklık ediyorlar. Muhteşem. Artık bu öğrencilerin içerideki odalarda hangi dersleri gördüklerinin önemi bile kalmıyor. Değil mi ki o öğrenciler bütün insanlık tarihinin serüvenini bir suyun akışında bazen su içerek bazen o büyük havuza dalarak bazen bir abdest serinliğinde yaşıyorlar artık gördükleri derslerin bir önemi bile kalmıyor. Büyük ders, her tenefüs onlara su bilgeliği ile geliyor. Su ve hayat, su ve insan, su ve yol, su ve akış yeniden biraraya geliş, mahşer, hesap... Bir ömür unutulmayacak ve kalplerde bir mürşid eli vazifesi yapacak muhteşem bütünlüğün muhteşem akışın dili su akışının dilinden giriyor medresenin kutlu talebelerinin gönlüne. BİR ŞEHİR YILDIZI Adıyaman’ın bir tepesinde yatıyor. Yüksekce bir tepe. Bütün tarihi kaynakların Anadolu topraklarında defnedildiği konusunda mutabık olduğu iki sahabeden biri o. Yalnız yatıyor yattı yerde. Safvan Bin Muattal. Kürtler Sipi diyorlar. Aklanmış sahabi anlamında. Hz Aişe validemizle birlikte kendisine iftira edilen sahabi. Adıyaman en çok onun adı ile anılmayı hakediyor. Şehrin bir yıldızı var. Şehirler yıldızlarıyla anılır,

dağlarıyla anıldığı kadar. Yıldızlar karanlık ortamlarda belli ederler kendilerini. Nice karanlıklardan sıyrılıp çıkmış bir ışığı var Saffan Bin Muaattal’ın. Zorlu hayatının semeresi de şehadet olsa gerek. Bir şehidin ruhudur aslında şehirleri yaşanabilir kılan. Şehirlere tahammül, şehirlere ünsiyet, şehirlere dostluk bir şehidin tebessüm eden çehresiyle öğrenilebilir. Şehidi olmayan şehir, hakikate tanıklığı ilk elden öğrenemeyen şehirdir. Bir şehirde hakikat yoksa o şehirde hayat samimiyetini yitirmiş o şehirde söz değerini kaybetmiştir. Biz orada iken bir minübüs dolusu köylü kadın ve çocuklardan oluşan bir gurup ziyarete geldi oraya. Bir ağaç altında kahvaltılarını yapmak için seçtikleri yer Saffan bin Muattal’ın yanı başı. Bölge halkı Saffan Bin Muattal’ın sevgisini yüreğinde yaşatıyor. Bir öğle vakti bir kaç saat durabiliyoruz Adıyaman şehir merkezinde. Nasibimiz var. Ulu Camiinin ahşap kapısından adım atıyoruz içeriye doğru. Nasıl bir kapıdan girdiğimizi girerken değil de çıkarken fark ediyoruz. Adıyaman Ulu cami’nin mihraba bakan giriş kapısı muhteşem. Bu kapı hikmet kapısı. Bu kapı emek ve ter kapısı. Bu kapı gayret azim ve şevk kapsısı. Bu kapı medeniyet kapısı. Bu kapı rahmet kapısı. Bu kapı ümmet kapısı. YÜK YÜKÜN ÜSTÜNDE YA DA YÜKÜN ÜSTÜNDE YÜK VAR Malatya’ya ilk gelişim bu. Eski Malat’ya önünde bir kervansaray’ın önünde kutlu bir vakit yaşıyorum. Kesilen bir Çınar ağacı bir ustanın elinde hayat bulmuş yeniden. Kervansarayın önünde iki anıt yükselmiş. Bu iki anıtın bir tanesi beni kelimenin tam anlamıyla hayrete düşürüyor doğrusu. Yaşlı, sakallı bir dede. Ömrünü çalışmakla geçirdiği, vücudunun hatlarından belli. Zayıf. Sırtında ağır bir yük taşıyan bir hamalın yüz ifadesi mimiklerine sinmiş. Sırtına aldığı ve taşımakta zorlandığı şey kocaman dünyanın kendisi. Sırtında bütün bir dünya küresi. Sırtındakinin dünya küresi olduğunu kürenin üstündeki kıtalardan anlıyorsun. Afrika... Asya... Beli bükülmüş dedenin. Ama yükünü taşımakta kararlı. Zorlanıyor. Ama ne çare. Kafamı biraz daha yukarıya doğru kaldırınca dedenin yüklendiği dünya’nın üzerinde bir yük daha görüyorum. Bir dünya daha. Ahiret. Ahiret dünya şeklinde ikinci bir dünya olarak ihtiyarın omuzlarına binmiş. İhtiyar, önce dünyayı, sonra dünya ile birlikte ahireti yüklenmiş durumda. Ahiretin somut bir şekle girmesi ve dünyanın üstünde ötesinde olup insanoğlunun sırtında taşınması beni hayrete düşürüp heyecanlandırdı. Akşam ezanlarının okunduğu vakitte Mayıs’ın ilk günlerinde Eski Malatya’da yol, çıkınındaki güzelliklerinden bir demet daha sundu bana. Bazen binlerce kilometre gider bir kaç an yakalarsın. Bir kaç hatıra bir kaç kelime, bir kaç bakışla dönersin şehrine. Değer mi binlerce kilometre kat etmeye. Bu sorunun cevabı binlerce kilometreden sonra şehrine ne ile döndüğünle alakalı bir şey olsa gerek. Bu soruyu bana sorarsanız eğer derim ki...


6 Avusturya’da İmam Hatip’e tepki!

EĞİTİMDE KÖKTEN DEĞİŞİM ŞART OLDU!

D

ışişleri Bakanımız Sayın Ahmet Davutoğlu’nun işaret ettiği Büyük Doğu’yu 78 milyon hep birlikte inşa edeceksek eğer, çocuklarımızın zekâsını körelten, kabiliyetlerini yok eden ve onları İslâm ahlakından uzaklaştıran bugünkü eğitim sisteminden tamamen kurtulmamız gerekmektedir. Önceki yazılarımızda karma eğitimin son yüzyılın en büyük pedagojik yanlışı olduğunu, bu eğitimin çıkış noktası olan batının yanlışlarını anlayarak kız erkek ayrı okullara dönüş yaptıklarını anlattık. Bir dünya görüşüneahlâka sahip olmadığımızdan batıdan ne görsek alan bizler, batı yanlışlığını görerek terk ettiği halde biz yanlışta ısrar edip, pansuman tedbirlerle o yanlışı devam ettirme çabasındayız. Bu yanlışlardan biri de eğitimde teknolojiyi kullanmayı marifet sanmamız. Akıllı tahtalar, tabletler, internet vb. teknoloji eğitim faaliyetlerimizin vazgeçilmezi haline gelmeye başladı.

Daha ilkokul çağındaki çocuğumuzun bu teknolojiyi iyi kullanabilmesini zekâ belirtisi olarak görüyoruz. E-Bay, Google, Apple, Yahoo ve Hewlett-Packard gibi teknoloji devlerinin çocuklarının eğitimleri nasıldır acaba? Herhalde daha küçük yaşta babalarının icadı olan teknolojiyi en güzel şekilde kullanıyorlar diye düşünüyorsunuz. Böyle düşünüyorsanız yanıldınız demektir. Çünkü bu teknoloji devlerinin çocuklarının gittiği okul olan “Waldorf School of the Peninsula”ya teknolojinin girmesi yasak. Bilgisayar ekranı ya da akıllı tahtalar yerine eski karatahtalar, tebeşirler, kâğıt ve kalem var. Öğrenmenin diğer temel malzemeleri ise örgü ve dikiş iğneleri ve bazen de çamur. Bunun dışında bolca oyun odaklı öğrenme ve hikâye anlatma var. Google’ın bir üst düzey iletişim bölümü çalışanı olan Alan Eagle, New York Times’a yaptığı açıklamada “App uygulamasının ya da iPad’in çocuğuma okumayı ya da matematiği daha iyi öğreteceği fikri çok komik”

diyor. 5. sınıfa giden kızı henüz Google kullanmayı bilmiyor. Bunun yerine kızı, sınıfındaki diğer çocuklar gibi dikiş becerilerini güçlendirmeye çalışıyor. Hedefleri bir gün kendi çoraplarını dikebilmek. Waldorf eğitim sistemine göre problem çözme ve matematik becerisi, örgü örmek, makas ya da bıçak kullanmak gibi ufak el becerileriyle gelişiyor. El becerileri ve atlama, zıplama, tırmanma gibi hareket becerileri, 7 yaşından sonra zekâya dönüşüyor. Teknoloji becerisini fazlasıyla büyüten günümüz ebeveynlerinin aksine Alan Eagle’a göre teknolojiyi kullanmayı öğrenmek, dişleri fırçalamayı öğrenmek kadar kolay. “Google’da ve diğer her yerde, teknolojiyi, zekâsı en düşük insanın bile rahatlıkla kullanabileceği kadar basit hale getiriyoruz. Çocuklarımız büyüdüğünde teknolojiyi kullanmayı becerememeleri gibi bir şey söz konusu bile olamaz” diye özetliyor anne babaların yere göğe koyamadıkları teknoloji becerisini Eagle. Bizim zekâsı daha geli-

şemeden teknolojiye kurban veren okullarımıza karşılık, teknolojinin devlerinin el becerilerini zekâya dönüştüren okulları. Tüm bu gerçeklere rağmen eğitim sistemimizi tümden değiştirmek mümkün mü? Bu sorunun cevabı “Çocuklarımızın nasıl yetiştirmesini istiyoruz?” ve “Ne kadar inançla istiyoruz?”un cevabına bağlı. Neye göre ve nasıl eğitim? Bu sorunun cevabını bulmadan çocuklarınızı yetiştirebileceğinizi düşünmek hayalden ibaret! Ben çocuklarınızın doktor, hâkim, avukat, öğretmen olamaz demiyorum. Sadece adam olamazlar. Huzur evlerindeki yaşlıların çoğunlukla çocuklarının üniversite mezunu olduklarını biliyor muydunuz? “Çocuklarınızı İslâm ahlakına göre nasıl yetiştirmeliyiz?” diye şimdiden düşünmüyor ve gerekeni yapmıyorsanız, yaşlılığınızda huzurevine terk edildiğinizde “Nerede yanlış yaptım?” diye bol bol düşünecek vaktiniz olacaktır.

Avusturya basını Başbakan Erdoğan’ın ziyaret edeceği Viyana’da Türkçe eğitim verecek ‘imam hatip’ okulu açılması planına tepki gösterdi. Avusturya gazetelerinde çıkan haberlerde Türk Milli Eğitim Bakanlığı’nın Türkiye Diyanet Vakfı’yla birlikte bir imam hatip açmaya hazırlanması, Avusturya Dışişleri ve Entegrasyon bakanlıklarını alarma geçirdi. Dışişleri ve Entegrasyon Bakanı Sebastian Kurz, okulda Türkçe’nin ana eğitim dili olmasına tepki göstererek, “Bu tamamen yanlış bir yaklaşım” diye konuştu. Ülkenin ikinci büyük Türk örgütü İslam Federasyonu’nun sözcüsü Yakup Geçgel ise, başkent Viyana’daki eğitim merkezlerinin imam hatip projesi için son derece uygun bir yer olduğunu söyledi. Geçgel, 80 öğrenci kapasiteli kurulması planlanan okul sayesinde Avusturya’da imam yetiştirebileceklerini, böylelikle daha iyi imamlara sahip olacaklarını kaydetti. Kurz, Erdoğan’ı Viyana konuşmasından önce uyarmış, Başbakan Yardımcısı Emrullah İşler, “Başbakanımız nerede ne konuşacağına kendisi karar verir demişti.

Haftalık Bağımsız Siyasi Gazete Bölgesel Süreli Yayın Yıl: 2 | Sayı: 37 23 - 29 Haziran 2014 SAHİBİ Çimke Basım Yayın Yapım Reklam ve Turizm Hiz. Ltd. Şti adına AHMET AKA SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ ÖMER SALIH ŞIPLEME SANAT YÖNETMENİ NURETTIN ÖZEL HUKUK DANIŞMANI Av. ABDURRAHIM KÜÇÜK SAĞLIK EDİTÖRÜ Dr. NEVZAT ŞIPLEME YAYIN YÖNETMENI ADNAN TEKE

Azerbeycan kapattı Laik bir kişi olsun! İki partiden destek Broşürle eş arıyor Azerbaycan’da, Fethullah Gülen cemaatiyle bağlantılı olduğu belirtilen eğitim kurumları kapatıldı. Azerbaycan Devlet Petrol Şirketi’nden (SOCAR) yapılan açıklamada, “Azerbaycan Uluslararası Eğitim Merkezi bünyesindeki Araz Kursları ile ona bağlı eğitim kurumlarının kapatılmasına karar verildiği” bildirildi.

Cumhurbaşkanlığı adayını belirlemek için ‘Büyük Uzlaşı’ toplantısına katılan Tarık Akan, “Toplantıda Ekmeleddin İhsanoğlu’nun adı hiçbir şekilde geçmememişti. Ben yalnızca laik ve demokrat bir kişinin cumhurbaşkanı olmasını istiyorum. İhsanoğlu’nun bu çerçevede uygun bir isim olduğunu sanmıyorum” dedi. (Milliyet)

Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu seçim kampanyasına ay sonunda başlayacak. Komisyona İhsanoğlu’nun adaylığına destek veren Büyük Birlik Partisi ve Demokrat Parti’nin de üye vermesi bekleniyor. Demokratik Sol Parti ise İhsanoğlu’nun beklentilerini karşılamadığı gerekçesiyle destek vermeyeceğini açıkladı.

73 yaşındaki Feraset Tosun, çekingenliği sebebiyle şimdiye dek hiç sevgilisi olmayan 30 yaşındaki oğlu Mehmet Tosun’a uygun bir eş bulabilmek için broşür bastırdı. Sokak sokak dolaşarak broşürleri dağıtan Feraset Tosun, maddi açıdan hiçbir sorununun olmadığını, oğluna Müslüman ve fakir bir aile kızı aradıklarını belirtti.

Yönetim ve Baskı Adresi: Fevziçakmak Mh. 10453. Sk. No: 25 Karatay | KONYA Telefon & Faks: 0332 342 52 82 Web: www.anadolugunluk.com reklam@anadolugunluk.com haber@anadolugunluk.com BASKI Çimke Basım Yayın Yapım Ltd. Şti. Baskı Tesisleri B.T. 24 Haziran 2014


7 SEN YOKSUN DİYE; IŞİD

S

uriye cihadının zafere ulaşma işaretleri verdiği son zamanlarda ortaya garip bir güç çıktı ve o garip ve “karanlık” gücün çıkmasıyla neredeyse bütün dengeler alt üst oldu... Bu garip ve “karanlık” güç Irak içerisinde varlığını hissettirmesi, acımasız yöntemleri ve birçok mühim bölgeyi hâkimiyeti altına almaya başlamasıyla dikkatleri üzerine çekti. IŞİD -Irak Şam İslâm Devletiismiyle gündeme gelen bu güç etrafında birçok bilgiler gündeme aktıkça herkesler üzerinde yorumlar yapmaya başladı. Gelen bilgilerin sıhhat şartlarına dikkat etmeden bir furyadır başladı gidiyor, IŞİD Vehhabi, IŞİD cani, IŞİD hak hukuk dinlemiyor... Biz burada ulaşabildiğimiz çerçevede de olsa ayrıntılı bir IŞİD tahlili yapacak değiliz, mevzumuz o değil. Mevzu etmeye çalışacağımız husus söylenen tüm kötülüklerin onlar üzerinde doğru olduğunu kabul etmemiz üzerine: Madem onlar Cihadı gözden düşürüyor, madem onlar bu işi Hâkk’a uygun şekilde yapmıyor, madem onlar bu işin sahtesi, şişirilmiş- beslemeler, e kardeşim o zaman, bunca şikâyetçi olanlara denmez mi çıkıver de meydana bu işin nasıl yapılacağını gösteriver diye.

Meydan yerinin boşluğunu “beslemelerin” doldurmasını istemiyorsan meydan yerinde olması gereken şekilde yerini almalı değil misin? Seyircilerin sahadakiler hakkındaki atıp tutmaları yalnızca atıp tutmaktan öteye geçemez? Mevzuyu gerçekten önemseyen adamlara lak lak yapmak değil, meydan yerini mevzunun istediği liyakat, asalet ve haysiyetle doldurmak yakışmaz mı? Neticede malum, Salih Mirzabeyoğlu’nun ifadesiyle “Savaşan için zafer dediğin” Yok satılmışlar da, kurgulanmışlar da bilmem ne, olabilir yani orası ayrı ve mühim bir nokta elbette, ama hani meydanda senin satılmamışlardan oluşturduğun faktör? Yok ama... Onlar şu bu demekle aslında neyi örtmeye çalışıyoruz? Bugün ümmetin ,”İslâm’ın”, pazarlıksız Müslümanlığın, bir demir yumruğa ihtiyacı olduğu açıktır. Fakat bu ihtiyacı karşılayacak siyaseti ve güç odağını sen oluşturmadığın için, mevzuu laf ebeliği noktasında dondurduğun için, başkası o ihtiyacı görüyor

ve kendi politikalarına uygun şekilde oluşturup meydan yerine sürüyor. Bu zaviyeden bakıldığında olanların sorumlusu, IŞİD’ciler yahut onları kendi politikaları zaviyesinden oluşturup “besleyip meydana sürenler değil, o ihtiyacı görmeyen, sorumluluk almayan, yan gelip yatan ve mevzuu laf ebeliği noktasında sabitleyen sensin? Hakiki Müslümanlığı temsil ettiği zannı ile etrafa laf yetiştiren sen? Cani olan IŞİD değil, göz göre göre vazifeden kaçan, gözler kendisine çevrildiğinde, ama “demokrasi”, ama “sandık”, ama “başbakan”, ama “askeriye”, ama “güçler dengesi”, ama “şartlar” diyen sen... Bak adam ne şartları dinledi, ne güçler dengesini... Evet besleme olabilir, mankafa olabilir, yobaz olabilir, yönlendiriliyor olabilir, ama adam ölüyor, adam savaşıyor, adam yaralanıyor... Öyle “besleme” diyerek, onu ötekileştirerek muhatabı olduğun sorumluluktan, mahkûmu olduğun vazifeden kaçamazsın ki. İslâm hakikatlerinin baş tacı edilmediği, hafife alındığı bir vasatta, şehitliği yaratılmışların ulaşabileceği en büyük mertebe-

lerden sayarak idealleştiren bir dinin seni davet ettiği davranış nedir? Maslahatçılığının seni içine sürüklediği hâle bakar mısın? Kendi çapsızlığını kendi kaçkınlığını başkalarının zaafları üzerinden örtemezsin. Zalimliğin İslâm’ın hakikatlerini, Resulullah’ın sünnetlerinin Kurân’ı Kerîm’in emir ve yasaklarının, hafife almak olduğu hikmetinden, temel prensibinden, hareketle sormak durumundayız ki bu şartlarda olanlara göz yuman yapabilecek şeyleri olduğu halde yapmaktan kaçınan bizlerden ala cani mi olur? Sen “Ehl-i Sünnet”in yiğidi, sen “tasavvuf”un müridi, sen Anadolu’nun Alperen’i, sen Selçuklu’nun, sen Osmanlı’nın varisi, SEN NERDESİN? Senin yokluğun yüzünden işleniyor bu cinayetler, senin yokluğundan meydan buluyor bu yozlular yobazlıklar... Sen mazeret zenginisin diye, sen etrafındaki çelmelere takılıyorsun diye, sen kötü örnekleri görüp olduğun yere yığılıp kalıyorsun diye... Sen mevzuyu başkalarına, kifayetsiz başkalarına ısmarlıyorsun diye, SEN ÖNCÜ OLACAĞIN YERDE, hep bir öncü aradın diye o öncülerin şuur ve yürek çaplarında mahpus oldun, sen davayı o öncülerin şuur ve yürek çaplarından ibaret bildin diye oluyor bütün bunlar... Salih Mirzabeyoğlu’nun Aydınlık Savaşçıları-Moro Destanı’ndan bir bölümle bitirelim sözlerimizi: sen! anadolunun sahibi sen! beklenen sen! kurtulacak ve kurtaracak olan duy milyonlarca hasretin sesini sen eryürek nasipli beklenen sensin özlenen sensin gözlenen sen... Sen daha nereye kadar bizleri rezil eyleyen ve tarihin çağırdığı görevinden uzaklaştıran maslahat çamurunda debeleneceksin?

Şaşkın Obama ABD Başkanı Barack Obama, Irak’ta süregelen gerilimi üzerine yaptığı açıklamalar kafa karıştırtı. Amerikan güçlerinin bir savaş için Irak’a geri dönmeyeceğini vurgulayan Obama, “Ama Irak’ı, bölgeyi ve ABD çıkarlarını tehdit eden IŞİD’e karşı, Iraklılara terörle mücadele konusunda yardım etmek için gerekli adımları atacağız” diye konuştu. Diğer yandan Obama, “Belirli hedeflere yönelik etkili bir müdahalede bulunmaya hazırız. Oradaki koşullar uygun olunca bizim harekete geçmemizi gerektirirse, harekete geçeriz” dedi.

Aşiretler hazır Bağdat’ın kuzey kırsalında bulunan Şii aşiretler, Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) terör örgütünün muhtemel saldırılarına karşı savunma gerekçesiyle silahlandıklarını açıkladı. Irak ordusunun IŞİD’in Bağdat’a ulaşmasına engel olmak ve bölgedeki Şii mezhebine bağlı halkın kendini koruması için aşiretlere askeri ve lojistik destekte bulunduğu ifade ediliyor. Yerel kaynaklar, IŞİD’in Decel’e yakın bölgeleri işgal etmesinin ardından, Mersumi aşiretine mensup 2 binden fazla gencin silahlandığı belirtiyor.


‘Netekim’ Müebbet

Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya’nın darbe suçundan müebbete mahkûm edilmesi akıllara Evren’in şu meşhur sözünü getirdi: Asmayıp da besleyelim mi? 12 Eylül Davası’nda Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya, 765 sayılı TCK’nın “Devlet kuvvetleri aleyhine cürümler” başlıklı 146. maddesi uyarınca ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldılar. Mahkeme heyeti, daha sonra sanıklar hakkında takdiri indirim uygulayarak ağırlaştırılmış müebbet cezasını, müebbet cezasına çevirdi. Kenan Evren’in müebbet hapse mahkum edilmesinin ardından darbeyi gerçekleştirdiği dönemde söylediği şu sözleri akıllarda kaldı: Asmayıp da besleyelim mi? İNTİHAR EDERİM DEMİŞTİ Gerçekleşen davada müebbet hapis cezası alan Kenan Evren, 26 Haziran 2009’da 12 Eylül davasında yargılanması gündeme gelince Hürriyet Gazetesi yazarı Ertuğrul Özkök’e “Beni yargılamak mı istiyorsunuz? Buyurun gidip halka sorun. Bir referandum

yapın. Evren Paşa yargılansın mı diye sorun. Eğer halk ‘Evet yargılansın’ derse, milletimin önünde herkese söz veriyorum. Bu işi yargıya bırakmam. İntihar ederim” demişti.

SON SÖZÜ İŞTİRAK OLDU Duruşmaya hüküm açıklanmadan önce Ankara GATA’dan görüntülü bağlanan Kenan Evren’in son sözü ‘Avukatıma iştirak ediyorum’ şeklinde oldu.

Karşısında böyle durdu! Çatı kalmadı Başbakan Erdoğan, Avusturya ziyareti öncesi ‘Erdoğan’ı açıkça uyarıyorum’ diyen 28’lik Dışişleri Bakanı Sebastian Kurz’u kabul etti. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Avusturya’daki temasları kapsamında dünyanın en genç dışişleri bakanı olan 28 yaşındaki Sebastian Kurz’u kaldığı Grand Hotel Wien’de kabul etti. Görüşme yaklaşık bir saat sürerken Kurz bir açıklama yapmadı. Bu görüntü ise hafızlardan silinmeyeceğe benziyor.

Sebastian Kurz, Başbakan Erdoğan’ın Avusturya ziyareti öncesi Erdoğan’a yönelik eleştirilerde bulunmuş, “Erdoğan’ı açıkça uyarıyorum: Avusturya toplumunu bölemez. Entegrasyon hassas bir mesele. Yanlış bir konuşma bizi geriye götürür ve iklimi zehirler. Erdoğan’ın buradaki Türklere ‘Almanca öğrenin ve Avusturya’ya sadık kalın’ gibi doğru şeyler söyleme sorumluluğu var. Ama Almanya’daki gibi bir konuşma olursa bu, buradaki Türklerin zararına olur.” demişti.

CHP ve MHP’nin ortak Köşk adayı Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu, seçim kampanyasına haziran sonunda Yozgat’ta başlayacak. Yozgat’a asılacak afişler üzerindeki çalışmalar ise şimdiden başladı. Afiş çalışmalarındaki ilk taslak ise şaşırttı. Afişlerde, Ekmeleddin İhsanoğlu’nun MHPCHP ortak adayı olmasına rağmen, sadece CHP logosuna yer verildi. Bu durum ise CHP’nin MHP’yi sattığı yorumlarını yanında getirirken CHP ve MHP’de bir açıklama gelmedi.

BU ADAY ÇATIDAN DÜŞER!

C

HP ve MHP’nin uzun süredir beklenen çatı adayı nihayet belli oldu. Fakat haberin duyulmaya başlanmasıyla beraber deyim yerindeyse sosyal medya çalkalandı. Bir tarafta belirlenen ismi henüz söyleyemeyen liderler ve destekçileri, bir tarafta ismin İslâm İşbirliği Teşkilatı’nda genel sekreterlik yapmış olması hasebiyle henüz tanımadan sevinenler/üzülenler... Aslında bakarsanız konuyla alakadar olan ve bizzat tanışanlar hariç, azımsanmayacak bir çoğunluk diyebiliriz, kendisini bu olayla tanıdı. Peki, Kılıçdaroğlu’nun soyadına İslâmoğlu dediği, Bahçeli’nin henüz adını söyleyemediği Ekmeleddin İhsanoğlu kimdir? Küçük bir internet araştırmasıyla hayatını öğrenmek mümkün. Başarıyla dolu satırlar göreceksiniz okurken. Fakat aynı zamanda nasipsiz bir adam tanıyacaksınız. Yaklaşık dokuz sene İslâm İşbirliği Teşkilatı’nda görevde bulunan İhsanoğlu teşkilatın seçilmiş ve Türk olan ilk genel sekreteriydi. Kıymetli bir yerdeydi, söyleyeceklerinin işitileceği bir yer. İslâm dünyası kendisinden umutluyken Mısır olaylarında yanlış tarafı seçen bir nasipsizdi. Mısır’daki darbeye darbe diyemeyen, Mursi’yi suçlu gören biri! Zaten Ak Parti ile yollarının ayrılmasına sebep olan olay da bu idi. Erdoğan başta olmak üzere birçok yerden tepki almıştı. Hatta Bekir Bozdağ, İhsanoğlu’na: “Ben İslâm İşbirliği Teşkilatı genel sekreteri olsam, çıkardım derdim ki ‘bu zulüm karşısında İslâm ülkelerini işbirliğine davet ediyorum’.

Eğer işbirliğine yanaşmazlarsa çıkar derdim ki ‘ben İslâm adına böylesi bir işbirliği teşkilatının böylesi zulüm karşısında sessiz kalmasının onursuzluğunu taşıyamam’. İstifamı basardım oradan ayrılırdım” şeklinde seslenmişti. Tüm bunlara rağmen kendisinden tatmin edici bir cevap gelmemişti. Ayrıca Papa için: “Çok samimi bir insan. Büyük bir ruhani lider, şüphesiz ve hakikaten çok mütevazı bir insan” diyen İhsanoğlu, yarım saati aşan görüşmelerinde Papa’dan çok etkilendiğini itiraf etti. “Görüşmemiz çok samimi, çok ufuk açıcıydı. Çünkü Papa hazretleriyle ilk görüşmeydi. İki din arasında tarih boyunca yaşanan sıkıntıları aşmak lazım. Artık zaman geldi. Müslümanlarla Hristiyanlar arasında uzlaşma teklifimi, Papa hazretleri memnuniyetle karşıladı. Çok mutlu oldu. Dinler arasıymış gibi görünen pek çok sıkıntının kaynağı aslında siyasi. Eğer Vatikan Kilisesi’nin başı ve İslam İşbirliği Teşkilatı’nın başı bunu ifade ediyorlarsa bu müşterek kanaat önemlidir.” İhsanoğlu’nun bu sözleri İslâmi camia içinde bize yalnızca bir kesimi hatırlatıyor. Bu isim kimin projesidir, amacı nedir diye konuşmak için belki biraz erken olabilir fakat sonuca çok şaşırmayacağımızı şimdiden ifade edebiliriz. Tüm bunlardan sonra kesin olan bir şey var ki muhalefet Erdoğan’ın karşısına çıkaracak aday bulamıyor. Kendi içlerinden bile “çıkara çıkara bunu mu çıkardınız!” tepkilerine bakılırsa sonucu belli olan bu seçim pusula ve mürekkep israfından başka bir şey olmayacak.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.