Yeni Dünya Düzeni buradan başlasın Cezaevinde geçirdiği 15 yılın ardından “Adalet Mutlak’a” adlı konferansta konuşan İBDA hareketi lideri Salih Mirzabeyoğlu, Yeni Dünya Düzeninin Anadolu topraklarından başlaması gerektiğini söyledi. 28 ŞUBATÇILAR 28 Şubatçıların öldürmek, olmazsa çıldırtmak, daha da olmazsa fikrinden döndürmek ve itibarsızlaştırmak için dış bağlantılı işbirlikçileri ile her türlü kötülüğü yaptıkları Mir-
zabeyoğlu, evrensel ilkeler diye bir şey olmadığını, bunun “hâkim olanın koyduğu kurallar” anlamına geldiğini belirtti. Mirzabeyoğlu, “Yeni Dünya Düzeni kurulacaksa Anadolu’dan başlasın... ” dedi.
BEKİR ŞAHİN
MEDENİYET, KÜLTÜR DİLİMİZ...
KABADAYICIK
TELEGRAM Konuşmasında telegrama da değinen Mirzabeyoğlu, “Bu beni incitiyor… Bizim tam tamına 15 sene hep yaşadığımız… Şu anda sizlere hitap ederken bu yöntemle beni
etkilemeye çalışıyorlar. Telegramcıları da ikaz ediyorum, benim ağzımdan kötü bir söz çıkmaması için edepsizliklerine devam etmesinler…” dedi. Adalet Mutlak’a Konferansının ayrıntıları Sayfa 4’te.
YRD. DOÇ. DR. ZÜLFİYE ACAR
ÖMER SALİH ŞİPLEME
BİR GÜN BÜYÜDÜK
YAŞIYOR MUYUZ?
İSLAMİ KİMLİK OLUŞUMU...
51. Sayı
Sorgun aday değil
Yüreklendik! 13 - 19 Aralık 2014
www.anadolugunluk.com
ERDOĞAN: Osmanlıca’dan uzaklaştırılmamız sıradan bir şey değil. Bizim şah damarımız kesildi.
DAVUTOĞLU: Nedir bu Osmanlı alerjisi anlamıyorum. Osmanlıca Türkçe’dir, herkes bunu bilsin.
50 Kr
ŞAHIN: Osmanlıca’ya yabancılaştırılmamız, aslında nesebi gayrisahih bir dile ‘yer açma’ planıydı.
TARİHİN MÜHRÜ
ŞAHDAMARIMIZ
YABANCILAŞMA
Başbakan Ahmet Davutoğlu, Osmanlıca’nın Türkçe’nin kendisi olduğunu söyledi. Osmanlıca dersi tartışmaları için, “Nedir bu Osmanlı alerjisi anlamıyorum” diyen Başbakan Davutoğlu, Osmanlıca’nın yabancı dil sanıldığına işaret ederek, “Osmanlıca Türkçe’dir bir kere herkes bunu bilsin” ifadesini kullandı. Davutoğlu, Osmanlıca ile “mezar taşlarını mı okutacaklar?” şeklindeki eleştirilere de mezar taşını okuyamayanın, tarihini bilemeyeceğine işaret ederek, mezar taşlarının tarihimizin mührü olduğunu dile getirdi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da 5. Din Şurası’nın açılış konuşmasında Osmanlıca’nın öğretilmesini istemeyenler olduğunu belirterek, “Sıkıntı burada. Bu bizim şahdamarlarımızın koparılmasıydı aslında. İsteseler de istemeseler de bu ülkede Osmanlıca öğretilecek” dedi. Cumhurbaşkanı olarak vazifesinin halkı yüreklendirmek olduğunu anlatan Erdoğan, “Osmanlıca’yı mezar taşı okumak için mi öğreneceğiz” eleştirilerine de mezar taşlarının okunamamasından daha büyük cehalet olamayacağını sözlerine ekledi.
Konya Yazma Eserler Bölge Müdürü Bekir Şahin, Osmanlıca’nın ders olarak okutulacak olmasının sözde aydınları kırmızı görmüş boğaya çevirdiğini kaydetti. Cumhuriyet’in Osmanlıcayı, tıpkı Divan şiiri gibi, Osmanlı erkiyle aynîleştirdiği için reddetmekle kalmadığını, konuşulan kültür dili olarak Türkçe yerine, Güneş-Dil teorisi ile ayrı bir elit statü dili inşa etmeye kalkıştığını dile getiren Şahin, “Osmanlıca yabancılaştırması, aslında nesebi gayrisahih sözümona bir dile ‘yer açma’ planıydı. Bunu hâlâ anlayamadıysak çok yazık!” ifadelerini kullandı. Ayrıntılar 5’te
AK Parti Konya İl Başkanı Ahmet Sorgun, 27 Aralık Cumartesi günü gerçekleştirilecek 5. Olağan AK Parti Konya İl Kongresi’nde İl Başkanlığı’na aday olmayacağını açıkladı. Bu kararını, ilçe kongreleri başlamadan önce Başbakan ile paylaştığını belirten Başkan Sorgun “Büyük şerefle liderimiz Recep Tayyip Erdoğan’dan emanet aldığım İl Başkanlığı görevini yine büyük şerefle Başbakanımız Sayın Ahmet Davutoğlu’na teslim ediyorum” dedi. Sorgun’un bu kararı, milletvekilliği için alıp almadığı merak konusu.
Markut’u ziyaret Markut Fanzin’i çıkaran üç genç hanımla, Markut’u ve edebiyat dünyasını konuştuk. Yüreklerindeki heyecanı yüzlerinden saklayamayan ve buna da gerek duymayan Markut dünyasının davetçileriyle olan sohbetimizden derlenen bu söyleşide, Markut Fanzin’i neden çıkardıklarından, Markut’un aykırı insanlara açtığı yeni dünyadan, edebiyata hangi pencerede baktıklarından, fanzin çıkarmanın maddi ve keyfi zorluklarından ve nicelerinden bahsettik. Söyleşimizin tamamı sayfa 8’de.
2 YRD. DOÇ. DR. ZÜLFİYE ACAR
BİR GÜN BÜYÜDÜK
Çile’yi ezber Konya Aydınlar Ocağı’nın Salı Sohbetleri’nde, Üstâd Necip Fazıl Kısakürek’in birbirinden güzel ve mânâlı şiirleri yankılandı. Sohbete Sakarya’dan katılan Mehmet Delibaş, Üstâd Necip Fazıl Kısakürek tarafından yazılan şiirleri, Üstâd’ın hayat hikâyesine ve yazılış tarihlerine göre seslendirerek yorumladı. 68 yaşında olmasına rağmen heyecanından hiçbir şey kaybetmeyen ve Üstâd’ı yakından tanıyarak yazdığı eserler ile şiirlerini ezbere bilen yazar Mehmet Delibaş, 1949’da Büyük Doğu’yu kuran Necip Fazıl’ın “Sakarya Türküsü” adlı şiirinin ilk defa 1950’de, Kayseri’de okunduğunu dile getirerek dinleyicilerden büyük alkış alan Sakarya Türküsü’nü okudu. Daha sonra Necip Fazıl’ın hayatını şiirleriyle süsleyerek anlatan Delibaş Üstad’ın “Duâ” şiiriyle konuşmasına son verdi.
Pakdil konuştu! Konya Kitap Günleri’ne edebiyat dünyasının önemli isimlerinden 7 Güzel Adam’dan Nuri Pakdil ve Rasim Özdenören konuk oldu. Binlerce kişinin ilgi gösterdiği programda Pakdil ve Özdenören, kitaplarını imzalayarak okurlarıyla sohbet etti. Kalabalığa hitap eden Nuri Pakdil, “Müslümanlar olarak çok donanımlı olmalıyız. Bir yabancı dili iyi derecede bilmeliyiz. Yabancı dil bilmek Firavuncuların, Marksistlerin, zenginlerin hakkı değildir. Yabancı dil bilmek Müslüman’ın hakkıdır. Çok zor olmasına rağmen bunu mutlaka öğrenmeliyiz. Azmin önüne hiçbir şey geçemez. Müslüman azimli, cesur ve atak insandır” diye konuştu.
B
üyüdükçe kendimizle birlikte içinde yaşadığımız dünyayı da büyütüyoruz. Küçükken ailemizle, oyuncaklarımızla, oyun oynarken nedensizce kavga edip küsemeden barıştığımız arkadaşlarımızla ve çocukça duygularla dolu olan dünyamıza büyüdükçe sığamaz hale geldik. Küçükken mekânların bize dar geleceğini bilmezdik, avlumuz yetmezse sokak bizimdi. O da yetmezse köy meydanı bizimdi. Sokaktaki oyunlar az geldiğinde koyun kuzu sürülerine karışır, onlardan hayali ordular yapıp, onların hayali komutanları olurduk. Koyun köpekleri düşmanlarımız olur, beklenmedik ilk saldırıda ordumuzu bırakıp bulduğumuz ilk duvarın üstüne çıkar kendimizi köpeklerden korumanın yollarını arardık. Bu yüzdendir bu yaşımda köpek görünce hala saklanacak yer aramam. Her yanımız saman tozuyla dolduğunda bulduğumuz ilk tulumbanın altına yüzümüzü dayar, suyla karışan samanın akıp gidişini izlerdik. Ağzımıza dolan suların samanla karışmasına aldırmadan kana kana içerdik. Yaptığımız her şeyden keyif alır, akşam eve gittiğimizde sofrada uyuklaya uyuklaya yemek yedikten sonra bulduğumuz ilk yastıkta uyur kalırdık. Bakkaldan aldığımız ve yağı kahverengi kese kâğıdının dışına çıkan, genellikle de az miktarda olan un kurabiyemizi son kırıntısına kadar arkadaşlarımızla paylaşırdık. Dibinde kalmış mı diye bakmak için burnumuzun dibine kadar soktuğumuz kese kâğıdının bir el hamlesi ile yüzümüze yapışmasına ise kimseye aldırmadan kocaman kahkahalar ile gülerdik. Köye gelen kavuncunun verdiği kelekleri köşe başındaki bir taşta kırıp yer, elimizin ağzımızın kirlenmesine aldırmadan her şeye kaldığımız yerden devam ederdik. Bir vakit sonra her yanımız toza bulandığında ne tat kalırdı ne de leke. Modern dünyanın deterjanları bizim köye gelmemişken, biz tozla toprakla bütün kirlerimizin üstünü kapatırdık. Üstünü kapatmak istediğimiz ya da silmek için çaba sarf ettiğimiz büyük kirlerimiz yoktu o vakitlerde.
Annemizin verdiği, içinde gül reçeli olan dürümümüzü iştahla yerken başkaları ne yer ne içer diye merak etmezdik. Başkaları bütün köydü ve onlar da aşağı yukarı aynı şeyi yerdi. Bir de içine toz şeker atılmış yufka dürümlerimiz vardı ki annem yaptığından mı, yokluktan mı o kadar tatlı gelirdi bilmem ama bu gıda çeşitliliğinde onun yerini alacak bir şey bulamadım. Peşimize takılan küçücük bir arının önünden tüm gücümüzle koşup uzaklaşmaya çalışırken, arının bizi yarı yolda takip etmekten vazgeçtiğini fark etmezdik bile. Köy meydanında gökyüzündeki uçakların birbirlerine ne kadar yaklaşacaklarını görebilmek için kafamız yukarıda beklerken yağan yağmura aldırmaz, gökyüzünde kendimizce oluşturduğumuz heyecan sonrası sırılsıklam olup eve dönerdik. Sonra bir gün evlerin bizim için anlamı değişti. Büyüdükçe evlere sığamaz olduk, sorunlarımız arttı. Farkında olmadan bir insan ordusu ile mücadele ederken bulduk kendimizi. Okula gittik, teneffüse çıkmak için birbirimize çarparak koşmaya başladık, sınavlar oldu rakiplerimizle yarıştık. En beğenilen kişi olmak için kendimize rakipler seçip, en iyi en yüksek yerlerde yer almak için çaba sarf ettik. İnsanlar o kadar çok üstümüze geldi ki saklanacak yer aradık, arkamıza bakmadan evlerimize koşar olduk. Aldığımız kurabiyeyi kırıntılarına varana kadar paylaşırken, büyüdükçe ne kırıntı kaldı ne paylaşım. Paylaşımlarımız en çok sosyal medyada oldu. Yedik - içtik - sevdik - özledik paylaştık. Yüzümüze vurulan açıklarımızın acısı yüzümüze çarparken de sadece yutkunabildik. Ağlanacak halimize gülmek istediğimiz durumlarda ise ağlanacak halimizin hal olmaktan çıkıp biz farkında olmadan gittiğini görüp tebessüm ettik. Üstümüze yapışan kimlikleri, zorla giydirilen rolleri istesek de yok sayamadık. Kendimize çeki düzen verip, kalıplar içinde yaşamaya çalışırken hayatın tadını tuzunu fark edemedik. Aldığımız nefese şükretmeyi unutup, bir parça toprağın altında kalacağımı-
zı ve orada hep yalnız olacağımızı çoğu kez hatırlayamadık. Hayata kaldığımız yerden devam etmeyi, düştüğümüz yerden kalkmayı bilemedik. Her şeyi yarım bıraktık. Temiz ve iyi görünmek için hakkımızı arayıp itiraz bile edemedik. Kavunu vurduğumuz taşlara zaman geldiği pişmanlıklarımızdan dolayı kafamızı vurmak istedik. Herkes aynı şartlarda yaşadığı için ya da biz başkalarını kıskanmayı o vakitlerde daha öğrenmemiş olduğumuz için sahip olduklarımızın görgüsüzlüğünü, olamadıklarımızın hasetliğini bilemedik. Yoklukta sahip olduklarımızla mutlu olup mütevazı davranırken, büyüdükçe olabileceğimiz her yerde var olmak istedik. Herkes bizi bilsin, herkes bizi sevsin derdine düşüp hayatı ıskaladığımızı bile fark edemedik. Bulup yedikçe mutlu olurken, tükettikçe tükenen, bulup sahip olamadığında hırs küpüne dönüp bir türlü tatmin olamayan, hep bana, herkes benden yana diyen insanlar olduk. Küçük bir arının önüne takılıp, arı bizi bıraktığı halde dakikalarca koşarken, bizi yarı yolda bırakan insanlara takılıp tökezleyip kaldık. O kadar az güvendik ki bize inandığını, güvendiğini söyleyenlere rağmen ara ara arkamızı bakıp kendimizi kolladık. Zor zamanlarımızda mücadele etmekten soluk soluğa kaldığımızda peşimizden kimsenin gelmediğini görüp hüsrana uğradık. Arkamızdan gelmeyenlere takılıp, hedeflerimizi, hayallerimizi bıraktık. Hep birileri bizi motive etsin, bizi hayata bağlasın derken kendi elimizi ayağımız bağlayıp bir adım dahi atamaz olduk. Planlarımız, düşündüklerimiz, düşlediklerimiz bizi heyecanlandırmaz oldu. Uçaklara baktığımız kadar uzaklara bakamadık. İstikrarlı davranmayıp heyecanımızı yitirdik. Yağmurun altında ıslanmaktan korkup, içine sığamadığımız evin camından yağmur sesinde şarkılar dinleyip, gökyüzünün gürültüsünü bastırsın diye televizyonların sesini açtık. Bizim dışımızdaki sesleri o kadar çok dinledik ki içimizdeki sesi hiç duyamadık.
Belediye desteği! Taşkent Belediye Başkanı Osman Arı, bölge halkını Konya Büyükşehir Belediyesi’nin çiftçilere yapacağı tarımsal destekten yararlanmaya çağırdı. Başkan Arı, gazetemize yaptığı açıklamada, çiftçilerin dilekçe ve ekleri ile Konya Büyükşehir Belediyesi Tarımsal Hizmetler Dairesi Başkanlığına başvuruda bulunabileceklerini kaydetti. Konya merkeze erişimi zor olan Afşar, Balcılar, Bolay ve Çetmi mahalle sakinlerinin Taşkent Belediyesi aracılığı ile evraklarını Büyükşehir Belediyesi Tarımsal Hizmetler Dairesi Başkanlığına ulaştırabileceğini kaydeden Başkan Arı, 2015 yılında desteklenmesi planlanan ürünleri şöyle sıraladı: Yarı bodur elma fidanı, Klasik-kiraz fidanı, Yarı bodur kiraz fidanı, Asma çubuğu, Çilek fidesi ve malç naylonu bağda yüksek telli terbiye sistemi, Yarı bodur elma fidanı, Kiraz fidanı – klasik, Yarı bodur kiraz fidanı, Asma çubuğu, Çilek fidesi ve malç naylonu, Bağda yüksek telli terbiye sistemi…
“Hataların nurudur” Edirnekapı Mihrimah Sultan Camisi’ndeki kubbenin en yüksek noktasındaki küngüre yazısında bir ayetin yanlış yazıldığını fark eden hattat Hüseyin Kutlu, 1956’da yapılan restorasyonda hat yazısındaki ayette “semavat” kelimesinin “sehevat” şeklinde yazıldığı, bu yanlışlık yüzünden “Allah yeryüzünün ve gökyüzünün nurudur” mealinin “Allah yeryüzünün ve hataların nurudur” şeklinde yer aldığını belirledi. 58 yıllık hata düzeltildi.
3
Konuk’a plaket ASKON’un 9. Olağan Genel Kurulu’nda ülke ekonomisine katkı yapan şirketler ödüllendirildi. Pankobirlik Genel Başkanı Recep Konuk ödülünü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan aldı.
KABADAYICIK
Anadolu Aslanları İşadamları Derneği’nin (ASKON) bu yıl 9’uncusunu düzenlediği Olağan Genel Kurulu İstanbul Çırağan Sarayında gerçekleştirildi. Her yıl bir ana tema belirlenerek yapılan ASKON Genel Kurulu’nda bu genel kurul için belirlenen ana tema “Asil Duruş” olurken, genel kurula Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da katıldı. ASKON Genel Kurulu’nda ülke ekonomisine katkı yapan şirket ve kurumlar ödüllendirilirken katkılarından dolayı Konya Şeker de plaketle ödüllendirildi. Ödüle layık görülen şirketler ile kurumlar salonda tek tek anons edilirken Konya Şeker’in ödülünü Pankobirlik Genel Başkanı Recep Konuk, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan aldı. Vizyonunu “Haklı Zenginlik” sözleriyle özetleyen ASKON’un İstanbul’da gerçekleştirilen 9. Olağan Genel Kurulu’nun ana teması ise “Asil Duruş” oldu. Genel Kurul’a Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yanı sıra, Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş ile çok sayıda milletvekili, bürokrat, sivil toplum kuruluşu başkanları da katıldı.
İsrail neden yaptı? Suriye resmi ajansı SANA, İsrail’in düzenlenen 10 ayrı bombardımanda Esed rejimini dünyaya bağlayan Şam Uluslararası Havaalanı ve Şam kırsalındaki füze depolama üssünü vurduğunu duyurdu. Suriye Genelkurmay Başkanlığı’nın saldırıyla ilgili yaptığı açıklamada, “İsrail saldırısı, Suriye ordusunun Halep, Deyru’z Zor, Dera ve daha başka bölgelerde tekfirci ve terörist örgütlere karşı sağladığı üstün başarılardan sonra geldi” denildi.
G
Dünya birincisiyiz Türkiye, 2013 yılında dünya genelinde resmi yollardan ve sivil toplum kuruluşları aracılığıyla ulaştırdığı 4 milyar 347 milyon dolarlık yardımla gayri safi milli hasıla bazında en çok uluslararası insani yardım yapan ülke oldu. Türkiye 2013 yılında Afganistan’dan Yemen’e, Haiti’den Filipinler’e kadar 120 ülkeye yardım elini uzattı. Bu çerçevede raporda TİKA’nın, Türk dış politikasında uygulayıcı yumuşak gücü olması bakımından önemli roller üstlenmeye devam ettiği belirtildi.
Çin, bildiğin Çin... Çin’in Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nin başkenti Urumçi’de geçen nisan ve mayıs aylarında yapılan iki saldırıyla bağlantısı olduğu gerekçesiyle 8 kişiye idam cezası verildi. Şinhua ajansının haberinde, Urumçi Orta Halk Mahkemesi’nin saldırılarla bağlantısı olduğu öne sürülen 8 kişiye idam cezası verdiği açıklandı. Ölüm cezasına çarptırılanların isim ve kimliklerine ilişkin bilgi verilmezken, 5 kişiye de iki yıl ertelemeli idam cezası verildiği duyuruldu.
ünümüzde biraz da siyasilerin gaz vermesiyle ortalıkta bir sürü kabadayıcık peyda oldu. Özellikle ulusalcı ve ayrılıkçı eksendeki bu gençler toplumun sabrını adeta test ediyorlar. Karşılarında karşıt görüşten bir siyasetçiyi görmeye dursunlar hemen arsızlığa başlıyorlar. Bu gençler tabularla eğitildiklerinden karşılarındaki insanı (siyasetçi olmasına gerek yok) blok olarak görüyorlar. Yani onlara göre birey yok, blok var. Bu blok anlayışı o kadar keskindir ki insanlar yaşadıkları şehirler, bölgeler veya okudukları üniversitelerle bile ayrıştırılabiliyor. Konyalı mı kesin şöyle, İzmirli mi kesin böyle, Güneydoğuluyu tahlile gerek yok zaten adı çıkmıştır... Hatta sağcılık veya solculuğa göre cesurluk-korkaklık genellemesi bile yapılıyor. İşte tam da taktığım nokta bu! *** Sol ve bölücü cephedeki gençler/yetişkinler kendilerinde doğuştan gelen değil de üfürülerek oluşturulan bu cesaretin rüzgarıyla olmadık işler yapmaya kalkıyorlar. Tek kişilik Amerikan askerinin yanından on kişilik grupla geçip çuval pozu vermek veya yaktıkları kamu araçlarıyla poz vermek kahramanlık olarak algılanıyor. Hele bölücülerin devletin veya masum vatandaşların mallarını çalıp çırpıp, yakıp yıkması adeta merd-i kıpti misali şecaatin arz ederken sirkatini haykırıyor. Milletimizin hoşgörüsünü, toleransını korkaklık zanneden bu gruplar sövülmedik bir kulağımızın ardını bıraktılar...
Bu gruplar sabır dağı misali dimdik duran milletimizin sabrını erezyona uğratmaya devam ediyorlar. *** Psikopattan, şiddet bağımlısından ne ulusalcı olur ne de bölücü olur. Masum inanların can ve malına kastedenden de bir halt olmaz. Kabadayılık bizim dizilerimizde, filmlerimizde veya toplum algımızda ki gibi içen, nara atan, gayri meşru yaşayan veya sağa sola saldıranların bir sıfatı değildir. Çünkü yüz kızartıcı işleri yapanların gurur duyulacak maskeler takması onları adam yapmaz. Hele vicdanları hiç rahatlatmaz. Yağmacı güruhun vicdanını bilmem ama toplum vicdanı bu yapılanları asla affetmeyecektir. *** Şimdi bu kabadayıcıkları televizyondan izleyip içten içe sevinenlere de bir çift sözüm var. Alışmış kudurmuştan beterdir misali bu şiddet sarmalının içine düşenler veya topluma şiddet algısı pompalayanlar gün gelecek senin çoluk çocuğunu veya senin can ve mal güvenliğini de tehdit edecek. Şiddetin iyisi kötüsü olmaz. Sokak ortasında kadına kurşun sıkan el ile polise molotof atan elin sahiplerinin psikolojileri arasında ne fark var? Veya kurban eti dağıtıyor diye çocuk katleden ile öğretmenine söven öğrencinin arasındaki fark nedir? Bu misaller uzar gider... *** Hulasa-i kelam netice-i meram; toplumumuz bu şiddet ortamından acilen izole edilmelidir. Şu ortalıkta dolaşan kabadayıcıklara da gereken ders verilmelidir...
4
Mirzabeyoğlu’ndan ilk konferans
28 Şubat hain kalkışmasına yönelik dik duruşu ile ümmetin izzeti olmuş fikir ve aksiyon adamı Salih Mirzabeyoğlu Adalet Mutlak’a adlı konferansında Anadolu’ya seslendi: Yeni Dünya Düzeni buradan başlayacak!
C
ezaevinde geçirdiği 15 yılın ardından geçtiğimiz temmuz ayında tahliye olan ‘Salih Mirzabeyoğlu’ İstanbul Haliç Kongre Merkezi’nde “Adalet Mutlak’a” adlı konferansta konuştu. Mirzabeyoğlu’nun konuşmasında yoğun ilgi nedeniyle salona giremeyen binlerce kişi ise Mirzabeyoğlu’nu salon dışına kurulan ekranlardan izledi. Onca zamandır yaşadıklarından ve çektiği acılardan bahsetmek yerine Türkiye’nin yakın tarihinde meydana gelen olaylara değindiği Tasavvuf, Hikmet, Adalet, Demokrasi, Komünizm, Kendinden zuhur, Felsefe, Çevrecilik, Bilim, Teknoloji, Putçuluk gibi kavramlar üzerinde durduğu tam bir fikir ziyafeti olan ve yaklaşık 3 saat süren tarihi konuşmasında, istisnasız herkesi “fikir”e davet ederek, “Salih Mirzabeyoğlu ezber bozan ama bunu ezber bozmak için değil insan ve toplum meselelerinin hallinde bir dünya görüşü sunan ve sanıyorum bilhassa bu yüzden rahatsız edici olandır” dedi. YENİ DÜNYA DÜZENİ Başyücelik -Yeni Dünya Düzeniisimli kitabına atıfta bulunan Mirzabeyoğlu, evrensel ilkeler diye bir şey olmadığını, bunun “hâkim olanın koyduğu
kurallar” anlamına geldiğini belirterek, “Yeni Dünya Düzeni kurulacaksa bizde diyoruz ki buradan -Anadolu’dan- başlasın... ” şeklinde konuştu. İdeal olanla pratik olan arasındaki bağlantıyı atlamamak gerektiğini ifade eden Mirzabeyoğlu “Palavra edebiyatı yapmayalım… Peki, söylediklerimizi nereye koyalım? Reel politika diye bir şey var, bunu kabul etmeliyiz. Mesela şunu şöyle yapsak şuradan ambargo koyarlar ambargo koyarlarsa bilmem neyi bilmem ne yaparlar öyle yaparlarsa şuradan şu olur filan… Şimdi palavradan ona karşı çıkalım buna karşı çıkalım filan değil… Ucuz şeyler… Bunu söylemiyorum ben… Ama şunu söylüyorum, aynı zamanda bu işi burada bulunanlarla yapabilecekler değil mi? Dolayısı ile burada bulunanlar politik olarak şunları bunları söylerken burada bu işleri konuşanlara da fazla müdahil olmamaları lazım… Toplum olmadan liderin yapacağı bir şey yoktur, lideri olmadan da toplumun yapacağı bir şey yoktur…” dedi. KÜLL FİKİR OLMASI LAZIM “Bakın dikkat edin kavganın bittiği yerde laf bitiyor” diyen Mirzabeyoğlu “o onu yemiş bu bunu yapmış onlar olmasa senin söyleyecek sözün yok”,
düşmanın olmasa her şey istediğin gibi olsa ne yapacaksın onu söyle şeklinde konuştu. Çatışan adam şu veya bu sebeple çatışıyor ama çatışmayan adam ne yapıyor? Fikirde derinliğine doğru “insan ve toplum meselelerinin halline dair bir küll fikrin olması lazım… Bütün insanlığa tavsiye edilebilir, gösterilebilir bir fikrin olmadığı yerde zaten o fikir fikir değildir” ifadelerini kullandı.
NİSPET SAHİBİ OL Karşınızda bir fikir ve aksiyon adamı olarak bulunuyorum diyen Mirzabeyoğlu, fikri yaşayan, yaşamayı fikir bilen bir anlayışa sahip olduklarını belirterek Büyük Doğu -İBDA fikir sisteminin tek yerli düşünce sistemi olduğunu ifade ettiği konuşmasında “Hangi fikirden olursan ol bir nispet sahibi ol… Kurusıkı şuna buna bağlılık değil, neyi değerlendirirsen
Mirzabeyoğlu, konferanstan günler sonra Mahmut Hoca Efendi’yi ziyaret etti.
o sende tezatsız bir bütünlük göstersin…” diyerek ucuz taraftarlığın kıymeti olmadığını belirtti… “Biz dünyaya birileriyle didişmeye gelmedik, hani yaşama hakkı filan diyoruz ya… Biz aslında dünyaya yaşama göreviyle geldik, o hakta o görevden doğuyor” diyerek fikri yaşamak yaşamayı fikir bilmek anlayışının temeline işaret etti. UZAKTAN ZIHIN KONTROLÜ! Mirzabeyoğlu, konuşmasının hemen başlarında, “Telegram beni incitiyor… Bizim tam tamına 15 sene hep yaşadığımız… “Şu anda sizlere hitap ederken telegram metoduyla beni etkilemeye çalışıyorlar. Telegram biliyorsunuz uzaktan zihin kontrolü demektir… En son adli tıp mevzu oldu, adli tıp mevzuunda benim mesela bu vesile ile serbest bırakılabilir gibi… Ben onu tabii katiyen kabul etmedim… Yakınlarım bilir ben aklı başında bir insan olarak, içerde kalmayı… Ve onun yerine hasta ve zafiyeti olan insan olmayı kabul etmedim… Telegramcıları da ikaz ediyorum benim ağzımdan kötü bir söz çıkmaması için edepsizliklerine devam etmesinler… Konuşmam sırasında ağzımdan fevri bir söz çıkarsa bilin ki o söz benim değil, zih-
nimi uzaktan yönetmek için saldıran telegramcıların sözüdür” dedi. CUMHURBAŞKANI İLE GÖRÜŞME Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, konferansı olduğunu öğrendiği Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu ile programdan önce yaklaşık yirmi dakika sürdüğü öğrenilen bir görüşme gerçekleştirdi. Büyük ve Yeni Türkiye idealine hasret çevreler tarafından sevinçle ve takdirle karşılanan bu görüşmenin bir kısım medya ve İslâm düşmanı çevreler Mirzabeyoğlu’nun “İBDA-C Lideri” şeklinde yasadışı biri kişilikmiş gibi göstererek, hem Mirzabeyoğlu’nu itibarsızlaştırmaya hem de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı sözde yasadışı örgüt lideriyle görüştüğü şeklinde yorumlar yapılarak konunun istismar edilmeye çalışıldığı verdikleri tepkilerden anlaşıldı. Sayın Cumhurbaşkanının bu ziyaretinin, tarafını belli eden dünyaya verilmiş bir mesajı olarak algılanması gerektiğini söyleyen Mirzabeyoğlu’nun sevenleri bu mesajın üstünün öyle uyduruk tarafından “yasa dışı örgüt lideri” gibi karalama ya yönelik ithamlarla örtülemeyeceğini belirttiler.
Kılıçdaroğlu da gitti “Suç zihniyetindir” Bekaroğlu’na kapak “Safeviler de Türk” Selvi Hanıma taziye CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 28 Ekim tarihinde Ermenek’teki maden ocağında hayatını kaybeden madencilerin cenazesine katıldı. Maden ocağından cansız bedenlerine ulaşılan 5 işçi için Nezahat-Ahmet Keleşoğlu Camisi’nde cenaze töreni düzenlendi. CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Ermenek’e taziyede bulunmak için faciadan tam 38 gün sonra ilçeye gitti. Kılıçdaroğlu, “İşçilerimizin öldüğü kesinleşirse cenaze törenine giderim” demişti.
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “yabancı popçuları ezbere sayan, atalarının kelimelerinden mahcubiyet duyan gençlerimiz var” sözlerini eleştirdiği açıklamasında “Milli ve manevi değerlerimize yabancılaşanlar, insanımıza fildişi kulelerden bakanlar gençlerimizi küçümsüyor ve hafife alıyorlar İbn-i Sina’yı Hipokrat, Yunus Emre’yi Verlaine, Baki’yi Goethe yapamadığı için beğenmeyen varsa, suç iktidar zihniyetinindir” dedi.
CHP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Bekaroğlu, “Feyzi İşbaşaran olayı vahimdir; bugünden itibaren muhalefet etmek tehdidi göze almak demektir” sözleriyle Cumhurbaşkanı Erdoğan’a küfür vari sözlerle saldıran Feyzi İşbaşaran’ı savunmaya kalktı. Bekaroğlu’na en iyi cevabı Alper Terzioğlu verdi. İşbaşaran’ın kendi sözleriyle cevap veren Terzioğlu’nun “Bende sana muhalefet tepkimi koyuyorum. Karını yatağından alırız... Dava açarsan adam değilsin Bekaroğlu” dedi.
CHP İstanbul Milletvekili Ali Özgündüz, Cumhurbaşkanlığı Forsunun Safevi Devletini de kapsayacak şekilde 17’nci yıldızla genişletilmesi için Meclis Başkanlığına yasa teklifi verdi. Özgündüz, “1501’de kurulup Hazar’dan Basra’ya hüküm kuran Safevi devletinin kurucuları ve yöneticilerinin yanı sıra halkının büyük çoğunluğu Türk” dedi. Bu sözleriyle birlikte Safevi Devleti’nin bir Türk devleti olarak kabul edilmesini istedi.
Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun eşi Sare Davutoğlu bugün CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun eşi Selvi Kılıçdaroğlu’na taziye ziyaretinde bulundu. Sare Davutoğlu’nu Selvi Kılıç-daroğlu’nun kardeşi Hayriye Kocadağ kapıda karşıladı. Kocadağ’a “Sizin de başınız sağolsun, Rabbim rahmet eylesin, cennette kavuştursun inşallah” diyen Sare Davutoğlu, daha sonra evde yarım saat kalan Sare Davutoğlu’na arabasına kadar Selvi Kılıçdaroğlu eşlik etti.
5
Yüreklendirdi!
5. Din Şurası’nda konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Cumhurbaşkanı olarak benim bir diğer vazifem sizleri yüreklendirmektir” dedi. ESKIMEZ TÜRKÇE Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 5. Din Şurası’nda önemli açıklamalarda bulundu. Osmanlıca’nın öğrenilmesi yönündeki çalışmaları eleştirenlere yönelik ‘Artık Süleymaniye’deki arşivlerde yeni kurduğumuz Kağıthane’deki Başbakanlık arşivlerindeki o eserleri okuyamayan bir milletin ne durumda olduğunu bi düşünelim. Bu neye benzer biliyor musunuz, çok büyük serveti olan bir zenginin iflası ne denli acı ise bu ondan daha büyük acıdır. Bunun öğretilmesini istemeyenler var. İsteseler de istemeseler de bu ülkede Osmanlıca öğretilecek’ diyen Erdoğan, Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı olarak benim bir diğer vazifem sizleri yüreklendirmektir ifadesini kullandı. İSTEMESELER DE İnsan kutsaldır, can kutsaldır. Biz insan için can için mücadelemizi sürdüreceğiz. 200 Yıldır yaşanan baskılara rağmen köklerimiz ile kesilmeye çalışılan irtibata rağmen Türkiye’nin alimleri münevverleri hamdolsun ayaktadır. Kitaplarımızla eserlerimizle arşivlerimizle bağımızı koparmaya yönelik girişimlere rağmen Türkiye’nin ilim erbabı ayaktadır. İşte 5 gündür süren bir Şura’da Osmanlıca gündeme geliyor. Osmanlıcayı bu ülkenin evlatlarının öğrenmesinden rahatsız olanlar var. Bununla biz
Tartışmaya devam Türkiye İş Kadınları Derneği heyetiyle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı ziyaret eden Hülya Avşar, Cumhurbaşkanlığı Sarayı ile ilgili, “Tahmin ettiğimiz kadar ihtişamlı değil, ben çok ihtişamlı görmedim. Abartıldığı kadar yok” demişti. Bu tartışmaya İbrahim Tatlıses de “Sanki Türkiye Cumhuriyeti’ne yakışmadı gibi bir algı oluşturdunuz. ‘Kendilerine saray yaptırdılar’ cümlesini anlayamam. Efendiler, ne yani, onların Beyaz Saray’ı varsa bizim neden Ak Saray’ımız olmasın?” diyerek dahil oldu.
BEKİR ŞAHİN
MEDENİYET, KÜLTÜR DİLİMİZ VE OSMANLI TÜRKÇESİ
M gerçekleri öğreneceğiz. Mezar taşlarının okunmasını mı öğreneceğiz diyor. O mezar taşlarında bir tarih yatıyor. O mezar taşlarında nelerin yazdığını bilmeyen bir nesilden daha büyük cehalet olabilir mi? Sıkıntı burada. Bu bizim şahdamarlarımızın koparılmasıydı aslında. Bizim şah damarlarımızı kopardılar. Dünyada bunun benzerini Hülağu yapmıştır. Bağdat’ın yakılıp yıkılması gibi bizim de onbinlerce eserimizin yakılıp yıkılması herhalde sıradan bir olay değildir. Artık Süleymaniye’deki arşivlerde yeni kurduğumuz Kağıthane’deki Başbakanlık arşivlerindeki o eserleri okuyamayan bir milletin ne durumda olduğunu bi düşünelim. Bu neye benzer biliyor musunuz çok büyük serveti olan bir zenginin if-
Kalpaklı Atatürk Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı Sarayı’ndaki makam odasında, İngiltere Başbakanı David Cameron’u kabulü sırasında çekilen ve Cumhurbaşkanlığı’nın sitesinde yer alan bir fotoğraf dikkat çekti. Erdoğan’ın makamına Mustafa Kemal Atatürk’ün kalpaklı bir portresinin konulması tercih edilmişti. Kalpak; Türk siyaset tarihinde milli mücadeleyi, kurtuluş savaşını ve o dönemde emperyalizme karşı verilen mücadeleyi simgeliyor.
lası ne denli acı ise bu ondan daha büyük acıdır. Bunun öğretilmesini istemeyenler var. Bu çok büyük bir tehlike. İsteseler de istemeseler de bu ülkede Osmanlıca öğretilecek. MİLLET ARKANIZDA Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı olarak benim bir diğer vazifem sizleri yüreklendirmektir. Hiç korkmadan çekinmeden ilmin dairesinde yapılması gereken ne ise onu yapın. Defanstan çıkın ileri koşun. Her zaman arkanızda olacağız, teşvikçiniz olacağız. Unutmayın bu millet her zaman sizin yanınızdadır. Milletimizin, ümmetin ve yeryüzünün umudu olan siz alim ve münevverlerimizi her zaman ışığımız, rehberimiz ve geleceğimiz olarak göreceğiz.
Sorumlu Demirtaş Başbakan Ahmet Davutoğlu ve İngiltere Başbakanı David Cameron baş başa görüşmelerinin ardından ortak basın toplantısı düzenledi. Davutoğlu burada yaptığı konuşmada, Selahattin Demirtaş’ın Bugün gazetesine verdiği röportaj üzerine, “Demirtaş karar vermelidir, çözüm sürecinde güçlü bir iradeye sahibiz. Kamu düzeni bozulursa en çok HDP olumsuz etkilenir. Tekrar Kobani olayları mı çıkarılmak isteniyor? Çağrılar devam ederse, dökülecek kanın sorumlusu Demirtaş’tır” dedi.
edeniyet dillerinin entelektüel ve bürokratik dil ve sarayla diplomasinin teşrifat dili olarak elit bir statü kazandığını gösteren örnekler var. Mesela, bir Türk devleti olan Selçuklu İmparatorluğu’nda entelektüel, bürokratik ve teşrifat dili Farsçadır. Bu Selçuklu Devleti’nin, Türk etnisitesinin kültür dili olarak Türkçeyi değil, İslam medeniyetinin dili olan Farsçayı elitlerin statü dili olarak temellük ettiklerini gösterir. Osmanlı Devleti ise, Arapça ya da Farsçayı, entelektüel, bürokratik ve teşrifat dili olarak kabul etmemiş, ama fevkalade nevi şahsına mahsus bir terkiple, elit bir dil inşa etmiştir: Osmanlıca! Osmanlıca, İslam medeniyetinin iki dilinin, özellikle söz dağarını almış; sözdizimini ise, bazı istisnalarıyla, Türk kültürünün kültür dili olan Türkçeyle bütünleştirmiştir. Dolayısıyla Osmanlıca gerçekten nevi şahsına mahsus, özgün bir medeniyet dilidir. Cumhuriyet, Osmanlıcayı, tıpkı Divan şiiri gibi, Osmanlı erkiyle aynîleştirdiği için reddetmekle kalmamış, konuşulan kültür dili olarak Türkçe yerine, Güneş-Dil teorisi ile ayrı bir elit statü dili inşa etmeye kalkmıştır. Güneş-Dil teorisine uygun yapay bir dilin Cumhuriyet elitlerinin statü dili olması amaçlandığından, bu dilin elitler dışında kalan kesimlerce anlaşılması veya anlaşılmamasının, bir mesele teşkil etmediği anlaşılıyor;tıpkı, Osmanlı döneminde Osmanlıcanın avam tarafından anlaşılmıyor olmasının bir mesele teşkil etmemiş olması gibi... Güneş-Dil teorisinin bir statü dili inşa etmesinin imkânsızlığı karşısında, bu defa Öztürkçeciliğin bir elit entelektüel dil statüsü kazanması amaçlanmış görünüyor. Bu amacın, özellikle Nurullah Ataç’ın öncülüğünde, bir ölçüde de olsa, bir edebiyat dili olarak entelektüel ve elit bir statü kazanıp gerçekleştiğini
müşahede etmek mümkün. Ama bunun, yani Öztürkçeciliğin yanı sıra Fransızcanın, daha doğrusu, Fransızcanın sözdağarının temellük edilmesi gibi farklı bir statü dilinin de dolaşıma sokulduğunu görüyoruz. 1940’lı yılların sonuna doğru radyoda ziraat ile ilgili bir proğramda konuşmacı, çiftçilere şöyle bir tavsiyede bulunmaktadır: “Selektörlenmiş ve pembe kurda karşı fümige edilmiş tohumlar kullanınız!” Hayatta en hakiki mürşit bilim olduğuna göre, bilim dilinin vokabüleri kullanılacaktır: Ankara radyosu meteoroloji saatinde, herhalde dinleyenler, bilim dilinden nasiplerini alsınlar diye, “Havanın stratüs kümülüs ve alto kümülüs bulutlarıyla onda sekiz kapalı geçeceği”ni duyurmaktadır! Cumhuriyet, kendi elitlerini, tıpkı Osmanlı elitlerininki gibi, kültür dilinden farklı bir statü diline sahip kılmak istemiş görünüyor. Ulus devlet, ulusun kültür diliyle, yani Türkçeyle inşa edilmek yerine, önce Güneş-Dil teorisiyle yapay bir dil, sonra Öztürkçecilikle bir başka yapay dil, sonra da yahut eşzamanlı olarak, Fransızca söz dağarlı yeni bir yapay dille inşa edilmeye çalışılmıştır. Osmanlı, hiç değilse, ait olduğu medeniyetin dillerinden oluşan bir elit dil (Osmanlıca) ile büyük bir edebiyata sahip oldu. Buna karşılık, Güneş-Dil teorisiyle, Öztürkçeyle veya Fransızca revnaklı bir dille bir edebiyat inşa edilemedi;edilemezdi de! Cumhuriyet döneminde büyük edebiyat, elit dil olma statüsüne ulaşmasına izin verilmeyen kültür diliyle, yani Türkçeyle yapıldı, yapılıyor Bir kelime, bazen bir medeniyet demektir; çünkü o kelimenin anlamını bilmemek, o medeniyetin dilinden habersiz olmak demektir: Bir medeniyetin dilinin cahili olmaksa, hiç şüphe yok, o medeniyetin cahili olmaktır. Medeniyetimiz İslam medeniyeti ve o medeniyetin dilleri ise, Arapça ve Farsçadır. (Devam edecek)
6
İsrail hükümeti çöküyor mu? İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Maliye Bakanı Yair Lapid ile Adalet Bakanı Tzipi Livni’nin kendisine darbe girişiminde bulunduğunu söyledi. ÖMER SALİH ŞİPLEME
Yaşıyor muyuz?
N
e zamandan beri günde üç öğün yemek yiyoruz? Ne zamandan beri günde en az sekiz saat uyumamız gerekiyor ve neden yaşıyoruz? Yahut hangi tarihten beri “eve ekmek getirmek” için yaşıyoruz? Yaşıyor muyuz? Doğup, büyüyüp, bir meslek sahibi olmak, evlenmek, çocuğumuzun olması, torunumuzu sevmek emekli olunca da köşene çekilmek mi yaşam? Bu mu yaşamdan anladığımız? Belki de yaşadığımızı sandığımızı kabul etmektir yaşam anlayışımız. Yaşadığımızı sandığımızı kabul ettiğimizin farkında bile değilken kabul etmektir. Hepimizin kendisine sorması gereken soruların en başlarında gelmez mi bu soru: Neden yaşıyorum ve ben bu sorunun cevabının neresindeyim? Ne vakitten beri bir günümüz bir günümüze eş? Ne zamandan beri Galatasaray kupayı aldı diye tüm Türkiye ayağa kalkıp, yol ortasında atlette dans etmeye başladı, arabaları yakıp dükkân camlarını indirmeye? Yaşıyor muyuz? Ne için yaşıyoruz yahut? Çocuğumuzun karnını do-
yurmak için mi yahut akşam eve huzurlu gelebilmek için mi? Daha ilginci: Cennete gitmek için mi yaşıyoruz? Allah’ın yarattığına Allah’ın yarattığı girsin diye mi bu hayat? Geçmişimizin miras bıraktığı şahsiyetlerin gayesi, asli maksadı cennet mi? Fatih Sultan Mehmet cennet için mi feth etti İstanbul’u. İkinci Abdülhamit Han cennet için mi abdestsiz yere basmadı ve cennet için mi Üstad Necip Fazıl hohlaya hohlaya eritti koca buz dağını? Onları bugün dahi var eden nedir? Eve götürdükleri ekmek mi? Ortaya koyduklarını, ne için yahut kimin için yaptıkları mı? Onlar bugün dahi yaşarken bizler bugün yaşıyor muyuz? Nasıl yaşayacağız ki yaşamıyorsak? Nasıl yaşanılır ki? Nasıl onlar gibi olunur, sonra nasıl “ben -fert-” olunur da yaşanılır ki? Okumalı, okuduğumuzu yaşamalı, yaşadığımızı hissetmeli, hissettiğimizi hissettirmeye çalışmalıyız belki de. Bir bilinmek isteyen var, geçmişin ve geleceğin varlığının tek sebebi.
Asgari ücretlilere bu formül tutar! 3 çocuğu bulunan ve eşi çalışmayan asgari ücretlilere sıfır vergi için düğmeye basıldı. Bu düzenlemenin yer aldığı Gelir Vergisi Yasası gecikince, yeni bir formül gündeme geldi. 3 çocuğu bulunan ve eşi çalışmayan asgari ücretlilere sıfır vergi uygulanmasını öngören düzenleme, başka bir yasanın içine tek maddelik düzenleme olarak konulacak. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, düzenlemenin Meclis’te çıkacak yasalardan birine ilave edilmesi konusunda Maliye yetkilileriyle değerlendirmelerin devam ettiğini söyledi. Çelik,
Meclis’te bekleyen Gelir Vergisi Yasası’nda yer alan asgari geçim indiriminden 3 çocuğun yararlanmasına ilişkin düzenlemenin hayata geçirileceğini söyledi. Düzenlemeye göre, 3 çocuk için vergi indirim oranı yüzde 5’ten 10’a çıkarılacak, asgari ücretli çalışana da sıfır vergi dönemi başlayacak. Engellilere de müjde veren Çelik, “İlk etapta 120 engelli kardeşimize 36 bin liralık hibe imkanı sağlayarak, iş kurmalarına ve işlerini geliştirmeye katkı sağlama kararı aldık. 3 aylık periyotlarla bunların sayısını artırma imkanımız var” dedi.
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, koalisyon hükümetinde diğer partilerin genel başkanları ve hükümet bakanlarının kendisine darbe girişiminde bulunduğunu söyledi. Netanyahu, koalisyon ortaklarından Hattuna Partisi lideri Adalet Bakanı Tzipi Livni’nin sorumluluktan bahsedebilecek son kişi olduğuna değinerek, “İsrail halkı, size sesleniyorum: Bulunduğumuz şartlar altında ve mevcut hükümetle bir devleti yönetebilmek imkansız hale gelmiştir Mayıs ayında Ebu Mazen (Mahmud Abbas) ile görüştü. Sonrasında, ‘Netanyahu’nun
Ebu Mazen’e uyguladığı boykot anlamsızdır’ dedi. Bugün, tekrar hükümete saldırdı. Livni ve Lapid’in ortak tek bir yönü bulunuyor, yeni politikalardan bahsediyorlar ancak eski politikaları uygulamaya devam ediyorlar” şeklinde konuştu. Yeş Atid partisi lideri Maliye Bakanı Yair Lapid ile Hattuna Partisi lideri ve Adalet Bakanı Tzipi Livni’nin son haftalarda daha görevde olmasına rağmen kendisini saf dışı etmek için dini gruplara yaklaştıklarına dikkati çeken Netanyahu, sözlerine, “Yaklaştıkları partiler de Lapid’in koalisyonu paylaşmayı reddettiği ultra-
ortodoks partiler. Ekonomiyi yönetmeyi beceremeyen bir Maliye Bakanı, Adalet Bakanı ile işbirliği yaparak görevim başındayken şahsıma karşı bir duruş sergilediler. Bu girişim tek kelimeyle ‘hükümet darbesi’ olarak nitelendirilebilir. Hükümeti bu şartlarda sürdürmek imkansızdır” şeklinde devam etti. “Erken seçimlere gidilmeli ve yeni, dayanışma içinde ve güçlü bir hükümet kurulmalıdır” ifadesini kullanan Netanyahu, “Beni şu anda dinleyen ve soldan bir yönetim yanlısı olanlar, kendi adaylarını seçebilir” dedi.
Haftalık Bağımsız Siyasi Gazete Bölgesel Süreli Yayın Yıl: 2 | Sayı: 51 13 - 19 Aralık 2014 SAHİBİ Çimke Basım Yayın Yapım Reklam ve Turizm Hiz. Ltd. Şti adına AHMET AKA SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ ÖMER SALIH ŞIPLEME SANAT YÖNETMENİ NURETTIN ÖZEL
Gezici’nin Bozkır Rüyası Anadolu Günlük Gazetesi Fotoğraf Editörü Celal Gezici 6. Fotoğraf sergisini Konya’da açtı. Karapınar Belediyesi ve Fotosel’in katkılarıyla Kulesite’de açılan Bir Bozkır Rüyası Karapınar Fotoğraf sergisini komşu il ve ilçelerden de fotoğraf dostları gezdi. Uzun süre öğretmenlik yaptığı Konya’nın Karapınar ilçesinin tanıtımı için çektiği fotoğrafları, Bir Bozkır Masalı Karapanır ve Bir Bozkır Rüyası Karapınar adlı iki ayrı albümde toplayan Gezici’nin sergisinde bir birinden güzel eserler yer aldı.
Fotoğrafı, Anadolu’nun tanıtımı için önemli bir araç olarak gördüğünü dile getiren Fotoğraf sanatçısı Celal Gezici, “Yaşadığımız coğrafyanın daha güzel tanıtılmasını arzu ediyorsak fotoğraf sanatına önem vermeliyiz” dedi. Her bir fotoğraf karesini bir şiire ve bir romana benzeten Gezici, Konya’nın yanı sıra yurt içinde farklı mekanlarda yaptığı çekimlerin her birinin farklı fotoğraf dünyasına lezzetler sunduğuna inandığını dile getirdi. Arkadaşımız Celal Gezici’yi tebrik eder başarılarının devamını dileriz.
HUKUK DANIŞMANI Av. ABDURRAHIM KÜÇÜK SAĞLIK EDİTÖRÜ Dr. NEVZAT ŞIPLEME YAYIN YÖNETMENI ADNAN TEKE Yönetim ve Baskı Adresi: Fevziçakmak Mh. 10453. Sk. No: 25 Karatay | KONYA Telefon & Faks: 0332 342 52 82 Web: www.anadolugunluk.com reklam@anadolugunluk.com haber@anadolugunluk.com BASKI Çimke Basım Yayın Yapım Ltd. Şti. Baskı Tesisleri B.T. 13 Aralık 2014
7
Yeni tedavi yöntemi: PRP
Dr. Rana Ecevit, PRP’nin yaraların ve dokuların iyileşmesi, kırışıklık ve akne izleri gibi cilt problemlerinin önemli ölçüde giderilmesi ve cildin yenilenmesi için önemli bir tedavi yöntemi olduğunu açıkladı. YENİ BİR TEDAVİ YÖNTEMİ Dr. Rana Ecevit, yeni bir tedavi şekli olan PRP’nin birçok hastalığın tedavisinde kullanılan doğal bir yöntem olduğunu açıkladı. PRP’nin kozmetik ve anti-aging amaçlı kullanımın yanı sıra artık kas-iskelet sistemi hastalıklarında da kullanılmaya anlatan Ecevit, bir yaralanma durumunda plateletlerin yara bölgesinde toplandığını ve growth faktör başta olmak üzere kollajen ve hyaluronik asit gibi doku onarım maddelerinin üretimini arttırarak yaraların ve dokuların iyileşmesini, kırışıklık ve akne izleri gibi cilt problemlerinin önemli ölçüde giderilmesini sağladığını bildirdi. Normal kanın 1 mililitresinde 150 bin-400 bin trombosit bulunurken PRP’de bu sayının 1 milyonun üzerine çıktığını
T
oplumlar insanlardan oluşur. Temiz ve nezih insanlar, temiz toplumlar (tevhid toplumu), kirli ve pis insanlar, pis toplumlar (şirk toplumu) demektir. Hem temiz hem de pis karışımı toplumlarda (tevhid ve şirk karışımı toplumlarda) pis toplumlar olarak değerlendirilir. İslami/tevhidi bir toplumun yapılanmasında anahtar kavram Müslüman kavramıdır. Müslüman’ın şahıs itibari ile tek savunduğu dava itibari ile koca bir ümmet (tevhid toplumu) olması, peşin kabullerin getirdiği kavramsal anlayışa yeni bir hafıza kazandırmak isteyen minder velilerinin İslam’ı savunacağı yerde yanlış eylem içerisinde de olsa Müslüman’ı savunma hatasına düşmelerine neden olmaktadır. Bu sosyal hatanın temelindeki sorun temsil sorunudur. Adına din dediğimiz organik yapının ayrılmaz parçaları olan İslam ve Müslüman kavramlarının temsil
kaydeden Ecevit, bununla doğru orantılı olarak başarının da arttığını dile getirdi. Uygulama hakkında gazetemize bilgi veren Dr. Ecevit, kişiden alınan çok az miktarda bir kanın özel bir tüpe konularak santrifüj işlemine tabi tutulduktan sonra bileşenlerine ayrıştırılması ve elde edilen PRP’nin, yine aynı kişiye çeşitli şekillerde geri verildiğini belirterek, kişinin kendi kan ürünün kullanılmasının yöntemin avantajını artırdığını ifade etti. NASIL UYGULANIR? PRP’nin cilt ve saçlı deri tedavilerinde özel bir mezoterapi yöntemi ile uygulandığı gibi, PRP materyali tedavi edilmek istenen hasarlı bölgeye de uygulanabildiğini belirten Dr. Rana Ecevit PRP uygulamalarının yaklaşık 30 dakikada tamamlandığını sözlerine ekledi.
ettikleri manalarının yeterli derecede anlaşılamaması, düşünürlerin/düşüncelerin içinde bir irin gibi birikmekte ve insanı/insanlığı bitkisel yaşama sokmaktadır. Müslüman’ı teslimiyetin gayri meşru çocuğuna dönüştüren, insani kavramlar dosyasında ikinci bir kişilik oluşturan karışık ipleri kesmek, psikolojik düğümleri çözmek ve insanlığın kutsal kimliğini (Müslümanlık) muhafaza etmek istiyorsak, Müslüman’ım diyenler kendi sicillerini teftiş etmelidir. İnsan vicdani bir kitap (Müslüman/Mümin) olmaktan çıkarsa, kendi yasalarının (hevasının) mahkûmu olmuş olur. İnsanın iç dünyasını karıştıran bu şizofrenik tavrı insanın dış dünyasını (toplumsal yaşamını) depresyona sokmuştur. Çözüm için adres sormak ve kimlik bilgilerini deşifre etmek kişi başına düşen milli gelir ve tüketim hacmi ile ölçülemez. İnsan vücudu mübarek bir coğrafyadır. Bu coğrafyada
Evlilik teklifinde çığır
Dr. Ecevit, PRP’nin başlıca uygulama alanlarını şöyle sıraladı: Anti-Aging Cilt Tedavileri: Gevşek ve sarkmış dokuların toparlanması ve kırışıklıkların giderilmesinde, Vücut Çatlaklarının Tedavisi, Leke Tedavileri: Özellikle güneşin hasar bıraktığı ciltlerde, Akne
keşfe çıkmak, bu coğrafyanın ilkelerini (imanın şartlarını) okumak ve bu ilkelerin oluşturduğu evrensel insani özellikleri (İman/ Mümin/Müslüman) anlamak ve tanımak gerekir. Mürekkebi Allah’ın boyası olan fıtrat kalemi, İslami kimlik oluşumunun kavram dairesini yan tarafta şu şekilde çizmiştir; Yandaki bu daireyi insanın kalbi olarak da düşünebiliriz. Bilindiği gibi kalp borsası binlerce kavramın alınıp satıldığı bir yerdir. Bu anlamda insanın yandaki bu hiyerarşik kimlik oluşumunun kompozisyonunu bozması hasmıyla (hevasıyla) ortak bir özelliğe (şirk) bürünmesi demektir. En geniş anlamda ‘Müslüman’ın, teslim olan demek olduğunu biliyoruz. Bu kavramsal anlama göre düşündüğümüzde insan için teslimiyetin dışına çıkma söz konusu olmadığı gibi, teslim olmayan/ Müslüman olmayan tek bir insan da düşünülemez. Sadece statik Müslüman (yanlış/batıl
İzleri ve Yara İzleri, Saç Dökülmesi, Eklem kireçlenmeleri (Diz,omuz,boyun,dirsek…), Kronik tendinitler (tenisçi dirseği, golfçü dirseği), Tendon yaralanmaları (aşil tendiniti, adduktor tendinit, sporcu yaralanmaları), Kronik plantar fasiit (topuk Dikenli veya dikensiz),Meniskus yırtığı.
teslim olan) ve dinamik Müslüman (doğru/hak teslim olan) ayrımına gidebiliriz. Doğru/hak ya da yanlış/batıl olsun Müslüman olabilmenin temel şartı mümin/iman eden olabilmektir. Mümini kendi hakikatini (fıtratını) bilip yeryüzünde dolaşan bir gerçek (ayet) olarak tanımlayabiliriz. Müminin en yüce ahlakı kendi vicdanına ihanet etmemesidir. Mümin kavramını da anlam itibari ile aynı Müslüman kavramı gibi kategorize edebiliriz. (doğru mümin/yanlış mümin) Doğru ya da yanlış olsun mümin olabilmenin temel şartı ise iman etmektir. Doğru iman doğru mümin, doğru mümin doğru Müslüman demektir. İmanın doğru olması imanın bir takım ilkelerinin (imanın şartları) olmasına ve bu ilkelerinin doğru anlaşılmasına bağlıdır. Teslimiyeti kubbesi olan mümin askerin süvarisi, anlamdır. Anlam nefislerdeki değişimin kaynağıdır. Zaten Kur’an tercüman bir toplum oluşturmak için gelmemiştir. Bu nedenle Kur’an turistik gezilere kılavuz olsun diye bilgi üretmez. Bütün bu kavramlar (Müslüman/mümin/iman/anlam) bir bütün olan ve her bir parçanın birbirini tamamladığı bir ağaç (Bkz; İbrahim Suresi/24 ve 25. Ayetler) gibidir.
Sevgilisiyle evlenmeyi kafasına koyan Japon adam, evlilik teklifi için son derece sıra dışı bir yöntem seçti. Kız arkadaşına evlenme teklif etmek için işini bırakan ve 6 ay boyunca yaklaşık 7,000 kilometre yürüyen adam, üzerindeki GPS sayesinde Japonya üzerine “Marry Me” (Benimle evlenir misin?) yazdı. Japonya’yı baştan başa kat eden, GPS teknolojisi sayesinde her adımını kayıt altına alan ve bu teknoloji sayesinde oldukça sıra dışı bir evlilik teklifine imza atan Yasushi Takahashi, herhangi bir hatadan kaçınmak için 6 ay süren yürüyüşünün her adımını en ince detayına kadar hesapladığını açıkladı. Takahashi’nin evlilik teklifi, bugüne kadar GPS ile yapılan en uzun yürüyüş oldu.
MÜSLÜMAN
MÜMİN
İMAN
Yan bor yan (hev
En kav söz düş Mü
Doğ müm yery
Mü İMAN İLKELERİ 1.Allah’tan başka ilah olmadığına, 2. Allah’ın evrensel kaderine, 3. Allah’ın meleklerine, 4. Allah’ın kitaplarına, 5. Allah’ın peygamberlerine, 6.Allah’ın ahret gününe iman
Mü ede olab müm ilke bağ
Tes değ gelm üret
Büt bir Aye ANLAMAK
İBRAHİM SURESİ 24 VE 25. AYETLER
“Hayata tutunamamış herkes kadar dünyanın batmasını isteyen” üç genç hanımefendinin çıkardığı Markut Fanzin, gerek heyecanıyla, gerek içeriğiyle, gerekse aradığımız amatör ruhuyla dikkatimizi çekti. Bizleri kırmayarak hoş bir sohbeti kabul aetmeleriyle güzel bir söyleşiye imza atabildik. Söyleşimizi derleyerek ortak bir dil oluşturmaya çalıştık. Buyrun:
Markut’tan bahsetmeden önce, Markut ülkesinin davetçilerini tanıyalım. Yazmak için nedeniniz ne ve neden bir fanzin çıkarma derdine düştünüz? “Yazmasaydım deli olacaktım’ der Sait Faik. Yazmasaydık belki deli olmazdık ama yazmak hep bir ihtiyaçtı bizim için. Yazıdan kastımız nitelikli edebi eserler değil belki. Okumak ve yaşama dolmaktır ve insan bu dolgunluktan kurtulmak zorunda. Kafamızdaki kelimeler ağırlık yapıyor yazmadığımız zaman. Selma derdini şiirle anlatıyor, Ayşe çizgileriyle, Hasibe ne idüğü belirsiz yazılarla. Tamam, yazı yazıyorsunuz da neden zaten var olan bir dergide bunları yayınlamak yerine yeni bir yayın çıkarma gereği duydunuz sorusu sıklıkla yöneltiliyor bize. Misafirliğe giden bir adamın huzuru ile kendi evinde pijamalarıyla ayaklarını orta sehpaya uzatıp TV seyreden bir adamın huzurunu mukayese edersek bu sorunun cevabını vermiş oluruz zannedersek. İnsan sahiplenmek istiyor. İzleyenler bilir, Kelebeğin Rüyası filmindeki ‘Şiiri yayınlanmayan her şair dergi çıkarmak ister’ repliğini. Bunu genellemek gerekirse eserlerini özgürce yayınlamayı arzu eden herkes kendi dergisini, fanzinini çıkarmak isteyecektir ve çıkarmalıdır da. Edebiyat kulvarında yer alan birçok öykücü, birçok şair dergilerde yetişir. Bu soruyu sorar, zaten birçok dergi varken neden yenisi, dersek yeryüzünde yeni çıkan her dergi gereksiz olacaktır. Fanzin çıkarmak nasıl bir duygu? Fanzin çıkarmak muhteşem bir duygu. Bizim çocuğumuz gibi Markut Fanzin. Hele baskıdan aldığımız ilk akşamı anımsayınca o anki mutluluğumuza hala gülüyoruz. Çok uzun zamandır bizi bu kadar mutlu eden başka bir şey anımsamıyoruz. ‘Önceden yalnızdım, sonra fanzin çıkardık’ cümlesini kuruyor Hasibe. Hiçbir şey yapmamış olsak bile üçlü bir dostluk kurduk. Sonra çevremizden genel olarak olumlu dönütler aldık ve ortaya bir ürün koyabilmiş olmanın ne demek olduğunu anladık. İnsan ilişkilerimiz de eskisi gibi değil artık. Önceden odalarımıza kapanıp kendi başımıza okur, kendi dünyamızda yaşar iken fanzin çıkararak dünyamızı başka insanlara açtık. Neden Markut? Bir efsane olan Markut’a logonuzda gömlek, kravat ve ceket giydirmeniz modernite ve efsane arasında bir bağ kurma çabasından mı?
Ötekileşenlerin yeni dünyası: Röportaj: Ömer Salih Şipleme Fotoğraf: Mesut Şahin Markut Ekibi: Hasibe Aydın, Selma Şipleme, Ayşe Gıynaş Eskiden yaramazlık yapan çocukları korkuttukları kuşun adı Markut. Yaramazlık yapan çocuklar, toplumdan dışlanmış, ötekileştirilmiş çocuklardır. Herkes tarafından sevilenler, herkesçe kabul edilenlerle anlaşmak kolay. Biz ötekileşen, marjinal olmaktan korkmayanlara bir dünya açmak istedik. İsmi bu yüzden Markut. Markut kuşumuzun dış görünüşünü tahlil edecek olursak da Mustafa Muharrem’in Münacaat’ındaki son dizeler gelmişti aklımıza: ‘tanrım beni koru adam olmaktan saatinde vapura binmekten rozetten neondan ve kravattan sakındır’
bahsettiğimiz kirli dünyadan kaçmak isteyen herkesi içine alacak kapasiteye sahip bir ülke. Giriş ücretsiz. Bu ülkede yaşamanın tek koşulu güzel duygulu bir yüreğe sahip olmak… Arzu eden herkes gelebilir, gerçekten bu kötü dünyadan kurtulmayı arzu etmek gerekir. İki kedi ve bir filde dikkatimi çekti. Markut torbasına neden onları da aldı? İçimizdeki hayvan sevgisi... Ayrıca bir anlam içermiyor. İçinde güzel hayvanların olmadığı bir masal ülkesinden bahsedebilir misiniz? Hasibe’nin denemesinde ve Selma’nın şiirinde ben Markut’u gördüm. Bu ilk sayı için mi böyle yoksa siz zaten hep orada mısı-
Kapaktaki çizimimiz her resimde olduğu gibi herkeste farklı şeyler uyandırır tabiki. Markut’un genel felsefesine uygun olsun istedik. Yaşama alışamamış, arada kalmış fakat yine de tutunabilmek için gayret gösteren bizleri anlatıyor bu resim. Her yazarın bir çizgi fotoğrafı ve mail adresinin olması, her yazarın bir köşesinin olması bana biraz blog tarzı kişisel sayfaları hatırlattı. Her yazarın bir köşesi mi var Markut’ta? Her yazarın sahipleneceği bir köşesi var. Orası ona ait, onun evi, pijama ve terlikleriyle oturabilir, dilediğini yazabilir o köşeye. Fotoğraf koyuşumuzda yazarımızın köşesini daha fazla sahiplenmesi amacını güttük.
Kravat, adam olmanın simgesidir. Birilerini korkutabiliyorsanız, güç sahibisinizdir ve bu sizin adam olduğunuzu gösterir. Çocukları korkutan bizim Markut kuşu da güç sahibi ve adam olmuşluğunu ceket ve kravat ile göstermektedir. Toplumun bu yanlış algısına ironi ile değinmek istedik. Dünyanın batmasını neden istiyorsunuz? “Bat dünya bat!” sloganı zihinlerde Ferdi Tayfur’u çağrıştırıyor ama bizim arabeskle olan ilişkimizden ziyade “Tutunamayanlar” romanında geçen bir ifadeyi kullandık; hayata tutunamamış herkes kadar biz de istiyoruz dünyanın batmasını. Dünyaya alışamayanların fanzini aynı zamanda Markut Fanzin, okuyan herkesin rahatlıkla bunu anlaması mümkün. Dünya çok kirli, kitaplara sığınıyoruz bu kirlilikten kaçıp ve bu kirli, menfaatçi dünyanın batmasını da canı gönülden arzu ediyoruz. Kelimelerle örülü sıcak Markut ülkesinden bahsedelim birazda. Ülkeyi tanıtır mısınız? Bu ülke yönetim şeklinin, vatandaşlarının ayrı ayrı kurgulandığı bir ütopya değil. Bu ülke az önce de
nız? Ve oradan mülhem mi yazacaksınız? Özel bir amaç gütmedik yazılarımızı bu yönde yazmak için. Kafamızın içinde var olan bu düşünce belki de bizi buna yöneltti. Markut edebiyat ve şiir dünyasına nasıl bir pencereden bakıyor? Özgür ve yenilikçi bir pencereden bakıyor. Ahiret suallerinin tarzı bence çok hoş. Söyleşileriniz hep böyle olacak yoksa bu tarz Ali Lidar için miydi? Nabza göre şerbet diyebiliriz. Herkes tarafından sorulan soruları yeniden sormak yerine Ahiret Sualleri sormayı tercih ettik. Her defasında aynı sorulara cevap vermek yazarları da sıkıyor belli bir zaman sonra. Ancak bir Nuri Pakdil olursa muhatabımız daha ağırbaşlı sorular sorarız. Nerde nasıl soru sormak gerektiğini bilmemiz gerekir söyleşi için. Markut’un çizgi ve tasarımıyla ilgili konuşalım biraz da. Kapaktaki ütopik çizim hakkında; belki de sorulmaması gerek ve okuyucunun yorumuna bırakılmalı ama, o ne anlatıyor?
Neden buna ihtiyaç duyduk peki? Çizgi dışına çıkmak istedik en başta. Dergi çıkarmanın anayasada kuralları yazamıyor sonuçta ve bu şekilde de dergi/fanzin olabileceğini göstermek istedik. Canımızın her istediğini yaptık kısacası ve yapmaya da devam edeceğiz. E-postanıza gönderilen ürünleri değerlendiriyor musunuz? Tabiki değerlendiriyoruz. Fanzin vasıtası ile çok kıymetli yazılar yazan insanlarla tanıştık. İkinci sayıda psikolojik yazılar içeren bir köşe yapacağız ve bu e posta değerlendirmesi sonucunda oluştu. Markut’un satışlarının maliyetini bile karşılamadığından eminim. Markut’un sizlerin kredi ve bursları dışında bir sponsoru var mı? Mali bir kaygı gütmeyişimiz fanzinin ederinden anlaşılıyor olsa gerek. Bırakın kar yapmayı ikinci sayının parasını bile çıkaramadık. Ama henüz bir ay olmuşken baskıdan döneli elimizde hiç fanzin kalmadı, az basıp yok satıyoruz. Cebimizdeki harçlık dışında herhangi bir sponsorumuz yok şimdilik, bu ol-
mayacağı anlamına gelmiyor fakat. Bu söyleşiyi okuyan hayırsever biri bize sponsor olmak isterse neden kabul etmeyelim ki? Birinci sayı çıkalı epey oldu. İlgi nasıl ve beklentileriniz neydi? Karşılaştıklarımız ilgi ve beklentilerimizin ötesinde oldu açıkçası. bu işi yapmaya karar verdikten sonra kendimizden bile emin değildik, ortaya ne derece bir şey koyacağımızı bilmiyorduk. Kafamızda hep en iyisini yapmak vardı sadece. Fanzin elimizde kalacaktı belki de, bilmiyorduk ne olacağını. Kötü eleştiriler yerine hep övgüler aldık. Eksiklerimiz elbette var, ama eğer iyi şeyler duymasak ikinci sayıyı çıkarmak için böyle istekli olamazdık. Okurlarımız olmadan biz bir hiçiz. İkinci sayı da bizi neler bekliyor? Okurlarımıza fragman tadında bir şeyler söyleyebilir misiniz? İkinci sayıda ilk kadın filozof olan Hyptia’nın biyografisini yazacağız. Kıymetli yazar Güray Süngü ile söyleşimiz var. Hasibe’nin köşesinin ismini Ne idüğü Belirsiz Yazılar olarak değiştireceğiz. Sanırım bu kadar fragman yeterli. Konya 4. Kitap Günleri hakkında görüş ve eleştirileriniz neler? Böyle bir fuar olmamalıydı. Öncelikle indirim namına bir şey yok, biz bu fiyata zaten Bayram Abi’den alıyoruz kitapları, bize her gün fuar. Geçen yıllara nazaran daha iyi yayınlar var ama belediyenin bu etkinliğinde fuar yapmaktan çok reklam amacı güdünce ortaya tuhaf manzaralar çıkıyor. Güray Süngü’nün imza gününe geleceğini katalogda okuyorken bunun gerçek bir haber olmadığını öğreniyoruz mesela. Bunlar olmaması gereken şeyler. Markut’u ve onun ülkesini henüz tanımayan insanlara bir şeyler söylemek ister misiniz? Sevgili okuyucu, ne olursan ol yine gel. Son söz. Söyleyecek sözü olmayan insanlar olduğumuzu manifestomuzda yazmıştık, çok bile konuştuk, yordunuz bizi. Okuyucuya yeterince kendimizi, iç dünyamızı açıyoruz zaten ona söyleyecek son sözümüz yok ancak size söyleyeceğimiz son söz bu sohbetin çok keyifli olduğudur, teşekkür ederiz. Ben teşekkür ederim.