Anadolu Günlük - Sayı 1

Page 1

Hayal kırıklığı

www.anadolugunluk.com

20-27 Mayıs 2013

50 Kr.

Esed’in güvenliği İsrail’in güvenliği Ocak ayından beri Konya’da olan Halep Hakimi Ahmed Mübeyyiz Suriye direnişini Anadolu Günlük’e anlattı. Esed’in gitmesini İsrail’in istemediğini vurgulayan Mübeyyiz, ‘Esed’in güvenliği İsrail’in güvenliğidir’ dedi.

Üstad böyle ilk kez anılıyor TÜRK düşünce, sanat ve edebiyat dünyasının en önemli isimlerinden “Sultanü’ş-Şuara” Necip Fazıl Kısakürek, eserleriyle olduğu kadar, fikri mücadelesi ile de geçtiğimiz yüzyıla damgasını vurmuş bir isim. Aramızdan ayrılışından 30 yıl geçmesine rağmen, eserleriyle, hatırlarıyla yaşayan Üstad, bugüne kadar birçok programda yad edildi. Vefat yıldönümünde Konya Valiliği, Konya Büyükşehir Belediyesi, Meram, Selçuklu ve Karatay Belediyeleri, Selçuk, KTO Karatay, Mevlana ve Necmettin Erbakan Üniversiteleri ile, meslek odaları ve sivil toplum kuruluşlarınca bir dizi etkinlik tertipleniyor. 3’TE

Suriye’de uzun yıllar hakimlik yapan Ahmed Mübeyyiz, Esed zulmünden kaçarak Türkiye’ye sığındı. Mübeyyiz, Anadolu Günlük’e yaptığı açıklamada Esed rejiminin İsrail ile bir sorununun bulunmadığını belirterek, darbeyle iktidara gelen Hafız Esed’in İsrail’in onayını almak için İsrail’e Golan Tepelerini verdiğini, böylece İsrail’in sınırları korunmuş olduğunu vurguladı. İsrail’le Suriye arasında hiçbir anlaşma olmadığını anlatan Mübeyyiz, “Anlaşma Esed’in kendisidir. Esed yönetimde olduğu sürece İsrail güvendedir.” diye konuştu. Özgür Suriye Ordusunun direnişini de anlatan Mübeyyiz ile yaptğımız söyleşi 4’TE.

Hepimiz bir milletiz “Biz bir milletiz” sloganıyla kurulan Mevlana Uluslararası Öğrenci Derneği’nin bu yıl altıncısını düzenlediği uluslararası öğrenci buluşması cuma günü Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın katılımıyla başladı. Konya’da 83 ülkeden bin 500 öğrenciyi misafir eden derneğin programı Kültür Park’ta pazar günü son buldu. 5’TE

PTT 1. Lig Play-Off karşılaşmasında Torku Konyaspor sahasında, Bucaspor’a 1-0 yenilmesiyle işleri zora soktu. Torku Konyaspor Teknik Direktörü Uğur Tütüneker “Bu maçta kendi ipimizi çektik” dedi. Buna rağmen hiçbir şeyin kesin olarak bitmediğine dikkat çeken teknik adam “ikinci maça şansımız elbette var” dedi. 15’TE

Konukoğlu

Zekatsız malın bereketi olmaz Sanko Holding Yönetim Kurulu Başkanı Abdulkadir Konukoğlu, “Zekatı verilmeyen malın bereketi olmaz” dedi. Bin 500 öğrenciye burs verdiklerini, 100 bin kişiye gıda yardımı yaptıklarını v 20’den fazla okul, 9 cami yaptırdıklarını kaydeden Konukoğlu, 10. caminin temelini önümüzdeki günlerde atacakalarını dile getirdi. Konukoğlu, “Siz zekat verdikçe malınız bereketlenir” diye konuştu. 10’DA

Katil, kanından bulunacak Akşehir’de geçen yıl kurstan çıktıktan sonra kaybolan ve 4 gün sonra bir meyve bahçesinde boğularak öldürülmüş halde bulunan 13 yaşındaki Hatice Çiftçi cinayetiyle ilgili olarak yaklaşık 100 kişiden kan örneği alınmaya başlandı. 11’DE

25 Mayıs Dünya Hacamat Günü Dr. Mehmet Portakal, hacamat tedavisinin klinik çalışmaların etkinliğiyle uygulanan hastalarda, olumlu sonuçlar verdiğini kaydetti. 25 Mayıs Dünya Hacamat Günü dolayısıyla açıklamalarda bulunan Portakal, havamat tedavisinin Peygamber Efendimizin de tavsiye ettiğibir tedavi yöntemi olduğunu dile getirdi. 12’DE


2|

A

llah’ın selamı rahmeti bereketi üzerimize olsun hep beraber. Selamette olmanın “istikamet” üzere olmak demek olduğu şuuruyla… Şu cahillikler dünyasında “istikamet” üzere olmayan nasıl selamette olabilir… Her şey olmak mümkün bu dünyada belki, zengin fakir, âlim cahil, amir memur, ama “istikamet” üzere olamadıktan sonra, ne fayda… *** Anadolu’nun Günlüğü olsun demişti Ahmet Aka gazete çıkarmaya ahdettikten sonraki hazırlık toplantılarımızdan birinde. Anadolu’nun günlüğü manasına Anadolu Günlük… Bu gazetenin hemen hemen her şeyi diyebileceğimiz dostumuz Ahmet Aka oldu böylece isim babası da… *** Evet Anadolu’nun Günlüğü olsun amenna da hangi yönü ile yazmalıydık günlüğünü Anadolu’nun… Kaydı tutulmaya değer yönü neydi bu hayatın? Anadolu’nun olmuş, olan ve olacak –olması gereken- yönü dikkate alındığında biz neresinde durmalıydık bu tarihi sürecin… Bu tarihi süreç, çağın insanı bunaltan karanlığından insanı selamete ulaştıracak İlahi hürriyete doğruydu, rol alabileceğimizi düşündüğümüz, varoluş gayemiz olarak sorumluluğunu duyduğumuz… *** Yadsınamaz bir gerçek ki Anadolu şakası olmayan süreçler yaşadı son birkaç yüzyıldır. Hemen yüzyıl öncesine sövmek yeni “resmiyet”in tek varlık sebebiydi sanki. Hangi akıl bunun kasıtlı olmayan, tabii bir süreç olduğunu iddia edebilir. İnsan yanlış yapabilir o başka elbette ama bu yanlışa düşmekten başka bir şey olsa gerektir. Açıkçası dinine, diline, irfanına örfüne yönelik, bizim olmuş, bizden olana yönelik ne varsa taammüden bir cinayete maruz kaldığını kabul etmek gerekir “Anadolu”nun… Düne nazaran küfrün kesafetinin azaldığını düşündüğümüz “bu gün” bile, mesela, İngilizcenin ilköğretimdeki mecburi varlığının yanı sıra bırak devleti, insanımızın kendi imkanları ile açacağı okullarda bile dînî –İslâmî ilimleri yontulmamış halleri, oldukları şekliyle meşru ve yasal zeminlerde, kendine mahsus tabiî yaşam alanları içerisinde tahsil edebilmesinin mümkün olmamasını, elbette razı olmadığımız ama matah bir şeymiş gibi önümüze konulan liberal demokrasinin rüzgarının bir türlü “biz”den yana esmemesini, bu imkanların yasalar eliyle engellenmiş olmasını hadi açık söyleyelim “medreselerimiz”in varolmasını engelleyen kastın dimdik ayakta olmasını, Anadolu’nun taammüden cinayete maruz kalmış olmasından, bu sürecin yumuşak bir usulle, ama tavizsiz bir şekilde, devam ediyor olmasından başka nasıl izah edebiliriz… Bizim lehimize olmamak üzere delinmemiş yeri kalmamış olan, eğitimde İslâm’ı ve İslâmî olanı dışlamak kastıyla oluşturulmuş tedrisattaki “tevhid”in, o tevhidin arkasındaki iradenin dimdik ayakta olmasını… Yeni yetmeler sonradan görmeler ve devşirmeler ne derlerse, nasıl değerlendi-

rirlerse değerlendirsinler… Bu, bizler için böyle.! *** Hasılı yaşanmış bir süreç halinde tarih başımıza geçeli çok oldu bu topraklarda. Bu topraklarda bizim başımıza geçirilmiş olmasıyla beraber adeta arzın da başına geçirilmişti tarih… Biz silindik tarihten ve zaman durdu adeta, insanın, insanlığın zamanı… Bir mikrop tebelleş olmuş, yiyip bitirip iktidarını ilan etmişti bünyemizde, kokmuştu dört bir yan, biz bizde değildik ve dünya kendinde değildi nice zamandır… Baş “kötü-çirkin ve yanlış” olan kusmuştu üzerimize sarhoş kusmuğunu… Çaresiz bir zamanımızda… Böylece başlamış oldu “Fetret devrimiz”… *** O kusmuktan, o kusmuğun karanlığından, şuura pranga vuran dehliz hürriyetinden Hak’kın hürriyetine, selametine ermek çabasıyla geçti yıllar, ümmetin yılları… Ne destanlar yazıldı bu süreçte. Ne ümitler taşındı yarınlara, doğacağı müjdelenmiş olan yarınlara, müjdeye nail olmak niyazlarının eşliğinde, ne zulümler gördü karanlığın emir erlerinin elinden bu ümmet… Nice zamandır kendini aramanın sürecini yaşadı, küllerinden doğabilmenin sancısını çekti, isimli isimsiz kahramanların hafakanları boyunca… İstikamet üzere olan, irili ufaklı bütün gayretler, inşallah hiç biri boşa gitmemiş olmak üzere, bütün boğulma ve yok edilme çabalarına rağmen, insanlığın haysiyeti adına bütün Müslümanlar, kendi çaplarınca hayalini kurdukları “yaşanmaya değer nizam” hasretini terennüm ettiler, amellerine yansımış sonsuzluk bestesinden ilhamlı, haysiyet şarkıları dillendirildi… Bu besteleri susturmak, olmazsa kendi içinde boğmak, olmazsa hakikatlerinin yerine sahtelerini ikame ederek saptırmak için ne tezgâhlar kuruldu, ne karanlıkları aştı bu ümmet, Allah’ın izni-lütfu ile… En son 28 Şubat kötülüğü idi semalarından yağan zift halinde, kötülerin ve kötülerin çocuklarının elinden… O zamanda kendisini “harcamaktan” çekinmedi, Tek- Bîr olana, rahmeti gazabını geçmiş olana sığınarak, mazlumunu mazur görerek, haykırdı yiğitleri ümmetin: “Dur demeli bu gidişe. Her şey “mutlak bir” için. Her şey “mutlak fikir”le…” (S.M) nidasını… Bu aziz toprakların, insan Rabbini bilsin diye

yaratılmış arzın semalarına… *** İnsanlığın son adası olan ümmet, bir kez daha kritik devreler atlattı yeniden, atlattı diyebileceğimiz zamanlarda isek de her ne kadar bitmiş bir şey yok henüz işin gerçeği, başka kisveler altında maksattan, menzilden, murattan uzaklaştırma taklaları atmakta hala kötülük, kesafetini kaybetmiş olsa da her ne kadar bu gün, teneffüs ettiğimiz kirli bir hava gibi hala kendini solutmakta insanlığa… Bu onun biricik tarzı gerçi yedire yedire dönüştürmek. Onun için dikkat etmek, savsamamak zarureti. Onun için “fikir-itikat” bünyesine musallat mikroplardan kurtulma, kendi hal muhasebemizi yaparak yürümek zarureti… Kötülük tamamen defedilmeden, “doğrunun olmadığı yerde iyi de yoktur” hikmetine binaen ki kötülük “iyi”nin olmamasıdır, iyi-doğru-güzel’in iktidarı tesis edilmeden, kötülükten kurtulunmuş sayılmaz şüphesiz. Böylece çevremizi sarıverecek olan küfür, zulüm ve fitneden başkası olmayacaktır şüphesiz… Tırnağının ucu kanasa abdestin tamamının bozulması misali, iyilik bir bütündür ve parçalanmayı kaldırmaz bünyesi. Onun için ya hepiyle varolabilir ya tamamen yok olur iyilik…“Ya hep ya hiç” hikmetinin kıymeti anlaşılmıyor mu savrulmuşluğumuza bakarak?.. “Kendisinden kıl kadar ayrı düşülünce ortada hiç kalmayan bir şey varsa, o da Şeriat’tır” hikmetinin kıymeti.. Kendi yaşam alanlarımızı oluşturma zaruretimiz… Onun için kötülüktenkaranlıktan tamamen kurtulmanın tek yolu oluyor “Mutlak Fikrin” iktidarı, iyiliğe- aydınlığa çıkabilmenin… İnsan olabilmenin… …. Artık bu gün önümüzdeki en büyük meselelerden birisi medeniyetimizin yeniden varoluşu, iktidarının tesisi sürecinin önündeki en büyük engellerden birisinin liberal dünya ve onun çamur vasatı, onun yapış yapış tiksinti uyandıran, neon lambaları altında şuuru kör eden yapısı olduğu gerçeğidir. Aksi halde dün “kötü”lerin elinde “kötülüklerin” merkezi olmuş birimlerde bu gün “iyi”lerin görev alıyor olmasına nazaran değişen pek de fazla bir şeylerin olmamasını nasıl izah edebileceğiz… Önümüze çıkan “Liberal Dünya” vahasında savrulmuşluğumuzu nasıl izah edeceğiz? “Yokuş sökülmüş” ama önümüze çıkmış vahada, vahanın rehavetinden mi, yok-

sa ezikliği tatmin eden makamlara ulaşılmışlıktan –ulaşmışlığımızdan- mı yoksa zaten fikirden çok psikoloji ile yürümüş olmamızdan mı bu güne kadar, ayrı dava, biz ne yapacaktık bir yere mi gidecektik edalarında kaybolmuş olma hallerimizi nasıl izah edebileceğiz… Hedefini izah edememiş her hareketin kaçınılmaz akıbeti diye mi izah etmeliyiz, mevcut hâli… Bu ağır bir ifade mi olur yoksa, yoksa “mücahit” iken “müteahhit” olmuşluğumuzun izahını başkalarına mı bırakacağız… Biz yapmayacaksak kimler yapacak bu hayati muhasebeyi? Ve mezara bir adım daha yaklaşmışken bu gün… *** Anadolu’nun Günlüğü, hayatın içinde, hayatın kıvrımlarında arayacak “iyi-güzel-doğru”ya giden yolu… Bu süreçte, teorik atmasyonculuğa pirim vermeyecek, entellektüel kepazeliğin, tepeden bakmacılığın adını “fildişi kule” koymayacaktır muhakkak, sevecek- sövecek yeri geldiğinde, yeri geldiğinde aşkını açık edecektir… Menfaatinin kavgasını vermenin adına “dava” deme rezilliğine düşme tehlikesi- nefs muhasebesi kılıcı gibi duracaktır kendi tepesinde, Hak’kın koyduğu… Olması gereken halinde… Anadolu’nun Günlüğü’nü yazmaya ahdetmiş olanların bu şartlarda dedikodu tezgâhı olmak gibi bir rol üstlenemeyecekleri de açık olmalı. Ne dedikodu yazarlığı ne de al takke ver külah cambazlığına tenezzüllerinin olmayacağı da inşallah… Bunun yanında ne “molla”lık taslayacak nede züppeliğe düşecektir, reel olanla yüzleşip Hak’ka yol bulmanın imkânına bakacaktır. Hakikati oluruna getirmeden… Karıncalar gibi çalışıp devler gibi eserler vermek zoru ile karşı karşıya olan, nefs yellemek değil de, “iç”te ve “dış”ta imanının dünyasını inşa tasası taşıyan hassaten gençler elinden yazılmasını ümid ettiğimiz bu günlüğün güdücüleri “rast gele olmak” hakkına sahip olmadıklarının, hep “inşa” kastını gözetmek zaruretlerinin de farkında olmalılar şüphesiz… Hakikatin hatırını dostun hatırına üstün tutabilecek bir idrak ve feraset niyazı ile kötülük, yanlışlık, eksikliklerimizle çıkmış olsak ta yola… Biz Günlüğünü yazmalıydık Anadolu’nun; olmuşunu olanını ve ilahi emir ve hikmetler ışığında olması gerekenine dairini… İdrakimizin el verdiği, ferasetimizin görebildiği ve irfanımızın yettiğince, babalarımızdan devraldığımız gibi devretmemek için bu dünyayı evlatlarımıza… Tevbe halinde olan aciz kullar olarak, “iyi- güzel ve doğru”ya yönelik yürüyüşünde ümmetin iyi ve kötü arası yaşanan bu kadim sürece kayıtsız kalamayacak olanların zorunluluğu olmuş oldu böylece “Anadolu Günlük”… *** “Güzel isimlerinin arasında “Galib” isminin sahibi Allah’ın adıyla” bismillah diyelim bizler...


Üstad ilk kez böyle anılıyor Şairler Sultanı Necip Fazıl Kısakürek, aramızdan ayrılışının 30. yıldönümünde, sevgi ve hoşgörünün başkenti Konya’da birçok etkinlikle anılıyor. Hafta boyunca düzenlenecek konferans, sempozyum, tiyatro, sinema, konser, belgesel gösterimleri ücretsiz olarak takip edilecek. Büyük şair ve fikir adamı Necip Fazıl Kısakürek, 2026 Mayıs tarihleri arasında çeşitli programlarla Konya’da anılacak. Aramızdan ayrılışının 30. Yıldönümü münasebetiyle Cumhurbaşkanlığı’nın resmi himayesinde gerçekleşecek etkinlikler için ön hazırlıklar tamamlandı. Anma programı Türkiye çapında şimdiden büyük yankı uyandırdı. Programların amacına ulaşması açısından Konya eğitim camiası çok önemli bir sorumluluk üstlenmiş oldu. Konya’da Valilik, Büyükşehir ve metropol ilçe belediyeleri, üniversiteler ve mesleki kuruluşların ortaklaşa düzenleyeceği etkinliklerin takvimi Mart ayında bir basın toplantısıyla kamuoyuna duyurulmuştu. 560 BİN KİTAP ÖĞRENCİLERLE BULUŞTU aHafta boyunca şehirdeki ilk, orta, lise ve üniversite öğrencilerine yönelik Necip Fazıl’ı biyografik olarak anlatan, Büyükşehir Belediyesi’nce özel olarak hazırlatılıp bastırılan 500 bin kitabın dağıtımı başladı. Gerçekleştirilen bu yaygın okuma programı sayesinde Necip Fazıl’ın eserleri gençlerle buluşturulmuş oldu. SEMPOZYUM 3 GÜN DEVAM EDECEK Hafta boyunca sürecek etkinliklerin belkemiğini N. F. Kısakürek Sempozyumu oluşturuyor. Konya Büyükşehir Belediyesi ve Selçuk Üniversitesi’nin düzenlediği sempozyuma yerli yabancı çok sayıda bilim adamı katılıyor. 3 gün boyunca 16 oturumda gerçekleştirilecek sempozyumun ardından etkinlik, panoramik şehir turu ile tamamlanacak. 30. YILDA 30 KONUŞMACI, 30 KONFERANS Nisan ayının 24’ünde başlayan ve 25 Mayıs’ta sona erecek olan “30 Kitap Konuşmacı” başlıklı konferanslar dizisi de daha çok lise ve üniversite gençliği düşünülerek planlanmış. Gençliğin el kitabı olarak bir döneme damgasını vuran kitaplar etrafında yeni başlıklarla yapılacak sohbet/ söyleşilerde öğrenciler, hem Necip Fazıl’ı tanıyor hem de kültür, sanat adamlarıyla tanışma fırsatı buluyor. Necmettin Erbakan Üniversitesi’nin düzenlediği konferanslar listesinde D. Mehmet Doğan, Dr. Abdullah Harmancı, Mustafa Özçelik, Mesut Uçakan, Arif Ay, Doç. Dr. Huriye Martı, Ali Haydar Haksal, Mehmet Tahir İkiler, Muzaffer Doğan, Doç. Dr. Yunus Ayata, Mustafa Aydoğan, Sadık Yalsızuçanlar, Prof. Dr. Hakan Poyraz, Mevlana İdris Zengin, Dursun Gürlek,

RASI

Mustafa Armağan, Ömer Erdem, Alim Kahraman, Prof. Dr. Şükrü Karatepe, Prof. Dr. Sami Güçlü, Mustafa Miyasoğlu, Dr. İbrahim Demirci, Prof. Dr. Turan Koç, Prof. Dr. Raşit Küçük, Prof. Dr. Ömer Dinçer, Prof. Dr. Mehmet Tekelioğlu, Prof. Dr. Durmuş Günay, Dr. Ekrem Keleş, Prof. Dr. Beşir Atalay ve Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’nun isimleri geçiyor. TİYATROLAR, SERGİLERLE DOLU DOLU BİR HAFTA Hafta boyunca yerli yabancı tüm Necip Fazıl dostları için açık kalacak sergilere de yer veriliyor. Konya Büyükşehir Belediyesi’nin düzenlediği sergide sesli, görüntülü, objeli ve basılı çalışmalara yer verilecek. Necip Fazıl’la bir arada isimli Üstad’ın hayatını, eserlerini, sanat anlayışı ve mücadelesini etkileyici bir sunumla ortaya koyacak ve genç kuşağın ilgisini çekmesi beklenen “video mapping” gösterimi ilk kez bu etkinliklerde yer alacak. Hat sanatıyla yazılmış şiirler, Üstad’la ilgili gazete haberleri, kitapları, özel eşyaları, fotoğrafları hafta boyunca ziyaret edilebilecek. Necip Fazıl Kısakürek’in şiirlerinden seçilecek mısra, beyit ya da dörtlüklerin Osmanlı Türkçesi imlası ile 30 hattat tarafından tasarlanarak klasik birer hat eseri olarak yazdırılması çalışmaları başladı. Çalışma sonunda ünlü hat sanatçılarımızın eserlerinden oluşan bir albüm hazırlanacak ve söz konusu eserler karma sergide sergilenmesi sağlanacak. Etkinlik, Selçuk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Geleneksel Türk Sanatları Bölümü Hat Ana Sanat Dalı Başkanı Yrd. Doç. Dr. Fatih Özkafa’nın sorumluluğunda Konya Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenecek. Konya İl Kültür ve Turizm Müdür-

lüğü’nce sergilenecek oyunlar ise şöyle: Para (Ankara Devlet Tiyatrosu), Benim Adım Bay Necip –(Konya Büyükşehir Tiyatrosu), Bir Adam Yaratmak (Meram Belediyesi Tiyatrosu) , Püf Noktası (Oyuncu Tayfası Tiyatro Grubu - Bahçelievler Belediyesi) Oyunlar, Mevlana Kültür Merkezi, Konevi Kültür Merkezi, Konya Devlet Tiyatrosu Salonu ile Akşehir, Ereğli, Beyşehir, Seydişehir gibi ilçelerde de gösterilecek. ÖZLENEN NESLE BELGESELLER IŞIK TUTACAK Başta Cumhurbaşkanımız ve Başbakanımız olmak üzere Necip Fazıl’la tanışma fırsatı bulmuş devlet, düşünce ve kültür sanat adamlarının hatıralarının yer alacağı hem belgesel film hem de hatıra-kitap Selçuklu Belediyesi tarafından hazırlanıyor. Ayrıca Üstad’ın “özlenen nesil” dediği kuşaklar için ufuk açıcı bir eser niteliği olan 30 aydının gözünden N. Fazıl’ın anlatılacağı “30 Necip Fazıl” kitabının yayın hazırlığı devam ediyor. FİLM GÖSTERİMLERİ, ŞİİR DİNLETİLERİ, KONSERLER Necip Fazıl Kısakürek’in eserlerinden uyarlanan sinema filmleri Kule Site ve M1 Avşar sinemaları 6 numaralı salonunda 11.00-13.00 seanslarında ve Büyükşehir Belediyesi Gençlik Merkezi’nde hafta boyunca ücretsiz gösterimi yapılacak. Bir Adam Yaratmak, Reis Bey, Diriliş, Zehra, Yangın Var, Çile isimli Necip Fazıl’ın eserlerinden senaryolaştırılan klasikleşmiş filmleri, KTO Karatay Üniversitesi sinemaseverlerle buluşturacak. Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Müdürlüğü Cumhurbaşkanlığı Klasik Türk Müziği Korosu, Genel Sanat Yönetmeni Mehmet Güntekin yönetiminde “Mevlana’dan Necip Fazıl’a” isimli bir konser icra edecek. Ayrıca Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Müdürlüğü Antalya Senfoni Orkestrası Sanatçı Uğur Işılak’ın solistliği ile Necip Fazıl’ın bestelenmiş eserlerini seslendirecek. Konya Devlet Tiyatrosu sanatçıları tarafından da bir Teatral Şiir Dinletisi icra edilecek. ETKİNLİKLER İÇİN SİTE HAZIRLANDI 24 Nisan’da başlayıp 26 Mayıs’ta sona erecek tüm faaliyetler için aylar öncesinden zengin içerikli bir web sitesi de oluşturulmuş. nfk.org.tr sitesinde Necip Fazıl’ın biyografisi, sanat ve fikir yaşamı ile, şiirlerinden seçmeleri yanında etkinliklerin basın toplantısı ile haberler, duyurular ve etkinlik takvimi ile medya görsellerine yer verilmiş.

|3

“Konya ayağa kalktı” 24 Nisan’dan beri liseli gençlerle “30 kitap 30 konuşmacı” etkinliklerinde beraberiz. Gençler, hiç okumadıkları, hiç görmedikleri yazar, şair ve akademisyenlerden Üstad N. Fazıl’ı ve davasını dinlediler. Zamanında bitmeyen ve akademik ders havasında geçen konuşmalardan sıkılsalar da satır aralarından hatıralarında, hafızalarında pek çok iz kaldı. Aç susuz yollara düşen, 30 gün boyunca her türlü fedakarlığa katlanan öğrencilerimize, onlara eşlik eden öğretmen ve idarecilerimize ne kadar teşekkür etsek azdır. Sosyal medyanın esaretinde, hızlı ve şiddetli bilgi akışı içinde, neyin doğru neyin yanlış olduğunu henüz tahlil edemeyen bilgiye ve fikre aç zihinler için bu etkinliklerin önemi herhalde görmezden gelinemez. Dünyaya billûr gözlerle bakan, herkesi dost gören, pusudaki düşmanını bile tanımayan gençleri korumak, kollamak olduğu kadar bir dava adamının mücadelesinden şehre yeni bir pencere açmaktı gaye. Valilik, Belediyeler, Üniversiteler, Meslek Odaları ve STK’ların eğitim, kültür, spor, vb. etkinliklerde taşın altına elini, bedenini koyan, gece gündüz demeden koşturan mücadele adamlarını bu vesileyle selamlamış olalım. Diğer taraftan Konya basınının haber arayışında “siyaset, spor ve magazin”den başka bir şey düşünmediğini de teyid etmiş olduk. Birkaç program dışında basınımızda programları göremedik. Salonu kapılarına kadar dolduran ve Emniyet’in de bizzat takip ettiği Mustafa Armağan konferansında ve konferans sonrasında birçok haber çıkardı ancak Konya basını orada yoktu. “Akîl Adamlar”dan olması bile, gazeteci dostlarımıza; kendisinden birçok haber çıkarma fırsatı verebilirdi. Velhasılı 30 konferans bu hafta Bakanlar Beşir Atalay ve Ahmet Davutoğlu’nun katılımlarıyla sona erecek. Haftanın açılışı ise 20 Mayıs’ta sempozyumla başlıyor. Hafta boyunca tiyatrolar, sinemalar, konserler, sergiler ve nefis belgeseller sizleri bekliyor. Bu fırsat bir daha gelmez. Bir başkası için de böyle büyük çapta organizasyonlar yapılır mı bilmiyorum. Ancak Cumhurbaşkanımız’ın bu etkinlikler için “Konya ayağa kalktı, Kayseri n’apıyor?” dediğini duyduk. Gururlandık. Hazır ayağa kalkmışken, Allah oturtmasın diye dua edelim o halde. Tabii ki Konya daha büyük ve daha coşkulu organizasyonları hak ediyor. Üstad’ı ve mücadelesini seven herkesi faaliyetlere bekliyoruz, efendim. HAFTALIK “GÜNLÜK”E HOŞ GELDİN… İnsan, bir şey için bedel ödemişse onun değerini bilir. Düşünce de böyledir. Sahip olduğunuz fikir bir bedel ödenmeden ve çilesini çekmeden elde edilmişse etkileri de zayıf olur. Ondan kolayca da vazgeçilebilir. İman etmenin salih amelle insanı insan kıldığı gibi; düşünce de hareketle, aksiyonla anlam kazanır. Elbette yaşanmayan düşüncelerin de başkalarına tesiri olmaz. Ziya Paşa’nın dediği gibi: “Âyinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz”. Tesir etmek için de bazen konuşmak bazen yazmak gerekir. Yazmak dert etmektir, derdi olan yazar çünkü. Kalemi dost edinmenin riskini göze alarak, yazmaya kalkan adam bir daha oturamaz. Söylediğini geri almaz. İnsana ve topluma verdiği mesaj; yaratılışta Allah’ın insana sunduğu yerdir. Yaşamak ve yaşatmaktır zihindeki tasavvurları… Benliğimizin bir parçası yapmaktır onları. O değerlerle anılmaktır. “Kaleme ve yazdıklarına yemin olsun” buyurur Yaratan. Kalemin gücü, kendisine hediye edilendir, nimettir. Bu güç ve dinamizm için şükür vaciptir insana. Günlük, Ahmet Aka’nın uzun süredir hayalinde olan bir gazeteydi… Gazetecilik bir hastalıktır, bırakmaz insanı. Onu da bırakmamış demek ki. Nihayet çıkardı Günlük’ü. İnşallah ismiyle müsemma olur bir gün. Tüm emektarlarına “hayırlı yolculuklar” diliyorum.


4|

Esed İsrail’in adamı! Esed zulmünden kaçarak Konya’ya gelen Suriyeli Hakim Ahmed Mübeyyiz özgürlük direnişini Anadolu Günlük’e anlattı. Yazı İşleri Müdürümüz Ömer Salih Şipleme ile görüşen Mübeyyiz, Esed rejiminin İsrail güdümünde olduğuna işaret ederek, “Esed giderse İsrail çok büyük bir tehlike altında kalacak. Esed İsrail’in adamı” ifadelerini kullandı. Fotoğraf: Hakan Mutlu | Mütercim: Obada Yusuf -İlk olarak bize kendinizden bahsedebilir misiniz? Benim adım Ahmed Mübeyyiz. Halepliyim. 25 yıllık hukukçuyum. Halep’te Birleşik Adliyede hâkimlik yaptım. Bu olaylarda evim ve arabam yandı ve oradan kaçtım. -Evinizin yandığını söylediniz. O olaylarda ailenizden yahut yakınlarınızdan tehdit altında kalan oldu mu yahut sizin için başka sosyolojik bir vaka oldu mu? Büyük ağabeyim bir şarapnel parçasının vücuduna isabetiyle yaralandı. Konya’da tedavi gördü. Tedaviden sonra tekrar Halep’e giderek oradaki fakir halka ücretsiz ekmek dağıtırken hava istihbaratı tarafından tutuklandı. Onu tutuklama gerekçeleri ise ekmek dağıtıyor olmasıydı. Suriye de biz hava istihbaratına Muhabereba-tı Jevviyya deriz biz. Bu istihbarat en korkulacak en kötü istihbarattır. -Konya’da kardeşleriniz ve akrabalarınızda var mı yoksa yalnız mısınız? Evet var. Ağabeyim Cemal Mübeyyiz. Geçen hafta kurulan Suriyeliler Eğitim ve Öğretim Derneği’nin yönetim kurulu başkanı ve ilahiyat fakültesinde görevli. İki kardeşim daha var. Hepsi aileleriyle birlikte Konya’da yaşıyor. -Konya’ya ne zaman geldiniz ve neden Konya’ya geldiniz? 24 Ocak 2013’te Konya’ya geldim. Türkiye’de birkaç şehirde kaldım. Konya’da gördüğüm ilgi ve Konyalının cana yakınlığı ve bizlere olan yardımseverliklerinden Konya’yı seçtim. Ankara, İstanbul, Gaziantep, Hatay, Mersin gibi şehirlere gittim ama rahat olamadım. Konya’nın ilgisi çok başka... -Suriye direnişine dönmek istiyorum. Nasıl başladı bu olaylar bize anlatır mısınız? Biz Suriye taife bir yönetim tarafından yönetiliyoruz. 1963’ten beri Suriye’de ehl-i

sünnet olmayan Aleviler iktidara hakim. Onlar Suriye’nin yüzde 6’sını teşkil etmekte bizler ise yüzde 85’ten fazla bir çoğunluğuz. Hafız Esed darbeyle geldi. Hafız Esed yönetime geçmek, İsrail’in onayını almak için İsrail’e Golan Tepelerini verdi. Böylece İsrail’in sınırları korunmuş oldu. İsrail’le Suriye’nin arasında hiçbir anlaşma yoktur. Esed zaten anlaşmadır. Esed Golan Tepeleri’ni vererek İsrail’in sınırlarını korumuş oldu İsrail’de Esed’e iktidarı verdi. Esed yönetimde olduğu sürece İsrail güvendedir. Burada bir parantez açarak şunları da söylemek isterim: Beşar Esed’in kuzeni Rami Mahluf Suriye’nin en zenginlerinden biri ve Suriye’de ekonominin daha doğrusu Esed yönetiminin ekonomisinin arka planında yatan adam. Rami Mahluf bu olayların en başında New York Times’a verdiği röportajda şunu dedi: “İsrail’in güvenliği Suriye’nin güvenliğinden kaynaklanmaktadır. Suriye’nin güvenliği bozulursa İsrail’in güvenliği bozulur.” Mahluf bunları söylediğinden bu yana görünmüyor. Yaklaşık iki yıl oldu. -Türkiye’nin fiili olarak direnişi desteklediğini görüntüsü var. Siz bu fikre katılıyor musunuz? Sizce Türkiye direnişi fiili olarak destekliyor mu? Biz Türkiye yönetiminin ve halkının bizi desteklediğini iyi biliyoruz. Ama şöyle bir şey var İran, İsrail, Amerika, Rusya, bu dört ülke Türkiye’yi sıkıntıya sokmak istiyorlar ve büyümesini istemiyorlar. Türkiye bugün BM’deki 197 ülkeden ekonomi olarak on yedinci sırada ve Müslüman bir ülke. Başka kesimlerden insanlarda var elbette ama açık olan bu. Müslüman bir ülkenin daha fazla büyümesini istemediklerinden Türkiye’nin Suriye’ye müdahil olmasını

istiyorlar. -İlk zamanlar Rusya’nın Esed’i desteklediği görülürken, Amerika Türkiye’nin jeopolitik konumunu da dikkate alarak siyasi ortağı olarak ortaya çıktı ve Rusya’nın da bu kararları biraz daha yumuşadı gibi görünüyor. Şimdi dört tane ülke saydınız. İran’ı bunun içine katmayalım, İran konusunda pek bir şey diyemeyeceğim, ama Amerika siyasi olarak Türkiye’nin yanında Rusya’nın karşısında duran bir ülke gibi görünüyor. Sizin açıklamalarınızdan şunu mu anlamalıyız: Amerika Türkiye’nin yanında duruyormuş gibi görünse de Türkiye’yi savaşa sürüklemek istiyor? Türkiye’deki iktidar akıllı bir iktidardır. Batı devletleri bugün Türkiye’nin Suriye’ye girmesini istiyorlar. Askerî müdahale ile Türkiye’nin ekonomisi zayıflayacaktır. Askerî müdahalede bulunmayan Türkiye Suriye halkına barınma, gıda, sağlık ve eğitim mevzularında yeterince yardım ediyor. -Bu konuyu şu sorumla bitirip başka bir

konuya geçmek istiyorum: Türkiye tarafından Esed hükümetine yönelik olası müdahale ile Esed Hükümetinin yerini direnişçilere bıraktığını varsayarsak bir durumu nasıl değerlendirirsiniz? Şimdi bu çok büyük bir konudur. Esed yönetimi tüm batılı devletlerden desteklenen bir yönetimdir. Bilhassa İsrail ve Amerika tarafından. İran tarafından da desteklenmektedir. İnançsal bir ortaklık söz konusu… İran’daki Devrim Muhafızları, Hizbullah biliyorsunuz… Yani Esed’in

Suriyeli Hakim Ahmed Mübeyyiz ile yaptığımız söyleşide, direnişin bilinmeyen yönlerini bulacaksınız. gitmesini isteyen kimse yok. Giderse İsrail çok büyük bir tehlike altında kalacak. Bunun için bahsettiğiniz mevzuunun olma ihtimali çok düşük. Çünkü bu olay Esed’den çıktı artık. -Biraz önce Esed Yönetimi İsrail’i koruyor dediniz ya. Esed İsrail’i korurken İsrail niye Esed’e saldırsın? Burada bir gariplik yok mu sizce? İsrail o yerleri vurduğunda Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) çok güzel ilerliyordu. İsrail’in vurduğu o yerlere


|5

Başında da Türk halkı geliyor. Bizler adalet ve kanun devletini kurmayı istiyoruz. Temelde adalet olsun istiyoruz. Ve biz Türkiye’yle beraber çok güzel ilişkilerimiz olsun istiyoruz. Hatta aramızdaki sınırların kaldırılması yönünde çalışmalar yapmak istiyoruz. Suriye’nin yüzde atmış üçü gençlerden oluşuyor ve o gençler çok bastırıldı. Şimdi artık hedefleri hak ve adalet devletini kurmaktır...

- Konuyu başka bir yere taşıyacak olursak… Suriye direnişi yaklaşık üçüncü yılına girdi. Sizce zafer yakın mıdır?

kadar ilerlemişti ÖSO. İsrail’in vurduğu bölgede Esed’in kimyasal silahları vardı ve ÖSO o kimyasallara çok yakındı. O cephanelikteki önemli silahlar direnişçilerin eline geçmesin diye İsrail oraları vurdu. Yoksa Esed’i asla vurmaz, bu çok saçma olur. Biliyorsunuz Esed Humus’ta Alevi devletini kurmaya çalışıyor. Humus yüz ölçümü açısından en büyük şehir. Suriye’nin Konya’sı sayılabilir. Oraya Aleviler yerleşmiş durumda. Esed bütün silahlarını o bölgelere taşıyor, geride kalanlar ise ÖSO’nun eline geçmesin diye vuruldu ve vurulmaya da devam edecektir. -Geçenlerde direnişçilerin İsrail’in kendi yanlarında olduğunu beyan ettikleri haberler çıktı. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Her yerde ÖSO İsrail’e teşekkür etti diye haberler yayınlanıyor. İstihbaratçılar özgür ordunun da içine sızmış durumda. Böyle durumlarda çıkıp büyük bir fitne veriyorlar. Bir istihbarat elemanı çıkıp “Ben özgür ordu komutanıyım. İsrail’e teşekkür ediyorum” diyor. Biz anlamıştık, bunlar Esed’in adımıdır. Suriye’de istihbarat her yerdedir. Mesela Halep’te geçen yıllarda Mahmut Gül Ağası diye bir adam çıktı. Yani düşünün Suriye’de Allah’a, Peygamber’e küfret ama bir devlet adamına, bir polise hakaret etme. Senin sülaleni mahvederler. Bu adam böyle bir durumda çıktı ve Esed’e hakaretler etti. “Ey iktidar” diyor “haksız yere garibanları niye tartaklıyorsunuz!” Millet cu-

malarda hutbede bunu dinliyordu. Yavaş yavaş Irak savaşı geldi ve o adam hutbelerinde ey gençlerimiz Irak’a cihada kimler gitmek istiyor deyip gençleri topladı. Gelin size eğitim vereyim diye çağırdı. Gençler bu adamın etrafına toplandı ve bu adam Müslüman gençleri istihbarata teslim etti. Kısa bir süre sonra da Mahmut Gül Ağası’nı öldürdüler. İstihbarat,

len bir demokratik bir cumhuriyet sistemi midir yoksa şeriat mıdır? Yahut daha farklı bir sistem mi? Şimdi Suriye’yi biliyorsunuz. 30 yıl Esed başındaydı. İsrail’in adamı. Biz onları Müslüman olarak görmüyoruz. Biz Sunniler yüzde seksenden fazlayız ve bastırılmışız. Devletin her kurumu Alevilerin ve şiilerin elinde. Her yerde

Bizim özgürlük dediğimizden kastımız en azından adil bir seçim olsun. Biz kendimizi yönetelim. Demokrasi olsun. Bizler 44 sene boyunca diktatörlükle yönetildik. Artık buna bir son vermek istiyoruz. Suriye’de binlerce yıldan beri insanlar birlikte yaşadı Hafız Esed gelene kadar. O bir bardak içinde denizi boğdurmak istiyordu. Yani biz Ehl-i

görevi bitince bu adamı öldürdü. Aynı Muhammed Said Ramazan Buti gibi. Belki patlamayı gördünüz, adamın biri geldi onu öldürdü. O caminin etrafı çok iyi korunuyor. Rus büyükelçiliği bile orada. Nasıl olur da biri silahla oraya girer? Muhammet Ramazan Buti’nin son açıklaması neydi? “Esed’in bayrağı altında cihat edin” demişti. Onun görevi de buydu görevi bitti, geldiler öldürdüler. -Direnişin ilk zamanlarında halk “Hurriya! Hurriya!” diye bağırıyordu. Bu hürriyetten tam anlamıyla ne anlamalıyız? Bu hürriyet terimi sizler için neleri ifade ediyor? İsteni-

onların akrabaları var. Mesela Rami Mahruf… Bir fabrika kuracaksan her yatırımı sen yapmak zorundasın ama fabrikanın yüzde altmışı onların olur. Mesela petrol devletin hazinesine girmez, Esed’in hazinesindedir. Bizleri bu insanlar yönetiyorlar. Neden bir seçim olmuyor? Anayasada devletin başına geçme şartında yaş en az kırk olmalı ve başkan adayının rütbesi korgeneral olmalı idi. Beşşar Esed 34 yaşındaydı ve rütbesi tuğgeneraldi. İki günde yasa değişti ve seçimde karşımıza tek seçenekler çıkardılar: Beşşar Esed: Evet/ Hayır. Haliyle %99.9 ile seçimi kazandı.

Sünnetleri. Şunu söyleyebiliriz onlar adil olsalardı biz hiç bir şey demezdik. Bütün ehl-i sünnet olmayan mezhepler, taifeler yani Esed’e yardım ediyor. Biz Beşşar Esed’le savaşmıyoruz bütün taifelerle savaşıyor. Bir nevi hak mezhepler ile itikadı bozuk mezheplerin savaşıdır bu. -Suriye’deki devrimin yönetimdeki esası İslam Anayasası’nı ortaya koymak mıdır yoksa yeni düzenlenmiş çağdaş bir sistem mi?

Biz Müslümanız ve peygamberimizin izinden geldiğimiz için onurluyuz. Gerçekten bütün Müslüman halklarla gurur duyuyoruz.

Mademki uluslararası bir mutfak var ve o mutfakta Suriye’nin yemeği yapılıyor o sebepten uzayabilir. Çünkü dediğim gibi sadece Esed’le savaşmıyoruz. O çoktan bitmiş durumda. O yönetimden çekilir çekilmez öldürülür. Ama dünya da büyük mutfak var. Biz Amerika’yla, İsrail’le, İran’la, Rusya’yla ve nicesiyle savaşıyoruz...

- Direnişte yüzbinlerce insan öldü ve zaferin geleceği muhakkak. Zaferden sonra ortaya konulacak yeni sistem bunca dökülen kanların hakkını verebilecek midir? (Konuşmamız esnasında Reyhanlı’daki patlamanın son dakika olarak gelmesiyle konumuz Reyhanlı’ya kaydı) -Bu saldırıyı kesinlikle Acilciler yapmıştır. Biliyorsunuz bu grubun başında bir Türk vatandaşı var. Adı Mihraç Ural. Öcalan’la arkadaştır. Banyas katliamını yapan o ve onun arkadaşlarıdır. Türkiye’den gelen şebbihalar bunlar. Kendisinin bie cephesi de var adını da söyleyeyim: İskenderun Halk Kurtuluş Cephesi olarak çevirebiliriz. (Türkiye’de THKP-C olarak bilinir) Aslolan İskenderun livasını Türkiye’den geri alma cephesidir. Mihraç Ural’ın facebook sayfasına bakın mesela. Her şeyi kendisi yazıyor zaten. Hatay’ın Suriye’nin olduğunu iddia etmekte ve Suriye’ye daha doğrusu Esed ve alevi hükümetine geçmesi için direnmektedir. -Okurlarımıza ayrıca söylemek istediğiniz bir şeyler var mı? Biz Türkiye hükümetine ve halkına çok teşekkür ediyoruz. Bilhassa Türkiye Hükümeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’a. -Teşekkür ederim. Ben teşekkür ederim.


6|

E

ski mi eski kırık dökük bir gemi ve gemide bir avuç yürekli insan, denizde dev dalgalar, gemiyi her an alabora edebilir...

devam ederse on beş yirmi yıl sonra bizlerin ve sizlerin yerinde bambaşka bir nesil oluşacak, büyüğün küçüğe sevgiyi yitirdiği, küçüğün büyüğe saygıyı yitirdiği, batılının yıllardır parçalamaya çalıştığı ve bir türlü başaramadığı, çekirdek ailenin dağıldığı, aile bağlarının koptuğu, paramparça olduğu bambaşka bir nesil...

Aslında bu havada sefere falan çıkılmaz, ama onlar yarın daha geç olabilir endişesiyle yola koyuldular... Belki de dönüşü olmayan bir yolculuktu bu, bir çokları da böyle dedi zaten.. “Bırakın, vazgeçin bu sevdadan. Bu yolculuk sizin hayatınıza mal olur” dediler. “Size bir şey olursa çocuklarınız yetim kalır, aç kalır” dediler, ama onlar kararlıydı ve inandıkları davadan hiç bir zaman taviz vermediler, aç kaldılar, susuz kaldılar, itildiler, kakıldılar, horlandılar, ama hiç bir zaman geri adım atmadılar ve geride kalanları Allaha emanet ederek, demir alıp uzaklaştılar kıyıdan... Çünkü onlar yüce bir davaya inanmışlardı ve de rahatlarını, huzurlarını, servetlerini hatta hayatlarını o yüce davaya adamışlardı... Hiç kimseden bir şey beklemediler onlar, ne takdir, ne alkış, ne şan ne şöhret, tek bekledikleri vardı Allahın rızasını kazanmak.... Böyle bir yolculuğa çıkmak bir delilikti belki, ama onlar da biraz deliydiler zaten, değilse sıcak döşeğinde yatmak, sabahleyin sıcak çorbalarını içmek, çoluğuyla çocuğuyla mutlu bir hayat yaşayıp hayatın kendilerine sunduğu onca lezzetlerden tatmak, onca hazları yaşamak varken böyle tehlikeli ve çileli bir yolculuğa çıkmak hangi akıllının işi olurdu ki... Ama onlar, tüm olacaklara baştan tevekkül edip yola çıktılar... Çünkü onlar her şeyleriyle hakka teslim olmuşlardı ve kahrın da hoş lûtfun da hoş misali, Allah’ın kendileri için taktir edeceği her şeye baştan razı idiler... Kıyıdakiler onlara gıpta ederek ve onların gösterdiği, cesareti ve teslimiyeti gösterememenin ezikliği içinde gözleri yaşlarla dolu el salladılar onlara, dualarla uğurladılar onları... Sokaktaki akıllılar onlar hakkında ileri geri konuştu, gerici dediler hak davasına hayatlarını adadıkları için, onlar hakkında yazdılar çizdiler, çokları küfretti arkalarından, tüm ülkenin geri kalmışlığını, ülkenin ilerleyemeyişini onların sırtına yüklediler her satırlarında... Evdekiler etlisiyle sütlüsüyle tıka basa yedikleri akşam yemeğinden sonra oturup televizyonlardaki dizilerini izlediler, programdan programa zapladılar ... Pazardakiler ise işin ticaretinde, tek amaçları en ucuza alıp en pahalıya satarak kasalarını doldurup, en güzel giysilerden giymek, en iyi arabaya binmek, en güzel yerde tatil yapmak, en güzel villada oturmak sevdasına düştüler, gemidekileri kaderleriye baş başa bıraktılar, onlar için dua etmek bile geçmedi akıllarından... Üstelik, daha ilk okul sıralarında

bizlere “.... binerek atam şahlanan kır atına, haykırdı alçak diye sulatanın suratına... diye şiir okutturarak, bir neslin geçmişi ile bağlarını kesip attılar ve köksüz ağaç gibi kalakaldık ortada. Gemidekiler bu kopan geçmişi yeniden bağlamak, ta Orta Asya bozkırlarından gelen ve İslam harcı ile yoğrularak şekillenip kemikleşen bu öz kimliğimizi aramak, bulmak ve Anadolu insanının önüne koyarak onların tekrar ayağa kalkmasını sağlamak, o bin küsur yıllık kardeşliği tekrar tesis etmek için çıktılar yola, ama sokaktakiler ve pazardakiler, hayatı zehir etti onlara, Allah’ın insanlar için yüce kitabında belirttiği, bir Müslüman için kanun hükmünde olan hükümlere tavizsiz bağlı kaldığı için horladılar onları, bin bir suçla suçlayıp mahkum ettirdiler, yıllarca hapislerde çürüdü bir çoğu... Suratlarına karşı, hem de mahkeme önünde “Zalimler için yaşasın cehennem” diye haykırdı birisi, ““Mehmedim sevinin başlar yüksekte | Ölsek de sevinin eve dönsek de |Sanma bu tekerlek kalır tümsekte |Yarın elbet elbet bizimdir | Gün doğmuş gün batmış ebed bizimdir.”” diye haykırdı öteki, açın kapıları Osman geliyor diye hapishane koridorlarını inlettiler ve daha niceleri hiç aldırmadılar kendilerine reva görülen bu zulme.... Şimdi biz kıyıdakiler onların destanlaşmış hayatlarını genç nesillere anlatmak için konferanslar sempozyumlar düzenliyoruz... Onların bıraktığı bayrağı alıp hedefe yürümek yerine, keyifle kahvemizi çayımızı yudumlayarak onları hikayelerini anlatarak milletin gazını alıp, aslında milli ve manevi duygularla şarj olması gereken çığ gibi büyüyen genliğimizi deşarj ediyoruz... Onlar “Kim var?” denildiği zaman, sağına soluna bakmadan “Ben varım!” diyecek -şuurlu ve imanlı bir gençlik derken, bizler suya sabuna dokunmadan elimizi yıkayarak onların maldan, candan hatta yardan vazgeçerek destanlaşmış hayatlarını anlatarak görevimizi yaptığımızı sanıyoruz, onların yaşadığı acılardan, çilelerden bedavadan itibar kazanmaya çalışıyoruz... Kısacası demokrasi tarlasında yan gelip yatmaktan başka başardığımız tek bir şey yok. Ankara’ya on dört yiğit gönderdik ama onlardan da gideli beri ses seda çıktığı yok, bazıları hatırlı dostlarının sünnet düğünlerinde görünseler de sağlıklarından, sağ olduklarından

endişe duyar olduk, inşallah gelecek seçimlerde sağ selim geri dönerlerde tekrar fakir fukaranın arasına karışırlar diye dua ediyoruz... Sevgili dostlar, Ortadoğu’nun paramparça olduğu, her gün üzücü haberlerle televizyonlarımızı açtığımız şu günlerde tekrar oturup düşünmek zorundayız ve kendi kendimize “Sen ne yaptın?” diye sormak zorundayız... Hz. Mevlana’nın yok vuslat yıldönümü, yok Konya’ya gelişi programları yaparken yıllardır aramızdan neden bir Mevlana daha çıkmadı diye sormak zorundayız... Hocalarımızın vaazlarında Hz. Ebubekir’in cömertlik hikayelerini ağlayarak dinlerken neden bin dört yüz kusur senedir aramızdan bir Ebubekir çıkmadığını sormak zorundayız... Hâlâ uzun vadeli bir kültür politikamız yok, hâlâ uzun vadeli bir çocuk politikamız yok... Şükretme alışkanlığımız tükendi, yok oldu, işçilerimiz memurlarımız az kazandığından şikayetçi, esnafımız iş yapamadığından şikayetçi, evimin yanında bir okul var. Maşallah öğretmenlerimiz son model arabalarıyla okula gelip gidiyorlar, ama onlar da maaşlarının yetmediğinden şikayetçi... Lakin hiç kimse daha sabi yaştaki çocuklarımızın Amerikan yapımı papazları dünya tatlısı insanlar olan, karakterlerinin dehşet saçan silahlarıyla, çocuklarımızın bilinç altına acımasızlık duygusu yerleştirdiği çizgi filmlerden şikayetçi değil... Herkes Muhteşem Yüzyıl dizisinden şikayetçi, ama neden biz gerçeğini yapmıyoruz sorusunun hâlâ cevabı yok... Onlar o fırtınalı havada yola çıktılar ve hayatlarını hak davasına vakfettiler, dünyaya sırtlarını döndüler, halk katında ve hak katında devleştiler, ama bizler dünyaya sarıldık, sarıldıkça da küçüldük, küçüldük, küçüldük... Ve bu çile ve yüce davanın yolcuları tükendi, ateşin etrafında yanma pahasına da olsa pervaneler gibi dönmekten kaçınmayan son yolcuları da hapishanelerde unutuldu, göğsümüzü gere gere Necip Fazıl haftaları düzenlerken, tek amacı onun davasını bayraklaştırmaya çalışanlar hâlâ hapislerde çürüyor... Şimdilerde ise hiç kimsenin bu çileli yolculuğuna çıkmaya niyeti yok, herkes lortlar kamerasında seyahat etmeye alışmış ve hiçbirimiz lüksümüzden, keyfimizden fedakârlık yapamıyoruz... Anlayacağınız hepimiz rehavet içindeyiz sevgili dostlar, eğer bu böyle

Hülasa bizler, hele işleri tıkırında olanlarımız, işlerinin içinde, yoksul olanlarımızsa yoksulluğunun içinde kaybolup gittik... Müslüman her şeyin en iyisine layıktır diyerek löp löp götürüyoruz her şeyi. Benimle mi kazandı diyerek, fakirden yoksuldan koptuk, sanki sadece ramazan ayında fakirin karnı acıkırmışçasına, ramazan ayında sevapların katlanmasını göz açıklık bilerek ramazan aylarında üç beş kuruş fitre ve zekatla hatırlar olduk onları...

Aslında en zenginle en fakirin arasında otuz dokuz misli olması gereken açıklığı üç bin dokuz yüz misline, milyonlarca misline katladık ve arada uçurumlar oluşturduk... Müslümanlar bu uçurumu es geçti, sosyalistlerse başka türlü yollarla bu uçurumu çözmeye çalıştı, ama onlarda çözemediler... Bizlerse kazanma hırsıyla her yolu mubah sayan tüccarların her an farklı şekillerde model değiştirerek, renk değiştirerek, güç değiştirerek piyasaya sürdüğü teknolojik nimetlerin peşinde koşarken, onları satın alıp evimizin köşesine yerleştirme sevdasıyla yandık tutuştuk... Tüm kazancımızı onlara yatırdık böylelikle cömertlik yapacak, tasattuk edecek kuruş kalmadı cebimizde... Sevgili dostlar, biraz kendimize çeki düzen verip, zengin ve fakir arasındaki bu uçurumu kapatmak zorundayız, hak davası yolunda, İslam’ı tebliğ yolunda yol almak isteyen insanlarımıza, gençlerimize destek olmak zorundayız, bu zorunluluk toplumumuzda tekrar birlik ve beraberliğin, kardeşliğin güç bulmasına büyümesine vesile olacaktır.... Unutmayın ki, varlıklı olanlarımız varlıkları ile yoksul olanlarımızla yoksullukları ile imtihan oluyoruz. Bu imtihanı hep birlikte kazanmak çok mu zor. Hiç bir şey yapamıyorsak bari, içimizden yüreği pek, gönlü tok serden geçti insanlar, toplumu sürükleyecek dava adamı liderler yetişmesi için Allah’a dua ederek göz yaşı dökelim ve böylelikle, Necip Fazılları, Osman Yükselleri, Said-i Nursileri ve daha nicelerini taşıyan gemiler tekrar demir alsın limandan.... Ağlamakla ne halledebiliriz ki demeyin, çünkü Mevlânın “Bana bir adım atana ben on adım atarım” diye vaadi var ve de unutmayın ki bulutlar ağlamadıkça toprağın yüzü gülmez ve hepimiz için baharı görmek hayal olur gider.... selam ve saygılarımla Allahın rahmet ve bereketi üzerinize olsun....


Kısa vadeli dış borç 115.1 milyar dolar Kısa vadeli dış borç stoku, 2012 yıl sonuna göre yüzde 14,1 oranında artışla 115,1 milyar dolar olarak gerçekleşti Merkez Bankası verilerine göre bu dönemde, bankalar kaynaklı kısa vadeli dış borç stoku yüzde 16,3 oranında artarak 79,4 milyar dolar olurken, diğer sektörlerin kısa vadeli dış borç stoku yüzde 9,9 oranında artarak 34,7 milyar dolar düzeyinde gerçekleşti. Bankaların yurtdışından kullandıkları kısa vadeli krediler, 2012 yıl sonuna göre yüzde 23,8 oranında artışla 36,2 milyar dolara, yurtdışı yerleşiklerin döviz tevdiat hesabı yüzde 4,0 oranında artışla 9,1 milyar dolara yükseldi. Banka mevduatı, 2012 yıl sonuna göre yüzde 16,3 oranında artışla 21,6 milyar dolar oldu. Diğer yandan, yurtdışı yerleşiklerin TL cinsinden mevduatları 2012 yıl so-

nuna göre yüzde 6,8 oranında artarak 12,4 milyar dolar ulaşıldı. Diğer sektörler altında yer alan ithalat borçları, 2012 yıl sonuna göre yüzde 14,8 oranında artışla 25,3 milyar dolar seviyesinde gerçekleşti. Borçlu bazında incelendiğinde, tamamı kamu bankalarından oluşan kamu sektörünün kısa vadeli borcu 2012 yıl sonuna göre yüzde 14,1 oranında artarak 12,6 milyar dolar olurken, özel sektörün kısa vadeli dış borcu yüzde 14,3 oranında artarak 101,5 milyar dolara ulaştı. Mart sonu itibarıyla, kısa vadeli dış borç stokunun döviz kompozisyonu yüzde 51,5’i dolar, yüzde 30,3’ü Euro, yüzde 16,3’ü TL ve yüzde 1,9’u diğer döviz cinslerinden oluştu.

Her 4 araçtan biri sigortasız Sigorta ücretlerin yüksek oluşu vatandaşı sigortasız ve muayenesiz yola çıkmaya mecbur ediyor Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonu TESK Genel Başkanı Bendevi Palandöken, trafikte, sigortasız ve muayenesiz olarak seyahat eden dört milyon araç sahibine Emniyet Genel Müdürlüğünce mektup gönderildiğine dikkat çekti. Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonu TESK Genel Başkanı Palandöken, sigortanın zorunlu, ama fiyatların serbest olmasının yanlış olduğunu açıkladı. FİYATLAR DÜŞÜRÜLMELİ Trafikte bulunan yaklaşık 17 milyon 191 bin araçtan 4 milyonunun sigortasız ve muayenesiz dolaşmasının tek sebebinin muayene ve sigorta ücretlerinin yüksek olması olduğunu kaydeden TESK Genel Başkanı Palandöken, yaptığı açıklamada, “Sigorta şirketleri zarar ettiklerini ileri sürerek sürekli fiyat artışına gidiyor. Zorunlu olduğu için trafik sigortalarının fiyatlarının serbest olarak belirlenmemesi gerekir. Bu

fiyatları kesinlikle devlet vatandaşın ödeyeceği gücü oranında belirlemelidir. Sigorta ve araç muayene ücretleri halkımızın geliri ile orantılı olursa herkes sigortasını ve aracının muayenesini yaptırır, kimse de zarar etmez” dedi. CEZA UYGUN DEĞİL Konuya ilişkin açıklama yapan TESK Genel Başkanı Palandöken, şunları söyledi: “Fenni muayenesi geciken araçlara aylık yüzde 5 oranında ceza kesiliyor. Bu tutar yıllık yüzde 60’ı buluyor. Yıllık enflasyonun yüzde 6,2’lere düştüğü, yıllık faizin yüzde 4,6’lara düştüğü bir dönemde bu ceza insafsızlıktır. Geçici görevle yurt dışına giden çok sayıda vatandaş otomobilini garaja kapatıyor. Bu süre zarfında araçlar da kullanılmıyor. Vatandaş, aracını garaja çekmiş ve hiç kullanmamış. Ancak, garajdaki otomobile aylık yüzde 5 ceza işliyor. Bu kabul edilemez”

Uzmanlar uyarıyor: Almayın! Microsoft’tan ilginç reklam Microsoft’un, kişisel bilgisayar kullanımı için son olarak piyasaya sürdüğü Windows 8 işletim sistemi için çektiği reklam filmindeki ilginçlik izleyenlerde hayret uyandırıyor. “Windows 8 hız ve güzellik arasında seçim yapmak zorunda kalmayacak” sloganıyla müşteri kitlesine hitap etme yolunu seçen Microsoft, bu slogana uygun olarak da bir reklam filmi çekti. 3 kadının makyaj konusundaki hız ve yeteneklerinin karşılaştırıldığı reklam filminde, kadınlardan yalnız 10’ar saniyede makyaj

yapmaları isteniyor. Kronometre karşısında eli ayağına dolaşan 2 kadın, her ne kadar hızlı olmaya çalışsalar da makyajları yarım kalıyor. En sondaki kadın ise yarışmanın ilk 8 saniyesinde rahat tavırlar sergileyip son 2 saniye kala kafasını önceden hazırladığı makyaj kalıbına bastırarak makyajını çok güzel bir şekilde tamamlıyor. Diğer 2 kadına nazaran son derece kusursuz bir şekilde makyajını tamamlayan kadının ardından ekranda görünen ‘Güzel ve Hızlı’ sloganı da dikkat çekiyor.

Mevcut teknolojinin 2 katı yüksek çözünürlük vadeden 4K Ultra HD yayının iki sene içinde evlerimize girmesi bekleniyor. SANİYEDE 50 TAM KARE YAYINCILIK alanındaki teknolojik gelişmelere her geçen gün bir yenisi ekleniyor. HD yayıncılıktan 4, Full HD yayıncılıktan ise 2 kat yüksek çözünürlük oranına sahip olan 4K Ultra HD yayıncılık daha detaylı ve net görüntü vaat ediyor. Teknolojik gelişmelerin sınırlarını zorlayan 4K Ultra HD yayıncılığın ilk olarak sinema ve belgesel alanlarında kullanılacağı düşünülüyor. Ayrıca saniyede 50 tam kare görüntü sunan 4K teknolojisi ile spor karşılaşmaları ve özel efektli içeriklerde elde edilen sonuç daha akıcı oluyor.

UZMANLAR: ALMAYIN UZMANLAR, 4K Ultra HD Yayın etiketi ile satışa sunulan cihazların alınmaması gerektiği konusunda uyarıyor. Tüplü televizyondan plazma ve LCD’ye geçiş sırasında HD Ready televizyon kullanıcıları mağdur olmuş ve bu televizyonların HD yayınları gerçek kalitesinde gösteremedikleri ortaya çıkmıştı. Bugünlerde aynı tartışma Ultra HD teknolojisi için yapılıyor. Uzmanlar, Ultra HD TV olarak satılan cihazların, 4K teknolojisinin evlerimize girmesinin ardından görüntüyü göstermekte bile yetersiz kalacağını söylüyor.

|7 Kurulan şirket sayısı arttı Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) verilerine göre Nisan ayında kurulan şirket sayısında bir önceki aya göre yüzde 1,01 artış oldu. Kurulan şirket sayısında bir önceki aya göre yüzde 1,01 ve gerçek kişi ticari işletme sayısında yüzde 10,70 artış olurken, kooperatif sayısında yüzde 7,29 azalış oldu. Kapanan şirket sayısı bir önceki aya göre yüzde 3,85 ve gerçek kişi ticari işletme sayısı yüzde 5,96 azalırken, kapanan kooperatif sayısı yüzde 12,05 arttı.

ABD ile anlaştık Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, ABD ile Türkiye arasındaki ticareti serbestleştirmek için ‘Yüksek Düzeyli Çalışma Komitesi’ kurulmasında anlaşıldığını açıkladı. Çağlayan, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı Barack Obama arasında sağlanan mutabakat çerçevesinde, ABD ile Türkiye arasında Yüksek Düzeyli Çalışma Komitesi’nin kurulacağını belirtti. Çağlayan Yüksek Düzeyli Çalışma Komitesi’nin, ABD ile AB arasındaki Transatlantik Ticaret ve Yatırım İşbirliği Anlaşması’nın, AB ile Gümrük Birliği Anlaşması bulunması dolayısıyla Türkiye üzerinde etkilerini değerlendirmek, ABD ile Türkiye arasındaki ekonomik ilişkilerin daha da derinleştirilmesi ve ticaretin serbestleştirilmesi amacına yönelik çalışacağını kaydetti.

Haftalık Bağımsız Siyasi Gazete Bölgesel Süreli Yayın Yıl: 1 | Sayı: 1 20-27 Mayıs 2013 SAHİBİ Çimke Basım Yayın Yapım Reklam ve Turizm Hiz. Ltd. Şti adına Ahmet Aka SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ Ömer Salih Şipleme HUKUK DANIŞMANI Av. Abdurrahim Küçük SANAT DANIŞMANI Nurettin Özel HALKLA İLİŞKİLER SORUMLUSU Hakan Mutlu KÜLTÜR-SANAT EDİTÖRÜ Yûnus Emre Çelik SAĞLIK EDİTÖRÜ Dr. Yenal Kullap Yönetim ve Baskı Adresi: Fevziçakmak Mah. 10453. Sokak. No: 25 Karatay | Konya Telefon & Faks: 0332 342 52 82 Web: www.anadolugunluk.com reklam@anadolugunluk.com haber@anadolugunluk.com BASKI Çimke Baskı Tesisleri BASKI TARİHİ: 21 MAYIS 2013


8|

‘Biz bir milletiz’ sloganıyla kurulan Mevlana Uluslararası Öğrenci Derneği’nin bu yıl altıncısını düzenlediği uluslararası öğrenci buluşması Cuma günü Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın katılımıyla başladı. Konya’da 83 ülkeden bin 500 öğrenciyi misafir eden derneğin programı Kültür Park’ta Pazar günü son buldu. AMAÇ ÜMMET BİLİNCİ Program açılışında konuşan Mevlana Uluslararası Öğrenci Derneği Başkanı Mücahit Uludağ Türkiye dışından bin 500 öğrenciyi misafir etmekten gurur duyduğunu belirterek derneğin asıl amacının “dünyanın dört bir yanından eğitim için gelen gençleri İslami şuurla ümmet bilincini geliştirmek” olduğunu söyledi. Konya’da üniversite sayısının artmasıyla yabancı öğrenci sayısının da artmasını ümit ettiğini belirten Uludağ resmi kurumlardan ve sivil toplum kuruluşlarından da destek beklediklerini söyledi.

YABANCI ÖĞRENCİ SAYISI AZ Türkiye’nin dört bir yanındaki uluslararası öğrenci derneklerinin Uluslararası Öğrenci Dernekleri Federasyonu (UDEF) çatısı altında toplandı. Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ Türkiye’nin dört bir yanında gerçekleştirilen bu organizasyondan memnun olduklarını belirten Bozdağ şunları söyledi: “Türkiye’nin alabileceği yabancı öğrenci sayısı dört bin civarındayken biz bu sayıyı beş bine çıkardık. Bu sayıyı çok daha fazla yapacağız. İtalya, İngiltere, Avustralya gibi ülkelerde uluslararası öğrenci sayısı yüzbinleri buluyor. Türkiye’de kontenjan problemi var. Üniversitelerin kontenjan açmasını bekliyoruz. Konya artık bir üniversite şehri oldu. Dolayısıyla uluslararası öğrenci kontenjanından daha çok pay alma potansiyeline sahip. Buradaki yabancı öğrenciler mezun olunca kendi ülkelerinin gelişmesinde büyük rol oynayacak gençlerdir.”

PARA İLE OKUMAK İSTİYORL AR Üniversitelerin yabancı öğrencilerden aldıkları öğrenci harcının normal ücretlerden yaklaşık beş kat daha fazla olmasından rahatsız duydukları için bunu hükümet olarak en fazla üç kat şartı koyduklarını belirten Bozdağ “Türkiye’de parasıyla okumak isteyen çok öğrenci var. İsteriz ki yabancı öğrencilerimizin harçları da kendi öğrencilerimizle eşit olsun” dedi. ULUSLARARASI ÜNİVERSİTE İstanbul’a Uluslararası Bilim ve Teknoloji Üniversitesi kurma kararı aldıklarını müjdeleyen Bozdağ üniversitenin yüzde 50’sini yabancı öğrencilere ayrılacağını yakın zamanda da meclise sunacaklarını söyledi. Açılıştan sonra Konya Valisi Aydın Nezih Doğan, AK Parti Milletvekilleri Mustafa Kabakcı, Hüseyin Üzülmez, Cem Zorlu, AK Parti İl Teşkilatı yöneticileri ile birlikte ülke çadırlarını gezen Bozdağ öğrencilerle sohbet etti.

MEB’de geri adım sinyali Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, her okulun formasını seçebileceğini söyledi. Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı’ya minik öğrenciler çiçek verdi. Bakan Avcı çocuklarla tek tek ilgilenip öperken, minik öğrencilerin “elinizi öpmek istiyoruz” demeleri üzerine Bakan Avcı ben sizin elinizi öpeyim diyerek miniklerin ellerini tek tek öptü. Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı okul formalarıyla ilgili yaptığı açıklamada, “Her okul kendi formasını seçebilir. Biz bu yasayı çıkarırken okul formaları kaldırılacak demedik. Serbest kıyafet demek serbest seçim hakkıdır. Serbest kıyafetlerin seçeneklerini genişletmek için formayı serbest bıraktık. Bakanlık olarak biz illa şu ya da bu formayı giyeceksiniz diye dayatmadık, dayatmıyoruz da. Özel okullarda olduğu gibi devlet okullarında okul velilerinin yüzde 60’nın alacağı karar ile forma tercihi yapılabilir, okul o formaları öğrenciye giydirebilir. Bakanlık olarak amacımız geri adım atmak değil, formada seçeneklerini arttırmak, öğrenci velilerinin çoğunluğunun alacağı karar ile istediği formaları okullarında uygulamasını sağlamaktır” dedi.

Namaz sonrası süt ve poğaça ikram edilen vatandaşlar uygulamanın diğer ilçelerede yayılmasını istedi.

Derebucak’ta Müftülük tarafından haftada bir gün sabah namazlarından sonra camiden çıkan cemaate sıcak süt, poğaça ve simit ikramı yapılıyor. Derebucak İlçe Müftüsü Ali Hayri Çelik, yaptığı açıklamada, İlçe Müftülüğü’nün başlattığı yeni uygulamanın vatandaşlar ve gençler arasında büyük memnunlukla karşılandığını söyledi. Uygulama çerçevesinde ilçe merkezinde Merkez Camisi önünde her Cuma günü sabah namazını müteakip ev ve işyerlerine gitmek üzere dağılan cemaate sıcak süt, poğaça ve simit ikramında bulunulduğunu belirten Çelik, sabah namazlarının camide cemaatle kılınmasını teşvik etmek ve gençlerin sabah namazlarında bir araya gelmesini sağlamak için böyle bir uygulamayı başlattıklarını söyledi. Uygulama kapsamında ilçe merkezinde yaşayan gençlerle belirlenen bir kahvehanede bir araya geldiklerini de belirten Çelik, kahvaltı programında bir araya geldikleri gençlere her hafta bir ayetin tefsirini öğrettiklerini sözlerine ekledi.


|9

l u b al mcua b

a m l a u b a c mca


10 |

‘Zekatsız malın bereketi olmaz’ Sanko Holding Yönetim Kurulu Başkanı Abdulkadir Konukoğlu, “IMF’e borç bitince Türkiye’nin senedi bende olmadığı için masamda duran gazeteyi yırtarak o zevki almaya çalıştım” dedi.

Mutluluğu ölçen uygulama Cambridge üniversitesinden uzmanlar akıllı telefon verileri ile kullanıcının ruh halini ölçmeye ve mutluluk oranını belirlemeye çalışan bir uygulama geliştirdi. Uygulama uzmanlar tarafından cep telefonlarının nasıl insan sağlığına katkıda bulunabileceğini gösteren projenin bir parçası olarak geliştirildi. EmotionSense kullanıcının nerde olduğu, bulunduğu ortamın ne kadar gürültülü olduğu ve kimlerle iletişim halinde olduğunun bilgisini topladı. Daha sonra bu bilgiler kullanıcının kendi ruh hali hakkında belirttikleri raporlarla birleştirildi. Aslında kullanıcının ruh halini takip eden uygulama daha önce geliştirilmişti.

iPhone’a koklama özelliği geliyor Mobil teknolojinin duyularımıza kazandıracağı tecrübeye yakın zamanda koku alma da katılabilir. Google’ın arama sonuçlarını koklamanızı sağlayan 1 Nisan şakası bir tarafa, Japon bir şirket akıllı telefonlarda koku almayı mümkün kılmak istiyor. iPhone ile koku almak ister misiniz? Akıllı telefonları koklayabilmek ne kadar ilgi çekici bilinmez, ama mobil dünyanın aksesuar lideri Japonlar, yenilik alanındaki girişimlerine son hız devam ediyor. ChatPerf adlı şirket, 30-pin bağlantı cihazıyla iPhone’a bağlanacak bir USB çubuğu üretti. İçinde belli bir koku bulunan USB çubuğu telefona takıldığında, ekranda bir tuş beliriyor ve tuşa bastığınızda koku ortaya çıkıyor. Mashable’ın haberine göre, şirket ürünü yakında Android telefonlara da uyarlayacak.

Evini 23 yıl sonra Google ile buldu Çin’de 5 yaşındayken kaçırılan bir kişi, 23 yıl sonra Google Maps uygulaması sayesinde evine geri döndü. South China Morning Post gazetesinin haberine göre, Sichuan eyaletinde yaşayan Luo Gang, 5 yaşındayken kaçırılarak Fujian eyaletine götürüldü. Ailesi, Luo’nun 23 yıl önce kreşe giderken kaybolduğunu ve onu bulmak için yıllar boyunca ellerinden gelen her şeyi denediklerini açıkladı. Evinden 1500 kilometre uzaklıktaki Fujian’a götürülen ve orada başka bir aile tarafından evlat edinilen Luo, “Beni çok seviyorlar ve bana öz çocuklarıymışım gibi davranıyorlardı, ancak yine de gerçek ailemi bulmak için çabalıyordum” dedi. Memleketine dair tek hatırladığı “iki adet köprü” olan Luo, kayıp çocukları bulma amaçlı hizmet veren bir internet sitesinde, Sichuan’ın Guangan ilçesindeki bir ailenin 23 yıl önce çocuklarını kaybettiği bilgisine rastladı. Bunun üzerine, Luo bölgeyle ilgili fotoğrafları taramaya başladı. Şüphelerini doğrulamak için Google Maps uygulamasına başvuran Luo, uydu görüntülerini gördüğünde, hatırındaki iki köprüyü fark etti ve evini buldu. Bunun üzerine, memleketine dönerek ailesine kavuşan 28 yaşındaki Çinli genç, ailesinin 23 yıl süren acısını dindirmiş oldu.

Anadolu Girişimci İşadamları Derneği’nin geleneksel olarak düzenlediği ‘Ufku Zorlayanlar Programı’nın bu ayki konuğu Sanko Holding Yönetim Kurulu Başkanı Abdulkadir Konukoğlu oldu. Zekatı pastanın kabartma tozu olarak yorumlayan Konukoğlu, “Zekatı verilmeyen malın bereketi olmaz” dedi. Bin 500 öğrenciye burs verdiklerini, 100 bin kişiye gıda yardımı yaptıklarını v 20’den fazla okul, 9 cami yaptırdıklarını kaydeden Konukoğlu, 10. caminin temelini ise önümüzdeki günlerde atacakalarını dile getirdi. Konukoğlu, “Siz zekat verdikçe malınız bereketlenir” diye konuştu. Türkiye’nin sıkıntısını köklü şirketlerinin olmamasına bağlayan Konukoğlu, ABD’de 100-200 yıllık şirketler varken, Türkiye’de en fazla 3 nesil büyüklükte şirketlerin olduğunu söyledi. ‘Bizde şirket yöneticisi ölünceye kadar anahtarı elinde tutuyor’ diye de serzenişte bulunan Konukoğlu, “Halbuki ölmeden işi çocuklara bıraksa hayattayken gelecek için düzeni kurmuş olur. Yanınızda çalışan çocuklarınıza maaş verin. Ne lazımsa al dediğiniz de zamanla şirket dağılır. Ortaklık meselesinde de birbirinize itaat edin. Birlik olduğunuzda her şeyin maliyeti düşer.” dedi.

Yapabilirim diyebilecek Kabiliyetli…

İdealist… Yarınlarımız adına heyecan duyan…

Amatör… Bunun yanında imkânsızlıktan yakınan

Konya’ya sahip çıkmak derdi olan, Konya’ya... Konya’nın manasına, geçmişteki tarihî misyonunu istikbale taşıması gereğine inanan ve bu süreçte rol almanın kendisini bahtiyar kılacağını düşünen… İmkânım olsa diyen…

Gençler... Müracaatlarınızı bekliyoruz.

Adım adım Konya merkezli olmasını istediğimiz, doğması gereken “Anadolu’nun Günlüğü’nü” yazmak isteyen gençler… İnsanımıza yeni bir umut olmasını ümit ettiğimiz sade, ama ruhu olan, ümidi olan kalemlerden çıkacak bir GAZETE İÇİN;

Müracaat Tel: 0 332 342 52 82 Çimke Basım Yayın Ltd. Şti. Yeni Matbaacılar Sitesi 10453. Sk. No: 25 Karatay - KONYA


| 11 Yasalar; hürriyetimize koyduğumuz yasaklarımızdır... Sınırlamalarımız, engellemelerimiz, gemlerimiz...

Sahi neden böyle bir sınırlamaya ihtiyaç duyar insan?!.. Nedir bu sınırlamanın gerekçesi? Bir kader mi? İnsanın fıtratından, yaratılışından kaynaklanan bir şey mi? İnsanın ve tüm yaratılmışların ‘yaratık’ olmasıyla bir bağlantısı var mı? Yaratılmış olduğumuz için mi kendimizi sınırlıyoruz yoksa? Başka bir ifadeyle ‘yaratılmış’ olmanın sınırlamayla bir bağlantısı var mı? Yaratıcı her yarattığını eksik mi yaratıyor (!) yoksa yaratılanın ‘mükemmel’ olandan bir cüz olması hasebiyle sınırlı olması mı söz konusu olan… Bizi sınırlayan biz miyiz, bizi yoktan var eden mi?!.. kendi kendimi, dünyamızı bir buyruğun, yaratılmışlığın bilinciyle mi sınırlıyoruz, bilinçsiz cemi? Bir buyruğun direktifleri doğrultusunda sınırlıyorsak, yaratılmış olmanın, eksik olmanın bunda bir katkısı var mı? Eksik yaratılmış olmanın etrafımıza tel örgüler çekmemize katkısı ne kadar? Yaratan düşünce, idrak kabiliyetimizin ve duyu organlarımızın kabiliyetini, frekansını biraz daha yükseltmiş olsaydı sınırlamalarımız sınırı da o oranda genişler miydi?...

akucuk@anadolugunluk.com

başka ne yaptın ey! Yaratıcı? Birde o insanlara yerlerin ve göklerin kabullenmekten bertaraf olduğu emanet verdim... Nedir o, akıl, sorumluluk, irade, kendini bilmek, özel teşebbüs. Nasıl kabul ettik biz bu emaneti Ey Yaratıcı?! Yerler ve gökler diğer yarattıkların kabul etmedi de? Eee ben sizi bu emaneti kabul edecek kabiliyette yarattım da ondan. Peki diğer yaratıklar emanetinizi kabul etmemekle size isyan etmediler mi? Onlara bu kabiliyeti vermediğim için sorumlulukları yoktur. Çünkü üstünlüğü size verirken hercai olarak vermedim. Arkasından sorumluluk verdim. Sizi yaratılmışların en şereflisi yaratman bir rastlantıdan ibaret değildir. Tamamen planlamalarım doğrultusunda yapmış olduğum bir

Konuyu inanç yönünden değerlendirmememiz gerekirse yaratıcı, ‘insanı’ yaratılanların en şereflisi, (üstünü) olarak yaratımı diyor. Yani bizi diğer yaratılmışlara hükmedebilecek yetenekte ve kabiliyette. –peki niye öyle yarattın Ey! Yaratıcı- Bana kulluk edesiniz diye. Niye kini?!.. sen ki her şeyi yaratansın, bir kulluğa mı kaldı?! İstesen pekâla kullarında en âlâsını - sana kullukta sıfır kusur hatalı (melekler gibi) insanlar yaratırsın- niye böyle bir kul yarattın ortada duran? -hikmetinden sual olunmaz-

Konuyu insanların ve canlıların uzun süren bir gelişim sürecinden geçtikten sonra bu gelişmiş haline eriştiği yönünde değerlendirirsek, bu bir duraklama dönemi midir? Neden kendimizi ve hayatımızı sınırlıyoruz? Bu gelişimlimizin ulaştığı son noktamı? Neden ilerleme kat etmiyoruz? Bu güne kadar gelişme kabiliyetimiz varken şimdi ne oldu? Yaşam alanımızı neden daraltıyoruz? Üzerimizde gelişmemize engel bir durum yokken neden kendimizi zindanlarda çürütüyoruz?!.. Burası komşunun arsası geçemezsin. Kiralamış olduğun evi kontratın dışında bir amaç için kullanamazsın. Apartman içinde yüksek sesle konuşamazsın. Meskûn mahalde silah kullanamazsın... Sokaklara çöp atamazsın. Arsana imar ve iskân yasalarına aykırı şekilde kat çıkamazsın...

Yaratılmanın verdiği eksiklikle yaşamımızı idâme ettirirken, eksik olmanın verdiği eksiklikle kendimizi ve dünyamızı eksik yönettiğimiz için mi yaşam alanımızı sınırlıyoruz?!.. Yoksa algılama ve değerlendirme kabiliyetimiz sınırlı olduğu için becerebildiğimiz bu mu?.. Sınırlı ve eksik yaratılanın sınırlanın genişlemesi, eksikliğinin giderilmesi, tamamlanmamsı mümkün mü? Sınırlar aşıla bilir mi? Yaratılmışların bir yaratı tarafından yoktan var edildiği düşüncesi ekseninden uzaklaşan materyalist düşünceye göre insanın hürriyetinin boyu kaç metredir? İnsanlık içinde bulunduğu bu kısır döngüden günün irinde kurtulacak mı? Tekrar ait olduğu yerlere; kırlara, dağlara, sadece elleri, ayakları, aklının -kim tarafından verildiğini hiçe sayarak- güçleri doğrultusunda sınırları yıkarak dönecek mi? Bir arada yaşamak; bir şehir de, kasaba da, köy’de diz dize oturup sonrada “git öte” diyerek yetmişinde yedi yaşında çocuklar gibi bir birimizin yüzünü tırmıklamak zorun damıyız?

dir. Çünkü ben asılım sen suretsin… Münasebetimiz ezeli ve ebedidir…

Kimliksiz dolaşamazsın. Ülkenden dışarıya Pasaportsuz çıkamazsın. Bu ülkeye vizesiz giremezsin... Niçin kendimizi böylesine bir bilmecenin içine atmışız?!.. Hani, kuşlar kadar hür, Denizler kadar dalgalı, Irmaklar kadar lirik, Karlı dağlar gibi pervasız yaşamak varken... Hani küheylanlar gibi yeşil Vadilerde dolaşmak, Arılar gibi her çiçekten bal almak varken sınırlamalar niye?!.. Neden özgür ayaklarımıza Pranga, hoyrat bileklerimize Kelepçeler vurmuşuz?!.. Hani, bülbülü altın kafes sıkar da bizi sıkmaz mı?!.. Şimdi işimiz ne altın kafeste?!.. Vatan... eylemdir. Yarattığım tüm canlı ve cansız varlıkların yeryüzündeki yaşamlarını belirli bir düzene soktum. Seni de (ey İnsan) yaratılmışların en rütbelileri olarak onların başına komutan olarak atadım. Sebep ise Ey! Kul seninle kendi arama kurmuş olduğum ‘kıl’dan köprüdür. Dikkat eder yaratılış gayene ters düşmezsen aramızdaki trafik bir ahenk içinde seyredecek. Dikkat etmezsen bu köprüden uçuruma yuvarlanırsın ama aramızdaki abdiyet ve yaratıcılık hep böyle kalacak. Seni kendimden ayırmam, ya da senin benden ayrılman söz konusu değil-

Vatan demekten başka... Kafes bizim mi olmalı? Neden Vatan ve terennümlerimiz?!.. Yoksa altın kafes bize mi layık? Hiçbir varlığı altın kafese layık görmediğimiz bencilliğimiz niye?! Bu ne bencillik!.. Bülbül dağları sever bırakın gitsin. Biz kafesi. Neden?!.. Çünkü kafes altın.Biz malı severiz arkadaş!... Onunla her şeyi satın alabiliriz. Yasaları değil, ama yasacıları... Yaşattıklarıyla gurur duyan yasakçıları...

Katil zanlısı “pişmanım” Beyşehir’e bağlı Damlapınar köyünde, çobanı av tüfeğiyle vurarak öldürdüğü iddiasıyla adliyeye çıkarılan cinayet zanlısı, pişman olduğunu söyledi. Öte yandan, öldürülen çoban Halil Aka ile zanlı Mustafa G. (42), arasında geçmişe dayalı yayla sınırı anlaşmazlığı bulunduğu öğrenildi. Cinayetin işlendiği gün zanlının aracıyla köy içerisinde seyir halindeyken husumetlisi olan Halil Aka ile karşılaştığı, Aka’nın elindeki sopayla aracın camına vurması üzerine araçtan indiği, yaşanan tartışma üzerine öfkesine hakim olamayarak yanında bulunan ruhsatsız av tüfeğiyle üzerine bir el ateş açtığını söylediği öğrenildi. İlçeye bağlı Damlapınar köyünde meydana gelen olayda çobanlık yapan evli ve 2 çocuk babası Halil Aka, av tüfeği ile vurularak ağır yaralanmış, yakınları tarafından götürüldüğü hastanede hayatını kaybetmişti.

Hatice’nin katili bulunucak Akşehir’de geçen yıl kurstan çıktıktan sonra kaybolan ve 4 gün sonra bir meyve bahçesinde boğularak öldürülmüş halde bulunan 13 yaşındaki Hatice Çiftçi cinayetiyle ilgili olarak yaklaşık 100 kişiden kan örneği alınmaya başlandı. Akşehir’de geçen yıl 21 Aralık tarihinde kurs için gittiği etüt merkezinden çıktıktan sonra kaybolan 13 yaşındaki Hatice Çiftçi’nin cesedi 4 gün sonra bir meyve bahçesinde iple boğularak öldürülmüş olarak bulunmuştu. Cinayetten sonra jandarma ve polis ekipleri 200 yakın kişinin ifadesine başvurmuş, küçük kızın tırnaklarındaki ve ipteki doku örnekleri Kriminal Laboratuarına yollanmıştı. Elde edilen sonuçlarla karşılaştırılmak amacıyla Akşehir’den ve çeşitli yerlerden 100’e yakın kişiden kan örneği alınmaya başlandı.

Sondaj faresi yakalandı Konya’da bir iş yerinden sondaj malzemesi çalan hırsız, güvenlik kamerası sayesinde yakalandı. Edinilen bilgiye göre, Selçuklu Horozluhan Mahallesi Burak Sokak’ta bulunan sondaj makine imalathanesine gelen Yasin P. (26) sondaj malzemelerini alarak kaçtı. Malzemelerinin çalındığını fark eden imalathane sahibi, polisi arayarak ihbarda bulundu. Olay yerine gelen polis ekipleri izlediği güvenlik kameralarından şüphelinin kimliğini tespit etti. Yasin P., çaldığı malzemelerin bir kısmıyla birlikte yakalandı. Şüphelinin, çaldığı malzemelerin bir kısmı sattığı öğrenildi. Gözaltına alınan şüphelinin çok sayıda hırsızlıktan kaydının olduğu öğrenildi. (iha)


12 |

25 Mayıs Dünya Hacamat Günü 25 Mayıs Dünya Hacamat Günü dolayısıyla açıklamalarda bulunan Dr. Mehmet Portakal “hacamat tedavisi, klinik çalışmaların etkinliğiyle uygulanan hastalarda, olumlu sonuçlar veriyor” dedi. Özel Medicana Konya Hastanesi Fiziksel Tedavi Rehabilitasyon Uzmanı Dr. Mehmet Portakal, hacamat ve kupa tedavisinin kullanım alanları ve zamanı, tedavi yöntemleri, yaygınlığı ve sonuçları hakkında bilgiler verdi.

H

Kupa tedavisi olarak bilinen hacamat tedavisinin yıllardır uygulanan bir tedavi yolu olduğunu belirten Fiziksel Tedavi Rehabilitasyon Uzmanı Dr. Mehmet Portakal, “Klinik çalışmalar da göster-

acamatla İstanbul’da 24 yıl önce bir tıp talebesi iken tanışmıştım. Ancak mezun olduğum Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde hiç bahsi geçmedi. O zaman bunu çok merak etmemiştim. Şimdilerde hacamat mevzuu ülke gündemine İstanbul’da bu sene üçüncüsü yapılacak olan Uluslararası Kupa Terapisi Sempozyumu’yla taşındı. Hatta açılış konuşmalarını Başbakanımızın eşi Emine Erdoğan Hanımefendi tarafından yapılmış olması bazı çevreleri rahatsız etti ve meğer bizim ülkemizde hacamata karşı olan bir hekim grubu varmış. Halbuki bir bilim çevresinin bir şeye karşı çıkabilmesi için önce o şeyin ne olduğunun bilmesi ve karşı çıkış sebeplerini de delillendirmesi gerekir. O zaman nedir hacamat? Bizim izahımız mevzuya giriş mahiyetinde ve doğru bir farkındalık uyandırmak maksadıyla olacaktır. Hacamat çok eskilere dayanmakla birlikte Allah Resulü ’nün tavsiye ettiği özel bir teknik kullanılarak vücutta biriken toksinlerin kirli kanla birlikte vakumlanarak temizlenmesidir. Hijyen kurallarına uyulduğu takdirde çok faydalı bir işlem olduğu ilmi çalışmalarla teyit edilmiştir. Ülkemizde bu işe karşı çıkanların bulunmasının sebebi ne yazık ki işlemin aynı zamanda bir ibadet buudunun olmasındandır. Yani nasıl yıllarca bacılarımızın başlarını örtmeleri bilime engel görülmüşse aynı zihniyetle hacamat da sadece ülkemizde bilim dışı görülebilmiştir. Bütün engellemelere ve unutturulma çalışmalarına rağmen hacamat ameliyesi halkımız arasında uygulana gelmiştir. Hadis-i şerifte “ümmetimin fesat zamanı bir sünnetime sarılana yüz şehid sevabı vardır” buyurulmuştur. Bu sebeple biz Anadolu hekimlerine ve hükümete düşen karşı çıkmak yerine araştırmak, zaten çocukların sünnet olması gibi yaygın uygulanan bu ameliyeyi halkın daha sağlıklı şartlarda ulaşabileceği hale getirmek ve bununla ilgili kanuni düzenlemelerin yapılması için çalışmaktır. Yazının mahiyeti de bu minvaldedir. Önümüzdeki 25 Mayıs 2013 cumartesi günü hacamat yapmanın faziletli olduğu bir güne tekabül ettiğinden kendisine bu günde bir şekilde hacamat yaptırmaya karar vermiş halkımıza bazı tavsiyelerimiz olacak. Dikkat edin burada herhangi bir kimseye hacamat yaptırın demiyorum ancak kendinizi ehli olduğunu düşündüğünüz birine hacamat yaptırmaya karar verdiyseniz ve bundan vazgeçmeyecekseniz şunlara dikkat edin diyorum. Öncelikle bazı kan tahlillerinizi yaptırarak ileri bir düzeyde kansızlık ya da başkaca bir kan hastalığı olmadığınız teyit edin. Hepatit B, hepatit C ve ihtiyaç varsa HIV taşıyıcısı olup olmadığınızı öğrenin ki bu tahliller aile sağlığı merkezlerinde de çoğunlukla yapılabiliyor. Eğer bunlardan birisine taşıyıcılığınız varsa hacamat yapacak kişiyi kendisini koruması açısından uyarın. Kullanılacak cam bardak ve jilet ilk ve son kez sizin için kullanılsın. Çıkan kanın insanlarla temas etmeyecek bir şekilde tahliye edildiğini takip edin. Biz hekimler buna benzer tavsiyeleri mesela berberler -kuaförlere de yaparız. Genel sağlık tedbirleridir bunlar. Nasıl sünnet hastanelere girdiyse, aynı hacamatla ilgili gerekli düzenlemelerin de bir an önce yapılmasını ve uygun hacamatın yaygınlaşmasını temenni ederek bol hacamatlı ve sağlıklı günler diliyorum hepinize…

“BAHARDA ŞİKAYET FAZLA” Şikayetlerin bahar aylarında arttığını söyleyen Fiziksel Tedavi Rehabilitasyon Uzmanı Dr. Mehmet Portakal, “Özellikle insanlar sabah kalktığı zaman üzerinde bir yorgunluk, halsizlik hissedebiliyor. Bir şey yapmak istiyorsunuz ama o enerjiyi kendinizde bulamıyorsunuz. Sürekli bir yorgunluk hali olabiliyor. Özellikle bu durumlarda, boyun, sırt ve belden yapılan kasların yoğun olduğu bölgeye yapılan kupa tedavisi, çok olumlu sonuçlar vermektedir. Hacamat tedavisi, romatizmal, ağrılı, nörolojik hastalıklarda, baş ağrısı, migren gibi özellikle bu mevsimde görülen fibromiyalji gibi kas romatizmalarında etkinliği çok fazladır. Bahar aylarında, hacamatın tam mevsimidir diye düşünüyorum” ifadelerini kullandı. ZAMANINA DİKKAT EDİN” Kupa tedavisinin çeşitlerine değinen Dr. Mehmet Portakal, “Özellikle kuru kupa ve hacamat diye de bilinen, kan alınarak yapılan işlem şeklinde çeşidi var. Sonra kupa masajı ve mıknatıslı kupa tedavisi gibi değişik yöntemleri var. Bunlardan hastamıza hangisi uygun ise onu seçerek onu uygulamaya çalışıyoruz. Özellikle kas romatizmalarında, ense kökünde sanki dünyayı siz taşıyormuşsunuz gibi omzunuzda bir ağırlık hissedersiniz. Boyun hareketlerinde bile zorluk çekersiniz. İşinizi yaparken konsantrasyon bozukluğu hissedebilirsiniz. Çabuk yorulursunuz. Hacamat tedavisi bu konularda hem kısa zamanda, hem de çok etkin çözümler sunmaktadır. Sadece hacamatın zamanına dikkat etmek gerekiyor. Hijyenik koşulların muhakkak göz önünde bulundurulması gerekiyor. ” şeklinde konuştu. “PROBLEM NEREDEYSE TEDAVİ ORAYA”

miştir ki bu tedavi belli bölgelerde ve kaslarda kan dolaşımını artırmaktadır. Özellikle cilt altındaki lenfatik sistemin dolaşımını artırarak, kaslardaki kasılmaları gidererek, esnekliği sağlamaktadır. Aynı zamanda bu bölgelerde, ağrıların azalmasına katkı sağlayan, ağrıya sebep olan maddelerin azalmasını sağlamaktadır. Özellikle lenfatik sistemi harekete geçirerek, kişinin fiziksel, zihinsel performansını artırmaktadır” dedi.

Hacamat tedavisinin, Peygamber Efendimizin de tavsiye ettiği bir yöntem olduğunu vurgulayan Dr. Mehmet Portakal, “Hacamat tedavisi, klinik çalışmaların etkinliğiyle uygulanan hastalarda, olumlu sonuçlarında görülmesiyle birlikte, hacamat yaptırmak isteyenlerin sayısı elbette artıyor. Hacamat tedavisinde, problem nerede ise tedavi de oraya uygulanmaktadır. Önemli olan uygun şartlarda yapılmasıdır” dedi.

Dar pantolon kısırlaştırıyor Çocuk sahibi olmak isteyen ailelerin en büyük problemi kısırlık… Araştırmalara göre, Türkiye’de evli çiftlerin yaklaşık yüzde on beşi kısırlık problemi yaşıyor. Özellikle son yıllarda erkek kısırlığının arttığını vurgulayan uzmanlar, bu duruma çevresel faktörlerin yanı sıra, dar pantolonların da sebep olduğunu düşünüyor. Kadın doğum uzmanı Doç. Dr Ruşen Atmaca kısırlığın Türkiye’de büyük bir halk sağlığı problemi haline geldiğini belirtti. Her geçen yıl daha fazla ailenin normal yolla çocuk sahibi olamama sorunu yaşadığını söyleyen Atmaca, günümüzde erkek kısırlığının öne geçmeye başladığını vurguladı. Bunun en büyük etkeni de bugün gençlerde moda olan dar kot pantolonlar. Erkek kısırlığında küresel ısınma, çevresel faktörler ve dar pantolonların etkisine dikkat çeken Atmaca, şöyle konuştu: Sperm üretimini sağlayan yumurtalar 35,5 derece ısının

üzerinde zarar görüyor. Kot pantolonlar ve dar iç çamaşırları yumurtalıkları sürekli yüksek sıcağa maruz bırakıyor. Isıdan zarar gören sperm üretim hücreleri ise kendini yenileyemiyor. Kısırlığın artmasında genetiği ile oynanmış ve kimyasal ilâç kalıntısı bulunan yiyeceklerin de etkisinin büyük olduğunu belirten Atmaca, bu yiyeceklerin sakat doğum oranını büyük ölçüde artırdığını söyledi. Mümkün olduğu kadar GDO’lu yiyeceklerden kaçınmalı ve ilaç kullanımından mümkün olduğunca kaçmalıyız. Dar kot pantolonların bayanlarda da rahim kanseri başta olmak üzere birçok rahatsızlığa yol açtığını açıklandı. Kadınların uzun süre dar pantolon giymesi damarları sıkıştırarak variseve sistit gibi rahatsızlıklara yol açıyor. Bel ve mide bölgesini aşırı derecede sıkan dar kotlar, mide fıtığına neden olurken, reflü, gastrit ve ülser gibi mide rahatsızlıklarını da tetikliyor.


| 13 Kavram Kargaşası

Hz. Musa ve Raskolnikov

Hatice Kübra Tavacı

K

avramların içinin boşaltılması… Son yıllarda ne çok duyuyoruz. Artık her iki cümlemizden biri “Benim kastettiğim, benim anladığım…” gibi ifadelerle başlamakta. Hayatımız devamlı açıklama yapmak üzerine bina edilmiş sanki. Asıl niyetimizin ne olduğunun veya kendimizi en doğru nasıl ifade edebileceğimizin derdindeyiz. Çünkü her an birisi tarafından anlaşılamayıp bir şeylerle suçlanabilir, bir şeylerin etiketi üzerimize yapıştırılıp yaftalanabiliriz. Türkiye’de bunun belki de en çok yaşandığı kelimeler ne yazık ki ırk, milliyet temelinde. Bakınız “Kürt” kelimesi. Kürt deyince “PKK”dan başkası aklına gelmeyen bir çok insan var bugün. Hâlâ Kürt diyeceği zaman önce etrafına bakıp sonra sesini kısan kimseler tanıyorum mesela.Veya günlük iletişimimizde pek çoğumuzun farkında dahi olmadan kullandığı atasözleri mahiyetinde “Kürtlük

yapma, Kürt yer çarığına bakar, alavere dalavere Kürt Mehmet nöbete, en iyi Kürt ölü Kürt’tür.” gibi anonim cümleler vardır. Yalnız Kürt olmakla alakalı değil bu durum. Bakınız “Arap” kelimesi. Çocukluğumuzdan itibaren gerek okulda öğretilenlerle gerek filmlerimizle gerek siyasi arenamızla gerekse aydınlarımızla(!) Arapların ne pis bir millet olduğu beyinlerimize nakşedildi. Bizi nasıl arkamızdan vurduklarından bahsettik ha bire. Köpeklerimize dahi Arap demeyi tercih ettik. Bir şeylerin ters gittiğini anlamak için illaki İsveçli bilim adamlarından olmak gerekmez. Belki de unutulan nokta; insanın insana üstün olamayacağıdır. Belki de “unuttuğumuz” nokta; kimsenin kimseye “hak” bağışlayamayacağıdır. Belki de tek güzel dil Türkçe değildir. Belki de en güzel devrimler Arap Baharı’ndadır. Belki de vatandaşlık tanımımızın birkaç değişikliğe

sümeyye muhtemel ihtiyacı vardır. Ya da yeni tanıştığımız bir kişinin ilk dikkatimizi çeken yönü ırkı değil de gözleri olmalıdır. Geçmişte yaşanan kötü olaylar elbette hepimizin canını yaktı. Dünya savaşları, gizli anlaşmalar, yeni devletler, değişen yönetimler, farklı ideolojiler, sağlar, sollar, Türkler, Kürtler, Araplar, Ermeniler… Ancak şimdi… Zaman değişti, bizler değiştik. O halde söyleyecek yeni cümlelerimiz olmalı. O halde başka söylemlerimiz olmalı. Yerinde bir hoşgörü, farklı fikirlere saygı, eleştiren, sorgulayan bir bakış açısı ve samimiyet… Yetmez mi bize? İlkokuldaki gibi “ Ali saçımı çekti, Veli topumu patlattı, Önce O başlattı…” deyip suçlu aramak manasız değil de nedir? Şu vaziyette “Ne yapmalıyız?” sorusunun cevabı oldukça basit. Bütünleyici, birleştirici bir paradigma geliştirmeliyiz. Nereden başlayacağımıza gelince, kavramlar… Önce kavramlarımızı düzeltmeliyiz.

BEŞİKTAŞ’IN KÂBE’Sİ(!) YIKILIYOR ferİde yüzer Son dakika haberleri: “Pek çok anımızın geçtiği stadın önünde saygıyla eğiliyoruz.” “Beşiktaş kulübünün onursal başkanı Süleyman Seba’nın ilk golünü attığı İnönü Stadı haziran ayında yıkılıyor.” “İnönü Stadı’nda oynanacak son maç için biletler tükendi!” “32 bin 125 kişilik kapasiteye sahip olan stadın kapasitesi 42 bine çıkartılacak.” “Taraftarlar maç sonunda stada indi ve hatıra kalması için çimleri yoldu, oturakları söktü.” “Stat önünde hatıra fotoğrafı çektirenler hüzünlüydü.” … İslam öncesi cahiliye Arapları, yaptıkları putlar ve bu putlara sunulan kurbanlar sayesinde hem ticaret yapıyor hem de bir dine bağlanmış olmanın verdiği mutlulukla yaşayıp gidiyorlardı. Ta ki kutlu elçi gelip de onların işlerini bozana kadar… Allah’tan başkasını ilah edinmenin yanlış olduğunu bilen bu insanlar küfürlerine gerekçe olarak da; “Biz zaten Allah’a yaklaşmak için bunlara tapıyoruz.” dediler. Putlar zamana ve mekâna göre değişiklik gösterebiliyor. Futbol tapıcıları da ilerleyen teknolojik gelişmeler sebebiyle “Kaybolan kardeşlik duygularının temini için” futbolu bir araç olarak görebilirler belki. Eskiden beri bu böyledir. Minareyi çalan kılıfını hazırlar. Peki, pek çok ortak paydaya sahip olan insanların futbol hürmetine birbirine düşman kesilmesini hangi kefeye koyacağız?

Şimdi gençlere bakın, idolleri falan futbolcu, filan takım için “Canım feda olsun…” naraları atabiliyorlar, damarlarındaki asil kan tuttukları takımlarının renklerinde, takımları için adam bile öldürebilecek kadar yiğitler(!) Herhangi birini tutup falanca takımın oyuncularını say deseniz, çatır çatır sayar size. Aynı gençlerin Aşere-i Mübeşşere’den haberleri yok. Bırakınız onu, ilk dört halifeyi bile sayamazlar. O statlarda binleri toplayabilirsiniz. Ancak bu kalabalığı yüzbinlerce masumun ahı için bir araya getiremezsiniz. Birçok peygamber statlardaki kadar ümmet toplayamamıştır. Hülasa, futbol artık bir din; stadyumlar da birer mabet olmuş durumdadır. Bence bu durum esasen bazı güçlerin toplumu daha rahat yönetebilmesi için oluşturduğu bir olgudur. Şiddet, terör ve silahlı çatışmalar, teknolojik ilerlemeler yüzünden çok tehlikeli boyutlara tırmanacak, önlenmeleri ya da kontrol edilmeleri daha da güçleşecek olan olaylara toplumun tepkisiz kalması için, önlerine bir “top” atıverin yeter. Hele ülkemizdeki gençler… Olması gereken gençlik; özgür, sorgulayıcı düşünceye, tüketimden çok üretmeye, paylaşmaya, ahlaka, hoşgörüye, dini inanca sahip… Bir gençlik olmalı değil mi? Necip Fazıl’ın deyişiyle: “Meşin top önünde bütün ruhi kıymetler birer leblebi tanesi kadar küçülmüştür.” Sadece erkekler değil! Kadınlar da bu rezil sisteme alet edildi. Kadınların toplum yaşamında daha çok yer alması, cinsiyet ayrımının giderilmesi kılıfıyla; kadınları önce stadyumlarda, sonra spor kanallarında görmeye başladık.

Kadınlar eskiden gazetelerin spor sayfalarını açmazlar, maçları takip etmezler, spor haberlerini dinlemezlerdi. Devir değişti. Kadın spor yorumcuları, köşe yazarları, kadın spor spikerleri… Bütün bunlar; “Futbola değer katan kadınlar” olarak lanse edildi. İşte bazı spiker/yorumcu isimleri; Feryal Pere (Radikal , Ebru Kılıçoğlu (Sabah), Banu Yelkovan (Radikal), Ebru Koksaldı (Milliyet), Gülengül Altınsay (Akşam), Nilay Yılmaz (Milliyet), Burcu Esmersoy (Ntv), Tuba Dural (CNN), Esra Beyazadam (SKY), Minecan Beyazadam (Lig tv), Pınar Argun (Lig tv), Duygu Özşentürk (Lig tv), Dilara Gönder (Lig tv), Sine Büyüka (Ntv), Semahat Arslaner (Trt) Değer Soysal (Show). Yorumcu Osman Tanburacı’nın görüşüne göre erkekler futbolu kavgaya dökünce futbolseverlerin kurtuluşu kadınlar olmuşmuş! Bence bunun tek sebebi futbolizme “kadın” objesini katarak, futbolun gündemden düşmesini engellemek. Sözümün kanıtı olarak da yine aynı zat-ı muhteremin başka bir sözünü zikretmek istiyorum: “Otomobil fuarlarında da mini mini şortlu bayanları arabaların üzerinde görmüyor muyuz? Kadın işi bilse de bilmese de erkekten daha fazla dikkat çekiyor…” (kadinlaricin.net-15.08.2011 “Kadın Spor Yazarları” başlıklı yazı) Buyur buradan yak! Dünyanın pek çok yerinde mazlumların kanlarının bir önem taşımadığı bu günlerde, yazımın çıkış sebebi olan sözün sahibi Ali Şeriati der ki: “Tribünden gelen sesler süren savaşlardaki mazlumun sesini kısıyorsa futbol afyondur.” Vesselam.

Hz. Musa, Hızır ile buluşur ve kendisine verilen ilmi ona da öğretmesi için yanında kalmak istediğini söyler. Hızır’ın cevabı hayırdır: “Doğrusu, sen benimle birlikte yaptıklarıma sabredemezsin.” Aralarında bir anlaşma yaparlar. Hz. Musa hiçbir şey söylemeden, sormadan sabredebilirse birlikte gideceklerdir. Nihayet bir gemiye binerler. Hızır gemiye bir delik açar. Hz. Musa ona böyle kötü bir şeyi neden yaptığını sorar. Hızır anlaşmalarını hatırlatarak Hz Musa’yı uyarır. Musa affını diler ve yollarına devam ederler. Derken Hızır bir çocuğu öldürür Hz. Musa böyle çirkin bir şeyi neden yaptığını sorar. Hızır tekrar anlaşmalarını hatırlatır. Hz. Musa “bu son eğer bir daha sorarsam bana arkadaş olma” der. Sonra, bir köye varırlar. Hızır konaklamak için durdukları yıkık duvarı onarır. Hz. Musa ona, bunun için istese bir ücret alabileceğini söyler. Bu arkadaşlıklarının bittiği andır. Hızır bütün yaptıklarının hikmetini bildirmeye başlar; “o gemi, fakir kişilerindi ben onu, sağlam gemileri zorla ele geçiren bir hükümdardan korumak istedim. O çocuğun anne-babası inanan insanlardı ve biz o çocuğun onları saptıracağından korktuk. O duvara gelince duvar iki fakir çocuğundu Rabbin onlar büyüdüklerinde altında ki defineyi kendileri çıkarsınlar istedi. Ben bunları kendi reyimle yapmadım işte sabredemediğin şeylerin iç yüzü budur.” Dostoyevski bu kıssadan haberdar mıydı bilmiyorum. Sanıyorum haberdar olsaydı anlatmak istediği şeyi kısmen de olsa bu kıssaya dayandırırdı. Raskolnikov’un toplumun ıslahı ve iyiliği için gönderilen, bulunduğu toplum içindeki, yasalara uymayan ayrıcalıklı insanlar dediği tam olarak burada Hızır’ın bulunduğu konum aslında. Raskolnikov, yaşadığı kötü dünyayı daha kötü hale getiren bir “kan emici”yi öldürmek, yasaların ses çıkarmadığı, ama insanın katlanamayacağı bir kötülüğü ortadan kaldırmak istedi, yaptı da. Hikmeti bilemedi ama. Bu öyle her insanın kârı değil tabi, Musa (as) bir peygamber olmasına rağmen hikmetini bilmediği şeye katlanamadı, Raskolnikov kim ki? Raskolnikov adaleti kendince taksim etti. Raskolnikov’u haklı buluyor değiliz. Ama madem adaleti sağlamak için yasalara ihtiyacımız var; öyleyse yasalar insanı fıtratına uygun İslam ahlakı üzerine oturtulmalı. Aksi takdirde, adaleti kendince sağlayan insanlar da Raskolnikov’un erdemli pişmanlığını bile göremeyiz. Yasalar, adalet ve insanların iyiliği için hiç bir zaman yeterli olmamıştır. Düşündüğümüzde hemen anlıyoruz ki yasalar, hiçbir zaman ahlakı oluşturmak için yeterli değildir. Zira yasalar ahlakı değil ahlak yasaları oluşturur. “Toplumun ahlakı bozuksa yasalar ne yapabilir ki?” Evet, ilk bakışta bu doğru bir tespit gibi ama biz “cahiliye toplumu” denen vahşi bir toplumdan, nasıl dünyanın gelmiş geçmiş üstün toplumunun oluştuğunu biliyoruz, buna inanıyoruz. Onları o seviyeye getiren yasalar iman, sevgi ve adalet üzere kurulmuştu sonuçta. Bu iman ve sevgi onların ahlakını da güzelleştirdi. Bu nasıl yapılır sağlanır bilemiyorum ama yapılmazsa, bütün insanlar birbirimizin kurdu olarak kendi kendimizi yiyip bitireceğiz.


14 |

Demiryolu Çocukları Yakup Özkaraalp

AYŞE BÜŞRA ERKEÇ a.b.erkec[@]gmail.com

Tarihin İnsanlık Suçu

T

ren yolu çocuk aklımda şehir ile aramızdaki sınırı gösteren topraktaki demir çizgilerdi. Sordukları zaman çekinerek Larendeli’yim derdim. Muhatabım taşralı olduğumu hemen anlardı. Evet, Karaman’ın taşrasıydı. Fakirdi, yoksuldu, ötekiydi.. Doğudan göçen insanların mütevazi fakat renkli hayatı burada yaşanırdı. Çocuklukta kişinin aidiyet duygusunun oluşmasında, güven duyma ve sorumluluk yüklenme bilincinin gelişmesinde önemli bir yer tutar mahalle. Küçüklüğüm yoksul, mütevekkil ve ötekiliği kabullenmiş insanların yaşadığı bir mahallede geçti. Larende... Tren yolu, şehir merkezi ile Larende’yi bıçak gibi kesen, zenginlik ile fakirlik arasındaki ince bir hattı. Tren yolunun öte tarafında zengin, temiz, beyaz tenli insanların oturduğu mahalleler vardı. Onlar zaten zorunlu olmadıkça bizim tarafa geçmezlerdi. Ama biz her gün onların tarafına geçer, akşama kadar ayakkabı boyar, simit satar akşamüzeri tekrar kuşlar gibi rayların sınırladığı hattı geçerek mahallemize dönerdik.. İşte böyleydi… Bir vardı bir yoktu bir mahalle vardı. Her mahallenin bir delisi bir velîsi ve bir kedisi mutlaka olurdu. Mahalleyi mahalle yapan işte bunlardı. Ve bu mahallelerde herkesin bir hikayesi vardı. Söylenenlere göre annesi gündelikçi olarak tarlaya gittiği bir gün, demiryolunda oynarken uyuyakalmış ve hızla gelen tren kolunu koparmıştı. Birkaç komşu kadın çarpınmış çırpınmış ama nafile... Hurşit böyle bilinirdi mahallede. Çocukluğu bir tren yolunun yanında geçen herkesin böyle bir hikayesi vardır. Ulukışla yönünden gelecek olan yük treni Cuma günleri dört gözle beklenirdi. Bütün mahalleli ellerinde yirmi kiloluk boş yağ tenekeleriyle daracık sokaklardan koşarak istasyona gider, akasya ağaçlarının altında sabırsızca beklerdi. Tren kızgın bir boğa gibi sağa sola buharlar püskürterek bütün haşmetiyle istasyona yanaşınca biraz sonra gerçekleşecek yağma için en iyi yeri kapma kavgası hızlanırdı. En iyi yer en iyi ganimet demekti. Bu yolda kalp de kırılırdı gerekirse kafa da… İstasyona yaklaşan buharlı tren kazanına su doldurmak için rayların tam ortasına yapılmış su kuyusuna gider, kızgın kazana soğuk suyun dökülmesiyle birlikte ortalığı bembeyaz buharlar kaplardı. Buharlar içindeki lokomotif çocukluk hayallerimde olduğundan daha esrarengiz görünürdü. Lokomotif önce oraya yanaşır suyunu alır ve sonrasında küllerini boşaltmak için dut ağaçlarının olduğu, istasyonun en ücra köşesine çekilirdi. Yan tarafındaki kapaklar açılır, küllerle beraber yarı yanmış ya da nasıl olduysa hiç yanmamış kömürler saatlerdir bu anı bekleyen kalabalığın önüne boşaltılırdı. O andan itibaren beklemekte olan kadınlı erkekli kalabalık dökülen küllere hücum eder, bu hücumun karşısında dayanamayacağını bilen bekçi de yan taraftaki büyük dut ağacının altına çekilir yaktığı sigaranın dumanını keyifle üfleyerek külleri karıştıran bizleri seyrederdi. Küller kısa bir süre içinde karıştırılır, ele geçen yanmamış bir kömür değerli bir elmas parçası gibi hemen tenekeye atılırdı. Bu kısa süreli kömür savaşının galibi genellikle Hurşit olur tek koluyla doldurduğu tenekesini yine tek koluyla kafasına kaldırdığı gibi evin yolunu tutardı. Bütün bu çekilen sıkıntılar karşısında işten gelen babamızın “Aferin! Senden adam olacak.” sözü bütün yorgunluğumuzu siler süpürür, büyüyünce adam olacağımızın garantisini de almış olmanın huzuruyla bir köşede uyuyakalırdık.

Tren yolunun yanında çocukluğu geçen herkes oyun bulmakta zorluk çekilmediğini bilir. Her doğan gün kuralı olmayan, adı konmamış bir oyundur. Kahvaltısını yapan ve o gün yapması gereken bir işi olmayan her çocuk Pancar Kantarı”nın deposunun yanına gelirdi.

Seçilen mekan büyüklerden uzak ve kuytu bir yer olduğu için bütün haşarılıkların planlanıp yapılabileceği bir yerdi. Ne zaman oraya varsam Hurşit’i önceden gelmiş, kendisiyle özdeşleşen kırık biriketin üzerine oturmuş bulurdum. Mahallenin bütün çocukları birer ikişer sağdan soldan oraya üşüşür, Kayserili’nin çocukları, Çardak Ali ve Şişman Perihan’ın Metin’in gelmesiyle ekip tamamlanmış olurdu. Hurşit yarı pelteksi sesiyle “posta treni neredeyse gelir” dediği zaman bu sözün ne anlama geldiğini bütün çocuklar bilirdi. Hurşit önde biz arkada ağır ağır Ağalar Harmanı’na doğru yürümeye başlardık. Yol boyunca birbirimize, biraz sonra tren raylarına koyacağımız çivi ve benzeri metalleri gösterir, bahislere tutuşurduk. Ağalar Harmanı’nın hemzemin geçidine yaklaştığımız zaman Hurşit cebindeki çivisini çıkarır yavaşça rayların üzerine koyardı. Bizlerde yavru ördeklerin annelerini takip etmedeki titizliğiyle elimizdekileri telaşla raylara yerleştirir, sonra da kulaklarımızı rayların üzerine koyarak gelmekte olan trenin mesafesini tahmin etmeye çalışırdık. Kendisini göremediğimiz bir trenin sesini raylardan duymak bizim için gayptan haber almak gibi bir şeydi.Tabiî ki Hurşit’in tahmini herkesçe kabul edilir ve eğlencenin bir sonraki aşamasında kullanılacak taşları toplamak üzere sağa sola dağılırdık. Taşlar itina ile toplandıktan sonra Hurşit’in önceden belirlediği raylara yakın bir yerdeki hendeğe girer yüzü koyun yere yatar, başımızı bile kaldırmadan beklerdik. Allah’ım ne heyecanlı ve esrarlı bir bekleyişti. Tren yaklaştıkça heyecanımız korkuyla karışır, çocuk yüreğimizin dayanamayacağı sınırlara gelirdi. Avuçlarımızda tuttuğumuz taşları daha bir sıkardık. Ve işte o an. Hurşit’in bağırmakla böğürmek arasındaki “hayda!” sözü iyice gerilmiş olan bizleri bir anda zembereği boşalmış bir yay gibi fırlatır, sıkmaktan terleyen ellerimizle tuttuğumuz taşları olanca gücümüzle atardık. “Beyaz adamın demir atı taşlanmaya layıktı çünkü.” Hurşit ezeli bir düşmanına atar gibi büyük bir hınçla atardı kocaman taşları. Bedeninin bir parçasını alan bu demirden canavar onun için taşlanması gereken yegâne şeydi. Evet taşlanmalı, taşlamalıyız bir parçamızı alıp götüren her ne varsa… Bir çocuğu çok sevdiği kedisinden ayıran tren taşlanmayı hak etmiştir. Çok sevdiğim bir kedim vardı. Ama senede iki defa yavrulayan, her doğumda yedi sekiz tane yavrusu olan bir kediye annemin daha fazla tahammül edemeyeceğini hesap edememiştim. Bir pazar günü annemin tehditleri sonucunda kedimi ve yavrularını bir bisküvi kutusuna kendi ellerimle koymuş, yol uzun olduğu için kutunun dört tarafına hava delikleri açmış, ve canım kadar sevdiğim kedimi ve minik yavrularını Adana yönüne giden bir yük treninin vagonuna gizlice koymak zorunda kalmıştım. İşte tren benim nazarımda bir çocuğu kedisinden ayıran demir bir canavardır. Çocukluk hatıralarımda sadece canavar lokomotifler yoktu. Mahallede bir köşe başında ya da bir asma altında oturan herkesin derdini dinleyen, dertlere deva olan, çok dinleyen, az konuşan, kendisine yürek sıkıntısıyla gelen nice gelinleri, borçluları, evden kaçmak isteyen gençleri, kocasının dayağından intiharın eşiğine gelmiş zavallı kadınları teselli eden, gamlarını paylaşan, gönül ferahlığı ile uğurlayan nur yüzlü, ışık sözlü insanlar vardı. Bu insanlar bugün modern tıbbın bilmem kaç seans süren psikolojik tedavilerini bir çırpıda halleden insanlardı. Bir ücret de talep etmezlerdi. Zaten onlar yaptıklarını bir iş olarak görmezler bir insanlık gereği, kardeşlik borcu addederlerdi. “Mahalle baskısı” var mıydı? Evet vardı. Çünkü insanlar birbirlerine zimmetlenirdi. Her koyun kendi bacağından asılır sözü bugünkü bencil anlamında değildi henüz. İnsanlar birbirlerinden kendilerini sorumlu hissederlerdi ve müdahale etmeyi imanî bir borç bilirlerdi. Baba çocuğundan, komşu komşudan mesuldü..

“Bir hikâyenin dengesi iki şeyin aynı zamanda var olmasına bağlıdır: 1: hikâyenin biteceğini bilen yazar, 2: bunu bilmeyen hikâye kahramanları.” Pavese- Yaşama Uğraşı Her ne kadar geçmiş zamanlara ait olsa da cümleler, günümüzde hitap ediyor ve gerçekleri aşikâr ediyorsa bu yazarın beyninin çalıştığına işaret eder. Pavese’de bunlardan sadece biri. Oyunlar yazılır, öyküler kaleme alınır ve hikâyeler anlatılır. Bazen bütün bunlar bir ülkeyi, bir inancı ve ideolojiyi yok etme adına masum ve günahsız insanların yok edilmesi adına gerçekleştirilir. Dünyada kan gölü akmaya ve o kan gölü gün geçtikçe büyütülüp derinleştirilmeye devam ediyor. Katliamların nedenleri malum, adına Arap baharı, Kürt baharı gibi isimler takılarak vahşetin boyutunu “bahar” kelimesinin arkasında kaybetme yarışına giriliyor. Oysa bir kan gölünün üzerine ne kadar çiçek yaprakları dökerseniz dökün kan, bütün çiçeklerin o muhteşem güzelliğini ve kokusunu alabora edecek güç ve kirliliktedir. Hele bu kan masum insanların kanıysa! Kirli oyunlara aralanan perdeler aralanmaya başladı. İsrail artık alenen Suriye hava sahasında uçaklarını uçurup pervasızca, ölüm saçıyor. Dünya ise nedense ölüm sessizliğinde, İslam ülkeleri ve en önemlisi önemli bir misyon ve vizyon sahibi Türkiye’de bu sessizliğin içerisinde. Tarih boyunca yaşanmış bütün savaşlara baktığımız zaman görüyoruz ki Batılın sancağını taşıyan kan emici güçler insanlık suçunun öncülüğünü yapmasıyla dikkat çekiyor. Tarih hocası Bünyamin Nami Tonka’nın ifadesiyle “ 20 yıllık araştırmalarımın sonucunda gördüm ki, savaş esnasında insanlık suçu işlememiş tek millet Türk milletidir. İnsanlık tarihinin en asil milleti bizim ecdadımızdır ki savaşta bile düşmana merhamet göstermiştir!” ifadesi beni hem onurlandırıyor hem de bu güzel coğrafyadan ve milletten Batıl inançsızlığı ve vahşeti ne ister? Sorusunu sormama engel olamıyor. Bu yazıyı okuyan sizlerden ricam, Haym Nahum doktrinini gençler olarak hepimizin tekrar gözden geçirmesi gerekiyor. İnsanlar ölürken, hele bu ölen insanlarla aynı dini benimsemiş ve aynı değerleri özümsemişseniz, bu ölen insanlar sizin arkadaşınız ve kardeşinizse ölüm duygusunu yaşamak en acı tecrübelerden biridir. Dünya coğrafyası kardeşlerimizin kanıyla boyanıyor bizler sessizce izleyip, kendimizi kandırarak “ümmetçilik” oyunları oynamaya devam ediyor, gündelik uğraşlarımızın rahatlığına devam ediyor ve en trajik olayı da bilgisayar başında güya cihad ediyoruz. “Savaşlar insana bir topluluğun parçası olduğu duygusunu verir!” diyen Pavese’ye kulak vermemek ne mümkün? Oysa eskiden bu kadar sessiz değildik, ne oldu bize böyle?


| 15

KENDİ İPİMİZİ ÇEKTİK PTT 1. Lig Play-Off karşılaşmasında Torku Konyaspor sahasında, Bucaspor’a 1-0 yenilerek işleri zora soktu

PTT 1. Lig Play-Off karşılaşmasında Torku Konyaspor sahasında, Bucaspor’a 1-0 yenilmesiyle işleri zora soktu. Torku Konyaspor Teknik Direktörü Uğur Tütüneker “Bu maçta kendi ipimizi çektik” dedi. Buna rağmen hiçbir şeyin kesin olarak bitmediğine dikkat çeken teknik adam “ikinci maça şansımız elbette var” dedi. İstedikleri oyunu sahaya yansıtamadıklarını söyleyen Tütüneker, “Çok iyi oynadığımızı düşünmüyorum, takımım çok daha iyi oynamalıydı. Çok izin verdik Bucaspor’a sahada hareket etmesi için, tamamen mahkûm oynadık. Biz düşündüğümüz seviyede oynayamadık. Üç kez direkten dönen topumuz var, tamamen şanssızlık” diye konuştu. Maçın hakemini geçersiz saydığı gol için eleştiren Tütüneker, “Azıcık futbolun özüne müdahale etmeleri lazım. Yazık golümüz sayılmadı. İkinci maça daha mutlu gidecektik. Bucaspor’un golü verildiyse bizim golümüzün de verilmesi gerekirdi. İkinci maça şansımız yok mu, elbette var. Orada da biz galip gelebiliriz. İkinci maç nedeniyle her şeyi riske etmedik” şeklinde konuştu. Torku Konyaspor futbolcularından Murat Akın’ın hedefinde hakem Serkan Çınar vardı. Akın, “Bizim yediğimiz golle, sayılmayan atılan golümüz karşılaştırılsın. İstediğimiz oyunu sergiledik, 3 direkten dönen top var, ama olmadı. Bucaspor’u deplasmanda yenip finale yükseleceğimizi düşüyorum” açıklamasını yaptı. HAKKIMIZ YENİYOR Yeşil-beyazlı oyuncu Selim Ay ise, “Sezon başından bu yana hakkımız yeniyor, burası Play Off, geri dönüşü yok. Hakemler kararlarına dikkat etmeli. Bunlar bizi hırslandırıyor. Biz yılmıyoruz kimse de yılma-

sın. Bucaspor’u deplasmanda yenip finale çıkacağız” ifadelerini kullandı. KARAFIRTINALAR: BAZEN ŞANSIN YANINIZDA OLMASI GEREKİYOR Bucaspor Teknik Direktörü Sait Karafırtınalar, deplasmanda galip gelerek çok büyük avantaj elde ettiklerini söyledi. Karafırtınalar, “Çok iyi oynamadığımız bir maçtan çok büyük bir avantajla ayrılıyoruz. Deplasmanda nasıl oynanması gerekiyorsa öyle oynadık. Hiç beklemediğimiz bir anda 2 sakatlık oldu ve bütün oyunumuzu etkiledi. Bu galibiyeti ikinci maça taşıyabilirsek bizim için daha iyi olacak. Torku Konyaspor’un da bariz direkten dönen 3 topu var. Bazen şansın yanınızda olması gerekiyor, bugün bizden yanaydı” yorumunda bulundu. Maçta önemli dakikalar ve maçın istatistiği şöyle: MAÇTAN DAKİKALAR 11. dakikada Torku Konyaspor atağında, Muhammet’in sol kanattan taç atışında topla buluşan Ars’ın pasında ceza sahası çizgisi üzerinden Erdal’ın sert şutu üst direkten oyun alanına döndü. 28. dakikada Ali Turan’ın sağ kanattan ortasına Recep’in kafa vuruşu üst direkten döndü. Dönen topa ceza alanı dışından İshak’ın sert şutu üstten auta çıktı. 45. dakikada sol köşeden Erkan’ın kullandığı korner atışında topa yükselen Henrique kafayla topu ağlara yolladı. Bucaspor deplasmanda 1-0 öne geçti. 45+2. dakikada Erdal’ın sağ kanattan serbest vuruşunda topu kafayla ağlara gönderen Ali Turan’ın golü hakem tarafından faul gerekçesiyle geçersiz sayıldı. 47. dakikada Muhammet’in soldan ortasına 6 pas içinde yükselen Murat’ın kafa

vuruşu direkten döndü, Bucaspor savunması topu uzaklaştırdı. 63. dakikada sağ kanattan gelişen Bucaspor atağında topla buluşan Erkan’ın sert şutu kaleci Kaya’da kaldı. 65. dakikada Murat’ın orta sahadan ceza alanına getirerek Ars’a pas olarak attığı topa Bucaspor savunmasından Fahri’nin ter vuruşu kalenin solundan kornere çıktı. 67. dakikada Erkan’ın sol kanattan kullandığı serbest vuruşta Mehmet Batdal’ın kafayla vurduğu top kalenin üstünden auta çıktı. 90. dakikada Torku Konyaspor atağında Neca’nın ceza sahası dışından sert şutu Bucaspor kalecisi Ömer’de kaldı. STAT: Konya Atatürk HAKEMLER: Serkan Çınar xx, Süleyman Özay xx, İsmail Şencan xx TORKU KONYASPOR: Kaya x, Erdinç x, Selim xx, Erdal xx, Recep xx (Neca dk. 67 x), Sjoerd Ars xx (Atilla dk. 81 x), Murat x, Ali Turan xx İshak xx, Muhammet x, Ömer Ali x (Şenol dk. 10 xx) YEDEKLER: Emrullah, Abdülkerim, Tolga, Serkan TEKNİK DİREKTÖR: Uğur Tütüneker BUCASPOR: Ömer xx, Mehmet Batdal xxx, Henrique xxx, Nsalivva xx, Okan xx (Mehmet dk. 46 xx), Yasin xx, İrfan xx (Zafer dk. 44 xx), Erkan xx, Alparslan xx, Fahri xx, Umut xx (Berkay dk. 84 x) YEDEKLER: Kemal, Hasan, Emre Şahin, Emre Balak TEKNİK DİREKTÖR: Sait Karafırtınalar GOL: Henrique (dk. 45) (Bucaspor) SARI KARTLAR: İrfan, Henrique (Bucaspor), Ali Turan, Selim, Murat (Torku Konyaspor) (İHA)

Play-Off yarı final son maçları 23 Mayıs’ta Türkiye Futbol Federasyonu (TFF), PTT 1. Lig Play-off yarı final maçlarının rövanşları 23 Mayıs’ta oynanacağına karar verdi. PTT 1. Lig’de lig grubu karşılaşmalarının sona ermesinin ardından Manisaspor, Bucaspor, Torku Konyaspor ve Adana Demirspor, Play-off’a kalmıştı. Çift maç eleme usulüne göre oynanan karşılaşmaların rövanş sonuçlarının ardından finale kalan iki takım, tarafsız sahada karşı karşıya gelecek. Mücadelenin galibi, Kayseri Erciyesspor ve Çaykur Rizespor’un ardından Spor Toto Süper Lig’e yükselen 3. takım olacak. Play off rövanş maçlarının takvimi şöyle: 23 Mayıs Perşembe 19.00 MANİSASPORADANA DEMİRSPOR (MANİSA 19 MAYIS) 21.45 BUCASPORTORKU KONYASPOR (YENİ BUCA STADI)

Stadyuma yeni çehre Beyşehir’in zemini çimle kaplı stadyumun çehresi yürütülen çalışmalarla değişiyor. Beyşehir 75. Yıl Cumhuriyet Stadyumu’nun bin 500 seyirci kapasiteli olan tribünlerinin üzerinin çelik konstrüksiyonla kapatılması çalışmalarının başladığı bildirildi. Beyşehir Gençlik Hizmetleri ve Spor İlçe Müdürü Mehmet Bayındır yaptığı açıklamada, ihaleyi üstlenen firmanın stadın tribünlerinin kapatılması çalışmalarına şimdiden başladığını belirterek, “Çalışmaların bir ay içerisinde bitmesini bekliyoruz. Tribünlere çelik konstrüksiyonlar vinç yardımıyla yerleştirilmeye başlandı. Daha sonra tribünlere seyircilerin oturması için kırılmaz yapıya sahip plastik oturaklar yerleştirilecek. Tribün taşkınlıklarında kırılıp sahaya atılamayacak kadar sağlam özelliği bulunacak. Daha sonra ise stadyumun etrafındaki duvarların üzeri tel örgülerle çevrilecek. Stadın içerisinde tartan pist şeklinde bir koşu parkuru oluşturmayı da planlıyoruz” dedi.



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.