1 HAKİKATİMİZE ENGEL PERDELER
HOCAYA AMİN Mİ DİYELİM
YOLA DEVAM
DERSANELER VESAİRE
FERHATOLMAK DEMEK
SAFLARI SIKLAŞTIRALIM
27. Sayı
13-20 Ocak 2013
www.anadolugunluk.com
50 Kr
Suç makinası
Büyükçekmece’de okunan ezanın Bandırma’dan duyulduğunu söyleyen Taşkın Ofluoğlu, “Ezanı duyamayan alsın bir ezan kaseti evinde otursun dinlesin” dedi. Beylikdüzü Belediyesi 2013’ün son ve 2014’ün ilk meclis toplantısını gergin geçirdi. Aralık ayı meclis toplantısına CHP’li Taşkın Ofluoğlu’nun yaptığı öneri damgasını vurdu. Ezan sesinden rahatsız olan Ofluoğlu, “Bırakınız, insanlar ibadetlerini evlerinde de yapabilirler. Buradaki bütün nüfusu camilere doldurmamız mümkün değildir. Bırakınız dini tesis alanı kendi öl-
ÖLECEĞİ İÇİNE DOĞMUŞ
Türkiye genelinde birçok ilde 110 farklı olaya karışmaktan hakkında 28 yıl kesinleşmiş hapis cezası bulunan ve 3 yıl önce cezaevinden kaçan şahıs Konya’da yakalandı. 3’te
çeğinde kalsın. Yaşlı babaannelerin çocuklarını evlerinden alıp, oturduğu parklardan söz ediyorum. Bunlara mahalle aralarında gerçekten ihtiyaç duyuluyor. ‘Ezanı duymuyorum’ Alsın bir ezan kaseti evinde otursun dinlesin. Bugün Türkiye’de nerede oturursanız oturun en az 5 tane camide ezan sesini duyacak hale geldik. Çekmece’de okunan ezan Bandırma’da duyuluyor. Başka dini tesis alanı var o bölgede yapmak istiyorsanız onları değerlendirin” diye konuştu. Bu konuşmalar meclis toplantısında büyük tepki aldı.
5
Haftaya tamam
HAYATA TUTUNDU, ANCAK...
8
Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, dershanelerin düzenlemesi konusunda, “Bir iki tane eksiğimiz kaldı. Bir hafta içerisinde tamamlanmış olur” dedi. Sayfa2’de
Milli Gençlik Vakfı yeniden kuruldu
Vatandaş şikayeti! Bir vatandaş, vatana ihanet suçlarından haklarında soruşturma açılması talebiyle savcılar Zekeriya Öz, Celal Kara ve Muammer Akkaş’tan şikayetçi oldu. Sayfa 2’de
1975 yılında kurulan ve inançlı bir neslin yetiştirilmesine öncülük eden ancak 28 Şubat sürecinde kapatılan Milli Gençlik Vakfı, yeniden kuruldu. 2013 Haziranında torba yasa olarak adlandırılan 6495 sayılı kanun ile 28 Şubat sürecinde kapatılan vakıfların tekrar kurulmasının önü açılmıştı. MGV’nin yeniden kurulması için Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi’ne yapılan başvuru ile MGV’nin yeniden kurulması kesinleşmiş oldu. Kapatıldığı gün 155 adet gayrimenkulüne el konularak Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne emanet edilen MGV’nin malvarlıkları 3 ay içinde iade edilecek.
Başkana hapis! Üstünler Kasabası Belediye Başkanı hakkında görevini kötüye kullandığı suçlamasıyla 6 ay hapis cezası verildi. 4’te
2
Twitter’ı salladı O Ses Türkiye yarışmasının sevilen jüri üyesi Athena Gökhan’nın abdest alırken fotoğrafı yayınlandı. Yarışmada rahat tavırlarıyla herkesin sempatisini kazanan ünlü müzisyenin hayranları tarafından çekilen fotoğraf Twitter’da günün konularından oldu. Athena Gökhan’a camide rastlayan bir hayranı, şarkıcının abdest aldığı anın fotoğrafını yayınladı. Twitter kullanıcıları ise fotoğrafı, Gökhan’ın yarışmada sürekli kullandığı “Abi çok iyi yaa” sözüyle yorumladı.
Bir hafta kaldı! Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, dershanelerin düzenlemesi konusunda, “Bir iki tane eksiğimiz kaldı. Seçenekleri olabildiğince çoğaltmaya çalışıyoruz. Bir hafta içerisinde tamamlanmış olur” dedi. Gazetecilerin sorularını cevaplandıdran Bakan Avcı şunları kaydetti: “Dershanelerle ilgili yeni bir öneriden bahsediliyor. Dönüşemeyen dershanelerin yurt olur önerisinden bahsediliyor. Son çalışma nedir, envanter tamamlandı mı?” sorusu üzerine Bakan Avcı şu cevabı verdi: “Bir iki tane eksiğimiz kaldı. Seçenekleri olabildiğince çoğaltmaya çalışıyoruz. Bir hafta içerisinde tamamlanmış olur.”
Salgın yok Havaların soğumasıyla birlikte gribal enfeksiyon yüzünden hastanelere başvuranların sayısında belirli bir artış gözleniyor. Konya’da doktorlar son günlerde gündeme gelen H3N2 virüsüyle çok karşılaşmadıklarını ancak bu mevsimde benzer grip vakaların yaşandığı söyledi.
HOCANIN BEDDUALARINA “AMİN” MI DIYELIM?
1
7 Aralık tarihinden bu yana yaşanan hadiselerin bize gösterdiği gerçekler nelerdir?” şeklinde sorulacak bir soruya cevabımız ne olur? Olaylar zincirine eklenen her halkayı dehşet içerisinde kalarak izledik. En ilginç hadise Fethullah Gülen’in kendinden geçercesine lanetler yağdırarak ettiği dua olsa gerek. Ne diyordu: “Allah onların evlerine ateşler salsın, yuvalarını yıksın, birliklerini bozsun, duygularını sinelerine bıraksın, önlerini kessin, bir şey olmaya imkan vermesin.” Bu duada sarf edilen sözler ne yandan bakarsak bakalım, tevile gerek bırakmayacak derecede açık sözler. Ondan böyle bir celallenme, lanet çığlıklarının çıkması gerçekten ibret verici. Ne demek “evlerine ateş salsın, yuvalarını yıksın?” Hoşgörü Hareketi olarak lanse edilen yapının vardığı nokta burası mı olmalıydı? Muhabbet fedaileri lanet tellallığı mı yapmalıydı? Halbuki ne zamandan beri işler tıkırında gidiyor, kendilerine göre ifade ettikleri şekliyle “Hizmet Hareketi” bütün dünyada çığır açıyordu. Okullar her yerde harıl harıl çalışıyor, her ırktan öğrenciler üstün vasıflı, hoşgörülü ve diyalog ortamına elverişli argümanlarla yetiştiriliyordu. Yetişen yeni nesillerin gelecekte işbaşına geldikleri zaman inşa edeceği dünya, müntesiplerinin gözünü kamaştırıyordu. Hele hele her yıl ülkemizde tekrarlanan “Türkçe Olimpiyatları” görülmeye değer birbirinden güzel hareketleri insanlarımızın gözünde ve gönlünde yeni ufuklar açıyordu. Siyahi bir Afrikalı çocuğun sahnede Tarkan’dan parçalar söylemesi, Üstad Necip Fazıl’ın, Mehmet Akif’in, ünlü şarkıcı, türkücü tüm sanatçıların aynıyla taklit edilerek dillendirilmesi seyredenlere hoş anlar yaşatmanın yanında kalplerini fethetmeye yetiyordu. Hasretini çektiği kardeşliğin tecelli ettiğini gören yürekler, bu başarılı çalışmaları gözyaşları içerisinde izliyor… “Ben de bir şeyler yapmalıyım” duygusuna kapılarak destek oluyordu. Dahası, bu olimpiyatlara Hz. Peygamber’in de manen iştirak ettiğini ima eden konuşmalar, iştirakçilerin kazanılan
gönlünü fethetmeye yetiyordu… Böyle bir hareket, öyle bir hoca… Bunca faaliyet… almış başını gidiyordu. Gideceği son noktaya kadar ilerlemek şiarındaydılar. Dünya ve içindekiler ne ki, onlar “Samanyolu”na taliptiler. Fethullah Hoca ne hikmetse görüşlerini adını batılı bir kahramandan alan HERKÜL isimli sitede ilan ediyordu… Hareketin dikkat çekici faaliyetlerine iştirak eden samimi insanlar “destek olmayan”, kendilerince değerli gördükleri kimi kanaat önderlerine “Bu hizmet hareketi hakkında ne düşünüyorsun?” Sorusunu sorduklarında aldıkları cevap tersse, harekete daha çok bağlanıyorlardı. Onların gözleriyle gördükleri gerçekler dururken falan filanların kanaatlerinin ne önemi olabilirdi ki? Dinler arası diyalog usulden usule hoşgörü kılıfı altında benimsetilmişti. Yahudi, Hıristiyan, Müslüman… fark etmezdi. İnsan, insan olmalıydı önce. Bütün dünyada bunların faaliyetlerine engel olacak bir devlet çıkmamıştı. (Rusya hariç) Öyleyse hareket kimse için zararlı bir faaliyet içinde değildi. Olsaydı hangi ülke kendi içinde menfaatine aykırı iş yapan okullara müsaade ederdi ki?... Buradan, “demek ki hareket sağlam” mantığını yürütenler, bu mantık ile hareketin istikbaline güvenle bakıyorlardı. Evet, hareketin istikbali parlaktı. Ama, şu işlerden dolayı meydana gelen hadiseler patlak vermeseydi… Derken… Bir şey oldu. Hareketin içerisine yerleştirilmiş kimi adamlar, kendilerini deşifre ediverdiler. Sızıntı dergisi yazarı Bahri Şenkal’ın hezeyanları ortalığa dökülüverdi… Emre Uslu, “Gezi olaylarına destek verdik, çünkü hükümetin burnu biraz sürtülsün” istedik deyiverdi. Todays Zaman’da “hükümetin nasıl yıkılması gerektiğine dair” makaleler döşendiğini gördük. Zaman gazetesinin Cumhuriyet gazetesi ile aynı kulvarda koştuğuna şahit olduk. Bir müddet sonra Amerikan Büyükelçisi ile aynı dili konuştuklarına şaşırdık kaldık. En sonunda gördüğünüz gibi yukarıda bahsettiğimiz bedduaya tanık olduk.
Şimdi, yıllarca Fethullah Gülen Hoca adından bahsederek kendisine olan bütün saygıları gösterenlerin gözleri önünde… Bütün saygınlığını sıfırladığını gördüğümüz hoca efendinin hâlâ varsa sevenlerinin acilen yapması gereken bir şey var: Bir an önce hâlâ hoca efendi olarak gördükleri Fethullah Gülen’i Amerika’nın Pensilvanya eyaletinden alıp Türkiye’ye getirmek. Hocanın kendisine düşen şey de bu. Oradan, kanatları arasına sığınmak zorunda bırakıldığı Amerika’dan bir an önce kavuşma hasretini çektiği Türkiye’ye dönmek… Dönsün. Onu tutan mı var? Dönmüyorsa, “onu tutan iradenin elinde esirdir” demek hakkımız. Esir bir adamın hangi sözü kime tesir eder? Esir bir adam, kendini mahkum eden alçaklara isyan etmiyor da onların borusunu öttürüyorsa, ona da esir değil, ruhunu, benliğini, şeref, onur ve haysiyetini hatta davasını efendilerine satmış gönüllü köle denir. İşte Salih Mirzabeyoğlu… Fethullah Gülen’in 28 Şubatçıların gazabına uğrayarak Amerika’ya kovulduğu dönemde, uydurma karinelerle idam cezasına mahkum edilen bir isim… O zamandan bu zamana yaşadığı işkencelere rağmen ağzından sadır olmuş İslamî harekete aykırı tek cümle gösterilebilir mi? Yok. Amerika’da onu tutan bir irade yoksa ve kendisi orada kalmak gibi bir tercihten yana ise ki, bütün bu olanlara rağmen hâlâ orada kalmakta ısrarlıysa… Evet öyleyse ne diyelim? Ey ona bağlılık iddiasındaki sevenleri ne diyelim? Beddualarına, “amin” mi diyelim? Evet diyorsanız şayet, öncelikle onu Amerika’dan kurtarın. Duasında bahsettiği bir kısım yerleri çıkarıp biz de amin deriz. ““ALLAH YUVALARINI BAŞLARINA YIKSIN, ALLAH EVLERİNE ATEŞLER SALSIN” sözünü hiçbir Müslüman diğer bir Müslüman İÇİN SÖYLEYEMEZ. Dua niyetiyle dahi olsa KAFİRLERE DAHİ söylenemeyecek sözlerle MASUM İNSANLARIN helakini istemek ne iş, MADE İN USA?
İhanet iddiası Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na (HSYK) dilekçe yazan bir vatandaş, vatana ihanet suçlarından haklarında soruşturma açılması talebiyle savcılar Zekeriya Öz, Celal Kara ve Muammer Akkaş’tan şikayetçi oldu. Vatandaş şikayet dilekçesinde gerekçe olarak, 17 Aralık operasyonunda “insan hak ve hürriyet ihlalleri, hukuk ve soruşturmanın gizliliği ihlalleri, sansasyonel ve şov amaçlı gözaltılar ile Türkiye Cumhuriyeti Devletini ve Hükümetini içte ve dışta itibarını kasıtlı olarak sarsmak, siyasi ve ekonomik istikrarı bozmak, ekonomiye şuursuzca zarar verip borsa ve ekonomi dengelerinin alt üst edilmesi”ni gösterdi.
‘İzin verilmedi’ Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu, Zekeriya Öz’ün açıklama yapma talebine izin verilmediğini bildirdi. HSYK’dan yapılan açıklamada, Bakırköy Başsavcı Vekili Zekeriya Öz’ün basın açıklaması yapmasıyla ilgili, “Zekeriya Öz’ün açıklama yapma talebine izin verilmedi. Basına açıklama yapma yetkisi Başsavcıdadır. Zekeriya Öz hakkında suç duyurusu yapılırsa konuya HSYK 3. Dairesi bakacak” denildi. Bu arada İstanbul Emniyet Müdürlüğü, Öz’ün 7 koruması bulunduğunu ve Öz’ü korumakla görevli polis sayısının değişmediğini bildirdi.
3
Suç makinası yakalandı 110 ayrı olaya karışmaktan 28 yıl hapis cezası alan ve 3 yıl önce cezaevinden kaçan şahıs, polisin aylar süren takibi sonucu yol ortasında kıstırılarak yakalandı. Türkiye genelinde birçok ilde 110 farklı olaya karışmaktan hakkında 28 yıl kesinleşmiş hapis cezası bulunan ve 3 yıl önce cezaevinden kaçan şahıs, polisin aylar süren çalışması sonucu yol ortasında kıstırılarak yakalandı. Şüphelinin 16 ayrı suçtan arandığı ve sahte ehliyet kullandığı ortaya çıktı. Edinilen bilgiye göre, Konya, İzmir, Antalya, Afyonkarahisar ve Kocaeli olmak üzere Türkiye’nin birçok şehrinde 110 ayrı hırsızlık, dolandırıcılık ve sahtecilik olayına karışarak insanları mağdur eden Abdullah K. (48), 3 yıl öncede yattığı Akşehir Cezaevi’nden firar etti. Konya Asayiş Şube Müdürlüğü Aranan Şahıslar Büro Amirliği ekipleri, 110 ayrı olaya karışan, 16 suçtan aranıp, 28 yıl hapis cezası kesinleşen Abdullah K’yi yakalamak için aylar süren bir çalışma yaptı. Şüphelinin Antal-
Şüpheli ölüm Beyşehir’in Karaali Beldesinde 14 yaşındaki Faruk D. ‘nin bilinmeyen bir şekildeşekilde av tüfeğiyle karnından vurulduğu öğrenildi. Hastanede tedavi altına alınan ancak bütün müdahalelere rağmen hayatını kaybeden Faruk D’nin yakınları hastanede sinir krizi geçirirken, ambulansın geç geldiğini iddia ederek sağlık ekipleriyle tartıştı. Polisten yardım isteyen sağlık görevlileri, İlçe Emniyet Müdürlüğü’ne götürülerek koruma altına alındı. Polis, hayatını kaybeden Faruk D’nin nasıl vurulduğunu belirlemek için geniş çaplı çalışma başlattı
FERHAT OLMAK DEMEK...
E
ya ve Afyonkarahisar arasında gidip geldiğini belirleyen polis, şüphelinin bindiği aracı tespit etti. Şahsın Afyonkarahisar’ın Çay ilçesinde olduğunu belirleyen polis harekete geçti. Konya polisi, Çay ilçesine geldiğinde şüphelinin Konya’nın Kadınhanı ilçesine doğru gittiğini öğrendi. Yol üzerinde Bölge Trafik Şube Müdürlüğü’ne bağlı ekipler ile
ortak hareket eden ekip, 1 kilometrelik alanda araçları durdurarak şüphelinin kullandığı aracı yüzlerce aracın arasında sıkıştırarak yakaladı. Yakalanan şüpheli Abdullah K’nin üzerinden bir başkasının adına düzenlenmiş sahte ehliyet çıktı. Şahıs, kesinleşmiş hapis cezası ve arandığı dosyalar nedeniyle adliyeye sevk edildi.
Jandarma göz açtırmıyor Beyşehir’de Jandarma, gölde 2013 yılında da su ürünlerine yönelik kaçak ve usulsüz avlanmaya göz açtırmadı. Edinilen bilgiye göre, Beyşehir İlçe Jandarma Asayiş Bot Komutanlığı geçtiğimiz yılın 12 ayında da Beyşehir Gölü’nde avlanma faaliyetlerine yönelik denetim ve kontrollerini sürdürdü. Jandarma Asayiş Bot Timleri, söz konusu dönemde 85 devriye görevi ifa ederken, 65 ayrı olaya mü-
dahalede bulundu. Avlanma faaliyetlerine yönelik kontrollerde 106 balıkçı teknesini kontrol eden Jandarma Timleri, usulsüz olarak avda kullanıldığı belirlenen yaklaşık 40 bin metre ağa el koyarak Beyşehir İlçe Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü’ne teslim etti. Jandarma Bot Timi, kanunlara uygun av yapmadığını belirlediği 30 kişiye toplam 25 bin liralık idari para cezası uygularken, 5 balıkçı teknesini ise seferden men etti.
vvela, Ümmetin varlık mücadelesinin yanında yer almak demek, Tüm dünya mazlumlarının yanında olmak demek, Sömürü düzeninin karşısında olmak demek, Ayağı kaydırılmak istenen Müslüman’ın koluna girmek demek, Belini yüzyıl sonra doğrultan Büyük Coğrafya’nın yere sağlam basarak yürümesine katkı sağlamak demek, Umudunu Türkiye’nin güçlenmesine bağlayan gönül coğrafyamızın umutlarının devamı olmak demek, İnanç ve düşünce Hürriyetinin rahatça devam etmesi demek, En önemlisi de Huzur’un devamı demek. Zor günler, zor zamanlar zoru sırtlayacaklar için biçilmiş bir elbise olsa gerek. Ülkemizde yaşanan son gelişmeler, ülke insanının duygusal sınırlarını zorlayacak boyutlarda sürmekte. Ülkemizin bölgesinde tartışmasız kabul edilen ve görünen gücünün engellenmesine yönelik yapılan akıl ve vicdan ötesi girişimler sadece Türk Yurdunun Halkına değil, Türkün ve Müslümanların çağlardır ortak yaşadığı bu büyük coğrafyaya yapılan bir darbe tanımını aldı. Liderlik özellikleri bakımından tüm liderlik kavramlarının vücut bulduğu Recep Tayyip Erdoğan sahip olduğu İlahi İletişim donanımı ile hem ülkenin hem de bölgenin insanları üzerinde müt-
hiş bir imaja sahip oldu. Bireysel imajının olumlu yansımaları ekonomiden, iç ve dış politikaya kadar birçok alanda hissedilir güçte. Liderin sahip olduğu güç bölgenin de sesi oldu. Bölgenin dertlerine ve dertlilerine çözüm bulma çabaları ile sürekli dikkatleri üzerinde toplayan bir dünya lideri haline gelen Recep Tayyip Erdoğan, açık ve gizli devam eden sömürü düzeninin sofralarından bu büyük coğrafyanın insanlarını tüketilmekten, harcanmaktan alıkoyar oldu. Başbakan Erdoğan sahip olduğu iletişim yeteneği ve hiçbir ekonomik gücün yaptıramayacağı gönüller kazanmayı başarabilen ender bir iletişimi yönetme yeteneği ile liderdir. Bu liderin yaptıkları ve yapmayı amaçladıkları, sömürüden beslenen güç merkezlerini rahatsız etti. Ve hem içeriden hem de dışarından oluşturulan bir çökertme planı yürürlüğe kondu. Hasta adam olan millet, Allah’ın izniyle şifa buldu, okudu, büyüdü doktor oldu ve şifa dağıtıyor. Bu ülkenin şifalar aramak, şifalar olmak için zorlukları aşacak güçte bir Ferhat Nesli var. Ve Bu Ülkenin ve bu Ümmetin kargaşaya, kavgaya, koalisyonlara artık tahammülü yok. Bu Halk’ın Allaha şükür gözü de gönlüde açık, “Millet Allah Var Keder Yok” diyerek durmadan yola devam edecektir, tıkanan her yolları açacaktır. Bu bir Ferhat mücadelesidir.
Karaman’a barınma evi Karaman Belediyesi kalacak yeri olmayan vatandaşların yararlanabilmesi için barınma evi açtı. Belediye Başkanı Kamil Uğurlu, barınma evinde mali ve maddi durumu ne olursa olsun ihtiyaçlı olan herkese yardımcı olmaya çalışacaklarını söyledi.
4 HAKİKATİMİZE ENGEL OLAN PERDELER VE EĞİTİMİN ROLÜ
H Sahte maliyeci Vergi Dairesi Başkanlıkları son zamanlarda “Maliye gazetesi” ve “Maliye dergisi” gibi isimlerle satış yapan sahte maliyecilere karşı mükellefleri uyardı. Konuyla ilgili yapılan açıklamayla “Bu tür satış yapanlar vergi mükellefiyeti de açtırıp, fatura da düzenleyebilmektedir. Teşkilatımız mensuplarına ait isimler kullanılarak, maliye camiası yararına yemek veya benzeri organizasyonlar düzenlendiği söylenerek, davetiye, eşantiyon eşya, ajanda v.b. satışlar yapılmaya çalışılmaktadır. Mükelleflerimize “maliye müfettişi” unvanını kullanarak hasta ve özürlü vatandaşlara yardım edilmesi konusunda telefonla banka hesap numaraları verilerek yardım talep edilmektedir.“ denildi.
Hapis cezası Beyşehir ilçesine bağlı Üstünler Belde Belediyesi’nin MHP’li Belediye Başkanı Ethem Özgür’ün Beyşehir Asliye Ceza Mahkemesi’nde görevini kötüye kullandığı iddiasıyla görülen davası karara bağlandı. Davanın 14. celsesinde karar çıkarken, sanık Özgür’ün üzerine atılı ‘görevi kötüye kullanma’ suçunu işlediği belirtilerek, 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına hükmedildi. Mahkeme, kararı daha sonra cezada indirime giderek 5 ay hapis cezasına çevrildi
er çocuk, şahsiyet sahibi olmaya yetenekli bir aday olarak dünyaya gelir. Üç yaşında ana dilini konuşabilen çocuk, sadece kelime ezberlemekte ve onları tekrar etmekte kalmaz, o kelimeleri değişik cümleler içinde de kullanabilir. Bu çocuğun ana dilinin sistemini, yaratılıştan gelen ruhî bir güçle öğrendiğini gösterir. Sonra araya giren perdeler, onun bu ruhî gücünü pasifleştirecek, sıradan insan konumuna indirgeyecek, esersiz bir insan olarak toprak seviyesinde bırakacaktır. Hz. Mevlânâ; “İnsan büyük bir şeydir ve içinde her şey yazılıdır; fakat karanlıklar ve perdeler bırakmaz ki insan içindeki o ilmi okuyabilsin. Bu perdeler ve karanlıklar; bu dünyada ki türlü türlü meşguliyetler, insanın dünya işlerinde aldığı çeşitli tedbirleri ve gönlün sonsuz arzularıdır. İnsan bu perdeler rağmen yine bir şeyler okuyabiliyor ve o bilgiden haberli olabiliyor. İnsandan bu perdeler kalksa kendiliğinden ne türlü bilgiler ortaya çıkarmaz? Bu terzilik, mimarlık, marangozluk, doktorluk ve daha başka sanatlar, sayısız işler hep insanın içinden meydana gelmiştir, taştan ve kesekten hâsıl olmamıştır.” Çocuğun etrafında yer alan küçükten büyüğe doğru sıralanan üç daire; aile, toplum ve hâkim zihniyet. Bu dairelerin kesin çizgilerle birbirinden ayrılamaz oluşu, birbirinden etkilenişi ya çocuğun dünyasını küçültür, onu bir cendere gibi sıkar veya her daire bir diğerine köprü olarak onun dünyasını genişletir. Bu üç dairenin birbiriyle uyumsuzluğu kaos ortamını meydana getirir ki, orada çocuk lehine bir eğitimden söz edilemez. Çocuğun içinde doğduğu en dar daire olan aile; çocuğu etkilemesi yönünden belki de en önemlisidir. Alfred Adler, Bireysel Psikoloji çerçevesinde şu tesbiti yapıyor: “Bütünün bir parçası olarak, çocuğu ortak hayata katılmaya ve dış dünya ile yerinde ilişkiler kurmaya zorlayan ilk iç tepkiler, sosyal gelişmenin eşiğinde ilk yakın gibi düşünülen anneden hareket eder. Beceriksiz bir anne çocuğun başkalarıyla ilişkiler kurmasını zorlaştırır. Sürekli olarak çocuğunun yerine hareket eden,
düşünen, konuşan anne bütün gelişme imkânlarını felce uğratır. Çocuğunu tamamiyle farklı hayali bir dünyaya alıştırır. Çocuk bu dünyasında her şeyin başka kimseler tarafından yapıldığını görür. Oldukça kısa bir zamanda kendisini olayların merkezi gibi görmeye başlar. Bu görüşüne uymayan bütün hallerde kötü maksatlar arar. Düşüncesine uygun hareket etmeyen herkesi düşman sayar. Çocuğun ihmâl edilmesi de, dikkat ve ilgisini topluluktan uzaklaştırıcı etkendir. Diğer bir problem de, çocuğun hastalık karşısında durumudur. Hastalıkta anne ve babasının davranışı çocuk tarafından dikkatle izlenir. Hastalık süresince anne ve babanın ihtiyatsızca gösterdiği üzüntülü davranışlar, hastalığı, olduğundan daha da fazla göstermekle kalmaz, şımartılmak alışkanlığını da oluşturur. Böylelikle çocuğu hastalıklı yapabilirler. Bu çocuklar hastalık hatıralarını ömürleri boyunca devam ettirebilirler.” Yaşanmaya değer hayatın özlemini duymak, kendini aşma arzusu, öğrenme isteği, anlama, faydalı olma, eseriyle ölümsüzlüğü arama gibi insanı şahsiyet yapan özellikler, ilk çocukluk yıllarında aile ortamında kazanılır veya kaybedilir. “Olağanüstü ve mucizevî olan, derinlere, kendi özüne çocuklukta yerleşmedikçe, sonradan çaba gösterilmeyecektir” der Paul Valeri. Çocuğun okula attığı ilk hâkim bir eğitim sisteminin giriştir. Bu sistem çocuğun oluşumunu ya perdeleyecek veya onun hedefine ulaşmasına yardımcı olacaktır. Geçmişten günümüze batılı eğitim düşünürlerinin, çocuk eğitimi hakkında ortaya koydukla görüşleri iki ana görüş olarak ortaya koymak mümkündür. Birinci görüşte olanlar şöyle diyor; “Eğitimden maksat çocuğun hayatı yorumlaması değil, geçmişin bir birikimi olan sosyal mirası elde ederek hayata hazırlanmasıdır.” İkinci görüşte olanlar ise şöyle diyor; “Eğitim hayatın kendisidir ve çocuk eğitimle hayata uyumlu hale gelmelidir” Teori ve pratik, madde ve ruhu temsil eden bu iki görüş, birbirine olan ihtiyacı hissederek fakat ayrı olmakta inatlaşarak 20. yüzyıla kadar gelmişler. Teodor Brameld’in,
ortaya koyduğu “yeniden yapılanma” adlı eğitim teorisi bu ayrılığa son vermiş gibi gözüküyor. Gibi gözüküyor diyoruz çünkü bu görüşün önde gelen temsilcilerinden John Dewey’in başarısızlıkla sonuçlanan uygulamaları bu izdivacın neresinde yanlış yapıldı sorusunu sorduruyor. Şöyle bir misalle durumu açıklayalım: Bir eğitim gemisinde çocuğa denize dalmanın tüm hünerleri ezberletilir ve bu konuda ki tüm sosyal miras aktarılır. Yetiştiğine inanıldığında suya bırakılır. Dalgıç çocuk kendi gelişimini tamamlamak için suya dalar, diplere indikçe teoride olmayan hayat kendini göstermeye başlar; köpekbalığının dişleri gerçek ve parçalayıcıdır, girdaplar bilinmeyene sürükler ve yukarıya doğru hızlı kaçışı ise vurgun beklemektedir. İşte çocuğu hayata hazırlamanın yeteceğine inananların hayatı ıskalamaları ve hayatın teorilerin boyunduruğu altına girmemesi... Başka bir gemide çocuğa davranış bilimlerinin ışığında, denizin altında yaşamanın hareketleri, tecrübeleri öğretilmiş ve bu yetenekler kazandırılmıştır. Çocuk dalgıç kıyafetleri içinde suya bırakılır. Dalgıç maharetle derinlere dalar, tehlikeleri atlatarak derinlere doğru gider ve gider. Yukarıda ki eğitimciler geri dönüşü boşuna beklerler. Çünkü dalgıca ne gidişin ne de dönüşün izahı yapılmamıştır. “Eğitim hayata hazırlıktır” diyenleri bekleyen akıbet; zamanın maksatlılığını kavrayamayanları ve hayatta gayesi olmayanları, hayatın kurumuş bir yaprak gibi oradan oraya savurması.Üçüncü gemidekiler diğerlerinin zaafını görmüştür. Çocuğa bir hedef gösterilmiş ve gerî dönüşün gerekliliği izah edilmiştir. Çerçeve programlar dâhilinde doğru fikir öğretilmiş ve buna uygun davranış şekilleri kazandırılmıştır. Çocuklar denize dalar. Her iki tarafta bu sefer başarıya kesin gözüyle bakar. Fakat denizin altında ki hayat, teorilerin çerçevesine sığmayacak kadar esrarengizdir ve çerçeve programlar müşahhas çocuğu kuşatamamaktadır. İşte şu çocuğa ilerdeki mağaraların gizemi anlatılmamıştır ve çocuk bu gizeme meraklıdır, mağaraya girer ve kaybolur.
Şu çocuk batan bir gemideki hazine peşindedir, şu çocuk ise hiç bilinmeyen bir balık görmüştür ve zaten meraklıydı böyle şeylere. Çocuklardan pek azı çerçeve programa uymuştur ve geminin bulunduğu ilk dalış noktasına çıkar. Fakat gemiyi bulamaz. Çünkü hayat denizin altında değil üstünde de sürmekte ve teorilerin oluşturduğu sistem gemisini bulunduğu noktadan çok uzaklara sürüklemektedir. Dalgıç daldığı noktadan çıkmış hayretle yerinde olmayan gemisini ararken, sürüklenip yer değiştirdiğinin farkına varmayan gemidekiler dalgıçlarının çıkmasını beklemekteler. “Bütün Fikrin Gerekliliği” isimli eserde, Müslüman olmuş bir Amerikalı hanım bilginin şu ifadesi yer alır; “Batı medeniyetinin kötülüğü tesadüfi değildir; yahut ASİL PRENSİPLERİNE göre yaşamakta kusur eden, sırf BEŞER ZAAFINDAN DA ileri gelmiş değildir... Eksik olan, bizzat ASIL PRENSİPLERİDİR; Batı medeniyeti, teoride de pratikte de kötüdür.” Her şeyini ve tabi ki eğitim sistemini batıdan alan bizlerin nasıl bir çıkmazda olduğumuzu, bu eğitim sisteminden yetişmiş adam sandıklarımızın, ulaşmamız gereken İslâm hakikatlerine nasıl perde olduklarını ibretle seyrediyoruz. Hâlâ ne olduğunu kavrayamadıysanız, gözünüzdeki perdeyi biraz olsun aralamak ve kurtuluşumuzun kaybettiklerimizi yeniden bulmak ve ihya etmekte olduğunu göstermek adına Filozof Louis Massignon’un şu sözleri üzerine düşünün derim: “Müslümanların her şeyini bozduk, yok ettik. Dinleri inançları, dine bağlılıkları ve insani duyguları yok oldu. Onların milli ve manevi değerlerini, batı medeniyeti potasında eriterek kendimize benzettik. İslâmiyeti öğrenmeyi, yaşamayı, namaz kılmayı, Kuran öğrenmeyi suç ve gericilik olarak göstermeyi başardık. Artık çoğu hiçbir şeye tam olarak inanmıyor. 14 asırlık dinlerini, itikatlarını, ibadetlerini tartışılır hale getirdik! Onları derin boşluğa düşürdük. Bundan sonra siz misyonerlerin işi daha kolay oldu! Maaş bağlayarak, vize vaadi, yurt dışı imkanı, hatta cinselliği kullanarak Müslümanları Hıristiyan yapınız.
5
‘Öleceğim’ dedi, öldü Konya’da ortaokul son sınıf öğrencisi Ali Emir Koçyiğit’in ölmeden önce arkadaşlarına, “Bugün ben öleceğim, sizlerden ayrılmak beni üzer” diyerek espri yaptığı eve gittikten sonra da kaldırıldığı hastanede hayatını kaybettiği öğrenildi Konya’da okulda rahatsızlanan eve geldikten sonrada fenalaşınca hastaneye kaldırılan 14 yaşındaki ortaokul son sınıf öğrencisi kalp krizinden hayatını kaybetti. Okulda rahatsızlanınca hava almaya çıkan öğrencinin arkadaşlarına “ herhalde bugün öleceğim, sizlerden ayrılmak beni üzer” dediği, arkadaşlarının ise böyle kötü konuşmamasını istediklerini söylediği öğrenildi. Edinilen bilgiye göre, 14 yaşındaki Büyük Bayram Ortaokulu son sınıf öğrencisi Ali Emir Koçyiğit, okulda rahatsızlanarak
rehber öğretmeni ve arkadaşlarıyla bahçeye çıktı. Bir süre burada duran Koçyiğit, arkadaşlarına “Bugün öleceğim heralde, sizden ayrılmak beni üzer” diyerek takıldığı öğrenildi. Öğretmenlerin hastane ve evine gönderme teklifini kabul etmeyen Koçyiğit, kendime geldim diyerek derslere girdiği ardından ise gittiği dedesinin evinde tekrar rahatsızlandığı ortaya çıktı. Dedesi tarafından Faruk Sükan Kadın Doğum ve Çocuk Hastanesi’ne götürülen Koçyiğit, Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi’ne yön-
7 lendirildi. Hastanede kontrolden geçmek için sıra bekleyen Koçyiğit, biranda yere yığılarak hayatını kaybetti. Otopside Koçyiğit’in kalbinde delik olduğu ortaya çıktı. Daha önce bi-
linmeyen kalbindeki delik nedeniyle kalp krizi geçirip hayatını kaybeden 14 Koçyiğit, Tekke Mezarlığı’nda kılınan cenaze namazının ardından gözyaşlarıyla toprağa verildi.
Konya’ya da gelmiş! Bakırköy Cumhuriyet Başsavcıvekili Zekeriya Öz’ün, son 2 yılda sadece THY ile 18’si yurt dışı olmak üzere toplam 36 seyahat yaptığı ortaya çıktı. Ağaoğlu şirketinin finansmanıyla Dubai’de tatil yaptığı iddia edilen Bakırköy Cumhuriyet Başsavcıvekili Zekeriya Öz’ün, son 2 yılda sadece THY ile 18’si yurt dışı olmak üzere toplam 36 seyahat yaptığı ortaya çıktı. Sabah Gazetesinin haberine göre, Zekeriya Öz’ün son 2 yılda sadeceTürk Hava Yolları’yla 36 seyahat kaydı bulunuyor. Dubai’ye iki kez giden ve 11 gün kalan Savcı Öz’ün seyahat ettiği yerler arasında, Paris, Madrid, Münih, Amsterdam, Saraybosna, Tunus ve Bükreş (3 kez) de bulunuyor. İŞTE O SEYAHATLER: YURT DIŞI (18 Seyahat (2011) 19 Kasım: Medine-İstanbul / 22 Aralık: Tunus (4 gün) (2012) 8 Şubat: Dubai (6 gün) / 15 Mayıs: Ruanda (THY’nin sefer tanıtımı için) / 17 Mayıs: Amsterdam / 20 Mayıs: Münih / 21 Ağustos: Saraybosna / 23 Eylül Saraybosna / 22 Kasım: Bükreş / 10 Aralık: Bükreş (2013) 19 Nisan: Viyana (4 gün) / 29 Mayıs: Bükreş / 24 Haziran: Malaga İs-
Öz’den Ergenekon göndermesi
panya (4 gün) / 28 Haziran: Madrid (2 gün) / 11 Ağustos: Paris (7 gün) / 21 Ekim: Dubai (5 gün) / 22 Kasım: Varşova (3 gün) / 24 Kasım: Berlin (1 gün) YURT İÇİ 18 Seyahat (2011) 9 Aralık: Erzurum (2012) 13 Ocak: Erzurum (6 gün) / 16 Mart: Erzurum (3 gün) / 11 Nisan: Ankara (5 gün) / 27 Nisan: Hatay (3 gün) / 23 Haziran:
YOLA DEVAM
Dalaman / 14 Eylül: Dalaman (4 gün) / 23 Eylül: Denizli / 22 Kasım: Gaziantep / 28 Aralık: Erzurum (5 gün) (2013) 1 Şubat: Ankara / 15 Mart: Kars / 17 Mart: Erzurum / 13 Mayıs Bodrum (5 gün) / 28 Mayıs: Gaziantep / 30 Haziran: Dalaman (8 gün) / 7 Eylül Antalya (5 gün) / 18 Kasım: Konya Öz’ün Dubai seyahati başka kaynaklarda farklı tarihler gösteriyor
5 Milyon vatandaşımızla birlikte Büyük Doğu’yu inşa edeceğiz” diyen başbakanımıza hitabımdır. Biliyorum memleket hain dolu. Hatta bu hainlerden senin yakınlarında da var. Arada sırada hançerlerini saplayıp kaçıyorlar. Hain bu, elbet hainliğini yapacak. Emin ol yanından uzaklaşmaları bir temizlenme oluyor etrafında… Hainlerin en acısı STK’ların içindekiler. STK’ları örgüt gibi çalıştıran şekli de var o artık herkesin malumu. Bir de İHH’nın çağrılarıyla, Bülent Yıldırım’ın canını tehlikeye atmasıyla senin yanında olmaya çalışan halkı temsil ettiğini söyleyen STK’lar var. Bu STK’ların bazıları tabanları gibi düşünmüyorlar ve zaman içinde savrulmuşlar. Yani Türkçesi zaman içerisinde, ZAMAN’la savrulmuşlar. Bunlar senin yanında olduklarını senin düşmanını kendi düşmanları gibi göreceklerini açık bir dille deklare edemiyorlar. Konya’dan bir misal verelim. STK’ların temsilciliğini yapan bir ağabeye geçen günlerde bir şeyler yapalım dediğimde bir miting düşünüyoruz, senin gibi soran insanlar çok var demişti. Ama ses seda yok yapılacaksa da kimse duyurmuyor, sürüncemede ya da erteleniyor. Peki ben neye dayanarak yazımın başlığında yoluna devam Başbakanım dedim. Öncelikle Üstad’ın Gençliğe Hitabesi’nde bahsettiği “ Kim var dendiğine, sağına soluna bakınmadan ben varım diyen bir gençlik” İşte sen ruhu genç olan Başbakanım sen evet o kadrodansın. Anadolu’nu değişik yerlerinde o kadrodan olan gençlik hem de aydın, okuyan gençlik her yere dağılmış vaziyette. Bir tanesinin ismini istikametimiz belli olsun diye vereyim. Sizin için dualarını hiç esirgemeyen ve dua da ettiren Mahmut Efendi Hazretleri. İşte bu aydın, mümtaz ve seçilmiş aydın kadrosu birbirlerini tanımasalar da bilmeseler de senin bir işaretinle halkı arkasına toplamasını becerme kabiliyetine sahip hainlerin saptırmalarını etkisiz kılacak potansiyelde manen yanında saf tutmuşlardır. Ve daha önemlisi ervahı kiram seninledir . İşte senin ya millet ya zillet sözünü anlayan böyle sırlı bir manevi kadro varken sen yoluna devam et. Katiyetle söylüyorum Türkiye Mısır’a benzemeyecek ve ardından da Mısır’ı, Suriye’yi, Arakan’ı vs özgürleştirecektir.
6 Kurtlar Vadisi dekorcusu ölü bulundu
HÂCER ÖZDEMIR
YAPRAK DÖKÜMÜ
S
on zamanlarda yaşanan olaylarla beraber Türkiye’de ciddi bir kutuplaşma meydana geldi. Fethullah Gülen’in bedduasıyla da tabiri caizse dolan bardak taştı. “Hepimiz beşeriz. Onu hakikaten kızdıracak olaylara tahammül edememiş ve (bir hoca aynı zamanda bir cemaat lideri olarak asla yapmaması gerektiği hâlde) bedduaya başvurmuştur, normal değil mi?” diyen bir kesim var ki bas bas bağırarak sorduğumuz şu soruya cevap veremiyorlar: “Amerika ve İsrail binlerce kardeşimizi öldürdü sustu. Esed kendi vatanında sünni kardeşlerimizi katletti sesi çıkmadı. Türkiye’de darbe oldu, tüm şartlar Müslümanlar aleyhine kullanıldı; bırakın bedduayı kendisine şefaat hakkı verilse ilk olarak Ecevit’e şefaatçi olacağını söyledi. Çok yakın bir tarihte Abdulkadir Molla göz göre göre idam edildi ‘kahrolsun bunu yapanlar’ demedi ama ne olduysa bugüne dek Türkiye’de dindarların en rahat ettiği dönemin Müslüman liderine adeta öfke kustu, beddua yağmuruna tuttu. Başka dinlere dahi di-
yalog adı altında sonsuz hoşgörü gösteren, -Allah, ayetlerinde iman etmedikçe cennete giremezsiniz demişken- gayri müslimleri sırf iyi olmalarıyla değerlendirip cennet ehli yapan adamı bu kadar dellendiren ne? Konu dinse, hizmetse gerçekten papaza sınırsız hoşgörü gösteren adam din kardeşine nasıl beddua ediyor?..” Ben henüz bunu sorduğum hiçbir cemaat mensubundan sorumun cevabını alabilmiş değilim. Yuvarlak cevap vermeler, inkâr etmeler ve hükümete saldırmaya çalışmalar eşliğinde bu soru hep güme gidiyor. Bunların içinden de tahammülü en zorlayan kesim inkâr edenler olsa gerek. Bizim açık seçik gördüğümüz o videoyu, o sözleri inkar etmek karşıdakini aptal yerine koymak değil de nedir? Müthiş bir hararet ve kinle hayatı boyunca hiçbir zalime hiçbir kâfire etmediği bedduayı kendileri beddua adı altında yayınlayıp gelen tepkiler sonucu hocaefendinin çarpıtılan duası diye çevirmeleri
SOLDAN SAĞA 1. İşlemez, kullanılmaz duruma gelmiş (eski)... Toz havalanarak çevreye yayılmak, tozumak... 2. Hayvanlarda vücudun gerisinde bulunan ayaklardan her biri... Hoşlanarak bakma, seyretme (eski)... 3. Terim (eski)... Ağırbaşlılık... 4. Suyun ani ve fazla miktarda dökülmesi sırasında çıkan ses... Polisin kuşkulu gördüğü kimseler üzerinde bıçak, silah, esrar vb. yasak şeyler araması... 5. Banka müşterisinin kendi hesabından kart aracılığıyla harcama yetkisi verdiği ve kendisiyle birlikte müşterek ve müteselsil borçlu olan kişinin kullandığı kart... İşler, işlemler (eski)... Tanrı... 6. Yapılması gerekli olan şey (eski)... Anyon... 7. Anlam... Birden ödenerek faizinin işlemesine son verilen tahvil... Dingil... 8. Karada, denizde, gölde veya akarsularda evcil olmayan hayvanları vurma veya yakalama işi... Tellür elementinin simgesi... Çinko elementinin simgesi... Radyum elementinin simgesi... 9. Saniyede bir jullük iş yapan bir motorun güç birimi... Aşırılığı, eksikliği ve taşkınlığı olmama, ortalama durum... Oynak kemiklerin arasındaki açıları genişletmeye yarayan kasların genel adı... 10. İçten çürümeye yüz tutmuş ağaç... Melez... 11. Sığır vebası (halk ağzı)... Tanrı’ya ibadet amacıyla yeme, içme vb. şeylerden belli bir süre kendini alıkoyma... Birinin suçunu bağışlama, yarlıgama, merhamet etme... 12. Gelişigüzel dikmek (halk ağzı)... “Ey, hey” anlamında kullanılan bir seslenme sözü (eski)... 13. Topluluk, zümre... Ukala bir biçimde... 14. Ulanmak işi... Sıcak, içten... 15. Namlusu 42 milimetre çapında olan bir tür tabanca (eski)... Göğüs...
YUKARIDAN AŞAĞIYA 1. Deve, fil vb. hayvanların sırtına konulan, üzerine oturmaya yarayan sepet (eski)... Mavi hastalığa yakalanmış çocuk... 2. Hücrelerin aşırı çoğalmasıyla
ve bunu inandırmayı hedeflemeleri nasıl bir basitlik? Bunların dışındaki bir grupsa yine İslam’ı kullanarak dinimizde mülâane ve mübâhelenin olduğunu savunuyorlar. Buna yanlış demiyoruz. Fakat lanet basit bir şey değildir ve bunun ciddi şartları vardır. Mülâane sadece eşler arasında olan özel bir hadisedir ve Kur’an’da şu şekilde geçer: “Eşlerine zina isnat edip de kendilerinden başka şahitleri olmayanlara gelince, onların her birinin şahitliği; kendisinin doğru söyleyenlerden olduğuna dair, Allah adına dört defa yemin ederek şahitlik etmesi, beşinci defada da; eğer yalancılardan ise, Allah’ın lânetinin kendi üzerine olmasını ifade etmesiyle yerine gelir.” (Nûr,6-7). Mübâhele ise Âl-i İmran sûresinin 61. ayetinde şu şekilde ifade edilir; “Sana (gerekli) bilgi geldikten sonra artık kim bu konuda seninle tartışacak olursa, de ki: ‘Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı,
kadınlarımızı ve kadınlarınızı çağıralım. Biz de siz de toplanalım. Sonra gönülden dua edelim de, Allah’ın lânetini (aramızdan) yalan söyleyenlerin üstüne atalım.’” Fakat bunu da iyice bilmemiz gerekir ki burada mübâhele yapılması tavsiye edilen Necran Hıristiyanları’dır! Tüm bunları ve Türkçe ettiği bedduaları bir kenara bırakıp son kısımdaki Arapça söylediği sözlere kulak kesilmenizi istiyorum. Bu sözler Kur’an’da kâfirler için söylenen sözler, edilen beddualardır. Tüm bunları gördükten sonra hâlâ ortada dönen meselenin büyüklüğünü anlayamamaktan daha acı bir şey varsa o da bu meseleyi anlayıp sempati duyduğumuz bir cemaatin gizlediği yüzüyle karşı karşıya kalmış olmak. Sözlerimi duadan yana kullanarak sonlandırmak istiyorum; Allah bu zor günlerde Hakk’ın yanında olanın yardımcısı olsun, onu muzaffer kılsın. Vesselâm...
insan, hayvan veya bitki dokularında oluşan ve büyüme eğilimi gösteren yumru, tümör, neoplazma... Hamur açmakta kullanılan silindir biçiminde uzunca, ince değnek... Kenarına oya yapılmış veya geçirilmiş... 3. Akış özellikleri gözlenebilen (sıvı veya gaz), seyyal... Dağınık, karışık, perişan (eski)... 4. Genellikle içine sulu şeyler konulan metal vb.nden yapılmış kap... Serbest bırakma (eski)... Atın eşkin yürüyüşü (halk ağzı)... 5. Tam pişmemiş (halk ağzı)... İç evlilik... 6. Ayırtmak işi... O sıra... Kar, süt vb.nin rengi, beyaz... 7. Çocuğun bakım, eğitim ve öğretimiyle görevli kimse (eski)... Bir işi, aldığı buyruk gereğince yapmak yükümlülüğünde olan kimse, buyruk kulu... 8. Silah olarak kullanılan, ucu sivri, iki ağzı da keskin uzun bıçak... Çakıl taşı... 9. Yersiz, yakışıksız söz ve davranışları olan kimse, çiğ adam... Mal ile ilgili... 10. Toprak üstündeki bölümleri odunlaşmayıp yumuşak kalan, ilkbaharda bitip bir iki mevsim sonra kuruyan küçük bitkiler... Yerinde konuşma veya davranma... Herhangi bir lira değerinde olan... 11. Yok olmayan, ortadan kalkmayan, bitmeyen, kalımlı... Baklagillerden, odunundan kırmızı boya çıkarılan bir ağaç... 12. Çare... Tüketiciyi korumak amacıyla, özellikle temel ihtiyaç maddeleri için resmî makamlarca belirlenen ve her yerde geçerli olan fiyat... Çocukları ateşe ve tehlikeli şeylere karşı uyarırken söylenen bir söz... 13. İrmik veya una yumurta karıştırılarak hazırlanmış türlü biçimlerdeki kuru hamur... Klavsen... 14. Önem veya değer bakımından gitgide yükselen bir sıra basamakların her biri, rütbe, mertebe, paye... Yanardağ ağzı... İndiyum elementinin simgesi... 15. Sıkıntılı ve korkulu düş, kâbus... Suda çiğnenerek keçeleştirilen yünden dokunmuş (kumaş, keçe vb.) (halk ağzı)...
‘Kurtlar Vadisi Filistin’ filmine dekor yaptığı ancak parasını alamadığı iddiasıyla 2001 yılında 50 bin lira tazminat davası açan şahıs, ormanlık alanda öldürülmüş halde bulundu. Edinilen bilgiye göre, olay, merkez Sarıçam ilçesine bağlı Menekşe köyü yakınlarındaki ormanlık alanda meydana geldi. Ormanlık alanda hayvanlarını otlatan çoban, bir otomobilin farlarının açık halde durduğunu gördü. Otomobile doğru yaklaşan çoban, bir kişinin kanlar içinde otomobilin içinde olduğunu görünce jandarmaya haber verdi. Savcının gözetiminde kapıları açılan otomobildeki cesedin, dekorasyoncu Selahattin Orhan’a (51) ait olduğu ve boğazı bıçakla kesilerek öldürüldüğü tespit edildi. Öte yandan, Selahattin Orhan’ın çekimleri Adana’da yapılan Kurtlar Vadisi Filistin filminin dekorunu hazırladığı ancak 50 bin lira alacağını tahsil edemediğini ileri sürerek, yapımcı hakkında 2011 yılında tazminat davası açtığı öğrenildi.
Haftalık Bağımsız Siyasi Gazete Bölgesel Süreli Yayın Yıl: 1 | Sayı: 27 13- 20 Ocak 2013 SAHİBİ Çimke Basım Yayın Yapım Reklam ve Turizm Hiz. Ltd. Şti adına AHMET AKA SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ ÖMER SALIH ŞIPLEME SANAT YÖNETMENİ NURETTIN ÖZEL HUKUK DANIŞMANI Av. ABDURRAHIM KÜÇÜK SAĞLIK EDİTÖRÜ Dr. NEVZAT ŞIPLEME REKLAM KOORDINATÖRÜ ADNAN TEKE Yönetim ve Baskı Adresi: Fevziçakmak Mh. 10453. Sk. No: 25 Karatay | KONYA Telefon & Faks: 0332 342 52 82 Web: www.anadolugunluk.com reklam@anadolugunluk.com haber@anadolugunluk.com BASKI Çimke Basım Yayın Yapım Ltd. Şti. Baskı Tesisleri B.T. 13 Ocak 2013
7 Tevhid-i Tedrisat Kanunu, Dershaneler vesaire
M
alum olduğu üzere Tevhid-i Tedrisat kanunu hangi kılıf ile örülürse örülsün hangi gerekçe ile izah edilmeye çalışılırsa çalışılsın temeldeki varlık sebebi, yeni bir ideoloji ile kurulmuş devletin, vatanı islamdan kurtarmış(!) olan, kurucu kurtarıcı zihniyetin kendi ideolojisi ekseninde yeni bir nesil peydah etmek için İslâm’dan uzak bir okul sistemini bu toprakların evlatlarına dayatabilmek parça bölük mahallerde İslâm’ın öğretilir olmasını engelleyebilmek için oluşturulmuş bir kanun idi… *** Bir medeniyet yahut bir dünya görüşü, kendince bir ideal insan toplum ve çevre şartları telakkisidir. Dolayısı ile her medeniyet yahut dünya görüşü kendi ideal insanını yetiştirmek arzusu taşır zaten aksi o iddiayı anlamsız kılar… Modern dünya kendi insanı, kendi toplumu ve kendi çevre şartlarını oluşturacak şekilde bir müfredat ile kendi eğitim sistemini inşa etmiştir… Bizler dolayısı ile kendi medeniyetinin sancısını çekenler kendi insanını doğuracak müfredatı ve eğitim sistemini kurmak zorundayız bunun içinde batı tipi eğitim veren kurumların kökünden kaldırılması zarureti ortadadır… Zira batı tipi eğitim veren kurumlar ancak ve ancak kendi değer yargılarının dünyalarını imar edecek, o dünyanın sürekliliğini sağlayacak bireyler yetiştirebilmek maksadına yönelik eğitim verirler… O müfredattan bizim dünyamızı kuracak bireylerin ortaya çıkmasını beklemek elbette akla ziyan bir ham hayal olacaktır… Modern eğitim kurumları ister ilkokul ister lise ister üniversite olsun modern dünyaya eklemlenme arzusu duyan yeni devletin güdücülerince bu ülkeye getirilmiştir. Bu arada tamamen saha dışına itilmiş Anadolu Müslümanları, yeni devletin kendi neslini yetiştirmesi maksadıyla açılmış o kurumlarda yer kapma çabasına girince dershaneler mevcut dünya da yer edinme çabasında olan insanımız için bir kolaylık vesilesi olmuştur… Ama bu vesile neticede bizleri modern dünyanın kadrosu olmak tehlikesinden kurtarmamıştır bilakis modern dünyaya eklemlenmemizi netice vermiştir… Hâsılı kendi şartları içerisinde dershaneler kendi başlarına bir sorun olarak kabul edilemez… Anadolu insanı için, modern eğitim kurumları ve modern üniversitelerin müfredatlarının ulaşılamaz olduğu şartlarda anlamlı olan bu kurumlar modern eğitim müfredatı değiştirilmediği müddetçe mevcut bilgiye ulaşılabilir hale gelinmiş olsa da -ki mevcut müfredat bilgisine herkesin ulaşabilir hale
geldiği konusu da tartışılır neticede- yine de mevcut müfredattaki bilgiye ulaşabilmek için bir imkân yoludur birçok kesim tarafından… Ama temel sorun bizlerin kendi bilgilerimize, dünyamızı ve ahiretimizi bizler için cennet haline getirebilecek bilgiye ulaşabilmemiz sorunudur… Bugün için artık batı tipi müfredat ve eğitim kurumları baştan sorgulanabilmeli yenidünya için yepyeni müfredat ile ortaya çıkabilmenin imkân şartları gözden geçirilmelidir… Ve bu baptan olarak sorunumuz ne kadar büyük ise de yüzleşebilmek cesaretini kuşanmalıyız… Bir eğitimci arkadaşımızın yahu tevhid-i tedrisat mı kaldı Allah aşkına demesi üzerine fiilen böyle bir durumdan bahsedilebilir amma bu tevhid-i tedrisatın ortada kalmamışlığından ümmetin istifade ettiğini söyleyebilir misin sorumuza ne yazık ki hayır cevabını almıştık… Evet evet askeri okullardan bir takım yabancı okullara, bir takım papaz okullarına kadar bir çok farklı müfredat ile faaliyet gösteren en son Ruhban Okulu’na kadar kendi müfredatını okutan birçok okul var ama Müslümanların yalnızca Müslümanlığın hassasiyetlerinin gözetiminde açabildikleri okulları yok… Yalnızca Müslümanlığın kurallarına bağlı şekilde okullar açılabilmesi ne yazık ki mümkün değil… Kendini bambaşka kanunlarla bağlamış Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olmak zorunda açılacak okullar, onların denetimine, onların kanunları çerçevesinde açık olmak zorundalar… Milli Eğitim Bakanlığı denetlemelerini İslâmî hassasiyetleri gözeterek yapmıyor… Bir şekilde temel aldığı batılı değerler merkezli yapıyor… Mahmud Efendi Hazretleri’nin “Medrese, gerisi vesvese” demesi gibi kıyı köşe açılmış medreseler hala yasa dışı ve varlıklarını arka sokak imalathaneleri gibi devam ettiriyorlar… Diğer bir takım cemaat çevrelerinin dini eğitim faaliyetleri de ne yazık ki bu bağlamdan öteye geçemiyor… Netice de hepsi arka sokak faaliyetleri durumundalar… Niye hala bu şartlara razıyız? *** Neticede vatan bizlerin imanımın/imanımızın, töremizin, geleneklerimizin rahatça var olabildiği toprak zemin değil mi? “Vatan; fikrimin coğrafyası değil mi? Evimizi kutsal yapan, kıymetli yapan özellik nasıl ki orada istediğimiz şekilde hassasiyetlerimizi dikkate alarak yaşayabiliyor olmamız ise üzerinde yaşadığımız toprağı vatan yapan da o topraklar üzerinde nesil emniyetimizi, imanımız, ahlakımız, törelerimiz bağlamında koruyabiliyor olmamızdır…” Aksi halde Yunan İktidarının hüküm fer-
ma olduğu topraklara vatan demememizin izahı ne olabilir ki? Niye oraları fethedince vatan oluyor, fethin manası ne? Fikrimin, imanımın, itikadımın hüküm ferma olmadığı toprak niye vatanım olsun? Bu toprakları Kemalistlere vatan yapan, onların bu topraklardan İslâm’ı söküp atmış olmalarındaki başarıları değil mi? Vatan kurtarmaktan kasıtları, “on yılda yarattıkları on milyon genç” değil mi? *** Bizler için eğitim sorunu epey eskilere dayanır ve bu sorun elbette bu günde çözülebilmiş değildir. Osmanlının son zamanlarında da çürümüş eğitim sisteminin yeniden elden geçirilmesi ve derlenip toparlanması için birçok etütler yapılmış ama ne yazık ki üzüm yemek değil de bağcıyı dövmek kastı içerisinde sistemi eleştiren İttihat Terakki şebekesinin iktidarı ele geçirmesiyle kendi sorunumuzu kendi köklerimizin üzerinde çözmek yerine batı taklitçiliği ağır basmış ve batılı müfredatı tahsil etmeyi adam olmak diye lanse etmişlerdir… Cumhuriyet bu anlayışın zıvanadan çıkmış halinin üzerine bina edilmiş oluyor ne yazık ki, zaten muasır medeniyet seviyesi hedefi de başka bir şey değildir… Muasır medeniyet seviyesini yani tam anlamıyla batılılaşmayı varlık sebebi telakki etmiş bir anlayışın takipçilerinin bugün çıkıp da birilerini batıcı, Amerikancı bilmem neci diye yaftalamalarındaki garabet de işin cabası ya neyse mevzuumuz o değil şimdi… İttihat Terakkici zihniyet ki bunların belki de en dikkat çekeni Doktor Nazım Bey ismiyle maruf olan Sabetayist ittihatçı kurucusu zattır… Neredeyse bütün varlığını batıcı müfredatın tahsiline ayırmış, sürekli batıya gidip ilim öğrenmeyi batıya öğrenci göndermeyi batı tipi okullar açılmasını tavsiye ederek geçirmiş bir süre de ittihat terakki iktidarı döneminde maarif bakanlığı yapmış bir kişi idi… Bugün eğitim kurumları aracılığı ile dini hizmet verme maksadı güden bir takım çevrelerin yaptığından başka bir şey yapmamış olan bu zât hayatını Abdülhamit’in tahttan indirilmesine adamış bir inanmış idi… Onların açtığı yolda onların usulü ile eğitim hizmeti verenlerin ihmal ettikleri hususlar var elbette, onların getirdikleri müfredatları dini inkâr etmeyen, namaz kılan, oruç tutan insanların okutuyor olmalarının ötesinde bir farkı yok ne yazık ki…
Dershaneleri bir de bu yönü ile ele almak gerekir diye düşünüyorum, tabii yalnızca dershaneler değil, Müslüman çevrelerin açmış oldukları özel okullarda da aynı sorunun olduğunu düşünüyorum… Dersler arasına sıkıştırılmış İslam kültürüne dair verilen bir takım bilgilere bakılarak buraların Müslümanlık okulları oldukların söyleyebilmek mümkün mü? Dershaneler çok iyi üniversite hazırlık imkânı tanıyorlar ve eskiden yalnızca yeni rejimin doğurduğu mutlu azınlığın çocuklarının gittikleri okullara Anadolu evlatlarının bir kısım imkân sahibi olanlarının da gidebilmesinin yolunu açmış oluyorlar bu doğru, ama sistem kurucularının ülke yönetimini devredebilecekleri kendi çocuklarının yetişmeleri için açmış oldukları üniversitelere “bizlerin” çocuklarının da gidebilmesinin imkân yolunu açmış olmalarına nazaran açık ki oralar belki bir dönem için maslahat icabı gerekli görülmüşler ise de o okullar ve o ilimler bir İslâm medeniyetinin doğumuna yataklık yapabilecek kurumlar değillerdi… Mevcut devlet otoritesinin temel aldığı ideolojiye nispet öğrenci yetiştirmek için açılmış kurumlar idi ve bizlerde aynı yapıyı devam ettirecek şekilde ama “bizden” olan kişilerin o kurumlarda bulunmasını kâr zannettik… Zannediyorum bütün insaf sahibi Müslümanlar da hak verecektir; bizler kendi eğitim kurumlarımıza sahip olamadık, cumhuriyetle kaybettiğimiz imkânı henüz tekrar ele geçiremedik, kendi medeniyetimizin evlatlarını yetiştirecek yapılar, eğitim kurumlarımızı inşa edemedik, yalnızca dünün tamamen imkânsız gördüğümüz şartlarına nazaran elde ettiğimiz imkânları olması gereken ideal saydık… Modern dünyanın içerisinde kendimize bir yer bulabilirsek bunun nimet olacağını düşündük. Bütün hesabımızı bu modern dünya tarafından kabullenilebilecek bir şekilde var olabilmeye göre yaptık… Dershaneler bir tarafa Müslüman çevrelerin açtıkları özel okulların bile tasfiye olmak ve kendi medeniyetimizi ibda, inşa ve ihya edecek eğitim kurumlarımızı oluşturmak zorunluluğumuz açık bir şekilde görülmüyor mu? Müslümanların kendi itikatlarının hiç bir sansüre kısıtlamaya Müslümanlık ölçüleri hariç hiçbir başka güç tarafından denetlenmeye tabii tutulamadığı eğitim kurumlarını oluşturma zaruretimiz, batılı müfredatın etrafının yeşille boyanmasından öte kıymet taşımadığı gerçeği görülemiyor mu? Ben bir Müslüman olarak halâ evlatlarımın dini eğitim ve terbiyesini okul dışında, ya “illegal” el-
lerde yahut derme çatma şartlarda almasından başka yol bulamıyorsam nasıl bu topraklara vatanım diye sahip çıkabilirim ki? Kapatılmasından bahsedilen dershaneler bizce zurnanın son deliği mesabesindedirler modern batıcı eğitim kurumlarından kurtulmak sorunu temelinden çözmek demek olacaktır. Osmanlının yönetici ve âlimlerinin çözememeleri sonucu ittihatçılar tarafından başımıza musallat edilen ama buna rağmen zaman içerisinde ümmet tarafından o tamamen İslam düşmanı yapısından uzaklaştırılmaya çalışılmış olan eğitim kurumlarımız ve onların müfredatları mevcut halleriyle Ömer Hayyam’ın: Bir elde kadeh, bir elde Kuran/ Bir helaldir işimiz, bir haram. Şu yarım yamalak dünyada / Ne tam kafiriz, ne tam Müslüman! Dizelerindeki gibi bir halden azade olmayan genel manadaki okullarımızın tamamının yeniden elden geçirilmesi zarureti ortadadır… Öyle olunca bizce dershaneler sorunu da kendiliğinden ortadan kalkacaktır. Müslümanlık hassasiyetine sahip oldukları su götürmez bir gerçek olan dershane çevrelerinin de hükümet çevrelerinin de bu batı tipi müfredata haiz okullardan kurtulunması gerektiğini düşünmeleri ve kendimiz için ideal olanın yollarını aramalarının vaktinin geldiğinin işaretidir belki de bu hırgür… İster hükümet olsun ister dershane çevreleri olsun, zor zamanlarımızda tüm mukaddesatımıza düşman olan çevrelerin bağrımıza sapladıkları hançer olmaktan öte kıymeti olmayan batı iman-itikat konseptinin ürünü olan müfredat ile donanmış okullardan ve o vizyona adam yetiştirmek yolundan kurtulunması gerekir… Tek parti ihaneti ve milli şef zulmü şartlarında oluşturulmuş çıkış yollarının, tamamen yok olmaktansa bir şekilde var kalabilmeyi esas alacak şekilde oluşturulmuş “mücadele –varoluş konseptlerinin” yeniden gözden geçirilmesi gerektiğinin işaretidir belki de… Evlatlarımızı cennete hazırlayacak müfredata sahip okulları talep etme vaktinin geldiğinin işareti... Hâsılı bana İslâm hikemiyatına nisbetle ele alınmış şekilde müsbet ilimlerle de donanmış “medrese”mi verin, batı itikatlı okullarınızda, o okullara öğrenci yetiştiren dershaneleriniz de sizin olsun… Kendi medeniyetimizi inşa edecek nesil için yükse sesle dillendirilmesi gereken talep budur bizce… Sonraki yazı: Akademideki Ergenekon ve Medresetüzzehra hayali
8
Hayata tutundu, ancak babasını kaybetti Konya’da doğar doğmaz kalbi duran, solunum yetmezliği nedeniyle cihaza bağlanan, iki kez beyin ameliyatı geçiren ve damar yoluyla beslenen Ecrin bebek 5 ay sonra yaşam savaşını kazanırken, babasını kaybetti. Selma ve Şaban Naz çiftinin ilk bebekleri 1,5 aylıkken öldükten 1 yıl sonra bu kez ikinci bebekleri dünyaya geldi. Naz çifti, hamileliğin 4. ayında bebeğin sağlık problemleri olmasına rağmen ilk bebeklerini kaybetmelerinin acısıyla adını Ecrin
‘Hükümete yık’ Hükümeti hedef alan 17 Aralık Operasyonunda ilginç bir gelişme yaşandı. Operasyonda tutuklanan işadamı Rıza Sarraf’ı kaldığı Metris Cezaevi’nde ziyaret eden Avukatı Halil İbrahim Koca’nın, ‘İşi hükümete yık. Seni serbest bıraktırıp evine gönderelim’ diye teklifte bulunduğu iddia edildi. Yetkililerce de tespit edilen söz konusu teklife Sarraf’ın ne cevap verdiği ise bilinmiyor. Koca’nın 17 Aralık’ta Sarraf’ın operasyonla ilgili avukatlığını üstlenmediği, ancak diğer konularda avukatlığını sürdürdüğü öğrenildi.
10 kuruş düştü Otogazda kuruşluk indirim Otogaz (LPG) satış fiyatlarında bugünden geçerli olmak üzere litrede ortalama 10 kuruş indirim yapıldı. Alınan bilgiye göre, indirimin ardından otogazın litre fiyatı Ankara’da 3,22 liradan 3,12 liraya, İstanbul’da 3,17-3,18 liradan 3,07-3,08 liraya, Konya’da ise 3,14 liradan 3,04 liraya düştü. Otogaz ürünlerinin perakende satış fiyatları, dağıtım şirketlerinin maliyetine ve rekabet şartlarına, illere ve söz konusu şirketlere göre litrede birkaç kuruş farklılık gösterebiliyor.
S
koydukları bebeklerinin doğmasını istedi. Ecrin bebek, 9 aylık olarak doğdu. Doğar doğmaz kalbi duran ve solunum cihazına bağlanan Ecrin bebek, iki kez beyin ameliyatı oldu. Ecrin bebek 2. ayında solunumu nefes borusundan takılan cihazla, mamasını da tüp yardımıyla almaya başladı. 5 aylık olan Ecrin bebek, hastanede yaşam savaşını kazandığı günlerde babasını da Meram Kalfalar Mahallesindeki evlerinde sobadan sızan gazdan zehir-
lenmesi sonucu kaybetti. Çok zor günler geçirdiğini ifade eden anne Naz, “Bebeğimiz sırtından, beyninden ameliyat oldu ve nefes alması için boğazından, beslenmesi için ise midesinden delik açıldı. Cihaz yardımıyla nefes alıyor, midesinden de besliyorum. Şuanda sadece bebeğimin sağlıklı olmasını istiyorum. Şuanda eşimi kaybettiğim evde oturmak istemiyorum, kendi mahallemizde bir başka ev tutup oturmak istiyorum. “ dedi.
SAFLARI SIKLAŞTIRALIM!
on durumlara susmayı yeğleyen bir akli meleke sahibiydim. Açıkçası susmak da en hayırlısı idi baştan beri özellikle biz avam için. Özellikle mümin kişilikteki insanların ıslah edici bir yol izlemeleri elzem görünüyordu. Kardeşin kardeşle gıtallaştırılması şeklinde bir düşünce bastan beri kabul edilemez, kardeşlersiniz diyen bir Rabbe karsı boyun eğmeme sebebi olabilecek bir durumdu. Bastan beri hazzetmediğim, hadi sende gir cemaate bir suru imkanları var çağrılarının beni deli edip, ‘üstüne para verseler’ yine gitmem diye cevaplandırdığım bir suru süreci yaşadım. Abilerde kaldığım süreçte tek sayfa Kuranla hemhal olmak şurada dursun risale bile okunmamıştı diyebilirim. Gördüğüm tek şey oyun eğlence hadi gençleri ısındıralım olmuştu. Ama dünyaya meyleden herkesin düştüğü yanlışa düşüyorlardı. Kalpleri ısındıran Allah’tı kardeşim. Velhasılı ısınmadı gitti su naçar yüreğim evlere. Ya bir de hoca dediğinin sakalı olur! Pensilvanya’da da kolluklar var sakala laf eden herhal! Aklıma gelen gelmeyen onca şey ve maddiyat üzere kurulmuş tüm kurumların son bulması gerçekleşiyor ve cemaat miladını tamamen dolduruyordu. Tüm bunlar bizleri duygusal olarak etkiledi şüphesiz. Yıllardır sineye çekilenler, duymazdan, görmezden gelinenler, abi Müslümanlar gelsin iyidir ya demeler hepsi yine ‘Amerika’nın oyunu abi’ düzeyine geliveriyordu. Umutsuz olmamamız bizi olduğumuz yerde kalmaya itmemeliydi, umuttan anladığımız bu olmamalıydı. Yapılanlar bu kadar göz ardı edilmemeliydi ve en
önemlisi neden şimdiyi bekledik sorusu da aklımıza balyoz gibi inmeliydi... Daha sert indi! Evet ortada bir sorun, bir problem, bir nahoşluk vardı, ama susmanın neticesinde bugün kokusu bütün herkesi etkileyecek boyutlara geldi. Tüm bunlar olurken dün bütün fikriyatımızdan aşağıya sıcak sular döken bir olayla karşı karşıya kaldık. İlk aklıma şunlar geliyordu: Bizler sıcacık yataklarımızda, elimizi sıcak sudan soğuk suya koymaya tahammül edemezken, başımız ağrıyınca hastanelere koşarken, bir gün giydiğimize ikinci gün ters bakıp, yediklerimizi beğenmezken, Suriye’de Şam’da, Arakan’da, Türkistan’da, Gazze’de ve cihadın hiç durmadığı silahların susmadığı birçok beldede, açlıktan ağlayan çocuklar, su bile bulamayan yavrular, feryat edecek gücü dahi kalmamış analar, ağlamaya dermanı olmayan nineler, acısını içine gömen dedeler, elinde silahla düşman bekleyen yiğitler, ağıtları gökyüzünde yankılanan mustazaflar, ayaklarında giyecek ayakkabısı dahi olmayan yetimler… Bu liste uzaar giderdi velhasıl. Hemhal olduğumuz düzende sadece dünya ile meşgul olmanın üzerimize verdiği ağırlık, başımızı secdeye, elimizi semaya kaldırmaya mani oluyor. Bu ağırlık dünyayı sevme ile orantılı olarak artıyor. Vehn tohumu her geçen gün daha çok güneş alıyor ve yeşerdikçe yeşermeye devam ediyor. IHH’ya bir komplo kurulmuş çakallar tarafından evet! Bülent başkan günler öncesinden ‘olacak’ demişti. Bizi etkileyen bir şey yok. Bizde değişen bir şey yok. Kalbimiz
mutmain. Zaten aklıma mustazafların gelmesi de onlara bu bağlamda yardım eden kurumun İHH olmasıdır. Gazze’de yüzbinlerce çocuk ölürken ses etmeyenlerin, İsrail’de bir havan topuyla ölenlere yas tutmasıydı şu an bizi düşündüren. Neydi saf mevzuu. Herkesin safını belli etmesi nedendi? Allah katında saf saf olmamız istenirken birilerinin bir adım önde durması çıkıntılık değildi de neydi? IHH’nın konvoyundan güya silah çıkmış. Bizi etkiledi mi? Hayır. Allaha şükürler olsun ki olan her şey bir turnusol vazifesi gösterip safları da belli etmemizi kolaylaştırıyor. Hani derler ya “it ürür kervan yürür!” Bizim Rabbimize anlatacak hikayelerimiz var. Cicili bicili, bol uçmalı, menkıbelerle dolu hikayeler değil fakat! Bizim Rabbimize anlatacak hikayelerimiz var. Çünkü işleyen kanun Allah’ın. Ve biliyoruz ki, mustazaf da, münafık da, mümin de, kafir de, çiçek de böcek de… imtihan vesilesi olarak varlar. Biz diyebilir miyiz ya bu münafıklar niye var diye? İşte bu bilinçte olmak ve daha çok çalışmak! Allah’ın huzurunda saf saf olmuş kullar, Allah için seven, Allah için buğzeden müminler olabilmek. Ne güzeldir Allah’ın sevdiğini sevdirmesi. Öyleyse dostlarım; İçinde bulunduğumuz durumda daha çok kenetlenmeye ihtiyacımız var. Daha çok biz, daha çok kardeş, daha çok sevgi, daha çok fedakarlık, daha çok dayanışma, daha çok özveri, daha çok DUA, daha az enaniyet, daha az sinir, daha az tahammülsüzlük, yok kadar az küfür, daha sesli Allahuekber, daha sesli hasbunAllah.
Ölüme bariyer Akşehir’de sık sık kazaların yaşandığı ve adı ölüm rampası olarak anılan Engili beldesi çıkış rampasına bariyer yapılıyor. Rampada son olarak 2014 yılının ilk gününde aynı saatlerde gizli buzlanmadan dolayı iki ayrı kaza olmuş ve bu kazalarda Üzeyir Bayrak hayatını kaybederken ve 3 kişi de yaralanmıştı.
Kitap okudular Beyşehir ilçesinde bir ortaokulda bir proje kapsamında başlatılan ödüllü kitap okuma kampanyası büyük ilgi gördü. Beyşehir ilçesinde Beytepe Ortaokulu Müdürü Süleyman Siper, öğrencilere küçük yaşlardan itibaren kitap okuma alışkanlığı kazandırabilmek amacıyla eğitim yılı başında uygulamaya koydukları kampanyanın okulda büyük bir heyecan ve istekle sürdüğünü söyledi. Siper, “Bu çocuklara okuma alışkanlığı kazandırabilirsek, ilerleyen zamanlarda okuyan bir toplum olma özelliğini kazanabilirler, amaç ve hedefiyle, okulumuz öğretmenleriyle birlikte bu kampanyayı başlattık” dedi.