1. GİRİŞ Otizm ilk olarak çocuk psikiyatristi Leo Kanner tarafından, yaşam boyu süren, sosyalleşme, dil, iletişim ve diğer birçok etkinlik alanını etkileyen bir sendrom olarak tanımlanmıştır. Otizm, duygusal ve sosyal ilişkilerde kısıtlılık, dilin gelişiminde gecikme ve tekrarlayıcı garip davranışlarla karekterize olan bir bozukluk olarak da tanımlanabilir. Bu sendromda klinik belirtilerin şiddeti bireyden bireye değişiklik göstermektedir. Bu nedenle, otistik spektrum içinde en hafiften en ağıra kadar değişik şiddette otistik davranış belirtileri görülebilir (Greenspan 1992). Bu belirtileri; toplumsal ilişkilerin gelişiminde bozukluk, sözel ve sözel olmayan iletişimde bozukluk, takıntılı, tekrarlayıcı davranışlar, ilgi alanının kısıtlılığı ve darlığı şeklinde temel gruplarda toplamak mümkündür. Bu alanda yapılan araştırmalar, otizmin görülme oranının on binde dört-beş olduğunu göstermektedir. Ayrıca, otizmin görülme oranı erkek çocuklarda kız çocuklara oranla dört-beş kat daha fazladır (Korkmaz 2000a). Geçmişten günümüze kadar geçen süreçte otizmle ilgili birçok konuya açıklık getirilmiştir. Başlangıçta Kanner’in de vurguladığı gibi otistik davranışların, anne-babaların çocuğuna mutlu bir yaşam sunamamasından kaynaklandığı ileri sürülmüştür. Zaman içinde yapılan çalışmalar sonucunda, otizmde birçok faktörün rol oynadığı anlaşılmıştır. Günümüzde otizm artık uzmanlar tarafından nöropsikiyatrik bir bozukluk olarak tanımlanmaktadır (Filipek et al. 1999). Otizmli çocuklarda beden algısında, bir hareketin taklit edilmesinde, hareketin ardışık ve amaçlı olarak yapılmasında, amaçlı yönergeye uygun oynama becerilerinde zayıflık, karşılıklı etkileşime girememe, stereotipik davranışlar sergileme gibi problemler görülmektedir. Bu problemlerin kaynaklarından birisinin çocukların duyusal sistemlerindeki bozukluklar olduğu düşünülmektedir (Korkmaz 2003). Otizmli bireylerin diğer engelli bireylerden farkı; otizmde birden fazla duyuda bozukluğun ortaya çıkmasıdır. Bu nedenle, otizmli çocukların tedavilerinde duyu-algı becerilerini geliştirici programlara yer verilmesi önemlidir. Bu çocukların tedavisindeki amaç; onların farklılıklarının kabul
1