Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi III (2003), Sayı: 2
181
PSİKOSOSYAL KİMLİK* Erik ERİKSON Çev: Yrd.Doç.Dr.M.Doğan KARACOŞKUN** Bir kimsenin kimliğini tespit etmek istediğimizde, onun isminin ve çevresindeki işgal ettiği mevkiin ne olduğu sorarız. Kişisel kimlik, böylesi geniş bir anlama sahiptir. Oysa sürekli varoluşa ilişkin öznel bir duyguyu ve kapsamlı bir zihni içeren Psikososyal kimlik, öznel-nesnel ve bireysel-sosyal açılardan anlaşılması çok daha zor bir karakteristiğe sahiptir. Kimliğe ilişkin öznel duygu, en iyi şekilde William James tarafından tanımlanan özel bir nitelikte, bir birey olmak açısından benzerlik ve devamlılık duygusudur. James’in yazdığına göre bir insan karakteri, “zihnî ve ahlakî tutumlarının davranışa dönüşmesi söz konusu olduğunda kendini anlaşılmaz ve şiddetli bir şekilde aktif ve bir başına hissettiği” durumda görülebilir. Böylesi zamanlarda içeriden “gerçek budur” diye seslenip konuşan bir ses vardır. Bu tür bir deneyim daima “gerilim anında kendini tutmayı, aktif bir gerilim unsurunu ve bu duruma tam bir uyum sağlamak için, o andaki yaşantısının her bir anına uyacak dış dünyadaki şeylere güven duymayı” içerir (1920, vol.1, p.199)*** . Bu durumdaki birey, yoğun ve şaşırtıcı bir şekilde kimliğinin farkına varmaya başlayan olgun bir kişi olabilir. Bu öznel duygunun temelinde yatan şey, özellikle bilinç yahut gerçekte öz-bilinç söz konusu olmasa bile fark edilebilir. Nitekim, bir kimse, bir başkasının iş, oyun yahut işyerinde olduğu bir sırada “kendini kaybettiğini” söylediğinde, kendinde olduğunu fark edilebilir. Örneğin, o anda gideceği yeri bilmek için, aklının başında olduğunu hissedebilir. Kimlik oluşumunun sosyal yönlerine, Freud’un Musevi geleneği ile paylaştığı ve kişiliğin özünde, yani “yoğun çoğunluk”tan soyutlanmayı tasarlama ve yaşama kapasitesinde varolduğunu söylediği “iç kimlik” eksenli bir konuşmasında değinilmiştir. *
**
İlk kez “İnternational Encyclopedis of the Social Sciences” (New York: Crowell Collier, 1968), 6165’ta yayınlanmış olan bu makale Dr. Stephen Schlein’in hazırladığı “A Way of Looking At Things(Selected Papers From 1930 to 1980 Erik H. Erikson) adlı çalışmanın 675-684. sayfaları arasının çevirisidir. (Ç. N.) C.Ü. İlahiyat Fakültesi Din Psikolojisi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi
182
Erik ERİKSON
({1926} 1959, p. 273). Buna göre, olgunlaşmamış bir psikososyal kimliğin tedrici gelişimi; kişinin gelişimini, bununla ilişkili olan geleneksel değerleri ve kişinin gelişimine önem veren bir insan topluluğunu gerektirir. Değişimli olarak oynayabilen önemsiz “roller”, denklemin sosyal yönü için pek de uygun değildir. Ancak, varolan ve gelişen sosyal düzenin yaşamsal öneme sahip bir yönünü temsil etmek suretiyle, bireysel gelişmenin canlılığını besleyen rollerin hiyerarşik bir bütünlüğü, kimlikleri destekleyebilir. Bu nedenle psikosoyal kimlik, bireydeki bir iç (ego) sentezin ve grubundaki bütünleşmiş rolünün tümüne bağlıdır. Bireysel gelişmede, psikososyal kimlik önceleri mümkün değilken, ergenliğin bitişiyle, bedenin büyümeye bağlı olarak gelişmesi, cinselliğin yetkinliğe ulaşıp arkadaşlar aranması, tümüyle gelişen zihnin tarihsel bir bakış açısını tahayyül etmeye başlaması ve yeni bağlılıklar aranmaya başlanması yani yeni bir benzerlik ve devamlılık duygusuyla birbirleriyle kaynaşması gereken tüm gelişmeler zorunlu hale gelir. Burada, inatçı -ancak, bazen birbirini reddeden- çocuksu kimlikler, kaçınılmaz olarak -ve çoğunlukla deneyim yoluyla-, yeni öz-tanımlar ve artık değişmeyecek olan (henüz çok açıkta olmayan) rol seçimlerini getirir. Bu noktada kimlik krizi diye isimlendirdiğimiz şey de meydana gelir. Bu dönemde görülen tarihsel süreçler, her yeni kuşaktaki kimlik talebiyle son derece ilgili görünür; Toplumlar varlıklarını sürdürebilmek için, düzenlerinde ergenlik dönemlerine ait arkadaşça birliktelik ve enerjilere sahip olmalıdırlar: Pozitif kimlikleri güçlendirmek için, toplumlar yeniden düzenlenmektedir. Bu süreçte, pek çok bireyin gücünü kaybettiği yerde, bir tarihsel kriz algılanmaya başlanır. Bu yüzden psikososyal kimlik, aynı zamanda genel tarih ve bireysel yaşam tarihine ilişkin bütünsel bir bakış noktasından incelenebilir (Erikson 1958; 1964, Bölüm 5). Bireysel ve kolektif açılardan psikososyal kimlik, ideolojik bütünlüğü hedefler. Bununla birlikte sürekli yaşanmış olan geçmiş ve engellenmiş bir potansiyel olarak gelecek tarafından belirlenir. Bu nedenle, kimlik oluşumu, olumsuz ve güçlü kimlik unsurlarıyla sürekli bir çatışmayı içerir. Bütün bunlar insanın şiddetli kriz zamanlarında, bizzat kendisinde ve kendisi dışındakilerde kötü olarak değerlendirdiği “öteki”ne ilişkin ölümcül bir nefretin uyanmasını önler. Bundan ötürü, psikososyal kimliğe ilişkin bir ***
Parantez içindeki kaynaklar bu makalenin sonunda gösterilmiştir.
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi III (2003), Sayı: 2
183
çalışma, bir bireyin tüm yaşam tarihinde ve yaşamının belli bir evresinde, pozitif ve negatif kimlik unsurları kazanmasına ilişkin hiyerarşik sürecin bir değerlendirmesini içerir. Bunlar, şimdi listelenecek olan çeşitli disiplinlerdeki kimliğe ait çalışmalardan çıkarılan sonuçlara ilişkin boyutlardır. Çünkü ben, günümüzdeki kimliğin anlaşılması için kendi kendine sorulan “ben kimim” sorusunun, geçici bir hevesin ürünü olduğunu düşünüyorum.
İLGİLER VE YAKLAŞIMLAR Psikiyatri ve Sosyal Psikiyatri Grift yaşam süreçleri, sık sık etkilerini bir organın görevini yapamaması şeklinde ortaya çıkan epidemolojik durumlarla gösterirler. Bu bağlamda çağımızda kimlik sürecinin önemi ilk kez, kimliğe ilişkin bireysel duygu ile ilgili bazı rahatsız edici etkenleri (aşktan vazgeçme, yabacılaşma (anomi) farkeden sosyal karmaşalar konusundaki uzmanlarca anlaşılmış ve gittikçe daha da fazla anlaşılmaktadır. Psikanalizin, kuramsal yaklaşımında, “iç güdüler”den “ego”ya, savunmadan uyum mekanizmalarına ve çocukluk dönemi çatışmalarından daha sonraki yaşam evrelerine geçiş yapıldığı için, ego’nun oldukça zarar gördüğü fark edilmiş ve bu durum önemsenmeye başlanmıştır. Bu süreç, aynı şekilde ergenlik dönemindeki bunalımlarda etkili bir özellik olarak kabul edilir (Erikson 1959, pp. 122-146). Sosyal ve gelişimle ilişkili değişikliklere bağlı olarak artan kimlik krizi, nevrotik ve psikotik sendromlara yol açabilir, ancak bunlar teşhis edilebilir ve geçici rahatsızlıklar olarak incelenebilirler (Blaine and McArthur 1961). Üstelik kimlik karmaşası, nüfus değişmeleri ve teknolojik değişmelerin bir sonucu olarak, epidemolojik artışın varlığını ispat edebilecek olan olumsuz, sorumsuz ve ölçüsüz davranışlara yönelmeyi de içerir. (Witner and Kotinsky 1956). Böylece psikosoyal kimliğe duyulan ihtiyaç anlaşılmaz. Bunun yerine ya doğuştan suçlu yahut bir ömür boyu terapi görmek durumunda kalan normal dışı yahut hastalıklı gençlik güçlenir. Bu durumda kuram, terapi ve engellemenin gerçekçi bir
Epidemoloji: Salgın hastalıkları inceleyen bir bilim dalı (Ç. N.)
184
Erik ERİKSON
destekten yoksun kalacağı anlaşılmaktadır. (Erikson and Erikson 1957; K.T. Erikson 1957) . Çocuk Gelişimi ve Antropoloji Bir uzvun görevini yerine getirmemesine ilişkin inceleme, psikososyal işlevselliğin değeri ve sonrasında da buhranlı bir gelişim dönemi olan ergenliğin ürünü olan kimlik oluşumuna ışık tutar. Çocuk, yetkinleşen davranışı konusunda toplumun geliştirdiği farklı tepkiler aracılığıyla, kültürünün durumu ve yaşama tarzını öğrenir. İdeal prototiplerle özdeşim kurmayı ve olumsuz tiplerden uzaklaşarak gelişmeyi öğrenir. Ancak kimlik oluşumu, farklı toplumlarda, değişen yoğunlukta bir krizle karşılaşır. (Linchenstein 1961; Erikson 1950). Tarih ve Sosyoloji Tarihsel araştırmalar, insanın geçmiş tarihine ve gelişimine ışık tutar. Yalnızca kendisi için ve kendisine yönelik saygısı ve kendine ilişkin bilinçliliği vasıtasıyla, aşama aşama gelişen insan, özde farklılık oluşturmaya, her biri üst kimliğini koruyarak ve yine her biri, diğer gruplara ilişkin kendisinde varolan imajın yanısıra, geçici önyargılar ile desteklenen gruplara (kabileler ve milletler, kastlar ve sınıflar) ayrılmıştır. Tarihte kimlik ve kimliği belirleme; teknolojik değişmeler, kültürler ve politik sistemlerin yönlendirmeleri ile sınırlıdır. Bu durumda varolan ve değişen rollerin, bir organizasyonun en etkili ve en çok sayıdaki üyelerinin psikososyal kimlikleriyle temsil edilmiş olması gerekmektedir. Bu türden temsiller konusundaki büyük çaplı uyuşmazlıklar “kimlik paniği” ile sonuçlanır. Bu durum, sırasıyla, belli bir mantığa dayanmayan şiddetleri ve önyargıları arttırır. Sonuçta istemeyerek da olsa kendine zarar vermeye varan şiddete yol açabilir (Stein et al. 1960; Wheelis 1958). Yaşamın riskleri ile baş edebilmesi için oldukça tehlikeli şartlara uyum sağlayabilen donanımlı ve sanayiyi geliştirmiş insanlığın, tarihteki durumuna ilişkin yeni bir bilinçliliğe yöneleceği bir gerçektir. Din ve Felsefe Düşmanlar ve şeytanlar konusunda kötülüğü başkalarına yükleyen insan, alışkanlık gereği, bireysel ölümsüzlük yahut yeniden varolma şansını belirli şartlar altında garanti edecek ilahi varlıklara, en mükemmel kimliği ayırır. Bu yönelim,
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi III (2003), Sayı: 2
185
psikoanalitik ve psikososyal araştırma için uygun bir konu olmanın ötesinde, “öte” hakkında kadirimutlak kimlik için, insanın çabasının ürünü olan psikolojik ve kültürel değişmeleri açıklar. (Erikson 1958). Sonuç olarak, insanın psikososyal kimliği, felsefi olarak, her bir bireyin varoluş bilmecesinin bulunduğu saf “ben”i yakalamak ve aşmak noktasındaki bizzat kendi çabasıyla ilgilidir. Eski ve yeni akıl, hayatta insanın yalnızca ispat edebileceği şeyi aşabileceğini ileri sürer. Bu durumda, klinik ve sosyal bilim, ispatı mümkün olan şeylerle, felsefe ise düşünülebilir şeylerle ilgilenecektir (Linchtstein 1963). Yaklaşımların bu çeşitliliğin dışında, biz şimdi, daha açıklayıcı olacağı düşüncesiyle birbirine yakın birkaç konuyu ele alacağız. Psikososyal Kimliğe İlişkin Bir Kuram Kimlik Krizi Bazı gençlerde, kimlik krizi süreci çok sakin bir şekilde sürer. Bazılarında ise kolektif ayinler ve eğitim yoluyla veya bireysel çatışmalar sonucu güçlenerek bunalımlı bir dönem, hatta bir çeşit ikinci doğum olarak kendini gösterir. Psikiyatrin çok fazlaca ilgilendiği bu dönemin söz konusu krizinin, yok olucu bir nöbet olmasından öte (drama ve ilaçla tedavi yoluyla), mevcut durumdan daha iyi veya daha kötü bir yaşam için dönüm noktası, yahut kaçınılmaz bir uğrak noktası olacağının vurgulanması gerekir. Buradaki “daha iyi” fiziksel zarafet, zihinsel atiklik, duygusal açıklık ve sosyal gerçeklikler aracılığıyla görüldüğü gibi, bu, bireyin ve toplumun olumlu enerjisinin yöneldiği kaynağı bir ceza olarak gören toplumlarda görülen, genç insandaki uzayan kimlik karmaşası anlamına gelmektedir. Bunun yanısıra daha kötü, eninde sonunda daha iyiye ulaştırır. Tekrarlanan krizlerdeki istisnai özellikler ise, geleceğin kimlik öğelerini oluşturur (Erikson 1958). Kimlik Sonlanmaları ve İdeoloji Normatif kimlik krizi, tümüyle çeşitli araştırma alanlarının ilgisine mazhar olan çağdaş ve bütünlük içindeki gelişmeler vasıtasıyla meydana gelir. Bu kriz, son ergenlik döneminde fiziksel ve cinsel tip, bilişsel ve duygusal tarz ve sosyal role ilişkin gittikçe hızlanan kalıcı bir durumla sonuçlanır. Cinsel yetkinlik, bireyi az ya da çok gerilemeye, gizliliğe ve gelişigüzel ilişkilere sürükler. Ancak kalıcılığı olan arkadaşlıklara ilişkin
186
Erik ERİKSON
sınırlı bir tercihte bulunma zorunluluğu duymak, kaçınılmaz olur. Bunların tümü, büyük oranda zihin ve muhakemenin yetkinliğe ulaşmasıyla ilgilidir. Inhelder ve Piaget’nin çalışmaları
(1955),
ergenlik
döneminde
insanın,
olagelen
şeylerin
nedenini
anlayabilmek için, bazı olayları zihinlerinde saklı tutabildiklerini belirtir. Bu dönemde, sonuçların tersine çevrilebilmesi güçlükle algılanabilir. Bu türden zihin yönelimiyle birlikte genç insan bir dizi kişisel, mesleki ve ideolojik tercihleri üretir ve kendi adına gerçekleştirir. Bu süreçte, tüm önceki hüviyetlerin bilinçsiz bir bütünleşimi gerçekleşir. Çocuklarda, yaşamın önceki dönemlerinde özgün bir kimlik vardır; onlar, çoğu kez, anne-babalarından biri veya her ikisi tarafından bir üst kimliğe zorlayan baskılara karşı, erken gelişerek özgür iradeleri ile bu kimliği korurlar. Aslında, klinik çalışmaların kimlik olarak tanımladıkları şey, genellikle ileri düzeydeki nörotik kimliktir. Gerçekte, kimlik bütünlüğü daha önceki kimliklerin toplamıdır ve bizim ideolojik diyeceğimiz bir toplumsal yön tarafından desteklenmek durumundadır. Bu yaşam tarzı ideolojisi, düşünceleri ve gelen neslin psikososyal kimlik adına verdikleri uğraşları birleştiren ideallerin sistemleştirilmiş bir şeklidir. Bu, bir yaşam tarzı, yahut etkin bir “resmi” ideoloji şeklinde, her insanın zihninde bir katman olarak kalır. İdeolojik bir dünya görüşü, dini törenler, sonuç çıkarmalar ve yazılı metinler aracılığı ile dogmatik bir şekilde nakledilebilirler; yahut toplum
belirli
dönemlerde
(ben
bunları
“psikososyal
maratoryum”
diye
isimlendiriyorum) belli şartlar altında (Wanderschaft, sınır, koloniler, hizmet, meslek vb.)gence deneyim yapma imkanı tanır. Vefa Genç bireyin ve işlevsel toplumun er veya geç, in iyi karşılığı vefa terimi olan hak ve sadakatin karışımından oluşmuş olan kuvvetleri bir araya getirmesi gerekir. (Erikson 1963). Bu ise gencin geleceği canlı tutanlar ve yaşayanlar, işçiler ve teknolojik gelişmeye yol açanlar, eleştiriler ile yöntem ve düşünme konusunu canlandıranlar ve dönemin özelliği gereği yaşanabilen kökten yıkıma yönelmeye ilgisine bakarak anlaşılabilir. Modernistler için, yeni ve kapsamlı bir kemliğin hayata ilişkin yaklaşımını ya da tarihini bir dönemdeki mirasın kalıtsal olarak aktarımını açıklayabilmek oldukça
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi III (2003), Sayı: 2
187
zordur. Ancak tüm çağlarda insanın varoluşsal kendine yabancılaşmasını, devrin günahlarına yükleyen peygamberlere ait ifadeler varolmuştur. Açıkçası, bir çağın kimlik krizi, gelişen bir teknolojide vefasını ortaya koyabilecek olan gençlik döneminde en az birkaç defa olur ve bu suretle yeni ve yeterli tipler ve roller gelişir. Günümüzde bu, bilimsel ve teknik gelişme konusunda aktif görev alan ve bu suretle, yaratma ve üretme eksenli bir yaşam biçimiyle kimliğe yön verme konusunda uyum sağlayabilen tüm ülkelerdeki gençleri kapsamaktadır. Böyle bir deneyim için istekli olmakla birlikte bunu gerçekleştirme imkanı bulamayan gençler, teknoloji ve teknik dışı akıl bir birleşme noktasına ulaşıncaya dek, toplumdan uzaklaştığını hissedecektir. Erkek ve Kadın Kimliği Erkek ve kadın kimlikleri farklılık gösterir mi? Elbette kimlik oluşumunun “mekânizmaları” aynıdır. Ancak kimlik daima psikolojik yönelimler ve sosyal rollerin her ikisine de dayandığından, “bilinçaltı”na dayalı olan cinsellik, varolan cinsiyetten gelen kimlik öğelerinin farklı bir toplamı şeklinde yaşar (Erikson 1965). Tamamlanmamış olan çocukluk kimlikleri, her iki cinste de farklılık gösterir. Ancak kadının en uygun - günümüzde bireyselliği, ustalığı ve vatandaşlığı da en az annelik kadar içeren- psikososyal kimliğinin gerçekleşimi, eskiden beri sorun olmuştur. Kadının, cinsel cazibe dönemindeki ilgi ve yönelimleri, gebe kalması, gebelik dönemi, emzirme ve çocuk yetiştirme eğilimli doğasının fiziksel ve duygusal yoğunluğu, rolleri kısıtlama ve tüm yaşamları boyunca “baskılama” türünden davranışlara sahip olan ideoloji ve toplum kurucuları tarafından, onun geri planda bırakılması suretiyle sömürülmüştür. Psikanaliz, bir kadının varolan haliyle ne ise, ondan daha fazlasına sahip olamayacağı ve daha fazlası olmayacağı şeklindeki haksız önyargıya dayanan kadın kimlik oluşumunun, hâlâ varolduğunu bizlere gösterir. Nitekim yasal ve politik eşitlik için çaba göstermek, erkekler için ve onlar eliyle oluşturulan aktivite ve programlarda kadınların neredeyse erkekler kadar iyi olduklarını gösteren, kadın kimliğini oluşturacak güçlü girişimler yardımıyla mümkün gözükmektedir. Şimdilerde tüm insanlıkla son derece ilgili olan konularda, politika ve teknoloji ile ilgili kimselerin olağanüstü çabaları, kadın kimliğine ilişkin yeni bir vizyon geliştirmektedir. Buna göre kadının annelik güdüsü, onun çalışma ve vatandaş olma haklarını engellemediği gibi,
188
Erik ERİKSON
bunlara yeni anlamlar getirir. Ancak değişmesi zor, olumsuz kimlikler varolduğu sürece, yeni çıkarımlar yeterli olmayacaktır. Olumsuz Kimlik ve Bütünsellik Olumsuz bir kimlik, tüm kimliğin zapt edilmez bir bölümü olarak varolur. Üstelik daha yüksekte olan ve sömürenlerce dayatılan olumsuz imajı yakalamaya çalışır (Erikson 1959, ss. 31-38). Çağdaş bir sorun üzerine anne-babasının yaptığı konuşmalardan etkilenen zenci bir çocuğun kimliğinin oluşması sorunlu olabilir. Belki bu sözleri kuşkuyla da karşılayabilir. Sonuçta da, diğer “temel yaşam uğraşlarından ziyade” olumsuz özellikleri gaye edinmeye başlayabilirler. Yine fanatik bir ırk ayırımcısı, kendisi için bir nostalji olarak kalmak üzere, zencilerle önceki dönemlerde dostluklar yaşantılamış olsa bile, yön değiştirerek zencilere ilişkin her şeyin reddedilmesiyle bölgesel kimliği güçlendirmeyi öğrenebilirler. Bundan ötürü de o, üstün olduğunu
savunan bir toplumda güvenli bir kimlik sağlamak için yeterli ortam
bulamaz. İki fenomen (olgu), bu içsel çatlakları daha fazla karmaşıklaştırır. Olumsuz imajlardan biri, bireyin hayalindeki diğeriyle birleşir. Olumsuz kimliği kuvvetli bir şekilde savunma, onu kendisinde ve çevresinde varolan kadın duygusallığı, direnç göstermeyen zencilik yahut musevice düşünmeyi hor görmeye götürür ve aynı zamanda her görülen şeyin onun dünyasını teslim alacağı endişesi onu korkutur. Reaksiyonun bu şekli, insandaki pek çok nefret davranışının kaynağıdır. Üstelik krizin artması olayında, bir birey (yahut bir grup), olumlu bir kimlikte bu olumsuz unsurları kontrol edebilme yeteneği olup olmadığına dair ümitsizliğe düşebilir. Bu durum, olumsuz kimliğin daha güçlü olduğu bütüncül bir öğreti yahut dogmalara (Lifton, 1961) ani bir şekilde teslim olmaya yol açabilir. Bir zamanlar dışarıdan yapılan eleştiriler karşısında alınganlık gösteren pek çok Alman genç, bir “Alman” olmaktan dolayı üstün olduğunu sandığı Versay-ötesi (Post-Versaille) Almanya’sında bir kültür için sevgiden yüz çevirerek acımasız bir nazi olmuştur. Ancak tehlikeli görülen “öteki”liğin kökten reddedilmesiyle oluşan belirgin totaliterliğe ve tarihsel olarak verilen kimlik unsurlarını tamamlamanın başarılamamasına dayanan onun yeni kimliği, her Alman’da canlanmıştır. Bu tür totaliterlikleri, diğer pek çok kapsamlı bütünlük vadeden değişmelerden farklılaştıran şey, geleneksel-güvenli bir kimliğe ilişkin ümidi yok eden kimlik gelişimini her yerde
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi III (2003), Sayı: 2
189
uyandırmış olan özel bir heyecandır. Bu uyanan heyecan, fanatik ve psikotik liderler tarafından kolaylıkla sömürülür. Bunun sonucunda da insan yığınlarının gelişigüzel yıkıcılıkları artar. Bu türden bir gelişme, organizeli yıkım makinelerinin etkili fikirlerine hizmet edebilir. Tarihsel yaklaşımlar Tahmin edileceği üzere, gelişimle ilgili yaklaşımlar, bizim, aynı psikososyal sürecin iki yönü olarak görülen kimlik ve ideoloji hususunda tarihsel süreçleri incelememizi gerekli kılmaktadır. Ancak kimlik ve ideoloji, daha ilerideki bireysel ve kolektif olgunlaşma yolunda sadece yol istasyonlarıdır. Yeni krizler, grupla birleştiren, güven veren, yenilenen ve üstün gelen kimliklerin içinde bulunduğu, daha üst sosyal kimliklere doğru ilerlemeye yol açar. Tarihte, bu göreli kimlik boşlukları ve insan korkularının üç şekli vardır. Bunlar birbirini etkileyerek güçlenirler. Bu korkular; tüm dünyada hayatı köklü bir şekilde genişleten ve değiştiren (silahları içine alan) icatlar ve keşiflerin doğurduğu korkular, varoluş ideolojisinin tarihsel bir dayanak noktası olmuş olan yerleşik geleneğin zayıflaması sebebiyle şiddetlenen anksiyeteler ve manevi anlamdan yoksun olmanın getirdiği varoluşsal bir boşluğa ilişkin korkulardır. Geçmişte ideoloji üretenler, tekrar eden ve 1süre giden ergenlik çatışmaları dışında, son derece önemli yeni kimlik unsurları geliştirmişlerdir (Erikson 1958;1964, ss. 201-208). Ancak bugün, gelişim ideolojisi “gelecek kaygısı” konusunda, tahmin edilemez ve sınırsız değişiklikler oluşturmuştur. Günümüzde dünyanın her yerinde, ileriyi de içine alacak olan, daha kapsamlı kimlik için uğraş verilmektedir. Devrimci öğretiler, kabilevi, feodal yahut sömürge ile ilgili alışkanlığı yenmesi gereken ülke gençliğine, “köylü ve işçi”ye ilişkin yeni kimlik vaat etmektedir. Aynı zamanda, sürekli kendini yenileyen milletler, ülkeleri zapt ederek yeni pazarlar oluşturmaya çalışırlarken, dünya, evrensel bir teknolojik kimlik için uygun yerler bulmak için, yıldız ve gezegenler arasındaki boşluğu kapsayacak şekilde genişlemektedir. İşlevsel olan toplumlar ilkelerini daha da güçlendirebilirler ve doğru liderler, sadece daha kapsamlı kimliklerin gelişmesini destekleyerek önemli yeni birliktelikler oluşturabilirler. Çünkü yeni ve aydınlık bir etik, yok olma sürecinde olan ahlakçı
190
Erik ERİKSON
yaklaşımların yerini başarıyla alabilir. Nehru, “Gandi”nin şiddete başvurmaksızın aktif bir yöntemi mükemmelen uygulayarak Hindistan’a bir kimlik verdiğini söyler. Gerçekten de, Gandi parçalı ve olumsuz bir kimliği (“pasif” Hindistan’ı ), birleşik bir millet olma konusunda, kapsamlı ve azimli bir amaca dönüştürmüştür. Dünyanın diğer yerlerinde de, gençlik, böyle yapılıp güvenildiğinde, yeni seçkin sınıflar için, numune oluşturabilmektedir. Burada hemen İsrail’in “Kolektif Çiftlikleri”, ABD barış Gücü ve ırkçı fanatizmi yaşayan Amerikan öğrenciler akla gelmektedir. Böylesi gelişmelerde, genç erkek ve kadınlar, yeni dayanışma şekilleri ve yeni ahlak anlayışını geliştirmektedirler. Ancak, sonuç olarak, bireysel kimlik ve insanın sosyogenetik gelişiminin parçası olarak meydana geldiğine şüphe olmayan kollektif ideolojilerin görece olması ve gelişmesinin, insana tehlikeli bir potansiyeli yani tarihte hiçbir zaman olgunlaşamamayı da verdiğini kendi kendimize hatırlatmalıyız. İdeoloji ve kimliklerin, eski ahlak yapısı ve dogmatizmlerin baskılarını alt etmeye çalıştıkları doğrudur. Bununla birlikte kimlik duygusunu destekleyen şartlar tehlikede görüldüğünde, kendi dışındakileri reddetmek şeklindeki tutum sonucu çürüme meydana gelerek, olumsuzluğa sık sık geri dönülmektedir. Bu bağlamda modern silahlarla donatılmış olan eski ideologlar, insanlığı yok oluşa götürmüşlerdir. Bundan ötürü tümüyle kapsamlı insan kimliğine doğru bir yönelim ve buna bağlı olarak evrensel bir ahlak, insanın gelişmesinde aynı derecede önemlidir ve yeni evrensel teknoloji ve iletişim sistemlerinin, bunu dünyanın her tarafına yaymaya hizmet edebileceklerini varsaymak, kesinlikle bir ütopyadan ibaret değildir.
191
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi III (2003), Sayı: 2
KAYNAKLAR Blaine, Graham B. , and McArthur, Charles, Emotional Problems of teh Student, Appleton, New York, 1961. Erikson, Eric H. , Childhood and Society, 2d. ed. , rev and enl. Norton, New York, (1950) 1964. ----------------------, Young Man Luther, Norton, New York, 1962. ----------------------, “Identity and the Life Cycle”, Psychological Issuez, 1, 1. ----------------------, Youth: Change and Challege, Basic Book, New York, 1963. ----------------------, Insight and Responsibility, Norton, New York, 1964. ----------------------, “Inner and Outer Space: Reflections on Womanhood”, In Robert Lifton, The Woman in America, New York: Hougton Mifflin, 1965. ----------------------, “The Concept of identity in Race relations: notes and Queries”, Dcedalus 95, 145-171, 1966. ----------------------, and Erikson, Kai T., “The Confirmation of the Delinguent” Chicago review 10, 15-23, 1957. Erikson, Kai T. , “Patient role and Social Uncertainty”. Psychiatry, 20, 263-74, 1957. Freud,Sigmund, Adress to the society of B’ain B’rith. In sigmund Freud, The Standard Edition of theComplete Psychological Works, Vol. 20, 272-74, Hogarth, London, (1926) 1959. Inhelder, Barbel, And Praget, Jean, the Growth of logical Thinking from Childhood to Adolescence, Basic Books, New york, (1955) 1958. James, William., Letters, Vol. 1, Atlantic monthly Press, Boston, 1920. Lınctenstein,
heinz.,
“Identity
and
Sexuality:
A
study
of
Their
Interrelationship in Man.”, Journal of the American Psychoanalytic Association, 9, 179-260, 1961.
192
Erik ERİKSON
----------------------, “The Dilema of Human Identity” Journal, of the American Psychoanalytic Association, 11, 173-223, 1963. Lifton, robert J. , Thought Reform and the Psychology of Totalism, A Study of “Brainwashing”in China., Norton, New York, 1961. Stein, Maurice R., Vidich, arthur; and White, david M., Identity and Anxiety, Free pres, New York, 1960. Wheelis, Allen., The Quest for Identity, Norton, New York, 1958. Whitmer, Helen L., and Kotinsky, Ruth., New Perspectives for Research an Juvenile Delinguency, U.S. Children’s Bureau, Washington, 1956.