Tv’de şiddet

Page 1

TV’DE ŞİDDET VE SORUMLULUKLARIMIZ PANELİ

8 Eylül 2006 Boğaziçi Üniversitesi - Garanti Kültür Merkezi


2

TV’DE ŞİDDET VE SORUMLULUKLARIMIZ PANELİ


TV’DE ŞİDDET VE SORUMLULUKLARIMIZ 8 Eylül 2006 Boğaziçi Üniversitesi - Garanti Kültür Merkezi Hakan Uyanık, Reklamverenler Derneği Başkanı Nimet Çubukçu, Devlet Bakanı

SUNUMLAR • Doç. Dr. Uğur Çağlı, TİAK Denetçisi, Televizyon İzleme ve Araştırma Kurulu TV İzleyici Ölçümleri • Nuri Çolakoğlu, Televizyon Yayıncıları Derneği Başkanı Yayıncılık İlkeleri • Prof. Dr. Davut Dursun, RTÜK üyesi Şiddet İçerikli Televizyon Yayınları ve RTÜK • Prof. Dr. Zuhal Baltaş, İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Halk Sağlığı ABD, Öğretim Üyesi Şiddet ve Sağlık

TV’DE ŞİDDET VE SORUMLULUKLARIMIZ PANELİ Moderatör: Dr. Acar Baltaş, Psikolog Panelistler: Doç Dr. Ayşen Gürcan, Aile ve Sosyal Araştırmalar Gen. Müd.V. Yrd. Doç. Dr. Berrin Yanıkkaya, Yeditepe Üniversitesi İletişim Fakültesi, Radyo, Televizyon ve Sinema Bölümü Fatih Ediboğlu, Star TV Genel Yayın Yönetmeni Doç. Dr. Ozana Ural, Marmara Ü. Atatürk Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Saner Ayar, Show TV Genel Müdürü Tomris Giritlioğlu, Yönetmen / Yapımcı

TV’DE ŞİDDET VE SORUMLULUKLARIMIZ PANELİ

3


4

TV’DE ŞİDDET VE SORUMLULUKLARIMIZ PANELİ


Hakan UYANIK RVD Yönetim Kurulu Başkanı

Sayın devlet bakanı, değerli basın mensupları, değerli konuklar, Reklamverenler Derneği (RVD) tarafından düzenlenen Televizyonda Şiddet ve Sorumluluklarımız konulu konferansa hoş geldiniz. Kısa filmde de izlediğiniz gibi bir çok kişi televizyon programlarının şiddet içerdiğini düşünmekte ve bundan rahatsızlık duymaktadır. Ancak çözümler ve sorumlular konusunda tam bir mutabakat da yoktur. Bazıları yasaklanmasını önerirken, çizgi filmlerde bile şiddetin bulunduğunu düşünüyor. Bir kısım ise saatlerin değişmesini öneriyor. Sokak röportajları bilimsel bir araştırma olarak kabul edilemez. Ancak, kamuoyunun genel bakış açısını yansıtmasından dolayı da önemlidir. İnsanlar, televizyonların şiddet içerdiğini ve bunun sokaktaki şiddeti tetiklediğini veya artırdığını düşünmekte.

yoksa bu yanlış ölçüm sistemi midir gibi sürekli karşılaşılan soruların cevabını taşımakta. Bu bilimsel ve ülkemizi temsil eden araştırma bu tür tartışmaları da önleyecektir. Konuşmamı bitirirken, öncelikle değerli zamanını ayırarak aramıza katılan ve toplumda şiddetin önlenmesi konusunda büyük önem veren, bu tür çalışmalara her zaman destek olan Devlet Bakanım Sayın Nimet Çubukçu’ya çok teşekkür ediyorum. Ayrıca, fikirlerini bizlerle paylaşmayı kabul eden, zaman ayırarak hazırlık yapan ve bugün aramızda olan tüm konuşmacı ve panelistlere de, organizasyonda emeği geçen Reklamverenler Derneği kadrosuna, ajanslarımıza ve katılımıyla bizlere onur veren siz izleyicilerimize de teşekkürlerimi iletiyorum. Şimdi açılış konuşmasını yapmak üzere Devlet Bakanı Sayın Nimet Çubukçu’yu kürsüye davet ediyorum. ■

Önleme konusunda ise bir kısmı yasaklanmasını önerirken bir diğer grup da yasaklama üzerindeki uygulama problemlerini gündeme getiriyor. Kimin sorumlu olduğu konusu ise net değil. Sorumluluk konusundaki bu belirsizlik, aslında bu konuda tek bir sorumlu olmadığını gösteriyor. Reklamverenler Derneği’nin düşüncesi de bu yönde; Toplumda şiddetin incelenmesiyle sorumlu olan psikoloji, sosyoloji, sosyal psikoloji, pedagoji alanlarında uzman akademisyenlerin, televizyon programları hazırlayan televizyon yayıncılarının ve program yapımcılarının, yayınların denetimi konusunda Radyo Televizyon Üst Kurulu’nun, çocukların televizyon izleme alışkanlıklarının denetlenmesi konusunda ailelerin, eğitimcilerin ve yayınlarla ilgili tüm sosyal sivil toplum kuruluşlarının bu konuda sorumlu olduğunu ve elini taşın altına sokmaları gerektiği yönünde. Bu yüzden bugün bu toplantıda, tüm bu birimlerin temsilcileri ile bir araya gelerek ortak bir akıl oluşturmak istedik. Amaç, televizyondaki şiddet ve toplum üzerindeki etkileri konusunda ilgili birimlerin görüşlerinin alınması, tartışılması ve sonuçta herkesin sorumlulukları konusunda farkındalıklarını artırmaktır. İleriki günlerde yayınlanacak olan panel kitapçığı ilerisi için yol gösterici bir kaynak olacaktır. Sunuşlara geçmeden önce, toplantı ile ilgili iki not iletmek istiyorum; Ortadoğu Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Uğur Çağlı’nın konuşmasıyla ilgili. Doktor Çağlı, Televizyon İzleme ve Araştırma Kurulu (TİAK) üyesi ve denetçisidir. TİAK televizyon ölçümleri ve araştırmaları yapmak amacıyla reklamveren, reklamcı ve televizyon yayıncılarının oluşturduğu bağımsız bir kuruldur. İçinde bulunduğumuz dönemde, televizyon izleyici ölçümleri araştırması TİAK tarafından AGB Nielsen kuruluşuna ihale edilmiştir. Doktor Çağlı, araştırma konusunda teknik bilgiler verecek. Sunumu, televizyon izleme alışkanlıklarının anlatıldığı tüm panellerde toplantılarda reytinglerin inanırlığı, doğruluğu ve halk bunu mu izliyor,

TV’DE ŞİDDET VE SORUMLULUKLARIMIZ PANELİ

5


Nimet ÇUBUKÇU Devlet Bakanı

Reklamverenler Derneği’nin değerli başkanı, üyeleri, değerli katılımcılar, değerli konuklar, sevgili basın mensupları. Reklamverenler Derneği tarafından düzenlenen ve şiddete karşı ilgili tüm tarafları bir araya getirmeyi amaçlayan bu önemli toplantıda sizlerle birlikte olmaktan büyük mutluluk duyuyorum. Bu vesile ile şiddet içeren dizilere reklam vermeyin çağrısıyla da etkinleşen bu çalışmaların ümit ediyorum ki aynı şekilde şiddeti besleyen diziler ilan edilerek, bu çağrıya yanıt veren, ülkemizin önde gelen özel sektör kuruluşlarını da tebrik etmek istiyorum, kutlamak istiyorum. Reklamverenlerimizin sergilediği yaklaşım, hem geleceğe yönelik umutlarımızı artırmakta, hem de sorunun çözümü konusunda izlenecek strateji açısından bizlere yeni bir yaklaşım sunmaktadır. Toplumumuzun tüm katmanlarına sirayet eden şiddet olgusunun yıkıcı sonuçları çocuklarımız, gençlerimiz ve kadınlarımızdan başlayarak aslında her yaş grubundan insanları derinden etkilemektedir. Bakanlık olarak toplumumuzun en dezavantajlı gruplarını temsil ediyoruz. Yaşlılarımız, kimsesizlerimiz, çocuklarımız, kadınlarımız, özürlülerimiz gibi daha fazla televizyonla hemhal olan, daha fazla etkilenen kesim. Bu nedenle özellikle kadına ve çocuklara yönelik şiddetle mücadele konusunda yapmaya çalıştığımız, bugün öğleden sonra ilgili tüm tarafların bir araya geleceği, kadına yönelik şiddetin önlenmesi konusundaki ilk eylem toplantısı bu anlamda çok önemli. Şiddetin tek bir tarafı yok. Özellikle şiddetin toplumsal algısının olağanlaştırılması konusunda çok dikkat gösterilmesi gerekiyor. Bir vakanın olağan algılanması toplumsal değer yargıları tarafından kabul edilmesi bir meselenin önlenmesi konusunda hepimize çok büyük zorluklar veriyor. Her şeyden önce şiddetin önlenmesi için çıkarılan yasalar, kurum ve kuruluşların bu konudaki hassasiyetleri, bu yasaların kağıt üzerinden hayata taşınmasında hepimizin elini güçlendirecektir. Bu konuda önemli bir gayret, çaba içerisinde olunursa somut sonuçları birkaç yıl içinde görme şansı olabilir. Özellikle şiddet konusunda medyada çok önemsediğim bir tutum değişikliği var. Medyanın son iki yılda kadına yönelik şiddetin önlenmesi ve toplumun zihinsel kalıplarını değiştirme konusunda çok önemli bir rol oynadığına inanıyorum. Şiddet konusundaki özellikle kadınlara yönelik çıkan haberler ikinci sayfadaki küçük haberler olmaktan çıkıp, artık töre cinayetleri olarak çoğu zaman birinci sayfada yer buluyor. Çoğu zaman toplum açısından yadsınan, yadırganan, utanılacak ve aramıza mesafe koyulacak bir problem olarak ortaya konulmaya başlandı. Bu bakış açısındaki farklılığın yansıması dahi bu meselenin tartışılmasındaki ana kodları değiştirdiğini düşünüyorum. Çocuk ve gençlerin eğitiminde, kötü alışkanlıklardan ko-

6

TV’DE ŞİDDET VE SORUMLULUKLARIMIZ PANELİ

runmasında, aile içi eğitimdeki açıklarımızın giderilmesinde ve toplumda genel olarak sevgi, saygı, huzur ve kardeşlik gibi temel değerlerin korunması konusunda çaba gösteren kurum ve kuruluşlar aynı zamanda bir insan olarak da televizyonu işaret etmektedir. Yine Türk Toplumu’nu, derinden örseleyen, izlenme oranları yüksek şiddet içerikli dizilerin önemli ölçüde beslediği bilinmektedir. Türkiye’nin son 20 yılına damgasını vuran en önemli gelişmelerden birisi de iletişim alanında gerçekleşmiştir. Ülkemizde hala 23 ulusal, 16 bölgesel ve 214 yerel televizyon faaliyettedir ve televizyon izleme oranları yüzde 94’leri bulmaktadır. Buna paralel olarak Türk ailesinin temel referans noktalarından birisini de televizyon oluşturmakta. Televizyon, değer üreten bir araç olarak sahip olduğu yüksek anlatım gücü sayesinde toplumun her kesimine uygun tutum ve kanaatler geliştirmekte, bunları benimsetmekte ve aynı zamanda yaygınlaştırmaktadır. Eğitim düzeyi düştükçe bu etki daha da artmaktadır. Tüm dünyada televizyon izleyicisinin etkileşim oranlarına ilişkin yapılan araştırmalar da televizyon izleyicisinin eğitim düzeyi düştükçe etkileşim oranın yükseldiğini göstermektedir. ilk kez TUBİTAK’ın sosyal bilimler alanındaki araştırmaları desteklemesinden hareketle Aile Araştırma Kurumu Genel Müdürlüğü olarak başvurup ilk kez sosyal bilimler alanında proje yapılmasını istedik. Konu olarak özellikle televizyon yayınları seçildi. TUBİTAK’ın Gebze’deki binasında üç ortak akıl toplantısı düzenlendi. Bu mesele ortak sorun olarak değerlendirildiği için bu platformlar ortak akıl toplantısı olarak adlandırıldı. Bu sorunun sadece bir muhatabı yok. Demin başkanın da ifade ettiği gibi tek sorumlusu bulunmuyor. Dolayısıyla, burada bulunan hiç kimse, televizyon yayıncısı, yönetmen fonksiyonunda da bulunsa, program da yapsa, kanal sahibi de olsa, ben de olsam, Reklamverenler Derneği de olsa herkes bu sorundan, sorumluluğu ölçüsünde kaçamayacağını bilmesi gerekir. Türk ailesinin ve nesilden nesile yavaş yavaş aktararak getirdiği insani ve etik değerlerinin de televizyonun güçlü söylemi karşısında yavaş yavaş değiştiği görülmekte. Ailelerin değer üretme kabiliyeti de televizyona bağlı olarak doğrudan etkilemekte ve düşmekte. Çocuklar artık anne babalarını veya öğretmenlerini değil, televizyon kahramanlarını model olarak benimsemekte. Özellikle rol model oluşturma açısından ülkemizde yetişen gençlerin yakın gelecekte kendilerine ait bir meslek edinme ve bu meslekte başarılı olma gibi doğru rol modelini de görmesi gerekiyor. Hayata dair mesleki başarıların, örnek alınması gereken insanların dahi özel hayatlarının daha fazla gündemde tutuluyor olması, özel hayatın merakı dürtüsüyle açıklanamaz. AB üyesi ülkeler içinde en genç nüfusa sahip ülke olarak, bu gençlerin özellikle genç kızların topluma eşit katılımını hedeflerken bu yöndeki rol modeller konusunda daha dikkatli davranmamız gerekir. Dizileri izleyen çocukların ve gençlerin şiddete özendiği ve olumsuz rol modelleri benimsediği


konusunda kesin bir kanıt bulunmuyor. Bu konuda somut bir açıklama, somut bir tespit yok. Ama kimlik arayışlarında etkili olduğu genel kabul görmekte. Sadece basına yansıyan olaylarla değil, bazı araştırmalarla da tespit ediliyor. Ancak bu söz konusu dizilerin şiddeti özendirdiği, yeniden ürettiği ve olağanlaştırdığı gerçeğini değiştirmiyor. Rol modeli ile şiddet arasında doğrudan bağlantı ortaya konamasa da bir yandan da şiddetin olağan olarak algılandığı bilinmekte. Şiddetin olağanlaştırılmasından kasıt bunun çok sıradan bir vaka olarak algılanmasıdır. Bir çoğumuzun belki de görmeye katlanamayacağı, kafasını çevireceği görüntüler sokaklarda bir merak dürtüsüyle izleniyor. Kendi tanık olduğum bir olaydan da bahsetmek isterim. Bundan yaklaşık üç yıl önce feribota binmek üzereydim. Daha önce denizde boğulmuş, yaklaşık iki aydır da denizde kalmış bir cesedin çıkarılma çalışmaları vardı. Feribot saati geldiği halde kimse yolcu olarak binmiyordu. Uzun yıllar ceza avukatlığı yapmış ve bu meselelere de biraz tanık olmuş birisi olarak bunu görmek istemedim. Uzun zaman denizde kalmış bir cesedin görüntüsü çok ürkütücüdür. Normalde hiçbir insanın görmeye tahammül edemeyeceği bir manzaradır. Yolcular yapılan anonsa rağmen binmiyor, o çirkin görüntüleri seyretmeyi tercih ediyorlardı. Bu manzara karşısında dehşete düştüm, seyretmek için duranların yanında küçük çocukları da vardı. Şiddetin olağanlaştırılması, sıradanlaştırılmasından kastım biraz da bu. Yanı başımızda bir kadın yol ortasında bıçaklanabiliyor. Her köşe başında bir polisin olması mümkün değil ama toplumun vicdanının bu toplumun her yerinde olması gerekir. Vicdanın yok edilmesi bakış açısıyla şiddetin olağanlaştırılması maalesef kabul edilemez bir durum. Yine kitle iletişim araçlarının karşı konulmaz gücü ve etkisi, etik çerçevenin de öngördüğü ilkelerin titizlikle gözetilmesini başta yayıncılar olmak üzere toplumun tüm kesimlerinin işaret ve dikkatini gerekli kılmaktadır. Sadece reyting ölçümleme çizelgeleriyle bir yayın anlayışının benimsenmesi düşünülmemelidir. Hiç kimsenin de böyle bir anlayışı olduğunu tahmin etmiyorum. Yapılan şikayetlerin dikkate alınması gerekir. Mesela bir dönem gelin kaynana yarışmaları için 7.900 civarında RTÜK’e şikayet ulaşmıştı. Bu şikayet oranlarının da en azından toplumsal tepki açısından dikkate alınması gerektiğini düşünüyorum. Şiddetle mücadele konusunda çok kapsamlı bir strateji gerekiyor. Devlet, sivil toplum kuruluşları, uluslararası kuruluşların yanı sıra son yıllarda tüm dünyada bu mücadeleyi destekleyen gruplardan birisi de özel sektör olmuştur. Ve özel sektör, diziler kanalıyla pompalanan şiddete karşı bir hareket başlatmıştır. Reklamverenler Derneği’ni de konuya hassasiyet gösterip bu platforma ev sahipliği yapmıştır. Bu çabalarla birlikte herkesin üzerine düşeni yapması halinde bu şiddet çemberinin bir nebze de kırılacağını umut ediyoruz. Ülkemizin toplumsal gelişiminin ve refahının önündeki en önemli engellerden birisi olması nedeniyle de şiddete karşı mücadelede top yekun hareket edilmesi gerektiğini ortaya koyuyor. Şiddetin yıkıcı olgusunun maliyet hesabı henüz ülkemiz tarafından yapılmış bir hesap değil. Biz sürekli belki de bu anlamda gördüğümüz zarardan bahsediyoruz

ama kadına yönelik şiddetin sağlık bakanlığına olan maliyeti, bu yıkıcı etkinin topluma yansıma bedelini hep birlikte ödüyoruz. Şiddet olgusu ailelerin çökmesindeki ana nedenlerden bir tanesidir. Bu çökmeyle birlikte genelde evin tek bir bireyinin çalıştığı toplumumuzda eşe ve çocuklara yönelik ayrı ayrı hizmet modeli üretilmesi gerekir. Aile birliğinden yoksun kalan çocukların kurum bakımına alınması hem onların ruh sağlığı açısından hem de onlara bir değer üretme konusundaki çabalarımız açısından çok büyük güçlük arz etmektedir. Aynı zamanda yoksullukla baş başa kalan yıpranmış kadına da bu konudaki desteğin çok daha yüksek olması gerekmektedir. Bu birim maliyet hesapları bütün Avrupa’da yapılmaktadır. Fransa’da bir ailenin yıkılması durumunda, ailenin bütünlüğüne yönelik verilecek destek hizmetlerinde bir birim maliyet, yıkıldığı zaman beş birim maliyete yükseliyor. Ülkemiz gibi çocukların, özellikle kadınların eğitimsiz olduğu, çalışmadığı, çocuk sayısının fazla olduğu ülkelerde bu yıkıcı etkinin çok daha yüksek olduğunu hepimizin kavraması gerekiyor. Bu sebeple şiddetle mücadele konusunda sadece devletin aldığı tedbirlerin yeterli olmadığı açıktır. Özellikle toplumsal hayatı bu kadar derinden etkileyen ayrıcalıklı bir konu olarak ele aldığımız şiddet olgusunda hiç kimse özel olarak ayrıcalıklı davranamayacaktır. Özellikle, Radyo Televizyon Üst Kurulu’nun televizyon yayınlarıyla ilgili benimsediği temel ilkelerden özellikle kamu yararı ve sosyal sorumluluk ilkesinin göz ardı edilmeden denetimin ceza mantığı yerine mümkün olduğu kadar ortak aklın harekete geçirildiği, sonuçlarından hep birlikte istifade edilen çalışmalar olmasını temenni ediyorum. Bu hususta şimdiye kadar yapılan bütün çalışmalar televizyon yayınlarının etkin denetlenmesi her kesimin ilgili ve özenli yaklaşımıyla mümkündür. Bir kurumun, yayın kuruluşlarına ceza vermesi bir denetim değildir. Dolayısıyla, toplumsal denetimi bu açıdan çok çok önemsiyorum. Bir çok özel sektör kuruluşunun şiddet içeren dizilere bundan böyle reklam vermeyecek olması da aynı şekilde söylediğim gibi bir cezalandırma, yayınları denetleme değil, herkesin sorumluluğunu hatırlatma, tüm kesimleri dikkatli ve özenli olmaya çağırma ve bir sosyal sorumluluğun ifadesi olarak algılanmalıdır. Demokratik özgür bir topluma yaraşan da bu sorunların cezalarla değil, ortak sorumluluk anlayışı ile çözülmesidir. Saygıdeğer katılımcılar, konuklar, değerli basın mensupları, toplumun tüm katmanlarına yayılan şiddet çemberini kıracak olan yine şiddete karşı oluşturulacak bilinçtir. Bu toplantının tüm kesimlere şiddete karşı ortak bir duruşu ve bilinci göstereceğini, ortak bir hareket planı oluşturmaya çok ciddi katkı sağlayacağını düşünüyorum. Tarafların da yükselen şiddete karşı büyük bir duyarlılıkla yaklaşması, inisyatif alması gereken bir süreçte örnek bir tutum sergileyerek, ilgili tarafları bir araya getiren Reklamverenler Derneği’ni bir kez daha kutluyor ve toplantının çok güzel sonuçlar doğurmasını temenni ediyorum. Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. ■

TV’DE ŞİDDET VE SORUMLULUKLARIMIZ PANELİ

7


Doç. Dr. Uğur ÇAĞLI Televizyon Izleme Ve Araştirma Komitesi Denetçisi

Ev sahibimiz konumundaki Reklamverenler Derneği’nin değerli yöneticileri, değerli konuklar, hepinize güzel bir gün diliyorum.

TV İzleyici Ölçümleri Bana ayrılan sürede aslında bir çoğunuzun değişik kaynaklardan bilgi sahibi olduğu, ama bazı hususlar konusunda kararsız kaldığı, kendisini yeteri düzeyde bilgili hissetmediği Televizyon İzleme ve Araştırma Komitesi (TİAK) tarafından uzun bir süreden beri yaptırılmakta olan televizyon izleme araştırması konusunda açıklamalarda bulunmak istiyorum. Genel anlamıyla televizyon izleyici ölçümleri; net bir şekilde tanımlanan bir bölgeyi, ki bu bölge ülkenin tümü olmak durumunda değildir, ama açıkça tanımlanmış bir bölgeyi temsil eden örnek bireylerin televizyon izleme davranışlarını arzu edilen bir ayrıntıda yakalamaya çalışan bir araştırmadır. Nitekim, Türkiye’de yürütülen araştırma tıpatıp bu tanıma uygun bir araştırma olarak yürütülmektedir. Bu araştırmalar Türkiye’de de dünyadaki diğer ülkelerde de kimlerin izlediği ve kaç kişinin izlediği bilgisini derler. Kimlerin izlediğinden kastedilen, izleyen kişilere ilişkin bilinmesi arzu edilen çeşitli ayrıntılı bilgi kalemleridir. Kadın-erkek oranı, yaş grupları dağılımı, SES grupları dağılımı gibi arzu edilen çeşitli hedef kitleler anlamında kimlerin izlediği ve kaç kişinin izlediği raporlanır. Türkiye’deki örneğinde, saniye bazında olmak üzere elde edilen bu bir bilgi kalemleri, başka ülkelerde başka uygulamalarda dakika bazında, hatta 15 dakikalık dilimler halinde dahi yakalanabilir.

TV İzleyici Ölçümlerinde Kullanılan Yöntemler Dünyadaki çeşitli uygulamalar incelendiğinde farklı yöntemler görülür. Anket yöntemiyle iyi ya da kötü, derin ya da sığ, televizyon izleme bilgisini biraz önce bahsettiğim sınırlı çerçeve içinde elde etmek mümkün. Bazı yerlerde uygulanabiliyor. Türkiye’de böylesine verimliliği az olan bir sistem şu anda gündemde değil. Söz konusu bilgi kalemlerini günlük yöntemi ile de yakalamak mümkündür. Yani saniye bazında olmasa bile hiç değilse 15’er dakikalık zaman dilimleri bazında deneklere günlük tutturarak, hangi programları izledikleri konusunda bilgileri kaydettirerek, bu bilgiyi belirli bir derinlikte elde etmek mümkün. Türkiye’de bu yöntem de uygulanmıyor. Elektronik sistemlerde ise, Türkiye’de de uyguladığımız “Peoplemeter” yöntemiyle izlemeleri yakalamak mümkün olur. Bu tarz araştırmalar dünyada adamakıllı çok sayıda gelişmiş ve gelişmekte olan ülkede uygulanıyor. Yansıdaki bilgiler esasında 2006 yılına has bilgiler değil, biraz daha eski bilgiler, dünya çapında ne olup bittiğine ilişkin istatistikler çok da hızlı güncellenemiyor. Elektronik ölçüm aşağı yukarı 50-60 civarında ülkede sınırlı sayıda araştırma firmasının knowhow sahibi olduğu bir alan. Çok özel bir araştırma alanı olduğu için 15 civarında araştırma firmasından söz ediliyor ve hatta bu bahsedilen 50-60 ülkenin yüzde 90 kadarı yansının alt kısmında adı geçen birkaç araştırma firması tarafından üretiliyor. AGB Nielsen, GFK, IBOPE, Tylor Nelson Sofres gibi belli başlı şirketler. Bunların dışında birkaç şirketin daha adı geçiyor ama dünya çapındaki etkinlikleri oldukça sınırlı.

Televizyon izleme araştırması, hangi programlar beğeniliyor, hangi programlar kaliteli gibi değer yargılarına yönelik herhangi bir bilgi üretme kabiliyetine sahip değildir. Oluşturduğumuz araştırma sisteminin bu tarz değer yargılarını yakalama gibi bir amacı yoktur. Araştırma verenin böyle bir amacı olmadığı için böyle bir araştırma oluşturulmamış, nitekim sistem de bunu yakalamaya yetenekli bir sistem olarak tasarlanmamıştır.

TV İzleyici Ölçümleri Neden Gereklidir? Bu araştırmalar, televizyon kanalları ve araştırma verenin diğer ayaklarını oluşturan reklamverenler ve reklam ajansları için belli başlı amaçlara hizmet ederler. Televizyon kanalları kendi programlarını planlama konusunda bu araştırmanın ürettiği verilerden yararlanabilmektedir. Televizyon kanalı bu araştırmadaki veriler sayesinde programların içeriğini, zamanlamasını, uzunluğunu ve konumlandırmasını değiştirerek performansını artırabiliyor. Bu araştırma aynı zamanda televizyon kanallarının reklam saatlerini değerlendirmeleri anlamında da bir ortak ölçü üretmeye yarayan bir araştırma. Öte yandan, reklamveren, kendileriyle ilgili optimum bir medya planı oluşturmak ve hedef kitleye erişmek için bu araştırmadan yararlanıyor. Araştırmanın esas hedefi bu iki ana kitlenin ortak değerlendirme birimini oluşturmak. 8

TV’DE ŞİDDET VE SORUMLULUKLARIMIZ PANELİ

Değişik ülkelerdeki peoplemeter sayılarında Almanya en büyük panelle en üstte duruyor. Türkiye’de şu anda 2201 kişilik bir panel var. Türkiye, panel büyüklüğü ve karmaşıklığı ile dünyadaki uygulamalar arasında oldukça dikkati çeken bir yere sahip. Tablodaki nüfuslar da o ülkelerin gerçek nüfusları değildir. Ölçülen ve televizyon izleme ölçümlerini yansıtmayı, temsil etmeyi hedefledikleri kitlelerin büyüklükleridir. İstatistik konularına çok yakın olmayanlar şunu düşünebilir; 70 milyonluk Türkiye’nin 2004 yılı itibarıyla 36 milyonluk bir alt kümesi nasıl olur da binli, ikibinli sayılardaki


haneler vasıtasıyla temsil edilebilir? Oysa İstatistik-Örneklem biliminin temelinde, bir örneklemin temsil kabiliyetinin temsil edilen popülasyonun büyüklüğü ile doğrudan bir ilgisi olmadığını biliriz. Mesela Almanya’da 73 milyonluk bir kitleyi ya da Amerikada 270 milyonluk bir kitleyi binli sayıda hanelerle son derece tatmin edici bir şekilde temsil etmek mümkündür. Bu hususun ayrıntısı teknik bir konudur ama kısaca da olsa dikkatinizi çekmek istedim.

Türkiye’de TV İzleyici Ölçümü Türkiye’deki araştırma ilk defa 1989 yılında, oldukça küçük, 200 hanelik bir panelle, sadece İstanbul’da başladı. Daha sonra 1992 yılında TİAK’ın bir endüstri komitesi oluşumu olarak kurulmasını takiben daha sistematik bir yapı aldı. TİAK, Reklamverenler Derneği, Reklamcılar Derneği ve sisteme abone olan belirli televizyon kanallarından oluşmaktadır. Bu oluşum 1992 yılından itibaren yıllar içerisinde belirli bir büyüme göstermiş, en sonunda şu anda 2201 aktif panel hanesine ulaşmıştır. 2007 yılı başından itibaren de 2500 haneye arttırılması için karar alınmıştır ve bu konudaki gerekli çalışmalar yürütülmektedir. Mevcut durumdaki 2201 kişilik panelde kabaca 8500 civarında bireyden söz edilmekte. Bu yansıda gördüğünüz, bizim panelimizin bölge tanımı ya da temsil etmeye çalıştığımız popülasyonun tanımıdır. Nüfusu 20 binin üstünde olan kentsel ve yarı kent nüfusu ve bu hanelerin arasında da televizyonu ve telefonu bulunan haneler. Bir hanenin telefonu ve televizyonu yoksa, ölçme zorluklarından ötürü temsil edilmeye çalışılan kitlenin içine dahil edilmiyor. Bu hanelerde yer alan beş yaş üstü bireylerden söz ediliyor. Bu kısıtlamalarla yola çıkıldığında temsil edilmeye çalışılan kitle esasen 73-74 milyonluk Türkiye nüfusunun yaklaşık 41 milyon kişilik bir alt kümesidir. TİAK araştırmasının temsil etmeye çalıştığı kitle bundan ibarettir. Nüfusun geri kalan kısmı, 20 binden daha az nüfusu olan yerleşim birimlerindeki halk, beş yaşın altındaki kitle ve televizyonu ve herhangi bir telefonu olmayan haneler. Aradaki nüfus farkı da oradan kaynaklanıyor. Dolayısıyla, TİAK araştırmasının sonuçlarını tüm Türkiye’ye genellemek, tüm Türkiye bunu izliyor, tüm Türkiye’deki durum budur gibi bir çıkarımda bulunmak mümkün değil. Araştırmanın çerçevesi son derece açık bir şekilde, araştırma veren durumundaki TİAK tarafından belirlenmiş ve ortaya konmuş durumda. Ne zamanki TİAK araştırmanın kitlesini farklı bir şekilde tarif etmeyi arzu eder ise o noktada yeni bir örneklem çalışması yapılır. O kitle de tarif edilen net yeni tanımlarıyla temsil edilmeye çalışılır. TİAK araştırmasının mevcut durumu budur. Yansıda bugün itibarıyla aktif olunan illeri görüyorsunuz. Parantez içindeki rakamlar, her ilin temsil ettiği bölgenin nüfusu düşünülerek 2201 hanenin oransal bir şekilde dağıtılmış sayısıdır. Bu rakamların bazıları şaşırtıcı gelebilir. Sözgelimi, Antalya’da nasıl sadece 53 tane hane olur da Denizli gibi daha küçük bir ilde iki katı sayıda hane bulunur? Antalya’da 53 hanenin olması Antalya ilinde ne olup bittiğini temsil etmek için belirlenmiş bir rakam değil. Antalya’daki ölçüm, Antalya ile beraber aynı istatistiki bölgede, TÜİK’den elde edilen veriler doğrultusunda yürütülen bir çalışmada kararlaştırılan birkaç ilin daha temsil edilmesi durumudur. O

illerin tümünün ilgili nüfusunun oranı her ne ise, o miktarda hane o bölgeyi temsil için seçilen ile atanmak durumunda. Denizli de aynı mantıkla, sadece kendisini temsil etmek durumunda değil. Denizli’nin yer aldığı kümede birkaç il daha var. Denizli’deki ölçümler sadece Denizli’de olup bitenleri değil, aynı kümede yer alan birkaç ilde daha oturan halkın davranışlarını temsil etme kabiliyetine sahip. Belli ki Denizli’nin yer aldığı il kümesinin toplam nüfusu Antalya’nın yer aldığı il kümesinin toplam nüfusunun yaklaşık iki katıymış, o nedenle 2201 hanenin yüz tane kadarı Denizli’de, 50 tane kadarı Antalya’da olmuş. Sıklıkla karşılaşılan sorulardan biridir.

Veri Tabanı Araştırması Bu işlemleri yapabilmek, haneleri bulabilmek ve Türkiye’de olan biteni günbegün tespit edebilmek için her yıl TİAK tarafından bir veri tabanı araştırması yürütülür. Bu araştırma anket tabanlı bir araştırmadır. Temsil edilmeye çalışılan kitlenin demografik özelliklerini ve televizyon izleme davranışı ile ilgili bir takım özelliklerin yıllar içerisinde nasıl bir değişim gösterdiğini belirlemek için yürütülen bir araştırmadır. Bu ankette cinsiyet, yaş, eğitim, meslek, ses grupları, anten tipi, televizyon sayısı, hanedeki kişi büyüklüğü gibi televizyon izleme davranışı ile doğrudan doğruya alakası olacağı düşünülen çok temel özellikler bulunmaktadır. Türkiye toplumunun bir takım özellikleri Türkiye İstatistik Kurumu vasıtası ile de elde edilebilir. Ama bu araştırmanın özeline yönelik, Türkiye’deki hanelerin yüzde kaçında bir adet televizyon seti vardır, yüzde kaçında iki adet televizyon seti vardır, yüzde kaçında daha fazla adet televizyon seti vardır gibi spesifik bilgiler resmi araştırma kaynaklarında bulunmamaktadır. Dolayısıyla TİAK araştırması için çok önemli olan bu gibi bir hususu tespit etmek ve yıllar içinde güncellemek için her yıl mutlaka bir veri tabanı araştırması da yürütülmek durumundadır. Bu araştırma hem temsil etmeye çalışılan 41 milyon kişilik Türkiye alt kümesindeki bilgileri güncellemeye yarıyor, hem de bu araştırmanın uygulanacağı hanelerin seçimine kullanılıyor. Böylelikle bir hane havuzu oluşturulmuş oluyor. Her yıl tekrar edilen bu çalışma oldukça emek yoğundur. Örneğin geçen yıl yapılan veri tabanı araştırması 21 ilde 19 bin hanelik örneklem üzerinden yaklaşık 75 bin kişinin demografik bilgisinin derlendiği bir çalışma. Bu çalışma, biraz önce bahsedilen küme analizi vasıtasıyla, Türkiye İstatistik Kurumu verilerine dayanılarak yürütülmektedir. 2005 yılı son veri tabanı itibarıyla, Türkiye’deki durum beş bölgeden ibarettir. Her bölgenin içinde il kümeleri vardır. Yansıda koyu renk harflerle gösterilen iller şu anda TİAK araştırmasının fiilen yürütüldüğü verinin dayandığı hanelerin bulunduğu yerlerdir. Ocak 2007’den itibaren durum bir parça değişecektir. Türkiye’nin temsil edilme yönteminde AB tarafından önerilen ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından kabul edilmiş olan İstatistiki Bölge Birimleri Sınıflandırması yaklaşımı TİAK tarafından da benimsendi. Şu anda 2006 yılı veri tabanı araştırması sahadadır. Araştırma çok daha büyük bir kitlede, 35 bin hanelik bir araştırma olarak yürütülüyor. İstatistiki Bölge Birimleri Sınıflandırması yaklaşımında Türkiye TV’DE ŞİDDET VE SORUMLULUKLARIMIZ PANELİ

9


12 adet bölgeye bölünmüştür. AB’ye mensup ve aday ülkelerin temsili araştırmaları nasıl yapmaları gerektiğine dair oldukça net tanımlanmış direktifler var. Bizim bölgelememiz de TİAK tarafından bu direktiflere uygun olarak yapıldı. 2007 yılı başından itibaren 12 bölgeli sisteme geçilecektir. Her bölgenin içinde de bir, iki, üç, bazen dört ya da beş ile kadar çıkabilen il kümeleri mevcut. Bu noktadan itibaren yine her il kümesinden bazen bir, bazen iki hatta üç il çekmek söz konusu olabilecek. O illerin hangisinde çalışılacağı henüz belirlenmemiştir. Bu konudaki çalışmalarımız devam etmektedir. Veri tabanı araştırmasını takiben o hususta da ilerlenecek. Çok kısa zamanda araştırmamız böyle bir genişleme ile karşı karşıya kalacak. Bu konu araştırmanın temsil kabiliyeti konusunda yine sık sık sorgulanan hususlardan biridir. Örnek olarak son veri tabanı araştırmasında örneğin SES dağılımı konusunda AB grubunun toplamı 22.4, DE grubunu toplamı 34.2 gibidir. Örnek bir üretim günü, o belirli gün hakkında bilgi verir. Her günün reytingleri tıpatıp aynı kitleden gelmez. O gün evde olmayanlar olabiliyor, elektriği kesik olanlar olabiliyor. Dolayısıyla, hergün üretilen reyting bilgisi, 2201 hanemizin bir alt kümesinden oluşuyor. Yaklaşık ortalama 1900, 1950, bazı günler sayısı 2000’e kadar çıkan haneden belirleniyor. Bu şekilde, her gün veri çekilebilen hane sayısında bir parça kıpırdama olur. Bu kıpırdamalar ağırlıklandırma yoluyla her gün dikkate alınır ve üretimde tümüyle hatasız bir şekilde üretilerek raporlanır. Kullanıcıların acaba hangi 200 hane eksik kaldı, hangi 200 hanenin elektriği kesikti veya televizyonu bozuktu diye düşünmesine gerek yoktur. Her gün mutlaka 2201 hanelik kitleye yukarıya doğru projeksiyon yapılarak tamamlanır. O yüzden yansıda “örnek üretim haftası” dedim. Yansının sol tarafında gördüğünüz Türkiye’nin SES dağılımı ile TİAK panelinin örnek bir üretim haftasındaki SES dağılımı rakamlarıdır. Görüldüğü gibi ham rakamlarda bile çok büyük bir örtüşme söz konusu. Geri kalan farklar da 23.8 ile 22.4 arasındaki fark da, tümüyle istatistiki ağırlıklandırma yoluyla halledilen farklardır.

TİAK panelinde her gün daha fazla sayıda dijital hanenin ölçümlenmesi yapılıyor. Yakın bir zaman öncesine kadar TİAK’ın kararıyla dijital hanelerin ölçümü askıya alınmıştı. Bu hanelerin ölçümüne kısa süre önce başlandığından, paneldeki rakam her geçen gün artıyor. Ancak, kurulumu tamamlanan dijital hane sayısı kaç olursa olsun, gerçek durum ile panel arasındaki fark mutlaka ağırlıklandırma yoluyla zaten düzeltiliyor.

Peoplemeter Yöntemi Peoplemeter bir kara kutudur. Değişik çeşitleri bulunur. TİAK araştırmasında en son teknoloji dijital kutular ve buna gerek duyulmayan hanelerde de daha eski olan kutu türleri kullanılıyor. Kutu her gün kişi kişi, dakika dakika izleyici bilgisi üretir. Şu anda fiilen kullanılan kutu ve uzaktan kumandasının görüntüsü yansıdaki gibidir. Uzaktan kumandanın üzerinde 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8 şeklinde numaralanmış düğmeler vardır. Numaralı düğmeler hanelerdeki bireylere atanır. Söz gelimi hanenin babası 1, annesi 2 çocuklar 3 ve 4 numara olurlar.

Bu bireyler televizyon izlemeye başladıkları esnada kendilerine ait düğmeye basarlar. Örneğin, baba kendisine ait olan 1 numaraya bastığı zaman, ki babanın yaşı, mesleği ve SES grubu sisteme zaten tanımlanmıştır, bu birey belli bir kanalı izlediği bilgisini kutuya vermiş olur.

Diğer tablo anten tipi dağılımıyla ilgilidir. 2005 yılı veri tabanı araştırması temsil edilmeye çalışılan kitlede yüzde 76.9 havadan, yüzde 11.5 kablolu, yüzde 21.3 dijital uydu tarzı anten tiplerinin mevcut olduğunu bildiriyor. Diğer örnek bir üretim haftasında paneldeki anten tipi oranları verilmektedir.

10

TV’DE ŞİDDET VE SORUMLULUKLARIMIZ PANELİ

Evin babası odayı terk ettiği noktada düğmeye bir daha basar. Bu şekilde, “ben artık çıktım, izlemiyorum” demiş olur. Her girdiğinde “girdim”, her çıktığında “çıktım” diye düğmeye basmak suretiyle tv izleme bilgisini saniye saniye iletmiş olur. Bu hususta tabii ki hanelere sürekli ve düzenli olarak eğitimler verilmekte ve kontroller yapılmaktadır. Zor bir görev, ama hanelerin son derecede sadık bir şekilde uyguladıkları davranışlardır bunlar. Nitekim, gerek araştırma firması AGB


Nielsen, gerekse TİAK denetimi olarak bizim yürüttüğümüz çalışmalar sonucunda bu talimata uymadığı veya eksik uyduğu tespit edilen haneler sökülür, yerine örneklem içinden bir başka hane alınır.

Araştırmanın en önemli, en kritik noktalarından bir tanesi bilginin doğruluğudur. Zaman zaman hanelere hatırlatmada bulunmak üzere, kutunun üzerinde “Kimler seyrediyor” ışığı yanar söner. Kutunun alt kısmında, her kim düğmesine basmışsa kendi ışıkları yanıyordur. Hatırlatmak için arada bir bu “Kimler seyrediyor” ışığı da yanar söner.

veriliyor mu şeklinde bir söylemdir. Hanelere herhangi bir ödeme yapılmaz. Dünyadaki uygulamalarda da bu böyledir, doğru bir şey değildir. Onun yerine bir hediye katalogu mevcuttur. Hanelerin sosyo ekonomik durumunu, yaşam standardını, evin içinde zamanlarını günlerini geçirme şekillerini, televizyon izleme davranışlarını etkilemeyeceği düşünülen tarzdan, daha ziyade tırnak içi tabiriyle “çeyizlik” tür hediyeler kendilerine verilir. Ve bunun dışında da herhangi bir çıkar temin edilmez.

Denetim

Keza zaman zaman “Aynı kişiler mi” diye bir ışık da yanar söner. Cihazda bu şekilde haneye yardımcı olmaya çalışan, hatırlatmaya çalışan ufak tefek özellikler mevcut.

Özet olarak, sistem temelde veri tabanı araştırması, bu araştırmadan çekilen bir panel örneklemi, peoplemeter’ın uzaktan kumandası vasıtasıyla izleyen kişi ve izlenen kanal hakkında bilgi unsurlarından oluşur. Derlenen bilgiler modem yoluyla merkeze aktarılır. Program ve reklam bilgisi de bu izleme bilgisine eşleştirilerek reytingler belirlenir. Yine sık sık karşılaşılan sorulardan bir tanesi, bu hanelerin neden bu işi yaptığıdır; bu kişiler bu işi ne karşılığı yapıyor, herhangi bir ödeme yapılıyor mu, para veriliyor mu, hediye

Denetleme konusunda TİAK’ın ODTÜ vasıtasıyla yürüttüğü bağımsız dış denetimi var. AGB Nielsen şirketinin kendi merkezi de denetimler yapmaktadır. İç denetimler Türkiye ve İsviçre’deki merkez ofis tarafından çeşitli manuel ve otomatik yöntemlerle yapılır. Bir hane şayet bütün gün boyunca hiç televizyon seyretmiyorsa, hiç hareket yoksa, yazılım bunu otomatik bir şekilde zaten çıkarır. Sistem, sorgulanacak bir durum var mı diye haneye telefon edip o günkü öyküsünü elde etmekle ilgili uyarılarda bulunur. Aynı şekilde bir hanenin televizyonu belirli bir televizyon istasyonuna, frekansa kilitli kalmış ise, hane gün boyunca hiç değiştirmeden hep aynı kanalı seyrediyorsa, sistem yine bunu otomatik olarak çıkartır ve AGB Nielsen’deki araştırmacı kişilere bir sinyal verir. Hemen o hane aranır ve detaylı sorular sorulur. Hanenin cevaplarına göre gerekli önlemler alınır. Bunlar şirket içinde yürüten AGB Nielsen’in kendi teknolojisi içinde yürütülen belli başlı kontrol ve denetim mekanizmaları. TİAK’ın dış denetim vasıtasıyla yürüttüğü danışmanlık ve denetim hizmetleri dünya örnekleriyle kıyaslandığında oldukça kayda değer ve kapsamlı bir denetim hizmeti olarak yürütülmektedir. Ben bu denetim ekibinin sorumlu kişisi olarak, sadece Türkiye’de değil, Türkiye dışında da birkaç ülkede benzeri sistemleri denetleme şansına sahip oldum. Sürekli denetim, yani 24 saat, 365 gün, hiç bitmeyen bir denetim faaliyeti çok yaygın bir yaklaşım değil. TİAK bu konuda oldukça titiz ve cömert davranmaktadır. Türkiye’deki denetim düzeneği bu şekilde kurgulanmıştır. Bir çok ülkenin denetimi genellikle belirli zaman dilimlerinde, sözgelimi altı ayda bir, yılda bir kere oluyor. Biz bu denetim mekanizmalarıyla hem veri tabanı araştırmasını hem de paneli sürekli denetime tabi tutuyoruz. Sahada bizzat zaman harcıyoruz, ben başkalarıyla paylaşmaksızın bu zamanı geçiriyorum. Özellikle panel denetiminde, panel hanelerinin gizliliğini TV’DE ŞİDDET VE SORUMLULUKLARIMIZ PANELİ

11


korumak amacıyla, herhangi bir öğrenci, asistan vs. kullanmaksızın, bizzat ben kendim panel hanelerini ziyaret ediyorum, her sene yüzlerce panel hanesini bu şekilde görme imkanımız oluyor. Teknik danışmanlığımızı da sürekli bazda yapıyoruz. Geçtiğimiz yıllar içerisinde İstatistiki Bölge Birimleri Sınıflandırması düzenine geçilmesi aşağı yukarı bir, bir buçuk yıllık bir zamanımızı aldı. Bu iş için çok ayrıntılı bir araştırma yürütüldü. TİAK’ın katkılarıyla SES skalasının değişimi ile ilgili çalışmalar yapıldı. Sistemin gizliliği, güvenliği, temsiliyeti, hassasiyeti, duyarlılığı ile ilgili hususlar ve uluslararası standartlara uygunluğu ile ilgili neler yapılabilirliği konusunda öneriler üretmek gibi işler de yine dış denetim vasıtasıyla yürütülmektedir. Teşekkür ederim.

12

TV’DE ŞİDDET VE SORUMLULUKLARIMIZ PANELİ


Nuri ÇOLAKOĞLU Televizyon Yayıncıları Derneği Başkanı

Reklamverenler Derneği yönetim kurulunu, üyelerini, değerli konukları hepinizi saygıyla selamlıyorum. Sabahtan beri burada söylenen laflara katılmamak mümkün değil. Gerçekten şiddet son derece olumsuz, kötü bir şey. Kime sorarsanız, herkesin karşı çıkacağı, üzerinde kolaylıkla birleşebileceği bir konu. Ancak, sabah sabah keyfinizi kaçırma pahasına da olsa işaret etmek istediğim önemli bir nokta var. Bu da şiddetin Hakan Uyanık’ın, Sayın Bakanın koyduğundan çok daha geniş, çok daha derin bir konu olması. Gün geçmiyor ki televizyondaki haber bültenlerinde, gazetelerde şiddet haberleri görülmeyelim. Bu haberler, şiddetin ne kadar yaygın, ne kadar derin olduğunu gösteriyor. Gazeteler giderek bu tür haberleri aynı sayfada topladıkları için olay ne yazık ki daha da yaygınmış gibi görünüyor. Ama, ne yazık ki, şiddet hayatın her aşamasında, her noktasında yaşanılan bir olay. Buradan giderek bir önermeye varmaya çalışıyorum. Evde baba anneye, anne ve baba çocuklara, çocuklardan büyük olan küçüğe şiddet uyguluyor. Gücü yeten yetene.. Okulda büyük sınıftakiler küçüklere dünyanın kaç bucak olduğunu gösterip duruyorlar. Daha çok yakın zamanlarda çocukların öğretmenlere “eti senin, kemiği benim”, yani “döv ama kemiğini kırma” diye teslim edildiği bir ülkede yaşıyoruz. Ne yazık ki bu hala yaşayan ve devam eden bir gelenek. Tanık veya şikayetçi olarak gidilen bir karakoldan fiske yemeden çıkmanın mucize sayıldığı günler o kadar uzaklarda değil. Asker ocağından geçişte subay ya da çavuş tokadı yememiş erkekler sayılı. Sokakta iki araba birbiriyle kazara tokuşacak olsa, kapıyı açtığı gibi koltuğun altında sakladığı bilek kalınlığındaki odunu kapıp, öbür arabanın sürücüsünün üstüne doğru hamle edenleri çok görüyoruz. Futbol karşılaştırması için stadyuma gidenlerin üzerinde döner bıçağı, sustalı çakı, sopa bulunması hiç de garip karşılanmıyor. Deplasmana giden takımın otobüsünde bulunan şiddet araçlarının sayısı hiçbirimizde müthiş bir hayret uyandırmıyor. Biz kabul etsek de etmesek de, şiddet hayatımızın her evresinde, her köşesinde var. Genelkurmay başkanının bile kodu mu oturtan bir genelkurmay başkanı olmasını isteyen spor yorumcularının ekranlarda görüntü gösterdiği ve izlendiği bir ülkede yaşıyoruz. Boksör kıvamında bir genelkurmay başkanının bu gücünü kimin üzerinde nasıl kullanacağını düşünmek bile istemiyorum. Hürriyet Gazetesi’nin aile içinde şiddeti önlemek için açtığı kampanya, gazetenin bütün gayretlerine, toplumu saran şiddet olgusuna rağmen, orman yangınları kadar bile yankı uyandırmadı diğer medyada. O yüzden, şiddet, gene bunun muhatabı olanların ifade ettiği gibi insanın kimyasını bozan, ruhunda derin yaralar açan, etkileri çok kalıcı bir olgu. Ama şiddet bu toplumda var ve medya bu toplumu yansıtan bir ayna olarak işlev görüyor.

Televizyonu, radyosu, dergisi, gazetesiyle bu görüntüyü yansıtıyor. İnsanlar ise bu görüntü düzeltme yönünde çaba harcayacak yerde aynaya kızıyor. Bataklığı kurutacak yerde sivrisinek yakalanmaya çalışılıyor. Elbette şiddetin medya aracılığıyla özendirilmesi asla kabul edilecek bir şey değil. Nitekim özellikle de gelişmekte olan çocukların korunması için bu konuda ciddi düzenlemeler getiriliyor. Türkiye’deki mevzuatta da bu var. Ancak, özel olarak televizyon yayınları ve medya ülkedeki her olumsuz gelişmenin sorumlusu olarak görüldüğü için, medya mevzuatının geri kalan düzenlemeleri gibi bu alandaki düzenlemelerde de genel ilkeler sayılıyor, daha derinlere gidilmiyor. Örneğin aşağı yukarı bir 25 yıldır Avrupa’daki televizyon yayınlarını Avrupa Sınır Ötesi Televizyon Yayınlar Direktifi düzenler. Bu metin daha sonra Avrupa Konseyi tarafından uluslararası bir sözleşme haline de getirildi. Sözleşme, 18 yaşından küçük gençlerin ve çocukların fiziksel, zihinsel ve ahlaki gelişimini ciddi şekilde zedeleyebilecek, özellikle pornografi, şiddet içeren programların gösterilmemesi konusunda üye ülkeleri uygun tedbirler almaya davet edildi. AB üyesi ülkeler bu düzenlemeyi kendi gelişimlerine göre yapıyorlar. Fakat bu da ülkeden ülkeye çok ciddi değişiklikler gösteriyor. Örneğin Fransa’da gençlerin korunması kanunu kapsamında 16 yaş altındaki gençlerin ve çocukların izlemesi yasaklanan filmlerin saat 22 ile 06, 18 yaşının altındaki gençlerin izlemesi yasaklanan filmlerin ise saat 23 ile 06 arasında gösterilebileceği belirtiliyor. AB, Sınır Ötesi Yayın direktifini baştan ele alıp yenilemeye çalışıyor. Bu arada bazı ülkeler, özellikle Hollanda, Belçika ve Kuzey Avrupa ülkelerinde ekrana seyirci için uyarıcı işaretler koymaya başladılar. Bu aslında İngiltere’de 80’lerde başlayan özellikle şiddet ve seks konusunda uyarıcı işaretlerin daha kapsamlı daha sistematik hale getirilmesidir. Türkiye’de de RTÜK bu uygulamalardan esinlenerek 23 Nisan 2006 tarihinde buna benzer kapsamlı bir çalışma başlattı. Bu konuda Radyo Televizyon Üst Kurulu ile Televizyon Yayıncıları Derneği olarak birlikte bunun daha etkili bir çalışma olabilmesi için karşılıklı etkileşim içinde yürüyoruz. Sanıyorum çok da uzak olmayan bir gelecekte bu konuda bazı somut gelişmeler sağlanacak. Ancak, Amerika’ya, Avrupa’ya bakıldığında bu tür sınırlamaların genellikle herkesin kolaylıkla ulaşabildiği havadan yayınlarla sınırlı kaldığı, kablodan veya uydudan yapılan ya da şifreli yayınlarda bu tür uygulamaların olmadığı, hatta sırf ana tema olarak korku, şiddet veya seksi konu alan kanalların ciddi olarak izlendiği, dağıtıldığı, abone olunduğu da biliniyor. Bilinen bir başka gerçekte de içinde bir tür şiddet unsuru olmayan sinema filmi bulmanın zorluğu. Reklamverenler Derneği’nin işaret ettiği gibi çizgi filmlerinde bile çok ciddi şiddet unsurları var. Örneğin Temel Reis’in Kabasakal’ı, Kabasakal’ın Temel Reis’i dövdüğü filmleri herkes

TV’DE ŞİDDET VE SORUMLULUKLARIMIZ PANELİ

13


biliyor. Asteriks ile Oburiks Romalıları darma duman ediyor. Romalılar, yüzü gözü kan revan içinde, süklüm püklüm kamplarına dönüyorlar, çocuklarla beraber biz onları kahkahalarla seyrediyoruz. Burada ölçütleri doğru koymak, neyin seyredilebilir, neyin seyredilemez olduğuna karar vermek çok ciddi ve hassas bir nokta. Bütün bu uygulamadaki sorunlar beni baştaki noktaya getiriyor. Ne yazık ki şiddet hayatın her evresinde ve çok yaygın. Bu nedenle, ben ne yazık ki kısıtlamalarla, yasaklamalarla çok derin bir yere varılacağını sanmıyorum. Reklam vermeme belki bir jest olarak belki bir uyarıcı kampanya olarak çok faydalı olmuş olabilir, ama bunun beraberinde getireceği çok ciddi sakıncalar da olabilir. Bugün şiddete karşı alınacak böyle bir önlem, yarın başka konulara da yayıldığı zaman, ciddi olarak ifade özgürlüğü ile ilgili olarak başka sıkıntılar da getirebilir. Dolayısıyla, bence yapılması gereken, bu söyleyeceğim Reklamverenler Derneği Yönetim Kurulu’nu eleştirmek olarak da algılanabilir, ama burada sorumluluk aramak yerine, buna karşı ne yapabileceğinin oturup tartışılmasının daha doğru olduğunu düşünüyorum. Lütfen yanlış anlaşılmasın, bırakılsın kim yaparsa yapsın demiyorum, mutlaka bu tür uygulamaları, şiddeti ve şiddet içeren filmleri, dizileri, reklamları, kampanyaları engellemeye çalışalım, insanları ikna edip bunlardan vazgeçirelim. Ama bence bütün bunlar pasif adımlar. Doğrusu ben bakanın bir iki noktada değindiği, esas olan bu işe kalbini, gönlünü koymuş herkesi bir araya getirebilecek, ulusal ve belki de becerebiliyorsak uluslararası bir kampanya başlatmak. Becerebiliyorsak, bütün gazeteleri, dergileri, televizyonları bir araya getirerek, böyle anlamlı bir toplantı düzenlemek, Türkiye’nin bütün büyük reklamverenlerinin, bu toplantıya katılan medya kuruluşları temsilcilerinin de katkısıyla çok kapsamlı, saman alevi gibi yanıp sönmeyecek, üç günde bitmeyecek, sürüp gidecek, kalıcı sistemli bir kampanya yapmak. Bunu okuldan, kışlaya, camiye, her yere yaymak ve burada şiddete karşı ciddi bir takım adımlar atmak. Az önce aramızda bulunan sayın Nimet Çubukçu’nun Genelkurmay ile anlaşarak, aile içindeki şiddete son kampanyasını kışlalara taşıması bu alanda atılmış çok ciddi bir adım. Türkiye’deki nüfusun yüzde 50’si kışlalardan geçiyor. Buralarda bu eğitimin verilmeye başlaması, okullara bu eğitimin taşınması, bu konuda olumsuz örneklerin teşhir edilmesinin çok ciddi bir iş olacağını düşünüyorum. Yani tek çiçekle bahar olmuyor. Bu konudaki örnekleri artırıp, çok daha kapsamlı, yaygın, geniş bir kampanya yapmanın çok daha doğru bir şey olacağına inanıyorum. Aynı zamanda Reklamverenler Derneğinin bu insiyatifini o yönde geliştirmesinin çok yararlı olacağını düşünüyorum. Teşekkür ederim.

14

TV’DE ŞİDDET VE SORUMLULUKLARIMIZ PANELİ


Prof. Dr. Davut DURSUN RTÜK Üyesi

Reklam verenler Derneği’nin ve Türkiye Yayıncılar Birliği’nin sayın yönetici ve üyeleri, yayıncılık sektörünün temsilcileri, değerli konuklar hepinizi saygıyla selamlıyorum. Burada tartıştığımız şiddet bir toplumsal olgu olarak kimsenin itiraz edemeyeceği bir gerçektir. Bu hususa önceki konuşmacılar da dikkat çektiler. Hepimiz şiddetle birlikte yaşıyor ve sonuçlarını hep birlikte gözlüyoruz. Burada yapılan tartışmalar şiddet var mıdır yok mudur sorularına cevap vermek çabasında değil elbette. Yaşadığımız ve sonuçlarına maruz kaldığımız bu toplumsal olgunun etkilerini minimize edebilme noktasında tarafların ne yapabileceği ile ilgili bir ortak kanaat oluşturabilmeye katkıda bulunmak amacındayız. Aslında tartıştığımız şiddetin bir sonucu olan saldırganlıktır ve bu toplumsal hayatımızın önemli bir parçasıdır. İnsanlık hayatına bakıldığında, şiddetin sadece bugünün bir sorunu olmadığını ve tarihin her döneminde çok yoğun olarak yaşanmış olduğu görülür. Bununla birlikte şiddet ve saldırganlık 20. yüzyılda önceki zamanlara göre daha yoğun şekilde ortaya çıkmıştır. Zira bu yüzyılda gerçekleşmiş olan iki dünya savaşı şiddet ve saldırganlığın zirveye çıktığı ve kimsenin hatırlamak istemediği acı olay ve hatıralarla doludur. Bir bakıma şiddet modern dünyanın önemli bir parçası ve özelliği olarak karşımıza çıkıyor. Buradaki tanışma konusu şiddetle saldırganlığın artış göstermesinde televizyon programlarının ve yayınlarının katkısının ne olduğu hususudur. Gerçekten de bugün toplumsal hayatta yaşanan ve herkesi rahatsız eden şiddet ve saldırganlıkta televizyon yayınlarının yeri nedir? Genellikle yaşanan şiddet ve saldırganlıkta televizyon yayınlarının birinci derecede etken olduğu şeklinde bir ortak kanaat vardır. Nitekim izlenen sokak röportajlarında da bu kanaat öne çıkmıştır. Kendilerine mikrofon tutulan insanlar televizyon programlarındaki şiddet ve saldırganlığın özellikle toplumdaki çaresiz kesimleri ve çocukları fazlasıyla etkilediğini söylüyorlardı. Bu durumda şiddet ve saldırganlık tartışma konusu olduğunda parmağın uzatıldığı yer öncelikle televizyon yayınları ve televizyon programları olmaktadır. Bu kanaatte bir gerçeklik payı olmakla birlikte bir noktadan sonra yayıncılık sektörüne haksızlık yapıldığı kanaatimi sizinle paylaşmak isterim. Zira ortada televizyon yayınları yokken, insanlık henüz televizyon ile tanışmamışken de bir olgu olarak şiddet ve saldırganlık vardı. Bir an için televizyon yayınlarının ortadan kalktığını düşünelim; şiddet ve saldırganlık olmayacak mıdır? İnternet, toplumsal ilişkiler, töresel baskılar, düşmanlıklar, savaşlar vb. yollarla gelen şiddetin daha önemsiz olduğunu kim söyleyebilir. O bakımdan sadece şiddeti, televizyon yayınlarının ve programlarının ürettiğini düşünmek eksik bir anlatım olur.

Şiddeti ele alacaksak, sadece televizyon açısından değil, bütün boyutlarıyla ele almakta yarar var. Ama burada televizyon yayıncılarıyla birlikte olduğumuzdan dolayı, işin televizyon boyutunu konuşuyoruz. Şiddetin tanımında da problemler var. Şiddet nedir dendiği zaman farklı şeyler söylenebilmektedir. Çok basit bir ifadeyle şiddet, insanın doğasında mevcut, bastırılmış ve bir sapma davranış biçimi olarak algılanıyor. Yani normal bir insan davranışı değil, sert katı bir davranış, azarlama ve cezalandırmada aşırıya gitme, inandırma ve anlatma yerine kaba kuvvet kullanma, korkutma ve sindirmeye yönelik eylemler biçimde tanımlanabilir. Evet şiddet bir sapma davranışı olup normal bir insan davranışı olarak mütalaa edilemez. O yüzden şiddeti önlemeye yönelik çareler de normal insan davranışının ötesinde bir sapma davranışını, daha doğrusu bir hastalığı tedavi etmek ve ona karşı önlemler almak şeklinde düşünmek gerekir. Şiddet fiziksel olabileceği gibi sözel olabilir, cinsel olabilir veya duygusal olabilir. Şiddet dendiğinde genelde fiziksel olan anlaşılmakla beraber cinsel ve duygusal olan şiddeti de küçümsememek gerekir. O bakımdan tek tip bir şiddet üzerinde yoğunlaşma imkanı yoktur. Özellikle şiddetin, çocuklar, gençler ve yaşlılar üzerinde olumsuz etkiler meydana getirdiğini sayın bakanımızın ve diğer arkadaşların konuşmalarında işaret edilmişti. Zaten şiddeti toplumsal hayatta sorunsallaştıran, bunun daha çok çocuklar, kadınlar, güçsüzler ve yaşlılara yönelik olumsuz etkilerdir. Dikkat edilirse bu kesimler toplumun en korumasız ve güçsüz kesimleridir. Şiddet türlerinden fiziksel şiddet, güçlü olandan güçsüze doğru yöneliyor. Güçlü olanla güçsüz olan toplumsal hayatın ayrılmaz bir gerçeği olduğuna göre bu tür şiddetin her zaman varolacağı düşünülebilir. Duygusal şiddet deyince, yine güce dayalı ve psikolojik temelli bir şiddet karşımıza çıkıyor. Cinsel şiddet, cinsel kimlikle ilgili sorunlardan kaynaklanmakta, kadınları ve çocukları hedef almaktadır. O nedenle şiddetin yol açtığı zararlar, toplumsal yaşamı her düzeyde çeşitli şekillerde etkilediğini gözlemekteyiz. Şiddetin sebepleri üzerinde çok şey söylenebilir. Konuyla ilgili bir sürü akademik tartışmalar var; teorik araştırmaların yanında ampirik nitelikli çalışmalar da var. Şiddetin sebepleri üzerinde konuşulurken kişiden kaynaklanan faktörler, kültürel, sosyal, siyasal, ekonomik vs. faktörler üzerinde durulabilir. Mesela sayın bakanın da işaret ettiği gibi töre cinayetlerinde kültürel faktörlerin yanında ekonomik faktörlerin de gözden ırak tutulmaması gerekiyor. Aile ile çevresel faktörler özellikle Türkiye açısından önemlidir. Hiç kimse aile içi şiddeti görmezden gelemez. Dolayısıyla böyle bir gerçekle karşı karşıyayız. Nihayet çoklu psikolojik faktörler üzerinde de durulabilir. Tartışmamızdaki temel sorun, televizyonlardaki şiddet gö-

TV’DE ŞİDDET VE SORUMLULUKLARIMIZ PANELİ

15


rüntülerinin toplumda meydana getirdiği etkilerdir. Genelde yapılan çalışmalarda televizyonlarda şiddet içerikli yayınların şiddeti olağan, doğal bir olgu, sıradan ve hayatın bir parçası olarak sunulmakta oldukları şeklindedir. Genelde eleştiri bu noktada düğümleniyor. Diğer bir önemli sonuç, program yapımcılarının ve televizyon yayıncılarının üzerinde önemle durması gereken şiddetin bir tür problem çözme, sorun çözme yöntemi olarak algılanması ve sunulmasıdır. Şiddet bir tür problem çözme yöntemi olarak sunulunca, izleyiciler bunu doğal bir problem çözme yöntemi gibi algılamakta ve kendileri de hayatta karşılaştıkları benzer sorunları çözmek için şiddete başvurmayı son derece normal bir davranış olarak görmektedirler. Bu, önemle altının çizilmesi gereken bir husustur. Çocuklar sosyalleşme aşamasında model alma, kalıp davranış benimseme noktasında psikolojik olarak son derece açıktırlar. Şiddeti bu şekilde model alınabilen bir özdeşim nesnesi olarak algıladıklarında ciddi sonuçlarla karşı karşıya kalınacağı açıktır. Sonuç olarak medyadaki şiddete daha fazla maruz kalan bireylerin dünyayı daha karanlık ve kötülük dolu bir yer olarak gördükleri, şiddete karşı katı ve duyarsız olabildikleri, işte ve sokakta yürürken şiddete maruz kalan birisini gördüklerine normal bir şey gibi algıladıkları belirlenmiştir. Bu durumda şiddetin bireylerin sosyalleşmelerini son derece olumsuz etkilediğini söyleyebiliriz. Şiddet içerikli yayınların üç temel alanda olumsuz etki gösterdiği düşünülüyor; Birincisi, şiddetin özdeşim nesnesi olarak çocuklar üzerine olumsuz etki bırakması. İkincisi kişileri toplumsal olaylara, sorunlara karşı duyarsızlaştırması ve son olarak da öğrenilmiş sistematik bir çaresizlik üretmesi. Türkiye’de ve yurtdışında yapılmış bir takım araştırmalarda, televizyonlardaki şiddetin doğrudan etkileriyle ilgili bulgular vardır. Hem bizim yaptığımız hem de akademik düzeyde yapılan araştırmalarda benzer bulgularla karşılaşılmaktadır. Duyarsızlaştırmayla ilgili ve kötü dünya sendromu şeklinde özetlenebilecek bulgular var. Yani dünyaya tamamen boşver anlamına gelecek bir kötü dünya algısı şeklinde özetlenebilecek bulgular. Radyo Televizyon Üst Kurulu, Türkiye’de özel radyo ve televizyon yayınlarının düzenlenmesi ve denetlenmesini üstlenmiş bir kamu otoritesidir. Şiddet bir toplumsal sorun olarak karşımızda durmakta ve bu sorunun bir tarafında radyo ve televizyon yayıncıları yer almaktadır. Bunun için bir kamu otoritesi olarak Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nun yetki ve sorumlulukları çerçevesinde bu konu ile ilgilenmesi ve bir şeyler yapması gerekiyor. Radyo ve Televizyon Üst Kurulu bu çerçevede bir takım çalışmaları yürütüyor. Bu çalışmalar elbette yalnız Kurul’nun çabalarıyla sonuçlanacak cinsten değil. Konunun bütün tarafları belli çözümler üzerinde ittifak eder ve destek verirlerse ancak olumlu neticeler alınabilir. Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nun bu çerçevedeki çalışmalarını özetlersek; Konuyla ilgili RTÜK’ün faaliyetleri arasında ilk sırada 2005

16

TV’DE ŞİDDET VE SORUMLULUKLARIMIZ PANELİ

yılında Türkiye’nin saygın üniversitelerinde görevli uzmanlardan oluşan bir kurula, televizyon yayınlarındaki şiddet içeriğinin, müstehcenliğin ve mahremiyet ihlallerinin izleyicinin ruh sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri konusunda yaptırdığı çalışma yer alıyor. Bu çalışma yayınlanarak ilgililere dağıtıldı. RTÜK’ün web sitesinde de yayınlanan bu çalışmaya ulaşmak mümkün. Burada özellikle şiddet ve müstehcenlik içeren yayınların izleyicilerin ruh sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerini çok net bir şekilde görmek imkanı var. İkinci sırada, Şiddet ve şiddetin toplumsal hayattaki olumsuz etkilerine kamuoyunun ilgisini çekmek için belli periyotlarla panel ve sempozyumlar düzenlenmektedir. Mesela, “Radyo ve Televizyonlarda Şiddet ve İntihar Haberlerinin Sunumunun Toplum Üzerindeki Etkileri” Sempozyumu, (23 Mart 2002, Ankara) gerçekleştirildi ve metni yayınlandı. “Şiddete Duyarlılık” Paneli, (26 Kasım 2004, Ankara) düzenlendi. Televizyonun çocuklar üzerindeki etkilerinin uzmanlarca tartışıldığı panel (“Televizyon ve Çocuk” Paneli, 15 Nisan 2006,Ankara) ise bu yıl gerçekleştirildi. Bunlar da RTÜK web sitesinde yer alıyor. Bu tür etkinliklerle RTÜK toplumun ilgisini şiddet konusuna çekmeye çalışıyor. Üçüncü sırada şiddet içerikli yayınlara çocukların ilgisini çekmek için çocukların bu konudaki düşüncelerini ve tutumlarını öğrenmek ve kamuoyu oluşturmak için bir kompozisyon yarışması düzenlemesi yer alıyor. Bu kompozisyon yarışmasına gelen binlerle ifade edilen sayıdaki çocukların kaleme aldığı metinlerden ilköğretim öğrencileri arasında kompozisyon yarışmasında ödüle layık görülen eserler yayınlandı. Gerçekten, ilgili kitapçıkta çocukların çok değişik düşünceleri var. Bunların bir kısmı çocukların ebeveynleri tarafından yönlendirilmiş metinler olsa bile yine de çocukların bu konuda duygularını okumak bakımından önemlidir. Yayıncıların da ilgilenmesinde fayda vardır diye düşünüyoruz. Yarışmaya gönderilen ve dereceye giren metinler “Şiddetsiz Yayınlar Şiddetsiz Yarınlar/ Televizyon Yayınlarında Şiddet Konulu İlköğretim Öğrencileri Arasında Düzenlenen Kompozisyon Yarışmasında Ödüle Layık Görülen Eserler, (Ankara, 2006)” adıyla yayınlanmış bulunmaktadır. Dördüncü sırada kamuoyu araştırmaları bulunmaktadır. Geçtiğimiz dönemde iki önemli çalışma gerçekleştirildi ve çalışmaların sonuçları yayıncılarla paylaşıldı. İlki şubat 2006’da gerçekleştirilen “Televizyon İzleme Eğilimleri Araştırması” (Şubat 2006)dır. Aslında bu araştırma doğrudan şiddet ile ilgili bir çalışma değil, daha çok televizyon izleyicilerinin izleme eğilim ve beğenileri belirlenmeye çalışılmıştır. Ancak beğeniler de ölçülmeye çalışıldığı için şiddetle ilgili bir takım veriler de toplanmıştır. İzleyicilerin şiddet ve korku içeren yayınlardan şikayet ettikleri, bu tür yayınlardan hoşlanmadıkları gayet net bir şekilde ortaya çıkmıştır. Diğer araştırma ilköğretim çağındaki, yani 7-14 yaş arasındaki çocukların televizyon izleme alışkanları üzerine yapılan bir araştırmaydı. “İlköğretim Çağındaki Çocukların Televizyon İzleme Alışkanlıkları Araştırması” (Mayıs 2006)’nın sonuçları da yayıncılarla ve kamuoyu ile paylaşılmıştır. Bu araştırmada son derece önemli veriler elde edilmiştir. Televizyon izleme


eğilimleri araştırmasında deneklere sorulan televizyonlarda görmekten rahatsız olduğunuz yayınlar nelerdir sorusuna verilen cevapta beşinci sırada korku ve şiddet içeren yayınlar yer almıştır. Dolayısıyla, şiddet içerikli yayınlardan rahatsızlık konusu, izleyiciler tarafından birinci sırada görülmese de üçüncü, dördüncü sırada görülmektedir. Yine 7-14 yaşındaki çocuklar araştırmasında, televizyon izleme süreleri açısından bakıldığında çocukların hafta içinde ve hafta sonunda önemli oranda televizyon izledikleri ve çocuklar için televizyonun önemli bir araç olduğu, bundan etkilendikleri görülüyor. Yine elde edilen bulgulara göre, çocukların televizyon izleme sürelerinde hafta sonlarında biraz daha artış gözleniyor. Hafta içinde de yadsınamayacak bir süre karşımıza çıkıyor. İzlenen programlar ve diziler konusunda da sorulara alınan cevaplarda, mesela ilköğretim çağındaki çocuklar sırasıyla, en çok çizgi filmler, yerli diziler, yarışma programları, filmler ve çocuk programlarını izlediklerini görüyoruz. Çocukların en sevdikleri dizi filmler arasında şiddet özelliği ile öne çıkan Kurtlar Vadisi’nin listede olduğu görülüyor. İzleme saatleri açısından bakıldığında gün içerisinde çocukların 19:00-22:00 arasındaki dönemde daha çok televizyon izledikleri ortaya çıkıyor. Dolayısıyla bu prime time diye tabir edilen ve genellikle reklamların da yoğunlaştığı, önemli yapımların izleyiciye verildiği saatlerde televizyon izliyorlar. Bu açıdan da dikkate alınması gerektiğini düşünüyorum. En beğenilen kahraman sorusuna araştırmanın yapıldığı dönemde Kurtlar Vadisi yayında olmadığı halde Polat Alemdar’ın üçüncü sırada yer alması not edilmesi gereken önemli bir bulgu idi. RTÜK’ün bir diğer önemli çalışması izleyici şikayetlerini almasıdır. İzleyici şikayetleri her gün e-mail, telefon ve internette yayınlanan formlar aracılığı ile alınıyor. Mesela, 1 Ocak-23 Ağustos 2006 tarihleri arasında telefon ve elektronik posta yoluyla 42 bin izleyici şikayeti kuruma ulaşmıştır. Bu şikayetlerden yüzde 9’nun, yayınlardaki şiddet içeriğiyle ilgili olduğunu görüyoruz. Dikkate alınması gereken bir rakam bu. Rahatsızlık duyulan görüntülerin sıralamasında çocukların kavga ve şiddetle ilgili olanları 3. sıraya yerleştirdikleri görülüyor. Bir diğer konu da haber bültenleriyle ilgili olarak kuruma ulaşan 1512 şikayet konusunun 208’nin şiddet içerikli olmasıdır. Konulara göre sıralandığında bedensel şiddet yüzde 37, sözel şiddet yüzde 36, toplumu şiddete sevkedici yayınlar yüzde 10, haber programlarında şiddete yer verilmesi yüzde 5 şeklinde sıralanmıştır. Radyo ve televizyon yayınlarının denetlenmesi de bir diğer RTÜK faaliyetidir. 3984 sayılı yasanın yayın ilkelerini düzenleyen dördüncü maddesinin üç şıkkı şiddet içeren yayınlarla ilgilidir. 4. maddenin (u), (v) ve (z) bentlerinde şiddete ilişkin düzenlemeler yer almaktadır. (U) bendinde “Kadınlara, güçsüzlere, özürlülere ve çocuklara karşı şiddetin ve ayrımcılığın teşvik edilmemesi” bulunmaktadır. (v) bendinde “Yayınların şiddet kullanımını özendirici veya ırkçı nefret duygularını kışkırtıcı nitelikte olmaması”,(z) bendi de “Gençlerin ve çocukların fiziksel, zihinsel ve ahlakî gelişimini zedeleyecek türden programların, bunların seyredebileceği zaman ve saatlerde yayınlanmaması” hükümleri bulunmaktadır.

RTÜK yayınları denetlerken yukarıda belirtilen madde bentlerindeki düzenlemeleri dikkate almakta ve uzmanlar buna ilişkin ihlal gördüklerinde müeyyide uygulanması için rapor tanzim etmektedirler. Buna göre kanunu koyucu şiddet içerikli yayınlara karşı bir koruma sistemi getirmiştir ve yayıncıların buna uymaları gerekmektedir. Şiddet içerikli yayınlara karşı RTÜK’ün yürüttüğü bir başka önemli faaliyet 23 Nisan’dan itibaren devreye giren AKILLI İŞARETLER SİSTEMİdir. Sistemin yürürlüğü girdiği tarihten bu yana fazla bir zaman geçmemiş olmasına ve uygulamada bazı problemler bulunmasına rağmen toplum tarafından sistem benimsenmiştir. Yayıncıların da ciddi bir destek verdiklerini burada belirtmek ve kendilerine bir kez daha teşekkür etmek istiyorum. Süreç içerisinde Akıllı İşaretler Sisteminin iyileşeceği, yerleşeceği ve önemli bir öz denetleme aracı olacağı düşünülüyor. Bu sistemin uygulanmasında programlar üç kategoride sınıflandırılmıştır: Cinsellik, şiddet ve korku ile olumsuz örnek oluşturabilecek davranışlar içeren programlar. Bu tür yayınlara özel bir sembol verilmektedir. Burada esas amaç televizyon izleyicisini ve ebeveyni programlar hakkında önceden haberdar etmek ve ona göre tedbir almasını sağlamaktır. Bir tür özdenetim amaçlanmakta, izleyiciler aktif kılınmak istenmektedir. Karşılıklı bir etkileşim yaratması bakımından da önemli bir unsur olduğunu düşünüyoruz. Akıllı işaretlerin iyileştirilmesi, kurumsallaştırılması ve yerleştirilmesinde hem Radyo Televizyon Üst Kurulu’nun hem de yayıncıların önemli katkıları söz konusudur ve bunun devam etmesi gerekmektedir. Bir diğer önemli faaliyet ise, yeni devreye girecek olan MEDYA OKUR YAZARLIĞI konusudur. Medya okur yazarlığındaki temel amaç, çocukların eğitim gördükleri okullarda televizyon programlarını izleme hususunda bilinçlendirilmesidir. Milli Eğitim Bakanlığı ile birlikte çalışılan proje 2006-2007 öğretim yılında bazı pilot bölgelerde uygulanmaktadır. İlköğretimin yedinci sınıfında seçmeli ders olarak verilecek olan Medya Okur Yazarlığı projesi, pilot bölgelerdeki uygulamada elde edilen sonuçlara göre tüm okullarda yaygınlaştırılması amaçlanmaktadır. Böylece çocukların eğitim sırasında bilinçlendirilmesi yoluyla şiddetten korunmaları bekleniyor. Yeri gelmişken bir serzenişimi ifade etmek istiyorum. Basın bu konuya pek fazla ilgi göstermedi. Oysaki şiddet konusu tüm toplum kesimlerinin en ciddi sorunudur ve hep birlikte buna karşı bir tedbir alamazsak gelecekte ciddi sıkıntılar bizi beklemektedir. Medya okuryazarlığı projesinin uygulanmasıyla ilgili Milli Eğitim Bakanlığı ile yapılan basın toplantısı haberlere çok sınırlı yansıdı. Bu da bizim için bir hayal kırıklığı oldu. Sorun toplumsal bir sorundur. Bu sorunun tek bir tarafı ve tek bir tarafın çabasıyla çözümü yoktur. Bu nedenle, sadece tek bir otoriteden, tek bir taraftan, tek bir sorumludan bu sorunun çözümlenmesini beklemek yanlış olur. Eğer bunu sorun olarak görüyorsak, o zaman bu sorunun çözümlenmesi noktasında, en azından etkilerini azaltma noktasında tarafların ortak çalışmaları, ortak bir akıl ve ortak bir çözüm üretmeleri gerektiğini kabul etmemiz gerekiyor. Sorunun en önde olan taraflarından biri RTÜK’tür. RTÜK kamu otoritesi olarak bunun ölçülerini ve standartlarını

TV’DE ŞİDDET VE SORUMLULUKLARIMIZ PANELİ

17


koyacak ve takip edecektir. Sektörde faaliyet gösteren yayın kuruluşları ve bu yayın kuruluşlarının program sorumluları bir başka taraftır. Bunların da katkıları bulunmaları gerekir. Aksi halde sorun çözümlenemez. Sektörü finanse eden, müsaade ederseniz, bu kavramı kullanacağım, finanse eden reklam verenler de diğer bir taraftır. Reklam verenler sektörü finanse etmezlerse televizyonların şiddet içerikli yayınları topluma ulaştırmaları söz konusu olamaz. Ancak burada önemli bir hususa dikkatinizi çekmem gerekiyor. Hem bizim yasamız hem de Avrupa Konseyi’nin sınır ötesi televizyon sözleşmesi reklam verenlerin televizyon programlarının içeriğine asla karışmamaları gerektiğini düzenlemektedir. Son derece önemli bir ilkedir bu. Reklam verenler, reklam verdikleri televizyon yayınının içeriğine karışırlarsa denge kurulamaz. Ciddi sorunlarla karşı karşıya kalınır. Bu yüzden reklam erenlerin şiddete yönelik programlara reklam vermiyoruz demeleri bir hassasiyetin ifadesi bakımından son derece önemli ve takdir edilmesi gereken erdemli bir davranıştır. Ancak, bunun program içeriğine müdahale çizgisini geçebilecek bir noktaya gelmesi de asla kabul edilmez. Bu önemli bir sorundur, akılda tutulması gerekir. Bu konuda bir diğer önemli taraf Milli Eğitim Bakanlığıdır. Bakanlığın şimdiye kadar ciddi bir tedbir almamış olması önemli bir eksikliktir. Medya okur yazarlığı meselesine vereceği destek belki bu eksikliği nispeten azaltabilir. Ama sadece bununla da Milli Eğitimin çocukları bilinçlendirme noktasında sorumluluğunu yerine getirebileceğini sanmıyorum. Ve son olarak da sorunun tarafı olan bir diğer kesim aileler ile sivil toplum kuruluşlarıdır. Ailelerin katkısı, hassasiyeti ve ciddi deneyimleri olmadan bu sorununun olumsuzluklarını ortadan kaldırmak, elbette mümkün değil. Bütün tarafların sorumluluklarını hatırlayarak ve üretilen çözümler ve tedbirler noktasında samimi desteklerini esirgeyerek sorunun çözümüne katkıda bulunmaları mümkündür.

18

TV’DE ŞİDDET VE SORUMLULUKLARIMIZ PANELİ


Prof. Dr. Zuhal BALTAŞ İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Halk Sağlığı ABD, Öğretim Üyesi Sağlıkta Sosyal Bilimler Derneğı (Sasbil) Başkanı

SAĞLIK VE ŞİDDET Değerli Katılımcılar, Haziran ayında (2006) RVD Başkanı Sn. Hakan Uyanık konuyu bize getirdiğinde oldukça kapsamlı görüştük. Bu ciddi duyarlılık gerektiren konunun geniş bir bakış açısı ile tüm tarafları ve akademik görüşleri bir araya getirerek oluşturulacak platformda ele alınması üzerinde fikir birliğine varıldı. Çalışmalarımızın ilgili taraflarda, bildiği ve yapa geldikleri yönüne dönmeyeceği bir düşünce ve duygu gücü yaratmasını diliyorum. Program düzenleme sorumlusuyla şiddet platformunun içerikleri üzerine görüşüyoruz. Tarih 9 Ağustos. Benim halk sağlığı alanı içinde sağlık psikoloğu olarak konumun Şiddet ve Sağlık olmasını ilke olarak benimsiyoruz. Ben, bu bağlamda konuyu size aktarırken görsel olarak aktaracağım etkin görüntülerin neler olabileceğine yoğunlaşıyorum. Çok velut bir görsel yığını içinde olduğumu bir kez daha derinden yaşıyorum. Çocuk filmlerinden birini izliyorum kurgu ve görsel de şiddet düşünemeyeceğim kadar yoğun. Ardından prime time haberler İsrail’in Lübnan saldırısında 29. gün olması büyük şansızlığınız. Düşünce insanları için çevre ve gözlemler her zaman bir kıvılcım yakar. Ertesi gün Gündoğan kumsalında 5 yaşında 1 erkek çocuğu, kumdan kale yapıyor sonra yaptığı kaleyi kendi imalatı kum topları bombalıyor, oyununa katılıyorum. Saldırı oldukça uzun sürüyor bütün ses efektleriyle. Heyecanın yatıştığı bir duygu durumunu yakalayıp soruyorum; “Bu kaleyi niçin yapmıştık? Bombalamak için … Kaleler niye bombalanır? İçinde düşman var, yok olsunlar diye. Bombalamak niye TV’ de öyle. Öncelikle “Kale savunma için yapılır” bilgimiz artık geçerli değil. Saldırmak için yapılıyor. Ayrıca tutumlar ekrandan eve yansıyor, ekranla evlerimize taşınan davranışlar, ilişki yapılarını oluşturuyor ve TV öğrenme modeli oluyor. Kale yıkılınca görevini tamamlayan 5 yaşında ki çocuk yüzmek istiyor. Annesinin taktığı kolluklarıyla kıyıya paralel gidip gelirken her attığı kulaçta “12 dev adam”dan iki dize söylüyor. Artık spora geçti model değişti. İki hafta sonra başlayacak FİBA Dünya Basketbol Şampiyonası’nın sinyallerini almış. Kaynak yukarıdaki kaynakla ortak; etkin eğitici, güçlü eğitmen TV.

meydana getirdiği tahribattır. Bu sebeple, öncelikle şiddete bağlı olarak meydana gelen travmalar sonucunda bedendeki doku zedelenmelerinden ölüme kadar uzanan beden zararlarından söz edilir. Ardından da ruhsal zedelenmeler sonucu meydana gelen post travmatik sendrom konusu ele alınır (DSM, IV. 1994).

Şiddetin Mağdurları Şiddet mağduru olan 3 farklı grup söz konusudur. Bu kişiler bedensel psikolojik ve sosyal sorun yaşarlar. Maruz kalan birinci derecede olmak üzere tarafların hepsi bedensel ve psikolojik düzeyde etkilenebilir. Tanık olan bireyler derin ruhsal travma yaşayabilirler. Bedensel zararlar; darp-doku zedelenmesi, kopuk, kırık, organ kaybı ve ölümdür. • Psikolojik zararlar; Post travmatik stres ve zihinsel daralma hali olarak tanımlanan psiko kognitif durumdur. Dünya Sağlık Teşkilatı “Şiddet Çalışmaları Komisyon”u 1986 yılında Hollanda’da konuyla ilgili tanımları ve çalışma alanlarını inceledi. Bu toplantıda şiddetin kaynağı, mağdurları, ortaya çıkarttığı sorunlar tanımlanmıştır. Ancak organize şiddetin bütün uygulanış yöntemlerini sınıflandırmanın mümkün olamayacağına karar verilmiştir (WHO, 1986). Yani insanlar birbirlerini yok etmek konusunda her zaman yeni yollar bulabilme yaratıcılığına sahip. Halk sağlığı açısından şiddet epidemisine sebep olan kaynakları tanımak ve korunma yolları konusunda çalışmaları yaygınlaştırmak toplusal bir zorunluluktur. Bu sorunlara ışık tutacak 4 çalışma alanı vardır; risk kaynakları, risk gurupları, risk bölgeleri, risk zamanlarını saptanması (Rosenberg ve Mercy, 1992). Söz konusu alanlarda ki verileri toplamak, analizini yapmak ve kullanarak müdahale çalışmaları düzenlemek gereklidir. Elde edilen verilere göre her yıl ABD 20.000 kişi cinayet sebebiyle ölüyor (CDC, 1986). Şiddete bağlı ölümler 15-24 yaş dilimi içindeki ölüm sebepleri arasında üçüncü sırada yer alıyor. 15-34 yaş arasındaki siyah erkeklerde ise şiddet ölüm sebepleri arasında birinci sırada (O’Carroll, 1986).

Türkiye’de durum Şiddet ve Sağlık İlişkisi Sağlık açısından bakıldığında insan sağlığını, bedensel ve duygusal boyutta zedeleyen ve toplumsal sorunların oluşmasına yol açan toplum sağlığını olumsuz etkileyen eylemler dizisini “şiddet” olarak değerlendiriyoruz (Baltas 2000). Saldırgan şiddet ; öldürücü olan veya olmayan ama zarar verme, yaralama veya öldürme kastı ile kullanılan fizik güçtür (Rosenberg, ve Mercy, 1992). Şiddetin ciddi sonuçlarından birincisi, şiddetin insan bedeninde ve psikolojisinde

Emniyet Genel Müdürlüğü 2005 verilerine göre 487 bin 762 asayiş olayı resmi bilgilerde yer almaktadır. Kayda geçen bu olayların 56 bin 675’i 18 yaş altındaki gençlerin şiddet kullanımıyla ilgilidir. Söz konusu şiddet olaylarında 35 bin 309 mağdur 18 yaşın altındaki gençlerdir. Emniyet Genel Müdürlüğü’nün 2005 verilerinde bireye dönük şiddet olarak (darp, yaralama, adam öldürme) ve benzeri şiddet uygulamalarının söz konusu olduğu 197

TV’DE ŞİDDET VE SORUMLULUKLARIMIZ PANELİ

19


bin 997 şiddet olayı raporlanmıştır. Bireye dönük şiddeti uygulayan ise 25 bin 821 kişidir. Bunların 24 bin 347’ si adliyeye sevk edilerek haklarında resmi işlem başlatılanlardır. Bireye dönük şiddeti uygulayanların 21072’si erkek 3275’i kadındır. Bu sayılardan görüldüğü gibi oran 7/1’dir. Ayrıca 1474 olay adli makamlara intikal etmiş ama konuyla ilgili kişilere ulaşılamamıştır. Bireye dönük şiddetin mağdurlarında ölümle sonuçlanan toplam vaka sayısı 1054 (664’ü erkek; 390’ı kadın). Yaralama sonucu mağdur olanların sayısı ise 19.269’dir (13.499 erkek. 5.770’i kadın).

yüksektir. Öte yandan 65 yaş ve üstü yaşlarda yaralanmalar kadınlarda daha yüksek bir orana çıkıyor.

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde acil servis müracaatları değerlendirildiğinde aşağıdaki sonuçlar çıkmıştır (Melikyan, Baltaş ve ark. 1997). Tablo 3: Acil Servise Başvuranların Yaş ve Cinsiyet Özellikleri

Yine Amerika’dan başka bir veri ( Tablo 4) kazayla kurşunlanmak, keskin bir objeyle yaralanmak, çatışma ve kavga sebebiyle acil servise başvurduktan sonra ölenlerin sayısının acil servis başvuranların yüzde 77’si olduğunu göstermekte (Rosenberg ve Mercy, 1992).

Tablo 1: Acil servis müracaatlarında cinsiyete ve saldırı türleri Tablo 1’de görüldüğü gibi erkekler kadınlardan yaklaşık 3 katı 284/82 daha fazla darp, kesici aletle yaralanma ve silahla yaralanmaya maruz kalmaktadırlar. 14-24 yaş arasında erkekler hayatlarının önemli bir bölümünde bedenleriyle ilgili ciddi yaralanmalar sebebiyle acil servislere başvuruyorlar. Tablo 4: Ölümle Sonuçlanan Başvuru Türleri

Ayrıca şiddete maruz kalanlar şiddete maruz kaldıklarını söylemekten çeşitli sebeplerle kaçındıkları için oranların gerçekleri tam olarak yansıtmadığı düşünülmektedir.

Şiddetin Kaynağı

Tablo2: Yaralanma Bölgeleri

Tablo 2’de erkeklerde çok yüksek oranda darp, delici kesici aletlerle yaralanma, silahla ateşle yaralanma. Görüldüğü gibi vücutta hedef alınan bölgeler genel olarak baş, boyun, kol ve bacaklardır. Öte yandan diğer literatür bilgilerine baktığımızda zarar gören cinsiyet açısından erkeklere ait veriler baskındır ((Rosenberg ve Mercy, 1992). Tablo 3’te görüldüğü gibi Amerika’da 18-24 yaş arasındaki yaralanmalar tüm yaşlar arasında en yüksek olandır ve erkekler de bu oran ciddi biçimde 20

TV’DE ŞİDDET VE SORUMLULUKLARIMIZ PANELİ

Hayat kaybından, psikolojik düzeydeki bozukluklara kadar saldırgan davranış insan yaşamına hükmediyor. Yaşamsal önemi olan bu davranışın oluşmasında etken olan faktörler üzerindeki çalışmalar dört noktaya dikkat çekiyor. Bu dört etken genetik özellikler, aile yapısı, psiko-sosyal özellikler ve öğrenmedir. Saldırgan davranışın tetikleyicileri doğum öncesinden başlayıp sosyal ortamda yer alan öğrenme ile noktalanıyor (Maccoby,ve ark. 1980; Fromm, 1983; Bandura, 1973).

Şiddeti Öğrenme İlişkisinde Medyanın Rolü Bizim odaklanmak istediğimiz konu, öğrenmenin ortaya çıkarttığı şiddet ve bu eğitimde TV ‘nin rolü üzerindeki çalışmalar.


İlk kez 1962 yılında Berkowitz’in, medyanın ve filmlerin insanda gerçeklik algısını bozduğuyla ilgili bilgileri vermeye başladığını görüyoruz. Yaptığı araştırmalar fantezilerin ve senaryoların, hayatın gerçeği zannedilme eğilimleri oluşturduğunu ortaya koydu. Önemli bir dönüm noktası oluşturan bu çalışmasının yorumlanmasında Berkowitz (1962), fantezi ile gerçeğin karıştırılmasının kognitif bir karışıklığa yol açtığını belirtiyor. Çocuğun zihinsel gelişiminde 12 yaşa kadar soyut ve somut ayırımı netleşmiyor . Soyutlamayı tanımlayabildiği döneme kadar öğrendiği ve gördüğü her şeyi gerçek kabul ediyor( Piaget 1983). Ayrıca sanal gerçek (Virtual Reality) sadece belli bir yaş sınırının altında kalan kişileri etkilemiyor. Benzer etki yetişkinler içinde söz konusu, yetişkin dönemde toplumda şiddet kültürü varsa ve bu şiddet kültürü toplum tarafından benimsenen ve hatta ödüllendirilen bir unsur oluyorsa özdeşleşme başlıyor. İşte o zaman da hayatı etkileyen unsurlardan biri medya mı, yoksa medya sadece hayattakileri mi bize getiriyor sorusuna çok dikkatle bakma zorunluluğu ortaya çıkıyor.

Şiddet Kültürü Şiddet farklı değer sistemine ait bir güç arayışıdır. Şiddetin biçimi ve yoğunluğu alt değerlerin oluşturduğu sosyokültürle şekillenir ve pekişir. Bu kültürlerin oluşturduğu değerlerden bazı örnekler verebiliriz; kadın dövülür-dövülmez, savaşta siviller, kadınlar ve çocuklar hedef olur-olmaz, anası babası, kardeşi öldürülüp 14 yaşındaki kıza tecavüz edilir ve işlevini tamamladıktan sonra oda öldürülür- böyle bir eylemler dizisi asla düşünülemez, vb. Her şiddet türü ve ortamı kendi şiddet kültürünü oluşturur. Alman edebiyatının 1999 Nobel Edebiyat Ödüllü, 78 yaşındaki yazarı Günter Grass (1928), 2006’da yayınlanan “Soğan Soymak” adlı eserinde 17 yaşındayken Hitler’in SS Birliklerine katıldığı itirafında bulundu. Bu açıklamalar karşısında üç farklı görüş oluştu: * Nobel dahil bütün ödüllerini geri versin görüşünde olanlar * Edebi değeri ile politik tavır ve tercihleri ayrı değerlendirilmeli. Genç bir insan 17 yaşında siyasal ve toplumsal şiddet kültürünün dışında kalabilir mi? diyenler * 2006’da olsa olsa Neo Nazilerin sözcüsü olabilir fikrini savunanlar Döneminin alt kimliğindeki değerleri kabullenmiş olan Günter Grass’ın denizaltı subaylığına kabul edilerek gönüllü SS subayı olması, davranış bilimleri açısından toplumda öne çıkan değerlere uyum anlamına gelmektedir. TV dizilerine bilim insanlarının yaklaşımı; dizi konusu ve kahramanları ile oluşturulan alt kimliklerle içselleşen değerlerdir. Bu değerlerin ortaya koyduğu söz konusu karakter hangi değeri besliyor? Suçlular nasıl konumlanıyor? Cezada işleyen adalet mekanizması nedir? Bireyin davranışlarında olduğu gibi toplumsal kimlik oluşumunda da değerlerimiz yol gösterici olur. İlkeler hiyerarşisinde “hukuku”, değerler hiyerarşisinde “insanın varlık bütünlüğü”nü en üste yerleştirilemezsek neler olur?

Medyada yer alan programlarda değerler sistemi hiyerarşik dizininin en üstüne hangi değeri koymaktadır? Sosyal bilim açısından temel gerçek “Toplumu saran şiddetin ateşleyenler tarafından kontrol edilemez” oluşudur. Sadece bu, yetki sahiplerinin kararlarındaki önemi göstermekte yeterlidir.

Sosyal Öğrenmede TV’nin Rolü Bandura, bu alandaki herkesin çok iyi tanıdığı sosyal öğrenme teorisini ilginç bir araştırmayla ortaya koyuyor. Bu çalışmada varılan iki sonuç var. Şiddet modellerinin işlenmesi, bir yandan bu modellerin kopyalanmasına yol açıyor, diğer yandan, şiddette karşı bir kayıtsızlık ortaya çıkabiliyor. Yani olumsuzlukların pekiştirilmesi vicdanın ortadan kalkmasına, insani sorumlulukların azalmasına yol açıyor ( Bandura, 1973). Zillmann, medyada ki şiddetin etkileri konusundaki çalışmalarıyla önemli ipuçları elde etmiş. “Sosyal Bilgi Süreçleri” olarak adlandırdığı teorisinde ( Teory of Social Information Processing) konuyu “şiddet medyası kullanımı” kavramı çerçevesinde ele alıyor. Şiddet medyasını kullananlar üzerine yaptığı çalışmaları, şiddet medyasını kullanmayanlarla kıyaslayarak, bu gruptaki değişiklikleri kaydediyor. Burada da algı değişimi ve faklı zihin haritalarının oluşumundan söz ediyor. Şiddet medyası mağdurlarının gerçek yaşam alanlarını farklı yorumlamak, bilgileri tehdit olarak algılamak, kendini ve çevreyi umursamama tutumunda belirginlik ve düşmanca davranışlarında artış olduğunu ortaya koyuyor. Bunu da şiddet medyası kullanım semptomları diye medikal literatüre geçecek bir isimle anmaya başlıyor ( Zillmann, 1999). Şiddet toplumsal bir olgu olarak yoğunlaştığında değer sistemini etkiliyor. Değer sisteminin genel olarak 4 özelliği var. • Öğrenilirler • Hiyerarşileri vardır • En üstteki baskındır • İnsan davranışını yönetir

Öğrenilen değerler, kendi içlerinde hiyerarşik bir dereceleme sistemine sahiptirler. Eğer değer hiyerarşisinde toplumsal olarak insana saygı bir numaraya konursa, bireylerin tutumları buna uyum gösterir. Suçlu olanlara cezanı kendin vereceksin hiyerarşik sırada öne geçerse o zaman toplumsal etkileşim daha farklı bir boyuta gidiyor. Değerler, birey davranışlarının belirleyicileridir ve değerler toplumsal kimlik oluşumunda yol göstericidir. Değerleri oluşturan etkileşimde öğrenmenin payı nedir ve insanın öğrenmesinde etkin kaynaklar nelerdir? Bu soru görsel işitsel medya olarak TV yi ön plana çıkarıyor. Şiddet medyası tüketimine maruz kalanlar üzerine yürütülen çalışmaların meta analizi özellikle 15-18 yaş arasındaki gençlerde ortaya çıkan üç önemli boyutu vurguluyor. Bunlar psikolojik, sosyal ve akademik boyutlardır (Tablo 5). Tablo 5: Şiddet Medyası Tüketiminin Ortaya Çıkarttığı Sorunlar

TV’DE ŞİDDET VE SORUMLULUKLARIMIZ PANELİ

21


Psikolojik Sosyal

Akademik

• Düşmanca duygu ve düşüncede artış • Sosyal izolasyon • Okul başarısında düşüş • Bağımlılık olmada artış •

• Fizik çatışmalara dahil Öğretmenlerle sık çatışma

• İzlenen şiddet ile oyun ve akrana yansıyan şiddette benzerlik •

Kendini ihmal

Tablo 5’te görüldüğü gibi bu gençlerin akademik olarak okul başarısında düşüş ve okul üst yönetimiyle çatışmada artış saptanıyor. Sosyal olarak bir izolasyon, kendi dünyaları içerisinde, bilgisayarları ve televizyonlarıyla, kendi odalarında yaşama eğiliminde oldukları saptanıyor. Fiziksel çatışmalara dahil olmak eğilimlerinin arttığı gözlemleniyor. Öte yandan psikolojik yapısında düşmanca duygu ve düşüncelerde artış saptanıyor. Bu gençlerde kızgınlık tepkisinin olayın niteliğinden bağımsız olarak oluştuğu saptanıyor. Ayrıca bu grupta şiddeti izleme bağımlılığı gelişmeye başlıyor. Şiddeti izlemekten kopmakta zorlanıyorlar. İzledikleri şiddetle, oynadıkları oyunlar ve akranlarına yansıttıkları tutumlar arasında benzerlikler gözlemleniyor. Önemli ölçüde kendilerini ve ilişkilerini ihmalle birlikte kişisel hijyenlerine özensizleşen bu gençlerde entelektüel ilgide de azalma ortaya çıkıyor. Konuyla ilgili uzmanlar, eğitmenler ve aileler için huzursuz edici ve düşündürücü bir tablo (Douglas, 2004). Yapılan son çalışmalara göre 7-14 yaşta ilk öğretim çağındaki çocukların hafta içinde TV izleme süreleri ortalama 3,5 saat, hafta sonunda ise ortalama 5 saat olduğu saptanmıştır . Hafta içinde ve hafta sonunda en çok TV izlenen saat 20.00’ dir. Bu saatte çocukların % 6.8’i ekran karşısında olduğu saptanmıştır. (Baltaş ve Emanetoğlu, 2006). Her gün 2 saat TV izlemeyi sınır kabul eden bazı Amerika verileri bu sınırı aşan çocukları 8 yaşından itibaren değerlendirmeye almış ve 30 yıl izlemiştir. Bu yaşa kadar işlenen suçlarla günlük TV izleme süreleri kıyaslanan çalışmada izleme süresi artışıyla suçlu davranış arasında istatistiksel açıdan anlamlı bir ilişki bulunmuştur ( Eron ve ark., 1986; Paik ve Comstock, 1994). İstanbul’da ki öğrencilerden toplanan verilere göre 6-17 yaş döneminde toplam 14060 saat ders görülmesine karşın 12552 saat televizyon izlemektedirler ( Baltas, Baltas, 1997). Çalışmaların kamuda yer alması ve daha sonraki yılları etkileme düzeylerini izlemek için araştırmaların sürdürülmesine ihtiyaç vardır. 1994 – 1997 verileri karşılaştırıldığında Amerika Birleşik Devletleri’nde izlemenin en yüksek olduğu saatlerde gösterilen şiddet % 10 oranında artmıştır (Burger, 2006). Baltaş Grubu’nun 1995,1997 ve 2005 yıllarında ayrıntılı incelemelerle yürüttükleri TV görüntülerinin nitelik ve nicelik araştırmaları 2005 yılında yayınların şiddet içeriklerinde bir azalma olduğunu göstermiştir. Bu değişiklikteki önemli etken haberlerdeki şiddet sahnelerinin yoğun tekrarından bir ölçüde de olsa vazgeçilmiş olmasıdır (Baltaş, 1996; Baltaş ve ark. 1998; Baltas, 2003; Ercan ve ark. 2005). Medyada yer alan sürekli ve dramatik şiddetin gençlerde beden ve ruh sağlığını tehdit eden semptomların ortaya çıkmasına sebep olduğu pek çok araştırmada ortaya konduğuna göre Türkiye’

22

TV’DE ŞİDDET VE SORUMLULUKLARIMIZ PANELİ

de TV’lerde şiddet kirliliğinin derecesi nasıl düşürülecek sorusu tüm yetkili ve sorumluları düşündürmektedir. Filmler, görsel basın, yazılı basın ve bilgisayar oyunlarıyla şiddetinin böylesine yer alması öncelikle çocukların ve gençlerin ardından da toplumun diğer kesimlerinin şiddeti yaşamlarının kaçınılmaz bir parçası haline getirmektedir. Toplumu saran şiddet toplum sağlığını tehdit eden ciddi bir sorun olmaktadır. Şiddet mağdurlarının maddi ve manevi zararlarının yanı sıra sağlık sistemine maliyetleri de yüksektir. Hekim, psikolog, hemşire, sosyal hizmet uzmanı ve yatak işgal edilerek zaman ve maddi kayba sebep olunmaktadır. Davranış bilimcilerinin ve sosyal bilimcilerin şiddetten uzak bir gençlik için neler yapılacağı konusundaki çalışmaları sürmektedir. Farklı yaklaşımlarla fikir üretmekte ve yeni teorik yaklaşımlarla müdahale çalışmaları yürütmektedirler. Şiddet düzeyini düşürme önerileri şöyle sıralanabilir; • Barışçıl, olumlu, destekleyici çevre yarat • Toplumsal değerlerde insana saygıyı öne çıkart • Çatışma ve problem çözücü rol model oluştur • Çatışma çözme becerilerinin öğrenilmesi için kişisel gelişim programları geliştir ve düzenle Yetiştirilecek sağlıklı nesiller ve barışçıl bir dünya için, yazılan senaryolarda ve bilgi aktarımında değer sisteminin en üstünde insana saygı ve barışçıl çevre yaratmak bulunmalıdır. İnsani ilişkilerin öne çıktığı iletişimler yaygınlaşmalıdır. Problem çözmede insani müzakere teknikleri tanıtılmalı ve isteklerin elde edilmesi ve problem çözümünde şiddet model olarak sunulmamalıdır. Duyarlılığı geliştirmeye katkı sağlayacak bilgileri toplayıp, paylaşacağımız platformlarda buluşmak üzere hepinize iyi günler diliyorum. KAYNAKLAR Bandura, A., (1973). Aggression: A Social Learning Analysis. Englewood Cliffs. Prentice-Hall.Baltas,Z.; ( 1996) Türk TV’lerinde 1995 yılı Nitelik ve Nicelik Çalışması, RVD Yayını. Melikyan E.Y., Can G., Baltaş Z., Baltaş Z., Baltaş Z., Kaypmaz A.; (1997) “Saldırgan Şiddet Sonucu Oluşan Yaralanmalar”, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Acilinin Bir Yıllık Bilançosu,1996. Journal of Medicine, ( Cerrahpaşa Tıp Dergisi), Vol. 28; s.208-213. Baltaş Z., Baltas A., Duman Y., Öğüt, Ş.,( 1998) “Türk Televizyonlarında En Çok İzlenen Dört Kanalındaki Görüntülerin Nitelik ve Nicelik Açısından Değerlendirilmesi ”Ulusal Psikoloji Kongresi, Ankara Üniversitesi DTCF. Ankara. Baltaş, Z., (2000). ”Şiddet” Sağlık Psikolojisi Halk Sağlığında Davranış Bilimleri,Remzi Kitabevi, İstanbul. Baltas Z.,( 2003). “Şiddet Filmlerinde Çocuk Reklamları” I. Uluslar arası Çocuk ve İletişim Konferansı. İ.Ü. İletişim Fakültesi, Milenyumda Çocuk ve İletişim Çocuk ve Şiddet İstanbul.


Ercan O., Baltaş Z.,Tüzün U.,Alikaşifoğlu M., (2005). “What More do We Need to know for a World Without Violence”? 8th World Congress Lisbon. Baltaş Z., Emanetoğlu H.,(2006). Şiddet öğelerinin algılanması ve öğrenilmesinde İşitsel ve görsel uyaran olarak medyanın rolü, 14.Ulusal Psikoloji Kongresi Hacettepe Üniversitesi, Ankara. Burger, J. M., (2006). “Kişilik, Psikoloji Biliminin İnsan Doğasına dair Söyledikleri”, Çev.İ D. Erguan Sarıoğlu, s İstanbul, Kaknüs Yayınları,s. 574-588. Center for Disease Control, (1986). Homicide surveillance High-Risk Rocial and Ethnic Groups- Blacks and Hispanics, 1970 to 1983. Atlanta : Center for Disease Control. DSM, IV., (1994). Tam ölçütleri Başvuru El Kitabı Hekimler Yayın Birliği, Ankara. Douglas A., Gentile., Lynch P. J., LenderJ.R., David A. (2004). Walsh The effects of violent video game habits on adolescent hostility and aggrsive behaviors school perfourmance., Oklahoma Unv. Medical Schoolornal Adolecence 27, 5-22 Academic Press. Eron,L.D., Huesman, R., Brice,P., Mermelstein, R.,(1986). Age trends in the development of agression, sex typing,and related television habits, Developmantal Psychology, 19, s. 71-77. Fromm, E., (1993). İnsandaki Yıkıcılığın Kökleri, Çev. Alpagut,Ş., 2. Baskı,Payel Yayınları. Maccoby E.E., Jacklin C.N., (1980). Sex Differences in Aggression:A Rejoinder and Reprise. Child Development,51, s. 964 -980. O’Carroll., P.W., Mercy, J.A. “ Patterns and recent trends in black homicide, In: Hawkins, D.F, ( Ed): Homicide Among Black Americans., Lonham., Md: University Press of America., s. 29- 42, 1986. Paik, H., ve Comstock, G., (1994). The effects of Television Violence on Antisocial Behavior. A meta analysis. Communication Research, 21, s 516-546. Piaget,J., (1983). Piaget’s teory. In Mussen P., (ed). Handbook of Child Psychology, 4th. Edition. Vol. 1. New York, Wiley. Rosenberg., M.I., and Mercy, J.A., (1992). “Violence., In: Last., J.M. and Wallace, R.B. Eds. Public Health and Preventive Medicine , Maxcy – Rosenau – Last, Appleton and Lande, U.S. T.C. E.G.M., (2005). T.C. Emniyet Genel Müdürlüğü,s Yaralanma ve ölüm Raporu, Ankara. Walters, R.H.,Brown, M. A Test of the High-Magnitude Theory of Aggression. Journal of Experimental Child Psychology, 1,376-387., 1964 WHO., (1986). The Health Hazards of Organized Violence, Report on a WHO Meeting, Veldhoven. Zillmann D.,Weaver JB., (1999) Effects of Prolonged Exporure to Gratuitous Öedia Violence on Provoked Hostile Behavior. J. Of Appl. Soc. Psychology, 29, s 145-65

TV’DE ŞİDDET VE SORUMLULUKLARIMIZ PANELİ

23


TV’DE ŞİDDET VE SORUMLULUKLARIMIZ PANELİ MODERATÖR

Prof. Dr. Acar BALTAŞ

Şu ana kadar şiddetin medyayla ilişkisinde, bunların var olduğu kabul edilen görüşler dile getirildi. Sabah yapılan sunumlarda problemin çok yönlü olduğu görüldü. Dolayısıyla, tek tür reçete ile çözmek imkansız. Ama bilinen bir başka doğru daha var, o da herkesin sorumluluğu hiç kimsenin sorumluluğu. Herkesin işi hiç kimsenin işi. Şiddet hayatın her cephesinde var doğal olarak televizyonda da var. Ancak, diş çürüklüğü de herkesin ağzında mevcut olan bir rahatsızlıktır. Toplumda dişleri çürük olanların oranı, dişleri sağlam olanların oranından daha fazla. Bu nedenle, en çok tekrarlanan normal kabul edilecekse diş çürüklüğünün de normal kabul edilmesi ve tedavisi için de hiçbir girişimde bulunulmaması gerekir. Hatta dişleri çürük olmayanların da dişlerini çürütmek için girişimde bulunulabilir. Dolayısıyla, herkes önerilerini kendi etki alanı içerisinde ortaya koyarsa panelden yapıcı bir sonuç çıkarmak mümkün. Başkasının etki alanındaki noktalardan yola çıkarak değil, kendi etki alanımızda ne yapabiliriz noktasından yola çıkmamızda yarar olduğuna inanıyorum. Bana hayatın öğrettiği en temel ilkelerden birisi odağımız gerçeğimizdir, neye odaklanırsak bizim için gerçek o olur ilkesidir. Amerikan Psikiatri ve Amerikan Tıp Birliği’nin yaptığı bir araştırmada 2005 yılında beş bin tane depresyon, ilaç ve intihar yayınına karşın 400 tane haz, keyif ve keyifli yaşam ile ilgili yayın olduğu tesbit edilmiş. Bu nedenle “odağımız gerçeğimizdir” ilkesini unutmadan kendi sorumluluklarımızı üstlenerek hareket etmemiz gerekir. Söze yapımcı, yönetmen kimliği ile Tomris Giritlioğlu ile başlayalım.

Tomris Giritlioğlu (Yönetmen/yapimci) Yönetmen ve yapımcı olarak kişisel deneyimimden ve yaşadıklarımdan söz ederek şiddete gelmek istiyorum. Çalışmaya TRT’de kurumun tek kanal olduğu dönemde başladım. TRT’de kamu yayınları esaslarıyla yetiştirildik. Hayatımın yüzde 90’ını sinema, yüzde 10’unu ise televizyon oluşturuyor. Ama ikisi de aynı değeri taşıyor ve aynı sorumlulukla yapılması gereken iki ayrı iş. TRT’den ayrıldıktan sonra özel kanallarla görüşürken aynı ilke ve esaslar çetçevesinde görüştüm. Bir projeyi hangi esaslarla, hangi ilkelerle kabul ettirmeye çabaladıysam bütün bunlardan ödün vermeden özel kanalların yöneticileriyle ilişki kurdum ve aynı kabulu orada da gördüm. Televizyon çok önemli bir araç. Sinema filmiyle ulaşabilineceğinden çok daha fazla sayıda kişiye bir gecede ulaşmak mümkün. Aslında bir insanın hem heyecanlanacağı hem de sorumluluk duygusundan dolayı çekinilmesi gereken bir durum söz kousu. Bu nedenle beyaz cam, tıpkı beyaz perde gibi hayatın bütün gerçekçiliğini, bu toplumda yaşanan

24

TV’DE ŞİDDET VE SORUMLULUKLARIMIZ PANELİ

bütün hikayeleri, bu toplumun kahramanlarını yansıtmak zorunda diye düşünüyorum. Bu yüzden ben televizyonlara iş yaparken, hiçbir zaman şiddetten korkmadım, hiç öyle bir dizi yapmadım şimdiye kadar ama yaptığım zaman da bu sene bir proje biz de hazırlıyoruz, şiddetten korkmuyorum diyorum ben. Bunu kabul eden kanal yöneticileri, hazırlayan yapımcılar, her zaman yazarlarla çok sıkı çalışmak zorunda olan insanlardır. Bu şiddeti yaratan kahramanlara nasıl yaklaşılmalı, bu kahramanlar nasıl ve hangi sorumlulukla yaratılmalı gibi konular bizlerin sorumluluğunda. Televizyon etki gücü çok yüksek bana göre basından dahi daha fazla. Orada sorumluluk payının daha da yükseldiğini düşünüyorum. Toplumsal şiddetin kurumlar ya da bireyler yerine daha toplu çözüme dayalı bir durum olduğunu gördüm. Ancak, bu kadar güçlü seyirci kitlesi ve etkileme gücü olan televizyonda, şiddeti yaratırken, nasıl yarattığınızın gerçekten sorgulanması, kendimizi yargılamamız gerektiğine inanıyorum. Eğer biz şiddeti yaratan kahramanları idol kahramanlar olarak ortaya çıkarırsak ve onları cezalandırmazsak kendi hazırladığımız dizi içinde, yanlış örnekler sunmuş oluruz ve yanlış özdeşleşme duyguları, özellikle genç kitlede yaratabiliriz. Bundan kaçınmak gerektiğini düşünüyorum. Şiddetten kaçmadan, toplumda var olan şiddeti vererek. Bunlar sadece yaratılan sanal kahramanlar değil, aynı zamanda toplumsal gerçekliği olan kahramanlar da oluyor. Mesela bir dizimizde töre cinayeti nedeniyle kızkardeşini öldüren bir adamı işledik ama onu sonunda cezalandırdık. Yaratılan kahraman elinde silahla dolaşıp onu kullandığı takdirde senaryo içinde affedilmemeli veya affedici yanları işlenmemeli diye düşünüyorum. Eğer senaryo içerisinde bu şiddeti uygulayan kişiye ilişkin çocukluğu ve şiddet eğilimi ile ilgili bilgi yer aldığı takdirde seyirci bunu değerlendireceğine inanıyorum. Bu çerçevede kendini, hayatını ve değerlerini düşünen seyirciye istenildiği kadar şiddet unsuru kullanabilir görüşündeyim. Ayrıca sinemanın sanat, televizyonun ise sanat olmadığı görüşünü galiba ender tartışan insanlardan biriyim. Bana göre kamera, aktör, aktrist ve yönetmenin olduğu her yerde sanat vardır. Ve çok ciddi bir sorumlulukla yapılmalıdır. Televizyon da mutlaka eğlence unsurlarını her zaman taşıyarak, kendi içinde o eğitici, öğretici ve toplumu yönlendirici işlevini de sürdürmelidir. Burada tabii ki en önemli görev başta projeleri kabul eden kanal yöneticilerine, en az onlar kadar bu projeyi ekrana taşımak için çaba sarfeden yapımcı ve ekibine düşüyor. Bu arada ben reklamverenlerin de aynı sorumluluğu taşıdığını düşünüyorum. Reklamverenler seyircidir önce. Ama ben iki tane yapmış olduğumuz dizinin tutmama şansızlığına rağmen nasıl desteklendiğini yaşadım. Seyircinin alışık olmadığı bir ürün ortaya çıktığında yapımcı, kanal yönetimi ve reklamverenler bu ürünü destekleyerek daha fazla yaygınlaşmasını ve daha fazla seyirciye kavuş-


masını sağlayabilirler. Televizyonda yerelliğe çok taraftar olan bir yapımcı/yönetmenim. Bu toprakların hikayelerini, insanlarını ve seyirlerini anlatmakla da yükümlüyüz. Bu anlamda sinemayla televizyonda dizi yaparken, ikisi arasında hiçbir fark görmüyorum. Burada hep şunu sorgulamamız gerekiyor. Eminim bütün kanal yöneticileri de yaşıyordur bunu, yapımcılar olarak biz de yaşıyoruz, seyirci ile çok iç içeyiz. İki yıldır son derece interaktif bir seyirci var. Bazen bir diziye fazlasıyla sahip çıkıyor, bazen o kahramanı o kadar sahici zannediyor ki özdeşleşme duygusunu en üst noktaya ulaştırıyor. O yüzden, gerçekten senaryo yazımında her karakteri yaratırken, bu bir komedi, bir dram hatta bir mafya dizisi olabilir. Hepsine sorumlulukla yaklaşılması gerektiğini düşünüyorum. Proje tasarımcısı ve yapımcısı olarak ne kadar sahici ve samimi olursanız ne kadar kendinden hikayeler anlatırsanız, seyirciden o kadar kabul görüyorsunuz. Burada, sadece o yarattığınız kahramanın çocuğunuzun, yakınlarınızın ve öğrencilerinizin izleyeceği düşüncesiyle yaratmanız gerekiyor. Sorumluluk duygusuna inanıyorum. Şiddet toplumsal bir olaydır ve televizyonun şiddetin yaygınlaşmasında veya daha kısıtlanmasında çok önemli bir payı vardır. Üniversitelere panellere katılmak için gidiyor ve gençlerle görüşüyorum. Onları çok seviyorum. Gençlere ulaşmanın yöntemlerini bulmaya çalışıyorum. Bir üniversiteye gittiğimde beni çok şaşırtan bir manzara ile karşılaştım. Gençlerin hepsi bir dizinin kahramanları gibi giyinmişti. O zaman ne kadar etkili olduğumuzu anlayıp dizimizi veya çalışmalarımızı hazırlarken sorumluluğumuzu her gece biraz daha fazla düşünmek zorunda olduğumuzu gördüm. Teşekkür ederim.

Prof. Dr. Acar Baltaş

Mevlana’nın çok sevdiğim sözü vardır. Dün dünde kaldı cancağızım, bugün artık yeni şeyler söylemek lazım. Şiddet paradigma olarak kültürel ve toplumumuzdaki varlığı ile belki yeniden gündeme getirilmeli. Bunun için, bugüne kadar çok şeyler söylendi, söylenmeye de devam edecek. Belki işin içinden çıkmak için bu hareketin bir başlangıç olacağını düşünüyorum. Sabahki konuşmalarda değerli uzmanlar, şiddeti aynı zamanda öğrenilmiş bir çaresizlik olarak tanımladılar. Öğrenilmiş olması demek, bir öğretenin, öğrenilenin ve öğrenenin bulunduğu üç boyutlu olduğunu gösteriyor. Rol modeller ailede, okulda, sokakta, kışlada, iş ortamında kısaca her yerde var. Asıl burada konuşulan konu “televizyon”. Televizyon da bu her yerin ve her durum-olayın canlandırılmaya yeniden çalışıldığı bir ortam. Bu noktadan bakıldığında, televizyonun şiddet ve benzeri olumsuz özellikleri kazandırmadaki etkisindeki taraflara baktığımda dört değişken görüyorum; İzleyen( hedef kitle), işin yaratıcıları yani yapımcıları, destekleyenler ki bunu reklamverenler, sponsor olanlar, bir de denetleyenler var. Matematiği bir bilim olarak değerlendirdiğimde; formüle ettiğim duruma göre dört tarafından etki boyutuna baktığımızda, çarpan değişken izliyor. Eğer izleyende kümülatif bir oran oluşturabilirseniz, bu etki katsayısını etkileyecektir.Bu izleyenin otokontrolünü geliştirmek demek. Bugün bilgi toplumunu yaşıyoruz, medya okur yazarlığı çok önemlidir. Teknoloji, aile, belki de hayatı tanımlatabilecek okur yazarlık becerisi kazandırmak bence çok önemlidir. Bu arada denetleyen, belli bir akreditasyon sağlayıcı ve regüle edici bir yapının da bulunması gerekli. Yani, sorumlu kurum RTÜK. Ama RTÜk’e gittiğinizde yasal boşlukların yarattığı sorunlardan dolayı yaşanan sıkıntıları bulabilirsiniz. Bu tür gerekçeler olmamalı.

Televizyon kitlelere ulaşan ve ulaştığı kişilerin hayatını dönem dönem etkileyen bir mecra. Tomris Hanım’ın da değindiği gibi izleyiciler televizyon karşısında geçirdikleri vakit süresince kimi zaman kendilerini dizilerdeki karakterlerele karşılaştırıyor zaman zaman da onların rolüne bürünüyorlar. Kitleleri bu kadar etkileyen bir mecrayı tamamen kontrol altın almak tek bir kurum tarafından mümkün değil. Bu noktada herkese görev düşüyor. Tomris Hanım’ın değindiği bir diğer önemli nokta ise senaristlerin ekran karşısına kendi yakınlarını koymaları ve hikayeleri kaleme alırken kitleleri doğru yönlendirmeye dikkat etmeleri. Senaristlere ve yapımcılara bu noktada önemli bir görev düşüyor. Karakterin geçmişini yaşadığı durumu ve hatalı davranışlarının hikaye içinde aldığı tepkiler toplumu doğru yönlendirmede rol oynamaktadır.

Denetleyenler açısından yasaklayalım gitsin mantığı doğru çalışmayacaktır. Yasaklama olduğu zaman buna karşı çıkışlar olacaktır. Dolayısıyla, denetimi öyle bir koymak lazım ki, hem kaliteyi artırmalı hem de minimum seviyede bulunmalıdır.

Doç Dr. Ayşen Gürcan

Dolayısıyla, biçimlediğimizde ortaya çıkan tablo, aslında çözümlenmeyecek bir sorun değil. Belki sorun hep olacak, sadece uygun çözme metodları geliştirilecek. Bu konuyla ilgili, temsil ettiğim Aile ve sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü’nün neler yapabileceğine baktık. Öncelikle, aile ve sosyal araştırmalar, enstitü şeklinde sorun tespitinde anlamlı veri toplayan bir kamu kurumu. Halen aile yapısıyla ilgili 15 bin haneyi oluşturacak çok kapsamlı bir araştırma içerisindeyiz. İki ay içerisinde sonuçlanacak. Bunun içinde televizyon izleme alışkanlıkları var. Araştırma, Türk aile yapısının bir haritasını çıkaracak. Sadece veri değil, bu verilere ilişkin bir sorun da irdelenebiliyor. Mesela boşanmalarda bir artış görülüyor. Biz geleceğe yönelik çalışmalar yapmak du-

Aile Ve Sosyal Araştirmalar Genel Müd. V. TV’de Şiddet ve Sorumluluklarımız çözüm önerilerinin iletildiği bir platform olacak. Öncelikle bu hareketi çok anlamlı bulduğumu söylemek istiyorum. Kamuda, temsil ettiğim kurum, kimsesizler, yaşlılar, sokak, şiddete uğrayan kadınlar gibi kesimlere sosyal politakalar üretmekle yükümlü. Ahlak felsefesinde “yitik ruhu fark edenler” anlayışı hakimdir ve ben bu grubu onlardan görüyorum. Bu hareketin önemine inanıyorum. En azından temsili içerisinde bulunduğum bakanlık ve kurumum adına neler yapılabileceğini bugün sizinle paylaşmak istiyorum.

Tabii bu paya bağlı. Payda ne var, özetle yaratıcılar, yani yapımcılar. Teşekkür ediyorum Tomris hanıma. Hakikaten bir yapımcının sahip olması gereken bir meslek etiği olmalı. Meslek etiği sadece medya çalışanlarında değil, hepimizde olmalı. İşin hakkını vermek. Ama bu hakkı verirken, meslek etiği açısından bakıldığında, bunun arka fonu da sosyal sorumluluk alanı da olmalı. Sadece bireyde değil sosyal sorumluluk anlayışı. Reklamverenler Derneği’nin değerli üyeleri kurumsal sosyal sorumluluk anlayışının asla vazgeçilmez bir unsur olduğunu bilirler.

TV’DE ŞİDDET VE SORUMLULUKLARIMIZ PANELİ

25


rumunda olduğumuz için bu verilerin ne anlama geldiğini araştırmak, proje üretmek durumundayız. Tek başına kamu yetmez. Çeşitli kurumlarla protokoller yapılabilir. Şu anda konuyla ilgili olduğu için yerel televizyonlarla yapılacak olan protokol imza aşamasında. Yerel televizyonlarla sabah kuşağındaki ev hanımlarının izlediği ulusal kanallardaki programlara alternatif olabilecek, onlara daha bilgi sağlayacak, sorunlarına çözüm noktaları bulabilecek ya da yönlendirecek sözsel programların olması konusunda bir protokol imzalayacağız. Bu alanda yapılacak çalışmaları yönlendirmede ortak akıl toplantıları yaptık. Her ne kadar katılım çok üst düzeyde olmasa da yaklaşık 15 sayfalık bir deklarasyon öneri paketi oluştu. Kamudan ve kamunun medyadan bekledikleri konusunda. Tabii bu ortak akıl toplantılarının sonucunun eyleme geçmesi için birlikte olmak gerekiyor. Bizim bir araştırma, bilimsel veri toplama kaynağımız var. Gelecek sene teknoloji ve aile etkileşimi konusunda bir çalışma projelendirdik. Bunun bir kısmını televizyonun etkisi üzerine ki sosyal bilimlerde biliriz ki etki doğrudan ölçülemez. Ancak, boylamsal araştırma yapmak zorundasınız, onda da kontrol değişkenleri almak zorundasınız. Ama görünen köy de kılavuz istemiyor. Televizyon ne kadar etkili denildiğinde bir etkisi olduğu da vaka. Dolayısıyla, veri toplama araştırma projelerinde işbirliği yapabilir, birlikte çalışabiliriz. Bataklık meselesine ben de katılıyorum. Yeni bir çalışma başlığı ile tüm tarafları bir arada toplayabiliriz. Bunu reklamverenler de üstlenebilir , berebar de yapılabilir. Çözümcü bir toplum olmanın gerektirdiği çözüm önerilerimiz var. Derdimiz medyayı, destekleyenleri ve denetleme mekanizmasını bir araya getirip bir bütün oluşturmak. Gelecekte bu hareketin meyvelerini alacağımız inanıcıyla teşekkür ederim.

Prof. Dr. Acar Baltaş Kamunun yönlendirici rolü konusunda sayın Ayşen Gürcan herkese bir rolün düştüğü bu tartışmada şiddeti toplumsal yaşamımızdan uzak tutmak için birlikte hareket etmenin öneminden bahsetti. Herkesin yapacak bir şeylerinin olduğu bu konu birlikte hareket edilerek ve etik kurallar çerçevesinde sorumlu yayıncılık olarak ortaya çıkarsa gelecekte güzel sonuçların hepimizi beklediği bir gerçek. Önemli olan bütünün parçalarını bir araya getirmek ve birlikte hareket edebilmek.

Fatih Ediboğlu Star Geneel Yayin Yönetmeni Hepiniz hoş geldiniz. Şiddetin araştırmalarda da ortaya koyduğu gibi özellikle yetişmekte olan çocukların duygu, değer, tutum ve davranışları üzerinde tetikleyici, hızlandırıcı ve özendirici bir etki gösterdiği görülüyor. Yapılan araştırmalara göre bu etki beş ana boyutta tanımlanıyor. Birincisi model alma özdeşleşme. İkincisi, şiddeti bir problem çözme ve kendini ifade etme yöntemi olarak kullanma. Şiddete yönelme ve duyarsızlaşma, nefret ve öfke gibi negatif duyguları daha sık ve daha yoğun şekilde hissettirme. Ve en son olarak dünyayı ve hayatı algılamadaki çarpıklık. İyi ve kötü ayırımındaki katılık, gerçeklik ve kurgu ayırımında zayıflık, karanlık ve kötü bir dünya algılaması. Bunların çoğu tabii geçmişte

26

TV’DE ŞİDDET VE SORUMLULUKLARIMIZ PANELİ

gündeme getirildi. Dolayısıyla, televizyonun özellikle toplumun geleceğini temsil eden kuşaklar için önemi toplumun geleceğinin belirlenmesindeki katkısıyla doğrudan orantılı. Bu anlamda, televizyonun toplumsal sorumluluğu ayan beyan ortada. Yetişkinler kadar çocuklar da ergenler de küçülen dünyanın bir masal dünyası olmadığının bilincinde. Şiddet bireysel ve toplumsal bir olgu olarak, psikolojik, sosyo kültürel ve sosyo ekonomik boyutlarıyla toplumsal yaşamda zaten var. Birey sokakta, işyerinde, okulda ve hatta güvenli limanı olan evinde şiddetin tam göbeğinde. Gerçekçi olalım, merkezi otorite anlayışı içinde, farklı çıkışların ve hak arayışlarının batı demokrasilerine göre minimumda olduğu bir gelenekten geliyoruz. Baba dayağı, öğretmen tokatı, koca şiddeti, polis copu terbiye unsuru olarak kullanılabiliyor. Zaten var olan bir olgunun önüne geçmek için bu olguyu tümden reddetmek veya görmezden gelmek sadece bir ütopya yaratmaktan ibaret değil mi? Bu gerçekçi ve uzun vadede bir çözüm değildir, bu yaranın üzerini örtmektir. Yarayı görmek ve yaranın yara olduğunu söylemek, acıttığını, kanayacağını, zarar verici olduğunu, tedavi edilmesi gerektiğini göstermek, sağlıklı olmak için atılması gereken en zaruri adımdır. Biz ekranlarda var olan hayatı yansıtırken veya yeniden hayatlar üretirken, inandırıcı olmak zorundayız. İnandırıcı olmazsak, özendirmelerimiz de inandırıcı olamaz. Bunu söylerken, elbette şiddeti gösterip, sonra ona karşı çıkalım demiyorum. Hatta bu konuda gerek haberlerde gerekse diğer programlarda azami bir hassasiyet gösterdiğimizi bilmenizi istiyorum. Hiçbir dizinin ekranda defalarca dönen tanıtımlarında bu bir mafya dizisidir ibaresini kullanmıyoruz. Komşuluk, dayanışma, sevgi ve aile kavramı üzerine özellikle senaryolandırılan dizilerimiz, isimleriyle de bunları çağrıştırıyor. Türkiye uzunca bir süredir kendisini Avrupa hanesinden okuyup, anlamaya çalışıyor. Ancak bunu yaparken, geleneksel kültürümüzün öğelerini de bu çerçeve içinde tutuyor. Geleneksel ve moderniteyi, gerçekle hayali harmanlamak ve bunu yaparken umudu ön planda tutmak. Umut vermek, bir toplumu ileriye götüren motivasyon unsurlarının en önemlisidir. Sabahki konuşmacılardan sayın prof. Zuhal Batlaş dizilerde işlenmesi gereken temalar veya televizyondaki temalarla ilgili zannediyorsam beş şey sayarken, bir şeyi çok ciddi olarak unuttuğunu zannediyorum. Umut vermek. Bu toplumun umuda ciddi ihtiyacı var. Bir dönem Süper Baba, İkinci Bahar ve Hayat Bağları diye üç tane çok başarılı diziler yaptık. Bu üç dizinin ortak bir yönü vardı. Üç dizinin ana kahramanları başlarına gelen tüm olumsuzluklar karşısında isyan etmiyorlardı ve geleceğe yönelik umut taşıyorlardı. Sonunda da tabii hikaye gereği veya uzun problemlerden sonra geçici de olsa bir huzura kavuşuyorlardı. Bu yönden ben sayın Zuhal Baltaş’ın sunumuna en büyük ilavem bu olacak. Şiddeti, özendirici unsur olmaktan çıkarmamız ön koşuluyla, televizyonda ve diğer bütün mecralarda en fazla işlememiz gereken şey umut. Bu toplumun buna çok ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Beni dinlediğiniz için çok teşekkür ediyorum.


Prof. Dr. Acar Baltaş Sonuç olarak görüyoruz ki her konuşmacımız ortak bir noktada birleşiyor. Televizyonun kitleler üzerindeki etkisi yadsınamıyor. Bu etkiyi olumluya çevirmek ve insanların hayatında güzel çağrışımlar yaratmasını sağlamakta birlikte hareket etmek ile mümkün. Şiddet günlük yaşamımıza bu kadar girmişken onu tamamen ekrandan yok etmek mümkün değil önemli olan doğru yönlendirmelerle şiddeti tamamen hayatımızdan çıkarmak ve televizyonu bu noktada bir araç olarak kullanmak.

Yrd. Doç. Dr. Berrin Yanikkaya Yeditepe Üniversitesi Iletişim Fakültesi, Radyo Televizyon Ve Sinema Bölümü Şu ana kadar yapılan konuşmalarda, şiddet ile ilgili kitle iletişim araştırmaları ve konuşmalarına ilişkin pek çok şey söylendi. Üzerinde durulan konulardan biri toplumda şiddet unsurunun varlığıydı, doğrudur, şiddet yüzyıllardır var. Neden şimdi daha önemli hale geldi, çünkü televizyonun yaygınlaştığı andan itibaren şiddet salonlarımıza geldi. Televizyon ailenin önemli bir bireyi gibi salonda çok merkezi bir konumu sahiplendi. Aynı zamanda toplumsallaşmanın çok önemli bir ajanı haline geldi. Televizyon, aile, okul, öğretmenler gibi toplumsallaşma ajanlarının yerini büyük ölçüde aldı. Özellikle büyük kentlerde çocuklar küçük yaşlardan itibaren televizyon mesajlarına çok daha yoğun bir biçimde maruz kalmaya başladılar. Televizyonda şiddet denildiği zaman öncelikli olarak etkilenen grupların çocuklar ve gençler olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü hem belli bir yaşa kadar çocuklar gerçek ile kurgu arasındaki farkı ayırt edemiyorlar, hem de öğrenme süreçleri devam ettiğinden etkilenmeye açık oldukları bir dönem. Televizyonda ya da çevrelerinde ne görüyorlarsa onun etkisinde kalabiliyorlar. İletişim alanında etki üzerine yapılan etki araştırmalarında bir kısa dönemli etkilere bir de uzun vadeli etkilere bakılıyor. Aynı şeyi kendi öğrencilerimde de görüyorum. Hiç kamu yayıncılığı görmemiş, küçük yaşlardan itibaren tecimsel TV yayınlarını izleyerek büyümüş olan, üniversiteye yeni başlayan 18-19 yaşındaki öğrencilerin algısı ve dünyaya ilişkin görüşleri onlardan beş altı yaş büyük olanlardan çok daha farklı. Bunun üzerinde düşünülmesi gereken bir konu olduğunu zannediyorum. Televizyon çok ucuz bir eğlence ve bilgilenme kaynağı. Bu yüzden çok önemli. Eğer bizler televizyonu bir aile bireyi gibi salonlarımıza alıyorsak, televizyon kuruluşları da birer aile bireyi gibi sorumluklarını görüp kabul etmelidir. Benim çok önemli bulduğum bir konu var; küçük yaştan itibaren televizyonla tanışan ve dünyayı televizyon ekranı üzerinden algılamaya başlayan çocuklar, gerçek hayatta kendilerine uzak duygulara ulaşabiliyorlar. Mesela, karşıdan karşıya geçemeyen, bakkala gidip bir şey alamayan çocuk, televizyonda çok uzak bir ülkede bir timsahın bir hayvanı veya insanı parçalayışını izleyebiliyor. Belki hayatında hiçbir zaman böyle bir manzarayla karşılaşmayacak ama şiddetle olan ilişkisi televizyon aracılığı ile çok küçük yaşta başlıyor. Bu da dünyayı olduğundan daha korkutucu bir yer olarak

kurgulamasına yol açıyor. Yurtdışında yapılan araştırmalarda ilkokul düzeyine kadar çocukların yaklaşık yüz bin şiddet eylemine tanıklık ettikleri ve sekiz bin cinayet izledikleri söyleniyor. 18 yaşına gelinceye kadar da bu şiddet eylemlerinin sayısı 200 bin gibi çok ciddi bir rakama ulaşıyor. Şiddetin sadece gösterilmesi değil, nasıl gösterildiği ve şiddeti uygulayan kahramanların nasıl çizildiği de aynı derecede önemli. Sadece kurmaca yapımlarda değil, aynı zamanda haber programlarında da nasıl kurgulandığı ve eylemi yapanla eyleme maruz kalan arasındaki ilişkinin nasıl kurulduğu, şiddet uygulayanın ödüllendirilip ödüllendirilmediği -ki çoğu zaman ödüllendiriliyor-, gibi konular çok önemli. Şiddete maruz kalan mağdur durumundaki kişinin şiddeti görmesinin haklılaştırılması çok önemli bir mesele. Bu özellikle kadınlara uygulanan şiddette çok kullanılan ve çok genelleşmeye başlayan bir yöntem. Mesela “erkeklik onuruyla oynanan” bir erkeğin kadına şiddet uygulaması normal algılanabiliyor, medya aracılığıyla normalleştirilebiliyor. Medya tarafından sorun çözme konusunda uzlaşma, konuşma gibi alternatif sorun çözme yöntemlerinin gündeme getirilmesi ve bunların ödüllendirilmesi gerekiyor. Öte yandan izleyiciyi pasif olarak görmek çok eski bir bakış açısı. İzleyiciler aktiftir ve her mesajla aktif bir şekilde ilişkiye girerler. Fakat her bireyin aynı düzeyde zihinsel kapasiteye sahip olduğunu, sağlıklı olduğunu garanti edemeyiz. Medya metinlerini üretirken herkesi düşünmemiz gerekir. Şiddet uygulanmasının ya da şiddet davranışlarının medya temsilleri aracılığıyla meşrulaşması sonucunda şiddetin algılanmasına ilişkin toplumdaki genel eğilim ve kabullenme meseleleri önemli bir konu haline geliyor. Ne yapılabilir? Ya da kimler sorumludur? Her birimiz ayrı ayrı sorumluyuz. Ayşen hanımın saydığı bütün taraflar sorumlu, o tarafların içinde biraz yakınında, biraz uzağında olan akademisyenler olarak bizim de sorumluluğumuz var bu anlamda. Neler yapılabileceğini kısaca özetleyecek olursak: Şiddet mesajlarının ve toplumda bunların algılanışının incelenmesi ile ilgili araştırmaların desteklenmesi gerekiyor. İlk ve orta dereceli okullarda bu çalışmaları destekleyecek derslerin konulması gerekiyor. Bağımsız ve özerk bir kurum tarafından gerçekleştirilecek olan iletişim araçları izleme gruplarının oluşturulması, monitoring (izleme/takip) işlemine girişilmesi ve bu izlemeler sonucunda yazılacak raporların, kitle iletişim araçları tarafından izleyiciye ulaştırılması gerekiyor. Kurumsal ve bireysel olarak denetim gerekli. Televizyon çalışanlarının ve sahiplerinin, yayınları, kısa vadeli reyting kaygıları dışında, uzun dönemli etkilerini değerlendirerek gözden geçirmeleri gerekiyor. Kitle iletişim araçları olarak sadece radyo televizyon değil, aynı zamanda sinema, reklam, video klipler ve bilgisayarlar çok önemli. Şiddet ve cinsel içeriğin ortak ve kolay anlaşılır bir kodlama sistemiyle belirlenmesi ve bu konuda öncelikle ebeveynlerin bilgilendirilmesi gerekiyor. Kodlar var ama uygulamada problemler yaşanıyor. Çocuğu televizyonla yalnız başına bırakmamak gerekiyor.

TV’DE ŞİDDET VE SORUMLULUKLARIMIZ PANELİ

27


Nasıl çocuğunuzu bir yabancı ile yalnız bırakmıyorsanız, televizyonla da baş başa bırakmamanız gerekiyor. Böylece çocukların gerçek kurmaca karmaşasının önüne geçebilirsiniz ya da kafa karışıklarını gidermek konusunda yardımcı olabilirsiniz. (Bu gerçeklik kurmaca ilişkisindeki karmaşa yüzünden çocukların, karşılarındaki kişiye uyguladıkları şiddetin nasıl bir acıya yol açabileceğine ilişkin kafaları karışık.) Aynı zamanda, çocuklara yönelik yayınların da yaş gruplarına gore sınıflandırılması gerekiyor; 3 yaşındaki çocuk da 10 yaşındaki çocuk da aynı programları izlememeli. İzleyici neler yapabilir? İzleyici ilk önce, şiddet içeriği yüksek olan programları izlememeyi seçebilir. Aynı zamanda aktif olarak e-posta, faks, telefonla tepki gösterilebilir. Reklamverenler olarak ne yapılabilir? Tabii ki alım gücü olan kitlenin izlediği programlara reklam verilecek, bu çok açık bir şey. Ancak reklamverenin, reklamın önünde arkasında veya arasında yayınlandığı programın dolaylı destekçisi olduğunu ve o programın yayında kalmasının nedenlerinden birisi olduğunu da unutmaması gerekiyor. Bu nedenle içeriğe müdahale edilmemeli ancak reklam verirken buraya kadar bahsettiğim konular da göz önünde bulundurulmalı. Teşekkür ederim.

Prof. Dr. Acar Baltaş Sonuç her seferinde aynı noktaya gelip dayanıyor. Reklam vereninden yayıncısına yapımcısından izleyicisine kadar herkesin bilinçli hareket etmesi gerekiyor. Reklam verene, yayıncıya, yapımcıya ne kadar görev düşüyorsa toplumun bilinçlendirilmesinde kamuya ve Sayın Berrin Yanıkkaya’nın tanımıyla evin bir bireyi olarak salonlarımıza giren televizyonun yetişen nesiller üzerindeki etkisini olumluya çevirmede ailelere de bir o kadar büyük görev düşüyor.

da artıyor. Gayet açık ve net. Fakat aynı grafik internet kullanıcıları, sigara içenler, kolalı içecek içenler ve düzenli olarak stadyumda maç seyredenler arasında yapılan sonuçlar incelendiğinde en az bu kadar vahim sonuçlarla karşılaşmak mümkün. Medya ve şiddet sarmalının çözümü çok sığ bakılabilecek kolay bir konu değil. Kullanmasını bilmediğimiz her ürün, günün sonunda problem yaratacaktır. Televizyonu seyretmeyi bilmiyorsak mutlaka sorun yaratacaktır. Evdeki çamaşır makinesini veya araba doğru bir şekilde kullanılmadığı takdirde problem çıkaracaktır. Buradaki en temel noktalardan bir tanesi belki de televizyon kullanımı veya medya okur yazarlığı dediğimiz kavramın altının çok ciddi şekilde çizilmesidir. Medyanın çocuklar üzerindeki etkisi ise; Çocuklar ve ergenler model alma, sosyal öğrenme yoluyla televizyonda izlediklerini taklit etmeye başlıyorlar. Şiddeti problem çözmede bir yöntem olarak görüyorlar. Şiddete karşı duyarsızlaşmaya başlıyorlar. Kızgınlık, kin, nefret, öfke, intikam gibi duyguları ve duyuları ortaya çıkıyor. Fakat tabii ki bunların tamamını televizyonlar olarak üstlenebiliriz, burada en ufak bir sıkıntı yok ve bunları gidermek için neler yapıyor olduğumuzu da size anlatacağım. Televizyoncu olunca görüntüsüz olmak imkansız. Bu nedenle bir film göstermek istiyorum. Filmde yaşları 15 civarında iki genç, televizyon dizilerinde el ele tutuşan gençlere özenip okul bahçesinde de bu şekilde dolaşınca şiddete maruz kalıyorlar. ister Kurtlar Vadisi isterse bütün silahlı görüntüler ekranlardan çekilsin. Tarantino’nun filmleri yayınlanmasın, reklamveren de onlara reklam vermesin. Türkiye’de konuyu enine boyuna ele almazsak, Milli Eğitim Bakanlığı ile şu anda RTÜK’ün başlatmış olduğu medya okur yazarlığı konusuna eğilmezsek, bunları her yönüyle çözmeye çalışmazsak, Show TV üç beş kuruş para kaybeder. Binbir emekle büyütmeye çalıştığımız reklam sektörü küçülür. Ama bunlara daha ciddi bakmak gerekiyor.

Saner Ayar, Show Tv Genel Müdürü Şiddetle ilgili izlediğimiz araştırmalar umarım içinizdeki şiddeti tetiklemez. İki İrlandalı kavga ederken, üçüncü İrlandalı yanlarına gelip, çok özür dilerim, kavganız şahsi değilse karışabilir miyim dermiş. Biz Türkiye’de aynen bunu yaşıyoruz. Şiddet hayatımızın içine girmiş durumda. Bir sorun varsa her zaman bir günah keçisi aranır ve bulunur. Galiba bu kez de suçlu bulundu; Televizyonlar. Şiddet tabii ki her yerde var. Toplumu oluşturan olumlu olumsuz, yararlı ve zararlı pek çok bileşen var. Bu bileşenlerin içinde hepsi birbiriyle bir şekilde etkileşim durumunda. Medya ve şiddet de bu toplumun en temel bileşenlerinden. Dolayısıyla her ikisi de çok ciddi bir etkileşim içinde. İlgili bazı grafikleri inceleyelim; Bir tanesi medya tüketimi ve şiddet eğilimiyle alakalı. Bir saatten az televizyon seyreden erkek kadın ve toplam izleyicinin şiddete olan yatkınlığını görüyorsunuz. Bir ve üç saat arasında televizyon seyreden kişilerin şiddete olan yatkınlığının nasıl arttığı görülebilir. Bu olay üç saatten fazlaya gidince şiddete olan yatkınlık daha 28

TV’DE ŞİDDET VE SORUMLULUKLARIMIZ PANELİ

Şiddetin tanımıyla ilgili önce yapılan tanımlara ilave bir detaydan bahsetmek istiyorum. Şiddet, sadece saldırganlık ve kaba kuvvet içeren tutum ve davranışlar değil, hakaret etmek, aşağılamak, tehdit etmek, ekonomik özgürlüğünü kısıtlamak ve zorla bir şey yaptırmak gibi kişinin kendisine olan saygısını, kendisine ve çevresine olan güvenini azaltan, korku kaygı rahatsızlık hissetmesine sebep olan söz, tutum ve davranışlar da şiddetin tanımının içindedir. Bir çoğumuz çocuğumuza daha az harçlık vermekle onu hizaya getirmeye çalışıyor. Yine söylüyorum, burada tanımlanan şiddetten sadece çok küçük bir bölümü televizyondaki dizilerde şikayetlere konu olan kısım. Bakıldığında Aliye dizisinde küçük bir çocuğun odaya kapatılması, anne ve babasına gösterilmemesi ya da annesinden kaçırılması en az Polat Alemdar’ın bir iki tane silahla 40 kişiye öldürüp katliam yapması kadar çocuklar üzerinde ve gençler üzerinde olumsuz etki oluşturmaktadır ve şiddetin en hasıdır. Şiddetin tanımından yola çıkarak detaylı ve yapacağımız bir şikayetin ya da alacağımız bir kararın nelere sebep olacağını hissederek daha sorumlu davranmamız gerektiği düşüncesindeyim. Şiddetin kapsamında tabii bir çok nokta var, bunlar yine uzmanlarımız tarafından aktarıldı. Ben ona çok fazla girmek is-


temiyorum ama Saray Bosna’daki bir bombanın bir çocuğun ya da büyüğün göğsünde açtığı bu kadar deliği siz haber bültenlerinde yayınlamazsanız şiddeti önlemiş mi olursunuz yoksa halının altına böyle bir insanlık dramını süpürmüş ve gözlerden ırak mı tutmuş olursunuz? Bunlar sahiden çok detaylı konuşulması, tartışılması gereken konular. İki önemli husus daha var; Televizyonun etkisiz olduğunu asla düşünmüyorum. Çok etkili olduğunun da farkındayım. Bazen abartıyoruz. Mesela 12 Eylül müdahalesinden sonra yüzde 92 ile kabul edilmiş bir anayasa var. Bu anayasanın akabinde o günkü devlet başkanı Kenan Evren Paşa Turgut Özal’ı yalancılıkla suçlamıştı. Bütün bunlara rağmen Turgut Özal ezici bir üstünlükle Türkiye’de iktidar oldu. Son dört seçimdir medyanın desteklediği bütün liderler kaybetmiş ve desteklemediği liderler Türkiye’de iktidar oldu. Bir diğer nokta da, yıllarca Türkiye’de tek televizyon döneminde arabesk müzik yayınlanmadı. Bu olay, arabesk müzik türünün yayılmasını veya bu kadar popüler olmasının önüne geçebilmiş midir? Belki bunların üzerinde bir miktar çalışmak gerekiyor. Burada bizim arkadaşlarımızla bu panele hazırlanırken, en son noktada bulduğumuz çözüm biraz da medya okuryazarlığı. Sahiden televizyonun teknik özelliklerini kullanmayı bildiğimiz kadar, televizyonun içeriğini de kullanabilmeyi biliyor olmamız gerekiyor diye düşünüyorum. Televizyonu hangi saatlerde izlemeliyiz, televizyon çocuk bakıcısı mı, televizyon izlettiğimiz çocuğun, sabah saat 7’de okula gönderiyor olduğumuz bir çocuğun on saat uyuması gerekiyorsa, bu çocuk gece saat kaçta yatmalı? Aman bana bulaşmasın, gitsin televizyonu sakin sakin izlesin, ben zaten yorgunum gibi bir ebeveyn sorumsuzluğundan ne zaman kurtulacağız? Gibi bir sürü soru var. Bunların tamamı da burada çözüm önerileriyle mevcut. TV izleyicisi neyi daha fazla tüketiyor diye incelemek istedik. TV izleyicisi asla durağan, hareketsiz, sıradan, pırıltısı olmayan işleri ekranda çok fazla tüketmiyor. En Aksiyon ve şiddet içeren 24 adlı dizi sekiz tane Emmy ödülü aldı. Şiddetin imparatoru Tarantino’nun Kill Bill filmi, her yerde olay yarattı. Bugün baktığımız vakit, içinde biraz koşu, biraz hareket, biraz aksiyon olan olağanüstü diziler yapılabiliyor Türkiye’de. Bu dizilerin de aldığı reytingler ortada. Bütün bunların yanında Radyo Televizyon Üst Kurulu’nun bizlere gönderdiği belgeseller var. Halk izlemiyor, reklamveren de reklam vermiyor. Diğer taraftan Show TV’de son iki yıldır yaşasın okulumuz diye bir kampanya yapılıyor. Bu kampanya sonucunda geçen yıl 154, bir önceki yıl 81 adet okul yaptık Türkiye’de. Ayda iki gün primetime’ı bu kampanyaya ayırıyorum. Reytinglerimiz çok da kötü çıkıyor. Reklamveren henüz bu kampanyaya reklam vermedi. Paranın gerçeği faiz ise televizyonların gerçeği de reytingler. Şiddet de hayatın bu kadar içindeyse şiddetle birlikte aşk da sevgi de her şey bizim gündemimizin içinde var. Bir diğer yönden, hep umutsuzluklara sevk ediyoruz ama, bu çocuklar herhangi bir gençlik dizisinden etkilenip el ele tutuştuklarında, okulda uğradıkları şiddet, herhalde on yıllar boyunca akıllarından hiç geçmeyecek, silinmeyecek. O çocuk bir daha bir kızın elini tutar mı emin değilim. Bir diğer konu da şiddet içeren yayınlara reklam verilip

verilmemesiyle ilgili bir kampanya var mı yok mu, onu tam bilmiyorum. Sadece Vatan Gazetesi’nden ortaya çıkan sürecin sektör gerçekleriyle ilgili hangi medya gruplarının nasıl rekabet içerisinde bu sonuçları doğurduğu konusunu bu sektörde çalışan herkes detayları biliyor. CNBC-e’nin genel müdürüyken bana bir sivil toplum kuruluşu geldi ve hassasiyetimizden ötürü bizden bir kampanyamıza destek vermemizi istediler. Kampanya bankaların uyguladığı yüksek faizlerden dolayı Türkiye’deki bütün mudileri bankalardan paralarını çekmeye davet ediyordu. Bu tarz bir kampanya Türkiye’ye büyük zarar verirdi. Liberal ekonomilerde, demokrasilerde sivil toplum örgütleri bir otokontrol unsurudur. Ama işadamları ve çıkar grupları örneğin reklamları kesmek gibi bir takım yaklaşımlar sergilerlerse, üç gün sonra Müslüman işadamları derneği, içinde öpüşme sahnesi olan eserlere ben reklam vermiyorum der mi? Güneydoğulu işadamları derneği, güneydoğuda çekilmeyen dizilerin içine ben reklam vermiyorum diye yaklaşır mı? Trabzonlu işadamları, içinde Fenerbahçeyi destekleyen bir karakter varsa, o dizinin içine reklam vermez mi? Diğer taraftan Radyo Televizyon Üst Kurulu, sivil toplum örgütleri, basın yayın örgütleri, reklam özdenetim kurulu, rekabet kurulu gibi bir sürü kurum ve kuruluş var. Reklamları veya reklam yayan kurumları denetleyen, düzenleyen. Bütün bunlar varken, işadamlarını reklam vermeyin diye göreve çağırmak, ben vergiyi toplayamıyorum, gelsinler vergiyi onlar toplasın gibi anti demokratik bir tavır değil midir? Ben bu panelin, bu açıklıkla geçen yıl yapılmasını isterdim. Acı hayat dizisi nedeniyle Show TV bu kampanyadan çok zarar gördü. Bu paneli, bu yıl rakiplerimin de ikişer üçer tane acı hayat tarzı dizileri sipariş verip ekranlarına koyduğu bir dönemde yapılmamış olmasını çok tercih ederdim. Ama hiç problem değil. Kanal D’yi de burada savunmak durumundayız. Çünkü sektörün geleceği söz konusu. Bu sektörü 200 milyon dolarlardan 1.2 milyar dolarlara getirinceye kadar bir çok toplantılar yapıldı, krizler atlatıldı. Hepinizden sektörü küçültmeye dönük bir çaba ve davranış içinde olunmamasını rica ediyorum. Çünkü bunların hepsi günün sonunda dönüp, bizim sektörümüzü yaralayacaktır. Teşekkür ederim.

Prof. Dr. Acar Baltaş Televizyon yöneticilerinin yorumlarını hayret ve üzüntü ile izliyorum. Her yönetici sorunun çok yönlü ve karmaşık olduğunu söylüyor. Doğru, bu daha önce de söylendi. Bir sorunu çözümsüzlüğe götürmenin en kestirme yolu genellemeye gitmektir. Problemi çözmeye niyetli ve zeki insanlar birbirine benzemeyenler arasındaki ortak noktaları bulur ve çözümü konusunda sorumluluk üstlenirler. Sayın Saner Ayar’ın sayıları ve fiyatı çok iyi bildiğini ama hayatın ve kaybedilen değerlerin değerini bilmediğini görüyorum. Oturuma başlarken “Odağımız gerçeğimizdir” demiştim. Sayın Ayar’ın da tek gerçeğinin reklam gelirleri olduğu anlaşılıyor. Marifet sorunu karmaşıklaştırmakta değil, basitleştirip sorumluluk almaktadır. Bu yönde sayın televizyon yöneticilerinden kaynaklanan bir gayret göremediğim için üzülüyorum.

Doç Dr. Ozana Ural Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi

TV’DE ŞİDDET VE SORUMLULUKLARIMIZ PANELİ

29


Son konuşmacı olma şansını da kullanarak şiddet ve şiddeti önlemek için aileler, akademisyenler, üniversiteler, reklamverenler derneği şiddet konusunda neler yapmalı, nasıl koordine olmalı gibi konulardan bahsedeceğim. Şiddetin doğuştan mı yoksa sonradan öğrenilen bir özellik mi olduğu konusu baştan beri sorgulanan en önemli sorulardan bir tanesidir. Şiddetin doğuştan edinilen bir özellik olduğunu söyleyenler, 19. yüzyıl, hatta daha öncesinde de bulunmaktadır İnsanın fiziksel görünüşüne bakarak, Lombroso gibi, suça yatkın olanların belirlenebileceğini iddia edenler de olmuştur. Şiddetin nörolojik kökenlerini araştırmayla ilgili son bilimsel çalışmalarda, beynimizin ön lobunda bir merkezin şiddetle ilintili olduğu gösterilmektedir. Çok gelişmiş bir tomografi cihazıyla özellikle psikopat ve anti sosyal kişilik tanısı konulmuş kişilerle yapılan çalışmalarda çok ilginç bulgular ortaya çıkmaktadır.Bu tanı konmuş kişilerde özdenetim mekanizması iyi işlememekte ve empati kuramamaktadırlar, yani bu kişiler başkasının acısını, sıkıntısını çok anlayamamaktadır.Kendilerini denetleyemiyor, uyumlu bir yaşam, yani kendi istekleriyle ve toplumun genel kabul gören istekleriyle uyumlu bir birlikteliği kolay kolay sürdüremiyor ve şiddete yönelebiliyorlar. Bu ve benzeri çalışmalar, şiddetin genetik boyutu ile ilgili sonuçları göstermektedir. Şiddetin sosyal bir çevrede öğrenilerek edinildiği görüşü ise özellikle 20. yüzyıl başından başlıyarak, ağırlık kazanmış,yapılan sosyal bilişsel çalışmalarla öğrenmenin şiddet uygulamada çok ciddi bir etkisinin olduğu anlaşılmıştır. Çevre ve kültür şiddeti destekleyebiliyor. Şiddet sadece kalıtımsal değil.Aynı zamanda içinde yaşanılan sosyal çevreden de öğrenilebiliyor.Şiddet uygulayanlar arasından kiminin kalıtımsal, kiminin çevreden gelen etkilere maruz kaldığının belirlenmesi güçtür.İnsanın doğasında kiminde belki biraz fazla, kiminde biraz daha az şiddete yatkınlık bulunmaktadır. Bunu Freudien ekolden gelen araştırmacıların yanısıra,başka araştırmacılar da söylemektedir. Doğuştan gelen, bizim insani özelliklerimizden biri de şiddet uygulayan varlıklar olmamız. İnsan hem şiddete sahip hem de şiddet uygulayan birisi. Ama çok tehlikeli olan bu özelliğimiz değil. Şiddet uygulamaya başlamamıza yol açabilecek bir sosyal çevre, kültür içinde yaşıyorsak işte o zaman şiddetin uygulanma tehlikesi ortaya çıkma fırsatı bulabilmektedir.Şiddeti denetleyemiyorsak, denetlememizi sağlayacak kurallar yoksa, herhangi bir şey bizi önleyemiyorsa ve biz şiddeti uyguluyorsak o zaman tehlike başlamaktadır. Sosyo kültürel çevre koşullarının dikkatle incelenmesi gereklidir. Dünya Sağlık Örgütü’nün 2002’de yayınlanmış bir şiddet raporu bulunmaktadır.Veriler 2000 yılına ait. 2000 yılında tüm dünyada 520.000 cinayet işlenmiş, 815.000 de intihar eylemi var. İntiharı da kişinin kendine yönelik bir şiddet eylemi olarak kabul etmek gerekir. Sadece cinayet, birisine vurmak,saldırmak, darp etmek şiddet değildir;kişinin kendisini jiletlemesi,yaralaması da, intihar etmesi de şiddettir. Sonuçlara bakıldığında erkekler hem cinayette hem intiharlarda kadınlara oranla daha ön sırada yer almaktadır, daha fazla şiddetle iç içeler. Şiddetin en sık görüldüğü yaş dilimi ise 15-44 yaş arasındadır, bir tek intihar oranlarında biraz değişiklik var. 60 yaş sonrasında da intihar oranlarında artış vardır. Nedeni çok ciddi depresyon veya sağlık sorun-

30

TV’DE ŞİDDET VE SORUMLULUKLARIMIZ PANELİ

larıyla ilgili olabilir. Toplumların aktif, dinamik kısmı olan 15-44 yaş grubu çok önemli oranda, öğrenilmiş bir şekilde kültürel destekli şiddete maruz kalıyor. Niye kültürel? Rapor incelendiğinde Afrika, Güney ve Kuzey Amerika’daki cinayet oranlarının, buradaki intihar oranlarının üç katı olduğu görülmektedir. Avrupa ve Güneydoğu Asya’da ise intihar oranları, cinayet oranlarının iki katı. Yani şiddet her yerde, her kültürde var, fakat şiddetin uygulanış biçim, kime yöneldiği içinde yaşanılan kültüre göre değişmektedir. Pasifik kıyılarında ise en yüksek intihar oranları görülmektedir, intihar oranları, cinayet oranlarının altı katı daha fazladır. Yani Pasifik kıyılarında, Japonya, Çin gibi ülkelerde yaşayanlar kültürel olarak Batı’ya göre daha farklı yaşayan,farklı ve köklü toplum kuralları olan, hayatı daha farklı algılayan insanlardır.Bizim toplumsal olarak bu kültürlere daha yakın olduğumuz sıkça iddia edilse de, bizim hayatı algılayışımız sanki bu kültürlerden daha farklıdır. Türkiye’de trafikte bir şey olsa, hemen iki kişinin fırlayıp kavga etmesi olağandır, dolayısıyla şiddetimizi çok kolay dışa vurabilen bir görüntü çiziyoruz.Pasifik kıyılarında yaşayanlar belki benzer bir durumda çok daha sakin, çok daha sessiz kalabiliyorlar ama bu öfke ve şiddet duymadıklarını göstermez.Şiddet ortadan yok olmuyor,farklı uygulama biçimleri bulabiliyor ve kişinin kendisine dönük bir şiddet yaşamasına da sebep olabiliyor. Kültürel olgudan bahsediyoruz. Kadına yönelik şiddetle ilgili yaptığımız bir çalışmanın ilginç bir sonucu var. Çalışma, bizde şiddet gören kadınlarla ilgili ve bir bölümünde Batı’da şiddet gören kadınlarla ilgili veriler de bulunmaktadır. Batı’da da şiddet gören kadınların bir kısmının, şiddet görme sıklıklarının bebek bekledikleri dönemde daha da arttığı anlaşılmaktadır. Sürekli şiddet uygulayanların, kurbanlarını kendilerinden güçsüz, çaresiz durumda olanlardan seçtikleri sık rastlanır bir durumdur ve altında ciddi psikolojik sorunlar bulunmaktadır. Batı’da sık sık şiddete maruz kalan kadının hamile kaldığı dönemde daha fazla şiddetle karşı karşıya kalmasında şiddet uygulayanın psikolojik durumu etkili olmaktadır. Kişilik bozukluğu olan erkek, erkekliğini ve üstünlüğünü kadının fizyolojik olarak en zayıf olduğu dönemde fırsat kollayarak gösterebiliyor. Bizde ise tam tersi bir durum söz konusudur.Bizde hamile kadına ki bu kadın sistematik olarak şiddet görse bile,hamilelik döneminde şiddet uygulanmıyor.Sık şiddete uğrayan kadınların hemen hepsi hamilelik döneminde şiddete, en azından fiziksel şiddete maruz kalmadıklarını söylüyorlar.Kişilik yapısında ciddi bozukluklar olan bir erkek bile kadına hamilelik döneminde şiddet uygulayamıyor çünkü içinde yaşanılan sosyo-kültürel çevrede baskın olan ayıp, günah gibi kültürel kavramlar devreye giriyor.Şiddete uğrayan kadınların bir kısmı yine Ramazan ayında şiddetin daha az uygulandığını belirtiyorlar. İçinde yaşanılan sosyal çevrenin değerleri,kuralları,kınadıkları ve hoşgördükleri durumlar şiddet uygulanmasında etkili olabiliyor.Bu da şiddetin uygulanmasında kültür faktörünün ne derece etkili olduğunu gösteriyor.Sosyo-kültürel çevre şiddetin türünü, kişinin kendine mi dönük, başkasına mı dönük olduğunu, zamanını ve durumunu bile belirleyebiliyor. Demek ki çevre çok önemli. Ama yine kalıtımsal özellikleri de göz ardı etmemek gerekiyor. Tüm bunlardan ne gibi bir sonuç çıkaracağız? Ne yapacağız? Şiddeti önlemek veya azaltmak için yapılabileceklerden


birincisi aile eğitimi. Burada bir sorun var!Çünkü herkes Cem Yılmaz gibi eğitim şart diyor ama bununla ne kastedildiği belli değil! Kime, niçin ve nasıl bir eğitim?

bir cezaymış gibi sunarsak olmaz. Bunu bir ikramiye, bir ödülmüş gibi vermek mümkün olamıyorsa, en azından ceza olarak algılatmamak gereklidir.

Çok bilinen genel ifadesiyle eğitim, bir kişide istenilen yönde davranış değişikliği yapmaktır. Eğitim sözünü duyan hemen herkes olumlu tepki vermektedir. Hizmet içi eğitim yapılsın, okullara gidilsin,aileler toplansın, eğitim verilsin. Eğitim yapılsında nasıl yapılsın? Niyet çok iyi ama gerçekte ne yapılıyor? Eğitim o eğitimi alanlara uygun hazırlanmış ve değerlendirilmiş mi?Etkililiği ölçülebiliyor mu?İstenilen yönde davranış değişikliği oluyor mu?Bu soruların tatmin edici cevapları alınmadan yapılan eğitimlerin yararı tartışılmalıdır. Burada sayın katılımcılara soralım; sigara sağlığa zararlıdır. Sebze meyve ağırlıklı beslenmek gereklidir ama acaba kaç kişi bu iyi bilinenleri yaşamında yerine getirebiliyor, gereğini yapabiliyor? İdrak etmek başka bir şey, anlamak başka bir şey, davranış değişikliği yapabilmek çok daha başka bir şeydir. Ailelere verilecek eğitimlerde, aslında herkese verilecek eğitimde, istenilen yönde davranış değişikliğini sağlayacak düzeyde bir eğitim yapılması gereklidir.Sadece bilgi aktarımı yapılmasının pek yararı yoktur.Belki eğitim düzeyi yüksek kişilere bilgi verilmesi bir yarar sağlayabilir.Bir konuşma yapılır, bir şey gösterilir, sizi dinleyen kişiler dediklerinizi anlayacak düzeyde oldukları için bir davranış değişikliğine isterlerse gidebilirler.Ancak asıl eğitime ihtiyaç duyan, örgün eğitim dışındaki kişilerin eğitim düzeyi yüksek değildir.O zaman eğitimli olmayan kişilere,örneğin şiddet konusunda, konferans verir gibi şiddet kötüdür, öyle yapmayın, böyle yapmayın,şiddetle karşılaşınca şöyle yapına benzer didaktik bir eğitim tarzı seçmenin fazla bir faydası yoktur. Bir diğer örnek burada sözü edilen medya okur yazarlığı konusu. Çok güzel ama etkili bir şekilde, istenilen yönde bir eğitim verilip, verilmediğine bakmak gerek. Sırf anlatmakla ve göstermekle olmuyor.Genellikle insanlar ne dediğinizi anlıyor ama yaşamlarında sizin anlattığınız, yararlı olduğunu söylediğiniz yönde fazla bir değişiklik yapmıyor.Bunun için etkili eğitim yolları bulmamız, uygulamamız gerekiyor Klasik koşullanma konusuyla ilgili olarak, bir uyaranı seçip, eğitimde kullanmaya sık rastlanır. Kişinin veya çocuğun öğrenmesini istediğimiz alanla ilgili uyaranı ceza gibi kullanmayız. Örneğin bazı öğretmenler ders çalışmayan veya ödevini zamanında vermeyen çocuğa sen şu kitabı okuyup, özetini çıkaracaksın diye ceza verir. Eğer çocuk aslında sahip olması gereken en iyi alışkanlık olan kitap okumayı bir ceza aracı, uyaranı olarak algılamaya başlarsa, siz bir daha o çocuğa kitap okuma zevkini ve alışkanlığını veremezsiniz. Bu konuyu RTÜK’ün bazı uygulamalarıyla ilgili olduğu için açtım.Örnek vermek gerekirse, geçenlerde meydana gelen Mehmet Ali Erbil’in yakışıksız kaza olayında, yayın yapan kanal kapatıldı.Hemen hepimiz televizyon kanallarında, aynı zamanda isteyenin bilgi edinmesini, belgeseller izlemesini istiyoruz. Halbuki RTÜK aykırı yayın yapan kanala ceza olarak belgesel yayınlama cezası veriyor. Tabii ki buna ceza denmiyor. Belgesel izleme, siz adını ceza koymasanız bile o saatte gerçekleşecek eğlence programı yerine, belgeselleri koyduğunuz takdirde bu iş biter ve belgeselizleme bir ceza olarak algılanmaya başlar.Bu da eğitim açısından hiç de doğru olmayan bir yoldur. Çünkü belgesel izlenmesinin teşvik edilmesi istenir. RTÜK üyelerinin de bunu istediğine eminim. İnsanlarımızın daha iyi öğrenmesini, daha fazla bilgi sahibi olmasını istiyoruz. Ama bunu

RTÜK üyesi sayın Davut Dursun şiddet konusunda yapılan şikayetlerin başında haberler, spor karşılaşması ve drama dizilerinin geldiğini bildirmişti. Televizyonların haberleri ve spor karşılaşmalarını yayınlamama gibi bir seçimleri olamaz. O zaman RTÜK’e gelen şikayetleri iyi değerlendirmek, elemek gerekir.En az şikayet gelmesinin hedeflenmesi yerine iyi yayınların desteklenmesi de düşünülmelidir.Öncelikle uzun ve kısa vadeli çözümlerimizin olması gerek.Bir de bizim kültürde iyi ve kötü şiddet kavramı vardır.İçinde yaşanılan toplumun değerlerini televizyon yayınları ele almayacak mı? Size bir başka örnek!Yakınlarda bir kadın diş hekimi tecavüze uğradı, öldürüldü, sanıklar yakalandı, hapishaneye gitti, orada sanıklara linç girişimi oldu.Bu durumla ilgili,şu anda bu sanıklara yönelik linç/şiddet davranışı hakkında ne düşünüyorsunuz diye bir sokak röportajı yapılsa,büyük olasılıkla, halkın yüzde 99’u çok iyi yapmışlar, ellerine sağlık diyecektir. Çünkü böyle bir kültürel yapımız da var.Diyelim ki birinin kızkardeşine tecavüz edilmiş,erkek kardeşi de ya da babası gitmiş,tecavüzcüyü öldürmüş.Böyle bir durumda cineyet işleyen bu erkek, hapiste krallar gibi karşılanır, çıkınca da mahallenin iyi insanı olur.Kültürel olarak iyi-kötü, kabul edilebilir-edilemez şiddet anlayışımız baskınsa, televizyonların şiddet içerdiği denilen yayınlarını dikkatle değerlendirmeliyiz.Mevcut kültürde var olan baskın anlayışı yansıtan yayınlar için ne yapacağız?Televizyon kanallarına belirlenmiş hangi ortak şiddet politikasını sunacağız ki buna uygun davransınlar? Çocuklarımıza öğreteceğimiz şiddeti engellemeye/azaltmaya yönelik eğitim programları nasıl olacak? Toplumda baskın anlayışları nasıl değiştireceğiz? Belki de bazıları bu soruların cevabının yasalarla belirlendiğini söyleyecektir. Elbette şiddeti önlemeye veya şiddeti cezalandırmaya yönelik yasalarımız var.Ancak yasaların mevcudiyeti şiddeti engellemede rol oynamıyor gözüküyor çünkü yasayı, hukuku doğru düzgün uygulamak gereklidir.Hukuk ve yasa kavramları içinin boş bırakılmasına izin verilemeyecek kadar değerlidir. Hukuk devletinde bireyler kendi karar verdikleri cezayı, kendilerinin suçlu dediklerine uygulayamaz. Devletin gereğini yapacağına bireyler inanmalıdır.Güney Amerika’nın bazı yerlerinde kabul edilemez şiddet olaylarına-sokak çocuklarının kimliği belirsiz kişiler tarafından öldürülmesi gibisıklıkla rastlandığı söyleniyor çünkü denetlemede, yaptırımda zayıflıklar var.Bir toplumda bir birey neyin suç olduğunu, bu suç işlendiğinde ne olacağını, suçlunun yakalanacağını, yasaların önünde herkesin eşit olduğunu,yasaya uygun cezasını çekeceğini bilmeli ve yasanın uygulanacağından emin olmalıdır. Bu durumda ne yapılacak? Yapılması gerekenler konusunda söyleyeceklerimi lütfen genel öneriler olarak kabul ediniz, bu öneriler hemen uygulanması gerekenler değil, birlikte üzerinde düşünülmesi,çalışılması gerekenlerdir. Eğitim sistemi içinde yer alacak, okul öncesinden başlayarak, üniversiteye kadar ve halk/yetişkin eğitimi de dikkate alınarak,önceden ilgili kurumların çalışmalarıyla belirlenmiş daha gelişmiş,eğitimlibir toplum olmamız için ortaya konacak hedeflere uygun eğitim programları hazırlanmalıdır.Daha eğitimli bireyler denince sadece

TV’DE ŞİDDET VE SORUMLULUKLARIMIZ PANELİ

31


üniversitenin bitirilmesi anlaşılmasın. Bireylere her aşamada uygulanacak eğitimde esas olarak bireylerin kafasını çalıştıracak, öz denetim mekanizmasını gelştirecek, kendisi için neyin doğru, neyin yanlış olduğunu idrak edecek ve kararları uygulayabilecek hale getirecek yollar bulunmalıdır. Aslında bu özellikleri de içeren bir eğitimi okulda,örgün eğitim kurumlarında sağlayabilirsek, ayrı çaba harcanması gereken,şiddeti engellemeye yönelik eğitim programlarının, burada konuşulan medya okur yazarlığı çalışmalarının etkililiği kısa zamanda ortaya çıkacaktır.Bu söylediklerim uzun vadede planlanması ve uygulanması yararlı olabilecek çalışmalar.Bunun gerçekleşebilmesi için ön koşul olarak,her kurum, her kuruluş taşın altına elini sokmalıdır.Tüm toplumu ilgilendiren şiddetin engellenmesi/azaltılması gibi konular toplumsal onay ve ortak karar gerektirir. Üniversiteler, bilim adamları, RTÜK, devlet bakanlıkları ve başta Milli Eğitim bakanlığı, sivil toplum kuruluşları, reklam verenler, reklamcılar, televizyoncular, iletişimciler bir araya gelmeli ve koordineli çalışmalıdır. Hep birlikte, bir arada herkes üstüne düşen vazifeyi yapacak, sorumluluğunu ve sınırlılığını bilecek. Ondan sonra da temel amaçlarına ortak karar verilen çeşitli gruplara yönelik, etkili eğitim programları hazırlanacak. Şiddetle ilgili konularda şimşekleri üzerine çeken televizyon kanallarında çalışanların görüşleri de mutlaka dikkate alınmalıdır.Eğitimin görsel-işitsel özellikler taşıması eğitimciler tarafından sıklıkla dile getirilir. O zaman televizyonculardan, kitle iletişim ve iletişim uzmanlarından yardım istenmelidir ve bu grubun yanında eğitimciler, akademisyenler, RTÜK de bir araya gelerek konuyla ilgili olarak güzel reklamlar ve kısa filmler hazırlanmasına katkıda bulunabilir. Herkesin bir şekilde birbirinden haberdar olması ve hedeflenen amaç doğrultusunda ortak hareket etmesi gerekiyor.Kamu kesiminde örneğin bir taraftan Makine Kimya Kurumu ucuza silah var,alın diye promosyonlu satış yapar; ondan sonra da bakanlıklar medya okur yazarlığı, şiddeti önleme konusunda ne yaparız diye çalışırsa,en önce işin inandırıcılığı kalmaz.Bir eğitimci olarak, çuvaldızı biraz da kendimize batırmak istiyorum. Araştırmalarımızla halka yol gösterecek,eğitecek eğitim programlarının hazırlıklarını istediğimiz boyutta yapamıyoruz.Dünya da halka yönelik yapılan program veya kampanyaları izleme ve bizim kültürümüze uygun benzeri program veya kampanyaları uygulama şansını pek bulamıyoruz.Klasik eğitim programlarının dışında riskli ama belki çok etkili programları deneyemiyoruz.Bir örnek olarak; İngiltere’de uyuşturucu ve alkol kullanımı sorununa karşı,bazı kampanyalarda ürkütücü fotoğraflar kullanılıyor.Burada da aynı şekilde mi yapılmalı? Elbette bir kültürde uygulanan bir programı hemen olduğu gibi alıp,uygulamak söz konusu değildir ama hiç olmazsa küçük çaplı deneysel bir çalışmada korku, ürkütme duygusunu kullandığımızda ne oluyor diye araştırabilmeliyiz.Bu tür çalışmalarda eksiklerimiz var. Yüksek lisans öğrencileriyle birlikte yaptığımız küçük çaplı bir araştırmamız var.Hatırlarsanız, bir ara otoyol kenarlarında trafik kazasında parçalanmış otomobiller sergilenmişti.Trafik terörünü çok yoğun yaşıyan bir ülkeyiz ve bu uygulamanın temel amacı insanları ürküterek,trafikte daha dikkatli davranmalarını sağlamaktı. Küçük çalışmamızda, insanların kafalarını çevirip, geçtiklerini ve bakmak istemediklerini gördük. Daha kapsamlı çalışmalar yapmalı ve uzun vadedeki etkilerini de iyi değerlendirilmeli. Belki bunda değil ama başka bir konuda şiddeti önlemek

32

TV’DE ŞİDDET VE SORUMLULUKLARIMIZ PANELİ

için şiddet içeren bir unsur kullanılabilir, belki bir başkasında daha yumuşak bir yaklaşım seçilebilir. Bunlar henüz çok iyi bilinmiyor. Herkesin birbirine yardım etmesi lazım. Ama öncelik ailelerde. Ama aileye o bilinci etkili bir şekilde verebilmek de bizlerin vazifesi. Bunun içinde çeşitli yollar denemek gerekiyor. Birlikte koordineli çalışmak ve herkesin elini taşın altına sokması lazım. Öncelikle de bu toplumu daha eğitimli, akıllı, ve karar verebilir bir duruma getirme konusunda düzgün bir yaklaşım gerekiyor. Teşekkür ederim.

Prof. Dr. Acar Baltaş Oturumun başında “Herkesin sorumluluğu hiç kimsenin sorumluluğudur” demiştim. Herkesi kendi etki alanı içinde sorumluluk almaya davet etmiştim. Birinci oturumda değerli bir televizyon yöneticisi “sivrisineklerle mücadele etmeyin, bataklığı kurutun” diye bilgece bir yaklaşımda bulunmuştu. Oysa görüyoruz ki bataklığın kendisi medyanın şiddet içeren yayınlarıdır. O gün içinde meydana gelmiş şiddet içeren bir olayı göstermek bir haberdir. Ancak bunu defalarca tekrarlayarak göstermek şiddeti teşvik etmektir. “Doz zehirdir”. İnsan bedenine en yararlı olan madde “su”dur. Günde 10 litre su içersek hastalanırız. Bugün televizyon karşısında toplumun durumu bu çaresizliği yansıtmaktadır. Çok yönlü bir problem olan “Medyada Şiddet” medyada rol alan herkesin sorumlu davranması, ailelerin televizyon izlerken çocuklarına eşlik etmesi ve onlara rehberlik etmesi hem okullarda hem de diğer mecralarda “medya okuryazarlığının” geliştirilmesi bu problemin çözümüne katkı sağlayacaktır. Sosyal sorumluluk üstlenerek böyle bir toplantının düzenlenmesine öncülük eden Reklamverenler Derneği’nin değerli yöneticilerine, katılımcılara ve izleyicilere teşekkür ederiz


TV’DE ŞİDDET VE SORUMLULUKLARIMIZ PANELİ

33


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.