LOGO
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ, ÇEVRE VE GIDA GÜVENCESİ SEMPOZYUMU 26-27 TEMMUZ 2017
Ankara Bu sempozyum Ankara Kalkınma Ajansı tarafından düzenlenmiştir.
Düzenleme Kurulu Dr. Coşkun Şerefoğlu Emine Gökkaya Dr. Gökhan Yalçın Zeynep Tuğba Şavlı
ÖNSÖZ Sürdürülebilir bölgesel kalkınmayı hızlandırmak, bölgeye yönelik stratejiler geliştirmek, destekler vermek, işbirliği ve koordinasyon sağlamak misyonu ile hareket eden Ankara Kalkınma Ajansı bu kapsamda kurulduğu 2010 yılından itibaren birçok faaliyet gerçekleştirmektedir. Sadece ekonomik kalkınmayla değil, insani ve sürdürülebilir kalkınmayı da merkezine alan Ajansımız 2014-2018 Bölge Planı’nda iklim değişikliğiyle mücadele konusunda farkındalığın artırılması, önlemler alınması, hassas ekolojik bölgelerin korunması, doğal kaynakların etkin ve verimli kullanımı teşvik edilmesi ve çevresel sürdürülebilirlik ilkelerinin benimsenmesi ve yaygınlaştırılması konularında tedbirlere yer vermiştir. Bu tedbirler kapsamında 26-27 Temmuz 2017 tarihlerinde İklim Değişikliği, Çevre ve Gıda Güvencesi Sempozyumu’nu düzenlemiştir. İklim değişikliği özellikle son yarım yüz yılda bütün dünyayı tehdit eden bir olgu olmaya başlamıştır ve çevre, tarım, gıda güvenliği gibi konularda önemli etkileri görülmektedir. Bu nedenle iki gün süren sempozyumda iklim değişikliği ve çevre, Ankara ilinde iklim değişikliğinin etkileri, enerji, kentleşme ve konu ile ilgili stratejik eğilimler uzmanlar, ilgili Bakanlık ve sivil toplum temsilcileri tarafından ele alınmıştır. 19 konuşmacının yer aldığı sempozyum 300’den fazla kişinin katılımı ile gerçekleşmiştir. İki gün boyunca iklim değişikliği, çevre ve gıda güvencesi ile ilgili mevcut durum ayrıntıları ile tartışılmış, Türkiye’nin ve Ankara’nın alması gereken önlemler üzerine fikir alışverişi yapılmıştır. Bu sempozyum neticesinde ortaya çıkarılan bulgular doğrultusunda Ankara Kalkınma Ajansı da bölgedeki paydaşlarımızın ihtiyaçlarının giderilmesi ve işbirliklerinin geliştirilmesi konularında faaliyetlerini çeşitlendirme amacını taşımaktadır. Sempozyuma katkı sağlayan herkese teşekkür eder, sürdürülebilir kalkınma hedefine ulaşmanın ancak hep beraber düşünerek, kendi kalkınma modellerimizi oluşturarak ve birlikte hareket ederek mümkün olduğunu hatırlatmak isterim. Arif ŞAYIK Ankara Kalkınma Ajansı Genel Sekreteri
Panel 1 İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ Oturum Başkanı: Doç. Dr. Savaş Zafer ŞAHİN İklim Değişikliğinin Etkileri ve Uyum Mehrali ECER İklim Değişikliği ve Kalkınma Dr. İzzet ARI İklim Değişikliği ve Tarım Sektörü Üzerine Etkileri Prof. Dr. Gökhan ÖZERTAN İklim Değişikliği ve Türkiye Rıfat Ünal SAYMAN Sanayinin İklim Değişikliğine Etkisi Tuğba DİNÇBAŞ Soru-Cevap Bölümü
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNE UYUM POLİTİKALARI Mehrali ECER Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, İklim Dairesi Başkanı
İklim Değişikliğine Uyum Politikaları
Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli’nin 4. (2007) ve 5. (2014) Değerlendirme Raporlarında Akdeniz Havzası, iklim değişikliğinden en çok etkilenecek bölgeler arasında gösterilmektedir. Türkiye’de bugüne kadar iklim değişikliğine bağlı gözlemlenen ve öngörülen bir takım etkiler bulunmaktadır. Örneğin ülkemizde sıcaklıklar her yıl artmaya devam etmektedir. Ayrıca Türkiye genelinde 1960- 2010 yıllarına ait veriler kullanılarak yapılan analizlerde yaz günleri sayısının, sıcak gün ve gece sayılarının arttığı, serin gün ve gece sayılarının azaldığı gözlenmiştir. Tüm senaryo çıktılarının sonuçları birlikte değerlendirildiğinde, senaryoya bağlı olarak bazı farklılıklar görülmekle birlikte genel olarak sıcaklıkların ortalama 2-3°C civarında artacağı, yağışların ise önemli ölçüde azalacağı görülmektedir. İklim değişikliğinin ekonomik ve sosyal etkileri incelendiğinde karşımıza endişe verici bir tablo çıkmaktadır. Yağış düzeninin, rejiminin değişmesi su sıkıntısı ve/veya sellere yol açabilecek, bu da kentsel altyapının yanı sıra enerji ve ulaştırma altyapılarını da olumsuz etkileyecektir. Suyun sanayide yoğun olarak kullanılması sebebiyle, su sıkıntısı yaşanması durumunda sanayi ve dolayısı ile ülkemizin kalkınması bu durumdan olumsuz etkilenecektir. Su, toprak gibi doğal kaynaklara dayanan tarımsal yapı ve ürün deseni etkilenebilecek ve artan sıcaklıklar, bitkisel üretim dönemlerini değiştirip gıda güvenliğini tehdit edebilecektir. Bulaşıcı hastalıklara neden olan etkiler artabilecek, hassas ekosistemlerin ve türlerin yok olmasına sebep olabilecektir. Orman yangınlarının sıklığı artabilecektir. Sıcak hava dalgaları, sıcak günlerin sıklığındaki artışlar insan sağlığını etkileyebilecek, aşırı iklim olaylarının daha sıklaşması nedeniyle hava koşulları ile bağlantılı ölümler ve hastalıklar artabilecektir. İklim değişikliği senaryolarına göre ortalama hava sıcaklığında görülebilecek 1-2 derecelik artış, aşırı hava sıcaklıkları ve şiddetli yağışlarda bir kaç kat artış anlamına gelmektedir. Son yıllarda dünyanın birçok bölgesi
9
Mehrali ECER
şiddet, etki, süre ve oluştuğu yer bakımından eşi ve benzeri olmayan çok sayıda hidro-meteorolojik afetlere sahne olmaktadır. Bununla birlikte son yıllarda ülkemizde gerçekleşen hortum, sel, yıldırım düşmesi, aşırı sıcak hava ve dolu gibi doğal afetlerin sayısında belirgin bir artış gözlenmektedir. Son yıllarda, özellikle orta ve küçük ölçekli meteorolojik süreçlerin rol oynadığı afetlere dair kayıtların farklı kaynaklardan derlenerek klimatolojilerinin oluşturulmasına başlanmıştır. Bu bağlamda, ülkemizde nispeten ender görüldüğü düşünülen hortum, yıldırım vb. afetlerin de en az sel, şiddetli rüzgâr, dolu, heyelan ve don kadar öncelikli olduğu ortaya çıkmaktadır. Türkiye’de iklim değişikliğinin yaratacağı etkilerin gelecekte ciddi bir tehdit oluşturacağı görülmekle birlikte, iyi planlandığında bu etkiler ile başa çıkabilmek ve yönetebilmek için, azaltım ve uyum sağlamaya yönelik çabalar, iklim değişikliğine karşı hassasiyeti azaltmada son derece önemli bir rol oynayacaktır. İklim değişikliğine sebep olan emisyonlar azaltılsa ya da sonlandırılsa bile atmosferde kalan sera gazları, iklim olaylarını değiştirmeye devam edecektir. İklim değişikliği bir kalkınma sorunudur. Bu nedenle, ekonomik, sosyal ve çevresel etkileri ve riskleri en aza indirmek için iklim değişikliğine uyum sağlamak gerekmektedir. Uyum, toplumların kendilerini belirsiz bir gelecekle daha iyi mücadele etmelerini sağlayan bir süreçtir. Uyum, toplumları değişen bir iklime hazırlamaya yönelik çok çeşitli faaliyetleri ve politikaları kapsamaktadır. İklim değişikliğinin Türkiye’deki etkilerine uyum sağlanması amacıyla Türkiye’nin İklim Değişikliğine Uyum Stratejisi ve Eylem Planı hazırlanmış ve 2011 yılında uygulamaya konulmuştur. 2023 yılına kadar uygulanacak olan Uyum Stratejisi ve Eylem Planı, beş öncelikli alana odaklanmaktadır:
10
İklim Değişikliğine Uyum Politikaları
• Su kaynakları yönetimi • Tarım sektörü ve gıda güvencesi • Ekosistem hizmetleri, biyolojik çeşitlilik ve ormancılık • Doğal afet risk yönetimi • İnsan sağlığı Önümüzdeki dönemde iklim değişikliğine uyum çabalarını daha da yoğunlaştırmayı amaçlıyoruz. İlk hedefimiz, 2011 yılında uygulamaya koyduğumuz Ulusal İklim Değişikliğine Uyum Stratejisi ve Eylem Planı’nı, bilimsel çalışmalar ile en güncel veri ve bilgiler doğrultusunda güncellemektir. Yaşadığımız şehirlerde de iklim değişikliğinin etkileri günlük hayatımızda iyiden iyiye hissedilmektedir. Bu nedenle iklim değişikliğine uyumlu şehirleşme ve risk yönetimi günümüzde üzerinde önemle durulması gereken konulardan biridir. Ülkemizin iklim değişikliği ile mücadele alanındaki hedeflerinin gerçekleştirilmesinde yerel yönetimlere de görevler düşmektedir. Diğer taraftan, 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun 2012 yılında yürürlüğe girmiştir. Kentsel dönüşüm faaliyetleri kapsamında, yaklaşık 6,5 milyon konut yeniden yapılandırılmaktadır. Kentsel dönüşüm planlamalarında, iklim değişikliğine neden olan sera gazı emisyonlarının azaltılması ile enerji verimliliği sağlanması, yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanılması ve sera gazı emisyonu yutak alanlarının artırılmasına önem verilmektedir. Tüketim alışkanlıklarımızı, davranış biçimlerimizi değiştirerek ve daha duyarlı bir yaşam biçimi edinerek gezegenimizin geleceğini şekillendirmek mümkündür. Herkesin günlük yaşamında alacağı basit önlemler gezegenimizin geleceğine katkı sağlayacaktır. Bu önlemlerden bazıları hiçbir ek masraf gerektirmeyecek, bazıları da az bir harcama ile orta ve uzun vadede kolayca yapılabilecek niteliktedir. Bireysel olarak alacağımız önlemlerden biri bireysel tüketimimizde enerji tüketimini azaltmaktır. Ampulleri enerjiyi verimli kullanan tasarruflu ampullerle değiştirmek, elektrikli cihazları
11
Mehrali ECER
stand-by (bekleme) konumunda bırakmamak, çamaşır ve bulaşık makineleri sadece tam dolduğunda çalıştırmak, soğutma cihazlarını evin serin odalarında, ısıtma cihazlarından uzakta yerleştirmek ve bu sayede elektrik tasarrufu sağlayıp karbondioksit salınımını azaltmak, daha az sıcak su kullanmak, yemek pişirirken, su kaynatırken tencerenin kapağını kapatmak ve uzunca banyo yapmak yerine duş kullanmak bu önlemlerden bazılarıdır. Her birey ağaç dikmelidir. Tek bir ağaç yaşamı boyunca ortalama bir ton karbondioksiti süzer. Evinizin kenarında yetişmiş bir ağacın sağladığı gölge, klima masrafınızı %l0-l5 civarında azaltır. Ormanlar korunmalıdır. Ormanlar karbon depoladıkları için çok önemlidir. Ormanlar yandığında ya da kesilip yok edildiğinde depoladıkları karbon atmosfere verilir. Orman kaybı yıllık karbondioksit artışının %20’sinin nedenidir. İklim değişikliği hakkında daha fazla bilgi edinilmeli ve bu konu hakkındaki çalışmalar desteklenmelidir.
12
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE KALKINMA Dr. İzzet ARI Kalkınma Bakanlığı Çevre ve Sürdürülebilir Kalkınma Dairesi Başkanı
İklim Değişikliği ve Kalkınma
İkinci dünya savaşını takip eden yıllarda, ağır sanayileşme ve hızlı kentleşme çevre ve doğal kaynaklar üzerinde baskıya neden olmuştur. Doğal kaynakların sürdürülemez tüketimi nesiller arasında adaletsizliğe, çağdaş toplumlarda dengesizliğe ve fırsat eşitsizliğine yol açarken ortaya çıkan çevresel problemler tüm dünyayı etkileyen ve ülke sınırlarının ötesinde küresel problemler oluşturmuştur. Artan çevre sorunları, çevre bilincinin oluşturulması ve çevresel problemlerin çözümündeki küresel işbirliğinin yaratılması amacıyla 1970’li yıllarda küresel ölçekte girişimler başlamıştır. 1972 yılında Stockholm’de ele alınan İnsan Çevresi Konferansı, küresel çevre problemleriyle başa çıkabilmek için uluslararası çevre hukukunun oluşmaya başladığı bir milat olarak kabul edilmektedir. Bu konferansı izleyen yıllarda, 1983 yılında oluşturulan BM Çevre ve Kalkınma Komisyonu yaklaşık beş yıl süren çalışması sonucunda Ortak Geleceğimiz isimli bir rapor yayımlamıştır. Bu rapor, 2000’li yıllar ve ötesi için yeni bir kalkınma modeli ortaya koymuştur. Bu model özünde ekonomik büyümenin gerekliliğini doğal kaynakları sorumsuz tüketmeden, sosyal refahı amaçlayan, çevreyi koruyan ve küresel işbirliğini esas alan bir kalkınmadır. Bruntland Raporu olarak da anılan bu rapor Sürdürülebilir Kalkınma kavramını tanımlayan ve BM nezdinde kabul edilen ilk rapordur. Gelişmiş ülkelerin, teknolojiye sahip olma ve geliştirebilme kapasitesine haiz olması ekonomik büyümeden ödün vermeksizin daha az doğal kaynak kullanarak ve daha az kirleterek sürdürülebilir kalkınmaya ulaşmasına imkan sağlamıştır. Bu durum gelişmiş ülkelerin rekabet edebilirliğini daha da artırmıştır. 1992 yılında Rio’da gerçekleştirilen BM Çevre ve Kalkınma Zirvesine Sürdürülebilir Kalkınma ve ilkleri damgasını vurmuştur. Rio zirvesinin çıktılarından olan BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ilkeleri, amacı ve taahhüdü sürdürülebilir kalkınma modelini oluşturmayı çalışmakla birlikte en önemli küresel sorun olan iklim değişikliğiyle mücadele için ülkeler arası yeni fakat adil olmayan bir sınıflandırmayı getirmiştir. 1994 yılında yürürlüğe giren Sözleşmenin altında ülkeler için emisyon azaltımı, finansman ve teknoloji transferi ile sürdürülebilir kalkınmayı sağlamak için Kyoto Protokolü oluşturulmuştur. 2005 yılında yürürlüğe giren Protokol iklim değişikliği için yeterli azaltım, uyum, küresel işbirlikleri sağlayamamıştır. Bunun neticesinde yeni, kapsayıcı ve adil bir anlaşmaya ihtiyaç duyulmuş-
15
D r. İ z z e t A R I
tur. Yeni bir iklim anlaşmasının oluşturulması için Durban Platformu isimli yeni bir çalışma grubu (ADP) 2011 yılında kurulmuştur. Bu platform 2015 yılına kadar çalışmıştır. Yeni iklim rejimi anlayışında aşağıdan yukarı yaklaşıma en iyi örnek Ulusal Olarak Belirlenmiş Katkılar (Intended Nationally Determined Contributions – INDC) aracı olmuştur. INDC’nin gönüllülük esasına dayanması ve ülkelerin kendi ulusal şartlarını gözeterek katkılarını belirlemesi nedeniyle ülkeler için bir fırsat niteliği taşımıştır. Sözleşmenin 21. Taraflar Konferansında Paris Anlaşması kabul edilmiş ve Nisan 2016’da imzaya açılmıştır. Kasım 2016’da yürürlüğe giren Paris Anlaşması, BMİDÇS’nin eklerine atıfta bulunmayarak çok önemli, kapsayıcı ve dönüştürücü bir anlaşma niteliği kazanmıştır. Paris Anlaşmasında sorumluluklar gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında paylaştırılmıştır. Ancak, anlaşmada hangi ülkelerin gelişmiş / gelişmekte olduğu veya ülke sınıflandırmasında kriterlerin belirlenmemiş olması 2020 yılına kadar iklim müzakerelerinin sıkı bir biçimde devam edeceğinin işaretini vermiştir. Sürdürülebilir kalkınma içinde iklim değişikliği konusu 2015 yılına gelinceye kadar yeterince yer bulamamıştır. Bu nedenle, 1992 yılında yapılan Rio zirvesinin çıktıları yeterince uygulamaya geçememiştir. 2000 yılında BM’de Binyıl Zirvesinde “Binyıl Kalkınma Hedefleri-BKH (Millenium Development Goals-MDG)” kapsamında oluşturulan sekiz amaçtan 7. amacın altında iklime ilişkin göstergeler yer alsa da çok sınırlı olmuştur. Diğer taraftan, sürdürülebilir kalkınmanın sadece en az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler için değil tüm dünya ülkelerinin izlemesi gereken bir kalkınma modeli olması argümanıyla daha kapsayıcı ve bütüncül hedefler setine ihtiyaç duyulmuştur. 2012’de gerçekleştirilen Rio+20 zirvesinde, Binyıl Kalkınma Hedeflerinin (MDG) yerini Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerinin (SDG) alacağı da deklare edilmiştir. 17 amaç (goal) ve 169 hedef (target) oluşturulmuştur. 25-27 Eylül 2015’te BM Genel Kurulunda düzenlenen BM Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesinde SDG’ler kabul edilmiştir. İklim değişikliği bağlamında MDG-7 (Çevresel Sürdürülebilirliği Sağlamak) sera gazı emisyonları, ozonu incelten maddeler ile ormanlar, korunan alanlar ve yutak alanlara ilişkin hedefler içermiştir. Ancak bu durum iklim değişikliğinin kalkınma hedeflerinde yeterince yer bulamadığını
16
göstermektedir. SDG ile birlikte iklim değişikliği için özel bir amaç olan SDG-13 (İklim değişikliği ve etkileri ile mücadele etmek için acil olarak harekete geçmek) oluşturulmuştur. Bu amaç altında 5 hedef yer almaktadır: 13.1. Tüm ülkelerde iklim değişikliğiyle ilgili tehlikeler ve doğal afetlere karşı dayanıklılık ve uyum kapasitesinin güçlendirilmesi 13.2. İklim değişikliğine yönelik önlemlerin ulusal politikalara, stratejilere ve planlama süreçlerine dâhil edilmesi 13.3. İklim değişikliğinin önlenmesi ve etkilerinin azaltılması ile iklim değişikliğine uyum ve erken uyarı konularında eğitim, farkındalık oluşturma ile bireysel ve kurumsal kapasitenin geliştirilmesi 13. a Anlamlı azaltım eylemleri ve uygulamada şeffaflık bağlamında gelişmekte olan ülkelerin ihtiyaçlarının karşılanması ve Yeşil İklim Fonu’nun sermaye oluşumunun bir an önce tamamlanmasıyla işler hale getirilmesi amacıyla 2020 yılı itibarıyla tüm kaynaklardan yıllık 100 milyar ABD Dolarının ortaklaşa harekete geçirilmesi amacına yönelik Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi altında gelişmiş ülkelerce verilen taahhüdün yerine getirilmesi 13. b En az gelişmiş ülkelerde ve gelişmekte olan küçük ada devletlerinde kadınlar, gençler ile yerel ve marjinal topluluklara odaklanılarak iklim değişikliğine yönelik planlama ve yönetim için kapasite artıracak mekanizmaların teşvik edilmesi Ayrıca 16 SDG arasında iklim değişikliğiyle mücadeleye yönelik hedefler doğrudan veya zımni olarak yer almaktadır. İklim değişikliği için ana unsurlar olan azaltım, uyum, teknoloji transferi, finansman, kapasite geliştirme, ortaklıklar – işbirlikleri ile SDG’ler arasında kayda değer bir ilişki olduğu görülmektedir. Böylelikle, iklim değişikliği konusu sürdürülebilir kalkınma modeline somut olarak ana akımlaştırılmıştır.
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE TARIM SEKTÖRÜNE ETKİLERİ Prof. Dr. Gökhan ÖZERTAN Boğaziçi Üniversitesi, Ekonomi Bölümü, Öğretim Üyesi
İ k l i m D e ğ i ş i k l i ğ i v e Ta r ı m S e k t ö r ü n e E t k i l e r i
Tarımın fiziksel, sosyal ve ekonomik çevresi vardır ve iklim değişikliği sebebiyle tarımda arz ve talep baskıları bulunmaktadır. ‘‘Yeşil Büyüme” diğer bir deyişle düşük karbon ekonomisi ve sürdürülebilirlik bu süreçte önem kazanmaktadır. Keza 10’uncu Kalkınma Planı’nda (2014-2018) da: Topoğrafya ve toprağın yapısından kaynaklanan kısıtlar ile iklim değişikliği ve küresel ısınmanın neden olduğu sorunların çözümü başlığında incelenmiştir. Dünyada buğday, mısır, arpa üretiminde iklim değişikliğinden kaynaklanan yıllık tahmini kayıp 5 milyar ABD doları civarındadır. Bu durumdan hem üreticiler hem tüketiciler etkilenmektedir. Bu süreçte üretim maliyetleri yükselirken gıdaya harcanan rakamı artırmaktadır. Zira bu kayıp sadece harcanan rakam artmakla kalmayıp beslenmede azalma riski ve gıdaya erişim sorunlarını da beraberinde getirmektedir. Diğer bir deyişle makro seviyede gıda güvencesi; mikro seviyede verim sorunu ile karşı karşıya kalınmıştır. İklim değişikliği tarımı etkiler… Kuru dönemlerin ve kuraklığın sıklığında artış
Yağış düzenlerinde değişiklikler
Olağan üstü hava olaylarının yoğunluğunda artış
Sıcaklıklarda yükselme
Deniz seviyelerinde yükselme
Tüm bu etkilerin ekin verimliliği, çiftlik hayvanları, deniz canlıları ve ormanlar üzerinde olumsuz sonuçları vardır
Sıcaklıklarda değişkenlik
İklim değişikliği karşısında otonom adaptasyon çiftçiler ya da işletmeler tarafından bağımsız olarak uygulanıyorken kamu ise planlı adaptasyonu seçmektedir. Kısa vadede: İklimsel değişkenliğe adapte olma çabaları uzun vadede iklim değişikliği ile mücadeleye dönüşmüştür. Mevcut iklim koşullarına bakarak uzun dönemli etkileri tahmin etmek güncel sorunlar ile mücadele etme gereği oluşmuştur. Bu da kamunun devreye girerek tarım
21
P r o f. D r. G ö k h a n Ö Z E R T A N
sistemine yönelik stratejik hamleler yapması ve sistemi yönetmesini beraberinde getirmektedir. Dünya genelinde tarımın karakteristiği son dönemde düşük toprak üretkenliği, piyasaların etkin işlemeyişi, düşük teknoloji kullanımı, olumsuz hava koşullarının bileşimi olarak görülmektedir. Bütün bileşenler düşük verime sebep olmakta, gıda güvencesini tehdit etmektedir. Diğer taraftan bilim insanları gelecekteki ısınmayı “artık” engellemenin mümkün olmadığını belirtmektedir. Buna ek olarak emisyonlara yönelik limitler uygulansa bile, çiftçilerin daha sıcak bir üretim çevresi ile karşı karşıya kalacakları ve tehdit altında olacaklarının altı çizilmektedir. Bunu biraz daha detaylı açıklamak gerekirse, hava koşulları zararlıların büyümesini etkilemektedir ve bu durumda çiftçiler de üretimde uygulama değişikliğine yönelmektedir. Zira hava olaylarındaki ani değişimler tarımsal üretimdeki en büyük risk faktörü olarak karşımıza çıkmaktadır. Agronomik, kültürel, sosyal, psikolojik ve ekonomik faktörlerden etkilenen tarımsal performans ve teknik kararlar bir çok “katman” içermektedir. Gelecekte bizi bekleyen tabloda ise tarımın artık bir aile işletmesi ve küçük çiftçi ile özdeşleşen bir sektör olmadığı bir resim bulunmaktadır. Tarımın herkese yetecek arz ile dünya nüfusunu doyurma işlevini tamamladığı bir tablodan gittikçe uzaklaşılmaktadır. Bunun yerine arz artışının desteklenmeyeceği, tarıma yeni işlevlerin yükleneceği ve geleneksel tarım üreticisinin ve tarımsal ürün ticareti ile uğraşanların rollerinin değiştiği bir tablo bizi beklemektedir. İklim değişikliği ile mücadelede yapılabileceklere birkaç örnek vermek gerekirse; ekilen bitki deseninin değiştirilmesi, iyileştirilmiş tohum kullanımı ve bunların teknoloji kullanımı ile harmanlanması olumlu sonuçlar getirecektir. Ayrıca iklim ve hava tahmini yazımlarının yanısıra doğayla dost ve kimyasal içermeyen gübre ve besin maddesi kullanımı bu mücadeleye katkıda bulunacaktır. Çiftçilerin yayıma erişim ve topografik farklılıkları dikkate alarak Ar-Ge yatırımı yapılması gibi faaliyetler, çiftçilerin finansal kaynaklara erişiminin kolaylaştırılması ile anlam bulacaktır.
22
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE TÜRKİYE Rıfat Ünal SAYMAN Bölgesel Çevre Merkezi, Türkiye Direktörü
İklim Değişikliği ve Türkiye
İnsanoğlunun kurduğu ve doğa üzerinde üstünlüğünü ilan ettiği medeniyeti, büyük bir sınavla karşı karşıya. Küresel iklim değişikliği, dünyanın her yerinde yıkıcı etkisi artan aşırı hava olaylarında artışlara sebep olarak, medeniyeti ve temelini oluşturan şehirleri tehdit ediyor. Dünya devletleri, bu sınavı vermek için gecikmiş ama büyük bir adım olan Paris Anlaşması’nı kabul etti. Paris Anlaşması’nın başarılı sonuç vermesi, medeniyetin güçlenmesiyle; başarısız olmasıysa binlerce yıllık kazanımın kaybedilmesiyle sonuçlanacak. Uluslararası toplum, artan çevre sorunlarını çözmek üzere, “Yeryüzü Zirvesi” için 1992 yılında Rio’da toplandı. Zirvenin en önemli kazanımlarından biri, “Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS)’nin kabul edilmesi oldu. BMİDÇS, her ülkenin tarihsel sorumlulukları çerçevesinde imkân ve kabiliyetlerine göre “ortak fakat farklılaştırılmış” çabalarla iklim değişikliğiyle mücadele etmesini öngördü (UNFCCC, 1992). Ülkelerin azaltım ve uyum konularındaki sorumluluklarının belirlenmesi için sınıflandırmaya gidildi. Sözleşme kapsamında1 ülkeler 3 ana sınıfta yer aldı. “Ek-I”, tarihsel sorumluluğu bulunan ve “azaltım” yapması öngörülen “sanayileşmiş ülkeleri” kapsadı. Bu ülkeler Avrupa Birliği (AB), Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) ülkeleri, eski Doğu Bloku ülkeleri oldu. “Ek-II” ülkeleri ise, gelişmekte olan ülkelere özellikle “uyum” konusunda para ve teknoloji transferinde destek olmaları öngörülen ve “mali sorumluluğu” bulunan “zengin ülkeler” oldu. Bu ülkeler AB ve OECD üye ülkeleri olarak belirlendi. Ek-I dışı ülkeler ise sözleşmeye taraf olan ancak azaltım ve mali sorumluluğu olmayan ülkelerden oluştu. Ülkelerin sorumlulukları, sözleşmenin eklerinde yer alan sınıflar kapsamında oluştuğu için bu yaklaşım, literatürde “ekler sistemi” olarak ifade edilmeye başladı (UNFCCC*, 1992). 1
İklim değişikliğiyle mücadelenin iki ana ayağı bulunuyor: azaltım ve uyum. İklim değişikliğine neden olan insan kaynaklı sera gazı salımlarının kontrol altına alınması, azaltılması ve tutulmasına yönelik önlemler “azaltım (mitigation)”, iklim olaylarının (risklerinin) etkileriyle mücadele etmek, fayda sağlamak ve etkileri yönetebilmek için stratejilerin güçlendirilmesi, geliştirilmesi ve uygulanması da “uyum (adaptation)” olarak sınıflandırılıyor.
*
Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi
25
R ı f a t Ü n a l S AY M A N
Kyoto Protokolü, BMİDÇS’nin amaçlarına ulaşmak için atılan ilk somut adım oldu. 1997 yılında kabul edilen protokol 8 yıl sonra 2005 yılında yürürlüğe girebildi. Protokolün ana hedefi olarak, Ek-I ülkelerinin toplam sera gazı salımlarının, 2008 – 2012 yılları arasında, 1990 yılı seviyesinin %5,2 altına çekilmesi kabul edildi. Belirlenen bu hedef, bilimsel kriterler değil, ülkeler arasındaki müzakerelerin sonucu olarak ortaya çıktı. Bu toplam hedefe her bir Ek-I ülkesinin farklı katkı vermesi öngörüldü. Yani %5,2 hedefi her ülkenin erişmesi zorunlu bir hedef olarak değil, bazı ülkelerin daha yüksek (AB ülkeleri %8, ABD %7 azaltma vs.) ve bazı ülkelerin daha düşük (Rusya %0, Avustralya için %8 artış vs.) azaltımlar (veya artıştan azaltım) yaparak bütün Ek-I ülke salımlarının toplam olarak erişmesi planlanan bir hedef olarak konuldu (UNFCCC, 1998). Kyoto Protokolü’nün beklenen salım azaltımını sağlamaması, bütün ülkelere hedef yükleyecek geniş bir anlaşmanın yapılmasını gündeme taşıdı. Bu anlaşma sayesinde, Kyoto Protokolü’nün uygulama döneminin bitmesinin akabinde 2013 ve sonrası dönemde azaltımların hız kesmeden devam etmesi öngörüldü. İhtiyaç duyulan salım azaltımı için gelişmekte olan ülkelerin hızla artan salımlarının azaltılmasını sağlayacak önlemler de gündeme alındı. Bu amaçla 2009 yılında Kopenhag’da bir araya gelen devletler (COP15), uzun müzakerelere rağmen, bağlayıcı bir anlaşma üzerinde uzlaşma sağlayamadan ayrıldılar. Kopenhag’ın çıktısı olarak bir uzlaşma metni yayınlandı. Bu yasal bağlayıcılığı olmayan metin, dünya devletlerini küresel sıcaklık artışını 2°C’nin altında tutmaya davet etti. Kopenhag Konferansı’nda ülkelerin uzlaşamaması, iklim değişikliğiyle mücadelede yolun sonuna mı gelindi sorusunu gündeme taşıdı. Genel olarak başarısızlık olarak anılmakla birlikte Kopenhag süreci, aslında dünyayı Paris Anlaşması’na taşıyan önemli bir adım olarak kabul edilmeli. Kopenhag’da, Kyoto Protokolü’nün aksine, ek ve ek-dışı ülkeler gerçek anlamda bir müzakere süreci yürüttüler. Kopenhag Konferansı’nın talihsizliklerinden biri 2008 yılında yaşanan ekonomik krizin etkileri atlatılmadan düzenlenmiş olmasıydı.
26
İklim Değişikliği ve Türkiye
Kopenhag sonrası, Doha’da (COP18) Kyoto Protokolü yükümlülük süresinin 2020 yılına kadar uzatılması kararlaştırıldı (Kyoto Protokolü II. Yükümlülük Dönemi). Bu ikinci döneme destek daha da azaldı.2 Türkiye’nin toplam sera gazı salımları baz yıl 1990’da 208 bin tondan %125’lik bir artışla 2014’de 468 bin tona yükseldi. Türkiye’nin toplam sera gazı salımları küresel ölçekte değerlendirildiğinde, ülkenin 1990 yılında 25. sıradan 2012 yılına gelindiğinde 19. sıraya yükseldiği görülüyor. Türkiye’nin salımları, 2012 için küresel ölçekteki toplam salımların %0,9’u seviyesinde. Türkiye’nin toplam sera gazı salımlarında enerji sektörü en üst sırada yer alıyor. Enerji sektörünün toplam salımlar içindeki payı 1990 yılında %64’ten 2014 yılında %73 seviyesine çıktı. Enerji sektörünü %13 ile endüstriyel faaliyetler, %11 ile tarım ve %3 ile atık sektörleri takip ediyor. BMİDÇS’nin kuruluşu sırasında bir OECD ülkesi olarak Türkiye hem Ek-I hem de Ek-II listelerinde yer aldı. Ek-I ülkesi olarak salım azaltımı yapma ve Ek-II ülkesi olarak gelişmekte olan ülkelere mali destek yapma yükümlülükleri altına girmesi söz konusu oldu. Bu nedenle Türkiye BMİDÇS’yi uzun bir süre onaylamadı. 2001 yılında Marakeş’te düzenlenen COP7’de Türkiye Ek-II’den çıkartıldı. Ek-I’den çıkartılmamakla beraber, özel koşulları kabul edildi. Bu gelişmeyi takiben, Türkiye’nin, BMİDÇS’ye katılmasının uygun bulunduğu kanunun Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabulü sonrasında 2004 yılında Türkiye sözleşmeye taraf oldu. Türkiye 2009 yılında da Kyoto Protokolü’nü kabul etti. Türkiye, Protokolün imzalanması sırasında BMİDÇS üyesi olmaması sebebiyle herhangi bir azaltım yükümlülüğü almadı. Türkiye’nin 1992 yılında Ek-I ve Ek-II ülkesi olarak kabul edilmesinin sıkıntıları 25 yıl sonra hâlâ devam ediyor. Türkiye, iklim konferanslarında kendi konumunu diğer ülkelere açıklamak zorunda kalıyor. Son düzenlenen Paris ve Marakeş Konferansları da bu açıdan önceki COP’ların bir 2
Kyoto Protokolü ikinci döneminin yürürlüğe girmesi için gerekli olan yeterli taraf ülke sayısı ve salım sınırına henüz erişilmemiştir.
27
R ı f a t Ü n a l S AY M A N
tekrarı oldu. Türkiye, özellikle 2020 yılında COP26’ya ev sahipliği başvurusunda bulunarak önemli bir açılım yapmak istese de halen “özel statü” konusunu aşmayı başaramadı (Sayman, İklim Değişikliği ile Mücadelede Çarpan Etkisi: Paris Anlaşması, 2015). Ek-II listesinden çıkartılmış olması ve özel koşullarının tanınması, Türkiye’yi önemli ölçüde rahatlatan değişiklikler oldu. Türkiye Yeşil İklim Fonu’na erişmek istiyor. Ancak Ek-I listesinde kalması, Paris Anlaşması kapsamında oluşturulan Yeşil İklim Fonu’na erişimi konusunda engel teşkil ediyor. Türkiye Ulusal Katkı Niyet Beyanı’nı (INDC) 2015 yılında BMİDÇS Sekretaryasına sundu. Ulusal katkısı ile Türkiye sera gazı salımlarını 2030 yılında olağan durum senaryosuna göre %21 azaltmayı taahhüt etti. Buna göre, hiçbir önlem alınmadan Türkiye’nin salım miktarının 2030 yılında 1.175 milyon ton CO2e olması, niyet beyanında belirlenen önlemlerin alınması ile de bu rakamın 929 milyon ton CO2 olarak gerçekleşeceği hedeflendi. 3 Türkiye’nin kişi başı GSYİH’si dikkate alındığı zaman, gelişmekte olan bir ülke olarak, BMİDÇS ekler sisteminde ek-dışı sınıflandırılması uygun olurdu. OECD ülkesi olması ve iyi müzakere edilememesi sebebiyle 1992 yılında ekler sisteminde Ek-II olarak sınıflandırıldı. 2001 yılında yapılan düzeltmeyle Türkiye, konumunu kısmen düzeltmiş ve özel koşulları kabul edilmekle birlikte Ek-I ülkesi sınıfında kalmıştır. Ek-I ülkesi olmasına rağmen, Türkiye’nin sera gazı salımlarının ve iklim politikalarının gelişmiş ülkelerle karşılaştırılması yanıltıcı sonuçlar verecektir. Şekil 2 ve Şekil 3’te Türkiye’nin konumunun incelenmesi durumunda, Türkiye’nin ek-dışı ülkelerle benzeştiği açık bir şekilde görülmektedir.
3 Bu hedef arazi kullanımı, arazi kullanım değişikliği ve ormancılık (AKAKDO) faaliyetleri kaynaklı salımları da içermektedir.
28
İklim Değişikliği ve Türkiye
En Fazla Salım Yapan 30 Ülke - 1990 Seragazı Salımları, Kişi Başı C O 2e kg/ yıl AKDO hariç, 1990
Alan: Seragazı Salımları, Toplam CO 2e AKDO hariç, 1990
30 Avustralya
ABD Kanada
20
Rusya Kazakistan3 Çekya
Ukrayna
10 Özbekistan
0
Almanya Hollanda İngiltere
Polonya Romanya Güney AfrikaVenezuela
Japonya İtalya Fransa
Arjantin Güney Kore Meksika İran 1 Türkiye Çin Brezilya Endonezya Nijerya Hindistan 0
Ek I Ülkeleri (Ek II hariç) Ek II Ülkeleri Ek Dışı Ülkeler
Suudi Arabistan
AB (28)2
İspanya
10.000
20.000
30.000 Kişi Başı GSYİH SGP, Cari $, 1990
Kaynak: Rifat Ünal Sayman, REC Türkiye; Veri Kaynakları: WRI CAIT, Dünya Bankası
Şekil 2- En Fazla Salım Yapan 30 Ülke – 1990
En Fazla Salım Yapan 30 Ülke - 2012
Seragazı Salımları, Kişi Başı C O 2e kg/ yıl AKDO hariç, 2012
Alan: Seragazı Salımları, Toplam C O 2e AKDO hariç, 2012
30 Avustralya
Kanada
20
ABD Suudi Arabistan
Kazakistan3
Rusya Güney Kore
Malezya Venezuela Polonya Güney Afrika İran Ukrayna Arjantin Çin Meksika Türkiye1 Tayland Brezilya Mısır Hindistan Pakistan Endonezya Nijerya
10
0
0
Ek I Ülkeleri (Ek II hariç) Ek II Ülkeleri Ek Dışı Ülkeler
Almanya
Japonya AB (28)2İngiltere İtalya İspanya Fransa
20.000
40.000
60.000 Kişi Başı GSYİH SGP, C ari $, 2012
Kaynak: Rifat Ünal Sayman, REC Türkiye; Veri Kaynakları: WRI CAIT, Dünya Bankası
Şekil 3 - En Fazla Salım Yapan 30 Ülke - 2012
29
R ı f a t Ü n a l S AY M A N
Türkiye’nin iklim politikalarının kendisine benzer nüfus ve milli gelire sahip ülkelerle karşılaştırılması, ülkenin performansını daha iyi bir şekilde ortaya koyacaktır. Gelişmekte olan ülkeler arasında nüfus ve milli gelir açısından Türkiye ile en fazla kıyaslanabilir ülkeler alfabetik olarak Arjantin, Brezilya, Güney Afrika, Güney Kore, İran, Kolombiya, Malezya, Meksika, Polonya ve Tayland’dır. Bu ülkeler Türkiye’ye yakın nüfusa ve Türkiye’nin de içinde bulunduğu üst-orta gelire sahip ülkelerdir. Şekil 4, Türkiye ve seçilen bu ülkelerin kişi başı sera gazı salımı, nüfus, milli gelir, toplam sera gazı salımı ve sera gazı yoğunluğu verilerini karşılaştırmaktadır. Türkiye, nüfus ve milli gelirde en yüksek 4. ülke iken, sera gazı salımlarında 6., kişi başı sera gazı salımlarında da 10. sırada yer almaktadır. Türkiye’nin performansı bu açıdan bu ülkelere göre oldukça iyi durumdadır. Kişi başı salımlar açısından en iyi 2., sera gazı yoğunluğu açısında da en iyi 3. durumdadır. Türkiye’nin bu ülkelerden önemli bir farkı, AB adaylık sürecidir (Polonya hariç). Bu açıdan, Türkiye’nin daha da iyi olmayı hedeflemesi, ayırma (decoupling) yaparak ekonomik olarak büyümeye devam ederken, sera gazı salımlarını mümkün olduğunca azaltacak önlemler alması gerekiyor. Türkiye ve seçilen ülkelerin ulusal katkı beyanları Şekil 5’te yer alıyor. Seçilen ülkeler ağırlıklı olarak olağan durum senaryosu (ODS) yönetimini, yani salım artışlarından azaltım yapmayı taahhüt ettiler. Sadece Brezilya 2030 yılında belirledikleri baz yıl 2005’e göre net salım azaltımı yapmayı öngördü. 11 ülkeden 7 tanesi ulusal katkı beyanlarını koşullu olarak verdiler. Aldıkları desteklere göre yapacakları salım azaltımlarını daha yükseltecekleri katkı belgelerinde yer aldı. Meksika ve Güney Afrika, salım artışları için pik yıl sundular. Türkiye’nin seçilen ülkelerle karşılaştırılması daha detaylı çalışmalarda ele alınmalıdır.
30
İklim Değişikliği ve Türkiye
Kişi Başı Sera Gazı Salımı Sıralaması (1) 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11
14,93 13,23 9,62 9,35 9,01 8,86 8,46 6,14 5,59 5,27 4,26
Ülke Malezya Güney Kore Arjantin İran Brezilya Güney Afrika Polonya Meksika Tayland Türkiye Kolombiya
Nüfus Milli Gelir Sıralama Sıralama (Milyon Kişi) (Milyar $) (3) (2) 11 29 11 314 7 50 2 1223 9 42 5 604 3 76 6 587 1 202 1 2413 6 52 9 397 10 38 7 500 2 122 3 1184 5 67 8 397 4 74 4 789 8 47 10 370
Sera Gazı Salımı Milyon ton CO2e (4) 10 288 4 693 9 338 3 715 1 1013 5 463 8 367 2 724 7 376 6 420 11 154
Sera Gazı Yoğunluğu (Toplam Salım / Toplam GSYIH) 4 0,92 7 0,57 8 0,56 1 1,22 10 0,42 2 1,16 5 0,73 6 0,61 3 0,95 9 0,53 11 0,42
(1) WRI CAIT 2012 (AKDO Dahil) (2) World Bank 2012 (3) World Bank 2012 (4) WRI CAIT 2012 (AKDO Hariç) (5) Hesaplama Sonucu
Şekil 4 - Kıyaslanabilir 11 Gelişmekte Olan Ülke için Seçilen Veriler – 2012 Ülke
Tip
Hedef Yıl
Koşulsuz
Koşullu %30
Arjantin
ODS
2030
%15
Brezilya
NET (2005)
2030
%43
Güney Afrika
PPA
2030
614 Mt
Güney Kore
ODS
2030
%37
İran
ODS
2030
%4
%12
Kolombiya
ODS
2030
%20
%30
Malezya
SY (2005)
2030
%35
%45
Meksika
ODS, PY
2030
%25
%36
Polonya*
AB (1990)
2030
%40
Tayland
ODS
2030
%20
Türkiye
ODS
2030
%21
398 Mt
%25
Şekil 5 – Kıyaslanabilir 11 Gelişmekte Olan Ülkenin Ulusal Katkıları Veri Kaynağı: Ülkelerin Ulusal Katkı Beyanları (ODS: Olağan Durum Senaryosu), (SY: Salım Yoğunluğu), (PY: Pik Yıl), (PPA: Pik, Plato, Azaltım)
31
SANAYİNİN İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNE ETKİSİ Dr. Tuğba DİNÇBAŞ Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Sanayi ve Teknoloji Uzmanı
Sanayinin İklim Değişikliğine Etkisi
İklim değişikliği uluslararası platformlarda çok ciddi çevresel ve sosyo-ekonomik sonuçlara yol açabilecek çok yönlü ve karmaşık bir sorun olarak görülmektedir. Konunun etkilerinin gelecek nesillerin yaşamını tehdit eden en önemli sınamalardan biri haline geldiği bilinciyle, iklim değişikliğine neden olan sera gazı emisyonlarının sınırlandırılması ve iklim değişikliği ile mücadele kapsamında uluslararası çalışmalar özellikle son yıllarda yoğunlaşmıştır. Mevcut üretim ve tüketim kalıpları neticesinde günümüzde sanayi kaynaklı emisyonlar toplam küresel emisyonların yaklaşık %30’unu oluşturmaktadır. Ayrıca sanayi, dünyadaki enerji tüketiminin ve atık oluşumunun önemli bir kısmına da neden olmaktadır. Sanayi sektörü 2015 rakamlarına göre dünyada toplam dağıtımı yapılan enerjinin %54’ünü kullanmış olup her geçen gün artan bir enerji talebine sahiptir. Bu bağlamda iklim değişikliği üzerindeki etkisi net ve kritik olan bu sektörde iklim değişikliği bazında yapılan çalışmalar iklim değişikliği ile mücadelede temele oturmaktadır. Küresel bazda sanayi kaynaklı emisyonlarda Asya %52 ile liderdir. Asya’yı OECD ülkeleri, ekonomisi geçiş sürecinde olan ülkeler ve Ortadoğu ülkeleri takip etmektedir. IPCC’nin yaptığı projeksiyonlara göre sanayi sektöründe azaltıma ilişkin herhangi bir önlem alınmazsa 2050 yılına kadar sanayi kaynaklı emisyonlar %74-91 arasında artacaktır. UNIDO’nun bir araştırmasına göre 2 derece hedefi için gerekli emisyon azaltım miktarının %30-35’i gelişmekte olan ülkelerde, %15’i ise gelişmiş ülkelerde bulunmaktadır. Bölgesel açıdan bakıldığında ise bu azaltım potansiyelinin çok büyük bir miktarı Çin ve Hindistan’dadır. Söz konusu emisyon azaltım çalışmalarının yaklaşık %40’ının maliyet etkin bir şekilde gerçekleştirilebilir olduğu da hesaplanan başka bir önemli sonuçtur. Bu noktada sanayide emisyonların nasıl yönetileceği ve azaltılacağı sorusu ön plana çıkmaktadır. Birçok imalat sanayi emisyonu; kimyasal reaksiyonlardan ve hammaddeleri endüstriyel ürünlere dönüştüren fiziksel ve kimyasal dönüşümü sağlamak için gerekli yoğun ısıyı sağlamak adına fosil yakıt yakılmasından kaynaklanmaktadır. Sanayi sektöründe emisyon azaltımı
35
D r. Tu ğ b a D İ N Ç B A Ş
3 farklı seviyede gerçekleşen sistematik bir yaklaşımla ele alınmaktadır: mikro seviye (tek bir şirkette proses entegrasyonu ve temiz üretimin uygulanması gibi); mezo seviye (2-3 veya daha çok tesis arasında eko endüstriyel parklarda olduğu gibi ilişkiler ağı) ve makro seviye (kentsel simbiyoz veya bölgesel eko-endüstriyel ağlar). Bu tür sistematik ortaklık faaliyetleri toplam kaynak ve enerji kullanımını azaltarak emisyon azaltımına ciddi katkı sağlarlar. Ayrıca tek tek tesis bazında yapılarak elde edilebilecek faydayı maksimize ederler. İklim değişikliği konusunda en etkili emisyon azaltım yolu enerji verimliliği olarak görülmektedir. Enerji verimliliği sayesinde enerji kaynaklı emisyonların %50’sinin 2050 yılında azaltılabileceği hesaplanmaktadır. Enerji verimliliği; enerji maliyetlerinin, enerji bağımlılığının, emisyonların azaltılması ve enerji fiyatlarına karşı hassasiyetin doğal kaynakların verimli kullanımın artırılması gibi faydalar sağlamaktadır. Ayrıca enerji verimliliği bu yatırımların pozitif geri dönüşlü olması, istihdam yaratılması, toplam enerji yatırım maliyetlerinin azaltılması gibi alanlardaki faydaları ile kendini ispatlamıştır. İmalat sanayinde en çok ön plana çıkan emisyon azaltım alanı olan enerji verimliliği, iklim değişikliği ile mücadelede önemli bir araçtır fakat tek başına yeterli değildir. Sanayi sektöründe net bir emisyon azaltımı için geniş bir yelpazede bulunan azaltım seçeneklerinin sektörde yaygınlaşması gerekmektedir. Enerji verimliliğine ek olarak emisyon verimliliği (yakıt değişimi, karbon tutma ve depolama gibi), kaynak kullanım verimliliği, geridönüşüm ve materyallerin yeniden kullanımı, ürün-hizmet verimliliği gibi farklı stratejilerin paralel olarak kullanılması gerekmektedir. Ciddi teknolojik değişiklikler barındıran ve yukarıda sayılan bu seçenekler çerçevesinde sanayide net bir emisyon azaltımının sağlanması için sektörde mevcut politikaların çok ötesine geçilmelidir. İmalat sanayi birçok farklı proses içermektedir. Dolayısıyla hem proses, hem teknoloji hem de organizasyonel bazda ciddi farklılıklar içeren bu sektöre yönelik bütünsel bir emisyon yönetimi yaklaşımı/politikası gereklidir. Uluslararası rekabet ve kendi içindeki sektörel farklılıkları göz önüne alındığında sanayinin po-
36
Sanayinin İklim Değişikliğine Etkisi
litika yapıcılar tarafından özel bir şekilde ele alınması ve emisyon azaltımı için izleme, teşvik ve kontrol gibi alanların bütünsel çalışılması gerektiği ortaya çıkmaktadır. İklim değişikliği sürecinin sanayi üzerine getireceği yükümlülükler ve sunacağı fırsatlar firmaların tüm iş süreçleriyle ve yönetim süreçleriyle yakından ilgilidir. İklim değişikliği hali hazırda sanayiyi birçok açıdan etkilemekte ve etkilemesi beklenmektedir. Bu bağlamda sanayinin karşı karşıya olduğu risklere gelindiğinde önümüzdeki yıllarda emisyon azaltımı hedefli sınırda vergiler, kotalar gibi çeşitli araçlarla özellikle emisyon yoğun ürünlerin ticaretinin kontrol edileceği öngörülmektedir. Ayrıca doğal kaynaklara (enerji kaynakları dahil) ulaşım zorluğu, doğal kaynak maliyetlerinde artış, sıkılaşan ulusal düzenlemeler, risk yönetiminin zorlaşması, yenilikçilik ve teknoloji yönetimi konularında uzmanlaşma zorunluluğu gibi organizasyonel alanlarda firmaları zorlayacak hususlar da olacaktır. Bu olasılıklar sanayi açısından önemli bir tehdit oluşturmaktadır. Günümüzde iklim değişikliğine ilişkin gelişmeler göz önüne alındığında özellikle kurumsal ve uluslararası firmalar başta olmak üzere firmaların bu büyük dönüşüm sürecinin dışında kalamayacağı düşünülmektedir. Nitekim iklim değişikliği küresel bir çevre probleminden öte ekonomik ve sosyolojik etkileri yüksek bir alandır ve tıpkı oluşumu gibi çözümü de çok kapsamlı ve kapsayıcı uluslararası işbirliği ve eylemler gerektirmektedir.
37
Panel 2 ANKARA İLİNDE İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNİN ETKİLERİ Oturum Başkanı: Bülent KORKMAZ İklim Değişikliği Kapsamında Ankara Tarım Sektörü Bülent KORKMAZ İklim Değişikliğinin Ormanlar ve Ekosistem Üzerindeki Etkisi Filiz GÖK İklim Değişikliğinin Ankara Yağış Rejimi ve Çevreye Etkileri Serhat ŞENSOY Gaziantep Büyükşehir Belediyesi İklim Değişikliği Stratejisi Mustafa YILMAZ Soru-Cevap Bölümü
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ KAPSAMINDA ANKARA TARIM SEKTÖRÜ Bülent KORKMAZ Ankara, Gıda, Tarım ve Hayvancılık İl Müdürlüğü, İl Müdürü
İ k l i m D e ğ i ş i k l i ğ i K a p s a m ı n d a A n k a r a Ta r ı m S e k t ö r ü
Kuraklık; “Yağışların, kaydedilen normal seviyelerin önemli ölçüde altına düşmesi sonucu, arazi ve su kaynaklarının olumsuz etkilenmesine ve hidrolojik dengenin bozulmasına sebep olan doğal olay” olarak tanımlanabilir. Kuraklığın literatürde üç çeşidi vardır. 1-Meteorolojik Kuraklık 2-Hidrolojik Kuraklık 3-Tarımsal Kuraklık Tarımsal Kuraklık bitkinin büyüyüp gelişmesi için toprakta yeterli nem bulunmaması durumu olarak ifade edilir. Bitkinin büyüme periyodu boyunca, suya ihtiyaç duyduğu kritik dönemde yeterli toprak nemi olmadığında tarımsal kuraklık meydana gelir. Tarımsal kuraklık meteorolojik kuraklıktan sonra ve hidrolojik kuraklıktan önce ortaya çıkan tipik bir durumdur. Tarımsal kuraklık, toprağın derinlikleri doymuş halde olsa bile ürün verimliliğini ciddi oranda düşürebilir. Yüksek sıcaklıklar, düşük nispi nem ve kurutucu rüzgarlar yağış azlığının etkilerinin katlanmasına sebep olur.
Hububat Yetiştiriciliğinde Tarımsal Kuraklığın Görülebileceği Dönemler Kuraklık Dönemleri Sonbahar (ekim dönemi) 1- Kardeşlenme dönemi, 2- Başaklanma dönemi, 3- Dane dolum dönemi kuraklıkları İç Anadolu için en uygun ekim zamanı Ekim ayıdır. Çimlenme için uygun toprak sıcaklığı 8-10 ºC olmasının yanında toprakta yeteri kadar nemin de olması gerekir. Bu ortamı bulamayan tohumlar çimlenemez. Tohum ekilirken, toprakta çimlenmeye yetecek kadar nem olması ya da ekimden sonra çimlenmeye yetecek kadar yağış alınmasının ardından 1-2 aylık kurak bir periyot gelmesi halinde, yeni çimlenen bitki henüz toprak yüzeyine çıkış yapamadan yada çıkış yapsa da bir süre sonra ‘‘alatav’’ denilen bu hadiseden dolayı ölebiliyor. İlkbahar Kuraklığı En sık görülen, verim ve kalite üzerine etkilerin en fazla olduğu dönemdir. Genel olarak 3 dönem halinde incelenebilir.
43
Bülent KORKMAZ
Kuraklık bu dönemlerin birinde ya da birkaçında etkili olabilir. 1-Kardeşlenme Dönemi Kuraklığı İç Anadolu bölgesi için Mart ve Nisan aylarının kurak geçmesi (bazen bunlara Şubat ayı da eklenebilir) sonucu ilkbaharın erken döneminde görülebilen bir tarımsal kuraklıktır. Böyle bir durumda bitki gelişiminde yavaşlama, kardeşlenmede azalma, yapraklarda incelme, yaprak renginde koyulaşma, yaprak uçlarında iğneleşme, devamında kurumalar, erken sapa kalkma ve bitki boylanamadan başaklanma eğilimi görülür. 2- Başaklanma Dönemi Kuraklığı Başağın kından çıkmasından önce, başaklanma ve çiçeklenme dönemlerinde oluşan kuraklıklardır. Genellikle Mayıs- Haziran aylarında görülür. Yağışın azlığı ile beraber artan hava sıcaklıkları kuraklığın şiddetini arttırır. 3-Dane Dolum Dönemi Kuraklığı Çiçeklenme sonrasından hasat dönemine kadar geçen süreyi kapsar. Bölgemiz için genellikle Mayıs ayı sonu ile Haziran ayında görülür. Bu dönemdeki kuraklık dane dolumlarının tamamlanmaması nedeniyle dane ağırlıklarının düşük olmasına sebep olur.
İlimizde İklim Değişikliği ve Tarımsal Kuraklıkla Mücadele Uygulamaları 1-Sulama Sistemlerinin Geliştirilmesi Çalışmaları Tarımsal faaliyetler için geliştirilen Bireysel Sulama Sistemleri Destekleme Programı kapsamında; Modern basınçlı bireysel sulama tesislerinin üreticiler tarafından kullanımını yaygınlaştırmak; Daha kaliteli ve pazar isteklerine uygun üretim yapılmasını sağlamak, zor şartlarda ve bedenen çalışan üreticilerimizin işlerini kolaylaştırmak ve üretim maliyetlerini düşürülerek uluslar arası düzeyde rekabet edilebilir bir seviyeye getirmek için sulama makine ve ekipmanlarının alımının desteklenmesi çalışmaları, Kırsal Kalkınma Yatırımlarının Desteklenmesi Programı kapsamında Bireysel Sulama Sistemleri destekleme programı alımlarının hibe desteklemeleri için her yıl yayınlanan tebliğ
44
İ k l i m D e ğ i ş i k l i ğ i K a p s a m ı n d a A n k a r a Ta r ı m S e k t ö r ü
ve uygulama rehberi doğrultusunda bir program dahilinde yapılmaktadır. Kırsal alanda ekonomik ve sosyal gelişmeye katkı sağlamak için, belirlenmiş bireysel sulama sistemleri alımları ve yerinde montajı desteklenmektedir. Kırsal Kalkınma Yatırımlarının Desteklenmesi Programı kapsamında Bireysel Sulama Sistemleri hibe desteklemeleri 2007 yılından itibaren tarla içi modern sulama tesislerinin yaygınlaştırılması şeklinde devam etmektedir. 2017 ve ileriki yıllarda devam etmesi, modern sulama sistemine geçişi hızlandıracaktır. Böylelikle hem tarımsal üretimde hem de çevre konusunda sürdürülebilirliğin sağlanması açısından büyük katkılar sağlanmış olacaktır. Ayrıca sulanabilir durumda olup sulanamayan arazilerin sulanması ile üretim çeşitliliği ve ürün deseninin artması ekonomiye katkı sağlayacaktır. Bireysel sulama sistemlerinin desteklemesi ile tarımsal sulamada su tasarrufu sağlanarak mevcut su varlığından azami derecede fayda sağlanacak, daha fazla tarım alanının sulanması imkanına kavuşulacaktır. Tarım arazilerinde fazla sulama nedeniyle meydana gelebilecek çoraklaşmanın da önüne geçilecektir. 2- Arazi Toplulaştırma çalışmaları Arazi toplulaştırma çalışmalarıyla arazi parselleri büyür tarım teknikleri ve sulama metodlarının uygulanması kolaylaşır, parsel sayısı %40 oranında azalır ve parsel büyüklüğü %80 oranında artar. İşletme merkezi ile parseller arasındaki mesafeler azalır. Ayrıca sulama randımanı artar. Bu nedenlerden dolayı arazı altyapı çalışmaları ilimizde devam etmekte olup 6.956 ha tarım arazisinin toplulaştırması tamamlanmış olup, Nallıhan, Beypazarı, Şereflikoçhisar, Evren, Bala, Gölbaşı ilçelerinde 223.074 ha alanın toplulaştırılması devam etmektedir. 3- Kuraklığa Dayalı Sertifikalı Tohum Kullanımı Çalışmaları İlimizde 2016 yılı itibarı ile; Sertifikalı Tohum Üretim ve Kullanım Desteği olarak 10.533.029 TL destek sağlanmıştır. Tarla Bitkileri Merkez Araştırma enstitüsünün ve diğer enstitülerin ıslah çalışmalarıyla tescil ettirdikleri
45
Bülent KORKMAZ
kuraklığa dayanıklı hububat çeşitleri çiftçilere önerilmiştir. Eğitim yayım çalışmalarıyla sertifikalı tohum kullanımının önemi çiftçilerimize anlatılmaktadır. 4- İyi Tarım Uygulama Alanlarının Artırılması Çalışmaları İyi Tarım Uygulamalarını (İTU), tarımsal üretimin planlanması, geliştirilmesi, pazarlanması, kayıt altına alınarak gıda güvenlik zinciri içerisinde güvenli ürünlerin tüketiciye ulaştırılması ile ilgili tüm iş ve işlemler olarak tarif edilebileceği gibi çevreye duyarlı, asgari hijyen standartlarını karşılayan, kimlik kayıt sistemi olan ve yaygın kabul gören tarım biçimi şeklinde de tanımlayabiliriz. İyi Tarım Uygulamaları, zararlılarla entegre mücadele ve entegre ürün yönetiminin tarım ürünlerinin ticari olarak üretimi için birleştirilerek uygulanmasını da amaçlamaktadır. Bu uygulamalar, sürdürülebilir bir tarımsal üretim için de mutlak gerekli uygulamalardır. 5- ÇATAK Projesi Kapsamında Yapılan Çalışmalar Çevre Amaçlı Tarımsal Arazilerin Korunması Programı (ÇATAK) kapsamında; 13 ilçede toplam 42.425 da alanda 357 üreticimiz desteklenmektedir. Projenin amacı tarımsal arazilerin korunması, erozyonu önleme, toprağın su tutma kapasitesini artırma, organik madde miktarını artırma, basınçlı sulama, organik ve iyi tarım uygulamaları, bilinçli gübre kullanımı ve entegre mücadele konularında çiftçilere uygulamalar yaptırarak hem kuraklıkla mücadele hem de tarım arazilerinin korunması yönünde çalışmalar yapılmaktadır. 6- Havza Bazlı Proje ve Bilinçli Gübre Kullanımı Çalışmaları Milli Tarım Projesi kapsamında; belirlenen ürünlerle ilgili olarak istatistiki veriler, ekim nöbeti (münavebe), iklim, toprak ve topografya, su kısıtı verileri (mevcut su potansiyeli ve bitki su tüketimi), il ve ilçelerdeki kamu, STK ve üniversitelerin teklifleri dikkate alınarak 1 milyardan fazla verinin yer aldığı Karar Destek Sistemi sonucunda 941 havza belirlenmiştir. Bu havzalarda yetiştirilecek ürünlerin su ve gübre ihtiyaçları belirlenmiştir. Bu kapsamda bilinçli gübre kullanımı ile ilgili eğiticilerin eğitimi gerçekleşmiş olup 52 mühendise eğitim verilmiştir. Çiftçilerimize yönelik bilinçli
46
İ k l i m D e ğ i ş i k l i ğ i K a p s a m ı n d a A n k a r a Ta r ı m S e k t ö r ü
gübre ve su kullanımı ile ilgili eğitimlerimiz devam edecektir. 7- Mera Islahı Çalışmaları İlimizde toplam 412.404 ha. mera alanının tespiti gerçekleştirilmiş olup, 33.694 ha. alanda ise mera ıslah çalışmaları devam etmektedir. Tarım topraklarının ve meraların erozyondan korunması ve bilinçli yönetimi, sosyal sorunlar yaratan kırsaldan kente sağlıksız göçün önlenmesi, eko-sistemin korunması, yüzey sularının değerlendirilmesi hedeflenmiştir. 8- Arazilerin Parçalanmasının Önlenmesi Çalışmaları Çok hisseli tarım parsellerinde kanunun amacına uygun tarım yapılma olanağı olmayıp, miras hukuku ile tarım arazilerinin bölünmelerinin önüne geçerek parçalanmaya izin verilmemesi, intikallerin gerçekleşmesini sağlaması daha büyük tarım parsellerinde toprağın doğal veya yapay yollarla kaybını ve niteliklerini yitirmesini engelleyerek korunmasını, geliştirilmesini ve çevre öncelikli sürdürülebilir kalkınma ilkesine uygun olarak, planlı arazi kullanımının sağlanmasını hedeflemektedir. Kuraklık tarım parsellerinin doğal afet sonucu uğrayacağı bir kayıp olup, 5403 Sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda değişiklik yapan 6537 Sayılı Kanun ile parçalanmanın önlenmesi ve tarım arazilerinde mülkiyet haklarının düzenlenmesi sonucu kuraklığın doğal ya da yapay kayıpların etkisi en aza indirilmiş olacaktır.
47
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNİN ORMANLAR VE EKOSİSTEM ÜZERİNDEKİ ETKİSİ Filiz GÖK Orman ve Su İşleri Bakanlığı Su Yönetimi Genel Müdürlüğü 9.Orman Bölge Müdürlüğü, Mühendis
İklim Değişikliğinin Ormanlar ve Ekosistem Üzerindeki Etkisi
Ankara Kalkınma Ajansı 2016 Doğrudan Faaliyet Destek Programı kapsamında fonlanan ve Orman ve Su İşleri Bakanlığı, 9. Bölge Müdürlüğü Ankara Şube Müdürlüğü tarafından yürütülen İklim Değişikliğinin Ankara Habitatı Üzerindeki Etkilerinin İncelenmesi ve Adaptasyon Eylem Planı Oluşturulması projesi, iklim değişikliğinin Ankara üzerindeki etkilerini araştırmayı ve biyolojik çeşitliliği koruma odaklı bir eylem planı oluşturmayı hedeflemiştir. Bu doğrultuda Ankara ilindeki korunan alanlarda barınan flora ve faunaya yönelik çalışmalar gerçekleştirilmiştir. Projenin amacı, Ankara özelinde daha önce var olmayan bir iklim modelleme ve simülasyon çalışması yapılarak, il özelinde bir iklim projeksiyonu oluşturmak, çıkan sonuçlar neticesinde iklim değişikliğinin Ankara’ya özgü bitki ve hayvan türleri başta olmak üzere habitata etkisinin azaltılması ve iklim değişikliğine uyum konusunda bir yol haritası oluşturmaktır. Ayrıca, proje ileride yapılacak olan benzer nitelikteki araştırmalara altlık oluşturma gayesini de gütmektedir. Proje faaliyetleri, Orman ve Su İşleri Bakanlığı, 9. Bölge Müdürlüğü, Ankara Şube Müdürlüğü tarafından, alanında uzmanlardan oluşan deneyimli bir proje ekibiyle ve dışarıdan tedarik edilen, teknik bilgileriyle projeye katkı sağlayan akademisyen ve uzmanlarca gerçekleştirilmiştir. Faaliyetler veri toplama, veri analizi, coğrafi bilgi sistemleri veri aktarımı ve eylem planı hazırlanmasından oluşmaktadır. Veri toplama aşaması, saha çalışmaları, ikincil veri toplanması ve literatür araştırması şeklinde gerçekleşmiş olup, başta Meteoroloji Genel Müdürlüğü (MGM) ve Orman Genel Müdürlüğü (OGM) olmak üzere çeşitli Bakanlık birimlerinin veri tabanlarından ve benzer geçmiş araştırmalardan yararlanılmıştır. Bu süreçte, var olan verilerin ve yapılan sayımların, kıyaslama yapılabilecek kadar geçmişe gitmediği ve kısmen farklılaştığı anlaşılmıştır. Bu durum, projenin önemli bir parçasını oluşturan endemik türlerin iklim değişikliği özelinde incelenmesi ve yorumlanması amacının gerçekleşmesini zorlaştırmıştır. Veri eksikliği, literatür araştırmasıyla giderilmeye çalışılsa
51
Filiz GÖK
da, Ankara özelinde bilgiye ulaşılması konusunda zorluklarla karşılaşılmıştır. Toplam üç ay süren proje sonunda elde edilen veriler doğrultusunda bir bölgesel iklim modellemesi ve simülasyon yapılmıştır. Bu modelleme Ankara ölçeğine uyarlanmış ve Ankara’nın 2050 ile 2070 yıllarındaki sıcaklık ve yağış değişimleri haritalanmıştır. Ancak, modelleme ve simülasyon sırasında da araştırılmak istenen bölgelere inen mikro ölçekte değişimlerin açıkça gözlenebilirliğinin zor olduğu gözlemlenmiştir. Endemik türlerin yaşam alanlarını oluşturan ve hektar, hatta dekar düzeyinde ifade edilebilecek kadar küçük alanların iklim gibi makro bir etmen açısından ciddi farklılıklar ortaya çıkarmadığı, daha ziyade birbirine benzeşik tablo çizdiği gözlenmiştir. Öte yandan, Ankara özelinde, farklı istasyonlardan toplanan veriler neticesinde yapılan simülasyon sonuçlarına göre, önümüzdeki 53 yıl içerisinde minimum ve maksimum aylık sıcaklık değerlerinde yaklaşık 2°C’lik bir artış olacağı, özellikle Ağustos ayının maksimum sıcaklık değerlerinde zirveye çıktığı, Ocak ve Şubat aylarının ise minimum sıcaklıklar bakımından belirgin bir şekilde ısındığı görülmektedir. Bu sıcaklık artışlarının en çok Ankara’nın batı ve güneybatı bölgelerini etkileyeceği oluşan simülasyon sıcaklık haritalarında detaylandırılmıştır. Günlük en yüksek ve en düşük sıcaklık farkı değerleri için ise, Ankara’nın kuzey bölgelerinde anlamlı bir değişiklik gözlenmezken iç kesimlerinde ve güneyinde bu farkın artmakta olduğu görülmüştür. Bu durum, Ankara’nın merkez ilçeleri ile güneyinde yer alan ilçelerinin gittikçe kuraklaşma riskiyle karşı karşıya kalacağını göstermektedir. Ayrıca, haritalandırılan yağış modellemesi sonucunda, şehrin güneyinde, batısında ve kısmen merkezinde yıllık 100 mm’ye varan bölgesel yağış azalışları gözlenmiştir. Bununla birlikte, ilin kuzeyine denk gelen alanlarda yağışlardaki değişiklik veya sıcaklıklardaki dalgalanma, diğer bölgelere nazaran daha küçük ölçeklidir. Buradaki en büyük etmen, bu alanlardaki ormanlık bitki örtüsünün sağladığı iklimsel unsurlar olarak değerlendirilmiştir.
52
İklim Değişikliğinin Ormanlar ve Ekosistem Üzerindeki Etkisi
Proje sonucunda, 2040-2080 dönemine yönelik oluşturulan simülasyonlarla Ankara’nın gittikçe ısınacağı, belirli bölgelerinin kuraklaşacağı ve bölgesel olarak yağış azlığı çekileceği ortaya konmuştur. Yağışlar açısından yıllık toplamda radikal farklılıklar gözlenmemekle birlikte, kurak günlerin/ dönemlerin sayısı ve sıklığı ile aşırı yağışlı günlerin/dönemlerin sıklığı ve sayısı noktalarında artış gözlenmiştir. Bu durum, Ankara fauna ve florasına olumsuz etkiler ortaya çıkarmaya adaydır. Aynı zamanda ilde kuraklık, erozyon, sel gibi doğal afet riskini artırıcı bir unsur olarak değerlendirilmektedir. Oluşturulan ve proje raporunda sunulan eylem planıyla da, gerek bölgesel gerekse ulusal bazda ihtiyaç duyulan veri eksikliğinin kapatılması ve iklim değişikliği konulu araştırmaların hız kazanması için hedefler belirlenmiştir.
53
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNİN ANKARA YAĞIŞ REJİMİ VE ÇEVREYE ETKİLERİ Serhat ŞENSOY Meteoroloji Genel Müdürlüğü, Mühendis
İ k l i m D e ğ i ş i k l i ğ i n i n A n k a r a Ya ğ ı ş R e j i m i v e Ç e v r e y e E t k i l e r i
Nedeni ne olursa olsun iklim koşullarındaki büyük ölçekli ve önemli yerel etkileri bulunan, uzun süreli ve yavaş gelişen değişiklikler iklim değişikliğidir. Küresel iklim değişikliği ise, karşılaştırılabilir bir zaman periyodunda gözlenen doğal iklim değişikliğine ek olarak, doğrudan yada dolaylı olarak küresel atmosferin bileşimini bozan insan etkinlikleri sonucunda iklimde oluşan bir değişiklik olarak tanımlanmaktadır. İklim değişikliği günümüzde tüm dünyada görülen küresel problemlerden biridir. Türkiye iklim değişikliğinden en fazla etkilenecek alanlardan biri olan Akdeniz Havzası’nda yer alır. Dünya’da her 1°C’lik sıcaklık artışında Akdeniz havzasında sıcaklıklar 1.5°C artacak, yağışlar ise %12 azalacaktır. Bu da bölgenin iklim değişikliğine ne kadar hassas olduğunu göstermektedir. Türkiye ortalama sıcaklıklarında 1998 yılından bu yana (2011 yılı hariç) pozitif sıcaklık anomalileri mevcuttur. En sıcak yıl 2°C’lik sapma ile 2010 yılıdır. 2016 yılı 1°C sapma ile en sıcak dördüncü yıl olmuştur. Türkiye’nin alansal yıllık toplam yağış normali 574 mm’dir. Yağış zaman serisine bakıldığında kurak ve nemli periyotların birbirini izlediği görülür. Ankara’nın yıllık ortalama toplam yağış normali 404mm’dir. Ankara’nın alansal yağışlarında ocak, şubat, mart, haziran, eylül ve ekim aylarında artış; nisan, mayıs, temmuz ağustos, kasım ve aralık aylarında ise azalış eğilimleri söz konusudur. Yaz mevsimi dışındaki mevsimlerde ve yıllık yağışlarda artış eğilimi hesaplanmıştır. Mart ve nisan ayı trendleri %95, eylül ayı trendi ise %90 önemli bulunmuştur. Üç yıllık hareketli ortalama ve yağış anomalisi grafiklerini Ankara’nın yağışlarında kurak ve nemli periyotların birbirini izlediği göstermektedir.İklim indislerine göre; (1960-2010 verisiyle); Ankara’da toplam yağış 40mm/100 yıl azalış, Polatlı’da 91mm/100 yıl artış eğiliminde, her iki trend istatistiksel olarak önemsizdir. 2010’dan sonraki yağışlar katıldığında trendin yönü artıya değişmektedir. Ankara’da ardışık kurak günler sayısı (CDD) 23.5 gün/100 yıl, Polatlı’da ise 6.6 gün /100 yıl şeklinde artış eğiliminde, her iki trend istatistiksel olarak önemsizdir.
57
Serhat ŞENSOY
RegCM4 Yağış projeksiyonlarına göre; RCP4.5 Senaryosunda düzensizlikle birlikte bir trend izlenmezken; RCP8.5 senaryolarına göre; Ankara civarında yağışların özellikle 2050’den sonra 3mm/yıl azalacağı öngörülmektedir. Bununla birlikte 10mm’yi aşan günlük maksimum yağışlarda artışlar beklenmektedir. Ozon bir sera gazı olduğu için iklimi, iklim de ozonu etkilemektedir. MGM Stratosfer için gerekli, Troposfer için gereksiz olan Ozonu Ankara’da, Ocak 1994 - Mart 2013 tarihleri arasında (20 Yıl) Ozonsonde ile ölçmüştür. Halen, Ankara’da Kasım 2006 tarihinden beri de Brewer Spektrofotometresiyle yer tabanlı ozon ölçümü yapılmaktadır. Ozonsonde ölçüm sonuçları; en yüksek aylık ortalama toplam ozon değerinin Nisan ayında 357 DU, en düşük aylık ortalama toplam ozon değerinin Kasım ayında 284 DU, uzun yıllar (1994-2013) ortalama toplam ozon değerinin ise 313,4 DU olduğunu göstermiştir. Brewer Spektrofotometresi ölçüm sonuçları; En yüksek değerin 479,0 DU - 18.03.2010 tarihinde, En düşük değerin 244.7 DU - 10.11.2009 tarihinde ölçüldüğü, ortalama değerin ise 318,6 DU olduğunu göstermiştir. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı (ÇŞB) 122 istasyonla şehirlerde hava kalitesini izlemektedir. Ankara’daki 3/8 istasyonda hava kalitesi zaman zaman hassas düzeylere çıkmaktadır. ÇŞB tarafından 32 ilde su kirliliği, 27 ilde hava kirliliği, 19 ilde atıklar, 2 ilde gürültü kirliliği ve bir ilde erozyon en önemli çevre sorunu olarak belirlenmiştir. İstanbul’da su kirliliği, Ankara, Antalya, Diyarbakır ve Kocaeli’nde hava kirliliği, Erzurum, İzmir, Kayseri ve Sakarya’da atık kirliliği, Adana’da Gürültü kirliliği ilk sıralarda yer almaktadır.
58
İ k l i m D e ğ i ş i k l i ğ i n i n A n k a r a Ya ğ ı ş R e j i m i v e Ç e v r e y e E t k i l e r i
59
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ STRATEJİSİ Mustafa YILMAZ Gaziantep Büyükşehir Belediyesi, Çevre Mühendisi
İklim Değişikliği Stratejisi
İklim Değişikliği Eylem Planı Nedir? İklim Değişikliği Eylem Planı (İDEP); bir ülke, bölge veya şehir için iklim değişikliğiyle mücadele etmek ve sera gazı emisyonlarını azaltmak için özel politika önerilerini içeren stratejiyi ortaya koyan dokümandır. İDEP bir alanda (yerel/bölgesel) sera gazı emisyonlarını azaltacak vizyonun ana hatlarını oluşturan ve iklim değişikliğiyle mücadele etmek için bir dizi hedef ve politika eylemi belirleyen değerlendirmeyi içermektedir. İDEP, iklim değişikliğine adaptasyon konusundaki aksiyonları da içerebilmektedir. Eylem planları, belirli bir süre için hazırlanmakla beraber, sadece hedefler koymakla kalmayıp, aynı zamanda bu hedeflere ulaşmayı sağlayan önlemleri de ortaya koymaktadır. Londra, Paris, Roma, Madrid, Meksika, Sydney, Tokyo ve New York gibi Dünyadaki önde gelen pek çok şehir kendi İDEP’lerini hazırlamış ve uygulamaya koymuşlardır.
Gaziantep ve İklim Değişikliği 2011 yılında, 1. Gaziantep İklim Değişikliği Eylem Planı (GİDEP) aracılığıyla, Gaziantep Büyükşehir Belediyesi, Gaziantep’teki sera gazı emisyonlarını azaltmak üzere aşağıdaki hedefleri koymuştur: • 2023’te kişi başına düşen CO2 ayak izini, 2011 yılına kıyasla %15 oranında azaltmak. • 2023’te kişi başına düşen enerji tüketimini, 2011 yılına kıyasla %15 oranında azaltmak. 1.GİDEP, 2011’de, 4560 ktCO2 eşdeğeri civarındaki bir CO2 emisyonunu dikkate alan bir dayanak noktası belirlemiştir. Kişi başına salınan CO2 miktarının %15 azaltılması, kişi başına CO2 emisyonunun 3.52’den 3.00 tCO2 eşdeğerine düşmesi anlamına gelmektedir. 1.GİDEP kapsamındaki referans noktası, Gaziantep’in ekonomisi ve kalkınması için kilit önemde olan tarım ya da belediye bünyesinde sanayii kuruluşlarının ürettiği enerji dışı emisyonlar gibi kilit önemdeki sektörleri kapsamına almamıştır.
63
Mustafa YILMAZ
GİDEP’in revizyonunda, Büyükşehir Belediyesi’nin sera gazı emisyonlarını azaltma konusundaki hedeflerini, Gaziantep Büyükşehir Belediyesi’nin küresel düzeyde çevre hassasiyetiyle yüksek sorumluluğunu yansıtarak güncellemek için, gelecek yıllar için de benzer bir hesaplamayı yapmaya olanak sağlayacak bir yöntemi uygulayarak, yeni bir referans noktası hesaplanmıştır. Bu yöntem ile, kentin ekonomik sektörlerinin belirli özelliklerini ve sınırlar dışında gerçekleştirilen faaliyetleri temel alarak ve Gaziantep Büyükşehir Belediyesi’ne özgü olacak bir şekilde geliştirilmiştir.
Metodoloji GİDEP’te kullanılan yöntem, sera gazı emisyonlarının ölçümü açısından en iyi uygulamaları temel almaktadır. Bu yöntem, sektörel bir yaklaşıma ve enerji, sanayi, konutlar, hizmetler, ulaşım ve tarım faaliyetleri için belirli algoritmalara sahiptir. Model, sera gazları olan CO2 , CH4 , N2O, HFC, PFC ve SF6 için emisyonları hesaplamaktadır. Sera gazı emisyonlarının hesaplama yöntemiyle ilgili daha detaylı bilgi, GİDEP’in 3. Bölümünde bulunmaktadır.
Hedef GİDEP için özel olarak oluşturulmuş yöntemin uygulanması sonucunda, 2015 yılında referans emisyonlar 10.057 kt eşdeğer CO2 olarak belirlenmiştir. Belirlenen hedef şöyledir (1. Gaziantep İklim Değişikliği Eylem Planı sonuçları da dikkate alınarak): • 2023 yılında, kişi başına düşen CO2’nin %20 azaltılması • 2023 yılında, kişi başına düşen enerji tüketiminin %20 azaltılması
Sonuç Yapılan hesaplamalar ve analizler sonucu Sera gazı emisyonlarının dağılımı ve elektrik tüketimi dağılımları belirlenmiştir.
64
İklim Değişikliği Stratejisi
Temel senaryodaki sera gazı emisyonları, sektöre göre
Elektrik Tüketimi Dağılımı, 2014
Enerji Sektörü
Aydınlatma
Endüstri
Mesken
Ulaştırma
Endüstriyel
Hane ve Servisler
Tarımsal Sulama
Tarım
Ticari
Ormancılık ve Toprak Kullanımı
Sera Gazının azaltımı amacı ile Gaziantep İklim Değişikliği Eylem Planında yer alan İklim Değişikliği Önlemleri aşağıdaki başlıklar altında toplanmıştır.
1. Yatay Önlemler (Politikalar ve Önlemler) • Hava Kalitesi ve İklim Değişikliği Şube Müdürlüğünün Kurulması • Gaziantep Büyükşehir Belediyesi’nin farklı sektörlerinden kaynaklı Sera Gazı Emisyonlarının (SGE) izlenmesi, raporlanması ve doğrulanması (MRV) • Sera gazı emisyonlarının azaltılmasını amaçlayan projelerin kayıt süreci • Farkındalık Artırma Programlarının Hayata Geçirilmesi • Enerji Etüdü Programı • İdari Prosedürlerde Enerji Verimliliği Şartının Yürürlüğe Konulması • Soğutma ve havalandırma cihazlarından yayılan HFC/PFC emisyonlarının azaltılması programı
2-Sanayi ve Enerji • Organize Sanayi Bölgelerinde (OSB) Sürdürülebilirliğin Geliştirilmesi • Belediye için Yenilenebilir Enerji Teknolojilerinin Uygulanması
3-Ulaşım • Hafif raylı sistemin yaygınlaştırılmasının, sanayi bölgeleri için çözüm olarak önerilmesi
65
Mustafa YILMAZ
• Verimli araçların satın alınmasının teşvik edilmesi: Yeşil Filo Planı • Alternatif yumuşak modların geliştirilmesi ve bisiklet ulaşım planının hazırlanması
4-Tarım ve Ormancılık • Metan üretimi için tarımsal yan ürünlerin kullanımı • Sürdürülebilir Tarım için GPS/GIS • Gaziantep Bölgesi’ndeki ağaçlandırma uygulamaları
5-Konut ve Hizmetler • Toplu Isıtma ve Soğutma Sistemlerinin teşvik edilmesi (Sıfır Emisyon Teknolojileri) • Kömür yerine gaz kullanımı • Mevcut konutların, gerekli olan en düşük standartların ötesine geçen standartlarla yeniden yapılandırılması • Seçilen bir yerleşim alanında ve bir ticari alanda akıllı enerji uygulamaları - Pilot Proje • Kamu aydınlatmasının kalitesinin artırılması • Belediye binalarının aydınlatma sisteminin enerji verimliliği • Enerji Kimlik Belgeleriyle (EKB) belediye bina stokunun enerji verimliliğinin artırılması • Sürdürülebilir katı atık yönetimi • Atık yönetimi için yeni teknolojilerden yararlanılması • Ana atık alanı için ayırıcı oluşturulması ve atık ayırımının kaynakta gerçekleştirilmesinin teşvik edilmesi • Belediyenin su temini yapısında enerji verimliliğinin arttırılması
66
Panel 3 İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE ENERJİ Oturum Başkanı: Prof. Dr. Levent KURNAZ Enerji Verimliliği ve İklim Değişikliğinde Neredeyiz Prof. Dr. Levent KURNAZ İklim Değişikliği ve Ormanlar Üzerinde Etkisi Zeki ŞALTU İklim Değişikliği ve Yenilenebilir Enerji Ümit ÇALIKOĞLU Soru-Cevap Bölümü
ENERJİ VERİMLİLİĞİ VE İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNDE NEREDEYİZ Prof. Dr. Levent KURNAZ Boğaziçi Üniversitesi, Fizik Bölümü, Öğretim Üyesi
Enerji Verimliliği ve İklim Değişikliğinde Neredeyiz
İklim değişikliği dünya açısından duyulmadık bir olgu değildir. Dinozorların yaşadıkları dönemde ortalama sıcaklıklar bugün olduğundan yaklaşık 10-12 °C daha yüksekti. Yaşadığımız son buzul çağında (100 bin yıl önce) ortalama sıcaklıklar bundan 5-6 °C daha yüksekti. Bizim içinde yaşadığımız dönemi özel yapan iki ana problem var. İlki, şimdiye kadarki sıcaklık değişimlerinin hiçbiri canlıların tercihleri ile oluşmuyordu. Bugünkü değişiklikler tamamen bizim eserimiz. İkincisi de, daha önceki değişikliklerin hiçbiri bu kadar kısa sürede olmuyordu. Dinozorların çağına girilmesi milyonlarca, buzul çağına girilmesi binlerce yıl sürmüştü. Bugün olan değişiklikler bizim yüzlerce yıl mertebesinde bir sürede geçmişte milyonlarca yıl süren değişikliklere benzer değişikliklere neden olacağımızı gösteriyor. Elimizde bu olayın detaylarını gösteren epey bulgu var. Mesela geçtiğimiz 100 yıl içerisinde dünyanın ortalama sıcaklığı yaklaşık 1°C arttı. Bu bilgiye varabilmek için iklim biliminde 30 yıllık ortalamalar kullanılır. Yani 1880-1910 yılları arasındaki ortalama sıcaklıklara göre 1980-2010 yılları arasındaki sıcaklıklar yaklaşık 1 °C artmış diyebiliriz. O yıllar arasındaki en soğuk yılla, tarihte ölçülen en sıcak yıl olan 2016’nın ortalama sıcaklığı karşılaştırıldığında bu fark çok daha büyük olabilir (1.6 °C gibi). Aynı zamanda da atmosferdeki karbondioksit (CO2) oranı da artıyor. Endüstri devrimi öncesi (1750) yaklaşık milyonda 280 molekül (ppm) olan CO2 oranı bugün 410 ppm’e ulaşmış durumda. Özellikle 1956 yılından beri CO2 oranındaki artışı deneysel olarak gözlemleyebiliyoruz. Bu oran zamanımızda her yıl 2-3 ppm artıyor. Atmosferdeki CO2 oranı son 800 bin sene içerisinde değil 410 ppm, 300 ppm bile olmamıştı. Bu bilgiyi de Antarktika’dan çıkartığımız buz kalıplarındaki hava kabarcıklarından elde edebiliyoruz. Buzul çağları sırasında 180 ppm’e düşen CO2 oranı buzul çağları arasındaki dönemde de 280 ppm seviyesine yükselmiş. Bugün ise 410 ppm. Bu bir şeylerin yanlış gittiğinin bir göstergesidir. Yanlış gittiğinin göstergesidir dememin sebebi, yaklaşık 1850 yılından beri bu konuda yapılan çalışmalar CO2 gazının dünyadan yayılan ısıyı uzaya bırakmayarak dünyanın ısınmasına yol açacağının kanıtlanmış olmasıdır.
71
P r o f. D r. L e v e n t K U R N A Z
Hatta, 1896 yılında daha sonra Nobel ödülü de almış olan İsveçli bilimci Svante Arrhenius, eğer CO2 oranı iki kat artacak olursa (yani 560 ppm olursa) dünyanın 5-6 derece ısınacağını ortaya koymuştu. Bugünkü hesaplarımız da benzer sonuçlara ulaşıyor. Yani bilim detaylarda farklı sonuçlar verse de altında yatan fizik çok basit ve bize “ne kadar çok CO2 o kadar çok ısınma” diyor. 2010 yılında Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin Cancun’da toplanan 16. Taraflar Konferansı’nda tüm ülkeler ortalama küresel sıcaklık artışının 2 °C’nin üzerine çıkmaması gerektiği konusunda bir karar aldılar. Yani, 2 °C üzerindeki bir ortalama sıcaklık artışı dünya açısından kabul edilemezdir. Atmosferdeki CO2 artışı bizim yaktığımız petrol, kömür ve doğal gazdan kaynaklanmaktadır. Atmosferdeki CO2 seviyesini 280 ppm’den 410 ppm’e çıkartmak için ne kadar kömür, petrol ve doğal gaz yakmış olduğumuz bellidir. Bu yaktığımız fosil yakıtlar dünyayı yaklaşık 1 derece ısıtmıştır. Dolayısıyla daha ne kadar yakarsak 2 °C’nin üzerine çıkacağımız da bellidir. Ancak dünyada bizi 2 °C’nin üzerine çıkartacak bol miktarda fosil yakıt bulunmaktadır. Bu nedenle bilinçli bir karar vererek bu fosil yakıtları yer altında bırakmak zorundayız. Ama dünyanın bugünkü gidişatına bakacak olursak 2 °C hedefini yaklaşık 2035-2040 aralığından geçeceğimiz görülmektedir. Yani böyle gidersek sadece 20 sene sonra dünya eskiye oranla 2 °C daha sıcak olacak. “2 °C’den ne olur” demeyin. 5 °C buzul çağı ile bugün arasındaki farktır. 2 °C ısınma da hayatımıza önemli değişiklikler getirecektir. Bu değişikliklerin bir kısmını şimdiden yaşamaya başladık. “100 yılda bir görülür” denen sel baskınları, fırtınalar, sıcak hava dalgaları ve kuraklıklar artık her 10 yılda bir görülmeye başlandı ve bunların sıklıklar da daha da artacak. Dünyada bu olayların sıklığının nasıl artmakta olduğunu en fazla dikkatle izleyen sigorta şirketleridir. Sigorta şirketleri özellikle 1950 yılından bu
72
Enerji Verimliliği ve İklim Değişikliğinde Neredeyiz
yana iklim felaketlerinden doğan hasar ödemelerinin hızla artmakta olduğunu söylüyorlar. Mesela Sandy Kasırgası’nın ABD’ye verdiği zarar 100 milyar dolar mertebesindedir. İklim risklerini azaltmak için yapmamız gereken şey hazırlıklı olmaktır. Hazırlıklı olmaktan kasıt ise toplumun her kesiminin iklim değişikliğinin önemli bir problem olduğunu anlaması ve her yaptığı işte bunu aklından çıkartmadan çalışmasıdır. Ancak ülkemizin iklim değişikliğinin etkilerini azaltmak yolunda yaptığı çalışmalar çok da yeterli değildir. Burada görev her anlamda hepimize düşüyor. Devletin girişeceği altyapı yatırımları, son noktada tuğlayı koyan işçi iklim değişikliğine inanmayacak olursa fazla başarılı olamıyor. Bunun örneklerini son yıllarda bolca gördük. Dolayısıyla burada hepimizin elimizi taşın altına koymamız gerekiyor. Bu bağlamda ilerlememiz gereken iki alan bulunmaktadır. İklimin değişiyor olması sadece 250 yıldır fosil yakıtlarla gelişmelerini sağlamış olan batılı devletlerin suçu sayılabilir. Ama bugünden sonra olacaklar hepimizin sorumluluğudur. Bu nedenle öncelikle küresel ısınmanın 2 °C’nin üzerine çıkmaması için elimizden geleni yapmamız gerekiyor. Ülke olarak unutmamamız gereken şey bizim enerji alanında önemli biçimde dışa bağımlı olduğumuzdur. Ülkemizde enerjiyi sağlayan kömür, petrol ve doğal gazı döviz vererek yurt dışından satın alıyoruz. Son YEKA ihaleleri bize gösterdi ki, böyle devam etmek zorunda değiliz. Artık rüzgardan enerji üretmek kömürden daha ucuza mal oluyor, güneşten enerji üretmek ise neredeyse kömürden üretmeyle başa baş gidiyor. Ama unutmayalım, rüzgar ve güneş enerji sistemleri her geçen gün ucuzluyor, kömürün bedelinin ise artmakta olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu nedenle gelişme hızımızı koruyabilmek için yeni enerji teknolojilerine yatırım yapmalıyız ve bunu iklim taahhütlerinden bağımsız düşünmeliyiz. Kalkınma denildiğinde ekonomik düşünce yapısında enerji akla geliyor. Ancak Çin ve Hindistan gibi gelişmekte olan ülkeler kalkınma yolunda
73
P r o f. D r. L e v e n t K U R N A Z
GSMH büyümelerini enerji artışından ayrıklaştırmaktadırlar. Bunun anlamı şu, bir birim fiyata satılacak ürün üretmek için harcama gereken enerji miktarı her geçen zaman biriminde azalmalıdır. Ülkemizde ise üretim ile enerji tüketimi birbirine bağımlı kabul edildiğinden ayrıklaştırma gündemde bile olmayan bir konudur. Oysa iklim değişikliğini durdurmanın tek yolu üretim ile enerji tüketimini birbirinden ayıracak yollar bulmayı becermektir. Enerji verimliliği bu yolların en başında gelir. İklim değişikliği bağlamında ilerlememiz gereken ikinci ana alan da kendimizi korumaktır. Seller ve yoğun yağışlar artacağından kanalizasyon altyapımızı, kuraklıklar artacağından tarımsal altyapımızı, sıcak hava dalgaları artacağından sağlık altyapımızı gelecekteki değişikliklerin getireceği problemlerle baş edebilir hale getirmek zorundayız. İklim değişikliği insanlığın karşılaştığı belki de en büyük problem ve ülkemiz bu problemden en fazla etkilenecek bölgelerden birinde yer almaktadır. Bu nedenle bu problemin farkında olmak ve önlem almak hepimizin üzerine düşen bir sorumluluktur.
74
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE ORMANLAR ÜZERİNDE ETKİSİ Zeki ŞALTU Boğaziçi Üniversitesi, Fizik Bölümü, Öğretim Üyesi
İklim Değişikliği ve Ormanlar Üzerinde Etkisi
Dünyamız üzerindeki kara alanlarının %30′ unu kaplayan ormanlık alanlar yaklaşık olarak 3.8 milyar hektardır. Tropikal ve yarı tropikal ormanlar bu alanın % 56’ sını teşkil etmektedir. Dünya ormanlarının % 95′ i doğal orman, % 5′ i ise ağaçlandırma ile tesis edilen suni ormanlardır.
Dünya Ormanlarının 1990–2000 Yılları Arasındaki Değişimi Ülkemiz yaklaşık 78 milyon hektarlık alanıyla, ekolojik bakımdan zengin bir çeşitliliğe sahiptir. Bu zenginlik içerisinde ormanlar da tür ve kompozisyon olarak önemli bir yer tutmaktadır. 2015 yılı itibarıyla yapılan tespitlere göre ormanlık alanlar; 22,3 milyon hektar olarak tespit edilmiş olup, ülke alanının %28,6’sını kaplamaktadır. Bu alanlara ağaçsız orman alanları dahil değildir. Küresel iklim değişikliği, dünya üzerindeki doğal ekolojik sistemlerin bileşimini ve üretkenliğini bozacak ve biyolojik çeşitliliğin azalmasına sebep olacaktır. Ormanlar iklimsel değişikliklere oldukça duyarlıdır. Tahribatın çok fazla olduğu ormanların, olası bir iklim değişikliğinde (sıcaklık, yağış uç olaylar, zararlıların yayılışı ve yangınlar), tür ve alan bazında değişeceği ön görülmektedir. Küresel ısınmadan dolayı oluşacak iklim değişiklikleriyle, orman yangınları, kuraklık ve çölleşme ile bunlara bağlı ekolojik bozulmalardan tüm yeryüzü olumsuz etkilenecektir. Orman alanlarının azalmasıyla birlikte, özellikle kurak ve yarı kurak alanlarda içme amaçlı su ihtiyacı daha da artacaktır. İklim değişikliğinden kaynaklı, sıcak ve kurak devrenin uzunluğundaki ve şiddetindeki olumsuz artışa bağlı olarak, orman yangınlarının sıklığını, etki alanını ve süresini artıracağı kesindir. Yağış rejiminin değişmesi ve bozulmasına paralel olarak ormansızlaşma hızlanacak ve neticesinde doğal afetler, seller ve taşkınlar artacaktır. Yeryüzünde okyanuslarla birlikte önemli karbon yutak alanlarından olan ormanların azalmasıyla birlikte atmosferdeki karbon oranı artacak ve sera etkisinin olumsuz etkileri hızla artacaktır. Orman alanlarının azalmasıyla birlikte, orman alanlarında yaşayan fauna (hayvan varlığı) hem tür olarak hem de sayı olarak azalacaktır. Ormanlarda yaşama alanları daralan hayvanlar tarım alanlarına ve yerleşim alanlarına zarar vermeye başlayacaktır.
77
Z e k i Ş A LT U
Özellikle yapraklı ormanların yoğun olduğu alanlarda, ağaçların yapraklarını dökmesinden önce olabilecek kar yağışları ağaçlarda aşırı kırık ve devriklere neden olabilecek ve ormanlarının direncinin azalmasına neden olacaktır. İklim değişikliği ile birlikte orman alanlarının azalması ve orman yapılarının değişmesi neticesinde orman içinde ve bitişiğinde yaşayan hayvanlar göç etmek suretiyle bölgeden uzaklaşacak ve sonucunda alandaki biyolojik çeşitlilik azalmış olacaktır. İklim değişikliği ile birlikte buzulların erimesi neticesinde denizlerdeki su seviyesi yükselecektir. Bunun neticesinde denize yakın alanlardaki orman arazileri deniz suyu ve tuzlanma nedeniyle yok olacaktır. İklim değişikliği ile birlikte en önemli rekreasyon alanlarını içinde barındıran orman alanlarında da azalmalar olacaktır. Sonucunda da korunan alanlar daralacak, insan oğlunun en önemli rehabilitasyon alanları yok olacaktır.
78
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE YENİLENEBİLİR ENERJİ Ümit ÇALIKOĞLU Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, ETK Uzmanı
İ k l i m D e ğ i ş i k l i ğ i v e Ye n i l e n e b i l i r E n e r j i
Dünya geneli sera gazı salımlarına bakıldığında 2013 yılı rakamlarına göre Çin, ABD ve AB ülkelerinin 43,7 Gt CO2eq olan toplam salım miktarının %51’lik kısmından sorumlu olduğu görülmektedir. En az salım yapan 100 ülke ise dünya geneli toplam sera gazı salım miktarının yalnızca %3,5’inden sorumludur. Ülkemiz ise yine bu miktarın %1’inden daha düşük bir sera gazı salımına sahip olup kişi başına sera gazı salımında 84. sırada yer almaktadır. 2020 yılında devreye girecek olan Paris Anlaşmasına Temmuz 2017 itibariyle 154 ülke taraf olmuştur. Taraf ülkeler iklim değişikliğiyle mücadele bağlamındaki Ulusal Olarak Belirlenmiş Katkılarını (NDC) sunmaktadırlar. Söz konusu katkılar göz önünde bulundurularak yapılan hesaplamalar NDC’lerin tümüyle uygulanması durumunda bile 2100 yılında 2,8°C’lik ortalama sıcaklıklarda artış olacağını göstermektedir ki; bu da 2°C hedefinin hala gerisinde olunduğunu ortaya koymaktadır. 2°C hedefinde 2030 rakamları için 15-18 Gt CO2eq miktarında NDC’lerde bir boşluk olduğu hesaplanmaktadır. Bir taraftan da Paris Anlaşması ile mevcut politikalar terk edilmeseydi ortalama 3,6°C bir küresel ısınma söz konusu olacağı sonucu ortaya çıkmaktadır. İklim değişikliğiyle mücadele kapsamında en önemli araçlardan bir tanesi olarak yenilenebilir enerji olarak ön plana çıkmaktadır. Uluslararası Enerji Ajansı (IEA)’nın iklim projeksiyonları Referans Teknoloji Senaryosu emisyon rakamlarından 2°C senaryo rakamlarına ulaşmada alınacak önlemler içerisinde yenilenebilir enerji kullanımının %35-36’lık bir katkısı olduğunu göstermektedir. Bu da 2030 yılı için 4 Gt CO2, 2060 yılı için 11 Gt CO2’lik yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımından gelen bir salım azaltımı olacağı ortaya çıkarmaktadır. Ülkemizin ilan etmiş olduğu “Ulusal Olarak Belirlenmiş Katkı Niyeti”ne (INDC) göre alınacak önlemlerde de yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımının ve enerji verimli uygulamaların arttırılması ön plana çıkmaktadır. 2030 yılında %21 oranına kadar sera gazı salımlarında bir azaltım hedeflemektedir. Ayrıca 2030 yılında hidrolik potansiyelimizin tamamının kullanılmasının yanı sıra rüzgar enerjisinde 16 GW, güneş enerjisinde 10 GW bir kurulu güce ulaşmak
81
Ümit ÇALIKOĞLU
katkı beyanında yer alan önlemler arasında yer almaktadır. Nisan 2017’de kamuoyuyla paylaşılan “Millî Enerji ve Maden Politikası”nda da yenilenebilir enerji yatırımlarının geliştirilmesine vurgu yapılmaktadır. Türkiye geneli elektrik enerjisi kurulu gücü 2016 yılı itibariyle 78,5 GW’a ulaşmış olup bunun %44’ü yenilenebilir enerji kaynaklarına (YEK) dayalıdır. YEK’e dayalı elektrik üretim tesislerinin toplam kurulu gücü 34.553 MW olup bu tesislerin kaynak bazında dağılımı %77,2 hidrolik, %16,6 rüzgar, %2,4 jeotermal, %2,4 güneş ve %1,4 diğer yenilenebilir atık şeklindedir. Elektrik üretimimiz de 2016 yılında 272 TWh’a ulaşmış ve bu miktarın %33’ü yine YEK’e dayalıdır. Ülkemizde büyük ölçekli yenilenebilir enerji yatırımlarının gerçekleştirilmesi amacıyla belirli yenilenebilir enerji kaynak potansiyelinin yoğun olduğu bölgelerde Yenilenebilir Enerji Kaynak Alanları (YEKA) ilan edilmektedir. İlk olarak Konya’nın Karapınar ilçesinde Karapınar YEKA-1 yarışması 20 Mart 2017 tarihinde yapılmış olup yarışmayı kazanan ortak girişim tarafından 1.000 MW’lık bir güneş enerjisi yatırımında bulunacaktır. Bunun yanı sıra uygulama dahilinde ülkemizde fotovoltaik (FV) modül üretim fabrikası kurulacaktır. Rüzgar enerjisine yönelik olarak da 27 Temmuz 2017 tarihine kadar RES YEKA başvuruları alınmaktadır. Bu yarışma ile de en az 400 MW’ı Edirne-Kırklareli-Tekirdağ olmak üzere 1000 MW kurulu güçte RES yatırımı gerçekleştirilecektir. Açıklanan 1700 MW bağlantı kapasitesinin 250 MW’ı da Ankara-Çankırı-Kırıkkale illerine yöneliktir. Ankara ilinin güneş enerjisi potansiyeline bakıldığında ortalama global radyasyon değerinin 1473 kWh/m2 yıl olduğu görülmektedir. Bu da Ankara’yı güneş enerjisi yatırımları için cazip kılmaktadır. Ankara’nın güneydoğu kesimlerinde global radyasyon değerleri daha da artmaktadır. Rüzgar potansiyeline bakıldığında ise özellikle Ankara’nın kuzeydoğusunun gerek 7 m/s’nin üzerindeki 50 metre yükseklikteki rüzgar hızı, gerekse de %30 üzeri kapasite faktörü açısından daha yüksek potansiyele sahip olduğu görülebilmektedir. Ankara’da halihazırda hidrolik hariç 65 MW lisanslı YEK
82
İ k l i m D e ğ i ş i k l i ğ i v e Ye n i l e n e b i l i r E n e r j i
kurulu gücü mevcut olup bunlar 7 adet biyokütle ve biyogaz enerji santrallerine aittir. Lisanssız kurulu güçte Konya ve Kayseri’nin ardından 3. sırada yer alan Ankara, 71 MW’lık lisans kapsamı dışındaki kurulu güce sahiptir. Bu miktarın da 65 MW gibi yüksek bir miktarı güneş enerjisi kurulumlarından gelmektedir. Bu rakamlar lisanssız kapsamındaki güneş yatırımlarına Ankara’daki yüksek ilgiyi ortaya koymaktadır. Yerinde elektrik üretip yerinde tüketmek zamanla daha da ön plana çıkan bir husus olmuştur. Bu sebeple çatı uygulamalarının yaygınlaştırılması yenilenebilir enerji kaynaklarının elektrik üretimi içerisindeki payının artırılmasında önemli bir araç olacaktır. 3 Temmuz 2017 tarihli ve 30113 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Planlı Alanlar İmar Yönetmeliği ile çatılarda yapı ruhsatı kaldırılmıştır. Çatı uygulamalarının özendirilmesine yönelik ilave tedbirler için de çalışmalar yürütülmektedir.
83
Panel 4 DOĞAL KAYNAKLAR, İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ İLE MÜCADELE VE KENTLEŞME Oturum Başkanı: Doç. Dr. A. Gamze YÜCEL IŞILDAR İklim Değişikliği ve Kentleşme Doç. Dr. A. Gamze YÜCEL IŞILDAR İklim Değişikliği ve Su Kaynakları Dursun YILDIZ BM 2030 hedefleri: 13. Hedef: İklim Değişikliğini Önlemek Necmettin TOKUR İklim Değişikliğinin Su Kaynaklarına Etkisi Projesi Sunumu Hülya SİLKİN Soru-Cevap Bölümü
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNİN KENTLERE ETKİLERİ VE KENTLERİN BU SÜREÇTEKİ ROLÜ Doç. Dr. A. Gamze YÜCEL IŞILDAR Gazi Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Öğretim Üyesi
İklim Değişikliğinin Kentlere Etkileri ve Kentlerin Bu Süreçteki Rolü
Farklı iklim değişikliği senaryoları; artan çevre kirliliği problemleri ile birlikte kentler için büyük tehdit oluşturmaya başlamıştır. Küresel ısınmanın önlenmesi amacı ile yapılan çalışmaların, alınan önlemlerin başarıya ulaşması için, iklim değişikliğine neden olan insan faaliyetlerinin yoğun olarak yaşandığı, üretimin ve tüketimin merkezi olan kentlerin de mutlaka ele alınması gerekmektedir. Kentler hem problemin kaynağını oluşturmakta, hem de iklim değişikliğinin etkilerine maruz kalmaktadır.
Şekil 1. Kent ve iklim değişikliği ilişkisi (Özüt, 2016)
Üstelik kentleşme oranlarının hızlı bir ivme ile arttığı göz önüne alındığında sorunun önemi ve ciddiyeti daha net bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Bugün, dünyanın nüfusu yaklaşık olarak 7,3 milyar kişiye ulaşmıştır (BM Ekonomik ve Sosyal İşler Birimi, 2015). 1950’lerde dünya nüfusunun %30’u kentlerde yaşarken, 2010’da bu oran, 3,3 milyar kişi ile %50’yi aşmıştır. 2030’da kentsel nüfusun % 60 lara, 2050’de ise %70’lere varacağı tahmin edilmektedir (Didem DANIŞ, 2015). Türkiye gibi endüstrileşme sürecine sonradan katılmış gelişmekte olan ülkelerde ise şehirleşme, XX. Yüzyılın ortalarından itibaren ivme kazanmıştır. 2007-2012 döneminde ülke nüfusu toplamda yüzde 7,1 oranında artarken, nüfusu 20 binin üzerindeki yerleşimler itibarıyla şehir nüfusu bundan iki kat hızlı artmıştır. Böylece şehirleşme oranı yüzde 67,5’ten yüzde 72,3 seviyesine yükselmiştir. Bu oranın 2018 yılında yüzde 76,4’e ulaşması beklenmektedir (T.C. Kalkınma Bakanlığı, 2013:125). World Watch Dünyanın Durumu (2016:xxxi) raporuna göre, dünyadaki enerji tüketiminin yaklaşık %75’inden ve iklim değişikliğine neden olan küresel sera gazı emisyonlarının da %70’ininden kentler sorumludur. IPCC
89
D o ç . D r. A . G a m z e Y Ü C E L I Ş I L D A R
AR5’e göre küresel karbondioksit salımının % 44’ü kentsel kaynaklıdır (IPPC, 2014: 927). Kentlerin ve kentleşmenin iklim değişikliği üzerindeki etkilerinin yanısıra; kentler aynı zamanda, sorundan en çok etkilenen alanlardan biri olarak karşımızda durmaktadır. Worldwatch Enstitüsü’nün yayını Dünyanın Durumu, 2016 ya göre; iklim değişikliğinin etkileri, kentlerin yaşanabilirliğini bile tehdit eder seviyelere gelmiştir (Prugh and Renner, 2016). Yapılan araştırmalar iklim değişikliği ile birlikte kentlerde; su taşkınları, toprak kayması, göçük, kasırga, aşırı sıcaklık, kuraklık ve yangın gibi tehlikelerin meydana gelme olasılığının yükseleceğini göstermektedir. Kentler iklim değişikliğinin kendisinden çok değişim süreci sonucunda meydana gelen sıcaklık artışı, deniz seviyesinin yükselmesi, yağış rejimlerinin ve rüzgar hızlarının değişmesi, tayfun, sel gibi ekstrem olaylardan etkilenmektedir. Doğal tehlikeler şeklinde nitelendirilen bu olaylar nüfusun, sosyal, kültürel ve ekonomik faaliyetlerin yoğunlaştığı kentlerin zarar görebilirliğini artırmaktadır (Çobanyılmaz ve Duman, 2013). Bu ve benzeri veriler doğrultusunda, şehirlerden kaynaklı iklim değişikliğini önlemek amacıyla şehirlerin tekrar incelenmesi ve şehirlerin küresel ısınmadaki payını azaltacak şekilde yeniden tasarlanması ihtiyacı doğmuştur. Günümüzde iklim değişikliği ile mücadele sürecinde en çok öne çıkan faktör; kentlerde birbirleri ile ilişki içerisinde olan tüm sistemlerin iklim değişikliğinden etkilenebilme ve zarar görebilme düzeylerinin saptanması ve bu doğrultuda gerekli önlemlerin alınabilmesidir.Dolayısıyla iklim dostu şehirleşme için, kapsamlı bir eylem planının yürürlüğe konması gerekliliği ortaya çıkmıştır. Bu ihtiyaç ‘Sürdürülebilir Şehirler’ kavramını doğurmuştur. İklim değişikliğine ilişkin çalışmaların başarısı kentlerde iklim değişikliğine uyum ve sera gazı azatlımı çalışmalarının başarısıyla doğru orantılı olacaktır.
90
SU YÖNETİMİ, İKLİM DEĞİŞİMİ VE KENTLEŞME DENKLEMİ Dursun YILDIZ Su Araştırmaları Derneği, Başkan
S u Yö n e t i m i , İ k l i m D e ğ i ş i m i v e K e n t l e ş m e D e n k l e m i
Özellikle Metropol kentlerimizin su yönetimi, uzun zamandır kırsaldan göç, çarpık kentleşme ve iklim değişimi konularında artan baskılar yaşamaktadır. Bu durum gün geçtikçe su yönetimi, iklim değişimi ve kentleşme denkleminin daha karmaşıklaşmasına neden olmakta ve çözümünü daha da zorlaştırmaktadır. Kentlerimizde hızla artan su talebinin karşılanmasının yanısıra son dönemde sıklığı ve etkisi hızla artan kent taşkınlarının önlenmesi de denklemin çözüm bekleyen unsurları arasına girmiştir. Çarpık kentleşme ve hızla artan nüfus büyük kentlerimizdeki su talebini hızla arttırmakta ve bu talebin karşılanması için su yönetimini havzalararası su transferine ve sürdürülebilir olmayan çözümlere zorlamaktadır. Birçok büyük kentimize içme ve kullanma suyu yaklaşık 100-165 km uzaktan temin edilmeye başlanmış ve İstanbul’a deniz suyu arıtımı tesisi planlanmıştır. Yağışların şiddetindeki artışlar ve kentsel arazinin plansız kullanımı sonucu kentlerimiz büyük ölçüde beton bir yüzey ile kaplanmış olması düşen yağışın hızla akışa geçmesini sağlamaktadır. Kanalizasyon sistemlerinin ya da bunların bağlandığı su yataklarının kapasitelerinin yetersiz kalması sonucunda da taşkınlar oluşmaktadır.Ancak genellikle can kaybına neden olmadığı için bu olumsuzluklar çabuk unutulmakta ve denklemin çözümü çalışmaları gündemden düşmektedir. Sunulacak olan bildiride Su Yönetimi, İklim Değişimi ve Kentleşme denklemindeki parametreler incelenecek ve denklemin çözümünü engelleyen konular ve sürdürülebilir çözümler üzerinde özetle durulacaktır.
Hidroloji ve Mühendislik Hidrolojisi Hidroloji bilimi esas olarak suyun dünyadaki dağılımını ve özelliklerini inceler. Hidrolojinin en geniş tanımı ise: “yeryüzünde, yer altında ve atmosferde suyun çevrimini, dağılımını, fiziksel ve kimyasal özelliklerini, çevreyle ve canlılarla karşılıklı ilişkilerini inceleyen temel ve uygulamalı bir bilimdir” şeklinde yapılmaktadır. Mühendislik alanında ise Mühendislik Hidrolojisi kullanılır ve özellikle yağış ve akış ilişkisinin belirlenmesi üzerinden su yapılarının planlanma-
93
Dursun YILDIZ
sında çok önemli bir işlev görür. Bunun sonunda yüzeysel akış değişir. Örneğin ormanların kesilmesi sonunda yüzeysel akış hacmi ve taşkınlar büyür. Mühendislik hidrolojisinde genel olarak yüzey akışını aynı çıkış noktasına gönderen bölge olan su toplama (drenaj) havzası üzerinde yani kırsal alanda çalışılır. Çarpık kentleşme ve betonlaşma sızma kayıplarını azaltarak hem yüzeysel akış üzerinde etkili olur hem de yer altı biriktirme sistemini etkiler. Kentlerin çevresindeki nehir havzalarında doğal bitki örtüsünün değiştirilmesi ise tutma, terleme ve sızma kayıplarını etkileyerek ani olarak akışa geçen yağış miktarını arttırır. İşte tüm bu etkiler sonucu kentte oluşan sorunlar artık kent hidrolojisi hesaplarının yapılmasını gerekli kılmaktadır. Bu hesaplar kentte hidrolojik çevrimi ve yüzeysel akış miktarını etkileyebilecek koşullar göz önüne alınarak belirli aralıklarla yeniden yapılmalıdır.
Kent Hidrolojisi Hesabı ve Kentsel Taşkın Yönetimi Gerekli İklimde görülen değişim ,uzmanların yaptığı açıklamalar kentlerimizde taşkın tehditi altında bulunan ve/veya zamanla bu risk bölgesine giren alanların mühendislik çalışmaları ile tespitini gerekli kılmaktadır. Kentlerimizde yağışa sonrası genellikle oluşan küçük göl ve nehirlerin yaşamımızı olumsuz olarak etkilemesini önlemek için Kent Hidrolojisi çalışmalarına başlanarak kent planı ve mühendislik çözümlerinin uygulamaya konulması gerekmektedir. Bu çalışmalara özellikle nehir yataklarına yakın olan kentlerin mevcut durumlarının taşkın riski açısından hidrolojik olarak incelenmesi de eklenmeli ve elde edilen sonuçlar hızla uygulanmalıdır. Taşkın alanlarının arazi kullanım planlamasında, yapılaşma ve diğer ekonomik aktivitelere izin verilmeyerek, doğal halinde bırakılması yaşanan sorunun büyük bir bölümünü çözecektir. Bu alanların yapılaşmaya açıldığı bölgelerde ise olası taşkın felaketleri “Kent Hidrolojisi” kapsamında yapılacak çalışmalarla belirlenmeli ve
94
S u Yö n e t i m i , İ k l i m D e ğ i ş i m i v e K e n t l e ş m e D e n k l e m i
açıklanmalıdır. Bunun için yerel yönetimler kentlerde taşkın tehditi altında olan yerlerin belirlenmesi ve kentsel taşkın yönetimi konusunda özel birimler kurmalıdır.
Denklemin çözümüne nereden başlamalı? Büyük kentlerimizde hızla artan su talebinin sadece arz yönetimi ile karşılanabilmesi zorlaşmıştır. İklim değişiminin artan etkilerinden su kullanım bilincinin oluşmasına kadar ortaya çıkan zorluklar arz ve talebin birlikte yönetilmesini zorunlu kılmaktadır. Burada dikkat edilmesi gereken hususlar su temini ve çevre sağlığı hizmetlerinin kamusal hizmet alanı olarak görülmesi ve önerilen çözümlerin sürdürülebilir çözümler olmasıdır. Ülkemizde suyun havza ölçeğinde entegre olarak daha planlı ve verimli olarak yönetilmesi için gerekli yasal ve kurumsal altyapı oluşturma çalışmaları başlamıştır. Bu çalışmalar, kentlerimize temin edilen ve ortalama %43,6 sı şebekelerde kaybolan bu suyun kayıp kaçak oranının hızla en az %25 seviyesine indirilmesini de kapsamıştır. Ancak yasal ve kurumsal altyapıdaki düzenlemeler denklemin çözümü için gerekli olsa da yeterli değildir. Burada toplumsal bir su kullanım ve koruma bilinci oluşturulması için sivil toplum katkısına ihtiyaç vardır. Sivil toplum katkısı ile, gelecek için sorumluluk taşımamıza yönelik davranış değişiminin sağlanması ve toplumsal denetimin artması sağlanabilir. Bugün iklim değişimi ve diğer faktörlerin baskısını yoğun bir şekilde yaşamaya başlayan kentsel su yönetiminin havzalararası su transferi ve deniz suyu arıtımı- teknolojik su üretimi gibi zorlanmış çözümlere mecbur kalmaması için önlemler bugünden hızla alınmalıdır. Bu önlemler arasında kayıp ve kaçakların önlenmesi ve “öncelikle mevcut suyun iyi kullanılması” anlayışının toplumsallaşması öne çıkmaktadır. Su Yönetimi, İklim Değişimi ve Kentleşme Denklemi Bu denklemin çözümünde öncelikler sırasını dikkate almama lüksümüzün kalmadığı bir süreç yaşanmaktadır. Kentlerimizin su yönetimini zorlanmış ve sürdürülebilir olmayan pahalı, dışa bağımlı, çevreye zararlı çözümlere mahkum olmasını önleme imkanımız hala vardır. Bunun için önce denklemin çözümünü zorlaştıran parametrelerin etkilerini azaltmak zorundayız.
95
BİNYIL KALKINMA HEDEFLERİNDEN SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA HEDEFLERİNE Necmettin TOKUR Birleşmiş Milletler, Proje Yöneticisi
Binyıl Kalkınma Hedeflerinden Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerine
Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri, 2012 yılında Rio de Janeiro’da toplanan Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Konferansı’nda doğmuştur. Amaç, dünyamızın karşı karşıya olduğu acil çevresel, siyasi ve ekonomik sorunları ele alan evrensel hedefler kümesi oluşturmaktır. Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri, onur kırıcı yoksulluğu ortadan kaldırmak üzere 2000 yılında küresel seferberlik başlatan Binyıl Kalkınma Hedefleri’nin yerini almıştır. BKH’ler, diğer kalkınma önceliklerinin yanı sıra, aşırı yoksulluk ve açlığı ortadan kaldırma, ölümcül hastalıkları önleme ve tüm çocukların ilköğretim görmesini sağlamaya dönük, üzerinde evrensel uzlaşma olan, ölçülebilir hedefler koymuştur. Binyıl Kalkınma Hedefleri 15 yıl boyunca, yoksulluğun azaltılması, suya ve sıhhi koşullara erişim, çocuk ölümlerinin azaltılması ve anne sağlığında büyük ilerleme sağlanması gibi önemli alanlarda ilerlemenin itici gücü olmuştur. BKH’ler ayrıca, ücretsiz ilköğretim için küresel bir hareketin başlamasını sağlamış, ülkelerin gelecek nesillerine yatırım yapması için esin kaynağı olmuştur. Her şeyden önemlisi, Binyıl Kalkınma Hedefleri, HIV/ AIDS’in yanı sıra sıtma ve verem gibi diğer tedavi edilebilir hastalıklarla mücadelede büyük ilerleme kaydetmiştir.
Binyıl Kalkınma Hedefleri’nin Başlıca Başarıları: • 1990 yılından bu yana, 1 milyardan fazla insan aşırı yoksulluktan kurtulmuştur. • 1990 yılından bu yana, çocuk ölüm oranları yarıdan fazla azalmıştır. • 1990 yılından bu yana, okulu bırakan çocuk sayısı yarıdan fazla azalmıştır. • 2000 yılından bu yana, HIV/AIDS bulaşma oranı yaklaşık %40 azalmıştır. Binyıl Kalkınma Hedefleri’nin mirası ve başarıları, yeni hedefler üzerinde çalışmaya başlamamız için bize çok değerli dersler ve deneyimler sağlıyor. Ancak, dünya üzerinde milyonlarca insan için, iş henüz tamamlanmış değildir. Açlığın sona erdirilmesi, toplumsal cinsiyet eşitliğinin tam olarak sağlanması, sağlık hizmetlerinin iyileştirilmesi ve tüm çocukların
99
Necmettin TOKUR
ilköğretim ötesinde okula gitmesi alanında son noktaya kadar çalışmamız gerekiyor. Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri aynı zamanda, dünyayı daha sürdürülebilir bir yörüngeye oturtmak için acil çağrıdır. Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri, başlamış olduğumuz şeyi bitirme ve dünyamızın bugün karşı karşıya olduğu ağır sorunların bazılarını çözme yönünde oldukça cesur bir taahhüttür. On yedi hedefin tümü birbiriyle bağlantılıdır; diğer bir deyişle, birindeki başarı diğerlerini etkileyecektir. Örneğin; iklim değişikliği tehdidine karşı önlem alınması, kısıtlı doğal kaynaklarımızı nasıl yöneteceğimizi etkiler; toplumsal cinsiye eşitliğinin sağlanması veya genel sağlığın iyileştirilmesi yoksulluğun ortadan kaldırılmasına yardım eder; barışın ve kapsayıcı toplum yapılarının desteklenmesi ise eşitsizlikleri azaltır ve ekonomik refahın artmasını sağlar. Özetle, gelecek nesillerin yaşamını daha iyi hale getirmek için en büyük fırsatımızdır. Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri, 2015 yılında Paris İklim Değişikliği Konferansı COP21’de varılan tarihi anlaşma ile aynı döneme rastlamıştır. Mart 2015’te Japonya’da imzalanan Afet Riskinin Azaltılması için Sendai Çerçevesi ile birlikte bu anlaşmalar, karbon emisyonlarını azaltmak, iklim değişikliği ve doğal afet risklerini yönetmek ve olası bir krizden sonra yeniden ayağa kalkmak için ortak standartlar ve ulaşılabilir hedefler kümesi sağlıyor. Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri, hepimizi etkileyen sorunları kapsamaları bakımından eşsizdir. Yoksulluğu kalıcı biçimde ve her yerde yok etmeye dönük uluslararası taahhüdümüzü bir kez daha vurguluyor. Geride hiç kimseyi bırakmama azmini ve arzusunu yansıtıyor. Daha da önemlisi, tüm insanlık için daha sürdürülebilir, güvenli ve müreffeh bir gezegenin oluşturulmasına hepimizin katılmasını sağlıyor. Bu 17 Hedef, Binyıl Kalkınma Hedeflerinin başarılarının üzerine inşa edilmekte; bir yandan da diğer önceliklerin yanı sıra iklim değişikliği, ekonomik eşitsizlik, yenilikçilik, sürdürülebilir tüketim, barış ve adalet gibi yeni alanları içeriyor. Hedefler birbiriyle bağlantılıdır; bir hedefte başarının anahtarı, birbiriyle ortak yönleri olan sorunları hep birlikte ele almaktır.
100
Binyıl Kalkınma Hedeflerinden Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerine
UNDP’nin Rolü Nedir? Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri, Ocak 2016’da yürürlüğe girmiştir ve takip eden 15 yıl boyunca UNDP politikası ve finansmanına rehberlik edecektir. Birleşmiş Milletler’in öncü kalkınma ajansı olarak UNDP, 170’ten fazla ülke ve bölgede çalışmaları vasıtasıyla hedeflerin uygulamaya konulması için eşsiz konumdadır. UNDP Stratejik Planı; yoksulluğun azaltılması, demokratik yönetişim ve barışı yapılandırma, iklim değişikliği ve afet riski, ve ekonomik eşitsizliği içeren temel alanlara yoğunlaşmıştır. UNDP, hükümetlerin Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’ni kendi ulusal kalkınma planları ve politikalarına entegre etmelerine destek sağlar. Binyıl Kalkınma Hedefleri kapsamında kaydedilen ilerlemenin daha da hızlanması için birçok ülkeye destek sağladığımız çalışmalarımız devam ediyor. Çok sayıda hedefe yönelik olarak çalışma geçmişimiz bize, Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’nde belirlenen hedeflerin hepsine 2030 yılına kadar ulaşmamızı sağlayacak değerli deneyim ve politika uzmanlığı sağlıyor. Ancak bunu tek başımıza tabii ki yapamayız. Gelecek nesillere daha iyi bir gezegen bırakmak amacıyla Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’nin gerçekleştirilmesi için hükümetler, özel sektör, sivil toplum ve vatandaşların ortaklığına ihtiyacımız var.
101
Necmettin TOKUR
Ne Yapmalı? İklim değişikliğinin sadece yerel değil, küresel etkilerinin olduğu dikkate alınarak, gerek UNDP, gerekse diğer bütün uluslararası kuruluşlar tarafından yürütülen projelerin çıktılarının ulusal politikalar haline getirilmesi ve alınan tedbirlerin sürekli hale getirilmesi büyük önem taşımaktadır. Diğer taraftan, iklim değşiliği ile mücadelenin uzun soluklu yapısı dikkate alındığında, gelecek nesillerin bu konudaki farkındalığının en başından sağlanabilmesi ve bunun onların yaşam biçimi haline getirilmesi açısından, daha okul öncesi eğitim ve ilköğretim aşamasından başlayarak müfredatın iklim değişikliği ile mücadele boyutları dikkate alınarak geliştiirlmesi ve eğitimin buna göre verilmesi de son derece önemlidir.
102
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNİN SU KAYNAKLARINA ETKİSİ PROJESİ SUNUMU Hülya SİLKİN Orman ve Su İşleri Bakanlığı, İklim Değişikliğine Uyum Şube Müdürlüğü, Orman ve Su İşleri Uzmanı
İklim Değişikliğinin Su Kaynaklarına Etkisi Projesi Sunumu
Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Su Yönetimi Genel Müdürlüğü bünyesinde Aralık 2013 tarihinde başlatılan proje, Temmuz 2016 tarihinde neticelendirilmiştir.
Projenin Maksadı ve Kapsamı İklim değişikliği, meteorolojik olayların uzun dönem ortalamalarında meydana gelen değişimlerdir. İklim değişikliği insan kaynaklı faaliyetlerdeki artışa bağlı olarak, günümüzde daha yoğun bir şekilde hissedilmektedir. Projenin maksadı iklim değişikliği senaryolarının Türkiye’nin tüm havzalarında yüzey ve yeraltı sularına etkisinin tespiti ve uyum faaliyetlerinin belirlenmesidir.
İşin Muhtevası: 1. Tüm havzalarda iklim değişikliği projeksiyonları yapılmıştır. 2. Tüm havzalarda yeraltı ve yüzey suyu bütçelerindeki değişim ortaya konmuştur. 3. Tüm havzalardaki toplam su ihtiyacı projeksiyonları hazırlanmıştır. 4. Su potansiyeli projeksiyonlarına göre 3 havzada sektörlerin etkilenebilirliği analiz edilmiştir. 5. Türkiye için uyum faaliyetleri belirlenmiştir. 6. Tüm proje çıktıları ile İklim-Su Veri Tabanı oluşturulmuştur.
İklim Projeksiyonları Tüm Türkiye’yi kapsayacak şekilde, Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC)’nin 5. Değerlendirme Raporunun tabanını oluşturan CMIP5 arşivinden seçilen üç küresel modelin çıktılarıyla ve RCP4.5 ve RCP8.5 salım senaryoları ile bir bölgesel iklim modeli çalıştırılmış ve model çıktılarıyla tüm havzalar ölçeğinde 10x10 km çözünürlükte başta sıcaklık, yağış, kar-su eşdeğer ve bağıl nem olmak üzere toplam 8 iklim parametresi için projeksiyonlar belirlenmiştir.
105
Hülya SİLKİN
İklim simülasyonların tamamının 2015-2100 projeksiyon döneminde mevsimsel ve yıllık ölçeklerde Türkiye üzerinde önemli bir ısınmayı işaret ettiği görülmektedir. Yüksekliğin hakim olduğu topoğrafyalarda yaz aylarında beklenen sıcaklık artışlarının daha yüksek olması ve 2100’lere doğru, özellikle Türkiye’nin doğu ve güneydoğusunda 4-7°C’ye ulaşması beklenmektedir. Türkiye genelinde özellikle 2041 yılı sonrasında yağışta azalmalar öngörülmekte olup, ülkemizin kuzeyinde yer alan özellikle Doğu Karadeniz ve Çoruh Havzalarındaki iklim rejiminin daha yağışlı olacağı öngörülmektedir. Havzalar bazında en fazla yağış azalmalarının yüzyılın son on yıllık döneminde Doğu Akdeniz, Seyhan ve Ceyhan havzalarında görülmesi ve %20’lere ulaşması, beklenmektedir.
İklim İndisleri: Ekstrem olayların sıklıklarındaki beklentileri ifade eden 17 iklim indisi projeksiyonları oluşturulmuştur.
Hidrolojik ve Hidrolik Projeksiyonlar Hidrolojik model tarihsel veri seti ile kalibre edilmiş, tüm havzalar için yüzey suyu ve yeraltı suyu potansiyelleri %90 doğrulukla tespit edilmiştir. Projeksiyon dönemi boyunca 10’ar ve 30’ar yıllık dönemler için brüt ve net su potansiyelleri hesaplanmıştır. Her havzada suyu tüketecek olan temel sektörler dikkate alınarak su ihtiyacı 2100 yılına kadar projekte edilmiştir. Havzalararası su transferi bilgisi de dikkate alınarak ülkemizde ilk defa 25 nehir havzasında muhtemel su fazlası veya açığı yaşanabilecek dönemler ortaya konmuştur. Hidrolik modelleme ile hidrolojik model sonuçlarından elde edilen akış değerleri kullanılarak 85 yıl için enkesitlerde debi ve su seviyelerindeki değişim hesaplanmıştır. Türkiye’nin net su potansiyeli, DSİ’den havza bazlı edinilen veriler ışığında yeniden derlenerek, hidrolojik ve hidrojeolojik hesaplamalar sonucunda yaklaşık 108,5 milyar m3 olarak hesaplanmıştır. Model çalışmaları sonucunda projeksiyon döneminde Türkiye toplam brüt su potansiyelinin, referans dönemine göre HadGEM2-ES iklim modeli sonuçları için %40-45
106
İklim Değişikliğinin Su Kaynaklarına Etkisi Projesi Sunumu
oranında, MPI-ESM-MR ve CNRM-CM5.1 iklim modelleri sonuçları için ise %15-20 aralığında azalacağı tahmin edilmektedir.
Hidrojeolojik Projeksiyonlar Havza bazında akifer ortamları jeolojik ve hidrojeolojik olarak tanımlanmıştır. Havzalarda mevcut yeraltı suyu potansiyeli ortaya konmuş, dinamik ve statik rezervin birlikte değerlendirilmesi ile yeraltı su seviyesindeki olası değişimler öngörülmüştür.
Suyun Sektörlere Etkisi Çalışmaları Sektörel etkilenebilirlik analizi metodolojisi geliştirilerek, proje kapsamında 3 havzada iklim projeksiyonları sonrasındaki durum dikkate alınarak suyun dört ana sektöre (içme ve kullanma suyu, tarım, sanayi, ekosistem ana sektörleri için) etkisi analiz edilmiştir. 2015- 2100 projeksiyon döneminde 10’ar yıllık periyotlarda yürütülen çalışmalar ile elde edilen verinin sistematik değerlendirilmesi sonucunda az etki, orta etki, yüksek etki ve çok yüksek etki olmak üzere 4 kategori altında etkilenebilirlik seviyeleri ortaya konmuştur.
Uyum Faaliyetleri Dünyanın çeşitli bölge ve ülkelerinde, iklim değişikliğine karşı planlanan ve uygulamaya konulan uyum stratejileri ve faaliyetleri ile uyumda öne çıkan sektörler incelenmiş olup, bu bilgiler ışığında ülkemiz için toplamda 138 uyum faaliyeti önerilmiştir.
İklim-Su Veri Tabanı Proje kapsamında üretilen tüm sonuçlar Coğrafi Bilgi Sistemleri uygulamasına sahip web tabanlı İklim-Su Veri Tabanına işlenmiştir. Sonuçlar değişik frekanslarda dinamik şekilde sorgulanabilmekte olup, proje çıktıları kamunun kullanımına http://iklim.ormansu.gov.tr web adresinde sunulmaktadır.
107