BİZ BİR AİLEYİZ SAYI 10

Page 1

AİLE Biz bir aileyiz

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı yayınıdır.

Yıl 3

| Nisan Mayıs Haziran 2015 | 10

Ü Ç AY D A B İ R YAY I M L A N A N K Ü LT Ü R V E S A N AT D E R G İ S İ

dosya

ENGELLİLİK değerlere uymadaüç hata

Prof. Dr. Üstün DÖKMEN

sağlıklı çocuk psikolojisi için

ebeveyn önerisi Ayşe Başak Erk

Başkadır

İstanbul ’da Ramazan Melih Uslu



Sunuş Ayşenur İSLAM Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı

Bakanlık olarak ailenin temel taşlarının her biri için ayrı ayrı ve yeni politikalar geliştirip kadınlarımıza, çocuklarımıza, yaşlılarımıza, engellilerimize, şehit ve gazi yakınlarımıza kısacası aileyi oluşturan, tamamlayan bütün unsurlara sahip çıkıyoruz. Geleneksel değerlerimiz, kültürümüz ve inançlarımızla birleştirerek oluşturduğumuz bu politikalar ve projelerle; ailenin yapısının korunmasını, yeni kurulacak ailelerin temellerinin sağlam atılmasını, korunmaya muhtaç çocuklarımıza en güzel şartlarda bakım ve koruma hizmeti verilmesini amaçlıyoruz. Aile odaklı bakış açısı ile kadını, erkeği, çocuğu, yaşlıyı ve engelliyi ilgilendiren her alanda çok boyutlu ve kapsamlı çalışmalarla, eklektik, birbirine entegre olabilen ve değişen şartlara göre farklı uygulama modülleri olan yeni programlar ve projeler geliştirdik ve geliştirmeye devam ediyoruz.

ve denetleyen bir yapıya sahibiz. Bunun yanı sıra, arz odaklı hizmeti, koruyucu ve önleyici yaklaşımı, bütüncül hizmet sunumunu ve disiplinler arası yaklaşımı esas alıyoruz. Engelsiz Türkiye için engelli vatandaşlarımızın sosyal hayata tam katılımını önemsiyoruz. Engelli vatandaşlarımız açısından reform niteliği taşıyan Evde Bakım Ücreti uygulaması uzun bir süredir devam ediyor. Bakıma muhtaç engellilerimizin akrabası tarafından evde bakımı karşılığında, engellimize bakan kişiye bir aylık net asgari ücret tutarında ödeme yapıyoruz. Böylece engellilerimiz, ailelerinin yanında sağlıklı, huzurlu ve güven içinde yaşamlarını sürdürüyorlar. Evde bakım hizmetlerinden 2014 yılında 450.031 kişi yararlanmıştır.

Kadının, insan haklarının ve toplumsal statüsünün korunması, geliştirilmesi, kadına karşı ayrımcılığın ve kadına yönelik her türlü şiddet ve istismarın önlenmesi bakanlığımızın öncelikli politikalarımızın başında gelmektedir. Hükümet ve bakanlık olarak bu konudaki tedbirler yüzde 100 netice verinceye kadar ‘kadına yönelik şiddet’ adı verilen bu insanlık suçuyla mücadele etmeye devam edeceğiz. Bunu bir toplumsal proje olarak ele alıp birlikte çalışmak zorundayız.

Ülkemizin dört bir yanına yayılmış huzurevlerimizde sosyal güvencesi olan ya da olmayan yaşlılarımıza hizmet veriyoruz. Yaşlılarımıza yönelik yeni hizmet modellerimizden olan evde yaşama destek, gündüzlü bakım ve gündüzlü dayanışma hizmetlerinin sunulduğu Yaşlı Hizmet Merkezlerimizde yalnız yaşayan, ailesinin yanında kalan ve Huzurevini tercih etmeyen yaşlılarımıza yönelik olarak ya da Alzheimer gibi rahatsızlıklar nedeniyle evde bakımın daha faydalı olduğu durumlarda da özel bakım gerektiren yaşlılarımızın da bakımını sağlamaya yönelik uygulamaları yaygınlaştırıyoruz. Yaşlılarımızın kendi ailesiyle birlikte desteklenmesinin mümkün olamadığı durumlarda evlerine en yakın olan ev ortamında sosyal çevreden soyutlanmadan yaşam standartlarının yükseltilmesi ve ihtiyaç duydukları bakımın sağlanması için yeni bir uygulama olan Yaşlı Yaşam Evleri modelini geliştirdik. Her bir yaşlımızın kendine ait bir odasının olduğu dört beş yaşlımızın bir arada olduğu ve yaşlının bütün ihtiyaçları düşünülerek geliştirdiğimiz “Yaşlı Yaşam Evleri” modeli ile yaşlılarımıza hizmet sunmaktayız.

Sosyal yardımların, aile, çocuk, kadın, yaşlı, engelli, şehit yakınları ve gazilere yönelik hizmetlerin tek çatı altında toplayıp; bilimsel yöntemlerle ‘yoksulluk’ ve ‘yoksunluk’ tanımlarını yeniden yaparak, adil ve hakça paylaşımı esas alan bir hizmet anlayışını önceliyoruz. Bakanlık olarak politika üreten, hizmetlerinde standart oluşturan, izleyen

Bu vatanın güzel insanları için de daha yaşanabilir bir ülke, daha yaşanabilir şehirler, sokaklar, binalar inşa etmek, vatandaşlarımızın yaşama sevinçlerini kaybetmeden, üretken, aktif bireyler olarak toplumsal hayatta rol üstlenmelerini ve güçlerini kullanabilmelerini sağlayacak düzenlemeleri hayata geçirmek bizlerin görevidir.

Çocuk politikalarımızın temel ekseninde aile yanında bakım var. Kurumun bakımında bulunan çocuklar için koğuş sistemi ve toplu bakım yerine, ev tipi bakım sistemine geçtik. Bu kapsamda kuruluşlardaki hizmet dönüşümünü yüzde 90 oranında tamamladık. “Anka” ismini verdiğimiz program sayesinde, çocukların rehabilitasyonunda daha etkili ve başarılı sonuçlara ulaşıyoruz.


İÇİNDEKİLER

dosya engellilik 18

Bu Teknoloji Benim Neyim Oluyor?..................................14

Görme Engelli Yüzücümüz Fedai Özal ile Söyleşi..............19

Türk İşaret Dili...................................................................20

DEĞERLERE UYMADA ÜÇ HATA 4 sağlıklı çocuk psikolojisi için

12 ebeveyn tutumu önerisi

Destekli İstihdam..............................................................23

Korumalı İş Yerleri.............................................................26

Şehidimizin Emaneti Yıldıray Arslan.................................29

Sahavet Hanım.................................................................30

Sesli Betimleme................................................................32

I. Uluslararası Aile Filmleri Festivali...................................36

Ramazan ve Şerbet Kültürü...............................................46

Sosyal Yardımlar................................................................50

Başkadır 40 İstanbul’da Ramazan

Yalnızlığın ve İletişimsizliğin Derin Tahribatı....................54

Ekmeğimizi İsraf Etmeyelim.............................................58

Kuşlarda Aile Hayatı..........................................................60


“Biz Bir Aileyiz”

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı yayınıdır. Üç ayda bir yayımlanır.

Derginin Sahibi

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı adına Doç. Dr. Mustafa DURMUŞ

Editör ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü

Editörden

Tanıl Can BAYOĞLU

Yayın Kurulu

İrfan ÇAYBOYLU Dr. Sermet BAŞARAN Emre TÖRE Dr. Dursun AYAN Samet CEYHAN Ozan İLTER Bengin EFETÜRK Aysun TÜRÜT Oya TANYERİ Handan ARSLAN Özlem YÜKSELBABA Serpil PENEZ ŞAHİN Nermin ÖZTÜRK Hakan AYDIN

Danışma Kurulu

Çiğdem ERDOĞAN ATABEK Nesrin ÇELİK Ebubekir ŞAHİN İmambey ERTEM Mustafa KARAMAN İsmail YÜKSEKTEPE Temindar AYTEKİN Gülser USTAOĞLU Gamze AYRIM Selami GÜDER Kenan ÖNALAN Prof. Dr. Vedat IŞIKHAN Doç. Dr. Ayşe Sezen SERPEN Doç. Dr. Cengiz ÖZBESLER Hümeyra ŞAHİN Dr. Murat YILMAZ

Redaktör

Reyhan Tutumlu

Kapak Fotoğrafı Ersin Berk

İdare Adresi

Söğütözü Mah. 2177. Sok. A Blok No: 10 Çankaya/Ankara

Yapım arti5medya.com Tel: +90 312 286 13 00

Görsel Yönetmen Gürkan Akbaş

Basım Yeri

Uzman Matbaacılık Tel: +90 312 394 43 64

Basım Tarihi ve Baskı Adedi 01.06.2015, 4000 Adet

Yazıların hukukî sorumluluğu yazarın kendisine aittir. Yayınlanmasını istediğiniz yazı, inceleme ve eleştirileriniz için: bizbiraileyiz@aile.gov.tr Dijital Dergi İçin: kutuphane.aile.gov.tr/sayfa/bizbiraileyiz

Tanıl Can BAYOĞLU

Merhaba değerli okurlar Yeni sayımızla tekrar sizlerle buluşmaktan mutluluk duyuyoruz. Her sayımızda olduğu gibi bu sayımızda da bir dosya konusu belirledik. Bu sayımızın dosya konusu “Engellilik”. Yunus’un “Yetmiş iki millete bir gözle bakmayan, halka müderris olsa hakikatte asidir.” sözleriyle özetlenen toplumsal bakış açımız her alanda bizlere rehber olmuştur. Bu anlayışta engellilik, bir eksiklik olarak değil, sadece bir farklılık olarak değerlendirilmektedir. Medeniyetimize ve onun kurucu değerlerine baktığımızda bu hassasiyeti her zaman görmek mümkündür: Görme engelli mimar Carlos Mourao Pereira’ nın “İstanbul’a ve Osmanlı mimarisine hayranım, çünkü tarihî mekânlar engelliler hesaba katılarak inşa edilmiş, tüm duyulara hitap ediyor” sözleri toplumsal duyarlığımızın temellerinin ne denli güçlü olduğunu anımsatıyor. Yine Evliya Çelebi’nin notlarından, 1500-1700’lerde Osmanlı mahkemelerinde hizmet veren bir işitme engelli topluluğu olduğunu görüyoruz. Günümüzde ülkemizin medeniyet atağı duyarlıklarımızda da önemli ölçüde değişimi ve gelişimi beraberinde getirdi. Bakanlığımızın da engelli vatandaşlarımıza götürdüğü hizmetlerden bazılarını bu sayımızda bulabileceksiniz. Bu sayımızın bazı önemli başlıklarından bahsedecek olursak: Üstün Dökmenin kaleme aldığı yazıyı bir solukta okuyacağınıza eminiz. Yine çocuk gelişimi uzmanımız Ayşe Başak Erk bize 11 altın öneri verecek. Bakanlık uzmanımız Ahmet Rasim Kalaycı ise teknoloji çocuk ve ebeveyn üçlüsünü çarpıcı bir yorumla gözler önüne serdi. Ramazana yaklaştığımız bu günlerde gezi yazarımız Melih Uslu bizi İstanbul’un büyülü atmosferine götürüyor. Ramazan şerbetsiz olmaz dedik Tolunay Sandıkçıoğlu leziz kaleminden bize şerbetler damıttı. Daha nice keyifli yazıyla elinizden düşüremeyeceğinizi umduğumuz dergimizle sizleri baş başa bırakıyor, İyi okumalar diliyorum.


4 AİLE | Nisan Mayıs Haziran 2015 | 10 >

Yaşam

>

Değerlere Uymada Üç Hata

Prof. Dr. Üstün Dökmen Ankara Üniversitesi

DEĞERLERE UYMADA ÜÇ HATA

Sokakta herhangi bir insana toplumun değerlerine önem verip vermediğini sorarsanız, hiç duraksamadan önem verdiğini söyler. Hepimiz değerlere teorik olarak çok önem veririz. Ama pratikte sürekli olarak değerleri çiğneriz.

Kaynak: http://www.canakkale.bel.tr/assets/eskisite/images/content/ustun_dokmen_2013_3.JPG


10 | Nisan Mayıs Haziran 2015 |

>> Değerler Toplumsal değerler insan yaşamının önemli bir yanını oluşturur. Bir diğer, belirli bir insan davranışının veya yaşam amacının bir diğerinden daha üstün olduğu yönündeki tutarlı ve derin inançtır. Değerler, toplumdan topluma, zaman içinde değişir. Toplumlar değerleri doğrultusunda bazı davranışların sergilenmesini takdirle karşılar. Örneğin sadakat, sevgi, cesaret, dostluk, temizlik, saygı, dürüstlük, nezaket ve benzerleri, önem verilen toplumsal değerlerdir. Değerler toplum için değerlidir; değerlere uygun davranan insanlar da toplumun gözünde değerlidir.

Değerlere Uymada Üç Hata Sokakta herhangi bir insana toplumun değerlerine önem verip vermediğini sorarsanız, hiç duraksamadan önem verdiğini söyler. Hepimiz değerlere teorik olarak çok önem veririz. Ama pratikte sürekli olarak değerleri çiğneriz.

Değerle uymada, kanıksamış olduğumuz, üç temel hata vardır: Ortamına göre değerlere uyarız; Keyfimizin/moralimizin iyi olup olmamasına göre değerlere uyarız; Karşımızdaki kişiye göre değerlere uyarız. Şimdi bu üç hatayı açıklamaya çalışalım.

Belirli bir değere neden uymadığımızı açıklamaya çalışırken ”Ama…” diye başlayan mazeret cümleleri kurduğumuz zaman, bu tavrımız, söz konusu değeri yürekten benimsemediğimiz anlamına gelir.

AİLE 5

Birinci Hata: Ortama Göre Değerlere Uymak Bazı toplumsal değerlere bazı ortamlarda uyar, bazı ortamlarda uymayız. Örneğin trafik polisinin yanındaki kırmızı ışıkta dururuz, polis yoksa aynı kırmızıda durmayız. Bu, değerlere uyma konusundaki birinci hatadır. Bu tür hatalar değerleri içselleştirmediğimiz için ortaya çıkar. Biz değeri gerçekten benimseyenler, her ortamda, her durumda o değere uygun davranırlar. “Temizlik” değerlerimizden birisi olarak kabul edilebilir. Bu değere ne yazık ki toplumun en azından bir bölümü ortamına göre uyuyor. Örneğin hiç kimse evindeki halıya, koridora tükürmez, sigarasının izmaritini atmaz. Ama sokağa tüküren, sigarasının izmaritini atan çok kişiyi görüyorum. Ortamına göre davranıyoruz. Avrupa ülkelerine giden vatandaşım kaldırıma tükürmüyor, piknik yaptığında çöpünü çime atmıyor. Ama Kapıkule’yi geçince farklı davranıyor. “Niçin orada çöp atmıyorsun da burada atıyorsun” desem, büyük ihtimal şöyle diyecek bana:


6 AİLE | Nisan Mayıs Haziran 2015 | 10 >

Yaşam

>

Değerlere Uymada Üç Hata

“Ama burada herkes atıyor” Bu cümleyi, birtakım değerlere ortamına göre uyduğumuz zaman, kendimizi savunmak için kullanıyoruz:”Ama burada herkes yapıyor.” Ve ne yazık ki liste uzuyor: Vergi kaçıran,”Ama herkes kaçırıyor,” diyor. Trafik kurallarını çiğneyen, “Ama kurallara kimse uymuyor, ben niçin uyayım?” diyor. Belirli bir değere neden uymadığımızı açıklamaya çalışırken ”Ama…” diye başlayan mazeret cümleleri kurduğumuz zaman, bu tavrımız, söz konusu değeri yürekten benimsemediğimiz anlamına gelir. Bir değeri yürekten benimseyen kişi, o değere ortamına göre uymaz. Başkalarına bakarak uymaz, ne olursa olsun uyar. Ben, Batı ülkelerinde yere çöp atmıyorum; ben ülkemde de yere çöp atmıyorum. Ben temiz bir sokağa çöp atmıyorum, ben, başkaları tarafından çöp atılmış pis sokaklara da çöp atmıyorum. O pis sokak belki yere çöp atılmasını hak ediyor, ama ben oraya çöp atmayı hak etmiyorum. Bir toplumsal değeri yürekten benimsemişsek, içselleştirmişsek, başkalarının ne yaptığına bakmadan, ortama göre davranmadan uyarız o değere. Bunca yıldır, evindeki halıya asla tükürmeyen bir insanın nasıl olup da sokağa rahatlıkla tükürdüğünü anlamakta güçlük çekmişimdir. “Bunun mantıklı bir açıklaması olması gerekir” diye düşünmüşümdür. Yıllardır beklediğim açıklamaya Ekrem Işık’ın İstanbul’da Gündelik Hayat adlı kitabında rastladım. Işın’ın bu konudaki açıklaması, iddiası, geçmişe yönelik, ispatı zor bir hipotez. Ama ilginç. Şöyle: Eski İstanbul’da üç kutsal mekân vardı: Cami, çarşı, ev. İnsanlar sokakta fazla dolaşmazlardı; gezmek için sokağa çıkmazlardı. Bu üç kutsal alandan birinden diğerine gidebilmek için sokaklardan geçerlerdi. Evlerin dışarıya bakan pencereleri sınırlıydı; pencereler, “hayat” adı verilen, kapalı iç mekâna açılırdı.

Pis sokak belki yere çöp atılmasını hak ediyor, ama ben oraya çöp atmayı hak etmiyorum. Özellikle kadınların hayatı hayatta geçerdi. Yoğurtçu, sütçü kapıya gelirdi. Ev kutsaldı. Bu yaşam tarzı içinde, sokaklar kutsal değildi, köpeklere terk edilmişti. İstanbul’a gelen Batılı gezginleri hayrete düşüren iki şey vardı: Birincisi, sokaklarda çok miktarda köpek bulunmasıydı, diğeri ise sokakta çok az insan görülmesi. İstanbullu merhametliydi. Büyük binaların dış yüzlerine


10 | Nisan Mayıs Haziran 2015 |

AİLE 7

rahatlığımızın nedenlerinden biri, göçebe yaşamış dedelerimizin doğadaki rahatlıkları olabilir. Onlar yayladan göçerken doğal atıklarını çevrede bırakabilirlerdi; doğa bunları özümler, içinde sindirebilirdi. Ancak bugün teneke kutuları, naylon poşetleri doğa içine sindiremiyor. Belki bu yüzden eski alışkanlıklarımız yeni dünyada sorun yaratıyor. Bunların bitirmenin amacı şu: Temiz olma değerine ortamına göre uyuyor olmamız basit bir olay değil, çok değişkenli karmaşık bir olaydır. Sokaklara çöp atanları, köpeklerinin kakasını kaldırımda bırakanları “pis, görgüsüz” diye adlandırıp işin içinden çıkamayız. Olayı daha derin, daha ayrıntılı düşünmek, yorumlamak zorundayız.

İkinci Hata: Keyfimize Göre Davranmak Yaygın bir tavır vardır. Canımız sıkılıyorsa, keyfimiz yoksa çevremize ters davranırız, aksilik ederiz. Böyle davranmak bize gayet doğal gelir. İşyerinde canımız sıkılmışsa ev halkına sinirli davranırız, trafikte canımız sıkılmışsa iş yerinde çevremizdekilere öfkeleniriz.

taştan kuş yuvaları (kuş köşkleri) yapılırdı. Sokak köpeklerine ise, sadece yemek artıkları değil, özel olarak hazırlanmış paparalar verilirdi. Köpek pis (mekruh) kabul edilirdi, eve sokulmazdı. Ama sokakta bırakılırdı. Işın’a göre bunun nedeni, sokağın kutsal olmamasıydı; bu yüzden bu köpeklere terk edilebilirdi.

Kısacası, herhangi bir nedenden ötürü keyfimiz kaçmışsa, moralimiz bozuksa çevremize öfkeli davranırız, zaman zaman saygısızlık ederiz. Oysa böyle davranmak zorunda değiliz. Keyfimiz var veya yok, çevremizdekilere saygılı davranabiliriz, davranmalıyız. Keyfimiz olduğunda da çevremizdekilere saygılı davranabileceğimizi Koreliler bize çok şık bir şekilde gösterdiler.

Eğer bu açıklamada gerçek payı varsa, kuşaklar boyunca insanlar, model alma yoluyla evlerini temiz tutmayı. Ama sokağa aldırmamayı öğrenmiş olabilirler.

Bizde futbol seyircisi için alışagelmiş davranış şekli şudur: Eğer tuttuğunuz takım maçı kazanmışsa sevinir, alkışlarız; kaybetmişse sinirleniriz, alkışlamayız.

Konuyla ilişkin başka pek çok açıklama yapılabilir. Örneğin, bizim bugün şehirlerdeki, piknik yerlerindeki çöp atma

Oysa Koreliler yenildikleri halde alkışlıyorlardı. Yenilmişlerdi, üzgündüler, buna rağmen alkışlıyorlardı.


8 AİLE | Nisan Mayıs Haziran 2015 | 10 >

Yaşam

>

Değerlere Uymada Üç Hata

kaybettiği anlaşılınca, kaybeden takımın taraftarları daha maç bitmeden stadyumu terk etmeye başlar. Bu arada oturulan plastik koltukları kıranlar da olur. Bu, doğal kabul edilebilecek bir davranış değildir. Evde, maçta, işyerinde, bizim keyfimiz yok diye başkalarının da keyfini kaçırmamız şart değildir. Keyfimiz var veya yok, çevremizdekilere saygılı davranabiliriz, davranmalıyız.

Üçüncü Hata: Karşımızdaki Kişiye Göre Değerlere Uymak Bazı değerlere uyup uymama konusunda ölçütümüz, karşımızdaki kişidir.

Evde, maçta, işyerinde, bizim keyfimiz yok diye başkalarının da keyfini kaçırmamız şart değildir. Keyfimiz var veya yok, çevremizdekilere saygılı davranabiliriz, davranmalıyız. İşte, bunu belirtmeye çalışıyorum. Keyfimiz var veya yok, çevremizdekilere, karşımızdakilere saygılı davranabiliriz. Koreliler gibi. Dünya kupasında üçüncülük maçını anlatan TRT spikeri, o güzel Türkçesi ve her zamanki nezaketiyle şöyle diyordu: “Sevgili izleyiciler, inanmayacaksınız ama, maçın bitimine bir dakika var ve bir tek Koreli stadyumu terk etmedi.” Maç bitti, koreliler yenildi. Spiker arkadaşımızın hayreti daha da arttı. Çünkü, bir tek Koreli bile stadyumu terk etmemişti ve üstelik tüm izleyiciler her iki takımı birden alkışlıyorlardı. Ve dahası tribünlerde iki bayrak belirdi. Türk bayrağı daha büyüktü, Kore bayrağı daha ufak. (bu da ev sahibi nezaketi olsa gerek.) Stadyuma gidip futbol maçı izlemem ama bildiğim kadarıyla bizde böyle şey olmaz. İki taraftan birinin

Örneğin fiziksel açıdan ve statü açısından bizden güçlü kişilere saygılı davranırız. Güçlü bulmadığımız kişiler karşısında ise saygılı davranmayız, davranışlarımızı kontrol etme ihtiyacı duymayız. Oysa, renkleri, cinsiyetleri, yaşları, statüleri ne olursa olsun, tüm insanların onurları eşittir. Bu yüzden ayırım gözetmeden hepsine saygılı davranmalıyız. İnsanların Onurları Eşittir İnsanoğlu bilmiyor, bilmediğini de bilmiyor. İşte bu beni üzüyor. Sokakta herhangi birilerini durdurup, “İnsanlara saygılı mısınız?” diye sorarsanız, hemen hepsi “Evet” der. Ama bu evetçilerin birisi amirdir, hata yapan elemanını azarlar; birisi öğretmendir, ödevini yapmayan öğrenciye bağırır; diğeri hekimdir, köylüye “sen” der, şehirliye “siz”; bir diğeri polistir, hırsıza hakaret eder. Her ne kadar insana saygılı olduklarını iddia etseler de, bu amir, bu öğretmen, bu hekim, bu polis insana saygılı değildir. Çünkü: Kişiyi ve hatalı davranışı ayırmak zorundasınız. Hatalı davranışı eleştirebilirsiniz, hatta hatalı davranışından ötürü bir yaptırım uygulayabilirsiniz; fakat kişiyi topyekûn eleştirmeye hakkımız yoktur.


10 | Nisan Mayıs Haziran 2015 |

AİLE 9

Bir profesörün onurunu bir çöpçünün onuruna eşittir, bir kapıcının onuru, bir genel müdürün onuruna, hekimin onuru hastasının, hastabakıcının onuruna eşittir ve bir müfettişin onuru, bir hırsızın onuruna eşittir. Kişiyi topyekûn eleştirmek insana saygısızlıktır, insan onurunu umursamazlıktır.

topyekûn suçlamaya, içimizden geldiği gibi aşağılamaya hakkımız yoktur.

Bir profesörün onurunu bir çöpçünün onuruna eşittir, bir kapıcının onuru, bir genel müdürün onuruna, hekimin onuru hastasının, hastabakıcının onuruna eşittir ve bir müfettişin onuru, bir hırsızın onuruna eşittir.

Tutukluların, mahkûmların hakları vardır; haklarını çiğnerseniz siz de suç işlemiş olursunuz. Bir ülkenin yasalarına göre bir kişiyi idam edeceksiniz diyelim. Bu mahkûmu idamdan önce aç bırakmaya veya küfür etmeye hakkınız yoktur.

İster bir varsayım deyin ister bir dogma, tüm insanların onurları eşittir bu dünyada. İnsanların bilgileri, yetkileri, statüleri, güçleri farklı farklı olabilir; ancak onurları eşittir. Hiçbir insan, renginden, cinsiyetinden, inançlarından veya hatalı bir davranışından ötürü aşağılanmamalıdır. Bu hırsızın, diyelim ki on davranışı var. Dokuzu iyi, ama onuncu davranışı kötü; hırsızlık yapıyor. Bu onuncu davranış için onu tutuklayabilir, yaptırım uygulayabilirsiniz. Ama onu

O mahkûmun onurunu hapishane müdürünün onuruna eşittir; benim onuruma da eşittir. Benim onurum bir çöpçünün onuruna eşittir. O çöpçü benim fakülteme gelip ders anlatma yetkisine sahip değildir; ben de sokaktaki çöp bidonunun yerini değiştirme yetkisine sahip değilim. O çöpçü evinin kralıdır. Köyüne gitse, kuyruk olup elini öperler. Ben kendimi ondan üstün görmem.


10 AİLE | Nisan Mayıs Haziran 2015 | 10 >

Yaşam

>

Değerlere Uymada Üç Hata

Ekmeğe niçin saygı gösteririz? Çünkü nimettir. İyi de eşlerimiz, çocuklarımız nimet değil mi? Benim onurum tuvalet temizleyen bir hanımın onuruna eşittir. O hanım evine geç gitse, kızı kapıya çıkıp, “ Anne geç kaldın,” diye yanaklarından öpüyor. Benim kızımın eşimin yanağını öpmesi, o kızın annesinin yanağını öpmesi veya bir kızın hırsızlıktan hüküm giymiş annesinin iki yanağından öpmesi aynı şeydir; aralarında hiçbir farklılık yoktur. Tüm insanların onurları eşittir. Kızılderili’nin İfadesiyle, “Mitaku Oyasin” (hepimiz – hayvanlar ve bitkiler dahil - kardeşiz). Eğer bir mahkumun hatalı davranışı varsa onu eğitmeli, ıslah etmelisiniz. (Gelecekte mahkumlar tedavi edileceklerdir.) Ben eğitebilecek, tedavi edilebilecek bir insandan daha onurlu olduğumu nasıl düşünebilirim? Biz bugün mahkûmları tedavi edemediğimiz, eğitememeğimiz için, arada bir af çıkarıyoruz. Hiç hastanelerde af çıkarıldığını, hastaların sevabına erken taburcu edildiklerini duydunuz mu? İnsanlar onurlarının eşit olduğunu düşünmek istemiyorlar. Kendilerini başkalarından üstün görüyorlar. Bir yönetici, bir müfettiş, başlangıçta iyi niyetli, işini hakkıyla yapabilmek amacıyla, iş ilişkisi içinde bulunduğu kişilere mesafeli durmaya başlıyor. Giderek bu mesafeli duruş kendini sütün görmeye dönüşebiliyor. Bu kişiler, hem mesafeden hem de hiyerarşideki konumlarından ötürü, kendilerini her açıdan, bu arada onur açısından da ötekilerden üstün görmeye başlıyorlar. Bu durum, ötekilerden daha dazla uzaklaşmalarına yol açıyor. Sonuçta, kendi yalnızlıkları artıyor, ötekileri mutsuz ediyorlar ve iş zarar görüyor. Bir profesör sözlü sınavında cüppesini giyip, “adayı yakından tanıyor” demesinler, laf gelmesin diye, başlangıçta soğuk, giderek yukarıdan bakan bir ifade takınıp bir engizisyon yargıcının yüz ifadesiyle, adayla hiçbir insani ilişki kurmadan

mekanik bir sınav da yapabilir; ya da gülümseyerek selam vermek, hatır sormak gibi adayla insani ilişkiler kurduktan sonra, ilişkiyi ve işi ayırt ederek, ilişkide eşitlikçi, insan onuruna saygılı, işte ise objektif bir tavır takınabilir. Bir müfettiş, başlangıçta işini iyi yapabilmek amacıyla ciddi davranıp, gitgide üstatlarının abartısına kapılarak kendini Olimpos ‘tan inmiş Zeus gibi hissetmeye ve teftiş heyeti başkanından başka dünyada kimseye saygı duymamaya da başlayabilir; ya da ilişkiyi ve işi ayırt edip tüm insanlara saygılı ama işinde objektif olabilir. Kendilerini herkesten üstün görenler, kendi onurlarına onulmaz biçimde hayran olanlar, insan ilişkileri konusunda kendilerini eğitimle geliştirebileceklerine inanmayanlar bana Küçük Ağaç’ taki hindiyi hatırlatıyor. İlginç bir roman olan Küçük Ağaç’ ın Eğitimi’nde Kızılderili dede ve nineyle Küçük Ağaç adlı çocuk arasındaki ilişki anlatılır. Küçük Ağaç’ ın dedesi, gitgide derinleşen, üstü dallarla örtülü, hindinin boynundan alçak bir tünel kazar, tüneli derin bir çukura bağlar. Toprağın yüzeyinden tünelin içine doğru mısır taneleri serpiştirir. Yaban hindisi başını eğip taneleri yiye yiye tüneli geçer, çukura girer. Başını kaldırır, çukurun üstü açıktır ama çukur derindir. Tek bir çıkış yolu vardır, başını eğip tünelden gerisin geriye gitmek. Ancak hindi başını eğmeyi akıl edemediği için çukurdan çıkamaz. Küçük Ağaç dedesine, “Dede, hindi niçin kafasını eğip tünelden dışarı çıkamıyor?” diye sorar. Dedesi “Yavrum, hindi kendini herkesten üstün gördüğü için, öğrenebileceği yeni şeyler olduğuna inanmadığı için, alçakgönüllülük gösterip başını eğemediği için, girdiği çukurdan çıkamıyor,” der. Çukurlar içinde kalakalma tehlikesi hepimiz için vardır. Ama eğer tüm insanların onurlarının eşit olduğuna inanırsak bu tehlike bizden uzaklaşır. Daha onurlu bir insan olmaya çalışmak yerine, daha bilgili, daha etkili, daha iyimser, daha sevecen olmaya çalışmak


10 | Nisan Mayıs Haziran 2015 |

daha akıllıca olsa gerek. Anadolu’ da “boş başak dik durur” derler. Dolu ve alçakgönüllü bir başak olduğumuzda, yaşam kalitemiz artacaktır. Ekmek mi, İnsan mı? Hangisi daha fazla saygı görüyor; ekmek mi, insan mı? Gözlenen o ki, ekmek daha fazla saygı görüyor ülkemizde. Yukarıda değerlere uyma konusunda üç tür – kanıksadığımız – hata sergilediğimizi belirttik. Bazı değerler söz konusu olduğunda bu hataları yapmayız.Ekmeğe yönelik olarak da söz konusu hataların sergilendiğini hemen hiç görmeyiz. Hangi ortamda olursa olsun – evde veya sokakta – ekmeğe saygı gösteririz. Yerdeyse basmayız, üstünden atlamayız; kaldırıp kenara, yüksekçe bir yere koyarız; hatta öperiz ekmeği. Ekmeğe gösterdiğimiz saygı, ekmeğin büyüklüğünden ve niteliğinden bağımsızdır. Yerdeki ekmeği kaldırma konusunda, büyük - küçük veya buğday – arpa

AİLE 11

ayrımı yapmayız. Keyfimiz olsa da olmasa da yerdeki ekmeğe basmayız. İnsanlara, sokaklara karşı sergilediğimiz üç temel hatayı ekmeğe karşı sergilemeyiz. Kısacası ekmeğe çok saygılıyızdır. Ekmeğe gösterdiğimiz saygıyı birbirimize göstersek çok daha huzurlu yaşarız. Ekmeğe niçin saygı gösteririz? Çünkü nimettir. İyi de eşlerimiz, çocuklarımız nimet değil mi? Öğrencilerimiz, çıraklarımız, komşularımız nimet değil mi? Ekmeğe gösterdiğimiz saygıyı birbirimize göstersek, ne güzel olurdu. Ben ülkemde yerdeki ekmeğe tekme atıldığını hiç görmedim. Ama yerdeki insana tekme atıldığını çok gördüm. Yerdeki ekmeklere gösterdiğimiz saygıyı birbirimize de göstereceğimiz günlerin gelmesini diliyorum. (Sanırım o günler yakındır.)

Boş başak dik durur.


12 AİLE | Nisan Mayıs Haziran 2015 | 10 >

Eğitim

>

1 1 E b e v e y n Tu t u m u Ö n e r i s i

Ayşe Başak Erk

Uzman Gelişim Psikoloğu

sağlıklı çocuk psikolojisi için

ebeveyn

tutumu önerisi

Ebeveyn tutumları çocukların gelişimlerinde önemli bir etkendir. Bu tutumlardan 11 tanesini örnek olarak verebiliriz. >> 1. Çocuğunuza saygı duyun. Çocuğunuzun ne kadar küçük olursa olsun onun da istekleri, duyguları ve düşünceleri vardır. Bu nedenle çocuğunuzun kişiliğine ve özelliklerine saygı gösterin. Çocuklar kendilerine saygı duyan kişileri hemen hisseder ve o kişilerle daha rahat iletişim kurarlar.

2. Çocuğunuzu dinleyin. Çocuğunuzun bakış açısını ve duygularını anlayabilmek için onu etkin bir biçimde dinleyin. Çocuğunuzu dinlerken farklı bir iş ile meşgul olmamaya özen gösterin. Çocuğunuz ile sağlıklı ve etkili iletişim kurmayı öğrenin.

3. Sınırlarınızı belirleyin. Çocuklar ebeveynlerinin koydukları sınırlar içerisinde kendilerini güvende hissederler. Davranışlarının sonuçlarının belirli ve tahmin edilebilir olması onları rahatlatır. Bu nedenle sabit sınırlarınızın ve yaptırımlarınızın olması önemlidir.

4. Çocuğunuzun duygularını anlayın, empati kurun. Çocuğunuzun duyguları ile uygunsuz davranışlar sergilediğinde onu cezalandırmak yerine asıl probleminin ve duygusunun ne olduğunu anlamaya çalışın. Çocuğunuzun her hissettiği duygusunun doğal olduğunu unutmayın ve duygularını küçümsememeye özen gösterin. “Bebek gibi ağlayacak bir şey yok” gibi ifadeler kullanmayın.

5. Çocuğunuzu takdir edin, cesaretlendirin. Çocuğunuzun olumlu özelliklerini / davranışlarını övgü dolu sözleriniz ile takdir edin. Resim dersinde bir resim yaptı ise onu buzdolabınıza asabilirsiniz. Böylece çocuğunuz kendini değerli ve kabul edilen bir birey olarak algılayacaktır.

6. Çocuğunuza verdiğiniz sözü tutun. Çocuğunuz sözlerinizi tutuğunuzda size güvenebilir, kendisinin değerli olduğunu hisseder ve kendi sözlerini tutma konusunda motive olabilir.


10 | Nisan Mayıs Haziran 2015 |

7. Çocuğunuzun teknoloji ile temasını sınırlandırın.

Çocuğunuz internet ve televizyondan birçok faydalı bilgi edinebileceği gibi buralarda yaşına uygun olmayan bilgi ve görsellerle de karşılaşabilir. Bu nedenle televizyon ve internet kullanımını mutlaka kontrol edin. Ayrıca bilgisayar ve video oyunlarını yaşına uygun olarak gün içinde sınırlı zamanlarda kullanmasına izin verin.

8. Çocuğunuzu dâhil edin. Çocuğunuzu günlük

yaşamınızdaki sorumluluklara, yaşına ve gelişimine uygun olacak şekilde dâhil edin. Çocuğunuza alışverişe gittiğinizde belirli şeyleri aldırmak veya yemek sonrası tabağını mutfağa götürmek gibi görevler verebilirsiniz.

9. Çocuğunuza özel alan tanıyın. Her çocuğun kendine

ayrılmış bir zamana / alana ihtiyacı vardır. Bu alanlar sayesinde çocuğunuz kendi kararlarını alabilmeyi, kendine

AİLE 13

güvenebilmeyi öğrenir. Çocuğunuzu tamamen kontrolsüz bırakmak yerine kendilerini deneyebilecekleri alanlar yaratarak onlara destek olabilirsiniz.

10. Çocuğunuz “çocuk” olmalıdır. Çocuğunuzun mükemmel

olmasını beklemeyin. Hata yaparak ve davranışlarının sonuçları ile karşılaşarak öğrenecektir. Böylece çocuğunuz, yetişkinlik hayatında yeni şeyler denemekten çekinmeyen, davranışlarının etkilerinin farkında olan, sorumluluk sahibi bir birey olarak yetişir.

11. Çocuğunuzun arkadaşı değil, ebeveyni olun. Önemli olan ebeveynlik rolünüzü kaybetmeden çocuğunuz ile arkadaşça vakit geçirebilmenizdir. Ebeveyni olarak çocuğunuzla önemli konular hakkında konuşmanız, gerektiğinde sınır koymanız ve ihtiyacı olduğunda ona rehberlik etmeniz gerekir.


14 AİLE | Nisan Mayıs Haziran 2015 | 10 >

Yaşam

>

B u Te k n o l o j i B e n i m N e y i m O l u y o r ?

Ahmet Rasim Kalaycı

Aile ve Toplum Hizmetleri Genel Müdürlüğü

bu teknoloji benim neyim oluyor?

Sevgiliniz, eşiniz, çocuğunuz, dostunuz, komşunuz yerine size ne yiyeceğinizi, ne içeceğinizi, ne giyeceğinizi, nasıl bir araba ya da ev sahibi olmanız gerektiğini söylüyor; gösteriyor; tüketmeniz için, ikna etmek için her şeyi deniyor; cep telefonunuza ve e-mailinize mesaj atıyor; arıyor; televizyonda, otobüslerde, trenlerde, uçakta hatta tuvalette bile karşınıza çıkıyor… O hiç uyumuyor. Sanki sizi hayatın anlamının, değerinin, keyfinin bu olduğuna inandırıyor. >>

Artık sistem, yeni iletişim teknolojileri ile büyüyen yeni bir kuşağa pazarlama stratejisini açıkça ortaya koyuyor: En büyük tüketici kitlesi olan yeni nesil çocuklar ile onlara uyum sağlamaya çalışan annelere seslenmek... Dünyanın en büyük tüketim kararı veren kitlesi kadınlar; bir kolunda çocuklar diğer kolunda cep telefonları, tabletleri, mini PC’leri ve akıllı telefonları ile gezen yeni kuşak anneleri… Diğer yanda evden arabaya, mobilyadan kıyafete kadar ve onların 2000 yılı sonrası doğmuş internet çağı çocukları, yani yeni kuşak çocukları… (ya da XYZ Çağı). Artık sistem, her türlü platformda gelecekteki pazarlama, dağıtım, satış ve reklam stratejilerini yeniden tanımlıyor. Öyle ki artık geleneksel stratejiler; tüketiciye ulaşmada, satış yapmada ve eğilimleri izlemede yetersiz kalıyor. Artık bu nesle ulaşmada, tüm pazarlama ve buna destek olan dijital oyuncuların bu teknolojileri kullanması kaçınılmaz. Çünkü bu dijital iklimde nefes alan internet çağı çocuklarına, yani bu kuşak çocuklarına ve tabii ki onun annelerine ulaşmanın biricik yolu, yeni bilişim teknolojilerinden geçiyor.


10 | Nisan Mayıs Haziran 2015 |

Sayıları zamanla artacak olan eğitimli annelerin bir kesimi, çocuklarını anlama ve iletişim noktasında çok daha fazla internet kullanmaya başlıyor. Bu sadece sosyal bağlantı amaçlı değil elbet. Aynı zamanda marka takiplerini de buradan yapıyorlar. İndirimleri, haberleri, kendi çocuğuyla ilgili her türlü gelişmeyi anında izlemek istiyorlar. Bu kesimdeki annelerin bir kısmı, sosyal medyayı (özellikle Facebook, Twitter vb.) tercih ediyor. Bu çerçevede artık üretim, pazarlama, dağıtım, tanıtım, satış ve tüketim stratejileri bu araçlar yoluyla küresel düzeyde yeniden biçimleniyor ve bu süreç hızlanarak sürüyor.

Yeni İletişim Teknolojilerinin Sistemin Yeniden Üretimindeki İşlevi Günümüzde uluslararası sermaye; küreselleşen üretim ve tüketimin yeniden biçimlendirilmesi, pazarlanması alanında gerekli alt yapıyı bilişim teknolojileri sayesinde

Bir yandan küresel iletişim ağları sayesinde insanlar, bağlı bulundukları ulusal kültürün dışına çıkabildiler; yani tercihleri doğrultusunda kendilerini bir dünya vatandaşı olarak hissettiler.

AİLE 15

oluşturuyor. Bir başka deyişle, yeni bilgi teknolojileri yoluyla, ürünlerin küresel düzeyde pazarlanması, tüketici tercihlerinin izlenmesi, anında kaydedilmesi ve buna göre üretimin yönlendirmesi olanaklı hâle gelmiştir. Çünkü küresel kültürü taşıyan iki önemli araç, bilgisayar ve iletişim teknolojileri olmuştur. Çağımızda küresel boyutta sürdürülen ekonomik tabanlı (pazarlama, satış vb.) uygulamaların altında yeni iletişim teknolojilerine bağımlılık yatmaktadır. Üretimde yüksek verimliliğin hızla sağlanabilmesi, ürünün en kısa sürede tüketiciye ulaşımının sağlanması ve sonuçta yüksek kâr. Özetle döngünün hızlı çevrimi. Bunun için gerekli kontrol, koordinasyon, planlama, gözetleme ve verileni kaydetme işlevlerinin hızla yerine getirilmesi… Çözüm ve kurtarıcının adresi belli artık: yeni teknolojiler… Artık yeni sermayemiz olan bilginin üretim ve tüketim aşamalarındaki dolaşımı âdeta kafamızı döndürüyor. Bunun için kontrol amaçlı bilgi toplama, kayıt ve izleme işi de görülmemiş boyutlara, biçimlere bürünüyor. Günümüzde artık insanların evlerine yerleştirilen teknolojilerle izledikleri programların kaydı tutuluyor; izleme eğilimleri çıkartılıyor; ev / ofisteki internet üzerinden yapılan talepler izleniyor; alışveriş merkezlerindeki sistemlerle kredi kartları izlenerek tüketim mekânları, miktarları ve çeşitleri kaydediliyor; gelecekteki tüketim eğilimleri ve tüketim talepleri planlanıyor; reklamlar buna göre kurgulanarak bizlere servis ediliyor; yani tüketim toplumu, araçları, yolları, yöntemleri, hep bizim için çalışıyor. Sevgiliniz, eşiniz, çocuğunuz, dostunuz, komşunuz yerine size ne yiyeceğinizi, ne içeceğinizi, ne giyeceğinizi, nasıl bir araba ya da ev sahibi olmanız gerektiğini söylüyor; gösteriyor; tüketmeniz için, ikna etmek için her şeyi deniyor; cep telefonunuza ve e-mailinize mesaj atıyor; arıyor; televizyonda, otobüslerde, trenlerde, uçakta hatta tuvalette bile karşınıza çıkıyor… O hiç uyumuyor. Sanki sizi hayatın anlamının, değerinin, keyfinin bu olduğuna inandırıyor.


16 AİLE | Nisan Mayıs Haziran 2015 | 10 >

Yaşam

>

B u Te k n o l o j i B e n i m N e y i m O l u y o r ?

Şimdilik bu dijital dünyaya ve ekonomiye ulaşma, kullanımdaki eşitsizlikler nedeniyle kısıtlı bir çerçevede kalıyor. Yakın gelecekte inanılmaz kapasiteye, ciroya ve kitleye ulaşacağı kesin. Şu an için sınırlı da olsa internet üzerinden kıyafetler, ev eşyaları, tatiller satın almaya başladık. Artık mahalle esnafından süpermarkete, hipermarkete ilerleyen zincir, e-ticarete kayıyor; yardımlaşma ve dayanışma adreslerimiz eş-dosttan çok bankaya, kredi kartlarına çıkıyor; eğlence, muhabbet ve gezi dünyamız; komşulardan, pikniklerden çoktan internete, sosyal medyaya ve alışveriş merkezlerine taşınıyor.

Aile ve Serbest Zamanın Tüketim Öğesi Hâline Gelişi Kapitalizmin yaşayabilmesi öncelikle tükettirmesine bağlıdır; sistemin krizi, öncelikle talep ve tüketim krizidir. Toplum bu nedenle bir tüketim toplumudur; tüketim ünitesi olarak aile yerine tüketici birey, anne ve çocuk ön plana çıkmıştır. Bundan dolayı gündelik hayatın işleyişi, tüketime bağımlı hâle getirilmiş; pazarlanabilir bir tüketim nesnesine indirgenmiştir. Bunun için kapitalizm, öncelikle çalışma saatlerini azaltarak geriye kalan boş (serbest) zamanı, bir tür tüketim pazarı hâline dönüştürmüştür. Tüketim odaklı bu tür bir gündelik hayatın işleyişi; bir yandan alışveriş merkezlerini, plazaları, hipermarketleri hızla yaygınlaştırmış diğer yandan bu mekânları, eğlence ile tüketimin iç içe geçtiği tüketim tapınakları hâline dönüştürmüştür. Buralar âdeta kitlenin statü / kimlik arayışının ve ruhsal arınmasının adresleri hâline getirilmiştir. Böylece artık tüketim toplumunun işleyişi, değerleri ve ilişkileri sadece ekonomik alanı değil, bütün bir toplumu kuşatıyor: Bu yeniden biçimlendirmede, bu teknolojiler belirleyici konuma gelmektedir. Aslında teknolojinin bu tür kullanımı, bize “Kimseye

Artık karşımızda bir internet nesli var. İnternet çekirdek aileye, âdeta ailenin yeni bir üyesi olarak çok sessiz ve hızlı bir şekilde girmiştir. katlanmadan, birlikte olma zahmetine girmeden işlerini halledebilirsin, tek başına sen yetersin” mesajını vermektedir; yani yeni iletişim teknolojileri şunu diyor: “Sen kendine yetersin ve dünya elinin altında. Bir tıkla, yani tüketmekle her türlü sorununu çözebilirsin; bunun için benzerleriyle bir araya gelmene bile gerek yok” diyor. Bir başka deyişle “Günü yakala, hayattan keyif al, sen önemlisin, bunun için sana her yol açık, tüket ve göster kendini” demektedir. Şimdilerde ise yükselen değerler ve kimliklerimiz bunlar…

Yeni Hedef: Evimiz ve Ailemiz İletişim teknolojilerinin bilgisayarlarla bütünleşmesiyle küreselleşen bu alanda fethedilecek olan artık dünyaya yayılmış bankalar, şirketler değildir; bunun dışında kalan milyonlarca evdir. Şimdiyse evimiz, bu teknolojilerin olanaklarıyla iş yeri, tüketim, öğrenim ve eğlence alanı hâline gelmektedir. Bu çerçevede internet, önce dünyaya ücretsiz açılmış; sonra ücretlendirilmiştir. Çünkü internet, yarının bilgi iletimi ve


10 | Nisan Mayıs Haziran 2015 |

kullanımı için en iyi araçtır. Kullanıcı, bu bilgi ağının neler yapabileceğini ve bu ağ üzerinden para kazanabileceğini zamanla daha iyi anlamıştır. Bir yandan küresel iletişim ağları sayesinde insanlar, bağlı bulundukları ulusal kültürün dışına çıkabildiler; yani tercihleri doğrultusunda kendilerini bir dünya vatandaşı olarak hissettiler. Diğer yandan da “rahatlayabileceği’’ sanal cemaatlerin üyesi olabilme olanağına kavuştular. Sonuçta kişisel bilgisayarların karşısında kendini bu sanal dünyanın egemeni sandılar, yani “Her şey elimin altında.” Bir başka deyişle artık, bu teknolojileri eline geçirmeye başlamış olan insanlar, küresel şirketlerin pazarlama hedefi hâline gelmiştir. Artık karşımızda bir internet nesli var. İnternet çekirdek aileye, âdeta ailenin yeni bir üyesi olarak çok sessiz ve hızlı bir şekilde girmiştir. Günümüzde yeni değerlerin, kişiliklerin, ilişki ve eylemlerin eğitimi; gittikçe aileden başka kurumlara kaymaya başlamıştır. Çünkü ekmeğimizin, terfimizin, ücretimizin artışını belirleyen sistem; ailemizle, yakınımızla kurduğumuz ilişkilerin dışındaki toplumsal ortamda yeniden üretilmektedir. Oskay’ın dediği gibi, “Aile ve yakın çevre, hayatımızdaki önemini kaybettikçe, eğitimden, terfi etmemize, iyi bir işte çalışabilmemize kadar birçok alandaki yetki, aile ve yakın çevreden toplumsal sisteme doğru kayıyor. Çünkü, ailedeki disiplin, birbirini denetleme, çoluk çocuğu toplumsal sisteme uygun bir şekilde düşünecek kafa yapısına eriştirme işlemlerini, bugün okullar, meslek örgütleri, televizyonlar, yazılı medya yapıyor” (Oskay, Peki Konuşalım). Artık yeni iletişim teknolojileri, bizleri fethederek âdeta zihinlerimizin yeni efendileri hâline gelmişlerdir.

Sonuç Yerine Bu çerçevede, yeni dönemde etkinlikle kullanılan teknolojiyi, sadece bir araç ya da maddi yanı ağır basan bir öğe olarak göremeyiz. Çünkü yeni iletişim teknolojileri, gündelik hayat,

AİLE 17

sosyal ilişkiler ve bunları düzenleyen kültürel öğelerde belirleyici bir konuma gelmiştir. Öyle ki bu teknolojiler, geleneksel iletişim araçları (televizyon, sinema vb.) yanında hatta onunla bütünleşik hâle getirdiği yeni olanak ve yollarla (internet, sosyal medya vb.) gündelik hayatımızı âdeta biçimlendirmeye başlamıştır. Artık küresel kültürle hayat biçimi, ürün ve kimlik pazarlanmaktadır. Günümüzde bu alanda bir tüketim ve pazarlama ünitesi olarak kurgulanan ailenin, daha doğrusu bireyin önemi gittikçe artmaktadır. Bu bakımdan öncellikle ailenin bilinçlendirilmesi ayrı bir önem arz etmektedir. Çünkü sunulan sayısız enformasyonun değerlendirilip hayatta kullanılabilir bir bilgiye dönüştürülebilmesi, öncelikle bir bilinç ve deneyim işidir. Bu bakımdan söz konusu teknolojilere, taşıdığı yeni olanak ve potansiyeller nedeniyle olumlu işlevler de yüklenebilir; bu yönde kullanımı konusunda aileler bilinçlendirilebilir. Öyle ki bu yöndeki eğitimin yine bu teknolojiler yoluyla sunulması mümkündür. Bu alanda önemli bir örnek model ise içeriği ilgili kurumlarca kabul görmüş “Aile Eğitim Projesi”dir (www. aep.gov.tr). Burada gözden kaçırılmaması gereken önemli bir olgu da yeni tanımlanan bu çocuk ve kadın tipolojisinin bu teknolojilere uyumu daha kolayken yaşlı neslin ve daha az eğitimlilerin uyumunun daha güç olabilmesidir. Çünkü bu teknolojilere ulaşma konusunda gelişmişlik düzeyine göre uluslararası alanda büyük eşitsizlikler yaşanmaktadır. Sonuçta, hepimiz burada, bu dünya karşısında öncelikle bir anne veya babayız, yani bir aileyiz. Hepimiz bu teknolojilerin bizleri daha çok kuşatmaya başladığı dünyamızda, kazandıklarımız yanında kaybettiklerimizle de yaşıyoruz. Bu alandaki en büyük sorumluluk, öncelikle bir anne, bir baba kimliğimizle bizlere düşüyor. Unutmayalım ki uzun bir yürüyüş ilk adımla başlar...

Kaynakça

Oskay, Ünsal. Peki Konuşalım, Epsilon Yayıncılık, 2004.


dosya

engellilik


Görme Engelli Yüzücümüz Fedai Özal

>

Söyleşi

> 10 | Nisan Mayıs Haziran 2015 |

AİLE 19

İSTİKLAL MARŞI’NI AVRUPA’DA OKUTMAK İSTİYORUM!

Görme Engelli Yüzücümüz Fedai Özal İle Söyleşi

>> Sizi tanıyabilir miyiz? Fedai Özal kimdir?

Sakarya’nın Hendek ilçesi Aşağı Çalcı köyünde, 1978 yılında doğan; 30 yaşında evlenip bir kızı olan, kaz çobanlığı yapan biriyim. Doğuştan var olan bir sorun nedeniyle giderek görme yetimi kaybettim.

On altın, on gümüş ve üç bronz madalyalı görme engelli bir sporcusunuz. Yüzme ile nasıl tanıştığınızı anlatabilir misiniz? İlkokul mezunuyum ama ileride faydası olacağını düşündüğüm için kabartma yazıyı okumayı öğrenmek üzere kursa gittim. Kursta Yusuf adında bir arkadaşla tanışmıştım. Bir iki yıl sonra beni arayıp engelliler için bir spor kulübü kurulduğundan bahsetti. Kırsal kesimde yaşadığım için böyle bir şeyden haberim olmamıştı. Haberi alır almaz kulübü araştırdım ve kulübe ulaştım. Engelliler Gençlik ve Spor Kulübü’nde bana ne yapabileceğimi sordular. Yüzmeyi bilmiyorum, köydeki derede yüzdüğümüz oluyordu ama yarışmak için yeterli olacağını sanmadığımı söyledim. Ama bana en uygun olan sporun yüzme olacağına karar verdik birlikte. Çalışmalara başladık. Antrenörlerimiz ile iki ay çalışıp Türkiye Yüzme Şampiyonası için Adıyaman’a gittik. Ben rekor kırıp şampiyon oldum. Bir önceki yıl 49 saniye olan rekorumu bu yıl 46 saniyeye yükselttim.

Yüzme sporu yapmak isteyen görme engelli gençlere ne söylemek istersiniz? Bu konuda pek çok genç arkadaşımı yüreklendirmeye çalıştım. Kiminde başardık kiminde başaramadık. Elbette ekonomik sorunlar bazılarının yarışmasına engel oluyor.

Her ilde engelli kulübü var. Genç arkadaşlar kendilerine bir dal seçip çalışsınlar. Ben bu yaşta başardıysam onlar daha yolun başında sıkı çalışarak mutlaka başarır. Bazı arkadaşlar evlerinden bile çıkmıyor engelli oldukları için. Oysa ben spor yaşamım sayesinde çok insan tanıdım, birçok yer gezdim.

Eski Fedai Özal ile bugünkü arasında ne fark var, yüzme size ne kazandırdı? Ekonomik olarak ek bir kazanç sağladım diyemem. Çalışmalarımız karşılığında aldığımız ödüller çok onur verici. Hedefim millî takıma girmek. Bu anlamda çok çaba sarf ediyorum. Çok çalıştığım ve başarısızlıkla sonuçlanan yarışmalarda kızıp bırakmayı düşündüğüm oluyor. İl Spor Müdürlüğü bize çok değer veriyor. Ülkemi Avrupa’da temsil etmek istiyorum. Şimdi atletizm yarışlarına hazırlanıyoruz. Nasipse gülle ve disk atacağım. En son Alanya’da düzenlenen Görme Engelliler Uzun Kulvar Türkiye Şampiyonası’nda üç altın, iki gümüş, bir bronz kazandım. Aslında bronz almak hedeflerim arasında yoktur. Ama üst üste yarış olunca performans biraz düşüyor. Yarışmayın diyorlar ama ben duramıyorum.

Bundan sonraki hedefleriniz nedir? Bundan sonraki hedefim paralimpik olimpiyatları. Türkiye’de belli bir başarıya ulaştık. Artık ülkemi dışarıda temsil etmek istiyorum. Yaşım ileri olduğu için bunu bir an evvel yapmak istiyorum. İstiklal Marşı’nı Avrupa’da okutmak istiyorum. Kendime güveniyorum.


20 AİLE | Nisan Mayıs Haziran 2015 | 10 >

Yaşam

>

Türk İşaret Dili

Oya TANYERİ

Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü

İŞİTME ENGELLİLERİN İLETİŞİM YOLU:

TÜRK İŞARET DİLİ İşaret dili, bütün dünyada ortak olarak kullanılan bir dil değildir. Her ülkenin kendine ait bir işaret dili vardır, hatta öyledir ki aynı ülke sınırları içerisinde bile farklı bölgelerde yöresel azınlıkta kalmış işaret dillerinin kullanıldığı bilinmektedir. >>

İnsanın insan olmasını sağlayan ve onu diğer tüm canlılardan ayıran temel özelliklerinin başında düşünebilme ve konuşabilme yetileri gelir. Belirli bir düzen içinde düşünebilme ve düşündüklerini diğer insanlarla paylaşma arzusu da “dil” denilen soyut iletişim aracı ile gerçekleşir. Büyük düşünür Konfüçyüs kendisine yöneltilen “Bir ülkenin yönetimi size verilseydi, ilk olarak değişime nereden başlardınız?” sorusuna yanıt vererek dilin önemini şu şekilde açıklamıştır: “Hiç kuşkusuz dili gözden geçirmekle işe başlardım. Çünkü dil kusurlu olursa kelimeler düşünceleri iyi anlatamaz. Düşünceler iyi anlatılamazsa yapılması gerekenler doğru yapılamaz. Görevler gereği gibi yapılmazsa töre ve kültür bozulur. Töre ve kültür bozulursa adalet yanlış yola sapar. Adalet yoldan çıkarsa şaşkınlık içine düşen halk; ne yapacağını, işin nereye varacağını bilemez. İşte bunun içindir ki hiçbir şey dil kadar önemli değildir.”

Kelimelerden yola çıkarak düşünceleri, duyguları, töreyi, kültürü, hayatı, adaleti ve en nihayetinde insanlığı içine alan dil, Kemaloğlu’nun da değindiği gibi; duygu, düşünce veya bilgilerin aktarılması için kullandığımız, belirlenmiş standart semboller kullanan, bir sistematiği olan ve aynı kültürü paylaşan kişilerce normal gelişim süreci içinde öğrenilerek kuşaktan kuşağa aktarılan iletişim biçimidir. En bilinen şekli konuşma ve konuşmadan gelişen yazılı dil olsa da iki yaşından önceki dönemden itibaren işitemeyen ve sonrasında da işitsel rehabilitasyon olanağı bulamayan bireylerin beyin gelişimlerinin görsel uyaranlara dayalı bir algı, etiket­leme, öğrenme ve ifade etme yönünde gelişmesiyle doğal olarak ve kendiliğinden gelişen bir diğer dil şekli de işaret dilidir. Ancak her dil gibi öğrenilmesi gerekir ve bu da çevrede işaret dili kullananların varlığı­ nı gerektirir. İşaret dili, sessel semboller yerine el, par­mak, baş, yüz, mimik, jest ve bütün vücut hareketleri ile yaratılan görsel sembolleri kullanan tam ve kapsayıcı bir dil şeklidir.


10 | Nisan Mayıs Haziran 2015 |

İşaret dili hakkında doğru bilinen yanlışların başında evrensel bir dil olduğu yanılgısı yatmaktadır. İşaret dili, bütün dünyada ortak olarak kullanılan bir dil değildir. Her ülkenin kendine ait bir işaret dili vardır, hatta öyledir ki aynı ülke sınırları içerisinde bile farklı bölgelerde yöresel azınlıkta kalmış işaret dillerinin kullanıldığı bilinmektedir. İşaret dilleri de sözel dillerde olduğu gibi zamana ve değişen yaşama uyum sağlayarak gelişimini sürdürür. Bu süreçte dil kendi içerisinde yeni kelimelerin doğumunu gerçekleştirirken bazı kelimeleri ise kullanımdan kaldırır. Kelimelerin kullanımında, söz diziminde anlam daralmasıgenişlemesi, mecaz yaklaşımlar, bir kelimenin argo

AİLE 21

kullanımı ya da ifadelerde olumlu-olumsuz aktarımlar gibi canlı diye nitelendirdiğimiz dil aradığımız her detayı içinde barındırır. İşaret dilleri, bu dili kullanan işitme engellilerin anadilleridir. Anadilinin en önemli özelliği; onun, ulusu ulus yapan en güçlü unsur olmasıdır. Aynı topluma mensup insanların iletişimi temel olarak anadili ile sağlanır. Diğer taraftan dilin toplumsal yönüyle bireysel yönünü birbirinden ayırmak gerekir. Dilin bireysel olan yanı; kişinin çeşitli özelliklerine, kültürel durumuna, düşünme yeteneğine, ruh yapısına ve ruhsal durumuna göre, insandan insana değişir. Bu yüzden aynı ailede, birlikte yetişmiş, aynı kültür çevresi içinden

Türk İşaret Dili (TİD) de yerel farklılıklar göstermekle birlikte kendine özgü bir gramer yapısı olan ve ülkenin her yerinde anlaşılıp kullanılan ortak bir dildir. Bütün işaret dillerinde olduğu gibi, TİD’nin gramer yapısı da konu­şulan dilin gramerinden farklıdır.


22 AİLE | Nisan Mayıs Haziran 2015 | 10 >

Yaşam

>

gelen, aynı eğitimi görmüş, hatta aynı sınıfta okuyan iki kardeşin dili, özellikle söz varlığının kullanılışı açısından birbirinden farklılık gösterebilmektedir (Çankaya Üni.). Dilin bu özelliği bize işaret dilinde de yöresel ya da çevresel etkilerin yanında bireysel farklılıkların da dil kullanımında etkisi olduğunu, bu durumun dilin eksikliğinden ya da yanlışlığından değil, canlı olmasından kaynaklandığını göstermektedir. Türk İşaret Dili (TİD) de yerel farklılıklar göstermekle birlikte kendine özgü bir gramer yapısı olan ve ülkenin her yerinde anlaşılıp kullanılan ortak bir dildir. Bütün işaret dillerinde olduğu gibi, TİD’nin gramer yapısı da konu­şulan dilin gramerinden farklıdır. Kurallı Türkçe bir cümlenin kelimelerinin işaretlerle gösterimi; anlam, gramer ve kullanım olarak doğru olsa da günümüzde kullanımı oldukça yaygınlaşan “İşaretleştirilmiş Türkçe” olarak tanımlanmaktadır. İşitme engelli bireylerle iletişim kurabilmek için konuşan bireyler ve yaygınlaşan yanlış işaret dili eğitimleri neticesinde gelişen bu kullanım bir dil olmaktan tamamen uzaktır ve işitme engelliler tarafından da anlaşılmamaktadır. TİD’nin yaygın sosyal kullanımı olmakla birlikte ne yazık ki henüz resmî olarak eğitim dili hâline gelmemiştir. Bu durum, İşitme Engelliler Öğretmenliği Bölümü’nü okuyan öğrencilerin de TİD’i öğrenmeden mezun olmalarına neden olmuştur. Mevcut durumun oluşturduğu en büyük sorun, işitme engelli öğrencilerin devam ettiği okullarda yaşanmıştır. Okul öncesi eğitim kurumlarında ya da işitme engelliler okullarında (ilkokul, ortaokul, lise) resmî olarak kullanılmasa da öğretmenler öğrencilerle iletişim kurabilmek için onların anadili olan işaret dilini öğrenmeye çalışmışlardır (çalışmaktadırlar). Türkçeyi nasıl bir ilköğretim öğrencisinden doğru ve kurallı bir şekilde öğrenemezsek hele de tüm ülkede kullanımı yasaklanmış ve kısıtlı imkânlarla arkadaş ortamlarında gelişimini sağlamaya çalışan işaret dili de ilköğretim öğrencilerinden öğrenilememiştir. Böylece okullarda dersler, işitme engelli kalabalık toplulukların karşısında

Türk İşaret Dili

dersi sözel olarak anlatan öğretmen figürleri ile devam etmiştir. Günümüzde üniversitelerin muhtelif bölümlerinde 2014 yılı itibarıyla seçmeli ders olarak ders programlarına eklenmiş ve hatta 2015 yılı itibarıyla İşitme Engelliler Öğretmenliği Bölümlerinde zorunlu kılınmış olsa da ne yazık ki bir dil dersi kıvamında hazırlanmış TİD öğreten program mevcut değildir. Bu nedenledir ki işaret dili kullanımının yasaklandığının bilindiği 50’li yıllardan bu yana üniversite dâhil herhangi bir öğretim kurumundan mezun olan işitme engelli bireyler için yabancı dil olan Türkçe, her daim anlaşılması ve kullanılması zor bir ikinci dil olarak kalmıştır. Duymadıkları için sözel olarak aktarılan dersleri kavramakta zorluk çeken işitme engellilerin Türkçe kelime dağarcıkları, günlük hayatta zorunlu ve sürekli kullanılan ifadeler ile sınırlı kalmış ve bu grup zorunlu olarak kendilerini mesleki eğitime yönlendirmiş ya da mevcut kullanılan ders programları ile yönlendirilmişlerdir. Böylece el becerisi gelişmiş ancak iletişim kurulamayan büyük bir grup yaratılmıştır. Sonuçta günümüzde gelinen noktada Türkiye sınırları içerisinde yaşayan işiten ve işitemeyen bu iki gruptan işitenler “şanslı!” olanlar olarak gelişen teknoloji ve yaşam standartlarının nimetlerinden an be an faydalanırken işitemeyenler “iletişim güçlüğü çeken!” bireyler olarak zorunlu kılınan sınırlı yaşam koşullarında hayatlarını devam ettirmeye çalışmaktadırlar. Peki, gerçekte “iletişim güçlüğü çekenler!” bütün kısıtlamalar ve imkânsızlıklara rağmen kendi dünyasını oluşturmayı başarmış işitemeyenler, yani kendi deyimleri ile sağırlar mı? Yoksa hayata hükmetmeye çalışan, mükemmel kılınan biz işitenler mi? Kaynakça Çankaya Üniversitesi Türkçe Birimi (Haz.). “Dil Nedir?” http://turk101.cankaya. edu.tr/uploads/files/Dil.pdf. Kemaloğlu, Y. K. (2014). “KBB, Engellilik ve İşaret Dili”, Bozok Tıp Dergisi, cilt 1, sayı 1, ss. 38-53.


Destekli İstihdam

>

Yaşam

> 10 | Nisan Mayıs Haziran 2015 |

AİLE 23

Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü

Destekli İstihdam

Destekli istihdam, en yalın hâliyle engelli bireylerin açık iş gücü piyasasında gelir getirici bir iş bulma ve o işte kalıcı olma konusunda onları destekleyen bir yöntem olarak tanımlanmaktadır. Burada kilit kelime “destek” olup bu destekler engelli bireyin iş öncesi, iş sırasında ve iş sonrasında desteklenmesini içerdiği gibi işverenin de desteklenmesini içermektedir. Destekli istihdamının hedefi, bireyin yapamadıklarına değil, yeteneklerine ve yapabildiklerine odaklanmaktır. >> Destekli İstihdama Tarihsel Bakış: Dünya Örnekleri Destekli istihdam yöntemini başarı ile uygulayan ülkelerde öncelikle işe küçük küçük projelerle başlanmıştır. Daha sonra bu projeler ülke geneline yaygınlaştırılmış ve görünür olması sağlanmıştır. İstihdamda sağlanan başarılar hükûmetlerin ilgisini çekmiş ve onların da bu başarıya ortak olma istekleri ulusal politikaların içine dâhil olma şansını doğurmuştur. Örneklendirmek gerekirse Avusturya’da bu yöntem 1992 yılında zihinsel engellilere yönelik iki proje ile başlamış; 1994 yılında ise tüm engellileri içerecek şekilde kapsamı genişletilerek, Engellilerin İstihdamı Yasası’nda yerini alarak ulusal bir program hâline gelmiştir. Bu yöntemin uygulandığı bazı ülkelerde ise ulusal bir program hâline gelmemiş, ancak çeşitli biçimlerde uygulanmaya devam etmiştir. Çek Cumhuriyeti’nde ulusal bir programa dönüşmemiş olmakla birlikle 2000’li yıllardan başlayarak ülkenin her bölgesinde sivil toplum örgütleri tarafından yürütülen bir yöntem olarak yaygınlık kazanmıştır. Çek Cumhuriyeti’nde zihinsel engelliler öncelikli olmakla birlikte


24 AİLE | Nisan Mayıs Haziran 2015 | 10 >

Yaşam

>

Destekli İstihdam

diğer engel grupları da bu hizmetten yararlanmaktadır. 2008 yılı verilerine göre, uygulanan 19 proje ile 900 engelli birey destekli istihdam yoluyla açık iş gücü piyasasında istihdam edilmiştir. Hollanda, Kuzey İrlanda, İrlanda, Portekiz ve İspanya ortaklığı ile yürütülen AGORA projesi, destekli istihdam konusunda engellilere olanaklar sunan diğer bir projedir. Adı geçen ülkeler, destekli istihdam modeli için kendi organizasyonlarını da kurmuşlardır. İskandinav ülkelerinden İsveç ve Norveç hızlı biçimde destekli istihdam modeli uygulamasına geçerken onları Finlandiya ve İzlanda izlemiştir.

Ülkemizdeki Tarihsel Gelişim Ülkemizde de çeşitli tarafların (kamu kurumları, engelli örgütleri, diğer STK’lar, belediyeler, işveren örgütleri vb.) bu alanda projeler üretmesi ve projelerin göstereceği başarılarla destekli istihdamın ülke gündemine girişinin sağlanması gerekmektedir. Destekli istihdam, ülkemizde engelli bireylerin istihdamında henüz uygulamaya girememiş bir yöntemdir. Her ne kadar İŞKUR bünyesinde istihdam edilen “iş ve meslek danışmanları”nın bu kapsamda bir işlev üstlenmesi öngörülürken uygulamada bu henüz sağlanamamıştır. Türkiye genelinde uygulanacak bir model için öncelikle hem politika geliştirmeye hem de iş koçları sistemi dâhilinde bu işin nasıl gerçekleştirilebileceğine dair bir plan oluşturulması ve sunulmasını gerektirmektedir.

İşe Katıl Hayata Atıl Projesi Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ve Garanti Bankası işbirliği ile yürütülen “İşe Katıl Hayata Atıl Projesi” bu ihtiyaçtan yola çıkarak geliştirilen bir proje olup modelleme çalışması olarak uygulanmaktadır. Elde edilecek sonuçlarla projenin yaygınlaştırılması ve yeni politika önerilerinin geliştirilmesi hedeflenmektedir. Bu proje ülkemizdeki ilk modelidir. Özel sektöre model olacak, iş gücü piyasasına iş koçlarının dâhil edilmesiyle sistemde kendi içinde yaygınlaşmayı


10 | Nisan Mayıs Haziran 2015 |

sağlayacaktır. Projenin yaygınlaştırılmasındaki amaç diğer proje ve uygulamalara model olmasıdır. “İşe Katıl Hayata Atıl Projesi” engelli bireylerin istihdamında umut vadeden yepyeni bir anlayışı temsil etmektedir. Projenin temellendiği fikir, ülkemizde uygulanmakta olan yaklaşımlardan önemli biçimde farklılıklar göstermektedir. Öncelikle bu fikirde yetersizlikten etkilenmiş bireyler “engelli” olarak işe alınmamaktadırlar. Rekabetçi iş pazarında kendi yeterlikleri ile var olmanın yolunu aramaktadırlar. Onların bu çabasını destekleyecek bir kişinin varlığı ile bu kişilerin ilgi alanı, tercihi ve yapabilirliğine dayalı bir işe yerleştirme modeli olarak ortaya çıkmaktadır. Bu modelin işlemesinde kilit unsur engelli bireylerle çalışacak olan iş koçlarıdır.

Bu projede iş koçları; Engelli bireylere iş bulur. Engelli bireyin işe başlamasıyla iş koçu da onunla birlikte işe gider, gerekiyorsa ona işi öğretir, bir süre onunla uygulama yapar. İşverene de engelli hakkında ve onu nasıl daha verimli çalıştırabileceğine yönelik bilgiler verir. İşe alışmasının ardından ise engelli birey tek başına çalışmaya başlar. Bundan sonraki süreçte ise iş koçu dışarıdan destek olur. İşveren ile engelli çalışan arasında oluşabilecek sorunlara yönelik çözümler üretir. İşvereni, çalışanları ve engelli bireyin ailesini bilgilendirir. Bu yaklaşımın en büyük özelliği, engellere değil; yeteneklere, gruplara değil; bireylere odaklanarak desteğe dayalı bir modelin geliştirilmesidir. “Her birey çalışma hayatında yer alabilir” anlayışının bir ürünü olan bu proje ile destekli istihdam yönteminin uygulama modeli olan “İş Koçluğu” sistemi uygulanmaktadır.

AİLE 25

Bu sistemde 1 iş koçu 6 ay boyunca 5 engelli birey ile çalışır ve engellilerin iş yerine tam adaptasyonu ve oryantasyonunu sağlar. Projede hedefler bu şekilde belirlenerek 60 iş koçunun 300 engelli bireyi istihdamı amaçlanmıştır. Bu kapsamda; Ankara’da 6 ayda 15 iş koçu tarafından 75 engelli bireyin istihdamı hedeflenirken 108 engelli birey işe yerleştirilmiş ve onların işe uyumu sağlanmıştır. Sakarya’da 6 ayda 5 iş koçu tarafından 25 engelli bireyin istihdamı hedeflenirken henüz projenin 2. ayında 36 engelli birey işe yerleştirilmiş olup Sakarya’da hâlihazırda proje devam etmektedir.

Proje Bireylere Ne Getirdi? Hayatında dışarıya çıkma tecrübesi, babası ile hastane ziyaretlerinden ibaret olan 26 yaşında ortopedik engelli bireyin ilk kez Kızılay’a kahvaltı yapmak için gitmesi, işe giderken kendi başına ilk kez dolmuşa binmesi, ancak bir konfeksiyon atölyesinde işe başlamadan önce iş koçu ile çalışmaya başlamasıyla gerçekleşmiştir. 19 yaşında zihinsel engelli erkek bireyin, özel bir üniversitenin hukuk fakültesinde işe başlamasının ardından oradaki yaşıtlarıyla iletişim kurma şansı bularak hayatında daha önceden hiç yaşamadığı bir tecrübeyi yaşamaya başlamıştır. Daha sonra kardeşinin de aynı üniversitede işe yerleştirilmesiyle ailenin ekonomik düzeyinde de bir gelişme olmuştur. 24 yaşında zihinsel engelli erkek birey işe yerleştirilmiş; babasının oğlunun maaşına el koymasının ardından iş koçunun devreye girmesiyle maaşın bir kısmıyla bir kıyafet mağazasına giderek kendine göre kıyafetler almıştır. Süreğen böbrek hastası bireyin; çocuğuna ve ailesine sahip çıkmak için sabah saatlerinde Ankara sokaklarında simit satmaya çalışırken projede iş koçumuz ile kapalı ortamda işe başlaması sonucu sık yakalandığı sağlık problemlerinden kurtulmuştur.


26 AİLE | Nisan Mayıs Haziran 2015 | 10 >

Yaşam

>

Korumalı İşyerleri

Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü

Korumalı

İş Yerleri

Korumalı iş yeri, iş gücü piyasasına kazandırılmaları güç olan zihinsel veya ruhsal engellilere mesleki rehabilitasyon sağlamak ve istihdam oluşturmak amacıyla devlet tarafından teknik ve mali yönden desteklenen ve çalışma ortamı özel olarak düzenlenen iş yeri olarak tanımlanmaktadır. >> Korumalı İş Yerlerine Tarihsel Bakış: Dünya Örnekleri Engelliler için korumalı iş yerlerinin Amerika Birleşik Devletleri’nde uzun bir geçmişi bulunmaktadır. Bu tür iş yerlerinin izlerini 1840 yılında görme engelliler için Perkins Enstitüsü ve 1874 yılında Pensilvanya Çalışanlar Evi’nde görmekteyiz. Wallin (1967), bu tür iş yerlerinin amaçlarını mesleki gelişim, rekabetçi istihdamı sağlayıcı mesleki eğitim, akademik gelişim, tedavi ve uygun işe yerleştirme ve izleme olarak belirtmektedir. Korumalı iş yerlerinin Avrupa’da tarihsel gelişimine baktığımızda karşımıza her ülke için ayrı bir öykü çıkmaktadır. Örneğin, Finlandiya’da ilk korumalı iş yerleri Birinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra el sanatlarına dayalı iş yerlerinin kurulması için verilen destekle kurulmuştur. Norveç’te ise 1960’ların başında ilk korumalı iş yerleri ortaya çıkmış, Avusturya’da ise 1977’den önce sadece birkaç iş yeri kurulabilmiştir. Günümüze baktığımızda ise korumalı iş yerlerinin Avusturya, Almanya, Finlandiya, İtalya, Lüksemburg ve Portekiz’de engelli istihdamında önemli bir yere sahip olduğunu görmekteyiz. Benzer bir şekilde Belçika, İtalya ve İspanya’da korumalı iş yerlerinde şu ana kadarki en yüksek oranlara ulaşıldığı rapor edilmektedir. Almanya’da açık iş

gücü piyasasında istihdamı güç zihinsel ve / veya bilişsel engellilerin % 81’inin korumalı iş yerlerinde istihdam edildiği bilinmektedir.

Ülkemizdeki Tarihsel Gelişim Ülkemizde mevzuatta herhangi bir düzenlemesi olmamasına rağmen uzun yıllar engelli bireylerin hem mesleki eğitim aldıkları hem de bir ölçüde istihdama katıldıkları üretim merkezleri bir nevi korumalı iş yeri benzeri bir işlev üstlenmiştir. Bu kapsamda, korumalı iş yerleri alanında ülkemizde var olan durumun ortaya konması ve yeni bir yol haritası çıkartılması amacıyla üç bölgede faaliyet gösteren 14 korumalı iş yeri (engelli çalışma merkezi, atölye) 25 Mayıs 2004-12 Haziran 2004 tarihleri arasında ziyaret edilmiş; bu merkezlerin kuruluşu, yapıları, yaşadıkları sorunlar, hedefleri, çalışan engelliler gibi konularda bilgiler edinilmiş ve merkezler korumalı iş yeri kriterleri açısından değerlendirilmiştir. Yapılan bu değerlendirmeler ışığında korumalı iş yerlerinin mevzuatta yerini alması ve ülke gündemine taşınması sağlanmıştır. Bu kapsamda, ülkemizde ilk olarak 2005 yılında yürürlüğe giren “5378 sayılı Engelliler Kanunu” ve bu kanuna dayanılarak hazırlanan “Korumalı İş Yerleri Hakkında Yönetmelik” ile gündeme gelen korumalı iş yerlerinin


10 | Nisan Mayıs Haziran 2015 |

Tekstil atölyelerinde dikimden çıkmış hâlde “Yağmur Eller Engelleri Üreterek Aşalım Korumalı İş Yeri”ne gelen ürünler, önce kalite kontrol atölyesinde temizlendikten ve hatalı ürünler ayrıldıktan sonra ütü paket atölyesine getirilmekte; burada bedenlere ayrılıp, ütüsü yapıldıktan sonra etiketlenip paketlenmektedir.

AİLE 27

kurulabilmesi amacıyla “6518 sayılı Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname” ile gerekli teşvik düzenlemeleri hayata geçirilmiştir. Bu kapsamda, ülkemizde de korumalı iş yerlerinin kurulabilmesi amacıyla getirilen yeni destek hükümleriyle korumalı iş yerleri için gelir ve kurumlar vergisinden indirim yapılması, çevre temizlik vergisinden muaf tutulması, korumalı iş yerlerinde çalışacak engellilerin maaşlarının bir kısmının ve işverenlerinin işsizlik sigorta primlerinin hazineden karşılanması sağlanmıştır. Hâlen bu teşviklerin uygulanmasına ilişkin yönetmelik çalışması devam etmektedir. 26 Kasım 2013 tarihinde yürürlüğe giren Korumalı İş Yerleri Hakkında Yönetmelik uyarınca korumalı iş yerlerinin sekretarya işlemleri Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlükleri tarafından yürütülmektedir. İş yerlerine korumalı iş yeri statüsü almak isteyen bir işveren, ilinde bulunana Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü’ne başvuruda bulunmaktadır.

Korumalı İş Yerlerine İki Örnek Bursa-Yağmur Çocuklar Otizmli Çocukları Destekleme Derneği “Yağmur Eller Engelleri Üreterek Aşalım Korumalı İş Yeri” 2011 yılı Ocak ayında Bursa ve çevresinde bulunan otizmli çocuklara ve ailelerine destek vermek amacıyla kurulan “Bursa Yağmur Çocuklar Otizmli Çocukları Destekleme Derneği”ne bağlı olarak faaliyetlerini sürdüren korumalı iş yeri 1 Ağustos 2014 tarihinde resmî açılışını yapmış ve üretime başlamıştır. Tekstil atölyelerinde dikimden çıkmış hâlde “Yağmur Eller Engelleri Üreterek Aşalım Korumalı İş Yeri”ne gelen ürünler, önce kalite kontrol atölyesinde temizlendikten ve hatalı ürünler ayrıldıktan sonra ütü paket atölyesine getirilmekte; burada bedenlere ayrılıp, ütüsü yapıldıktan sonra etiketlenip paketlenmektedir. Ürünler seri üretim yapılıp barkod işlemleri tamamlandıktan sonra firmalara geri gönderilmektedir.


28 AİLE | Nisan Mayıs Haziran 2015 | 10 >

Yaşam

>

Korumalı İşyerleri

İzmir-S. S. Girişimci Engelliler İşletme Kooperatifi “Korumalı İş Yeri” İzmir Urla’da S. S. Girişimci Engelliler İşletme Kooperatifi tarafından işletilen korumalı iş yeri tarımsal üretim yapmaktadır. İş yeri kuruluş aşamasında Engelli ve Eski Hükümlü Çalıştırmayan İşverenlerden Ceza Olarak Kesilen Paraları Kullanmaya Yetkili Komisyon tarafından desteklenmiş olup proje kapsamında desteği devam etmektedir.

İş yerinde yedisi erkek biri kız olmak üzere sekiz zihinsel veya ruhsal engelli sigortalı olarak çalışmaktadır. Çalışanların engel oranları yüzde elli ile yüzde doksan arasında değişmektedir.

Sekiz engellinin çalıştığı iş yeri 56 dönüm arazi üzerine kurulmuştur.

Korumalı iş yerinde çalışan engelliler ütülemeyle ilgili uzman eğitimciler tarafından İŞKUR’un desteği ile bir ay süreyle eğitilmişler ve sertifika almaya hak kazanmışlardır. Korumalı iş yerinde şu anda solucan gübresi üretimi yapılmaktadır.


10 | Nisan Mayıs Haziran 2015 |

AİLE 29

Şehit Yakınları ve Gaziler Dairesi Başkanlığı

Şehidimizin Emaneti

Yıldıray Arslan

Çanakkale’de, Kars’ta on binlerce vatan evladımız... Sakarya, Dumlupınar, Kore, Kıbrıs daha niceleri... Binlerce ocağın direği, binlerce yuvanın biriciği… Analarının ak sütü, on beşliler, kınalı kuzular, bıyıkları terlememiş delikanlılar… Unutulmayan oldular onlar, herkese nasip olmayan bir mertebenin sahibi oldular…

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Şehit Yakınları ve Gaziler Dairesi Başkanlığı’nca gazilerimizin hatıralarının yaşatılması adına organize edilen “Gazilerin Kıbrıs Buluşması Projesi” kapsamında 485 gazimiz KKTC’ye götürüldü. Götürülen grupta 1974 Kıbrıs Barış Harekatı’nda şehit olan Alaettin Arslan’ın oğlu Yıldıray Arslan da vardı. Yıldıray Arslan… Henüz 3,5 aylıkken babası Alaettin Arslan 1974 Kıbrıs Barış Harekatı’nda şehit olmuş ve Kıbrıs’ta defnedilmiş. Yıldıray Arslan şu an 41 yaşında. 41 yıl sonra Kıbrıs’ı ziyaret etmesi sağlandı. Ekonomik nedenlerle bugüne kadar hiç ziyaret edemediği babasının mezarını ziyaret eden Yıldıray Arslan duygulu anlar yaşadı. Babasının mezarı başındaki vakur duruşu bizleri çok etkiledi. Hüznünü yansıtmak istemiyor gibiydi ama gözlerinin derinliği buna engeldi. Sevgi, acı, sevinç, gurur, şefkat ve vatana sadakat… Ne çok duygu vardı…

Devletimiz her zaman şehit yakınları ve gazilerimizin yanında olmuştur. Onların sosyal haklarının iyileştirilmesi için çaba gösterilmekte, yaşamlarını daha iyi idame ettirmeleri sağlanmaya çalışılmaktadır. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı bu konuda öncülük etmiş; şehit yakınları, gazilerimiz, vazife ve harp malulleri ile terör mağduru sivil vatandaşlarımızın yeni haklar elde etmelerini sağlamıştır. Bunlardan biri de istihdam hakkıdır. Yıldıray Arslan da bu kapsamda 2015 yılında Balıkesir İli Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı’na atanmıştır. Artık yarınlara daha umutlu ve güvenle bakabilmektedir. Yıldıray Arslan, nice şehidimizden birinin evladı. Babasını hiç tanıyamayan nice şehit çocuğundan biri. Artık onun yaşamında umuda ve mutluluğa giden bir yol var. İşte bu yüzden buradayız. Daha yapacak çok işimiz var, bunun bilincindeyiz.


30 AİLE | Nisan Mayıs Haziran 2015 | 10 >

Yaşam

>

Sahavet Hanım

Hatice KURT

SAHAVET HANIM Ankara Üniversitesi

1958, İzmir… Öğretmen Sahavet Hanım ve eşi Doktor Hulusi Bey’in mutlulukları nur topu gibi bir erkek evlatla perçinlendi. Kızları vardı, şimdi bir de oğulları olmuştu. Adını Onur koydular.

>> Onur, dört yaşındayken felç geçirdi. Sadece o boncuk gözleri tepki veriyordu. Aile için yeni bir hayat başladı. Onur’un etrafında kenetlendiler.

Sahavet Hanım öğretmendi, işinden ayrıldı. Oğlunun yoldaşı, öğretmeni oldu. Kıt imkânlarla tedavi önce Türkiye’de başladı. Ardından Onur ve annesi Almanya’da çalışan Onur’un dayısının yanına gittiler. Bir tedavi denendiğini öğrenmişlerdi. Üç yıl sonra Onur tekerlekli sandalyede oturabiliyordu. Büyük başarıydı. Diğer taraftan ilk ve ortaöğrenimini de tamamlamıştı. Yurda döndüler. Onur, İzmir’de liseyi bitirdi. Çok başarılıydı. Ailesi Almanya’da özel bir burs imkânı buldu. Annesi yine yanındaydı. 16 yaşında Bochum Üniversitesi’ne kaydolan en genç öğrenci oldu. Alman Devleti bu başarılı gencin eğitimi için özel fırsatlar verdi. Bugün Onur, beyin evreni üzerinde buluşlar yapan önemli bir bilim insanı. Sadece Türkiye’nin ve Almanya’nın değil, Avrupa’nın en saygın bilim ödüllerinin sahibi. Almanya’nın beyni olarak çalışan Alman Millî Bilim Akademisi Senatosu üyesi. Beyin konusunda dört temel kitabı var. Yayımladığı uluslararası makalelerin yanı sıra ABD, Avusturya ve Almanya başta olmak üzere çeşitli ülkelerdeki 12 bilim

kurulunda yer alıyor ve dünyanın en saygın 46 bilim dergisinde hâkemlik, 9 bilimsel yayınevinde editörlük yapıyor. . Ödülleri arasında Türkiye Cumhuriyeti Liyakat Nişanı, TBMM Onur Ödülü, Gerhard Hesse Ödülü, Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti Liyakat Nişanı sayılabilir. Aynı zamanda Almanya’da bir bilim insanına verilen en büyük ödül olan Leibniz Ödüllerinin de sahibi.


10 | Nisan Mayıs Haziran 2015 |

AİLE 31

En önde oturan ve gözyaşlarıyla alkışlayan bir kadın özellikle dikkat çekiyordu. O, bilim dünyasına ışık tutan Ordinaryüs Profesör Dr. Onur Güntürkün’ün annesi Sahavet Hanım’dan başkası değildi. Babasını kaybetmişlerdi.

Prof. Dr. Güntürkün’ün yaşam çizgisinde, annesinin azmi ve kararlılığı etkili oldu. Sahavet Hanım’ın azimli, kararlı ve bilinçli yaklaşımıyla Onur Güntürkün, engelsiz bir yaşama kavuştu.

Sahavet Hanım öğretmendi ama en büyük öğretmenliğini biricik oğluna yapmıştı. Onur’un çocuk felcine yakalanmasıyla mesleğini bırakmış ve tüm hayatını oğlunun yaşama tutunması için harcamıştı. Aile olmanın bu zor günlerde ne demek olduğunu hem kızına hem de oğluna işte böyle göstermişti. Prof. Dr. Güntürkün’ün yaşam çizgisinde, annesinin azmi ve kararlılığı etkili oldu. Sahavet Hanım’ın azimli, kararlı ve bilinçli yaklaşımıyla Onur Güntürkün, engelsiz bir yaşama kavuştu. Ünlü bilim adamı, anılarında ilkokuldayken yeni bir mikroskop almak için annesinin kendisiyle anlaşma yaptığını ve 36 mark olan mikroskop için iki ay boyunca evdeki bulaşıkları yıkayıp kuruladığını, ev işlerinde annesine yardım ettiğini anlatır. Bunun karşılığında annesi ona kendi mikroskobunu alabilmesi için 36 mark vermiştir. Hâlâ annesinin şu sözünü hatırlar: “Bir şeyi çok istiyorsan çaba göstermelisin.” Onur Güntürkün zorlukları, bilim aşkıyla, araştırma heyecanıyla yendi. Yaşama gücünü hiçbir zaman kaybetmedi. Ailesiyle birlikte yaşama dört elle sarıldı. Onun yaşamı, umutsuzluktan umut yaratmaya örnek oldu. Evlendi. Eşi ve iki çocuğuyla bilim aşkını yaşamayı sürdürdü.

Bu başarılı Türk bilim adamının adı, Ordinaryüs Prof. Dr. Onur Güntürkün. Krupp Bilim Ödülü’nü alırken törene Almanya’daki rektörler, bilim adamları, eyalet başbakanı, önceki yıllarda bu ödülü alanlar ve elbette ailesi katılmıştı. Basının ilgisi olağanüstüydü. Kuzey Ren Westfalya Eyalet Başbakanı’nın hazır bulunduğu törende Onur, hem Türk hem Alman vatandaşı olmakla her zaman gurur duyduğunu söyledi.

Ordinaryüs Profesör Dr. Onur Güntürkün’ün yaşama gücünün kaynağı, işte en önde oturan ve mutluluk gözyaşlarını gizleyemeyen o yaşlı kadın, annesi Sahavet Hanım’dı…

Kaynak:

Kemal Yalçın, Yaşama Gücü, Beyin Araştırmacısı Ord. Prof. Dr. Onur Güntürkün’ün Yaşam Öyküsü, İstanbul: Say Yayınları, 2013.


32 AİLE | Nisan Mayıs Haziran 2015 | 10 >

Yaşam

>

Sesli Betimleme

Kenan Önalan

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Bakanlık Müşaviri SEBEDER Başkanı

Engelli Erişilebilirliği Alanında Önemli Bir Araç:

>>

SESLİ BETİMLEME 21. yüzyılda toplumların gelişmişlikleri artık insana verdikleri önemle belirlenmektedir. Toplumumuzun önemli bir kesimini oluşturan engelliler, uzun yıllardan beri yanlış yaklaşımlarla toplumsal yaşamdan dışlanmışken 2002 yılından itibaren devrim niteliğinde birçoğu ilk ve öncü düzenlemeler yapıldı. Bir engelli olarak belirtmeliyim ki bu dönemle birlikte engelliler devlet nezdinde belki de ilk kez muhatap alınmaya başlandı. Türkiye’de ilk defa engellilere yönelik kanunun 2005 yılında çıkarılmasıyla engellilere eğitimde, sağlıkta, istihdamda fırsat eşitliği sağlanması için sürdürülen çalışmalar büyük bir hız kazandı. Bu

neresinden bakılırsa bakılsın devlet nezdinde bir zihniyet devrimiydi. En nihayetinde 2011 yılında da Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı kuruldu ve kurulduğundan bugüne tüm çalışmalarında engellileri içselleştiren, engellilerin sorunlarını sahiplenen ve engellileri çözüme dâhil eden bir kurum oldu. Bu anlayışın etkileri devletin en zirvesinden en ücra kesimlerde yaşayan vatandaşa kadar ulaşan bir dönüşümün önemli bir parçasıdır.

Toplumsal yaşamda yerini alabilmek ve rengini bu topluma katabilmek için öncelikle dışarıya çıkabilmek, bir yerden bir


10 | Nisan Mayıs Haziran 2015 |

AİLE 33

Engellilerin en büyük ve temel sorunlarından biri kendilerine uygun formatlarda hazırlanmış bilgiye erişim sorunudur. Erişimi mümkün olmayan her türlü görsel ve yazılı bilim, kültür ve sanat eseri engelliler için erişilebilir değildir. Bu nedenle her türlü yazılı basının, görsel filmin ve tiyatroların da engelliler için erişilebilir olması bir haktır.

yere gidebilmek, bilgiye erişebilmek, kamuya açık alanları ve sunulan hizmetleri kullanabilmek gerekmektedir. Bir engelli vatandaş için bunların güvenli ve kimsenin yardımı olmadan yapılabilmesi belki de diğer tüm vatandaşlardan daha da fazla hayati önem taşımaktadır. Bu durum insan hakları çerçevesinde de büyük önem arz etmektedir.

Sesli Betimleme Nedir? Engellilik konusu; eğitimden istihdama, erişilebilirlikten bakım hizmetlerine kadar hayatın birçok farklı boyutunu içinde barındıran bir alan… Engellilerin en büyük ve temel sorunlarından biri kendilerine uygun formatlarda hazırlanmış bilgiye erişim sorunudur. Erişimi mümkün olmayan her türlü görsel ve yazılı bilim, kültür ve sanat eseri engelliler için erişilebilir değildir. Bu nedenle her türlü yazılı basının, görsel filmin ve tiyatroların da engelliler için erişilebilir olması bir haktır. Bilindiği üzere, görme ve işitme engellilerin görsel ve işitsel medyaya erişilebilirliğini sağlamak üzere geliştirilmiş bazı profesyonel teknikler bulunmaktadır. Bu tekniklerden biri

olan “Sesli betimleme; televizyon programları, film, dans gösterileri, opera ve diğer görsel sanatların dâhil olduğu çok sayıda görsel sunuyu bunların kullanıcısı olan görme engelli bireyler için özel olarak hazırlayarak söz konusu medyanın görsel içeriğini anlatan bir tekniktir.” Sesli betimleme, görmeyenler için filmlerdeki görselliğin betimleme ile sesli olarak üçüncü kişi tarafından anlatılması olarak özetlenebilir. Görme engelliler için sesli betimleme; işitme engelliler için de işaret dili ve alt yazı düzenlemeleri bu engel gruplarının bilgi kaynağına erişimlerini sağlamak ve geliştirmek, hayatlarının önlerindeki engelleri kaldırmak üzere kullanılan iletişim araçlarıdır. Bu iletişim sağlanmayınca görme ve işitme engelliler âdeta hayattan dışlanmış oluyor, kendilerini izole edilmiş hissediyor. Biz bu iletişim araçlarının Türkiye’de de geliştirilmesi yönünde atılan ilk adımı bir öğrenci hareketi olarak Boğaziçi Üniversitesi’nde başlattık. Boğaziçi Üniversitesi’ndeki çalışmalarımızla başlayan bu süreçle başta görme engelliler olmak üzere engellilere yardımcı olmak için tüm Türkiye’yi kapsayacak ve sesli betimleme ile ülkemizi ilk kez tanıştıracak olan


34 AİLE | Nisan Mayıs Haziran 2015 | 10 >

Yaşam

>

Sesli Betimleme

Engellilerin kültür sanat hayatına katılımını sağlamayı ve engellilerin sinema sanatına erişimlerine dikkat çekmeyi hedefleyen “Ankara Engelsiz Filmler Festivali” gerçekleştirildi.

Sesli Betimleme Derneğini kurduk. Bu dernekte yapılan çalışmalarda filmlerdeki görsel kısımları görmeyene anlatarak betimliyoruz. Böylece görme engelliler özgürce film izliyorlar. İşitme engellilere de hem yazılı betimleme hem de işaret dili çevirisi yapıyoruz. Görmeyen sesli betimlemeyle görsel kısımları anlıyor, diğer taraftan işaret dili ve yazılı betimlemeyle de işitme engelliler duymadıkları konuşma ve sesli ifadeleri anlıyorlar. Sesli betimleme konusunda işe ilk başladığımız zaman “Görmeyen film izlese ne olacak?” diye düşünen bir zihniyet vardı. Bu zihniyetle mücadele etmek önümüze çıkan ilk engeldi. Türkiye’de çoğu insan gibi görme engelliler de böyle bir çözüm olduğunu bilmiyordu. Bu süreç içinde görme engellilere de böyle bir çözüm olabileceğini göstermeye

çalıştık. Bu filmleri yaparak görme engellinin bir filmi kimseye bağımlı kalmadan, rahatça izleyebileceğini engelli olsun olmasın herkese göstermeye çalıştık. 2012 yılından bugüne geçen üç yıl içerisinde, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının destekleri ile engellilerin kültür sanat hayatına katılımını sağlamayı ve engellilerin sinema sanatına erişimlerine dikkat çekmeyi hedefleyen “Ankara Engelsiz Filmler Festivali” gerçekleştirildi. Festival kapsamında film gösterimleri engelli bireylerin takip edebilecekleri altyapıyla görme engelliler için sesli betimlemeli ve işitme engelliler için işaret dili tercümesi ve detaylı alt yazılı olarak hazırlandı. 2015 yılında yeni bir altyapıyla otizmi olan engelli bireylere yönelik “Otizm Dostu Gösterimler” de yapıldı. Bu festival kapsamında hem


10 | Nisan Mayıs Haziran 2015 |

AİLE 35

söz konusu erişilebilirlik araçlarının engelliler tarafından duyulması sağlandı hem de engelli olan ve engelli olmayan bireylerin birlikte aynı kültür sanat etkinliğini engelsiz olarak paylaşabileceği gösterilmiş oldu. Festivale katılan engelli bireyler kadar engelsiz bireyler de yaşadıkları farklı tecrübeyi büyük memnuniyetle ifade ettiler. Tüm engelliler adına ben de üç yıldır devam eden festival ile engellilere yönelik yapılmış olan bu değerli çalışmanın uzun yıllar sürdürülmesini diliyorum. Sesli betimlemenin ülkemize kazandırılması için gerçekleştirdiğimiz çalışmalar neticesinde sesli betimleme kavramı Türkiye’de ilk kez geçtiğimiz 2014 yılında mevzuata da dâhil oldu. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı öncülüğünde ve Sesli Betimleme Derneği’nin çabalarıyla gelinen noktada, geçtiğimiz yıl Şubat ayında kabul edilen 6518 sayılı Kanun ile Engelliler Hakkındaki Kanun’a sesli betimleme kavramı ilk kez eklendi. Eklenen hükümle engellilerin her türlü eğitim, sosyal ve kültürel ihtiyaçlarını karşılamak üzere kabartma yazılı, sesli, elektronik kitap; alt yazılı, işaret dili tercümeli ve sesli betimlemeli film ve benzeri materyal temin edilmesine ilişkin gerekli işlemler Millî Eğitim Bakanlığı ile Kültür ve Turizm Bakanlığının sorumluluğuna verildi. Bu hükümle özellikle görme engelliler için eğitim sisteminin her kademesinde ve kültür sanat programlarında ihtiyaç duydukları, kabartma yazılı, sesli kitap, elektronik kitap, alt yazılı ve sesli betimlemeli film ve benzeri materyal üretilmesine ilişkin usullerin düzenlenmesi amaçlandı. Engellilik alanındaki sorunlar ancak tüm tarafların katkısı ve iş birliğiyle çözülebilir. Bu çerçevede, sivil toplum tarafından engelli olanlar ile olmayanlar arasındaki mesafeyi ortadan kaldıracak ve toplumsal dayanışmaya katkıda bulunacak çalışmalar yapılması gerektiğine inanıyorum. Sivil toplum kuruluşlarının devleti fikirleriyle yönlendirmesi gerektiğini düşünüyorum. Yakın zamanda toplumumuzda engelli bireylere yönelik farkındalığın artmasıyla birlikte, engellilere

yönelik çalışmalara yönelik duyarlılık ve hassasiyet de artıyor. Bu sayede engellilerin bilgiye, kültüre ve sanata erişilebilirliklerini sağlamaya yönelik çalışmalar, okuma ve seslendirme çalışmalarında gönüllülerin hızla arttığını görüyoruz. Bu ilgi daha önce de bahsettiğim gibi ülkemizde başta devlet olmak üzere yukarıdan aşağıya doğru bir anlayış ve zihniyet değişikliğinin eseri. Bunun engelliler için doğrudan anlamı ve değerine elbette paha biçilemez. Ancak bunun yanında toplumsal birlikteliğimiz ve dayanışmamızda ortaya çıkardığı bir değişim var ki bunun sonuçlarını hepimizin (engelli ve engelsiz herkesin) hayatlarımızda farklı yansımalarıyla göreceğimize inanıyorum. Bu anlamda benim için engellilere yönelik farkındalığın bir toplum için ürettiği katma değer yalnızca engellilerle sınırlı kalamayacak kadar büyüktür. Bu çerçevede toplumun engellilere yönelik duyarlılığını ve bilinç düzeyini arttırmak; ortak aklın ürünü çalışmalarla, toplumsal birliktelikle, devlet, millet ve bilimsel çevrelerin birlikte hareket etmesi ile sağlanacaktır. Bu yaklaşım, toplumun engelli bireylere verdiği değerin göstergesi de olan çağdaş bir yaklaşımdır.


36 AİLE | Nisan Mayıs Haziran 2015 | 10 >

Yaşam

>

1. Uluslararası Aile Filmleri Festivali

Çiğdem Oruç - Tülay Aydın Eğitim ve Yayın Dairesi Başkanlığı

I. ULUSLARARASI AİLE FİLMLERİ FESTİVALİ >>

Ünlü Alman varoluşçu Heidegger, sanatı gerçekliği düşünmek için bir başlangıç noktası olarak görür. Sanat eseri varlığın hakikatini düşünmeyi mümkün kıldığı için varlığın hakikatinin anahtarıdır. Konu her ne olursa olsun bir şeyi anlatabilmenin, insanı çoğu zaman kendisiyle yüzleştirecek, ayırdına vardıracak o büyük çarpışmanın yolu mutlaka sanattan geçer. Bazen içli bir nağme, bazen bir siyah beyaz fotoğraf karesi, bazen bir sinema filminin can alıcı akışı bize çarpar. Her gün sıradan hayatlarımızda, trafikte, süper marketlerde, çok katlı iş merkezlerinde, koşuşturmacalarda, randevularla bölünmüş saatlerimizde göremediğimiz yüzlerce hikâye ve hatta çoğu zaman es geçtiğimiz kendi hikâyelerimiz, sanatın gözlerimizden kaldırdığı perdelerle görünür oluverir. Sanat tarihine en geç dâhil olmuş yedinci sanat sinemanın büyüsü işte tam buradadır. Sadece görüntü değil, sesle birlikte sizi “o” ana davet eder. Siz de oradasınızdır artık. Trajik olanın içinde, yüz kıvrımlarında, gözyaşının tuzlu akışında…


10 | Nisan Mayıs Haziran 2015 |

AİLE 37

Anneler Günü, Engelliler Haftası, Aile Haftası, Uluslararası Aile Günü, Gençlik ve Spor Bayramı gibi aile deyince neredeyse akla gelen tüm belirli gün ve haftaları kapsayan 10-24 Mayıs tarihleri arasında festival gerçekleştirildi.


38 AİLE | Nisan Mayıs Haziran 2015 | 10 >

Yaşam

>

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı “aile” kavramının tüm kıvrımlarını enine boyuna düşünmek ve farkındalık oluşturmak için sinemanın diliyle bize büyük ailemizin büyük hikâyesini anlatmak için adım attı ve Uluslararası Aile Filmleri Festivali’ni başlattı. Festivalde aynı his ve kültür dünyasını paylaştığımız Türki Cumhuriyetler ve İslam âleminden filmlerin yanı sıra Hollywood, Bollywood ve Avusturya film seçkileri gösterildi. Tiyatro gösterileri, söyleşiler, resim ve fotoğraf sergileri düzenlendi. Yola iki düstur ile çıkıldı: Birincisi, aile bütünlüğünün korunması, diğeri ise aile gücü konusunda farkındalık ve bilinç oluşturmaktı. Nitekim birliğin ve bütünlüğün içine sevgi, saygı, hürmet, merhamet kısacası insanı insan yapan tüm kavramlar giriyorsa, aile güçlendikçe yetişen bireyler, dolayısıyla toplumlar güçleniyorsa o zaman öncelikli mesele sorunlarının ve çözümlerinin farkında olan, sağlıklı bir aile olabilmektir. Bu duyarlıkla yola çıkarken festivalin

1. Uluslararası Aile Filmleri Festivali

festival tadında geçmesi için tüm doğanın büyük bir enerjiyle canlandığı ve bize binbir duygu ilham eden bahar mevsimi seçildi. Hatta zamanlama konusunda daha da özenli davranılarak Anneler Günü, Engelliler Haftası, Aile Haftası, Uluslararası Aile Günü, Gençlik ve Spor Bayramı gibi aile deyince neredeyse akla gelen tüm belirli gün ve haftaları kapsayan 10-24 Mayıs tarihleri arasında festival gerçekleştirildi. Amaçlarından biri gönüldeki, dildeki, toplumun her kesimindeki, tüm mekânlarındaki engelleri kaldırmak olan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, bu doğrultuda filmlerin büyük çoğunluğunun işaret diline ve sesli betimlemeye çevrilmesini ve ortopedik engelli katılımcılar için mekânların düzenlenmesini sağlayarak festivali engellilerin aktif katıldığı bir festival hâline getirdi. Festivalin açılışı CerModern Sanat Merkezi’nde


10 | Nisan Mayıs Haziran 2015 |

AİLE 39

Her yıl düzenlenmesi planlanan ve devamlılığı öngörülerek ilk adımın atıldığı Uluslararası Aile Filmleri Festivali, “Ailece Bekleriz” sloganıyla birçok aileyi ağırladı.

gerçekleştirildi. Açılış töreni, festivale katılım sağlayan Engin Çağlar, Yılmaz Güney’in eşi Fatoş Güney, Selahattin Taşdöğen, Başak Sayan, Ufuk Bayraktar ve klasik araç konvoyunun, festival alanına gelmesiyle başladı. Mutluluğun ve heyecanın yanı sıra o akşam bir ayrılışın da hüznü vardı gönüllerde. Çünkü hangi kuşaktan olursak olalım, hepimizde iz bırakmış, Türk sinemasının duayeni, Zeki Alasya ayrılmıştı aramızdan. Fakat Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam’ın açılış konuşmasında da vurguladığı gibi “Türk sinemasının, Türk sanat hayatının ulu çınarlarını tek tek kaybediyorduk. Zamanın gereğiydi bu, devran böyle dönüyordu. Ama onlar ölümsüzdüler.” Nitekim festivalin açılış filmi olarak seçilen “Güle Güle”yi izlerken anladık ki ses tonuyla, boyun büküşüyle, gülüşüyle, duruşuyla hasılı şahsına münhasır kişiliği ile içimize işlemişti Zeki Alasya… Can verdiği karakterlerin her biriyle birlikte bizimle yaşamaya devam edecekti. Festival kapsamında bir de Türk sinemasına emek vermiş, yüreğimize canlandırdığı karakterlerle, icrasıyla, emeğiyle, yaratıcılığıyla kök salmış sanatçılarımızın adına sembolik manası önem taşıyan, ilerleyen günlerde 3000’i bulması hedeflenen, birer ağaç fidesi dikildi ve bu ağaçlardan oluşan ormana “Yeşilçam-lık” adı verildi.

Festivalin hoş detaylarından bir diğeri de festivale ait maskot ve sembollerin cezaevindeki kadın mahkûmlar tarafından hazırlanmış olmasıydı. Festival, Türk sinemasının en önemli şahsiyetlerinin ağırlandığı programlara da ev sahipliği yaptı. Bunlardan biri olan 75. Yıl Huzurevi’nde Yeşilçam’ın en önemli kadın karakterlerinden biri olan Hülya Koçyiğit’le gerçekleştirildi. Koçyiğit, Türk sinemasında aile temasının vurgulanması için festivalin doğru atılmış bir adım olduğunu söyleyerek program boyunca hâli ve tavrıyla belleklerimizde zarafetle bütünleşen intibasını pekiştirdi. Festival kapsamındaki bir diğer etkinlik; Saray Engelsiz Yaşam, Bakım ve Rehabilitasyon Merkezi’nde Türk sinemasının yetenekli oyuncularından biri olan Engin Altan Düzyatan ile birlikte yapıldı. Düzyatan, önce Sevgi Evlerindeki çocuklarla, ardından Engelsiz Yaşam Merkezindeki tüm engelli vatandaşlarımızla bir araya gelerek sohbet etti, sergileri ziyaret etti. Bakan Ayşenur İslam’ın önemle vurguladığı gibi her yıl düzenlenmesi planlanan ve devamlılığı öngörülerek ilk adımın atıldığı Uluslararası Aile Filmleri Festivali, “Ailece Bekleriz” sloganıyla birçok aileyi ağırladı. İzleyen ailelerin yüreklerinde ve belleklerinde sadece hoş bir seda değil, tesirli birer iz de bırakmış oldu.


40 AİLE | Nisan Mayıs Haziran 2015 | 10

Melih Uslu

Başkadır İstanbul ’da Ramazan Aylardır beklenen değerli misafir “Ramazan-ı Şerif”, kadim şehir İstanbul’un kapısını çaldığında tüm kentte onu ağırlamak için görkemli bir coşku başlar. Asırlardan bu yana ramazan’ın bereketiyle yoğrulan İstanbul, bu rahmet ayında her dakikası canlı bir şehre dönüşür.


10 | Nisan May覺s Haziran 2015 |

A襤LE 41


42 AİLE | Nisan Mayıs Haziran 2015 | 10 >

Kültür

>

Başkadır İstanbul’da Ramazan

http://i2.wp.com/www.gurmeajanda.com/wp-content/uploads/2011/08/ciraganpk_ramazan-menusu_tugra.jpg?resize=2359%2C1573


10 | Nisan Mayıs Haziran 2015 |

Şehrin dört bir yanında kurulan iftar sofraları ise kimi zaman on binlerce kişiyi karşılıksız olarak ağırlar. Dahası İstanbul’da ramazan, büyük bir şenlik gibidir.

AİLE 43

Gece yarısı insanları sahura çağıran davulcuları, sofraları tatlandıran bekleyişleri, minareleri süsleyen ışıl ışıl mahyaları ve şehri sarmalayan manevi atmosferiyle İstanbul’da ramazan’ı yaşamak gönüllere bambaşka bir heyecan veriyor. Aylardır beklenen değerli misafir “Ramazan-ı Şerif”, kadim şehir İstanbul’un kapısını çaldığında tüm kentte onu ağırlamak için görkemli bir coşku başlar. Asırlardan bu yana ramazan’ın bereketiyle yoğrulan İstanbul, bu rahmet ayında her dakikası canlı bir şehre dönüşür. Şehre benzersiz bir silüet kazandıran minarelerin arasına asılan mahyalar, ramazan’ın hikmetini simgeler. Türk edebiyatının önde gelen isimlerinden Halide Edip Adıvar’ın, “Ramazan’ı karşılayan nurdan yazılar” olarak adlandırdığı mahyalar; İstanbul’u âdeta ışıltılı bir gerdanlık gibi süsler.

Bereket Sofraları Fransız Seyyah Gerard de Nerval, eserlerinde Osmanlı dönemindeki ramazan sofralarından büyük bir övgüyle bahseder. Nerval, ramazan ayında hemen hemen her eve girilebildiğini ve orada birbirinden zengin sofralarda rahatça yemek yenilebildiğini anlatır. Ramazana derin bir anlam kazandıran bu yardımlaşma kültürü, özü itibarıyla günümüzde de varlığını korur. İstanbul’un eski semtlerinde evlerde pişirilenler, komşulara ve ihtiyacı olanlara dağıtılır. Şehrin dört bir yanında kurulan iftar sofraları ise kimi zaman on binlerce kişiyi karşılıksız olarak ağırlar. Dahası İstanbul’da ramazan, büyük bir şenlik gibidir. Ramazan davulcularının manileri, Osmanlı’dan bu yana sürdürülen bir geleneği yaşatır. Sahurda çoluk çocuk sofraları doldurur ve içilen son bir bardak suyla ağızlar mühürlenir. Güneş yavaş yavaş alçalmaya başladığında mis gibi pide kokuları sokaklara yayılır; fırınların önünde uzun kuyruklar oluşur. Gün boyu bir sanatçı titizliğiyle hazırlanan yemekler, akşam ezanından hemen önce sofraları donatır. Konu komşu, akrabalar ve arkadaşlar bu şenlikli sofraların baş tacıdır. İftarların açılmasıyla evin rızkı sofralarda paylaşılır. Yiyecekler mevsimine göre farklılıklar gösterse de bazı alışkanlıklar hiç değişmez. Zeytin ve hurma ile gün boyu kaybedilen tuz


44 AİLE | Nisan Mayıs Haziran 2015 | 10 >

Kültür

>

Başkadır İstanbul’da Ramazan

ve şeker ihtiyacı karşılanır. Güllaç ve çay ise iftar sofralarının en güzel finali gibidir. Yemekten hemen sonra ise teravih namazının hazırlıkları başlar. Hayatın bu akışı çocuklar ve gençler için de bir eğitim sürecidir.

Ramazan Eğlenceleri Camiler şehri İstanbul, ramazanda sahura kadar süren etkinlikleriyle yirmi dört saat canlıdır. Sultanahmet, Beyazıt, Üsküdar ve Eyüp meydanları ile tarihî Feshane binası geleneksel el sanatları, müzik dinletileri, şiir okumaları, Hacivat ve Karagöz gösterileriyle eğlencenin merkezi konumuna dönüşür. Fatih’ten Haliç’e kadar şehrin farklı noktalarında rastlanan kitap stantları, konserler ve çeşitli sergiler yoğun ilgi görür. Dünyaca ünlü hattatların, hafızların ve sanatçıların da katılımıyla şehirdeki kültürel etkinlikler taçlanır. Sadece kültürel açıdan değil, alışveriş ve lezzet

bakımından da bir canlılık dikkat çeker. Restoranlar ve esnaf lokantaları sahur ve iftarlar için özel lezzetler hazırlarlar. Osmanlı yemeklerinden eski İstanbul spesiyallerine kadar çeşit çeşit tarifler menüleri zenginleştirir. Ramazanda İstanbul’daki pazarlar ise her zamankinden daha renklidir. Tarihî çarşıların ve açık hava pazarlarının alternatifi modern alışveriş merkezleridir. Yazın en sıcak günlerinde bile serin havasını koruyan çok katlı alışveriş merkezleri hemen her türlü markaya ulaşabileceğiniz geniş bir çeşitlilik sunar. Nişantaşı’nda Rumeli ve Abdi İpekçi Caddeleri, şehrin Asya yakasında ise Bağdat Caddesi yüzlerce butik mağazasıyla geç saatlere kadar müşterilerini bekler.

Şehri Yeniden Keşfetmek Ramazan, dünya kenti İstanbul’u gezmek ve tarihî mabetlerini ziyaret etmek için de bir fırsat sunar. Boğaziçi


10 | Nisan Mayıs Haziran 2015 |

püfür püfür havası ve muhteşem yalılarıyla yaz aylarında çok keyiflidir. Boğaziçi’ni boylu boyunca kateden vapur yolculuklarında birbirinden güzel tarihî yerleşimler önünüze serilir: Ortaköy, Beylerbeyi, Çengelköy, Kandilli, Kanlıca, Paşabahçe ve diğerleri... Anadolu ve Rumeli Hisarları, Boğaz’ın muhafızları gibi yeşil tepeleri bekler. Dilediğiniz iskelede inip ahşap evlerin arasında yürüyebilir, martıların sesine kulak verebilirsiniz. Şehrin ruhuna inmek içinse tarihî yarımadaya uzanmak gerekir. Topkapı Sarayı ve içerisindeki “Kutsal Emanetler” bölümü yalnız Müslümanlar için değil, tüm insanlık için bir çekim merkezidir. Ayasofya ve Sultanahmet Camii’ni ziyaret ettikten sonra Gülhane Parkı’nda soluklanmak gibisi yoktur. Büyük deha Mimar Sinan’ın “ustalık eserim” dediği Süleymaniye Camii büyük bir vakurla ziyaretçilerini bekler. Kapalıçarşı ve Mısır Çarşısı

AİLE 45

ise labirenti andıran koridorlarıyla şehrin tadının çıkarıldığı nadide yerlerdendir. Buralar, iftar ve sahur alışverişleri için de birer bereket deposudur. Kız Kulesi muhteşem bir manzara izlemek isteyenlerin uğrak yeridir. İftar öncesinde serinlemek isteyenler için bir diğer seçenek, İstanbul Adalarıdır. Büyükada’dan Heybeliada ve Burgazada’ya geçerken iftarın nasıl geldiğini anlamaz insan. Şehrin içinde doğayla baş başa olmak isteyenler için gidilecek yer çoktur: Hidiv Korusu, Belgrad Ormanları, Kilyos, Şile sahilleri, Emirgan Korusu, Polonezköy ve daha niceleri... Özetle İstanbul, keşfetmek bitirilemeyecek dev bir hazine sandığı gibidir. Bu kültür deryası; ramazanda paylaşmanın, sevgi ve hoşgörünün yansımasıyla huzur adreslerinden birine dönüşür. Ne mutlu istifade etme fırsatı bulana...

N İ D L H O ŞG E

N A Z A M A R İ Y A ŞE H R


46 AİLE | Nisan Mayıs Haziran 2015 | 10 >

Kültür

>

Ramazan ve Şerbet Kültürü

Tolunay Sandıkcıoğlu

Aile ve Toplum Hizmetleri Genel Müdürlüğü

Ramazanve Şerbet Kültürü Bir zamanların makbul ikramlarındanmış şerbet. Yaz-kış ayrımı yapılmadan tüketilir, herkes tarafından da pek sevilirmiş. Sofrasında pek su içilmeyen Osmanlı’da yemeğin yanında illa ki bir şey içilecekse mutlaka hoşaf ya da şerbet içilirmiş. Sıcak aylarda buzla ya da karla soğutulan şerbet, zamanla Osmanlı mutfağının özel tatlarından biri hâline gelmiş. Sarayın ritüelleri arasındaki şerbet ikramı, zamanla toplumun gündelik hayatına da girmiş. Konaklardaki hizmetkârlar arasında şerbetçiler boy göstermiş. O dönemlerden kalan ve etnografya müzelerinde gördüğümüz birbirinden değerli şerbet takımları, yine birbirinden efsunlu kokuları çağrıştıran şerbet adları bu içeceklerin zamanında ne kadar önemli bir yer tuttuğunu anlatır olmuş. Öyle ki çıraklara bahşiş diye “şerbetlik parası” verilirmiş, sebillerde Allah rızası için şerbetler dağıtılırmış, düğün dernekte şerbet ikram edilmezse düğün sahibi ayıplanırmış.

Şerbet, Şurup, Hoşaf Kardeşliği Birbirleriyle kardeş olan bu kavramları kabaca tanımlarsak bitki, çiçek, meyve özleriyle bazı baharatların şeker ya da balla tatlandırılmasına şerbet; kaynatılarak özlendirilmesine şurup; şekerli suyla pişirilip taneleriyle ikram edilmesine de hoşaf diyebiliriz. http://www.yemekte.biz/wp-content/uploads/2014/04/gelincik-serbeti.jpeg


10 | Nisan Mayıs Haziran 2015 |

AİLE 47

16. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı’daki bu içecekler Avrupa’da o kadar ünlü olmuş ki 17. yüzyıl ortalarından itibaren limonlu, güllü ve menekşeli hazır şerbet karışımları İngiltere’ye ihraç edilmeye başlanmış. Sert şekerlemeler şeklinde hazırlanan ve gönderildiği yerde sulandırılan bu şerbetlerin yanı sıra 18. yüzyılda visney adıyla hazırlanan vişne şurupları da hem İngiltere’ye hem de Fransa’ya ihraç edilmiş. İtalya’da 17. yüzyılda şerbetten meyveli dondurma yapılmış ve adına şerbetten bozma sorbetto adı verilmiş. Bu yüzden Fransa ve İngiltere’de meyveli dondurmalar hâlâ sorbettodan bozma “sorbet” adıyla biliniyor.

Diyâr-ı Şerbetin Serin Lezzetleri Aslında şerbet bu topraklarda o kadar eski ve uzun bir tarihe sahip ki tarih öncesinin şırasından, bal şerbetinden başlasam yaz yaz bitmez. Yazıyı Osmanlı ile sınırlamamın nedeni unutulan bazı şerbet örneklerini de hatırlatmak istememden. Fatih Sultan Mehmet için kırmızı ve siyah kuru üzüm ile Hindistan cevizinden şerbet yapılırmış mesela. Kanuni Sultan Süleyman yeniçerilerin yolladığı şerbet tasını altınla doldurup geri yollarken zenginler şerbetlerine “misk-ü amber” kattırırmış. Osmanlı döneminde şerbet ikramı o kadar yoğunmuş ki neredeyse her özel gün için ayrı bir şerbet yapılırmış. O günlerden bugünlere kalabilenlerin en başında geleni sanırım şerbet-i vilâdet, yani loğusa şerbeti. Diğerleri ise bahar başlangıcında ikram edilen nevruz şerbeti, hacca

Ama beni adıyla ve tadıyla mest eden şerbetler, çiçek şerbetleri. O narin yapraklardan elde edilen lezzete, elde edilen rengin güzelliğine, hele hele rayihasına söz dayanmaz. Ramazanın yaklaştığı şu sıcak yaz günlerinde denemezseniz çok şey kaçırırsınız. http://www.kizkismi.com/wp-content/uploads/2014/10/ec1f3-erk_81731.jpg


48 AİLE | Nisan Mayıs Haziran 2015 | 10 >

Kültür

>

Ramazan ve Şerbet Kültürü

gidenler için hacı şerbeti, erkek çocukların sünnet şerbeti, hamam şerbeti, nazar şerbeti, gebe şerbeti, görücü şerbeti, söz şerbeti, ölü şerbeti, düğün şerbeti ve daha niceleri… Bir de yapıldıkları malzemenin ismini alanlar var. Bunların da günümüzde yaşayan temsilcisi güney illerimizin meşhur meyan şerbeti olsa gerek. Unutulanlarından bazıları ise demirhindi, döngel, karanfil, koruk, hanımeli, kızılcık, yasemin, gül, kamelya, tarçın, turunç, şeftali, nane, bal, fışfış, karabaş, limon, öd, kâvi (hurma çiçeği), vişne, dut, hünnap, nar, harnup, çilek…

Ramazan Şerbetsiz Olur mu? Ramazanda şerbetler, hoşaflar, şuruplar özenle yapılıp saklanır; özelliklerine göre sıcak, ılık veya soğuk olarak servis edilirmiş. Osmanlı’da özellikle iftar yemeklerinde çok tüketilen şerbetler, günümüzde içecek sanayinin büyümesi sonucu neredeyse hiç yapılmaz hâlde. Tüm İslam âleminde olduğu gibi Osmanlı’da da ramazan ayına çok önem verilirmiş. Haftalar öncesinden hazırlık başlar, her zamanki erzak ve ihtiyaçlara ilaveten imkân nispetinde reçeller, peynirler, zeytinler, sucuklar, pastırmalar, şerbetlik şekerler, baklava malzemeleri, hoşaf malzemeleri, güllaçlar, çorbalıklar, iç cevizler, iç fındıklar, dolmalık Şam fıstıkları, böreklik unlar, çeşitli baharatlar, gül suları, bal mumları ve özellikle de Mekke hurmaları temin edilirmiş. Ramazana mahsus ekmekler, başta güllaç olmak üzere tatlılar, iftariyelikler hazırlanır; ayrıca sahan, tencere, sini gibi bakır kapların hepsi kalaylanıp yatak takımlarının yün ve pamukları attırılırmış. Hatta varlıklı kişiler oda döşemelerini bile yeniletir, sırf ramazanda kullanmak üzere zarif kahve zarf ve fincanları, su bardakları, kıymetli kaşıklar alırlarmış. Esnaflar da mekânlarını elden geçirip daha temiz ve gösterişli bir düzen vermeye uğraşırlarmış. Ramazan boyunca içilebilecek tüm şerbetlerin tarifini vermek imkânsız tabii, ama bazıları gerçekten ilginç. Mesela sübye; özellikle kavunun çekirdeği, badem, kuru üzüm, pirinç gibi malzemelerden yapılıyormuş. Seçilen malzeme


10 | Nisan Mayıs Haziran 2015 |

Osmanlı’da özellikle iftar yemeklerinde çok tüketilen şerbetler, günümüzde içecek sanayinin büyümesi sonucu neredeyse hiç yapılmaz hâlde. iyice dövüldükten sonra su katılıp astardan süzülür, elde edilen suya şeker ve çiçek suyu katılarak hazırlanırmış. Kayıtlarda Fatih Sultan Mehmet için kırmızı kuru üzüm sübyesi yapıldığı geçiyor. Ayrıca 17. yüzyıl İstanbul’unda Mısır’a özgü pirinç sübyesi satan dükkânlar açıldığını da biliyoruz. Evliya Çelebi’nin aktardığına göre, bu tür sübyenin mi’ad şekeriyle tatlandırılıp, üzerine tarçın serpilerek içildiği de olurmuş. Mahmud Nedim, sübyenin sıcak da içilebildiğini yazmış. Adıyla ilgimi çeken unuttuğumuz tatlardan biri de tükenmez. Çeşitli meyvelerden yapılan ve yapıldığı meyve neyse onun adını alan tükenmezin en meşhuru üzümle yapılanıymış. Osmanlı döneminde belirli zamanlarda sebillerde bedava dağıtılan, sokaklardaki şerbetçiler

AİLE 49

ve müsellesçiler (bir nevi üzüm şurubu) tarafından da satılan bir içecekmiş tükenmez. Şerbetin adı ise dağıtılıp küpten eksildikçe üstüne su eklenmesinden, yani tükenmemesinden geliyormuş. Su, meyveyle şekerlerin arasından süzülüp aşağı indikçe yeniden şerbet hâline geliyormuş çünkü. Hardaliye ise Edirne’de hâlâ yaşıyor. Kırmızı veya beyaz üzüm suyuna ezilmiş hardal tohumu katılarak yapılan hardaliye, Trakya bölgesine özgü bir içecek. Doğal yoldan fermente olan ve sıcak yaz günlerinde serinlik veren bu tadı da umarım kaybetmeyiz. İlginç adıyla merak uyandıranlardan biri de sirkencübin. 18. yüzyılda İstanbul’da imbikten geçirilmiş sirkeye bal ilave edilerek hazırlanan bu içecek, yazın çok sevilerek tüketilen şerbetlerdenmiş. Eşit orandaki bal ile sirkeye, içilebilecek kıvama gelene kadar su ekleyerek kolaylıkla yapabileceğiniz sirkencübin, Osmanlı’nın binbir derde deva gelen şerbetlerinden… Ama beni adıyla ve tadıyla mest eden şerbetler, çiçek şerbetleri. O narin yapraklardan elde edilen lezzete, elde edilen rengin güzelliğine, hele hele rayihasına söz dayanmaz. Ramazanın yaklaştığı şu sıcak yaz günlerinde denemezseniz çok şey kaçırırsınız. Yapımı da çok basit: Menekşe, gül, gelincik gibi çiçekleri soğuk su ile yıkayıp ortadaki siyah kısımları makasla alın. Toz şeker ile ovalayıp tülbentle süzdürün. Dilediğiniz kadar su ekleyip iftar sofralarında serin serin için. Çiçeğiniz menekşe ise menekşe şerbetiniz, gelincik ise gelincik şerbetiniz hazır. Miş’li geçmiş zamanda yazdığım bu yazıyı okurken fark etmişsinizdir ki bunların hepsi ne yazık ki eskilerde kalmış. Sokak sokak gezip şerbet satan şerbetçilerin çın çın ses çıkaran cam bardakları tuzla buz olmuş. Şimdilerde ne gittiğimiz misafirliklerde buz gibi bir gül şerbeti içebiliyoruz ne de içimiz yandığında sokakta “Çek bir limon şerbeti, ciğerimiz bayram etsin” diyebileceğimiz sifonlu şerbet satıcıları var. Tarihten miras kalan lezzetlerimizi unutmadan ramazanı bol bol şerbet yapıp içerek geçirmeniz dileğiyle…


50 AİLE | Nisan Mayıs Haziran 2015 | 10 >

Yaşam

>

S o s y a l Ya r d ı m l a r

Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü

Sosyal Devlet Gereği:

Sosyal Yardımlar >> Genel Yaklaşım 2002 yılından bu yana muhtaç ve yoksul toplum kesimlerini koruyarak toplumsal denge ve adaleti sağlamada “sosyal yardımlar” önemli bir sosyal politika aracı olarak kullanılmaktadır.

oranlarda aktarılmıştır. Bu kapsamda 2002 yılından bu yana yaklaşık 140 milyar TL’lik sosyal yardım yapılmıştır. 2002 yılında sosyal yardımların GSYİH’ya oranı sadece % 0,5 iken bu oran 2014 yılında % 1,31’e yükseltilmiştir. •

T ematik ve düzenli yardım programları geliştirilerek yoksul, muhtaç ve dezavantajlı (engelli, kadın, yaşlı) vatandaşlarımıza daha yaygın bir şekilde ulaşılmıştır. Sosyal yardımların kapsamı genişletilerek sosyal güvencesi olsa bile dönemsel yoksulluk riski taşıyan kişilerin, afet ve acil durumlardan zarar görenlerin ve şehit yakınları ile gazilerin sosyal yardımlardan istifade etmesi sağlanmıştır.

enel sağlık sigortası uygulamasına geçilerek G yoksul vatandaşlarımızın primleri devlet tarafından karşılanmaya başlanmış ve ücretsiz, kaliteli sağlık hizmeti almaları sağlanmıştır.

Sosyal konut ve barınma yardımları ile 50 bin yoksul vatandaşımız ev sahibi yapılmış ve insani barınma şartları sağlanmıştır. Yoksul vatandaşlarımız için 2023 yılına kadar 100 bin sosyal konut yapılacaktır.

ilişim teknolojilerinin yoğun şekilde kullanımı ile B birlikte sosyal yardıma erişim süresi 15-20 günden dakikalarla ifade edilen bir zaman dilimine indirilmiştir.

“ Sağ elin verdiğini sol el görmesin” diye 1.8 milyon vatandaşımıza sosyal yardım kartı verilerek “konutta ödeme” uygulaması başlatılmış, “yardım kuyrukları ve izdihamlar” ortadan kaldırılmıştır.

S osyal yardımların % 92’si nakdi olarak verilmeye başlanmıştır.

2011 yılında Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının kurulması ile birlikte farklı kurumlar tarafından verilen sosyal yardımlar “tek çatı” altında toplanmıştır. Böylelikle tüm kamusal sosyal yardımların % 85’i Bakanlığımızca yürütülmeye başlanmış ve kurumsal birliktelik sağlanmıştır. 2014 yılı itibarıyla 3 milyon haneye düzenli ve süreli yardım yapılmış olup erişilmeyen muhtaç kesim kalmamıştır. 2014 yılında hane başına aylık ortalama 645 TL sosyal yardım harcaması yapılmış olup 2015 sonunda hane başına ortalama yardım tutarının 725 TL’ye yükseleceği tahmin edilmektedir. 2002 yılından bu yana hayata geçirilen sosyal yardım uygulamaları ile şunlar gerçekleştirilmiştir: •

Ülkemizde yoksullukla mücadele savaşı kazanılarak mutlak yoksulluk bitirilmiştir. 2002 yılında günlük 4.3 doların altında harcama düzeyi ile geçinen toplum kesimi oranı % 30,3 iken 2013 yılında bu oran % 2,06’ya indirilmiştir.

İnsani gelişme açığını en hızlı kapatan 9. ülke olma başarısı elde edilmiş, İnsani Gelişme Endeksi’nde orta düzeyden yüksek insani gelişme seviyesine çıkılmıştır.

S osyal yardım harcamaları 18 kat artırılarak elde edilen refah artışı yoksul ve muhtaç vatandaşlarımıza artan


10 | Nisan Mayıs Haziran 2015 |

AİLE 51

Ülkemizde yoksullukla mücadele savaşı kazanılarak mutlak yoksulluk bitirilmiştir. 2002 yılında günlük 4.3 doların altında harcama düzeyi ile geçinen toplum kesimi oranı % 30,3 iken 2013 yılında bu oran % 2,06’ya indirilmiştir.


52 AİLE | Nisan Mayıs Haziran 2015 | 10 >

Yaşam

>

S o s y a l Ya r d ı m l a r

Şartlı Nakit Transferi

2003 yılından beri çocukların düzenli olarak sağlık kontrolüne götürülmesi ve okula devam etmesi şartıyla nakdi ödeme yapılmaktadır.

Yakacak Yardımları

2003 yılından beri TKİ ile iş birliği içinde yoksul hanelere kömür yardımı yapılarak, yardımları konutlarına kadar götürülerek teslim edilmektedir.

2 milyon 159 bin hane

Evde Bakım Aylığı

2007 yılından beri ağır engelliye bakan aile yakınına bir net asgari ücret tutarında ödeme yapılmaktadır.

450 bin hane

Ücretsiz Ders Kitabı

2003 yılından beri öğrencilerimizin ders kitapları ücretsiz olarak verilmektedir.

Taşımalı Eğitim Öğle Yemeği Programı

2003 yılından beri taşımalı eğitimden istifade eden öğrencilerimizin öğle yemeği giderleri karşılanmaktadır.

672 bin öğrenci

Engelli Öğrencilerin Ücretsiz Taşınması

2005 yılından beri engellilerimizin özel eğitim kurumlarına taşınması için destek verilmektedir.

61 bin öğrenci

Eşi Vefat Eden Kadınlara Nakdi Yardım Programı

2012 yılından beri eşi vefat eden ve sosyal güvencesi olmayan kadınlara aylık 250 TL nakdi ödeme yapılmaktadır.

301 bin kişi

Muhtaç Asker Ailelerine Yardım Programı

2013 yılından beri fakir ve muhtaç durumda bulunan er ve erbaşın evli ise eşlerine, bekâr ise annelerine aylık 250 TL nakdi ödeme yapılmaktadır.

126 bin kişi

Sosyal Konut Programı

2010 yılından beri sosyal konut programı kapsamında muhtaç ailelerin 100 TL taksit ile ev sahibi olması sağlanmıştır.

25 bin hane

Genel Sağlık Sigortası

2012 yılında “Yeşil Kart” uygulamasına son verilerek “Genel Sağlık Sigortası”na geçilmiş olup muhtaç kişinin sağlık primleri devlet tarafından karşılanmaktadır.

İstihdam Yardımları

2014 yılından beri sosyal yardım alan vatandaşlarımızın istihdamının teşvik edilmesi için “işe yönlendirme” ve “işe başlama” yardımı yapılmaktadır.

53 bin kişi

Gelir Getirici Projeler

2003 yılından beri fakir ve muhtaç vatandaşlarımızın kendi alın terleriyle geçinmelerini sağlamak için iş kurmaya yönelik olarak 15 bin TL faizsiz ve 8 yılda geri ödemeli destek verilmektedir.

26 bin hane

ŞNT Lise Teşvik Yardımı

Şartlı nakit transferinden faydalanan lise öğrencilerine 60 euro karşılığı Türk lirası cinsinden bir defaya mahsus yardım yapılmaya başlanmıştır.

229 bin öğrenci

2022 Yaşlı ve Engelli Yardımı

65 yaşını aşmış muhtaç yaşlılarımıza ve % 40 üzeri rapora sahip muhtaç engellilerimize düzenli ödeme yapılmaktadır.

1.3 milyon kişi

S osyal yardım ve istihdam bağlantısı kurularak sosyal yardım faydalanıcılarının İŞKUR’a yönlendirilmesi ve 53 bin vatandaşımızın istihdam edilmesi sağlanmış, istihdamı özendirici yardım uygulamaları yaygınlaştırılmıştır.

1. Yürütülen Yardım Programları Bakanlığımızca aile, eğitim, sağlık, yaşlı ve engelli, istihdam, proje ve özel amaçlı yardım olmak üzere 7 ana başlık altında 30 farklı sosyal yardım programı uygulanmaktadır. Bu noktada ön plana çıkan belli başlı programlar ve faydalanıcı sayıları hakkında kısaca bilgi verilmesi yerinde olacaktır.

3 milyon kişi

17 milyon öğrenci

9,3 milyon kişi

2. 2015 Yılında Başlatılan Yardım Programlarımız İlk çocuk için 300 TL, ikinci çocuk için 400 TL, üç ve üzerinde çocuklar için 600 TL ödemeye ilişkin bütün annelerimize “Doğum Yardımı” programı hayata geçirilmiş olup başvurular alınmaya başlanmıştır. İlk ödemeler Temmuz ayında hak sahiplerine ödenecektir. Muhtaç öksüz, yetim ve asker çocuklarına yönelik aylık 100 TL ödemeye ilişkin düzenli yardım programı başlatılmış olup başvurular alınmaya başlanmıştır. İl ödemeler Haziran ayının başında yapılacaktır.


10 | Nisan Mayıs Haziran 2015 |

3. Engelli Yardımlarına İlişkin Açıklama Son dönemde 2022 sayılı Kanun kapsamında yürütülen engelli yardımlarının kesildiğine ve kesileceğine ilişkin basın yayın organlarında kamuoyunu yanıltmaya yönelik kasıtlı haberlere sıkça yer verilmektedir. 2022 sayılı Kanun gereğince muhtaç durumdaki engelli vatandaşlarımıza aylık bağlanmaktadır. 2002 yılında bu yardım programından 262 bin engelli vatandaşımız yaralanmakta iken bu sayı 2014 yılında yaklaşık olarak 680 bine çıkmıştır. Görüleceği üzere, söz konusu dönemde engelli aylığı alanların sayısı 2 kattan fazla artmıştır. Mevzuatta da aylıkların kesilmesine yönelik herhangi bir değişiklik yapılmamıştır. Dolayısıyla 2022 sayılı Kanun çerçevesinde muhtaçlık şartlarını sağlayan engellilerimize engelli oranlarına göre aylıkların bağlanması artarak devam etmekte olup şartları sağlayan muhtaç durumdaki engellilerimiz aylıklarını almaya devam edecekleri gibi,

AİLE 53

şartları sağlayan muhtaç durumdaki engellerimize de aylık bağlama işlemlerine devam edilecektir.

2002 Yılı ile Kıyaslamalı Olarak Sosyal Yardım ve Yoksulluk Rakamları 2002 yılından itibaren ülkemizde: •

• • • •

Tematik yardım programları (ŞNT, Eşi Vefat Eden Kadınlar, Muhtaç Asker Aileleri, Evde Bakım Aylığı vb.) uygulamaya geçirilmiş, Yoksulluk oranlarında tüm dünyanın gıpta ile baktığı bir başarı elde edilmiş, Hak temelli yardım anlayışına geçilmiş, Nakdi yardımların oranı arttırılmış, Sosyal yardım tutarlarında rekor bir artışa imza atılmıştır.

Söz konusu döneme ilişkin kıyaslamalar aşağıdaki tabloda özetlenmiştir:

2002

2014

Değişim (%)

Toplam Sosyal Yardım Harcaması (Kamu)

1,3 milyar TL

23 milyar TL

1670 %

Sosyal Yardımların GSYİH içindeki payı (%)

0,5

1,31

162 %

Sosyal Yardımlardan Faydalanan Hane Sayısı

3.005.898

Düzenli Yardımlardan Faydalanan Hane Sayısı

991.000

2.274.182

130 %

Düzenli Yardımlara Aktarılan Kaynağın Tüm Yardımlara Oranı (%)

28 %

78 %

178 %

Nakdi Yardımların Tüm Yardımlar İçindeki Yüzdesi

30 %

92 %

207 %

GSS Primi Devlet Tarafından Ödenen Kişi Sayısı

9,3 milyon

Kadın Sosyal Yardım Hak Sahiplerinin Tüm Sosyal Yardım Hak Sahiplerine Oranı (%)

61 %

Kadın Sosyal Yardım Hak Sahiplerinin Tüm Düzenli Sosyal Yardım Hak Sahiplerine Oranı (%)

75 %

Yoksulluk Oranı (%)

30,3

2,06

-93 %

Yaşlılık Maaşı (65 yaş) (2022)

24 TL

145 TL

504 %

Engellilik Maaşı (2022)

24 TL

291-437 TL

1112 % - 1721 %

Diğer Düzenli Yardım Tutarları

0 TL

250 TL


54 AİLE | Nisan Mayıs Haziran 2015 | 10 >

Yaşam

>

Ya l n ı z l ı ğ ı n v e İ l e t i ş i m s i z l i ğ i n D e r i n Ta h r i b a t ı

Nevzat Özer

Antalya Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdür Yardımcısı, Psikolojik Danışman

yalnızlığın ve iletişimsizliğin

derin tahribatı

Yalnızlığın adı ne olursa olsun 21. yüzyılda yalnızlık, insanı en yoğun şekilde etkileyen sosyal ve psikolojik bir vaka hâline gelmiştir. Yüce yaratıcı yaratmış olduğu bu gizemli kâinatta hiçbir canlıyı tek (yalnız) yaratmamıştır. İnsanlar, bitkiler, hayvanlar her ne tarafa bakarsanız bakın, hepsinin bir çifti vardır; yani bir eşiyle yaratılmıştır.

>>

Yirmi yılı aşkın bir süredir otuz yedi binden fazla insan üzerinde yapılan incelemelerde sosyal tecrit hâlinin, yalnızlığın insan üzerinde derin etkiler bıraktığını açığa çıkarmıştır. Özel duyguları paylaşacak ya da yakın temasta bulunacak kimsenin olmadığı hissi hastalanma ya da ölüm olasılığını iki katına çıkardığı görülmüştür. İnsanlar ara sıra elbette yalnız kalabilir, hatta bu bazen de gereklidir. Ancak burada önemli olan ve tıbbi acıdan risk oluşturan şey, insanlardan kopuk olduğunu ya da kimsesi olmadığını hissetmektir. Kalp krizi geçirmiş yaşlı insanlar arasında hayatlarında duygusal destek alabilecekleri iki ya da daha fazla kişi bulunanların bu tür destekten yoksun olanlara göre yaşama

tutunma oranlarının iki kattan daha yüksek olduğu yapılan araştırmalarla kanıtlanmıştır. Kapısını çalıp konuşabileceği, teselli edilebilecek, yardım ve önerilerde bulunabilecek, derdini ya da bir açmazını, çıkmazını paylaşabilecek birilerinin bulunması; bu gibi kişileri, hayatın zorluk ve darbelerinin ölümcül etkisinden koruyabildiği ortaya çıkmıştır. Her gün gördüğümüz, selam verdiğimiz, sohbet ettiğimiz bu kişilerin bizim için ne denli önemli olduğu ortadadır. Hayatımızdaki önemli ilişkilerin, sağlımız acısından da önemi büyüktür. Hele de içinde yaşadığımız bu yüzyılda… Yaşamımızdaki ilişkiler ne kadar anlamlı ve olumlu ise sağlımız da bir o kadar iyi olma yönünde seyir gösteriyor.


10 | Nisan Mayıs Haziran 2015 |

AİLE 55

Erich Fromm’a göre, “İnsanın en büyük gereksinmesi yalnızlığını yenmek, yalnızlığının kafesinden kurtulmaktır. Bu amacı gerçekleştirmeye çalışırken tam bir başarısızlığa uğramak ise insanı deliliğe götürebilir.”


56 AİLE | Nisan Mayıs Haziran 2015 | 10 >

Yaşam

>

Ya l n ı z l ı ğ ı n v e İ l e t i ş i m s i z l i ğ i n D e r i n Ta h r i b a t ı

20. yüzyılın başında Almanya’da ilk düzenli şehir içi ulaşım seferleri başlayıp da orta ve alt sınıftan insanlar kenti bir ucundan bir ucuna gezme imkânına kavuştuklarında Alman Sosyolog George Simmel o korkunç teşhisini koymuştu: “İnsanlık tarihinde ilk kez iki insan yan yana bu kadar yakın oturup bedenleriyle birbirlerine dokundukları hâlde saatlerce birbirleriyle konuşmadan yolculuk yapıyorlar.” Simmel’inki kadar trajik bir örnek de Fransa’da, Paris’te yaşayan 70 yaşlarında bir İstanbul beyefendisi, 30 yıldır evini temizlemeye gelen bir kadından söz ediyor. Sonra sıradan bir şeymiş gibi şöyle anlatıyor: “Biliyor musunuz, onunla hiç tanışmadım. Çünkü ben her sabah saat 7.30’da işe gidiyorum, o ise 8.30’da geliyor.” İnanılmaz gibi görünüyor ama aradaki o bir saatlik fark yüzünden, tam 30

İnsanların yaşamınıza katılmasını istiyorsanız onlara elinizi uzatıp riske girmeyi göze almak zorundasınız. Güvenmeyi, sevmeyi, inanmayı yeniden öğrenmemiz gerekiyor. Birçok insan, hiç kimse onlara dokunmadığı için yalnızlık çekiyor. Size dokunabiliyorsam ve siz de bana dokunabiliyorsanız varız demektir.


10 | Nisan Mayıs Haziran 2015 |

yıl hiç tanışmadan aynı evi paylaşmışlardı. Beyefendinin çıkmasından bir saat sonra o kadın; onun en mahrem dünyasına girmiş, en özel eşyalarına dokunmuş, iç çamaşırlarını ütülemiş ve işi bitince de kapıyı çekip çıkmıştı. Bu kadar çok şeyi paylaştığı biriyle hiç tanışmamış olması vahşi bir yalnızlık hikâyesi gibi geldi bana... Yüzyılın başında Simmel’in ilk işaretini verdiği iletişimsizliğin doruklarında yaşıyor insanoğlu. Hem de “iletişim çağı” adını koyduğu bir çağda... Gene var olan ilginç örneklerden biri de Los Angeles’ta tek başına ölmek istemeyenlerin son anlarında yanlarında oturması için saatine 40 dolar vererek birini kiraladıkları bir servis olduğunu biliyor muydunuz? Ölüme ulaştığınızda yanınızda elinizi tutacak tek kişi bile yoksa bütün yaşamınızı bir gözden geçirin… İnsanların yaşamınıza katılmasını istiyorsanız onlara elinizi uzatıp riske girmeyi göze almak zorundasınız. Güvenmeyi, sevmeyi, inanmayı yeniden öğrenmemiz gerekiyor. Birçok insan, hiç kimse onlara dokunmadığı için yalnızlık çekiyor. Size dokunabiliyorsam ve siz de bana dokunabiliyorsanız varız demektir. Erich Fromm’a göre, “İnsanın en büyük gereksinmesi yalnızlığını yenmek, yalnızlığının kafesinden kurtulmaktır. Bu amacı gerçekleştirmeye çalışırken tam bir başarısızlığa uğramak ise insanı deliliğe götürebilir.” Vücuduma baktığım zaman çok şaşırıyorum. Elime, koluma bakıyorum, bu elin, kolun bir eli sıkmak bir vücudu kucaklamak için özel yaratıldığını düşünüyorum. Kulağıma ve dilime bakıyorum, insanları dinlemek, anlamak, iletişim kurmak ve konuşmak için yaratıldığını; gözlerime bakıyorum, dünyanın ve yaşamımızda var olan her güzelliği görmesi için özel tasarlandığını düşünüyor ve hayret ediyorum. Bu uzuvların doğru kullanılması gerektiğini şiddetle savunuyorum. Bazı özel sebeplerle geçirilen bir hastalık ya

AİLE 57

da bir kaza sonucu bu uzuvlarından mahrum kalan insanlar, bu uzuvların önemini sanırım en çok anlayan ve bilen kişilerdir. Mahrum etmemeli insan, hiçbir şeyden kendini… Sorgulamalı hayatını ve durumunu… Yarınını, geçmişini ve bugününü… İçimize Attıklarımız ve İçinden Çıkamadıklarımız Yaşadığımız olumsuz olaylar, bastırılan duygular, konuşup anlatamadığımız veya haksızlığa uğradığımız anlar... Gün geliyor bunlar, fiziksel hastalık olarak açığa çıkıyor. İçimize attığımız her şey katlanarak ve katmanlaşarak ileride daha ağır hasarlara neden oluyor. En başta beynimizi, kalbimizi, midemizi sonra psikolojimizi, insanlığımızı ve daha birçok şeyi… İçine Atmak Ne midir? * Kaşlarımızı çatmak gerekirken umarsızca gülebilmek, * Duygularını tam olarak anlatamayan, içini olduğu gibi karşısına döküp açamayan kişilerin ellerinde olmadan yaptıkları şey, * Defalarca konuşup da anlaşılamamış insanın usancıdır ya da pes etmektir. İfade etmekten bıktıranların yarattığı sonuçtur. İçimize atıp içimizde yakmaktansa ya da içinden çıkamamaktansa dışımıza çıkartıp söndürmeye çalışabiliriz. Yutkunmaya çalışıp boğazımızı düğümlemektense zehirlenmemek için kusup rahatlayabiliriz. Kaçmak yerine kovalamak, sırt çevirmek yerine yüz çevirmek, almak yerine vermek, beklemek yerine gitmek, sevilmek yerine sevmek, şarj olmak yerine deşarj olmak, kırmak yerine tamir etmek, üzmek yerine sevindirmek, zorlaştırmak yerine kolaylaştırmak, karamsar olmak yerine iyimser olmak, el sıkmak yerine kucaklamak, anlaşılmayı beklemek yerine önce anlamak, susmak yerine konuşmak… Acaba yapabilir miyiz?


58 AİLE | Nisan Mayıs Haziran 2015 | 10 >

Yaşam

>

Ekmeğimizi İsraf Etmeyelim

R. Kayhan Ünal

TMO Genel Müdür Yardımcısı

ekmeğimizi israf etmeyelim Toplumumuz tarafından kutsal kabul edilen ve sofralarımızın baş tacı olan ekmek; aynı zamanda alın terini, paylaşmayı ve bereketi ifade etmesine rağmen gerek dünyada gerekse ülkemizde en fazla israf edilen gıda ürünlerinin başında gelmektedir. >>

Gerek ulusal gerekse uluslararası düzeyde birçok proje ve program yürütülmesine rağmen açlık, yetersiz beslenme ve dengesiz gelir dağılımı; bugün nüfusu 7 milyarı geçen dünyamızın en büyük sorunları olarak karşımızda durmaktadır. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü FAO’ya göre dünya genelinde 2 milyar insan sağlıklı olabilmek için yeterli vitamin ve minerali alamamakta, nüfusun %11,32’sine tekabül eden 805 milyon insan yetersiz beslenmekte ve açlık çekmektedir. Bu nedenle de her yıl çoğu çocuk yaklaşık 10 milyon insan hayatını kaybetmektedir. İstanbul’un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul Belediye Başkanlığına tayin ettiği Hızır Bey Çelebi’nin ilk icraatı; ekmekçilik esnafının temizliğe son derece riayet etmesini, hamura asla hile karıştırılmamasını, çıkartılan ekmekten hiç kimsenin şikâyetçi olmamasını temin etmek olmuştur.

Sultan II. Bayezid tarafından 1502 yılında çıkarılan “Kanunname-i İhtisabı Bursa” fermanı ile halkın ekmeğine karşı verilen devlet güvencesi tüm Osmanlı ülkesinde uygulanacaktı. IV. Mehmet döneminde yayımlanan Ekmek Nizamnamesi’nde; “Ekmekçilerin ekmeği, gerdecilerin yuvarlak ekmeği ve çörekçilerin çörekleri denetlendiğinde ne fena pişim, ne siyah leke, ne acılık ne de miktar eksikliği bulunsun. Aksi halde kadı, dirhem başına bir akçe ceza tarh etsin. Elekleri ince olsun, ekmek kepekle dolu olmasın; mugayir durumda ağır cezaya çarptırılsın. Loncaları simitçilerinkinden ayrı olsun, çörek yarım ekmeğe muadil olsun. Bir mud una bir okka yağ konsun ve bu yağ saf olsun. “Keçiler” çöreği gerde narhına göre imal edilsin. Ekmekçiler devamlı olarak işlerinin başında bulunsunlar” denilerek fırıncılık mesleğinin şartları tespit edilmiştir. Ekmeğin sağlıklı koşullarda ve gramajı korunarak üretilmesi sağlanmıştır.


10 | Nisan Mayıs Haziran 2015 |

Buna karşın dünya genelinde değeri 1 trilyon ABD Doları olan 1,3 milyar ton gıda israf edilmektedir. Bu miktar, yaklaşık 4 milyar ton olan gıda üretiminin üçte birine denk gelmektedir. Oysa gıda israfının yalnızca %25 oranında önlenmesi ile açlıkla mücadele eden insanların ihtiyacı karşılanabilecektir. Nitekim FAO’ya göre 2050 yılında 9,3 milyar insanı doyurabilmek için gıda üretiminin %60 artırılması gerekmektedir. Tarımsal üretim bu seviyede artırılsa bile gıdaya erişimin önündeki engeller kalkmadığı takdirde 300 milyon insan yine açlık çekiyor olacaktır. Diğer taraftan aşırı tüketim, bilinçsiz ve dengesiz beslenme nedeniyle dünya genelinde 1,4 milyar insan kilo sorunu yaşamakta; yaklaşık 600 milyon insan obezite ile mücadele etmektedir. Toplumumuz tarafından kutsal kabul edilen ve sofralarımızın baş tacı olan ekmek; aynı zamanda alın terini, paylaşmayı ve bereketi ifade etmesine rağmen gerek dünyada gerekse ülkemizde en fazla israf edilen gıda ürünlerinin başında gelmektedir. Ülke olarak gıda üretimi ve gıdaya erişim konusunda avantajlı durumda bulunmamız, bize sahip olduğumuz gıda kaynaklarını israf etme hakkını vermemektedir. Dolayısıyla sahip olunan kaynakların korunması adına gıda kayıp ve israfının önlenmesi, tarım arazilerinin korunması ve verimliliğin artırılması günümüzde giderek önem kazanmaktadır. Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO); bu duyarlılıkla hareket ederek ekmek üretim ve tüketimi, tüketim alışkanlıkları, ekmek israfının boyutları ile israfın nerelerde ve ne şekilde meydana geldiğini yaptırmış olduğu seri araştırmalar ile ortaya koymuştur. 2012 yılında yaptırılan araştırma sonucunda; ihmal ve bilgisizlik nedeniyle yılda 2,17 milyar adet ekmeğin israf edildiği ve israf edilen bu ekmeklerin parasal karşılığının 1,6 milyar TL olduğu ortaya çıkmıştır.

AİLE 59

Bu nedenle ekmek israfı ile israftan kaynaklanan ekonomik kayıpların önlenmesi ve daha sağlıklı olan tam buğday ekmeği tüketiminin yaygınlaştırılması konularında toplumda duyarlılık oluşturulması amacıyla 17 Ocak 2013 tarihinde Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN tarafından “Ekmek İsrafını Önleme Kampanyası” başlatılmıştır. Kampanya çalışmaları, 2013/3 sayılı Başbakanlık Genelgesi ve 16 Şubat 2015 tarihli Yüksek Planlama Kurulu Kararı (YPK) doğrultusunda yürütülmektedir. Gelinen süreçte ülke genelinde 752 farklı kurum ve kuruluşla iş birliği içerisinde 793 etkinlik gerçekleştirilmiştir. Ülkemizde yürütülen çalışmaları ve elde edilen kazanımları dikkatle takip eden FAO, Ekmek İsrafını Önleme Kampanyası’nı dünyada israf konusundaki çalışmalara katkıda bulunan “Örnek Uygulama” olarak göstermiştir. Küresel ölçekte gıda israfının azaltılması bakımından bu konuda çalışmalar yürüten ülke ve uluslararası kuruluşların iş birliği içerisinde hareket ederek bilgi ve deneyimlerini karşılıklı paylaşmaları önem arz etmektedir. Bilgi paylaşımı, hem mevcut uygulamaların geliştirilmesine imkân sağlayacak hem de istenen sonucun alınmasında etkin rol oynayacaktır. TMO, bu düşüncelerle Kampanya kapsamında uluslararası düzeyde çalışmalar yürütmekte ve deneyimlerini paylaşmaktadır. Diğer ülkelerdeki uygulamaları da yerinde inceleyerek deneyimlerini geliştirmektedir. Bu kapsamda; Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütünün (FAO) Roma, Budapeşte ve Bükreş toplantılarına katılım sağlanmıştır. Ayrıca Uluslararası Tarımsal Kalkınma Fonu IFAD’ın Roma’da yapılan 38. Guvernörler Konsey Toplantısı, ülkemizde yapılan D-8 5.Gıda Güvenliği Tarım Bakanları Toplantısı ve G20 Platformu’nun farklı tarihlerde yapılan toplantılarında Kampanya kapsamında bilgilendirmelerde bulunulmuştur.


60 AİLE | Nisan Mayıs Haziran 2015 | 10 >

Yaşam

>

Ekmeğimizi İsraf Etmeyelim


10 | Nisan Mayıs Haziran 2015 |

AİLE 61

Mehmet Hanay Doğa Fotoğrafçısı

kuşlarda aile hayatı İnsanlar olarak bizler, yaşadığımız çoğu duyguyu yaşayanının sadece biz olduğunu düşünürüz. Ancak bu tam anlamıyla doğru değil, kimi duygularımızın en doğalını ve bozulmamış değişikliğe uğramamış olanını doğada görmek mümkün.

Taşçeviren


62 AİLE | Nisan Mayıs Haziran 2015 | 10 >

Doğa

>

Kuşlarda Aile Hayatı

>> İnsanlar olarak bizler, yaşadığımız çoğu duyguyu

yaşayanının sadece biz olduğunu düşünürüz. Ancak bu tam anlamıyla doğru değil, kimi duygularımızın en doğalını ve bozulmamış, değişikliğe uğramamış olanını doğada görmek mümkün. Günümüz sosyal yaşantısında doğal ürünlere duyulan ilgi maalesef doğal duygulara ve düşüncelere duyulmuyor, böyle olunca sadece tüketilenin doğal olduğu, ancak tüketenin olmadığı bir dünyaya doğru hızla gidiyoruz. Pekâlâ, gerçekten duygularımızı doğada gözlemlemek mümkün mü? Dünyada yaşam süren her canlının yaşamı boyunca bir amaç ve sorumluluğu var. Ancak bu canlı sınıflarından sadece bir tanesi amaç ve sorumluluklarını inkâr ve ihmal edebiliyor. Bu tür, çok yakından tanıdığımız insanoğlundan başkası değil. Doğada bu amaç ve sorumluluk mükemmel bir şekilde işliyor. Tabii eğer insan bu denkleme dâhil olmazsa… Doğadaki sorumluluk anlayışına yakından bakabilmek için kuşları ele alalım. Ülkemizde tam da bu mevsimde, baharın yaza bağlandığı aylarda doğada başka bir canlılık vardır. Bu canlılığın sebebi üreme telaşıdır. Bu dönemde fark etme şansımız olursa gagasında av ya da besinle dolaşan birçok kuşa rastlayabiliriz. Bu kuşların tümü yavrularını besleme çabasındadır. Ancak bu aşama, doğadaki düzenle ilgili oldukça ileri bir aşamadır. Yavruları besleme sürecine kadar olan düzeni en başından gözlemlemek gerekir ki tüm sürece hâkim olunabilsin. Bu yüzden her yıl tekrarlanan bu muhteşem doğa olayını anlatmaya en başından başlayalım. Ülkemizde görülen kuş türlerinin birçoğu göçmen kuşlardır. Bunun anlamı, senenin sadece belli bir döneminde ülkemizde bulunduklarıdır. Üremek için ülkemize göç eden kuşlarımız ise bu göçlerini nisan başından mayıs ortasına kadar tamamlar. Göç yorgunluklarını atmalarının ardından yuva kurmak için ilk aşama olan eş bulma safhasına geçerler. Bu aşamada kimi türler tüy değiştirerek daha görkemli bir hâle bürünür. Bu dişi kuşu ikna için gösterilen özendir. Doğada, özellikle de kuşlarda eş seçimi


10 | Nisan Mayıs Haziran 2015 |

AİLE 63

Kuşların yuva ve yavruları onlar için hayati önem taşır. Güçlerinin yettiği noktaya kadar yuva ve yavruları savunmak için çabalarlar. Bu dönemde, yuva için tehlike oluşturan canlılara karşı oldukça agresiftirler. Ancak doğada duygulardan daha öne çıkan olgu mantıktır. Eğer ebeveynler yuvaya sahip çıkmakta aciz kaldıklarını fark ederlerse yuvayı terk edebilirler. aşamasında tüm yük erkeklerin üzerindedir. Erkek kuşlar, dişilere kabiliyetlerini göstermek için çabalar. Bazıları ötüşleriyle, bazıları avlanma yetenekleriyle, bazıları ise maharetleriyle dişileri ikna etmeye çabalar. Dişi kendisine gösterilen ilgiye göre en yetenekli eşi seçer. Dişi seçicidir ve onun kendini beğendirme gibi bir çabası yoktur. Zira doğada üreme kabiliyeti en önemli yetenektir ve erkekler dişiyi hak etmek zorundadır. Bu nedenle ellerinden geleni yapar ve kendilerini dişiye beğendirmeye çalışırlar. Eş seçiminin ardından kuşlar yuva yapımına başlar. Bu süreçte genellikle yuvayı dişi kuş yaparken erkek gerekli malzemenin sağlanmasından sorumludur. Yuva inşaatının bitmesinin ardından çiftleşme ve yumurtlama evresine geçilir. Kuşlar, bu dönemde yaşadıkları çevredeki besin durumuna bağlı olarak yavru sayısını belirler. Yavrularını besleyebilecek yeteri kadar besin olduğunda yumurta sayısı artar. Kuluçka döneminde kimi türlerin erkek ve dişileri dönüşümlü olarak bu görevi devralır. Yavruların yumurtadan çıkmasıyla birlikte onları besleme telaşı da başlar. Bu dönem, kuşların en hareketli olduğu süreçtir. Genellikle anne ve baba bu görevi beraber üstlenir. Yırtıcı kuşlarda ise avlanma kabiliyeti daha yüksek olan baba, besin sağlama görevinin büyük kısmının sorumlusudur. Anne, babanın getirdiği besin ya da avla yavruları doyurur.

Bülbül

Kuşların yuva ve yavruları onlar için hayati önem taşır. Güçlerinin yettiği noktaya kadar yuva ve yavruları savunmak için çabalarlar. Bu dönemde, yuva için tehlike oluşturan canlılara karşı oldukça agresiftirler. Ancak doğada duygulardan daha öne çıkan olgu mantıktır. Eğer ebeveynler yuvaya sahip çıkmakta aciz kaldıklarını fark ederlerse yuvayı terk edebilirler. Bunun altında yatan mantık oldukça nettir, çünkü kuşlar sadece neslin devamına odaklanmıştır. Canlarından daha önemli kavram nesillerinin devamıdır. Burada basit bir matematik vardır: Eğer ebeveynlerin hayati tehlikesi varsa onlardan türeyebilecek onlarca yavrunun da asla hayata gelmemesi gerçeği! İşte bu durumda


64 AİLE | Nisan Mayıs Haziran 2015 | 10 >

Doğa

>

Kuşlarda Aile Hayatı

Küçük Balaban

yapılan fedakârlık kendi canlarını kurtarmak adına değil, daha sonraki nesil adınadır. Onların sorumluluğu, sadece bu dönemde doğan yavrularına karşı değil, her mevsim doğaya katabilecekleri yavrularının toplamınadır. Bizlere merhametsiz ve acımasız olarak gözüken bu durum, doğanın var olabilmesi için olmazsa olmazlardandır. Yavruların gelişimi son aşamaya gelirken ebeveynler onları yaşama alıştırmak ve kendi ayakları üzerinde durmayı öğrenmelerini sağlamak için eğitmeye başlar. Aynı zamanda yavrularını, yuvanın dışına çıkmaya teşvik ederler. Tabii ki yuvada rahatları gayet yerinde olan yavrulara bu pek çekici gelmez. Ebeveynlerin teşvik için kullandıkları yöntem oldukça basittir: Acıktıysan gel ve al! İnsanların kıyamayıp çocuklarını besleyeceği bu noktada kuşlar merhametlerini dizginler. Çünkü bilirler ki bugün gösterecekleri merhamet, yavrularının geleceğini olumsuz yönde etkileyecektir. Ebeveynlerin yaşamları boyunca yavrularının yanında yer almalarına olanak olmadığından yavruların doğadaki

çetin yaşam şartlarıyla mücadele etmeyi öğrenmeleri gerekmektedir. Ebeveynler yavaş yavaş yuva dışına çektikleri yavrularına birkaç gün daha gerçek doğada eşlik eder ve beslerler. Ancak çok kısa süren yuva dışı eğitimin ardından yavrular kendi kanatları ile uçmak ve hayatlarını idame ettirmek zorundadır. Kuşlar her sezonda üzerlerine düşen bu üreme ve nesli devam ettirme sorumluluğunu yerine getirmek için çabalar. Biz, onların bu çabaları sayesinde hâlen doğada şakımalarını duyabiliyoruz. Doğanın işleyişindeki mükemmel sistem ancak biz insanların elinin değmesiyle sekteye uğruyor. Maalesef ki nesli tükenen hemen hemen her canlıda insanın parmağı var. Bu yüce sorumluluk duygusuyla hareket eden canlıların oldukça zor olan hayatına biz de fazladan zorluk eklemeyelim. İnsanoğlunun merhamet duygusunu, onların hayatı kolaylaştırmak adına kullanmasını ya da en azından gölge etmemesini dileyelim…



Eğitim ve Yayın Dairesi Başkanlığı eydb.aile.gov.tr

Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü

Aile ve Toplum Hizmetleri Genel Müdürlüğü

Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü

Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü

www.aile.gov.tr

Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü

Şehit Yakınları ve Gaziler Dairesi Başkanlığı


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.