BİZ BİR AİLEYİZ DERGİSİ SAYI 12 TÜRKÇE VERSİYONU

Page 1

AİLE Biz bir aileyiz

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı yayınıdır.

Yıl 3

| Ekim Kasım Aralık 2015 | 12

Ü Ç AY D A B İ R YAY I M L A N A N K Ü LT Ü R V E S A N AT D E R G İ S İ

Dosya

Yoksullukla Mücadele ve

Sosyal Yardım

Eşit Davranmak Adil mi? Doğan CÜCELOĞLU

Kültürel Mirasın Korunması ve

Türkiye’nin En Gözde

Beşir AYVAZOĞLU

Melih USLU

Geleceğe Taşınması

5 Kayak Merkezi


Üç Ayda Bir Yayımlanan Çocuk Dergisi | Yıl: 2015 | Sayı:2


Sunuş Dr. Sema RAMAZANOĞLU Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı

Yuvamız, ocağımız, sığındığımız limanımızdır ailemiz. Sevgi, şefkat ve merhametle yoğrulduğumuz, şekillendiğimiz ve geleceğe yelken açmak için hazırlandığımız yerdir aile. Toplumsal direncimizin merkezi, gücümüzün kaynağı, ayakta kalmamızın nedeni geleneksel aile yapımızdır. Aile; bir olmak, birlikte olmaktır. Toplumu güçlü kılan en önemli değer ailedir. Tarihten gelen birikimlerimize baktığımızda ailenin iki temel görevi olduğunu görürüz. Neslin devamını sağlamak ve sahip olduğumuz kültürel değerleri gelecek nesillere aktarmak. Bu yönüyle aileyi, bireyleri sevgi ve şefkatle toplumsal hayata hazırlayan bir okul olarak düşünebiliriz. Yaşadığımız çağda artan insan - şehir ilişkisi daha güçlü aile yapısının gerekliliğini ortaya koymaktadır. Ekonomik, kültürel ve bilimsel gelişmeler insan yapımızı da doğrudan etkilemektedir. Tüm bu etkileri yönetmek, aile fertlerini, kadın, çocuk başta olmak üzere daha eğitimli, daha donanımlı kılmak için sosyal politikaların merkezine aileyi aldık. Aileye yönelik politikaların toplumda yaygınlaştırılması gelecekte karşılaşacağımız sorunların çok daha önceden koruyucu ve önleyici tedbirlerle azaltılmasını sağlayacaktır. Sağlıklı nesiller yetiştirmek, mutlu aile ortamında gençlerimizin geleceğe hazırlanmasıyla mümkündür. Çocuğu hayata hazırlayan, ilk kelimeyi öğreten ailedir. Eğitim, öğretim, ahlaki ve dini değerler doğru-yanlış ayrımımız ilk aile ortamında başlar. Bilgiyi, kültürü doğru ikame etmek nitelikli, güçlü aile yapılarının korunması ve geliştirilmesiyle mümkündür. Medya iletişim araçları bu değişim sürecinin yönetilmesinde en etkili araçlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Sahip olduğumuz değerler ışığında yayın politikaları geliştirmek, toplumsal farkındalığı artırmak, kalıcı yayınlar oluşturmak aile kurumunu daha da güçlü kılacak adımlardır. Gelişen, değişen ve her geçen gün fark yaratan teknoloji, aile ve toplumun kalkınmasında büyük önem taşır. Yeni nesil teknolojilerin hayatımıza girmesiyle bir yandan çağdaşlaşırken bir yandan bu değişikliğin getirdiği yaşam biçimine ayak uydurmaya çalışıyoruz. Gün geçtikçe aşina olmadığımız yeni değerler zorluyor kapımızı. Kalabalıklar

içinde kaybolmamak için de aile son sığınağımız, son kalemiz oluyor. Aileye yönelik hizmetlerimizle farklılaştırmadan, ötekileştirmeden toplumun her kesimini içine alan bütünleştirici bir yaklaşımla aile politikalarını geliştirmeye devam ediyoruz. Bu amaçla toplumun dezavantajlı kesimleri öncelikli olmak üzere tüm aileleri hedefleyen, eşit ve adil politikalar üretmek için çalışıyoruz. Bakanlık olarak, yürüttüğümüz çalışmalarla aile yapısının korunmasını ve yeni kurulacak ailelerin temellerinin sağlam atılmasını amaçlıyoruz. İhtiyaç sahibi çocuklarımıza en iyi şartlarda koruma ve bakım evleri açıyoruz. Kadının toplumdaki yerinin güçlendirilmesi için yeni projeler ve istihdam alanları yaratıyoruz. Sosyal yardımların; aile, çocuk, kadın, yaşlı, engelli, şehit ve gazi yakınlarına ulaşması, adil paylaşımı için tüm birimlerimizle çalışıyoruz. Engelli vatandaşlarımız için kamuda istihdam alanları yaratıyor ve onlara evde bakım hizmetleri sunuyoruz. Yaşlılarımızın ihtiyaç duyduğu bakım hizmetlerini, hem ev ortamında aile yanında hem de yeni geliştirdiğimiz “Yaşlı Yaşam Evleri” modeliyle kaliteli bir şekilde yürütüyoruz. Yeni dönemde kadın, çocuk, engelli ve yaşlı olmak üzere aile yanında bakımı desteklemeye devam edeceğiz. Aile bütünlüğünü koruyan sosyal politikalarla geleceğin modern ve müreffeh Türkiye’sini birlikte inşa edeceğiz. Sahip olduğumuz en büyük zenginliğin sağlam aile yapılarımız olduğunu unutmadan insanı, aileyi ve toplumu mutlu kılmak için birlikte yürüyüşümüzü sürdüreceğiz. İnsan evrenin merkezindedir. Bizim evrenimiz, mirasımız da Türkiye’dir. Tüm maddi ve manevi mirasımızı aileler aracılığıyla geleceğe taşımak, vatandaşlarımızın huzur içinde, etkin bireyler olarak hayatta roller almalarını sağlamak bizlerin temel görevidir. Sevgi ve merhamet üzerine kurduğumuz medeniyet anlayışıyla güçlü aile yapımızı geleceğe taşımaya devam edeceğiz.


İÇİNDEKİLER

dosya YOKSULLUKLA MÜCADELE VE

SOSYAL YARDIM

12

Eşit Davranmak

Adil mi?

Doğan CÜCELOĞLU

Uluslararası Sosyal Yardım Sistemleri Çalıştayı Raporu.....19 Yoksullukla Mücadelenin Gelişen Yapısına Uygun Yeni Ölçüm Yöntemleri.............................................................21

Kültürel Mirasın Korunması ve

Geleceğe Taşınması

Beşir AYVAZOĞLU

Çocuklarda Yalan Söyleme................................................26

8

TÜRKİYE’NİN EN GÖZDE

Melih USLU

48

ÖTEKİ-BİLMEZLİK

BENMERKEZCİLİK Üstün DÖKMEN

62

12-18 Aralık “Yoksullarla Dayanışma Haftası”...................13 İnsani Gelişme Raporları ve Türkiye..................................16

6

5 KAYAK MERKEZİ

Sosyal Devletin Güçlenmesi, Bireysel Sorumluluğumuzu Azaltıyor mu?......................................................................4

Yeni Nesil Teknolojiler ve Yeni Nesil Aile...........................28 Türk-Osmanlı Aile ve Ev Kültürüne Mimari ve Sosyoloji Penceresinden Kısa Bir Bakış............................................33 Deniz, Balık ve Osmanlı....................................................37 Van Devlet Tiyatrosu’ndan Evrensel Bir Çığlık Gece O kadar Kirliydi ki İkisi de Kayboldular.....................40 Ulusal İstihdam Stratejisinde Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının Rolü Üzerine Değerlendirme.......................44 Bir Sosyal Devlet Uygulaması Olarak E-Devlet..................53 1926 Yılında Yayımlanan Adliye Vekâleti Evlenme Talimatnamesi..................................................................57


“Biz Bir Aileyiz”

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı yayınıdır. Üç ayda bir yayımlanır.

Derginin Sahibi

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı adına Doç. Dr. Mustafa DURMUŞ

Editörden

Editör ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Tanıl Can BAYOĞLU

Tanıl Can BAYOĞLU

Yayın Kurulu

İrfan ÇAYBOYLU Dr. Sermet BAŞARAN Emre TÖRE Dr. Dursun AYAN Samet CEYHAN Ozan İLTER Bengin EFETÜRK Aysun TÜRÜT Oya TANYERİ Handan ARSLAN Özlem YÜKSELBABA Serpil PENEZ ŞAHİN Nermin ÖZTÜRK Hakan AYDIN

Danışma Kurulu

Ebubekir ŞAHİN İmambey ERTEM Mustafa KARAMAN İsmail YÜKSEKTEPE Temindar AYTEKİN Gülser USTAOĞLU Gamze AYRIM Selami GÜDER Kenan ÖNALAN Prof. Dr. Vedat IŞIKHAN Doç. Dr. Ayşe Sezen SERPEN Doç. Dr. Cengiz ÖZBESLER Hümeyra ŞAHİN Dr. Murat YILMAZ

Redaktör

Necati BULUT

İdare Adresi

Söğütözü Mah. 2177. Sok. A Blok No: 10 Çankaya/Ankara

Yapım arti5medya.com Tel: +90 312 286 13 00

Görsel Yönetmen Gürkan AKBAŞ

Basım Yeri

Uzman Matbaacılık Tel: +90 312 394 43 64

Basım Tarihi ve Baskı Adedi 20.12.2015, 4000 Adet

Yazıların hukukî sorumluluğu yazarın kendisine aittir. Yayınlanmasını istediğiniz yazı, inceleme ve eleştirileriniz için: bizbiraileyiz@aile.gov.tr Dijital Dergi İçin: kutuphane.aile.gov.tr/sayfa/bizbiraileyiz

Merhaba değerli okurlar Aile Dergisi, yepyeni bir sayı ve yeni konularla okur ailesini genişletmeye devam ediyor. Bu sayımızın dosya konusu olan “Yoksullukla Mücadele ve Sosyal Yardım ” temasını belirlerken yoksulluğun sadece tespiti değil çözümü yolunda da adımlar atıldığını göstermek istedik. 12-18 Aralık 2015 tarihinde Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sayın Sema Ramazanoğlu’nun da katılımıyla “23. Yoksullarla Dayanışma Haftası” açılış töreni gerçekleştirildi. Törende yapılan konuşmalarda öne çıkan mesajlar yoksullukla mücadele ve beşeri kalkınma için gerekli olan en önemli şartın güven, istikrar ve sürdürülebilir gelişim olduğuydu. Bakanlığımızın konu kapsamında yürüttüğü faaliyetleri de ele alan “İnsani Gelişme Raporları ve Türkiye, Uluslararası Sosyal Yardım Sistemleri Çalıştayı Raporu ve Yoksullukla Mücadelenin Gelişen Yapısına Uygun Yeni Ölçüm Yöntemleri” başlıklı metinler dosya konusuna dâhil olan diğer yazılardan… Böylece konuyu daha geniş perspektiften irdeleme fırsatı bulduk. Bakanlığımızın Eğitim ve Yayın Daire Başkanlığınca düzenlenen seminer programına davet ettiğimiz ve değerli görüşlerini bizden esirgemeyen Sayın Beşir Ayvazoğlu’nun sunumundan yansıyanları içeren “Kültürel Mirasın Korunması ve Geleceğe Taşınması” keyifle okuyacağınızı tahmin ettiğimiz bir içeriğe sahip. Necati Bulut’un Osmanlı’da ev ve kadın konusuna mimari detaylarla yaklaştığı “Türk-Osmanlı Aile ve Ev Kültürü” makalesi, Bakanlığımız Aile ve Toplum Hizmetleri Şube Müdürü Tolunay Sandıkçıoğlu’nun “Deniz, Balık ve Osmanlı” başlıklı yazısıyla güzel bir armoni yakaladı düşüncesindeyiz. Ankara Devlet Tiyatrosu Dramaturglarından Onur Erbilen’in kaleme aldığı ve Van Devlet Tiyatrosu tarafından sahnelenen “Gece O Kadar Kirliydi ki İkisi de Kayboldular” adlı tiyatro oyunu üzerine düşünceler ve yorumlar içeren yazı, yoksulluğun evrensel boyutlarına dikkat çektiğini düşündüğümüz tespitlerle dolu bir yazı. Gezi yazarı Melih Uslu bu sayıda kış turizmi merkezlerine odaklandı. Erciyes, Saklıkent, Uludağ, Palandöken ve Sarıkamış’ta yer alan kayak merkezleri içinde bulunduğumuz çetin kış günlerinde siz değerli okurlarımıza değişik gezi ve tatil rotaları sunmakta. Bakanlığımız uzmanlarından Dursun Ayan’ın “1926 Yılında Yayımlanan Adliye Vekâleti Evlenme Talimatnamesi” başlıklı yazısı tarihi vakalara, vesikalar gözünden bakan ilginç ve okunması hoş bir yazı olarak bu sayımızda yer aldı. Prof. Dr. Üstün Dökmen ve Doğan Cüceloğlu’nun engin birikimlerinden damıtarak kaleme aldıkları yazılar dergimizin bu sayısında siz değerli okurlarımızın ilgisine sunduğumuz diğer yazılar arasında yer almaktadır. Zevkle okuyacağınızı umduğumuz bu sayımızla sizleri baş başa bırakıyor iyi okumalar diliyorum.


4 AİLE | Ekim Kasım Aralık 2015 | 12 >

Yaşam

>

Sosyal Devletin Güçlenmesi, Bireysel Sorumluluğumuzu Azaltıyor mu?

Ayşe KEŞİR Milletvekili

Sosyal Devletin Güçlenmesi, Bireysel Sorumluluğumuzu Azaltıyor mu?

Bir sosyal medya hesabında yetimler yararına bir kampanya, bir duyuru yapan paylaşımları gördüğümde hem sevinir hem de üzülürüm. Yetim için her mecrayı kullanan, her yoldan yetime destek çağrısı yapan kuruluşlar ve mensuplarının gayretleri adına sevinirim. Fakat insanlığımız adına da derin bir üzüntü duyarım. Eğer sadece o paylaşımı gördüğümüz anda yetimi hatırlıyorsak ve o an attığımız bir kısa mesaj ile vicdanımızı rahatlatıyorsak vay insanlığımıza! >>

Mekân, yemek, yaş günü partileri paylaşımları arasında gözümüze çarpan, 140 karakterlik bir paylaşım kadar olan yetim hassasiyetimiz mi var? Sosyal devletin güçlenmesi, bireysel sorumluluklarımızı ve hassasiyetlerimizi azaltıyor mu? Yetimin bizi sosyal medyadan bulmasını bekleyen bir toplum mu olduk? Sorularını art arda sormadan edemiyorum. Elbette o paylaşımları gördükçe gereğini yapmak insani ve vicdani sorumluğumuz. Peki, bize ulaşamayan, bir sosyal medya hesabından duyurusu yapılamayan yetimler ne olacak?

SOSYAL MEDYA ÜZERİNDEN VİCDAN MUHASEBESİ İletişim meslek mensubu olarak, sosyal medya hesaplarının efektif kullanılması, zararları ve kötü amaçlı kullanımlarının en aza indirilmesi konusunda hatırı sayılır seminerler vermiş biriyim. Sosyal medya, özellikle STK’ların, halkla ilişkiler faaliyetleri kapsamında, kayda değer faydaları olan bir mecradır. Çalışma ve ilgi alanınıza göre ilgili STK’ların hesaplarını takip ederek, etkinlik ve faaliyetlerinden haberdar olabilirsiniz.

Bölgede yaşanan savaşlar, Filistin, Suriye ve Bayır-Bucak Türkmenlerinin savaş mağduru çocukları ve yetimler için yapılan kampanyaları da sosyal medya hesaplarından takip edebilirsiniz. Bu tür kampanyalar, genellikle size bir SMS ya da hesap numarası verir ve küçük bir tutar karşılığında destek olabilirsiniz.

YETİM Mİ BİZİ BULACAK BİZ Mİ YETİMİ BULACAĞIZ? Bize ulaşamayan, hemen yanı başımızda, birkaç sokak ötede, birkaç akraba ileride olan yetimlerin üzerimizdeki sorumluluğu ne olacak? Sosyal medyada gördüğümüz bir kampanyaya SMS atmak, yakınlarımızdaki yetimlere karşı sorumluluğumuzu azaltır mı?


12 | Ekim Kasım Aralık 2015 |

AİLE 5

İhtiyaç sahibinin, sosyal medya iletileri ile bize gelmesini beklemeden, küçük bir gazete haberini veya bir arkadaşımızın anlattığı kısacık bir rivayeti kovalayarak ihtiyaç sahibine, yetime, mahallesinde, sokağında, evinde ulaşmak için çaba harcamak, insanlığımızı ayakta tutmak adına önemli bir ihtiyacımız olsa gerek. Aslında samimi cevaplar isteyen sorulardır, “Sosyal Devletin güçlenmesi, insanların bireysel sorumluluk duygusunu azaltıyor mu? İnsanları duyarsızlaştırıyor mu?” soruları…

ihtiyaç sahibine, yetime, mahallesinde, sokağında, evinde ulaşmak için çaba harcamak, insanlığımızı ayakta tutmak adına önemli bir ihtiyacımız olsa gerek.

Gerek Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları gerekse Sosyal Hizmet uygulamaları ile “sosyal devletin” kurumsallaşmasında, son 13 yılda devrim niteliğinde düzenlemelere imza atılmıştır. Yoksullukla mücadele, sosyal yardım kalemlerinin genişlemesi, sosyal hizmet kurumlarının yaygınlaşması ve farklı kalemlerde hizmetlerin zenginleştirilmesi, engelli aileleri, yaşlılar, kadın ve kız çocuklarının yoksulluğu ile mücadelede önemli mesafeler kat edilmiştir.

Metropol plazalarında, korunaklı duvarlar ile çevrili sitelerinde oturanların “Nasıl olacak?” dediklerini duyar gibiyim. Büyük şehrin, en büyük handikaplarından bir de homojen yaşama kültürünün yaygınlaşmasıdır. Birbirine benzeyen insanların bir arada yaşaması, okulların, mahallelerin, alışveriş mekânlarının ayrılması, yeni şehir sosyolojisinin bir sonucudur aynı zamanda. Fakat bu durumun tespitini yaparken, bireysel sorumluluğumuzdan da kaçamayız. STK çalışmaları tam da bunun için vardır. Bir STK mensubu olmasanız bile, öncelikle bu konuda bir “derdinizin” olması gerekir. Moda bir tabir ile söylersek öncelikle “algıda seçicilik” tam da bunu ifade eder. Eskilerin dediği gibi “arayan bulur” ya da “bulanlar arayanlardır”.

Diğer yandan köklü medeniyetimizde vakıf anlayışı kadim bir geçmişe sahip iken, yeni nesil STK çalışmalarının daha ziyade “hak temelli” konularda yoğunlaşması, sosyal adalet ve sosyal yardımlaşmayı teşvik eden meselelerinse devlet kurumlarında çözüm bulması, bireysel sorumluluk duygumuzu sanki biraz zedelemiş gibi görünmekte.

“HER MALIN ZEKÂTI KENDİ CİNSİNDENDİR” Sadece nakdi yardım değil elbette konumuz. “Her malın zekâtı kendi cinsindendir” ilkesi ile vakti olanın vaktini ayırarak, sağlığı yerinde olanın da iş gücü katkısıyla, bireysel sorumluluğunu yerine getirmesi gerekmektedir. Kadim kurumlar ile yeni nesil yardımlaşma ve STK çalışmalarının entegrasyonu sanırım bu aralar dönemin en önemli konularından biridir. İhtiyaç sahibinin, sosyal medya iletileri ile bize gelmesini beklemeden, küçük bir gazete haberini veya bir arkadaşımızın anlattığı kısacık bir rivayeti kovalayarak

İşyerinizdeki bir çalışanınız veya mesai arkadaşlarınız vasıtasıyla; bir komşunuzun, bir dostunuzun aracılığı ile veya bir gazetede çıkan küçücük bir haberi kovalayarak da muhtacın sizi bulmasını beklemeden yetime, yoksula yardım elinizi uzatabilirsiniz.

YETİM Mİ MUHTAÇ, YOKSA İNSANLIĞIMIZ MI… ? Sosyal yardım, yardımlaşma, paylaşma, infak, zekât, sadaka… Bütün bunlar genel kanaatin aksine yetimden, yoksuldan daha fazla bizim insanlığımız için “insan” olarak kalabilmemiz için gereklidir. “Komşusu aç iken, tok yatan bizden değildir” hadisini “klişe” bulanlar, insanlıklarını ne ile hayatta tutacaklar?


6 AİLE | Ekim Kasım Aralık 2015 | 12 >

Yaşam

>

Eşit Davranmak Adil mi?

Doğan CÜCELOĞLU

Eşit Davranmak

“ >>

Adil mi?

Ayşe ve Zehra’ya eşit davranan öğretmen bence adil değildir. Adil davranmaya önem veren öğretmen öğrencilerinin aile ortamıyla ilgili bilgi edinmeye çabalar. Ana babalarıyla tanışmaya çabalar. Öğrencinin içinde büyüdüğü büyük resmi öğrenmek için çabalar. Çabalar. Yapabileceği budur, elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışarak çabalamak.

Bir insanın herkese eşit davranması onun adil davrandığını göstermez.

veya salonda annesi ya da babası televizyon seyrederken kendi odasında istediği gibi, istediği kadar çalışabilir.

Bir öğretmen düşünün, sınıfındaki bütün öğrencilere eşit davranmayı erdemli bir davranış olarak gördüğü için kız erkek, zengin fakir, tembel çalışkan, utangaç arsız farkı gözetmeden eşit davranıyor.

Ayşe tek göz bir odada tüm aileyle birlikte iken bir köşede çalışmak zorundadır. Misafir geldiği zaman onlara çay götürmek Ayşe’nin işidir. Çayları verdikten sonra mutfak dedikleri o küçücük ortamda ödevlerini yapmak için kendine bir yer bulmakta ona kimse yardım etmemektedir. Ama çok gayretli, çok şevklidir. Öğretmenini can kulağıyla dinleyerek, derslerine çok çalışarak, kendinden beklenenin en iyisini yapmaya gayret ederek öğrenciliğini sürdürmektedir.

Bana göre bu öğretmen öğrencilerine şunu söylüyor: “Sizin kim olduğunuz, nerede yetiştiğiniz, nasıl hissettiğiniz, ne olmak istediğiniz umurumda değil. Sizler benin için yoksunuz. Benim için bir ‘öğrenci’ kalıbı vardır ve ben bu kalıba konuşurum. O kalıp içinde herkes birbirine eşittir.” Bu öğretmen annesi babası okuyup yazması olmayan Ayşe ile ana babası üniversite mezunu olan Zehra’yı eşit görecektir. Ayşe okula başlayıncaya kadar hiç kitap görmediği halde, Zehra’ya küçük yaşta hikâye kitapları okunmuş ve daha beş yaşındayken Zehra kendi kitaplarını okumaya başlamış biridir. Bir ev ödevi için Zehra’ya 15 dakika yeterken Ayşe iki saat uğraşmıştır hem de bütün dikkatini vererek. Zehra’nın evde kendi odası vardır, odasında masası vardır, kitaplarını koyacağı kitaplığı vardır ve misafir geldiğinde

Ayşe ve Zehra’ya eşit davranan öğretmen bence adil değildir. Adil davranmaya önem veren öğretmen öğrencilerinin aile ortamıyla ilgili bilgi edinmeye çabalar. Ana babalarıyla tanışmaya çabalar. Öğrencinin içinde büyüdüğü büyük resmi öğrenmek için çabalar. Çabalar. Yapabileceği budur, elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışarak çabalamak. Peki, üstün zekâlı ve vasat zekâlı bir öğrenciye eşit davrandığı zaman öğretmen adil oluyor mu? Bence hayır. Öğretmen her bir öğrenci neredeyse orada o haliyle öğrenciyi kabul edip değerlendirmeli. Üstün zekâlıya üç, vasat zekâlı bir öğrenciye on dakikasını veren öğretmen eşit davranmıyor, ama daha adil davranmış oluyor.


12 | Ekim Kasım Aralık 2015 |

AİLE 7

Bu öğretmen başarıyı John Wooden’ın gözüyle tanımlarsa, davranışlarını ona göre ayarlar: “Başarı bir iç huzurudur; elinden gelenin en iyisini yapmaya tüm benliğiyle, tüm içtenliğiyle gayret etmiş olmayı bilmekten gelen bir iç huzuru.”

Adil ya da eşit davrandığını bilemeyiz. Ama adil davranmak

Öğretmenin hedefi tüm öğrencilerinin kendilerini başarılı hissetmesine çabalamaktır.

kalıbı içinde mi görüyor, yoksa resmi büyütüp onunla ilgili

Aynı şekilde bir okul müdürünün hedefi tüm öğretmenlerinin kendilerini başarılı hissetmelerine çalışmak olmalıdır. Bir okul müdürü düşünün; bütün öğretmenlerine eşit davranmaktadır. Onun gözünde işini ‘mış gibi yapan’ yüz öğretmen ile işini gönülden yapan ‘can öğretmen’ birdir. ‘Öğretmen öğretmenliğini yapsın, başka şeye burnunu sokmasın’ diyen müdür öğretmenlere, “Sizin kim olduğunuz, nerede yetiştiğiniz, nasıl hissettiğiniz, ne olmak istediğiniz umurumda değil. Sizler benin için yoksunuz. Benim için bir öğretmen kalıbı vardır ve ben bu kalıba konuşurum. O kalıp içinde herkes birbirine eşittir” demektedir.

öğrencinin gayreti, çabası, ilerde ne olmak istediği – hesaba

Peki, bir kişinin -öğretmen, müdür, doktor, yazar, polis, anne, baba, şoför, vb.­adil ya da eşit davrandığını nereden bileceğiz?

niyeti içinde çabaladığını görebiliriz. Nasıl mı? Onunla sohbet ederek… Öğretmenle sohbet ettiğimizde dikkat edeceğimiz şey, büyük resmi işin içine katıyor mu öğrencisini değerlendirirken? Sadece sosyal roller içinde, ‘öğrenci’ diğer boyutları da – ana babanın eğitimi, mesleği, çevresi, katıyor mu? Okul müdürünün umurunda mı büyük resim? Büyük resim hesaba katılarak adil davranmak garantisi yok ama o yönde çaba göstermek uzun vadede daha adil bir ortam yaratabilir. Ana babaların, öğretmenlerin, yöneticilerin, adil olmayı umursamadan eşit davrandığı bir toplum zalim bir toplumdur. Bu toplumda yasalar vardır, ama adalet yoktur. Kaynak Metin: Doğan Cüceloğlu Resmi web sitesi http://www.dogancuceloglu. net/yazilar/862-esit-davranmak-adil-mi


8 AİLE | Ekim Kasım Aralık 2015 | 12 >

Etkinlik

>

2 3 . Yo k s u l l a r l a D a y a n ı ş m a H a f t a s ı

Eğitim ve Yayın Dairesi Başkanlığı

Kültürel Mirasın Korunması ve

Geleceğe Taşınması

Beşir Ayvazoğlu ile “Yaratıcı Muhafazakârlık” Üzerine Seminer Programından >>

Değişimin özünde var olan yenilenme mevhumu banalleşmeye yol açmadığı sürece toplumsal ve bireysel olarak olmazsa olmazlardan... Yaşamın özünde zaten var olan yenilenme meselesi her zaman olumlu yönde olmuyor maalesef. Edebiyat araştırmacılarının ve teorisyenlerin edebi eserleri incelerken sıklıkla başvurduğu bir kritik vardır; “Zamanın Ruhu” meselesi… Sanatçı eserini meydana getirirken çağın tozu da bir şekilde açık bir aralıktan eserine sızıverir. O dönemde o coğrafyada ne yaşanıyorsa, nasıl yaşanıyorsa aynı şekilde yansır hem de. Yalansız, riyasız… Bu bakımdan “sanat toplumun aynasıdır” klişesi diğer tüm klişeler gibi doğruluğu defalarca kere sağlamalardan geçmiş bir tespittir. Son yüzyılda hızlı ve dinamik bir hal alan değişim

mefhumu hem kültürel yapımıza hem de medeniyetimizin dokusuna nasıl tesirler yapıyor, sorusunu sormak için Sayın Beşir Ayvazoğlu’dan yetkin bir isim bulamazdık herhâlde. Bakanlığımız Eğitim ve Yayın Dairesi Başkanlığı’nın düzenlediği seminer programının yirmi altıncısına katılan Beşir Ayvazoğlu, kültürel mirasımızın geleceğe aktarımı, küreselleşen dünya ve günümüz entelektüelinin hâl-i pürmelâli üzerine seminer verdi. Medeniyet restorasyonundan geleneğin direnişine, kültürümüzde yüzyıllardan beri devam eden Batılılaşma gayretinden değişirken bile kendisi olarak kalma refleksine kadar pek çok konuda latif üslubuyla bizleri bilgilendirdi. Keyifli okumalar.


12 | Ekim Kasım Aralık 2015 |

AİLE 9

Tarihi bir mescide zamanın ruhunu veren dokuyu sıyırıp alarak betonarme sıvayla kapladığınız zaman medeniyetin ruhunu da kaplamış oluyorsunuz. Bu tür uygulamalar ayağımızın altındaki zeminin yok olmasına da yol açıyor. Tarihi eserlerin restorasyon kriterleri gibi medeniyetin ve kadim kültürlerin de geleceğe taşınma kriterleri olduğu muhakkak. Seminer başlığını düşününce kulakları çınlasın Prof. Orhan Okay Hoca’nın “Bir Başka İstanbul” adlı kitabından okuduğum bir anı geldi aklıma. Edebiyatla ilişkili olanlar bilirler Okay Hoca, doğma büyüme bir İstanbullu olarak Erzurum Atatürk Üniversitesi’nde tam otuz sene hocalık yaptı. Yüzlerce edebiyat talebesi yetiştirdi, birçoğu akademisyen olup ondan bayrağı devraldılar. Hoca, ara sıra İstanbul’a gelirmiş ama eskilerin tabiriyle, bir teşehhüd miktarı kaldığı için değişimi pek fark etmezmiş. Emekli olup tekrar İstanbul’a yerleştikten sonra ayrıldığı İstanbul’la döndüğü İstanbul arasındaki o korkunç değişimi görünce büyük bir şaşkınlık yaşamış. Aslında bu tip tecrübeleri çoğumuz yaşarız. Ben Sivaslıyım, 1971 yılında ayrıldım oradan. Orhan Hoca’nın yaptığı gibi zaman zaman memleketimi görmek, akrabalarımı ziyaret etmek için gidiyor, her gidişimde büyük bir değişim görüyordum. Buna rağmen bazı şeyler vardı ki onlar sürekliliği sağlıyordu. Mesela kitabesiyle, ayna taşıyla, ahşap minaresiyle çok güzel bir mahalle mescidi ve bitişikteki harika bir mahalle çeşmesi, birkaç ahşap konak… Bunlar sürekliliği sağlıyorlardı. Bir gidişimde baktım, ahşap minaresini iptal etmişler yerine betonarme bir minare dikmişler, bir başka gidişimde o güzelim çeşmenin kitabeli ayna taşını sökmüşler caminin avlusunda boylu boyunca yatıyor, çeşmenin yerine sarımsı son derece çirkin, arabesk hatta “kitsch” diye bir kavram vardır ya sahte sanat yani, o tarzda bir çeşme yapmışlar. Sonraki gidişlerimden birinde mahalle mescidi tamamen yenilenmiş, hüviyeti tamamen gitmiş tabii. Çocukluğumda cuma namazlarına, bayram namazlarına gittiğimiz, etrafında oynadığımız, çeşmesinin önünde keşif beklediğimiz (sıra beklemek) o yapı topluluğunun hüviyeti tamamen değişmiş. Başka bir şeye dönüşmüş. Yani beni, büyüdüğüm mahalleye bağlayan ve anılarımda mekân-

yapı uyumunu sağlayan tek şey de böylelikle yok olmuştu. Gerçek şu ki bu bir medeniyet erozyonu oluşturuyor ama işin altında son derece iyi niyetler var. Herhâlde eski bir camide namaz kılmak yerine gıcır gıcır bir yapıda namaz kılmayı yeğlemiş olmalılar. Aslında bu bir şuur eksikliğinden kaynaklanıyor. Tıpkı bir zamanlar annelerimizin bakır sahanlarını, tencerelerini verip yerine alüminyum tencereler, plastik leğenler filan almalarına benzer. Ya da dokuma tarihi halıları verip yerine gıcır gıcır makine halılarını alırlardı, onun gibi bir şey. Tarihi bir mescide zamanın ruhunu veren dokuyu sıyırıp alarak betonarme sıvayla kapladığınız zaman medeniyetin ruhunu da kaplamış oluyorsunuz. Bu tür uygulamalar ayağımızın altındaki zeminin yok olmasına da yol açıyor. Tarihi eserlerin restorasyon kriterleri gibi medeniyetin ve kadim kültürlerin de geleceğe taşınma


10 AİLE | Ekim Kasım Aralık 2015 | 12 >

Etkinlik

>

2 3 . Yo k s u l l a r l a D a y a n ı ş m a H a f t a s ı

kriterleri olduğu muhakkak. Tanpınar’ın söylediği gibi “değişerek devam etmek, devam ederek değişmek” gerekli. Medeniyet inşasının restore edilerek geleceğe taşınması meselesinde terimlerin ardındaki anlamları iyi okumak lazım. Küreselleşmenin ideali hümaniter bir insanlık ideali değildir. Tüketici, emirlere itaat eden, fazla düşünmeyen insan tipini seven, otoriter rejimlerin istediğini küresel ölçekte gerçekleştirme amacında bir anlayışı yansıtır. İşte kültürlerin bu tehlikeyle baş etmek gibi önemli bir vazifesi var. Modernleşme süreci de böyle bir süreçti aslında. Yani milli amaçlardan kopmuş bütün insanlığın aynı hedefe yöneldiği bir anlayışın arayışı içindeydi. Uluslaşma süreci içinde tecelli etti. Dikkatinizi çekti mi bilmiyorum, nasıl modernite uluslaşmayla sonuçlandıysa küreselleşme de aslında bir yandan insanlığı bütünleştirmek gibi bir amaç taşırken bir yandan da bölgesel ırkçılıkları körükleyerek parçalıyor. Biz bunun somut hadiselerini gözümüzün önünde yaşıyoruz. Çelişkili ve ironik bir durum… Küreselleşmenin meydan okuyuşuna karşı durma adına da zorunlu olarak küreselleşmenin bize verdiği araçları kullanmak gibi bir zaruretle karşı karşıya bulunuyoruz. Yani neyi kullanacaksınız; internet, sinema, televizyon, sosyal ağlar, bilgisayar programları… Aksi halde zaten karşı koyma şansınız da yok. Dolayısıyla küreselleşme sizin kültürünüzü tehdit ederken bir yandan da tepkiler yaratıyor. Modernleşmenin göz ardı ettiği bir gerçek vardı: insanları belli idealler etrafında ne kadar birleştirmeye çalışırsanız çalışın, insanlar dünyaya ayaklarını bastıkları yerlerden bakarlar. Bu sebeple uluslaşma, milli devletleşme süreçleri yaşandı. Küreselleşmenin de bir müddet sonra küresel saldırıya karşı bir direnişle karşılaşacağı, bünyesinde bizatihi böyle bir potansiyeli barındırdığı gerçeğini inkâr etmemek lazım. Bu aşamaya geldiğimiz zaman nasıl bir tavır alacağız? Eğer ayağımızın altındaki zemini tahkim etmezsek yarın popüler kültürden bıkan yeni arayışlar içine giren gençlerin önüne koyacak bir şeyler bulamayabiliriz. Yani geniş perspektiften baktığımızda, büyük ihtimalle, küreselleşme uluslararası aktörlerin arzu ettiği şekilde gerçekleşmeyecek

diyebiliriz. Biz bunun karşısına ne koyacağız asıl soru sanırım bu. Geleneği devam ettirmenin şekle ya da yönteme sadakatle ilişkisi nasıldır, diye düşünecek olursak da şöyle cevaplayabiliriz: Biz gelenek muhafazası kapsamında formları yani şekilleri de muhafaza ederiz. Bir yapıya kubbe koydu mu, minare koydu mu geleneği devam ettirdiğimizi zannederiz ama az önce de söylediğim gibi, gidin Boğaziçi’ni ya da Anadolu’nun çeşitli şehirlerini gezin halkımız kubbeli, tonozlu, yarım kubbeli, minareli olmayan o kadar güzel camiler, binalar yapmışlardır ki, demek ki gelenek bir takım formlara sıkışan bir şey değil. O formlara ruh veren ana düşüncedir. Devam eden ve o geleneği canlı kılan felsefe, metafizik, estetik, ne derseniz deyin bütün bunların


12 | Ekim Kasım Aralık 2015 |

AİLE 11

Aslında üç yüz dört yüz kelimeyle idare eden bir zihin, iptidai bir zihindir. Oradan edebiyat da, felsefe de, ilim de çıkmaz. Dolayısıyla bir takım takıntılardan, ön yargılardan kurtulmak lazım.

bileşiminden oluşan ruh da diyebilirsiniz. Önemli olan o ruha nüfuz ederek yeni formlarla onu geleceğe doğru taşımanın yollarını aramak. Eğer dediğim süreç yaşanırsa gelecekte somut görünüşler olarak çok başka kültürel bir iklim yaratabilirsiniz, yine de bu Mimar Sinanların, Itrilerin, Fuzulilerin, Bakilerin devamı olur. İşte devam ederek değişmek, değişerek devam etmek dediğim şey de bu. Seminer başlığımızdan hareketle kültürel mirasın korunması ile muhafazakâr medeniyet ilişkisine dil ve edebiyat açısından yaklaşırsak konu bütünlüğünü sağlamış oluruz. Neşve tahsil ettiğin sagar da senden gamlıdır/Bir dokun bin ah işit kâse-i fağfurdan demiş ya şair, bu konu biraz o hesaptır aslında. Hakikaten zengin bir mirasın üzerinde oturuyoruz. Ne yazık ki gençler bu mirasın hiç farkında değiller. Kendilerine öğretilenleri girecekleri imtihanlarda başarılı olmak için ezberliyorlar ve süratle unutuyorlar. Öğrencilerim arasında bir tane şiiri ezbere bilene rastlamadım şimdiye kadar. Eskiden lügat bile

ezberlenirmiş, manzum lügat diye bir tür bile varmış ki insanlar kelimeleri ezberleyerek öğrensin diye. Şimdi kelime öğrenmeye bile üşeniyor çocuklar. Meramınızı anlatırken bir eski kelime kullandığınız zaman hemen itiraz ediyorlar. Aslında üç yüz dört yüz kelimeyle idare eden bir zihin, iptidai bir zihindir. Oradan edebiyat da, felsefe de, ilim de çıkmaz. Dolayısıyla bir takım takıntılardan, ön yargılardan kurtulmak lazım. Ben özellikle dil konusunda çok rahatım yeni kelimeleri de kullanırım, eski kelimeleri de kullanırım, hepsinin dilimizin zenginliği olduğuna inanırım. Orhun Kitabeleri’nden itibaren dilimize hangi dilden girmiş olursa olsun, bütün kelimelerin anamızın ak sütü gibi helal olduğuna inanırım. Çocuklarımız dile ne kadar nüfuz ederlerse o kadar başarılı olacaklardır, bu aşikâr. Ez cümle, benim için medeniyet muhafazası yaratıcı bir muhafazakârlıktır. Hatta sohbetimizin temasını yaratıcı muhafazakârlık olarak değerlendirebilirsiniz.


12 AİLE | Ekim Kasım Aralık 2015 | 12 >

Dosya

>

2 3 . Yo k s u l l a r l a D a y a n ı ş m a H a f t a s ı

YOKSULLUKLA MÜCADELE VE

SOSYAL YARDIM Yoksullarla Dayanışma Haftası İnsani Gelişme Raporları ve Türkiye

Uluslararası Sosyal Yardım Sistemleri Çalıştayı Raporu Yoksullukla Mücadelenin Gelişen Yapısına Uygun Yeni Ölçüm Yöntemleri


12 | Ekim Kasım Aralık 2015 |

12-18 Aralık

AİLE 13

"Yoksullarla Dayanışma Haftası" Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema Ramazanoğlu, “23. Yoksullarla Dayanışma Haftası” açılış törenine katıldı.


14 AİLE | Ekim Kasım Aralık 2015 | 12 >

>>

Dosya

>

2 3 . Yo k s u l l a r l a D a y a n ı ş m a H a f t a s ı

Bakan Sema Ramazanoğlu, burada yaptığı konuşmada yoksullukla mücadele ve beşeri kalkınma için gerekli olan en önemli şartın güven, istikrar ve sürdürülebilir kalkınma olduğunu belirtti. Güven ve istikrarın sağlanması için de bölgesel savaşlar ve terörün sona ermesi gerektiğini vurgulayan Ramazanoğlu, “Dünya ülkeleri yoksullukla mücadele için ayırdıkları payın neredeyse yüz katını silahlanmaya ve savaşlara harcamaktadırlar. İnsan emeğinin, alın terinin hoyratça kullanıldığı yeryüzünde artık kadınların, çocukların, masum sivillerin ölmesini istemiyoruz” dedi. Ramazanoğlu, savaşın bir ülkeyi ne hale getirdiği görülmek isteniyorsa, Afganistan’a, Irak ve Suriye’ye bakılması gerektiğini anlatarak, “Bizler zalimin karşısında, mazlumun yanında yer aldık. Onlar Suriyeli kardeşlerimize insani yardım götüren tırları, ekmek yapan fırınları bombaladılar. Onlar bölgenin petrolünü sömürerek silah tüccarlığı yaparken bizler çadır kentler kurduk, aşevleri açtık, okullar yaptık. Bütün millet olarak da şefkatle yüreğimizi açtık. Onlar acımasızca masum insanları öldürürken bizler mazlumların canına can kattık. İnanıyorum ki tarih zalimleri

“Sosyal transferler ve vergi düzenlemelerinde en yoksul kesimi gözeten anlayışımızı sürdüreceğiz. Sosyal yardım istihdam bağını güçlendireceğiz” de mazlumları da mazlumların yanında olanları da tüm çıplaklığıyla yazacaktır” diye konuştu. On üç yıldır izledikleri politikaların sonucu olarak, Türkiye’de orta sınıfın payının 2002-2011 döneminde ikiye katlandığını ifade eden Bakan Ramazanoğlu, “Türkiye OECD ülkeleri arasında gelir dağılımını en hızlı iyileştirebilen ülke olmuştur. Türkiye 2000 yılında 158 ülke arasında 80. sırada iken, 2014 yılında 187 ülke arasında 69. sıraya yükselmiştir. Bu sıralamayla Türkiye “yüksek insani gelişmişlik” kategorisinde yer almaktadır. Önümüzdeki dönemde “çok yüksek insani gelişmişlik” grubunda yer almak öncelikli hedefimiz olacaktır” şeklinde konuştu. Bakan Ramazanoğlu, yoksullukla mücadelede çözüm için piyasa öncülüğünde ekonomik büyümeyi temin edecek stratejiler geliştirmeye devam edeceklerini söyledi. Türkiye’de toplumun dezavantajlı kesimlerinden başlamak üzere beşeri kalkınma standartlarını yükseltmeye yönelik


12 | Ekim Kasım Aralık 2015 |

ciddi uygulamalar başlattıklarını dile getiren Ramazanoğlu şunları kaydetti: “Sosyal Yardım Bilgi Sistemini (SOYBİS) hayata geçirerek kapsamlı veri tabanı oluşturduk. Bu sayede yardıma muhtaç vatandaşlarımızın gelir durumunu anında tespit edip zaman kaybetmeden yardımlarımızı sahiplerine ulaştırmaktayız. İkinci ve en önemli adım ise, Bütünleşik Sosyal Yardım Hizmetleri Projesidir. Tüm aile ve bireylerini içine alan çatı bir projedir. Maliye Bakanlığımız, nasıl geliri olanları kayıt altına alıyorsa, biz de bu projeyle hiç geliri olmayan vatandaşlarımızı kayıt altına alacağız.” Ramazanoğlu, Sosyal Hizmet Merkezleri’nde yürütülen faaliyetlerin çeşitliliği ve etkinliğini artıracaklarını aktararak, “Sosyal destek ve hizmetlerin hak temelli olarak bütünleşik bir şekilde sunulduğu bir sosyal destek sistemi kuracağız. Bu çerçevede Sosyal Yardım Kanunu çıkaracağız” dedi. Aile bazında eğitim, sağlık, istihdam, gelir gibi alanları içeren sosyal risk haritası çıkaracaklarını vurgulayan Ramazanoğlu, konut, eğitim, sosyal güvenlik ve gelir dağılımı politikaları ile aile bütünlüğünün korunması ve güçlendirilmesini amaçladıklarını ifade etti. Bakan Ramazanoğlu, sosyal hizmet ve yardım kuruluşları

AİLE 15

arasında koordinasyon ve işbirliğini artırıp, bu kapsamda Aile Bilgi Sistemi’ni kuracaklarını belirterek, “Sosyal transferler ve vergi düzenlemelerinde en yoksul kesimi gözeten anlayışımızı sürdüreceğiz. Sosyal yardım istihdam bağını güçlendireceğiz” dedi. Bakanlığın 2 milyonu aşkın vatandaşa doğrudan maaş ödemesi yaptığını aktaran Bakan Ramazanoğlu, “On üç yıl öncesine kadar sosyal yardımlar bütçesi birkaç milyar TL iken Bakanlığımızın bütçesi bugün 18 milyar 874 bin TL’dir. 2016 yılı içinse 25 milyar TL olarak öngörülen bütçe ile rekor düzeye ulaşmıştır” şeklinde konuştu. Ayrıca İş-Kur’la yürütülen meslek edindirme, iş garantisi içeren kursların yaygın hale getirilmesi için çalışmalarına devam ettiklerini ifade eden Ramazanoğlu, “Kadın ve gençlerimize yönelik girişimcilik destek kredileriyle de yeni bir dönemi başlatıyoruz. Yine sosyal yardım ve destek projelerinde açılan en önemli başlık mikro kredi uygulamalarıdır. Böylece sosyal yardımlarda geri dönüşüm sistemini başlatmış oluyoruz” değerlendirmesinde bulundu. Toplantı sonunda Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ramazanoğlu ile Arınç ve eski Meclis Başkanı Köksal Toptan’a iyilik madalyası takdim edildi.


16 AİLE | Ekim Kasım Aralık 2015 | 12 >

Dosya

>

İnsani Gelişme Raporları ve Türkiye

Pınar YAVUZKANAT

Aile ve Sosyal Politikalar Uzmanı

Nazlıhan ÖZGENÇ

Aile ve Sosyal Politikalar Uzmanı

İnsani Gelişme Raporları ve

Türkiye

>>

Birleşmiş Milletler gelişmeyi, yalnızca dar anlamda ekonomilerin zenginliğine yoğunlaşmaktan ziyade daha kapsamlı bir biçimde yaşamların zenginliğine odaklanarak insanların seçeneklerinin artırılması olarak tanımlamış ve 1990 yılında yıllık olarak İnsani Gelişme Raporunu yayınlamaya başlamıştır.

Yıl

İnsani Gelişme Raporu Teması

1990

İnsani Gelişme Kavramı ve Ölçülmesi

1991

İnsani Gelişmenin Finansmanı

1992

İnsani Gelişmenin Küresel Boyutları

1993

Toplumun Katılımı

1994

İnsan Güvenliğinin Yeni Boyutları

İnsani Gelişme Raporlarının amacı, ülkelerin ekonomik zenginliklerinden öte insanların hayatlarındaki zenginliklerin, onlara sunulan seçenek ve fırsatların ve önlerinde duran güçlüklerin görünür kılınmasıdır. Bunun için her yıl insani gelişme açısından önemli bir konu tema seçilerek gelinen nokta ve beklentiler incelenmektedir.

1995

Cinsiyet ve İnsani Gelişme

1996

Ekonomik Büyüme ve İnsani Gelişme

1997

İnsani Gelişme ve Yoksulluğun Yok Edilmesi

1998

İnsani Gelişme İçin Tüketim

1999

İnsani Bir Yüz İle Küreselleşme

2000

İnsan Hakları ve İnsani Gelişme

2001

İnsani Gelişme İçin Yeni Teknolojileri Kullanmak

2002

Parçalanmış Dünyada Demokrasiyi Derinleştirmek

2003

Binyıl Kalkınma Hedefleri

2004

Bugünün Çeşitli Dünyasında Kültürel Özgürlük

2005

Uluslararası İşbirliği

2006

Kıtlığın Ötesi

2007/8

İklim Değişikliği ile Mücadele

2009

Engellerin Üstesinden Gelmek

2010

Ulusların Gerçek Zenginliği

2011

Sürdürülebilirlik ve Eşitlik

2013

Güneyin Yükselişi

2014

İnsani Gelişmeyi Sürdürülebilir Kılmak

2015

İnsani Gelişme İçin Çalışma


12 | Ekim Kasım Aralık 2015 |

En son 14 Aralık 2015 tarihinde “İnsani Gelişme için Çalışma” başlığı ile yayınlanan İnsani Gelişme Raporunda, çalışmanın insani gelişmeyi nasıl artırabileceği sorusu temel olarak ele alınmıştır. Bu kapsamda sadece işin değil, ücretsiz çalışma ve gönüllülük gibi çalışma koşullarının insani gelişme üzerine etkisi ölçülmüştür. Raporda özellikle son çeyrek yüzyıldaki insani gelişim sürecine vurgular yapılmıştır. Daha uzun yaşamak, daha fazla çocuğun okula gitmesi, daha fazla kişinin temiz suya erişmesi, dünyada kişi başına düşen gelirin artması ve yoksulluğun düşmesi vb. birçok sürece çalışmanın katkıları üzerinde durulmuştur. Rapor kapsamında insanların çalışma potansiyelleri doğru stratejiler ve uygun politikalar ile kullanıldığında, insani gelişme açığının azaltılıp azaltılamayacağı hususu tartışılmıştır. Raporun sonuçları kapsamında, insani gelişme ve çalışma arasında direk bir bağlantının olmadığı, işin kalitesinin insani gelişmişliğin artışında önemli bir boyut olduğu ortaya konulmuştur. Bununla birlikte bazı çalışma biçimlerinin örneğin, çocuk işçiliği gibi doğrudan insani gelişmişliğe zarar verdiği de gösterilmektedir. Bu nedenle gelişen yüzyılda teknolojik devrim ve küreselleşme kadar çalışmanın da önemle vurgulanması gereken bir gelişim aracı olduğu belirtilmektedir. Raporda çalışma dünyasında hem ücretli hem ücretsiz iş sahalarında kadınların dezavantajlı durumundan da önemle bahsedilmektedir. Ayrıca sürdürülebilir işlerin, hem insani gelişmeyi doğrudan hem de negatif yan etkilerini elimine etmek bağlamında önemine dikkat çekilmiştir. İnsani Gelişme Raporları kapsamında, sağlıklı yaşam sürmek, bilgili olmak ve iyi bir yaşam standardına sahip olmak boyutları üzerinden ülkelerin insani gelişmişlik düzeylerini ölçen ve ülkelerin karşılaştırılmasına olanak sağlayan İnsani Gelişme Endeksi yayınlanmaktadır. 2010 yılından itibaren İnsani Gelişme Endeksinin yanı sıra Eşitsizlik temelinde düzeltilmiş İnsani Gelişme Endeksi, Cinsiyet Temelli Eşitsizlik Endeksi ve Çok Boyutlu Yoksulluk Endeksi’dir. 2014 ve 2015 raporlarında ise Cinsiyet Temelli Gelişme Endeksine de yer verilmiştir ve Kadın İnsani Gelişme

AİLE 17

Endeksi ile Erkek İnsani Gelişme Endeksi değerleri ayrı ayrı yayınlanmıştır.

Türkiye’nin İnsani Gelişme Durumu ve Endeks Değeri Değişimi •

Bir ülkenin endeks değeri ile birinci sıradaki ülkenin endeks değeri arasındaki fark insani gelişme açığı olarak adlandırılmaktadır. 2013 İnsani Gelişme Raporuna göre Türkiye insani gelişme endeksi açığını en hızlı kapatan 9. ülkedir. 2015 yılı İnsani Gelişme Raporunda, Türkiye 0,761 endeks değeri ile 188 ülke içinde 72. Sırada ve “Yüksek İnsani Gelişme” sınıfında yer almıştır. Yapılan sıralamada Norveç, Avustralya, İsviçre, Danimarka ve Hollanda “Çok Yüksek İnsani Gelişme” sınıfında ve ilk beşte yer almıştır. 2014 yılı İnsani Gelişme Raporunda Türkiye’nin 2013 yılı endeks değeri 0,759 elde edilmiş ve buna göre Türkiye 186 ülke içinde 69. sırada ve “Yüksek İnsani Gelişme” sınıfında yer almıştır. Ancak, 2015 yılı İnsani Gelişme Raporunda 2013 yılına ilişkin geriye dönük revize çalışmasında Türkiye’nin 2013 yılı endeks değeri 0,756 ve sıralaması 72 olarak güncellenmiştir. Bu nedenle İnsani Gelişme Endeksi değerleri ile karşılaştırma yapıldığında Türkiye’nin 2013 ve 2014 yıllarındaki sırasının aynı kaldığı görülmektedir.


18 AİLE | Ekim Kasım Aralık 2015 | 12 >

• •

>

Dosya

İnsani Gelişme Raporları ve Türkiye

2015 Yılı İnsani Gelişme Raporuna Göre Türkiye’nin bir üstünde yer alan ülke Venezuela ve bir altında yer alan ülke Sri Lanka’dır. Türkiye 2009-2014 döneminde 16 sıra iyileşme göstermiştir. Tablolardaki veriler ilgili yıllardaki İnsani Gelişme Raporlarında yer alan İnsani Gelişme Endeksi değerleri ve sıralamalarını göstermektedir. Ülke sayılarının farklılıkları ve her yıl önceki dönemlere ilişkin Reel İnsani Gelişme Endeksi değerlerinin yeniden hesaplanıyor olması nedeniyle sıralamadaki değişimler yıllar itibarıyla karşılaştırılabilir nitelik taşımamakta, sadece o yıl için Türkiye’nin diğer ülkeler arasındaki durumunu göstermektedir.

Tablo. 2010 Yılı Öncesi Türkiye’nin İnsani Gelişme Durumu Yıl

Türkiye Endeks Değeri

Türkiye Sıralaması

Ülke Sayısı

2002

0,742

85

173

2003

0,734

96

175

2004

0,751

88

177

2005

0,750

94

177

2006

0,757

92

177

2007/2008

0,775

84

177

2009

0,806

79

182

Tablo. 2010 Yılı ve Sonrası Türkiye’nin İnsani Gelişme Durumu Yıl

Türkiye Endeks Değeri

Türkiye Sıralaması

Ülke Sayısı

2010

0,679

83

169

2011

0,699

92

187

2012

0,722

90

186

2013

0,759

69

186

2014

0,761

72

188

Türkiye’nin yıllık ortalama İnsani Gelişme Endeksi Büyüme Oranları incelendiğinde; 1990-2000 döneminde %1,26; 2000-2010 döneminde %1,23; 20102014 döneminde %0,79 ve 1990-2014 kümülatifinde % 1,17 büyüme göstermiştir. Söz konusu büyüme

oranları üzerinde yıllar itibarıyla yaşanılan metodolojik farklılıklar dikkate alınmamıştır. Ulusal literatürde yapılan çalışmalar, Türkiye için kullanılan verilerin güncel olmaktan uzak olduğu ve bu durumun da Türkiye’nin İnsani Gelişme Endeksi değerini olumsuz etkilediğini ortaya koymaktadır. 2015 yılı İnsani Gelişme Raporunda 1990-2014 dönemine ilişin yıl bazlı karşılaştırmaların yapılabileceği ve geçmişe dönük revizelerin yapıldığı endeks değerleri aşağıdaki grafikte gösterilmektedir. Grafikte Türkiye’nin endeks değerleri açısından artan bir trende sahip olduğu görülmektedir.

Türkiye’nin İnsani Gelişme Endeksi Değerleri (1990-2014) Türkiye 2000 yılında 96.sıra ile orta insani gelişmişlik düzeyinde iken 2014 yılında 72.sıraya yükselmiş ve yüksek insani gelişmişlik seviyesinde yer almıştır. Tablo. İnsani Gelişme Raporlarına Göre Türkiye’nin İnsani Gelişmişlik Sınıfı Yıl

İnsani Gelişmişlik Düzeyi

Sınıflandırma Koşulu

2003-2008

Orta İnsani Gelişmişlik

İGE değeri; 0,8 ve üstü Yüksek İnsani Gelişmişlik, 0,5-0,799 Orta İnsani Gelişmişlik 0,5 altı Düşük İnsani Gelişmişlik

Yüksek İnsani Gelişmişlik

İGE değeri en düşük ve en yüksek endeks değerlerinin farkının çeyrekliğinin alınmasına göre hesaplanmaktadır. Çok Yüksek İnsani Gelişmişlik Yüksek İnsani Gelişmişlik Orta İnsani Gelişmişlik Düşük İnsani Gelişmişlik

Yüksek İnsani Gelişmişlik

Kesin kesme noktaları kullanılmıştır. Buna göre İGE değeri; 0.8 ve üstü Çok Yüksek İnsani Gelişmişlik 0,7-0,799 Yüksek İnsani Gelişmişlik 0,55-0,699 Orta İnsani Gelişmişlik 0,55 altı Düşük İnsani Gelişmişlik

2009-2012

2013-2014


12 | Ekim Kasım Aralık 2015 |

AİLE 19

Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü

Uluslararası

Sosyal Yardım Sistemleri

Çalıştayı Raporu

>> ÇALIŞTAYIN DÜZENLEYECİLERİ, ADI, YERİ VE TARİHİ Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü (SYGM), İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) ’nin alt kuruluşu olan “İstatistik Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar ve Eğitim Merkezi” (SESRIC)’in işbirliği ile 13-15 Ekim 2015 tarihlerinde Ankara’da “Sosyal Yardım Sistemleri” temalı uluslararası bir çalıştay düzenlenmiştir. Çalıştay, SESRIC’in Ankara’daki merkez binasındaki konferans salonunda, İngilizce gerçekleştirilmiştir.

ÇALIŞTAYIN KATILIMCILARI Çalıştaya, İslam İşbirliği Teşkilatı üye ülkelerin sosyal yardım alanındaki kamu kuruluşları davet edilmiştir. Çalıştaya aşağıdaki 11 İslam ülkesinden yönetici ve uzman düzeyinde toplam 15 katılımcı ile SESRIC ve İslam Kalkınma Bankası (İDB) yetkilileri iştirak etmiştir: - Afganistan, Arnavutluk, Endonezya, Gambiya, İran, Kırgızistan, Mısır, Somali, Tunus, Uganda ve Ürdün.

ÇALIŞTAYIN KONUSU Çalıştay’da, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü’nün ülkemizde uygulamakta olduğu “Sosyal Yardım Sistemi”, bütüncül bir model konseptiyle iki gün boyunca yapılan sunumlarda katılımcı ülkelerle paylaşılmıştır.

ÇALIŞTAY PROGRAMI Çalıştay, 13 Ekim 2015 tarihinde Sosyal Yardımlar Genel Müdür Yardımcısı Sayın Mustafa TARLACI ve SESRIC Genel Müdürü Sayın Musa KULAKLIKAYA’nın açılış konuşmalarıyla başlamıştır. Konuşmaların ardından, ilk iki gün boyunca (13-14 Ekim 2015) SYGM uzmanlarınca yapılan sunumlarda ülkemizin Sosyal Yardım Sisteminin temel özellikleri; - Kurumsal ve mali yapı, - Sosyal yardım programları,


20 AİLE | Ekim Kasım Aralık 2015 | 12 >

Dosya

>

U l u s l a r a r a s ı S o s y a l Ya r d ı m s i s t e m l e r i Ç a l ı ş t a y R a p o r u

- Vatandaş odaklılık,

çalışanları tarafından sunum gerçekleştirilmiştir.

- Bilişim teknolojilerinin alanda etkin kullanımı,

Vakıf ziyareti sonrasında yabancı katılımcılara Anadolu Medeniyetleri Müzesi gezdirilmiş, Ankara’nın yerel ürünlerinin satıldığı alışveriş yerleri ziyaret edilmiş ve çalıştay programı üçüncü gününde son bulmuştur.

- Bu alanda proje geliştirme, izleme ve değerlendirme süreçleri ve - Yoksulluk-istihdam bağlantısı ekseninde katılımcı ülkelerle bütüncül bir model anlayışıyla paylaşılmıştır. Sosyal Yardım Sistemimiz, katılımcı ülkeler ve SESRIC yetkilileri tarafından dikkatle karşılanmış, sunumlar boyunca ve sonrasındaki soru ve cevap bölümlerinde sistemimize ilişkin ilgi ve beğenilerini ifade etmişlerdir. Çalıştay etkinlikleri 14 Ekim 2015 tarihinde yapılan sunumların sonrasında Sosyal Yardımlar Genel Müdür Yardımcısı Sayın Mustafa TARLACI ve SESRIC Genel Müdürü Sayın Musa KULAKLIKAYA’nın kapanış konuşmaları ve ardından katılımcılara “Uluslararası Sosyal Yardım Sistemleri Çalıştayı” katılımcı belgelerini takdim etmeleri ile son bulmuştur. 15 Ekim 2015 tarihinde Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü tarafından çalıştay katılımcıları için Keçiören Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı’na saha ziyareti düzenlenmiştir. Bu saha ziyareti sırasında vakıf çalışmaları yerinde incelenmiş ve yapılan faaliyetlerle ilgili vakıf

ÇALIŞTAYIN SONUÇLARI İki gün boyunca yapılan sunumlar ve son gün sahada gösterilen uygulamalarla, ülkemizin sosyal yardım alanında geliştirdiği Bütüncül Sosyal Yardım Modeli, İslam İşbirliği Teşkilatı üye ülkelerin temsilcileriyle paylaşılmıştır. Uluslararası düzeydeki söz konusu bilgi ve deneyim paylaşımı, modelimizi yabancı ülkelere tanıtım imkânı vermiştir. Bunun yanında katılımcıların kendi sosyal yardım sistemlerine ilişkin verdikleri bilgiler, sunumlara yaptıkları yorum ve değerlendirmelerle başka ülkelerin sosyal yardım sistemleri hakkında bilgi sahibi olmak ve alandaki farklı bakış açılarını görebilmek de mümkün olmuştur. Ayrıca, kendi ülkelerinde Bütüncül Sosyal Yardım Modeli geliştirmeyi isteyen ülkeler, bu modeli kendi ülkelerinde kurabilmek için çalıştayda kurumumuzdan teknik destek talebinde bulunmuşlardır. Bu talepleri, çalıştaya iştirak etmiş olan İslam Kalkınma Bankası yetkilileri tarafından da olumlu karşılanmış ve olası böyle bir ikili işbirliği halinde kendi kurumlarının buna hibe desteği ile katkıda bulunabileceklerini belirtmişlerdir.


12 | Ekim Kasım Aralık 2015 |

AİLE 21

Nazlıhan ÖZGENÇ

Aile ve Sosyal Politikalar Uzmanı

Pınar YAVUZKANAT

Aile ve Sosyal Politikalar Uzmanı

Yoksullukla Mücadelenin

Gelişen Yapısına Uygun Yeni Ölçüm Yöntemleri >>

En eski toplumsal sorunlardan olan yoksulluk, günümüzde de uluslararası gündemin ilk sırasında yer almaktadır. Ancak geçen zaman içinde yoksulluğa bakışta devrim niteliğinde değişiklikler olmuştur. Tarih boyunca, yoksulluğun öne çıkan görünümü gelir- tüketim boyutu olduğu için yoksulluk kavramından “Gelir Yoksulluğu” ve “Tüketim Yoksulluğu” anlaşılmıştır. Ancak özellikle 90’lı yıllardan sonra kırılganlık, güvencesizlik, söz hakkına sahip olamama, karar alma süreçlerine katılamama, risklere açık olma, fırsatlara ve geliştirici kaynaklara erişememe, sosyal ve kültürel hayata katılamama, hizmetlere erişememe boyutlarının öne çıkması ile birlikte yoksulluk kavramı “İnsani Yoksulluk” kapsamına dönüşmüştür. Bunun sonucu olarak yoksullukla mücadele gelir – tüketim yoksulluğunu ortadan kaldırmadan çok daha öteye geçerek insani yoksulluğu ortadan kaldırma, insani gelişmeyi sağlama içeriğine ulaşmıştır. Yoksulluk anlayışındaki devrim niteliğinde olan bu gelişmelere rağmen son yıllara kadar ülkelerin insani yoksulluk görünümünün ölçümünde yeterli gelişme görülememiştir. Yoksulluk kavramı gelir yoksulluğundan öteye geçtiği halde halen ülkelerin performansının ölçümünde GSYİH ve gelirin kullanıldığı yöntemlerin ağırlığı fazladır. GSYİH, belirli bir dönemde bir ülkede üretilen tüm mal ve hizmetlerin parasal piyasa değeri olup ülkelerin

belirli bir zaman dilimindeki veya diğer ülkelere göre nispi ekonomik pozisyonunu belirlemede esas gösterge olarak kullanılmaktadır. Bu nedenle üstü kapalı olarak ve hatta açıkça sosyal refah ile aynı tutulmaktadır. Yeni binyılda tüm ülkelerin hedefi insani gelişme ise mevcut durumun tespitinde de insani gelişmenin boyutlarını ölçen araçlar geliştirmek bir zorunluluktur. Literatürde sayıları giderek artan çalışmalar, ekonomik göstergelerin insanların


22 AİLE | Ekim Kasım Aralık 2015 | 12 >

Dosya

>

Yo k s u l l u k l a M ü c a d e l e n i n G e l i ş e n Ya p ı s ı n a U y g u n Ye n i Ö l ç ü m Yö n t e m l e r i

yaşam kalitelerini ve refahlarını ölçmede tek başına yeterli olmadığına işaret etmektedir. Ancak soruna ilişkin gelişen ortak kabule rağmen sosyal gelişmenin ekonomik başarıdan bağımsız olarak ve insani gelişmenin tüm boyutları ile ölçülebilmesi için geliştirilen somut ürünler sınırlı kalmıştır. Gelir boyutunun ötesine geçmeyi başaran üç çalışma dikkat çekmektedir. Bunlar uygulanma sıralarına göre Birleşmiş Milletler tarafından 1990 yılında geliştirilen İnsani Gelişme Endeksi, OECD tarafından 2011 yılında geliştirilen Daha İyi Yaşam Endeksi ve Social Progress Imperative tarafından 2013 yılında geliştirilen Sosyal Gelişme Endeksidir. Bu çalışmaların her biri, daha önceki yöntemlere yapılan eleştiriler doğrultusunda önemli yenilikler geliştirerek günümüzde somut, kullanılabilir ürünler ortaya çıkarmıştır. Çalışmaların ilki olan İnsani Gelişme Endeksinde Amartya Sen, Birleşmiş Milletlere danışmanlık yapmıştır. Bu nedenle Sen’in ortaya koyduğu yeterlilik/yapabilirlik yaklaşımı ve söz konusu yaklaşımın benimsediği gelirin yeterli bir refah göstergesi olmadığı yolundaki eleştiri çalışmanın özünü oluşturmuştur.

Sağlıklı yaşam, bilgili olmak ve iyi bir yaşam standardına sahip olmak eksenleri üzerinde ülkelerin insani gelişmişlik düzeylerini ölçen ve karşılaştırma imkânı sağlayan İnsani Gelişme Endeksi temel olarak insani yoksulluğu ölçen bir araç olarak kullanılmaktadır. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın İnsani Gelişme Raporları içerisinde her yıl yayınladığı İnsani Gelişme Endeksi, gelir, eğitim ve sağlık bileşenlerine sahiptir. İnsani Gelişme Endeksi sosyoekonomik göstergeleri ekonomik büyüme ile ilişkilendirmekte gelişmiş ülkeler ve gelişmekte olan ülkelerin birlikte izlenmesi ve kıyaslanabilmesine imkân vermektedir. 2010 yılından beri İnsani Gelişme Raporu, dört insani gelişme gösterge setinin birleşiminden oluşmaktadır. Bunlar, İnsani Gelişme Endeksi, Eşitsizlik Temelinde Düzeltilmiş İnsani Gelişme Endeksi, Cinsiyet Temelli Eşitsizlik Endeksi ve Çok Boyutlu Yoksulluk Endeksi’dir. 2014 ve 2015 raporlarında Cinsiyet Temelli Gelişme Endeksine de yer verilmiştir.


12 | Ekim Kasım Aralık 2015 |

1995-2009 yılları arasında İnsani Gelişme Endeksi hesaplamasında sağlık endeksi olarak; doğumda beklenen yaşam süresi, eğitim endeksi olarak; yetişkin okur-yazar oranı ve bütünleşik brüt okullaşma oranı ve de gelir endeksi olarak; kişi başına GSYİH kullanılmakta iken; 2010 yılında yapılan değişiklik ile gelir ve eğitim endeksleri farklılaşmıştır. Buna göre eğitim endeksi: (i) 25 yaş ve üzeri kişilerin hayatı boyunca aldıkları eğitim yıllarının ortalaması olan yetişkin eğitiminin ortalama yılı ve (ii) yaşa bağlı okula kayıt oranlarının mevcut şekilde kalması halinde, okula başlama yaşındaki bir çocuğun öğrenim hayatının toplam yıl sayısını gösteren okula başlama yaşındaki çocukların beklenen okullaşma yılı, gelir endeksi: Gayri Safi Milli Gelir (GSMG) (SGP, ABD Doları) olarak hesaplanmaya başlanmıştır. Ayrıca 2014 yılı İnsani Gelişme Endeksinde ulusal fiyat düzeyleri arasındaki farklılıkları elimine etmek için ülkelerin Gayri Safi Milli Gelir Değerleri Satın Alma Gücü Paritesi cinsinden dönüştürülmüştür. İnsani Gelişme Endeksi, alt endekslerin geometrik ortalaması alınarak hesaplanmaktadır. İnsani Gelişme Endeksi değerleri üzerinden yapılan ölçüm tanımlamaları ile ülkeler yüksek, orta, düşük insani gelişmişliğe sahip olarak sınıflandırılmaktadır. 2009 yılına kadar İnsani Gelişme Endeksi değerinin 0,8 ve üstü olması Yüksek İnsani Gelişmişlik, 0,5-0,799 olması Orta İnsani Gelişmişlik ve 0,5 altı olması Düşük İnsani Gelişmişlik sınıflaması olarak tanımlanıyorken, 2009-2012 yılında İGE değeri en düşük ve en yüksek endeks değerlerinin farkının çeyrekliğinin alınmasına göre hesaplanmıştır. Buna göre, Çok Yüksek İnsani Gelişmişlik, Yüksek İnsani Gelişmişlik, Orta İnsani Gelişmişlik ve Düşük İnsani Gelişmişlik olmak üzere dört grup tanımlanmıştır. 2013 ve 2014 yıllarında ise kesin kesme noktaları kullanılmıştır. Buna göre İGE değeri; 0,8 ve üstü Çok Yüksek İnsani Gelişmişlik 0,7-0,799 Yüksek İnsani Gelişmişlik 0,55-0,699 Orta İnsani Gelişmişlik, 0,55 altı Düşük İnsani Gelişmişlik olarak sınıflanmıştır. 1990 yılında 62 ülkede yaşayan 3 milyardan fazla kişi düşük insani gelişmişlik kategorisinde iken, 2014 yılında

AİLE 23

43 ülkede yaşayan yaklaşık 1 milyar kişi düşük insani gelişmişlik kategorisinde yer almıştır. Aynı şekilde 1990 yılında 47 ülkede yaşayan 1,2 milyar kişi; 2014 yılında 84 ülkede yaşayan 3,6 milyar kişi yüksek ve çok yüksek insani gelişmişlik kategorisinde yer almıştır. Her yıl yayınlanan İnsani Gelişme Raporu’nda insani gelişmenin diğer boyutlarına ilişkin önemli tespitler yapılmakta, farklı temalı endeksler ayrı ayrı yayınlanmakta ancak bu boyutlar İnsani Gelişme Endeksi hesabında dikkate alınmamaktadır. Bu nedenle İnsani Gelişme Endeksi, insani gelişmenin gelir, eğitim ve sağlık boyutu ile sınırlı kalmaktadır. İnsani Gelişme Endeksinin gelir boyutunun ötesine geçmekle birlikte çok dar bir bakış açısında kalması, göstergelerin yapısı gereği bazı ülkelerin yoğun çabalarının ve ilerlemelerinin çok daha geç görünebilmesi, nihai endeks değerinde gelirin etkisinin yüksek olması, insani gelişmenin boyutlardan eğitim ve sağlık ile sınırlı kalması gibi eleştiriler bulunmaktadır. OECD, daha önceki eleştirileri göz önünde bulundurarak daha geniş bir bakış açısı ile ülkelerin durumlarını 11 boyut üzerinden değerlendiren Daha İyi Yaşam Endeksini (Better Life Index) 2011 yılında geliştirmiştir. Bu boyutlar; konut, gelir, iş, topluluk, eğitim, çevre, sivil katılım - yönetişim, sağlık, yaşam memnuniyeti, güvenlik ve iş- yaşam dengesidir. 34 üye ülkenin yanı sıra Rusya ve Brezilya ile birlikte toplam 36 ülke için gelir boyutunun yanı sıra çok çeşitli açılardan karşılaştırma imkânı sunulmakta ve ülkelerin görece düşük performansa sahip oldukları alanların tespitini sağlamaktadır. 11 boyut toplam 24 gösterge ile ölçülmektedir. Yaşam memnuniyeti tek gösterge ile ölçülürken iş boyutu 4 gösterge ile ölçülmektedir. Boyutların ölçüldüğü gösterge sayıları farklı olmakla birlikte her bir boyutun görünümü hesaplanırken ilgili göstergelere eşit ağırlık verilmektedir. Boyutların görünümü ortaya çıktıktan sonra her bir boyuta eşit ağırlık verilerek Daha İyi Yaşam Endeksi değerine ulaşılmaktadır.


24 AİLE | Ekim Kasım Aralık 2015 | 12 >

Dosya

>

Yo k s u l l u k l a M ü c a d e l e n i n G e l i ş e n Ya p ı s ı n a U y g u n Ye n i Ö l ç ü m Yö n t e m l e r i

tasarlanmıştır. Boyutlara ilişkin nihai görünümü oluşturan alt detaylarda da performans durumunun net olarak görülmesi için her boyut, boyutun farklı ancak birbiriyle ilişkili olan yönlerini yansıtan dört bileşene bölünmüştür. Bileşenlerin görünümü ise 52 değişken ile hesaplanmaktadır.

Daha İyi Yaşam Endeksi, ülkelerin görünümünü çok çeşitli açılardan ortaya çıkarması ile İnsani Gelişme Endeksinin bakış açısını geliştirmiştir. Ancak çok az sayıda ülkeye ilişkin sonuç vermesi, her boyutu yeteri kadar gösterge ile açıklamaması ve boyutlara, göstergelere eşit ağırlık verme yöntemini benimsemesinin bilimsel bir temele oturtulmaması gibi yönlerden eleştirilebilmektedir. Mevcut ekonomik ve toplumsal istatistiklerin ve ölçüm yöntemlerinin yetersizliği nedeniyle geliştirilen ürünlerden biri, New York merkezli Social Progress Imperative tarafından Harvard Üniversitesi ve MIT akademisyenlerinin uluslararası iş çevreleriyle gerçekleştirdikleri görüşmeler sonucu ortaya çıkarılan Sosyal Gelişme Endeksidir. Çalışmada ilk başta sosyal gelişmenin tanımı yapılmış daha sonra tanımın içindeki boyutlar tespit edilmiştir. Sosyal gelişme; toplumun, üyelerinin temel insani ihtiyaçlarını karşılama; vatandaşların ve toplulukların yaşam kalitelerini geliştirmeye ve sürdürmeye imkân sağlayan temel yapı taşlarını kurma ve tüm bireylere tam potansiyellerine ulaşmaları için ortam yaratma kapasitesi olarak tanımlandığı için Sosyal Gelişme Endeksi de temel insani ihtiyaçlar, refah tesisi ve fırsat boyutu olmak üzere üç boyutta ölçülmektedir. Sosyal Gelişme Endeksi, ülkeler ile ilgili olarak daha derin analizlerin yapılabilmesine imkân verecek şekilde boyut, bileşen ve değişken olarak üç katmanlı şekilde

Endeksin kademeli ve bölümlenmiş yapısı sayesinde her gelir düzeyindeki ülkenin başarılı olduğu ve zayıf kaldığı alanlar gösterilmektedir. Böylece hem yüksek hem düşük Sosyal Gelişme Endeksine sahip ülkelerin geliştirmesi gereken alanlar, endeksin boyutları, her boyutun bileşenleri ve hesaba dâhil edilen değişkenleri sayesinde belirlenebilmektedir. Herhangi bir boyutu diğerlerinden daha önemli kılacak kabul görmüş bir neden olmadığı için boyutlar eşit ağırlıklandırılmıştır. Bileşenlerin ölçüldüğü değişkenlerin ağırlıkları ise temel bileşen faktör analizi ile belirlenmiştir. Bu durumda her yıl endeks hesaplanırken faktör analizi ile ağırlıklar belirlenmektedir. Sosyal alandaki göstergelerin bir ülke için bir yıl sonra büyük değişiklik göstermesi durumu nadirdir. Ancak her yıl eklenebilecek yeni değişkenler ve hesaplamaya dâhil edilebilecek yeni ülkeler nedeni ile o yılki veriler üzerinden yapılan faktör analizi ile tespit edilen değişken ağırlıklarında farklılaşma olabilecektir. Sosyal Gelişme Endeksi, ülkelerin temel kalkınma mücadelesine ilişkin bilgi sağlarken ülkelerin hangi alanlarda başarılı olduğunu ve hangi konularda düşük performans gösterdiğini boyutları ve bileşenleri aracılığıyla ortaya çıkmaktadır. Ancak bunları 52 gösterge ile hesaplamaktadır. Bu nedenle diğer yöntemlere kıyasla çok daha fazla sayıda ve farklı alanda gösterge içermektedir. Modelde dâhil edilen değişkenlerde iki hususa önem verilmiştir. Değişkenlerin içsel geçerliliğe sahip olması yani amaçladığı ölçümü yapabilmesi ve çalışmaya dâhil edilen ülkelerin hepsine, en azından çoğuna ilişkin olarak aynı kurum tarafından aynı yöntemle ölçülen verilerin mevcut olması şartları değişkenlerin seçiminde belirleyici olmuştur.


12 | Ekim Kasım Aralık 2015 |

Değişkenler belirlenirken girdileri temsil eden değişkenler değil çıktıları temsil eden değişkenler tercih edilmiştir. Her iki türdeki değişkenler de ülkeler için önemli mesajlar vermektedir. Örneğin sosyal çıktıya dönüşümü zaman alan eğitim, sağlık gibi alanlarda ülkemizin yaptığı yatırımlara rağmen İnsani Gelişme Endeksi’nde bu alanlardaki görünümümüzün iyileşmesi zaman almaktadır. Girdi değişkenlerinin kullanıldığı modellerde yatırımların oluşturacağı iyileşmeye dair önemli mesajlar alınabilecektir. Model özellikle Amartya Sen’in yapabilirlik yaklaşımı üzerine kurulmuştur. Bu nedenle refah çok boyutlu şekilde analiz edilmiştir. Gıda açığı, anne çocuk ölümü gibi daha önceki çalışmalarda da yer alan göstergelerin yanı sıra şiddet suçu seviyesi, hava kirliliği nedeniyle ölüm sayısı, internet kullanımı, yükseköğrenime devam gibi diğer çalışmalarda yer verilmeyen göstergeler de kullanılmıştır. Özellikle özgürlüklere ve kişisel haklara, toplumun tolerans ve hoşgörü seviyesine, hakların kullanım seviyesine önem verilmiştir. Sosyal Gelişme Endeksi’ni önceki çalışmalardan ayıran beş özellik gözetilmiştir: 1-Ekonomi temelli olmayan göstergeler kullanılmıştır. 2-Girdileri değil, sosyal çıktıları temsil eden göstergeler kullanılmıştır. 3-Toplam sosyal gelişme puanına çok sayıda gösterge dâhil edilmiştir. 4-Model; boyutlar, bileşenler ve göstergeler arasındaki ampirik araştırmalara imkân verecek şekilde yapılandırılmıştır. 5-Göstergelerin genişliği, modeli her gelir seviyesindeki ülkeye uygun hâle getirmiştir. Endeksin açıklanan yapısı ve özellikleri, daha önceki endeks çalışmalarına yöneltilen pek çok eleştiriyi karşılayacak ilerlemelerin sağlandığına işaret etmektedir.

AİLE 25

Sosyal Gelişme Endeksi ilk yayınlandığı 2013 yılında 50 ülkeye ilişkin sonuç üretirken 2015 yılı itibariyle 132 ülkeye ilişkin sonuç üreterek kapsamını geliştirmiştir. Hem göstergelerin içeriğindeki zenginlik hem de çok sayıda ülkenin kapsama alınması endeksin kullanılabilirliğini geliştirmiştir. Bunun bir sonucu olarak son dönemde Dünya Bankası’nın endekse ve içeriğine ilgisi artmış, endeks çalışmasına danışmanlık yapan Harward Üniversitesi Ekonomi Profesörü Michael E. Porter ile ortak çalışmalar düzenlenmiştir. 2008 yılı Nobel Ekonomi Ödülü sahibi Joseph Stiglitz ve Amartya Sen ile Jean Paul Fitoussi’nin yer aldığı; GSYİH’nın ölçüm sorunları ile birlikte ekonomik performans ve sosyal gelişmenin belirleyici olarak sınırlılığının ve sosyal gelişmenin daha iyi ölçülebilmesi için eklenmesi gereken bilgilerin ve ölçüm araçlarının araştırılmasını amaçlayan Ekonomik Performans ve Sosyal İlerlemenin Ölçüm Komisyonu raporunda, “Ne ölçtüğümüz, ne yaptığımızı etkiler, eğer ölçümlerimiz kusurlu ise kararlarımız çarpık olur” tespiti yer alır. Buradan yola çıkarak eğer bakış açımız insani gelişmenin sağlanması ise kararlarımızı etkileyecek ölçümlerin insani gelişmeye uygun olarak çok boyutlu olması gerekmektedir. Dünya yıllar içinde sürekli olarak daha iyi hale getirilen ölçüm yöntemleri ile 2030 yılındaki hedeflere ulaşmayı sağlayacak kararları almaya imkân veren araçlara sahiptir. Sosyal gelişmenin doğru ölçümünü sağlayan endeksler sayesinde bir yandan sosyal gelişmeye yönelik gündemimizi ve politika içeriklerini doğru belirleyerek sosyal gelişmeyi sağlayabilir, diğer yandan da sosyal performansın ve potansiyelin ekonomik başarıyı hızlandırıcı şekilde etki doğurmasına yol açılabilir.


26 AİLE | Ekim Kasım Aralık 2015 | 12 >

Eğitim

>

Ç o c u k l a r d a Ya l a n S ö y l e m e

Ayşe Başak Erk

Uzm. Gelişim Psikoloğu

Çocuklarda

Yalan Söyleme

Çocuklarda farklı gelişim dönemlerine göre yalan söylemeye bir bakış >> Çocuğum Yalan Söylüyor! Çocukların farklı gelişim dönemlerinde farklı tür yalanlar söylediklerini gözlemleyebiliriz. Söyledikleri yalanların sebepleri çok farklı olabiliyor, yalan söylemek belli yaş dönemlerinde normal bir davranış olarak da ele alınabiliyor. Henüz 3 yaşında gelmeyen çocuklarda yalan söylemek kavramı yoktur. 3 yaştan küçük çocuklar düşüncelerini saklayabildiklerini bilmezler, ne düşünseler annebabalarının görebildiklerine inanırlar. Çocuklar 3-4 yaş civarında ise anne-babalarının veya başkalarının aslında

düşüncelerini göremediklerini fark etmeye başlarlar. 3-4 yaş civarında çocukların hayal gücü çok fazladır, birçok hikâye uydurmaktan hoşlanırlar. Yeni kazandıkları becerilerini, bilgilerini hikâyelere aktarabilirler. Bu hikâyeler, sayesinde gerçek hayattaki birçok rolü deneme fırsatları olur. Gerçekleri hayal güçleri ile saptırarak, abartarak “yalan” söyleyebilirler. 3-4 yaş çocukları zaman zaman hatalı davranışlarını bir başka hayali kişiye atabilir böylece suçluluk duygusunu azaltmış olur. Örneğin; bardağı deviren hayali köpeği olabilir. Bu durumda aslında çocuğun suçluluk duygusunun geliştiği ve duygunun içselleşme sürecinde olduğu gözlemlenebilir. Çocukların 5 yaştan önce söyledikleri yalanların çok önemi olmamakla birlikte, okul çağı çocukları; ebeveynlerini, öğretmenlerini veya arkadaşlarını memnun etme güdüsü ile doğru söylememeyi seçebilir. Okul çağında olan çocuklar artık hayal ve gerçek, doğru-yanlış kavramlarını algılar ve ayırt edebilir. Bu dönemde çocuk başkalarının onaylamayacağı şeyleri yapar ancak bu deneyimi farklı yansıtarak olası yaptırım ve sonuçlardan uzaklaşmaya çalışır. Bu çabasına bilinçli yalan söyleme denilebilir. Bu gelişim dönemindeki çocukların yalan söylemekten veya yalanlarının keşfedileceğinden korkmaları aslında yalanın doğru olmayan, tehlikeli bir olgu olduğunu fark ettikleri anlamına gelir. 5 yaş sonrası, çocukların zaman zaman kendilerini yeterli hissetmediklerine de yalan söyledikleri gözlemlenebilir.


12 | Ekim Kasım Aralık 2015 |

Çocuklar yalan söylemeyi ilk olarak aile içinde öğrenirler. Anne-babanın çocuğunun önünde fark etmeden yalan söylemesi, çocuğunu yalana dâhil etmesi (örneğin: “Zeynep çok hasta bugün gelemeyeceğim” vb.) veya çocuğun onun adına yalan söylemesini istemesi (örneğin: “Uyuduğumu söyle”) yalan söylemenin aile içinde öğrenilen kısmına örnek olarak sayılabilir. Bu nedenle çocuğunuza uygun bir rol model olmak önemlidir. Çocuğunuzun yalan söylediğini fark ettiğinizde bunun ne çeşit bir yalan olduğuna dikkat etmeniz daha sonra yalana sebep olan sorunları keşfetmeniz gerekir. Ancak bu şekilde temelde yatan sorunu fark edebilir ve çocuğunuzla sorunu çözümlemede bir adım atabilirsiniz. Ebeveynler olarak çocuğunuza küçük yaşlardan itibaren doğruyu paylaşmanın daha olumlu olduğunu onu takdir ederek, zor da olsa dürüst olduğunda onu överek ona bunu fark ettirin. Çocuğunuzun yalan söyleyerek sizden

AİLE 27

ilgi almaya çalışmasına fırsat tanımadan onunla her gün kaliteli zaman geçirmeye özen gösterin. Çocuğunuz ile sağlıklı ve güçlü bir iletişiminizin olması koruyucu bir faktördür. Çocuğunuzun yalan söylediğini fark ettiğiniz her durumda kararlı bir tutum izlemeniz önemlidir. Bu durumda çocuğunuzu cezalandırmak veya itiraf etmesini sağlamak için baskı uygulamanız uygun olmayacaktır. Bu tür sert tutumlar yalanların pekişmesine neden olabilmektedir. Çocuğunuzun yalan söylemedeki sebeplerini bulmaya ve direk o sorunu çözmeye odaklanın. Örneğin hangi zamanlarda hangi durumlarda yalan söylediğine dikkat edebilirsiniz. Çocuğunuz yalan söylediğinde onu ödüllendirmemeye özen gösterin. Hatasını telafi edebilmesi için ona fırsat verin. Çocuğunuzun yapısını ve özelliklerini iyi tanıyın, ona uygun hedeflerinizin-beklentilerinizin olduğu konusunda kendinizi kontrol edin. Ayrıca çocuğunuza olumsuz duygu ve durumlar ile de baş etmeyi öğretmeniz ona yardımcı olacaktır.


28 AİLE | Ekim Kasım Aralık 2015 | 12 >

Teknoloji

>

Y e n i N e s i l Te k n o l o j i l e r v e Y e n i N e s i l A i l e

Ahmet Rasim KALAYCI

Yeni Nesil Teknolojiler ve Aile ve Toplum Hizmetleri Genel Müdürlüğü

Yeni Nesil Aile

>> YENİ BİR NESİL KARŞIMIZDA Şimdi gündelik hayatımızı düşünelim; cep telefonumuz, dizüstü-masaüstü bilgisayarımız, geniş ekran televizyonumuz… Bu teknolojiler hep elimizin altında ve bunlar sayesinde yeni bir görsel ya da dijital kültürün içindeyiz. Sonuçta, bu teknolojiler gündelik hayatımızı derinden ve hızla değiştiriyor. Son nesil teknolojiler gündelik hayatımızın neredeyse vazgeçilmezi.

Akıllı telefonlar, çok kanallı ve duvara asılan (lcd/plazma vb.) televizyonlar, dünyayı önümüze getiren internet karşısında adeta bir akıl tutulması yaşıyoruz. Teknolojinin başını çektiği bu hayat biçimine ve kültürüne ayak uydurmaya çalışıyoruz.


12 | Ekim Kasım Aralık 2015 |

Artık yeni bir nesil karşımızda; dijital nesil… Bu neslin kültürü adeta ailemize yeni bir üye olarak çok sessiz ve hızlı bir şekilde girdi. Öyle ki bu teknolojiler, yeni neslin adeta ebeveyni, öğretmeni, arkadaşı, dostu, kılavuzu, yoldaşı kısacası olmazsa olmazı haline geldi. Sabit telefon için yıllarca bekleyen, tek kanallı televizyonlarda programları kaçırmayan, akranlarıyla sokakta oynayan bir nesil, şimdilerde bu dünyaya tutunmaya çalışıyor. Akıllı telefonlar, çok kanallı ve duvara asılan (lcd/plazma vb.) televizyonlar, dünyayı önümüze getiren internet karşısında adeta bir akıl tutulması yaşıyoruz. Teknolojinin başını çektiği bu hayat biçimine ve kültürüne ayak uydurmaya çalışıyoruz.

YENİ BİR KÜLTÜR KARŞIMIZDA Artık sanal dünyanın, dijital çağın egemenliği yükseliyor. Artık siz, çocuğunuzla bu araçları kullandığınız ölçüde iletişim kurabiliyor hatta “itibar” görüyorsunuz. Öyle ki bu teknolojileri bildiğiniz oranda bir işe girebiliyorsunuz. Önceleri mahalle bakkalınızdaki malların binlerce çeşidi, şimdi bir tık uzağınızda. Kullan at, tüket… Paran varsa her şeyi alabilirsin mesajı veren reklâmlar, dizilerden, sinema filmlerinden, telefonun bilgisayarın ekranından, açık hava reklâm panolarından bizlere gülümsüyor. Şu sıralar sanal dünyanın sundukları karşısında ekranların başından neredeyse kalkamıyoruz. Artık, modern dünyanın bu hikâye anlatıcısının hükümranlığı her yerde ve farklı mecralarda bizi yakalıyor; ister çocuk, ister yetişkin, ister anne-baba olalım, durum böyle. Günümüzde, model alabileceğimiz, akıl danışacağımız yakın ve yüz yüze konuşabileceğimiz kişiler yok artık. Deneyimlerini, öykülerini dinlediğimiz akraba, aile büyükleri neredeyse tedavülden kalkmış gibi. Bunların yerine uzaktan görüp, işittiğimiz, sanki içinde olduğumuzu sandığımız sanal kişiliklerin dünyalarında geziniyoruz. Yani, hayatı anlama modellerimizi, örneklerimizi yüz yüze,

AİLE 29

birlikte yaşayarak kazanmıyoruz. Bir başka deyişle kaybettiklerimiz; mahalledekilerle futbol oynadığımız sokak, “bir maniniz yoksa size gelebilir miyiz?” diyen komşularımız, bize şeker dağıtan bakkalımız, yürüyerek gidebildiğimiz mahalle mektebimiz, komşu ve akrabalarımızla cümbür cemaat gittiğimiz pikniklerimiz, elimiz terleyerek hatta kekeleyerek sinemaya davet ettiğimiz arkadaşımız, aile çay bahçelerimiz, çekirdek çitlediğimiz gazoz içtiğimiz açık hava sinemalarımız, bu beyaz sayfayı bana ayırdığın için teşekkür edip aşkımızı itiraf ettiğimiz hatıra defterlerimiz… Yok artık…

YAKINLAR UZAK, UZAKLAR YAKIN Artık bizlere yeni bir gündelik hayat ve kültür sunuluyor. Sanki istediklerimiz her an elimizin altında. Sahip olunması, tüketilmesi, gösterilmesi istenen her şey bir tık kadar bize yakın. Aslında teknolojinin bu tür kullanımı bize şu mesajı veriyor; “Kimseye katlanmadan, birlikte olma zahmetine girmeden işlerini halledebilirsin, tek başına sen yetersin”. Önceleri sadece ekranda izlediğimiz zenginliğin, gücün, gösterişin, tüketici kültürün hayatın en önemli değerleri olduğunu sunan diziler, filmler, magazin haberleri, reklâmlar… Benzerlerini görüp rahatlayıp, halimize şükrettiğimiz kahramanlar… Yaşamımızda belki hiç görmediğimiz ya da görmeyeceğimiz kadar çok şiddet, tecavüz sahneleri… Şimdi yeni iletişim teknolojileri ile hemen her yerde karşımızda. Artık dizüstü bilgisayarda, akıllı telefonlarda, çok kanallı geniş ekranlarda, açık hava reklam uygulamalarında, AVM’lerde, otobüs/metro içinde hatta tuvaletlerde bile gözümüzün önüne getiriliyor. “Kaçış yok artık”.


30 AİLE | Ekim Kasım Aralık 2015 | 12 >

Teknoloji

>

Y e n i N e s i l Te k n o l o j i l e r v e Y e n i N e s i l A i l e

İLERLİYORUZ VE GERİLİYORUZ Yeni teknolojilerle inanılmaz ilerlemeler katediyoruz. Buna rağmen arkadaşlıklarımız, dostluklarımız, dayanışmalarımız, yardımlaşmalarımız, sohbetlerimiz, gidip gelmelerimiz, hafta sonu gezilerimiz azalıyor; ilişkilerimiz, insanlığımız geriliyor, eski sıcaklığı ve muhabbeti bulamıyoruz. Çünkü bunlardan bizi alıkoyan bir gündelik hayatı yaşıyoruz. Çocuklar ailelerinden çok bakıcılara, kreşlere, okullara, dershanelere, arkadaşlara, televizyona, şimdilerde ise sosyal paylaşım sitelerine, “online” oyunlara, akıllı telefonlara emanet ediliyor. Hatta yetişkinler bile bu mecralardan eşini, arkadaşını bulmaya çalışıyor, dünyayı buradan izliyor, muhabbetini buradan yapıyor. Böylece, daha çok dayanıklı tüketim malımız oldu. Arabamızın, telefonumuzun, bilgisayarımızın modeli yükseldi, daha çok kıyafetimiz oldu. Bunları elde etmenin yolunun daha iyi bir diplomadan, daha çok yabancı dil bilmekten, daha yüksek maaşlı bir işe girmekten ve diğerleriyle yarışmaktan geçtiğini daha derinden anladık. Bizim bunu anlamamız için ne yapmamız gerektiği mesajı, şimdilerde yeni iletişim teknolojileriyle artık her yerde karşımıza çıkıyor, yani internette, televizyonda, sokakta, işyerinde... Mesaj gayet açık; bunlara sahip olmak için rekabet et, yarış, diğerlerini alt et, parayı kazan, harca ve göster… Kaçış yok. Yeni iletişim teknolojilerinin kucağında büyüyen yeni neslin dünyası, zamanı ve zihni artık bu teknolojiler yoluyla biçimleniyor.

SİSTEMİN YENİ KURTARICISI: YENİ NESİL TEKNOLOJİLER Artık yeni nesil teknolojiler hayatımızın her yerinde yani küresel çalışıyor. Bu teknolojiler tercihlerimizi izliyor,

kaydediyor; buna göre yeni yol ve yüzlerle karşımıza çıkıyor. Peki, bunu niçin yapıyor? Çünkü var olabilmesi için arzuyu tetiklemek, talebi yaratmak ve tükettirmek zorunda. Sayar’ın dediği gibi; “Kapitalist sistem, arzuyu üretmeye ve pazarlamaya yönelik bir sistem. İnsanlar malıyla ve gösterişle saygınlık kazanma peşinde”. Toplum, bu yüzden tüketim toplumudur. Aile yerine tüketici birey, kadın ve çocuk ön plana çıkmıştır. Her şeyinizi sanki o planlıyor, sizin adınıza neyi satın almanız, tüketmeniz gerektiğini o söylüyor. Bu yönde bütün araçlarıyla ve yollarıyla bizi iknaya çalışıyor. Cep telefonunuza gelen aramalar, mesajlar, e-postanıza gelen reklâmlar, internet sitelerini tıkladığınızda, televizyonda, otobüslerde, trenlerde, uçakta hatta tuvalette karşınıza çıkan reklâmlar “sana her yol açık, bir tıkla istediğini alabilirsin” diyor. Yani bunlar yeni “ değerler, kimlikler” olarak sunuluyor. Ancak bunlara ulaşmak için daha çok çalışmalısın. Yani bu şu demek; bu esarete daha çok bağlanıyoruz. Teknolojilerin gittikçe gelişmesi, insanlığın hizmetine sunulması ve olumlu kullanılması elbette faydalı bir değişim. Ancak gözden kaçırmamamız gereken şu; günümüzde sistemin en önemli araçları haline gelen bu


12 | Ekim Kasım Aralık 2015 |

teknolojinin neye hizmet ettiğine, hangi amaçlar için kullanıldığına, erişebilirliğine, maliyetine de bakmamız gerekiyor. Ne yazık ki gerçekler, gelişmişlerin kaynaklara erişim, zenginlik, güç alanlarındaki hükümranlığının hala sürmekte olduğunu gösteriyor. Hatta bu teknolojileri üretme, kullanma ve yararlanma konusundaki eşitsizliğin farklı boyutlarıyla devam ettiği de açık şekilde gözler önüne seriliyor. Bizler bunlara yüksek maliyetler ödeyen tüketicileriz ve onları üretmeyen bir toplum olarak öncelikle onları bir statü simgesi olarak görüyoruz. Araştırmalar gösteriyor ki, bilgilenmekten çok sohbet ediyor, eğleniyor ve sanal âlemde dolaşıma çıkıyoruz. Bunu fark edebilecek bir bilince ulaşmadığımız sürece, bizlerin bu yolla kullanıldığımızı, sömürüldüğümüzü fark edebilmemiz ve failleri bilebilmemiz neredeyse imkânsız görünüyor. Çünkü bu teknolojiler, egemenliklerini sürdürmede yeni ve müthiş olanaklar sunuyor.

HAYATIMIZIN EYLEM HARİTASI Teknolojinin servis ettiği enformasyonla aslında gerçeklerden (bi)haberdar oluyoruz. Bir tıkla kredi alıyor yani daha çok borçlanıyoruz, daha çok çalışmak zorunda kalıyoruz. Sizde uyandırdığı yapay arzuyla sizi tükettiriyor. Size sanal âlemde üzerinde oynayabileceğiniz yeni bir kimlik, benlik giydirebiliyor. Öyle ki önümüze gelen bu (sanal) dünya, işyerinde, evde, okulda, otobüste, serviste her isteğimizi karşılıyor hissi yaratıyor. Bundan dolayı, sohbet için komşunuzun kapısını çalmanıza, eşinizle, arkadaşınızla sinemaya gitmenize, ödeme yapmak için bankaya, hatta alışveriş için markete, gazete almak için büfeye gitmenize, bir yerleri görmek için yolculuğa çıkmanıza, oyun oynamak için arkadaş bulmaya ihtiyacınız yok. Çünkü sosyal medya, istediklerimizi veren bir sanal dünyaya

AİLE 31

çağırıyor bizi. Peki, sanal medya bunu neden yapıyor? Özellikle yeterli olanaklara, güce sahip olamayanlar için adeta bir avunma, rahatlama mekânı oluşturuyor. Zenginliği, gösterişi, yakışıklı modern prensleri, çekici kadınları, güzel evleri, arabaları maliyet ödemeksizin önümüze getiriyor. Bir başka deyişle, bunları elde etmek için gündelik hayatınızda yapmanız gereken davranış, değer, model ve kişilikleri sunuyor. Ne yaparsanız yükseleceğinizi, nasıl itibar görüp aferin alabileceğinizi, işinizi, eşinizi nasıl kazanabileceğinizi gösteriyor.

SON SIĞINAĞIMIZ AİLE Böylesi bir dünyada, aile evde buluşuyor ama birlikte mi? Aile, sorunlarımızın çözümlendiği, hislerimizin karşılık bulabildiği önemli bir yer olmaya hala devam ediyor mu? Benzeri soruları sorma zamanı çoktan geldi, geçiyor. Bunların yanıtları, nasıl bir gündelik hayatı yaşadığımızla hatta yaşamak zorunda bırakıldığımızla çok yakından ilgili. Şimdilerde televizyonla, cep telefonuyla, büyük bir cazibe alanı yaratan internetle ve tabii ki bu mecranın modern insana sunduğu en yeni olanak olan sosyal paylaşım siteleri ile adeta yeniden biçimleniyoruz. Neredeyse her an ve her yerde ailenin her bir üyesini yakalayabilen bu teknolojiler, adeta zihinlerimizin yeni efendileri haline gelmiş durumdalar. Artık odalarımızda diğer aile bireylerine ihtiyaç duymadan kendi keyfimize hitap eden yeni teknolojilerimizle sanal âlemlere dalıyoruz. Belki de hiç görmeyeceğimiz ya da günlük hayatta yan yana gelemeyeceğimiz kişilerle sohbet edebiliyoruz. Bunun için yüz yüze gelmemize, ilişkiyi sürdürebilmek için çaba sarf etmemize gerek kalmıyor. O zaman teknoloji benim, ailemin ve çocuğumun neyi oluyor, sorusu akla gelmelidir. Yani, bilgisayar, internet, sosyal paylaşım ağları, bilgisayar oyunları, görüntülü dokunmatik cep telefonları, geniş ekran son teknoloji ürünü televizyonlar…


32 AİLE | Ekim Kasım Aralık 2015 | 12 >

Teknoloji

>

Y e n i N e s i l Te k n o l o j i l e r v e Y e n i N e s i l A i l e

Çocuğumuz kendi odasında bunlarla bir arada ise, komşu apartmandaki çocuklara ihtiyacı kalmıyor, hatta kardeşiyle, anne babasıyla birlikte daha fazla zaman geçirme, bir şeyler paylaşma isteği de azalıyor. Çünkü önündeki bilgisayar aracılığıyla dünyadan “haber” alabilmekte, hatta yüz yüze görüşmediği, birlikte olup paylaşımda bulunmadığı birçok arkadaşıyla “iletişim” kurabilmektedir. Yaşadığımız bu hayatta yeni teknolojilerin gördüğü işlevler, gerçek anlamda bilgilenmemize, farkında olabilmemize dair yeterli bir bilinç oluşturmuyor. En başta yaşadığımız hayatın mantığını kavramamıza, eşle dostla, akrabalarla ve de arkadaşlarla bir araya gelmemize, fikir ve deneyimlerimizi paylaşmamıza hatta sorunların çözümünde dayanışmamıza pek izin vermiyor. Çünkü bu hayat, benzerleriyle yarışıp öne geçen, kendi başının çaresine bakanların işine geliyor. Bu türden bir gündelik hayatın içinde yer aldığımızda, televizyon ve internet başındaki dünyalarla iletişimimiz kendi bölünmüşlüğümüzü, yalnızlığımızı daha da derinleştiriyor. Aslında, sosyal ağlar yoluyla yaşadığımız sanal ilişkiler, kurduğumuz sanal topluluklar, online oyunlar, gerçek hayatın bizlere vermediği, bizim de elde edemediğimiz bir çok şeyi gerçek anlamda olmasalar da önümüze getirmesinden dolayı isteniyor çünkü bu sanal dünya geçici ve yanıltıcı bir rahatlama sağlıyor. Sonuçta; benzerlerimizi bulma ve yalnız olmadığımızı hissetme adına, sanal dünyanın açmış olduğu yollar (sosyal paylaşım siteleri/sanal guruplar vb.) bizlere ilgi çekici ve farklı geliyor ve alternatif bir iletişim kanalı olarak görülüyor. Artık özellikle gençler için dünyadan haberdar olmak ve eğlenmek bu mecrada gerçekleştirilebilecek aktiviteler olarak öne çıkıyor. Yeni nesil bireyler gerçek dünyadan çok hayatı, değerleri, ilişkileri oradan görmekte, kendince bilgilenmekteler. Bundan dolayı günümüzde aile kurumunun, orta ve alt-orta sınıf için, eski işlevlerine* yetecek gücünü, ortak mekân olma

özelliğini bile yitirmeye başladığını görüyoruz. Hatta Oskay’a göre, aile evde birlikte olduğunda bile iletişim, değertutum öğretimi gibi süreçler, medya üzerinden işlemekte, aile bireyleri kalabalık içinde dahi yalnızlık odacıkları oluşturmaktadırlar. Diğer yandan, aile kurumunun gücünde ve işlevlerinde görülen bu kayma, onun, bireylerin beklentilerini karşılama ve tatmin edebilme yeteneğinin de yitirilmesine yol açıyor. Onun içindir ki, işimizi, eşimizi, dostumuzu kaybetmemek hatta yükselebilmek, aferinler almak adına gücümüzü, vaktimizi ve özetle her şeyimizi öne geçme, daha çok kazanma mantığına seferber ediyoruz. Bu nedenle, günümüzün yalnızlaşan insanı için aile ve ev ortamı, yaşanılan sistemin ona vermediği karşısında bir ölçüde de olsa kendisinin rahatlayabileceği, hissiyatının karşılık bulabileceği tek mekân olarak görünmeye başlamıştır. Onun içindir ki Sayar’ın şu saptaması, bu kurumun yerine neredeyse insanlık tarihi boyunca neden başka bir şeyin konulamadığının da ipucunu vermektedir: “Aile, kalpsiz bir dünyada son sığınaktır” Ünsal Oskay, Kitle İletişiminin Kültürel İşlevleri, A.Ü SBF Yayınları, 1982 Kemal Sayar, Ruh Hali, Timaş Yayınları, 2011 *yaşamdaki değer, tutum ve davranışların eğitim-öğretimi ve taşıyıcısı, dayanışma-yardımlaşma ünitesi, maddi/ manevi doyumun karşılanması vb.


12 | Ekim Kasım Aralık 2015 |

AİLE 33

Necati BULUT

Türk-Osmanlı Aile ve Ev Kültürüne

Mimari ve Sosyoloji Penceresinden Kısa Bir Bakış >>

Türk-Osmanlı kültüründe aile, kadın ve sosyal hayat konuları üzerine çeşitli araştırmalar yapmış olan ünlü İngiliz Şarkiyatçı Lucy Garnett çalışmalarını, Osmanlı’daki katmanlı aile yapısı, genç yaşta evlenme ve çok ailelitek haneli yaşam üzerine yoğunlaştırmıştır. Araştırmacı, sosyolojik tespitlerinin çıkış noktasına kültürel ve ekonomik gereksinimleri koymuştur. Garnett’a göre İngiltere veya Avrupa’nın birçok bölgesinde gençler evlenirken bireysel sorumluluk alır ve kuracakları yuvanın tüm ekonomik yükünü daha en başından sırtlardı. Batılıların aile yaşamında bireyselliği ön plana çıkaran bakış açısı, daha ileri yaşlarda gerçekleşen izdivaçlara neden olurdu. Anlaşılıyor ki Garnett, bu yaklaşım tarzıyla birçok Şarkiyatçıda görülebilen mesleki deformasyonla kendi kültürüyle diğerini karşılaştırma yoluna gitmiştir. Batılı kaynakları günümüz bilgi çağının imkânlarıyla daha objektif yaklaşımlarla inceleyebilen bizim gibi sosyal bilim uzmanları ise meseleyi daha kapsayıcı ve gerçekçi görüşlerle ele alabilmektedir. Batı kültür dairesinden beslenen bireyin, aile birliğinden bir an önce kopma eğiliminin daha sonra köksüzlük hissi ve aidiyet kuramama problemine dönüşmemesini ise ancak sosyal hafızasında bulunan bu türden bir gelenek boşluğuna bağlayabiliriz.

Batı kültür zaviyesinden bakıldığında, kadim Osmanlı aile yapısı ve hatta oldukça yakın bir döneme kadar ulaşan Türk kültür hayatındaki güçlü ataerkil yapı dikkat çekicidir. Bu yazımızda Garnett’ın düştüğü yanlışa düşmeyip bir tür kültürler arası mukayese yapmadan geç Osmanlı ve Türk aile yapısındaki güçlü fenomenleri biraz mimari, biraz sosyoloji bilimlerine temas ederek anlamaya çalışacağız. Batı kültür zaviyesinden bakıldığında, kadim Osmanlı aile yapısı ve hatta oldukça yakın bir döneme kadar ulaşan Türk kültür hayatındaki güçlü ataerkil yapı dikkat çekicidir. Yeni evlenen bireyin, birkaç kuşağın birlikte yaşadığı çok aileli bu örüntüyü ekonomik bir korunak olarak ele aldığını ve gelini, mevcut yapıya mecburen dâhil edilmiş bir birey gibi gördüğü sanılabilir. Garnett, Osmanlı’daki kalabalık aile düzenini açıklamaya çalışırken Türk gençliğinin eşleri ve gelecekte kuracakları aileleri geçindirmek için gerekli maddi kaynakları bulmak amacıyla orta yaş dönemlerini beklemek gibi bir mecburiyetleri olmadığını da söyler. Gençlerin erken yaşta evlenmelerini de bu ekonomik külfetsizliğe


34 AİLE | Ekim Kasım Aralık 2015 | 12 >

Kültür

>

Türk-Osmanlı Aile ve Ev Kültürüne Mimari ve Sosyoloji Penceresinden Kısa Bir Bakış

Osmanlı konakları deyince söylemeden edemeyeceğim özel bir mimari detaya değinmeli. Cumbalar… Ne güzel, ne ince düşünülmüş bir mimari ayrıntıdır sahiden de. Özellikle İstanbul konaklarının önünde durup şöyle bir kafanızı kaldırdığınızda gördüğünüz cumbalar, adeta ait oldukları evlerden, sofalardan kurtulup da kendilerini sokağa atmak isteyen canlı birer varlık gibidirler. Bu ayrılma hatta kopma isteği cumbaların içerden çok dışarıyla olan ilişkisine yorulabilir. bağlar. Bir oryantalistin, yaşadığı kültürel yapı dikkate alındığında Osmanlı-Türk aile yapısındaki bu hiyerarşik birlikteliği ekonomik nedenlere bağlamasını kolaylıkla anlayabiliriz. Elbette bu anlayışımız Garnett’ın tespitinin yanlış, daha doğrusu eksik olduğu gerçeğini değiştirmez. Hepimiz aile köklerimize şöyle bir dönüp baktığımızda (ki bu oryantalistin yaptığı gibi dışarıdan değil, içeriden bir bakış olacaktır), çok aileli hane yapısının ekonomik zaruretlerden çok, birlikte hareket etme ve toplumsal ahenk duygusunu sağlamaya yönelik bir gelenek olduğunu biliriz. Söz gelimi Osmanlı mimari anlayışında dikkat çekici estetik güzellikleriyle önemli bir yer tutan konaklar… Çok odalı yapısı, sofaları, bireysel ve ortak kullanım alanlarıyla birlikte yaşama prensibi doğrultusunda ortaya çıkmış mimari yapılardır. Böylece dıştan bakıldığında komün hayatı, içten bakıldığındaysa müstakil ve kişisel alanları bulunan bir özerk yapı dikkati çekmektedir. Bir ağaca teşbih yaparak söylersek, konak yaşantısına ayak uyduran genç evli bireyler, böylece hem köklerini hem de aileye yeni katılacak olan çocuklarını bu ortamda yetiştirmek kaydıyla yapraklarını beslemiş olurlar. Hazır söz konaklardan açılmışken konumuzla yakından ilgili olmasa da Osmanlı konakları deyince söylemeden edemeyeceğim özel bir mimari detaya değinmeli. Cumbalar… Ne güzel, ne ince düşünülmüş bir mimari ayrıntıdır sahiden de. Özellikle İstanbul konaklarının önünde durup şöyle bir kafanızı kaldırdığınızda gördüğünüz cumbalar, adeta ait oldukları evlerden, sofalardan kurtulup da kendilerini sokağa atmak isteyen canlı birer varlık gibidirler. Bu ayrılma hatta kopma isteği cumbaların içerden

http://www.hergun1kare.com/wp-content/uploads/2011/09/cumbaba.jpg

çok dışarıyla olan ilişkisine yorulabilir. Her ne kadar mimari hesap kitaplar ile gün ışığından daha fazla faydalanma, kullanım kolaylığı gibi amaçlar için dizayn edilmiş çıkıntılar olsa da “Efendim alt katlar daha rutubetli olduğundan üst mekânlardaki oturma alanlarını artırmak maksadıyla yapılmışlardır” dense de bence cumbalar sadece Osmanlı kadınları için tasarlanmış ruhsal rahatlama alanlarıdır. Aynı zamanda kadının tavır ve edasına oldukça uygun “cinsilâtif” korunaklardır da. Eğri oturup doğru konuşmak gerekirse, kadın meraktan mamul bir latif-i beşerdir. Natura meselesi bir yerde... Konu dâhilinde neden, niçin araştırması yapmak da nafile bir çaba olur kanaatimce. Bu tespitin bir tür hüsnükuruntu olduğunu düşünüyorsak onca Kerime Nadir romanını neden hep kadınların okuduğunu, bu


12 | Ekim Kasım Aralık 2015 |

AİLE 35

Birçok Osmanlı kadınının birkaç lisanı çok iyi bildiği, müziğe, güzel sanatlara yatkın olduğu, söz gelimi piyano çalabildiği, resim yapabildiği gerçeğini de özellikle Tanzimat romanlarından anlayabiliyoruz.

http://3.bp.blogspot.com/_vbmaK8cNg7A/TAapCLV-EcI/AAAAAAAABO4/51kQlsLAwGU/s1600/DSCN6551.JPG

mahir muharrirden erkeklerin uzun zaman neden haberi olmadığını düşünmek lazım. Yeşilçam melodramlarının akıbeti de aynıdır. Açık hava sinemalarındaki kadın popülâsyonuna hiç girmiyorum bile. Ünlü yazar Selim İleri, okur kitlesini tarif ederken “Edebiyatı merak okutur, öyle olunca beni de olsa olsa evde kalmış kızlar okur” diyerek, yine bu naçiz latifemize göndermeyle hanım okuyucularını iğnelemekten geri durmaz. Şaka bir yana cinsilâtifin cumba ile ilgili durumu da bu espri üzerine düşünerek anlaşılabilir. Cumbada bulunan pencere konağın sokak üzerindeki konumuna göre etrafı perspektif olarak görebilecek yapıdadır. Bugünün balkonlarının etrafı kapalı olan versiyonu olarak düşünün. Evin hanımı, sokağa kadar sarkan bu mimari alana bir de minder atınca deymeyin keyfine; dantelâlı tül perde ardından al gözüm seyreyle dünyayı. Bu sosyalleşme gereksinimini ancak çağın şartlarına göre düşününce anlayabiliyoruz elbette. Osmanlı aile yapısında kadın, ailenin içe dönük olan ögesidir. Pinhan olandır. Gizemli kalması gerekendir. Cumba ise onun dış ile olan münasebetini sağlar. Oradan bakar aziz İstanbul’a. Osmanlı kadınının sosyal hayata uzak kaldığı fikrinden

hareketle bir nebze olsun dışarı ile olan bağlantısını cumba üzerinden sağladığı böylece netleşmektedir. Tüm bu tespitlerimizden dönem kadını tül perdeler ardında izole edilmiş ve gelişimden uzak kalmıştır anlamı çıkmaz elbette. Birçok Osmanlı kadınının birkaç lisanı çok iyi bildiği, müziğe, güzel sanatlara yatkın olduğu, söz gelimi piyano çalabildiği, resim yapabildiği gerçeğini de özellikle Tanzimat romanlarından anlayabiliyoruz. Tabi bu anlamda Tanzimat, yakın dönem Türk-Osmanlı hayatında çok önemli bir noktada durmaktadır kanaatindeyim. Ev içi düzeninde, aile yaşamında ve insan ilişkilerinde özellikle “Frenk” tarzı yenileşme Tanzimat’ın Türk kültürüne yadigârları olarak sayılabilir. Peki, iyi yanlarını almaya çalıştığımız Batı, bu fikri ve ilmi gerçekliğe ne ara ulaştı, sorusu hemen akla gelebilir. Rönesans ve Aydınlanma Çağı… Ne yazık ki kültürümüzde bu türden bir “titre ve kendine gel” vakası yaşanmadığı için toplumsal hafızamızda içe dönük bir muhakeme refleksi de gelişemedi. Az evvel Osmanlı kadını için dile getirdiğimiz pinhan olma durumunu, bu yönüyle tüm sosyal hayatımıza da uyarlayabiliriz. Doğu kültüründen beslenen bir sanat ürününde ifşa etme geleneği yoktur söz gelimi. Şimdi bile Batı edebiyatına dâhil olmaya çalışmamızın, güzel sanatlar,


36 AİLE | Ekim Kasım Aralık 2015 | 12 >

Kültür

>

Türk-Osmanlı Aile ve Ev Kültürüne Mimari ve Sosyoloji Penceresinden Kısa Bir Bakış

https://c1.staticflickr.com/9/8175/7901158516_a24b6d0649.jpg

fen ve teknoloji hatta spor alanlarında “ne Batılıyız ne değiliz” durumumuz bununla alakalıdır. Edebiyat fakültesi birinci sınıfta elimize tutuşturulan bir Şinasi makalesinde (İstanbul Sokaklarının Tenvir ve Tathiri isimli makaledir), ünlü münevver Doğu ile Batı’nın münasebetinde Osmanlı aydınına düşen görevin Asya’nın akl-ı piranesi ile Avrupa’nın bikr-i fikrini izdivaç ettirmek olduğunu dile getirir. Anlaşılacağı üzere yaşlı da olsa hala güçlü bir erkek olan Asya’nın, genç bir kadın olarak tarif edilen Avrupa’yı nikâhlayıp mutlu olabileceği minvalinde bir istiare yapmıştır merhum. Bu fikir, her ne kadar günümüzde bile tam idrak edilemeyip çoğu zaman yanlış anlaşılsa da önemli bir Tanzimat aydını olan Şinasi’nin özetle anlatmak istediği şey bir klişe ifadeye dönüşmüş olan “Batı’nın iyi yanlarını almalı azizim” tespitinde gizlidir. Neyse mevzu derin ve bu çalışmamızın haddini aşacak büyüklüktedir. Gelelim konak hayatındaki çok odalı yapıya. Türk sivil mimarisindeki konak tipolojisi, standart özellikleri olmamakla birlikte bölge ve arazi yapısına göre tek ya da müstakil alanlar dâhilinde harem ve selamlık bölümlerini içerir. Ailenin sosyoekonomik durumuna göre buna çalışanlar için ayrılmış müştemilat ve sarnıç gibi yapılar da eklenerek kapsamlı bir yaşam alanı oluşturulmuştur. Osmanlı konaklarında bunlara ek olarak taşlık, hizmetkâr odaları, hamam ve servis birimleriyle birlikte, sayıları on ile kırk arasında değişen odalar da eklenir. Yine arazi yapısına uygun olarak konakların etrafı yüksek ve mukavemetli taş duvarlarla çevrilmektedir. Tüm bu tespitlerimizden sonra anlaşılacağı üzere bir mimari eser olarak ele aldığımız konakların özellikleri, iç yaşam ile dışarıdaki hayat arasına korunaklı bir set çekmek esasına göre hazırlanmıştır diyebiliriz. Osmanlı sosyal hayatının dıştan çok “iç” ile

Türk sivil mimarisindeki konak tipolojisi, standart özellikleri olmamakla birlikte bölge ve arazi yapısına göre tek ya da müstakil alanlar dâhilinde harem ve selamlık bölümlerini içerir. ilgili olması durumu da ev içlerinin ve korunaklı mimari yapının şekillenmesinde önemli etkenlerdendir. Osmanlı aile yapısının mimari ile olan ilişkisi bu bakımdan oldukça önemli ve geniş bir mevzudur. Son sözü, Perşembe Konferansları serisinden (Rekabet Kurumu), Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın Türk Osmanlı Aile Yapısı(*), başlıklı konuşmasından bir alıntıyla bağlayalım. “Mimari değişir. Yani, bugün restorasyon çalışmalarıyla yeniden ayağa kaldırılmış Türk tipi ev dediğimiz şey ne kadar Türk tipi, nereden? Esasen bu mimari senkron, zamanında Balkanların ortasına kadar ilerlemiş. Öte taraftan, Orta Anadolu’dan başlayarak başka tarz bir ev görülüyor. Evler coğrafyaya göre değişiyor, zamana göre değişiyor. 18. asırda süslemeler, resimler hâkim olmaya başlıyor. Türk tipi ev, daha çok hakikaten İmparatorluğumuzun ev tipidir. Bütün milletler bu tip evlerde oturmaktadır. Makedonya’dan Orta Anadolu’ya kadar bu tip evleri görürsünüz. Çok uluslu ahenk böyle bir şeydir. Onun üzerinde durmak lazım. Bunlar 18’de, 19’da tekâmül etmiş. Demek bir zenginleşme var. Daha güzel evler yapılmış. İstanbul evlerini biliyorsunuz, yaşayanlarınız. O ayrı bir ahşap mimaridir. Kayboldu çok örnekleriyle; mahalleler gitti bazen. Son fakir mahalleler surların dibinde, Cerrahpaşa’da falan var, Yedikule civarında. Onları koruma altına almak lâzım. Ama orada da pek bir şey görünmüyor. Bunun yapılanması bu. Tabii ev ne, içine giriş ne, selamlığı ne, haremlik diyorlar, harem kısmı ne, ortadaki avlu ne, o evin mahremiyeti ne, sokağa karşı kapalılığı ne; bunları hakikaten yaşayışı, mimaride de görmeniz mümkün oluyor. Ve işin garibi, Hıristiyan’ı Müslüman’ı da böyle yaşıyor, yani ev aynı. Pek bir fark yok.” (*)Türk Osmanlı Aile Yapısı, İlber Ortaylı, Rekabet Kurumu, Perşembe Konferansları, Ankara


12 | Ekim Kasım Aralık 2015 |

Deniz, Balık ve

AİLE 37

Tolunay SANDIKÇIOĞLU

Aile ve Toplum Hizmetleri Genel Müdürlüğü

Osmanlı

Üç kıtanın kesiştiği bir coğrafyada, üç tarafı denizlerle çevrili bir cihan devletidir Osmanlı… Ege’yi ve Akdeniz’i iç deniz haline getiren, okyanuslarda yelken açan, saraylarının neredeyse tamamını deniz kenarına kuran Osmanlı’da balık, bu sayının konusu.

>>

Toplayıcılık ve avcılık kadar eski olan balıkçılık, insanlığın ilk uğraşlarından biri olsa da Türk toplumunun Orta Asya kökenlerindeki hayvancılık alışkanlığı ve daha sonraki dönemlerdeki toprağa bağımlılık Türklerin su ürünleri tüketimine uzak durmasına neden olmuştur. Osmanlı dönemindeki seyyahların hemen hemen hepsi, seyahatnamelerinde Türklerin balığı pek tüketmediklerini, uzak durduklarını belirtmişlerdir.

Ancak gerek Bizans gerekse Osmanlı dönemlerinde özellikle İstanbul’da balık o kadar bol ve ucuzdur ki fakirlerin bile bol bol balık yediği kayıtlardan anlaşılmaktadır. Dönem seyyahları boğazdaki yalıların pencerelerinden sepet sarkıtılıp balık yakalandığını, denizin balıkla kaynadığını yazmışlardır. Seyyahların İstanbul’daki balık bolluğuna dair gözlemleri aslında yüzyıllardır bilinen bir gerçeği yansıtmaktadır. Bizans’ta basılan paralarda palamut tasvirinin kullanılması, balığın kentin simgesi


38 AİLE | Ekim Kasım Aralık 2015 | 12 >

Kültür

>

Deniz, Balık ve Osmanlı

“Asya yakasında Khalkedon (Kadıköy) yakınında, dipten yüzeye doğru suyun arasından parıldayan şahane beyazlıkta bir kaya vardır. Palamutlar bu kayayı birden karşılarında görünce ürker. Sürü halinde, karşı taraftaki Byzantium Burnu’na (Haliç’e) yönelir. Burada kıyıya vurunca elle bile balık tutulur. Buranın Hrisun Keras (Altın Boynuz) olarak anılmasının nedeni de budur.” olarak görüldüğünü ve kentteki önemini gösterir. Doğa bilimciliğinin öncüsü olan Romalı Plinius eserinde; paralarda palamut resmi bulunmasının nedenini şöyle açıklar: “Asya yakasında Khalkedon (Kadıköy) yakınında, dipten yüzeye doğru suyun arasından parıldayan şahane beyazlıkta bir kaya vardır. Palamutlar bu kayayı birden karşılarında görünce ürker. Sürü halinde, karşı taraftaki Byzantium Burnu’na (Haliç’e) yönelir. Burada kıyıya vurunca elle bile balık tutulur. Buranın Hrisun Keras (Altın Boynuz) olarak anılmasının nedeni de budur.” İstanbul’daki balık bolluğunun nedeni şehrin coğrafi konumudur. İstanbul yazın Karadeniz, kışın Marmara Denizi’nde yaşayan kılıç, ton, torik, palamut, uskumru, kolyoz, lüfer, istavrit, akya, dülgerbalığı, hamsi ve sardalye gibi göçmen balıkların göç yolundadır. Ayrıca göç etmeyen

kırlangıç, iskorpit, hani, barbunya, tekir, karagöz, mezgit, gelincik, fener gibi balıkların da İstanbul açıklarında yoğun olması bu zenginliği daha da arttırır. Balığın gerek İlk Çağlarda gerekse Orta Çağ boyunca ancak yerinde tüketilebilen bir ürün olmasının sebebi ise, muhafaza edilme süresinin kısalığıdır. Osmanlı döneminde yazılmış ve basılmış yemek tariflerine bakıldığında deniz mahsulleriyle yapılan yemeklerin sayısının et ve tavuk yemeklerine göre daha az olduğu görülür. Fakat pişirilen çeşit ve pişirme teknikleri bakımından bugüne oranla çok daha zengindir. Osmanlı’da ticari açıdan en önemli deniz ürünü ise, Karadeniz ve Hazar’dan gelen siyah havyar (mersin balığı) ile Ege’deki çeşitli balıklardan elde edilen balık yumurtasıdır.


12 | Ekim Kasım Aralık 2015 |

AİLE 39

“O, taze et yemeniz ve takınacağınız süs eşyası çıkarmanız için denizi sizin hizmetinize verendir. Gemilerin orada suyu yara yara gittiğini görürsün. (Bütün bunlar) O’nun lütfundan nasip aramanız ve şükretmeniz içindir.” Kur’ân-ı Kerîm - Nahl Sûresi / 14. ayet

Osmanlı döneminde balıkhanenin amiri, bir görevi de sarayın balık ihtiyacını karşılamak olan “balık emini”ydi. Balık mevsiminin açılmasıyla birlikte balıkhanede tören yapılır, yakalanan ilk balıklar açık artırmaya tâbi tutulur ve balıkhane nazırı usulen kazanıp balıkları saraya gönderirdi. Saray mutfağı kayıtlarından anlaşıldığı kadarıyla Osmanlı Sarayı için tatlı su balığı da sıklıkla temin edilmiş, Uludağ ve Terkos gölünden tatlı su balıkları getirilmiştir. Bugün de yapılan uskumru dolmasının yanı sıra lüfer, mercan, tekir ve palamut balıklarının dolmaları da yapılmıştır. Orta Asya’dan beri çok sevilen pastırma tekniği balıklara da uygulanmış, kılıç ve mersin balığından pahalısı, yılan balığından ucuzu olmak üzere balık pastırması imal edilmiştir. 17. yüzyılda İstanbul’da balıkçılık lonca hâlinde örgütlenmiş ve dalyanlar vergiye tâbi kılınmıştır. İstanbul’daki balıkçı esnafını ayrıntılı olarak anlatan Evliya Çelebi, yedi yüz kadar “esnaf-ı dalyancıyan” ile üç bin kadar “esnaf-ı ığrıbcıyan” (açık deniz avcıları) olduğunu belirterek bir de yalnız Haliç’te balık tutabilen “esnaf-ı karityacıyan” olduğunu kaydeder. Bunların haricinde ağ ve oltayla balık tutan bin kadar “esnaf-ı düzenciyan” ile ıstakoz benzeri haşerat-ı bahriye yakalayan “esnaf-ı sepetçiyan” da bulunmaktadır. Dönemin balıkçı dükkânları ise ağırlıklı olarak Balat, Cibali, Unkapanı, Yenikapı, Kumkapı, Samatya, Kasımpaşa, Hasköy ve Beşiktaş civarındadır. Varlıklı kesimden insanlar özel zoka ustalarına hazırlattıkları zoka ve olta takımlarını kutularda

saklar, balık pişiren özel aşçılar bulundurur, sazlı sözlü balık avlarına çıkıp tuttukları balıkları yalının kayıkhanesinde bulunan livarda canlı canlı saklarlardı. Evliya Çelebi, Trabzon seyahatinde hamsinin tüm hastalıklara iyi gelen bir ilaç olarak görüldüğünü anlatır. Kanunî Sultan Süleyman’ın Trabzon doğumlu olduğu ve hamsiyi çok sevdiği bilinmektedir. Öyle ki, Topkapı Sarayı’nda bulanan kılıcının üzerine hamsi motifi işlenmiştir. Balığa meraklı II. Abdülhamid için Serkilerci Osman Bey “Padişahın nefs-i hümayununa mahsus balıkların kılçıkları cımbız ile ayıklanıp badehu pişirilirdi” der. Özellikle lüferin yanağındaki eti sevdiği bilinen II. Abdülhamid için bir tabak dolusu lüfer yanağından çıkarılan etin özel olarak hazırlandığı da tarihe not düşülen bilgiler arasındadır. Balığı ve deniz ürünlerini en çok seven padişah ise, Fatih Sultan Mehmet’tir. Sabah yemeğinde bile sarımsaklı, sirkeli ve soğanlı balık yediği kayıtlarda mevcut olan Fatih’in diğer deniz ürünlerini de sevdiği ve döneminde saraya bolca alındığı mutfak kayıtlarında yer almaktadır. Kışın kendisini iyiden iyiye hissettirdiği bu günlerde sofralarımızda balığa daha çok yer vermemiz, şifa bulmamız dileğiyle… ***


40 AİLE | Ekim Kasım Aralık 2015 | 12 >

Sanat

>

Gece O Kadar Kirliydi ki İkisi de Kayboldular

Onur ERBİLEN

Dramaturg, Ankara Devlet Tiyatrosu

Van Devlet Tiyatrosu’ndan

Evrensel Bir Çığlık

“GECE O KADAR KİRLİYDİ Kİ

İKİSİ DE KAYBOLDULAR”

>> Oyunun kahramanları Paco ve Tonho, pazar yerinde hamallık yapan iki gündelikçidir. Akşam olunca aynı barakaya sığınıp, meyve kasalarından yaptıkları yataklarında gözlerini yumarken ikisinin de kurdukları hayaller hep aynıdır; iyi bir iş ve sıcak bir yuva. Sahip oldukları tek şey ise üstlerindekiler ve alabildikleri nefesleridir. Tonho, belki temiz ve biraz da yeni bir ayakkabısı olursa, doğru düzgün bir iş bulabileceğini, böylelikle hamallıktan kurtulabileceğini düşünür; Paco’yu ise yaşama bağlayan tek şey dudaklarından düşürmediği mızıkasıdır. Her gün hamallık yapıp, akşam ise barakadan bozma bir yerde hayallerine sarılıp, insanlık onurlarını kaybetmeden yaşama tutunmaya çalışırlar. İnsanların yaşamlarını sürdürebilmeleri ve kendilerini güvende hissedebilmeleri için barınacakları yer, en temel ihtiyaçların başında gelir. Buna göre her birey ya da her aile öncelikle kendisini güvende hissettirecek, onları kötü hava koşullarından ve dış dünyadan gelebilecek tehlikelerden koruyacak bir barınma yerine ihtiyaç duyar. Bunun adına ister ev, ister yuva diyelim; birey hangi kültürden, hangi

milletten olursa olsun, hangi iklimde yaşarsa yaşasın mutlaka bir barınma yerine ihtiyaç duyar. Bin yıllardır insanların, tabiattan ve düşmanlardan korunmak için oluşturdukları yaşam alanlarına, fakir kimselerin sahip olması zor veya imkânsız olmuştur. M.Ö. 3000 yılından itibaren bakıldığında varlıklılar büyük, sağlam ve gösterişli evlerde yaşamış, yoksullar ya yaşam


12 | Ekim Kasım Aralık 2015 |

alanı bulamamış ya da çok küçük ve bakımsız evleri yuvaya dönüştürmeye çalışmışlardır. Bu durum tarihsel süreçte de değişmemiş ve günümüze kadar, özellikle az gelişmiş ülkelerde süregelerek büyük kentlerde gecekondu semtlerinin oluşmasına, getto yerleşiminin ortaya çıkışına neden olmuştur. Üçüncü dünya ülkelerinin hemen hemen hepsinde, üst gelir düzeyine mensup kimseler şehirlerin sosyal, kültürel ve altyapı bakımından daha gelişmiş semtlerinde yaşarlarken; alt gelir gurubundan olan kimseler ise şehirlerin daha dışında, sosyal ve kültürel bakımdan daha yoksul ve altyapısı neredeyse tamamlanmamış bölgelerde yaşamaktadırlar. Demografi grafiklerinde ekonomik uçurumlar olan ülkelerin zengin semtlerinde lüks yaşam alanlarında yaşayan kimselerin rahatlıkla ulaşabileceği temiz su, elektrik, ulaşım, ısınma, yeşil alan, temiz hava,

AİLE 41

eğitim ve sağlık kompleksleri gibi imkânlara, gecekondu bölgelerinde yaşayan kimseler çoğunlukla daha zor ulaşırlar. Bu türden toplumlarda gecekondu bölgelerinde elektrik ve su ya yoktur ya da sıklıkla kesilir. Ulaşım, metro ve raylı sistem kurulmadığından ve düzenli otobüs seferleri yapılmadığından neredeyse keşmekeş bir haldedir. Isınma ve sıcak su ihtiyacını evler kendi imkânlarıyla, çoğunlukla katı yakıtlı sobalar yardımıyla karşılamakta ve buna bağlı olarak bu bölgelerde ağır hava kirliliğine rastlanmaktadır. Derme çatma evler, yolu kaldırımı bozuk ve gece aydınlatılmayan sokaklar, ağır hava kirliliği, suç oranı yüksekliği, yeşil alan, okul ve sağlık kompleksi yoksunluğu ise kentleşme düzeninin çarpık olduğu bu toplumların değişmez kaderidir. Sırtında okul çantasıyla, yoldaki su birikintilerine düşmeden okula gitmeye çalışan çocuklar, kırık bir camın ardından


42 AİLE | Ekim Kasım Aralık 2015 | 12 >

Sanat

>

Gece O Kadar Kirliydi ki İkisi de Kayboldular

Peki, Paco ve Tonho’nun durumu ne olacak, hayalini kurdukları hayata hiç bir zaman ulaşamayacaklar mı? Brezilyalı yazar Plinio Marcos’un 1965 yılında kaleme aldığı “Gece O Kadar Kirliydi ki İkisi de Kayboldular” adlı oyunun iki kahramanı olan Paco ve Tonho, eserin adından da anlaşılacağı gibi bir karanlıkta kaybolmamak için çabalayıp duracaklardır. bakan yaşlı adam, bahçe duvarının üzerinde uyuyan miskin kedi, yalnız bir dut ağacı, paslanmış ve devrilmek üzere olan elektrik direkleri, ağır lağım kokusu, su damlayan çamaşırları ipe asan genç kadın, geçen arabaların arasında top oynayan çocuklar ve mutfaklardan gelen yağda kızarmış soğan kokusu… Göstermeye çalıştığımız fotoğrafı eminim birçok kez belgesel kanallarında ya da haber programlarında görmüşsünüzdür. Hemen hemen dünyanın her yerinde ama özellikle de az gelişmiş ülkelerin metropollerinin fakir semtlerinde görebileceğimiz bu manzaralar, kendi içerisinde bir ‘gecekondu romantizmini’ de yaşatmaktadır. Gecekondu bölgelerinde, tüm sosyal ve fiziksel olumsuzluklara rağmen, insanlar başlarını sokacak dört duvar ve bir çatı bulabilmiş olmanın huzuru içerisinde yaşamlarını devam ettirirler. Böylece anlaşılıyor ki barınma gereksinimi, insan için olmazsa olmazlardandır.

yıl içerisinde entegrasyonunu tamamlayarak firmalar tarafından uygulanabilir hale gelecek olan Endüstri 4.0, geleneksel üretim yöntemlerini kenara bırakıp, işgücünü teknoloji kontrolüne geçirerek, daha az iş gücüyle (otomatik sistemler dolayısıyla) daha yüksek ve kaliteli üretim imkanı sağlanmış olacak. Kısacası çağımızın en büyük sorunu olan işsizlik, yakın gelecekte özellikle fiziksel güce dayalı alanlardan geçimini sağlayan toplumlar için daha da artacağa benzemektedir.

İnsanların bu tür (gecekondu) yerlerde yaşamalarının altında yatan en büyük neden, ekonomik etmenlerdir. Yeterince iyi iş bulamayan ve yeterince kazanamayan insanlar, temel ihtiyaçlarından feragat ederek en kötü koşullarda bile olsa yaşamlarını sürdürmeye çalışmaktadırlar.

İnsan gücüne ihtiyacın bu denli azalıyor olması gerçeği, değişen üretim anlayışına uygun kalifikasyon meselesini gündeme getirmektedir. Kalifiye olamamış bireylerden oluşan toplumlarda kanun dışılık ve kaos oluşma nedeni ancak bu bakış açısıyla anlaşılmaktadır.

Peki, gelecekte dünya toplumları için bu tablo nasıl olacak? Teknolojik ve endüstriyel gelişmelere baktığımızda üçüncü dünya ülkeleri için tablonun, şehrin zengin semtlerinde yaşayan kimseler için pek değişmeyeceğini, hatta daha da lüks ve refah içinde yaşayacaklarını, fakat gecekondularda yaşayan insanların ise şu günlerini arayacaklarını görüyoruz. Çünkü çağımızın yeni endüstriyel vizyonu olan dördüncü sanayi devrimi (Endüstri 4.0) hızla gerçekleşiyor ve buna göre işgücü ihtiyacı hızla azalıyor. Gelecek 10-20

Artan işsizliğe bağlı olarak barınmak, güvenli bir yerde hayatını idame ettirmek eminim daha da zorlaşacak. Dördüncü sanayi devrimine bağlı olarak, günümüzün devasa yapıları olan fabrikalar kapanarak daha minimal fakat efektif çalışan, üretim maliyetleri daha düşük sektörel mahalleler oluşabilecektir.

Söz gelimi Van Devlet Tiyatrosu’nun bu sezon için hazırladığı “Gece O Kadar Kirliydi ki İkisi de Kayboldular” adlı oyun yuvasızlığı temel çıkış noktası kabul eden ve az evvel resmetmeye çalıştığımıza benzer bir toplumda yaşananlara ayna tutmaktadır. Bugün oyunun yazarı Plinio Marcos’un ülkesi Brezilya’da yaşanan yüksek suç oranı ve güvensiz ortam ancak bu tespitler ışığında anlaşılabilmektedir. Peki, Paco ve Tonho’nun durumu ne olacak, hayalini kurdukları hayata hiç bir zaman ulaşamayacaklar mı?


12 | Ekim Kasım Aralık 2015 |

Brezilyalı yazar Plinio Marcos’un 1965 yılında kaleme aldığı “Gece O Kadar Kirliydi ki İkisi de Kayboldular” adlı oyunun iki kahramanı olan Paco ve Tonho, eserin adından da anlaşılacağı gibi bir karanlıkta kaybolmamak için çabalayıp duracaklardır. Plinio Marcos’un yazdığı, Orhan Güner’in dilimize tercüme ettiği, dramaturg Orhan Karataş ve yönetmen Ferdi Değirmencioğlu ile dekor-kostüm tasarımcısı Sertel Çetinel’in özverili ve duyarlı çalışmasıyla, 22 Aralık 2015’ten itibaren Devlet Tiyatroları Altındağ Sahnesi’nden, Van Devlet Tiyatrosu oyuncularından Özgür Titiz (Paco) ve Edip Kamacı’nın (Tonho) nefesleriyle yükselen bu ses, yakın gelecekte endüstriyel devrimler neticesinde ‘gecekondu romantizmini’ dahi yitirecek olan, dünyanın nimetlerinden ve imkânlarından faydalanamayan, sistemin içerisine giremeyen, iş ve barınma imkânı bulamayan, kirli bir gecede hayallerini bile kaybeden kimselerin evrensel bir uyarı çığlığıdır. Bu çığlığa kulak veriniz!

OYUN EKİBİ Yazar:

Plinio MARCOS

Çeviri:

Orhan GÜNER

Yönetmen:

Ferdi DEĞİRMENCİOĞLU

Dramaturg:

Orhan KARATAŞ

Dekor-Kostüm:

Sertel ÇETİNER

Işık:

İlhan ORHAN

Reji Yrd. :

Edip KAMACI

Reji Asistanı:

Gülbahar BOZKURT

Sahne Amiri:

Burhan DEMİR

Kondüvit:

Murat MÜHÜRDAROĞU

Işık Kumanda:

Engin ALTAÇLI

Suflöz:

Sema ALTAÇLI

Oynayanlar:

Özgür TİTİZ (Paco)

Edip KAMACI (Tonho)

AİLE 43


44 AİLE | Ekim Kasım Aralık 2015 | 12 >

Eğitim

>

Ulusal İstihdam Stratejisinde Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının Rolü

Ersin KAYA

Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü

ULUSAL İSTİHDAM STRATEJİSİNDE

AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR BAKANLIĞININ

ROLÜ ÜZERİNE DEĞERLENDİRME

>> Giriş ‘Ulusal İstihdam Stratejisi’ politika belgesinin hazırlanmasına yönelik çalışmaları 2009 yılının Ekim ayında Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca (ÇSGB) başlatılmıştır. Hazırlık çalışmaları, istihdam alanında uzman akademisyenler ile kamu görevlilerinin katılımıyla oluşturulan “İstihdam Danışma Kurulu” tarafından yürütülmüştür. Bu amaçla, strateji belgesinin hazırlıkları yürütülürken ÇSGB’nin koordinatörlüğünde ilgili tüm kurumların ve sosyal tarafların görüşlerine de başvurulmuştur. Beş yıl süren hazırlık çalışmaların sonunda, “Ulusal İstihdam Stratejisi (2014-2023) ve Eylem Planları (2014-2015)” Yüksek Planlama Kurulu’nun 6.5.2014 tarihli ve 2014-4 sayılı kararı ile kabul edilerek, 30 Mayıs 2014 tarihli ve 29025 sayılı Resmi Gazete ’de yayımlanmıştır.

‘Ulusal İstihdam Stratejisi’ (UİS) temel olarak; iş gücü piyasasındaki yapısal sorunların çözülmesi, orta ve uzun vadede büyümenin istihdamı tetikleyerek işsizlik sorununa esnek bir yaklaşımla çözüm sağlanmasını hedeflemektedir. Bu çerçevede, ‘Ulusal İstihdam Stratejisi’ dört temel politika ekseni üzerine dayanmaktadır. Söz konusu politika eksenleri; Eğitim–istihdam ilişkisinin güçlendirilmesi, İşgücü piyasasında güvence ve esnekliğinin sağlanması, Özel politika gerektiren grupların istihdamının artırılması, İstihdam–sosyal koruma ilişkisinin güçlendirilmesi olarak tespit edilmiştir. Bütün politika eksenleriyle ilgili durum analizleri yapılmakta olup temel amaç ve hedefler sıralanmaktadır. Söz konusu politika hedefleri ile bağlantılı olarak çeşitli “Eylem Planları” hazırlanmış ve bu eylemlerin neler olduğu strateji belgesi


12 | Ekim Kasım Aralık 2015 |

ekinde belirtilmektedir. 2023 yılı vizyonu ile hazırlanan ‘Ulusal İstihdam Stratejisi’, üçer yıllık dönemleri kapsayan ve her yılın sonunda güncellenecek eylem planları aracılığıyla hayata geçirilmesi öngörülmektedir. Strateji belgesinde, Türkiye’nin büyüme ve gelişme eğilimleri dikkate alınarak; eğitim, turizm, inşaat, finans, bilişim ve sağlık sektörleri ile istihdam kapasitesi yüksek, emek yoğun tarım, tekstil ve hazır giyime yönelik sektörlerin belirlendiği ifade edilmektedir. Tercih edilen sektörlerin özelliği halihazırda büyüme potansiyeli ve büyümenin istihdam esnekliği yüksek olan veya gelecekte yüksek olacağı öngörülen olarak belirtilmektedir. Bu bakımdan, UİS ve Eylem planları kamunun istihdam alanında yapacağı çalışmaları (kıdem tazminatı fonu, taşeronluk uygulaması, kayıt dışı istihdam, iş sağlığı ve güvenliği, işyerlerine sağlanacak istihdam teşvikleri, yoksulların istihdamının artırılması vb.) şekillendireceğinden, hem ilgili kamu kuruluşlarını, hem özel sektör işverenlerini, hem de çalışanları ilgilendiren önemli bir “üst politika belgesi” özelliğini taşımaktadır. Bununla birlikte, UİS belgesinde istihdamın sosyal boyutuna önemli derecede yer verilmektedir. Dört temel politika eksenlerinden ikisi istihdamın sosyal boyutuyla ilgilenmektedir. Üçüncü temel politika ekseni özel politika gerektiren grupların istihdamının artırılmasıyla; dördüncü temel politika ekseni ise istihdam-sosyal koruma ilişkisinin güçlendirilmesiyle ilintilidir. Her iki politika ekseniyle ilgili olarak önemli durum analizleri yapılmakta olup temel amaç ifade edilerek hedefler ve politikalar ortaya konmaktadır.

AİLE 45

başta olmak üzere özel politika gerektiren grupların istihdamının artırılması amacıyla bir dizi çalışma yapılacağına dair bir rota çizilmektedir. Bu çerçevede, kadınlar, engelliler, gençler ve uzun süreli işsizler başta olmak üzere özel politika gerektiren grupların işgücüne ve istihdama katılımlarının önündeki engellerin kaldırılması amaçlanmaktadır. Bu amaçla, kadınların işgücüne katılma oranı 2023 yılına kadar yüzde 41 düzeyine çıkarılması, kadınların 2012 yılı itibarıyla yüzde 54,2 düzeyinde gerçekleşen kayıt dışı çalışma oranı 2023 yılında yüzde 30’a düşürülmesi; genç işsizliği oranı, genel işsizlik oranına yaklaştırılması; 2013 yılı itibarıyla kamu sektöründe 22 bin 302 olan engelli memur açık kontenjanının tamamı ile kamu ve özel sektörde 28 bin 864 olan engelli işçi açık kontenjanının tamamının 2015 yılına kadar doldurulması; uzun süreli işsizlerin oranı, 2012 yılında gerçekleşen yüzde 24,9 seviyesinden, 2023 yılına kadar yüzde 15’e indirilmesi hedeflenmektedir.

Dördüncü Temel Politika Ekseni Olarak İstihdamSosyal Koruma İlişkisinin Güçlendirilmesi Stratejinin son temel politika ekseni sayılan istihdam-sosyal koruma ilişkisinin güçlendirilmesi ile ekonomik, sosyal ve mali politikalarla uyumlu, toplumun tüm kesimini kapsayan, bireyleri sosyal yardımlara bağımlı kılmayan ve çalışmayı teşvik eden etkin ve bütüncül bir sosyal koruma sisteminin geliştirilmesi amaçlanmaktadır.

Yukarıda sözü edilen istihdamın sosyal boyutuna UİS’in üçüncü temel politika ekseniyle giriş yapılmaktadır.

Kapar (2012), bu politika ekseniyle ilgili olarak bazı eleştiriler ortaya koymaktadır. Bu çerçevede, Kapar (2012) o dönemdeki UİS’in taslak çalışmaları için sosyal korumanın sadece sosyal yardımlar ile sınırlandığını, oysa sosyal korumanın yalnızca sosyal yardımla sınırlı bir kavram olmadığını ve sosyal korumanın sosyal sigorta gibi diğer sosyal güvenlik uygulamalarını da kapsadığını ifade etmektedir.

Özel politika gerektiren grupların istihdamı ekseninde Türkiye’de kadınlar, gençler, uzun süreli işsizler ve engelliler

Nihai olarak yayımlanan UİS belgesinde Kapar tarafından vurgulanan sosyal koruma kavramıyla ilgili kapsama

Üçüncü Temel Politika Ekseni Olarak Özel Politika Gerektiren Grupların İstihdamı


46 AİLE | Ekim Kasım Aralık 2015 | 12 >

Eğitim

>

Ulusal İstihdam Stratejisinde Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının Rolü

eleştirilerinin dikkate alındığı ve ‘istihdam-sosyal koruma ilişkisinin güçlendirilmesi’ ekseni içinde sosyal güvenlik uygulamalarının dahil edildiği görülmektedir. Söz konusu eksenin durum analizinde, Türkiye’de işgücüne katılımın ve kayıtlı istihdam düzeyinin düşük olması nedeniyle çalışma çağındaki nüfusun önemli bir kısmının sosyal sigorta sistemi dışında kaldığı, bu durumun sosyal yardımlara olan ihtiyacı artırdığı belirtilmektedir. Bununla birlikte, kayıt dışı çalışan kesimin yanı sıra, sosyal sigorta kapsamında asgari ücret ile çalışan ve hanede tek gelir kaynağının bu ücret olduğu çocuklu hanelerde de yoksulluk riskinin yüksek olduğu vurgulanmaktadır. Ancak, sosyal yardımların çoğunlukla sosyal sigorta kaydı olmayanlara yapıldığı ve bu durumun hem bireyleri kayıtlı çalışmaktan caydırabildiği hem de kayıtlı çalışan ancak muhtaç durumdaki kişilerin sosyal yardımlardan daha az yararlanabilmesine neden olduğu açıklanmaktadır. Durum analizi ile açıklanan sorunların ‘İstihdam-sosyal koruma ilişkisinin güçlendirilmesi’ eksenindeki hedeflerle çözüleceği planlanmaktadır. Bu bağlamda, işsizlik ödeneği alanların toplam işsizlere oranı, 2012 yılındaki yüzde 14,5 seviyesinden 2023 yılına kadar yüzde 25’e yükseltilmesi; 2008, 2009 ve 2010 yıllarının ortalamasına göre yüzde 31 olan işsizlik ödeneği alanlardan işten çıkış tarihinden itibaren bir yıl içinde işe girenlerin oranı 2015 yılında yüzde 40’a yükseltilmesi hedeflenmektedir. Yoksullukla mücadele konusuyla ilgili olarak, 2023 yılında sosyal yardım alanlardan çalışabilir durumda olanların tamamına iş ve meslek danışmanlığı hizmeti sunulması, bunların yüzde 25’i bir yıl içerisinde işe yerleştirilmesi ve çalışan yoksulların oranı 2023 yılına kadar yüzde 5 seviyesine düşürülmesi hedeflenmektedir. Çocuk işçiliği ile mücadele konusu ‘İstihdam-sosyal koruma ilişkisinin güçlendirilmesi’ ekseninde diğer bir hedef olarak yer almaktadır. Buna göre, 2023 yılında özellikle sanayide ağır ve tehlikeli işlerde, sokakta ve mevsimlik gezici geçici tarımda gerçekleşen çocuk işçiliğinin en kötü biçimleri

tamamen ortadan kaldırılması, diğer alanlarda çocuk işçiliği ise yüzde 2’nin altına düşürülmesi amaçlanmaktadır. İstihdamın en önemli sosyal sorunlarının ve çözümlerinin ortaya koyulduğu “İstihdam-sosyal koruma ilişkisinin güçlendirilmesi” ekseninde hedeflerin nasıl gerçekleştirileceği ile ilgili politikalar belirlenmektedir. Bu politikaların bir kısmı ele alındığında, doğrudan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına bağlı Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğüne işaret ettiği ve bu kurum himayesinde politikaların uygulanması gerektiği anlaşılmaktadır. Bu eksende belirlenen politikalara göre Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü tarafından, sosyal yardımlar hak temelli ve objektif kriterlere dayalı olarak sunulacağı; sosyal koruma hizmeti, hane halkı kompozisyonu da dikkate alınarak kişilerin ihtiyaçlarına göre çalışmayı teşvik edecek şekilde tanımlanacağı ve sınıflandırılacağı; kayıt dışı çalışan yoksullara ve yoksulluk riski altında olan kişilere yönelik faaliyetlerin artırılacağı; yoksul ve yoksulluk riski altında olan hanelerin, kayıtlı çalışanları olsa dahi, hanehalkı özellikleri dikkate alınarak, sosyal yardımlardan faydalanma imkanının artırılacağı beyan edilmektedir. UİS belgesi yayımlandan önce Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü tarafından yukarıdaki politikalara yönelik bazı uygulamaları halihazırda başlattığı söylenebilir. Çünkü 2013 yılında Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğünce, sosyal yardım alan kesimlerin işgücü piyasasına girmelerinin desteklenmesi, bu kişilerin işgücü piyasası ile bağlantılarının kurulması ve sosyal yardımlara olan bağımlılığın azaltılması yönünde sosyal yardım programları ile aktif işgücü programları arasında bağlantı kurulmasına yönelik çalışmalara başlandığı görülmektedir. Bu çalışmaların yapılabilmesi için özel olarak, 2013 yılında Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü altında İstihdam Dairesi Başkanlığı kurulmuştur. Kuruluşunun ardından İstihdam Dairesi Başkanlığı Türkiye İş Kurumu Genel Müdürlüğü ile 14 Kasım 2013 tarihinde “Sosyal Yardım ile İstihdam Bağlantısının Etkinleştirilmesi Çalıştayı” gerçekleştirerek UİS belgesinin “İstihdam-sosyal koruma ilişkisinin güçlendirilmesi” ekseniyle uyumlu adımlar attığı söylenebilir.


12 | Ekim Kasım Aralık 2015 |

Söz konusu çalıştayda, ülkemizin 81 İlindeki Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarında çalışan ve istihdam konularına bakacak bir personele İŞKUR tarafından İş ve Meslek Danışmanlığı eğitimi verilmesi; istihdama yönlendirilen sosyal yardım faydalanıcılarının Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları tarafından desteklenmesi kararı alınmıştır. Çalıştayda alınan kararlar doğrultusunda, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından 14.04.2014 tarihli ve 2014/4 sayılı bakan imzalı bir genelge çıkartılarak sosyal yardım yararlanıcılarının istihdama kazandırılmaları amacıyla Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarına yönelik yeni usul ve esaslar getirilmiştir. Genelge çerçevesinde, Türkiye’deki 1000 Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfının her birinde bir İstihdam görevlisi görevlendirilerek öncelikli 18-45 yaş aralığındaki çalışabilir durumdaki sosyal yardım yararlanıcıları hedef kitle olarak tek tek görüşmeye çağrılmış ve İŞKUR portalına kaydedilmeye başlanmıştır. Sosyal yardım yararlanıcılarının işe yönlendirilme sırasında uygulanacak teşvikler, kişinin iş görüşmesine gitmesi ve işe kabul edilmesi durumunda gereken sağlık raporu, fotoğraf vb. giderleri için bir yıl içinde azami 3 kere olmak üzere 40TL ile 100-TL arası yardım verilmesi; kişinin işe yerleşmesi durumunda, aynı yıl içinde bir defaya mahsus olmak üzere, onaltı yaşından büyükler için belirlenen aylık asgari ücretin brüt tutarının 1/3’ü kadar nakdi yardım verilmesi (01.01.2014-30.06.2014 arası dönem için 357-TL); kişinin işine düzenli olarak devam etmesi durumunda kömür, eğitim ve gıda yardımı yapılması için öncelikli değerlendirilmesi; Şartlı Eğitim ve Sağlık Yardımlarından faydalananların Geçici İstihdam Görevlileri aracılığıyla ya da kendi çabasıyla işe yerleşmesi durumunda toplam 12 ay Şartlı Eğitim ve Sağlık Yardımlarının kesilmemesi şeklinde uygulanacağı Bakanlık Genelgesinde belirtilmektedir. Diğer taraftan müeyyideler kapsamında, sosyal yardım yararlanıcısının, istihdama ve istihdam kazandırıcı faaliyetlere haklı bir neden olmadan katılım sağlamaması

AİLE 47

durumunda, düzenli merkezi yardımlar ve ayni yardımlar dışında Mütevelli Heyetince herhangi bir nakdi yardım yapılmaması şeklinde uygulanması Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından kararlaştırılmıştır.

Sonuç İş gücü piyasasındaki yapısal sorunların çözülmesi, orta ve uzun vadede büyümenin istihdamı tetikleyerek işsizlik sorununa çözüm sağlanmasını hedefleyen Ulusal İstihdam Stratejisinde sosyal boyutun ihmal edilmediği ve dört eksenden ikisinin sosyal politikalarla ilişkilendirildiği açıkça görülmektedir. Özellikle üçüncü ve dördüncü politika eksenleri olan ‘Özel politika gerektiren grupların istihdamı’ ve ‘İstihdam-sosyal koruma ilişkisinin güçlendirilmesi’ eksenleri istihdamın sosyal yönüne dokunmakta; Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığını hem sorumlu hem de işbirliği yapılacak kurum olarak görevlendirmektedir. Bakanlığın 2014 yılında yayınladığı ‘Sosyal Yardım-İstihdam Bağlantısının Etkinleştirilmesi’ Genelgesi incelendiğinde ortaya koyulan yeni usul ve esasların ‘Ulusal İstihdam Strateji’ belgesiyle örtüştüğü görülmektedir. Bu bakımdan, Türkiye İş Kurumu ve Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü arasında istihdamsosyal yardım bağlantısı konusunda uyumlu bir işbirliği yürütüldüğü söylenebilir.

KAYNAKÇA

KAPAR, Recep (2012), “Ulusal İstihdam Stratejisi Taslağında İstihdamSosyal Koruma İlişkisi”, Ankara Üniversitesi SBF, Sosyal Politika Araştırma ve Uygulama Merkezi, Ulusal İstihdam Stratejisi Sempozyumu, Ankara KAYA, Ersin ve AKKAYA, Ömer (2013), “Türkiye’de Sosyal Yardımlar ile İstihdam Bağlantısının Etkinleştirilmesi”, İstihdamda 3İ Dergisi, S.11, ss.6063, Ankara Sosyal Yardım - İstihdam Bağlantısının Etkinleştirilmesi Genelgesi, 14.04.2014 tarih ve 2014/4 sayılı Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının Genelgesi, (http://www.sosyalyardimlar.gov.tr/tr/html/11649/ Mevzuat-2010) Sosyal Yardım ile İstihdam Bağlantısının Etkinleştirilmesi Çalıştayı (2013), Ankara (http://www.sosyalyardimlar.gov.tr/tr/25983/Sosyal-Yardim-Ile-IstihdamBaglantisinin-Etkinlestirilmesi-Calistayi-Gerceklestirildi) UİS (2014), 30 Mayıs 2014 tarihli ve 29025 sayılı Resmi Gazete


48 AİLE | Ekim Kasım Aralık 2015 | 12 >

Gezi

>

Türkiye’nin En Gözde 5 Kayak Merkezi


12 | Ekim Kasım Aralık 2015 |

AİLE 49

Melih USLU

TÜRKİYE’NİN EN GÖZDE

5 KAYAK MERKEZİ 2023 yılında 100 bin yatak, 4 milyon kayakçı hedefleyen Türkiye, kış sezonuna iddialı giriyor. Dünya standartlarında kayak tesisleri, konforlu dağ otelleri, şık restoranları ve renkli etkinlikleriyle göz dolduran ülkemizde hem ekonomik hem de sıcak bir kış sizi bekliyor.


50 AİLE | Ekim Kasım Aralık 2015 | 12 >

Gezi

>

Türkiye’nin En Gözde 5 Kayak Merkezi

>> ALPLERİN YENİ RAKİBİ: ERCİYES Sönmüş bir volkanik dağ olan Erciyes’in karlı zirvelerine doğru yükseldikçe, dümdüz bir çarşafı anımsatan Kayseri Ovası ayaklarınızın altına serilecek. İki binli metrelere ulaştığınızda, Kapadokya Vadisi’nin eşsiz kıvrımlarıyla tanışacaksınız. Erciyes, kolay yapışmayan yumuşak karı, her seviye sporcuya uygun pistleri ve ekonomik konaklama seçenekleri ile kayak merkezlerinin yeni gözdelerinden. Erciyes, son yıllarda yürütülen hummalı çalışmalar sonunda adeta yeniden doğdu. Bölgedeki tüm kayak tesisleri geliştirilip yenilendi. Türkiye’nin en büyük snowkite parkuru hizmete girdi. Önce Balkan Kayak Şampiyonası, ardından geçtiğimiz sene Snowboard Avrupa Kupası’nı başarıyla düzenleyen Erciyes, bu yıl hedef büyüttü. 27 Şubat 2016’da bu kez Snowboard Dünya Kupası’na ev sahipliği yapacak. Yetkililerin söylediklerine bakılırsa asıl hedef, 10 yıl içinde bir kış olimpiyatı organize etmek. Yapılan yatırımların büyüklüğüne bakılırsa neden olmasın? Bölgede hizmete girecek yeni otellerin inşa çalışmaları da tüm hızıyla sürüyor. Kayak sezonunu uzatmak için kar makinelerinin sayısı arttırılmış. Yüksek irtifa ve hava koşulları, kar kalitesinin uzun süre bozulmamasını sağlıyor. Geniş bir alana yayılan pistlerin başlangıç noktası 2 bin 200, zirve ise 3 bin 300 metre yükseklikte. Pistler, çeşitli kayak disiplinlerinin yanı sıra snowboard için son derece elverişli. Merkezde, Avrupa’daki benzerlerini aratmayacak bir altyapı kurulmuş. Uluslararası standartlar mekanik tesisler, acil ilk yardım merkezi, mobil klinik ve kar temizleme araçları kayakçıların hizmetinde.

KARLI SAHİL: SAKLIKENT Dünyanın denize en yakın kayak merkezi olarak bilinen Saklıkent, Antalya’nın sırtını yasladığı Batı Torosların zirvelerinden biri olan Bakırlı Dağı’nın çanak biçimindeki yamacına kurulmuş. 1993 yılında Uludağ’dan getirilen biri 745, diğeri 840 metre uzunluğundaki iki teleski tesisinin kurulmasıyla hizmete açılan Saklıkent, küçük ama işlevsel bir kayak merkezi. Burada Uludağ ya da Kartalkaya’da olduğu

gibi yıldızlı oteller ve şık restoranlar yok. Otel ve yemek ücretleri, diğer kayak merkezleriyle karşılaştırıldığında oldukça ekonomik. Kayak pistlerinin bittiği noktada hizmet veren kafeterya, sporcu ve yakınları için sıcak bir dinlenme alanı. Saklıkent’in en canlı turistik etkinliği ise her yıl şubat ayında düzenlenen kayak ve snowboard turnuvaları. Türkiye ve dünyanın çeşitli yerlerinden gelen sporcuların katıldığı organizasyon, renkli şovlarla şenleniyor. Bölge, motor safari için de ideal parkurlara sahip. Her seviyeye uygun parkur seçenekleri sunan merkezdeki pistlerin rakımı, 1850 ile 2200 metre arasında değişiyor. Ocak ile mart ayları arasında kış sporları yapılabilen Saklıkent, Akdeniz ikliminin etkisiyle güneşli ve ılık havalarda kayak yapma ayrıcalığı da sunuyor. Kaza ve yaralanma riskine karşı profesyonel arama kurtarma ekipleri ile sağlık uzmanları görevlendirilmiş. Türkiye’nin önde gelen rasathanelerinden biri olarak bilinen TÜBİTAK Ulusal Gözlemevi ise Bakırlı Dağı’nın zirvesinde yer alıyor.


12 | Ekim Kasım Aralık 2015 |

Dev bir teleskopla gökyüzü araştırmalarının yapıldığı bu bilim merkezi, ağustos ile eylül ayları arasında düzenlenen gözlem şenliklerinde kapılarını ziyaretçilere açıyor.

BİR KIŞ KLASİĞİ: ULUDAĞ Türkiye’de yazın Antalya neyse, kışın da Uludağ odur biraz... Yıllar geçse de modası geçmeyen bir kayak cenneti olan Uludağ, adını Bursa’nın güneybatısında yükselen 2 bin 543 metre yükseklikteki zirveden almış. Şehir merkezine 35 kilometre uzaklıktaki kayak merkezi, Türkiye’nin en deneyimli kış turizm bölgesi aynı zamanda. 1940’lı yıllarda turizme kapılarını açan merkez, dünya standartlarında kayak pistleri, modern mekanik tesisleri, lüks otelleri ve hareketli yaşamıyla her zaman gözde bir kış adresi. Fatintepe ve Kuşaklıkaya isimlerinde iki tepe üzerine kurulan merkez, milli park statüsüyle koruma altına alınmış 11 bin 338 hektarlık bir alana yayılıyor. Ormanlarla çevrili merkezin deniz seviyesinden en düşük noktası 1750, en yüksek yeri ise

Dünyanın denize en yakın kayak merkezi olarak bilinen Saklıkent, Antalya’nın sırtını yasladığı Batı Torosların zirvelerinden biri olan Bakırlı Dağı’nın çanak biçimindeki yamacına kurulmuş.

AİLE 51

2435 metre yükseklikte. Otellerin konumlandığı alan ise iki binli metrelerde bulunuyor. Bölgede geniş arazi yapısının avantajıyla Alp disiplini, snowboard ve cross-country dâhil olmak üzere hemen her türlü kış sporunu yapmak mümkün. Kayak pistleri güney ve güneybatı yönlü rüzgârların etkisi altında kalabiliyor. Kış sezonunda özellikle sömestr dönemi ile hafta sonları yoğun talep gören merkezde ocak ile şubat aylarındaki kar kalınlığı iki metreye ulaşıyor. Uludağ, konaklama, yemek, eğlence ve spor kulüpleri bakımından İsviçre ya da Fransız Alplerindeki rakiplerini aratmayacak tesislere sahip. Beş yıldızlılardan antika eşyalarla dekore edilmiş butik dağ otellerine kadar pek çok seçenek sunuluyor. İsteyene öğrenci işi pansiyonlar da var jakuzi ve solaryumlu birinci sınıf tatil köyleri de... Tercih sizin.

ÜÇ MEVSİM BEYAZ: PALANDÖKEN Dört bin yıllık tarihi birikime sahip olan Erzurum, kış aylarında özellikle kayak merkezleriyle cazibe kazanıyor. Doğu Anadolu’nun çatısı Palandöken Dağları’nın kuzeyinde, adeta bir çanakta toplanmış gibi duran kayak merkezine son yıllarda iki tane de kardeş eklenmiş. Konaklı ve Kandilli Kayak Merkezleri, Universiade 2011 Kış Oyunları’nda hizmete girmiş. Ancak şehirdeki kayak merkezlerinin anası hâlâ Palandöken. Çeyrek asırlık turizm deneyimiyle hizmet veren merkezin en önemli avantajlarından biri, şehir merkezine sadece 15 dakika mesafede olması. Bölgede aynı gün içerisinde hem kayak yapıp hem de Erzurum’un Hititlerden Selçuklulara, Romalılardan Osmanlılara uzanan zengin tarihi ve doğal güzelliklerini keşfedebilirsiniz. Palandöken Kayak Merkezi’nde, teleski ve telesiyej tesislerinin yanı sıra, acil yardım merkezi, mobil klinik, gondol tesisi ve kar temizleme aracı konuklara hizmet ediyor. 20 kilometreye ulaşan uzunluğuyla Türkiye’nin kesintisiz en uzun kayak pisti de burada bulunuyor. 3 bin 100 metrelik bir zirveden başlayıp kıvrıla kıvrıla otellerin önüne kadar inen 8 kilometrelik bir diğer pistin uluslararası slalom müsabakalarına uygunluğu tescil edilmiş. Çeşitli zorluk derecelerine sahip ara pistlerin toplam uzunluğu ise 20 kilometreyi aşıyor. 2 bin 500’lü metrelerden daha yüksekte


52 AİLE | Ekim Kasım Aralık 2015 | 12 >

Gezi

>

Türkiye’nin En Gözde 5 Kayak Merkezi

Yılın ortalama altı ayı karla kaplı olan Sarıkamış, Türkiye’de kışın en uzun sürdüğü yerlerden.

bulunan zorlu parkurları kullanmak için mutlaka deneyim sahibi olmak gerekiyor. Palandöken’in bir başka ayrıcalığı, kayak sezonunun uzunluğu. Bölgede aralık ortalarında başlayan kayak sezonu, nisan ayına kadar devam edebiliyor. Doğal güzelliklerini konforla birleştirmeyi başaran merkezin dört ve beş yıldızlı otelleri, güzellik ve bakım merkezlerinden alışveriş olanaklarına kadar pek çok hizmet sunuyor.

BEYAZ ORMAN: SARIKAMIŞ Yılın ortalama altı ayı karla kaplı olan Sarıkamış, Türkiye’de kışın en uzun sürdüğü yerlerden. Son yıllarda Doğu Anadolu gezilerinin önemli bir durağı haline gelen Kars sınırları içerisindeki ilçede, çok keyifli bir kayak merkezi hizmet veriyor. Cibil tepenin yumuşak eğimli yamaçlarına kurulan Sarıkamış Kış Sporları Merkezi, farklı zorluk derecelerine sahip pistleriyle tanınıyor. Teleski, telesiyej, eğitim kulübü, sağlık odası, kar aracı ve helikopter pistinin bulunduğu merkez, misafirlerine ormanlar arasında kayak yapabilme

ayrıcalığı yaşatıyor. Uzunluğu 5 kilometreye ulaşan Sarıçam Telesiyeji, Türkiye’nin en uzun mekanik tesislerinden biri. Kayak pistleri, sık ormanlık alanlar nedeniyle sert rüzgârlara karşı hemen her zaman korunaklı. Bölgeyi etkileyen rüzgârlar daha çok güney ve batı yönlerden esiyor. Gökyüzüne doğru uzayıp giden çam, kayın ve gürgen ormanlarıyla çevrili Sarıkamış’ta, kayak pistleri 2100 ile 2635 metre arasında değişen bir rakıma sahip. Yetkililer ideal kayak sezonu olarak 15 Aralık ile 30 Mart arasındaki dönemi öneriyor. Bakir doğasıyla cazibe kazanan Sarıkamış’ta, üç yıldızlı bir otel ile birkaç dağ moteli hizmet veriyor. Buraya kadar gelmişken Kars’a uzanıp tarihi ve doğal zenginlikleri keşfetmenizi tavsiye ediyoruz. Kar altında son derece çarpıcı bir görünüme bürünen şehir, Rusya idaresi altında kaldığı döneme ait özgün bir Baltık mimarisine ev sahipliği yapıyor. Kars’ın doğu sınırına 45 kilometre uzaklıktaki Ani Harabeleri de görülmeye değer. Ayrıca yöreye özgü lezzetlerden olan gravyer peyniri ile kaz eti yemeklerini deneyerek Sarıkamış seyahatinize tat katabilirsiniz.


12 | Ekim Kasım Aralık 2015 |

AİLE 53

Ersin BİÇER

Strateji Geliştirme Başkanlığı

Bir Sosyal Devlet Uygulaması Olarak >> E-DEVLET NEDİR?

e-devlet

E-devlet, hizmetlerini dijital olarak elektronik ortamda sunabilen bir modeldir. Bilgi ve iletişim teknolojilerinin hızla geliştiği çağımızda e-devlet uygulamaları öne çıkmaktadır. E-devlet uygulamalarının önemi günden güne anlaşılmakta, ülkelerin e-devlet projelerine olan ilgisi giderek artmaktadır. 2015 yılında Belçika’da düzenlenen uluslararası bir konferans olan Open Days etkinliğinde e-devlet projeleri de ele alınmış, konunun önemi, avantaj ve dezavantajları tartışılmıştır.

SOSYAL DEVLET İLE İLİŞKİSİ NEDİR? Özellikle büyükşehirlerde yaşayan insanların kamu hizmetlerine erişimi diğer bölgelere göre nispeten daha kolaydır. Büyükşehirlerden uzakta, özellikle kırsal alanda yaşayan vatandaşlar ise kamunun sunduğu hizmetlere erişme konusunda zaman zaman zorluklar yaşayabilmektedirler. Küçük ve orta büyüklükteki bölgeler (şehirler, kasabalar, vs.) için e-devlet hizmetlerinin özellikle ilgi odağında yer almaktadır. Devletin sunduğu hizmetlere erişim açısından bu bölgelerin dezavantajını gidermede e-devlet hizmetleri öne çıkmaktadır. Devlete ‘e’ eklenmesi, yani hizmetlerin olabildiğince dijitalleştirilmesi, konusu aslında önemli bir konudur. Nasıl bankacılık hizmetleri ‘e’ olmadan tam anlamıyla yürütülemiyor ise devlet söz konusu olduğunda da ‘e’ nin olmaması düşünülemez.

Sosyal devlet, kavram itibariyle bütün hizmetlerini tüm vatandaşlarının erişebileceği bir şekilde üreten devlettir. Bu kapsamda düşünüldüğünde e-devlet, erişim kolaylığı sağlamak açısından oldukça yararlı ve kullanışlı bir araçtır. Farklı kurumlar tarafından sunulan hizmetler kapsamında mükerrer bilgiye ihtiyaç duyulduğu durumlarda, e-devlet uygulamaları, bürokrasi ve kırtasiyeciliğin azaltılması aşamasında da öne çıkmaktadır. Günümüzde birçok kurum e-devlet üzerinden hizmetlere erişim imkânı vermektedir. İyi bir e-hizmet akışı, tüm adımların elektronik olarak sunulmasını sağlamalıdır. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı bünyesinde faaliyet gösteren Bütünleşik Sosyal Yardım Hizmetleri Projesi de aynı yaklaşımla hayata geçirilmiştir. Kişinin sosyal yardıma başvurmasından, sosyal yardım ödemesinin banka hesabına


54 AİLE | Ekim Kasım Aralık 2015 | 12 >

Teknoloji

>

Bir Sosyal Devlet Uygulaması Olarak E-Devlet

yatırılmasına kadar tüm süreç elektronik ortamda devam etmektedir. Bu açıdan bakıldığında Bütünleşik Sosyal Yardım Hizmetleri Projesi iyi bir e-devlet uygulaması olmasının yanı sıra “sosyal devlet” uygulaması olarak da öne çıkmaktadır (başta nüfus bilgileri ve ikamet bilgileri olmak üzere birçok bilgi farklı kurumlar tarafından mükerrer şekilde istenilebilmektedir). Bu uygulama kapsamında vatandaştan kimlik dışında belge istenmemektedir. Sosyal yardım sürecinde diğer kamu kurumları tarafından sunulan hizmetlere ilişkin bilgi elektronik ortamda elde edilmektedir. Böylelikle, vatandaşın belge toplama zorunluluğu ortadan kalkmıştır. Kurumsal olarak sunulan e-devlet hizmetlerinde, bir adım ilerisi ise, bir vatandaşın hayatı boyunca duyacağı tüm hizmetlere dijital olarak erişim olanağının olduğu, doğumdan ölüme tüm hizmetlerin elektronik olarak takip edildiği bir yapılanma olacaktır. Böyle bir yapılanmada, kurumlar arası veri trafiği sorunu ortaya çıkmaktadır. Bu sorun ise verinin değil metaverinin dolaşımı ile aşılabilecektir. Yani her kurum kendi verisini kendi bünyesinde saklamalı, bilgi alışverişi ise metaveri ile yani anahtar bilgilerle sağlanmalıdır. Ülkemizde kullanılan T.C. Kimlik Numarası uygulaması, kişiye özel tekil bilgi olması nedeniyle kurumlar arası bilgi alışverişinde kullanım için en iyi çözüm olacaktır. ASPB tarafından kullanılan Sosyal Yardım Bilgi Sistemi (SOYBİS) bu konuya verilebilecek güzel bir örnektir. SOYBİS üzerinden elde edilen bilgiler ilgili kurumların bünyesinde saklanmakta, (8 kurum tarafından sunulan 12 hizmet bilgisi) kurumlar arası bilgi akışı T.C. Kimlik Numarası üzerinden sağlanmaktadır.

E-DEVLET UYGULAMALARININ DEZAVANTAJLARI VE ZORLUKLARI NELERDİR? Gelişen teknoloji, altyapı ve ham maddelerdeki ucuzlama, teknik bilginin artması ve yaygınlaşmasına rağmen kamu kurumları e-devlet uygulamalarına karşı kararsız bir yaklaşım sergilemektedir. Bu kararsızlığın temel iki sebebi vardır.

Bunlardan ilki bir kamu kurumu tarafından sunulan tüm hizmetlerin dijitalleşmesi ile birlikte ortaya çıkan devasa yapılara ihtiyaç duyulması sorunudur. Böyle yapılar, değişen şartlara uyum sağlamakta güçlük çeken ve idamesi zor projelerdir. Projenin hayata geçirilmesi aşamasında süreçlerin değişmesi ya da yeni süreçlerin ortaya çıkması, farklı disiplinlerde bilgiye duyulan ihtiyaçların karşılanamaması bir projenin başarısızlıkla sonuçlanmasına neden olmaktadır. İkincisi ise, elektronik ortamda sunulan hizmetlerde güvenliğin sağlanamaması korkusudur. Kişisel veri güvenliği, paylaşılan bilgilerin art niyetli kullanımı ya da yetkisiz kişilerce bilgilere erişim sorunu gibi çekinceler, e-devlet projelerinin önündeki en büyük engeldir. E-devlet uygulamalarının, süreçlerin sadeleşmesine olanak sağlaması, bürokrasi ve kırtasiyeciliğin azaltılmasına imkân vermesi, hizmetlerde şeffaflık ve etkinliğin artırılması gibi yararları düşünüldüğünde, bunlar aşılabilecek zorluklardır. Bu zorluklardan ilki olan proje büyüklüğü belki de aşılması en kolay zorluktur. Yapılması gereken tüm hizmetlerin bir anda dijitalleştirilmesi yerine öncelikli alanlara ait hizmetlerle başlanılması, yapının parça parça oluşturulması projenin idamesini daha kolay hale getirecektir. Böylelikle yapı daha esnek olarak kurgulanabilecek ve zaman içinde değişen ihtiyaçlara cevap vermek daha kolay olacaktır. Bunun bir örneği Bütünleşik Sosyal Yardım Hizmetleri Projesinde yaşanmıştır. Proje parçalar halinde hayata geçirilmiş, böylelikle zaman içinde ortaya çıkan ihtiyaçlar da (Genel Sağlık Sigortası ve eşi vefat etmiş kadınlara yapılan yardımlara ilişkin hizmet modülleri) projeye dâhil edilebilmiştir. Büyük projeler aynı zamanda birçok disiplinin dâhil edildiği yapılardır. Bu, sadece yazılımcı ya da programcıların altından kalkamayacakları bir yüktür. İş akışları, hizmet sunum kriterleri, atlanabilecek ya da atlanmaması gereken süreçlerin tespiti gibi konular ayrı ayrı uzmanlıklara ihtiyaç duyulmasına sebep olmaktadır. Bu tarz projeler, bir ekip


12 | Ekim Kasım Aralık 2015 |

sağlayan token kullanımı ile güvenlik bir üst seviyeye çıkarılmıştır.

tarafından hayata geçirilmeli, ihtiyaç duyulabilecek her alandan birinin ekibe dâhil olması sağlanmalıdır. Böylelikle devasa yapılar parçalara ayrılmış, bir ekip tarafından altından kalkılabilecek hale gelecektir. E-devlet projelerinin önündeki bir diğer zorluk olan güvenlik sorunu ise bir dizi önlemin alınması ile kolaylıkla aşılabilecektir. Öncelikle kişisel verilerin gizliliği konusu ve art niyetli kullanımın engellenmesi için yasal dayanağın oluşturulması gerekmelidir. Ülkemizde bu konuda bir kanun tasarısı hazırlanmış, kurumlarca veri paylaşım kurulları ve yasal altyapı oluşturulmaya başlanmıştır. Veri güvenliğinin ikinci adımı ise proje kapsamında alınması gereken önlemlerle sağlanmalıdır. Belli başlı önlemleri şu şekilde sıralayabiliriz: • • • •

Yetkisiz kişilerin veriye erişiminin engellenmesi, Veriye kontrollü erişimin sağlanması, Veri transferinde güvenliğin sağlanması, Paylaşılan verinin kısıtlanması,

Bütünleşik Sosyal Yardım Hizmetleri projesi, kişilerin hane incelemelerinden sosyal güvenlik kaydına, adres bilgilerinden tapu araç sahipliğine kadar geniş bir yelpazede kişisel bilgiler ihtiva etmektedir. Böyle bir sistem içerisinde veri güvenliğini sağlamak için bir takım önlemler alınmıştır. Bu örnekleri yukarıdaki başlıklar altında şu şekilde sınıflayabiliriz: Yetkisiz kişilerin veriye erişiminin engellenmesi, •

Sisteme giriş kullanıcı adı ve şifre ile sağlanmaktadır. Bir kişinin kullanıcı adını alabilmesi için öncelikle kurum personeli olması gerekmektedir. Kullanıcılar tüm verilere erişim sağlayamamakta, yetkilerine göre sınırlandırılmış verilere erişebilmektedir. Ayrıca kullanılan şifre büyük, küçük harf ve sayı kombinasyonundan oluşmakta ve düzenli aralıklarla değiştirilmektedir. Kullanıcı adı ve şifreye ilaveten tek kullanımlık şifreler

AİLE 55

Veriye kontrollü erişimin sağlanması, •

Veri tabanına yalnızca önceden tanımlı sabit bilgisayarlar aracılığı ile erişime izin verilmektedir. Bu sayede ağ dışından başka bir bilgisayarın sisteme girişi engellenmektedir.

Veri transferinde güvenliğin sağlanması, •

Veri, kurumlar arasında, şifrelenmiş ve güvenli hale getirilmiş bağlantılar ile paylaşılmaktadır. Bu sayede internet trafiği içerisinde şifrelenerek bir kurumdan bir kuruma aktarılmakta, ağ içerisinde sızmalara karşı korunmaktadır.

Paylaşılan verinin kısıtlanması ve kötü amaçlı kullanımın engellenmesi, •

Sistem içerisinde bir kişinin bilgilerinin elde edilmesi öncesinde bu bilgilerin sosyal yardım başvurusu sürecinde kullanılabileceğine ilişkin kişinin dilekçesi alınmaktadır. Sistem üzerinde yapılan her türlü sorgu ve işlem kayıt altına alınmakta, düzenli ya da rastgele bir şekilde denetlenmektedir. Veri tabanı düzeyinde alınan önlemlere ilaveten kişisel boyutta da önlemler alınmakta, kişi adresi, ikamet ettiği ilçe dışındaki diğer vakıflarca görüntülenememektedir. Kurumlar arası veri paylaşımında da tüm veri tabanı paylaşıma açılmamakta, yalnızca diğer kurumu ilgilendiren bilgiler ya da Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü tarafından üretilen sonuç bilgileri paylaşılmaktadır. (örneğin kişinin sosyoekonomik durumunu gösteren hane incelemesi değil, vakıf mütevelli heyetinin verdiği karar paylaşılabilmektedir.)

ÖRNEK UYGULAMALARIN İNCELENMESİ Başarılı örnek uygulamaların incelenmesi, benzer modellerin ve benzer süreçlerin oluşturulması açısından sıkça kullanılan bir yöntemdir. Başarısızlıkla sonuçlanan


56 AİLE | Ekim Kasım Aralık 2015 | 12 >

Teknoloji

>

Bir Sosyal Devlet Uygulaması Olarak E-Devlet

örneklerin incelenmesi ise genelde unutulmakta ya da önemsenmemektedir. Hâlbuki yapılan hatalardan ders çıkarılması ve bu hataların tekrar edilmemesi açısından, başarısız örneklerin incelenmesi en az başarılı örneklerin incelenmesi kadar önemlidir. Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü tarafından hayata geçirilen Bütünleşik Sosyal Yardım Hizmetleri Projesi tasarım aşamasında iken başta UYAP olmak üzere kamudaki başarılı e-devlet uygulamaları hakkında bilgi alınmış, veri güvenliği, bilgi paylaşımı ve süreçler konusunda yol haritası oluşturulmuştur. Bununla birlikte daha önceden başarısızlıkla sonuçlanan ve hizmetlerin otomasyonu amacıyla hayata geçirilmeye çalışılan bir proje de örnek olarak incelenmiştir. Böylelikle benzer hatalara düşülmeden başarılı bir şekilde sonuca ulaşılmıştır. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, sunduğu tüm hizmetleri dijitalleştirmek adına büyük bir projeye başlama hazırlığındadır. Aile Bilgi Sistemi adı altında hayata geçirilecek yazılım projesi bakanlığın tüm hizmetlerini elektronik ortamda yürütmeyi hedeflediği proje ile tüm süreçlerin elektronik ortama aktarılması sağlanacak, veri toplama, veri takibi ve politika geliştirme aşamalarında aktif olarak yararlanılacaktır. Geçmiş hatalardan ders alınması ve geçmiş başarıların devam edebilmesi adına bu projede takip edilmesinde yarar bulunan belli başlı hususlar şunlardır: • •

• •

Proje modüler olmalıdır. Proje bir bütün halinde değil, önceliklendirilmiş hizmet alanlarına göre parça parça yazılmalıdır. Bu sayede idamesi kolay, değişen şartlara ve hizmet modellerine uyum sağlayabilecek esneklikte bir yapı üretilebilir. Disiplinler arası bir ekip tarafından hayata geçirilmelidir. Proje çocuk, kadın, yaşlı, engelli gibi çok farklı alanlara hitap edeceği için tasarımı aşamasında da disiplinler arası bir ekip görev almalıdır. Süreç, veri girişinden takibe, uyarı mekanizmasından istatistik elde etmeye birçok uzmanlık alanını ilgilendirmektedir. Kullanıcı dostu olmalıdır.

• •

• •

Tüm e-devlet projeleri gibi bu proje de kullanıcılar için bir külfet olarak algılanmamalıdır. (Bakanlık bünyesinde faaliyet gösteren Yardım Bilgi Sistemi, kullanıcılar açısından mükerrer bilgi girdikleri bir sistem olarak algılandığı için düzgün veri girişi sağlanamamaktadır.) Mümkün olduğu kadar kullanıcının işlerini kolaylaştırmalı, mükerrer bilgi girişinin önüne geçmeli, mümkünse hizmet için gerekli bilgileri diğer kurumlardan temin edebilmelidir. (Mernis entegrasyonu ile T.C. Kimlik numarası girilen çocuğa ait bilgiler otomatik olarak getirtilebilir, yaş sınırı dolduğunda görevlilerin uyarılması otomatik olarak sağlanabilir, MEB entegrasyonu ile eğitimi takip edilebilir, Sağlık Bakanlığı entegrasyonu ile sağlığı takip altına alınabilir.) Süreçler mümkün olduğu kadar bu sistem üzerinden sağlanmalı, hizmet sunumu için sistemin kullanılması zorunlu hale getirilmelidir. (SYDV’lere aktarılan periyodik pay hesabının Bütünleşik Sosyal Yardım Hizmetleri Projesinde kayıtlı aile dosya sayısına entegre edilmesi bu sistemin kullanılmasını zorunlu kılmıştır.) Süreçler kısaltılmalı. Hizmetlerin dijitalleşmesi, manuel olarak yürütülen tüm süreçlerin elektronik ortama taşınması anlamına gelmemektedir. Süreçler mümkün olduğunca azaltılmalı, bürokratik süreç kısaltılmalıdır. Veri güvenliği sağlanmalı. Bütünleşik Sosyal Yardım Hizmetleri Projesinde kullanılan güvenlik önlemleri, Aile Bilgi Sisteminde de kullanılmalıdır. Veri girişi ve erişim yetkilendirme esaslı olmalıdır. Her kullanıcı yalnızca kendi yetkisinde olan kısma erişebilmelidir.

Aile Bilgi Sistemi, başta Aile ve Sosyal Destek Programı (ASDEP) olmak üzere bakanlık süreçleri açısından bir dönüm noktası olacaktır. Bu proje ile hedeflenen başvurudan başlayarak hizmet sunumunun tüm adımları dijital ortamda sürdürülecek, gerektiğinde doğru istatistiğin elde edilmesi sağlanacak, bölgesel risk analizleri ve politika geliştirme aşamalarında kaynak olacaktır.


12 | Ekim Kasım Aralık 2015 |

AİLE 57

Dursun AYAN

Aile Toplum Hizmetleri Genel Müdürlüğü

1926 YILINDA YAYIMLANAN

ADLİYE VEKÂLETİ EVLENME TALİMATNAMESİ

>> Türk Medeni Kanunu 17 Şubat 1926 tarihinde kabul edilmiş ve 4 Nisan 1926 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak 4 Ekim 1926’da yürürlüğe girmiştir. Aşağıda çeviri yazısı verilen metin bu kanun gereğince evlenme işlemlerini düzenlemek için 1926’da yayımlanan bir talimatnamedir. Koleksiyonumuzda bulunan kitapçığın (ilk baskı olmalı) kapağı çağla renginde kalın bir kâğıda, metin ise kullanışlı ince bir kâğıda dönemin Türkçe imlasına göre Arap harfleriyle basılmıştır; 11 cm x 17 cm boyutlarındadır.

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ADLİYE VEKÂLETİ HUKUK İŞLERİ MÜDÜRLÜĞÜ EVLENME TALİMATNAMESİ Münderecat [İçindekiler], Nişanlanma, Evlenme işleri, Ayrılma ve boşanma, Evlenmeden evvel yapılacak muameleler Ankara, Hâkimiyet-i Milliye Matbaası, 1926

Türkiye Cumhuriyeti Menfaatinedir Fiyatı beş kuruştur


58 AİLE | Ekim Kasım Aralık 2015 | 12 >

Tarih

>

1 9 2 6 Y ı l ı n d a Ya y ı m l a n a n A d l i y e V e k â l e t i E v l e n m e Ta l i m a t n a m e s i

I- NİŞANLANMA Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce kabul edilen Kanun-u Medeni’nin 4 Teşrin-i Evvel (4 Ekim) 1926 tarihinde tatbikatına başlanacaktır. Kanunun tatbikine başlanınca evlenme memurları aşağıdaki izahat dairesinde hareket edecektir.

Madde1- Birbiriyle evlenmeyi vadeden kadın ve erkek

memur ettiği belediye dairesindeki vekili ve köylerde ihtiyar heyetidir.

Madde 4- Evlenme işleri memurları evlenecek kimselerin işlerini kabul, ilan muamelesini icra evlenmeye, vaki olan itirazları tetkik etmek ve ilan vesikası vermek, evlenme merasimi yapmak ve evlenme kâğıdı vermek ile mükelleftirler.

nişanlı sayılır. Nişanlılar isterlerse evlenirler, isterlerse nişanı bozabilirler. Nişan bozulduğu halde tazminat verilmesi şart edilmiş ise bu şarta riayet edilir. Ancak müdanede haklı bir sebep yok iken veyahut iki taraftan birinin kusuruyla nişan bozulursa bundan zarar görmüş olan tarafın tazminat hakkı vardır.

Madde 5- Evlenme için erkeğin veya kadının ikametgâhı

Madde 2- Nişanlıların birbirine veya akrabalarına verdikleri

tutacaktır. Bu defterin her sahifesine rakam ve yazı ile numero koymak ve sahifesini mahkeme veya sulh hâkimi mührüyle mühürlemek lazımdır. Defterde kazıntı ve silinti olmayacaktır.

hediyeler nişan bozulduğu halde geri alınabilir.

II- EVLENME İŞLERİ

belediyesine veya ihtiyar heyetine müracaat olunur. Eğer evlenecekler başka başka yerlerde oturuyorlarsa erkeğin ikametgâhı belediyesine veya ihtiyar heyetine müracaat olunur.

Madde 6- Evlenme işleri memuru bir evlenme defteri

Madde 3- Evlenme işleri memuru belediye teşkilatı olan

Madde 7- On sekiz yaşını bitirmiş olan erkek ve kadın ana

yerlerde belediye reisi veyahut reisin evlenme işlerine

ve babaları razı olmasalar dahi evlenebilirler.


12 | Ekim Kasım Aralık 2015 |

Madde8- On yedi yaşını bitirip de on sekiz yaşını bitirmemiş olan kadın ancak ana ve babası ve vesayet altındaysa vasisi razı olursa evlenebilir. On beş yaşını bitirip de on sekiz yaşını bitirmemiş kadın ve erkek fevkalade hallerde ancak sulh hâkimi müsaadesiyle evlenebilir. Hacz altına alınmış olan akıllı erkek ve kadın ancak vasisinin rızasıyla evlenebilir.

AİLE 59

Madde 13- Evlenme memuru evlenmenin yapıldığını karı ve kocasının hüviyet cüzdanına (nüfusuna) kayıt eder. Nüfus idaresine tahriren bildirir. Madde 14- Evlenme işleri için toplanılan mahallin her suretle temizliğine itina edilecek ve evlenme akdinden evvel herhalde temizlettirilecektir.

Madde 9- İlan esnasında evli olanlar ölüm veya boşanma

Madde 15- Evlenme memurları, evlenecekler, şahit velhasıl

gibi sebeplerle bekâr kalmadıkça evlenemezler. a-) Deliler yahut evliliği anlayamayacak derecede aklı noksan olanlar ana babaları ve vasileri razı olsa dahi evlenemezler.

III- AYRILIK, BOŞANMA

Madde 10- Aşağıdaki hısımlar arasında evlenme memnudur (yasaktır). a-) Usul ve füru b-) Kardeşler c-) Bir kimse ile hala, teyze, dayı ve amca arasında d-) Karı ile kocanın usul ve füru ve koca ile karısının usul ve füruu arasında h-) Evlatlık ile evlat edinen ve bunlardan biriyle diğerinin koca ve karısı arasında.

Madde 11- Evlenme belediye dairelerinde veya ihtiyar heyetinin toplandığı yerlerde, alenen yapılır. Ancak evleneceklerin belediye dairesine veya ihtiyar heyetine gelemeyecek derecede hastalık gibi mazeretleri raporla anlaşılırsa evlenme başka yerlerde yapılabilir. Madde 12- Evlenme belediye reisi veya reisin bu işe memur ettiği belediye dairesindeki vekili yahut muhtar tarafından on sekiz yaşını bitirmiş iki şahit huzurunda yapılır. Kadınlar da erkekler gibi şahit olabilir. Evlenme esnasında evlenecekler bizzat bulunacaktır. Vekil kabul olunmaz. Evlenme memuru evleneceklerden birbiriyle evlenme isteyip istemediklerini sorar. Muvafakat ettikleri takdirde her ikisinin rızasıyla evlenmenin yapıldığını söyler ve evlenme sicilini tanzim ederek kendilerine imzasıyla tasdikli bir evlenme kâğıdı verir. Bunlardan başkası evlenme sicilini imza edemez. Okumak yazmak bilmeyenler mühür kullanabilirler.

evlenme esnasında hazır bulunacak olanlar resmi günlere mahsus olan güzel ve temiz elbiselerini giymelidirler.

Madde 16- Ayrılık ve boşanma işleri her halde hâkimin huzurunda olur. Başka suretle yapılacak ayrılık ve boşanma hiçbir şey ifade etmez. Kanun-u Medeni’nin tatbikine başlandıktan sonra “Boşadım, boş ol” gibi sözlerle ayrılık ve boşanma vaki olmaz. Ayrılık ve boşanma davası gerek karı ve gerek koca tarafından yapılabilir.

IV- EVLENMEDEN EVEL YAPILACAK MUAMELELER Madde 17- Evlenme beyan ile olur. Beyandan maksat

evlenecek erkeğin ve kadının bu husustaki kararlarını evlenme işi memurlarına bildirmelerinden ibarettir. Kanun-u Medeni’nin meriyete geçtiği tarihten itibaren mahkemede evlenme izinnamesi almağa lüzum yoktur. Evlenecek erkeğin ve kadının doğrudan doğruya evlenme işleri memuruna müracaatla birbiriyle evlenmeğe karar verdiklerini söylerler veyahut bu husustaki kararlarını bir kâğıda yazarak her ikisi imza veya mühürlerini koyduktan ve kendilerini tanıyan maruf iki zata da tasdik ettirdikten sonra evlenme işi memuruna gönderirler.

Madde 18- Evlenecekler aşağıdaki vesikaları evlenme memuruna göstermeğe veyahut beyan kâğıdına raptetmeğe mecburdur. Vesikalar evlenme dairesinde hıfz olunur. a-) Hüviyet cüzdanı (Nüfus kâğıdı). b-) İkametgâh ilmühaberi. c-) Rızaları lazım gelen hallerde anne ve babalarının veya vasinin rızalarını gösterir vesika.


60 AİLE | Ekim Kasım Aralık 2015 | 12 >

Tarih

>

1 9 2 6 Y ı l ı n d a Ya y ı m l a n a n A d l i y e V e k â l e t i E v l e n m e Ta l i m a t n a m e s i

Rızaları lazım gelen hallerde anne ve babanın her ikisinin razı olması lazımdır. Biri razı olup da diğeri olmazsa evlenme yapılamaz. Ancak evlenme esnasında bunlardan yalnız biri veli ise onun rızası kifayet eder. d-) Vefat vesikası h-) Boşanma ilamı Bu vesikalar evvelce evlenmiş ve ölüm veya boşanma gibi sebeplerle bekâr kalmış kimselerden aranılır.

Madde 19- Evlenmeleri kanunen memnu (yasak) olanların evlenmeleri muteber olmadığından hâkimin hükmüyle resen bozulur ve bu gibi hallere mahal kalmamak üzere evlenme memurları, namzetlerinden (evlilik için müracaat edenlerden) evlenmeye mani halleri olup olmadığına dair her türlü vesika istemelidir.

Madde 20- Evlenme işleri memuru evlenecekler tarafından vaki olan beyanı evlenme defterine yazar beyan şifahen vaki olmuş ise evleneceklere imza veya mühür koydurarak kendisi de tasdik eder. Ve yukarıdaki vesikaları tetkik ederek evlenmeye mani bir hal görülmediği takdirde evlenme kararını derhal ilan eder. İlan müddeti on beş gündür. Bu müddet bitmedikçe evlenme yapılamaz.

Madde 21- İlan belediye dairesiyle en ziyade halkın toplandıkları mahallelere ilan kâğıdı yapıştırılmak suretiyle olur. İlan kâğıdında evleneceklerle ailelerinin isimleri, kaç yaşında oldukları, ikametgâhları, evlenmenin nerede yapılacağı yazılı olacaktır. İlan hem evleneceklerin ikametgâhlarında hem de nüfusunda kayıtlı oldukları mahalde yapılır.

Madde 22- Evlenme memuru ilan müddeti içinde evlenmeye itiraz edilmeyerek müddet bittiği surette evlenecekler isterlerse evlenmeyi derhal yapar ve isterlerse kendilerine ilanın yapıldığına dair vesika verir.

Madde 23- Evlenme kararına ilan müddeti içinde itiraz olunabilir. İtiraz evleneceklerin evlenme yaşı bitirmediklerine veyahut evlenecekler arasında evlenmeye

mani haller bulunduğuna dair olmak zorundadır. Bunun haricinde vaki olan itiraz kabul olunmaz.

Madde 24- İtiraz hakkı ana babaya, vasiye, birbirinden boşanmış karı veya kocaya, mirasçılara evleneceklerden biri ile evlenme mukavelesi olanlara, evleneceklerden birinde nafaka hakkı bulunanlara ve müddeiumumîlere (savcılara) aittir. Madde 25- İtiraz hakkı olanlar ilanı yapan evlenme işi memuruna müracaatla itirazlarını söylerler. Veyahut itirazlarını bir kâğıda yazarak imza veya mühür koyduktan sonra evlenme memuruna gönderirler. Evlenme memuru itirazı hemen evlenme defterine yazar ve itiraz şifahen yapılmış ise itiraz edenin imza veya mührünü koyduktan sonra kendisi de imzalar ve itirazı tetkik ile muvafık görürse evlenmeyi reddeder. Ve muvafık görmezse ilan müddeti bittiğinde itirazın bir suretini evleneceklere tebliğ eder. Evlenecekler beyan hususundaki usul dairesinde tebliğ tarihinden itibaren on gün içinde itirazın haksız olduğunu iddia edebilirler. Bu yolda iddia edilirse evlenme memuru iddiayı hemen evlenme defterine yazar ve itiraz sahibini çağırarak yahut itirazının bir suretini kendisine usulen tebliğ ederek itirazında ısrar edip etmediğini sorar. İtiraz eden (itirazında) ısrar ederse iddianın haber verildiği veyahut tebliği edildiği tarihten itibaren on gün içinde mahkemeye müracaatla evlenmenin menini dava(yı) [etmeye] iddia edenin hakkı vardır.

Madde 26- Evlenme, beyan yapılan yerlerden başka mahallerde de ilan edilmiş ise 25. maddedeki muamele ve tebliği işlerinin icrası oranın evlenme işleri memuruna aittir. Bu memurlar evlenme müddeti içinde itiraz edilirse evlenmeye itiraz edildiğini mübeyyin bir vesika yaparak evlenmenin yapılacağı mahal belediyesine veya ihtiyar heyetine gönderirler. Ve itiraz edilirse keyfiyeti evlenme memuruna bildirirler.

Madde 27- İlan vesikası almış olanlar, vesika tarihinden itibaren altı ay içinde Türkiye’nin her tarafında bulunan evlenme memurları huzurunda evlenebilirler. Ancak vesika


12 | Ekim Kasım Aralık 2015 |

tarihinden itibaren altı ay geçmiş yahut vesika verildikten sonra evlenmeye mani bir hal zuhur etmiş ise evlenme yapılamaz. Altı ay geçtikten sonra evlenme memuruna müracaat lazımdır.

Madde 28- Sulh hâkimi izin verirse ilan, itiraz ve evlenmenin men’i davası hakkında kanunda gösterilen müddetler kısaltılabilir. Ve evlenme ilansız da yapabilir. Hâkimin bu salahiyeti kanunda yazılıdır.

Madde 29- Evlenmeleri kanunen memnu (yasak) olan kimselerin bu hallerini bilerek akitlerini yapan, kanuni sebepleri haricinde evlenme müracaatını reddeden veya kanuni şartlarını ifa etmeksizin evlenme vesikası veren ve alan, vesikasını veya evlenme kâğıdını görmeksizin evlenme yapan ve dini merasim icra edenler hakkında müddeiumumîlik (savcılık) takibat açar ve Ceza Kanununda yazılı cezalar tatbik olunur.

AİLE 61

mülkiye ve belediyeye ve bilhassa köy ihtiyar heyetlerine tevdi edilecek ve bunlar vasıtasıyla köylere neşr ve tamim olunacaktır.

TAVSİYELER

Madde 1- Kanun metninden birer tane edinmeleri tabii bulunan belediyelerle köy ihtiyar heyetleri arzu ettikleri mal sandıklarına beheri için yirmişer lira vererek makbuzunu gönderdikleri takdirde [Adliye] Vekâlet[in]ce iş bu kanun kendilerine gönderilecektir.

Madde 2- Tayyare Cemiyeti Vekâleti’nce hazırlanan numuneleri veçhile iş bu talimatnamede yazılı defter ve sicil ve sair evrak-ı tabile her yerde şubelerine göndereceklerdir.

heyetleri veya iki köy ihtiyar heyeti arasındaki tebliğler ve muhabereler herhangi bir vasıta ile yapılabilir.

Buna riayen [?] hem muamelenin intizamını ve kolaylıkla yapılmasını temin ve hem bu vesileyle de cemiyetin vatani hizmetlerine iştirak için icap eden defâtir (defterler) ve evrakın bedelleri mukabilinde merkez veya şubelerden herhangi birinden tedarik edilmesi, bunların alakadar memurlar nezdinde ve köylerde muhtarlar yanında muhafazasına itina edilmesi tavsiyeye şayan görülmüştür.

Madde 31- Bu talimat, gazete ve vesait-i münasebe ile

Adliye Vekili

her tarafta ilan edileceği gibi kâfi suretleri de memurin-i

Mahmud Esad (Bozkurt)

Madde 30- Evlenme için belediyelerle köy ihtiyar


62 AİLE | Ekim Kasım Aralık 2015 | 12 >

Prof. Dr. Üstün DÖKMEN

Kişisel Gelişim

>

Öteki-Bilmezlik / Benmerkezcilik

ÖTEKİ-BİLMEZLİK

BENMERKEZCİLİK

“İnsan evrenin merkezindedir” sözünde, bu sözü söyleyen bilgenin kastetmediği bir de olumsuz anlam, üçüncü bir anlam gizli belki. O da şu: İnsanoğlu bencildir, kendini dünyanın merkezinde kabul eder; her şeyin onun için olduğunu, her şeyi keyfince sömürebileceğini düşünür. >>

İnsan, bir yandan iletişim kurar, sosyaldir, yardımseverdir ama bir yandan benmerkezcidir (egosantriktir), olaylara karşısındakinin bakış tarzıyla bakmaz, onunla empati kurmaz. Bir insan eğer benmerkezci davranıyor, kendini karşısındaki insanların, ötekilerin yerine koyamıyor, onların bakış tarzlarını kavrayamıyorsa, bu durumu “öteki-bilmezlik” olarak adlandırmak istiyorum (kadirbilmezliği çağrıştıran bir kavram oldu). Bir insan, benmerkezci davrandığında, sadece kendi bakış tarzını önemseyip ötekini bilmediğinde, onun bakış tarzını kavrayamadığında sorunlar çıkar ortaya. Birkaç örnek: Benmerkezci Davranışlara Örnekler: Bir müdür, hata yapan elemanına bağırıyor. Bu müdüre niçin böyle davrandığını sorsak, büyük ihtimalle şöyle der: “Beni sinirlendiriyor. İşlerini doğru dürüst yapsalar bağırmam.” Bu müdür, olaya yalnızca kendi açısından bakmakta, benmerkezci davranmaktadır. Elemanının istemeden hata yapmış olabileceğini, kendisine bağırılmasından, özellikle başkalarının yanında bağırılmasından hoşlanmadığını düşünmemektedir. Eğer bu müdür bağırdığı zaman elemanının rahatsız olduğunu fark edemiyorsa, benmerkezcidir, öteki-bilmezdir, bu yüzden de empati kuramıyordur (eğer müdür, elemanının rahatsız olduğunu biliyor ama aldırmıyorsa, benmerkezci değildir, ötekibilmez değildir. Peki nedir? Sadistçe davrandığını, eziyetten hoşlandığını düşünsek yanılmış olur muyuz?)

benmerkezciliği daha iyi görebilmek/gösterebilmek için okuyucularıma birkaç soru soracağım: 1. Soru: Sıcak havada üç beş günlük bir leş (hayvan ölüsü) nasıl kokar? 2. Soru: Kaliteli bir losyon nasıl kokar? 3. Soru: Zeytinyağı sağlığa yararlı mıdır? Lütfen yukarıdaki soruları cevapladıktan sonra yazıyı okumaya devam ediniz: Herhâlde birinci soruya “Leş pis kokar” diye cevap verdiniz. Bakınız bence, “Leş pis kokar” demek benmerkezci bakış tarzının ürünüdür. Çünkü leş pis korkmaz, leşte bir pislik yoktur. Leş, taze et yiyen canlılara, aslana, insana pis kokar. Aynı leş, sırtlana, akbabaya herhalde misk kokuyordur.

Çatışmalarda insanların benmerkezci davrandıklarını, çok net bir şekilde olmasa da kısmen görebiliriz. Ancak

http://mayadns.com/upload/images/ud.jpg


12 | Ekim Kasım Aralık 2015 |

AİLE 63

Leşte bir pislik yoktur; leş, taze et yiyen canlılara, insana, aslana pis kokar; leş, sırtlana misk gibi kokar. İkinci soruya herhalde “Losyon hoş kokar diye cevap verdiniz. Aynı şekilde losyonda da herkes için geçerli bir hoşluk yoktur. Losyon bize güzel kokar; bazı hayvanlara iğrenç kokar; losyondan bucak bucak kaçarlar. Herhalde üçüncü soruyu da “zeytinyağı sağlığa yararlıdır” diye cevapladınız. Bu cevap da benmerkezci bakış tarzının, öteki-bilmezliğin ürünüdür. Zeytinyağı biz insanlara yararlıdır ama bir damlası bazı böcekleri öldürürmüş (hangi böcek olduğunu söylemek istemiyorum). Bakınız, yukarıdaki örneklerde de görüldüğü üzere, dünyaya bakarken kendimizi merkez alıyoruz, benmerkezci düşünüyoruz. Dilimiz ile bu düşünme sistemi arasında paralellik oluşturmuş bulunuyoruz. “Leş pis kokar, losyon güzel kokar” derken dünyada bizim dışımızda da yaşayanlar bulunduğunu unutuyoruz. “Benim düşüncelerim en doğrusu” derken de bunu yapıyoruz (arada ben de yapıyorum bunu). Ama unutmayalım: Losyon bize güzel kokar, zeytinyağı insan sağlığına yararlıdır. Bu bilgiler bütün canlılar için geçerli değildir. Losyon bize güzel kokar, zeytinyağı insan sağlığına yararlıdır. Bu bilgiler bütün canlılar için geçerli değildir. Benmerkezciliğimizi üç grupta toplayabiliriz. Bunlar, fiziksel, zihinsel, duygusal. FİZİKSEL BENMERKEZCİLİK: KİME GÖRE? Sokakta bir adres sorduğunuz zaman, insanların en az yarısı, eliyle göstermeden “soldaki yolu izle; sağa dön” benzeri şeyler söylerler. Bunu söyleyen kendi solunu kasteder; o kişi karşınızda durduğu için onun solu sizin sağınız olur. Aslında sizin sağ tarafa gitmeniz gerekir ama o “sol” dedi diye siz sola, yani yanlış tarafa gidersiniz (bu durum yalnızca ülkemizde değil, dünyanın hemen her yerinde karşınıza çıkar). Adres tarifindeki bu yanlışlık, tarif eden kişinin benmerkezciliğinden kaynaklanmaktadır. Tarif eden kişi kendini karşısındakinin yerine koymamakta, fiziksel açıdan benmerkezci düşünmekte ve davranmaktadır.

Nice İstanbulluya “Nerede oturuyorsun?” diye sorarsanız size “Karşıda” diye cevap veriyor. Anadolu’da oturanlar da öyle, Rumeli’de oturanlar da öyle. Araba park ederken yardım eden çok olur. Arkadan şöyle bir ses duyarım, “Gel, gel, gel, sağ yap, sol yap, topla, topla...” Ne yana toplamanı gerektiğini hiç anlamamışımdır. Dünya haritasına bakınız. Avrupa kuzeyde, yukarıdadır. Bunun nedeni, coğrafyayı, coğrafyanın matematiğini geliştirenlerin Avrupa’da yaşamış olmaları. Uzayda dünyanın aşağısı yukarısı yoktur. Ama yeryüzünde bir yerküre yaptığında, kendi ülkesini yukarıya yerleştirmek insanoğluna iyi gelmektedir. Eğer coğrafyayı Aborjinler geliştirmiş olsalardı, Avustralya bugün haritaların yukarısında bulunurdu (Aborjinler kendilerine “Gerçek insanlar” diyorlarmış; galiba aynı şeyi Batılılar da kendileri için düşünüyorlar). Fiziksel benmerkezcilikle ilgili bir son söz: Dünya gördüğünüz gibi değildir. Leş “size” pis kokmaktadır; dünya da size böyle görünmektedir. Eski Yunanda bir bilge, muhteşem bir sezgiyle “Cisimlerde renk yoktur; renk ışıktadır” demiş. Galiba olay şu: Bir cisimden gözünüze belli dalga boylarında ışık gelir; beyin bunu yorumlar, “kırmızı” diye algılar. Cisimlerde renk yoktur; renk beyninizdedir. Nitekim bir köpek veya arı dünyayı bizim gibi görmez. Dünya bizim gördüğümüz gibi değildir. Sağlam bir duvarın dopdolu olduğunu görürüz. Oysa o duvarın on binde biri atomların çekirdekleri ve elektronları tarafından doldurulmuştur; atomun içinde büyük bir boşluk vardır. Duvarın on binde 999’u boştur. Biz dolu görürüz. ZİHİNSEL BENMERKEZCİLİK Karşımızdakilerin dünyayı ve olayları algılama ve düşünme biçimlerinin yanlış olduğunu, bizim algılama ve düşünme


64 AİLE | Ekim Kasım Aralık 2015 | 12 >

Kişisel Gelişim

>

Öteki-Bilmezlik / Benmerkezcilik

biçimimizin ise tek doğru olduğunu düşünmek zihinsel benmerkezciliktir. Fiziksel benmerkezcilik zihinsel benmerkezciliği besler. Diyelim ki çocuğunuza matematik ödevinde yardım ediyorsunuz. Size göre kolay bir şeyi anlamadı. Çocuğa “Yavrum bak çok kolay” deriz. Leşte pislik yoktur, bize pis gelir. Problemlerde de kolaylık veya zorluk yoktur; bize göre kolay veya zordur.

Tarihi” veya “Bilim Tarihi” adını taşıyan nice kitap sadece Batı tarihinden ve biliminden söz eder. Pes. Belki benzeri tavır bizde de var. Çocukluğumda şunu sık duyardım: “Efendim, Batı bu seviyeye bizim sayemizde ulaştı. Barutu, kâğıdı, pusulayı, biz Çin’den aldık; Batı da bizden öğrendi. Biz olmasaydık var ya, Batı geri kalırdı”. Pes.

Bir öykü:

Karşınızdakinin haklı olduğunu düşünebilirsiniz, onun bakış tarzını kavrayabilirsiniz. Ama bir de onun neler hissettiğini anlamalısınız. Karşınızdakinin duygularına kapalı kalıp yalnızca kendi duygularınızı fark ettiğinizde duygusal benmerkezcilik sergilemiş olursunuz. Bazı beyler eşleri ağladığında, bunu gereksiz buluyorlarsa “Hanım bunda ağlayacak ne var” derler. Böyle söylediklerinde, farkında olmadan, bir insanın ağlaması için mantıklı/makul nedenler bulunması gerektiğini ifade etmiş olurlar. Oysa bütün duygusal davranışlar gibi ağlama da, öznel (subjektif) bir değerlendirmenin sonucudur. Bir öğrenci “Ders çalışmak beni sıkıyor” dediğinde annesi/babası “Biz senin yaşındayken hiç sıkılmazdık; sıkılma, bu senin istikbalin” derlerse, bu sözleri duygusal benmerkezciliğin ürünüdür. Anne/baba çocuğun, kendine özgü, öznel duyguları olabileceğini düşünmemektedir, onun duygularına benzer duygusal yaşantı geçirememekte, kısacası çocuklarıyla empati kuramamaktadırlar. Eğer ders çalışmaktan sıkıldığını söyleyen çocuğa “Sen ders çalışmaktan sıkılıyorsun” şeklinde basit bir mesaj verseler, bu mesaj benmerkezcilikten uzak olurdu. Çocuğunuza “Çalışmaktan sıkılıyorsun” derseniz çalışmaz diye endişe edebilirsiniz. İyi de, “çalış” dediğiniz zaman da zaten çalışmıyor. Bari “sıkılıyorsun” diye empati kurarak söze başlayın da aranızda bir diyalog kurulma ihtimali artsın. Bu konuda son olarak şunu belirtmekte yarar var. Fiziksel, zihinsel, duygusal benmerkezcilik, birbirlerinden tamamen bağımsız şeyler olmayıp birlikte işleyen yapılardır. İçlerinden birini sergilediğimizi fark ettiğimizde, diğerlerini azaltma şansımız artar.

Menemen Treni Bir dostum gerçek diye anlattı. Tren İzmir’den Menemen istikametinde yola çıkmış. Yaşlı bir teyze kondüktörü çağırıp “Yavrum Menimen’e varınca beni bildiriver, aman unutma” demiş. Kondüktör de “Sen uyu teyzem, Menimen’i varınca ben seni bildiricem” diye garanti vermiş. Teyze güvenip uyumuş. Kondüktör ise olayı unutmuş. Tren Menemen’i geçmiş. Epey sonra kondüktör teyzenin ineceğini hatırlayıp makiniste koşmuş. Treni durdurmuşlar ve üzülmüşler. Gecenin bir vakti kadıncağızın Menemen’e tek başına dönmesi olacak iş değilmiş. Makinist “Dur, ben treni geri alayım, Menemen’e geri dönelim. Gece fark eden olmaz, soran olursa da ‘Yanlış makasa girmişiz’ deyip idare ederiz” demiş. Ve gece karanlığında Menemen’e geri dönmüşler. Kondüktör koşup teyzeyi uyandırmış “Kalk teyzem, Menimen’i vardık” demiş. Teyze uyanmış “Ömrüne bereket yavrum” diyerek çantasını açmış, bir hap çıkarıp yutmuş. Tekrar başını yaslamış. Kondüktör hayretler içinde, inmiyor musun diye sormuş. Teyze “Yok yavrum, ben bugün doktora gittiydim, doktor iki tane hap verdi. Birini Basmane’de alcen dedi, ikinciyi de Menimen’i varınca alcen. Ben hapımı aldım, kal sağlıcakla” demiş. Karşınızdakinin sözlerine veya davranışlarına bakıp onun ne düşündüğünü yüzde yüz anlamanız mümkün değildir. Ancak; önemli olan, hata yapmamak değil, yapılan hatalardan ders almak (geri bildirim almak), tecrübe kazanmaktır. Zihinsel benmerkezcilik bireylere özgü değildir. Toplumlar da sergiler bu tavrı. Tarih boyunca nice toplum kendini herkesten üstün görmüştür. Bilimde, felsefede bile bu benmerkezci tavrı görmek mümkündür. Batılı bilim insanlarının yazdığı “Dünya

DUYGUSAL BENMERKEZCİLİK

Kaynak Metin: Prof. Dr. Üstün Dökmen, KÜÇÜK ŞEYLER, Sistem Yayıncılık: Kişisel Gelişim Dizisi, Birinci Basım: Aralık 2004 İstanbul



Eğitim ve Yayın Dairesi Başkanlığı eydb.aile.gov.tr

Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü

Aile ve Toplum Hizmetleri Genel Müdürlüğü

Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü

Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü

www.aile.gov.tr

Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü

Şehit Yakınları ve Gaziler Dairesi Başkanlığı


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.